You are on page 1of 307

Yirminci asır insanlığına armağan

BEKTAŞİLiGiN İÇYÜZÜ
Dibi, Köşesi, Yüzü ve Astarı
Nedir?

Yazan: M. T evfik Oytan

Bu eser, Bektaşi tarikatı hakkında şimdiye kadar


yazılanların en doğru ve en orijinalidir.

Cilt: 1

4 üncü tabı

^Sahip ve Naşiri
İSTANBUL ^MARİF KİTAPHANESİ
Ankara caddesi No. 46 — 83
MCMLVI
İstanbul Kitaphanesi MattJaası;
— ®

- -<Y •

U.1® iS l'j ^ ic phls\^ $


Türkçesi:
Ya Muhammedi Sen ümmetine söyle ki: Size
tebliğ ettiğim ahkam-ı şeriata mukabil, senin ehl-i
beytine muhabbetten başka bir şey istemem.

Türkçesi:
E y ehl-i beyt! Cenab-ı Hak, sizden «rics»i (y a ­
ni: maddi ve manevi günahı) gidermek ve sizi tama-
m iyle tem iz bir hale getirmek ister.
m--------------------------------------------------
Ö N SÖ Z

Bugün İslam camiası altında yaşayan din kardeşlerimi­


zi, taşıdıkları akidelere göre, tasnif etmemiz lazım gelse, üç
kısma ayırmak mümkün olabilir:
1 — Mutasavvıflar,
2 — Sünnîler,
3 — Bektaşi ve Alevîler.
M utasavvıfenin akidesi, insanlığı, ahlâkın tasfiyesine
sevk etmeği, daimî ibadetler, şiddetli riyazetlerle nefsi islah
edinceye kadar uğraşmayı, bunun tabiî neticesi olarak da,
Hakka vuslat etmeği emreder ki, biz, bunlara dair eserimizde
bir bahis açacak değiliz. Yalnız bu zümrenin hangi nokta­
larda Bektaşilere yaklaştıklarını İcab ettikçe ve sırası, gel­
dikçe anlatacağız.
Sünnîler ise, yalnız beş vaktini kılan, Ramazan ayında
oruç tutan, hacce giden; kısacası islâmlığın beş şartını yeri­
ne getirmek suretile, âhirette Hakka vâsıl olacağını sanan
kimselerdir. Bunlar dünyada iken Hakka ermenin aslı olma­
dığını zanneden, aşk denilen mefhumdan habersiz olan, ağ­
zına bir damla içki koyarsa derhal kâfir olacağını sanan
m ütteki kimselerdir.
Bunlar ,yol sahiplerinin giderine muarız oldukları için,
her devirde onlara m uhalefet etmişler ve yol sahiplerinden
de aynı muhalefeti görmüşlerdir.
Giderleri hiç bir m illete uymayan Bektaşî ve Alevî züm­
resine gelince:
İslâm âleminin başka yerlerinde bunların nasıl karşılan­
dıklarını bilmiyoruz. Bizim muhitimizde olan Alevilerle, Bek-
taşîlere dışarıdan bakılınca, ayrı ayrı yol sahibi oldukları, a­
ralarında itikat hususunda görüş farkı bulunduğu zannedil­
mekte ise de, hakikat halde böyle değildi.
6 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Karşıdan göze çarpan bu ayrılık, Çelebilerle Bektaşi ba­


baları arasında tevliyet meselesinden çıkan dâvalardan ha­
sıl olmuş şahsi bir münaferetti.
Tabiidir ki, para dalgasının, yolun ruhile, özile hiç bir
münasebeti olamazdı. Binaenaleyh bunların arasındaki so ­
ğukluğu, şahsi iğbirarı hesaba katmıyacak olursak, bunları p e­
kâlâ aynı bahçenin gülleri diye saymak mümkün olabilirdi.
Çünkü, bunların gerek erkânları olsun, gerek özel inançları
olsun, hepsi yekdiğerine eşit ve uygundu. Onun için, biz ese­
rimizde bunları birbirinden ayırıp seçecek değiliz. Bunu şim­
diye kadar ayırıp seçenler olmuşsa da yanılmışlardır.
Hadd-i zatinda bunların tuttuğu yolun aslı, tem eli bir­
di. Kezâ, hedef tuttukları dini gaye de birdi. Bütün itikatla­
rı bir noktada birleşirdi. Aralarında ayrılık gayrilik yaratacak
hiç bir sebep de yoktu.
Şu kadar var ki, Aleviler kendilerini (belden gelm e)
ocakzade dedelere teslim etmektelerdi. Her ocakzade dede­
nin, tâlibi sırf kendine münhasırdı. Bir dedenin tâlibine diğer
dede karışamazdı.
Bektaşilikte öyle değildi. Bektaşi babaları gerek evli, ge­
rekse mücerred olsun, kendilerini (yoldan gelm e) hak ve icâ-
zet sahibi sayarlardı, herhangi tâlibe olursa olsun (Muham-
med Ali yolu) nu gösterebilirlerdi.
Binaenaleyh, yol salikini doğrudan doğruya (M u h a m
med Ali’nin tâlibi) diye telâkki ederler, yekdiğerinden tâlip
kıskanmazlardı.
Bunların hepsi tarihe karıştığından, bu mesele üzerinde
daha fazla duracak değiliz. Biz bu eserimizle, yalnız Bektaşî­
liğin ve Alevîliğin içyüzünün neden ibaret olduğunu ortaya
koymak istiyoruz. Bunu yaparken de, pek az farkla erkân hu­
susları bir olan Bektaşilik ve Aleviliği aynı zaviyeden görü­
yor, yekdiğerinden ayırıp seçmiyoruz.
Şurasını tasrih edelim ki, A levi ve Bektaşî dediğimiz za­
man, biz yalnız Pir Hacı Bektaş tekkesinin çevresinde olan
Alevî ve Bektaşiliği murad ediyoruz ve yine Pir Hacı B ek­
taş dergâhına bağlı olan Sultan Seyid Battal Gazi ve Sultan
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYüZÜ 1

Şüraaddin V eli tekkelerine mensup A levîlerden, Bektaşiler-


<lF n bahsetm ek istiyoruz.
Yoksa, (A levilik ve B ektaşîlik) adı çok geniş v e derin
j.natlalar ifade ettiğinden ve bugün islam alem inin birçok yer­
lerinde bu nam altında din kardeşlerimiz yaşadığından, ese­
rimizde bunlardan veya bunların ahval ve âdetlerinden bah­
sedecek değiliz.

B U E S E R İN K IY M E T VE E H E M M İY E T İ

Şim diye kadar, B ektaşîlik v e A levîlik hakkında epeyce


yazı yazanlar olmuş, fakat kendileri Bektaşîliğin. içyüzünü
bilm edikleri için, yazdıkları eserler, dar bir çerçeve içinde kal­
m ış ve bunlar, meraklılarını tatm in etmemiştir.
Bektaşîliğin içyüzünü anlatm ak v e yayınlıyabilm ek işi .
.çekirdekten yetişm e B ektaşîlere ait bir haktı. B u hakkı isti­
mal etm ek ödevini kendisinde gören, soyu sopu hakikî Bek -
taşî olan birisi bugün karşımıza çıktı.
Beni, e n küçük yaşta (K oldan kopan) meclislerine gö­
türdüler, dilim söyler söylem ez (A llah, M uhammed, Ali, Fa-
tuna, Hasan, H üseyin) isimlerini bellettiler, m inim ini iken
Türkçe nefesler ezberlettiler, büyüyünce de onlarla düşüp
kalktım. Otuz üç sene içlerinde öğretm enlik ettim . Hacı Bek-
taş tekkesine gittim. İkrar verip nasip aldım... Bektaşîliğin de,
A levîliğin de erkânını gördüm. Her zaman (A yine-i cem ) 1er-
de hazır bulundum. B en de onlarla beraber nefesler okud^um,
buyruklar çağırdun. B en de onlarla birlikte sema’lar, devran­
lar, yaptım . H attâ pek çok canların, rehberlik vazifesini de
bilfiil ifa ettim . B inaenaleyh A levîlik v e Bektaşîliğin — az
bir farkla — aynı yol olduğuna kanaat getirdim.
Bektaşi erkannarnelerinin, tercümanlarının, gülbankleri-
nin, evrad v e ezkarının m uhteviyatını ezberledikten, başka.
^hakikî mânalarının üzerinde de durarak, kelim e kelim e, harf
be harf inceledim . B u yolun ne kadar gizli eserleri varsa h e p ­
sini de dikkatle gözden geçirdim. A deta bu eserleri didik d i­
dik didikledim. Tarikatın bütün ruhunu kavradım ve bunla­
rın hepsinden çıkan m ânanın nerede (birlendiğini) iyiden iy i­
8 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

ye öğrendim. Bütün bu öğrendiklerimin hemen hepsini ;"?te


bu eserle sîzlerin gözleriniz önüne sermiş bulunuyorum:

SÜ N N İ V E BEK TA Şİ TA RTIŞM A LA R IN IN
• SEBEBLERİ

Asıdardanberi ortalığı velveleye veren bir sünnîlik ve


Bektaşîlik hengâmesi vardı ki, bunlar daima aralarında man­
zum, mensur, pek çok yazılarla birbirlerine ta’n edegelmişler
ve tartışıp durmuşlardı... Sünnî hocalar, Bektaşîlere (Zındık,
Kızılbaş) gibi acı tenkidlerle, Bektaşîler de onlara (Ham er­
vah, M uaviye yardakçısı) gibi tâbirlerle taş atagelmişlerdi.
Acaba bu neden ileri geliyordu? Bir müminin, diğer bir m ü­
min kardeşini gaybet etmesi veya yüzüne karşı söz atması a­
yıp ve günah değil mi, yoksa bunların arasındaki tartışmalar
kendilerince günah sayılmıyormuydu. Eğer sayılmıyorsa bu
neden ileri geliyordu? Bektaşîlerin pek çok önem verdikleri
bir (Tevella, Teberra) nazariyesi vardı, bu ne demekti? B u­
nun menşe ve menbaı neydi?
Bektaşilerin hepsinin değilse bile, bir kısmının namaz
kılmadığı, oruç tutmadığı görüle gelmekteydi. Fakat Muhar­
rem ayı girince oruçlanıyorlar, bu ayda on gün su içmiyorlar,
İmam Hüseyin için ağlayıp matem ediyorlardı ve bu arada
Âl-i Süfyan’a (1 ) Âl-i M ervan’a (2 ) bol bol lanet ve nefret
yağdırıyorlardı. Bunun sır ve hikmeti ne idi? Acaba bunu ne­
den yapıyorlardı?
Bazı Hocalar vaızlarında (Hazret-i M uaviye Radiyalla-
hü taâlâ anlı efendim iz) diye medih yollu vaız ettikleri halde,
Bektaşîler, alenen M uaviyeye ve etbaına neden böyle en ağır
tenkid kelimesi kullanıyorlardı? Bunların yaptıkları iş dini
bir mahiyeti mi haizdi? Eğer böyle ise, bu emri kendilerine
kim vermişti ve ne zaman vermişti?
Daha sonra, Bektaşîlerin, hulefa-i selase denilen (Ebû-

( 1) Al-i Süfyan: Ebusüfyan’m evlâtları ve aileleri.


(2) Al-i Mervan: Mervan’ın evlâtları ve aileleri.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 9

Bekir, Ömer, Osman) a ve hatta Hazret-i Peygamberin karısı


(A yşe) ye karşı da bir güceniklikleri sezilmekte idi. Bunun
sebebi ne idi?
Vaktile kibâr-ı sahâbeden olan ve ilk İslâm cumhuriyeti­
ni kuran, camilerde göz alıcı şekilde yaldızlı levhalarla isim­
leri göze çarpan bu büyük simaların ne kabahatleri vardı ki,
bunlardan Bektaşîler tiksiniyorlardı? Bu isimlerde olan kim­
seleri neden tarikatlerine almıyorlardı? Şayet bu isimli biri­
sinin yola girmesi mukadderse bile, isminin değiştirildikten
sonra alınmasını icap ettiren sebep ne idi?
işte Bektaşilerin gizli tuttukları bu kabil akidelerini sa­
rahaten anlatan ve işin içyüzünü açığa döken bir eser meydan­
da yoktu. Yukarıda da söylediğimiz gibi, bazı muharrirlerin
yazdığı eserler vardı amma, kimseyi lâyıkile tatmin etmiyor­
du. Bunlar (Bektaşi sırrını çözdük, çözüyoruz ...) diye yayga­
ra koparırken, bilerek veya bilmiyerek Bektaş’lerin sırrını da­
ha muğlak bir şekilde karmakarışık bir hale sokuyorlardı. Çöz­
düğünü sandıkları düğüm, hiç çözülemiyen çapraşık bir kör
düğüm haline geliyordu. ,

B U ESERİ YAZM AKTAKİ M AKSAT?

Bu acıklı halleri gördükçe benim içim sızlıyor, B ektaşîli-


ğ!n içyüzünü, olduğu gibi ortaya atmak fikri zihnimi kemirip
duruyordu. Fakat beş sınıflı bir mektebin yegâne öğretmen­
liği üzerimde olduğundan bir türlü buna vakit bulamıyordum.
Binaenaleyh, okurlarıma yararlı bir hizm ette bulunabilmek
için em ekliye ayrıldım, bu eseri kaleme aldım.

SULTAN SE Y İD BATTAL GAZİ VE


SULTAN ŞÜ C A A D D İN VELİ DERG ÂH LARI

Bizim muhitimiz, Bektaşîler ve A levîler diyârıydı. B u­


ralarda bu yolun salahiyettar makamı tanılan ve Hacı Bektaş;
tekkesine bağlı olan iki büyük dergâh vardı:
10 BEKTAŞÎLiĞiN İÇYÜZÜ

1 — Sultan Seyid Battal Gazi,


2 — Sultan Şücaaddin Veli (1 ).
Bu iki tekkenin postunda oturanlardan veya tekke işle­
rinde çalışıp feyiz alan hadimlerinden yaman şairler yetişiyor­
du. Amma bunları kimsecikler bilmiyordu. Bunların söyledik­
leri şiirler dışarıya sızmıyordu. Çünkü Bektaşiler nefes, buy­
ruk gibi yol hakkında söylenmiş nazımları, başkalarından sak­
larlardı. Bu kabil şiirleri gizli tutmak, onlarca özel bir akide
mahiyetinde idi. Yetişen şairlerin sözlerini yalnız kendileri o­
kur, kendileri dinlerlerdi. Yazdıkları eserlerini hiçbir yabancı­
ya göstermezler, kilit altında saklı bulundururlardı.

GİZLİ KALAN ESERLER

On dokuzuncu asırda bu iki tekkede dört mühim erkek


şair yetişmişti. Birkaç ta kadın şair vardı. Fakat bunların söz­
leri, şimdiye kadar, bu sır saklama yüzünden gizli kalmış, ede­
biyatçılarımız bunlardan malûmattar olamamışlardır.
Şimdi biz, bu eserimizde on dokuzuncu asırda bu tekke-
1erde yetişen şairlerin kimler olduğunu kısaca anlattıktan son­
ra, şiirlerine geçeceğiz. Bizzat bu şairlerin kendi ellerile yaz­
dıkları nazımlarını eserimizde göstereceğiz ( 2). Ve bu şiirleri
şerh ve izah edeceğiz.
İşte bizim bu şerh ve izahlarımızdır ki, Bektaşiliğin, Ale-
i l i ğ i n mahiyetini ve taşıdığı esrar perdesini tamamile yır­
tarak, bu yolun içyüzünün ne olduğunu, dibini, köşesini, y ü ­
zünü ve astarını meydana koyacaktır.

LÂNET YEZİDE N E D EM EK TİR ?

Aynı zamanda, Bektaşilerin (Lânet Yezid’in canına) de­


dikleri zaman, bu ağır sözlerden, bu asrın insanlarını kasdet-

(1) Bu iki muhteşem tekkenin, bugün harab olmaya yüz tuttuğu görül­
mektedir. Vaktile milyonlar sarfile meydana gelmiş olan bu şaheser bina­
ların, bu müstesna âbidelerin (asar-i atika) nokta-i nazarından olsun, mu­
hafazaları ieab ederse de, bakıldığı yoktur. Kubbelerin kurşunları bile, hır-
.sızlar tarafından soyulmaktadır.
(2) Bu zevatın kendi el yazılarının klişesi eserimize konmuştur.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 11

mediklerini. bu lanetlerin zaktiyle Ehl-i B ey t’e buğz eden


Süfyanî’lere, M ervanî’lere ve o zaman onlara tabi olanlara ra-
ci olduğunu bugün herkes bilmiş ve anlamış olacaktır.

BU E SE R İN M U H TEV İYA TI

Biz eserimizi beş kısma ayırdık.


Birinci kısım, (yalnız birinci cildi teşkil eder). Abdül-
mecid zamanında sarayda divan katibi iken vazifesini terket-
mek suretile İstanbul’dan Anadolu’ya gelen Sultan Seyid B at­
tal ve Sultan Şücaaddin Veli tekkelerinde hizmet edip feyz
alan (Genç Abdal) a mahsustur.
Eserimizin asıl alaka merkezini teşkil eden, Bektaşîliğin
içyüzünü tamamile çözecek olan bu birinci kısımdır.
Genç Abdalın sözlerini okurken görüp anlıyacaksınız ki,
bu zat, şiirlerinin bir kısmını halkın ruhuna, seviyesine uygun
bir şekilde basit dille söylemiş, diğer kısmını da daha edebî
bir lisanla ibda ve inşa etmiştir.
Bu zatın sözleri, Bektaşî yolunun bütün esrar ve gava-
mızını kendinde toplamış olduğundan biz, işte bu sözlere da­
yanarak, bu nazımları şerh ve izah etmek suretiyle, Bektaşîli­
ğin içyüzünü meydana koymuş bulunuyoruz.
İkinci cildimizi teşkil edecek olan diğer kısımlara ge­
lince: '
İkinci kısmı Abdülmecid ve Abdülâziz zamanlarında
Sultan Seyid Battal tekkesinde ^ ^ tneşinlik eden şair Pir
M ehm ed dede ile, şair Ali İlhâminin ve bunların muasırı olan
Sultan Şücaaddin postneşini şair Ali Riza Hadi'nin şiirlerile,
Ali İlhâmi’nin torunu ^ ir Şükrü M etin Babanın nazımlarına
hasrettik. Bunların içinde ' mustalah ve ağır görülen şiirleri
şerh ve izah edeceğiz.
Üçüncü kısım :
Destanlar kısmıdır. Bu kısım, Ali Riza ^ â d i’nin kızı o­
lup yüz yaşını idrâk eden ve yakında ölen (Sakine) hatunun
12 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

destanlarile, Zeliha Bacı namında başka bir kadının Balkan


harbini tasvir eden destanını ve Şükrü Babanın işgal hâdise­
sini ve esaret hâtıralarını havi destanlarını muhtevidir. Bun­
lar hep zevkle okunmağa değer destanlar olup, bu muhitin ik­
limini, konuşma dilini, yaşama tarzını, geçinme şartlarını ta­
mamen canlandırır ve belirtir.
Destan kısmına, bu sülâleden olmıyan başka şairlerin de
çok güzel destanları konmuştur. Bu destanlar okuyucularımı­
zı çok güldürecektir... Devr-i sâbıkta köylü olanlara (Türk),
kasabalı olanlara da (Osmanlı) denildiğini, halk arasında böy­
le farklar gözetildiğini anlamış olacaksınız.
Dördüncü kısım:
Bektaşîlerin âyin-i cemlerinde okudukları gazelleri, açık
Türkçe nefes ve buyrukları muhtevidir.
Beşinci kısım:
Bektaşîlerin, Muharrem ayında mâtem merasimi yapar­
larken okudukları mersiyeleri bildirecektir.
Bu kısımda, yukarıda isimleri geçen şairlerin mersiyele­
rinden başka diğer pek çok Bektaşi şairlerinin de seçme mer­
siyeleri bulunacaktır. Birinci ciltte olduğu gibi, ikinci cildi­
mizi de (H üseyin) in mersiyeleriyle nihayetlendireceğiz.
Maksadımız, tarihimize, edebiyatımıza, dolayısiyle yur­
dumuza ve milletim ize naciz bir hizm ette bulunmaktır ( 1).
Bir şair ne güzel demiş:
Bu dünya bir misafir haııe-i ruh
Gelir gider, kalır asar-i memduh
16 - Nisan - 1945 Eskişehir
M. Tevfik Oytan

( 1) Eserin ikinci cildi basılmıştır. Fiatı 300 kuruştur. — Tabi.


B İR İN C İ K IS M A BA ŞLA RK EN

İSTA N BU LLU B İR SAZ ŞAİRİ

On dokuzuncu asırda Eskişehir muhitindeki maruf tek­


kelerimizden (Sultan Seyid Battal Gazi) ve (Sultan Şücaad-
din V eli) dergâhtan, dünyanın her tarafından gelen çeşit çeşit
ziyaretçilerle dolup boşalmakta iken, bu iki tekkenin hususi
hizmetlerinde çalışmış İstanbul’lu bir saz şairimiz yetişmişti
ki, açık bir Türkçe ile söylediği nefesler ve buyruklar, bura­
larda yaşayan Alevî Türklerin hâfızasına nakşolmuş, hususi
bir makam ve âhenk ile seve seve terennüm edilegelmişti.
Bu zat kimdi? İstanbul’d.an nasıl gelmişti? Kimlerden
feyz almış ve nasıl şair olmuştu? Şimdi bunu anlatacağız ve
bunu aydınlatabilmek için de, Abdülmecid ve Abdülâziz de­
virlerinde, bu dergâhlarda postneşinlik etmiş olan zevatın kim ­
ler olduğunu kısaca gözden geçirmemiz icabedecektir.

A BDÜ LM EC İD VE ABDÜLAZİZ D E V İR L E R İN D E
SU LTA N SE Y İD BATTAL VE SU LTA N ŞüC A A D D İN
D ERG ÂH LARINDA PO ST N E ŞİN L E R

O devirde, Sultan Seyid Battal tekkesinde Pîr M ehmed


Dede, onun ölümünden sonra, oğlu Ali İlhâmi Dede; Sultan
Şücaaddin Veli tekkesinde M ehmed Şücaaddin D ede ve onun
ölümünü müteakip, oğlu Ali Rıza Hâd-i D ede postoeşin idi­
ler.
Bunların içinde M ehm ed Şücaaddin D ede’nin şiirle ül­
feti yoktu. Diğer üç zatın yaman şair oldukları, bugün elimize
14 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

geçen, kendi yazdıkları şiir mecmualarından anlaşılmaktadır.


Pîr M ehmed D ede ile M ehmed Şücaaddin D ede müsa-
hip ( 1) idiler, Ali İlhami ile Ali Riza Hadi de muasır (2 )
bulunuyorlardı (3 ).

B U ŞA İR LER İN N EFES VE BU Y R U K L A R IN IN
GİZLİ K A LM A SIN IN SEBEBİ
*

Bektaşilerin, nefes, buyruk gibi şiirleri, ilden saklamala­


rı, bu şairleri kimseye tanıtamamış ve söylemiş oldukları şiir­
ler yalnız bu muhite münhasır kalmış, yalnız buralarda ya­
şayan Alevîleri alâkalandırmış, daha uzaklara yayılıp taşama-
mıştır.
Şimdiye kadar, bazı zevatın şuradan buradan toplayıp
bastıkları ve yayınladıkları eserlerde, yukarıda ismi geçen şa­
irlerin hiçbirisinin şiirlerine tesadüf edilememektedir.
Yalnız, üstad Ziya Şakir’in (Bektaşî N efesleri) isimli e ­
serinde (4 ) (Genç Abdal) ın tek bir nefesi yer bulmuştur.
Sadettin Nüzhet'in (Bektaşî Şairleri ve N efesleri) ismini ta­
şıyan eserinde (5 ) (Pîr M ehm ed) in bir nefesini gördüm.
B u cildimizde, sayın okuyucularımıza Genç Abdal’ın bu
tem iz şiirlerini sunarken kendisinin sarih bir tercümei halini
bilmediğimizi de itiraf etm ek mecburiyetindeyiz.

(1) Müsahip: Birbirlerile konuşan.


(2) Muasır: ikisi bir asırda yaşayan, demektir.
(3) Pir Mehmed Dede ile Ali İlhamilnmve şair Ali Rıza Hadi'nin şiir­
lerini, resimlerini ikinci cildimizde gösterenimiz. Bunlardan, yalnız Ali Rıza
Hadi’nin 1285, Ali İlhami’nin 1308 1'rumî yıllarında vefat ettiklerini öğrene­
bildi. Ali İlhami, hayatının sonlarına doğru nûr-u basardan mahrum ol­
muştu.
(4) Basılan bu küçük hacımdaki kitabın nüshası kalmamıştır.
(5) Bu büfryük kitab iki cilt olarak yine İstanbul Maarif Kitaphanesi
tarafından basılmıştır.
BEKTAŞÎLİĞİN iÇYÜZÜ l&

GENÇ ABDAL
NASIL N A SİP ALDI?

Henüz, ana ismini bile öğrenemediğimiz bu zatın aslen


İstanbullu olduğunu ve divan kâtipliğinde bulunduğunu,
genç yaşında vazifesinden ayrılarak,, dervişliği memuriyete
tercih edip Anadoluya geçtiğini öğrenebildik.
Bu zatın İstanbul’dan Anadolu’ya gelişi şöyle olmuş­
tur:
Sadrâzam Yusuf Kâmil paşanın zevcesi Zeynep hanım.
ikrarbend olmak için yukarıda isimleri geçen Pîr M ehmed
D ede ile Şücaaddin D edeyi İstanbul’a çağırmış... Dedeleri, mi­
safir olarak konağında aylarca alıkoymuş.
Anadolunun en maruf iki postneşini olan bu mümtaz
şahsiyetleri görmek emelile, İstanbul’un hemen bütün Bekta-
sîleri güruh güruh ziyaretlerine gelmişler, bu vesile ile Zeynep
hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açmışlar.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir B ek­
taşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de, Zeynep hanımın ko­
nağına getirir, dedelerle görüştürür.
Bu aziz misafirlerin sohbet ve muhabbetinden pek ziya­
de mahzuz ve mütelezziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sık­
laştırır, hergün yanlarına gelip gitmeğe başlar.
B u genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrarbend
olmak arzusunu açarsa da:
— Evlât, dur bakalım... Biraz yan yakıl... Öyle ca’li
bir isteyiş, kuru bir arzu ile, adamı hemen Bektaşi yoluna alı-
verm ezler...
diye mukabelede bulunurlar.
Bu tarize hedef olan divan kâtibi sarsılır. Gün geçtikçe
bu zatlara olan meftunluğu artar, muhabbetlerine olan me__yl ü
rağbeti daha ziyade çoğalır. Git gide tehammülfersa bir hal
alır.
16 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlan-


makta olan Dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtma­
ğa ve:
— E l’eman, medet, m ürüvvet erenler! Beni mahrum bı­
rakmayın, gerçekler yoluna alın.
diye yalvarmağa başlar ...
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-
ü itikadı gören Dedeler, artık dayanamazlar; İstanbullu Bek­
taşîlerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocu­
ğuna, Zeynep Hanımın konağında meydan açarak nasip v e­
rirler.
Tarikate intisabını mütaakıp, bütün varlığından soyu­
nan, tamamile dervişliğe aktarılan bu genç adam, memuriye­
tini de terkederek derhal mürşit ve rehberile birlikte Anado-
luya gelir.
Beş sene Sultan Seyid Battal tekkesinde hizmet ettik­
ten sonra, Pir M ehmed Dedenin vefatı üzerine, Sultan Şü-
caaddin Veli tekkesine gelerek postunu serer. Bu sıralarda
M ehmed Şücaaddin vefat etmiş, yerini oğlu şair Ali Rıza Hâ-
di almış olduğundan, Genç Abdal bu zata bağlanır, dergâhın
hizmetlerine can-ü gönülden koşar ve Hadi’nin her emrine
itaat eder.

ZEY N EP KÂM İL ^HANIM

Şair Ali Riza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a


davet etmiş, mumaileyh bu davete icabet ederek İstanbul’a
giderken yanında Genç Abdalı da götürmüştür.
Zeynep hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında (1 )
alıkoymuştur. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu,
söylediği bir şiirden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal
misafireti esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir.

(1) Bu Zeynep Hanım Konağı, Darülfünun, sonra da üniversite Edebi­


yat Fakültesi olmuştur.
(Hazreti imam-ı Ali)
Esselâm ey Mazhar-ı levlâke sırr-ı men aref
Esselâm ey dürr-i bahr-i H el’etâ Şah-ı Necef
No: 1 — Nesimi —
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 17

Biz de klişesini kitabımıza koyuyoruz.

1
^ u..;*

• • . *-

r '1

/.'•»• - • ‘ 1P n J
c . #
• *'
i ; *• • 11
ı.:,.., —

> ^

d ,)f ’ . J . r

Yukarıya klişesini koyduğumuz Zeynep Hanımın şiiri


şudur:

Keşfet nikahını yeri göğÜ münevver et


BU âlem-i anasın firdevs-i enver et

Debret lebini çiişa getir havz-ı Kevseri


Anber saçım çöz bu cihânı muattar et

iH^mün berât yazdı sabâya dedi ki tez


Var nıilket-i Hatayile Çini müsahhar et

Ab-ı hayât olmıyacak kısmet ey gönül


Bin yıl ger^öe zulmete seyr-i Skender et
Fornıa : 2
18 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

(Zeyneb) ko meyl-i ziynet-i dünyayâ zen gibi


Merdâne vâr, süde-dil ol, terk-i zîver et (1)
Zeynep hanım, bu misafirlik devresinde, bir Alman res­
samına Ali Riza Hadinin minyatür bir resmini yaptırarak
kendisine hediye etmiştir. B u kıym ettar resim, bir mahfaza
içinde olup elyevm tomnlarının elinde bulunmaktadır.

GENÇ ABDAL VE ŞİİRLERİ

Genç Abdal’ın cönk defterinden kendi el yazısile bir


şiiri:
Li
I Jİ \İ_- / . . J!r
.

\ .S - ^ ,
j / l-d; l-d; , Ö J.r. 0 ^ —

1
--{j

->(..i
(Bu şiir 28 numaralı şiirdir. Eserden takib ediniz.)
Genç Abdal, Şücaaddin Veli dergâhında, zamanla ve
keman çalmasını öğrenir, şiir söylem eğe başlar.

(1) Kudemâ-yı üdebâ’dan Veysi Paşa zade Zeynel’abidin Reşit Bey


merhum, bu muhterem kadını (Zübdetün-nisa) naıpile yad etmektedir.
Mehmed Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-Ü müzavvet
ile kendine benziyen üçüncü kızı Zeynep hanımı, evlât ve akaribinin mu­
halefetine rağmen, Kâmil Paşaya tenkili eyledi. 1261 de Yusuf Kâmil Paşa
Zeynep Hanımla evlenince Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi şu tarihi
söylemiş:
Eder tahsin (Kazım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damad
1261
O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-şiyem damad
1261
mısraile tarih koymuştur.»
(Osmanlı devrinde son sadrâzamlar)
— ibnil Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz 2 —
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 19

Genç yaşında dervişliğe soyunan bu zat, mürşidi tara­


fından (Genç Abdal) diye hitap edile ■ geldiği için, asıl ismi
unutulur, herkes tarafından da böyle çağrılmaya başlar. Genç
Abdal bu ismi benimseyerek bütün şiirlerinde (Genç Abdal.
Genci, G enciya) diye mahlâslar getirmiştir.
*

Genç Abdal, şiirlerini irticalen söyler, dinleyenler tara­


fından hem en yazılır ve bellenirmiş.
Genç Abdalın, halkın ruhuna uygun olan şiirleri, bilhas­
sa Al-i Resule olan muhabbet dolu medhiyeleri, esasen Ehl-i
Beyt-i, Muhammedi çok seven A levî halk tarafından pek be­
ğenilmiş, şiirleri süratle etraf köylere de yayılıp kök salmış,
kadın ve erkek birçok halk bu sözleri özel makamlarile teren­
nüm ve teganni edegelmişlerdir.
E lyevm Genç Abdalın sözleri halk tarafından seve seve
okunmaktadır. Nefeslerin verdiği ruhani zevka, sazların husu­
si ahengi de inzimam edince dinleyen herhangi bir kimsenin
gaşyolmamasına, ilahi bir zevk duymamasına imkan yoktur.
Genç Abdal, bir aralık Ali Riza Hadi’nin müsaadesile,
Bağdad ve Kerbelâya kadar yaya olarak seyahate çıkmış, üç
sene deyince gene yerine dönmüştür.
Bu Kerbelâ dönüşünden sonra, Gencî bir daha buradan
ayrılmamış, ölünceye kadar Bektaşi ayinlerinde (Güvendelik
ve zakirlik vazifesini) ifa etmiştir. ( 1 ).

N E FE S, .DÜVAZ, Â Y iN

Güvende ve zâkir demek, (C em ) âyinlerinde saz, ke­


man, tanbur, çöğür gibi çalgılar çalan, nefesler okuyan m e’-
zun insanlar demektir.
Muhabbet ve dem sofrası kurulduğu, kalbler şerab-ı tâ-

(1) Genci 1290 tarihinde (85) yaşında vefat etmiş, tekkenin Garibler
mezarlığına defnedilmiştir.
20 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

yezal ile cilalandığı bir sırada, zâkirler, Mürşidin emrile saz


larmın tellerine dokunurlar; özel makamlarla üçer nefes söy­
lerler. . . Nefeslerin arkasından bir de (D üvaz) okumak teâ-
müldendir.
Düvaz kelimesi (Düvazdeh-i im am ) terkibinin muhaffe-
fidir. Yani, On iki İmamın isimlerini havi söylenmiş şiirler
ve medhiyeler demektir.
Bu (D üvaz) kelimesi, Bektaşîler ve 'Alevîler arasında bir
(Sem bol) dür. Yedisinden yetm işine kadar, her B ektaşî ve
A levî rüvaz bilir ve okur. D üvaz okunurken kadın erkek her­
kes iki dizi üstüne gelip ellerini kalbleri üzerine basarak ke-
mât-i huşu ile dinlerler ve (A llah A llah... Allah A llah) diye
hazin hazin fısıldarlar. D üvaz okunup bitince, mürşidin bir
gülbangile fasla nihayet verilir. Bundan sonra herkes mürşi­
din: (R ahat olsunlar) sözü üzerine gene bağdaş kurarlar,
demlerini aheste aheste çekmeğe başlarlar. *
Bir aralık mürşidin işaretile çalgıların nağmesi değişir,
zakirlerin okuduğu nefeslerin makamları sem a’ havasına inkı-
İâb eder. Kadın, erkek posta posta dörder, altışar veya sekizer
olmak üzere sema’ devranına .başlarlar.
Sema’ devranı, bir nevi rakstır. Fakat bu raks, düğünler­
de, bayramlarda, tiyatrolarda, barlarda her zaman seyredile-
gelmekte olan dans, hora, zeybek, çiftetelli gibi sırf eğlence­
den sayılan oyunların hiçbirisiyle kabil-i kıyas değildir. Bu,
(n ev’i şahsına münhasır) ilahî bir vecd ve aşk yaratan manevî
bir halettir ki, temaşa edenler bunun zevk v e lezzetine doya-
mazlar.
Bu, öyle bir hengamedir ki, ve o kadar temiz ve ilahi bir
şevkle oynanır ki, bu cem iyette bulunanların hiçbirisinin fik­
rinden fena bir niyet geçmez ve geçemez. Orada süflî ihtirasa
yer yoktur. Oradaki canlar, (Fenafillah) makamına dalmış,
zahir aleminden sıyrılmış, batın alemine girmişlerdir. Orada
ancak ve ancak (Aşkullah, şevkullah, illallah) vardır. Orada
kelime-i tevhit bile (nefy) hil’atini sıyırmış, (isbat) şekline
bürünmüştür. Fazilet ve hakikat-i insaniyenin timsali olan
(Zat-i M utlak) da, sanki orada elinde kudret kılıcile teces-
süm etmiş gibi, meydana hakim bir celadette arz-ı cemal e t­
mektedir.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 21

Zühd-ü takva sahiplerinin akılları bu merhalede hay­


ran ve zahir, duyguları bu vadide sergerdandır. Eğer kazara
yolları oraya bir düşseydi, derhal imanlarını küfre (!) değişir­
ler, mum gibi eriyerek yokolup giderlerdi.
Dünyanın en hantal bir adamı oraya girmek şöyle dur­
sun, penceresinden tek gözle bakabilmek bahtiyarlığına nail
olsaydı, derhal vücud-i kesifi nazenin bir şekil alır, sanki Cib-
ril-i emin’i karşısında bulurdu.
O meydan, Musa ile Firavunun barışıklık yaptığı m eclis­
tir. Bu m ecliste oturanlar, gönülleri birleşmişler, kütle-i vahi­
de haline gelmişlerdir.. (R iya) denilen maskara şeyi kapıdan
dışarıya sürüp atmışlardır... Orada herkesin içi dışına çevril-
m!ş, (Nur'ün ala nûr) olmuştur.
Orada her şey birdir:
Saki bir, vücut bir, gönül bir, görüş bir, ad bir, ses bir
hülasa .vahdet sırrının bütün birliği bu m ecliste kendini gös­
termiştir.
İşte Bektaşîliğin çözülemiyen bir sırrı varsa buradadır.
Bu meydanda ateşle barutun, bir noktada nasıl te’lif edile­
bildiğinin anlaşılamamasıdır, bu sır.
Bir şa!r!n:
Her ne câdüsun .ki yaktın ât^i sularla sen
dediği gibi, hadd-i zatinde, suyun, ateşi söndürebilmek kud­
ret ve kabiliyeti varken, bilakis bu makama erince, felce uğ­
rayarak kendisinin cayır cayır yanm asını intaç etmiştir.
Eğer beşeriyetin bu m anevi cümbüşü olmasaydı, fazilet-i
insaniye nasıl payidar olabilirdi?
İbrahim Edhemi tahtından indiren, Nesim i’yi diri diri
yüzdüren, Mansur’u canlı canlı dar’a çeken, Cenab-ı Hüseyni
Kerbela'da susuz selsiz kurban eden, hep insanlığın bu (Sırr-ı
lahûti) si, (Velekad Kerremna) sı değil midir?
H ele bak! Bu vadiye düşen naçiz kalemime ne oldu?
Oradan bir kıvılcım sıçradı, yandı, kül oldu.. Artık elde kalem
yok ki, bundan ötesini yazabilsin!..
22 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bu hususta Ali Riza Hâdi’nin el yazısının klişeleriyle


türkçeleri aşağıda konulmuştur.

M uhabbet esnasında, âyinin diğer rükünlerine geçilir.


Mürşid mahkeme kürsüsüne oturmuş adil bir hakim sıfatını
takınır. İki dizi üstüne gelmiş olan canların hepsini birbirin­
den sorar, şayet dünya işlerinde, günlük alaverelerinde yek ­
diğerine küsmüş, darılmış, gücenmiş kimseler varsa meydana
gelir, niyaz ederler, haklarını taleb ederler.
Mürşit iki tarafı da dinler, dâvalarını hal ve fasleder.
Mürşidin hükmü, bu dakikada keskin bir kılıç gibi nâfizdir.
Bütün küslüleri, bir (an) içinde barıştırır.
Gönülleri hoş olan canlar, yekdiğerleriyle kucaklaşırlar.
Bundan sonra iyi geçineceklerine, fena yollara sapmıyacakla-
rına, kin, kibir tutmıyacaklarına, yalan söylemiyeceklerine
mürşit huzurunda kesin söz verirler. V e bunu tevsik için de
(M uham m ed A li) m eydanına niyaz ederler, yani, eğilip yer
öperler.

D Ü ŞK Ü N L ER

Şurasını da arzedelim ki, Bektaşiler arasında ağır suç iş­


lemiş olanlar, esas itibariyle, bu meydana giremezler. Meselâ:
Cinayet işleyenler, zina ve livâta yollarına sapanlar, hır­
sızlık edenler, karısını boşayanlar.
Böylelerine (yol) dilince, (düşkün) tabir olunur. Abdes-
tini bozmuş, ikrarından, imanından dönmüş demektir.
Bu kabîl günahkarlar, cezasının derecesine göre uzun
müddet ayin ve erkanlara giremezler. Eşinin dostunun yanı­
na sokulamazlar, hiç bir kimseden iltifat yüzü göremezler.
Her fert, kendisine soğuk muamele yapar. B u manevî ceza on­
lar için ağır bir darbedir, herkes nazarında bunlar, Allahın lâ-
netlem e kullarıdır.
M ânevî cezasını çekip de (M edet, mürvet) babına dü-
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

şenler, tekrar yola girmeğe hak kazansalar bile, yem baştan


ikrarbend olmağa mecburdurlar. 1

İŞİN İÇYÜZÜNÜ BİLM EYENLER

M aziye karışmış olan bu tarikatın, üssülesası ve rûhirrû-


hu ahlâk-i hasene üzerine dayanırken ve islamiyetin ana hat­
larına göre kurulmuş saf bir yol iken, bunun içyüzünü görüp
bilmeyenler, vaktile tarikatın aleyhinde bulunurlar, sâlikleri-
nin âyin-i cem’lerde mum söndürdüklerine, gayr-i meşru ha­
reketlerde bulunduklarına dair, avam ağzında sözler dolaşır,
dururdu. Tabiîdir ki, Bektaşîlere böyle iftira edenler seciyesiz
ve bedmaye takımından cahil kimselerdi. Aklı başında mü­
nevver insanların böyle boş ve vâhi sözlere inanmadıkları gö­
rülüyordu.
Zühd-ü takva sahibi olanların da, Bektaşilerin demkeş-
liklerine, namaz ve oruca biganeliklerine bakarak, için için
kızmakla beraber, bunların dünya işlerinde hiç bir kimseye
zararları dokunmadığını da bildikleri için:
— En iyisi, bu adamları hareketlerinde serbest bıraka­
lım; bunları zekkumlarile beraber baş başa komak daha doğru
olur, çünkü, ağzı rakı kokan bir adamın camiye namaz kılma­
ğa gelmesine, hangi müslümanın gönlü razı olur yahu!
D iye, kuru kuru m üteselli oluyorlar. Bektaşilerin bu ka­
bil hallerini hoş görmekten başka çıkar yol bulamıyorlardı.
Artık ortada bu kabil tartışacak ve atışacak insanlar kal­
madı, her şey tarihin öz malı oldu.
Şimdi biz, bunları buracıkta bırakarak, eserimizin birin­
ci cildinin ilk kısmını teşkil edecek olan Genç Abdal’ın şiirle­
rini okuyucularımıza birer birer sunabiliriz.
Bu işe başlarken de, bu değerli adamın sözlerinin (yap­
macık, düzmecik) soğuk yâveler olmadığına, tam mânasile bir
Bektaşi ruhundan doğmuş, m ânevi bir ilham ile sinesinden
fışkırmış, riyasız ve samimî sözler diye sayılabileceğine kanaat
getirdiğimiz için, bu noktayı bilhassa sayın okuyucularımızın
takdirine arzederken, yine o ruh, yine o duyuş ve sezişle de.
sözleri tefsir ve izaha yeltendiğimizi, ayrıca kendilerine — açık
yürekle — bildirebiliriz.
24 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Yukarda bahsettiğimiz Ali Riza Hadi’nin el yazısı ve


ımzası:

Bu yazının yeni harflerle okunuşu:


Hadiyi dost benim tende câmmdır
içeli tende câmmdır.
Daima ben kulum dost sultanimdir.
Dostun cemalini gördüm eyvallah
Sene bin iki yüz yetmiş yedi zilhiccesinin yirmi altıncı yevm-i cuma saat
dört, Tulu-i Huk’a, Tahvil-i merih Biese^hi Seyyit Cafer dünyaya gel­
miştir. Allahü Taalfı hazretleri tul ömürler ile muammer evleye âmin yâ
nuûn
DER MÜFREDİ HADİ
Ve hüve Melih-üt melâhatü küllü tehayyürnâ
Elbabü rizânke tevekkelna yülidü mfı yeşil
Fi 13 N seme 1270
iımzaa:
Ali Rıza Hadi
Arapça beytin Türkçesi:
O, Melahatin melfilıatidir. Hepimiz onun melahatindc hayretteyiz. Ka-
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 25

pı, seıin rızanda-, istediğini yapana tevekkül ederiz, yani teslim-i ümûr
ederiz.
Şair Ali tlhami'nia el yazısı:

1 ' 4'.'.'.' ^ ^ ı.:.:,


pj j M

I y?) ı. ,

ıA '.J / l.t_ . 1 c(.#


^ yi ^ j

f?,7 '.Y
tt,;. 1 .Y., ^ ; ,/ / ^ L ırf
^ l \ \ ^ ' v . .? 2 ı :.
J. ) f ) ) ; i ^ ^-v;- ^ ,}>
ı/ } ) ) t; ^ ^

t-
:26 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bu yazının yeni harflerle okunuşu:


Destur
Bugün rfilı-i huda içre giderdim bilmiş ol ey cân
Yolum bir şehre uğradı göründü bir acib umman
'Kanadım yok uçam andan yok idi bende bu imkân
Halette gartdüğüm yoktur, selefte gördüğüm bir lân

Eğer kendi vücudundan haberdar olmak istersen


(Arefna) sırrına mazhar düşüp var olmak istersen
Bilüp nefsin tanı Rabbiıı eğer yâr olmak istersen
O dem şeksiz sen ademsin bulursun derdine derman

Oku ilm-i şeriatten, yorulma dâr-i dünyada


Olup saim kılıp secde dol^aşma başka sevdada
Havâya verme Önıl'ünü sonunda düşme feryada
Cehalet remzin arzetme seni eğlemesin şeytan

Varup şah-i şeriatte giyip elbiseyi tekmil


Ulumun şehr-i sultanı kim olduğunu anla bil
Bu bir bâb-ı velâyettir Ali destindedir ey dil
Dü-âlem fahr-i Ahmed’dir edüp mirace hem seyran

Bugün İlhâmi Abdal’ın dü-çeşmi yâşına insaf


Eder pir-i tarikat hem, olan varım edersem sarf
Gönül tahtında iman askerin cem’ eyledim saf saf
Biri faknm. biri şükrüm, delilim rehberim kur’an
G enç A b d al söylüyor:

Dostum M uhammed’dir hak Habibullah


Söylersen Muhammed Ali’den söyle
Cihana geldiler sırr-ı sırrullah
Söylersen Muhammed Ali’den söyle

Hasan M uhammed’dir, Hüseyin Ali


Şah îm am Zeynele demişiz beli
M uhammed Bakır’ı sevdik ezeli
Söylersen Muhammed A li’den söyle

Evliya, Enbiya anlara âşık


Verdiler ikrarı oldular tanık
Hak mezhebi İmam Cafer-i Sadık
Söylersen Muhammed A li’den söyle

Musa-i Kâzım’dan kuruldu erkân


Şah îm am Riza'dır Pir-i Horasan
Taki ile Naki rnü’rnine iman
Söylersen M uhammed Ali’den söyle

Hasan-ül askeri server-i âlem


Muhammed M ehdi’dir sahib-ül kerem
Genç Abdal zikret dilinde her dem
Söylersen Muhammed Ali’den söyle

— 2 — .

Kaş’ın mihrabına sürdüm yüzümü


Dinim M uhammed’dir imanım Ali
Hak söyletir, hak söylerim sözümü
Dinim M uhammed’dir imanım Ali
28 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

İmam Hasan dilde senâgâhımdır


Şah İmam Hüseyin kıblegahımdır
Namazım, niyazım, secdegahımdır
Dinim M uhammed’dir imanım Ali

Uyardım özümü, yoktur gûmânım


Batın aleminde çoktur seyranım
İmam Zeynel-aba Şah-i sultanım
Dinim M uham m ed’dir imanım Ali

M uhammed Bakır'a olmışam aşık


İmamlar yolunda bir bağrı yanık
M ezhebim haktır, Cafer-i Sadık
Dinim Muhammed'dir imanım Ali

(1 )

Şah Takile Naki mihr-i münirim


Hasan’ül’askeri, M ehdi emirim
Genci ^Abda/ derviş, bende-i Pirim
Dinim Muhammed’dir imanım Ali

izah:
Yukarıdaki nazımlar (Düvazdeh-i İmam) dır. Evvelce
de anlattığımız gibi, Bektaşiler, On İki İmamın isimlerini ha­
vi şiirlere, kısaca (D üvaz) derler ve bu D üvazlan dinlerken
de ellerini kalblerine basarak. (Allah, Allah) diye hafif yollu
tempo tutarlar.

( 1) Dört mısra nüshada eksiktir.


— 3 —

Evliyalar Piri, Hünkarı sensin


Tanrının arslanı Ali’m gel yetiş
Dört kitabın sırr-ı esrarı sensin
Tanrının arslanı Ali’m gel yetiş

Sensin cümle gayipleri bilici


Sensin mü’minlere yardım kılıcı
Kamu düşmüşlerin elin alıcı
Tanrının arslanı Ali’m gel yetiş

Hem Ali’sin, hem Veli’sin Hızırsın


Hak ernrile alemlere nazırsın
îsm in söylendiği yerde hazırsın
Tanrının arslanı Ali’m gel yetiş

Bakma isyanıma çoktur günahım


Erişti göklere feryad-ü ahım
E y benim devletli, mürvetli şahım
Tanrının arslanı Ali’m gel yetiş

Genci Abdal okur ilm-i hikmetten


Aşkın cûş eyledi bahr-i kudretten
T ut elimden kurtar beni zulmetten
Tanrının arslanı Ali’m gel yetiş

— 4 —

Cemalini gördüm salavat verdim


Ayağına düştüm, tebarekallah
Çok hacet diledim yüzümü sürdüm
Kapandım secdeye dedim Hüvallah

(E lestü bezm) inde ikrare geldim


M en imanım kalb-evinde gizledim
Hakkel’yakin sana (güzel şah) dedim
Kahrına, lütfüne Allah-eyvallah
30 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Baş kesip (1 ) meydanda (T evellâ) ettim


Bir niyaz eyledim (tem enna) ettim
Efendim, katında çok hata ettim
Tevbe günahıma Estağfürullah

Keremkânı ol Hûda’nın aşkına


Evliyanın, Enbiyanın aşkına
Şah Hüseyn-i Kerbelâ’nın aşkına
Can, baş feda olsun F i Sebilillah

Genç Abdal’ım aşkın çırağı yandı


D ost elinden dolu içenler kandı
Gönül gaflet uykusundan uyandı
Şah nazar eyledi Elhamd-ü lillâh

izah:
Genç Abdal, bu nefeslerile (A li) den istimdât ediyor.
Birinci nazım açıktır, tavzih istemez. İkinci nazmında (A li) ye
hitaben: «Senin cemalini gördüm salâvat getirdim, ayaklarına
kapandım, işte (Allahın mazharı budur) dedim. Ben zaten ta
Elestü meclisinde ikrara gelm iş ve imanımı kalbimin köşesin­
de gizlemişim.
E y güzel şah! Ben senin kahır ve lûtfunu bir bildim, sen­
den gelecek her kazaya bel bağlayarak (Allah, eyvallah) de­
dim, ben meydanda - yani, ayini cemde - tevellâ, temenna âdâ-
bını yerine getirdim, başımı eğdim, niyaz ettim.
E y efendim! Ben senin huzurunda çok hatalar ettim, bu­
nu mfıterifim, binaenaleyh senden affı kusur diliyor ve günah­
larıma tevbe ediyorum. Bütün kerem sahiplerinin huzurunda
kesin söz veriyorum ki: Ben Kerbelâ’da yatan İmam Hüse­
yin için canımı, başımı fisebilillâh fedaya hazırlandım, benim
içimdeki aşk çırağı uyandı, dostumun sunduğu doluyu içince
kandım ve elhamd-ü lillâh şahımın hüsn-ü nazarile gaflet uy­
kusundan uyana geldim» diyor.

(1) Baş eğmek, demektir.


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 31

Yukarıda geçen (Tevellâ, Temenna, Hazreti Hüseyine


can feda) gibi tâbirleri aşağıda uzun uzadıya izah edeceğimiz­
den şimdilik bırakıyoruz. Yalnız, sayın okuyucularımızın dik­
kat nazarlarına şimdiden bir isim arzetmek mecburiyetinde­
yiz. O da, Ali’nin oğlu diye dünyaca tanınan ve Kerbelâ’da
Emevîlerin ikinci halifesi Y ezid’in emrile şehit edilen Peygam ­
berimizin torunu imam-ı (H üseyin) dir. Bektaşilik akaidinin
bütün özü ve mihveri bu isimle düğümlendiği ve yine ancak
bu isim le çözülebileceği için, ileride gelecek (D ost, Şah.ı Faz-
lullah, Cemalullah, Ali Ferzendi, Dilber, Dildar, Güzel, Peri,
Canân) gibi tâbirleri okur okumaz hem en hemen H üseyni ha­
tırlamalıyız.. Bektaşîlerin yüreklerinde ( 12 imam, 14 mâsum,
17 kemerbest, Hatice, Fâtım a) diye taşıdıkları ve sevdikleri
45 zatın hepsinin, Hüseyin’de toplanıp birlendiğini, Vahdet
sırrının (H üseyin) le nemalandırılıp canlandırıldığını. şimdi­
den okuyucularımıza bildirmek isteriz. Çünkü eseri okurken
kolaylıkla mânaları kavramak bu suretle mümkün olabilecek­
tir. Binaenaleyh, (H üseyin) kelimesini Bektaşîlik kilidinin
anahtarı gibi saymak, onların sırrını çözmeğe yardım edebile­
cektir.

— 5 —

Okurum can-ü gönülden ism-i azam aşikar


Sırr-ı tevhidi ayan eyler bana perverdigar
Aşık isen sadıkane oku gil leyl-ü nehar
Llı feta illa Ali lâ seyfe illa Zülfikar

Hemdem-i ruh-i M uhammed’dir Ali şâh-i kerem-


Serveri kevn-ü mekânın olduğiyçün la cerem
Kalbinin naz-ü niyazi vird’in olsun dem bedem
La feta İllâ Ali la seyfe illa Zülfikar

Vakıf ol ilm-i hakikat sırrına, manâyı bul


Dergeh-i bâb-ı A li’de hacetin olsun kabul
Ereyim maksûde dersen oku, durma pür usûl
La feta İlla Ali ia seyfe illa Zülfikar
32 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Açılır ayn-i basiret, şad olursun bîgüman


Erişir Haktan, hidâyet kalbine feyz-i nihan
Oku bu esma-i zâti, âkil isen her zaman
Lâ feta İllâ Ali lâ seyfe İllâ Zülfikar

Aşk ile hemdem olaldan dil’de ( 1) âsârım budur


D il’de (2 ) ikrar-ü pazarım Genci her kârım budur
Okurum (Ruz-i E lest) den vird ü ezkârım budur
Lâ feta İllâ Ali lâ seyfe İllâ Zülfikar

İzah:
Bektaşîlerde bu kabîl şiirlere (Zülfikam am e) derler.
Bektaşî şairlerinin hemen hepsi de buna benzer Zülfikama-
meler yazmışlardır. Bilhassa yakın tarihin şairlerinden İstan­
bullu M ehmed Ali Hilm i D ede Baba ile Beypazarlı Dertli’nin
ve 16 ncı asır şairlerinden Sürûri Dedenin Zülfikamameleri
şayanı dikkattir.
Tarihlerin yazdığına göre (U hut) gazvesinde, islâm or­
dusunun mağlûbiyeti ve Hazreti Peygamberin iki dişi şehid
olduktan sonra bir çukura düşmesi üzerine:
— M uhammed öldü.
D iye ibn-i K um eyye’nin çıkardığı yaygarayı işiten boz­
gun İslam askerlerinin, büsbütün kuvve-i mâneviyeleri sarsıl­
mış ve perişan bir halde etrafa dağılmışlardı. Bu sırada M u­
hammed:
— Edrikni ya Ali! (yani, yetiş ya Ali)
D iye bağırmış, Ali de Hızır gibi imdadına yetişmiş, . ve
İslâm Peygamberini çukurdan çıkarmıştı. Pek bitkin bir hal­
de bulunan Hazreti M uham medi bir kayaya yaslandıran Ali,
İslâm Peygamberinin önüne geçmiş ve her taraftan hücum
eden düşmana karşı onu müdafaaya koyulmuştu. B u sırada
Alinin kılıcı kırılmasiyle İslâm Peygamberi kendi belinde bu­
lunan Zülfikar adlı kılıcını Aliye vermiş ve Ali de bu kılıçla
her taraftan hücum eden düşmanı yıldırm aya başlamıştı.
İşte bu sırada Hazreti Muhammed, Hazreti Ali’nin kuv­
vetini izhar eden (L â feta illâ Ali La seyfe illâ Zülfikar) veci-
zesini söylemişti.

(1) Ağızdaki dil, (2) gönül mânasına.


(Hazreti tmam-ı Hasan)
iy i bak! ism i Hasan resmi Hasan
Cümle eşkâli Hasan, Hulki Hasan
No: 2 — Salâhi Abdullah —
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 33

B u sözün hâteften Cibril ağzından söylendiği de rivayet


edilmektedir. Türkçesi: (Aliden başka fütuvvet v e şücaat sa­
hibi insan yoktur. Zülfikardan üstün de başka bir kılıç yoktur.)
B u m eseleyi tetkik eden ve inceleyen Bektaşîlere göre:
— M uhammed, ölüm behanesile her ne kadar aramız­
dan ayrılmış, M edine’deki ravzasına çekilmişse de, hakikat
halde M uhammed ölmemiştir. M ekân değiştirmiştir, yani
onun ma’nevî Ruhaniyeti her za^man İslâm iyet üzerinde hB.-
kimdir, her zaman aramızdadır. Onun için zaman mekân mef­
humu, ölüm dirim hâdiseleri hep birer itibarî ve zahiridir. Mu-
hammedin vücudü nuranîsi her vakit karşımızdadır. Şeytanın
güftügûsuna kapılarak M uhammed’i terketmiyelim, Hazreti
M uhammed, Ali’yi nasıl (Y etiş Ya Ali) diye imdadına çağır­
mışsa, biz de Peygamberimize imtisalen, her zaman A li’ye:
(Y etiş H ey Allahın Arslanı) diye çağıralım, elbette şah^ırnız
bize muin ve zahîr olur, itikadındadırlar...
Bektaşî evradında (N a ’d-ı Ali) okumak âdettir. Gerçi
(Tarikat-i M uham mediye) kitabının müellifi, Bektaşîlerin
(N a ’d-ı A li) ye verdikleri önemi tenkid etmişse de, Bektaşîle-
ri bu huylarından vaz geçirememiştir.

— 6 —

Bir Pîri azizin pek tu t eteğin


Belki sana haktan bir haber verir
Him m et talep eyle sarf et emeğin
Sana bir (Bergüzar) bir eser verir

Irk-ı tahir isen eriş murada


Terkeyle benliği düşme inada
Kurtar öz canını kalma belâda
D ü âlemde sana çok keder verir

(M en aref) sırrını farkeyle hemin


Aşkın feyz-i sana ola hemnişin
Hakkın hidayeti erince yakin
M enzil-i batâ-i muteber verir
Föıı!na : .2
34 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Genci vasl-i yâre layık olursan


Şâhe bin can ile âşık olursan
Eşiğin bekleyip sadık olursan
Cümle maksudunu Pir Hayder verir
İzah:
Burada şerhe muhtaç (M en aref sırrını farkeyle hem în)
mısraı vardır. Bu söz, Hazret-i Peygamberin

hadisini imâdır. B u hadis’in manâsı: (Her kim nefsini bildi,


muhakkak Allahını bildi) demektir.
Bu hadis’i, şeriat uleması tefsir ederken: (Bir kimse, ken­
disinin âciz ve nâkıs olduğunu bilse, Rabbini bilmiş olur) der­
ler.
Fakat erbab-ı tasavvuf, hocaların verdiği bu mânayı ka­
bul etmezler. M ütesavvife der ki:
— Dünyada bir ferd yoktur ki nefsinin âciz olduğunu
bilmeye. Vahi bir (zan) ile, hiç bir kimse nefsini bilmiş, Hakkı
anlamış olmaz. Her ferd kendisinin âciz ve nâkıs bir kul ol­
duğunu bilir. Hakkı bilmek ancak, nefsin yaramaz huyları
olan (gazab, hased, buğz, kin, kibir, riyâ, şehvet) gibi kötü
huylardan tamamen geçip pâk olmak Allahın huyu ile huy­
lanmakla olur, zira Allah (Â dem ) i, kendi sıfât-ı kâmilesi üze­
re halk etmiş, fakat süfli olan dört unsur’un zinciri ile de bağ­
lamıştır. İşte bu süfli unsurun, bize emredip yaptırageldiği fe­
na huylan tevbe suyu ile yıkar, tam amen nefsimizi tezkiye
edebilirsek ve her mahlûk bizim elimizden, dilimizden, fi’li-
mizden sâlim ve emin olursa, o zaman (A llah) kendini bize
bildirmiş olur. Ve yine derler ki, ten canımıza ne kadar yakın­
sa, Allah da bizim canımıza öylece yakındır. B u kadar yakın
olan Allahı bilmemekliğimiz, hep kötü huylardan kurtulama-
yışımızın neticesidir.
T en canla, ( 1) can da Hak’la kaimdir. Her saniyede alıp
verdiğimiz soluk ve ağzımızdan çıkan kelâm Hakkın kudret
nurudur. Cümle mevcudâta bu nur sâridir. Yerler, gökler, bu
nur’la dolu, onunla kaimdir. Biz bu nur’un içinde yüzm ekte­
yiz, bu (N ur) un ifrat derecede bize yakın olması, içimizi, dı-

(1) Ten: ■Vücu<l. Can: Ruh, demektir.


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 35

şımızı sarması, bizi görmek kabiliyetinden mahrum etmiştir.


Tıpkı balıkların suda yüzdükleri halde suyu görememesi gibi.
Binaenaleyh, vücut yapısındaki gözlerimiz, ifrat derecede y a ­
kınlık yüzünden Allahı göremez. B unu ancak, can gözü mü­
şahede eder, itikadındadırlar.
Bektaşîlerin akidesi de, ehli tasavvufun bu sözlerine uy­
gun olmakla beraber, onlar; aşksız, şevksiz, zevksiz, delilsiz bu
işin yürüyem iyeceğini iddia ederler. M eselâ soğuk bir demir,
çekiçle vurulduğu zaman nasıl yumuşamazsa, içi aşk ateşile
cayır cayır yanm ayan bir kimsenin de, fena huyları terkede-
miyeceği, ancak bu kötü huylan tem elinden yıkıp, yakıp, yok
edebilmenin çaresi hakiki, şiddetli, ilâhi bir aşka vabeste oldu­
ğunu ileri sürerler ve buna da Hazreti M uhammed’in Mirac
kaziyyesini delil getirirler.
Cibrilin (Sidretül-m ünteha) ye varınca, M uhammed’e:
(— Benim yerim burasıdır. Buradan ilerisini bilmem ve gide­
mem. Eğer zerre denlû ileri gidersem, derhal baştan ayağa ya­
narım.) demesi üzerine, Cenab-ı M uhammed: (— Öyleyse,
sen yerinde kal. Ben ezelden bu aşk yoluna canımı, kurban
koymuşum, yanarsam tek ben yanayım. Canını, canânından
sakınan, canânını nice görebilir? Canânı u^ ^ nd a can feda et­
mek bile, âşık nazarında pek kısır ve sönük ve kıym etsiz bir
şey sayılır) diye ileri atıldığını, Cibril’i oracıkta bırakarak,
Refref-i aşka süvar olduğunu ve yalnızca Allaha gittiğini söy­
lerler. V e yine derler ki:
Cibril’den, Bürak’dan, Canân’dan murad: hep M uham ­
m ed’in kendi vücudu, O (Dürrü yetim ) in kendi temiz^ duy­
gularıdır.
Hâtifden: (Y a M uhammed!) sadasını duyan, mevhum
bir Bürak değil, M uham med’in kendi bâtın kulağıdır. M u­
hammed, bu nidâyı işittikten, sırrı İlâhiyi sezdikten sonra, y e­
meden içmeden kesilerek tamamen aşka dökülmüştür. Diğer
yoldaşları olan o devrin insanları, M uham med’in sırrından ha­
berdar olamamışlardır. Onlar keyiflerine göre yemelerine, iç­
melerine devam ederlerken, bu yetim çocuk da aşk hazinesi-
nin bütün tılsımlarını çözüyor, açıyor, eflâki seyr ü temaşa
ederek (Cenab-ı H ak) la bin bir kelâm konuşuyordu.
Bektaşiler, bu vuslet ânında M uhammed’in karşılaştığı
Allahın kendisine (A li) lehçesile hitap ettiğini söylerler. İn­
36 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

san-ı kamil olanların bahsettikleri (M en aı:ef) remzinin hakikî


manasının, bu Mirac keyfiyetinden başka bir şey olmadığına
kail olurlar. M uham med’in izinden gidenlerin de bu sırra agah
olacaklarını, yani Hakkı kendi öz vücutlarında bulmak müm­
kün olacağını, fakat bu işin yürürlüğü için, behemehal Mu-
hammed ve Ali’nin delaletine ihtiyaç olduğunu, M uhammed’i
mürşid, Ali’yi rehber tanıyarak

ayetleri hükmünce, kendilerinden el etek tutmak icabettiğini,


bunlardan biat tutmadıkça hiç bir sırrın inkişaf edemiyeceği-
ni, çünkü insanlığın bu ezelî programını, Hakkın kudret eli-
le kendileri vazettiğini, (On iki imam) diye şöhret alan kendi
torunlarının da bu erkanı teselsülen idame ettirdiklerini, en
nihayet Hoca Ahmed Yesevi, Pir Hacı Bektaş Veli ve Balım
Sultan kanalile zamanımıza, tarikatların ilgasına kadar süre­
geldiğini söylerler.
Bu sebepten Bektaşiler, İslâm iyetin ana hatlarından ay­
rılmadıklarını, kendilerinin (Gürûhu N aci) olduklarına zerre
kadar şek ve şüpheleri olmadığını iddia eder dururlar.
(Virani) Biatname’sinden bir kaç beyit gösterelim:
Talibi gel, Zat-ı Pik ol, Mustafa’dan biat et
Bâd-ü âteş, âb-ü hâk ol, Mürteza’dan biat et
Şeş cihetten bir nazar kıl gör ne suret eylemiş
Hüsniçinde Şah Hasan Hulkirriza’dan biat et
Fakr-i fahrol, kıl teberra düşmen-i evlâde sen
Geç havariçten, Hüseyn-i Kerbelâ'ya biat et.
ilâ ahirihi ...
(Misali) den de bir kaç beyit gösterelim:
Ey gönül, aç aynini gel Mustaf'a’ya biat et
Saki-i kevser Aliyyel Mürteza’ya biat et
Mahrem-i Ahmed Hatice hur-i cennat-ünnaim
Zevc-i Hayder Fâtıma Hayrünnisa’ya biat et
Gel Hasan şehvare-i saffi şikenden bağla abd
Afitab-ı din Hüseyni Kerbe^’ya biat et
tıa. a^^M...
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 37

(Basri Baba) dan da bir kaç beyit gösterelim:


Zümre-i Naci’den olmak istersen
Muhammed Ali’nin damenini tut
Beyt-i Hakka dahil olmak istersen
Muhammed Ali’nin damenini tut

Rah-i müstakimden dışarı çıkma


Tehi görüp bir can kalbini yıkma
Lânet halkasını boynuna takma
Muhammed Ali’nin damenini tut
ilâ ahirilıi ...

N efsini bilmek suretile, Hakk’ı bulmuş olan bir kaç şai­


rin sözlerinden parçalar:

(İstanbul’lu Hilmi Dede) nin;


ikrar verdim, dönmem (Hilmi) ebedî
Kalbimde uyandı şem’i Ah^medî
Oztenimde gördüm Hayyü Samedi
Gördüğüm didâra Ali dediler

(Hilmîya) Envar-i aşkile dolduk


Anladık nefsimiz Mevlâyı bulduk
C^nle mezıihirle yekvücut olduk
Biz Muhammed Ali bendeleriyiz

(İbrahim Ethem) de:


■Arif olan canlar nefsini bilir
Varlığııı terkeyler hem hakkı bulur
Nur-i Muh^nmed’den didar görünür
Aman yâ Muhammed, medetl yâ Ali

Hülasa, bütün Bektaşi şairleri, buna benzer nazımlarla


(M en Aref) sırrından dem uragelmişlerdir. Bu kadar yeter..
(Görmeyince hüsnünü nilrulna gelmez aşı.kın)
(l'ÜZ peyeınber cem’olup gösterse yüzbin nracizât).
38 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Yoğiken yer ile gökler ezelden


Kudret kandilinde pünhan Ali’dir
(K ün) deyince Bezm-i elest’ten evvel
Alemi var eden sultan Ali’dir
Cebraile sordu M uhammed bunu
N ice bin yıl evvel kurdu oyunu
Mağripden meşrika kudret topunu
Atan Muhammed'dir tutan Ali’dir
M uhammed Ali geldi dünya yüzüne
Zülfikarı çekti kavga yüzüne
Kafirler içinde hava yüzüne
M ancınıkla kendin atan Ali’dir
Binince D üldüle Hayber’e gitti
Yel gibi o anda menzile yetti
Kafirlere hüner heybet gösterdi
Kendiyi kul diye satan Ali’dir
Mü'minler sırrını ilden sakınır
Kendin bilmezlere sözüm dokunur
Genci Abdal dört kitabda okunur
Evveli, ahiri destan Ali’dir
— 8 —
Özümde gönlümde fikrimde daim
Bürc-ü dinde mukim mahir olan şah
Aklımda, fikrimde, zikrimde daim
Zat-i nurdur aslı gevher olan şah
M ü’min olan senden gayrisin neyler
Özünden sıtkile canından söyler
Batınından türlü cilveler eyler
Görünen gözlere zahir olan şah
iki cihan şemsi şah-i V elayet
Keramet tahtında nûr-ü sehavet
Herhangi hacete eyler inayet
(Elhayyülkayyum ) kadir olan şah
Hakim-i mutlaktır ezel ezeli
İmdada yetişen, Hızır’dır Ali
Sıtkile çağırsan: (Y etiş ya V eli)
Turfetül’ayn içre hazır olan şah
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 39

Genci Abdal eder anci sensin


Yerde, gökte şahım, görücü sensin
Cümlenin muradın verici sensin
Kamu âlemlere nâzır olan şah

İzah:
İslâm tarihlerinin ittifakla söylediklerine göre, İsiâm
Peygamberi, M edine ile Suriye arasında bulunan ve müslü­
manların Suriye yolunu kesmeye çalışan Hayber kaleleri üze­
rine yürüdüğü zaman Hazreti Ali’nin orduda hazır bulunma­
dığını yazar ve şöyle anlatırlar:
« İslâm Peygamberi 1700 kişi ile Hayber üzerine yürü­
dükten sonra kale sakini bulunan yahudiler, kalelerine çekil­
miş ve her gün kaleden çıkarak müslümanlarla muharebe et­
meğe başlamışlardı.
Hazreti Muhammed, her gün kumandayı ordudaki sa­
habelerden birine veriyor ve bunları kale üzerine sevk ediyor­
du. Muhasara işi en son Ömere, ertesi gün Ebubekire, daha
ertesi gün yine Ömer’e tevdi edilmiş. bunlar da muvaffak ola­
mamışlardı.
O gün de Ömer’in savaştan eli boş döndüğünü gören
Peygamber, büyük bir teessür duydu ve Sahabelere hitaben,
tarihte Ra’yet Hadisi diye şöhret alan meşhur Hadisi söyledi,
dedi ki: (— Yarın bayrağı bir insana vereceğim ki o, harpte
mükerrer hücumlar yapar ve katiyyen harpten kaçmaz. O, Al­
lahı ve Allahın Peygamberlerini sever, Allah da, Allahın P ey­
gamberleri de onu severler).
Sahabeler, Peygamberin bu sözlerinden onun Ali’yi kas-
dettiklerini anlamışlardı. Fakat Ali, orduda değildi.
Selman, Ammar-ı Yâser, Ebâzer, gibi Ali’yi seven sa­
habeler, Peygamberin bu sözlerinden Ali’nin o gece geleceğini
anlamış onu karşılamak için yol üzerine çıkmışlardı. Erken­
den Ali’nin D üldül’e binerek geldiğini görmeleri üzerine he­
men Peygambere onun gelmekte olduğu m üjdesi verildi
Hazreti Muhammed de Ali’yi çadırının kapısında karşı­
layarak ona sarıldı. V e ona hâdiseyi anlattı. Hazreti Ali:
40 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

— Ya.. Resulallah.. Hayber halkı İslâm oluncaya kadar


çalışacağım ve geri dönmeyeceğim.
Sözlerini söyledi. Peygamber, kendi zırhını Hazreti A li’­
y e giydirip ve başındaki miğferi onun başına koydu.
Ali, ordunun başına geçerek Hayber kalesine hücum etti
ve o gün Islâm tarihinde büyük ehem m iyet v e şöhret alan
Hayber kalelerini fethetti.»
İşte Genç Abdal bu nazımlarile Ali’nin akıllara durgun­
luk veren beşer kudretinin dışında görünen bu kabil şehâmet
ve hamâset ( 1) eserlerini belirtmek istemiştir.

— 9 —

Remz-i Hakkı fehmedenler dide-i bîna imiş


Ehl-i diller rnânevâti mahzar-i M evlâ imiş
M ü'minin kalbinde mir’ât K âbe-i ulyâ*imiş
Rehber-i Irfan-ı aşk-ı mürşidi M evlâ imiş
Padişah-i âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir V elîye bende olmak cümleden evlâ imiş
Suretin mahiyeti aynel hayatı gösterir ,
Zat-i Hakkın mâyesinden Hak sıfatı gösterir
Sırr-ı (sübhanellezi) hüsnün beratı gösterir
Hak cemalindir muayyen kâinatı gösterir
Padişah-i âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir Velî'ye bende olmak cüm leden evlâ imiş
Görmedim âlem de billâh, tal'atın yektâsını
Okuyan gelsün, açıldı veçhinin esmâsını
Veçh-i meşrûh üzre yazdı ilminin mânasını
Peykerin (Y â-sin) mübeşşer vasfedem imlâsını
Padişah-i âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir V elî’ye bende olmak cümleden evlâ imiş
Kenz-i Hakkın mahzenidir nur-ü vechin ey hümâm
Vasfi-i kâmil M uhammed feyz-i âsâr-i benâm
Genci esrar-i hakikat bâ ulûm-ü zül’kirâm
Dad-i hak îlham -i rabbâni süzülmüş vesselâm
Padişah-i âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir V elî'ye bende olmak cümleden evlâ imiş

(1) Hamâset: Adet üstündeki kahramanlık.


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 41

— 10 —

Sıtkile mürşidin pek tut eteğin


Yanında bir makbul kul eyler seni
H izm et eyle candan, sarfet emegin
Mürşidin buyruğu yol eyler seni
Seni senden alır mürşidi-dana
Varlığın benliğin atar bir yana
Hakikat ilmini bildirir sana
Kuş dilinden söyler dil eyler seni
Gönül gözün açar nazar kılınca
T evellâyi Teberrâyi bilince
Kazanda kaynatır kâmil olunca
Acı iken tatlı bal eyler seni
Ahdinde sadık ol candan özünden
Siler karasını gönül yüzünden
Rahm et deryasından hikmet yüzünden
Katre iken ulu göl eyler seni
Genci Abda/ sözün yeter, elverir
Muradını sana haktan ol verir
D ört kapıdan kırk makama yol verir
Hakikatte özge hâl eyler seni

tzalı:
Biz, bu nazımların içinden yalnız (T evellâ) (Teberra)
meselesini ele alıp inceliyeceğiz:
Tevellâ, Teberrâ’nın mânası, m ütesavvifeye göre: Kişinin
kendi nefsi ile mücadelesidir. Yani, nefsini düşman bilerek,
onun arzularını yerine getirmemek, tezkiye-i nefs hâsıl olun­
caya kadar uğraşmak, bir an mücahede ve muhasebeden hâli
olmamak, ibadetten başka bir şey düşünmemektir.
Mısri-i Niya?J:
Adıivet kılma kimseyle, sana nefsin yeter
Ki zira senden ayrılmaz, ömür ahir olunca tâ
(H iç kim seyle düşmanlık yapma. Kendi nefsin sana öyle
bir düşmandır ki, ömrünün sonuna kadar senden hiç ayrıl­
maz) demektir ki, pek doğrudur.
42 BEKTAŞÎLİÖtN İÇYÜZÜ

Buna benzer, tstanbul’lu Dede baba da şöyle söyler:


Nefsin çerisin eylemişiz aşk'lle mağlup
Miilk-i dile evlâd-ı Ali h^ükmedeKden

Manası: (Gönül evine Ali’nin evladı hükmedelidenberi,


nefsin askerlerini mağlûp ettik, yere serdik.) demek olur.
Bektaşîlerde bunun kısa vecizeleri de vardır.
Eline, beline, diline, aşma, işine, eşine.
*
**

Bektaşî şiirlerinde Tevellâ teberrâ kelimeleri çok gelir


geçer. Onlarca bunun mânası kısaca şöyledir: (Muhammed
ve Ehl-i Beytinin dostuna dost, düşmanına düşman olmak.)
Biz bu mânayı biraz genişletelim:
T evellâ demek: (M uhammed’i, A li’yi ve bunların neslin­
den gelen on iki imamı, ( 1) on dört mâsûmu riyasız can-ü gö­
nülden sevmek, hattâ onları sevenleri de sevm ek) tir.
Teberrâ demek: (M uhammed’e, Ali’ye ve bunların nes­
linden gelen imamlara, mâsûmlara, hattâ bunları sevenlere bi­
le adâvet gösteren münkirlerden uzak ve berî olmak) tır. H at­
tâ daha ileri giderek İmam H üseyni şehit eden ve ettirenlere
lânet taşı yağdırmakta beis görmemektir.
Bektaşîler, bu nefret ve lânet okunu atarken, kendileri­
nin pek mühim dinî bir vazife ifa ettiklerini sanırlar, gayret-i
ilâhiyenin Yezid’e ve ona tâbi olanlara merhamet etmemesini,
bu hainlerin suçlarını hiçbir veçhile bağışlamamasını temenni
etmiş olduklarına kail olurlar. B öyle yapmakla da kendileri­
nin M uh^^m ed’e, Ali’ye ve dolayısiyle Allah’a sağlam bir iba­
det yaptıklarına inanırlar ve güruh-u N aci denilen zümrenin
yegâne kendileri olduğunu iddia eder dururlar.
Perde-i (Li) dan geçip de bilmiyen (^il) sını
Tadi-î isyanda kalmış an ^ ^ ış mevlâsını
■ *

(1) Hazrezrei Ali, on iki imamın birisidir.


BEKTAŞÎLİĞiN İÇYÜZÜ 43

Bektaşîlikten önce, Anadolu'da bulunan tarikatlerin (1 )


hiç birinde (Tevellâ, teberrâ) kaydı yoktu. T e v e llâ y ı bu ikli­
me getiren bizzat H acı Bektaş Veli'dir. Rum erenleri kendisi­
ne bağlandığı ve (B eli bes) dediği zaman (T evellâ) yi onlara
aşılamış ve bunsuz hiç bir tarikatın kıym et ve meziyeti olamı-
yacağm^ Tevellâsız olan ibadetin Allahın yanında makbule
geçmiyeceğini açıklamıştır. H ilm i D ede’nin ‘ bunu m üeyyed
nefesleri varsa da, bunu bırakarak yalnız Pirine karşı yazdığı
uzun bir medhiyesinden şu iki beyti alalım :

I,ûtfedip geldin diyar-i Ruma ta bastın ayak


Büre-i Rume asüman-i feyzden doğdu şafak
Hubb-i ehl-i beyt ile sen&n eden izhar-i hak
Her sözün bir rehber-i rah-i hidayettir ehak
ilâ a^^M

Sözlerile, pirinin (E hli beyt-i M uhammede muhabbet


beslemek suretile hak ve hakikati meydana koyduğunu) an­
latmış ve bildirmiş oluyor.
İşte bu sebepten Bektaşîler, Zühd-ü ibadete lâkayd kal­
mış gibi görünürlerse de, bilâkis ehli beyte tevellâ düşmanla­
rına teberrâ etmek yüzünden selâm et yolw ıu bulduklarını id­
dia ederler.

Nesimi’nin şu nazmına bakınız:


Sorma be birader mezheb^^n
Biz mezheb bilmeyiz yolumuz vardır
Ça^raıa mecHs-i riya’ya bizi
Biz şerbet içmeyiz dolumuz vardır
Biz müftü bilmeyiz, fetva bilmeyiz
Kil-ü kal bilmeyiz ifta bilmeyiz
. Hakikat bahsinde hata bilmeyiz
Şâh-i merdan gibi ulumuz vardır

(1) Osmanlı Devletinin teşekkülünden evvel, Anadolu'da (12) tarikat


v^ardı. Osmanlılar zamanında ise birinci açılan t^arik (Nakş-i bendi) en son
(Cemali) ler. 1164 - 1750 tesisi, (Hammer) Cilt: 1. Sahife 197.
44 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bizlerden. bekime ziihd-ü ibâdet


Tutmuşuz evvelden r-.i'h-i selâmet
TevellP, olmaktır bize alâmet
Sanmaki sağımız solumuz vardır
Ey zahid surete tapma ha,kkı bul
Şah-i Velayete olmuşuz hep kul
Hakikat şehrinden geçer bize yol
Başka şey bilmeyiz, Ali’ıniz vardır
(Nesimi) esrarı faş etme
Ne bilsin ham ervah likasın hakkın
Hakkı bilmeyene, hak olmaz yakın
Bizim hak katında elimiz vardır

Bir de, Hazreti M evlânâ’nın tevella, teberrâ nazariyesini


canlandıran şu Türkçe nazmına bakınız:

Okun! Linet hımar-u hûk-ü hirs’e


Olar ki, d^üşınen-i Al-i abâ’dır
Teberrâ kıl^yana yok Tevella
Teberr:i'sız Tevellâ’lar hatadır
Teberrâ kıl eyâ (Mollay-i Rumi)
Teberrâ kılmayanlara belâdır

Pek eski bir cönk defterinde yazılı olan bu nazmın ma­


nası şudur:
(A l-i aba’ya (1 ) düşman olanlara lanet okuyun; çünkü
böyleleri, eşek, domuz, ayı’dır. Her kim ki Teberrâ bilmez ve
yapmaz, öylelerine T evella yoktur. B öyle bir Tevella olsa
bile hatadır. E y Rum’un Mollası! Hemen Teberrâ kıl; Zira
Teberrâ kılmayanlara beladır.)
Bunu cönk defterine yazan zat de, bu nazmın altına şöy­
le bir kayıd eklemiş: Ez taraf-i katibihi (Leanellahü ala a’dâ-i
Al-i aba)

(1) Al-i abfı: Hazreti Muhammed’in sevgilileri, Ali, Fâtjma, Hasan ve


Hüseyin’dirler ki, Peygamber bir gün bu dört sevgiliyi kendisiyle birlikte
örtündüğü abasının altına almış: «Yarabbi işte bunlar benim âlimdir, Bun­
ları sevenleri sev, sevmiyen!eri sevme» niyazında bulunmuştur.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇY'ÜZÜ 45

- Allahümme vfil-i men valahüm ve ad-i m en adfilıüm


(am in) -
Bunun da manası:
(Her kim ki: Âli abanın düşmanıdır. Ona Allah lânet et­
ti. «Ey benim Allahım!.. Âli abayı sevenleri sev, düş^man olan­
lara düşman ol. ( 1) » ^m in.)

(Tevelliisın, Teberrasın bilen uşşaka aşkolsun!)


— Agehi —
*
**

Bektaşiler, Tevella, Teberra’dan haberi olmayan kimse-


lere,(zahid) veya (ham ervah) tabirini kullanırlar. Onlar da
Bektaşîlere (K ızılbaş) damgasını yapıştınrlar. Kerbela facia­
sını ihdas edenlere (lanet) edilmesini küfür sayarlar ve taşlar­
lar. Fakat Bektaşiler bundan müteessir olmazlar. Ehl-i beyt’-
in (2 ) hatırı için, bu ta ’n taşlarını seve seve sineye çekerler,
bu ithamlardan iftihar hissi bile duyarak sevinç yaşları akı­
tırlar.

Bakınız (Dertli) ne deı-:

Bildiniz mi siz Yez:id’in bağrının taş olduğun


Zahiri İslâmlığın, bâtında kallaş olduğun
Ta’n kılman dostlar, gözlerim yaş olduğun
Ayb görmen (Dertli) nin sizler Kızılbaş olduğun
İlâ ^rf^rihi... '

Hilmi Dede de:

Zahid dese bize ne gam, Kızılbaş


Nakşini almakta olmuşuz nakkaş
^Pirimiz H^^taşdır hem Hacı Bektaş
Erenler bâbının kurbanıyız biz

(1) Bu söz de Peygamberin sözüdür.


(2) Ehl-i beyt: Peygamberin ev halkı demektir. Sahih hadislere göre
bunlar: Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’dir.
46 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
I
Diğer bir şiirinde de:
(Hilmi) yem kemter komin ancak Ali ferraşiyem
. Bende-i Al-i abâ’yim, zümre-i Bektaşiyenı ”
Eylerim medhin, çün ol şâhın Kızılbaşiyem
Lii feta illâ Ali Lâ seyfe illâ zülfikar
Görülüyor ki, bu acı tenkidi Bektaşîler şimdiye kadar be­
nimsemişler ve birçok Kızılbaşlık (Fahriye) leri yazmışlardır.
R ivayete göre, (Saffeyn) harbinde her iki taraf ordusu
da müslüman kıyafetinde olduklarından, Ali’nin ordusundaki
askerler, bilmezlikle birbirini kırmağa başlamışlar. Bu mahzu­
r a önü alınmak için Ali’nin askerleri kızıl giymişler. Hattâ
' Ali, kendisi de kızıl giymiş.
Bunu bazı şairler şöyle anlatır:

ibn-i Süfyan vak’asmda giydi Hayder hep kızıl


— Lâtifi —

ibn-i Süfyan ile şol dem kati cenk eylediler


Birbirin kırdı o şah askeri hod bilmediler
Çünkü iidâm idi surette o müşri,k gidiler
Fark için asker-i ıjah kırmızı giymiş idiler
Çün Ali şah-i Kızılbaş, ben anın bendesiyim
— Hüsnü Baba —
— 11 —
Yâr ile yâr olmayan, yâri bilmez neydüğün
Yârini farketmeyen, ağyari bilmez neydüğün
Girmeyen râh-i tarika, çekmeyen sevday-i aşk
Aşıka maşûk olan dildâri bilmez neydüğün
İçm eyen (Pîr-i muğan) dan câm-ü aşkı ey dilîr
M est-i lâyâkil olup hüşyari bilmez neydüğün
İlm -i aşkı mekteb-i irfanda talim etm eyen
Yek-nigehde ârif-i ebsâri bilmez neydüğün
Sırr-ı aşkı Genciya nâdâna açma kıl hazer
Aşk-ı manây-ı dil-i esrar bilmez neydüğün
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 47

İzah:
(Y âr ile oturup kalkmayan, yârin kim olduğunu ne bil­
sin? Yârini farketmiyen, düşmanını nasıl ayırd edebilsin?.
Bu yola girmeyen ve aşk sevdası çekmiyen kimse, âşıkın
maşûku olan dildarın kim olduğunu ne bilsin?
E y gönlümün yoldaşı. Mürşidin elinden aşk şarabın içip
mest olmayan bir adam, ayıklığın halini bilir mi?
Aşk ilmini, irfan mektebinde okumayan bir kimse, bir
bakışta gözü açık arifleri karşıdan nasıl tanıyabilir?
E y Genci! Aşk sırrını nâdâna açmaktan vaz geç, çünkü
böyleleri gönülde dolaşan aşk mânasının sırlarını anlamaktan
çok uzaktırlar.)

— 12 —
Sevdiğim dilberin zat-i envari
Bilinm ez bir zaman, böyle gider bu
Hakikat mahzeni sırr-ı esrarı
Bulunmaz bir zaman, böyle gider bu
Niır-i veçhin nedir nakş-i bünyadı
H att-ı hâlin nedir kimdir üstadı
Gayet müşkül olur gönül muradı
Alınmaz bir zaman, böyle gider bu
Türlü cefa ile uşşâka bakup
Aşkın ateşine sinesin yakup
Şive-i naz ile O dilber çıkup
Salınmaz bir zaman, böyle gider bu
Genci bu devranın fenn-i nakkaşı
Canıma kâr etti derd-i gam taşı
Ağlayu ağlayu gözlerim yaşı
Silinmez bir zaman, böyle gider bu

— 13 —
Y ine katarlanmış aşkın kervanı
Çekip gidiyorum dost ellerine
Erenler cem’ olmuş Pir-ü civanı
Kemerbest bağlamış hep bellerine
Doğru yola giden m enzile yeter
Birlik devranında m uhabbet ister
48 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Cümlesi birlikte bir dilden öter


Aşık oldum güzel hoş hallerine
Şah-ı Merdan çerağları uyandı
D ost elinden dolu içenler kandı
Cem’iyyet bahçesi açtı donandı
Gel bir nazar eyle Hak güllerine
Hak M uhammed Ali bir bina kurmuş
M uhabbet nurunu kalbe doldurmuş
Erenler sırrını bize bildirmiş
Yol içinde gizli sır yollarına
Genci Abdal Şaha dergaha vardım
Bir niyaz eyledim, dârine durdum
H idâyet kapısı açılmış gördüm
Neler ihsan eder şah kullarına
izah:
Genç Abdal bu sözlerile (âyin-i cem ) hakkındaki müşa­
hedelerini bildiriyor: Ayini cemdekilerin, hepsinin öz gönül
birliğile muhabbet ettiklerini, hepsinin bir dilden öttüklerini,
bunların (hoşhal) lerine âşık olduğunu, bu binayı kuranın
(H ak M uhammed Ali) olup muhabbet nuriyle muhiblerinin
kalblerini doldurduğunu; erenler, bu sırrını ancak bu (yol)
ile bildirdiğini, hidâyet kapısının orada açıldığını ve bunu gö-
ziyle gördüğünü söylüyor. Aşk kemerini beline bağlayanın, bu
yola doğru gidenin menzile yetişebileceğini zımnen anlatmış
oluyor.
— 14 —
Cemalini gördüm ezel ezelden
Çağırdığım Şah-ı Merdan A li’dir
Tuttum eteğini (K alû B eli) den
Çağırdığım Şah-ı Merdan Ali’dir
Bulunmaz akranın meng-i âdemde
Bir edna kulunum ben de âlemde
D ilim de her- saat, her gün, her demde
Çağırdığım Şah-ı Merdan A li’dir
Uyandır çerağım (Nur iman) deyu
Bu gizli derdime bir derman deyu
Y etiş imdadıma el’eman deyu
Çağırdığım Şah-ı Merdan A li’dir
Esselam ey nûr-i çeşm-i Mustafa vü Mürteza
Esselâm ey Hazreti Şâh-ı şehid-i Kerbela
No: 3 — Kanberf —
BEKTAŞÎLİĞİN tÇYÜZtT 49

Ucdan uca bu dünyayı dolaşan


V ilâyet sırrından gösterdi nişan
Her hacet vaktinde gelip ulaşan
Çağırdığım Şah-ı Merdan Ali’dir
(G enç ^AbdaT) mı bildim (Bezm -i E lest) den
Söylettiren Şah’dır her sır nefesden '
Can kuşu uçunca işbu kafesden
Çağırdığım Şah-ı Merdan Ali’dir

— 15 —

Ziyaret eylesem ulu dergâhı


Bayram, kurban, seyran ol^m ıan olur
Sen benimsin derse erenler şahı
Bayram, kurban, seyran olzaman olur
Kadir mevlâm kula ihsan edince
Aşk milkine seni ferman edince
Özünü gönlüne sultan edince
Bayram, kurban, seyran olzaman olur
B öyle buyurmuştur câna sadıklar
Aşkın ateşinden bağrı yanıklar
Hak ile hak olup Hakka âşıklar
Bayram, kurban, seyran olzaman olur
Sâf olur gönüller, pâk olur dil’ler
Murad alır murad isteyen kullar
Açılır kapılar doğrulur yollar
Bayram, kurban, seyran o l z ^ e n olur
(G enci A bdal) hakkel’yakin sözünde
H idayet ettiler bâtın yüzünde
Görüp zat-i hakkı kendi özünde
Bayram, kurban, seyran o l z ^ e n olur

Genç Abdal, bu sözlerile (Vahdet) nazariyesinden bahse­


diyor.
(U lu dergâh’dan murad: gönül mülküdür, çünkü Hakkın
mekânı orasıdır. Gönlü ziyaret etmek, kâbeyi tavaf etm ek gi-
To^rma : 4
50 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

bidir. Bağrı ateş-i aşkla yanık olan canların verdiği haber b ey ­


ledir. Kadir-i mutlak kula ihsan edince aşk mülküne sultan
yapar. Yani, Hak, kulunun gönlüne girer, hükmünü y^mtür.
Kulluk aradan kalkar, mahv-ü muzmahil olup yerine Hakkın
varlığı kaim olur, vahdet sırrı tecelli eder), diyor.
Bunu, Bahreddin isminde bir şair şöyle tasvir eder:
Bilmem ne hal oldu bana. ben sen miyim sen ben misin
Can mahvoldu, canân beka, sen ben miyim ben sen emisin

Diğer bir şair:


Hep ikilik birlik İl(in, bak iki göz bir görüyor
• airlik ise cBrtik için, bak iki göz bir görüyor
Der.

Niyazi ise şöyle söyler:


Alan l^ezti birlikten, ^Uâs olur imlikten
(Niyazi) kande baksa ol hemen didar olur peyda
İşte, Genç A^bdal da, Hakkın kendisine hidayet ettiğini,
zat-i hakkı kendi özünde gördüğünü söylüyor ve sözünün y a ­
lan olmayıp gerçek olduğunu da ayrıca ilâve ediyor.
(N azilli) li Kerimi Asım Baba’mn vahdet nazariyesini
de yazarsak faydalı olur.

Bakılsa ak'la karaya


İkilik girer araya
Kulak versen ^maceraya
ikilik ^rer araya
Allah, (vahid, ahed, samed)
Hem (Lmn yelid veiem yftled)
Olsaydı (Küfüfen ahed) '
ikilik girer araya
Rabbim, seni nenle bulsam
Daim ben seninle
Şayed, sen hak, ben kul olsam
İkilik ^rer araya
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 51

Varlığımız senin olsa


Cihan senin ile dolsa
Halik, mahlûk başka olsa
ikilik girer araya
Sen vücudsun, biz gölgeyiz
Biz senin ile zindeyiz
Olursa bir (siz) bir de <.biz)
ikilik girer araya
Sen bana, ben sana cüda
Sen ganisin, ben fukara
iç lise bay ile geda
ikilik girer araya *
Vahdet deminden içmezse
Aki, ^uayı seçmezse
(Kerimi) serden geçmezse
ikilik girer araya

(Noktai vahdette H^r ol gayri e(kâr olamasın)

Vahdet sırrına irenler M uhammed Ali’nin sadık bendele­


ridir. Noktai vahdetten rnurad, Cenab-ı Hüseyin’dir.
Münkir ve mülhid olanlar, bu sır’dan haberdar değiller­
dir.
etme sen, mülkid-i bi ^ahıebe)
(Sabit olmaz münkirin imam da, ikran da.)
I
— 16 —

Nur-i vechindir şehâ âşıklara bir kıblegâh


Cân-ü dil şehrinde sensin çün hem işe secdegâh
Okuyup ol hal-i hattın nakşini bir bir beyan
Sırr-ı zâtin neydüğün tefhim edüp oldu güvâh
(K abe K avseyne) yazılmış Zülfikar-i kaşların
Ham e-i kudretle mezbiır eylem iş satr-i ilâh
*
52 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Gözlerin (nasrun M inellah) kirpiğindir kahr-i tığ


Eyledi â’dâyi (M ağdub) canını kıldı tebah
(K af-ı vel’kur’an) okunur gül-i ruhsarında kim
Lâceremdir andelibler oldu şfuide m iyâh
Dişlerin bab-i hakikat, leblerin (Fethan karîb) '
Bigüman oldu küşûde ehl-i aşka doğru râh
On sekiz bin âlemi (G enci) seyahat eyledim
Görmedim hüsnün gibi mülk-ü beşerde padişah

izah:
Genci’nin bu sözü sade değildir. Tefsiri güçtür, ç^ ^ ın
Kur'andan bazı kelim eler araya giriyor. Binaenaleyh gücümüz
yettiği kadar anlatalım.
Genci demek istiyor ki:
(— E y şâh! Senin yüzünün nuru, âşıklara kıblegâh ol­
muştur. Yani, âşıkların gözleri senin cemaline takılıp kalmış­
tır, senden hiçbir veçhile gözlerini ayıramıyorlar. B u sebepten
can v e gönül şehrinin, daima secdegahı sen oldun.
Senin cemalindeki siyah benlerinin nakşini birbir oku­
yanlar, senin sırr-ı zâtini fehm ettiler, meseleden bizi de haber­
dar ettiler ( 1).
Senin Zülfikar gibi göze çarpan kaşların, iki yaya benzi­
yor, yahut iki yayın arasındaki mesafe kadar birbirine yakın­
dır. Senin bu güzel kaşlarını Allah, kudret kalemiyle, cemali­
ne ne güzel yazmış, satırlandırmıştır.
Gözlerini görenlerin Allah yardımcısı olsun!
H ele kirpiklerin olursa, sanki (G ayril’mağdubi aleyhim
veleddâllîn) olan â’dânı kahretmek için birer temrenli ok’tur.

(1) N ebilerin velilerin haber verm esi gibi. Yahut Y usu f’un cem aline
âşık olan Züleyha'ya, Mısır kadınları serzeniş etm ekteyken, ansızın Yu­
suf'un cem alini görm eleri, bunun üzerine n eye uğradıklarını bilm iyerek k e-
m âl-i hayretlerinden elm a d iy e parm aklarım doğrayarak hiçbir acı duym a­
dıkları ve:
— Hâşâ!. Bu, b eşer d eğil, tıpkı A llahın nurdan yaratnuş b ir m eleğidir
M eğerse Züleyha, R abbin burhanını Y usuf'un cem alinde görm üş te biz an­
layamam ışız!
D iye kendi kendilerini levm ve' tevb ih ettikleri v e Züleyha'yı ^ k ın d a
haklı buldukları gibi. ..
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 53

Senin gül gibi yanağında (Kaf-ı vel-kur’an) okunuyor, O


cemali gören bülbüller, nasıl şûrîde hal olmasınlar? N asıl ıs­
tıraba düşmesinler,* nasıl kendilerinden geçip feryad-ü figan
etmesinler?..
Senin dudakların yakında kımıldanırsa, hakikat bab’ının
s^ n açılmış olur, yani otuz iki dişin inci gibi parıldar. Hiç şüp­
he yok ki, bu parıltıdan ehli aşk, doğru yolu görür ve otuz iki
harfle söylenen kelam-ı rabbani, o zaman harfsiz, savtsiz işitil­
miş olur.
E y Genci! On sekiz bin âlemi baştanbaşa dolaştım. Şa-
hım’ın hüsn-ü cemali gibi mülk-i beşerde bir güzel daha gör­
medim.)
Yani, Genci: (B enim şahımın güzelliği, beşer güzelliği ile
kabil-i kıyas değildir. O. etten, kemikten, deriden ibaret olan
bir güzellik değil, tıpkı mücessem bir nur, yekta bir cevherdir,
onu ancak kendi dostları görür) demek istiyor.

Buna benzer, (Zafi) nin bir şiirini, (M ukim i) tahmis et­


miştir, bunu da bildirelim:
Dilberâ! Bildim senin veçhin kitabullahdır.
:Nak. kudret, ilm-ü hikmet, sırr-ı faznllah'dır
Şahidim hakdır dilimde, (Kul’kefa billâh) dır
Her ne söz kim söylenür ayni kelâmullah’dır
Vâkıf olmâyan bu sırra lâ cerem günırâh’dır
Bir şecer’dir kametin ol hüsnü bihemta ile
Gösterübsün mucizatın ol yed’i-beyza ile
Bemdem olduk, aşk (Tur) unda yine (l\lusa) ile
Anladım, bildim rümfız-ü (allemel'esma) ile
Menzil-i insan-ı kâmil bir ulu dergıih’dır
Ey peri-peyker görünmez, vasfa gelmez işlerin
Aşka canlar bağışlar ey peri cünbüşlerin
Bok.ka-i Ia’l-ü sadef dürr-ü aden’dir dişlerin
Boş müfer^dı lıatt-ı reyhan’dır yazılmış kaşların
rûsen kılmasun kim defter-i (Allah) dır
54 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Vaizi hakkın kelâmın halka evsaf etmeğe


Kendini irfan içinde ehl-i arif etmeğe
Hak kelamın işidüp söze insaf etmeğe
Mâye-i taklid’den ayıneni saf etmeğe
Fazl-t haktan feyz-olan envar-i rnhullak'dır
Hakkı gör lııik-i siyeh’den cism-ü suret lâhm'eder
Münkir-ü efsürde dil bakup o yüzden vehm'eder
Ey (Mukimi)! Hak cemalin ‘görene hak rahm’eder
(Zâfiya) şakkel'kamer sırrını her kim fehm'eder
Asüman-i âlem üzre ol münevver mûh'dır

Buna benzer, birçok şairler Allahın cemalini, K urandan


alınmış âyetlerin kelimelerile tasvir edip dururlar. Bahsimizi
kısa kesmek için birkaçının şiirlerinden ikişer, üçer beyit oku­
yalım:
Ey saçın zıll-i ilaki vey ruhun (Allah-i nür):
Revzanın servi boynundur (indeha cennıit-i hur)
Ey kemalin (Kul hüvellah) vey cemalin (fatiha)
işte Furkan, işte İncil. işte Tevrat Ü Zebur
— Nesımi —
Ey yuzun anımda münzel âyet-i (Allah-i nur)
Leblerin hakkında vardır nükte-i (Mâen tahûr)
Evvel-Ü âhir çü sensin, zahir-ü bâtın çü sen
Maksad-ı aksa cemalindir gözümden etme dûr
— Halili —
Ey sevad-i sünbülün sübhat-i sübhanide niır
Selsebil-i lal-ü nâbın kevser-i (Mâen tahûr)
Fatiha âsar-i hüsnün (Nürllel’furkan) hat’ın
Muhkemât, ümmül’kitab ol levh-i can üzre sutiır
(Va'büdü lillâh-i v^'üd) vech-i vechullah için
Vechine rûşen vücûh-ü âyet-i (Allah-i nûr) '
— Enverî —

17 ---
Aşk beni söyletir divane gibi
Güzel şahın medhin söyler dilimiz
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 55

Baş eğip darine niyaz eyledim


Pirlerin bendine bağlı belimiz
Hak M uhammed Ali kırklar durağı
M uhabbette yanar aşkın çırağı
Donanır cennetin bahçesi bağı
Cem’iyette açar gonca gülümüz
M uhabbetle M uhammed’e erelim
M ürteza’nın didarını görelim
Varup dergâhına yüzler sürelim
Hakka doğru gider bizim yolumuz
On iki imama niyaz ederiz
Aşkın katarını çeküp gideriz
Haktan geldik yine hakka döneriz
Haktır bizim vatanımız elimiz
(Genç ^Abdal) ım haktır bilmişem sözün
Gönül Kabesine süre gör yüzün
Gafil olma haktan ayırma ö^zün
M ürüvvet kânıdır el. el, elimiz
İzah:
Genç Abdal’ın bu şiiri açık Türkçedir, anlaşılmayacak bir
yeri yoktur. Yalnız, ^ünci beyitte (Kırklar) tâbiri vardır ki,
diğer nazımlarında da gelir geçer... Bunun hakkında biraz
malûmat verelim.
Bektaşilerin itikadınca, Kırklardan murad: (Ricalül-
gayb = gaib erenleri) dir. B u n l a r gerisi de olduğuna inanır­
lar ve sırasile şöyle anar ve gülbanklerinde her zaman okur ve
bunlardan istimdad ederler: (Üçler, beşler, yediler, kırklar, üç
yüz altmışlar, bin birler.)
Bunların itikadına göre, üçler en ileri gelenleridir. Bun­
lardan birisi (K utbül’aktab) diğer ikisi de bunun sağında ve
solunda vezir-i ümûrlandır. Öbürleri de sırasile mafevklerinin
emirlerine merbuttur.
Gûya, bunlar m a’nen nizam-ı âlemi yerinde tutarlar ve
halk arasında dolaştıkları halde, hiç bir ferd bunları giyimin- ,
den, kuşamından, yüzünden, yürüyüşünden, tâat veya ibade­
tinden tanıyamaz, bunlar için uzaklık, yakınlık yoktur, tayy-i.
zaman, tayy-i mekân erbabıdır, diye itikad ederler.
56 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

En son mısrada görülen sıralanmış üç elden murad ise:


Birisi müridin, birisi mürşidin, birisi Allahın eli demektir. (E l
ele, el hakka) mânasına gelir. Bu, ikrar zamanında görülen bir
halettir.

— 18 —

H ak taalânın rümuzu nokta-i ba’dır vücûd


N ef’ha-i ilm-i ledünnî sırr-ı kübtâdır vücûd
Var vücûdun dersini mürşid-i kâmilden oku
A yni ibretle nazar kıl, gör ne mânadır vücud
Âkil isen bu vücudu sen tehi etm e kıyas
M ahzen-i nûr-i hudadır (beyt-i ihfâ) dır vücûd
Andadır bürc-i hidayet kâinatı gizlemiş
On sekiz bin âlemin mevcudû eşyadır vücûd
M âden-i kân-i hakikat tekkegâh-i zât-i Hak
Haddü pâyanı bulunmaz bahr-i kimyâdır vücûd
Pes bu remzi fehmedersen bir nutukdur âdeme
Hasılı sırr-ı mükemmel (Genci) mevlâdır vücûd

tzalı:
Genci, bu şiirle, insan vücudunun haslet ve meziyetini
döküp sayıyor:
. Birinci mısra’da, Ali’nin vücudunu (1 ), ikinci mısra’da,
^ izır peygambere bahşedilen (^Ledün ilm i) ni (2 ) işaret ettik­
ten sonra diyor ki:
( — Biz bu vücud kafesini beş bir şey ^^m ayalım , bu
vücud bir sırra mazhardır. Allahın bütün gizli hazineleri
ademdedir. On sekiz bin âlem, bütün eşya ve mahlûkat, hep
insanın vücudunda saklıdır. Âdem, zat-i pâkin yaslandığı ha­
kikat hazinesinin mâdenidir. Adem, ucu bucağı olmayan bir
kim ya denizidir.

(1) Hazreti Ali: (Ben besmele’deki ba’nın altındaki noktayım) buyurmuş


(2) Cenabı hak, Hızır peygambere (Ledün ilmi) denilen gizli bir ilim
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 57

Adem, Ali gibi, Hızır gibi böyle mükemmel bir sırra mâ­
lik ve idrâkine müstaid iken, bundan âgâh olmazsa, âdemliği-
ni bilmezse, kendindeki mükemmel hazineyi keşfetmezsek,
pek yazık olur.)
insan vücudunun, kuru bir kafes olmayıp, ne büyük bir
istida’da mâlik olduğunu şu şiirleri okuyup anlayalım:
Talib ol, cismin aşk ile yansın
iç cam-i tevhid, kalbin uyansın
Sahilde gezme, gevherler çıkar
Niih’un gemisi um^na dalsın
(Enfis) de mevcut, (afak) da meşhud
Kur’anı natık kiimil
(Vemâ Erselni.ke) s^n sendedir
Fehmeyle ey can, ccin-u canansın
C^ümle eşyanının sensın matlubu
Mazhar-ı eâmi’, sahib fe^rıninsın
^^aki-i yâri zevkle görenler
Her renge (^^ri) gibi boydansın
^Diğer:
iki c^ihan ^aslı sensin.
Muha^med, Ali’sin
Şah-i Merdan dili esensin
Allah, Mu^^zmed, Ali'Sin
^rnsin zübde-i mevcüdat
Sensin mevhiim-ü ^^^udat
hafiyyât
Allah, Muh^^^^ Ali'sin
Sll'l'-ı Kur’an, hatetemsin
Secde olan âdemsin sen
On sekiz bin âle^msin sen
Allah, Muh^^rned, Ali'sin
Şeririat, tahrikat seksin
Hakikat, ^marifet ^^sin
llidi, mudil, kudret ^^sin
Allah, Muh^^ed, Ali’sin
58 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Afak senin aksindir bi!


Gubarı, gel kalbinden
Zerren se^n Fırat ü N"ıl
Allah, Muhammed, Ali’sin
Mü’min Allahın f
Sensin arun müse^^s.ı
Adem, eşya muamması
Allah, Muhammed. Ali’sin
Esfel ü ıila’da kalma
Esma,müsemmadakalma
Sırr-ı (Ev edni) da kalma
Allah, Muhammed, Ali’an
(Basri Baba) nın eş'ârı
^Şek.sizdir, riyadan âri
Ayan hep
Allah, Muhammed, AU’rnn

Yukarıda geçen nazımlardan anlarız ki, insan, on sekiz


hin âlemin âyinesi ve zübdesidir. Fakat, kendimizde gizlenmiş
olan bu sırrı çözemezsek neye yarar?

Mısn-i Niyazi’nin:
Ademliğini her kim bulduysa, odur adeni
Yoksa, görinen suret bir gölge imiş a^^^

Dediği gibi, eğer âdemliğimizi fark ve idrâk edemezsek


cidden bir gölgeden ibaret kalmış oluruz.

(Gafil olma, gözün aç alem-i kübri’sın sen>


<Sidre vü levh-ü kalem, arş-ı muallit’stn sen>

19 —

M eydanına gelmişem, Allah eyvallah pirim


Ben yolum yanılmışem, Allah eyvallah pirim
M ailim yapısına, erenler tapusuna
Geldim hak kapısına. Allah eyvallah pirim
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 59

Günahım çok dildeyim, Teslim oldum eldeyim


B en yolum ca yoldayım, Allah eyvallah pîrim
Çünkü Hakka varacam, Hak cemalin gör^^m
Sorgu, sual verecem, Allah eyvallah pîrim
Gelsin, küsmüş var ise, kem söz geçmiş var ise
Bir incinmiş var ise, Allah eyvallah pîrim
Ey efendim, penahırn, sen mürvet eyle şahım
Taşra koydum günahım, Allah eyvallah pîrim
(G enci A bdal) biçare, baş eğmiştir bu dâre
Meded kıl günahkâre, Allah eyvaUah pîrim

izah:
Genç Abdal, bu nazmile, Ayini-cem rükünlerinden bir
safhayı anlatıyor; biz de bunu tavzih edeceğiz. Fakat daha e v ­
vel şurasını arzedelim ki, Bektaşi ve Alevilerde başlıca dört
nevi erkan vardır: *
1 — (ikrar ve müsahib tutm a) erkânı,
2 — ( Sorulma, baş okutma) erkânı,
3 —- (Koldan kopan) erkânı,
4 — Ölen bir zâtın ruhuna yapılan (D âr’dan indirme)
erkânı.
Genç Abdal’ın yukarıdaki nazmında tasvir ettiği erkân,
bu dört nevi erkândan, 2 numaralısına aittir.
Diğer erkanları anlatmayı biraz ileriye bırakarak. şim ­
di biz Bektaşilerin her sene veya en çok dört senede bir kere
hizmetlerini gördürmek için açılan (Sorulma, baş okutm a) er­
kânının cereyan tarzını anlatalım:

SORULMA, BAŞ OKUTM A ERKANI

Bir erkânın açılması için gereken hizmetleri, h^ m et sa­


hiplerini, âyinlerin açılış tarzlarını aşağıda (ikrar verme, mü­
sahib tutm a) kısmında tafsilen anlatacağımız için ve her er­
kânın açılma merasimi yeknesak bir tarzda cereyan ettiği için,
şimdilik baş okutmanın şeklini göstermekle iktifa gediyoruz.
60 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Kapılar sürmelenip hizm ete şöyle başlanır:


Kıdem itibarile, yani eskiden ikrar-bend olmuş can kim
ise evvelâ bu meydana gelir, (Dar-i mansur) a baş açık ya­
lın ayak dikilir. Sağ ayağının baş parmağını, sol ayağının baş
parmağına basar. Buna mühürlemek adı verilir. Sağ kolunu
da kalbine basar, şu tercümanı okur:
Bismişah Allah Allah:
Cân-ü dilden bağlayup bel evliya erkânına
Bamd-ü lillâh yine durduk Pirimiz divanına
Çok kusurum var a.man el'aman zikrederek ^
Sığınıp geldim erenler lütfuna ihsanına
kurban, tenim kıldım bu yolda tercüman
Aliah eyvallah candan, Pirimiz ferman\la

^^tta, burada bir ayet okuyup şöylece devam eder:


(Allah* Allah.. Yüzüm yerde, özüm (dar) da, Kak Mu-
hammed Ali divanında, erenlerin dâr-i mansurunda canım
kurban, tenim tercüman, bu fakirden ağnnmış, incinmiş, gü­
cenmiş can karındaş var ise dile gelsin, bile gelsin hakkını
talep eylesin, Allah eyvallah.)
Mürşid; m evcut canlardan, (dâr) daki adamın hal ve
hareketini, dünya işlerinde din kardeşlerine zararlı olup o l­
madığını, erenler yoluna doğru gidip gitmediğini, kendisinden
^razı olup olmadıklarını sorar.
Eğer bu adamdan ağrınmış, incinmiş, gücenmiş kimse
varsa, davacı sıfatile yere niyaz edip ayağa kalkar ve (dâr) e
dikilir. Davasını anlatıp hakkını talebeder.
Mürşid her iki tarafı dinleyerek hakim sıfatiyle kesin
kararını verir, haklaştırır ve barıştırır.
Eğer bu adamdan dâvacı çıkan olmazsa, ayini cemdeki
bütün canlar hep bir ağızdan: (B iz hoşnuduz, Hak erenler de
hoşnud olsun) diyerek razılıklarını bildirmiş olurlar. V e bu­
nu isbat için de M uhammed Ali meydanına eğilip niyaz eder­
ler. Bunun üzerine mürşid bu canın başını tekbirler v e (Allah.
Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan, H üseyin) isimlerini söyliye-
rek sırtını sıvazlar.
BEKTAŞîLtĞiN İÇYüZÜ 61

Ayini cemde mevcut diğer canlar da ayni şekilde hiz­


metlerini gördürürler, Mürşidin bir gülbangiyle merasime son
verilir.
Az sonra dem sofrası kurulur, zâkirler çalup çağırmağa
başlarlar, sem alar devranlar yapılır. Biz bunları daha aşağıda
tafsil edeceğiz. Şimdilik üç nefes ve bir düvazla bu bahsi ka­
patalım:
Biz şerab-i aşkın ile kan’e ^^mi^erdeniz
Baş-Ü can terkin unıp meydana gelmişlerdeniz
^teş-i sûzan-i şevke yane gelmişlerdeniz
^ c ^ i hâk-i deN canana gelmişlerdeniz
Derdimendiz, âşıkız, dermane gelmişlerdeniz
Hemdem-i yar ü musahib olmazız nadan ile
Munisiz insana, yoktur yönümüz şeytan ile
Girmişiz fakr-ü fenaya, terk-i baş-Ü can ile
Çün müyesser oldu vuslet ol ^ ü -ü handdan ile t
Bülbül-Ü güya gibi efgane gelmişlerdeniz
Hubb-ü dünyadan geçüp fakr ile kıldık ihtiyar
Milk-i fakrin şahiyiz, yani eşlr-i aşk-ı yar
Olmuşuz merd-i kalender kıl^mışız terk-i diyar
Bahr-i dilde gevher-i maksudu kıldık derkenar
Gitti firkat, vuslet-i canana ge^ltniş!erdenia
Silik-i rah-i hhakikat olanın yoldaşıyız
Arifiz, ariflerin yoldaşı hem ^^^^yız
Laubali rind-ü ayyar-ü cihan ^il^şlyiz
Sanma arif kim maarü ^^mi içre nişiyiz (1)
Marifet camın içüp mestane gebeşlerdeniz
(Vahdeti) riız-i ezelden aşk olubdur pirimiz
01 sebepten tekke-i fakr-ü fenadır yerimiz
Addolur nev'-i beşerden gerçe kim ^tasvirimiz
Ab-ü gilden ey zahid bizim ^hmMmiz
Nûr-i haktan suret-i insane gelmişlerdeniz

(1) Naşi: Acemi, demektir.


62 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Ayet-i hüsnün görüp ira.ne gelmişlerdeniz


Aç cemalin mus’hafm, kur’ane gelmişlerdeniz
Dilberi! Men’etme gil bizden zekit'i hüsnünü
Asittan-i devlete ihsare gelmişlerdeniz
Şimdi mi yandı begim? hicrin odu’na can-ü dil
Nar-i abından ezelden gelmişlerdeniz
Al ele çevgân-i zülfün kıl nazar biz kullara
Başımız top eyleyip -meydane gelmişlerdeniz
'l'aib-i hüsnün yasağın işidüben dostum
İçmeğe lâ’Un meyin rindâne gelmişlerdeniz
(Sifi)-i biçareye ey şih-i âdil dâd-i diid
Halimiz arzetmeğe divane gelmişlerdeniz

Amavutluk'da (Ergiri) de medfun Horasanlı Arşı Baba:


ibadet anlar erbtib-ı sühanverlerdeniz
Biz fesahet milkinin tahtına serverlerdeniz
Olmuşuz gavvas-ı deryay-ı kelam-ı fazl-ı hak
Diirr-i mâ’nî cüst-ü cu eyler, alnaverlerdeniz
El çekip dünyay-i dûn perverden ettik içtinab
Safi meşreb, rind-i bi perva kalenderlerdeniz
Aslımız nfır-i Muhammed, sırr-ı. Ali
Pıik-i tiynet zümre-i :il-i peyemberlerdeniz
Her geda tab’ anlamaz lü’ lü-i ^^m-i pikimi
Şeb.lerin başında biz tâc-i mücevherlerdeniz
döndürmeğe ta.kat getirmez şir-:i ner
Biz şecaat ^sahibi merd-i dilâverlerdeniz
Feyli-i bahş olmağa haktan rüy-i arze (Arşl.ya)
Kevkelı-i dürrileriz, çerh üzre ahterlerdeniz

(Düvaz):
Bende-i al-i resul-i Mostafayilerdeniz
Hayder-i şir-i il:ibi Mürtezayilerdeniz
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

biz dûş olal^dan can-ü baştan geçmişiz


T«ne dil, şih-i şehid-i Kerbelıiyilerdeniz
Dahil-i ^^m-i gü^ri-i Naciyiz ey ^za.hida!
Sa^ a kim bîgane^^ Zeynel’abayilerdeniz
iktida ettik Muhammed Bikır’e ikrar verip
Hem imam-i Cafer-ü Muusa Rizayilerdeniz
Şeh Takiyy-ü ^ Naki’dir dilde zizikr-u vi^^rdim.iz
Askeri ı"Ü Mehdi-i sahih Livayilerdeniz
Ey <Türabi) riız-ü şeb himmetleri matlubumuz
Anlann babında sfıil biz gedayilerdeniz

- 2 0 —

C e lâ lin nakşini dilber, yazarken hâme-i kudret


Yaratmış îütfiyle perver, rumuzu gösterir hikmet
Cemalin reng-ü elvfıni, okunur sırrı rahmani
Güzeller mir-i sultani, zehî şevket, zehî devlet
Cemalin sûre-i (T aha), oluptur aşıka inşa
(Tealallah, kerem bahşâ) ki vermiş hüsnüne ziynet
Cemalin heft-i âyettir, şehâ ayni inayettir
Berât-ı hak hidayettir ki vasfın eyledi hazret
Cemalin nisbet envâre, yakar âşıkları nâra
Varınca rah-i didâre, murâd-ı (G encî) nin vuslet

bah:
Genci, bu şiirile:
(— E y dilber! Senin cemalinin nakşini kudret kalem i
yazarken, hikmet-i ilâhiyyeyi gösterecek ne güzel rumuzlar
kaydetmiş? O güzel renklerden Allahın sırları okunuyor.
E y güzeller sultanı! Şevket, haşmet dediğin böyle olur
işte.
Allah, ne büyük bir kerem sahibidir ki: biz aşıkları (oku*.
sunlar) diye senin hüsnüne (T âhâ) sfıresini inşa etmiş.
64 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYüZÜ

Cemâlinin yedi âyet olması, ayni inayet olmuştur. Yani,


tam yerinde vaki olmuştur.
Nitekim, Allah, senin vasfını söylerken:
«H idayet beratıdır; bu!»
D iye öğmüştür. Senin cemâlinin nurları, âşıkları ateş gi­
bi yakıyor. N e olur? Beni de ateşine yak; vuslatına kavuştur,
Gencinin yegâne isteği, senden budur, ey güzel!!!)
D iye çırpınıyor.
Genci’nin bu sözlerinde, teşrihe muhtaç kapaklı mânalar
var, meselâ:
Ha^kkın ^cem^mde yedi var
dediği, Fatiha sûresinin yedi âyetinden kinâye v e M uham-
m ed’in Miraç gecesinde, Cenab-ı Allahı (şah - emred) suretin­
de gördüğüne işarettir.
Hazreti M uhammed diyor ki:
«— Ben, Rabbimi, Miraç gecesinde tüysüz olarak - yani
sakalsız, bıyıksız bir mahbub delikanlı - suretinde gördüm.»
Sakalsız, bıyıksız bir delikanlının cemâlinde ise (iki kaş,
dört kirpik, bir de zülüf veya saç) vardı ki, mecmûu yedi hat
eder. Yani, mahbub bir genci, olağan üstü cem îl ve m elîh gös­
terecek hatlar...
Bu güzellik, ona bakanın aklını yerinden oynatacak ka­
dar tehlikeli bir güzelliktir.
B u (Güzel cem âl) e bakacak olanların, her hangi nefsani
bir meyil, şehvani bir arzuya bağlı olmamaları lâzımdır. Bu
görüş, munsif ve ilâhî bir zevk ve hazza tâbi olmalıdır. Ya-
kûb’un Yusuf’a; İbrahim’in, oğlu İsmail’e meftunluğu gibi.
Hakkın, bu güzel çehreye kendi cemâl sıfatını nakş ve
remzetmesi, (Suret) den (M ânâ) ya yol bulabilmek için ken­
di dostlarına bir geçiş vesilesi ve hediyesidir dersek, bir hata
olmaz. Yoksa her hangi bir şahsın, bir güzel gördüğü zaman,
mücerred, sevk-i tabiî ve m eyl-i şehvet ve şeytane^ârane ile:
— İşte, ben Allahın c e h l i n i gördüm!
diye, o güzele sulanması, mecazî bir yolda yürümesinden
ve husrana düşmesinden başka kendisine bir zevk vermez.
(Pîr Hacı Bektaş-ı Velî)
Esselâm ey Hâdi-i râh-ı Huda nesl-i Ali
Esselâm ey Kutb-i âlem Hacı Bektaş-ı Veli
No: 4 — Kanberi —
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 65

Şu halde, bu bakışın, H ak nazarla olması, tıpkı M uham-


m ed’in görüşü ve bakışı gibi olması şarttır. Esasen, tevhid nok-
tai nazarından bunu incelersek anlarız ki:
Gören de, görünen de Hakkın kendisidir. Cenabı Hak,
kendi levn ve rengini güzellerin cemâline işlemiş, yine kendisi
dönüp onu tem aşa etmiştir.
Bir şair, bunu tek bir beyitle, ne güzel vecizelendirmiş:
Kendi hüsnün (Hûb) lar şeklinde peyda eyledin
Çeşm-i âşıktan dönüp anı temaşa eyledin.

Bazı kıymetli şairlerimizin nazımlarından aldığımız şu


parçalara bakalım:
Mushaf-i hüsnünde yazmış (Kul hüvallah) ayeti
Ger inanmazsan geri var, mekteb-i irfana ^bak.
— Niyazi —

Yüzün Mushafdır ey ruh-u musavver


Teala şanühû Allahü ekber
Nes^û —

Mushaf demek hatadır, ol sa^a-i cemale


Bu bir kitab-i sözdür, fehıneden ehl-i hfile
— Fuzuli —

N e temiz, ne yüksek, ne ilâhî bir duygu mahsulüdür bu


sözler?!..
Bir de son olarak şu şiiri okuyalım:
'Yüzün harfinden ey dilber açıldı cümle bâb^ul
Okur anı müderrisler beyan-ı künt-ü kenzullah
i^a^nla kirpiğin, beyanın eyleyen arif
1ıilübdür ebced’in anının adıdır ehlul^h
Yüzün E^^rndü-lillâh’dır, anınçündür yedi ayet
Yazılmış nakşile gör kim aceb satr-i kelâmullah
Teınam-ı Mushafı gördüm okudum ^harf beharf harfi
gözüme billih, ga.yr-i ez semme vechullah
Forma : 5
66 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bu bal:iy-i diliirâyı tema.^. eyle gel ey dil


Aceb suret aceb hey’et budur (Tûr-ü Kelimullah)
(Acayib ınazhar) i haktır, Hüvellah-ül-ebed dâim
Eğer hhakdır desem vacib budur Celle Cehilullah
Hüvel’evvel, Hüvel’âhir, Hüvel'hidi veya Mehdi
Ali ferzendisin ^hâ, ki sensin ba-i bismillah
Ali sensin, Veli se^nsin, vasiyy-ü ha.k nebi sensin
Veli gerçeklerin ki sensin sırr-ü fazlullah
Meliik âdem-ü havva anın nutkile güyiidır
(Nesimi) hastaya haktan demidir nefh-i ruhullalı
*
(Hak yüzü, insan yüzünden görünür)
(Zat-i Rahman, şeklin insi.n eyl^emiş)
— Niyazi —

21 ----
Dünyada üç nesne büktü belimi
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
Yaktı bağrım, dâl eyledi belimi
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
Felek bir ok attı büktü belimi
Akar gözlerimin kan ile nemi
Bal yerine bana içirdi semi
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
Felek ağu kattı benim aşıma
Toprak saçtı kirpiğime kaşıma
Gör neler getirdi garip başıma
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
Şu fani dünyada murad alınmaz
H ep gelenler gider bunda kalınmaz
Bildim, bu dertlere hiç çare olmaz
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
(G enci Abdal) dertli dertli söyledi
^ ö ^ in dostlar felek bana neyleği
Y ^ta gönül şehrin viran eyledi
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 67

Genç Abdal, bu sözlerile ihtiyarlığından şikayet ediyor


ve dostlarına dert yanıyor. 85 yaşında öldüğüne göre böyle ol­
ması Jtabiî bir haldir. (Kabri cennet olsun.)

- 2 2 —
Çok hata eyledim, günahkar oldum
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
Yetiş imdadıma, çaresiz kaldım
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
Bana her ne sitem eylesen hak’dır
Ben yüzü karayım, günahım çoktur
Bana hiç kimseden bir m eded yoktur
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
Ağlar gözüm, döker kan ile yaşlar
Günahımı çekm ez dağ ile taşlar
Kul günah işlerse sultan bağışlar
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
Senin dergâhından rahmet umarım
Sen bilirsin, halim sana söylerim
Kalm a günahıma, hâcat dilerim
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
(G enci Abdal) dâre divane geldim
Günahım boynumda meydana geldim
M edet mürvet, şah-ı sultana geldim
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet

— 23 —
Bana bu dert baki kaldı ezelden
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
B u derdi kazandım, ben bir güzelden
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
Nazar eyle sinem içre yâreme
Tabib gelmiş neşter ursun yâreme
Zahmin içre şerha şerha yâreme
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
Yârelidir dertli gönül yâreli
Göz göz oldu, tabib yârem yâreli
İlâç kabul etmez, sinem yâreli
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
68 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Benim, böyle mecruh, dertli yâreden


Yandı kebab oldu yürek yâreden
İflâh olmaz sinem işbu yâreden
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
(Genç 'Abdal) ım derde derman yâredir
Onulmaz sinemde eski yâredir
Bir tükenmez, ne dermansız yâredir
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
— 24 —
Dergâhına geldim niyaz eyledim
M edet Allah, yâ M uhammed, yâ Ali
Aşkın kitabından ağaz eyledim
M edet Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
N ideyim sefayı, zevki dünyada
Budur muradımız, ind-i Huda’da
Yarın mahşer günü, koyma cezada
M edet Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
M ürvet kânısın, şefaat eyle
Dünya, âhirette selâm et eyle
Kesme himmetini, inayet eyle
M edet Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
Niyâzım var üstadıma pirime
Salavat eylerim destigirime
Katarından, didarından ayırma
M edet Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
(Genç Abdal) ım özüm hakka bağlarım
Coşkun sular gibi akar çağlarım
Eşiğine yüzüm sürer ağlarım
M edet Allah, yâ Muhammed, yâ Ali
— 25 —
Kandilde nûr iken sevmişem seni
Güzel Pirim, Sultan Pirim, Şah Pirim
Her güzelden güzel görmüşem seni
Güzel Pirim, Sultan Pirim, Şah Pirim
M uhabbetle kalbimizi silelim
M uhammed Ali’ye doğru gidelim
Pirim him m et eyle, sema’ edelim
Güzel Pirim, Sultan Pirim, Şah Pirim
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 69

Gaziler, erenler, Pirler geldiler


Bir taraftan üçler, beşler geldiler
Bir niyaz eyledim Kırklar geldiler
Güzel Pirim, Sultan Pirim, Sah Pirim
Allah, Allah deyen Pirler erenler
Erkân ile hak yolunu sürenler
Hakkın cemalini âyan görenler
Güzel Pirim, Sultan Pirim, Şah Pirim
(Genç Abdal) sözün cümlesi haktır
Haktan gayri kalbde bir nesne yoktur
Pirin nazarında özümüz paktır
Güzel Pirim, Sultan Pirim, Şah Pirim
l^zah:
Bu geçen nefesler, izaha muhtaç olmıyacak kadar açık­
tır. Yalnız, burada (Kandildeki nur) diye bir tâbir var, bun­
dan maksat nedir?.
Hakkın kelamı olan Kur’an, bize, bir (kudret) kandili ol­
duğunu haber veriyor. Hazret-i M uhammed de:
«— Adem zuhur etmeden on dört bin yıl evvel, ben ve
Ali bir nur idik,» diyor. Şu hale nazaran kudret kandilindeki
nur’dan maksat, M uhammed Ali’nin nu ru imiş ve bu alem ya­
ratılmadan çok, pek çok asırlar evvel bu nûr-u mücessem,
mevcudmuş.
Bektaşi şairlerinden pek çoğu, buna işaret etmişlerdir.

(Himmeti) ninn nefesinden bir beyit alalım:


Evvel kudret nûru, kandilde iken
Şefaati Mustafa’ya verdiler
Ruhlar, ta karmca şeklinde iken
Şeriati Ulemaya verdiler

(Viranı) abdal dar


Kudret kandilinde parlayup duran
Muhammed Ali'nin nurudur vallah
Zuhur edip küffar askerin kıran
Elinde Zülfikar Ali’dir billâilı
diye, and içe içe bir düvaz söyler.
70 BEKTAŞİLİÖİN İÇYüZU

Bir de (ilh ^ n ) nin şu sözünü okuyalım:


Alem-i ervahta (Bezm-i elest) de
Hitab-ı izzetde ikrar da birdir
(Kandil-i kudret) de, nur-i hikmetd^
Muhammed Mustafa Haydar da birdir

üçler dü alemde birliğe yetti


Beşler de anların denenin tuttu ,
Birlik lokmasını yediler yuttu
Diimeni pak olan pirler de birdir

On dört masum pak, on iki imam


On yedi kemerbest cümlesi tamam
Anların veçhine çalındı kalem
Hatt-ı üstüvada kırklar da birdir

Sultan Şecaaddin, Seyyid-i Battal


Şe^ir-i şehiimet, kâfire kattfil
Anlann bendesi (İlhami) Abdal
Pirim Hacı Bektaş Hünkâr da birdir.

Görülüyor ki, Genç Abdal’ın, kandildeki nûr dediği ve


ezelden beri sevdiğini iddia ettiği, (Güzel Pirim, Şah Pirim)
diye vasıflandırdığı, hep M uhammed’le Ali’den ibaretmiş.
Biz, bu (nûr) meselesini biraz daha incelersek iyi olur:
İslam tarihlerinin yazdığına göre, hakkın nûru, Adem
Babamızdan Havva anamıza, ondan oğlu Şit’e, ondan sonra
da birçok temiz sulplerden ana rahimlerine naklede ede (Ab-
dül’m uttalib) e kadar gelmiş, bu zatın sulbünde nûr ikiye bö­
lünerek, bir bölüğü küçük oğlu (Abdullah) a, diğer bölüğü bü­
yük oğlu (Ebû Talib) sulbüne intikal etmiştir.
İşte, Abdullah ve Ebû Talib yüzünden tecelli eden hak,
beşer libasına bürünerek, M uhammed Ali diye bir isim ta ­
kınmış ve bu dünyaya kendini göstermiştir.
Bektaşilerce (H ak) dan başka isim v e mana verilmeyen
bu (Durr-ü yetim ), binler ve binlerce yıllardanberi hükmünü
süre gelen müteaddit şerayi, ve Enbiya-i salifenin, şeriatlannı
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 71

iptal etmiş, nübüvvet kapısına sağlam bir kilit takarak üze­


rini mühürlemiştir.
Peki, M uhammed’le, Ali,bu dünya evini terk edip te ahi-
rete çekildikten sonra bu (nûr) ne oldu? ü fü l edip gözden
kayboldu mu? Hayır!
Bektaşîlerce bunun cevabı basittir:
— Bu (nûr) Hazreti Fatsma’da birleşti, bundan da (Sil-
seletüzzeheb = Altunsoy) adı verilen on iki imam zuhur etti
ve bunların vücudu âlem e revnak ve şeref verdi, küfür ve
iman imtiyaz buldu.
Onların kanaatlarına göre, beşeriyet, o zamandanberi
doğru yolu bu nûr’un ışığı yüzünden kaybetmemiştir. Hak ve
hakikat. zamanımıza kadar payidar olup gelebilmiştir.
İşte Bektaşilerin inancı?!.
Yine bunların telâkkilerine göre, (on iki imamın vücu­
du, âleme (R ahm et) tir, mağarada kaybolan son imam ölme-
miştir, gözlerden gizlenmiştir, zamanın elyevm sahih ve ima­
mı odur) diye inanırlar ve gece gündüz yana yakıla on iki
imam diye ölüp ölüp bayılırlar.

Üsküdarlı Seyid Haşim, divanında yazın- ki:

Fatıma, Haydar, Hasan'la hem Hüseyin ;şanına


(Hâülâ-i ehli beyti) dedi şah-i enbiya
Bunları taht-ı kesa’ya aldı dedi ^^ûl
Bunların neslinden olmaz ilm-i hak Kur'an cüda
Haşre dek ta âb-ü kevser nUş olunca bunların
Nes-li sulbünden gelir her bir im^n-ı mukteda

Manası:
Hazreti Muhammed, bir gün Ali, Fâtıma, Hasan ve Hü­
seyni abasının altına alarak şöyle demiş: (Bunlar benim ehl-i
beytim ’dir. bunların neslinden ilm-i hak Kur’an hiç bir vakit
ayrı düşmez. Mahşere varup kevser şarabı içinceye kadar,
bunların temiz neslinden uyulacak imamlar zuhur eder).
72 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Hilmi D ede de, Ali’yi m edhettiği bir şiirinin içersinde:


Ya Ali (Rûhike ruhi) dedi, Sultan-i Resül
(Lâhmeke lâhmi) ezel, (Cisınüke cismi, demm-ü dem)
Zümre-i Al-i Muhammed sulbüne mahsusdur
Ey vücud-i ıstıfa, ey nûr-i bahş-i muhterem

Bu beyitlerde (kavis) içine aldığımız Arabça kelimeler


bir kül teşkil ederek Hazreti Peygamberin bir hâdisini açık­
lar. Mânası: (Y a Ali, senin ruhun ruhumdan, etin etimden,
cismin cismimden, kanın kanımdandır) demek olur.

(Lâ^ueke liralı), Muhammed'Je Ali Nur-ü ehad


Nur-i hazret halkolu^uştur, bunlarar Hayyül’ebed
— Hilmi —
i.sm-i pâk-i zat-i âl-i abâyi
Dest-i kudret y^ ^ ^ aarş-ı rahmanda
Ol nû^ründen verdi ziyayı
Cümle mevcudata iki cihanda
— Hilmi —

Dediği gibi, bu temiz sûlbden gelmiş olan kamil adam­


lar, kâinatın nûrlan ve gülleri olmuşlardır. B u bahse bir dü-
vaz ile son verelim:

Kudret kandilinden parlayup


AU’nin nûllnıdur
Zuhur edip küffar askerin kıvran
, Elinde Zülfikar Ali'dir b ^ il

Elinde Zülfikar, altında Düldül ,


önünde Kanberi dilleri bülbül
Hazreti F atı^ cennette bir gül
Ona sımm dedi ^hak Habibullah

Zuhur etti H^asan, Hüseyin


O ^^^ ll'i^mden ziyalaıdı
^zrk pare bölündü Zeynel’âbidin
Tutanz yj.sıil Hasbeten-lillıih
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 73

Mohammed Bâkır’la Cıiler-i Sadık


Şahım Musa Kâzım hem Rıza dedik
Tarikat abiyle cismimiz yuduk
Hak dedi: Mü’miuin kalbi Beytullah
Taki, Naki imamların civanı
Hasanül-askerî cismim sultanı
Elinde hücceti, Mehdi devranı
Vakit tamam oldu gönderir Allah
(Virani) yem niyazım var üstaza
Elinde Zülfikar hem ehl-i ga7.;i
Bin bir dondan baş gösterdi Mürtaza
Biz bir bildik, dedik, Allah, eyvallah

-2 6 ----

Yol içinde yol soran, yol M uham med A li’nindir


Her dillerde söylenen, dil M uham med A li’nindir
Varlığın yoğa satan benliği yabana atan
Mürşidinden el tutan, el M uhammed Ali'nindir
Sıtkın hakka bağlayan,» öz gönülden ağlayan
Derya gibi çağlayan, sel M uham med Ali'nindir
Süleym an’ın hatemi, evliyanın hak (cem ) i
Kerbelânın matemi, ol M uh^^m ed Ali'nindir
(Genç Abdal) ım kul gerek, kulluğu makbûl gerek
Hal içinde hal gerek, hal M uham med A li’nindir

— 2 7 -
Eğer mümin isen inad eylem e
Kamile teslim ol, eyle itaat
Nafile, ömrünü berbad eylem e
Fena amellerden eyle feragat
D ilinde zikreyle (H ayrül beşer-i)
H ayır kelam söyle, eylem e şerri
Bir gün gelir aziz ömrün mahşeri
Koparır başına, türlü kıyam et
sakla imanını, uym a şeytana
Aklını başına devşir, divane
Y^üzü kara çıkma ulu divana
B elki sana haktan olmaz şefaat
'74 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Görmediğin şeyi, ben gördüm deme


Gördüğünü sakla, yalan söylem e
Hak rizayı gözet, haramı yem e
Sakın em anete etm e hiyanet
(Genç Abdal) ım söyler sözünü esrar
Günahım affeyler H azreti Gaffar
Erenlerden him m et iste, çok yalvar
Cümle yollar sana olsun selâm et

izah:
Genç Abdalın bu sözleri sarihtir:
Birinci nefesinde, yegâne doğru yolun (Muhammed' Ali
y o lu ) olduğunu açıklıyor. İkinci nefesinde de, Mürşidin yol
sâlikine verdiği pend-ü nasihatin bir kaç noktalarına işaret e­
diyor, diyor ki: ,
(— Eğer mü’min isen inad edeyim deme, Muhammed
Ali’yi tanı ve onlara teslim ol. ^mrün, nafile yere harcanıp
berbad olup gitmesin. Daim a fena amellerden çekin Şerre a­
let olma. Hayır kelâm sarfet. M uhammed’in zikrini dilinden
koma. İmanını içinde iyi gizle. Sakın şeytanî amellere
sapma: Haram yem e, yalan söylem e, em anete hiyanet etme,
gördüğünü ört, görmediğini söyleme. Bir gün olup hakkm ulu
divanına varacaksın, oraya yüz karasile varana şefaat etm ez­
ler. îşte Genci, gizlice sana anlatıyor, bu dediklerimi yapar ve
erenlere bağlanırsan, onlara çok yalvarıp him met istersen, bü­
tün yollar sana selâm et olur.)

— 28 —
M uhabbettir eya dader, ü sırr-ı veçhullah
M uhabbetle küşad oldu, kitab-ı küntü kenzullah

Muradı ehl-i uşşakın muhabbetten murad alma


M uhabbetle tavaf eyler, hakikat beytini, Allah

M uhabbetle silindi perde-i zulm et eyâ sadık


M uhabbetle bulur tahkiyk, gönül râh-i visâlullah

M uhabbetle derunun varını âşık mutahhar kıl


M uhabbetle erer menziline abd-i atıullah
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 75

M uhabbetle m üzeyyen kıl vücûd-i kişverin ancak


M uhabbetle olur lâbüd sana esrar-ı keşfullah
M uhabbetle kamu maksuduna naildürür (Genci)
Muhabbettir demâdem dildeki virdim bihamdillfilı
izah:
Genci diyor ki:
(— E y birader! Allahın yüzunun sırrı, muhabbetle re-
mizlendi, onun, yani Allahın, (Küntü - kenzen m a h fiw en ) ki­
tabı muhabbetle açıldı. Ehl-i aşkın murad ve maksudu, bu
muhabbetten faydalanmaktır. Onlar daima Allahın kâbesini
muhabbetle tavaf ederler.
E y sadık! Karanlığın perdesini yırtıp atan muhabbettir.
Gönül Allaha varmanın yolunu, ancak muhabbetle bulabildi.
E y âşık! İçindeki varlık çirk’ini, muhabbetle tem izleyip
cilâlandır. Allaha muti’ olanlar, menzile böyle böyle erdiler.
Vücudunun hisarını, muhabbetle süsleyebilirsen, behemehal
Allahın sırları sana münkeşif olur.
İşte, Genci öyle yaptı, bütün maksuduna muhabbetle
nail olduto Şimdi onun dilinin virdi mütemadiyen (elhamdü-
lillâh) diye şükretmekten ibarettir.)

Hemen, küreleme üzerine uğrayıp geçiverdiğimiz Gen-


cî’nin bu şiirinin içinde bir sürü mânalar gizlidir, biz biraz bu­
nun üstünde duralım:
Birinci mısra’da (V echullah) dan bahsediyor ki, bu e v ­
velce tavzih edildiğinden tekrar etmiyeceğiz.
İkinci mısra’da (Küntü-kenzullah) kitabı, muhabbetle a­
çıldı diyor, bu kitaptan maksat nedir?
D âvud peygamberin, Cenabı Hakka:
— Ya Rab! Bu eşyayı halk ve icâd etmene sebep nedir?
D iye sorması üzerine, Cenabı hak:

cevabını vermiş. Mânası:


(Ben bir gizli hazine idim, diledim ki bilinem, kendi ken­
dime muhabbet ettim , bu halkı yarattım, gizli hazînemi fâş
ettim .) demek olur.
76 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Gerek Gencî’nin, gerekse diğer pek çok şairlerin işaret


edegeldikleri (Küntü-kenz) tâbiri, Cenabı Hakkın D avud’a
verdiği bu cevaptan neş’et etmedir.
Mısrı-i Niyazi:
(Niyazi, Küntü-kenz’in sırrını kendinde buldunsa)
(Süleyman tahtını, yâ hikmet-i lOıkman’ı neylerler)
Diyor. Diğer bir şair: .
(Küntü-kenz’in sırrı sensin, anladmsa nefsini)
(Gel, vücudün mushafın rabbinden al, her an sebak)
Harabi de:
(Küntü-kenz sırrının olduk agâhı)
(Aynel’yakin gördük, cemalullahı)
diye bir ^ir söyler.
Hulâsa: Şairlerin bu kabîl sözlerinden anlaşılan mâna
(insanda, bir kudretullah hazinesi) nin, gizli ve var olduğu­
dur. Fakat keşfolunmağa muhtaçtır. Oturduğumuz evin bir
bucağında hhcizine saklamışlar amma, yerini bulup çıkarama­
dıktan, bu hazineden faydalanmadıktan sonra neye yarar?
H a olmuş, ha olmamış!.
Acaba, kendimizdeki bu gizli defineyi açabilmek kudreti
bizde var mıdır ve neye vâbestedir?
G enci buna cevap veriyor:
— Muhabbetle. Ehl’i aşkın, diyor, murşd ve maksudu,
m uhabbetle hâsıl olur.
İşte bir konu ki, ne kadar üstünde dursak yeridir. Bir
şair tevekkeli dememiş:
(Muhabbet bir bela şeydir, giriftâr olmayan^bilmez)
Şu halde, (M uhabbet) kelim esini dil v e kalem ile nasıl
tarif edebiliriz? Ona giriftar olmak lâzımmış. Y akayı onun e ­
line vermedikçe, bunun tam mânasını anlayamaz v e anlata­
mayız. Binaenaleyh, bu dü^ğümü (kelime, kelâm) oyunlarile
çözmeğe uğraşmak, bocalayıp durmaktan başka bir netice
vermezse de, ne de olsa buna dair*bir kaç söz söylem ek isti­
yoruz:
Cenabı Allah, Kur’anında ve kezalik
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 77

buyuruyor. Bektaşîlerce Cenabı


Hakkın bu muhabbet-i zatiyesinden (M uhammed A li) zuhu­
ra gelmiştir* sırrı buna bir delildir, derler.
Cenabı Hakkın M uham med A li’ye bu hitabının türkçesi:
(Y a Muhammed, ya Ali! Eğer siz olmasaydınız, ben bu mü-
kevvenatı yaratamazdım) demek olur.
Hocalar buna mana verirken, her iki (Levlâk) i, yalnız
M uham med’e hasrederler, A li’yi yan çizerler. Halbuki, bunun
birisi Muhammed, diğeri Ali için söylenmiştir. (Lahmeke 18.h-
(Yekvücud âlem-i vahdette Muhammed’le Ali)
m i) müktezasınca, A li’yi hiçbir zaman ve hiçbir veçhile Mu-
ham med’den ayırmak doğru olmaz.
(Biri mevlâyi ahaddir biri, manay-i samed)
Bir şa^irin:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhanımed’siz muhabbetten ne hasıl

diye söylediği beyit, ne hoş bir vecizedir: Evet, Allahın hubb-i


zatisinden M uhammed hasıl oldu. Her nerede ki M uhamined
yoktur, oradaki muhabbetten hiç bir şey hasıl olmaz.
Faraza, altın bardaklar, gümüş sürahilerle donanmış mü­
kellef bir masaya oturmuş, içiyorsunuz diyelim. Eğer arkadaş­
larınız" size uygun ve cana yakırt olmazlarsa, içlerinde uygun­
suz, m übtezel adamlar bulunursa, bu muhabbetten hiçbir zevk
alamaz, somurtur durursunuz. Çünki:
Arif ile sohbet etmek Iil’ ü mercan inci’dir
Cahil ile ülfet etmek, âkibet can incidir.
Dedikleri gibi, o muhabbetin sonunda, mutlaka bir ça­
pan oyunu çıkar, belki maazallah, cinayetler, facialarla kapa­
nır. Cenabı hak böyle sûri mecazi muhabbetlerden cümlemizi
korusun. (âm in)
' (Muhabbet çerağm ya^m Ali'dir)
(Aşıkım di^ire pervane gibi.)
— Sefil A^bdal —
M uhammed’le A li’nin bir tek nefis olduğunun delili Kur’-
an-ı Kerimin (îb teh â suresi) dir.
73 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

— 29 —

M uhammed Ali’ye ikrar verdinse


Gördüğün ört, görmediğin söylem e
Sıtkile imanda karar kıldınsa
Gördüğün ört, görmediğin söylem e
Delilim iz oldu Hazreti Kur’an
B öyle buyurmuştur, ol Şah-i Merdan
Var ise göğsünde zerrece iman
Gördüğün ört, görmediğin söylem e
Sakın yalancıyla eylem e sohbet
Yalancıya yuf var, Yezid’e lânet
Dilersen desünler canına rahmet
Gördüğün ört, görmediğin söylem e
B u yol H ak Muhammed Ali> yoludur
Kırkların binası, ulu yoludur
Pirim Hacı Bektaş Veli yoludur
Gördüğün ört, görmediğin söylem e
(Genci Abdal) Hakka ermek istersen
D ost yoluna can baş vermek istersen
Hakkın cemalini görmek istersen
Gördüğün ört, görmediğin söylem e

Genci’nin bu sözü de, yukarıda geçenler gibi, gene âyini


cem meclisinde mürşidin verdiği öğütleri döküp sayıyor. Son
beyitte ise, (D ost yoluna can baş vermek istersen) diyor ki,
mânasından (kurban) keyfiyeti anlaşılıyor.
Şimdi, bunu tetkik edeceğiz:
Bektaşiler ikrar verirken, hak yoluna bir koyun kurban
ettiklerini ve bu tığlanan kurbanın etini (âyini cem) deki can­
ların âfiyetle yediklerini biliriz. Fakat, Genç Abdal’ın kastet­
tiği kurban, bu değildir.
Bektaşilerin telâkkilerine göre, asıl kurban kesilen koyun
değil, cânanı tarafından öz canı sızdırılan (talib) in (ikrar ve­
renin) ta kendisidir. O ikrar verirken dost yoluna kendi canı­
nı kurban komuş, bütün varlığını, benliğini onun yolunda har-
cıyacağına söz vermiştir. Dostundan gelecek her cefaya kat­
lanmayı ^m -ü gönülden kabul etmiş, bu şartla ahid bağlamıştır.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 79:

Esasen, kendisine erenlerin parolası peşin verilmiştir:


(Gelme, gelme; Dönme, dönme!.. Gelenin canı, dönenin
malı!.) . *
Görülüyor ki, şart ağırdır, ikrar vermek, her insanın kari
değildir. Bu sebepten demişler: *

Kıymazsan baş ü cana


U^zak dur, girme meydana
Bu meydanda nice başlar,
Kesilir, hiç soran almaz.

Bektaşılerce, bu meydan (taklid-i iman) sahiplerinin y e ­


ri değildir. Burası; canını cananına (cem iyete) feda edenlerin
yeridir. Canını seven, nefsinin havası boşluğuna ibadet eden
(m ütteki) lerin yeri değildir.
(E vvelâ can, sonra canan) diye canını, canana tercih e ­
denler, tabir-i diğerle, canını, cânanı için değil, kendi öz nefsi
için sevenler, oraya gelemezler. Çünkü böyle mukallidler, ca­
nanın peresteşkarı değil, kendi öz canlarının k l u , kendi ne­
fislerinin esir ve zebunudurlar.
Bakınız, Fuzuli ne diyor: .

Canı, kim. için sevse, öz c-^nn sever


^Cılnı için, kim ki cananın sever, ^cim sever

**#

Bektaşiler nazarında, bu meydan öyle bir âlî meydandır


ki, oraya girecek olanlar, gerek dünya, gerek âhiret için hiç
bir maksat ve gaye gütmemelidir.
M esela: '
— Ben bu yola girersem nzkım açılır. Allah para kazan­
dırmanın yolunu gösterir, taliim bana yâr ve yaver olur ve sa­
ire gibi, yüreğine vahi fikirler gelmemelidir.
Yahut:
— B en bu yola girersem, cehennem ateşinden kurtulu-
^rum, Cennete girip yaslanırım ... Ondan sonra (gel keyfim*
gel!) gibi niyetlere sahib olmamalıdır. Gerek (h avf), gerek
80 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

(rica), bu yolun şiârı değildir. D aha doğrusu, bu yol, bütün


arzuları kökünden kazıyan, her isteği bil’^ ^ liy e gönülden sü­
rüp atmış olan nâmuradlar yoludur..
Yalnız, onlara iki pay bırakılmış.. Bunun birisi (B âde),
diğeri (Cem âl) dir... İşte, bîri m est edecek... Diğeri aşka dü­
şürecek iki düzen..
M est olmanın, aşka düşmenin ise netice-i tabiiyesi, elbet­
te ki her cefaya katlana katlana, nefsini çürütmeğe, cânan
uğrunda canını (Kurban) verip işin içinden sıyrılıp çıkmaya
kadar dayanır.
İşte Bektaşilik yolunda güdülen gaye, ancak bir kelime
ile ifade edilebilir: Kurban?!.
Görülüyor ki, pek aklı başındaki müslümanların girebi­
leceği bir yol değil burası. Çünkü burada müthiş bir korku
var: Can pazarı::
(Muhabbet ehline va’d-i Kerbela)
(Elest-ü bezıninde olmuş' müheyya)
*
**

Buraya yolu düsen M uhammed ümmetinin işi dum aıdır.


Gece gündüz onun dirliği feryad-ü figan’dır.. Kendi dileğile,
bile bile dostunun cefa bohçasınt sırtına yüklemiş, sanki sun-
turlu belâyı kendi eliyle satın almıştır..
Kendi irade ayağıyla, dostunun (R ıza bâbı) na varmış,
başının dizginini seve seve, onun eline teslim etm iştir...
Bundan sonra hüküm sevgilinindir.. O nâzenin dilber,
her ne emrederse, o olur, Derbeder (kul) unun yularını çekip
istediği yere bağlar... Yahud istediği hendekten hoplatır.
Her muameleyi yapm akta serbesttir.
Ondan gelecek her cefaya, zavallı âşık boynunu büker,
kemal-i safa ile karşılar.. Onun kahrı, ona ayni lütuf gelir.
Dostunun her azabından zevk alır...

Ya rab! Beliy-i aşka kıl işlna beni


Bir dem, belay-i aşktan etme cüda beni

D iye temenni etmiş olacak...


*
(Pir-i sani Balım Sultan)
Leyl-ü nehar yandım ta bulanı derman
Bu derdime derman Pir Balım Sultan
— M u h a r r e m M a h zu n i —
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 81

Okuyucularıma, ahdine vefa gösteren böyle miskin bir


âşık halini tasvir edeyim de, dünyada ne tuhaf insanlar var­
mış, görsünler...
Bakınız:
B öyle bir sevdâzedeyi karşıdan görenler, gidişinden, ha­
linden bir şey anlamazlar. H er gün beraber oturup kalkarlar,
yiyip içerler amma, içinin gizli sırrını sezemezler. Onu da, tıp­
kı kendileri gibi düşünür, ondaki yüreğin de, kendi yürekleri
gibi çarptığını zannederler. '
Sabahleyin, hep beraber evlerinden çıkarlar, işlerinin ba­
şına varırlar, onun daha ciddi, daha gayretli işâ sarıldığını gö­
renler, hayret içinde kalırlar.
Onun h^ ^ m alı bir gayretle çift sürüşünü görenler, tam
m ânasiyle tamahkâr bir dünya adamı sanırlar.. Halbuki o;
yalnız sevgilisi için çalışan bir ırgattır. Onun, tarlasını kemâl-i
hâhişle eşeleyen sadık bir hizmetkârdan farkı yoktur.. Bu işi,
sırf onun için yapar.

**❖

Onu, baltası elinde, odun keserken görürsünüz. Fakat, e ­


m in olunuz ki, baltanın her inişi (Y ezid’in, M ervan’ın) kafa- ,
sında patlamıştır. O yürekle, o hınçla baltasını sallamaktadır.
Bunu, o, bir hatâ saym az... A yni ibadet telâkki eder.
*
V îjî

Bazen dağ başında davar güttüğü de olur... Onun şekl-i


hâricisini görenler, pejmürde kılığına gülerler..
Fakat, o kalender çoban, dağlarda dolaşırken de, kavalı­
n ı üflerken de, cânaniyle karşı karşıyadır. Önündeki güttüğü
sürü, dilrübasınındır.. Onun koyunlarına bağırdığı (hey hey)
sadası, derhal karşıdan yankısını gösterir... Sevgilisinden gel­
diğine inandığı ayni nidâya sevinir, kalbi ferahlar..
Dağların çm çın ötüşü, ona, bir erguvanın güzel âhen-
ginden veya bir tanburun gönül çekici nağmesinden daha şi­
rin gelir... •
O, dostundan ayrı değildir.. Kendi nerede ise, dostu da
yanındadır.. Elinde tutan, gözünde gören, dilinde söyliyen hep
Fomıa : 6
82 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

odur.. Her ne işe yapışsa, dostu kontrol ediyormuş gibi karşı­


sına dikilir..O, her işini sevgilisine beğendirmek için, hilesiz
hurdasız yapar.. Kılı kırk yararcasına inceliyerek başarır..
Bilir ki, dostu müşkülpesend bir mümeyyizdir, hileyi,
desiseyi sevmez. D alevereyi affetmez, tem bellikten hoşlan­
maz, kendini her an siğaya çekip durmaktadır. • Gâh (C em âl),
gâh (Celâl) suretinde tecelliler arzetmektedir... Heran, buka­
lemun gibi renkten renge girmektedir. Bin bir (don) dan baş
gösterip, türlü türlü işvebazlıklar satmaktadır.
Âşık, bu naz ve istiğnaların hepsini tek gözle görür, bilir..
Tek yürekle anlar, inanır.. Ve tek bir kelime ile (eyvallah)
der, kabul eder.

İşte, Bektaşîlikte sağa sola sapmadan, râh-i müstakime


doğruca gidebilecek ciddî mir kulun şiârı.. Şevkle dünya işle­
rine sarılmak.. Aşkla erenlere bağlanmak..
Kendilerince, din ve dünyasını sağlamağa lâyık, iki mü­
m eyyiz haslet!.. Hakikî Âşık işte budur.
Son Posta gazetesinin, günlük tabiri buraya yaraştı:
(İster inan ... İster inanma ...)

(Merd-i meydan-ı rizanın kâri Eyvallah’dır).

— 30 —

Dört kapı içinde bir şehir gördüm


Mimarımız şahı merdan Ali’dir
Açılmış kapısı, içeri girdim
Pazarımız şah-ı merdan Ali’dir.
D ört kapudan men şad içeri girdim
İmam Hasan şahım Hüseyni gördüm
Şah imam Zeynel’e yüzümü sürdüm.
Esrarımız şah-ı merdan Ali’dir
Muhammed Bâkır’dır Câfer-i Sadık
Kâzım, Ali Riza Kur’an-ı nâtık
Zâhirim âşıktır, bâtınım mâşuk
Dindarımız şah-ı merdan Ali’dir.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 83

Tâki, Naki, Asker, bir oldu beli


M uhammed M ehdi’yi sevdim ezeli
Kuşandı Zülfikar, sürdü Düldülü
Sırdaşımız şah-ı merdan Ali’dir
(Genç Abdal) ım sırrı sakla canında
Hacet kabul olsun Hak divanında
Haydar-ı kerrar dedi Ali şanında
İkrarımız şah-ı merdan Ali’dir
İzah:
Genci, bu şiirinde, dört kapı içinde bir şehir gördüğünü
ve o şehire sevinerek girdiğini, On iki imamı birer birer gördü­
ğünü söylüyor. (M en aref) sırrının bir başka şekilde tarifini
yapmış bulunuyor. Bu m es’ele evvelce geçmişti, ileride de tek­
rar gelecektir. Biz, burada şimdilik, dört kapı mes’elesinin dış
mânası üzerinde birkaç söz söyliyelim, çünkü tarikat dilinde
(dört kapı, kırk makam) tâbiri çok gelir geçer.

DÖRT KAPI

Dört kapı demek: (Şeriat; Tarikat, Marifet, H akikat)'


kapıları demektir. Bunların tefsiri üzerinde, çok uğraşanlar ve
yorulanlar olmuştur.
Ehl-i tasavvuf, (Şeriat: Âlem-i nâsût; Tarikat: âlem-i ce-
berût; Marifet: â!em-i melekût; Hakikat: âlem-i lâhût) dur
demişler.
Âza’ya benzetenler olmuş, (Şeriat: göz; Tarikat: kulak;
Marifet: ağız; Hakikat: burun) gibidir demişler.
D ört unsura da benzetenler olmuş, (Şeriat: yel; Tarikat:
ateş; Marifet: su; Hakikat: toprak) gibidir demişler.
Bektaşiler ise: (Şeriat; anadan doğmak; T arikat:ikrar
vermek; Marifet: nefsini bilmek; Hakikat: hakkı kendi öz vü­
cudunda bulmak) dır diye inanmışlardır.

Buna, bir de asri mâna verirsek iyi olur:


Âdem babamızdan Hazreti M uham med’e kadar, Nebi'
ve Mürsel namile birçok şeriat sahibi Peygamberler geldi geç­
ti. Bu, (Şeriat devri) idi. Muhammed Ali dünyaya gelince, şe-

o
84 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

riat yine devam etm ekle beraber, (Tarikat kapısı) da açıldı.


Birçok keramet gösteren veli’ler zuhur etti. Bu da, kemal dev­
resini, zamanımıza kadar yaşadıktan sonra kapandı bitti.
İçinde bulunduğumuz asra da (M arifet devri) diyebili­
riz: Denize dalıyor, havada uçuyor, dünyanın öbür ucundaki
insanlarla evimizde imişiz gibi, konuşup duruyoruz.
Binaenaleyh, dâimi bir sulh-u selâmetle, beşeriyetin re­
fah ve saadete kavuşacağı bir günün geleceği de sezilmekte­
dir, bu devreye de (H akikat) adı verirsek hiçbir hata olmaz
sanırım. ..

K IR K M^AKAM

Kırk makam tabirine gelince: '


Dört kapının, onar tane makamı vardır. Bu makamları
burada sayıp dökmek, hem faydasız, hem de uzun sürer, bunu
sadece, bir kapıdan diğer bir kapuya geçebilm ek için, arada
• atılan düzgünce adımlar, yerine getirilen uygunca şartlardır,
dersek, işin esası biraz anlaşılmış olur. Buna, yol dilince ( Seyr-i
sülük), (K at’i merahil) derler. Türkçesi: bir yolcunun men­
zil alabilmesi, demektir.

(Salik erince kemale şöyle kim)


(Bağrını yaş, yüreğin kan eylemmiş)
(Anlayınca zat-i hakkı, zevk ile)
(Bu «Niyazi» nice seyran eylemiş)

Edip Harabî’nin dört kapıya dair şöyle bir nazmı var:


Şer'i-şerif in.lrı\r olunmaz amma
Şeriat var şeriatten içeri
Tarikatsiz Allah bulunmaz amma
Tarikat var tarikatten içeri
Gördüğün şeriat, şeriat değil
Gittiğin tarikat, tarikat değil
Hakikat sandığın, hakikat değil
Hakikat var hakikatten içeri
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 85

Veçh-i (Harabi) ye gel eyle dikkat


Hakkın cemalini eylersin rü’yet ,
Sade (Hak var) demek, değil marifet
. Marifet var merifetten içeri
*
Ü s*

istanbul’lu Hilmi Dede de, bir beytile, dört kapı hakkındaki görüşünü
şöyle anlatır:
(Hamd-ii Jillâh devrim itm ^ eyleyüp devraneden)
(Pirim ihsan etti. doğdum, Hilmi dört kez âne’den)

— 31 ---
Tekke gah-i aşk içinde can olan Bektaşîdir
Cümleten ilm-i rumûza kan olan Bektaşîdir
Sırr-ı hakka evvelâ onlar olubdur aşina
Nazenin-i hazret-i hannan olan Bektaşîdir
Girmeden aşk-ı tarika kimse agah olmadı
Bezm -i sırrın vakıfı Merdan olan Bektaşîdir
D ü cihandan geçtiler, fani vücuda gelmeden
Zümre-i ariflere ferman olan Bektaşîdir
Mustafa'nın, M ürteza’nın, alinin, evladının .
Hakipay-i tozuna kurban olan Bektaşîdir
Nutkunu kılma mutavvel; muhtasar kıl (Genciva)
Hasılı ol canlara canan olan Bektaşîdir

izah:
Genci, bu nazmında diyor ki:
( — Bektaşîler, aşk tekkegâhmm canı, gizli sırların hazî­
nesi olmuşlardır.
Hakkın sırrına, herkesten evel, bunlar erdiler. Bu sebep­
ten Allahın (nazenin) kavmi onlar oldular. •
Aşk yoluna girmeden, kimse bunların sırrına agah ola­
madı. Sır meclisini anlayan yegane kavim, onlardır.
Ta, ahd-i ezeldeyken, bunlar iki cihanı terkettiler, arif­
ler zümresinden tanıldılar.
Bunlar, Muhammed'in, A li’nin ve al-i Muhammed’in
ayaklarının tozuna canlarını kurban verdiler.
E y Genci! Sözünü uzatma da kısa kes. Sözün hülasası:
Bektaşîler, Ehl-i Beytin canına canlarını kattılar, birleşik ol­
dular.)
86 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bektaşiler, kendilerini (Nazenin kavim ) diye vasıflan­


dırırlar, dururlar. Başka bir sairin sözünde de bu tâbiri göre­
biliriz:

Kayıddan olduk azade


Biz nazenin Beytaşiyiz
Hamdolsun, erdik murada
Biz nazenin Bektaşiyiz

Erkanımız, erkan-ı hak


Esrarımız anlamaz halk
Biziz işte: abd-i mutlak
Biz nazenin Bektaşiyiz

Gördük biz Hak cemâlini


Cemalinde kemalini
Talibiz hem visalini
Biz nâzeıûn Bektaşiyiz

Geçtik dünya ve ukbadan


1\liizi, müstakbel, ferdadan
Beyhude kuru kavgadan
Biz nazenin Bektaşiyiz

Yoktur bizde: havf ü rica


Gayri bir (^b) a iltica
Okuduk mürşidden heca
Biz nazenin Bektaşiyiz

Aybı gördük nefsimizde


Nefsimizi kıldık mürde
Sultan-i rûh oldu zinde
Biz nazenin Bektaşiyiz

Nasibin alanlar erden


Geçerler can ile serden
Dem urduk (Kalu beli) den
Biz nazenin Bektaşiyiz

içtik ol caın-ı vahdetten


Ders aldık na.kş-i suretten
Kurtulduk (Basri) usretten
Biz nazenin Bektaşiyiz
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 87

— 32 —

Neydüğün zâtim sıfatım sırra agâh olmuşem


N ev tulü’ etmiş hakikat şehrine malı olmuşem
M en ziyaretgâh-i aşkım, gel meni eyle tavaf
Şöyle bir nur-u muazzam hass-ı dergâh olmuşem
Lezzetin, âşıklar, aşkın menden aldı tâ ezel
Bad-i aşk menden eser, men aşka hemrâh olmuşem
Alem-i devran içinde kendimi kıldım nihan
Terk-i tecridin muhakkak fahr-i fillâh olmuşem
Hep benim hükmümdedir bu (Genci) dilde ne ki var
01 sebepten bu vücudürn milkine şâh olmuşem

lalı:
Genci diyor ki:
(— Ben, kendi zat-ü sıfatım sırrımın ne olduğunu bil­
dim, anladım.. Hakikat şehrinin, yeni doğmuş bir hilâl’i gibi­
yim.
Ben, bir (Aşık-ı fillâh) oldum. Aşıklar gelsinler de, beni
tavaf etsinler. Görsünler ki, ne temiz, ne muazzam bir nurum.
Aşıklar, tâ ahd-i ezelde, aşkın lezzetini benden tattılar.
Aşk yeli benden eser. Ben, aşk ile yol arkadaşıyım. N asıl (yel)
göze görünmüyorsa, ben de bu kâinat içinde öylece gizliyim.
Ben, her şeyden soyunmuş, Allah yolunda fakir olmu­
şum ve bu fakrimle öğünürüm.
Gönül hazinesinde her ne ki görüyorsun, ben, onun şahı­
yım. Hepsi benim hükmüm altındadır.)

***

Genci, burada Hazreti Peygamberin bir hâdisini işaret


ediyor.
Hazreti Muhammed, buyurmuş ki:
— (Fakr, benim, fahrimdir, onunla öğünürüm.)
Peygamberin, iftihar ettiği bu (fakr) kelimesinin üzerin­
de haylice dedikodular olmu§-\ Dış yüzüne mâna verenler:
88 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

M uhammed’in mal, mülk, para, pul gibi şeylere hiç ehem ­


m iyet vermediğini, pek çok zamanını arpa ekmeği yem ek su­
retiyle geçirdiğini, hattâ günlerce aç, kalarak, kam ına yumru
taş bağladığını (!) söylerler, bununla' iftihar ettiğine zahib
olurlar.
Biraz mutedil düşünenler de:
~ Muhammed, hiç de öyle değildi, onun, devesi, ko-
yunları vardı. Haticenin kendine verdiği sermayeyi işletti v e
iyi neticeler aldı. B u yüzden Hatice ona izdivaç elini u zattı/
Binaenaleyh, M uhammed zengin değilse de, fakir de değildi,
derler. Zamanımız tâbirince: (orta halli) bir yaşayışı vardı,
demek olur.
Hakikati görenler ise:
— M uhammed’in, (fakr) le fahretmesi (M ânevî) bir
keyfiyettir. Herkese karşı hayır-hahlığını, gönül alıcılığını,
herkesi doğru yola teşvik eden müşfik bir baba olduğunu mü-
tevaziane anlatmak istemiştir, diye rivayet ederler.
En akla uygun olan mâna da bu olsa gerek. Zira bu
(fakr) ı züğürtlük mânasına alacak olursak, dünya yüzünde
m eteliksiz kalmış bir insanın:, „
— Allaha şükürler olsun, on param kalmadL
Yahud, açlıktan kıvranan birisinin:
— E l’hamd-ü lillâh açım. Açlıktan nefesim kokuyor.
D iye öğündüğü, şimdiye kadar görülmüş, işitilmiş şey
değildir.
Koca bir İslâm peygamberine züğürtlük damgası yapış-
tıramayız. Bu, ayıp olur.
Fakirlik denen şey, ateşten bir gömleğe benzer, kim se
sırtına geçirmek istemez.
Zaten, dünyalığın - iyi kullanmak şartiyle - kim seye za­
rarı dokunmaz ki. Buna mukabil, dünyalığın sayılamıyacak
kadar faydaları da vardır.
Dünyalık denen nesne, o kadar göz alıcı bir şeydir ki,
m eselâ zengin bir adamın (Said) olan adını, derhal (S eyid )
kelim esine çevirir ve hemen peygamberin soyuna bağlayıve-
rir. Bilâkis, fakirlik de o kadar spğuk yüzlü bir şeydir ki, - Ho-
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 89

ca merhumun dediği gibi - anadan adı (E yüb) konmuş bir


fakiri derhal (ip ) e çeviriverir.
iy i görüştüğü bir zat, ne güzel söylemiş:
— Aç olup küfretmektense tok olup şükretmek daha
iyidir. •
*
**

B u (fakr) kelimesini bir de Bektaşi bilginlerinin söyle­


yişine göre anlatalım:
Hazreti M uhammed olgunlaştığı çağa gelince, (Kırklar
m eclisi) ne varmış. Kendisine kapıyı açmamışlar, kimsin? di­
y e sormuşlar.
«— B en âhir zaman peygamberiyim.»
D iye cevap vermiş. İçeriden gelen bir (sesi):
— Bir âhir zaman peygamberi vardır, o da bizim içi-
mizdedir.. Sen kimsin? Adını bağışla.
Demişler.. Bunun üzerine cenab’ı peygamber:
«— Benim adım (M uham m ed) dir,» demiş.. Tekrar ku­
lağına içeriden bir (ses!) daha gelmiş:
— Bir (M uham m ed) vardır, o da bizim içimızdedir, kim
oluyorsun? demişler..
Hazret-i Muhammed:
«— İşte ben, sizin içinizde bulunan hakir arkadaşınız
M uhammed’im. »
D iye m ahviyet ve tevazu eseri göstermiş.. Bundan son­
ra içeriye almışlar. .
işte M uhammed’in öğündüğü (fakr) in hakiki manâsı,
Bektaşilerin akidesince böyledir.
*

Muhammed, Kırklar cemine neden gitti?


Bektaşilerce bunun tefsiri de şöyledir:
Cenab-ı peygamber, âlem-i zahirde (Şeriat evi) ni işgal
ettiğinden, şüphesiz (N übüvvet) makamının bütün salâhiyet­
lerini istimâl ediyordu. Bütün mü’minlerin penahgahı v e bü­
tün beşeriyetin ilticagâhı yegâne kendisi idi.. Alem-i bâtın de­
nilen (V elâyet makamı) da bu nokta-i nazardan kendisine
tâbi idi. Binaenaleyh M uhammed herkesin metbuu bulunu­
yordu.
90 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Fakat M uhammed (M akam-ı V elayet) denilen bir gizli


alem olduğunu sezinliyordu.. Kendisine Cibril-i Em in’in va­
hiy getirdiği yeri bilmek istiyordu.. Bu arzu, kendisinde yenil­
m ez bir aşk uyandırdı.. ve bu aşk yüzünden Kırklar cemine
girdi.. İşin tuhafı şu ki, kendisinin mübarek vücudu da daha
evvel orada m evcut ve hazır idi, amma gizli kapı kendisine
henüz açılmamıştı.. Bundan sonra (Peygamberlik, benlik, var­
lık) daiyelerini tamamen kendisinden nez’etti.. Öyle bir yok­
luk alemine daldı, öyle bir tevazua kapıldı ki, kendisini her­
kesten ziyade hakir ve fakir ve edna hissetti. Koskoca M u­
hammed ortada yoktu.. Onun ruhu, göze görünmiyen diyar­
lara gitmişti. Bu hâliyledir ki, (M ûtû kable en tem ûtû) sır­
rını çözdü ve anladı ki (Evvel, âhir, zâhir, bâtın ...) denilen
tâbirlerin bütün mefhumları, tek bir cânan’dan ibaretmiş ve
o da kendi öz vücudunda, tâbir-i diğerle kendi beyt-i şerifin­
de saklı bir sır imiş..

(Mûtû kable en temûtû) sırrına vâkıf olan


(Ha!!r ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan)
— Şemsi —

M esneviyi okuyanlar, orada Hazreti Musa’nın da başına


tıpkı böyle bir hal geldiğini öğrenmişlerdir.
Hazreti Musa (Tûr-i sinâ) ya giderken yolda bir ç o ^ n
kulübesi görmüş.. Kapısına yaklaşmış. İçeriden kulağına bazı
sesler aksetmiş. Musa kulağını kulübe kapısına yapıştırmış,
çobanın şu şekilde Allah’a yalvardığını duymuş:
— Ey U lu Tanrım! Sen neredesin? Kendini bana gös­
ter.. Ben sana hizmet edeyim.. Senin ayaklarının çarığını di­
keyim. Sırtının kirlerini yıkayayım , bitlerini kırayım.. Sana
koyunlarımın südünden, yoğurdundan, kaymağından ikrâm
edeyim.
Musa bu kabil ibadete tahammül edemiyerek, kapıyı
hızla açmış ve içeriye girmiş.. Çobanı bir hayli paylamış...
Bu sözlerin mânasını da, birlik noktasından incelersek,
Allaha yalvaran çobanın yine Musa’nın kendi vücudundan
başka birisi olmadığını anlatmış oluruz.
, BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 91

Mukaddes kitaplar, insan-ı kâmil olanların başına gelen


bu hallerin adını (Kabe kavseyni ev edna makamı) diye va­
sıflandırırlar.
*
**

Dikkatle teemmül edecek olursak, bu kamil adamların


hareketleri, kendilerine (Abdal) dedirtecek kadar garip ve tu­
haf bir şekil alır. B u tasvirimi kötü manaya, almayın.. Yol
dilinde (Abdal) kelimesi çok yüksek mana ifade eder. (T eb­
dil olmak) yani, bir halden diğer bir hale geçmek, bir merha­
leden diğer bir merhaleye atlamak gibi, manaları ihtiva ettiği
için, onlara bu şıfatı yakıştırmak hiç de kendilerinin şan ve
şerefine bir (şin) vermez. Şu şiirleri okuyalım da bu iddiamız
teeyyüt etsin:
Abdaliığın binasını sorarsan
Evvelâ Muhammed Ali Abdaldır
Hakikat ilminin aslın ararsan
Cümle ululardan ulu Abdaldır
Muhammed kırklarda bir hayal gördü
Bu ne hayal? deyip künhüne erdi
F ir d e v s-i âlâd a n içe ri g i rdi
öter bülbülleri, gülü Abdaldır.
Muhammed kırklara (Beli bes) dedi
Ali’yi görünce: (Allah dost) dedi.
Muhammed de abdal olmak istedi '
üçler, beşler, kırklar yolu Abdaldır
Ben bu abdalüktan geriye kalman
Tuttum abdallığı elimden salman
Hem Hatice, hem Fatıma, hem Selman
Kemer bestelerin beli Abdaldır... (ilâahiri... >
- Keınteri -

Garib ezgi adı verilen sema havasında da kırklar ve Abdal isim­


leri sık sık geçer:

imamlara temannamı yitirdim


Tavafın kabuldür Abdal dediler
Kırklar ile bir meydanda oturdum
Tavafın kabuldür Abdal dediler
92 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Hızır elim aldı arş’a götürdü


Bir saatte Kerbelâ’ya yetirdi
Ol demde melekler şerbet getirdi
Tavafın kabuldür Abdal dediler (İlâahiri...)
- Sersem Abdal -

Görülüyor ki, abdallık tâbirinin (kılık, kıyafetle... Oto­


rite ve vakarla) hiç bir alakası yoktur. Giyim, kuşam, zengin­
lik, fakirlik, gibi izafî kayıtlardan ari bir gönül işidir bu.. Onun
için bazı ârifler demişler ki:
— Eğer Belh hükümdarı İbrahim Edhem bizim zama­
nımızda olsaydı, tahtına hiçbir zarar getirmeden, onu İrşad
ederdik.. •
Bundan anlaşılıyor ki, (Arif-i nefs olmak veya ölmeden
evvel ölüp dirilmek veya Abdal olup hakka vuslat etm ek) gi­
bi tâbirlerin medlûlü, özge- bir âlem, ilâhi bir aşk v e şevke da­
yanan mânevi bir halet olsa gerek..
Bazı şairlerin bunu rnüeyyed sözleriyle bu bahse son ve­
relim.
Levh-i dil’den sil hicabı ey gönül câııâna bak
Kim vücudün şehri içre aç gözün canana bak
- Nakşi Akkirmani -
llaşr ü neşri bunda gör diivay-i ferdiyi bırak
Çar anasır, şeş cihetten hükmeden (}J şah’a bak
Mir’âti -
(Men aref) den oku dersi mekteb-i irfâna gel
Bilmeyen kendi vücudün, hakkı bilmez kandedir
Bilmeğe sây eyle vahdet sırrım gel zâhidâ!.
Bulmayan kesrette vahdet cem’i bilmez kandedir
- Üsküdarlı Hafjim -
Lâyemût olmak için ölmelisin kablel’mevt .
Yoksa bil nıisiye-i haline ketb-oldu yemüt
- Üsküb’lü Sırn -
Hak kendini halka bildirmek için
insanı kendine timsâl eyledi
Kur'an-ı nitıkm tefsiri için
Kur’an-ı samiti irsâl eyledi

»
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 93

Kur’anda buyurmuş ol rabbülfelak


Aç gözünü kendi ^^ne bir bak
Hak sıfatı sende ikmal eyledi
insan kainatta olmuş bi-bedel
(Vettin)i suresi şerh, etmiş güzel
Halkı ikaz için hallak-ı ezel
Bunca peygamberler irsal eyledi
Vâız bu esrara değildir agah
(Leyle-i mirâc) da hazreti Allah
Bir suret-i (şab-i emred) de nagıih
Peygambere arz-ı cemal eyledi.
— Harabi —
33 ---
Fırsat elde iken bir amel kazan
Gül cemâlin bir gün soisa gerektir
Zevkine aldanma, tapma dünyaya
Dünya malı bunda kalsa gerektir
Cahil bildiğinden hiç geri kalmaz
Bin nasihat etsen bir pula almaz
Kişinin ettiği yanına kalmaz
Herkes ettiğini bulsa gerektir
Yarın hakkın divanına varılır
‘ Rûz-ü mahşer günü sual sorulur
Günahın tartarlar, mizan kurulur
Anda, haklı hakkın alsa gerektir.
Bana böyle geldi mevlâdan hitap
• D il tutulur oldem verilmez cevap
Kimine lûtfolur kimine azab
Cennet, tam u hakdır, dolsa gerektir
(G ene Abdal) ım hakka yanık olana
itikadı bütün sâdık olana *
Hakikatta hakka âşık olana
D ivan’da şefâat olsa gerektir
t:ıah:
Gene Abdal’ın bu sözü, açık olmakla beraber (dünya ma­
lına tapma) tâbirini yanlış anlayanlar olmasın, diye, bir iki
94 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

söz söylem ek lazım geldi. Genci demek istiyor ki:


«— Para hırsına, mal tamahına düşüp de, şunu bunu al­
datma.. Dünyanın fahiş zevkleri için, para toplayacağım diye,
doğru yoldan sapayım deme. (H elâl-i m in’allah) dan kazan.
iy i bil ki, bir gün - gül gibi olan bu cemâlin solacak, hak­
kın ulu divanına varacaksın. Orada yaptığın işlerden sorula­
caksın. Aklını başına iyi topla. Fırsat elde iken iyi amel ka­
zanmağa çalış.
Ciddi bir kulluk yapabilirsen, divan’da sana şefaat eder­
ler. »
— 34 —
Ey benim sevdiğim nûr-u penahım
Pirim cemâlini göresim geldi
Kaldır nikabını, llıtfeyle şahım
Pirim cemâlini göresim geldi
Bir ismin Ali’dir, Haydar-i kerrar
Hasan H ulk-i.R ıza, bir zât-i envâr
Hüseyin şahımdır, mü’mine didâr
' Pirim cemâlini göresim geldi
Şah imam Zeynel’dir, M uhammed Bâkır
Keremler kânıdır, Sadık-u Câfer
Kerem eyle, hüsnün kabesin göster
'Pirim cemâlini göresim geldi
Kâzım, Rıza, Taki, Naki, Askeri
Cümlenin, M uhammed Mehdi serveri
Muradım isterim, bilinem gayri
Pirim cem âlini göresim geldi
(Genci Abdal) güzel söyledi halin
Erenlerden almış feyz ü kemalin
E y imamlar şahı, göster cemâlin
Pirim cemâlini göresim geldi
— 35 —
Gece gündüz zikrim, virdim okurum
On iki imamlar, şah deyi deyi
D ost bağında bülbül gibi şakırım
On iki imamlar, şah deyi deyi
Coşkun sular gibi akar çağlarım
Ciğerciğim şerha şerha dağlarım
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 05<

Şefaat isterim, yanar ağlarım


On iki imamlar, şah deyi deyi
Hak M uhammed Ali Padişahımdır
Namazım, niyazım, secdegahımdır
M ünacat eylerim, adil şahımdır
On iki imamlar, şah deyi deyi
Sen bir gani şahsın, şenindir şefkat
Keremler kanisin, ey nur-u kudret
İsterim didar’ın, el’aman mürvet
On iki imamlar, şah deyi deyi
(Gene Abdal) ım dil’de saklarım razım
Kıblegahım sensiıı, kıldım niyazım
Kabul eyle, meded, naz ü niyazım
On iki imamlar, şah deyi deyi

1zah:
Genç Abdal’ın, bu iki nefesinde anlaşılmıyacak bir cihet
yoktur. Bütün Bektaşiler gibi; Pirinden, on iki imamdan is-
timdad ediyor. Yalvarıyor, yakarıyor, ağlıyor, sızlıyor ve:
(— Gece, gündüz, benim, nazım, niyazını, virdim, zik­
rim, fikrim hep sizsiniz, el’aman, meded, mürvet!.)
diye çırpınıp duruyor.
(Her mekan bir Tür olur, gerçek münacat ehline)

— 36 —

Muhabbet kapısı açıldı bize


Bu gün pirler ile ülfetimiz var
Gelmesin gallaşlar, meclisimize
Bizim erenlerle sohbetimiz var
Ayn-i cem’de herkes muradın buldu
Donandı meclisler, nur ile doldu
Hep erenler, evliyalar cem ’ oldu
Bu dem bayramımız, seyranımız var
Pirler ocağında bizim yerimiz
Riza’dayız, taşra çıkmaz birimiz
Dolu kadeh sunar, gani Pirimiz
K evser şarabından işretimiz var
96 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Pîrler huzurunda, demler içildi


Kudret hâzinesi anda açıldı
O meydanda lal ü gevher saçıldı
Erenler halidir hikmetimiz var

(G enci Abdal) tekbir getirdim, Allah


Güruh gülbenk ile, Alllah eyvallah
Pir elinden giydik elhamd-ü lillâh
Başımızda tâc'.ı devletim iz var

izah:
Gencinin bu nefesi, bir (ayin-i cem ) meclisi tasvir e t­
mektedir:
(Canlar toplanıyor, dem sofrası kuruluyor, peymaneler
sunuluyor, kudret hazinesi açılıyor, tâl ü gevher saçılıyor, tür­
lü hikmetler oluyor, Ayin-i cemde herkes murad ve maksûdu­
nu buluyor.)
Bütün Bektaşî şairlerinin nefeslerinde buyruklarında
mütemadiyen bâde’den şaraptan bahsetmeleri, onların ne ra- •
kının faziletini âleme anlatmak, ne de şarabın reklâmcılığını
yapmak için değildir.
B u zümrenin, bunu dile dolayıp durmalarının bir sebebi
vardır:
R ivayete göre, Selman-ı Pak, kırklar meclisinde, (üzüm )
ezmiş. Bu üzümün suyunu, birisi içmiş, fakat hepsi birden
m est olmuş. Gönülleri birleşdiklerini anlamışlar, bunu tecrübe
etm ek için, birisinin kolundan (neşter) le kan almışlar.. D i­
ğerlerinin de kollarından fışkırmış.
Bu sırada, arkadaşlarındn birisi dışarıda (pervane) imiş,
yani, gözcülük, bekçilik ediyormuş, v e ayini-cemin oturduğu
evin damında bulunuyormuş. Onun da kolundan bir damla
kan damlamış, damın tavanını delerek meydanın orta yerine
a^m ş.
Bazı Bektaşî şairleri bu ezm e) hadisesini söyle­
dikleri şiirlerde anlatırlar:

M^ünkirin as,keri Şam'a çekildi *


Mümin olanlara name yazıldı
(S eyyid Ali Sultan, nam-ı diğer K ızıl D eli)
Âl-i Tâhâ, nesl-i Yasin Hazreti Seyyid Ali
Server-i kavm-i mevâlî sırr-ı Şah Kızıl Deli
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 97

Kırkların ceminde (engür) (î) ezildi


Ezen de, ezdiren Ali’dir Ali
— Bosnevi —

(Engür ezme) şu şiirde de geçer:


Güzel şah’dan bize bir (Dolu) geldi
Bir sen iç sevdiğim, bir de bana ver
Hünkar Hacı Bektaş Veli’den geldi
Bir sen iç sevdiğim, bir de bana ver
Herkes sevdiğini tanır sesinden
Şah’ın muhabbeti beni has eden
Selman’ın keşkülün doldur bu (su) dan
Bir sen iç sevdiğim, bir de bana ver
Payım gelir erenlerin payından
Muhammed neslinden, Ali soyundan
Kırkların ezdiği (engür suyu) ndan
Bir sen iç sevdiğim, bir de bana ver
Beline kuşannuş nurdan ,bir kemer
içmişem doluyu yüreğim yanar
Herkes sevdiğinden bir dolu umar
Bir sen iç sevdiğim, bir de bana ver
Senin aşıkların kaynadı coştu
C^ûnı uğrunda (ser) inden geçti
(Sefil Hüseyin) im bir dolu içti
Bir sen iç sevdiğim, bir de bana ver

*
**

H er işleri, her hizmetleri Türkçe bir tercümana bağlan­


mış olan Bektaşilik, kırmızı ve beyaz renklerdeki bâdelere de
tercüman vaz’etm iştir... Örnek olarak, bazı kısımlarını alalım:
(Bismi şah, Allah Allah, sır ola, nur ola ... İçtiğimiz şera-
ben tahur ola. Kırkların ezdiği engür ola ... Dertlere derman,
gönüllere imân ola. Ak yazılı sultan, kızıl deli sultan efendile-
keremi var ola.. Him met-i ruhaniyeleri üzerimizde ha­
zır ve nazır ola.. Allah erenler, birlikten, dirlikten ayırmaya.

(1) Engür: Üzüm demektir.


Forma : 7
98 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

M uhabbet aşkına içile ... Yuf münkire, (1 ) lanet Y ezid’e ...)


ilâahiri...

Bektaşîlere göre, kuru softalara, ham mutaassıplara bu


(m ey) den nasip yoktur. Çünkü, onlar gurur şerbeti içmişler,
kıyamete kadar ayılacak halleri yoktur.
Eğer, meydanda elden ele dolaşan ilahi aşk şarabını gör­
müş olsalardı, içmeden ödleri patlar, yahut akıllan yerinden,
oynardı.
Şayet şaka olsun diye, aşkın şerabından (2 ) bir kadeh
sunsan (Estağfurullahıl’azîm ) derler.
Ham softalar bu şerabı ahirette içeçeklerini sanırlar...
Yarın Cennet’e girecekler, bu şerabın zevkini orada çıkara­
caklardır.. İçip içip mest olacaklar, gılmanlar’la baş başa verip,
billfır gibi Huri kızlarını sineye çekeceklerdir!..
İşte ham softaların ibadetlerinden gaye, âhirette bu .ne­
ticeyi elde etm eyi sağlamaktır. Halbuki ibadetten gaye; Alla­
hın rızasını tahsil etmektir. Yoksa huri kızlarla sarmaş dolaş
olmayı temin etmek değildir.

(Karp^uzu büyük Hacı Hasan Dede) rnin bade dilenme bakınız:


Sakî! Gel seninle bade sunalım
Gülüm saki, sun aheste aheste
Sub’ha değin kalk muhabbet edelim
Cenım ^&î, suıı aheste aheste
Cümle evliyalar bâde sundular
Ol (Masiva deryası) ndan geçtiler
Kırklar da âb u hayatı içtiler
Gülüm sakî, sun aheste aheste
Muhammed Ali’den destur alalım
Varıp eşiğine yüzler sürelim
On iki bahçenin gülün derelim
Canım saki, sun aheste aheste

(1) Münkir: Allahı inkar eden dini kendi menfaatine âlet eden kimse,.
(2) Şarab: Arapçada şerbet demektir.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 99

(Hasan Dede) aşk katarın yederken


ikilikten geçip bire giderken
Bugün pirimizden destur var iken
Gülüm saki, sun aheste aheste

Bir- de Mevlâna Celâleddin-i Ruınî’yi dinliyelim:


Müslümanem! Menem rind ü harabat
Yerim meyhanedir, işim nıelıimet
Se zahidem, ne zühdüm var, ne ilmim
Ne taat bilürem, ne hud ibadiit
Ne dinim var, ne mezhebim, ne kıblem
Ne mescid bilürem, ne bâng-i kamiit
Menem ol kibri makamım deyr içinde
Veli aşka getirmişem iradat
Çıkıp meyhaneden gülbank ururen
Harabatım harabatım harabat
Palas arkamda vo devtimde nakus
Kehzünnar kuşanurem keh alâmât
1 Kes elini, ayağını, dilini
ikende nefsine verme iradat
Eyi (Monla Celilleddin) ne sırdır?
Adın zahid, özün rind ü harabat

Mensuresi:
«E y müslümanlar! B en kalender ve harabati bir insa­
nım. Benim yerim m eyhane, işim de melamettir.
Ben, ne zühdü olan zahid, ne de ilmi olan bir alimim.
Ben taat ve ibadet denilen şeylerin hiç birini bilmem.
B ende ne din var, ne m ezheb var! K ıble ve mescid de­
nilen şeyleri de bilmem. Ezan ve kam et seslerini de b u kula­
ğım işitmez, duymaz. Benim tek bir m eziyetim var. O da an­
cak aşka iradet getirişimdir. Bazan, meyhaneden çıkar, gül-
benk urmağa başlarım. Öyle bir harabatım, ki harabatın ha­
100 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

rabatıyım. Beni kâh arkamda palan, elimde (çen) olarak gö­


rürsünüz, kâh belimde nasârâlar gibi zünnar bağlar, kâh baş­
kalarının âlametlerile nişanlanırım. B eni böyle görünce, sa­
kın zemmetmeyin! Benden elinizi, ayağınızı, dilinizi kesin.
Durub dururken nefsinize sakın bir irâde vermeyin!
E y Molla Celâleddin! B u ne sırdır? Seni karşıdan gören­
ler bir zahid sanırlar, halbuki senin özün kalender ve harabat
insanların hallerine benzer. ( 1) »

Yukarıda geçen sözlerin, hiç birinin makam-ı şeriatta y e­


ri yoktur. Erbab-ı şeriat, her şeyin dış manâsını aldıkları için,
hükümlerini zâhir duygularına göre verirler. Onların bâtın
âleminden, iç mânadan haberleri yoktur.
M eselâ onlar D ertli’nin:
Getir saki mey engürü, ki el tutmaz ayak tutmaz
Ani zahid yasak ettiyse, aşk ehli yasak tutmaz
Beytini işitseler şöyle mâna verirler:
— Bu adam, şeriatın yasak ettiği zakkumu kullana kul­
lana vücudu (Alkolik) olmuş, eli ayağı tutm ayan kötürüm bir
zavallı vaziyetine düşmüş, pek yazık olmuş.. Vah, vah!.
D iye izhar-ı teessüf ederler. Veyahud (H ilm i) nin:
Getir ey saki-i gülçehre mey-i gülgûni
Vire teskin-i hararet, dil-i sazanımıza
B eytini duysalar:
— Bu adam ya, zendost veya m!lhbub perestir. Çünki,
gül yanaklı bir dilberin elinden kırmızı renkli bâde bekliyor.
yanmış yüreğini bununla söndürecek. derler (B âde) ile (C e­
m âl) kelimelerinin iç mânâlarını bir türlü kavrayamazlar.
Bektaşilerin içki bâbında söyledikleri bu müdhiş sözle­
rin, hakikat manâsını kavrayabilecek olanlar, yine kendileri­
dir.

(1) Mevlana, bu sözleriyle; A llah ı arayan her insanın, n e dilde, n e d in­


de n e m ezhepte olursa olsun A llah’ı bulacağını söylüyor. V e «Allah, her
yerde m evcuttur. Elverir ki halis niyetle ona doğru gidilsin.» d<>rnek is­
tiyor.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 101

Onlar peymânelerini iki cihana değişmezler.. Hiç bir va­


kit bunsuz olamazlar.. Her şeyden evvel bu berrak bade ge­
lir, kendini gösterir.. Bâdesiz hemen başları döner. Badelerini
her güzel şeye tercih ederler.. Tâbir-i diğerle her güzel olan
şeye bâde gözüyle bakarlar.. Hatta pek sevdikleri şah -1 velâ-
yeti bile (Kadehe, şişeye) benzetmişlerdir.

Bakınız Virani’ye bunu nasıl ballandırır:


Ali’dir kadehim, Ali’dir şişem
Ali’m sahralarda morlu menekşem
Ali dolu yedi iklim dört köşem
Tadına doyulmaz balımdır Ali’m.

Bir kadeh rcdifli şu şiire bakınız: *


'Ten, harabat oldu amma, dil surahi, can kadeh
'.Vlen bu aı)k ile ölürsem, din şırap iman kadeh
Tevbe et vaiz dedi kürside, mey nûş etmeyin
Hey maazallah elimden dar ola bir an kadeh
Halk-ı âlem mahşer olmuş, titreşirken zahidi!
Saye-i arş-i azimde devreder irfan kadeh
l’ekke-i rindânedir meyhaneler (bezm-i elest)
!\1ey, muhabbet bakidir, ralımet-i merdan kadeh
Aşk-i deryasında (Şeyhi) eylemiş yelken kıişad
(AVem-i evvel) bilir kİ <Men aleyha fan) kadeh.

**

iki ayyaş şairimizin bade hakkında söyledikleri şu şiirleri hep


birlikte okuyalım: .

Esbâb-ı meyi eyle müheyya ne durursun?


Amade ise saki getür. yâ ne durursun?
Mir’at-ı dili tuttu elem jeng-i hümari
Ayinemizi eyle musaffa, ne durursun?
• 102 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Göz yası ile ağız açarak gözler isem d ^


Saki meded et, hâsıl-ı mana ne durursun?
Nûş eyliyelim saki getür cami, uzatma!
Et bezme biram .kamet-i ba'IA ne durursun'!
Saki öpelim bir dem ayağın bize lütfet
Lfıtf eyle bize cam-ü cem ara ne durursun?
Ayağına düştük, elimiz tut meded eyle
üftadelerin hali hüveyda ne durursun?
Hem âsık-1 didarınızız hem teşne-i câmın
Ey saki yetişir bize sahbâ ne durursun?
Saki, mezesiz mey içilir mi? Ne demektir,
Her camde bir buse kıl ita ne durursun?
t Gülçehre-i saki ile mey, maye-i aşktır
Nûş et meyi e:r (Zikri.i) seyda ne durursun?

Yaslanmadığını köşe-i meyhane mi kaldı?


Nûş etmediğim bade vü peymane mi kaldı?
Bülbül gibi her şim ü seher sahn-i çemende
Zâr etmediğim arsa vü kaşane mi kaldı?
Mecnun gibi bir kakül-i reyhıine düşelden
Bend olsa aceb mi, dil-i divane mi kaldı?
»
Hak kadı olup nıiibi peygamber olunca
Dâvamız o dildir ile divane mi kaldı?
Cevretmek aceb, ben gibi biçare (Lezizi)
Ol sımbeden, kâkül-i reyhane mi kaldı?

Bu fettan kadehin dünyalara ne fitneler saldığını, din ü


imanını buna fedâ eden insanların acıklı hallerini okuyunuz
da ibret alınız!
Görünüz ki, nice izz ü vekar sahibi olanların yakasına
sarılmış, sakalından kavramış, benliğini, varlığını unutturmuş,
haysiyet ve şerefini ayaklar altında payimaI etmiştir!.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 103

Bir damla ağzıma koymamışken, bunun bahsi üzerinde


yürüyüşümüz bile, benim de başıma vurdu. N e yazdığımı, ne
söylediğimi kendim de idrâk edemez hâle geldim. Allah, buna
m übtelâ olanların yardımcısı olsun.
(Çekme tesbih-i riyâ, (humhâne) den peymane çek>

Şimdi biz, Bektaşîlerin, bâde üzerinde bu kadar duruş­


larının ve bunun üstüne şiddetle düşkünlüklerinin hikmet-i
vücudunu araştıralım.
İstanbullu Hilmi D ede’nin bir nefesinden aldığım şu b

yitler, kadehin mahiyetini, içkinin hakikî mânâsını, Bektaşi-
lerin bunu dile dolayıp durmalarındaki sebeb ve hikmeti açı­
ğa kor;
Rind-olur sahbay-i aşkı nfiş eden mestanemiz
Mest olur kudret kelâmın gûs eden rindanemiz
Mübtelay-i müskiratız san^a ey ziıhid bizi
Râde-i aşk-ı ilihile dolu peymanemiz
Saki-i bezm-i ezeldir pirimiz hünkâr-i aşk
Yek-vÜpâduz âlem-i vahdette yok bigânemiz
Hıice-i ilm-i ledünden ders-i hikmet ahzi.ne
Bir debistân-i maarifdir bizim demhanemiz
ilıiahiri...
Yani:
(Bizim aşk dolumuzu içen mestânelerimiz, rind meşreb
olurlar. Kudret kelâmını işiten rindlerimiz derhal m est olur­
lar.
E y zahid! Sen bizi içkiye mübtelâ olan derbederlerden
zannetme. Bizim peymanem iz, yani kadehimiz aşkullah, şev-
kullah ile doludur.
Bizim sakimiz (E lest) meclisinin sakisi ve pirimiz de aş­
kın padişahıdır. Bizler, âlem-i vahdette yek-vücûdüz, aramız­
da yabancı yoktur. İlm-i ledün öğreten hocamızdan h^rnet
dersleri almak için. bizim (dem hane) miz bir irfan mektebi­
dir.)
104 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bektaşîlerin .özel kanaatına göre: Bâdeyi sunan da içen


de mest olan da, zevkini süren de tek bir kişidir: Cânan!
Bu, şu demektir ki, şerab-ı lâ-yezâl ile mest-i lâ-yâkıl o-'
lanlar, cânân ile iş birliği yapmışlar, hiç tereddüd etmeden,
kendi öz canlarını, cânanın canına gönüllü olarak katmışlar,
ikilikten kurtulmuşlardır. Yâni, (vücûd-i hakiki) yi kendi öz
sahibine terk ederek, aradan sıyrılıp çıkmışlardır.
Tevekkeli, Fuzuli şöyle dem emiş :
(Ey Fuzuli, Can veren cânâna noksan etmedi.)

(Mey ve bâde) bahsimize son verirken, (Rûhî-i Bağdadi) nin


tercii bendinden aidı^rnız şu parçaları, sayın okuyucularımıza sun­
maktan ^^^mıizi alamadık:

sanman bizi kini şire-i engür ile mestüz


Biz ehli harabâttanuz, mest-i elestüz
Ter dâmen olanlar bizi âlûde sanur, lik
Riz Mâil-i biıs ü leb ü câm-i kef-i destüz
Sadrin gözedüp neyleyelim bezm-i cihanın
Pay-i hum-i meydir yerimiz bâde-pereçinz
Mâil değilüz kimsenin aziınna amma
Batır şiken-i zabid ü peymane şikestüz
Bu alem-i fanide ne mir-ü ne gedayüz
Âlâlara âlfilanuruz, pest ile pe^-üz
Hem’kise-i (erbab-ı dil) iz, arbedemiz yok
Meyhanedeyiz gerçi veli, aşk ile mestüz

Vardım seheri tıiat için ^mescide, nagih


Gördüm oturur halka olup bir nice ^gümrah
Girmiş kemer-i vahdete almış ele tesbih
Herbirimiz vird*i zabaru çel ii pençâlı
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ lO'.i

Dedim; ne alırsız, ne satarsız, ne verirsiz


Ki asla dilinizde ne nebi var ne hud Allah
Dedi biri kim: şehrimizin hakinı-i vaktı
Hayr etmek çin halka, gelir mescide her gah
ihsanı ya pençalı ve çel'dir fukaraya
Sabret ki demidir gele ol mihr ü felek cah
t
Geldiklerini mescide bildim ne içündür
Yüz dönderüb andan, dedim: ey kavın olun ag:ih
Iiim sizden irağ oldu ise hakka yakindir
Zira ki dalâlet yoludur gittiğiniz riih
Tahkiyk bu kim, ettiğiniz zerk u riyadır:
Taklid ile siz, taatiniz cümle hebadır

Sofi ki riya ile eder kendüyü mensûf


Evkat-i şerifi ola taklid ile matuf
Minberde hatib ola ve mahfilde muarrif
Ar eylemiye cehi-ile olduğuna mariif
A y in e -i .kalbini ked ilret e d e tir e
Revzenleri feyz-i hak ile olmaya mekşiif
Cem'-i kütüp etmekle ne mümkün ola vakıf
Esrar-i huda-ya ki ola mürşide mevkuf
Zatindeki isıir-i kemal olmaya, her’dır
Şâl-i siyeli eğnine giyinmiş, ya yeşil saf
Alemde ki kâmil çeke gam, zevk ede cahil
Yerden göğe dek dimez isem, yer, bana der
Çün hak diyeni eylediler zulm’ile berdar
Batıl söze ağaz edelim biz dahi naçar

Yuf! irarıne dehrin gül-ü giilzanna hem yâf!


Ağyarına yûf, yar-i cefakiinna hem yûf
Bir ayş ki mevkuf ola keyfiyet-i hamre
Ayyaşına yûf, hamrine, hummarına hem yûf.
106 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Zi-kıymet olunca nideliın cah ü celali


Yûf, anı satan diın-u heridarına hem yûf.
Alemde ki (bengi) ler ola vakıI-ı esrar
Ciranına yuf, anların esrarına hem yuf.
Arif ki ola müdbir ü nadan ola ınukbil
ikbaline yuf, âlemin idbârına hem yuf.
Çerh-i feleğin sa’dine vü nahsine lanet *
ikbaline yûf, alemin idbârına hem yûf.

Çün elıH haka oldu sitem dünye vü ukba


Cehd eyle ne dünya ola hatırda ne ukba

Mensuresi:
«Sakın bizi üzüm şırasile mest olmuş sanmayın! Biz
tâ elest bezminde mest olmuş ehl-i harabattanız,. Rakı ile
eteğini ıslatanlar, bizi de kendileri gibi sanırlar.. Halbuki biz,
yalnız avuç içindeki kadehe dudak dokundurup öpmeğe ma­
il insanlarız,
Biz, bu cihan meclisinin yüksek payesine göz dikip ney-
liyelim? Bizim gibi bâde perestlerin yeri, m ey küpünün yanı
başıdır..
Biz, hiç kim seyi gücendirmek istemeyiz, yalnız zahidle-
rin hatırını yıkmakla iktifa ederiz..
B u fâni dünyada biz ne bey, ne de dilenci olm ak iste­
riz.. Yükseklerle yüksek, küçüklerle küçüğüz.
Biz gönül sahipleriyle birlikte (Kâse = çanak) tutarız,
onlarla hiçbir kavga ve gürültümüz olmaz.. Gerçi, biz m ey­
hanedeyiz, lâkin - müskiratla değil - aşk ile mest olmuşuz...»

«Bir seher vakti, ibadet etm ek için Cami’ye vardım, bir


de ne göreyim: Bir nice gümrah ( 1) halka olup oturmuşlar. .
Allahın mâbedinde, ele riya tesbihini almışlar, dillerile (K ırk

(1) Yollarını kaybetmişler.


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 107

e lli... Kırk, elli) diye evrad okuyup durmaktalar. Sordum:


— Siz ne alup satıyorsunuz? Ağzınızdan N ebi ve Allah
isimleri işitilmiyor, o saydığınız sayılar nedir öyle?
İçlerinden birisi çevap verdi:
— Bu şehrin şimdiki hakimi, her sabah halka sadaka da­
ğıtmak için bu camiye gelir... Bugüne kadar fukaraya ver­
diği ihsan, (Kırktan, elliden) aşağı düşmemiştir. - İşte biz onu
sayıklayıp duruyoruz - Sabret ki, o yüksek rütbeli zatın gel­
m esi yaklaşmıştır, sana da hisse ayırırlar...
Bunların, mescide ne yürekle geldiklerini, ibadetten
maksatları ne olduğunu anladım. Derhal:
— E y kavm. Agah olun ki, sizden her kim uzak durursa,
muhakkak Allaha yakınlık peyda etmiştir. Zira sizin tuttu­
ğunuz yol dalalet yoludur.. Sizin bu yaptığınız işler, düpe düz
müdâhene ve riyadır.. Sizin bütün işleriniz taklid, tâat v e iba­
detleriniz heba ender hebadır...
D iye bağırdım.»

«Halk, zahid’in riyakârlığını esasen anlamıştır. Çünkü


o bütün kıymetli zamanlarını taklit ile geçirmiştir... Halk
içinde cahilliği belli iken, kendisini kâh minberde hatib, kâh
mahfilde muarrif diye tanıtmağa uğraşır, bu hareketiyle de
gülünç bir vaziyete düşer... Eğer ona hakkın fey zi erişemezse
kalbinin aynası, kederinden kapkara olur.. Zahidin v e gö­
nül evi, daima garanlıktır. Yüreği hiç bir zaman ışıkla dolu
durm az... Şayed, ay ona ışık gönderse güneş kararır, güneş
nurunu gönderecek olsa, bu sefer ay tutulur.
Zahid, kitapları önüne yığmakla, esrar-ı huda’ya vakıf
olurum mu sanıyor? Heyhat.. Hakkı bildiren ancak mürşid-i
kâmildir.
Bir kimsenin zatinde âsar-i kemal olmazsa, bil ki o a­
dam (Eşek) dir... Tıpkı sırtına siyah şal örtülmüş veya y e ­
şil cübbe giydirilmiş bir eşek gibi!.
B u dünyada, eğer kâmiller gam çekip cahiller zevk eder­
lerse, yerden göğedek ben yuf demesem, herkes bana yuf bo­
rusu çeker. mademki (E nel’hak) diyeni türlü işkence ile ipe
'»■O»’-

108 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

çekdiler, bu haksızlığa karşı biz de kainata (yuf borusu) çe­


kelim.. »

«Bu dehrin dikenine yuf, gülüne yuf, gülizarına yuf!


Düşmanına da yuf, cefa çektiren yarine de yuf,
Bir içki sofrası ki, dünya şerabını içm ekle m eydana ge­
lecektir, böyle bir ayş-i nûşun ayyaşına da yuf, şerabına da
yuf, mestliğine de yuf!
Para ile satılan yüksek rütbeyi nideyim? Böyle bir rüt­
beyi satana da yuf, alana da yuf!
B u alem de ki (bengi) (1 ) ler esrara vakıf ola!!. Onların
esrarına da yuf, kendilerine de yuf, komşularına da yuf!!.
Arif olan insanlar koğulur, nadan olanlar ikbale konar­
larsa, böyle bir çerh’in bahşedeceği iyi talihe de yuf, kötü ta­
lihe de yuf!... Yıldızlarının sabit olanlarına da yuf, seyyar
olanlarına da yuf!.»

«— Belli ki, doğrulara dünya ve ahiret işkence olmuştur,


gayret et ki, gönlünde ne dünya sevgisi kala.. N e de ahiret!...»

— 37 —

Sırrın ifşa eylemez pünhan olur Bektaşîler


Terkeder gördüklerin insan olur Bektaşîler
Can ü başın terkederler cümle varından geçüp
Soyunup abdal-i veş uryan olur Bektaşîler
Fehm eder gizli derununda olan hicranını
Ehl-i derdin derdine derman olur Bektaşîler
Zahir ü batın hakikat halini ahzeyleyip
Dil rümuzu sahib-i divan olur Bektaşîler
Sure-i sırr-ı ledünnün mektebi kalbindedir
Rah-i hakkı keşfeden irfan olur Bektaşîler
Bürc-i zatın menzilinden dem ururlar (G enciya) !
Var kıyas eyle nice sultan olur Bektaşîler

(1) Beng:îçenler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 109

İzah:
Bektaşîlerin ayıb-bîn ( 1) olmadıklarını, sır sakladıkları­
n ı , hak yolunda cümle varından geçip can ve baş terk ettik­
lerini, abdal gibi soyunup uryan olduklarını, insanın içindeki
gizli derdini bilip o derde derman bulduklarını, insanın iç­
yüzünü de, dış yüzünü de bildiklerini, ilm-i ledün sırrının
mektebi, kendi kalblerinde olduğunu, Allahın doğru yolunu
keşfeden arifler zümresinden olduklarını anlattıktan sonra di­
yor ki:
(— E y Genci! Allahın sırr-ı zatinden dem uran Bekta­
şîlerin nasıl bir sultan olduklarını var kıyas et.)
*
**
Yirminci asır şairlerinden bir zatın sözü de buna benzer:
Bahr-i ilmin m evcinin ihsanıdır Bektaşîler
(N okta-i bâ) sırrının burhanıdır B ektaşîler

Pâk eder her m ücrim i, m eydanıdır darül-em an


M ürşid-i rah-i huda ihsanıdır Bektaşîler

(K üntü K enzen) kasrının miftahı, bil anlardadır


Cümle erbab-ı tarik dîvanıdır Bektaşîler

V âkıf-ı sırr-ı velâyet, m üciz-i peygam beri


Sırr-ı Mirac-ı Habib erkânıdır Bektaşîler

M enba-i feyz-i A li’dir çeşm e-i âb u hayat


S ırr-ı te v lid -i huda irfanıdır Bektaşîler

(E n tem utû) sırrının agâhıdır bil (B asriya) •


Şah Hüseyn-i Kerbelâ kurbanıdır Bektaşîler

***
(H akikatin kâfiri, şer’in evliyasıdır)
— Y unus Emre —

— 38 —
E y cümle bu âlemler ulusu koca Tanrı
E y Baki-i kayyum-ü kadir, ey, yüce Tanrı
Ya evvel ü ahir ü ya şah-i dü âlem —
Hükmünde senin küllisi uctan uca Tanrı
(1) A yıb - bin: Başkalarının kusurunu gören.
110 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

İsyanlara gark oldum efendim tut elimden


A ffet günahım, bakma sakın sen suça Tanrı
Didar-i cem alinle beni eyle müşerref
Mahfîce bu dil istedi bir tez, koca Tanrı
Lütfünle okur (G en ci) hakikatten efendim
Hakka! kamu âlemlere sensin hoca Tanrı
İzah:
Genci’nin bu nazmı, bir (m ünacat) tır:
(— E y bütün âlemlerin ulusu koca Tanrı!. Sen ne yuca-
sın.. Sen fena bulmayan daima ayakta dimdik duran ve her
şeye gücü yeten bir şâh’sın.
Ucdan uca, iki cihan senin hükmün altındadır. E v v el ve
âhır herkesin hocası sensin. Bu Genci de senden hikm et dersi
alan bir talebe kulundur. Ben isyanlara boğuldum, kaldım.
Benim günahlarımı affet de, lûtfunla elimden tut kaldır. Giz­
lice bana cemâlini göster. Benim senden yegâne dileğim bu-
dur,) diye hakka yalvarıyor.
(Olur iksir ile bakır altun)

— 39 —

Bu âlem-i sırr-ı nihandan çıkup


Hikmet-i hudaya uğradım geçtim
Haktan hidayettir gözlerim açup
Tevhid-i hudaya uğradım geçtim
Budur mü’minlerin kavli, muteber
Erenlerden oldu bize hoş nazar
Dediler bundadır sâkıi kevser
Ali M ürtezaya uğradım geçtim
Şah Hasan, Şah H üseyn şahların şahı
İmam Zeynel, Bâkır sırr-ı ilâhi .
^Cfiler’den bulunur cem iyet rahi
Bir deryaya geldim uğradım geçtim
Musi Kâzım, Rıza, Taki, Şah Naki
Anlardır hudanın sırr-ı mutlakı
Hasanül’asker’den ilm-i hakiki
Okuyup mânaya uğradım geçtim
• BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ I ll

(Genci Abdal) eder açtım gözümü


M uhammed M ehdi’ye verdim özümü
On iki imama sürdüm yüzümü
Şahım hakipaye uğradım geçtim

t:aıh:
Genci, burada on iki imamı ayrı, ayrı ziyaret ettiğini
söylüyor ve diyor ki:
(— G izli bir âlemden çıktım. Hudanın hikmet hazinele-
rine yolum uğradı, orada bana hidayet ettiler, Allahı birleme­
ği bildim, M üminlerden alınan muteber habere göre, Erenle­
rin (Safa nazar) ı lâzımmış.. Sakı-i kevser buradadır dediler,
derhal ona vardım. Ali’den sonra Hasan, Hüseyin, Zeynel, Ba-
kır’ın de Allahın sırları olduğunu bildim, hepsine de a y n ayrı
yol uğrattım. Ondan sonra, cem iyet yolunun üstadı olan
İmam Cafer’e ulaştım, bir derya olduğunu anladım. Oradan
<la geçip Hudanın mutlak sırları olan Kâzım Rıza, Taki, N aki’e
yetiştim.. Hasan’ülkeri’ye vardım. Hakikat ilmini okudum,
manayı kavradım. Gözümü açınca Muhammed M ehdi’yi gör­
düm ve ona özümü teslim ettim .)

— 40 —

H ak nasib eyledi pir cemalini


gözüyle gördüm el’hamdü-lillah
İnandım aşkile iman getirdim
Katarına girdim el’hamdü-lillâh
Sıdk-ile bend oldum sözün sağına
Eriştim ol zaman üçler çağına
Aşk ile şevk ile pîr ayağına
Yüzüm gözüm sürdüm el’hamdü-lillâh
Erler pirler ile doldu meydanım
Kalmadı gönlümde şekk ü gümanım
Pir eteğin tuttum buldum imanım
İkrarımı verdim el’hamdü-lillâh
Hu gerçeğe deyüp beni aldılar
Mürşid huzuruna çeküb geldiler
Onulmaz yareme merhem sardılar
Derman buldu derdim el’hamdü-lillfilı .
112 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

(Genci Abdal) cümle varından geçüp


D ost cemalin gördü öz gözün açup
Pîr elinden dolu bir kadeh içüp
Maksûduma erdim el’hamdü-lillah

İzah;

Genci’nin bu sözüne bakacak olursak, tarikate girdiği, ik­


rar verdiği zamanı tasvir ediyor, sanırız. Halbuki hiç de öyle
değildir. Genci bu sözünü, o vak’adan üç sene sonra, tarikatın
iç âlemini teşkil eden (M arifet v e hakikat) bâbından söyledi­
ği sezinleniyor. Çünkü yol icabı bu böyledir, esasen öyle ol­
ması da lâzımdır. Bu itibarla, izahımızı şöyle yürüteceğiz:
Her hangi bir kişinin hüsnü niyeti, ciddiyet hâli elbette-
ki kendisini daima ileriye, daima tekâmüle sevkeder. Bizim
Genci de, ilk önce aşka düşmüş, iki cihanı bir ham lede par-
maklarile çırpıştırarak gerçekler yoluna girmişti.
Fakat o meydanda, kendisine gösterilen işler bir naza­
riyat) dan ibaretti.. Ancak hayatında görüp geçireceği (ders)
in, sakınacağı tuzakların programını baş gözüyle göçmüş, eren­
lerin (sağ sözü) nü kulaklarile duymuş, buna inanarak, (E y ­
vallah) demiş, bel bağlamıştı.. Kendisine sunulan iman cevhe­
rini iliğinden, kemiğinden, kanından daha içeri, gizli ve muh­
kem bir yere saklamıştı.. B u cevheri oradan hiç kimse bulup
çıkaramazdı.. N e zenginlerin para pul şakırtısı, ne de zahidle-
rin hûr ü gılman lâkırdısı, onu yolundan döndüremezdi.
İşte Genci, hiç bir dalgaya kapılmadan, zerre kadar sa­
ğa, sola sapmadan doğruca menzile yol aldı. Şiirinde de işaret
ettiği veçhile, üç sene deyince gayesine ulaştı.. Esrarına vâkıf
oldu.. Kendisine aşkın dolusu sunuldu.. Can gözünü açtı, diye­
bileceğiz.
Bunu, bir de başka cihetten inceliyelim. Genci’nin aşka
düşüp esrara vâkıf olma m es’elesini tekrar araştıralım, ve be­
raberce, Bektaşilerin şu (İkrar tercüman) ını okuyup, üzerin­
,de azıcık duralım.
(Necef’te tmam-ı Ali’nin kabri)
Ya Rab! Beni evlad-ı Resûlün köpeği kıl
Ya Rab! Beni dergâh-ı Ali’nin eşeği kıl
No: 7 — Aşki Dede

(Bağdadda İmam-ı Musa-i Kâzım’ın metfun bulunduğu cami)


Ta ezelden Hubb-i Hayder urdular bünyadimı
Sevmişem can-ü gönülden men İmam-ı Kazim-ı
No: 8 — Virani
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 113

1KRAR TERCÜMANI:
Hamdü-Iillâh kim, oldum, bende-i has-ı Huda
Can-ü dil'den aşkile hem gaker-i A l-i Aba
Rah’i zulmetten çıkıp doğru yola bastım kadem
Jlib-i gafletten uyandım, can gözüm kıldım küşi
On-iki imam bendesiyeın, ben güriıh-i Naci'de
Yetmiş iki fırkadan oldum beri, dahi cüd;i
Mezhebim Hak Caferi'dir, iştibahım yok benim
Pir-i üstadım Hacı Bektâş Kutb-ü evliya
Hak deyüp (Bel bağladım) ikrar verüb erenlere
Mürşidim oldu Muhammed, Rehberimdir Mürteza

T am metnini verdiğimiz bu ikrar tercümanında gözü­


müzü çeken:
(Hâb-i gafletten uyandım, can gözüm kıldım küşâ)
Tabiri var.. Acaba, Genci ikrar verdiği gece, hem en gaf­
let uykusundan uyanmış ve can gözünü açmış mıydı?
Tabii bu, bizce meçhul olmakla beraber, Bektaşîlerin,
yeni ikrar verenler için kullandığı: (Anadan yeni doğdu) ta­
birine bakılacak olursa, her halde bu, zaman meselesi olsa ge­
rektir.
Mâsum bir çocuğun vücudunun tombullaşması, gelişme­
si lâzım değil midir? Genci ise, o gece henüz (cenin) halinde
idi. Tabir caizse, yum urta içinde harekete gelmişti amma, he­
nüz gagasile kabuğunu delip, dışarıya baş vuramamıştı.
Şiirde de işaret ettiği üzere (üçler çağı) na kadar bekle­
di. U sûl ve icaba göre hareket etti. D ert hasıl etti. Verilen
(telkin) e göre dürüst, düzgün adımlar attı, merhaleler kat’-
etti, kulluğunu isbat etti, ondan sonra can gözü açıldı, (mari-
fet-i nefs) hasıl etti. İkrarının m eyvasını dermiş oldu; diye
hüküm vermek mümkün olabilir ... »
*

Pek çok Bektaşi şairleri, şiirlerinde (Can gözü, can ku­


lağı) tabirini sık sık kullanırlar... Bu tabirler üzerinde biraz
duralım:
Forma ; 8
" T* r.

1 14 BEKTAŞÎLİĞİN İÇ Y Ü W

Bektaşiler, can kulağı tabirini (İntibah duygusu) veya


(kulak oyunu) diye isimlendirirler ve bu remzin can gözü a­
çılmadan evvel vakî olduğunu söylerler ve bunu da şu delille­
re istinad ettirirler: -

1 — (Ahd-i ezel) de (Elestü birabbiküm) hitabını, ku­


lak, gözden evvel duymuş değil midir? (1).
2 — Hazreti Musa, Sina dağında, Allaha münacat eder­
ken:
— E y Rabbim! Bana cemâlini göster.
D iye bağırdığı zaman, kendisine Allahdan:
— Şimdi,göremez sin! cevabı gelm edi mi?
3 — D avud peygamber, (bu kâinatın' yaratılmasındaki
hikmet ve sebebi) Allahtan sual ettiği zaman, cenab-ı Hak’-
dan kendine cevap gelmedi mi? V e bu cevabı, Davud kula­
ğıyla duymadı mı?
4 — Daha sonra, Hazreti M uhammed’in B atın kulağı:
— Ya Muhammed!
Sadasını işiterek, bu yakıcı sese âşık olmadı mı? V e bu
aşkı yüzünden, Allahı görmedi mi?
Bektaşîlerin itikadınca, işte bu ateşli ve dehhâş ses, bu
temiz yürekli kâm il adamları, gözlerinden daha evvel, kulak
yolu ile harekete getirdi. Kulak uzvu, göz uzvuna sebkat etmiş
oldu. •
Görmediğimiz bir dilberi arkadan arkaya bize medh et­
seler hiç şüphesiz kulağımız, gözümüzden daha evvel, o dil­
bere âşık olur.
(Kum biiznillâh) nidasını duymıyan bir (ölü) hiç ayağa
kalkabilir mi?
B u bahsi alâkalandıran şu beyitlere bakınız:

Ehl-i tevhid’in kamâ azası olmuştur kulağ


El, ayak, göz hep lisandır, ardı öndür, solu sağ
— Haşim —

( 1) Bektaşîler, bu hitabın gelip g^ici bir şey olmadığını, hiç arkası ke­
silmeden, harfsız, savtsız el’an devam ettiğini her ne zaman kulak uzvu­
muz, işitme kudretini bulursa, bu sesi duyabileceğini söylerler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 115

Her ne görürse gözün bil, sırr-ı subhan andadır


Her ne işitse kulağın, mağz-i Kur'an andadır.
Niyazi —
Semi’ ismine mazhar ol, İşit tesbih-i eşyayı
Basîr ismine mazhar ol, görürsün sen ,müsemmayı
— Basri —
Tecelliyle yanan kûh-i bedenden bir haber alsan
Neler söyler gönül tur’ündeki Musa'yı söyletsen
Nice ihya olur mevta, ne kim gözler anı görse
Münadî! Kaddin üstünde duran isâ'yı 'söyletsen
— Kadi —

41 ---
Hakkın ulu beyti, haremi vârı gönüldür
Fazl u şerefi, defter-i esrarı gönüldür 9
Aç can gözünü rah-i azime nazar eyle
Çün ilm-i hafi tekke-i envarı gönüldür.
Bir mürşid-i kâmilden oku ders-i hakiki
Agah olasın sırr-ı ilim şarı gönüldür
Ta (Bezm -i elest) ten beri her bir dem-i vuslat
. Ariflere hak menzili didarı gönüldür.
Sen hane-i kalbinde gözet nur-i ilahi
Aşk ehline feyzi verenin yâri gönüldür.
Anda taleb et bulmağa (Gencine-i aşkı)
Ol dâr-i şifa bâbı anahtar gönüldür.
— 42 —
M uhammed Ali’ye salavat eyle
K evser şerabından içmek istersen
Ali evladına muhabbet eyle
Gevheri sırçadan seçmek istersen
Ulaş bir mürşide vâden yetm eden
Müşkülün hallolsun fırsat gitmeden
Sorusuz hesapsız azab görmeden
Sırat köprüsünü geçmek istersen
Mürşidin rehberin nefesin hakla
Erenler sırrını kalbinde sakla
K albini mamur et özünü pakla
Aşkın deryasına dalmak istersen
116 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Arayub da aslı zâtin bulmalı


• Derûnunda nûr-i iman dolmalı
Hakik-:ıtta kâmil sarraf olmalı
Cevherin kanını bulmak istersen
(Genç Abdal) ırn hikmet yüzünden söyle
Yolda doğru yürü, eriş menzile
On iki imama bir niyaz eyle '
Erenlere sırdaş olmak istersen
İzah:
Genci, bu iki nazmında gönülden, aşktan, Haktan ve
hakkın nurundan bahs açıyor. Biz de bunun üzerinde yürü­
yelim;
Birinci nazımda: '
Sen hiine-i kalbinde gözet nûr-i ilahi
Aşk ehline feyzi verenin Yıiri gönüldür
Diğerinde de:
Kalbini mamur et özünü pakla
Askın deryasına dalmak istersen
diyor. Aşkın deryası mı olur? Aşk ehli kime derler? Aşl{ deni­
len şeyin mefhumu nedir?
Şimdiye kadar, bu aşk kelimesinin medlûlünü öğrenmek
için,, birçok kimselere sordum. Buna herkes türlü türlü mâna
verdiler.. Verilen cevabların hiçbirisi beni tatmin etmedi, ci-
va gibi zihnimden kaydı kaydı kaçtı...
K im i diyor: Aşk denilen şey, insanların iradesidir, gönlü
ne dilerse onu yapar, yerine getirir.
Kimi diyor: Aşk insanların niyetidir. İyi veya kötü, ne
gibi bir niyet edersek kuvveden fiile getirir....
K im i diyor: Ruhumuzu okşayan, zevkimizi gıcıklayan
her hareket aşktır.
Kim i diyor: Aşk, insanın evvelce bağlandığı yalancı A l­
lahıdır. Meselâ: Bir kıza sevda bağlamak; yahut bir küheylân
ata merak edip beslemek; v e yahud çil çil altınları görünce
gözünü, gönlünü ona kaptırmak, yalancı bir Allaha tapmak
demektir.
T ut kelin perçeminden.... Şu halde, herkesin kendi gönlü
rizasile sevdiği ve onun üstüne demirbaş gibi oturup mıhlan-
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 117

dığı şey ne ise, kendisinin düpe düz mâbudu, o olmuş oluyor.


Hani, yabana atılacak mana da değil...
Hazreti Peygamberin: (M aksudunuz ne ise, mabudunuz
odur) sözüne de uygun düşüyor, bu fikirdir. .. (1 )
Şükrü Baba’ya: (Aşk nedir?) diye sordum; o da şöyle
heyecanlı bir vecize savurdu: •
— Aşk, dumansız ateş; Aşk, konaksız yolculuk; Aşk, a-
nahtarsız kilit; Aşk, kadehsiz şarap içmekten ibarettir.
Şairlerin sözlerine bakıyorsunuz, her birisi bir telden ö­
tüyor. Bazı aşıkların bu husustaki sözlerinden örnekler vere­
lim: .
Gel gel yanalım ateş-i aşka
Şüle verelim ateş-i aşka
Evvel aldandım, pek kolay sandım,
Durmayıp yandım ateş-i aşka.
Aşk ehli ölmez yerde çürümez
Yanmayan bilmez ateş-i aşka
— Nesimi —
Aânay’i aşk olanlar vakıf-ı irfan olur
Vâsıl-ı didâr olan dembeste vii hayran olur.
—Resmî —
Liile-i aşkı takın Mecnun gibi sahrayı bul
Gel beri Leylâ yüzünden Hazreti Mevlâyı bul
. — Safderî —
Ey gönül âşık değilsen sûz-ü tabin aslı ne?
Nâr-i aşka düşmedinse, iztirabın aslı ne?
" — Nerkisı —

(1) Peygamberin bu hadisi, Bektaşî kitaplarında (Küllü maksudün


mâbûd Küllü mabüdün maksûd) şeklinde yer almıştır. Doğru hadis mi.
uydurma hadis mi. bilmiyoruz. (Müellif).
(Hazreti Peygamberin vefatından sonra, Emeviler pek çok yalan hadîs
uydurdular, Abbasiler zamanında ise, hadis adedi tam 600 bini bulmuştu.
Peygamberin on senelik hicret hayatına bu rakamı taksim edersek, yev­
miye 200 hadis tutar ki Muhammed hiç durmadan çene çalmış olur. (Bu­
harı) de sahih hadîs diye (7275) adedi, yukarıdaki yüz binlerden süzülüp
alınmıştır. Ebu-Hüreyre bile tam (5300) hadîs uydurmuş. Halbuki Ya-
hudiden dönme bu müslüman, Hazreti Peygamberin üç senelik hayatını gö­
rebilmişti ...
- Avrupa edebiyatı ve biz. İsmail Habib -
118 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Zehi can kim münevverdir bugün nfu'-i tecellâdan


Zehi dil kim muattar’dır hevay-i aşk-ı Mevtadan
— Ak Semseddin —
Tarik-i aşkda ol kaim
Şühüdun olsun hak, daim
Rudur salât, budur si.im
Saıâdır ha! Saiadır ha!
— Basri —
Hu aşk bir bah.r-i unıman'dır, buııa hadd-ü kenar ulm.ı.z!
— Seyfi —
Ti.ilib-i râh-i hakikat, aşka eyler iktida
— Fuzuli —
Ey gönül gel gayriden geç, aşka eyle iktida
— Niyazi —-
Ba-i (BismilJah-i rahınanirrahim) den ibtidii.
Ders alub pirimden. ettim râh-i aşka iktidii
— Hilmi —
Bir şair de ımfs-i, emnıâreyi paylayarak:
Neyliyem ey ııefs-i gafil, hakdan agah olmadın!
Velıme düştün, akla uydun. aşka hemriih olmadın.
Diğer bir .^lr de: ,
Ben aşk kitabın hatnı ettim sanırdım
Kadd-i mevzunun görünce elifba’dan başladım
Mevlûd .kitabım yazan Süleyman Çelebi- uıcdıum da: •
Kimde kim aşkın nişanı vardürür
Akıbet ınişûka anı ir görür
Diyor. Hasılı çeşitli nazariyeler, bitip tükenmez sözler:
' (Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelifi

Görülüyor ki, şairler, (Aşk) denilen bir şeyin m evcudi­


yetini bize daha iyi haber veriyorlar, ama hep şirin ve cana
yakın tarafından bahsediyorlar. Onlar hiç kötümsenmiyorlar...
B en de, kendi görüş ve anlayışıma göre bu heyulâya şöy­
le bir parmak bastım ... Zikzaklı bir mâna verdim:
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 11 9

Aşk denilen şey, tıpkı ruh gibi hilkat-i alem le başlar. Ke­
za yine ruh gibi gözle görülemiyen, el ile tutulamıyan, dil ile
tarif edilemiyen, gizli bir çehre arzeder...
Ruh ile aşkı, ikiz kardeşler desek de caizdir. Çünkü, bü-
tün m evcudat bwılarsız, bir an hâli olamaz... M ü kew enat-ı a­
lem, bu (ikizlerin) vücudiyle kaim ve payidar olagelmiştir.
Yalnız şu kadar var ki, aşk oynaktır: İki yüzlü, iki dilli ve
biraz da şaşı gözlü bir mahlûktur?!..
Yüzünün birini mecaza, diğerini hakikate çevirmiştir:
Bazan, yüzünün tebessümü câ’li, bazan da ciddidir...
Kah ağzı açıldığı zaman, riyakârlıklar yapar, insanı iğ­
rendirir, çileden çıkarır... Kâh görürsünüz ki, doğru sözlülüğü
tutar, munis diller döker, tatlı tatlı, insanı kandırmağa çalı­
şır.. •
Bazan, cami’lerden (Allah-Ü ekber) nidasiyle şan verir,
bazan meyhanelerden (Y a Hak) sadasile ün verir.
Gözünün şaşılığı da öyledir; birisini mecâz’a çevirmiş,
diğerini hakikate dikmiştir: Gözünün birisi havâ ve heves gö­
rür aldanır, diğeri hak ve hakikat görür bağlanır.

Bir çocuğun çember çevirmesi, nasıl aşk kamçısınuı hı­


zıyla oluyorsa, bir büyüğün tavla başında düşeş, dübeş diye
zar sallaması da kezalik onun kartlaşmış aşkından başka bir
şey değildir.
Bir annenin, çocuğwıu gürbüz yetiştirm eye çalışması,
gece gündüz onw ı üzerine titremesi, bir aşk ve şefkat mahsulü
olduğu gibi, diğer bir günahkâr annenin de kırığından kazan­
dığı piçini kendi eliyle boğm ası veya sokak ortasına fırlatıp
atması, kezalik kötü kullanılan bir irade ve aşk hızından başka
bir şey değildir.
Bir talebenin, okuluna bağlanarak derslerine iyi çalışm a­
sı, diğer bir tenbei çocuğun da m ektepten kaçarak sokaklarda
serseriyane dolaşması, aşktan başka ne ile ifade edilebilir?
Aşk, bazan, İsâ gibi, ölüye can verip diriltir, bazan diriyi
öldürüp şakı ve katil olur.
120 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bu misâlleri istediğin&: kadar çoğaltabilirsiniz...


Alınan terbiyeye göre, iyi veya fena kullanılan her ira­
de, her an, bir çeşit aşk küpüne dalup dalup çıkmaktan başka
bir şey değildir. Birbirine zıd, bu iki irade kuvvetinin kabul et­
tiği renklerden hangisi daha göz alıcı olursa insanlık o tarafa
meyleder, o tarafın çoğunluğuna sebeb olur. E lbette ki, çoğun­
luğu kazanan taraf da, beşeriyetin ifa veya imhasına savaşıp
durur.

Yukarıdaki yazılarımızla; aşkın iyimserlenen, kötüm­


serlenen iki tarafı olduğunu belirtmiş bulunuyoruz... Bunun
birine (hakikî aşk), diğerine (m ecazi aşk) diyorlar.
M ecazî aşka (aşk-ı himari) diyenler de var.... Yani, eşek
aşkı.
Eşeğin şehveti, dünyadaki bütün mahlûkattan daha ha­
şin, daha şiddetli olmasından kinaye — bütün aklına fikrini
şehvete kaptıranlara — bu adı takmışlardır.'
B u böyle olmakla beraber; (Allahı bilmenin yolu) insa­
nın, nefsini bilmesine vâbeste olduğundan, meleklerden daha
yüksek bir meziyete maliktir. Çünkü, meleklerde (nefis) yok­
tur.
Şairin biri: .
insan melek olsaydı, cihan cennet. olurdu!
D em iş amma, bu sözü yanlıştır. Çünkü, insan yaratılış
itibarile, meleklerden çok daha ali bir haslete malikdir.
însan, öz vücudunda Hakkı bulur: Enel’hak der. Her
yerde H akkı görür. Entelhak der. Fakat melekleır bu sözü di­
yemez. M elekler insanların hâdimidir. M elekler de, bütün m ü-
kevvenât-ı âlem gibi (âdem ) olmak telaşına düşmüşlerdir.

Bir şair:
Alemde me.şhud olan bu devran
Tekamül içindir kemale doğru
Her nokta cevval her zerre raksan
Uçup giderler visale doğru
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 121

Demiş ki, pek doğrudur... Bu kemâlden, tekâmülden kas-


dedilen mânâ (in san ) olmağa özenmektir. Fakat, hakiki in­
san ... Tem iz ve noksansız insan!

(Adem) Jiği her kim bulduysa odur Adem


Yoksa göriinen suret bir gölge imiş ancak
— Niyazi —

Şurasını işaret etmeliyiz:


Dünyada hiç bir fert yoktur ki (aşk-ı mecazi) silindiri
altından geçmiş olmasın. Yalnız, bundan (E hl-i B ey t-i M u­
ham m edi) müstesnadırlar... Kur’an bunların tâhir ve masûm
olduklarına şehadet etmektedir.
Bizim sözümüz, kendimiz gibi beni âdem olanlar içindir-
Dem ek isteriz ki, insanlık, behemehal bu belâya sataşmış, her
ferd bundan ağzının tadını almış, ihtiyarlayınca çöküp gitmiş­
tir. Kimisi de, daha erkence aklını başına toplamış, yakasını
bu kötü hâletten sıyırarak sıvışıp kaçmış, ciddi insanlığı kabul
etmiştir. B öyle olmanın haberleri ve haber vericileri vardır.
(İlh a n ı) nin nefesinden aldığımız şu bir kaç beyit, buna mi­
sâldir:

Hevâ vü heveste m^»zî aşkda


Bu dünya gözüme Leyli göründü
Tarikat pirine ikrar vereli
Erenler cümleden âlâ göründü

Oynadım dünyayı zarar eyledim


Bab-ı marifette karar eyledim
Yaptım civarımı hisar eyledim
Bürc-ü bedenleri bili göründü

Rakibler elinden zehirler yuttum


içtim aşk şarabın sırrı sır ettim
Muhammed Ali’nin damenin tuttum
Himmeti var olsun Mevlâ göründü
122 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Ervahlar nur iken (Bezm-i elest) te


Hitib-ı ezelde kula^m sescle
Can cesede geldi girdi kafesde
<La) yi terkeyleyip (illa) göründü
ilâahiri. ..
Şairin bu sözü gerçi bir (nass-i kaatı’) değildir amma.
yalan söz de değildir... Bu gerçek söz, bize açıklar ki, mecazi
aşktan hakiki aşka dönmek fırsatı her zaman elimizdedir...
B u , bizim hhsn-ü niyetim ize bağlıdır.
(N iyet) hakkında Peygamberin iki had isi vardır. Türk­
çelerini gösterelim:
1 — İnsanların amelleri, kendi niyetlerine bağlıdır.
2 — M ü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.
(Kur’an) da bunu teyid eder:

Türkçesi:
(Allah, ihsanla amel edenlerle beraberdir) demek olur.
Aşk bahsine son verirken, (M ir’atül’mekasid) de buna
dair gördüklerimizi, hulâsaten şuraya iliştirelim:
Aşk, insanda (cezbe) yaratır. Cezbe demek âşıkm iç y ü ­
zü ihtiyarsız olarak hakka meyletmesidir. «Cezbei hak» dan
murad aşktır. Bunun haslığı, harareti olduğu için, ateş gibi in­
sanın içerisini yakar Aşk’la bir lâhzada hasıl olan m ana (mü-
cahede) ile nice yıllarda hasıl olmaz, zira mücahedede inci-
zab denilen çekicilik yoktur.
Cezbe, bir (iksir) dir, itibarsız bir bakır, bununla hâlis
altun olur. D ünya dolusu altunu olan, elbette bakır olandan
daha zengin, daha itibarlıdır. Bu sebepten (m üntehi) lerin e t­
tiği biricik zikir, (m üptedi) lerin, (m utavassıt) ların nice yüz
bin kere zikrinden daha faziletli ve daha sevaptır. Onların
uykuları, nefes almaları bile zikir v e ibadettir, zira hakikat ik­
siri, gizli âlemden cana gelir, oradan da cism e nüfuz edip vü-
cudün cüm le azasına ve kuvvasına tesir eder. Halis altun yer­
de çürümediği gibi, onların temiz cesedleri de yerde çürümez,
bu rütbenin sahipleri başkalarile kıyas kabul etmez, diyor ve:
Aşk’tlır şol cezbe kim, ta âlenı-i lihute dek.
Şehber-i mana olup kuvvet verir murg-i dile
BEKTAŞÎLİĞİN iÇ Y üZ ü 123

Beytini okuyor ve uzun uzadıya aşktan, cezbeden bah­


settikten sonra (âşık, atlıdır’ zahid piyadedir) diye bir h ü ^ n e
bağlıyor.
Zavallı zahidlerin nedir bu çektikleri?.. Tabbağın sevdi­
ği deriyi, y e rden yere çarptığı gibi veya (vur abalıya!) fehva­
sınca. muharrirlerden hücum, âşıklardan hücum, ayyaşlardan
hücum, şairlerden hücum, Bektaşi ve Alevilerden hücum ...
Acıdım zahidlere doğrusu!.. Şu mâruf mısra ile buııca-
ğazları ben bâri, bir kerecik olsun müdafaa edeyim:

Atarlar senk'i elbette. clireht-i meyvedar üzre!..

Genç Abdal’ın nazmında dem vurduğu (hak) nazariye-


sine gelince:
Bütün din kitaplarının yazıları, gelip geçen bir çok p ey­
gamberlerin uğraşmaları. hep insanları (m udil) isminden
kurtarıp (hâdi) ismine bağlamak içindir. Bütün gayretler,
çabalamalar insanları dalâletten hidayete sevketmek içindir...
Kısacası: Kötü huylardan, iyi huylara geçmemiz içindir....
Eğer bizim huyumuz güzel olursa, her zaman hakkı, hak
olarak kabul ederiz. H ak da bizi kul olarak kabul eder,.. Hak
J Ijj (demiyor mu? BununTürkçesi: (Tahkik.
Allah çok güzeldir;gü zel olanları sever) demek olur. Biz de
güzel olan Allaha, ahlâk güzelliğimizle kendimizi sevdirmez-
sek, güzel Allah. bizden i’raz etmez mi? Tâbir-i aharla, biz
kendimiz güzel ahlâklı olmazsak, herkese nasıl güzel gözle ba­
kabiliriz?..
Birlik nokta-i nazarından düşünürsek güzel de, güzel e ­
lan da Hakdır.. Oda bizdedir... Cenab-ı Hak, bize şah dam an-
mızdan daha yakın oldugunu « jj ayetıle
bildirmiyor mu? Bu itibarla, Hak bizim önümüzdeymiş... Biz
Hakda iken, Hak bizde iken insanın kendisini hak bilmemesi,
kendisindeki Hak cevherine vâkıf olmaması kadar dünyada
hazin bir şey tasavvur edilebilir mi?
124 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Hakkani hâl sahibleri (E nel’hak remziyle bundan bize


haber vermediler mi?
D alalet erbabının da diye nefsani
sözlerile yine buna işaret etmediler mi?
B u sözlerin mânalarından sezinlenen keyfiyet (adem ) in
Hak olabilmek kabiliyet ve istidam belirtmesidir.
Dünyada hiç bir ferd tasavvlır edilem ez ki (ben Allahı
sevm em ) diyebilsin? Herkes Allahı sevdiğini iddia eder... Eğer
bu kanaat H akkel’yakın m ertebesinde olursa bu sözü diyebi­
lene ne mutlu!... îlm el’yakin mertebesinde kalırsa, bu iddia ku­
ru bir sözden ibaret kalır... Çünkü lâf torbaya girmez... Bal,
bal demekle ağız tatlanmış olmaz... Fiilen hakkı sevmeli, her
zaman haksızlıklardan uzak kalmalıyız.. Herkesin hakkım
teslim etmezsek, vazifelerimizi hakkile yapmazsak, ebnai cin­
simizi kafese sokmak istersek, şunu bunu aldatmak için hile­
ler, hud’alar yaratırsak Hakkı kabul ettiğim ize inanabilir mi-
yi z?..
Mücerred (B en Hakkı severim) iddiamız, fasafisodan i­
baret kalmış olmaz mı? Yalnız nefsinin esir ve m eclûbu olan,
hak ve hakikat gözetmeyen bir kimsenin (Ben Allahı seviyo­
rum) diye kubuz atması, sahte kabadayının öğünüşüne benze­
mez mi? Boş tulumdan ağzına gelen yalanları far far savuran
bir insanın hakda işi ne?

Sayın okuyucularım,
V ahdet âleminde ne âbid var, ne zahid var, ne mü’min,
ne kafir var. Ortada, yalnız Hakkın bir (birlik)'cüm büşü var­
dır.

Şairin: t

Surette ırazar eyler isen, sen ile ben var


Amma ki hakikatte ne sen var, ne de ben var
Sözü çok yerindedir.

Yukarıdan beri anlatmağa çalıştığımız nazariyye mudil


isminden, hâdi ismine geçebilmek için, ruh ile nefsin mücade-
. BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 125

lelerini belirtmekti. Buna (M akam -ı niyaz) derler.


Şimdi de tasavvuf dilinde (M akam -ı naz) diye anılan
diğer bir nazariyeye geldik. B u hal, bir çocuğun ana ve baba­
sına karşı nazlanmasına benziyen tuhaf bir şeydir. Bu nazari-
yeyi de aşağıda göstereceğimiz hikaye v e sözlerle canlandır­
mağa çalışacağız:
1 — Hazreti Musa Tur dağına giderken önüne birisi çı­
kar der ki:
— Ya Musa! Allaha söyle, ben onu Tanrı olarak kabul
etmiyorum, rızkını da istemiyorum. Eğer elinde ise benim
rızkımı hem en kessin.
Musa, Tur’da vazife-i dîniyesini ifa ettikten sonra bu sö­
zü söylem eğe dili varmamış; tam avdet edeceği sırada Allah,
Musa’ya demiş ki:
— Ya Musa! Sana emanet edilen bir sözü bana niçin
söylemedin?
Musa:
— Ya Rab, bu sözü sana söylem eğe haya ettim. Cena-
bıhak:
— Ya Musa! O kuluma benim tarafımdan söyle. O beni
gönülden çıkarmışsa bile, ben onu kulluktan reddetmedim.
Ben onun rızkını her zaman veririm.
2 — Yunus Emre de Allaha hitaben:
— E y ulu Tanrım! Kıldan bir köprü yaratmışsın amma,
bundan kim geçebilir? Üzerinden geçerken derhal üzülüp
kopmaz mı? Senin kulların hayrat olarak öyle köprüler yap ­
tırıyorlar ki, üzerinden yalnız insanlar değil, arabalar bile gül­
dür güldür geçiyor. V e onu görenler: (İşte köprü dediğin böy­
le olm alı) diyorlar.
Kulların günahlarını tartmak için bir terazin varmış, hal­
buki, terazi bakkal ve aktarlara lazım olan bir düzendir. Sen
bakkal değilsin, attar değilsin. Günah denilen murdar şeyi
tartmak, artığını eksiğini hesaplamak sana hiç yakışır mı, senin
şanına düşen, ancak kullarının cürümlerini bağışlamak, gü­
nahlarından geçivermektir... ilâahirî..
Der..
126 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ . '

3 — Bir de Bâyezid-i Bestam î’nin cezbe alemindeyken


Allahla"olan mükâlemesine bakın:
— Ya Rab! Yarın mahşerde elim e nurdan bir hançer a­
lacağım, cehennemin kapısının önünde durup oraya gelenleri
hançerimle korkutarak hepsini cennete aşıracağım.
Allahtan gelen ses:
— Ya Bâyezid! Eğer sen böyle yaparsan, ben senin öm­
rün içinde yaptığın hatalardan tek bir suçunu bu halka göste-
ri^m, halk, (bizim, evliya zannettiğimiz Bâyezid’in böyle y e ­
diği nane varmış ha!) derler ve -Seni taşa tutarlar.
Bayezid:
ij
— Ya Rab, onun kolayı var, eğer sen öyle yapacak o­
lursan, ben de ne yaparım bilir misin? Senin rahmet-i ilâhi-
yenden bir iğne deliği kadarını bu halka gösteririm, halk: (A l­
lahın rahmet deryası bu kadar gani iken, ibâdet etm eğe ne lü­
zum var?) derler, halkı sana ibadet etm ekten vaz geçirtirim.
Allah:
— Ya Bâyezid! N e sen öyle iş tut, ne de ben böyle ya­
payım der, aralarında musâlâha vaki olur.
4 — Mısır Hidivi M ehm ed Ali Paşanın haşmet v e deb­
debesini, onun adamlarının sırmalı elbiseler içinde geçtiğini
gören bir Bektaşi dervişi, bunların kimler olduğunu birisin­
den sormuş. M ehmed Ali Paşanın kulları olduğunu söylem iş­
ler. Bunun üzerine Bektaşi fukarası, ellerini gök yüzüne doğru
açarak:
— H ey Ulu Tanrım! Bir, şu M ehm ed Ali Paşanın kul­
larına bak, bir de senin şu fakir kuluna bak da utan! Demiş.
İşte (M akam-ı naz) diye kullandığımız tesavvüf tabiri
bu hikâyelerden anlaşılır.
Bektaşi şâirlerinden Pîr Mehmed dede ( 1) ile D erya-

( 1) P ır M ehm ed dedenin resm ile beraber, açık türkçe nefeslerini ikin­


c i cildim izde göreceksiniz.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 127.

binin de ( 1) makam-ı nazdan söylenmiş birer nefesini şurada


göstermeği uygun bulduk:
Gün yüzlü gündeşim nemden incindin?
Araya söz katar, ildir efendim
Ben kulunum, hak-i payine geldim
Aradan noktayı kaldır efendim
Dost dostu bir pula satar mı böyle?
Sâilere meyil katar mı böyle? ,
Kusurlusun diye atar mı böyle?
Kul kusurdan bâli değil efendim.
Kulun işi daim günah işle^k
Adettir fidanı kesip aşlamak
Bir mürvete yüz bin kan bağışlamak
Tıi ezelden kadim yoldur efendim
Hayal meyal gelir dostun cefası
Budur âşqıiarm mekân-i bası
Asıkın ^^^ka cevr ü cefası
Böyle çevretmekten, öldür efendim
Gam ile geçirdim şunda beş günü
Senin şanın kaldırtmaktır. düşkünü
Ben bir divaneyim ölüm şaşkını
Göster didanm, güldür efendim
(Pir Mehmed) im ilm-i zatin bilenler
Mecnun olur dost cemilin görenler
Kusur mu gözetir? Sultan olanlar
Bazı kusur işler kuldur efendim
*

Basında saçın, devletli tacm


Kılsın duacın, gel sen bizimsin
Kaşın yay ettin, ödüm hay ettin
Aklım. zay ettin, gel sen bizimsin

(1) bu zat, erm eni iken m üslüm an olm uş v e Bektaşî tarikatına gire­
rek güzel nefesler söylem iştir. İkinci cildim izde görülecektir. M um aileyhin
E skişehir civarında K ırka köyünde torunları vardı.
128 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Gözler de gözler, mestane gözler


Gönlüm pek özler, gel sen bizimsin
Göğsünde (ben) var, bir başka nen var?
Benden kimin var, gel sen bizimsin

Gerdan da (sim) den kalmıştır. kimden


Bir nokta (cim) den, gel sen bizimsin
Gülsün gülümsün, dil bülbülümsün
Hal müşkülümsü», gel sen bizimsin
Sevdim seni ben, yaktın beni sen
Sensin cana ten, gel sen bizimsin
Bir pula tapma, yabana at^a
(Deryabi) uzatma, gel sen bizimsin

Elyevm sağ olaıı Eskişehirli bir Bektaşî şairinin şu nefesile üç-


leyeliın ve bahsimize son verelim:
Pirim Hünkar Hacı Bektaş Velisin
Cümlenin muradın verici sensin
Gümanım yok sek getirmem, Ali'sin
Mü’miniıı namazı niyazı sensin
Kızı oğlan eden yüce Velisin
ismin âlemlerde gezer dolusun
Abdal Musa Sultan, Kızıl Delisin
Münkiri kahredip kırıcı sensin
Muhammedin ırfıru yüzünde ayan
Alimin sırların eyledin beyan
Ser çeşme olduğun giin.gibi ayan
Alimlere sual sorucu sensin
Sadeddin Mollanın kibrini kırdın
Nureddin Hocayı zindana verdin
Velâyet elinle taşları deldin
Çobanı Frengistana atıcı sensin
Velâyetin şerhi gelmez kaleme
Şöhretin yayılmış bütün aleme
Zahidi düşürdün hüzne eleme
Kâğıdı kara taş kedici sensinn
(Kerbelâ’da İmam-ı Hüseyn’in merkadi)
Çeşm-i ibret-bînine ey dil gerekse tûtya
îşte kâf-i Ravze-i Şâh-i şehid-i Kerbelâ
No: 9 — Gmayi —
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 129

(Ali Yılmaz) durmaz med^hini eder


Münkir ne söylese etmez hiç keder
• ^Doğru yol Hakka pirimden gider
Mü’mine inayet edici senân

— 43 —

Kov, gaybet için kalkar yerinden


Allahım sen sakla kadın şerrinden
Ayırırlar dostu biri-birinden
Allahım sen sakla kadın şerrinden

İlin kuyusunu kazup niderler?


Allahtan korkmadan bühtan ederler
Görmediği şeyi ben gördüm derler
Allahım sen sakla kadın şerrinden

Haktan korkmaz, peygamberden utanmaz


Er Pir olsan senin sözünden kanmaz
T evbe etsen, kitap öpsen inanmaz
Allahım sen sakla kadın şerrinden

Doğru yolu koyup eğri giderler


İli kötü görüp kendin öğerler
Kara çalar sana, kara yüzlüler
A llahım sen sakla kadın şerrinden

M üslimanım dese vallahi yalan


Kendi düşer ilin kuyusun kazan
(Gene Abdal) ım eder mürvet el’aman
Allahım sen sakla kadın şerrinden

tzah:
Gene Abdal, bu nazmile kadınları tenkid ediyor. Tabia-
tile o, bütün kadınları değil, dedikoducu, aravurucu kadınlan
tenkid etmektedir. N itekim «K ov gaybet için kalkar yerinden»
diyerek söze başlıyor. Malûmdur ki, Bektaşîler daima kadın­
lara şefkat hissi taşıya gelmişler ve her zaman kendilerine
hürmet eseri göstermişlerdir.
Forma :
-w *

130 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bakınız, asrımız şairlerinden Basri Babanın kadınlarımız hak-


kınd^u duy^^una:
Bacıları hor görmeyin, Kalbi rakikdir anların
Cümlesini bir bilmeyin Bir mi hepsi insanların
Fâtımadır asılları Havva ana nesilleri
Çok içinde. bilginleri özünde ha.k görenlerin
Adem tarlası vücudü Şüphesiz eder sücudu
llakdır onların şühudü Kmmerasin ezenlerin
^Limdır onlara hürmet Çünkü er’e eder hizmet
Hizmettir ı^dıbuH h a^ t Yol ve eridin bilenlerin
<Basri Bab^n Hiı.vvası Bacılann bir edna.sı
Yoktur onların fenası (önlüne aşk dolanların

Bil’münasebe., bazı Bektaşî kadmlarumzm söyledikleri şiideri


şuracığa yazıyo^ruz, evvelâ erkeklere sitem eden tstanbuHu Naciye
Bacı'dan başlıyakm:
*
Ey erenler, Erler nasıl ersiniz?
Söyleyin sizinle dâvamız vardır
Bacılan niçin (nakıs) dersiniz
Bizim de Hazreti Havvamız vardır.

Bizi de halk eden Sübhan değil mi?


Arslanın dişisi, arslan değil mi?
Söyleyin, makbıil-i Rahman d ^ l mi?
ümmü-gülsüm. Zeyneb, Leylamız vardır.

(Naciye) fakire, kemter bacı’dır


Ali’ye kuldur, Nai'dir
Cümle erenlerin başı tacıdır,
işte: Fatımatüzzehramız vardır.

İstanbullu ^Emine Bacı:


Bu gün ben pirime vardım
Hayırlı himmetim aldım
Aşkın deryasına daldım
Kerem senden, meded senden
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ î3 i

;1,luha^ıed'e bağlı hasım


A li’de biter iıjim
On ik i im a » yoldaşım
Kerem senden, meded senden

Ha.zreti Hatice, Fatma


Katardan kemteri atma
Cürnı ü isyanıma bakma
Kerem senden, metleri senden '

Pir elinden dolu içtim


Can ile hem, serden geçtim
Erenler ^rihına düştüm
Kerem senden, meded senden

Erenlerin yolu birdir


!'Hür;iddim Abdullah <l) nurdur
Musamn çıktığı (Tur) dur
Kerem senden, meded senden

Şahım ululardan ulu


(Emine) dir geda kulu
Himmet Kevserden bir dolu
Kerem senden, medeti senden

Istanbuflu Münire Bacı:


Ericin ile zindeyim
Zahidlere handeyim
Boynu bağlı bendeyim
Hayderiyem Hayderi

Erkân ile yürürüm ‘


Yol ehlinin kuluyum
Ren bir erin oğluyum
Hayderiyem Hayderi

Doğdum iki anadan


Mürşidim ımdad eden
Kimdir? beni dahleden
Hayderiyem Hayderi

(1) Evvelce İstanbul Topkapı dergfilu postunda oturan Bektaşî babii.:oı.


132 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Mürşidim nefes eden


Rehberim hiınmet eden
Korkum yoktur kimseden
Haydeıiyeın Hayderi

Od’a düştüm yanmazum


Çerağ oldum sönmezem
Ben bu yoldan dönmezem
Hayderiyem Hayderi

(Münire) şahın kulu


Bende-i Kızıl Deli
Gönlüm aşk ile dolu
Hayderiyeım Hayderi

Şecaaddin’li Oöksüz Zeyneb Bacı:


Mah-i Muharremde derd-i hicranda
Şalı imanı Hüseyin, Ali'yi gördüm
Ağlar idim ah ü zâr ile gamda
Şah imam Hüseyin, Ali’yi gördüm

Erenlerin nazar^tuı önünde


Arzum kaldı cemalinin nurunda
Meded mürvet dedim, durdum der'inde (1)
Şah imam Hüseyin, Ali’yi gördüm

Yeşil âmânıesin sarmış başına


Ay gibi parladı alnım döşüne
Kimse akıl erdiremez işine
Sah imam Hüseyin, Ali’yi gördüm

(Aman mürvet!) dedim, tuttum destini


Sıkdile isteyen bulur dostunu
Ağlarken, şad etti'(Zeyneb) miskini
Şah imam Hüseyin, Ali’yi gördüm

<1) Der: kapı, Derinde: kapısında.


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 133

Şeca^^rn’li. Sakine Bacı: (1)


Ezeli kurdular erkanı yolu
Bu yolun sahibi Muhammed Ali
Primi sorarsan Bektaşi Velî
Ali, Veli gibi Er bulunur mu?.
Oturmuş mürşidler dolu içerler
Dillerinden dürr ü gevher saçarlar
Günahlının günahından geçerler
Kusursuz, günahsız kul bulunur mu ?
Mürşidler otul'Ilıuş yerli yerine
Kimse eremedi Ali sırnna
Hep dikildik Erenlerin darına
Mansurun çektiği dar bulunur mu?
Biz de içelim Kırklar içtiği demden
Gönülde kalmasın kaygıdan, gamdan
Hatice, Fatıma girdiği cem’den
Arasalar böyle ceın bulunur mu?
Cem, cemiyet cümle şeyden uludur
(Ayin cem) kardeşler Ali kuludur
üstümüzde duran kudret elidir
Röyle bir mübarek el bulunur mu?
Erenlerin yolu bir gizli sırdır
Her ne ararsan orada vardır
Cümle (ceın clıli) nde gönüller birdir
Arasan birinde gam bulunur mu?
üçler, beşler o. kapıyı açtılar
Muhabbete misk ü anber saçtılar
Haklıyı haksızı orda seçtiler
Suçlu olanlara yer bulunur mu1?
Unulur mu? Düşkünlerin yaresi
Bulunur mu? Kalb evinde çırası
Bin Lokman’a varsa yoktur çaresi
(Mcdedj mürvet) diyen can bulunur mu?

(1) Bu. ^kadm, Şair Ali Rıza Hadi'nin kızıdır. Yüz ya§.lnı etmış
yakında ölmüştür. Ağzından işitip yazdığım bir çok destan ve nefesleri
ikinci cildimizde yer alacaktır.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Beni ınest eyledin.- ıney'i içirdin


F^satın var iken elden kaçırdın
.Doksan beş yaş ile günüm geçirdin
Geçe» günler gibi gün bulunur ınu?

(Sakine Hatun) der varabilirsen


Can güzün açub da görebilirsen
Bu sezün fehınine erebilirsen
Bundan büyük sana ün bulunur mu?

— 44 —

Gaflet uykusunda yatur uyanmaz


Can gözü kapanık gafilan çoktur
Hak sözü dinlemez, asla inanmaz
Kalbi çürük sofu câhilân çoktur

MürŞid-i kamile vermez özünü


Gaflet uykusundan açmaz gözünü
Taştan katı. beter söyler sözünü
Bed amelli fasid sofiyan çoktur

N efs atına binmiş gezer boşuna


Haksız olanların, hakta işi ne?
İblis gibi düşmüş halkın peşine
Seytan dolabına aIdanan çoktur

Bildiğinden şaşmaz nasihat almaz


Aslı münkir olan imlaya gelmez
Hakkını yitirmiş, kendini bilmez
Nefsile oynaşan pehlivan çoktur

(Gene Abdal) ıın herkes mest olur sanma


Her kurban derisi post olur sanma
Her yüze güleni dost olur sanma
İçi kâfir, dışı müsliman çoktur

İzah;
Genci, bu nazmile çürük cevizleri kırıp içinin kofluğunu
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 135

meydana çıkarıyor. Sureta yoîa girmiş olup da, ö^ inü hakka


bağlamayan ameli fasidlerin ayarını meydana koyuyor.
( — B öyle münkirlerin, diyor, içi kafir, dışı tam lanandır.
Bunlar, yine yüze gülücü münafıklardır. H iç bir veçhile im ­
laya gelmezler, hak sözü dinlemezler, nefs atına binmişlerdir.
Bin nasihat versen kabul etmezler, bildiğinden zerre kadar
a şm azlar).

Bektaşîlerin söyleyişlerine göre, Hacı Bektaşi Veli şöyle


demiş:
— Başka tarikatlardan ^boşananlar, benim tarikatımda
karar tutsun. Benim tarikatımdan boşananın derdine dem ıan
bulunmasın.
Bu her zaman beyledir. Meselâ:
Zaman-ı Peygamberide kılıç korkusile yalandan m üs­
lüman olan münafıklar çoktu: Süfyanîler, Mervanîler, gibi..
Ali’ye bende olanlardan da sonradan kendisini inkar
edenler oldu, hariciler de bunlardandı.
Bunlar önce A levi idiler. Saffeyn harbinde dinden hu-
ruc ettiler.
Malûmdur ki: üçün cü Halife Osman’ın ^^sanında, onun
veziri M ervan, bir çok fitneler uyand^mıştı. H alk her taraf­
tan toplanarak M edineye g eld i Bunlar Osman’ın hilâfetten
çekilmesini istiyorlardı. Hazreti Ali banlan teskin etti, vilayet­
lerden gelen ahali dönüp yerlerine gittiler. F^urt Mervanm
yeni bir fitnesi ile yeniden halk ayaklandı ve Osman şehit
edildi.
Hazreti Ali. bu fitneyi önlem ek için oğulları Hasan ile
Hüseyine ve kendi adamlarına Osmanı müdafaa etmelerini
emr etmişti. Bunlar da Osmanı saray kapısı önünde bekliyot
ve halkın içeri girmesine mani oluyorlardı.
Bu sırada ^akreti Hasan ile Kamber hücum edenler ta­
rafından yaralandı. Ayaklananlar Hazreti A li’nin oğlu ve Haz­
reti M uhammed’in torunu Hazreti Hasan’ın yaralandığını gö­
rünce korkarak saray kapısından hücum etm ekten vaz geçti­
ler. Fakat gece olunca sarayın arka dıvarlarına merdiven ko­
yarak içeriye girdiler ve Osman’ı öldürdüler.
136 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Tarihe göre: Ebu Süfyan’ın oğlu M uaviye işin böyle ol­


masına memnun olanlardandı. Maksadı bulanık suda balık
avlamaktı.
Osmanın katlinden sonra M uaviye, «Osman’ı öldüren
Ali’dir» diyerek halk arasında propaganda yapm ağa ve H az­
reti Ali’ye iftira etm eğe başladı. Ali’nin ona yazdığı mektuplar
ve verdiği nasihatler fayda vermedi, nihayet Saffeyn harbi
başladı.
M uharebe başlamadan evvel H azreti Ali Peygamberin
yaşlı sahabelerinden bir çoğunu M uaviyeye göndererek:
«Müslümanlar arasına fitne düşürmemesi, müslüman kanının
akıtılmasına sebeb olmaması, Allahtan korkması, Peygamber­
den utanması» gibi nasihatlerde bulundu ise de harbi kat’i
surette kazanacağına emin bulunan M uaviye bu sözlere aldırış
bile etmedi ve müslümanlar arasında harbin başlamasına se­
bebiyet verdi.
N ihayet her taraftan ilerliyen iman ehli, M uaviyenin âsi
kuvvetlerini mağlûp etti. Yenileceğini anlayan M uaviye ken­
disinden daha kurnaz olan Amr-ı As’a akıl danıştı ve neticede
Kur’anı mızraklarının ucuna takarak muharipler ortasında
gezdirmeğe ve (E y müslümanlar biz birbirimizin kanını neye
döküyoruz. İşte Allahın kitabı, Allahın kitabına uyalım, A lla­
hın kitabını dinleyelim, Kur’an bize hakem olsun) sözleri ile
avamı aldatmağa ve cahil halkın gözünü boyamağa başladı.
M uaviyenin hiylesi derhal tesirini göstermişti. Hazreti
Ali ordusunda bulunan bir çok ham ervahlar M uaviyenin sa­
mimi olduğuna inandı ve doğru yolu bırakarak işi Kur’ana ha­
vale edelim sözleri ile Şahı velâyete karşı koymağa başladı ve
işin hakeme havale edilmesi istendi.
İş hakem e havale edilmişti. M uaviye, kurnazlıkta eşi ve
emsali olm ayan Amr-ı Ası kendi tarafından hakem tayin etti.
Hârici adını alan Ham ervahlar ise Hazreti Ali’nin tayin ettiği
hakemleri kabul etmiyerek, M ûsel-aş’arinin hakem tâyin edil­
mesinde israr ettiler.
Hakemler- karşılaşınca Amr-ı âs, gösterdiği hürmet ve
tâzimlerle M ûsel-aş’ariyi avladı ve işin sonunda oynadığı da­
laverelerle M uaviyenin kazanmasına sebebiyet verdi ve böy-
lece harp sona erdi.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

B u sefey de M uaviyenin Kur’an oyununa aldanan M iı-


sel-aş’ariniıl hakem .İm asında ısrar eden ve harbin kötü bir
şekilde b lm esin e sebebiyet veren Hariciler (Harbe devam
edelim, l.jzi aldatan M ta v iy e ile taraflarının cezasını verm e­
den vaz ı;eçmiyelim) ıfa rın d a bulunmağa başladılar.
H a z r ^ Ali ise, <biz verdiğimiz sözden dönm eyiz) dedi
ise de, H a r ic i* b^Wl kabul ermediler v e Şahı velayete kılıç
çekmek cesaretini gösterdiler ve Harici adını aldılar.
Ali taraftarı iken sonradan Harici adını alan bu ham er­
vahlarla Hazreti Ali muharebeye mecbur oldu v e Nehrevan’-
da bunları muhasara etti, fakat maksadı bunları idam etm ek
veya kırıp geçirmek olmadığından kendi ordu kumandanla­
rından Eba Eyyûbil-ensariye bayrağını meydanın ortasına dik­
mesini emretti. Haric’ler arasında (her kim Eba Eyyûbün
bayrağı altına sığınırsa, her kim silâhını bırakırsa, her kim çe­
kilip işine giderse emandadır, kendisine ilişilmiyecektir) diye
nida ettirdi.
İşte Genç Abdal, nazmında bu kabil iki yüzlü, iki dinli
müslümanları işaret ediyor.

Melek, tevekkeli şeytan olmadı


Azazil (La L'\) ye ilişti kaldı
— Seyranı —

— 45 —

Bu bizim illerden seyyah ederek


Ziyaret eylesem illerinizi
Ben beğendim, hak erenler beğensin
Baldan tatlı, şeker dillerinizi

Münkirin bağrını oklasam dursam


Kamilin içini yoklasam dursam
Tazece açılmış, koklasam dursam
Muhabbet bağında güllerinizi
438 BEKTAŞiLİÖİN İÇYÜZÜ

Erişir mü’mine hidayet gördüm


Erenleri şâh-ı sehavet gördüm
Yokladım kitapta selâm et gördüm
* Hakkın defterinde fallarınızı
Hızır yoldaşınız atalar ile
Muhabbet gösterir vefalar ile
Her nerde olursa safalar ile
M evlâm açık etsin yollarınızı
(Gene Abdal) ım eder size aşkolsun
Himmet erenlerden bize aşk olsun
Cümlenize, cümlemize aşk olsun
Can ü dilden sevdim hallerinizi

Izalv.
Genci, bu sözünde iyi canlarla yapılan muhabbetin zev­
kini canlandırıyor:
(— Hallerinizi sevdim, Hızır N ebi yardımcınız olsun si­
ze, bize, cümlemize' aşkolsun) diye, gönül birliğini anlatmış
oluyor.
(Aşk olsun) tabirini bilmiyen yoktur. Fakat Bektaşiler-
de bu daha şümullüdür. Faraza m eclise gelen bir kimse, baş
eğip oturunca, herkes ona (aşk olsun) der.
M ecliste oturanlardan birisi, her hangi bir zaruret dola-
yisiyle dışarıya çıkıp tekrar gelib yerine oturunca (seyranlar
aşk olsun) derler.
D em içene, su içene kezalik (aşk olsun) derler ve bu zat
da bilmukabele (aşkınız c e ^ l olsun} diye cevab verir.

— 46 —

Nokta-i vfilıidden ademe geldim


N e ihsanım bu ih sa n ım içeri
Anda nihan oldum, remzini bildim
N e irfânım bu irfandan içeri
Kim bilir meni, men kimim ey can
N e ruhum men? ne can, canlara canan
N e sırr-ı rumılzem? Arife nisan?
N e sultanım, bu sultandan içeri
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 139

Küfür nedir bilmem, Hakkı hak bildim


Yetmiş üç m illette Naci’y i buldum
(Nur-i akdem )! M üsilman men geldim
M üsilmanem müsilmandan içeri
N e dervişem, ne sufiyem, ne canan
N e kafirem, ne mü’minem, ne iman
N e zâhidem ne münkirem, ne nadan
Geçmişem küfr ü imandan içeri
Şeriatte, tarikatte, pirdeyim
Marifette hakikatte nur deyim
Esrarile (Genci) gizli sırdayım
N e mihmanem , bu mihmandarı içeri

izah:
Genci’nin bu nazmına benzer (Kaygusuz Abdal) m bir
sözünü şuraya yazalım, bu nazmın manasını anlatmış olur:
Adem oldum geldim adem içine
Uğradım bir hana, handan içeri
Zcmbur gibi kandan kana konarken
Bir kana uğradım kandan içeri
At oynatma zahid, bu ıneydan değil
Bu meydan der isen. bu erkan değil
Süleyman der isen Süleyman değil
Süleyman var Süleymandan içeri
Aşk bedestauıııdan mercan alnuşem
irfan meclisinden erkân ahhnışem
Hu cam verip de. bir can almışem
Saklarını bu cânı candan içeri
Şeriati Muhaınmed’e verdiler
Tarikat üstüne bir yol kurduJar
:llirifet babında sual sordular
Hakikat var hakikatten içeri
Kaygusuzum eydür bir nutkum h^la
Bir mürşide el ver kalbini lınkla
Mürşidin verdiğin tut kavi sakla
ilikten. kemikten, kandan içeri
140 BEKTAŞÎLİĞİN tÇYÜZÜ

— 47 —

Suret-i ademden göründüm amma


N e insanım bu insandan içeri
Benim esrarımdan her (N utk-i illa)
Tercümanım, tercümandan içeri
Bülbülün goncası, gülşeniyim men
Sadıkların aşk-ı fermaniyim men
Ehl-i diller sırrı, sultaniyim men
N e pünhanım bu pünhandan içeri
Gerçi, suret ismim benî ademdir
M a’ni-i siyrette bahr-i azamdır
Hükmü kaf’dan kaf’a tekî hatemdir
Süleym anim Süleym an’dan içeri
Ahsen-i takvim de nikah büründüm
Bir noktadan hasıl oldum arındım
Can gözüyle görenlere göründüm
N e seyrânim bu seyrandan içeri
Hakikat (G encî) nin şâhi nurdeyim
N e derya’da, gökte, ne de yerdeyim
Mekan tutmaz isbat olmaz sırdayım
La mekanım, lâ mekandan içeri

tzalı:
Genci, bu nazmında, kuyfıd-i izafiyeden kurtulduğunu,
kendi sırrına kimsenin eremiyeceğini, ancak can gözü ile ba­
kanların, kendisini görebileceğini anlatıyor ve:
(— Ben, ne yerdeyim, ne gökteyim, ne deryadayım, me­
kan tutmayan, isbat olunamayan bir sırdayım, Allahtan içeri.
Allahdayım.)
Diyor, hani Eşref oğlu’nun:
Sanurlar Eşref oğluyum, ne Rûmiyem, ne izniki
Benim ol daimülbaki, göründüm sûretâ insan
Dediği gibi.
Zahiri görenler, bu müthiş sözlere akıl erdiremezler. Çün­
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 141

kü, onlar (l\!Iakam-ı tevhid) in (La ilâh) lâfzını bilirler. (İl­


lallah) kelimesinin hakiki mânasına şaşırıp kalırlar.
Nesimi'nb:
Sofi’nin ger var ise dilinde zikr-i la ilah
Asık-ı sâdıkların kalbinde illallah var
sözünün sırrına erselerdi, duvara secde etm ekten vazgeçer­
ler, yönlerini âdem-i hakiki’ye dönerlerdi. İyi düşünülürse, fa­
raza, insan elinin yaptığı (Kâbe) binasının •duvarları ortadan
kalksa, insanlar birbirine secde etmiş olmazlar mı? İnsanların
kalıplan da aradan kalksa, zat-i hak’dan başka ortada ne kalır?
Esfelü âlâda bir nfırün ziyası cilveger
Şems-i zatin şulesidir görünen bu kün-fekân
— Hilmi Dede —

Bir de (Mısrid Niyazi) şu sözlerine ba^duım. H ^ ^ w ne ka­


dar (ayail) olduğunu belirtir:

Savm ü salat ü hac ile sanma biter zahid işin


i^nsaı\-ı kamil olmağa lazım olan irfan imiş

işit (Niyazi) nin sözün bir nesne örtmez hak yüzün


Hakdan ayan bir nesne yok, gözsüzlere pünhan imiş
Şâirin; (gözsüzler) diye cinas attığı kimseler, hak ile nâ-
hakkı ayırd etmek' kabiliyetinden mahrum olan bizleriz. Baş
gözümüz her ne kadar zâhiri görür olsa da, kalb gözümüz gör­
mediğinden, ayak patırtısına, el şakırdısına u^nağa çalışırız.
Etrafı iskandil eder, şöyle bir kulak verip dinleriz: Her kafa­
dan bir ses geldiğini, her kesin hakkı türlü türlü tariflerle an­
lattığını duyarız. Bize bu çeşitli tariflerden ürkeklik gelmeğe
başlar.
Şairin: :
Tarif için cemâl-i dildin, nas içinde
Kavgalar oldu peyda, başlandı kıyl-ü kale
Ya Rab nedir bu halet! Aşıkların ki düşmüş
Sevdây-i aşkın ile her biri bir hayale
— Hilmi —
142 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ '

Dediği gibi, hakikaten hakkı tarif etmek hususunda bir­


çok kıl ü kaller baş göstermiş.
Cami’lerde hocalar, M ekke’de Hacılar, Kilisede papasiar.
Havra’da Hahamlar, her kes, her millet, her din v e mezheb
sahibi, her yol ve akide sâliki Hakkı anlatmak istemişler, türlü
tarif ve tasvirlerle Hakkı açıklandırmağa uğraşmışlar, türlü
türlü patırdı la r gürültüler çıkarmışlar, yine öyleyken buna
muvaffak olamamışlardır. Bilâkis, Hakkı daha ziyade ört bas
yapmışlardır. Niyazi, bu hali bir beyitle ne güzel vasıflandırır.

Her ne denhi aşikar etsem hatâsın arttırır


Ol ayan iken anı örter delâil, beyyinat

Hakikat noktai nazarından, biz hakkı kendi gönlümüzde


m evcut bilirsek, her işimizi (Hak görüyor) diye ölçe ölçe, tar­
ta tarta yaparsak hiç bir zaman aldanmış olmayız. Bu suretle
kalb evimizi temizlemiş ve Hakkı kendimize mihman etmiş
oluruz. Yani canımıza can katmışa döneriz. Yahud, - tabir ca­
izse - canımızı, canânımızın canına katmış oluruz. O vakit an­
larız ki, H ak bizdedir,biz H ak’dayız. Hak bizimle hiledir, biz
Hak’la bileyiz. Elimizde tutan, gözümüzde gören, dilimizde
söyliyen hep Hak olur, benliğimiz aradan kalkar, yerine Hak
varlığı kaim olur.
Elimiz iyi tutarsa, gözümüz iyi görürse, dilimiz iyi söy­
lerse, bilelim ki imanımız sağlanmıştır, biz Hak’la birliğiz.
Eğer Allahın iyi huyile huylanmazsak, aykırı hareket
edersek, H^akı kendimizden uzak bilirsek, Hakkı ademden
başka yerde ararsak hüsrana düşmüş oluruz.
Hakkın adem’de olduğunu, adem’in hakla birlik olduğu­
nu şu parça beyitler açıklandırır

Seni bildin mi, kimsin cân-ı alem


Yarattı Hak seni gayet mükerrem

Vücudun Kabesidir bu kainat


Hakikat ilmi oldu sende zemzem
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 143-

Sncûd e tm e d iy ç ü . san iblis


Takıldı tavk-ı lanet ana hemclenı

Bilm ez niçin müraî, etm ez sücûd-i Adenı (1)


Terk e tti em r-i hakkı, şeytana uydu h er dem

Adem ’dedir keram et, A dem ’den is te hakkı


Ren A dem ’i yarattım dedi. Huda m ükerrem

Esm asını f îl'c ^ ^ e insana. talim etti


insan im iş m ukarrer ben bildim ism -i âzem

Ey bu cüm le kâinatın aslını bir can eden


A dem i kudretle *1 eane sevip canan eden

AHemel-esmâ ile hem tac-i kerre^mna ile


Ars-ı âlâ'da m elekler cem'ine sultan eden

S ecd e ey le A dem ’e ta kim hakka kul olasın


EElen A dem ’den eba, Haktan dahi oldu cüda

— N iyazi —

*
*
'fi

Secde eyle âdem e ib lis gibi âr eylem e


Emr ü nehy'in bil Hakkın, m ekanın in kar eylem e

— Mir’atî —

(1) K u r’anı k erim ’de Tanrı: «Biz A dem i yarattıktan sonra, m eleklere
A dem ’e se cd e ediniz em rini verdik.. bütün m elekler secde ettiler ya ln ız ib ­
lis kibirlendi v e secd e etm edi, bu sebeple A llahın dergâhından kovuldu.»
dem ektedir.
in san lığı tem sil ed en Adem ; insan-ı kâmil olan Hazreti M uhammed v e
M uham m ed’in nunm dan yaratılm ış olan H azreti A li’dir. Yine K ur’an «Ya
M uham m ed... D e ki, biz nefislerim izi getirelim » H itabı İlahisi ile Muham­
m ed’in nefsi olarak A li’y i beyan buyurm uştur.
144 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

— 48 —

Yaz bahar aylan geldi erişdi


Gamda gördüm bu gün garip bülbülü
Ahı direk direk göklere çıktı
Gamda gördüm bu gün garip bülbülü
Gül dalına konmuş çehresi solmuş
Ağlayıp gözleri kan-iîe dolmuş
Hali gayet zaif perişan olmuş
Gamda gördüm bu gün garip bülbülü
Bâd-i saba eser anın tahtında
Cefa çeker gonca gülün katında
Feryade başlamış seher vaktinde
Gamda gördüm bu gün garip bülbülü
Bir seher vaktinde dinledim fakir
Dilleri M uhammed Ali’den okur
Firaklı firaklı ağlayıp şakır
Gamda gördüm bu gün garip bülbülü
(Gene Abdal) ım dertli. yârin elinden
Yanar aşka düşmüş nârin elinden
Ağlar hudâsına hârin elinden
Gamda gördüm bu gün garip bülbülü

tzah:
Buradaki çırpınan gamlı bülbül, Genci'nin kendi ru h u ­
dur. Başka türlü izaha lüzum görmeden, biz de ona, N esim i’-
nin demet demet gülünü sunalım, üstünde, ruhu yanık yanık
Ötsün dursun, yetişir:

Bugün ben pirime vardım


Pirin cemali güldür gül
Oturmuş taht makamına
Taht-ı revanı güldür gül
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gül alırlar, gül satarlar
Çarşı pazan güldür gül
(K ûfe'de M üslim A kil m erkadi)
Top eden başın Hüseynin yoluna «Müslim» dir ol
Oğlu İbrahim, M ehemmed tuttular hem doğru yol
No: 10

Pîr evinde: (Kırklar M eydanı) nın cepheden görünüşü


BEKTAŞİLİÖİN İÇYÜZÜ 145

Toprağı gül taşı gül


Kurusu gül yaşı gül
Has bahçenin içinde
Serv-i revanı güldür gül

Gülden değirmeni döner


Anın ile gül öğünür
Akar arkı, döner çarkı
Bendi, pınarı güldür gül

Ak gül ile kırmızı gül


Çift yetişmiş bir bahçede
Bakışırlar hâre karşı
Hâri gül, ezhari güldür gül

Gel ha gel (Seyyid N e^m i)


Hak nefesi güldür gül
Şu öten garib bülbülün
Derd Ü figanı güldür gül

4 9 ----

B iz muhabbet nûruyüz bir bölük dervişleriz


Erenlerin sırrıyız, bir bölük dervişleriz
M uhammed’dir neslimiz, ırk-ı tâhir aslımız
Sır içinde faslımız, bir bölük dervişleriz
B iz gürûh-i naci-yiz, ârifin ser tacıyız
D em çeker (illa) cıyız, bir bölük dervişleriz
H ak ile yoldaş olan, kırklara hâldaş olan
Pirimiz Bektaş olan, bir bölük dervişleriz
Biz kuluz Şahe geldik, nfır-i hakkı bir bildik
Katarına dizildik, bir bölük dervişleriz
B iz kalender variyiz, derd ehlinin yâriyiz
Ali’nin esrarıyız, bir bölük dervişleriz
Genc/ gevher olmuşuz, Hakka vuslet bulmuşuz
Nur-i Hakla dolmuşuz, bir bölük dervişleriz
Forma : 10
146 BEKTAŞiLİĞİN İÇYÜZÜ

— 50 —

Derviş olduk Tekke’de


Ol Hudanın yolunda
H acıyız biz M ekke’de
Hanedanın yolunda

M üslimanın şanıyız
B iz kulu kurbanıyız
Kâfirin düşmanıyız
M ustafa’nın yolunda

B iz fenayı nideriz
Hakka doğru gideriz
Gördüğümüz örteriz
M üteza’nın yolunda

Biz yalanı koğmuşuz


Fena şeklin soymuşuz
Gerçeklere uymuşuz
Evliyânın yolunda

Bizde kanaat gani


Nideriz can ü teni
İm anım Şah Hüseyn-i
Kerbelâ’nın yolunda

Hakka benzer hâlimiz


Perhiz tutar dilimiz
Gayre varmaz elimiz
H ak rizanın yolunda

(G enci Abdal) biçare


B iz aşıkız didare
Söylem e gil ağyare
(İliya) nın yolunda
İzah:
Genci’nin bu iki nazmı azçok birbirine benzer. Birincide
şöyle fahrediyor:
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 147

(B iz erenlerin nuru ve sırrı olan gürûh-i Naci’lerdeniz.


Bizim ırkımız, M uhammed’in soyuna kadar çıkar.
Biz, H ak ile yoldaş, kırklar ile hâldaş olan Pir Hacı Bek-
taş’ın bendeleriyiz.
Biz, Şah’ın kuluyuz, onun katarına saf saf olup dizildik.
Kendimiz, kalender meşreb insanlar olduğumuz için, daima
ehl-i dert olan fukaraların imdadına Ali gibi yetişiriz.
Biz, Hakka ermiş. Hakkın nurile dolmuş, gizli bir hazi­
ne olmuşuz.)
D iğer nazmında da:
(B iz tekkede Allah yolunda derviş, M ekke’de hane-
dan-ı M uhammed yolunda hacıyız.
Biz, M ustafa gibi kafirin düşmanı, müslümanın şanı ve
kurbanıyız.
Biz, Mürteza gibi, gördüğümüzü örteriz, yani ifşa et­
meyiz.
Biz, Hakka doğru gideriz.
Biz, Evliyanın yolundayız, yalanı koğmuş, izafetten so­
yunmuşuz.
Biz, H üseyn-i Kerbela yolunda, canımızı kurban koy­
muşuz.
Biz, Rıza babından başka, hiç bir kapının halkasına yapış­
mayız. Yani ancak teslim kapısına bağlıyız. Bizim dilimiz per­
hiz tutar, yani boşboğaz değiliz. Her halimiz Hakkın rızasına
uygundur.
E y zavallı Genci! Sen de bu dar-i Mansurun aşıkı değil
misin? Sakın (İliya) nın, yani Hazreti Ali’nin sırrını ağyare
faş edeyim deme,) diyor.
*

Kelamın kadrini bilene söyle


Şalgam pazarında cevher satılmaz
— Basri —
148 BEKTAŞiLİĞİN İÇYÜZÜ

— 51 —

Cennet bahçesinin gonca gülleri


Pîrim Sultan Şuca’ (1 ) Pır M ehmed D ede
Muhammed Ali’ye benzer halleri
Pirim Sultan Şuca’ Pir M ehm ed D ede

M uhammed A li’nin hâlince gider


M ü’min olan dinler er hakdan haber
Hakikat şehrinde bir kân-i gevher
Pirim Sultan Şuca’ Pir M ehmed D ede

Ana nazar kılmış ol şâh-ı merdan


Odur dertlilerin dermanın veren
Açlar doyurucu, susuz kandıran
Pirim Sultan Şuca’ Pir M ehmed Dede

Seyid Battal Gazi merdan ilinde


Güzel Pirim Sultan Şuca’ ilinde
Aşıklar dilinde irfan ilinde
Pirim Sultan Şuca’ Pir M ehm ed Dede

(Genci Abdal) kuldur; Pirim, erenler


Kalb evinde Nûr-i hakkı görenler
Muhammed A li’den nişan verenler
Pirim Sultan Şuca’ Pir M ehmed D ede

Genci, bu nazmında mürşid v e Rehberini medhediyor:


(M uhammed Ali’yi anlayan onlardır.
K alb evinde nûr-i hakkı görenler onlardır.
Açları doyuran, susuzları kandıran, dertlilerin dermanını
veren, M uhammed Ali’nin hâlince giden onlardır.
Bunlar, âdeta Cennet bahçesinin konca güllerine benzer­
ler, Genci de:- Onların Kem ter bir kuludur) diyor.
(Sen, seni bilm ektir ancak, P ire ülfetten garaz)

(1) Bu kehme Seyit Gazi ve Şücaaddin çevresinde halk ağzında (Şü-


cah) diye söylenir. (Şüca’) kelimesinin galatıdır.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 149

— 52 —

Pir dedem dergâh dedem


Dergâhı Allah dedem
Kıbledir veçhin bize
D erviş dedem şah dedem

Kandildeki nur musun?


Nur içinde nur musun?
Taze civan Pir misin?
D erviş dedem şah dedem

Derviş dedem gel beri


D ört kapıdan içeri
Sırr-ı zatin eseri
Derviş dedem şah dedem

Derviş dedem Hak dedem


Cümle şeyden pak dedem
Huda’sın mutlak dedem
Derviş dedem şah dedem

Derviş dedem dem çeker


Bezmine adem çeker
Ademi mahrem çeker
Derviş dedem şah dedem

Derviş dedem nihandır


Ariflere beyandır
Can içinde cânandır
D erviş dedem şah dedem

Derviş dedem hoş dedem


Ezelden sarhoş dedem
M ey ile hamuş dedem
Derviş dedem şah dedem

Derviş dedem bulmuşun


Nûr-i Hakdan dolmuşun
(G enci) gevher olmuşun
Derviş dedem şah dedem
150 BEKTAŞiLİĞİN İÇYÜZÜ

Bektaşîlerde, darb-i mesel hükmüne girmiş bir tâbir var­


dır. O da:
(Derviş, M uhammed A li’dir; Hünkar Hacı Bektaş Veli­
dir.) sözü.
Bu s ö z , yeni icad edilmiş bir şey olmayıp, Al-i Abanın
daima fakrle fahr etmeleri, daima m ütevazi ve halim olmala­
rından kinaye, eski bir sözdür.
Ali’nin bir adına da (Ebû-türâb) denildiği malûmdur.
R ivayete göre, Hazreti M uhammed Şah-ı velâyet’le bir Gaz­
veye gitmiş. Bir ara dinlenmek için toprak üstüne uzanan
Hazreti Ali yatıp uyumuş. Başı ucuna gelen Peygam ber de
«kum ya Eba Türab - kalk ey toprağın babası» buyurmuş ve
bundan sonra Hazreti Ali’nin bir adı da «Ebâ Türab» kalmış,
Hazreti Ali’nin en ziyade hoşlandığı isim «Ebâ-Türâb» ismidir.
Genci de, bu şâh-eserinde, mürşidini onlara benzeterek d i ­
yor ki;
(Dergah da sensin, H ak dergahı da sensin! Senin nûrün
bize kıblegah olmuştur!
Sen kandildeki nur’sun, hatta nur içinde nur’sun.
Y a n i ( N u r u n A la n û r ) su n .
Sen, gözsüzlere gizlenmiş, ariflere aşikar olmuşsun!
Sen, öyle bir hoş can’sın k i, (m ey) den (1 ) sarhoş ve hû-
muş ve canlar içinde canan olmuşsun!
E y Gencî! B öyle olduğu ne iyi oldu. Sen de buldun, sen
de nur-i Hak’la doldun, sen de hazine oldun!)
(Huda kadirdir eyler senk-i haradan güher peyda)

— 53 —

Hakikat milkinin sultanı sensin


Sırrullah sultanı ya Hacım Sultan
M ü’minlerin din ü imanı sensin
Aşıklar penahı ya Hacım sultan
______________ » I
(1) Ru (m ey) den mürad. müskirat değildir. (Sekalıüm... şerâben ta-
hura) sırrıdır.
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 151

Horasan ilinden azm-i Rûm kıldım


Keram et defterin Hudâdan aldım
Güvercin donunda birlikte geldim
Padişahlar şahı ya Hacım Sultan

Aşkm ile bağrı yanık olanın


Dostun cemaline aşık olanın
Sensin ezel ebed sadık olanın
Aşk-ı secdegahı ya Hacım Sultan

Gürûh-i Naci’ye erenler mescûd


Sendedir cüm leye murad ü maksûd
Hakkın cümle sırrı sendedir mevcûd
Küntü kenzullahı ya Hacım Sultan

Celalinde gizli oldu cemalin


Sen bilirsin mücrimlerin her halin
M edet, m ürvet eyle (G enci Abdal) in
Çokdur’ur günahı ya Hacım Sultan

tzah:
Gencî, Hacım Sultan’a hitaben diyor ki:
( — E y hakikat ikliminin sultanı v e Allahın ulu sırn ken­
dinde mevcud olan zat! Sen, mü’minlerin din ü imanı, aşıkla­
rın sığınacağı bir zatsın!
Sen, keramet defterini A llahtan aldın, Pirim le beraber
Horasan milkinden Rum diyarına geldin!
Sen, ezelden beri, dostun cem aline aşık ve sadık olan
bağrı, yanıkların ebedi bir secdegah-ı aşkısın.
Hakkın cümle sırrı sendedir.
Sen, Allahın (Küntü-Kenzullah) hazinesisin!
Sen, cümle mücrimlerin, günahkarların halini görür, bi­
lirsin.
Sen, gerçi celal sahibisin, fakat (C em al) sıfatını, celalinin
içerisinde gizlemiş bir m ürüvv^ kanısın!
(G enci) günahkar bir kuldur. Sen onun kusurlarına kal­
ma, mürüvvet ve keremini ondan esirgeme!)
152 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Genci'nin medhiyesini yazdığı zât, Uşak kazasının Susuz


mevkiinde medfun, (Kolu açık Hacım Sultan) dır. B u zâtın
Pır Hacı Bektaş’la birlikte Horasandan geldiği ve onunla ak­
raba olduğu rivayet edilmektedir. Hacım Sultanın el yazması
bir vilâyetnam esi vardır.
Hacı Bektaş Velinin: bu zâte (Bâtın kılıcı) nı sunduğu
söylenir. B u kılıç tahtadan masnu birşey olup Hacım Sultana
verilmiş ve dergâh kapısına bekçi konulmuş.
Hacım Sultan, bu tahta kılıca bakarak gülmüş:
— Acaba bununla ne iş görülebilir?
Demiş. Orada bulunan semerli bir katıra tecrübe için
sallamış, katır iki bölük olmuş.
B u m es’eleyi Pîr’e arzetmişler. Hacı Bektaş V eli de:
— Kolları tutulsun, demiş. V e hemen müşarünileyhin
kolları tutulmuş.
Arkadaşlarının Pîr’e iltimas ve şefaatleri üzerine, tek­
rar:
— Açılsın!
Demiş, kolları açılmış. Bundan sonra ismi (Kolu açık
Hacım Sultan) kalmış.

Bektaşîler, bu zattan çok korkarlar. H ak yoluna gitm e­


yeni terbiye edici, bu zat olduğuna inanırlar. Erenlerin (B â­
tın cellâdı) budur, derler. Herhangi bir işe el vuracak olsalar,
bu zatın korkusundan, çok hesablı ve ölçülü hareket etmeğe
çalışırlar.

(Tığ-ı Bitın, tığ-ı Zâhir’den beter hunriz olur)


(Zâhir ü Bâtın’da şimşir-i vilâyet tiz olur)
— Fuzuli —

— 54 —

Ezel-i ezelden öteden beri


Sevdikçe sevesim geldi pirimi
Çekerim cevrini andan ötürü
Sevdikçe sevesim geldi pirimi
BEKTAŞİLiÖiN İÇYÜZÜ 15 3

Sevdikçe severim ben anı çoktan


Sevdiğini Allah var eder yoktan
Geçerim varımdan ayrılmam Haktan
Sevdikçe sevesim geldi pirimi

El ele el Hakka buyurdu Allah


İnandım Pirim e Allah eyvallah
Pirim Allah dostum Allah, hüvallah
Sevdikçe sevesim geldi pirimi

(G enci Abdal) Sultan Şuca’ kuludur


Cennet bahçesinin gonca gülüdür
Pirim nazar kıldı, sanma delidir
Sevdikçe sevesim geldi pirimi
İzah:
Burada izahı, icabeden (E l ele el Hakka) tâbiri varsa
da bunu biraz daha ileride diğer bahislerimizle birleştirerek
anlatacağız.

— 55 —

Gönlümde benim Şah-i muinân görünürsün


Özümde meğer cânıma cânan görünürsün

Gördü seni can didelerim, şüphesi yoktur


D il’hanesinin tahtına sultan görünürsün

Çâr unsuru, mimar oluben eyledin âbâd


Giydin bu donun şeklini insan görünürsün

Ermez buna hiç akl ü fikir yüce oyundur


Hakka-ki müdam Hayder-i Merdan görünürsün

H eybetle görüp hâtemini ağzına verdi


Mirac gicesi Ahmed’e arslan görünürsün

Lütfü keremin eyle meded (G enci) ye şahım


Alemde şeha Rahm et-i Rahman görünürsün
154 BEKTAŞİLİÖİN İÇYÜZÜ

Itzalı:
(E y şah;
Sen meğer gönlümün yardımcısı ve canımın cananı
imişsin.
Can gözlerim seni görünce, gönlüm evinin tahtına otur­
muş bir sultan olduğunu anladım.
(Ateş, su, toprak, yel) denilen dört unsura hem mimar­
lık ettin ve hem de bunlardan bir insan donu giyip karşımıza
çıktın. Senin bu oyununa kimsecikler akıl erdiremiyorlar.
Hakikat halde sen daima erkek bir arslana benziyorsun,
Mirac gecesinde heybetle M uham med’in önüne çıktın, M u­
hammed seni görünce ağzına hatemini verdi.
E y Şah! B u- alemde rahmet-i rahman ancak sensin, bu
G enci kuluna da meded et ve ondan lütf ü keremini esirgeme.)

Birçok şairlerimiz de (Allahın her şeye zahir olduğunu


ve anâsırdan bir don giyip beşer suretinde tecelli ettiğini) te ­
rennüm edegeimişlerdir.
Akkirmanh Nakşi'nin bir gazelinin ilk beyitlerini örnek
gösterelim ve bu gazeli tahmis eden şairlerin de yine ilk be­
yitlerini alalım:

Ey-.i! Sen sanma kim senden bu güftar-i diban söyler


Veya terkib olan unsur veya lahm-i zeban söyler
— Nakşi —

Ceenıjlliıı vasfın ey dilber eğerçe tende can söyler


Leb’in esrârını aşkın ve lâkin rayegân söyler
Ki nutkun emr-i haktır (Men aref) sırnn ayan söyler

Eyii, sen sanma kim senden bu giftan dehan söyler


Yeya terkip olan u^nsur veya lâhıni zeban söyler
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 155

Yüzünden istifâ sırrın bilenler ey kaddi bâlâ


Onlardır mekteb-i irfân içinde âlim ü âlâ
Ne bilsün ders-i hüsnünden senin kadı veya monla
Seni ol sana bildirmek muradın kasd edüp Mevta
Anasırdan giyip bir don yüzünden tercüman söyler
— Halili —
Hakikat cümle eşyadan Huda herdem ayan söyler
Kulağın tut kamu savte işit, sanma nihan söyler
Ana âlet olan diller (Eneı hak) kı heman söyler
Eyâ, sen sanma kim senden bu güftar-ı dehan söyler
Veya terkip olan unsur veya lâhm-i zeban söyler
Seni ol zâtine mir’ât edüp tarfundurur eşya
Senin nûrunla nıeclâ’dır meraya esfel-ü âlâ
Zuhurun mazhar-ı tam'dır vücudün nüsha-i kübri
Seni ol sana bildirmek muradın kasd edüp Mevlâ
Anasırdan giyip bir don yüzünden tercüman söyler
— Üsküdarlı Haşim —
Hakikat zat-i mevlâdan kamu eşya âyan söyler
işit sem’-i basiretle, sakın sanma nihan söyler
Kısmet anlayup hakla (Enel-hak) kı he^&n söyler
Eyâ, sen sanına kim senden bu güftar-ı dehan söyler
Veya terkip olan unsur veya lâhm-i zeban söyler
Sana ermek için dünya dün ü gün devr eder eşya
Seni ınir'ât edin^ştir mezahir esfel-ü âla
Vücudün mazhar-ı tam’dır, cemâlin âyet-i kübri
Seni ı>l sana bildirmek muradın kasd edüp Mevlâ
Anasırdan giyip bir don yüzünden terc^üman söyler
— Üsküdarlı Haşi:nı —

Serseri gezme ey dil yabanda


Her ne ararsan sendedir sende
Surette gerçi, bir kuru tensin
Mâni’de cansın kasr-ı bedende
— Fenayi —
156 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

— 56 —

Ezel-i ezelden edebi billâh


Kudret kandilinin nurudur Ali
Genc-i mahfidir ol gani padişah
Hudanın mazharı sırrıdır Ali
Arş yüzünde arslan gördü M uhammed
H âtem in ağzına verdi M uhammed
Bu sırrın aslına erdi M uhammed
Erenler serveri eri’dir Ali
Anda türlü türlü cilveler oldu
Üçler, beşler, kırklar, yediler geldi
, Ol (cem) de nasibin alanlar aldı
Hakkın ulu sırrı, varıdır Ali
(Gene Abdal) ım kalbi (şevk-i sirac) ı
Sıdkelyakin olur gürûh-i naci
M ü’minlerin şahı, devleti taci
Pir Hacı Bektaş’ın piridir Ali
İzah:
Genci, bu nazmında, (ol cem’de nasibin alanlar aldı) di­
y e kullandığı tabirle, ikrar verm e ayinini işaret etmektedir.
Biz yukarıda Bektaşilerin (Baş okutma) ayinini anlatır­
ken diğer erkânlardan da bahsedeceğimize söz vermiştik. Şim ­
di, o sözümüzü yerine getirmenin sırası geldi.

AYİNLER, ERKANLAR
Yalnız, sayın okuyucularımıza, her şeyden evvel bir mu­
kaddeme yapm ak zaruretindeyiz.
Bektaşîler, tıpkı, memesine kirpi derisi bağlamış bir ine­
ğe benzerler.. K im seye kendilerini emzirtmek istemezler. Ya­
ni, Bektaşi olm ayan kimselere, tarikatın iç yüzü hakkında tek
kelim e sarfetmezler.
N e kadar yanlarına sokulursanız, bir sır sezemezsiniz. N e
kadar sakallarına göre tarak verm ek isteseniz, beyhude zah­
m ete katlanmış olursunuz.
Kırmızıdan sorsanız, yeşilden; beyazdan sual etseniz,
siyahtan haber verirler!.
BEKTAŞİLİĞ iN İÇYÜZÜ 157

Şimdiye kadar, bunların aralarına sokulanlar olmamış


değil.. Fakat topladıkları (m eyva) onlardan kaptıkları birkaç
(ham, hum) ibarelerden, biraz da dipsiz, manasız (katakulli)
sözlerden ibaret kalmıştır.
Hani, bir darb-ı mesel vardır:
(D ipsiz kile, boş anbar. Doldur doldur, boşalt). Tıpkı
onun gibi..

YALAN UY D U R M A LA R

Bugüne kadar, Bektaşiler hakkında o kadar yalanlar uy­


durulmuş, o kadar çok dedikodular yapılmıştır ki, kimi onların
küfürlerine hükmetmiş, kimi de arş-ı âlâda, Allahla konuştur­
muşlardır.
Bektaşîlere isnad edilen birçok fıkralar, nükteler toplan­
mış ve kaleme alınmıştır ki, Nasreddin H oca merhumun letâ-
if külliyâtı, bunların yanında solda sıfır kalmıştır.
Bazı yalancılar ortaya çıkmış:
Ben, onların erkânlarına girdim, gözlerimle gördüm,
herifler mum söndürüyorlar yahu! Köşede oturan Baba’nın
yanı başına bir mum yakıyorlar, bir tane de ayakları bağlı ho­
roz hazırlıyorlar, tam kafalar kirişlendiği bir sırada, horozun
bağını çözüveriyorlar, horoz kanatlarını çırpınca mum sönü­
yor... ( Bundan ötesi m al^ u .)
Bir münevver zat çıkıyor:
— Ben, bu adamların erkânını gördüm, mum söndürme
yoktur. Bu, bir iftiradır. Ayini cemde, ne şamata, ne de bir ne­
şesizlik vardır. Her şey usûl, âdâb, erkân dâiresinde, dînî bir
m ahiyette devam ve cereyan eder.
D iye yazıyor ki, bu cihetler esas itibarile doğrudur.
. Biz de, kitabımızın baş tarafında bazı bedmayeler ve ga-
rezkârlar tarafından, Bektaşîler hakkında uydurulan îpe sapa
gelm ez bir takım erâcife, münevverlerimizin asla inanmadığı­
nı zaten işaret etmiştik.
Bir muharrir ortaya çıkıyor:
— Ben, o adamların erkânına birkaç kere girdim. D ede
ile diz dize oturdum, yanı başıma da bir kadın oturttular.
Başka bir bacı, da binlikten rakı doldurup, bana eliyle sundu,
158 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

içtim. Bir aralık, D ede kulağıma iğilerek: (E.. Artık müsaade


edersen pervaz etsinler,) dedi. Pervazın ne olduğunu sorup öğ­
rendikten sonra, muvafakatırnı (?!) bildirdim. Dedenin işareti-
le bir kadın, bir erkek ayağa kalktılar. D edeyi, beni, sağımda­
ki bacıyı, sonra sağ ve sol yanındakilerini ve dönüp eşiği, kim
bilir belki de (b ü fe)yi selâmladılar. B u iş bitince de sazların
nağmelerine ayak uydurarak âdeta dans etm eğe koyuldular__
Bir müddet sonra sağımdaki (bacının işaretile) üç taze
kadın m eydana geldiler, kendilerinden evvelkiler gibi dört ta­
rafı selâmladılar, kollarile (birbirlerinin bellerini) kavraya­
rak (? ) pervaza başladılar............ ....
....................bu sırada kapı açıldı. İçeriye, boynuzları, sırt­
ları (elvan kâğıtlarla süslenmiş) (? ) iki tiftik tekesi sürdü­
ler, bunlar ne olacak, diye sordum. Dede: (B u gece kurban
edilecekler) dedi. -
.................. (üç tazenin pervazları) da sona erdikten v e sâ-
kiler birer devir daha yaptıktan sonra, yirm i beş otuz kişi or­
taya çıktılar, bir kadın, bir erkek olmak üzere sıraya dizildi­
ler, (birbirlerinin kollarına girdiler) (? ) sazlar:

Evvel bahar üç a y la n doğunca


Hep âşıklar esireyip coşarlar
Arif olan mana alır sözümden
Hayvan olan kam doyar mışılar (?)

N efesini (?) çalarken, zevk ve neş’e içinde türlü hareket­


lerle ileri geri gidip gelmeğe, dönmeğe başladılar...
..................her erkek, sağındaki bacıya miraçta cem al gör­
düm (?) aşk olsun imanım, diye teşekkür (? ) ettikten sonra
ayrıldılar, çekilip y e r l e r e g ittile r ............ D ede de (lokm a)
emrini v e r d i..................
*
**

B u Aleviler, ne kadar kurnaz adamlardır bilseniz?!.


Bir (koldan kopan) meclisini, yabancı bir adama (ikrar
BEKTAŞiLİGiN İÇYÜZÜ 159

erkânı) diye göstermişler.... Düğünlerde bayramlarda oynaya


geldikleri (halay sekme) oyununu da (Sem a = Pervaz) diye
kandırmışlar... (A leviler öyle yapıyorlarmış) desinler diye de,
misafirlerinin yanma bir kadın oturtmuşlar v e semaa kalkan
tazelere selam latm ışlar... Bir bacıya da binlikten rakı doldur­
tup aziz misafire ikram ettirmişler.. Bu zata (Erkân-ı M uham­
med Ali) nin bundan ibaret olduğu hissini vererek ne de gü­
zel aldatmışlar.
Halbuki:
1 — B u zatın, gördüğünü söylediği balo bir âyin değil­
dir (!) ciddi bir (erkân-ı M uhammed Ali cemi) olsaydı, ken­
disini kat’iyen oraya sokmazlar ve sokamazlardı. N itekim . m u­
harrir, orada yalnız dem içildiğinden, pervaz yapıldığından,
mumlar yakıldığından bahsediyor da, bunlardan başka bir
hakikat meydana koyamıyor.
2 — Erkân esnasında, Mürşidin, yani Dedenin oturdu­
ğu minderde veya döşekte, kendisinden başka kimse yer ala­
maz, onunla lâübâli konuşamaz. O makam (M uhammed m a­
kam ı) diye görüle geldiği için, böyle şeyler an’aneye muhalif­
tir. Yalnız, (koldan kopan meclisi) âyinden sayılmadığı için,
bu m ecliste D ede ile her kim olursa olsun diz dize oturup soh­
bet edebilir. ‘
3 — Erkânlarda, kadınlarla erkekler yan yana oturmaz­
lar, kadınların saf halinde oturdukları yer - ayni oda içinde
olmakla beraber - ayndır.
4 — Sakilik, müstakil bir vazifedir v e yalnız erkeklere
mahsustur, kadınlar âyin esnasında kim seye dem sunmazlar,
5 — Pervaz başlayacağı zaman, D ede hiç bir kimseden
müsaade taleb etm ez v e muvafakat cevabı beklemez.
6 — Sema yaparken, el ele tutmak veya bel bele kav­
ramak yoktur. (B u hâl, erkândan hariç, halay sekme, oyun­
larında caridir.) Sema yapan canlar, el v e bel tutuşmadan,
münferiden, halka halinde birbirlerini karşılamak suretile bu
işi görürler.
7 — Kadınların, Fuzuli veya Nesim i’den gazel okuma­
ları, zâkirlerin çalıp çağırmaları, yalnız erkânlara mahsus bin
160 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

keyfiyet olm ayup her zaman (koldan kopan) meclislerinde


dahi, bu kabil gazel ve nefesler okunagelmiştir.... (koldan ko­
pan) ın ne olduğunu az sonra izah edeceğiz.
8 — Alevi ve Bektaşi nefeslerinde (hayvan gibi mışılar)
tabiri hiç yoktur. Bu kaba tabir, halay oyununun bir koşma­
sıdır.
*

Yukarda geçen sözlerimizi, âyini cem de okunan ve er­


kân hizmetlerini belirten şu nefeslerle isbat edeceğiz:

Akşamlar oldu gülbenk çekildi


Çerağlar uyandı, niyaza geldim
Erenler erkânı, meydan açıldı
Ayini cem kuruldu ihsana geldim

Hakikat abdestin birden aldılar ,


Mürşidin emrine beli dediler
Dar-i mansur olup şunda durdular
Talib-i hak olup meydana geldim

Ol demde halinden sordular canın


Var mıdır kusuru? dediler anın
Ayni cem gösterdi yere nişanın (1)
Üryan püryan olup didara geldim

Sofralar kuruldu hizmet görüldü


Hakikat nurundan cemaller güldü
Mü’min olanlar, ölmeden öldü
Geçip kıyı ü kaiden divana geldim

Seyredip cümlede bu güzel hali


Şii.kür gördük anda nur-i cemali
Zaklrler okuyup bülbül
Terk edip riyayi merdane geldim

(1) H erkesin eğilip yere niyaz etmesidir.


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 161

Koç kuzu kurbanlar meydana geldi (1)


Nefesler, düvazlar ayana geldi
Ağlarken bu çeşmim şad olup güldü
Can, baş feda edüp seyrine geldim

(Sekahüm) şerbetin ezip içtiler


Mest olup cümlesi serden geçtiler
(Şah) Hüseyin) deyüp hep ağlaştılar
İçip ol şerbeti mestane geldim

Güruh güruh geldi anda bacılar


Saf besaf geldi durdu hacılar
Allah Allah der de öter Naci’ler
Meydan-i aşk içre irfana geldim

Tığlandı kurbanlar, samah (2) lar olda


Kalb evimiz nûr-i imanla doldu
Anda nasibini alanlar, aldı
İnanıp sıtkile imana geldim

Edep, erkan tam am oldu sürüldü


Pervaneler geldi nasip verildi (3)
Hatmoldu hizmetler derfur verildi
(Şükrüya) ! Men de sultana geldim
*
**

Derllüben hak cemine gelenler


Edep ile erkan ile gelmeli
Ayni cemde s i f oturun, saf durun
Muhabbette hazin hazin gülmeli

Ayni cem kardeşler yiriniz bilin


Taşra çıkarsanız, gönülde kalın
Bu yol sahibinin himmetin alın
Mü'minin başında devlet olmalı

(1) Tığlanacak kurbanların, canlı iken meydana getirilmesini söylüyor.


Bunlara ince tuz ve su gösterilir. üç nefes ve bir düvaz okununcaya kadar
meydan ortasında serbest bırakılırlar. Sonra tekbirlenir ve kesilmek üze­
r e dışarıya götürülürler.
(2) Sema’ kelimesinin ağızdan söyleniş şeklidir.
(3) Ayini cem dağılıp pervaneler içeriye girince, mürşid kendi eliyle
bunlara üçer kadeh dem sunar. «Nasip verildi» dediği budur.
Forma: 11
162 BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ

Mü’m in niçin kir getirmez yüzüne


Niyâz eder, dedesinin dizine
Kıyamette mil sokarlar gözüne
Mürşidin niyazın dizden almalı

Baylığile varlık benlik getiren


Bulunur mu kendi kendin yetiren
Mürşid ile bir döşeğe oturan (1)
Kıyamette yüz üstüne kalmalı

Kudret meyinden bizler de içtik


Aşkın (gore) sinden kaynadık coştuk
Anlar baştır bizler ayağa düştük
Aman kardeş, haddimizi bilmeli

Mü’min olan mü’min nice olmalı


Dışarıya pazvandım (2) salmalı
Süpürgeci süpürgesin çalmalı (3)
H er hizmetler yerli yerin bulmalı

Şakacılar saka suyun (4) doldurdu


Mürşid parmağını suya daldırdı
Bir damlası bin şeytam öldürdü
Nûş edüp münkire lânet kılmalı

Okunur nefesler, çağrılır düvaz


Hayır ruısihatı pirlerden duy yaz
Anda kabul olur bin türlü niyaz
Fark edüp de törelerin bilmeli

Dede olan mürşidliğin bildirdi


Ayni cemi gülbengile doldurdu
Cem halkını ayak üstü kaldırdı
Sakin olup yerli yerin (5) bulmalı

(1) Mürşidin döşeğine, başkasının oturamıyacağını ima’dır.


(2) Pazvand = Bekçi.
(3) Meydana car çekmek.
(4) Sekahüm şerbeti.
(5) İlk sema başlayınca, üç kısa sema yapılır. Bu semalar yapılırken
de mürşid ve bütün âyini cemdekiler ayakta dururlar. Semalar bitince,
mürşide (Herkes yerli yerine sâkin olsun) gülbengini okı;r, otururlar.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 163

Uyanır ;$lkirler, çalınır sazlar


Anda kabul olur niyazlar nazlar
Gele saınah ede gelinler kızlar
Mü’min olan bunda murad almalı
Bunu böyle kurmuş asıldan kuran
Emrolunca gelir sofrayı kuran
Dedemiz deyince (oturan, duran) (1)
ü ç gaybetsiz evinize varmalı
Boştur sanma (Kul Cevri) nin emeği
Sakın kardeş baki sanma dünye’yi
Gayet paktır erenlerin yunağı
Kurban kesüp yılda bir kez yunmalı
Kısa bir nefes daha yazalım da üçlensin:
Biz bir bölük dervişleriz
Piranımız gerçek bizim
Biz mâsivâdan geçmişiz
Devranımız gerçek bizim
Biz münkiri hiç sevmeyiz
Yalan, gaybet söylemeyiz
Ağlaşanlara gülmeyiz
Seyranımız gerçek bizim
El vermişiz bir gerçeğe
Diş vermeyiz biz hiç çiy’e
Yuf çekeriz yalancıya
Sübhanımız gerçek bizim
Biz. bülbülleriz öteriz
Gonca gülleriz kokarız
Münkirlere ok atarız
Oklarımız gerçek bizim
Rüzgâr olur biz eseriz
Türab olup yer öperiz
Cem’de gül suyu serperiz
Erkanımız gerçek bizim

(1) Bu duayı mürşid, ayini cemdekilere evlerine dağılmak üzere mü­


saade için, erkanın en sonunda söyler.
164 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

(Şükrüya) sen beni dinle


Sakın, sırrın verme ile
Hu! Diyelim biz gerçeğe .
ikrarımız gerçek bizim

*
**

Yukarıda geçen bir bahiste, Bektaşî v e Alevîlerin her


sene ve en çok dört senede bir, baş okutma erkânını işaret et­
miş ve bu erkânın ne şekilde cereyan ettiğini anlatmıştık. D i­
ğer erkânların tarifini de, ileride yapacağız demiştik. Şimdi
bu vadimizi yerine getiriyoruz, bunu yaparken de, önceden
(Koldan kopan) dan başlamayı uygun gördük:

K O LDAN K O PA N

(Koldan kopan) diye anılan bu erkâna, haddi zâtinde


bir (Ayin) gözüyle bakılamaz. Bu, ancak gençleri toplantıya
alıştırma, onlara âdâb ve erkân hususunda duygu vermek, ta ­
rikat mefkûresini aşılamak için ihdas edilmiş bir muhebbet
meclisidir.
Diğer erkânlara bekârların girmesi yasak olduğu için,
genç delikanlılar, bâkire kızlar ana ve babalarile birlikte, an­
cak bu meclise girebilirler...
Toplantıya gelen canlar eli boş gelmeyip, erkekler dem­
lerde, kadınlar, meze ve yiyeceklerle gelirler... Bu m ecliste
âyin, erkân) nâmına hiçbir şey cereyan etm ez... Yalnız, çe-
rağlar yakılır, demler içilir, zâkirler çalarlar, nefesler v e buy­
ruklar okunur, sem a’lar yapılır, o kadar....
Gençler bu mecliste sema’ usulünü, nefes v e buyruk ça­
ğırmasını öğrenirler.. D ede Gülbenk çektikçe, gençler de elle­
rini birbiri üstüne koyar, baba v e anneleri gibi hareket ede­
rek (Allah, Allah) nidasile âyin-i cemin ruhî duygusuna işti­
rak ederler.
İleride sema’ların şekillerinden v e çeşitlerinden bahsedi­
leceği için şimdilik (Koldan kopan) muhabbetinin ruhuna uy­
gun, üç şiir ve bir düvaz’la bu bahsi bitirelim:
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 165

Aceb hunriz olup şehlâ gözün mestâne mestâne


Nişan oldu benim gönlüm çıkup meydâne meydâne

Ko olsun kâkülün daim perişan bak sen uşşâki


Harab etti benim gönlüm olup virâne virâne
*
Safây-i hâtıran daim anar ol meclis-i âlâ
Leb-i lâ’Iîn hayalinden olur divâne divâne

(Nişan oldu serir üzre bugün ol yfisuf-i sin i


Bi-hamdillah kamu âlem dedi merdâne merdâne

(Zebûni) ye kerem kıl abd edip dâim seni sevmek


Nice müddet şeha olmuş tab-mı gamhâne gamhâne

Gözünden fitneler koptu bakup sihrâne sihrine


Tenimden canımı aldı, kodu virâne virâne

Ne hikmettir aceb cânâ ki herdem leyli-i zülfün


Dil-i mecnunumu herdem asup urgane urgane

Perişan eyledi benden firâki m eclisi ansız


Leb-in kim şerbet-i cânım gelüp handâne haıidâne

Diyar-i h ık -i Mısırdan yetişti yusüf-i sani


Serir-i saltanat hükmün kurap şâhane şahane

Kapında bir (Bedii) yim ki şol derd ü firakından


Cihanı yaşla doldurdu gözüm giryâne giryâne

Ne tiz cellâd ola cadû gözün devrine devrine


Derûnum oluben teslim gelür meydâne meydâne

Güneş gibi cemâlinden perişan ola çün zülfün


Ziyasından g&daz olup dilim sh1$\ne sûzâne

Leb-i lii’l-i şeker bârın içe dârusunu her kim


Gider zâ’fi bulur zevki olup ferzâne ferzâne

Serir-i miilk-ii hüsn üzre çü sah oldun, kamu âlem


Sürüp yüzleri hâk üzre sunup şükrane şü.krine
166 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Ata eyle bo (Vefki) ye, ki senden gayriye bende


Ola, ta ranı bil olmaz, edüp peymâne peynıne

Düvaz:
Gönül yine bir hayale uğradı
Senin aşkın beni mecnun eyledi
Aşk eseri ciğerciğim dağladı
Senin aşkın beni mecnun eyledi

Muhammed Mustafa, Hayder Ali'sin


Seyid Battal Gazi, Sultan Veli'sin
Sun, elinden içem, kudret dolusun
Senin aşkın beni mecnun eyledi

imam Hasan şefaatin kanıdır


Mü’minlerin can evinde canıdır
Şah Hüseyin mürüvvetin kanıdır
Senin aşkın beni mecnun eyledi

Zeynel’abii, Bakir zuhur eyledi


Cafer Sadık aşk deryasın boyladı
Kâzım Musa, Rıza niyaz eyledi
Senin aşkın beni mecnun eyledi

Ta.ki ile Naki derdler dermanı


Asker’i sevmiyenin yoktur imanı
(Pir Mehmed), Mebdi-i sahib zemânı
Senin aşkın beni mecnun eyledi

D A R ’D A N İN D İR M E ER K Â NI

Bu erkân bir (âyin-i ruhani) dir. Ölen bir can’ın, eş ve


dostlarile, alış veriş yaptığı insanlarla helâllaşmadan ölmüş
gibicesine hareket edilerek, sağlığında nasıl bu erkânı ifa ede-
gelmiş ise, vefatından sonra da onun istirahat-ı ruhu için, vâ­
risleri tarafından (dar’dan indirme) erkânı açtırılır.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 167

Bu erkân açılış tarzı da tıpkı baş okutma, ikrar verm e


meydanlarında olduğu gibidir. M eydan açılınca ölen canın
yerine, onun velî veya vasileri dâr-i mansur-e dikilirler... M ü­
teveffa namına (ağrınmış, incinmiş, gücenmiş kimseler varsa,
dile gelsin, bile gelsin, hakkını talep eylesin, Allah eyvallah)
diye tercüman okurlar,
Şayet merhumun şuna buna ödenmemiş borcu kalmışsa
ve alacaklı çıkan olursa, vârisler ödemeği kabul ederler.. Ala­
caklı zuhur etmezse, bütün âyini cem:
— Öz gönül birliğiyle, biz suçlarından vaz geçtik, Allah
da affetsin, Ruhu şâd olsun, Hak erenler yardımcısı olsun.
Derler ve bunu tevsik için de hep birden eğilip yer öper­
ler.
Bu erkânın masraflarını, tabiidir ki, ölen adamın veya
kadının terekesine konanlar temin ederler.
Zâkirler, ölünün ruhunu taziz yollu nefes ve düvazlar
okurlar. Tertibe riayet etmek için biz de öyle yapalım ve bah­
simizi kapatalım:
işte geldim işte* gittim
Yağ çiçeği. gibi bittim
Şu dünyade ne iş ettim "
ömürcüğüm geçti gitti

Çağırdılar İmam geldi


Her biri bir işe yeldi
Azrail pençesin saldı
Can kafesten uçtu gitti

İşte geldi yuyucular


Tenime sn koyucular
Kefenim elinde, Hoca,
Kefenciğim biçti gitti

Ayırdılar ilimizden
ip attılar belimizden
Pek tuttular kolumuzdan
Can cesedden uçtu gitti
168 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

■, üettiler m ezanma
Sığındım gani kerime
Toprak attılar serime
Gözüm yaşı taştı gitti

im am telkine başladı
Bir sevapçık iş işledi
Komşular bizi boşladı
Geri dönüp kaçtı gitti

Kabrime bir melek geldi


Bana bir sualcik sordu
Hışm edip bir topuz vurdu
Tebdilciğim şaştı gitti

(Teslim Abdal) oldu tamam


işte geldi zaman
Yardımcımız on iki imam
t .
Ten türa be karıştı gitti

Vardım ki yurduna ayak göçürmüş


Yavru gitmiş, ıssız kalnftş otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler Meclisten kesmiş ayağı
Lileyi, sünbülü, gülü har almış
SÜiey^n tahtım sanki mir almış
Zevk ü şevk ehlini ilı ü zir almış
Game tebdil olmuş ülfetin çağı
(Zihni) dehr-elinden her zaman ağlar
Vardım ki bağ ağlar, bağıban ağlar
Gonceler perişan, güller kan ağlar
Şeyda bülbül terkeylemiş o bağı

Yâr yanına giden ey bâd-i saba


Şimdi yârim beni ansun ağlasun
O da benim gibi hasret mi eyi
Mahşeredek bana yansun ağlasun
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 169 •

Bu gönül aşkile yak tı cism ini


V ahdette görürse yârin resm ini
G ece gündüz vird eylem iş ism in i
H âb-i g afletten uyansun ağlasun

Elem de kederde kaldım , n âçan m


V aslına erm eğe yok ik tid an m
D iy a n gurbette o nazlı yârim ~
(Hüsnü) gedâ öldü sansun ağlasun

D üvaz:
M uhamm ed M ustafa ey Şah-i Merdan
A liyyel’m ürteza sana sığındım
H atice, F atım a, H asan, M üctebâ
H ü seyn -i Kerbelâ sana sığındım

Z eynel ile M uhamm ed Bâkir


C ennet bahçesinde bülbüller şakır
C âfer-i Sadık’a erdik çok şükür
K in m Musa, Rıza sana sığındım

Muhammed T aki’ye verdim salevat


A liyyü n ’naki’den isterim im dat
Hasan-ül’askeri e l’^ r ö n m ürvet
M ehdi sahib livâ sana sığındım

On dört m asüm -i pâk, gürfıh-i N âci


On yed i kem er-best, derdin ilâcı
Pirim Hacı B ek taş serim in tâcı
H ünkâr-i evliya sana sığındım

(V irdi D erviş) senin kulun kurbanın '


Y arın arasatta ulu divanın
S en in m ücrim lere çoktur ihsânın
Pirim Şucah Baba sana sığındım

İK^RAR VERM E VE M U SA H İB T U T M A E ^ ^ ^ I

Bektaşî erkânlarının açılış tarzı hep birdir. B u erkânla-


nn ne şekilde açılıp, ne şekilde kapandığını, nasıl ikra-besd'
olduğunu tafsilâtile anlatmağa başlıyoruz.

9
170 BEKTAŞİLİGİN İÇYÜZÜ

Vazifedarlar şunlardır:
1 — Mürşid
2 — Rehber
3 — Çerağçı
4 — Zakir
5 — M eydancı
6 — Saki
7 — Gözcü
8 — Pervane
9 — Ferraş
10 — fbrikdar
11 — Ayakcı
B u vazifeler, müstakilen birer erkeğin uhdesinde bulun­
ması lazımsa da, bazan iki, üç hizmeti bir erkek de ifa eder.
Mesela:
Ayakcı olan zat, meydancı’nın, ferraş’ın, ibrikdar’ın vazi­
fesini de yerine getirir. V eya meydancı olan zat, diğer vazife­
lerden bazılarını uhdesine alabilir. Bu. mürşidin tertip v e iha­
lesine bağlı bir keyfiyettir.
Gözcünün vazifesi, meydandaki canlara bakmak, dürüst
durumlarını temin etmektir.
Zakirlerin vazifesi çalgı çalmak ve nefes okumaktır.
Mürşid ile rehberlik vazifesi müstakil birer hizmettir. Bu
hizmetlerin içinde en zor olanı, mürşid’den sonra rehberinki-
dir.
*
**

Erkan açılmadan bir gün evvel, her vazifedar, hizmetleri


•için gereken hazırlıkları yaparlar.
Mesela:
Ayakcı ile meydancı, meydan evini sildirip temizletirler,
halılar, kilimler, seccadelerle döşerler.
Saki olan, dem şişelerini, kadehleri, sürahileri silip par­
latır.
Çırakçı olan zat, şamdanları parlatır Üzerlerine mumla
•n dikip hazırlar. Buhurdanlığı silip temizler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 171

Akşam olunca, meydan evine 12 adet post serilir ki,


isimleri şunlardır:
1 — Baba postu Horasan postu
2 — Aşçı postu Seyid Ali sultan
3 — Ekmekçi postu Balım sultan.
4 — Nakib postu Gaygusuz sultan
5 — Atacı postu Kamber Ali sultan
6 Meydancı postu Sarı İsmail sultan
7 — Türbedar postu ' Kara donlu Can baba
8 — Kilârcı postu Şah kulu Hacım sultan
9 —- Kahveci postu Şah-i Şazilî
10 -— Kurbancı postu Hazreti İbrahim Aleyhisselâm
11 — Ayakcı postu Abdal Musa sultan
12 —- Mihmandar postu Hızır Aleyhisselâm

İKRAR VERECEK

Rehber ikrar verecek canı, gün battıktan sonra hazırla­


maya başlar. Ve hazırlık esnasında, rehber, Talib’in namına
bir takım tercümanlar okur.
Rehberin, İkrar verecek olan tâlib’i hazırlaması şöyle o­
lur:
1 — Gusül yaptırır, tercümanı şudur:

• v )j . J'
2 — Tem iz elbisesini giydirir, tercümanı şudur:

3 — Abdest aldırır, Abdesti şöyle aldırırlar: Ü ç defa


eller, üç defa yüz, üç defa da yukarıdan aşağı kollar yıkattırıl­
dıktan sonra, başa ve çıplak ayaklara mesh-ettirilir, biter
Tercümanı şudur:

Rehberin, şimdilik, tâlib’e hizmeti bu kadardır.

 Y İN -İ CEM

Âyin-i cem toplanmışt:ir. Mürşidin emrile ayakçı gül su­


172 BEKTAŞİLİGİN İÇYÜZÜ

yunu serpmiş ve buhurdanlığa da buhur koyarak ortalığı gü­


zel ve ılık bir kokuya boğmuştur.
ÇERAĞ Â Y İN Î
Şimdi vazife çerağçıya geçmiştir. B u zat da elindeki (d e­
lil) denilen bir fitil v ey a mum parçasını, daha evvel uyandı­
rılmış olan kanmln çerağından yakar. Îşte bu yaktığı delil ile
de, şamdanlarda hazırlanmış olan mumları birer birer yakar­
ken: (Çerağ-ı rûşân, fahr-i dervişân, him met-i pîran, pîr-i H o­
rasan, Küşâd-i m eydan) tercümanını okur. Bundan sonra
Taht-ı M uhammedînin sol tarafına geçerek şu tercümanı o­
kumağa başlar:
Çerağ-ı evliyâ nûr-i se^ âvât
Ki bu menzildir, ol Tûr-i münâcât
Kaçan U m ruşen ola, kıl niyazı
Muhammed Ali’ye candan salevât
ilâahır..

Çerağçı oradan geri dönerek (dâr) a gelir ve şu âyeti o­


kur:
c arkasından da şunu okur

Bism i- Allah Allah...


Çün çerağ-ı fahr uyandırdık Hudâ’nın aşkına
Seyyid’ül-kevneyn Muhammed Mustafanın aşkına
Sâki-i kevser Aliyyel-Mürteza’mn aşkına
Hem Hadice, Fatıma Hayrünnisâ’nın aşkına
Şah Hasan Hulki Rıza, hem Şah Hüseyn-i Kerbelâ
Ol lm am -i Etkıyâ Zeynel’aba’nın aşkına
Hem Muhammed Bâkir ol kim Nesl-i pâk-i Mürtezâ
Cafer-ü&sadık lmam-i Relınüma’nın aşkına
Musa-i Kâzim lm am -i ser firaz-i ehl-i Hak
Hem A li Musa Rıza’yi Esfiya’nın aşkına
Şah Taki ve bâ Naki hem Hasan-ül’askeri
Ol Muhammed Mehdi-i Sahib-Liva’nın aşkına
Pirimiz Hünkârımız Bektaş Veli'nin aşkına
Haşre-dek yanan yakılan işıkan'ın aşkına
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 173

(Ber-Cemal-i Muhammed, Kemal-i İmam Hasan ve 1-


mam Hüseyin Ali Ra Bülende salevât....
Hizmetlerimiz kabul et ey şâh.. Bilhakk-ı M ustafa v e âlî
dergâh., Erenlerden haklı, hayırlı himmet, şey’en lillâh, Allah
eyvallah.)
Mürşid, gülbenk okur.
Bundan sonra, çerağçı niyaz yapar ve: *
(Allah dost, hazır, gaib, zahir, bâtın, Âyin-i cem erenle­
rinin gül cemâllerine aşk olsun.)
Der. Mürşid, aşağıdaki gülbenki okuyarak çerağ merasi­
mine nihayet verir.
d
G Ü LBEN K

Gülbenk şudur:
(Bism -i şah... Allah Allah.. Akşamlar hayr ola.. Hayırlar
feth ola... Şerler def’ o la ... Münkirler m ât ola... Münafıklar
berbad ola.. Müminler şâd ola.. M eydanlar abâd ola.. Sırlar
mestûr ola.. Gönüller mesrûr ola... Hanedan-i fukara mamûr
ola. . Er Hak, M uhammed Ali yardımcımız, gözcümüz, bekçi­
miz, ola.. On iki îmam on dört mâsûm pâk, on yedi kemer-best
efendilerimiz, katarlarından dîdarlarından ayırmaya.. Pirimiz
üstadımız Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Balım sultan efendileri­
miz muîn ve dest-i-girimiz o la ... Üçlerin, Beşlerin, Yedilerin,
Kırkların ve Ricalülgayb erenlerinin ve Kutbül-aktab efendi­
lerimizin hayır him m et-i âlîleri ve safa nazarları üzerimizde
hazır ve nâzır ola.. Allah Erenler, münkir, münafık şerrinden
ve sâlûs mekrinden emîn ve hıfz-ı him aye eyleye... İki cihan­
da korktuğumuzdan emîn, umduğumuza nâil eyleye..
Dertlerimize derman, gönüllerimize iman, hastalarımıza
şifa, borçlarımıza edâlar ihsan eyleye... Zümre-i N âci’den ve
gürûh-i sâlihîn’den eyleye.. Allah erenler, D ev let ve M illeti­
mizin kılıcını keskin, sözünü üstün eyleye.. Gökten hayırlı
rahmetler, yerden hayırlı bereketler ihsan eyleye... Nâmerde
muhtaç etmeye... Dualarımızı dergâh-i izzetinde Içabul eyleye..
Vaktimizin hayri gele... Dil bizden, nefes Hazreti Hünkâr efen­
dimizden ola.. Y uf münkire, lânet Yezid’e, rahmet mü’mine;
174 BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ

Nûr-i Nebi, Kerem-i İmam Ali, gülbeng-i M uhammed-i H ün­


kâr Hacı Bektaş Veli D em -i Pir, Kerem-i Evliya, gerçek eren­
ler demine hû diyelim hû ...)

Mürşid, ikrar verecek canın ahval-i ruhiyesini, giderini


karakterini, âyin-i cemMekilerden sorar, oradakilerin, bu can
hakkındaki iyimserlik cevabı üzerine. ikrar verecek cana dö­
ner, der ki:
-— E y tâlib! Bu yol zordur.. Bu yol melâmet yoludur. Bu
yol demirden leblebi’dir.. Bu yol, ateşten gömlektir.
Erenler buyurmuş k i:(G e lm e , gelme... Dönme, dönme..
Gelenin canı, dönenin malı..) İlâahiri.
Yeni talih, (daha evvel kendisine öğretildiği için) ellerini
göğsüne basarak:
(Erenler yolunda bütün varlığından geçtiğini, can v e ba­
şını Cenab-ı H üseyn-i Kerbelâ yolunda fedaya hâzır olduğu­
nu) mürşide arzeder. Bunun üzerine, mürşid, kendisinden ke­
fil ister. E vvelce tem in edilip hazırlanmış olan kefil, yere ni­
yaz ederek derhal meydana gelir, Mürşid ve âyin-i cem huzu­
runda talib ile birlikte and içerler.
Bu and içme merasimi hitam bulunca, iki veya üç kişi
pervane = pazvand olarak ayrılır ve âyini-cemde duaları y a ­
pılarak dışarıya sevkedilirler.
*

Şimdi artık zâkirler çalgılarını ellerine alırlar, üç yerin­


den öperek akorda başlarlar. Tam bu sırada, tâlibin kurbanı
olan koç veya teke ( 1) meydana getirilir, tuz ve su gösteri­
lir. Zâkirler üç nefes ve bir düvaz okurlar. Biz de, tertibe ria­
yet için şurada 3 nefes ve 1 düvaz örnek gösteriyoruz:

Bektaşilik kolay zannetme âşık


Tarik-i nazenin sırrı (Lâ fetâ)
Eline, beline, diline sadık
Olmayan Bektaşi, taklid’dir cana!

(1) İkrar kurbanı, bayram lardaki kurbanlar gibi süslendirilmez.


BEKTAŞİLİGİN İÇYÜZÜ 175

Şeriat babından girmeyen âşık


Tarikat sırnna ermeyen âşık
Mârifet âbında yunmıyan âşık
Hakikatte kâmil sayılmaz asla
Dört kapıyı, kırk makamı görmeyen
(Mirac-i hakikat) nedir bilmeyen
Muhammed Ali’ye secde kılmayan
İblisin tâati hebadır hebâ

(Cemal-i Baba) herdem seçer gallâşi


Cevherle karışmış olsa çay taşı
Taklid kabul etmez asla Bektaşi
Kem âyarı tanır, çeşm-i urefâ

2 ---
r Yüz bin matah gelir satılmak için
Dükkânlar kurulmuş şara vardın mı?
Müşteri var anda artırmak için
Mürşid huzuruna dâr-a vardın mı?

Mürşidin emrine olursan teslim


Hak senden ayrılmaz sendedir kadim
Nefsin Nemrud senin, rühun İbrahim
Halil ile bile nâr’e vardın mı?

Erenler yoluna doğru gelirsen


Hayır himmet olur, alabilirsen
Gerçekler dârına durabilirsen
Meded, mürvet deyip pire vardın mı?

Pirin söylediği Hakkın sözüdür


Yine sende bakan, kendi gözüdür
Kimini sâf eder, kimin azıtır
Sofi! bin cân ile yâr’e vardın mı?

(Virdi Derviş) kurban edegör seri


Ayrılma yolundan olma serseri
Ali’nin evlâdı, Resûlün yâri
Hacı Bektaş gibi ere vardın mı?
176 BEKTAŞİLİGİN İÇYÜZÜ

— 3 —

El ele tutuşup gidelim kardeş


Muhammed Ali’nin yoludur, bu yol
Cümlemiz bir vücud olalım kardeş
Muhammed Ali’nin yoludur, bu yol

Dertliler derdinin pazarıdır bu


Merdane merdlerin asarıdır bu
Gerçek erenlerin esrarıdır bu
Muhammed Ali’nin yoludur, bu yol

Mürşid-i kamilden gûş eyle pendi


Hıfzeyle gönlünde her ne kim dedi
Cem’ olup erenler meydane geldi
Muhammed Ali’nin yoludur, bu yol

Yakub gibi ağla, Ken’an olasın


Sabret Yusuf gibi, zindan olasın
Kul edip nefsini sultan olasın
Muhammed Ali’nin yoludur, bu yol

Erenler yoluna gitmek böyledir


Babında (Mihrabı) kuldur, köledir
Derdiğinden cem’et erenlere ver
Muhammed Ali’nin yoludur, bu yol

Düvaz:
Akıl ermez yaratanın sırrına
Muhammed Ali’ye indi bu kurban
Kurban olam, kudretinin nuruna
Hasan, Hüseyine indi bu kurban

Ol İmam Zeynel’in destinde idim


Muhammed Bakir'in dostunda idim
Cıifer-i Sadık’ın postunda idim
Musâ Kazım, Rıza’ya indi bu kurban

Muhammed Taki’nin nurunda idim


Aliyyün-Naki’nin sırrında idim
Hasan-ül’askeri’n darinde idim
Muhammed Mehdi’ye indi bu kurban
P îr evinde: (Kırklar M eydanı) n ın arkadan görünüşü
(K ubbe Pirin merkadidir.)
No: 12

Pîr evinde: (Balım Sultan m erkadi)


No: 13
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 177

A slı Şâlı-i Merdan, gürûh-i N aci


H akikate bağlı bu yolu n ucu
Senede bir kurban, talibin borcu
M uhamm ed M ustafa’ya indi bu kurban

Tarikatten hakikate ereler


C ennet-i âlâya hülle sereler
M uham m ed A li’nin yüzün göreler
Erenler aşkına indi bu kurban

(Ş ah Hatayi) m eder b ilir m i h er ^ m ?


K urbanın ü ^ ü n e yürüdü erkan
Tırnağı tesbibdir, kanı da m ercan
On ik i im am a indi bu kurban
*

B u n d a n so n r a , k u r b a n t e k b ir le n ir v e k e s ilm e k iç in d ış a ­
r ı y a ç ı k a r ılır . K u r b a n ı n a r d ı s ır a , r e h b e r d e t â l i b i n e l i n d e n t u ­
t u p k a p ı n ı n d ı ş ı n a ç ı k a r ır v e b o y n u n a ( T ı ğ - ı b e n d ) d e n ile n
u z u n b ir ip t a k a r v e ş u te r c ü m a n ı o k u r :
H izm et-i M erdan ile tülbendini
Gıişevare, k ılm ışım pir pendini
R ehber ile pire ettik ittib a
Taktı Selm an boynuma tığ-bendini

B e r -C e m â l-i M u h a m m e d K e m â l-i İm a m H asan , v e


İ m a m H ü s e y n , A li R a B ü l e n d e s a l e v â t
B u t e r c ü m a n b i t i n c e , r e h b e r t e k b i r a lır . ( B u t e k b i r , k u r ­
b a n b a y r a m la r ın d a , k u r b a n k e s ilir k e n o k u n a n v e h e r k e s ç e b i­
lin e n t e k b ir in a y n i o ld u ğ u iç in b u r a d a y a z m a d ık .) R e h b e r i l e
t â l i b , b i r l i k t e m e y d a n e ş i ğ i n e n i y a z e d e r le r . R e h b e r ö n c e

, â y e tin i o k u r v e so n ra (y a m ü fe tti-

h ü l ’e b v a b e ) d i y e r e k k a p ı y ı a ç a r , k e m â l - i e d e b l e m e y d a n e v i n e
g ir e r le r . ( 1 )
R e h b e r , tâ lib in b o ğ a z ın d a k i t ığ - ı b e n d d e n t u t a r v e onu
y e d e y e d e , k ıs a a d ım la r a t a a t a , h e r a d ım d a a y a k la r m ü h ü r le n e
m ü h ü r l e n e d ö r t k a p ı s e l â m v e r ir .

(1) Tâlib, m eydana başı açık, yalın ayak çekilirse de, bazılarının zan­
nettiği gib i gözleri bağlanmaz.
Forma: 12
' 78 B E K T A ŞiL löiN İÇYÜZÜ

1 — E ^elüm -ü aleyküm ey nûr-i şeriat erenleri.


2 — E sseliın -ü aleyküm e y P ir-i tarikat erenleri.
3 — Es.se^m-Ü aleyküm e y nûr-i m arifet erenleri.
4 — E ^ elâm -ü aleyküm ey n ûr-i hakikat erenleri.

( R e h b e r in b u d ö r t s e la m ın a , m ü r ş id h e r d e f a s ın d a ayrı
a y r ı m u k a b e le d e b u lu n u r .)

R e h b e r v a z ife s in e d e v a m la a y e tin i

o k u r v e m ü te a k ib e n :

(— B i s m - i ş a h .. A l l a h A l l a h , e l i e r d e , y ü zü yerde, özü
d â r - ı m a n s u r ’d a , H a k M u h a m m e d A l i y o l u n d a , E r e n l e r m e y ­
d a n ın d a , P ir d iv a n ın d a , m ü r ş id h u z u r u n d a , c a n ı k u r b a n , t e n i
t e r c ü m a n , O n i k i im a m , o n d ö r t m a s u m p a k e fe n d ile r im iz in
d o s tla r ın a d o s t, d ü ş m a n la r ın a d ü ş m a n o lm a k k a v lile v e H a k
e r e n le r in p e n d -ü n a s ih a tın ı k a b u l e d ip m u k te z a s ile a m e l v e
h a r e k e t e t m e k ü z e r e , b a ş ı a ç ık , y a lın a y a k , b o y n u b a ğ lı, c iğ e r i
d a ğ lı, y ü z ü ü z r e s ü r ü n e r e k g e lm iş o la n ( f ilâ n o ğ lu f ilâ n ) b u
k e r r e â y in i c e m e r e n le r in in iz n -ü ic a z e tile s a h ib - i p ir -i ta r ik a t
s e y id M u h a m m e d H ü n k â r H a c ı B e k ta ş -i V e li -e fe n d im iz in ta -
r i k - i n â z e n i n i n e m ü t e e h h i l ik r a r ı v e r m e k t a l e b i n d e b u l u n d u ­
ğ u n d a n , k o ç k u z u k u r b a n ı m ı z v a r d ır . E m r - i m ü r ş i d n e b u y u ­
r u r , ş a h ım ? A l l a h e y v a l l a h . )

M ü r ş i d , â y i n i - c e m e r e n l e r i n i n r ı z a la r ı o l u p o lm a d ığ ın ı
so r a r , h e r k e s y e r ö p m e k s u r e t ile r a z ılık la r ın ı b ild ir ir le r . M ü r ­
ş i d d e : ( D e r v i ş - i d e r v i ş a n .. K a b û l - i m a k b u l â n ) d i y e r e k tâ lib i
k a b u l e d e r , t â lib i m ü r ş id e t e s lim e d e r k e n ş u â y e t i okur:

ı.) A . . i
M ü r ş id , t â lib in s a ğ e l i n d e n t u t a r , b a ş p a r m a ğ ın ı , b a ş p a r ­
l a ğ ı n a r a p t e d e r , ö n ü n e o t u r t u r . T a l i b , ö b ü r e l i y l e d e m ü r ş id in .
t : lâ m e n in d e n t u t a r ( 1 ) R e h b e r t â l i b i n b i r a z g e r i s i n e ç e k i l e r e k
o t u r u r v e h a f i f ç e o n u n e t e ğ i n i t u t a r , b u s u r e t l e z i n c i r l e m e b ir
( b i r l i k ) m e y d a n a g e t ir ilir .

M ü r ş id , v a z i f e s i n i ş ö y l e y a p a r : ( E s t a ğ f i r u l l a h .. E s ta ğ fi-
r u lla h .. E s t a ğ f i r u l l a h E l ’a z î m E l ’k e r i m .. ilâ a h ir i..)

(1) B ektaşîlikte (Dest v e dam en) tutm ak tâbiri buradan gelir.


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 179

ı*-

Erenler meydanında, Pir huzurunda, mürşidine teslim-i


rizada oldun mu? Yalan söylem e ... Haram yeme.. Zinâ v e Ji-
vâta etme.. Elinle koymadığın şeyi alma.. Gözünle her gör­
düğünü söyleme.. Bildiğini bilme.. İşittiğini söylem e.. Gelme
gelme. Dönme, dönme. Gelenin başı, dönenin malı.. Böylece
(Allah, Muhammed, Ali) on iki imam, hanedân-i ehl-i beyte
imân-ü ikrar ettin mi?

'j S ( \

Kazaya razi olup kadere bağlandın mı? K aza ve kaderi


bir bilip, gece gündüz gönlünde Allah, Muhammed, Ali'yi
mürşidin vasıtasile bir bildin mi?

Hak dediğimizi hak bilip, bâtıl dediğimizi bâtıl bildin


mi? Suret-i haktan görünen münafıkların sözüne aldanıp
erenler yolundan uzaklaşırsan mahşer gününde yüzün kara
olsun mu? Nâcilerin pişüvâsı olan
İmam Cafer-i Sâdık’ın içtihadı üzre, hak dediğimizi hak bilip,
bâtıl dediğimize bâtıl dedin mi? M uhammedi mürşid, Aliyi
rehber tanıdın mı?

'A

Hazreti Peygamberin sevdiğini sevip tevallâ. sevmediği­


ni sevm eyip teberrâ ettin mi? .

^Vı/Âı\j ^\?iSZSj\

Allah Muhammed, Ali, Hünkâr Hacı Bektaş-ı V eli ik­


rarında sabit- kadem eyleye, gerçeğe hû.)
Bundan sonra, mürşid, tâlibin sağ kulağına telkin-i emâ­
net eyler.
180 BEKTA.ŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Talip, kendisine söylenen bu sözlerin hepsini birden (A l­


lah, eyvallah) diyerek kabul eder.
Bunu müteakip, mürşid, talibin boğazındaki tığ-ı bendi
çıkarıp üç yerinden düğümler v e düğümlerken:

ayetini okur, talibin beline kuşatır. Talibi, rehberine teslim


eder.
Rehber, talibin elinden tutarak dar’e getirir, talih namına
ikrar tercümanını okur. ( 1)
Bundan sonra 14 makamı da (2 ) rehber, talibe birer bi­
rer tanıttıktan sonra götürüp yerine oturtur v e kendisine der

( — E y talih, Allah erenlerin avn-ü inayetile v e ayini


cem kardeşlerin izn-ü icazetile tarik-i müstakimi görüp ikrar
- bend oldun. Allah erenler ikrarında sabit-kadem eyleye.. Bu
oturan canlar hep senin m anevi kardeşlerindir; biz seni sen­
den alup sana verdik. Seni sana teslim ettik.. Sen sana sahib
ol! (3 ) ve (4 )

(1) ikrar tercüm anı, yukarıda bir bahiste g eçtiği için, burada tekrar-
lam ıyoruz.
(2) Burada m eskût geçtiğim iz 14 m akam bahsini açıklam akta vicdanen
m azuruz. Y alnız, bir m akam a ait bahisten, örn ek olarak bazı parçalar v e ­
relim:
— Ey tâlib-i didâr-i ilfilıi! Bu makama, erenler m eydanında ( ...) m aka­
m ı derler. E linde kudret k ılıc ı ile duran ( ...) dır. Bu m akam da erenler y o ­
luna doğru gitm eyen i terb iye ederle'!'. K orkulacak v e hazer ed ilecek m a­
kamdır. Hakka erişilen m enzildir.
(3) R ehberin bir vazifesi de, bu y en i tâlibe (um de) v e (evrad-ü eakâr)
yazıp verm ektir. U m de d ed iğim iz şudur: (Allah-Ü azim üşşan’ın k u lu y u m .
A d em Safiyyullah neslindenim ... İbrahim H alilullah m illetindenim .. Dinim,
d în -i İslâm.. K itabım Kur’an.. K ıblem Kâbetullah.. M uhammed A leyhisse-
Ifun'ın üm m etindenim .. Şah-ı Merdan A liyyel'M ürteza'nın bendesiyim .. Gü-
rüh-i Nâcidenim .. İmam C âfer Sadık m ezhebindenim .)
Evrad-ü ezkâr dediğim iz bazı dualar v e salâvatnam eler (N a’di A1i) dıi.r.
Bunları yazm ağa lüzum görm edik. Çünkü kem. uzun sürer, hem okuyucula­
rım ızı yorar.
(4) Rehber, başka bir evde beklem ekte olan, nasib alacak d iğer canı
da, aynı şekilde hareket ederek m ürşide teslim eder. Birincide olduğu gibi,
arzettiğim iz teferruat aynen bu cana da tatbik edilir. B ir gece içinde ikrar
verip nasip alan bu ik i can, yekdiğerinin m usahibi olur.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 181

Mürşidin bir gülbengile bu ikrar verm e merasimi son


bulur, m eydan kapısı açılır, teneffüse çıkılır.
Bu arada, m evcut canlar, yeni ikrar verenlerin ellerini
sıkmak suretile tebrikâtta bulunurlar.
***
Teneffüs bittikten sonra, herkes m eydan ortasında baş
eğerler ve yerlerine oturup ciddiyetlerini takınırlar.
Şimdi, erkânın başka bir safhasına geçilir.. M uhabbet
faslı başlar. Sâkiler faaliyete geçer, içki kullananlara birbir ar­
dınca üçer kadeh dem sunarlar. Sıra zâkirlere gelir, onlar da
üç nefes okurlar. Biz de öyle yaparak tertibe devam edelim:
(1 )
Bâb-ı tevekkülde sermayemiz aşk
Evrad-ü el.kân>m (saburen-şekâr)
Bezm-i Elest günü hem mayemiz aşk
ümidi katetmem (Afiivven gafûr)
0 (Levh) a işaret eyledi kalem
Yazıldı Uşşiik’a derd ile elem
Bizlere mahremdir Allah-Ü alem
Siıre-i (adiyat) içre (fissûdur)
Ne gam! (ben) de olmuş dağlarca günah
Marifet kânıdır bize çün ilâh
Dedi (I.Q taknetû minralımet-illiih)
Kur’an-i azimde bu âyet mestur
Ne kadar cürm etsek bakmaz o billak
Dedi, mahbubumdur Habib-i mutlak
Şefaat kânıdır ol şah-i levliik
Hakkında zikr oldu (şerâben tahâr)
Mahlasına seza değilsin (Sâfi)
Sözlerin muğlaktır ef’aliıı safi
Olur elbet cüzümüzün muafi
01 vakt-oluruz ciimlemiz mesrûr
(2 )
Bâb-ı tevekkülde mutad-i kadim
Olmuşuz, bekleriz daim pür kusûr
182 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Geçen serencam ın vasfın a m ukim


O lm uşuz k ayiin d e şü le-i suür

Çar an asır içre bulduk o zâtı


Pertev:i k e şi etti bu m üşkülatı
K aplam ıştır nuru, bu kâinatı
Şahittir ol ba’se in cil-i Zebûr

Dört kitabın oldu, efdali kur’ân


P ertevi nurile zeyn oldu cihaıı
N ice ehl-i kâmil bu yolda, ser can
Feda kılıp dar-e çekildi Mansfır

Dört m elek h alk oldu arş-ı rahmâna


Tayin oldu Cibril vah y-i Kur’âna
Emroldu ^Mikâil âb-u barana
A zrâile ervah, isrâfile sur

(Fikriya!) m aşuka erm ezse elin


A düy-i nâbekar bükerse belin
Son nefeste ya, (H û!) dem ezse dilin
Olsun mu? bu d ilin ( H e ^ e n m ansiir)

(3 )
Yaban yerde ne g e z e r in ?
G el adem e, gel adem e
H ayvan gib i ne yelersin?
G e l adem e, g e l adem e

N ^& a-i vahdet âdem dir


N e ^ a -i kudret bu demdir
A dem den g a y n âdem dir
Gel adem e, gel âdem e

A yin e-i Hak âdem dir


Görünen, gören âdem dir
N efesi ism -i â’zam dır
G el âdem e, gel âdem e

A dem dir R a ^ n e t-i Rahman


A dem dir her g ev h ere kân
A lem cisim dir, âd em cân
Gel adem e, g el âdem e
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 183

A dem dir hakka giden yol


H akkı istersen id e m ol
A dem e cüm le eşya kul
Gel âdem e, gel âdem e

(İbrahim ) sen âdem e gel


Kam u m üşkülün olsun hal
A dem iyetten gel, el al
Gel âdeme, gel âdem e
D tiv a z:
G elin ey gâziler yola gid elim
U lulardan ulu yol A llah A llah ,
Muhammed A li’ye niyaz ed elim
Gerçekler d em in e hu A llah A llah

Dedim Hasan H üseyin ^imamlar


Z eynel’âbidin de im am lar m ih ı
Muhammed B âkir de ce m ilin şahı
B alk ıya b alkıya nur, A llah A llah ,

M ezhebim iııa m - i C âfer-üs-Sidık


K âzım Musâ, R ıza yârem e tabib
Ona nazar kıldı M uhamm ed Habib
D erdim in derm anı'dır A llah A llah

Şah Tahi, N ak i’dir bu yolu açan


B asan-ül’askeri m üşküller seçen
Muhammed M ehdi’den bir dolu içen
Pirlerin kalbinde şah A llah A llah

(P ır M ehm ed) im kendi halinde gezer <


Sultan Şuca’ dedem eylem iş nazar
A şıklar ^ınedbini okuyup yazar
Pîri^min cem ali m ir AUah A llah

S E M Â ’

N e f e s le r b itin c e m ü r ş id , z a k i r l e r e , s e m a ’ iş a r e ti v e r ir .
D e r h a l s a z l a r ı n n a ğ m e s i d e ğ iş i r , s e m a ’ h a v a s ı b a ş la r .
İ lk ö n c e d ö r t c a n s e m a ’a k a lk a r . B u ilk s e m a ’, a ç ı lış s e -
m â ’ı o l d u ğ u iç i n m ü r ş i d v e â y i n - c e m , h e p s i a y a ğ a k a lk a r la r .
K ı s a s ü r e n b u a ç ı lış s e m â ’ı b i t i n c e m ü r ş i d y e r i n e o t u r u p b i r
184 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYYUZÜ

gülbenk okur. H alk da yerine oturup sakin olur. Bundan son­


ra yapılacak sem a’larda mürşid ve âyini cem artık ayağa kalk­
mazlar.
Semâ’ların birkaç çeşidi vardır. En meşhur sem â’lar,
(Turnalar) sema’ı ile (D em geldi) v e (Garipler) sema’ıdır.
Turnalar semâ’ı diye isimlendirilen bu semâ’ın özel bir
c a k a m ı vardır..
Biz şuraya, Turnalar semâ’ nefesini yazalım:
Devredip gezersin dâr-i feniyi
Bağdad diyarına vardın mı turnam?
Medine şehrinde Fadime anayı
Makamı andadır gördün mü tu^^m?
Bizde beli dedik bizden (ulu) ya
İman aldık ikrar verdik Velı’ye
Necef deryasında İ^^m Ali’ye
Bu deryaya yüzler sürdün mü turnam?
Medâyin şehrinde Selman’a vanp
Bağdad’da Kâ^m’m kabrini görüp
Baş eğip hem eşiğine yüz sürüp
İkrâre bend olup durdun mu turnam?
Hür senid de Kerbeli’da çürümez
Haktan izin yoktur kalkıp yürümez
imam Hüseyin’in kanı kurumaz
Şehidler serdann gördün mü turnam?
Hazreti Eyyüb’ün nikabın kaldır
Tende iki kurt var neye maildir
Biri (ipek) sarar, birisi (bal) dır
Bunların sırrına erdin mi tu^cim?
evilik yapar idi zeminde
Makamım gördü uçmak evinde
^Tılsımı da erenlerin ceminde
Kırkların dar’ine durdun mu turnam?
Veyselkaran gwer idi Y^ende
Ser’ln verdi on iki yolunda
imam Mehdi, hangi va.Id-ü zamanda
Nasıl zuhur eder, sordun mu turnam?
BEKTAŞÎLİĞiN İÇYÜZÜ 185

(K al H üseyin) der k i hakka varalım


Varnp dergâhına yüzler sürelim
Can baş feda edip ş ih i görelim
Sen de o Sultanı gördün m ü turnam?

DEM GELDİ SEM A’I

Şimdi de (D em geldi) sem a’ından bahsedelim..


Bu sema’ın devran şekli, üç safha arzeder:
1 — Sakin bir hareketle başlayış
2 — Canlanma, karşılama hareketlerine geçiş.
3 — Yürüyüş ve sür’at. (Yani, yağ gibi kayış ve akış.)
Sema’a kalkan canlar, daire şeklinde halka olurlar. İlk
önce çalgının yavaş ahengine uyarak, kol v e ayak hareketleri­
ni ona göre tanzime başlarlar. Hareketler tanzim edilince, saz­
ların havası yani yavaş ahengi değişir, canlılık peyda eder.
Devrandakiler de aynı canlılığı gösterirler. Her şahıs anlacın-
daki arkadaşının harekatına dikkatle ve aynen uym ak şar-
tiyle, karşılama hareketleri başlar. B u karşılama hareketleri
kısa bir müddet devam ettikten sonra, sazın ahengi birden bi­
re kıvraklaşır, sema’dakileri coşturur ve sür’atli bir yürüyüşe
sevk eder. Bu yürüyüş esnasında kol ve ayak hareketleri kat’-
iyyen bozulmaz. Bunlar, şimdi esen bir rüzgar veya akan bir
su gibi sür’atle akmaktadırlar.
Bu üç safhalı sema’ diğer sema’ların hepsinden cazibdir.
B u devranı yapanların adedi - m eydan evinin genişliğine gö­
re - dörtten sekize, on ikiye, hattâ on altıya ve daha yukarıya
kadar çıkabilir.
B u devran halkasının tam ortasında bir tek şahıs da, ken­
di başına devran yapar. Bunun kendisiyle karşılaşacak müs­
takil bir eşi yoktur. Ancak, sema’ yapan canlardan hangisi tam
karşısına isabet ederse onu kendisine eş telakki eder. B öyle bir
duruma düşmekle beraber, sem a’ devranına asıl çeşniyi veren
de odur. Çünkü etrafındakilerin hepsi de, onun eşi vaziyetin­
dedirler. Bu ortadaki tek erkek veya kadının yerinde sayarak
döndüğü müddetçe diğer canlarla karşılaşması, hiç bir falso
yapmadan ayni ahenge, ayni pozlara uyması vahdet nazariye-
sini göstermiş ve canlandırmış gibi olur.
186 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bu sem â’ı temaşa eden ayini-cem halkı, nezih tezahürat


gösterirler. Mesela: Mürşidin, ara sıra, kesik fasılalarla ayin-i
cem e hitaben: (aşkile A llah... şevkile A llah... Şah aşkına A l­
lah. Öz, gönül birliğiyle Allah..) diye mütemadiyen kısa söz­
lerle dua etmesi, oradakileri heyecana düşürür.. H ep bir ağız­
dan ve düzgün seslerle (Allah, Allah.. Allah, Allah) diye nida
ederler. Bu esnadaki hali kalem ile anlatmağa imkan yoktur..
Sanki her kes zâhir aleminden çıkmış, batın bir aleme geçmiş
gibidirler..
Bu (dem geldi) sema’ının ağırlama, karşılama ve hız­
lanma şekillerini, nazım örnekleriyle şuraya kaydedelim:

1 — Ağırlama:
Muhabbet çerağın yakaıı Ali'dir
Aşıkım didâre pervane gibi
Cümle vicud içre bakan Ali’dir
Aşıkım did;ire pervane gibi

Bağ ve bostan olmuş gülleri Ali


öter bülbül olmuş dilleri Ali
Dest-i kudret olmuş elleri Ali
Aşıkım didâre pervane gibi

AI-i aba ile dost beyan olur


Kırklar dâre durur bak ayan olur
Kemer olur çün uryin olur
Aşıkım didâre pervane gibi

(Sefil Abdal) eder meydan Ali’dir


S e ^ ’ ile cevlan kılan Ali'dir
Erenler Sultam Merdan Ali’dir
Aşıkım didâre pervane gibi

2 — Kar^^ma:

Dem geldi, dem geldi


Al-i âba şah geldi
Yezid'e cerv-ü cefa
Mü’mine iman geldi
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 137

Şah geldi sarım ıza


Bugün bayramdır bize
Şalım elâ gözleri
A rm ağan y eter bize

Eğdim gülün dalım


Har tutm uş yaprağını
Va'dem gelir ölürsem
Şar örtsün toprağım ı
ilaahiri..

3 — Y ü r ü y ü ş v e h ız la n m a :

Yürü.. Yürü..
T a ezel bezm inde ben se n i sevdim
M uhabbet eyledim candan a sunam
M uhamm ed A li'yi candan seversen
A yırm a gönlünü benden a sunam

K irpikleri oktur kem andır kaşı


A çıldı sin em d e bağnm ın başı
D idelerim döktü kan ile yaşı
Varayım gideyim bundan a sunam

Ben sana canım ı eyled im feda


S en i bana verdi o l gan i Huda.
F atım a nesli^min? N edir bu eda
B ir tel m i kopardım senden a s u n ^

B en sen i sevm işim gönülden candan


Hiç senin haberin olm adı benden
Ferm an m ı okunur tozdan dum andan
Dudağın lâ’linden dem den a sunam

Ey sunam gönülden ç ık a r c a beni


F eleğe m i verir (ilham i) se n i
B ir dolu kerem e t m est eyle beni
Elinde tuttuğun cam dan a sunam

Bu üç havanın çağrılması bitince sema’ devranı son b u ­


lur. Sema’ edenler dar’de sırlanırlar. Mürşid bir g ü l b e n k o^ kur
Gülbenk bitince, dâr’dakiler yere kapanarak niyaz ederler v e
yerlerine gidip otururlar.
* *
188 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

B u esnada meydan kapısı açılır, herkes teneffüse çıkar,


bir m üddet sonra tekrar herkes içeri girip yerlerini alırlar.
Vakit hayli ilerlemiştir, (cem birleme) zamanı yaklaş­
mıştır. B u n ^ m evvel zakirler üçer nefes, birer düvaz söyle­
m ekte devam ederlerken, bu sefer tek bir nefes v e tek bir dü-
vazla saz çalınmasına son verirler, biz de öyle yapalım:

Hey şahin bakışlım, bülbül avazlım


Bir eli kadehlim, bir eli sazlım
İşte ben gidiyom, kal ahu gözlüm
Ne sen beni unut ne de ben seni

Yolda harami çok, engel arada


Unutma sevdiğim demde sırada
Kalıp gider amma, gönül burada
Ne sen beni unut ne de ben seni

Tâ ezeli ezel seven sevende


Şu iki cihanda, kevn-ü mekânda
Mizan başlarında ulu divanda
Ne sen beni unut ne de ben seni

Çekilsin giilben.kler sürülssün devran


Görülsün kayıdlar açılsın meydan
Yolumuzu açsın ulu yaratan
Ne sen beni unut ne de ben seni

(Hüseyin) im eder gül benzim soluk


Serimize yazılmıştır ayrılık
Vallahi sevdiğim gönüller birlik
Ne sen beni unut ne de ben seni

îm anım Ali, Cânanım Ali, dinde îmanım Ali, canda câna-


nım Ali, iki cihan serveri ya M uhammed, Ya Ali.
Hû, Hû, Hû, Hû. ( 1)

(1 ) B u şiir (B ozlak) n am iyle okunur v e beyitler arasına bu nakarat


gelir. Biz, yalnız sona bir tane koyduk.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 189

D üvaz:

iki turnam gelir, başı çığalı


Eğlen turnam eğlen, Ali’ınisin sen
Birisi Muhammed, birisi Ali
Eğlen turnam eğlen, Ali’misin sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli'misin sen
iki turnam gelir rengi yemyeşil
Biri imam Hasan ol pâk-i nesil
Biri imam Hüseyin, cennette bir gül
Eğlen tu^mm eğlen, Ali'Dlisin sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli’misin sen
iki turnam gelir rengi kırmızı
Biri imam Zeynel, sürelim yüzü
Biri imam Bakir, edem niyazı
Eğlen turnanı eğlen, Ali’misin sen
Yoksa Bacı Bektaş Veli’misin sen
iki tu^rnam gelir rengi Câferi
Biri imam Kazım, ol yol rehberi
Biri imam Riza Horasan piri
Eğlen turnam eğlen, Ali’mi&n sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli’misin sen
iki turnam gelir rengi beyazdır
Biri Taki, Naki zikri niyazdır
Biri de Askeri merd-i Hicaz’dır
Eğlen turnam eğlen, Ali’misin sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli’misin sen
Tu^&lar Bicaz’dan sökün eyledi
Muhammed Mehdi’yi yakin eyledi
Hakikat ehlini memnun eyledi
Eğlen turnam eğlen, Ali’ınisin sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli’misin sen
Turnalar geldiler verdiler selâm
Aldım selâmını eyledim kelâm
(İlhami) şüphesiz gördüm veffîelâm
Eğlen turnam eğlen, Ali’misin sen
Yoksa Hacı Bektaş Veli^'Dlisin sen
190 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Bundan sonra saz çalınmaz. Artık (Cem birleme) hazır­


lığı şu suretle başlar: Bütün ayini-cem hep bir ağızdan zikirli
bir nefes söylerler.. Bunların da çeşitleri vardır. Biz örnek ola­
rak birisini gösterelim:

Ol benim şâhıını, görmeğe kim gider?


Zevkile safasın, sürmeğe kim gider?
Lâ-ilâhe illallah, la-ilahe illallah, Iâ-ilâhe illallah
Allah hû ya Allah, Allah hû ya Allah
Asası elinde, kemeri belimle
Hocası önünde, ölmeğe kim gider?
Nakarat... (1)
Şehidin kanını, yumazlar tenini
Hak için canını, ve^eğe kim gider?
Nakarat... .
inci’dir dişleri, kalemdir kaşları
Hak için başları, vermeğe kim gi<ler?
Nakarat...
Şahımın özünü, severim sözünü,
Gün gibi yüzünü görmeye kim gider.
Nakarat...
(Pir Sultan) illeri, uzaktır yollan
Bahçede gülleri, dermeğe kim gider?
Lâ-ilâhe illallah, ı.i-ilahe illallah, lâ-ilâhe illallah
Allah hû yâ Allah, Allah hii yâ Allah

CEM BİR LEM E

Cem birleme şöyledir:


Kerbela şehidleri için ayini cemdekilere şerbet verilecek­
tir. Bunun için, maydancı, çerağçı veya sakiden birisi yerinden

(1) Nakarat, şu iki satırdır:


Lâ-ilâhe illallah, lâ-ilâhe illallah, lâ-ilahe illallah.
^^ah hû yâ Allah, Allah hû ya Allah..
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

kalkar. Evvelce hazırlanmış olan şerbet tasını eline alır.. ö n ­


ceden mürşide sunar, mürşid sağ elinin sırça parmağını şerbet
tasına daldırarak bir dua okur ve kendisi ilk defa bir yudum
içer, Sâki: (Sekahüm ya Hüseyn) diye diye bütün âyini-cem’-
dekilere şerbet tasını gezdirir.. Herkes bundan birer yudum
içer ve içerken hep bir ağızdan: (H üseyine Rahmet.. Yezid’e
lânet..) okurlar.
B u iş bitince, şerbeti gezdiren zât, dar’e dikilir ve (Ve
sekahüm Rabbihüm Şeraben Tahüren..) ayetini ve bazı dua­
ları okuduktan sonra şu tercümanla bu işe son verir:

(Bism-i şah.. Allah, Allah... '

Can-ü baştan geçmişiz biz (Şah Hüseyin) aşkına


Kerbelây-i deşt-i gamde can verenler aşkına

Dem bedem, hem can gözüyle, Hak görenler aşkına


Ol yezıdiler elinde (teşne-leb) 1er aşkına

Kerbelâ’da su su diye ser verenler aşkına


Gözüm ya^n sebil ettim oni.ki imam aşkına

Sekaküm ya Hüseyn.. Ber cemal-i Muhammed Kemal-i


İmam Hasan ve im am Hüseyn Ali Ra bülende salevat.. Hiz­
metlerimiz kabul et ey şah.. Bihakk-i âl-i abâ ve âlî dergah..
Erenlerden haklı hayırlı himmet.. Şey’en lillâh.. Allah eyval­
lah hû dost..)
Mürşid, bir gülbenk okur. Şerbetçi, tası yerine bırakarak
oturur.
*
**

Sıra, lokmaya gelmiştir. Sofralar kurulup yemekler y e­


nilir, bu esnada da söylenen bazı tercümanlar varsa da, biraz
ileride (Tercüman) bahsimizde görüleceğinden, burada yaz­
mıyoruz.
Yem ek hitamında, mürşid: (Oturan, duran, koğsuz gay-
betsiz evine varan...) tercümanile, halkın dağılmasına müsaa­
de eder.
192 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Âyini-cem dağılırken, dışarda, akşamdanberi kendileri­


ne bekçilik etmiş olan pervanelere (haklarını helâl etmeleri)
temennisinde bulunurlar.
M eydan evinde mürşit ile hizm et gören vazifedarlardan
başka kimse kalmayınca, pervaneler içeriye girer, mürşid elin­
den üçer kadeh dem içerler.. Yemeklerini yiyerek, onlar da
evlerine giderler..
*
**

Sayın okuyucularım, Bektaşi tarikatının içyüzü hakkın­


da sizlere bildirdiğim bu hakikatler, geçmiş zamana ait bir
keyfiyettir. B u anlatılan şeyler; artık, tamamen tarihin öz ma­
lı olmuş ve hükmünü kaybetmiştir.
Zaten böyle olmasaydı, biz, bu işin bam teline dokuna­
maz, açık açık yazamazdık. B u tarikat, eskiden nasıl (sır) idiy­
se, yine öyle (sır) kalmakta devam ederdi.. B iz bu kitabı yaz­
mak suretile, halkımızın v e bütün dünya insanlarının zihinle­
rinde bir (düğüm ) halinde yer almış olan (Bektaşi sırrı) m ef­
humunu tam mânasiyle çözmüş ve herkesin gözü önüne ser­
miş bulunuyoruz. Bunu yaparken de, hiç yalana dolana sap­
madık, her şey’i, olduğu gibi, gördüğümüz ve bildiğimiz şe­
kilde açığa koyduk.
B u hizmetimizle yurdumuza, m illetimize v e tarihimize
yararlı olabilmiş isek, ne m utlu bize..

Sırası gelmişken, sünni kardeşlerimize arzetmek isteriz


ki, Bektaşilerin gerek kendilerine, gerekse her hangi bir din ve
mezheb sâliklerine karşı, bir gfına husumetleri yoktur. Burada
geçen (Y ezid’e lâııet) tabiri, çok eski zamanlarda Peygam be­
rin ehl-i beyt’ine buğzedenlere ait, onların dillerinde yer tu ­
tan alışkanlık sözleridir. Bektaşi ve Alevilerin bu nevi sözleri
sarfetmelerine sebep M uhammed Ali’ye kulluk yaptıklarına
inanmalarından ileri gelmektedir.
Görülüyor ki, Sünni kardeşlerimizin Bektaşîlere (Kızıl­
baş) dedikleri yersiz olduğu kadar, onların da bu söze kızarak
(Y ezid) tâbirile mukabele etmeleri, kezalik yersiz hareketler­
.dendir.
BEKTAŞ!LİĞiN İÇYÜZÜ 193

Kanaatimce, bundan böyle el ele vermek zamanı gelmiş­


tir, her iki tarafın dillerinden ve gönüllerinden bu kabil hak­
sız tabirleri ve gıll-ü gışleri çıkarıp atmaları, çok doğru bir ha­
reket olacaktır.

Biz, bu gün, tarihin asırları boyunca taşıya geldiği (es­


rar perdesi) ni açığa koyarak diyoruz ki:
(1 3 0 0 seneden beri, alevilerin gönüllerinde saklaya gel­
diği sır (H üseyin) in aşkından başka bir şey değildir.)
Kezalik, (Bektaşîlerin de, şimdiye kadar, gizli âyinler
tertib ederek uğrunda yanıp yakıldıkları v e göz yaşı döktük­
leri (Şah), yine(H üseyin) den başkası değildir.
Kimbilir? belki de, bütün mükevvenâtın ve bilhassa is-
lâmiyetin dayandığı hakikat bunun üzerinde câridir.
Bu meseleyi, Bektaşîlerin görüş dairesinde biraz ileride
teşrih edeceğiz. Bahsimiz çok uzadığı için, şimdilik bu kadar
yeter.
Bâb-ı Haydar’dan diğer bir bâb'a etmem iltica
Ey (Harabi) çün Kızılbaş olduğum alem bilir,

Fo^rma : 13
— 57 —

N A ’T -I R ESU L

Ya Muhammed, çünkü sensin Rahmeten-lil’âlemin


Kabe kavseyn mahremisin Y â Nebiyy-elimürselin

Nam ına (Tâhâ) vü (Yasin) nâzil oldu ey kerim


Yoğiken bu halk-ı âlem ey (H üden-lil’m üttekin)

Asumane sen kadem bastın müşerref eyledin


Hâkipayın tozuna geldi melâik, Hûr-i-in

Dedi: (Levlâk yâ M uham m ed), nist iken bu kâinat


Aşkına var etti hâlik kâinatı nâzenin

D in-i kavm-i kâfiri hep semigi'ın ettin bu dem


R ûy-i nfuin rûşen etti zulm et içre şem’-i din

Hüsnünün envarı gör kim, nûr ediptür âlemi


(Nûr-ün alâ nfır-i sallû) sensin alel-müttekin

L eyletül’esra-i kalb-i mansıb-ı tacül’bürak


Refref-Ü hızr-ı delili ol seferde bâ yakin

Arştadır nâleyn-i rahmanın melâik tuttu kim


Hazrete vasi oldun anda secdeye koydun cebin

Ol makamda H ak buyurdu: (Y a M uhammed esselâm )


M aksadın iste nedir, kıldım kabul (lilm ü’minin)

D il mi vardır? söyleye ervah-i cism-i cem de kim


Terledi ol dem şehinşah secdeye urdu cebin

H ak nidâ etti: (E y Ahmed! M aksadın iste bu dem)


Başını kaldırdı, dedi: (Ümm etim, Yâ Rab emin!)

Çün münâcâtı, Resûlün oldu oldemde kabûl


Oldu, Haktan şâdüman, bu kâinatta mü’minin
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 195

Ver salevat Ahmed’e hem tut sözünü sıdkile


Rahm ete-n-lil’âlemindir hem şefîu-1-müznibin

(G enci Abdal) ım eyâ şâh, isterem senden kerem


Ümmetinden bir günahkar asi’yem hem kemterîn

— 58 —

M â tekaddem vâkıf-ı sırr-ı hudâ derler bize .


Bende-i hâs-ı habib-i kibriyâ derler bize
ilm -i esrâr-ı hakikat mânevî ekmel biziz
Mazhar-ı (N ad-i aliyyen, la fetâ) derler bize
D ide-i binâ isen evlâd-i şâha kıl nazar
Sûre-i ecsam-ı âlem (H el-eta) derler bize

N âm -ı vâlâm ız bizim (E l fakr-ü fahrî) dir bizim


Lâ-cerem Nâci gürûh-i evliyâ derler bize
Mahrem-i (G ene) i hidayet bizdedir Hakk’el-yakin
Mahzen-i feyz-i vefâ şah-i atâ derler bize

Gene Abdal’ın cönk defterinde, kendisile muasır olan


Beypazar’lı (D ertli) ve Hüsnü Baba'ların da, yukarıdaki şiire
nazireleri yazılıdır. Bil’münasebe onları da buraya kaydediyo­
ruz. >

Aşık-u sadık mubibb-i Mustafa derler bize


Derd-Ue gayretkeş-i Al-i âbâ derler bize
Biz gü^rfilıa sorsalar, ey kavın siz kimlersiniz?
Tâbii şfth-i velâyet Mürteza derler bize
Aşk-ile tığlar çekip adâya karşı durmuşuz
Ol sebepten kavm-i Süfyan: (eşkiya) derler bize
^^-Ü can terkeyleriz bizler (tmâmeyn) aşkına
Bende-i şah-i şehidi Kerbeld derler bize
Gerçi (Dertli) yem, benim derdim ye^timler derdidir
Çek elin benden tabibi! Bidevi derler bize
196 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Hüsnü Babanın naziresi:


B iz o kavm iz, pa.k-i ırk-ı e v liy i derler bize
Bir ulu genc-i em in -i kibriya derler bize

A y et-i burhân-ı k atı’ sır em an et bizdedir


V asiyy-i m utlak vek il-i M ustafa derler bize

H er zam an ol zât-i hakkın niırü bizden görünür


Sırr-ı m ir'ât-i hudâ, ibret nüm a derler bize

G ice gündüz cüm le eşya zikrederler aslım ız


N üsha-i sırr-ı h afi ilm -i vefa derler bize

Ey B ak ı fehm -etm eyen m ünkir, gözün aç hoşça bak


Bende-i evlâd-ı B ayd er (H üsniyâ) derler bize

^ah: '
Genç Abdal’ın 58 sayılı şiirinin izahına geçiyoruz;
Genci, diyor ki:
«Bize, (en evvel Allahın sırlarına vâkıf olm uş insanlar)
derler.
Bize, (Allahın sevdiği Habibinin bendesi) derler.
Hakikat ilminin sırrı bizdedir. M âna noktasından çok
kâmil insanlarız.
Bize, (Acayip sırlar gösteren Ali’nin kulları) derler.
Eğer gözü açıklardan isen, Ali’nin oğluna nazar et.
Bize (H el eta sırrına vâkıf insanlar) derler.
Bizim en yüksek namımız, (el’fakr-ü fahri) dir, onun için
bize, lâ-cerem (evliya güruhu) derler.»
Bilm eliyiz ki:
Gerek Gene Abdal’ın, gerekse bütün Bektaşi şairlerinin
ve müntesiplerinin bukadar yüksekten söz söylem elerine se­
bep nedir? Tarikatlarını niçin (M uhammed Ali yolu) diye
isimlendirmişler ve ne sebepten kendilerini (gürtıh-i Nâci) sa­
ya gelmişlerdir? Şimdi buralarını araştıracağız.. T evellâ T e-
berra meselelerinin de ne zaman v e ne suretle hadis olduğunu
bertafsil anlatacağız.
Yalnız, bu bahse girmeden evvel, sayın okuyucularımda
açık yürekliliğimizi peşin izhar etm ek isteriz v e deriz ki:
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 197

Biz bu yazılarımızla herhangi din ve mezhep sahipleri­


nin kanaatlannı körletmek veya şimdiye kadar icra edilegel-
miş olan herhangi bir tarikatın leh veya aleyhinde dil uzat­
mak kasd ve niyetinde değiliz.
Yine, şurasına da herkesin emin olması lâzım gelir ki,
esasen Bektaşîlik töresine şimdiye kadar kim seyi kandırmak
veya yalvarmak suretile yola sokmak nazariyesi yoktu. H attâ
bu yola girmek niyet ve arzusunu gösterenler olsa bile yüz
vermezler, ona derhal fikrinden vazgeçmesini, söylerlerdi. A y ­
rıca, bu yolun bütün zorluklarını kendisine bir bir döküp sa­
yarlardı.
Bektaşiler, hiçbir zaman kimsenin itikadına ve giderine
karışmamışlar, her mezhep ve din sahibine, her tarikat ve yol
salikine hürmet eseri ve iyimserlik gösteregelmişlerdir.
Onların, sadece âl-i Süfyan’a, âli-M ervan’a ve onlara tâbi
olanlara kalben ve lisanen husumetleri vardı ki, bu da ancak
kendilerinin bu yüzden (ibadet) ettiklerine kail olmalarından
ileri geliyordu. '
Bu, sonradan uydurulmuş bir (nokta.:ı nazar) değildi, bu
husumet hali, tâ (Saffeyn) harbindenberi sürüp gelmekte idi.
O zaman, m illet-i îslâm iyenin sağlamı çürüğü belli olmuş, bir
s a f (hakkın bayrağı altına) diğer saf da, (haksız tarafın bay­
rağı altına) geçmişti.
Bunların içinde birtakım iki yüzlüler de vardı ki, lo^ na
zamanında M uaviyenin m ükellef sofrasında kam ını doyuru­
yorlar, namaz zamanında Ali’nin arkasında namaz kılıyorlar,
harp kızışınca da, yüksek bir yere kaçıp karşıdan seyirci olu­
yorlardı.
Osmanın şahadetinden sonra fırsatı ganimet bilen Mua-
viye birkaç münafıkın yardımiyle H azreti Ali aleyhine iftira­
lara ve yalan propagandalara koyulmuş, cahil ve işten haberi
olmıyan kimselerden topladığı sürülerle Hazreti A li üzerine
yürüm eye başlamıştı.
îşin içyüzünü bilen Peygamberin sahabeleri ve iman eh ­
li, Hazreti Ali’nin etrafında bulunuyorlardı. Hazreti A li’nin
bayraktarlarından birisi İslâm Peygamberinin en sevdiği sa­
habelerinden Ammar-i Yâser, ikincisi de yine peygamberin
halis sahabelerinden Ebâ-eyyûbil-ensari idi. Muharebe esna-
19'8 BEKTAŞÎLİĞiN İÇYÜZÜ

sında Ammâr-ı Yâser gibi Veysel Karani gibi Peygamberin


sevdiği kimselerin M uaviye askerlerinin kılıçlan ile şehit edil­
mesi, sonra da M uaviyenin Kur’anı mızrak ucuna takarak
Kur’anın hakemliğine müracaat etmesi ve seçilen hakemi hile
ile aldatması iman ehli arasında büyük bir infial uyandırmıştı.
M uaviyenin büyük dedesi Ü m eyye’nin Peygamberin bü­
yük dedesi Haşim’e düşmanlığı dünyaca malûm kaziyelerden­
d i Haşim’in şeref, ahlâk, faziletini ve halk arasında gördüğü
hürmet ve muhabbeti çekem iyen Ü m eyye’nin bu kötü huyları
bütün ailesine miras kalmıştı. Ü m eyye’nin oğlu, Haşim’in oğ­
lu Abdülmuttalib’i, Ü m eyye’nin torunu Ebu Süfyan da Ha­
şim’in torunu Ebu Talib’i kıskanmaktan Ü m eyye’den geri kal­
mıyorlardı.
Haşim oğullarının daima Kureyş kabilesinin ululuğuna
ve M ekke reisliğine seçilmeleri Ü m eyye oğullarınca affedilmez
bir m esele idi. Büyük dedesi ü m ey y e ’denberi ailesine miras
kalan kinin intikamını almak fırsatı Ebu Süfyan için zuhur
etmişti. B u fırsat M uhammed’in:
«— E y nas!.. doğru yola geliniz, kan içmekten, kölele-.
tinizi kırbaçlarla öldürmekten, halkı ağır faizler altında ez­
mekten, kızlarınızı diri diri gömmekten, taştan, ta h ta cın v e
sair hasis şeylerden yaptığınız putlara tapmaktan sakınınız.»
diyerek halkı doğru y ola sevketm esi idi. Bu doğru sözler hal­
kı kendi menfaatları uğrunda çalıştıran kabile reislerinin ta­
bii işlerine gelmiyordu.
Açıktan açığa Ebu Talib’e hücum cesaretini gösteremi-
yen Ebu Süfyan bütün hücumunu islam peygamberine yapı­
yor ve islam peygamberini him aye ettiği için Ebu Talip aley­
hinde de dedikodularda bulunuyordu.
Ebu Talib’in vefatından sonra M ekke’de hamisiz kalan
M uhammed’i öldürmek istiyenlerin başında Ü m eyye oğulları
geliyordu.
N ihayet Muhammed Ebu Talib’in oğlu Ali’ııin fedakar-
lığiyle M ekke’den ayrılmağa muvaffak oldu. Ebu Süfyan aile­
si, M edine’de de isl^ n peygamberini ve taraftarlarını rahat
bırakmadı. İlk açılan muharebede peygamberin düşmanları
arasında Ebu Süfyan’ın oğlu Y ezid’le M uaviye de bulunuyor-
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 199

lardı. Bunu takip eden Bedir ve H andek harplerinde de Ebu


Süfyan’ın topladığı ordularla islâm Peygamberini öldürmeğe
muvaffak olamayışına sebep Alinin kahramanlığı idi. Bedir
harbinde islâm peygamberinin amcası Hazreti Hamza’yı öl-
dürterek ciğerini yiyen, bum unu ve kulaklarını ziynet diye
boynuna asan M uaviye'nin anası ve Ebu Süfyan’ın karısı Hin­
de idi. N ihayet M ekke müslümanlar tarafından fethedildiği
gün ölümden kurtulmak kaygusu ile islâm iyeti kabul eden
Ebu Eüfyanla oğlu M uaviye (M üellefet-ül-K ulûb) adını al­
mışlardı (1 ). Peygamberin vefatından sonra da fesadı bırak-
mıyan ve Ebu Bekirle Ali’nin arasını açmaya çalışan bu aile
istediklerini elde edememiş, yalnız mükâfatlarına nail olm uş­
lardı (2 ).
N ihayet Osman’ın şahadetini hazırlayanlardan birisi ol­
duğu halde, bir takım iftiralarla onu Ali’y e mal etm ek istiyen
ve Saffeyn harbini açan M uaviyenin islâm halifesi unvanını
almağa kalkışması dinin esaslarını tağyir, peygamberin hadis­
lerini tahrif, peygamber namına bir takım hadisler uydurmağa
çalışması iman ehlini galeyana getirmiş, her tarafta M uaviye-
ye lanet edilm eğe başlanmıştı.
M uaviyenin de buna karşı yaptığı şey şu oldu: Babası
Ebu Süfyan’ın açtığı muharebeleri önleyen, peygamberi bu
muharebelerde ölümden koruyan, Kur’anda tebcil v e islâm
peygamberi tarafından takdis edilen Ali’nin cuma günleri ha­
tipler tarafından tahkir edilm esi i ç i ı valilere emir vermesi
oldu.

( 1) H uneyn harbinde alm an ganim etlerden m i l i m m iktard a Ebu S ü f-


y a n la ik i o ğ lu Yezid’le M uaviye’y e ayrılm ıştı. S eb eb i sorulunca isî8 ın P e y ­
gam beri «kalblerini alalım» cevabını verdi. Bu seb eb îe bunlara (M üeîlefet-
ül-kulûb) • «Kalpleri satın alınan» denildi.
(2) İslam 'Peygam berinin vefat- ettiğ i gece Ebu B ek ir H alife olm uştu.
Peygam berin cenazesi ortada iken, sahabelerin ek seriyeti azim esinin reyi
hilâfına bu işi acele yapm akta n e fayıda vardı, deniliyor ve itiraz ediliyor­
du. B u sırada Ebu Süfyan:
«Ya Ali .. E bu B ekiri kaldırm ak için em redersen M edineyi M ekke atlısı
ile doldurayım.» dem iş, H azreti A li d e «Sen bizim işim ize karışma.» diyerek
Ebu Süfyanı terslem işti. Bunun ü zerin e Ebu Süfyan, Ebu B ekire yanaşm ış,
büyük oğlu Y ezide S u riye valiliğini koparm ışta ö m erin hilafeti zam anında
Y ezid ölm üş olduğundan M uaviye kardeşi yerin e Şam v a lisi oldu.
200 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

T u h a f ı ş u r a s ı k i M u a v iy e z a m a n ın d a n b in s e n e d e n f a z la
g e ç t iğ i h a ld e y in e h a k ik a tı d e ğ iş t ir m e ğ e ç a lış a n la r v a rd L Bu­
n u n c a n lı b ir m is a li:

H ic r î 7 n c i a s ır d a v e f a t e d e n M e v lâ n a C e lâ le d d in - i R u ­
m î ’n i n b ü t ü n d ü n y a c a t a n ı n m ı ş b i r e s e r i v a r d ır . B u k i t a b ı n i l k
t e m i z n ü s h a s ı M e v l â n a ’n ı n v e f a t ı n d a n b e ş y ı l s o n r a H ü s a m e d -
d in Ç e le b i ta r a fın d a n y a z ılm ış tır . B u n ü s h a K o n y a m ü z e s in d e
m e v c u t tu r . B u k it a b ın ik in c i c ild in d e M u a v iy e ile Ş e y t a n a r a ­
s ı n d a g e ç e n b i r h i k â y e v a r d ır . H i k â y e ş ö y l e b a ş l a m a k t a d ı r :
« D e r h a b e r â m e d k i o n M u a v iy e ,
H o f t e b o d d e r k a s r d e r y e k z a v i y e . .»

T ü r k ç e s i:
« T a r i h t e g e l d i k i o , M u a v i y e s a r a y d a b ir o d a d a y a t m a k ­
t a id i.»

B u k it a p m e y d a n d a d u r u r k e n v e h a k ik a t b ö y le ik e n ş im ­
d iy e k a d a ı h e r k e s b u y a z ıy ı b a şk a tü r lü g ö r ü y o r , v e b a şk a tü r ­
lü o k u y o r d u , ç ü n k ü m a tb a a c ılık b iz e g e ld ik te n so n r a M u a v i­
y e n i n d o s t l a r ı , M e v l â n a ’n ı n b u s ö z ü n ü d e ğ i ş t i r m i ş v e b a s ıla n
k ita p la r a ş u ş e k ild e g e ç ir m iş le r d i:
« D e r h a b e r â m e d k i h â l - i m ü ’m i n a n .
H o fte d e r k a sr-ı d e r ^ « t e r s it a n »

T ü r k ç e s i:
« T a r i h t e g e l d i k i m ü ’m i n l e r i n d a y ı s ı s a r a y d a y a s t ı k l ı k t a y a ­
t ıy o r d u ...»

G ö r ü lü y o r k i M u a v iy e d e n b in b ilm e m k a ç s e n e so n ra
o n u n d o s t l a r ı , C e l â l e d d i n ’i n y a z d ı ğ ı k i t a b ı b a s a r k e n « M u a v i­
y e » a d ı n ı « M ü ’m i n l e r i n d a y ı s ı » n a v e « b i r o d a » k e lim e s in i
« y a s t ı k l ı k » k e l i m e s i n e ç e v i r m e k s a n ’a t ı n ı g ö s t e r m i ş l e r d i
M u a v i y e m ü ’m i n l e r i n d a y ı s ı o l u n c a t a b i i M u a v i y e n i n a n ­
n e s i m ü ’m i n l e r i n b ü y ü k a n n e s i o lu r . M u a v i y e n i n a n a s ı i s e z a ­
m a n ın d a e l e a v u c a s ığ m a y a n B e d ir h a r b in d e t e f ç a la r a k şa r k i
s ö y l e y e n b i r k a d ın d L Ü s te lik o h a r p te p e y g a m b e r in a m ca sı
H a z r e t i H a m z a ’n ı n c i ğ e r i n i y e m i ş , b u n u d a k a f i g ö r m i y e r e k
H a m z a n ın b u r u n k u la k la r ın ı k e s e r e k b o y n u n a a s m ış v e M e k -
k e y e o s ü s le r le g itm iş ti. T a r ih t e ( A k ile t ü l- e k b a d = c iğ e r le r y i ­
y e n k a d ı n ) a d ı n ı a l a n b u y a m a n k a d ı n a h a n g i m ü ’m i n b ü y ü k
annem d iy e if t ih a r e d e b ilir a c a b a ?
B E K T A Ş Î L İ c i İÇYÜZÜ 20!

Bektaşîler, M uaviye’nin haksız olduğunu pek iy i bildik­


leri için, elyevm her hangi şahsın ağzından (Hazreti M uaviye)
tâbirini işitseler, derhal bunu söyleyene, hata ettiğini ihtar
ederler ve derhal:
— Lânet olsun.
D iye çıkışırlar. (H azret) sıfatını M uaviye’ye bir türlü
yakıştıramazlar. ( 1)

BEK TA ŞÎLER E GÖRE

Biz, Bektaşileri bu inançlarında muhayyer bırakarak,


tarikatlarının ne zaman ve ne suretle kurulduğunu ve hangi
esasa istinad ettiğini şurada anlatalım:
Hazreti Peygamberin (H üdeybiyye) de, (Şecer-i Rıd­
van) denilen bir ağacın altında altıyüz kadar eshab’a el sun­
duğu, bu eshab’ın, A llah ve Resfılu uğrunda can v e başlarını
feda etmek şartile eline yapışıp ahd bağlandıkları, hiç bir
harbden, hiç bir belâ ve kazadan yüz döndüremeyeceklerine
dair, ciddî söz verdikleri malûmdur.
Müslümanların Hazreti M uhammed’den bağlandıkları

âyet-i celilesile tevsik ve mü’minlerin sadâkat yemininin riya’-


dan ârî olduğu tasdik olunmuştur.
Bektaşilerin itikadınca: (işte ilk anayasa diyebileceğimiz
el ele el hakka - keyfiyeti, Biat-ürridvan diye isimlendirilen bu
hâdise-i diniyye ile vâki olmuş v e tarikatın esası da buradan
alınmıştır. V e M uhammed’le Ali’den oğulları ve torunları olan
on iki imam vasıtasile hoca Ahmed Y esevi ve P ir Hacı Bektaş-ı
V eli ve Balım Sultan kanalile, tarikatların ilgasına kadar, salâ-
hiyettar ellerden intikal edegelm iş) dir.

(1) Matbaacılık Türkiyede yeni kurulduğu zaman, Mesneviyi ilk bastı­


ran zat, Mevlânâ’nın bir crüba’isini tahrif etmiş ve ondan sonra basılan bü­
tün farisi Mesneviler hep bu hâtâ ile illetlenmiştir. Bunu yapan adam, ya
kendisi Muaviye yardakçısıymış veya başkasının iğfaline kapılarak Muavi-
ye’yi mü’minlerin dayısı yapmıştır. (Konyada Mevlânanın türbesindeki mü­
zede bulunan el yazısına ve Milli Eğitim Bakanlığının bastırdığı Türkçe
Mesnevinin 2 nci cildine bakınız).
:202 BEKTAŞÎLÎĞiN İÇYÜZÜ

Bunun için, Bektaşîler kendilerini bu (E l ele el Hakka


hükümlerine bağlı) addederek, İslâmiyetin ana hatlarından
zerre kadar ayrılmamış bir zümre olduklarını iddia ederler.
Kendilerini (Gürûh-i N aci) ve yollannı da (Tarik-i Nazenin)
diye isimlendirirler.
G A D İR H U M
Bahsimizle ilgisi dolayısile, Hazreti peygamberin son hac
dönüşünde hadis olan vekayii kısaca gözden geçirelim:
Hicretin onuncu yılı, Zilhicce ayının 18 inci Pazar günü
Hazreti Muhammed, bütün eshabile birlikte (Gadirhum) de­
nilen yere indi. Cebrail kendisine,
lini getirdi. Bu âyetin hükmüne göre, son vazifesini ifa etmek
v e son tebliğini yapmak istedi. Derhal, deve semerlerinden,
üst üste konarak bir minber yapılmasını emretti, sonra bu
minbere çıkarak, Ali’yi yanına çağırdı. Cenabı Şah, kemâl-i
edeble huzuruna çıktı. Bunun üzerine Hazreti peygamber hut­
besini okumağa başladı.. Tanrıyı öğdükten sonra orada hazır
bulunan on binlerce eshaba ve müslümanlara hitaben dedi ki:
— iv, ,j i yani, ey halk, ben size, sizin
nefislerinizden daha evlâ değil miyim? Sizin iyiliklerinizi siz­
den daha iyi bilmez miyim?»
Oradaki müslümanlar hep bir ağızdan:
— E vet Ya Resûlallah! Sen b iz in nefsimizden bize da­
ha evlâsın, dünya ve âhirette bizim faydalarımızı bizden daha
iyi bilirsin.
D iye cevap verdiler. Hazreti M uham med bunun üzerine,
sağ elile Hazreti Ali’nin sağ elini tuttu, onu medh, ederek de­
di ki:
«— E y nas! B iliniz ki, ben her kim in m evlâsı isem , Ali
de onun mevlâsıdır. Ali’nin nefsi: benim nefsim, Ali’nin eti:
benim etim, Ali’nin kanı: benim kanım, Ali’nin ruhu: benim
ruhumdur. Her kim beni severse Allahı seveı;-, her ^ in Allahı
severse Ali’yi sever; Her kim beni sevm ezse Allahı sevmez,
her kim Allahı sevm ezse Ali’yi sevmez. H ak ve adâlet daima
Ali ile beraberdir. Ya Rab! Sen şahid ol.>>
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYYüZÜ 203

D edikten sonra ellerini kaldırarak:


«— E y ulu Tanrım! Ali’yi seveni sev.. Ali’ye düşmanlık
edene düşman ol.. Ali’ye yardım edene yardım et.. Ali’ye fe­
nalık etm ek isteyeni hakîr et.»
Dedi.
Hazreti Muhammed bu duasını okuduktan sonra, orada
bulunan on binlerce halk da hep bir ağızdan (âm în!) dediler.
V e ileri gelenler birer birer Hazreti Ali’ye biat ettiler. ( 1)
Ömer, Ali’nin elinden tutarak:
— Kutlu olsun, kutlu olsun ya Ali, sen hem benim ve
hem kadın, erkek bütün müslümanların velisi oldun.
Diyerek biat eyledi.

Düzgün ve kuvvetli bir binaıın inşasını sağlıyacak olan


bu (ahd) in bozulmaması icabederdi. Allahın emri veçhile,
Muharnmed’in Ali’ye ihale ettiği bu hakkın ayaklar altına
alınmaması lazımdı. Fakat böyle olmadı. M edine’y e döner
dönmez bu atılan (tem el) yıkılmak istendi. İşin içine süfli ih­
tiraslar karıştırıldı. Ezelden beri Al-i Resûle düşman olan
E m evi ricali, telâşa düştüler. D in kaygısını bir tarafa bıraktı­
lar. Karanlıktaki yarasalar gibi çalıştılar. Köstebekler gibi alt­
tan alta entrikalar çevirmeğe başladılar.
Eğer bu (ahd) devam eder de, M uhammed’in yerini Ali
alırsa hakimiyetin bir daha kendi ellerine geçmiyeceğini, bü­
tün arap kabileleri yanında şerefleri kırılacağını, zelilane bir
hayat geçirmeğe mahkûm olacaklarını sandılar.. Türlü hile
yollarına saptılar. Gizli gizli konuşmalar, planlar tertip ettiler
ve emellerine de kavuştular.

(1) Tarih kitapları, bu hac'ta m evcut olanların hepsinin A li’y e biat e t ­


tiklerini, h atta Hazreti Peygam ber, zevcelerini b ile bundan istisn a etmiye--
rek, bir çadır içinde, onların da A li’ye b iat etm elerini em retm işti. Mes’e le
çok nazik v e ciddî bir manzara arzediyordu. Bu esnada Ebû-Bekir’in t ^ ^
süründen ağladığı görülüyordu. Sebebini soranlara:
— Bu yap ılan işlerden, P eygam berin ecelinin y a k ın olduğunu seziyo­
rum, onun için ağlıyorum
D iye cevap verm işti.
204 BEKTAŞILiĞiN ÎÇYÜZÜ

(Gadirhum) menzilinde, Peygamberin eliyle çelikten


döğülmüş olan bu (H ak Beratı) nı, az zaman içinde ihtiras
körüğiyle erittiler, yokettiler. Binaenaleyh, Islâm Peygamberi­
nin ilâhi emrini gümbürtüye getirdiler.
Emeviler, buna nasıl muvaffak oldular?
Bektaşilerin inancına göre, bu işi, Em eviler yalnız başına
kuvveden fiile getiremiyeceklerini bildikleri için, sahabeden
bazılarını da kandırdılar. Bilhassa (Ömer) de bunların ihtiras­
larına kurban gitti.
N e dereceye kadar doğru olduğu bizce pek bilinmemek­
le beraber, Bektaşilerin, Ebû-Bekir, Ömer, Osman gibi saha­
beyi, hem de zamanının en mühim simaları tanılan v e ilk is­
lâm cumhuriyetini kuran, elyevm camilerde isimleri göz alıcı
şekilde yaldızlı levhalarla arz-i endam eden bu zevata muğ­
ber olmaları gönül kırgınlığı göstermeleri, herhalde bu (ahd)
in muhafaza ve devamı hususunda bunların gösterdikleri gev­
şekliği beğenmemelerinden ileri gelse gerektir. Bizim kanaatı-
mıza göre de, bunu zaten herkes az çok sezinlemekte idi.

İĞ BİR A R IN SEBEBLER t

Bektaşilerin, Hulefai-Selâse d iye şöhret bulan bu üç bü­


yük zate küskünlükleri, muarızlarını kızdırmakta v e kendileri­
ni (Zındık) lıkla ittihamlarına sebep olmakta idi. Tarikatların
lâğvı münasebetile, ortada Bektaşilik diye birşey kalmadığın­
dan tarihe intikal eden bu çekişmenin, bugün için artık mâna­
sı olmayacağı bedihidir.
Binaenaleyh, bu çekişmenin evvelce neden neş’et etmiş
olduğunu ve ne zaman başladığını izaha geçebiliriz.
Bektaşilerin (Ebû-Bekir, Ömer, Osman) ve hattâ A yşe
isimlerini işittikleri zaman tiksinmelerinin sebebi ne idi?
B u isimleri taşıyanlardan herhangi bir şahsın, tarikata
alınmamasının hikmeti ne idi?
Şayed bu isimlilerden birisinin tarikata girmesi mukad­
derse bile, derhal isminin değiştirilerek yeni konan adile m ey­
dana çekilmesinin mânası ne idi?
B iz bunları anlatacağız ve anlatırken de, tarihi hakikat-
ları birer birer döküp sayacağız.
BEKTAŞÎLİĞİN tÇYÜZÜ 205

İşte bu suretledir ki, Bektaşîlerin Süfyanîlerle Mervanî-


lere olan adavetleri, H ulefâ-i Selâse ile Peygamberin karısı
Ayşeye olan iğbirarlan tebellür etmiş v e kendisini göstermiş
olacaktır.
1 — Mervan, anasından doğduğu zaman Hazreti P e y ­
gambere getirip göstermişler. Muhammed, bunun suratını gö­
rünce derhal:
«— Yüzünden m el’anet akıyor» demiş. Bunun- büyüdü­
ğü zaman, âlem-i islâma ne kadar büyük fenalıkları dokuna­
cağını yüzünün hatlarından okuyarak, daha o zaman herkese
tanıtmıştır.
2 — M ervan’ın veya ecdadından herhangi birisinin,
(V ahy kâtibi) iken, (Ali imran) suresini (Al-i M ervan) diye
kaydetm esi ve bundan dolayı nefyedilmesi.
Diğer bir rivayete göre:
Hazreti Muhammed, vahyolan Kur’anı yazdıra gelmekte
iken birgün (cenin halindeki çocuklara, cenabı Hakkın ana
rahminde ne güzel çehre ve şekil) verdiği hakkındaki vahyi
kaleme alan kâtip, kemal-i hayretinden: (Fetebarekâllah-ü
ahsen-ül’halikîn) demiş. Cenabı Peygamber de:
«— Evet. A lt tarafına bu cüm leyi kaydet.»
Deyince, kâtibin kendisine de ilhâm-i Rabbani geldiğine
zahip olarak, herkese karşı, kemal-i fahr v e gururla:
— Cebrail, bana da vahy ketirmeğe başladı.
D iye öğünmesi, kendisinin kâtiplikten tardını ve hatta
nefyolunmasını intaç etmişti.
3 — Ebû Süfyan’ın karısı H inde’nin (U hud) çenginde
Hazreti Hamzayı şehid ettirmesi ve şühedanın kulaklarını ke­
sip ipe dizmesi ve boynuna süs diye asması bundan başka,
Hamza’nın bağrını yarıp ciğerini çıkararak çiy çiy yemesi, bu
yüzden (Akilet-ül-ekbad = ciğerler yiyici) diye islâmlar ara­
sında menfur bir isim kazanması.
4 — Ebû-Süfyan’ın Hazreti Peygambere büyük düşman
olması, U hud cenginde attığı taşla peygamberin iki dişini şc-
hid etmesi ve cenabı Peygamberi çukura düşürmesi.
206 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

5 — Ebû-Süfyan’ın oğlu M uaviye’nin, Aliyyil-mürteza’-


ya (aduy-i ekber) olmasL Kendisini, Peygamberin izinden gi­
den ve onun sünnetini ihya eden sünni müslüman diye iddia
etm esi ve bu kurnazlığı ile yepyeni bir (sünni) adı icad ederek.
müslümanlar ortasına atması. Alinin ve Alinin izinden giden­
lerin de yoldan çıkmış kafirler olduklarını söyliyerek, hâkimi­
yeti altındaki halkı iğfal ve idlâl etmesi.
6 — M uaviye’nin oğlu Yezid’in de, Kerbelâ fâciasını ya­
ratması, gönderdiği ordularla, hasta yatan İmam Zeynel’âbi-
din’den başka, Al-i Resûlin küçük, büyük bütün erkeklerini
kestirerek sülâle-i peygamberi’yi dünya yüzünden kaldırmağa
yeltenm esi.
7 — M ekke fethinde Em evi hânedanının kılıç zorile ya­
landan müslüman oldukları malûmdu. Bunu peygamber de ve
herkes de pek âlâ biliyordu. Peygam ber bunların kalblerinde-
ki nüâkı çıkartmak, diğer hakiki müminlerle gönüllerini bir­
lemek hususunda çok çalışmışsa da, bunlar ezeli adavet ve
kinlerini kat’iyyen atamıyorlar, her zaman islâm peygamberi­
ne Abdullah’ın yetim i gözüyle bakıyorlar:
— M uhammed de bizim gibi yeyip içiyor, yatıp uyuyor.
Bizden fazla ne m eziyeti var?
Diye, peygamberin beşeriyetine bakmaktan, iç yüzünde­
ki (Hak cevheri) ni sezemiyorlar, faydalanamıyorlardı. Bina­
enaleyh, bu gizli düşmanlıklarını en son meydana koydular.
Al-i Resûlün başına çorap ördüler.
8 — Peygam ber hasta iken, kendinin vefatından sonra
müslümanlarm dalâlete düşmemeleri için, Ali’nin vesayetini
tevsik etm ek maksadile kalem kâğıt istediği bir sırada, Em evî
reislerinin tahrikine kapılan Ömer’in, Peygamberin bu isteği­
ni reddederek:
— Muhammed, maraz-ı m evt halindedir, yazacağı vesi­
kanın hükmü yoktur, Allahın kitabı olan Kur’an bize kâfidir.
D iye m uhalefet göstermesi, Peygamberin, bundan m üte­
essir olarak hepsini huzurundan koğmasL
9 — Muhammed, son zamanlarda teşkil ettiği bir ordu­
nun kumandanlığını, kölesi Zeyd’in oğlu (Usâm e) y e vermiş,
BEK TA ŞîLiötN İÇYÜZÜ 207

emri altında Aliden başka herkesin bu orduda bulunmasını


irade etmişti.
Buna:
— Bir kölenin oğlu, kumandan olamaz.
D iye itiraz edenler oldu ve bu itiraz edenler Usam e’nin
emri altına girmekten istinkâf ettiler. Muhaliflerin içinde Ebû-
Bekir, Ömer, Osman da vardı. Bunlar da orduya iltihak etm e­
diler. Pek sevdikleri islâm peygamberinin emrini tutmadılar.
10 — Ebû-Bekir H alife olunca, Fatıma-tüzzehra’nın
hakkı olan (Fedek) hurmalığını elinden aldı, beytül’male dev­
retti. Zaten babasının m atem iyle dilhûn olan bu kadını Ebû -
Bekir çok ağlatmıştı.
Ömer halife olunca, Ali’yi memnun etm ek maksadile
Ebu-Bekir’in zaptettiği bağı Fâtım a evladına verm ek istemiş­
se de Ali:
«— Fatım a’nın ölümünden sonra neye yarar» D iyerek
öm erin bu teklifini reddetmişti.
11 — Osman’ın (Sıle-i ra^ın) behanesile, bütün akraba­
larını yani Em evî hanedanını ehliyeti olsun olmasın, memuri­
y et verip iş başına geçirmesi, hilekâr M ervanı menfasından
getirterek kendisine vezir-i umûr tayin etmesi, bütün ehl-i İs-
lamın mukadderatını bu alçak ve menfur adamın eline teslim
etm esi ve bu halin ihtilale kadar dayanarak kendi ölüm üyle
neticelenmesi, bu ölüm yüzünden de' pek büyük nifaklar v e şi-
kaklar zuhur edip alem-i islamın her tarafını kabus halinde
kara bulutlar kaplaması.
12 — Osman’ın kanlı gömleğile, karısı N aile’nin kesik
parmaklarını ele geçiren M uaviye’nin bunlardan istifade ede­
rek pek rezilâne entrikalar çevirmesi v e pek çok islâm kanı­
nın dökülmesine sebebiyet vermesi, en nihayet Cümhuriyet-i
İslâm iyeyi saltanata kalbetmesi.
13 — Yine, M uaviye’nin Saffeyn harbinde, (Amr As)
ın teşvikile, Kur’an-ı kerimleri mızraklara taktırarak mağlû­
biyetten kurtulmağa çalışması, Kelâm-ullahı kendi nefsâni ■
hareketine alet ittihaz etmesi.
208 BEKTAŞÎLtĞiN İÇYÜZÜ |
i;
14 — H ila f e t i e le g e ç ir m e k v e s a lta n a tın ı k u r m a k m a k ­
s a d ı ile h a r e k e t e d e n v e m a k s a d ın a n a il o lm a k iç in m ü s lü m a n -
la r a r a s ın d a u ç u r u m l a r ı n a ç ılm a s ın a v e y ü z b in le r c e M ü s lü ­
m a n k a n ın ın a k ıtılm a s ın a s e b e b iy e t v e r e n , M u a v i y e ’n i n bu
h a r e k e tle r in i a f f e d e m e y e n h a k ik i m ü s lü m a n la r ın v e im a n e h ­
li A l i d o s t l a r ı n ı n h e r t a r a f t a M u a v i y e ’n i n h a r e k e t l e r i n i t a k b i h
e t m e le r in i f ır s a t it t ih a z e d e r e k , g û y a m u k a b e le b ilm is il y a p ı­
y o r m u ş g i b i M u a v i y e ’n i n Ş a m l ı l a r a v e r d i ğ i b ir e m i r l e m i n b e r ­
l e r d e A l i ’y e l a n e t e t t i r m e s i ,

15 — M u a v i y e ’n i n , s a ğ l ı ğ ı n d a o ğ l u Y e z i d ’i h a l e f g ö s t e r ­
m e s i, M i l l e t - i i s l a m i y y e y i c e b r e n v e k a h r e n o ğ l u n a b i a t e t t i r - •
m e s i.

16 — Y i n e M u a v i y e ’n i n i m a m H a s a n ’ı ( k e n d i s i n d e n
s o n r a h a lif e o lm a s ı ş a r t ile ) m u s a le h a y a ic b a r la h ila f e t i k e n d i­
n e t e r k e t t ir m e s i v e b ila h a r e o n u z e h ir le te r e k o r ta d a n k a ld ır ­
m a s ı, İ m a m H a s a n ’ı n v e f a t ı n ı d u y u n c a d a , Ş a m h a l k ı n a m a ­
t e m e m r i v e r m e s i, ş e h r i s iy a h b a y r a k la r ile d o n a t a r a k r iy a -
k â r a n e g ö s te r ile r y a p m a sL

17 — E b ı l - B e k i r ’in , P e y g a m b e r i n v e f a t ı n ı i ş i t i n c e aslı
o lu p o lm a d ığ ın ı g ö z ü y le g ö r m e k iç in , m a te m m a h a llin e g e lm e ­
s i, ( N a ’ş ) i n ü z e r i n d e ö r t ü l ü o l a n m a ş l a h ı k a ld ı r a r a k :

«— Ö lü m ü n d e , d ir iliğ in g ib i n e g ü z e l? »
D i y e P e y g a m b e r i n s ö ğ u m u ş a l n ı n a b ir b u s e k o n d u r d u k ­
t a n s o n r a h e m e n s a v u ş u p g it m e s i, a r k a d a ş la r ile b ir lik t e ( B e ­
n i s â id e s o fa s ı) n d a H ila f e t iş in e ç e k i d ü z e n v e r m e ğ e u ğ ra ş­
m a s ı. ,

18 — Ö m e r ’i n P e y g a m b e r i n v e f a t ı n ı i ş i t i n c e s o k a k l a r d a
e lin d e k ılıc ı ile d o la ş a r a k h a lk ı t e h d it e t m e s i v e E b û - B e k ir le i
b i r l e ş e r e k o n u n h a l i f e l i ğ i n i t e m i n e m u v a f f a k o lm a s L

19 — E b u - B e k i r Ö m e r v e O s m a n d a n h i ç b i r i n i n m a t e m
y e r in e g e lm e m e le r i v e P e y g a m b e r in c e n a z e s i ile m e ş g u l o lm a k
g ib i m u k a d d e s v a z ife le r in i if a e t m e m e le r i.

20 — E b û - B e k i r , Ö m e r v e O s m a n ’ın h i l a f e t v e b i a t iş i n i
k e y if le r in e g ö r e h a lle tm e le r i.
Pır evinde: Şadırvan v e (m eydan evi) nin kem erleri
No: 14

Pir evinde: (Mihman evleri) nin arkadan görünüşü


No: 15
B EK TA ŞîLid^ ~ ':uZ Ü 20i)

Peygamberin, gasil, techiz, tekfin v e defni ile meşgul olan


Ali vazifesini bitirdikten sonra evine çek".-' ^ ş , ertesi gün ken­
di sahabeleri ile birlikte mescide gelmişti. Kapıdan girerken:
— Siz, kendi kendinize H alife m i nasbettiniz? ( 1)
D iye sorması üzerine, Ömer:
«— N e zannettin ya! Sen bizi aradan çıkarmış m ı idin?»
D iye kinayeli bir cevap vermişti. Bu yüzden aralarında
münakaşa çıkmıştL Orada hazır bulunan Selman’ın da:
— Bu işin böyle olacağını, ben, vaktile Peygamberin ağ­
zından kulaklarımla işitmiş idim.
D em esi üzerine, Ömer buna kızarak Selman’ın üzerine
yürümüştü. Ali, derhal Ömerin elinden kılıcını almış ve Sel-
man’ı muhakkak bir ölümden kurtarmıştL
21 — Em evîler ve Mervanîler, etrafa saldırdıkları ça­
pulcu ordularına, İran ve Türkistan’ı baştan başa yıkıp harap
ettirmişler, milyonlarca masum insan kanı döktürmüşlerdi (2 ).

(1) O gün, ilk defa A li ile Ömer'in arasında geçen bu kinayeli sözler,
gönül kırgınlıklarına sebep olm uş ve bu kırgınlık, gitgide fılem-i islfun ara­
sında müthiş uçurum lar tevlid etm iştir.

(2) D oktor (D ozy), tarih -i islâm iyyet eserinde: (E m evîler d evri, ^eski
putperestliğin ^ ^ ü l^ e lin d e n başka bir şey değildir.) diyerek bu devletin
tam teşhisini koydu. D insizlik, vah şi dinsizlik. D insizliği böyle olanın arap­
lığ ı nasıl olur? Kendileri için ikoyu, b aşkalan için zalim bir araplık..

Her şeyden bir hadis uydurdular: (H er kim Araplara buğz ederse


A llah da ona buğuz eder.) D in’e kalblerile sarılan sa f m üslüm anlar düşünü­
yorlar, P eygam ber Arap, Kur’an arapça, lau hadis d e elbette doğru olacak,
diyorlar.

E m evîler A rap olm ayanlara karşı A raplığı üstün tutabilm ek için te^meli
b öyle kurdular, yani, dinsizin, dindârı avlayan tem eli. V ay A rap olm ayanla­
ra! Arap olm ayanlara (M evalî) adı verildi. Bu k elim e (köleler) m ânasına
gelir. ^ ^ a r ı küfürden im ana çıkaran Arap'lardı. ö y le ise ebediyyen A rab’a
m inn ettar kalm ak gerekti. Bütün A rap olm ayanlar, A rab’ın önünde köle
yığınlarıydı. Onun için A raplar A rap olm ayanların arkasında nam az kıl-
rnazlarclı.
— A vrupa Edebiyatı v e Biz, İsm ail Habib —
^^roa : 14
210 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYt.TZÜ

K anlan dökülen zavallı halkın bütün servet ve samanını da


deve katarlarile Şam’daki tünekleri olan saraylarına naklettir­
mişler, dünyada misli görülmiyen bir haşmet, debdebe v e se-
fâhet alemi yaratmışlardı.
Öyle bir debdebe ve haşm et ki, Mısır Valisi Amr As,
Şam’a gönderdiği bir hey’ete, M uaviye’nin huzuruna girince:
— Esselâm-ü aleyke yâ Halifei Resulullah.
H itabile selâm vermelerini sıkı sıkı tenbih etmişken Şam
saraylarının ziynet ve ihtişamına gözleri kamaşan bu gafil­
lerin:
— Esselâm-ü aleyke yâ Resulûllah.
D iye hitabetmeleri, beşeriyet dünyasında misli görül­
memiş fecâatlerdendir.
22 — M uaviye’nin oğlu Yezid, 63 hicri tarihinde M edi-
nede katl-i âm yapmış, bütün (ensâr) denilen Peygamberin
Medineli sahabelerini kılıçtan geçirerek ortadan kaldırmıştı.
23 — Yezid’in oğlu küçük M uaviye, iyi kalbli bir insan­
dı, babasına çekmemişti. 6 4 hicri senesinde H alüe olunca ca­
mide bir hutbe okuyarak:
«— E y ahali, benim babam v e dedem kendilerine (Ehl-i
sünnet) adı vererek, Halifeliklerini iddia ettiler. Ali gibi ilmi
ve fazileti herkesçe bilinen birinin hakkını elinden aldılar. ts-
lâm iyete en büyük hizm et eden Ali’dir. Ali, bütün iman taşı­
yanların başıdır. D in reisliği bizim hakkımız değil, Ali evlâdı­
nın hakkıdır. Ben, hilâfeti sahibine bırakıyorum.
Demiş ve hilâfetten çekilmişti. Fakat o gece, onun anne-
sile birleşen M ervan tarafından zehirlenerek öldürülmüş, Mer-
van halife olmuştu.
Hain Mervan da, M uaviyenin ve Yezid’in giderlerine
uyarak, zerre kadar şeytan’ın yolundan sapmamış, cami’lerde,
minberlerde Ali’ye ve evlâdına lânet okutmakta devam e t­
m işti
24 — B u m el’unlar, zaman-ı saltanatlarında, Kâbetulla-
hı yıktırmışlar, (Haccacı zalim) denilen ordu serdarlarına ge­
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 211

niş salâhiyetler vererek yüzbinlerce islâm kanının yere dökül­


mesine sebeb olmuşlardı (1 ).
25 — Bektaşilerin, Peygamberin, zevcelerinden Ayşe’yi
sevmemeleri sebebine gelince:
A — Hazreti Muhammed, daha hayatta iken, Ali ile A y­
şe arasında bir iki hadise vâki olmuştu:
1 — Bir gün harlı ganimetleri taksim edilirken, Hazreti
Muhammed zevcelerine de hisse a y ır ıy o r u ş . Ayşe: (iki hisse
isterim) demiş. Muhammed, Ayşeye: (hakkına razı olmasını)
ihtar etmiş. Fakat o, iki hisse almak hususunda israr etmiş,
Ali’nin de buna canı sıkılarak A yşe’ye:
— Ciddiyetini takın, itiraz edip durma, hakkına razı ol.
Demiş. Ayşe, Ali’nin bu müdahalesine kızmış, aralarında
münakaşa olmuş. Hazreti Muhammed, A yşe’nin bu hareketini
beğenmiyerek Ali’ye demişti ki:
«— Ya Ali, dünya kurulalı beri, hiç görülmemiş bir iş
sana havale ediyorum. A yşe’nin ernr-i talakını senin salâhiye­
tine bırakıyorum. Senin onu boşamaklığın, benim boşamaklı-
ğım olsun.»
2 — Ayşe’nin Ali’ye diğer bir iğbiran da (İfik) hâdise­
sidir. Bu hâdise zuhur ettiği zaman, Hazreti Peygamber uzun­
ca bir müddet Ayşe’ye küsmüştü. Ayşe, Muhammedin kendine
küsmesini Ali’den bilmişti. Yani, Hazreti Peygamberi, Ali’nin
teşvik ettiğini sanmıştı.
Halbuki Ali, daima âli fikirler taşıyan, m ülevves şeyler­
le meşgul olmayan bir insandı.
M ^ l e şudur:
(B eni M üstalik üzerine yapılan bir gazvede A yşe de be­
rabermiş. Gazâ’dan dönülürken M edine’y e yakın bir yerde
mola verilmiş.

(1) Haccac, m ancınıkla M ekke’y i yık.tığı A bdullah-ibn-i Zübeyr’in


k afasın ı kendi eliy le koparm ış v e üç gün Kâbe’nin içinde m ütem adiyen
adam kesm işti. Haccac, oradan M edine’y e gitm iş, M edine halkını da kâm i-
len kılıçtan geçirm işti. K apısı kapalı görülen bütün evler, içlerindeki eşya
ile v e içerisindeki insanlarla yakılm ıştı. K apısı açık olanlara k ılıç... kapalı
olanlara ateş.. Kur'anlar parçalanm ış, ayıaklar altına atılm ış, kadınların y a ş­
m akları yüzlerinden, h alh al’la.rı ayaklarından koparılm ışta
— A vrupa Edebiyatı v e Biz, İsm ail Habib —
212 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Ordunun hareketine yakın bir sırada, A yşe abdest yeni­


lemek için Hevdeçden ( 1) çıkmış. Askerlerin gözleri önünden
biraz uzaklaşmak istemiş. Abdest bozduğu yerde kıym etli ger­
danlığını düşürmüş. Geri döndüğü zaman farkına varmış. Ger­
danlığını aramak maksadile, tekrar abdest mahalline gelmiş.
O sırada da orduya hareket emri verilmiş. Ayşenin devesini
yeden hadim, Ayşeyi (H evdec) in içinde oturuyor sanmış, de­
veyi yederek ordu ile hareket etmiş.
Ayşe, gerdanlığını bulup geri dönmüşse de, ordunun git­
tiğini, devesinin yerinde yeller estiğini görmüş. Kırın başında
yapa yalnız kala kalmış.
Her zaman ordunun arkasından giden ve geride kalmış
olan neferleri yola sevketm ek vazifesini gören, (Safvan) is­
minde biri varmış. Bu sırada Safvan gelmiş. A yşe’yi kendi
devesi üzerine bindirerek ordunun arkasından yetiştirmiş. Bu
hali kötülüğe çekenler olmuş. Derhal Peygambere gammazla­
mışlar. Gammazlar arasında o vaktin meşhur şairlerinden
(Hassan-ibni Sabit) de varmış.
Peygamberin, Ayşe’nin bu hareketine çok canı sıkılmış.
Kalbinde A yşe’ye karşı şüpheler uyanmış. Yüzünde endişe ve
teessür alâmetleri belirmiş (2 ).

(1) Hevdeç: D eve üzerine yüklenen oturm aya m ahsus sandık.


(2) ifik hâdisesi d ed iğim iz şudur:
A yşe, M uhamm edin tavrındaki bu iğbirarı sezince, M edine’ye vardıkla­
rı zaman doğruca babasının ev in e inm eğe m ecbur olmuş.
Babasının evinde uzun zam an göz yaşları dökm üş. A nasile babası da
onunla birlikte h aylice ağlam ışlar.
Hazreti Peygam ber, uzun bir m üddet A y şey e küstükten sonra, bir gün
Ebû-Bekirin evine kadar gitm iş. A yşeye:
— Eğer ism etinden şüphen yoksa, Allaha yalvar da, bana (vahy) ile
se n in doğruluğunu bildirsin.
Dem iş. Bu sözler, gerek A yşe’y e gerekse anasına babasına çok dokun­
m uş. Epeyce kederlenm işler. Teessürlerinden pek çok ağlam ışlar, sızlam ış­
lar, adetâ Ebû-Bekir’in evi, bir (M âtem hane) olmuş.
A y şe, A llaha çok d u alar etm iş. N ih ayet A yşe'nin duası kabul olmuş.
Muhammed’e A y şe’nin beraeti hakkında Cebrâil vahy getirm iş.
Muhammed, bizzat bu vah yi bildirm ek üzere A y şe’nin yanına varm ış.
K onuşm a esnasında A y şe’ye (ham d v e şükür) tavsiyesinde bulunmuş.
BEKTAŞÎLİĞE İÇYÜZÜ 213

3 — A yşe’nin Ali’ye karşı iğbirarının başlıca sebebleri-


nin birisi de Hazreti Fâtım a’dır.
Fâtıma, küçük yaştanberi babası Hazreti M uhammed’e
bağlı idi. Onu fevkalâde severdi. Peygamber de: «Fâtım a be­
nim parçamdır.» Diyerek onu bütün evlâdlarından üstün tu­
tardı.
Peygamberin Fâtıma ve kocası Ali ile böyle alâkalı ol­
ması müteaddit yerlerde m üteaddit defalar «Benim ehli bey­
tim Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin» dir. Diyerek yalnız Ali, Fâ­
tıma, Hasan ve Hüseyin’i kendi ehlibeyti sayması hele «Sed-
dül-ebvab» hâdisesinden sonra M escidi Resulullaha açılan bü­
tün odaların kapılarını kapattırması ve yalnız Ali’nin kapısını
olduğu gibi bırakması Ayşe’nin Ali’ye karşı kıskançlığını tah­
rik etmekteydi..
Hicretin ikinci yılında «Seddül-ebvab» hâdisesi olmuş­
tu. Hâdise şu idi:
Bir gün Peygamber sahabelerine şu emri verdi:
«Seddül-ebvaba illâ bab-ı Ali» Türkçesi «Ali’nin kapı­
sından başka M escide açılan bütün kapıları kapayınız» M a­
lûmdur ki M edineye hicretten sonra M escidi Resulullah ya­
pılırken Peygamber kendisi için mescide bitişik bir oda yapıl­
masını emretti, sonra da yakın akraba ve sehabelerinin otur­
maları için de birer oda yapılm asını istedi. Bu odalar yapıldL
Bu odaların hepsinin kapısı M escide açılırdı. Peygamberle
birlikte bu sehabeler istedikleri zaman bu kapılardan mescide
girerlerdi. Odaları bulunan sehabeler arasında şunlar da vardı:
Ali, Peygamberin amcası Hamza, Ebu-Bekir, Ömer, Os­
man.
Fakat Ali’nin kapısından başka bütün kapıları kapayınız
emri verilince sehabeler aralarında kırgınlık oldu.

A yşe, derhal gürleyerek:


— Lâ vaUah! Ben Cenabı H aktan başka k im seye ham d-ü şükretm em .
D iy e m ukabelede bulunm uş.
Yukarda ism i geçen şâir Hassan’ın, Peygam bere kötüm ser lıaber verdi­
ğini! b ilen (^Sa!van) da, onun üzerine yürüm üş v e şâiri kılıcı ile yaralam ış
. m — A ta iy y e —
214 BEK TAŞÎLİĞE İÇYüZtt

Bunlar Hazret-i Hamzaya şikâyet ettiler. ^ ^ r e t-i


za da Peygambere gelerek:
«— Y a Resulullah. B en senin amcanım. A li ise am^canın
oğludur. Ali’nin kapısını açık bıraktığın halde benim kapımın
kapanmasını emredişinin hikmeti nedir?» Demişti.
Peygamber, Hazret-i Hamzayı çok severdi:
«— Amcacığım bilirsin ki ben kendi kendime hiç bir
emir vermem. Bu emir Allahın emridir. Allah böyle istiyor..))
Cevabını verdi. Bunun üzerine Hamza, Ebû-Bekir, Ömer, Os­
man’ın mescide açılan odalarının kapıları kerpiçle örüldü. Yal­
nız mescide Hazret-i M uham med’le Hazret-i Ali’nin odaları­
nın kapıları açık bırakıldı. Bunlar mescide bu kapıdan diledik­
leri zaman girer, çıkarlardı. Bazı tarihler:
«Peygamberin son günlerinde Ebu Bekirin mescide açı­
lan odasının penceresinden Peygamberin onunla konuştuğunu
yazarlar.» Bu tamamen asılsızdır. Çünkü o sırada yâni (K apı­
ların kapanması) tarihinden sonra Ebu Bekir evini gayet
uzak bir m ahalleye taşımıştı. H attâ Peygamberin vefatı ha­
berini Peygamberin kapısında beklettiği kendi kölesinden al­
mış, bunun üzerine atına binerek Peygamberin evine gelmişti.
4 — Peygamberin neslinin Fâtıma’dan üremesi ve Fâtı-
ma’nın iki oğlu Hasan ve H üseyn’i, Peygamberin fevkalâde
sevm esi de Ayşe’yi kızdırmakta idi. Çünkü, Fâ^m a’mn Hasan
ve H üseyin’den başka Zeynep ve Gülsüm adlı iki de kızlan
vardı. Ayşe’nin ise çocuğu olmamıştı..
Hattâ bir gün A ^ ^ Peygamber’e şikâyet ederek bütün
kadınların birer künyeleri olduğu halde kendinin künyeden
mahrum olduğundan üzülerek anlatmış. Peygam ber de:
«— K ız kardeşin Esm â’nın oğlu Abdullah’ı kendine ev-
lâd edin ve Ümmü Abdullahın künyesini al.» B uyırm uştu.
A yşe de böyle yapmış o tarihten sonra « üm m ü Abdullah -
Abdullahın anası» künyesini almıştı. Künye; lâkap demektir.
B — Bektaşîlerin A yşe’yi sevmediklerinin bir sebebi de,
onan Peygamberin emri hilâfına hareket ebnesi ve evinde
oturmıyarak siyasi işlere karışmasıdır.
BEKTAŞîLîĞiN İÇYüZtt 215

1 — Ali’nin hilâfetinden sonra ona karşı beslediği se-


bebile (Talha) ve (Zübayr) le işbirliği yaparak, Ali’nin üzeri­
ne ordu çekmesi, (Cemel harbi) ni yaratması bu yüzden pek
çok islâm kanının dökülmesine sebebiyet vermesidir.
2 — Ordunun mağlûbiyetinden sonra da Basradan aynl-
mıyarak Ali aleyhinde siyasi hâdiseler vücuda getirmeye ça­
lışması ve nihayet muztar kaldıktan sonra ( 1) Alinin emrine
itaat etm esi ve Ali’nin emrile kendisine terfik edilen kardeşi
Muhammedibni Ebu Bekirle M edineye gittikten sonra yaptığı
hareketlerden pişman olduğuna dair Peygamberin zevcelerin­
den Sefiye’ye teessürler beyan ettiği halde sonradan gene Ali
aleyhinde düşmanlıkda devam etmesi,
C — A yşe’nin Bektaşiler tarafından sevilmemesinin di­
ğer bir sebebi de şudur:
Ayşe, îm am Hasan vefat ettiği zaman, cenazesinin, D e­
desi Hazreti M uhammed’in merkadi yanına defnedilmesine
mümanaat etti. O gün bir katıra binerek hempâlarını başına
topladı ve cenâzeyi getirenlere ok attırdı. H atta oklardan bazı­
ları îm am Hasan’ın tabutuna saplandı ve müessir bir harbin
çıkmasına ramak kaldı.

•*

(1) A yşe, Cem el harbinden sonra M edine’y e gitm eyip B ^ a ’d a k ^ m ış-


tı. A yşe’nin B asra’da ot^urmasını m u vafık gö^ n ey en A li, A bd ul^ h -ibn i
A bbas'ı ona göndererek ^ ^ im e ’y e gitm esi ^ r i n i teb liğ ettirdi. F ^ rat A y şe
bu em ri dinlem ediği gibi, ibni-A bbası da h u ^ u u n d a n koğdu.
ik in ci d efa H azreti A li bizzat A ^ ^ ’n in ayağın a giderek b ir çok
nasiıhatler etti. A yşe A liy e d e kafa tutarak M edine’y e gitm em ekte inad etti.

ü çü n cü de:lia, H azreti A li, oğlu im am Hasan’ı A y şe’y e göndererek der­


hal M edine’y e hareket e tm e y ^ * k olursa, vak tile H azreti P eygam berin k en ­
d isin e verdiği salâhiyyeti istimfil ed eceğini, y a n i P eygam ber onu
boşam ak m ecburiyetinde kalacağını teb liğ ettirdi. B unun üzerine, bu son
v e k at’i haberi alan A yşe, ö r d ü ^ e k t e olduğu saçlarını bitirm eğe b ile vak it
bulamadan, acele ile, d evesin e atlayıp Medine’y e gitm eğe m ecbur oldu.

— Revzatül’alıbab —
216 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYttzÜ

Bu hadisede Ali’nin dostları itidali muhafaza etmiş ve


Ayşenin bu hareketinin kötü neticeler doğurmasına mani ol­
muşlardı.
Ayşe’nin bu hareketinin sebebi şu idi:
Peygamberin defnedildiği yer A yşe’nin iddiasına göre
kendi malı idi. Bu sebeple kendi rizası -olmadan kimse oraya
defnedilemezdi. Ayşenin bu hareketi hakikate katiyen m uva­
fık değildi. Çünkü:
1 — İslâm kanunlarına göre ölünün mirasının 8 de 7 si
evlâdına ve 8 de biri zevcelerine kalır.
Bu kanuna göre Peygamberin evinin sekizde yedisi y e ­
gane evlâdı olan Fâtimetüzzehra’ya kalmıştı ki, Fâtim eden
sonra bu miras Fâtimenin kocasile çocuklarına intikal eder.
Görülüyor ki, bu kanuna göre mirasın ancak sekizde biri A y­
şe’y e ve A yşe ile birlikte Peygamberin diğer zevcelerine isabet
ediyor. Hal böyle iken A yşe’nin bütün mülke tesahüp etmesi
ve onu zorla zabt etm eye kalkışması ibretle tetkik edilir hâdi­
selerdendir.
2 — Sekizde yedisi Fâtim enin kocası ve oğullarına inti­
kal eden bu mülkte Ebû-Bekir’in defnedilmesine, ne Ali itiraz
etmiştir, ne de oğullarL Ömerin buraya defnine de yine itiraz
eden olmamıştı. Hususile Ebû-Bekir, A yşe’nin babasıdır.
3 — Bu mülk A yşe’nin bile olsa oraya Peygamberin to­
rununun defnedilmesinde Ayşe için ne gibi maddî veya mâ­
nevi zarar vaki olabilirdi? Hususile islâm iyet ölülere ihtirâm
etm eyi emretmiştir. V e imamı Hasan da Peygamberin sevdiği
ve ölürken de ümmetine tavsiye ettiği torunudur.
M uhammed Hanefi, A yşe’nin bu hareketini şu suretle
takbih etmiştir:

Türkçesi:
«D eveye bindin, katıra bindin, eğer yaşarsan file d e bi-
BEKTAŞ1LİĞ1N İÇYÜZÜ 217

ı ı e c e k s i n . S e n i n h a k k ı n . s e k i z h i s s e d e n b ir h i s s e n i n d o k u z d a b i ­
ri id i. S e n is e h e p s in e t e m e llü k e t t in .»

M u h am m ed H a n e f i , A y ş e ’n i n C e m e l h a r b i n d e d eveye
b in d iğ in i, i m a m H a s a n ’ın c e n a z e s in i o k la tır k e n k a tır a b in d i­
ğ in i z ik r e t t ik t e n so n r a , b u g id iş le y a ş a y a c a k o lu r s a n f ile d e b i­
n e c e k s in . S e n b u m ü lk ü n y e t m i ş ik id e b ir in e s a h ip ik e n b ü t ü n
m ü lk ü z a p t e t m e y e k a lk ış tın d e m e k te d ir .

H u s u s i l e k i A y ş e ’n i n b a b a s ı E b u b e k ir ; (P e y g a m b e r le r in
m ir a s ç ıs ı o la m a z . O n la r ı n m a l ı b ü t ü n m i l l e t i n d i r ) d e m i ş ve
F â t i m e y i F e d e k b a ğ ı n d a n m a h r u m e t m i ş t i r k i, b u i ş t e d e y a n i
E b û b e k ir in F e d e k b a ğ ın ı z a b t e t m e s i v e P e y g a m b e r in k ız ın ı
ü z g ü n b ir h a l d e b ı r a k m a s ı d a A y ş e ’n i n t a h r i k i l e o l s a g e r e k t ir ...

E b û b e k i r ’d e n s o n r a h a l i f e o l a n Ö m e r ’i n F e d e k b a ğ ı n ı H .
A l i ’y e t e r k e t m e k i s t e d i ğ i n i v e A l i ’n i n « F â t i m e d e n s o n r a n e y e
y a r a r » d iy e r e k b u b a ğ ı k a b u l e t m e d iğ in i y u k a r d a y a z m ış tık .

H e m e n a n a h a t la r ın ı y u k a r ıy a s ır a la y ıv e r d iğ im iz , ş u t a ­
r i h î v e m ü e s s i f v a k ’a la r d ır k i, A l e v î v e B e k t a ş î l e r i n E m e v î l e r ’-
l e M e r v a n île r e v e b u n la r a t a b i o la n la r a h u s û m e t b a ğ la m a la r ı­
n a s e b e b o lm u ş t u r .

B u a r a d a , E m e v île r in ih tir a s ın a k u r b a n g id e n , o n la r ın
â m â lin e h iz m e t e d e r e k , E h l-i B e y t i u n u ta n h u le fa -i s e lâ s e ile
A y ş e y e d e g ö n ü l k ı r g ı n l ı ğ ı g ö s t e r m i ş l e r d i r . İ ş t e b u g ö n ü l k ır ­
g ı n l ı ğ ı d ı r k i, b u d ö r t i s i m d e n h e r h a n g i b i r i s i n i t a ş ı y a n ı , ta r i­
k a tla r ın a a la m a y a c a k k a d a r, o n la r ı ile r i g ö tü r m ü ş tü r .

*
**

B e k t a ş î l e r i n i n a n c ı n a g ö r e , M u h a m m e d ’i n d ö r t y â r i ( A l i ,
F â t ı m a , H a s a n v e H ü s e y i n ) d e n ib a r e t t ir .

B u n u , y a k ı n t a r i h i n B e k t a ş î ş a i r l e r i n d e n I s t a n b u l ’l u H i l ­
m i D e d e B a b a , C e n a b ı p e y g a m b e r e h ita b e n y a z d ığ ı u zu nca
218 BEKTAŞiLIĞiN İÇYÜZÜ

bir (N a’ti şerif) in içinde getirdiği tek bir beyitle, p'ek güzel
açığa kor:

Çâr-i yirin’dir senin, kim eyledin ehi-i kesi


Mürtem vü Fatıma, Şebbir ile hem Şübberi

Bu beytin mânası:
(Y a M uhammed, senin dört yârin, ancak hırkanın altına
aldığın, (A li, Fâtıma, Hasan ve H üseyin) dir. demek olur.

Gene Abdal’ın iki şiiri kalmıştır. Bunların her ikisi de


İmam Hüseyin hakkındadır. Bu iki şiiri sona getireceğiz ve bu
suretle birinci cildi bitireceğiz.

TERCÜM^ANLAR

Bektaşi tarikatını ilgilendiren bazı tercümanlar kalmıştı


ki, biz bunları daha sonra yazacağız demiştik. Şimdi sırası gel-
i y iy o r u z .

1 — S o f r a y a ot^urur^ken

^ ^ m -i şah.. E vvel d iy elim . K a ^ m A llah diy^elim..


G eldi A li sofrası.. Y â Ş ih diyelim .. Şah v ersin b iz y iy e ­
lim ... A llah e y v ^ a l hû d ost...

2 — S o f r a c ı n kalkaarken:

B ^ m -i şah.. ^ A l . . Bu g itti g a n i» gele.. H ak Mu-


^ ^ ^ n ed A li b erekâtin ı vere.. Y iyip, yed iren lere, p işirip
kotar^anlara, nûr-i v e aşk-u şev k ^ ^ . gittiği yerler
gam v e görm eye.. H izm et sahibleri, hizm etlerinden
şefaat bula.. Lo^kma hakkına, E vliya kerem ine, cöm erdler
cem ine, gerçek erenler dem ine A llah eyvallah hû dost.

3 — Su iç er k e n :

B esm ele söylenir, içtikten sonra:


H üseyne selam ve rahm et. Ona şehid edene sadhezar la ­
n et... denir...
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYtrZÜ 219

4 — Işık yakarken:
Bism-i şahh.. Allah Allah.. Çırağ-ı rûşân, Falır-i De^^^^
Zulrfır-i iman, küşid-i mey^n... ^Kanunu evliya, kn^vvet-i
Abdalan.. Gerçek erenler demine Hû Allah dozi...

5 — Işığı sır ederken:


Bism-i şah.. Alah Allah..
Bâtın oldu, çerağ-ı nûr-u .^Ahmed
Zahir oldu, Şems-i Mah-i Muhammed
Allah eyvallah hû dost.

6 — Kapıddan girerken:
Allah dost.. Hak dosta Erenler, aşıklar, sadıklar ve
sa^san-i iiyin-i cem aşkına Hû Allah eyvallah

7 — Mürşid huzurunda:
Şem-i tevfik-i hidayettir yüzün
Ehl-i Naciye beşarettir yüzzün
Suret-i Haktan işarettir yüzün
^rcc-ü ih^ram-û ziyarettir yüzün
AUalı eyvallah Bû dost ...

8 — Tığ-ı bend bağ^^ırken:


B^m-i ışah Allah Allah...
^ismet-i ınerdan ile dil bendini
G^fışüvare kılmışem pir pendini
Rehber ile Pire ettik iktida .
tl'aktı Sel^n boynuma tığ'-bendini
Allah eyvallah Biı dost...

9 — Kamberiye takınırken:
Nişan verdim s^ana Kamber Ali’den
Erenler hâ^rni, Şıih-i Veliden
Kamberim Düldül’e, gayret kuşağı
Kuşandım ben anı Pirin elinden
Allah eyvallah Hû dost...
220 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

10 — Teslim taşı takınırken:


Erenler erkânı oldu imanını
Kalmadı gönlümde şekk-ü gümanım
Takup teslim, olup hakka hemişe
Erenler yolunda fedadır canım
Allah eyvallah Hû do^...
11 — Hırka giyerken:
Binedân-ı Ahmed’e kıl iktida
Baş-Ü canı terk’edüp eyle feda
Cehd-edersen giydire ta ereenler
Hırka-i fahr-i Muhammed Mustafa
Allah eyvallah Hû dost...
12 — El, yüz yıkarken:
Bism-i şah.. Allah Allah
Dest-i Kudret-ullah.. Cemfili-i Resûl-ullah..
Kemal-i Resûl-ullah.. Kerem-i Şah-i Velayet Ali
Keramet-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli,
Bihürmet-i Batım Sultan,
Alah eyvallah Hû dost...
13 — Misafir old^uğu yerden ayrılırken:
Bism-i şah.. Allah Allah.•
Kadr-i -^visalin Nûr-i saâdet
Vech-i cemâlin Ruz-i kıyamet
Dem mail oldu, ^ım ^ 1 oldu
Gelmek iridet, gitmek icıizet
Allah eyvallah Hû dost...
14 — Yola düşünce:
Bismillâh ve billâh, Tevekkelt-ü alellah
Li havle velâ kuvvele illa b^^ir
15 — Traşa başlarken:
Bism-i şah.. Allah Allah...
Traş olmak bugün minnet Budaya
Tevellâmız Muhanıımed Mustafa’ya
Teberra kılınışız biz harici'ye
Esir olduk Ali Zeynel’aba’ya
Allah eyvallah Hû dost...
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 22!

16 — T r a ş b itin c e :

Bism-i şah. Allah A l lah.


Kim traş olduk bugün bulduk safâ
Ehl-i Beyte bendeyiz kıldık vefâ
Nazil oldu Ayet-i (Muhalleku)
Hem traş oldu anınçün Mustafa
17 — A y in - i c e m d e n d a ğ ılır k e n :

Bism-i şah.. Allah Allah..


Oturan, duran. Koğsuz, gaybetsiz evine varan,
Yastığına baş koyup niyaz eden canların Hak erenler
muradını vere, gerçeğe Hû, Allah eyvallah.
18 — U y k u y a y a ta r k e n :

Bism-i şah. Allah. A llah..


Yattım Allah kaldır beni.. Rahmetine daldır ^beni-
Eğer vâdem yetti ise, iman ile gönder beni...
Yattım sağıma, döndüm soluma, sığındım süphamma...
Mürşidime, rehberime, Pirime, dinime, imanıma.. Kalkaream
A llah, kalkamazsam âmentü billflh... Destur, A^llah e^^^ah.

19 — U y k u d a n k a lk ın c a :
üç defa: (Selâmullah ve salevatullah yâ imam H^%yin!)
20 — T e k k e le r k a p a n m a z d a n e v v e lk i z a m a n la r d a , H a c ı B e k t a ş
d e r g a h ın ı z iy a r e te g id e n le r şu ş e k ild e h a r e k e t e d e r le r d i:
A — T ü r b e y e g ir m e z d e n e v v e l d ış e ş iğ e n iy a z ve
ş u te r c ü m a n o k u n u r d u :
Blsm-i şah.. Allah Allah-
E^elâm ey mihrüban-i barigâhi evliya
Esselim ey cansiperân-i tarik-i evliya
^Es^m ey sahibân-i ahd-i ikrir-i mezid
Esselam ey tâbian-i şer’-i pâk-i Mustafa
Berce^nl-i Muhammed, kemil-i imam Hasan ve
iınaaım Hüseyin, Ali Râ Bülende salevât.
B — A şa ğ ıd a g ö s te r ile n ş e k ild e z iy a r e t e d ilir , m ü t e a k i­
b en şu ter cü m a n okunurdu:
Bism-i şah.. A llah Allah.
Cemâlindir senin nür-i ilflhi
222

Yüzündür alem.in mihrile mâbi


Ayağın bastığı ey mazhar-i hak
Erenler başının tac-ü k^^ta
Niyaz olsun ^sana dünya ve ukbii
Ki sensin ^ta-ü dünya padişahı
Bercemâl-i Muhammed, kemal-i tmam Hasan ve
imam Hüseyin, AU Ri Bülende salevât.

- Z iyaretin ş e k li -

T a r i f i : O k la r g i d i ş , r a k a m l a r n i y â z iş a r e t i d i r . O n d ö r t n i -
y â z d a n s o n r a , o n b e ş i n c i I o .sm a g e l i n c e n i y a z e d i l m e d e n a y a k t a
d u r u lu r , z i y a r e t t e r c ü m a n ı o k u n u r d u .
223

Ş e r ia t A k id e le r i

Bektaşîlerin tarikatle ilgili hallerini bir bir anlattık. Şim ­


di biraz da şeriat hususundaki akidelerinden bahsedelim.
(Şeriat) tâbirim, belki, herkesin tuhafına gidebilir, (B ek­
taşîlerin şeriatle ne alâkaları varmış?) diyecekler de ■buluna­
b ilir .

1 — Namaz:
Halbuki hiç te öyle değildir. Bektâşîler için: (Namaz kıl­
mazlar) diye sağdan soldan tarîz vuku buldukça, onların: (N a ­
maz da bizim, niyâz da bizim, ibâdet de gizli, kabahat de gizli)
dediklerini bilmiyen yoktur. A levî ve Bektaşîlerin bir kısm ı
namaz kılarlardı F akat bu namazları dergâhlardaki mescid-
lerde veya kendi evlerinde gizli olarak kılarlardı. Şehir ve ka­
saba yerlerinde oturan Bektaşîlerden bir kısmının da namaz
kıldıkları bilinm eyen şeylerden değildi.
Bir bilginimizin Bektaşîliğe dair neşrettiği eserde (kasa­
ba Bektaşîlerinin her zaman namaz kılm akta oldukları) tas­
rih edilmiştir.
A levî ve Bektaşîlerin, namazlarını gizli kılmalarının ik i
s e b e b i vardır: :

Bunlardan birisi yukarıda yazdığımız gibi M uaviyenin


minberlerde «Al-i M uhammed» e fena söz söylem eyi emret­
m esi idi.
Alevîler, yani «Al-i M uhammed» i sevenler, bu zalim
halifelerin hükümrân olduğu yerlerde camilere gitmekten sa-
kınırlardı M alûm olduğu üzere iman ehlinin sevdiği ve salâ-
vat getirdiği «Al-i M uhammed» Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin-
le onların evlâdı idi.
İkinci sebep de Alevîlerin halıya, keçeye secde etm eyi
caiz görmemeleri idi. A levî ve Bektaşîlere göre secde edilir­
ken alın konacak yer ya toprak gibi ana madde olmalı, veya
topraktan çıkan ağaç ve ot üzerinde namaz kılınmalıdır. H ele
kirli ayaklarla basılan yünlerden yapılmış halı v e keçe üze­
rinde nam az kılmak caiz olmaz.
224

Bu sebeple Alevilerle Bektaşîler daima secde ederken alın


larını toprak üzerine koyarlar, secde edilirken her pâk v e te­
miz toprak üzerine alın koymak caizdir. Fakat toprakların en
mukaddesi Kerbelâ toprağı olduğu için secde edilirken alnı
Kerbelâ toprağına koymak tercih edilir.
Çünkü peygamberimizin sevgili torunu Hazret-i İmam
Hüseyin İslâm iyeti yer yüzünden kaldırmağa çalışan Em evî
halifelerinin zulmünü herkese bildirmek için nefsini feda et­
miş, Kerbelâda iki oğlu, on dokuz akrabası, elli sahabesiyle
birlikte şehit olmağa rıza göstermişti.
İşte bu sebepledir ki Kerbelâ toprağı toprakların en mu­
kaddesidir.
Alevîlerce mukaddes tanılan bu topraklar Kerbelâda ha­
zırlanır tazyik edilir. Yuvarlak veya dört köşe olarak yapılır.
Şimdiki liralar büyüklüğünde veya daha büyük olur, etrafı
tırtıllıdır. 12 köşe vardır. Üzerine: «Allah, Muhammed, Ali,
Fâtıma, Hasan ve Hüseyin» isimleri yazılır v e buna namaz
mühürü denir. Namaz mühürü temiz bir kese içine konur ve
namaz kılınırken keseden çıkarılarak alın üzerine konacak şe­
kilde secde edilen yere konur. Kerbelâ’da yapılan bu namaz
mühürlerini eskiden seyyahlar her tarafa götürürlerdi.

Şimdi biz, Bektaşîlerin, islâm dininin şartı üzerinde­


ki görüşlerini ve bu şartları bazı farklarla ne suretle yerine
getirdiklerini kısaca bildirelim:
Nam az kılma hususlarını anlattık. Yalnız bazı Bektaşi
şairlerinin namaz hakkındaki söyledikleri nefeslerden l;>ir ik i
,örnek gösterelim.

şa^rtını sual edersen

ic^ınalnde şartı beştir efendi

Muradın ger iman öğrenmek ise

Anın da adedi beştir efendi


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 225

S avın ile salât, zekât ile hac


M alın var ise hak yolu n a saç
B iri şe h id ettir l i f t t i m aç
Bu ^sana acayip iştir efend i

P eygam berleri sev anlara i^ m


inanm ayanlardır ol nâre yanan
M elek, kitab, ahret olm az m ı ahsen
V ar ise im anın hoştur efendi

D in Muhammed dini, cüm leden


G ayri d inleri bilm ezem n ^ al
Ziyade değildir üç farzdır gusül
M azmaza, istinşak, beden yaştır efendi

B iz dört biliriz abdestin farzın


Gel öğrenm eğe var ise kasdin
D irseklerin m âil, yum alı destin
<Veak) ile (ricleyn) yaştır efendi (1)

On ik i şartı vardır sakit’ın


K ılıp anı m enziline iletin
A yııel’yak in var ise bir illetin
A nın da adedi şeştir efen d i

Hademen, necâsetten ey le taharet


ö r t avret yerini etm e kerahet
İstik b â H kıble, vakitle n iyyet
Bu a ltı saydığım d ıştır efend i

Tekbir al ellerin başına götür


K ıyam , kırâet, rükû, sücud’dur
K a’de-i ahirede bir m iktar otur
K ılarsan ne gÜzel iştir efendi

(K aygısız A bdal) ın bildiği böyle


N oksanı var ise doğrusun söyle
Su bulunm az ise, teyem m üm eyle
tk i darb bir n iyyet üçtür efendi.
*
*#

i J) Yüzünle dirsekten yum alı destin


Başınla ricleynin yaştır efend i
l.i'orma ; Ilı
226 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Türlü günahlarım yere döküldü


Bak için abdestim aldığım zaman
Sağ yanıma iki melek dikildi
Sabah namazını kıldığım za^ın

Gökten yere indirdiler Burağı


Hû deyince yakın eder ırağı
Dünyada, ahrette yanar çırağı
öğlen namazını kıldığım zaman

Yerden göğe saf saf olmuş melekler


El kaldırın kabul olsun dilekler
Bize nazar eyler çerh-i felekler
ikindi namazın kıldığım zaman

Kalbi pâk olan hak sırrını sezer


(Kirâmen kâtibeyn) hayrını yazar
Firdevs-i âlâda salınıp gezer
Akşam namazını kıldığım zaman

Mü’min olan canlar beş vaktin kılar


Onun içi dışı nur’ilen dolar
Muhammed Mustafa şefaat kılar
Yatsı namazını kıldığım zaman

(Hatayi) yim hakkı dilinden komaz


• Daima ederiz biz hakka niyaz
Yedi (Yâân) ile üç kere (ihlas)
Hak nasib eyleye öldüğüm zaman
*
**
Sabah namazına uyan
Terk eyleme kıl namazı
Türlü kokulara boyan
Terk eyleme kıl namazı

öğleni kılmazsan, kalır


imanını şeytan alır
Mekânın cehennem olur
Terk eyleme kıl namazı
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 227

ikindiye hazır olun


Erenleri nâzır bilin
Akşam namazını kılın '
Terk* eyleme kıl namazı .
Yatsı namazını gözet
Kılıp menziline ilet
Olursun tamudan azad
Terk eyleme kıl namazı
Hakkın nuruna batarsın •
Canın cennete atarsın
(Sakine) der ne yatarsın?
Terk eyleme kıl namazı
*
**

Görülüyor ki, Bektaşî şairleri abdest ve namâz adâbını


herkes kolayca bellesin ve aklında tutsun diye nazmetmişler-
dir ve halkı namaz kılmaya teşvik için namazı nazma çek­
mişler ve sena etmişlerdir.
Buna rağmen «Bektaşîler namazı inkar ederler, onlar
zındıktırlar» gibi sözler söylemek, din kardeşine iftira ve
bühtan etmektir sanırız.

ORUÇ

2 — Bektaşîlerin Ramazanda oruç tutanları vardır. B il­


hassa kasaba Bektaşîlerinin oruç tuttuklarını biliyoruz. R a­
mazan orucundan başka ayrıca muharrem ayı girince de on
gün oruç tuttukları vakiydi. Bu on gün içinde gece ve gündüz
kat’iyyen bir damla su içmezler, on birinci günü, Kerbelâ top-
rağile oruçlarını açarlardı.
Oruç. namaz, gusül, hac hicabdır âşıklara
Aşık bundan münezzeh (Naz-Ü niyaz içinde)
— Yunus Emre —
HAC J

3 — Bektaşiler hacce gitmiyor, diyenler vardı, halbuki,


bu doğru değildi. Onların zenginlerinden de hacce gidenler
228 BEKTAŞÎLİĞiN iÇ Y üZü

bulunuyordu. Bu, böyle olmakla beraber onlarm itikatların­


ca tavaf edilecek yer (Gönül evi) dir.
Bakınız, bir Bektaşi şairi tek bir beyitle bunu nasıl açık­
lıyor:
Yılda bir kez hacc-olursa Kâbede ey hâcı bil
Kıl gönül beytin tavâf, her demde Baccullah var
-Neshimi -

Hazreti M evlânâ’nın da buna benzer şu Farisî rubaisine


bakınız:
Dil bedest âver, ki hacc-i ekberest
Kabe bünyâd-i Halil-i Azarest
Dil nazargiih-i Celil-i ekberest
Kez hezarân Kibe, yek dil bihterest

Buna tercüme gibi olan şu Türkçe rubaiye de bakınız:

Girme zahid bezmine, görme mürâi yüzlerin


Dergeh-i Abdal’e gir de bezm-i hâsullahı gör
Dön, ziyaret eyleme ibralıim’in bünyâdını
(Dertli) nin gönlün ziyaret eyle Beytnllahı gör
- Dertli Baba -

H atâyi’nin de şu parçasını okuyalım:


Hatiyi hâl çağında
Hak, gönül alçağında
Yüz bin Kâbe yapmaktır
Bir gönül al, çağında

M evlânâ’nın, H atâyi’nin veya aklı başında diğer Alevî


ve Bektaşi şairlerinin bütün bu sözleri ne K abeye gitmeyi
menetmekdir, ne de Kâbeyi inkâr eylemek.
Alevi ve Bektaşilere göre, islâmın gayesi, birlik ve ce­
m iyetin saadetidir. Cemaatin saadetini düşünmeyen, halkın
hakkını yiyen, yoksulları perişan bir halde bırakarak onların
sefil halde yaşamasına göz yuman, önüne gelen müslümanla­
rın kalbini kıran, islâm cem aatini birbirine düşüren, işi gücü
kötülük, iftira, yalan, dalavere olan bir adamın hacce gitm ^
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 229

sinden ne fayda umulur? Böyle bir adamın «yüz bin defa


hacce gitmesindense vaktinde bir gönül alması daha iyidir.»
demektir.
*

M ekke’ye giden Hacılarımıza deliller sorarlarmış:


— Ya Hacı! Boncuk almıyacak mısın? (yâni tesbih)
Hacı gürleye gürleye cevap verirmiş:
— Hacı, boncuk almayacak ta, M ekkeye neye geldi?!
Buna benzer garip bir hikâyenin, kendim de şahidi ol­
dum. Bir mecliste mezhepler hakkında konuşuluyordu, bir
zata sordum:
— Hangi mezhepdensin?
Hemen papağan gibi cevabı şaklattı:
— İmam-ı âzam Ebû-Nanife Kûfi Num an ibn-i Sabit
mezhebindenim.
— Pekâlâ im am -ı âzam kim?
— Bilmem.
— Ebû Hanife dediğin kimdir?
— Bilmem.
— Hanife dediğin kadın ismi mi, erkek ismi mi?
Kadın ismine benziyor.
— Pekâlâ burada ne arayor?
— Bilmem.
— Kûfi Numan dediğin ne?
— Vallahi bilmem.
— îbn-i Sabit kim oluyor?
— Billâhi bilmem.

Kimsenin kimseden yoktur haberi


. Böyle bir acayib seyran bulunmaz
- Turabî -

GUSÜL
4 — ((B ektaşîler yıkanmazmış) diye cinas çıltılmakta-
dır. Fakat bu, çirkin bir iftiradır. Gusül işinin açıkta yapıl­
madığı herkesçe bilinen bir keyfiyettir. Binaenaleyh, onların
gusül hakkında şöyl e bir. sözleri vardır:
230 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Asıllarda asıl nedir?


Usullerde usul nedir?
Şeriatte su pâk eder ,
H akikatte gusül nedir?

c ABDEST
5 — Bektaşîler, abdest almazlar mı?
A b d e s t alırlar: Nitekim, ikrar bahsinde bunun şeklini
anlattık. Burada tekrara lüzum görmüyoruz.

E Z A N

6 — Bektaşîler, ezan da okurlar, yalnız iki cümle daha


ilâve ederler ki şu şekli alır:
Allahü ekber 4 D efa
Eşhedü en lâ ilâhe illallah 2 »
Eşhedü enne M uhammeden resulûllah 2 »
Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah 2 »
H ayye alessalâh 2 »
H ayye alelfelâh 2 »
H ayye ala hayril amel 2 »
Allahü ekber 2 »
Lâ ilâhe illallah 1 »

KELİM Eİ ŞEH A D ET
7 — Bektaşîler de, her zaman (kelim e-i şehadet) geti­
rirler, yalnız kelime-i şehadete bir cümle daha eklerler. Onu
da benden Minleyin:
(Lâ ilâhe illallah, Muhammed-ün Resulullah, Aliyyün
veliyyullah.) \

F İT R E VE ZEKAT
8 — Bektaşîler, (Fitre ve zekât vermezlermiş) diye
sözler işitilirdi. Halbuki bu da doğru değildi. Onlar, istenince
yalnız mallarını değil, canlarını ve bütün varlıklarını verm e­
ğe hazır insanlardı. Hal-i hazırda ise, fitre ve zekâtlarını Türk
Hava Kurumuna vermekte, dinî ve millî ödevlerini yerine
getirmektedirler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 231

T E SE T T Ü R VE N A M U S
9 — Bektaşi kadınlarının (tesettür) e riayet etm edik­
leri, yani (kaç göç) bilmedikleri ve erkeklerinin ise, dişilerini
kıskanmadıkları sözleri döner dolaşır dururdu.
Vâkıâ en müteassıb devirlerimizde ( 1) bile bir Bektaşi
evine doğrulup gelen herhangi bir yolcuyu, erkekleri evde ol­
mazsa, kadınlar yüzü açık ve samimi karşılarlar, ellerinden
geldiği kadar ağırlarlardı. Onlarda kökleşmiş bir misafirper­
verlik akidesi vardı. Fakat hiç bir kötü niyet beslemezlerdi
ve kimsenin kalbinden fena birşey geçmezdi. Çünkü misafire
Tanrı misafiri gözüyle bakılır ve «mihman Alidir» (2 ) deni­
lirdi.
BIY IK K ESM EM EK
10 — Bektaşiler, niçin bıyık kesmezlerdi?
Şimdiye kadar bıyık kestirmeyen yalnız Bektaşiler de­
ğildi. Aleviler, Halvetiler, M elâm îler gibi diğer tarikat adam­
ları da kestirmezlerdi.
Bıyık kestirmemek, tarikat sahipleri için bir (alâm et-i
fârika) sayılırdı. Şimdi ise bu alâm et m aziye karışmış ve hük­
münü kaybetmiştir.
Şimdi, tarikat vesaire diye bir şey kalmadığı için her­
kes modaya tabi olmuş, bıyık kestirmemek şöyle dursun, büs­
bütün kazıtarak kadınlar gibi bıyıksız olmuşlardır.
Eskiden bir vecize vardı:
(Çiçekler, nebatın kadınlaşması, kadınlar hayatın çiçek-
lenmesidir) derlerdi. Biz bunu şimdi -lâtife yollu- asrımıza
uygun bir şekle sokabiliriz:
(K adınlar hayatın erkekleşmesi, erkekler hayatın ka­
dınlaşmasıdır.)
(1) İstanbul gibi dünyanın m edeniyet beşiği sayılan yerinde, bir za­
m anlar (tesettür) ü n n e kadar sıkı tutulduğu, şu yazılarda görülecektir:
(Tabirler s a d e le ş tir ilm iş i)
( ............................ yaşm aklar son zamanlarda incelm eğe başladığından
kadın yüzleri farkedilir b ir h a le gelm iştir. A yaklara (çedik) giyilm em ekte
v e in ce çoraplarla gezilm ekte olduğundan kadın bacakları da görünm eğe
yüz tutm uştur. Bu hal erkekleri zina yollarına sevk ettiğinden hüküm etçe
sık ı tedbirler alınması (Padişah) tarafından irade buyurulm uştur.)
- Takvim -i vek ayi' kolleksiyonu: 1273 H icri -
(2) Mihman: M isafir dem ektir. Ali: Hazreti Ali.
232 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

TAVŞAN E Tİ YEM EM EK

11 — Bektaşîler, niçin tavşan eti yemezler?


Tavşan denen mahlûk, türlü hayvanlara benzer:
Kafasile kedi’ye, kulaklarile eşeğe, ayaklarile köpeğe,,,
bum u ile fareye, kuyruğile domuza ve hatta hayız getirme-
sile insana benzer yerleri vardır.
Bu benzetilen hayvanların hiç birisinin eti de yenm ez...
A yni zamanda bu hayvanın, birleşme, doğurma tarzlarında
da garabetler vardır.
Bu hayvanda safi et olarak bir gram şey bulamazsınız...
Pıhtılaşmış kan külçesinden başka bir şey değildir bu...
Bunu merak edip tecrübe edenler olmuş, akar suya koy­
muş, üzerine taş bastırmışlar, bir zaman sonra görmüşler ki,
bütün vücudu eriyip akmış ve ortada iskeletten başka bir şey
kalmamış..
Bunu yemenin bir mahzuru daha olduğunu söylüyorlar,
çok yenm esi gûya frengi illetini tevlid edermiş. Bu ciheti dok­
torlar şüphesiz daha iyi bilirler.
Bu hayvanı pişirmek için de, m alzemeye haylice para
dökmek lazım.. Bu iş, sepetler dolusu soğan, sarımsak, insan
kellesi büyüklüğünde de sade yağı harcanmasını ister, bunlar
girmezse bu murdar şey yenm ez ki zaten..
B u kadar bol malzemeyi, çarık eskisine de koyup kay-
natsak, pek âlâ zevkle yenebilir.
B u kadar masrafı ihtiyar ettikten sonra bir kuzu veya
bir baba hindi satın alıp, kemal-i afiyetle yemek, daha
olağan üstü bir hareket olmaz mı?
Bektaşîliğe dair yapılan lüzumsuz dedikodular arasında,
gûya (tavşan Hazreti Ali’nin kedisi imiş de, Bektaşîler, onu
mukaddes bir hayvan tanırlarmış ve onun için etini _yemezler-
m iş) gibi söylentiler olmuştur. Bunlar, hep asılsız ve vahi söz­
lerden ibarettir. Tavşanın sıhhate ziyanlı olduğunu bildikleri
için yemezler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 23J

T a v ş a n e t i y e m e k le v e y a y e m e m e k le , b ıy ık k e s tir m e k
veya k e s t i r m e m e k l e in s a n , i y i a h l â k s a h ib i o lm a z . H a lb u k i
m ü s l ü m a n l ı k t a g a y e ; i y i a h l â k s a h ib i o l m a k t ı r . B u k a b i l h u ­
r a fe le r i u y d u r u p s ö y l e y e n l e r e v e y a d o ğ r u s a n ıp in a n a n la r a
te e s s ü f e t m e m e k e ld e n g e lm e z .

Y u k a r ı d a d a i ş a r e t e t t i ğ i m i z g ib i, b ö y l e v â h i s ö z l e r i m ü ­
n e v v e r a d a m la r ım ız a ğ ız la r ın a a lm a ğ a t e n e z z ü l e tm e d ik le r i
g ib i, i ş i t t i k l e r i z a m a n d a a s l a in a n m a z l a r .

B e k t a ş î l e r d a h i, o r t a d a d ö n e n , d o l a ş a n b u k a b i l b o ş l â f ­
la r a , e s a s e n p e k a l d ı r ı ş e t m e z l e r v e :

— B iz , b o y n u m u z a ik i g ö z l ü b ir h e y b e g e ç i r m i ş i z , b ir
g ö z ü n ü g ö ğ s ü m ü z e , d iğ e r g ö z ü n ü a r k a m ız a a s m ış ız , k u la ğ ım ı­
z a k a d a r g e l e n iy im s e r s ö z le r i ö n d e k i g ö z e , k ö t ü m s e r s ö z le r i
a r k a g ö z e a t a r ı z . . . d e r le r .

Y a ln ız , p ir le r in in a le y h in d e d u y d u k la r ı s ö z le r e ta h a m ­
m ül e d e m e z le r .

B ilm iyen m uharrir elinde kitab,


Cahil elinde çizm e tekidir^.

S o n z a m a n l a r d a , b ir T ü r k m u h a r r i r i ( H a c ı B e k t a ş i V e ­
li V e l â y e t n a m e s i ) k i t a b ı n ı e l e g e ç ir iy o r . B una m al b u lm u ş
m a ğ r ib i g i b i s a r ılıy o r , e v i r i y o r , ç e v i r i y o r , i n c e d e n i n c e y e t a h l i l
e d iy o r ; b u n u n b ir e f s a n e o l d u ğ u n d a k a r a r k ı l ı y o r , b u k ita b ı
( B e k t a ş i s ır r ın ın b ir k u m k u m a s ı ) d i y e v a s ıfla n d ır ıy o r . ( i ş t e
b e n ( B e k t a ş i s ır r ın ı ç ö z d ü m ) d i y e y a z d ı ğ ı b ir e s e r d e o r t a lı ğ a
y a y g a r a y ı b a s ıy o r :

— ( H a c ı B e k t a ş i V e l i , d i y o r , n e e v l i y a d ı r , n e d e K u r ’a n
o k u m u ş t u r , n e H a c c e g it m i ş t i r . O s a d e c e L o k m a n P e r e n d e d e ­
n i l e n b ir k o m i t e c i n i n y e t i ş t i r d i ğ i , A r a b v e A c e m m illiy e tin e
d ü şm a n , m ü fr it b ir m illiy e t ç id ir . C e s u r b ir m u h a r ib , iy i b ir
s ü v a r i, v u r u c u b ir k a h r a m a n , iz i n i b e l l i e t m i y e n b i r t e ş k i l â t ç ı ,
â t e ş i n b ir m i l l i y e t ç i v e n i h a y e t m i l l i b ir b a h a d ı r ’d ır .)

G örü yor m u su n u z? Bu m u h a r r ir i n f i k r i n e g ö r e , H acı


B e k t a ş i V e li: ( A t i l l â , C e n g iz , T im u r le n k g i b i b ir b a h a d ır ,
234 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Köprülü Mehmed Paşa gibi de cahil bir adam ). İşte o kadar.


Fakat, bunlar gibi kudretli bir adam ha!..
Hani, köylünün birisi yolda giderken bir tek çizme bul­
muş, ne olduğunu bilmemiş, köyüne varınca halk başına top­
lanmış, hepsi de birer birer çizm eyi gözden geçirmişler, dü­
şünmüşler, taşınmışlar, bu ucubenin ne olduğunu bir türlü an-
lıyamamışlar, nihayet içlerinden birisi dem iş ki:
— Arkadaşlar, bu her halde bir (kazma kılıfı) olacak.
Çünkü başka hiç bir şeye benzemiyor.
İşte bizim sayın muharrir de, ele geçirdiği --bu kitabın
münderecatını, tıpkı köylünün buluşu gibi, yorumluyor. B u­
nun bir efsane olduğuna, bu suretle Bektaşî sırrını çözdü­
ğüne inanıyor.. Kendisinin bir arkadaşı da var, o da, muhar­
ririn sözlerini peşinen tasdik ediyor ve:
— Şimdiye kadar, Bektaşî sırrını çözmeğe uğraşanlar
çok oldu, amma, hepsi yalancı çıktılar, maksatları bu !s!m-
den istifade ederek para kazanmaktı. Şimdi ise, benim ar­
kadaşım hakikaten bu sırrı çözm eğe muvaffak oldu.
Diyor. E.. N e denir?.. Alemdir bu. Herkesin ağzı torba
değil ki, çekip büzesin. Herkes nasıl arzu ederse öyle yazar ve
gönlünün dilediğini yapar ( 1).
(Bir gerçeğin yüzünden kırk yalancı geçinir) sözü m e­
ğer ne doğru imiş!
Hacı Bektaşi V eli, bu yazarımızın dediği gibi de olsa y i­
ne (Türklük) kendisile öğünebilir.
Bununla beraber, Pir Hacı Bektaşın, bu muharririmizin

(1) B ir doktor, m uayene e ttiğ i hastasına: (gönlün n e dilerse onu yap)


dem.iş. Hasta adam da, doktorun bu sözünü, kendi aklınca şöyle tefsir e t ­
miş: (Ne istersem yapabileceğim .)
Bir gün, çeşm e başında abdest alan iri göbekli b ir softa görm üş, K at­
m erli en sesi p ek hoşuna gitm iş.. İçi gıcıklanm ış.. (Y a H ay!) d ey ip zavallı
m ollanın ense köküne, habersizce b ir tokat aşk etm iş.. Bundan ö tesi m a­
lû m ... İtiraz yok.. Elbette gönlünün dilediğini yerine getirecek adam cağız.

(A ğlar m ısın, güler m isin bu hale?)


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 235

anladığı gibi bir adam olmadığını, bu büyük insanın (Şirî)


mahlasile ( 1) söylediği bir şiirinden parçalar halinde aldığı­
mız şu beyitler de bize anlatır:

A şk-ile döne döne sin e kudiım in çalarak


San, fena beğleridir züm re-i ehl-i tecrid

Sinede şerha ile ten d e olan (dağ) lerin


Gül-ü sünbülleridir bağ-i iradette bedid

Zahirin saklamağa. elde dayağı m uhkem


Nola (zirdeste) ile kendisin etse ta’did

Bergüzar oldu tekapuy-i tarikatta (niyâz)


Oldu m eydan-ı hakikatta niyaz-ı tevhîd

Pirler sikkesini su re t edenler m ahza


Sikke-i saf olamaz kalbi durur sim -i sefid

Nazar-i pir-i tarikatta kim uryan olmaz


Çal ana yûf borusun, mürşididir d iv-i anid

Hanedan düşm amnı sevm e sakın ey (Şirî)


Lcanellahü Y eziden v e a lâ k a v ın -i yezîd

Hacı Bektaşi Veli’nin vefatından kırk sene sonra, Kas­


tamonu’da (Gamkin M eddah) nam -ı müstearile yazılmış, eli­
mizde mevcud kıym etli bir yazm a eserin sonlarından birkaç
beyit alıyoruz. Bu man z um eserden aldığımız parçalar, (H acı
Bektaşi Veli'nin o devirde kendis ini nasıl sevdirmiş v e tanıt­
mış olduğunu) belirtir:

(1) Pek eski bir cönk defterinde (Güfte-i Hazret-i Pir Hünkâr Hacı
Bektaşi Veli) başlıklı şiirden alındı.
236 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

E vliyalar ulusu kutb-i zam an


Geldi Hünkâr hazreti ol bı güm an

Padişah-i âlem ol sultan-i d ın


G enc-i esrar-ı m eiinidir yak in

Ol sülâlIi ^ h - i Merdân-i A li
ism i ânın H acı Bektaş-i V eli

A l-i Osmana nazar him m et safa


Eyledi ol kevkeb-i şem s’idduha

Bağladı nusret kılıcın b eline


D edi: çalış ıkıl gaza din yoluna

Urdu d evlet tacın anın başına


Kesti verdi yenlerin yoldaşına

Dedi; olsunlar sana Y eniçeri


Yâni Sultan’ın güzide askeri

Erişip ol Evliya’nm Ms^nmeti


Arttı günden güne anın şevk eti

Etseler ger bir avuç hâke nazar


K im yây-i cevher olur m uteber

A nın içün kılıcı keskin olur


Kande olsa fırsat-u nusret bulur (1)
ilâahiri ...

Şu hale nazaran, bir Türk yazarının, Hacı Bektaş hak­


kında eser yazarken ve Bektaşi sırrını çözdüm iddiasında, bu-

(1) Kerbel.a vak’asını, o zamanın açık ve selis diliyle tasvir eden bu


eserin, muharriri olan zat:
(Kitabı yazmağa yedi yüz altmış üç senesi Şevval ayının yekşembe gü­
nü başladığını, Zilhicce aymın sonunda bitirdiğini, eserin 5300 beyit oldu­
ğunu, Sultan Yıldırım Bâ-Yezid’e götürdüğünü - kendi tabirince - Padişa­
hın kibir yoluna gitmiyerek eseri öpüp başına koyduğunu) uzun uzadıya
anlatmaktadır.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYüZti 237

lunurken, daha iyimser bir dil kullanması icab ederdi.


Meşhur müverrih Hammer bile eserinin birinci cildinin
140 ıncı sahifesinde: (Osmanlı müverrihleri, Yeniçerilik mü-
essisinin - yâni, Hacı Bektaşın - hikm et v e diyanetini m ethet­
mekte ittifak ederler.) diyor.
Vatan ve m illetine böyle yararlığı görülmüş büyük bir
şahsiyet için, hürmetkâr bir lisan kullanmak, elbette daha ye­
rinde bir hareket olurdu.
Hor bak nıa bizi gördünse (fena) şeklinde
Şah’ler var güzelim bunda (geda) şeklinde
Yarden vuslatını kılmış idim çünkü taleb
Hoş tebessümle sükût etti (riza) şeklinde
Yüzü gülmez o rakibin sanasın berd-i acûz
Gösterir çehresini halka (bükâ) şeklinde
Bize keşf eyleyemez sırr-ı rumuz-u aşkı
Nice ârif geçinir var (ulema) şeklinde
Men aref sırrını fehmetmez iken ey (Veysi)
Z ih id -i huşki görürsün (suleha) şeklinde

Bakınız, nezih kalem sahibi diğer bir bilginimiz, B ek-


taşiliğe ait eserinin bir yerinde ne der:
(Zengin bir edebiyatı bulunan Şialık, nasıl ki islâm ol-
mıyan Hindûlar arasında bile yayılmış, onları matem âyinle­
rine kadar sürüklemiş ise, ayni zenginlikte bir edebiyata maz-
har ve mâlik bulunan Bektaşilik de Anadoluda birçok - Türk­
leşmiş - hıristiyanları Bektaşiliğe âşık yapmış, mersiyeler, ne­
fesler, koşmalar yazdırmış, âyini-cemlere değin, alıp götür­
müştür.
Bektaşi edebiyatı, Türkün öz edebiyatıdır. Bektaşilik,
Türk halkının ruhuna, duygusuna, yaşayışına uygun bir yol­
dur; felsefeleri, âyinleri, ıstılahları, edebiyatı, vem i, dili her-
şeyi Türkündür ve Türklükten doğmuştur. Türk, bu edebiyat
238 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

karşısında derin bir vecd duyar, bedii bir haz alır, adeta gaş­
yolur.)
Evet..
Arab ve Acem kültürünün, yurdumuzda fermanfermâ
olduğu en müteassıb devirlerden beri güzel dilimizi zaptürapt
altına alarak asrımıza kadar sürükleyip getiren bu Türk oğlu
Türkler olduğunu, muhterem bilginimiz pek güzel açıklandır­
mış oluyor.

Üstadımız eserinin bir yerinde de:


— B azı müteassıb köy hocaları, (günah) diye bir Alevi
cenazesini yıkamaz, aldığı beş on parasile (cenazesi yunmuş,
telkini verilmiş) diye bir kağıt yazarlar, onlarda bu kâğıdı
ölünün kefenine koyup gömerler.
Diyor..
İşte burası yanlıştır. Her halde Alevîlerın, Sünni hoca­
nın, ölülerine el değdirmemesi için, ona verdikleri para rüş­
vet olsa gerektir. Çünkü, onların birbirlerine: (Varma mün­
kirin yanına, kokusu siner tenine) diyegeldiklerini duymakta­
yız. Bu itibarla hocanın ölülerini yıkamasını, telkin vermesini
istememiş olacaklardır. Onlar nazarında ölüye bu gibilerin
verdiği telkinin hiç bir kıym eti yoktur. Her telkin, ölüden zi­
yade diriyedir; çünkü telkin, ancak insanın sağlığında alınıp
verilmesi gereken mânevi bir halettir.
Her gece yatağına yatan, bütün alâyiş-i dünyeviyeden
el etek çekerek kendisini (A llah) a terkedçn kimsenin muha-
sebe-i diniye ve vicdaniyesinden başka bir şey değildir bu..
Onun için uykunun bir adına da (vahdet) deriz; Can,
canân ile birlikte istirahate kavuştuğu için..

Dünye’den mürdeleri sanma ubâr eylediler


Yattılar arkaları üzre (huziır) eylediler
— Fevzi —
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 239'

Gene bu sayın bilginimiz, eserinin bir yerinde, tam sa­


zın bamteline basıyor ve halkın ruhuna tercüman oluyor. Es­
ki devirlerdeki ulemayı anlatırken:
(U lem ay-i din, eliyor, köylü halk tabakasına ( El’avam
K elhavam ) derlerdi. Bu adamlar, halka hiç ehem m iyet ver­
mezlerdi. Bunlar hep yukarı baktılar, aşağı eğilmediler.
Halkın giderile giden, ruhile yaşayan cahil Bektaşi ba­
baları kadar muvaffak olamadılar.. Onların saçtığı tohum, ho­
calardan fazla neşv ü nema verdi.) diyor. ‘
Üstadımız cidden doğru söylüyor. Çünkü, ulemay-i din
diye vasıflandırdığı hocaların çoğu saltanat adamlarının ru­
hunu okşayan yobazlar değil miydi? Onların halk ile bir alış
verişi yoktu ki.. Padişahlara hoş görünmek, çil çil altınlarını
keselerine indirmek için, yardakçılıktan, dalkavukluktan baş­
ka bir şey düşünmüyorlardı ki, onlar..
Padişahlar kendi müstebid idarelerini devam ettirmek
veya keyiflerine uygun gelen her hangi bir işi kuvveden fiile
çıkarabilmek için şeriat namına onlardan bir (göz tutağı) isti­
yor, onlar da hemen karaladıkları fetvayı, ellerine sunuyor­
lardı, bunu yapmakla da gûya (şeriat-i M uham m ediyye) yi
temsil etmiş oluyorlardı.
Ahlâk-i fâzıla sahibi hocalarımızın da, temiz nâsiyesini
lekeleyen, din namına bir çok fâcialar yaratan bu kabîl yo­
bazlardan size iki örnek göstereyim de ibret alınız:
1 — Âlüftenin biri, doğurduğu gayri meşru çocuğunu
herkesten saklamak için evindeki sirke küpünün içine atıyor.
U ^ m müddet küp içinde kalan yavru tamamen eriyor. Y ıl
fena geçiyor, ortalığı kıtlık, kesatlık sarıyor, zarurette kalan
kadın, bu m ahlül sirkeyi halka satıyor.
Yaptığı işin fenalığını anlayan kadın, camide vâzeden
hocaya gidip m eseleyi anlatıyor, bu günahının affolunup ola-
mıyacağını din namına kendisinden soruyor.
D in ulusu hocanın ne cevap .verdiğini tahmin edersiniz?
240 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

— B e kadın, diyor, ben de zannettim ki, sen, yatsı na­


mazının son sünnetini kazaya bıraktın!..

Bu gün hâlâ sağ olan bir nalbant dostum anlattı:


Bir hoca ona demiş ki:
— Azizim; Recep, Şaban, Ramazan aylarında orucuna
devam et, beş vaktini de kıl. Ondan sonra istersen ananla,
kız kardeşinle zina et, hiç bir şey 1 ^ ^ gelmez. Yalnız, dik­
kat et ha!. Üç aylara çok dikkat et!.. ( 1)
Kalbi bir türlü buna yatmayan nalbant dostum, ben­
den bir cevap bekliyordu:
— Haltetmiş, herze yemiş o hoca!
Deyivermişim.
Hele bakınız herife.. Bakınız koyu müslümana.. Üç ay
oruç tutacak, namaz kılacak, ondan sonra da anasil,e, kız kar-
deşile zina etse bile hiç bir şey lâzım gelmiyecek!. Hem de
elini kolunu sallaya sallaya Cennet-i âlânın mükellef köşkle­
rine çıkacak, mahallebi gibi tiril tiril titreyen huri kızlarile,
dünyada yapageldiği şenaatini, yegâne süfli ihtirasını orada
da aynen yerine getirecek.

Sanki Cenabı Allah, bu soytarıya cennette bir kâr^

(1) Kerbelâ faciasında medhaldar olanlardan birkaç kişi Kabe’yi tavaf


esnasında iken içlerinden birisi bir pire öldürmüş. Bu yaptığı işin hatâ
olduğunu arkadaşları kendisine ihtar etmişler: (Kâbede can incitmek gü­
nahtır) demişler. Aralarında münakaşa çı^mş, Bu halin günah sayılıp
sayılmıyacağını (Hasan Basri) den sormuşlar. Müşarünileyh:
— A hainler! Kerbelada İmam Hüseyni şehit eden sizler değil
misiniz? Şimdi, karşımda müslümanlık mı taslıyorsunuz? Çekilin yanım­
dan.
Diye, bu mukallidleri huzurundan koğmuş.
Yukarıdaki mukallid hocanın hali de tıpkı onlara benzemiyor mu?
JV?;: v-t i:;'-.' :■ J:',- ^ - :'v 'İ r â
' ' ;l.-:.^=.kv-":"--.' . :": •*.'* h '.r* :.' :* : , ;V :- : \ v y . ' . . \ :''. ."*-v:.-:: --T ■.' ^ : \v '

Pîr evinde: Câmi ve (Mazret avlusu) nun kapısı


No: 16 .

Pîr evinde: üç musluklu çeşme


Nö! l'7
BEKTAŞÎLİĞİN ÎÇYÜZÜ 241

hane kuruvermiş te: (Buyurun benim sevgili kulum, maka­


mınız hazırdır) deyiverecekıniş gibi.. (1 )
Tabiidir ki, her hoca böyle değildi. Fakat, musalli görü­
nüp de dalâlet yoluna sapan bu kabil yobazların marifetleri­
ne ne demeli?
Böylelerinin şeriati kendilerine maske yaparak halkı iğ­
fal ve izlâl etmesine vicdan-i beşer razı olabilir mi?
Bu hezeyanları duyan, kadın olsun, erkek olsun ahlâk
telâkkisi nereye kadar dayanır? •
Yakın zamanlara kadar ibadethane kürsülerinde, hoca­
lardan bazıları, bahsedecek (ahlâki, içtimai) mevzular bula-
mıyorlarmış gibi sakallarını sıvazlayarak: (Hazreti Muaviye
Radiyallahü anlı efendimiz) diye medih yollu sözlerile cami­
yi kirletiyorlar ve halkı iğfal ediyorlardı. Bu gibi vaızlarile
sahte bir Emevi gayretkeşliği yapıyorlardı. Bu hallerile de Al­
lahın mâbedinde halka riyakârlık, iki yüzlülük dersi vermek­
ten başka bir şey yapmıyorlardı.
Hamdolsun şimdi böyleleri kalmadı. N e eskisi gibi riya
tohumlan saçan hocalar, ne de, Dede, Derviş gibi şunu bunu
kandırmağa uğraşan kimseler kaldı.
Bir varmış gibi oldu vesselam.. Dere tepe dümdüz oldu
bugün.. Halkın vicdan gözü açıldı.. Herkes, gittiği yeri, gözü
ile iyi görüyor, hiç kimse mantar yutmuyor.

ÇOCUK BABALARINA

Hazreti Ali, çocuk babalarına hitaben:


— Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil onların
yaşadıkları zamana göre terbiye edin ve hazırlayın!
Buyurmuş. Ne yüksek bir sözdür bu!

(1) Al-i Süfyan ile Al-i Mervan da çok oruç tuttular, çok namaz kıldı­
lar.. Onlar da birçok hocalar yetiştirdiler.. Hattâ o kadar kıymettar hoca­
lar yetiştirdiler ki, bunların içinde en güzide cariyeleri, sevdikleri may­
munları bile vardı!.
Bunlara dibâdan soflar giydirdiler, ibrişimden yeşil sarıklar sardır­
dılar.. Hem namazda onlara iktida ettiler, hem de caminin mihrâbında alâ-
meleinnâs onlarla zina ettiler. Fakat zinanın ne ehemmiyeti var efen­
dim? namaz kılıyorlardı ya. Bu kâfi değil mi? T ^ mânasiyle müslüman-
dı bunlar ve&elam!!
Forma : 16
242 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Sanırız ki, cenab-ı şah-ı velâyet bu sözüyle yirminci asır


insanlarını kastederek, bize ilm-i hikm et dersi vermiştir.
Bu gün görüyoruz ki:
D ev adımlarile terakki ve tekam üle koşan m edeniyet
dünyası, çelik bir mengenenin altında insanlık alemini sıkış­
tırıyor, eziyor. Bu tazyika mukavemet gösterebilmek için bi­
zim de dört elle işe sarılmamız lazım geliyordu.
Nitekim, bunu dikkate alan büyüklerimiz harekete geç­
tiler. Y eni yetişen neslimizi asrın icaplarına göre hazırladılar
ve hazırlamaktadırlar.. Halkın çoğunluğunu teşkil eden ka­
ra cahil köylülerimizi, ilim yolunda seferber ettiler.. Bugün
hem en hemen hiç bir köy göremezsiniz ki, öğretmen ve okulu
olmasın.

(Bir musibet bin nasihatten yeğdir) diyen atalarımız


sanki bu zaman için bu tabiri kullanmışlar.. Dünyanın geçir­
diği harb musibetinden, bin nasihat almış olduk.
Görüyoruz ki, baş döndürücü bir hızla koşup gitm ekte
olan dünya, birdenbire tökezidi, aksadı, paldır küldür yıkıldı.
Sanki Halik, veya tabiat m edeniyet yolunda geri kalan­
lara acıdı da, onların seviyesine indirmek için, böyle yaptı..
Şimdi bütün dünyadaki m illetlerle at başı beraber olduk de­
mektir.. H ep bir hizaya geldik.. Yarışa hazırlanan atletler gi­
bi marş kumandasını bekliyoruz.

Şimdi biz tekrar Genç Abdal’a dönerek geri kalan iki


nazmını da yazalım. Ve bu nazımları izah ederken, eserimizin
ruhunu ve özünü teşkil edecek olan imamı H üseyin hakkın-
daki ruhi duygularımızı olduğu gibi meydana koyalım. T â ki
bu ilim ve m edeniyet asrında gizli kapaklı bir şey kalmasın.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 243

— 59 —

(Sekahüm ) sırrını söylem e sakın


Sakla kulum beni saklayem seni
Gevher-i zatimi açmağıl sakın
Sakla kulum beni saklayem seni
Elde, ayağında, dilde, gözünde
Hakkını tanıyıp her bir sözünde
Canından içeri kendi özünde .
Sakla kulum beni saklayem seni
Bilen demez, diyen bilmez bu hali
Bildiğini dem e sözün misali
Aşıklar sakladı buldu kemali
Sakla kulum beni saklayem seni
Dizilmiş katara erenler, pirler
Hakkın emri ile hakka giderler
Hakikat sırrını (söylem e) derler
Sakla kulum beni saklayem seni
(Genç Abdal) ım Hakkı sen sakla, sende
Hak seni saklasın can ile tende
Hak buyurdu ben sendeyim, sen bende
Sakla kulum beni saklayem seni

— 60 —

Yerin, göğün, arşın, kürsün çırağı


Gel dinim imanım İmam Hüseyin
Seninle zeyn oldu nübüvvet bağı
G el dinim imanım İmam Hüseyin
Bunca evliyalar, bunca erenler
Hüsnün kabesine yüzün sürenler
Kapında kul oldu sahib kıranlar
Gel dinim imanım İmam Hüseyin
D eden M uhammed’dir atan Hayderi
Parmağile yıktı bab-ı Hayber’i
Şehidler serveri gaziler piri
Gel dinim imanım İmam Hüseyin
244 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Ağladı felekler, inledi cihan


M atemin tutuyor cümle mü’minan
Kerbelâ’da al kanlara boyanan
Gel dinim imanım İmam Hüseyin
(G enci A bdal) şefaatin muhtacı
Seni zikreyledi gürûh-i Nâci
Enbiyanın Evliyanın ser tâcı
Gel dinim ilan ım İmam Hüseyin

AH HÜSEYİN, VAH H Ü SE Y İN , ŞAH H Ü SE Y İN

Her gören aybetti âb-i dide-i giryânımı


Eyledim tahkik, görmüş kimse yok cananımı!
- Fuzuli -
İzah:
Genç Abdal, son iki nazmında Ali’nin oğlu İmam Hüse­
yin hakındaki rûhî duygularını belirtiyor. Bunlardan birisi­
nin, mersiye olduğu bellidir (1 ).

SEKAHÜM SIRRI

59 uncu nazmında (Sekâhüm sırrını fâş etm e sakın)


diyor.
(Sekahüm sırrı) dediği, eğer İmamı Hüseyin aşkına su­
nulan ve içilen şerbet veya (m a-i tahir) ise, bunun sır olacak

(1) On üç asırdan beri, dünyanın hemen bütün islâm şairleri, her li­
sanda Hüseyin için mersiyeler söylemişler veya birçok kitaplar yazıp ya­
digâr bırakmışlardır. Türkçe eserlerin en mühimmi, Fuzulî’nin (Hadika-
tüssaada) sı ile Kumru’nun (Kenzülmesaib) i dir. Fuzulî’nin Hatlikası mus-
talih olduğundan herkes okuyup anlayamıyordu. Fazlullah-i Rahimi ismin­
de Mevlevi bir can bunu sadeleştirmiş ( Gülzar-i Haşeneyn) namiyle neş-
retmişti. Hâlen mevcudu kalmamıştır. .
Yıldınm Bayezid zamanında, açık Türkçe yazılmış 5300 beyiti havi
el yabası bir eser, Kerbelâ vak’asını pek güzel tasvir etmektedir. Mu-
vaffakıyet elverirse bastırmak emelindeyiz. — Muharrir.
(Fuzulî’nin Hadikatüssüada’sı 1955 yılında İstanbul Maarif Kitapha-
nesi tarafından tabedilmiştir. Çok güzel bir kapak içinde, ciltlidir. 656 say-
fedir. Fiatı 10 liradır — Tabi)
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ _ 245

nesi var? Bunu zaten bilmeyen yok.. Herhangi bir islâm bel­
desindeki çeşmelerin mihrabelerinde bile: (Şehidler aşkına
su. İmamlar aşkına su) gibi yazılar görülmektedir. Eski za­
manlarda meşin elbiseli sakalar ve canlı sebiller görürd^^
kasaba ortalarında: (Sakiya sun Şah İmamın aşkına atşâna
su) diye mersiye okuyup gezerler ve her rast geldiklerine kır-
balarmdan (su) verirlerdi. B öyle olunca, ortada saklanacak
hiçbir sır yok.. Bu böyleyken (Sekahüm sırrı) nasıl bir sırdır
ki, faş edilmemesi için sıkı sıkı tenbih edilip durulmaktadır.
Yoksa ortada saklanması lazım gelen başka bir hakikat mı
var? Eğer cidden böyle bir hakikat varsa, bu kelimenin, yani
(hakikat) ismini taşıyan kelimeni n m ahiyet ve mefhumu,
esasen (kabil-i talim ve teallüm olm ayan) bir şeydir.
Biz, böyle bir (hakikat) ın medlûlünü idrakten çok uza­
ğız ve yazı ile de tarif etm ekten aciz bultınuyoruz. Binaena­
leyh, kanaatımızca ortada saklayacak, gizleyecek hiç bir nok­
ta yoktur.
Eğer, kasd edilen ve saklanması tenbih olunan (Seka­
hüm sırrı), İmamı Hüseyin namına bir iş görmekse, bu hu­
sustaki duygularımızı, bir sır telakki etmeyerek, Bektaşilerin
özel inancına göre, açıkça ortaya koymakta bir mahzur gör­
müyoruz.

H Ü SE Y N Î VEYA HÜSEYNÎLER:

Kitabımızın başlangıcından buraya kadar, hep (Alevi,


Bektaşî, Kızılbaş) diye isimlendirdiğimiz bu halkın saklama­
ğa çalıştıkları asıl gizli bir isimleri daha vardı: H üseynî veya
Hüseynîler.
Bazı Bektaşi şairlerinin ağzından veya kaleminden bu
isim sızagelmekte idi. Bir kaç beyit örnek gösterelim:
Abidiin-i (1) Müstafiiyız, biz Hüseynilerdeniz
Aşıkan-ı Mürtezayız, biz Hüseynilerdeniz
Başımız top eyledik, Şiih-i şehidin aşkına
Can feday-i Kerbelâyiz, biz Hüseynilerdeniz
- Hilmi Dede Baba •

(1) Abidan: Abidler.


246 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Aleviyem. H ^ »yn iyem . Hayderî


Oisa idim Kanberinin Kanberi
Şah Taki, Bâ-Naki, Mehdi, Askeri
(Dertli) yollarında kemter dediler .
— Dertli Baba —

Asr^ımız Bektaşîlerinden Basrî Baba da bunu daha açık


bir şekilde ifade etmiştir:
Tevellâ ehliyiz sofi, biz tabi-i Hüseyniyiz
8.evdik onu olduk safi, biz tabi-i Büseyniyiz

Sev Hüseyni ez can-ü dil, Hakka Hüseyindir delil


Hüseyindir zat-i celil, biz tabi-i Hüseyniyiz

Hüseyniyim diyen kişi, çıkarır kalbden teşvişi


İncinmez apdan bir kişi, biz tabi-i Hüseyniyiz

Hüseyniler derde derman, anlardadır ikrar iman -


Amirdir bu nutku kur’an, biz tabi-i Hüseyniyiz

Hüseynin riihinde (Basrî) terk etti can ile seri,


Salâ! ey ârifân, cehri, biz tâbi-i Hüseyniyiz

Esasen Bektaşîlerin M uhammed Ali’ye ikrar vermeleri


demek, Hüseyin yoluna can ve baş feda etmek şartile bu yola
aht bağlamaları demektir. Netekim yukarıda da bahsi geçti.
*
**

Bektaşîlerin ara sıra (bizim urganımız yağlanmıştır. B i­


zim için vak’ayı Kerbelâ her zaman hazırdır) gibi kullandık­
ları tabirlerden de anlarız ki, onların yegâne düşünceleri (H ü­
seyin) dir. Onların din ve imanları, emn-ü amanları hep H ü­
seyin’dir ve Hüseyin’de temerküz eder.
Hüseynîler, Muharrem ayı girince on gün gece ve gün­
düz ağlarlar, sızlarlar m atem ederler. Bu müddet içinde hiç
su içmezler, et yemezler, aynaya bakmazlar. Üzerlerinde yü­
zük. küpe vesair ziynet eşyası bulundurmazlar. Sazların bile
burgularını salıverip akordunu bozarlar. .
*
**
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 247

Şehadetinin üzerinden bu kadar yüz yıllar geçtiği hal­


de, elyevm Hüseyin için yapılan bu matemin sır v e hikmeti
nedir? Bu bir hurâfe midir, yoksa dinî bir mahiyeti mi vardır?
Şimdi biz, bunları inceleyip eşeleyeceğiz.

KERBELÂ FACİASI

Hüseyinin Kerbelâ macerasını kâinatta işitmiyen, bil-


m iyen yoktur. D ünya yüzündeki bütün milletler, bu vak’ayı
hatırladıkları zaman içleri sızlar. Fakat bu facianın sebep ve
âmillerini tam m ânasile kavrayamazlar.
Hüseynîler nazarında, bu müthiş facia alelâde siyasî bir
hâile olmaktan çok uzaktır. D ünya kurulalı beri, vakıa in­
sanlar arasında birçok kanlı harpler olmuş v e olmaktadır,
amma Kerbelâ faciası bunların hiç birisile kabil-i kıyas de­
ğildir. Bu, onlardan büsbütün başka türlü bir çehre arzeder..
Bambaşka bir âlemdir bu..
Hem de bütün mükevvenatın esrarını taşıyan başlıca
âlemdir bu..

YEZİD

D ünya yüzünde hiçbir m illet yoktur ki, Y ezid’i bu yap.


tığı soysuzluktan dolayı haklı görmüş olsun.. Yalnız müslü­
manlar değil, başka dine mensup kavimler bile, Y ezid’in işle­
diği bu kötü hareketi ayıplamışlar, âl-i Süfyan’ın ne kadar
hain ve gaddar bir (Zâlimler şebekesi) olduğunu takdir et­
mişlerdir.
Bu, böyle olmakla beraber, m aalesef bazı gayretkeşler,
yakın zamana kadar, Süfyanîlerin palasını çalmakta ve:
— Hüseyin inatçı bir adamdı, Yezid’e biat ediverseydi
ne olurdu sanki!?
D iye, zamirlerindeki eski düşmanlığı tazeleyip açığa vu­
ra gelmektelerdi.
Hiç şüphesiz ki, bunlar Em evî neslinden. yani Yezid’in
soyundan' gelmişlerdi. Fakat, bütün islâm âleminin lânetledi-
ği bu ailenin torunları olduklarını açığa vurmağa cesaret ede­
medikleri için, tariki haktan görünerek gûya tarafsız bir insan
imişler gibi söz söylem ekte ve kendi akıllarınca böylelikle
248 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

i m a m ı H ü s e y n ’e k a r ş ı m u a h a z a h a k k ın ı k a z a n m a k t a la r d ı.

İ m a m ı H ü s e y i n ’in m u a h ız la r ı e ğ e r M u a v i y e soy u n d a n
d e ğ ils e b it a r a f b ir in sr-n sa m u a h a z a la r ı h iç ş ü p h e s iz k i iş in i ç
y ü z ü n ü b ilm e m e le r in d e n ile r i g e lm e k t e d ir .

A k lı s e lim s a h ib i b ir in s a n b ilm e d iğ i b ir m e s e l e ü z e r in ­
d e h ü k ü m y ü r ü t e m e z . B ir işi t e t k i k v e t a h k ik e t t i k t e n s o n r a
h ü k m ü n ü v e r ir .

E v v e l a id e a l m e f k û r e s a h ib i b ir in s a n id e a lin i h iç b ir z a ­
m a n f e d a e t m e z , y a ln ız is lâ m a le m in d e d e ğ il, b ü t ü n d ü n y a d a
i d e a l i u ğ r u n d a k e n d ile r in i f e d a e t m i ş b ir ç o k in s a n la r v a r d ır
k i, b u n la r ın h e p s i Q.e a k l ı s e li m s a h ib i in s a n la r t a r a f ın d a n t a k ­
d ir e d ilir le r .

H u s u s i l e İ m a m ı H ü s e y i n h e r h a n g i b ir ş a h s a d a benze­
m e z . Ç ü n k ü İ m a m ı H ü s e y i n o n u m u a h a z a e d e n le r g ib i b it a ­
r a f b ir in s a n d a d e ğ ild ir . O , İ s lâ m iy e t i k u r a n la r d a n M u h a m ­
m e d ’in t o r u n u A l i ’n in o ğ lu d u r . İ m a m ı H ü s e y in ; is lâ m pey­
g a m b e r in in t o r u n u d u r . İ m a m ı H ü s e y in ; is lâ m p e y g a m b e r in e
b ü t ü n v a r lığ ın ı f e d a e d e n , i s lâ m p e y g a m b e r in in r u h u , k a lb i
m e s a b e s in d e s a y ı l a n v e b u s e b e p l e is lâ m p e y g a m b e r i t a r a f ın ­
d a n « b e n im r u h u m , b e n i m e t im , b e n im k a n ım , b e n im n e f s im
d ü n y a d a v e a h i r e t t e b e n i m k a r d e ş im , y a l n ı z A l i ’d ir » s ö z le r iy ­
l e t e b c il v e t a k d is e d ile n K u r ’a n ı K e r im d e M u h a m m e d ’in n e f ­
si, B u h a r i M ü s l i m g ib i h a d î s k it a p la r ın d a y a z ı l d ı ğ ı ü z e r e p e y ­
g a m b e r t a r a f ın d a n b ü t ü n i s l â m â le m in in v e lis i s a y ıla n v e l i l e r
ş a h ı A l i y e l M ü r t e z a ’n ın o ğ lu d u r . O n u n d e d e s i M u h a m m e d v e
b a b a s ı A li: « B u d in - i s lâ m d in i- k ıy a m e t e k a d a r d e v a m e d e ­
c e k t ir v e e t m e lid ir » d e m iş le r d ir . M u a v i y e n i n o ğ lu Y e z i d ’in
i s l â m d in in i o r t a d a n k a ld ır m a k is t e m e s in i h o ş g ö r e n le r o la b i­
lir , f a k a t b u n a H ü s e y i n t a h a m m ü l e d e m e z , o b u n a m â n i o l ­
m a k iç in h iç b ir f e d a k â r lık t a n ç e k in m e z . İ s lâ m p e y g a m b e r in in
v e is lâ m v e l is i n i n b u k ı y m e t l i t o r u n u v e o ğ l u d e d e s in in v e
b a b a s ın ın e s e r i o l a n d in in k a y b o lm a m a s ı iç in h e r ş e y i n i f e d a
e d e r , h a t t â b ir b u ç u k y a ş ın d a k i o ğ lu n u e l i n e a la r a k Y e z i d ’in
c a h i l a s k e r le r in e :

«— E y m ü s lü m a n la r . B a n a v e b e n im s a h a b e le r im e k â ­
f ir d i y e r e k s a h a b e le r im i s u s u z ş e h i t e t t in iz . B ilir s in iz k i is lâ m
a k id e s in c e « b ü t ü n ç o c u k la r , m ü s lü m a n o la r a k d o ğ a r la r . B ü -
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 249

yüdükten sonra babaları ve anaları onları doğru yoldan çıka­


rır. Şu gördüğünüz bir buçuk yaşındaki çocuk masumdur,
müslümandır hattâ sizin ezanda peygamberliğine şahadet ge­
tirdiğiniz M uhammed-il M ustafanın kızı Fâtümet-üzzehranın
torunudur. Bu masum susuzluktan ölüyor. Buna olsun Alla­
hın herkese ihsan ettiği sudan bir içim su veriniz» demiş ve
«im am ı hüccet etmiştir,» yani delillerini tamamlamıştır.
O büyük İmam bu bir buçuk yaşındaki çocuğa da kıyı­
lacağını bildiği halde ona su istemesi bu bir buçuk yaşındaki
çocuğa su verirler ümidinden ileri gelmiyordu. O biliyordu
ki M uaviye’nin oğlu Yezid nasıl bir taş yürekli ise onun ordu­
sunun kumandam bulunan Sâdi İbni Vekkasın oğlu Ömer de
taş yüreklilikte ve şekavette kendi hükümdarı Yezid’den geri
kalmıyacak ve islâm peygamberinin o bir buçuk yaşındaki ço­
cuğuna bir içim suyu vermiyecek ve hattâ onu susuz şehit
edecektir. İmam Hüseyin’in gayesi görünürde müslümanız
diyen ve hakikatte ise İslâmiyetten tam amile uzak kalan o
güruhun ahlâklarındaki m ahiyeti bütün insanların gözü önü­
ne yaymaktı.
Nitekim hâdise Hazreti İmamın düşündüğü gibi tecelli
etti: Sadi Vakkas’ın oğlu Ömer, yanında duran en iyi nişan­
cılarından Hermeleye:
— Hüseyin’in cevabını ver demesile H erm ele İmam
Hüseyin’in herkesin görmesi için elinde yükselttiği masumun
boğazına nişan aldı.

Peygamberin torunu, dede.si M uhammed’in v e babası


Ali’nin vücuda getirdikleri mirasın -islâm dininin- ortadan
kalkmaması için uzun uzadıya düşündükten sonra her feda­
kârlığı yapmağa karar vermişti. Bütün bu fedakârlıklarım
E m evî ailesinin hiç bir mazereti kalmaması için ifa ediyordu.
N itekim o büyük imam gayesine vardı. V e bütün düşündük­
leri tecelli etti.
Kerbelâ hâdisesinden sonra M uaviye’nin oğlu Yezid’e
hak veren vicdan sahibi bir tek insan kalmadı, hattâ iki sene
' 250 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

sonra Yezid’in oğlu ( 1) binlerce kişinin huzurunda Yezid’in


yaptığı cinayeti te l’in etti ve Y ezid’e lânetler yağdırdL.
îm am ı Hüseyinin o büyük aklı selimi o büyük feraseti
o büyük dehası sayesindedir ki islâm iyet mahvolmaktan kur­
tuldu ve minarelerde «Allahu Ekber» sesleri devam eder
oldu.
İmamı Hüseyin’in bu büyük feragatı sayesindedir ki bü­
tün aklı selim sahibi insanlar, hattâ hıristiyan âlimleri, E m evî
ailesinin zihniyetini anladı. «Emeviler samimi olarak müslü­
man olmamıştı, onlar Haşimilerden ve Haşimileri temsil eden
Muhammed ve Ali’den nefret ediyorlardı. Onların gayesi is-
lamiyeti kaldırmak ve eski putperestlik âyinlerini ihya et­
mekti» hakikati dünya ansiklopedilerine geçti.
Bu yanlış mülâhaza ile hüküm verenler, Hüseyni de
kendileri gibi, alelâde bir insan telâkki ediyorlar, bu işin ru­
hunu kavrıyamıyorlar, hattâ Hüseyinin, kimin nesi olduğunu
hesaba bile katmıyorlardı.
Böyle düşünenler, din kaygısı şöyle dursun, vicdan de­
nilen (hassas ibre) yi bile harekete getirmiyorlardı. D üpe düz
verdikleri hükümlerle Hazreti peygamberi incitmiş oluyorlar,
gayya kuyusunun içine kadar batıyorlardı.
Bakınız, Kâzım Paşa merhum (M akalid-i Aşk) m d a
yazdığı bir mersiyede Cenabı Hüseyin’in dost ve düşmanlarını
nasıl ayırd eder:

(1) Kerbelâ vak’asından iki sene sonra Yezid öldü. Yerine oğlu ikinci
Muaviye halife ilân edildi.' ikinci Muaviye hilafetinin 40 ıncı günü ümey-
ye Camiinde minbere çıkarak Allaha hamd-ü sena ettikten, peygambere
salevat getirdikten sonra Aliye!- Mürteza’nın faziletlerini ve üstünlüğünü
ve Kerbelâ şehitlerine yapılan zulümleri birer birer saydı ve zalimlere
lanet okuyarak «Ey nas! biliniz ki ben, bu zulmün devamına tahammül
edemem. Hilafet makamı Ali’ye ve evladına ait bir makamdır. Ben, bu
hakkı gasbetmekten Allaha sığınırım ve kendimi bu makamdan hal’ et­
tim.» Diyerek ıinberden indi ve anasiyle "birleşen Mervan tarafından o
gece zehirlenerek şehit edildi.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 251

Bendegiinın her ne olsa ravza-i ndvan bulur


Düşmanın elbet meyfın-i cfıh-i gayyada solur
Sana (gül) le dokunan bilmez mi kim âya nolur?
Sen o vech-i âlem-i (Sırr-ı hüviyyet) sin, olur:
N ûr-i zât-i kibriya vechinde rahşân ya Hüseyn!

***

Bektaşîler, bu kabil Yezid yardakçılarına (münkir) na-


zarile bakarlar. Böylelerini her zaman, kalben lânet taşına he­
def tutarlar. E hl-i beyti, bir zerrecik olsun incitenleri kat’iy-
yen sevmezler.
Gayret-i ilâhiyyenin. bu kabil münkirlere m ağfiret et­
memesi için, her zaman Allahtan dilek dilerler.
E hl-i beyt severlerden bir iki zâtın şiirlerini şuraya koya­
lım da, münkirlere ne nazarla baktıklarını ve nasıl cân ü gö­
nülden lânet yağdırdıklarını siz de görünüz:

Ş ük rü M etin B aba:

Ehl-i beyte buğ"ı edene


Yağsın lanet yağmuru
Biat edip dönene
Yağsın lanet yağmuru

N efs atına binenlere


Bağlanıp da dönenlere
Hor bakarsa erenlere
Yağsın lânet yağmuru

Mürşidini horlayana
Değme, gitsin yana yana
Yuf çekerler öyle câna
Yağsın lânet yağmuru

(Şükrü Metin) er kanı


Hüseyindir cananı
Kim severse Mervanı
Yağsın lanet yağmuru
252 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

M an isa’lı M uhtar B alcıoğlu :

Münkire sorma bilmtl1', Biri, üç ile beşi


Fark edemez yıldızı, Ayı, nurlu güneşi
Saymaz asla on dördü, Sevmez asla düşeşi
O bilir başka türlü, tl'çü, dördü ve beşi
Misk gibi kokar anın, Burnuna leşler leşi
Her an yanında duran, Şeytandır dostu, eşi
Onun için küfürdür. Daima, gücü, işi

Münkir olan, beyazı Kara, nâdiren ak der


Hakkı görür de inad eyler, Mutlak (nâ hak) der
Na hakkı bilir, teşvik eder, işte bu (hak) der
Kur'anı yanlış tefsir edüp, oku, gör bak der
Meyveyi yer de, lezzet veren, dişle damak der
Yahud üstteki kapak, ve yahud da tabak der
Hulâsa: Pisi, temiz, pik hakka nâpâk der ^

Münkirin gözü, sözü Nâsud, imanı (şek) dir


insan şeklinde mahlûk seyren lâşek eşektir ,
Sudan geçmez cinsinden Eşek ibn-i eşektir
Görmez, renkten anlamaz, görse kalbi (nâeşk) dir.
Bunlara kıymet veren kimse, bence eşektir
Eşek yine munistir, münkir: eşed, laşek’dir
(Muhtar) ım münkirlere, sözüm, seınJA fişektir. (1)


**

(1) Bir dediği Allah


Üç Allah, Muhammed, Ali.
Beş > Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin.
Güneş Muhammed.
Ay A li.
Yıldız Fatıme-tüzzehra.
On dört > On dört masum pak.
Düşeş > On iki imam.
Kapak Gökyüzü.
Tabak Yeryüzü.
Nasud > Faydasız.
Naeşk > Gözüne yaş gelmeyen.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 253

Sırtında yetmiş bin kanadı olsa


Her taraf şevkinden nur ile dolsa
(Melektir) yazılı mührü bulunsa
Zeminden semaya, ti arşa uçsa
Girdaba düşerken kolumdan tutsa

(Bende-i ...... ) sa haza şeytandır


Hınzırdır, mel'undur, şerli düşmandır

Allahı Allah bildim, Muhammed'i Hak


Lem’a: Nur Muhammed, Ali: Nur-i Hak
Ehl-i beyt muhabbeti içimde bir şevk
Bunlann nurundan yaratıldı halk
Parlıyor, yanıyor, derunumda aşk

Bunları sevmiyen haza şeytandır


Hınzırdır, mel’undur, şer’li düşmandır

islamım: kıblem Kabe, kitabım Kur’an


Üçle; dörtle rabıtam yok istemem burhan (1)
Eimme-i isna aşer, derdime derman
On dört masûm meveddeti canıma canan
Dü cihanda Al-i Süfyan olmasun şadan

Tabi’i kavm-i Yezidan haza şeytandır


Hınzırdır, mel’undur, şet"’li düşmandır

tsmimize ta ezelden (Muhtar) denildi


Şerbetimiz içildi, (yem) im yenildi
Cismi^ti şehrine came biçildi
Giysem de, giymesem de gülbenk çekildi
Tevella defterine i^ım geçildi

Teberra bilmeyen haza şeytandır


Hınzırdır, mel’undur, şer’li düşmandır

(1) Rabıtası, olmayan üç: Hulefa-i selâse.


Rabıtası olmayan dört: Dört mezhep.
Z54 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Sâd hezârân lânet olsun ol Yezid’in cfımna


Aline ,evlâdına, ezvacına, cânâmna

Tâbiin, etbaına, esbabına, a’vanma


Yâri ne, akvaline, ef’aline, etvarma

Namına, ahfadına, ervahına, ensaline


Mazisine, hâline, huzzar-ü istikbaline

Sağlığında bastığı hem yattığı toprağına


Mâline, emvaline, hem isminin zükkânna

Akraba, akvamına, bir zerre muhibbamna


Pek baid merbutiyet peyda eden huddamına

Çerçive{ısa eğer merbut isen imanına


(Muhtara!) et haşredek lanet Yezidân cânına (1)

( (1) Yezid’e lânet okunması hususunda, Ulema, ihtilafa düşmüşlerdir:


Kimisi, (duraklamaya m eyl) etmiş. Kimisi, (Yezid’in tevbe etmesi ihtima­
lini veya inadında israr edip etmediğini bilemediklerinden) şüpheye . düş­
müşler. Kimisi de (Kur’anla bildirilmeyen fâsik’a, Hakkın rahmetinden
uzaklaştırma mânâsına gelen lânet okumanın caiz olmayacağına) zahip ol­
muşlar. Bazıları ise, (İştihar-i küfrüne, tevatür-ü fezahat ve şerrine bi­
naen lânet mesleğine) sâlik olmuşlardır.
Bunlar gibi cihanda lânete seza yoğiken ehl-i gayret lisanından bun­
lara nice lânet kılınmaz? - Mir’atül-makasıd.

(Musul) da, Hafız Osman namında bir âma, her seher vaktinde mina­
reye çıkar, Ehl-i beyti medih yollu na’t-i şerifler okurmuş. Bir gece rüya­
sında Dicle, nehri kıyısında bir kadının çamaşır yıkadığını görmüş. Yıka­
dığı esvabın !kime ait olduğunu kadından sormuş:
(Benim oğlumun meddahımndır) cevabını alınış. (Sizin oğlunuz kim­
dir?) diye sorunca da:
(Kerbelâ’da şehid olan H üseyin) imdir, cevabını almış.
Hafız Orman, onun Fatıma^t^rmhra olduğunu anlamış. Şefaat talebile
yanm a yaklaşmak isterken, uyanagelmiş. Bir de ne görsün, anadan
olan bizim Hafızın gözleri açılıvermiş.
Bunun üzerine, hiç durmadan minareye çıkarak imam-i Şafi’nin şu bey­
tini okumağa başlamış:
in kıinerrefzu hubbi A l-i M u h ^ m ed in
Fel yeşhedüş-Selfalân inni Râfızi
Türkçesi «eğer Ali Muhammed’i sevm ek rafizilikse, dünya ve ahiret-
^ k i bütün mahlûkat şahid olsun ki, ben rafiziyim ——Mir’atül-makasıd —
BEKTAŞÎLİĞİN iÇYüZü 255

B e k t a ş île r in , o n ik i im a m , o n d ö r t m a s û m u p â k h a k k ın -
d a k i r u h i d u y g u la r ın ı y u k a r ıd a n b e r i iş a r e t e d e g e ld ik . O n ik i
im a m d e n i l e n z e v a t ı n is im le r i, k it a b ım ız d a k i ( d ü v a z la r ) d a
s ık s ık g e ç t i. E s a s e n b u n la r ı d in k a r d e ş le r im iz in h e p s i d e b i ­
lir . B ö y l e o l m a k l a b e r a b e r , d a h a f a y d a l ı o lu r ü m id ile , o n ik i
im a m ın d o ğ u m v e v e f a t t a r ih le r ile , d ü n y a d a y a ş a d ık la r ı m ü d ­
d e t le r in i b ild ir e n b ir c e t v e l i n b u r a y a d e r c in i m u v a f ık g ö r d ü k

ON İKİ İMA.M CETVELİ

(Tarihler Hicri'dir)

On iki imamın isimleri ve babaları ! Doğduğu Vefat i Yaşama.


tarih tarihi ! müddeti

Hicretten 23
İmam Ali (İbn-i Ebû-Talib) sene evvel Sene: 4-0 ' 63
İmam Hasan (İbn-i İmam Ali) Sene 3 Sene: 50 47
İmam Hüseyin (İbn-i İmam Ali) Sene 4 Sene: 61 57
İmam Zeynel’ Abidin (İbn-i İmam Hüseyin) 38 » : 96 58
İmam Muhammed Bâkir (İbn-i İbıam Zeynel’ Abidin) 57 • : 117 ıiO
İmam Câfer-i Sadık (İbn-i Muhammed Bâkir) » 80 » : 148 68
İmam Musa-i Kâzim (İbn-i Câferi Sadık) 127 • : 185 59
İmam Ali-yytir* Riza (İbn-i Musa-i Kazim) 153 218 65
İmam Muhammed Takî (İbn-i Ali-yyür’ Hiza) 195 • 220 55
İmam Ali-yyün’Nakî (İbn-i Muhammed Takî) • 214 & 254
İmam Hasan-ül’Askerl (İbn-i AH-yyün’Nakî) • 231 • : 260 29
İmam Muhammed Mehdi (İbn-i Hasan-ül’^Askerî) 255 266 da Gaybubet

O n d ö r t m a s û m ’a g e lin c e : B u n la r ın k im le r o ld u ğ u n u b i­
l e n d in k a r d e ş le r im iz p e k a z d ır . B iz , B e k t a ş i ş iir le r in d e o n
d ö r t m a s û m u p â k ’in is im le r in i b ir e r b ir e r s a y ı p d ö k e n a n c a k
ik i ş a ir im iz in n u t k u n a r a s t la d ık . B u n la r d a n b ir is i Ü s k ü d a r lı
S e y i d H a ş im , d iğ e r i d e ( K a n b e r i) n a m ın d a b ir B e k t a ş i s e y ­
y a h ıd ı r ( 1 ) .

B iz , b u r a d a Ü s k ü d a r lı H a ş im b a b a n ın o n d ö r t m a s û m -
la r ı t a n ı t a n m e d h i y e s i n i y a z m a ğ ı m ü n a s ip g ö r d ü k . O k u y u c u ­

(1) Bu zatın seyyah olduğu, şiirlerinden anlaşılmaktadır. Kerbelâ’da


imam Hüseyinin merkadini ziyaret ettiği esnada Hazreti imamı, medih
yollu söylediği (selâmname) ile, Pir Hacı Bektaş dergahını ziyaret ettiği.
vakit söylediği (selfunname) şayan-ı dikkattir.
256 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

larımız bu şiirden, masûmu pâklerin kimler olduğunu öğren­


miş olacaklardır. Binaenaleyh, bu şiirin arkasından masum­
ların kimler elinden ve nasıl şehid düştüklerini de ayrıca tas­
rih etmeyi uygun gördük. Bu arada (17 Kemerbest) le (72
Kerbelâ şehidi) nin isimlerini de kısaca yazıp bildirdik. ( ^e-
nabı Allah, cümlemizi şefaatlerinden mahrum etmesin.)
Şehid-i tığ-ı â-dâdır bu ervah-i mukaddes hep
Beyan edem sana bir bir nedir esm alan ey yâr
(Muhammed Ekber) olmuştur birinin nam-i pâki bil (1)
imameynin karındaşı pederdir Haydar-ı Kerriir
Birine derler (Abdullah) Hasan mazlumun oğludur
Şehid-i Kerbeliidandır, şehid etti am eşriir
ik i şehzadesi şah-i şehidiinın biri (Kasım)
Birisi (Ekber Abdullah) bulardır mahzen-i esrar
İmamül’hak huzurunda buları ıtir-i baranla
Şehid etti münafıklar, olardır katil-i ahyir
Ali Zeynel'abıi’nın nûr-i aynidir (Hüseyn) ü (Kasım)
Şehid etti babasile m ünafık hiı;ici murdar

(Aliyyül-afdal) ı anla iınam-ı Bakır'm oğlu


Zahirle eyledi ikram münafık padişah gaddâr

Biri (Yahya-i Hâdi) dir o biri (Asgar Abdullah)


İmam-ı Cafer’in geldi deminden bu iki ebrir

Cenab-ı Musa-i Kâzım’dan olmuştur iki gevher


B iri (Salih) biri (Tayyib) bulardır kıble-i şettar

Taki’den zahir olmuştur bu gevher bil kemal üzre


Ki oldur (Cafer-i Tahir) vilâyet cündüne serdâr

Ali nam-ı Naki’den (Câfer) ü (Kasım) zuhur etti


Aceb ki cümle marâman gelür sahip zaman tekrar

Şehadet bezmine zevk-ü semaile gelenler hep


içerler caım-i kesverden ederler Hak ile reftiir

Senin bu nutkunu (Hii.şim) edenler hak ile iz’an


Girerler kalb-i insane olurlar Hak ile güftiir

{ l ) Adı Muhammed Muhsindir. Ekber de denir.


BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 257

İ '^ h :

Birinci masûm: Muhammed Ekber (îb n i İmam Ali)


Kırk günlük bir yavru idi. Fatım a’nın kucağında iken
(T ahir) namında bir hain, şiddetle kapıyı kakmış, kapı ma-
sûmun üzerine devrilmiş ve şehid düşmüş. (Kabri M e d i ne ’de).
İkinci masum: Abdullah (lb n-i İmam Hasan)
Yedi yaşında iken, (T alha ibn-i Âmir) şehid etmiş.
(Kabri Bakî’da).
üçüncü masûm: Abdullah (ibn-i im am H üseyin)
İki yaşında iken, Kerbelâ’da (U tbe ibn-i Ezrak) şehid
etmiş. (Kabri babasının yanında).
Dördüncü masûm: Kasım (ibn-i İmam H üseyin)
Üç yaşında iken, Kerbelâ’da (H uzeym e-i K âhilî) şehid
etmiş. (Kabri babasının yanında).
Beşinci masûm: Hüseyin (İbn-i İmam Zeynel’Abidin)
Altı yaşında iken (M uaviye İbn-i N evfel) ve (Ahm ed
İbn-i Mansur) işbirliği yapıp şehid etmişler. (Kabri Irak’da).
Altıncı mas^rn: Kasım (İbn-i İmam Zeynel’Abidin)
Ü ç yaşında iken, (Y ezid Sen’an İbn-i A’deb) şehid e t­
miş. (Kabri Basra’da).
Yedinci masûm: Aliyyül’Aftar (İbn-i Muhammed Bakir)
Dört yaşında iken, (Ham id-i Dım ışkî) şehid etmiş.
(Kabri Safa’da).
Sekizinci mas^Uın Abdullah-i Asgar (İbn-i İmam Cafer-i
Sadık)
Ü ç yaşında iken, B estam ile D ebgam arasında Bayezid
yanında Urban elinde şehid düşmüş. (Kabri oradadır).
Dokuzuncu maskın: Yahya-i Hadi (İbn-i İmam Cafer-i
Sadık).
Üç yaşında iken, Halifenin huzurunda (Abdullah İbn-i
M ahmud K ûfî) şehid etmiş. (Kabri Bağdad’da).
Fo^na : 17
258 BEKTAŞÎLİĞİN ÎÇYÜZÜ

Onuncu masûm: Salih (İbn-i İmam Musa-i Kâzım ).


Ü ç yaşında iken, (Osman İbn-i Abdullah) şehit etmiş.
(Kabri Şiraz’da).
On birinci masûm: T ayyib (İbn-i Musa-i Kâzım ).
Yedi yaşında iken, (Y usuf İbn-i İbrahim D ım ışkî) şehid
etmiş. (Kabri R ey’ kasabasında).
On ikinci masûm: Cafer-i Tahir (İbn-i im am M uham­
med T akî).
Dört yaşında iken, yukarıda adı geçen (Y usuf ibn -i İb­
rahim D ım ışkî) şehid etmiş. (Kabri İran’da).
On üçüncü masûm: Cafer (İbn-i İmam Aliyyün- N akî)
Bir yaşında iken, (M ehm ed Nâsır İbn-i İbrahim D ım ış­
kî) şehid etmiş. (Kabri R ey’d e).
On dördüncü masûm: Kasım (İbn-i Aliyyün - N akî)
Üç yaşında iken, (M ansur İbn-i İbrahim D ım ışkî) şehid
etmiş. (Kabri: ? ...)

(O N Y E D İ K E M ER -B E ST )
1 — Selman-i Fârisî ( 150 yaşında iken, M edâyinde
ecelile vefat etti).
2 — M uhammed İbn-i Ebû-Bekir (M ısır valisi iken, is­
yan neticesinde, M uaviye ibn-i M edih tarafından şehid
edildi).
3 — M alik-i Ejder (M uaviyenin gönderdiği zehirli bal
ile misafir olduğu evin sahibi tarafından şehid edildi).
4 — Ammâr İbn-i Yâser (Saffeyn harbinde M uaviye
tarafından şehid edildi (1 ).
5 — V eysel Karanî (Saffeyn harbinde M uaviyenin em-
rile şehid edildi (2 ).
(1) Hazreti Peygamber, A ^ n ıâr hakkında şu hadisi söylemiştir:
y u t y !' .Ju l Ammar’ın katili hak.kında da
demişti. Manası: (Ammâr’ın katilini cehennem ile müjdeleyin) demek olur.
Bu hadislerden, Muaviye’nin Saffeyndeki harekâtının haksız olduğu te­
zahür eder.
(2) Veysel Karanî, Saffeyn’de (Zikar) mevziinde A li’nin ordusuna en
sonra gelen yardımcıdır, gelir gelmez A li’ye biat etmiştir. A li kendisine
ne maksatla biat ettiğini sorunca: (Sana niisret ve iânet edem, yâr’lık kı­
lanı, ve başımı top gibi yolunda feda edem) demiş, filhakika Saffeyn har­
binde şehid düşmüştür. — Menakıb-i Mürtezeviyye
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 259
11

6 — Ebû-Zer-i Gaffari (Osman’ın halifeliği zamanında


nefyedilmiş ve menfasında vefat etm iştir).
7 — Huzeyme İbn-i Hâris (Saffeyn harbinde M uaviye-
nin emrile şehid edildi) ( 1).
8 — Abdullah İbn-i Bedi-i Hazâî (Saffeyn harbinde
şehid oldu).
9 — Abdullah İbn-i Adil Haris (Eaffeyn harbinde
şehid oldu).
10 — Ebül-Heyşemüt-tihani (Saffeyn harbinde şehid
oldu).
11 — Hâris-i Şeybani (Saffeyn harbinde şehid oldu).
12 — Haşim ibn-i U tbe İbn-i Ebi- Vekkas (Saffeyn
harbinde şehid oldu).
13 — Muhammed İbn-i Ebi-H uzeyfe (Hazreti Ali tara­
fından Mısır’a memur edilmişti. Şam’dan yapılan ihbar üze­
rine, (Abdullah-i Nahii) elinden şehid düştü.)
14 — Kanber Ali Sultan (Haccac-ı Zalim şehid etti
kabri Bağdad’da) (2 ).

(1) Hazreti Peygamber, Huzeyme’nin şehitliğini iki kişi yerine kabul


etmiş olduğundan, ona (Züşşehadeteyn) derler.
— Mir’atül’ Makasıd —
(2) Haccac, bir gün maiyetine: (Biliyor musunuz, halen Ali’yi seven­
lerden kim sağ kaldı? Bulup kanını dökmek istiyorum) demiş. Adamları,
derhal: (Şimdi:ki zamanda yalnız Kanber kaldı) diye hatırlatmışlar. Hac­
cac, Kanberi çağırtmış. Kanber yanına girerken ayakkabılarını çıkarmamış.
Haccac ona: (Fâhlâ’nâ'leyk) yani, ayakkabılarını çıkar diye ihtarda bu­
lunmuş. Kanber şu cevabı vermiş: (Hazel-Vadil Mukaddes) yani, (Burası
Tûr-i Sinâ mıdır?) Haccac kızmış. Kanber, çok uzun boylu olduğundan is­
tihza yollu: (Göklerden ne haber?) diye sormuş. Kanber de: (Azrail peşin­
de dolaşıyor) cevabını vermiş. Daha fazla kızan Haccac, Kanber’e: (ölüm ­
lerden ölüm beğen) demiş. Kanber de: (Bana, vaktile efendim - yani, Şâhi
velâyet - bunu haber vermişti, seni Haccac-ı Zalim şehid edecek demişti.
Bu gün, gönlün nice dilerse öyle öldür, yarın âhirette bunun mislini ben­
den göreceksin.) diye cevap vermiş. Bunun üzerine, merhametsiz ■ve gad­
dar Haccac, Kanber’i hemen şehid etti.
— Menakıb-i Mürtezeviyye
26ü BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

15 — M ürtefi’ îbn-i Vezzâ’ (Saffeyn harbinde şehid


oldu).
16 — Sâ’d îbn-i Kays-i Hem edanî (Saffeyn harbinde
şehid oldu).
17 — Abdullah îbn-i Abbas (Alim ve fâzıl b ir zattı.
Müfessirlerin piridir. Vefatının, nerede ve ne surette vuku-
bulduğu meçhuldür).
**
sfc

KERBELA Ş E H îD L E R îN îN îS îM L E R î

1 — Hur (îb n -i R iyah). 2 — Ali (îb n-i Hur). 3 — U r -


ve (Gulâm Hur). 4 — M ıs’ab îbn-i Riyalı (Hur’un kardeşi).
5 — Abdullah (îb n -i A m r K elbî). 6 — Berir (îb n-i Hasin-i
Hem edanî). 7 — Veheb (K elb î). 8 — Ömer (îb n -i H alid).
9 — Halid (îb n-i Ömer). 10 — Said (îb n -i Hanzala), 11 —
Ömer (îb n-i Abdullah-i M uhyi). 1 2 — Vekkas (îb n -i M a­
lik). 13 — Şerih (îbn-i U beyd). 1 4 — Müslim (îbn-i Av-
sece-i Azerbaycanî). 1 5 — M ahdum (M üslim-i Azerbayca-
n î). 16 — Hilâl (îb n-i R a fi). 17 — Abdurrahman (îb n-i Ab-
dullah-i Y eznî). 1 8 — Yahya (İbn-i Müslim M azenî). 19 —
Abdurrahman (îbn-i U rve). 20 — M âlik (îb n -i E nes). 21 —
Ömer (îb n-i M uta’). 22 — Haşim (îb n-i U tbe-î V ekkas). 23
— Fazıl (îb n -i A liyyel - M ürteza). 2 4 — Habib (îb n-i Me..
zahir). 25 — Hamza (îb n-i Harir). 2 6 — Zeyd (îb n -i Muha-
cir-i Câfi). 27 —1 Enes (îb n -i M a’kel). 28 — Zehir (îbn-i
H assân). 2 9 — Câfer (îslâm ordusunun m üezzini). 30 —
Yusuf (îbn-i Hâris). 31 — Mâlik (îb n-i U tbe). 3 2 — Fâris
(îm am Zeynel’ Abidinin kölesi). 33 — Hanzala (îb n -i Sa’d ).
3 4 — Zeyd (îb n-i Ziyad Şaabi). 3 5 — Sa’d (îbn-i Abdul­
lah). 36 — Cebâve (îb n -i Hâris). 3 7 — Ömer (îb n-i Cebâ-
ve). 38 — M uhammed (îb n -i M ikdâd). 39 — Abdullah
(îb n-i D eccâne). 4 0 — Saad (Gulâm M evlây-i Ebî-Talib).
41 — K ays(îb n -i R ebîa). 42 — Şit (îb n-i Seviyd). 4 3 —
Ömer (îb n-i Farrat). 44 — Müslim (H am m ad). 45 — Ab­
dullah (îbn-i M üslim A kîl). 46 — Câfer (îbn-i A kîl). 4 7 —
Abdurrahman (M eczub îlâhi Şârib). 48 — Muhammed
(îbn-i Abdullah, îbn-i Câfer). 4 9 — M uhammed (îb n-i Avf,
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 261

İbn-i Abdullah). 50 — Avn (İbn-i A vf). 51 — Abdullah


(İbn-i İmam H asan). 52 — M uhammed (İbn-i E nes). 53 —
Sa’d (İbn-i D eccâne). 54 — Firûzan (İm am Hüseyin kölesi).
55 — Kasım (İbn-i İmam H asan). 56 — Ebû-Bekir (İbn-i
A liyyel M ürteza). 57 — Osman (İbn-i A liyyel - M ürteza).
5 8 — Avn (İbn-i A liyyel M ürteza). 5 9 — Abdullah (İbn-i
Aliyyel-M ürteza). 60 — Abbas (İbn-i A liyyel - M ürteza).
61 — Ali Ekber (İbn-i İmam H üseyin). 62 — Ali Asgar
nâm-i diğer Abdullah Ekber - masûm - (İbn-i im am H üseyin).
6 3 — İmam Hüseyn Aleyhisselâm (İbn-i Aliyyel-M ürteza) ..
Kerbelâ şehidlerinin 72 kişiden ibaret olduğu tevatü-
ren sabit olmuş ise de, biz tarihçe zaptolunan 63 ünün mü­
barek isimlerini yukarıya yazdık. İmam-i H üseyn’in K ûfe’ye
gönderdiği Hazreti Müslim İbn-i Akîl ile birlikte şehit olan 9
zâtın isimlerini de aşağıya yazıyoruz ki, mecmuu yetm iş iki
eder:
1 — M üslim (İbn-i A kîl). 2 — M uham med (İbn-i
Müslim. İbn-i A kîl). 3 — İbrahim (İbn-i Müslim, İbn-i A kîl).
4 — Meşkûr (Hazreti M üslim’in zindancısı). 5 — Hâni
(İbn-i Urve, Hazreti Ali’nin hemşiresi Ümmehâni’nin oğlu).
6 — Muhammed-i Kesiyr. 7 — Mahdum Muhammed Ke-
siy,. 8 — Kays A’râbi. 9 — Gulam Selman (Basra’da şehit
olmuştur.)
*

Bütün maiyetini ve evlâd-ü ayâlini, etrafını saran zalim


düşmana, o kahir çoğunluğa karşı çarpışa çarpışa müdafaa
ederek en son şehid düşen İmam H üseyin’dir. Onun için, is­
mi, diğer şüheda isimlerinin sonunda yer almıştır.
Gerek din yolunda, gerekse herhangi siyasî haksızlıklar
karşısında silâha sarılmak suretile canlarını kurban veren bü­
tün şehidlerimizin serdârı, bu sultan’dır. Onun içindir ki, is­
lâm tarihlerini yazanlar, bu yüksek varlığın ismini kaydeder­
ken (Sultanüşşühedâ, Seyyidüşşuhedâ, Serdarüşşühedâ) diye
vasıflandıragelmişlerdir. Yani: (Bütün şehidlerin sultanı, bü-
ttın şehidlerin efendisi, bütün şehidlerin başı H üseyin’dir,) de­
mek olur.
Bu itibarla, ezeldenberi bütün haksızlıklar karşısında
göğsünü siper edip can veren ve kezalik şimdiye kadar din ve.
262 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

v a t a n u ğ r u n d a a z iz k a n la r ın ı a k ıt a n b ü t ü n s e h id le r im iz i ş u r a ­
c ık t a iç t e n g e le n b ir d u y g u , r u h t a n k o p a n b ir s a y g ı i l e a n m a k ,
m u k a d d e s v e m u a z z e z r u h la r ın ı ş â d e t m e k , b o y n u m u z u n b ir i­
c ik b o r c u d u r . B i n a e n a l e y h , K e m â l- i t e b c il v e t e k r im ile h e p ­
s in in ö n ü n d e e ğ ile lim !
- L İ L L Â H İ L ’F Â T İ H A -

H Â B ÎL İL E K A B İL

Y i n e B e k t a ş île r in , H ü s e y i n h a k k ın d a k i ö z e l a k id e le r in e
g e le lim . O n la r ın b u h u s u s t a k i k a n a a t in i ş im d iy e k a d a r y a b a n ­
c ıla r l â y ı k i y l e f a r k e d e m e m iş t ir . D ış a r d a n b a k m a k la h iç b ir
f e r d b u n la r ın e s r a r ın a t a m a m ile v â k ıf o la m a m ış v e b ir ş e y s e -
z e m e m iş t ir . B iz , b u n u m ü m k ü n o ld u ğ u k a d a r a n la t m a ğ a ç a ­
lış a c a ğ ız :

H e r ş e y d e n e v v e l ş u r a s ı i y i b ilin m e lid ir k i, B e k t a ş ile r


â d e t â ( h a y ır v e ş e r ) m e f h u m u n u n h ik m e t - i v ü c u d u n u , a n c a k
H ü s e y n i s e v m e k l e v e y a o n a d ü ş m a n o lm a k la ö lç e r le r .

O n la r n a z a r ın d a , A l l a h ı n g iz li sır la r ı v e d in b â b ın ın b ü ­
t ü n iç in c e lik le r i, v a h d e t s ır r ın ın b ü t ü n r e m iz le r i H ü s e y i n ’d e
t e c e ll i e t m iş t ir . Ö y l e s ır la r k i, b u sır la r t a d ev r-i A d e m d e n ,
( K a b i l ) ile ( H â b i l ) a r a s ın d a ç ık a n , ilk ( h a k , n â h a k ) ç a r p ış ­
m a s ın d a n b a ş la r .

 d e m b a b a m ız , ik i o ğ l u n u m u h a k e m e e d iy o r , H â b i l ’e
h a k lı o ld u ğ u n u , K a b i l ’e ( ş e r ia t a m u h a l i f h a r e k e t e t t iğ in i k e n ­
d i k a r ın k a r d e ş i ’ o la n k ız la e v l e n e m i y e c e ğ i n i ) ih t a r e d iy o r .

F a k a t , h a k k ın a r a z ı o lm a y a n K a b il, b a b a s ı A d e m ’in b u
h ü k m ü n ü k a b u l e tm iy o r : •

— H a y ır , d iy o r , ş e r ia t d e d iğ in d e s a n k i n e o lu y o r . Sen,
b u m a r t a v a lla r la h e m b e n i, h e m b a ş k a la r ın ı k a n d ıp n a k is t i­
y o r s u n . B u n l a r h e p y a la n s ö z le r , v â h î itik a d la r d ır . S e n , H â-
b il’i b e n d e n fa z la s e v d iğ in iç in ilt im a s e d iy o r , k ız ın ı o n a ver­
m e k is t iy o r s u n .
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 26:5

Kabil’in bu sözlerinden, hazreti Adem’in kalbi inciniyor,


ellerini uğuşturarak tekrar oğullarına diyor ki:
— Bana inanmazsanız, hükmü bizzat Allahtan ahzedin.
Hakka kendi ürünlerinizden, birer kurban nezir koyunuz.
Hanginizin koyduğu kurban kabul edilirse haklı olduğunu
bilmiş olsun.
Kabil, ekinci olduğu için biraz zahire, Hâbil, koyuncu ol­
duğu için bir tane (koç) kurban arzediyorlar. Derhal gök yü­
zünden, zincir huzmeleri gibi bir nur inerek Hâbil’in kurbanı­
n ı kaldırıyor, Kabil’inki muattal ve metrûk kalıyor.
Kabil, haksızlığını anlıyor, amma, yine yola, insafa gel­
miyor. N ihayet kardeşi Hâbil’in canına kıyıyor.
İşte beşeriyette ilk kan ve insanlıkta ilk kurban!

İSM AİL V E İBRAH İM

İbrahim Peygamber, oğlunu çok sevdiği için, Allah onu


kendj^ine kurban istiyor. İbrahim, Allahın emrine boyun eği­
yor. Oğlu İsmail’in de m uvafakat ve itaatile bu işe teşebbüs
ediyor, fakat Hakkın emrile bıçak boğazını kesmiyor. o sıra­
da gökten âlâ bir koç inerek İsmail’in yerine tığlanıyor.
Bazı müslümanlar, bu (koç) un Hâbil’in göğe çekilen
kurbanı idi diye itikad ederler.
*
• **

Bu şu demekti ki:
Ruhlar, henüz bu cesed denilen kalıbı giymeden evvel,
(ahd-i ezel) denilen bir m ecliste hazır bulunmuşlardır. Orada
kendilerine vukubulan hitab-ı ilâhi üzerine ahd bağlamış­
lar... Kimi (lâ) diye, kimi (illâ) diye söz vermiş. Bu m ecliste
(H üseyin) öz gönül birliğiyle (kurban kararlaştırılmış) yani
Allahın dilediği kurban olarak seçilmiş, H ak kurbanlığını Hü­
seyin kabul etmiş.. tabir-i diğerle haksızlıklara karşı kurban
gidecek olan Ervah-i M ukaddesenin serdarlığını Hüseyin ka­
bul etmiş.
264 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

K U R B A N K E SM E N İN REM Zİ
İsmail’in bir koyunla canını kurtarması bir remz idi.
H âlâ kurban bayramları geldikçe kesilen koçlar, hakiki kur­
ban sırrını bize hatırlatırlar.. Kestiğimiz kurbanlar bizim öz
canımızın vekaletini yaparlar.. Biz de Hazreti İsmail gibi
bunu savuşturmuş oluruz.
Kurban kesmek, kan akıtmak bir nevi (işhad) olur. Ya­
ni: E y U lu Tanrım, ben canımı senin yoluna kurban verme­
ğe hazırım, işte isbatı budur, diye kurban kanı akıtmak sure-
tile, bu dini vazifeyi yerine getirmiş oluruz.
*
**
Allah, İbrahim Peygambere:
— Ben, seni halka imam nasbettim.
Dediği zaman, baba ve oğul, ikisi birden, Haktan rica
etmişler: .
— Ya Rab! Bu imamı, bizim zürriyetimizden de halket..
D iye yalvarmışlardı, Allah, onların dileklerini kabul et­
mişti. İşte bu dileğin kabuliledir ki, bu H anif milletin, tem iz
sulbünden imam olarak gelen Hüseyin, beşeriyet libası. giye­
rek, yer yüzünde kendisini göstermiş oldu.
H Ü SE Y İN ’E M ATEM
Allah, o kadar yüksek, o kadar temiz bir (koç) un kur­
ban olmasını istiyormuş ki: D edesi M uhammed, babası Ali,
ninesi Hatice, anası Fatıma, kardeşi Hasan gibi olsun.. Lüb-
bil’lüb, sırrus-sır Ç>ir zübde-i âlül’âl olsun. Ve bu kurbanın has­
retine ağlıyanların gözlerinden dökülen yaşlar, dirilik çeşme­
sini vücuda getirsin.. Tâ ki, o çeşmeden içip kananlara, bu su
(H ayât-i Câvidâni) bahşetsin..
(Âb-u hayat gölü) nün, karanlıklarda olduğu söylenir..
Acaba bu karanlık, hangi karanlıktır? Ve bu karanlık nere­
dedir?
Hüseyin mazlumun ayrılık mâtemi de, karanlıklara gö­
m ülm ekten başka, ne ile tefsir edilebilir?
Hüseyin’e vuslat için ağlayan insanların, göz gibi canlı
bir inbikten çektikleri (M â-i tâhir) in dirilik suyundan ne
farkı vardır?
*
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 265

îy i düşünürsek, İbrahim ve İsmail’in bünyadı olan (Kâ-


be) nin bile, bu sırrı remzettiğini anlarız. Bizim için dünyada
bundan daha faydalı bir (anlam ) da olamaz.. Acaba, niçin ka­
ralar giymiş te (Kara donlu B eytüllah) deniliyor ona? d a ­
ralar giymek matem alâmeti değil midir? Kâbe bu durumile,
bize canını Hak yoluna feda eden bütün şehidlerin matem sır­
rını isbat etmiş olmuyor mu?
M âtem edenlerin kalbine kara taş basması, K âbe’nin
göğsünde taşıdığı (Hacerü’l esved = Kara taş) tan kinaye de­
ğil midir? Tabir-i diğerle, Kâbetullah bunu, bizim gibi gafil
insanları İrşad için bağrına kara taş basmamış mı? Yahut,
mukaddes tanılan o kara taşı, bunun için oraya koymamışlar
mı? .
Kabe’yi tavaf ederken kara taşın hizasına geldikçe ona
karşı vaziyet alarak (Allahü Ekber) diye tekbir getirmenin,
selâm vermenin remz-ü hikmeti nedir? Bu hal bize, gönüle
girmeyi bildirmiş olmuyor mu? Aranılan yegâne selam et yo­
lunun orada, yani (Beyt-el-m âm ur) olan âdem gönlünde ol­
duğunu anlatmış olmuyor mu?
Hacıların, (Safa) ile (M erve) arasında sa’y etmeleri
şüphesiz umûr-i diniyye iktizasındandır.. Fakat bunun iç mâ­
nası: Bize, doğduğumuz zamandan ölünceye kadar yapmağa
mecbur olduğumuz bütün (m esai) mizde vicdan makinemizi
iyi işletmek ve iyi yürütmek suretiyle, insanlığa yararlı bir
(kul) olmamızı ifhâm etmiyor mu?
K âbe’ye yakın bir yerde (M üzdelife) var (M ina) var.
Şeytan taşlanır.. Kurban kesilir.. Bunlar yapılırken de, İsma­
il’le annesi Hacer’in sünnetleri yerine getirildiğine inanılır..
Onlar şeytana aldanmamışlar, hattâ onu taşlamışlar, İsmail,
şeytanın bir gözünü bile çıkarmış da kör etmiş.. N itekim , işle­
rimiz aksine gittiği zaman: (H ay kör şeytan hay) deriz...
B u kabil din rükünlerimizin, her halde bize duyurmak
istediği birer iç mânaları da vardır.. Bilhassa (Arafat) ta
hutbe, Hacıların (Lebbeyk! E y benim Allahım lebbeyk!) di­
ye bağrışıp çağrışmaları, dikkate değer hareketlerdendir..
Ya Zem zem suyuna ne m âna verelim?
Hacıların, güğümlerle, lehimli kutularla bütün dünyaya
266 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

taşıdıkları ve yaydıkları bu suyun sır ve hikmeti nedir? Şüp­


hesiz ki, bu, alelâde bir su değildir.. Bunun mukaddes bir su
olduğunu takdir ederiz.. Fakat bu kadarcık bir hükümle ik­
tifa etmek doğru olmaz.. Her halde, bu mukaddes suyun ifade
ettiği bir (iç mâna) olsa gerektir.. Binaenaleyh, böyle bir
iç mânayı ele alacak olursak (Zem zem ) suyunun, göz yaşın­
dan ne farkı olur? Bu suyun, adının söyleniş tarzı bile, bize
göz yaşını hatırlatmış olmuyor mu?
V e görüyoruz ki, (H acı) olmuşların evlerinde, yıllarca
saklanan Zemzem sularından ölürken ağızlarına ve kefenleri­
ne bir kaç damla akıtılmaktadır. Eğer öldüğü zaman kefeni­
ne zemzem suyu akıtılan bu ölü, sağ iken bu damlaları, Hü­
seyin aşkına kendi ciğer kanından akıtmamışsa, dışarıdan
dökülen su damlalarının ne gibi mânevi kıym eti olabilir?
Bakınız. Fuzuli Hazretleri (Hadika) sında ne der:
Gel ey resm -i vefadan dem uran eşk-i revan göster
Mücerred kavle kani’ olma isbat et nişan göster
Dil-i pürhûn-i sûzanın misâl-i gonca-i lâle
Melâmet hançerile çâk kıl. dağ-i nnihan göster

Mensuresi:
Ey (vefalıyım diye lâf atan adam! Kuru söze kanaat
edip kendini oyalama.. Bunun nişanını gözlerinden yaş akıt­
m ak suretile isbat et! Eğer, cidden vefa sahibi isen, hakikaten
gönül çanağına kan doldu ise hiç durma, bu yanan
gönlüne m elâm et hançerini sapla! İçerine toplanan kızıl kan
dışarı fışkırsın... Tazece açmış gonca gül misali kendini gös­
tersin!:)
Kısaca: (H üseyin aşkına gözlerinden kanlı yaşlar akıt)
demek istiyor.

(Ehl-i gaflet sanmasın tarrâka-i ra’di tehi)


(Asüman sine-zenandır ya Hüseyn ibn-i Ali)

***

Hüseyin’in Hak yoluna kurban gideceği bütün peygam-


berlerce malûmdu. M uhammed ve A li de bundan haberdar
idiler. Bunu Fatım a’ya da duyurmuşlardı. Bu işaret olunan­
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 267

ların hepsi de, Hüseyin’in gizlice matemini tutm uşlardı H at­


tâ Bektaşîler, Muharrem’in ilk günü oruca niyet ederken:
(Fatımatüzzehra’nın savm-i atşanı niyyetine) diyerek oruca
başlarlar.
*
**

Kerbelâ’da, düşman ordusu harbi bitirince, kendi ölü­


lerini topladılar, Üzerlerine namaz kıldılar, defnettiler. (A l-i
Tahâ) nın başsız cesedlerini de atlarına çiğneterek, en son
hınçlarını yatıştırdıktan sonra Kûfe’ye hareket ettiler.
B u Hak kurbanlarının cesedlerine, namaz edecek tek bir
müslüman kalmıyacağını, Hazreti M uhammed daha evvelden
bildiği içindir ki, Uhud cenginde Hazreti Hamza’yı kurban
verdiği zaman, üzerine tam yetm iş defa namaz kılmış:
«— Bunun birisi Hamza için, diğerleri Kerbelâ şehid-
leri içindir.»
Demişti.

***

İşin esasını aramadan yalnız bir kaç damla Zemzem su­


yu ile maksat hasıl olur mu?

m ülahaza

Hayatının başlangıcında putları kıran ve Nemrud’a sec­


de etmediği için ateşe atılan İbrahim ve oğlu İsmail’in Kâbe-
yi inşa etmekten gayeleri nedir? Hakkı tanımak, yani Allahı
bir bilmek bu kâinatı Nemrutların, Firavunların yaratmadı­
ğını küçükten büyüğe kadar bütün mahlûkatı o bir tek olan
eşi ve benzeri olmayan Allahın yarattığını bildirmek ve ondan
başka hiç bir kimseye tapmamak değil midir?..
O Zemzem suyu masûm İsmail’in susuzluktan ağlayışı
üzerine vücud bulmuş bir su değil midir?
İbrahim ve İsmail’in soyundan gelen Haşim’in torunu
268 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

M u h a m m e d ’in v e A li’n in k â f ir le r d e n v e m ü n a f ık la r d a n çek­


t ik le r i e z a v e c e f a y a t a h a m m ü lle r in in m a n a s ı n e d ir ?

B u n c a fe la k e tle r e g ö ğ ü s g e r e n M u h a m m e d , n e tic e d e
M e k k e ’y i f e t h e t t i ğ i g ü n K â b e ’d e k i p u t la r ı n iç in k ır d ı?

K a b e d a m ın d a k i p u t l a r ı n k ır ılm a s ı iç in A l i ’y i K â b e d a ­
m ı n a ç ık a r t t ı. V e A l i ’y e :

« — Y a A li b e n im o m u z u m a b a s a r a k d a m a ç ık » e m r in i
v e r d i. V e p u t la r k ır ıld ık t a n s o n r a d a n iç in y i n e A li, M u h a m -
m e d i n o m u z u n a b a s a r a k a ş a ğ ıy a in d i? B u n u n sır r ı v e h i k m e ­
t i n e d ir ?

İ s l â m P e y g a m b e r i M u h a m m e d ’in h iç b ir z a m a n b o ş s ö z
s ö y le m e d i ğ i n i v e t a b i i b o ş v e m â n a s ız b ir iş y a p m a d ığ ın ı b ü ­
t ü n is lâ m â le m i n in in a n d ığ ı K u r ’a n ; « V e m â y e n t ı k u a n il h e -
v a » ( M u h a m m e d , h iç b ir z a m a n b o ş s ö z s ö y le m e z , s ö y l e d i k l e ­
ri m ü s lü m a n la r iç in h i k m e t v e m e n f a a t t ır ) d iy e r e k b iz e a n ­
la t m a k t a d ır . A c a b a K u r ’a n ın b u s ö z le r i b o ş m u d u r ?

A c a b a M u h a m m e d h ic r e t in s e k iz in c i y ı l ı o c a k a y ın ın b i­
r in c i g ü n ü K â b e ’y i p u t la r d a n t e m i z l e t t i k t e n so n r a :

« — Y a A li o m u z u m a b a s a r a k K â b e ’n in ü s t ü n e ç ık K u -
r e y ş ’in u lu p u t la r ın ı k ır v e g e n e o m u z u m a b a s a r a k a ş a ğ ı in »
d e m e s i v e A li’n in a y a ğ ın ı, o m u z u n a p e y g a m b e r lik m ü h ü r ü n ü n
ü z e r in e b a s t ır m a s ın ın m â n a s ı v e h ik m e t i n e d ir ?

B ü t ü n h a k i k a t l a n b ir t a r a f a b ır a k a r a k y a ln ız K â b e y e
g i t m e k l e v e b ir k a ç d a m la Z e m z e m s u y u n u k e f e n in e k o y u p
d a m la t m a k la m a k s a t h â s ıl o lu r m u a c a b a ?

A l la h ı b i z e t a n ı t a n M u h a m m e d ’d ir , K â b e t u lla h ı b iz e
ta n ıta n d a odur.

« M u h a m m e d b o ş s ö z s ö y l e m e z , h e r y a p t ı ğ ı iş in b ir h ik ­
m e t i , v a r d ır » d i y e n d e K u r ’a n d ır , A l i ’n in a y a ğ ın ı o n b in le r c e
k iş in in g ö z ü ö n ü n d e M e h r i N ü b ü v v e t i n ü z e r in e b a s t ır m a k t a n
M u h a m m e d ’in g a y e s i b ü t ü n is lâ m â le m in e A l i ’n in m e v k iin i
ilâ n e t m e k v e A lin in A l l a h v e M u h a m m e d ’d e n s o n r a h e r ş e y ­
d e n v e h e r k e s t e n ü s t ü n o ld u ğ u n u b iz e b ild ir m e k t i. M u h a m ­
m e d ’in H a s a n la H ü s e y i n i d a im a o m u z u n d a t a ş ıd ığ ın ın sır v e
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 269

hikmeti onların mevkiini müslümanım diyenlere fiilen anlat­


maktı.
İmam Hüseyini 1,5 yaşındaki çocuğuna varıncaya ka­
dar bütün genç ve ihtiyar sahabelerile birlikte susuz şehid
eden islâm aleminin mukaddes tanıdığı peygamberin aile ka­
dınlarını çıplak develere bindirerek Şam’a esir götürenler is­
lâm âlemi namına bu lekeyi sürdükten sonra «Biz sonunda
Kabe’yi ziyaret eder, kefenimize de bir kaç damla Zemzem
suyu damlatırız, Allah kerimdir, bizi affeder» diyecekler ve
bunların sözleri de makbul ve muteber olacak mıdır?
Öyle ise bütün İslâmiyet akideleri, sual melekleri, kabir
azapları, ölümden sonra dirilme, âhirette mizan, cennet ve
cehnnem' hepsi boş lâf mı acaba?
M uaviye, Yezid, M ervan ve bunları takip eden zalim
halifeler, halife oldukları için bunlardan m uaf mı tutulacak­
lardır?
Peygamberin omuzunda taşıdığı ve islâm âleminin m u­
kaddes bildiği M uhammed’in torunu Hüseyin’in, bir buçuk
yaşındaki çocuğuna kadar bütün akraba v e sahabelerini su­
suz öldürten, sonra Kerbelâ’nın kızgın kumları üstünde ya­
tan cesedlerin üzerinde at koşturan ve M uham m ed’in kız to ­
runlarının Zeyneb-ül kübrâ ve Gülsüm-ül Ü lya gibi, kutsi ha­
tunları Şam sokaklarında kâfir esirleri diye teşhir ettiren M u-
aviye oğlu Y ezid affedilecek de Yezid’in tayin ettiği ima­
mın kıldırdığı namaza hazır olmayan hakiki mü’min mi ce­
hennem de yanacak?
Her Muharrem ayı geldikçe, Bektaşilerin Hüseyine ağ­
layıp sızlamaları, bazı insanlarca hoş görülmezdi. Onların bu
hallerine kızanlar, dil uzatanlar bulunurdu:
— Yahu, bu Kızılbaşlar da çok oluyorlar ha! Tem cid
pilâvı gibi her sene bunu ısıtıp ısıtıp öne sürüyorlar.
Derlerdi.
Halbuki, böyle diyenler yanılıyor, bir noktada da alda-
nıyorlardL.
Bektaşilerin ağlaması, sızlaması yalnız Muharrem ayına
münhasır değildi, her zaman Hüseyin için gizlice ağlıyorlardı
270 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Onların yüreğinde bu (hüzün) daimi idi. Fakat, kimsecikler


bunu sezemiyordu.
Bunlar ( !) , o kadar kurnaz hareket ediyorlardı ki, ya­
taklarına girip, tâ gözlerini yumuncaya kadar, her an Hüseyi-
ni (Selam) la anıyor, onun katillerine de lânet ve nefret söz­
leri ulaştırıyorlardı. Bu hâlet-i ruhiyyeyi kim sezebilirdi?
*

Yakın tarihin şairlerinden ve dil encümeni âzasından


merhum Sâmih Rifat’ın şu sözleri, bu sırrı oldukça ifşa eder:
Ezelden işıkım men Mustafa’ye
Feda olsun hayatım bütün &-i âbâ’ye
Acır bi şübhe anlar, bu ruh-i bi nevâ’ye
Kabul etsin erenler, kul oldum Mürtezâ’ye

Ne sabrım kaldı artık ne arâm-ü kararım


Hüseynin âteşile yanar kalb-i nizârım
Tutar eflâki her şeb figanım, ah-ü zârim
Revândır (sil-i eşk) im fezây-i Kerbelâ’ye

Kehi nisyan edersem ne var? Savm-ü salâtı


Unuttum ehl-i beytin gaminden kâinatı
Olur elbet müsadif, nigfilıh-i iltifatı
Ali’nin, ruz-i mahşer, hazin bir ^^ıiş:inıiye

O mü’ıninlerle zâhid! sen ol cennette hurrem


Ki nesl-i Mustafa’yi kılar pâmâl, mâtem
Kolunda harz-i (Yâsin), dilinde âzem
Salar tiğ-i adâvet, sudûr-i (Bel etâ) ye

Budur (Sâmih) niyazım erenler serverinden


Bana bir (cür’a) sunsun şerâb-i kevserinden
Görüp resmi süliı.ki Horasan erlerinden
Karin oldum hakikat yolunda evliyâye

Görüyorsunuz, Sâmih Rifat, Hüseyin için her dem, her


gece ağladığını, Hüseynin gaminden kâinatı unuttuğunu söy-
• lüyor ve:
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 271

(— Varsın, diyor, o mü’minlerle zâhidler birlik olsunlar,


cennette hürrem yaşasınlar.. Öyle mü’minler ki: Dillerile ism-i
azam okudular, kollarına da (Y âsin) sûresini muska gibi tak­
tılar. Fakat Ali’nin evlâdına kıydılar.. Hânedân-ı ehl-i beyti
mâtemlere boğdular... Onların bütün şereflerini ayaklar altın­
da çiğnediler.. îlâahiri.)
Sâmih R ifat merhum gibi, bütün Bektaşîler de Hüseyini
severler amma, bunu pek açığa koymak istemezler. Gerçi, ara
sıra ağızlarından:
— Döğünüp taşlar ile sinemiz olsun alkan.
Gibi feryadlar dökülürse de, bunu ancak Muharrem ayı
girince açıklarlar.
Onların, Muharrem girince mâtem işini açığa döküşleri-
nin sebebi din gayreti güttükleri içindir. Böyle yapmalarına
iki şık vardır:
1 — Muharrem girince, mâtemlerile herkese Hüseyini
hatırlatmak;
2 — Hüseyini yalnız bu ayda sevip anıyorlarmış, hissini
vermek,
Halbuki, hiç te öyle değildir:
Onlar, Hüseyinsiz bir an yaşayamazlar.. Hiç bir vaçhile
onu kalblerinden çıkaramazlar.
Eğer, cüz’i bir ihmâl yüzünden unutacak olsalar, derhal
hatâlarını idrâk eder, gizlice tezarrû niyâzı yapmağa başlar­
lar.
Tezarrfı tercümanlarının şekli de şöyledir:

Bism-i Şah.. Allah AUah.


Hata ettim suçum affeyle ey Şah
Bihakk-i Mustafa ve Ali dergah
Şehid-i Kerbelâ hakkiçün:
' Zalemni, Rabbena, estağfurullah!
272 BEKTAŞÎLİĞİN iÇ Y üZü

Ber-Cemâl-i M uhammed Kemâl-i İmam H asan ve îm am


Hüseyin Ali Râ Bülende Salevât.
*
**

Bektaşîler, Hüseyini, hem en hem en (M uham m ed’le Ali)


yi sevdikleri kadar, severler. Bunun sebebi de, M uham med’le
A li’nin kurduğu islâmlık dinini, H üseyin’in canile kanile yük­
selttiğini bildikleri için.
*
**

Şurasını da bilhassa kaydedelim ki, hakiki Bektaşiler,


Muharremlerde yapılan mâtem merasimi esnasında kendi ar­
kadaşlarından kimin ciddi, kimin câ’li hareket ettiğini, m ese­
lâ içlerinden birinin:

(Feda olsun o şahın râhine bu cismile canım)

Dediği zaman, onun durumundan, riyakârane b ir hâî-ü


hareket takınıp takınmadığını anlarlar, mukallid olanları asla
sevmezler.
*
* *

Hazreti M evlânâ’nın M esnevisinde bir hikâye vardır.


Hüseyini riyasız seven birisiyle, mukallidlik yoluna sapanla-
rın halini belirten güzel bir hikâyedir, birlikte okuyalım:
«İçi, Hüseyinin aşkile her an yanan bir şâir, tam Muhar­
remin onuncu günü Haleb şehrine varmış. O gün karalar giy­
miş olan H aleb’liler, kasabanın dışına çıkmışlar, Antakya ka­
pısı denilen yerde aşure kazanlarını kaynatıyorlarmış. B u ara­
da Hüseyin aşkına matem yapıyorlar, mersiyeler okuyorlar-
mış. Bizim şair, matem yapanların yüzlerine dikkat etmiş,
hareketlerinin câ’li olduğunu görmüş, kuru gürültülerine, ri­
yakârane âh-ü vahlanna bakarak tiksinmiş.. Yaptıkları bu
hareketleri bilmezlikten gelerek onlara demiş ki:
— Yahu! Siz kim için ağlayıp sızlıyorsunuz böyle?.. Bu
kasabanın zenginlerinden veya büyüklerinden bir zat öldü
ATo: 18
(Eseri yazan: Emekli öğretmen merhum Mehmed Tevfik Oytan)
Baş açık, Şâh-i Hüseyn-i Kerbelâ abdalıyem
BEKTAŞÎLİöİN İÇYÜZ'U' 273

d e, onun matemini mi tutuyorsunuz? Öyle bir şey varsa, ben


şairim, bu zengin adamın hüviyetini bana da bildiriniz de, onu
m edh yollu kasidelerimle senâ edeyim. B elki bu fakire de
biraz lokma mangırı verirler.
Halk, hiddetlenmiş:
— Vah vah, demişler, sen de insanım diye bu dünya­
da geziyor musun? Şu yaşa gelmişsin de, hâlâ bir şeyden
haberin yok ha?... Yazık.. Sen, bugün, ne gündür bilmiyor
musun?
Şair:
— Acayip! Bilm ez olur m uyum hiç.. Bugün Muharrem
ayının onuncu günüdür.
Halepliler:
— M adem ki öyledir, sen bugün Peygamberin torunu
îmam Hüseyin’in Kerbelâ’da susuz şehid olduğunu hiç duy­
madın mı?
Şair:
— N asıl duymaz olurum yahu! Bu mâcerayı duymayan
kaldı mı hiç.. Dünyada her insan bunu bilir. Bu acıklı hali
M ısır’daki sağır sultan bile duydu. Siz, beni bir şey bilmez
mi sanıyorsunuz?
Halk:
— Ö yle ise sen bize neden soruyorsun? Sen E hl-i beyt
düşmanı mısın? Yoksa bizim m atem ['yaptığımızı ayıplJ!yor
musun?
Şair:
— Hayır yahu! Aradan bu kadar asırlar geçtiği halde,
îm am Hüseynin şehadet haberi, bu m em lekete daha yeni mi
geldi? B u haberi siz şimdi mi duydunuz? Hani devr-i Yezid?
Hani içinde bulunduğumuz asır? Aradan bu kadar yıllar geç­
tiği halde, siz bu habere yeni mi vâkıf oldunuz? Vah vah, acı­
dım doğrusu s!ze„ ilâahir.. »
*
Forma : 18
274 BEKTAŞîLicüN İÇYÜZÜ

Yukarıdaki hikayeden anlaşılır ki, (H üseyin) mabedi­


nin biricik bekçileri, onu ciddi sevenlermiş. Onu gece gündüz
unutmayanlar, gönül evinden sevgisini hiç çıkarmayanlarmış.
Bunu, kuru bir merasimle, Muharrem ayına hasredenlerin bu
hareketleri, bir kadirşinaslık eseri göstermekten ileri gitmiyor-
muş.
*
**

Dünyada her şeyin miktarı, (m ikyas) denilen bir ölçü


ile tayin edilmiştir. Paraya: kuruş, ^ ^ n lu ğa: metre, ağırlığa
kilo, m ayiat için: Litre adı verilen ölçüler konulmuş. Göze gö­
rünmeyen havây-i nesim iyi bile tartmağa m uvaffak olmuşlar.
Fakat, (sevgi) denilen m anevi haletin ölçüsü, asla buluna­
mamıştır. ( 1)
B u ölçüyü tayin edebilen ve bu ölçüden zerre kadar sap­
mayan yegane kavın hakiki Bektaşiler ve Aleviler olmuştur.
Yoksa mukallid olanlar değil. Çünkü bu husustaki sevgi öl­
çüsü (Canan) uğruna can, baş feda etm eğe kadar dayanır.
bu da her insanın elinden gelmez.
Eserimizin sonuna yaklaşırken, sayın okuyucularımıza
bir noktayı aydınlatmak isteriz:
Biz, Bektaşi tarikatının iç yüzünü herkese tanıtmak eme­
liyle bu eserimizi yazmağa başlarken, daha önce bu hususta
yazılar yazmış olanların hakikatten ne kadar uzaklaştıklarını

(1) Müslümanlardan birisinin, nasılsa aklına esmiş.. Hazreti Peygam ­


beri rüyasında görmek hevesine düşmüş.. Büyük bir zattan, bunun müm­
kün olup olamıyacağını sormuş.. O zat demiş ki:
— Onun kolayı var, akşam olunca biraz peynir v e tuzlu balık yer ya^
tarsın, Peygamberi rüyada görürsün.
Bu adam öyle yapmış. Amma Muhammed’i rüyasında görememiş.. Sa­
bahleyin, akıl öğreten zata koşmuş, Muhammed’i göremediğini anlatmış.
O zat demiş ki:
— Rüyanda hiç bir şey görmedin mi sen?
— Göl'düm, demiş, sabahlara kadar, akar su boylarında, soğuk çeşme
balarında döndüm, dolaştım, durdum.
— işte iyi ya, demiş, su hasreti duyunca, rüyanda n e güzel suyu bul­
muşsun .. Eğer Muhammed için de, ciğerin yanar tutuşursa, bir gün olur,
onu da görürsün.
BEKTAŞÎLİĞİN tÇYüZÜ 275

g ö r m ü ş v e e f k â ı - ı u m u m iy e n in z ih n in d e y e r a lm a s ı m u h t e ­
m e l o la n ş ü p h e v e t e r e d d ü t le r i iz a l e m a k s a d iy le b u iş e s a r ıl­
m ış t ık . F a k a t b u h iz m e t im iz i y e r in e g e t ir e b ilm e k iç in , B e k t a ş i
y o l u n u n ş ia r ın ı, n a s ı l t e m e lle r ü z e r in e k u r u ld u ğ u n u , b u y o lu n
iç y ü z ü n d e ( e s r a r ) d e n e b i le c e k m ü h im b ir g iz lilik o lm a d ığ ın ı,
ş a y e d v a r s a b i le b u s ır r ın a n c a k H ü s e y i n ü z e r in d e t o p la n d ı­
ğ ın ı, B e k t a ş il e r i n ö z e l in a n ç la r ın ı t e ş k il e d e n n o k t a n ın a n c a k
b u o ld u ğ u n u y a n i H ü s e y i n ’d e k a r a r k ıld ığ ın ı b e lir t m e k is t e d ik .
( H ü s e y n i ) liğ e ö z e n m e k i s t e y e n B e k t a ş ile r in d e b ö y l e
h a r e k e t e d e b ilm e le r i ic a b e t t iğ m i, e s a s e n H ü s e y i n ’i b ü t ü n d ü n ­
y a m ü s lü m a n la r ı s e v e r s e d e , b u h a l y a ln ız M u h a r r e m a y la r ın a
in h is a r e t t i ğ in d e n , b u n u n k â f i o la m ıy a c a ğ ın ı, b ö y le le r in in ( H ü ­
s e y n i s e v d ik , s e v i y o r u z ) d e m e l e r i n i n b ir lâ z im e - i z a r a f e t v e
n e z a k e t i c a b ı o la r a k k a la c a ğ ın ı, b u n d a n ile r iy e g e ç e m iy e c e ğ i-
n i, b u g ü n is e b ö y l e b ir c a n m e v c u d o lm a s ın a p e k ih t im a l v e r ­
m e m e k l e b e r a b e r , b u b iz im e s a s e n s a d e d im iz d e n h a r iç b ir k e y ­
f i y e t o lu p b u n u n t a r ik a t r u h iy le b ir a lâ k a s ı o la m ıy a c a ğ ın ı z a n ­
n e d e r im k i k â f i d e r e c e d e v e k â f i d e l i ll e r le a n la t m ış o ld u k .
V e b u n u y a p a r k e n d e b ilm e c b u r iy e c e z r i f ik ir le r s e r d in e
m u z t a r k a ld ık . B i n a e n a l e y h , b ö y l e y a p a m a s a y d ık o k u r la r ım ı­
z a B e k t a ş i li ğ in iç y ü z ü n ü t a m a m e n a n la t a m a z v e k im s e y i t a t ­
m in e d e m e z d ik . B u h u s u s t a b iz im ile r i b ir d il k u lla n d ığ ım ız ı
m â z u r g ö r s ü n le r .. B u d il k e n d im iz in ih t ir â e t t iğ im iz b ir lis a n
o lm a y ıp , y o l s a h ip le r in in e z e ld e n b e r i k u lla n a g e ld iğ i ö z e l b ir
d ild ir .. Y a n i h a k ik i B e k t a ş i le r i n ö z e l d ilid ir .
B ir ik i m is â l i l e b u n u t e y i d e d e lim . B a k ın ız b ö y l e b ir is i
n e der:
Zincir kar eylemez bizlere sofi
Bin can ile bir cânâna bağlıyız
Y a n i: ( E y z â h id ! S e n , b iz le r i z in c ir le r e v u r s a n , y i n e b iz
y o lu m u z d a n d ö n m e y iz . B iz im b i n c a n lım ız v a r d ır , h e p s in i d e
H ü s e y i n y o l u n a k o y m u ş u z v e o n a ö y l e b a ğ la n m ış ız .) — B u r a ­
d a k i c â n â n lâ f z ı, H ü s e y i n m â n a s ın a g e lir —

Diğer birisi de:


Yitirtmiş şahid-i mabudunu lebteşne gurbette
Bugün mecnun gibi sahra neverd-i Kerbelâyız biz
- Hilmi Dede Baba •
276 BEKTAŞÎLİĞİN iÇ Y üZu

Der. Bu beyitten de anlaşılan mana şudur:


(Sususzluktan dudakları yanan sevgilimizi gurbet diya­
rında biz kaybettik. Bu gün mecnun gibi Kerbela sahrasına
düştük, yana yana onu arıyoruz).
îşte Bektaşîliğin bütün ruhunu açığa döken kısacık söz­
ler!
*

D ertli Babanın da bir şiirini şuracığa yazmaktan kendi­


mizi alamadık. Dertli’nin her zaman Hüseyin için yanıp yakıl­
dığını görenler, onun cidden vefakar bir H üseyin dostu olup
olmadığını anlamak istemişler. Eline bir ustura tutuşturarak:
«Hüseyin aşkına bunu boğazına çal!» demişler (1 ). Usturayı
eline alan Dertli, hiç tereddüt etmeden boğazına çalmış. Bu
işi hakikaten yapacağını sezenler, eline sarılarak usturayı geri
almak istemişler ve almışlar, fakat daha süratli hareket etmiş
o!an D ertli’nin boğazını ustura bir miktar kesmiş ve kanları
akmış. Bu şiiri irticalen o zaman söylemiş.

Şiir şudur:

Kays veş sahralara düştüm çok efgan eyledim


Leyli veş beytül”hazende hıln-i giryan eyledim
Dâmen-i sabrım tutup çâk-i giribân eyledim
Soyunup abdal misali cismim uryân eyledim

Kendimi aşkm yolunda dosta kurban eyledim


Gerdenim mecruh edüp kestim kızıl kan eyledim

Tâ ezel M canıma sılz-i Hüseyn’den düştü nâr


Ateş-i hicranına sabretmeğe tâkat mi var
il ne derse koy desün sevdim Hüseyn’i kâr zarar
Gitti elden dâmen-i esb-i inan-ı ihtiyar

Kendimi aşkın yolunda dosta kurban eyledim


Gerdenim mecruh edüp kestim kızıl kan eyledim

(1) U sturayı D ertliye sunan K ü rt B eylerinden A lişan B ey olduğunu


r iv a y et ederler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 277

Tir-i aşkın merhem ettim derd-i bi dermanıma


Etmedi dağlar tahammül, kıldığını efganırna
Bir nişan ettim efendim şâh şehid sultanıma
Rûz-i mahşerde gelüıı baksın benim gerdanıma

Kendimi aşkın yolunda dosta kurban eyledim


Gerdenim mecrûh edüp kestim kızıl kan eyledim

Ben beni, adem sanırdım hayvaıı-ı natık menem


Gerçekim vadinde kizbi olmayan sadık menem
Her ne denlû cevrederse mihnete layık menem
Hayre dair bir amel yok fâeir-ii fâsik menem

Kendimi aşkın yolunda dosta kurban eyledim


Gerdenim mecruh edüp kestim kızıl kan eyledim

Rahın kıl ya rabbena (Dertli)-i pürisyanına


Ralımeten lil-âlenıîn ismi düşüptür şanına
Enbiya vü evliya muhtaç senin ihsanına
Baş acık yalm ayak durduk nice, divanına

Kendimi aşkın yolunda dosta kurban eyledim


Gerdenim mecrûh edüp kestim kızıl kan eyledim

B ir de, A sk î D c d e ’n in su b e y tin e bakınız:


Yalnız mah-i Muharrem’de değil, her suph-u şiim
Ağlarım şah-i Hüseyn-i Kerbela için müdâm

N e v r e s d e b ir m ersiy esin d e:
Nize üzre ser-i piirhu n-i Hüseyn'i göricek
Hayretinden baş açık dağlara çıktı hurşid (!)

(1) B u beyit. «Muhteşem-i Kâşanî» den mülhemdir:


«Horşid ser bu rehne benm zed zekûhsâr»
. — Muhteşem —
278

Der. Açık Türkçesi:


(Güneş, İmam H üseyn’in ^ m lı başını bir süngünün üs­
tünde görünce, hayretinden dağlara çıktı.) demektir.
Bir çok urefanın, şuaranın, üdebanın Hüseyin için söy­
ledikleri bu müthiş sözler, şayanı dikkat ve hayrettir.
Son hükmü, asrımız şairlerinden Basri Baba ne güzel ve-
ri,yor:
Arif ol, rehrev ol, muhibb-i Hüseyni ol
Rah-i hakka ancak budur doğru yol!


SON SÖZ...

ÖZ SÖZ..

Sayın okuyucular:
Bektaşîlik edebiyatını dikkatle suzup mütalâa edenler,
titizlikle üzerinde durup, eserlerini kelime bekelime iyice
inceleyenler, bir hakikat görüp sezinlemiş ve kavrayabilmiş-
lerdir ki, o da, bu sözlerin ifade ettiği ruh ve mânanın bütün
ledünniyatı bir noktada birleşerek, tam bir insan-ı kâmil şek­
linde, Ali kullarının muhayyilelerinde, nurdan bir heykel gi­
bi kendini göstererek (Hüseyin) çehresiyle tecessüm ve arz-ı ı
endam etmesidir.
Zaten mutasavvifenin ve vahdet-i vücud erbabının özel
kanaatlan da bu merkezdedir. Onlarca, insan-ı kâmil denilen
hak, sanki, bütün mükevvenatın bir havada döğülerek terkib
edilmiş halitasından, mâcunundan başka bir cevher değildir..
Yani, âdem-i kâmil — mükevvenat-ı âlem — âdem-i kâmil­
dir.
Onun için, bazı tasavvuf kitaplarının, ta başında (bes­
mele) yerine (bismil’kevnül-câmî) diye başladığını görürüz.
Tıpkı, Bektaşilerin (Bism-i şah) diye başladıkları gibi,
Mutasavvıflara göre, ezel ve ebed tâbiri, ancak müpte-
dilere tefhim için kullanılmış birer kuru isimden ibaret olup,
hadd-i zatinde ezelde var olan her şey, yine vardır. (Elyevm
kemakân), (el’ân hüve hüve) dir.
*
**
280 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Şimdi biz, mutasavvıfların nazariyelerini burada bıraka­


rak, Bektaşîlerin bu husustaki özel kanaatlarına dönelim:
M utasavvıfenin (K evn-i câm î) diye kabul ettiği (İn-
san-ı kamil) nazariyesine, Bektaşiler de iştirak ederler. F a ­
kat, onlarca bu mefhumdan murad, doğrudan doğruya cenab-ı
Hüseyin’dir. Ayrıca hayallerinde mevhum bir insan-ı kâmil
taşımazlar. Ayan beyan olm ayan hiç bir şeye inanmazlar. On­
larca, ezel, ebed sırrı, hep H üseyin’le başlar. H üseyin’le de­
vam eder. Hüseyin’le nihayet bulur.
Onların kalbinde kökleşmiş olan akideye göre, her yer­
de, her mekânda, her zaman var olan M evlâ, ve mükevvenât-i
âlemde fermanfermâ olan tek hakikat, Hüseyin sırrından,
onun müşahhas timsâlinde tezahür etmiştir.

Bu itibarla p -3'-ry W i âyet-i


celâlesinin mâsadakı, sanki Hüseyin’in şahsında tebellür etmiş
ve onun hüsn-ü cemali, bütün kâinatı sarmış ve her yerde gö­
rünmüş ve her eşyada tecelli etmiştir.
Bektaşiler, taşıdıkları bu itikadları yüzündendir ki, haki­
kati bilmeyenlerin menfuru, dört mezhebin de merdûdu ol­
muşlardır.
Bektaşiler ( !) hiç bir kâr veya zarar düşünmeden bilâ-
pervâ H üseyin’i sevmişler, yalnız onu bilmişler ve yalnız onun
kulluğuna bel bağlayıp boyun eğmişlerdir.

*
îji sfc

Yine Bektaşilere göre, Hüseyin’in şehâdete mazhar oluşu


(D in-i Mübin-i Ahm edi) y i ihyâ etmiş, yani Hak yoluna kur­
ban gidişi, beşeriyyete hidâyet yolunu gösteren bir m eş’ale
olmuştur. Dinimizin incelenm eye değer bir sırrı varsa cidden
işte buradadır.
Üzerinde bu kadar durulan, bu kadar önem verilen bu
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 281

sır, bir safsata değildir. K ıym eti bilinmeğe lâyık bir cevher.
mâhiyeti incelenmeğe değer bir anlamdır.

Eğer bunu biraz eşelersek (anlam ) diye kullandığımız,


tâbirin neden ileri geldiğini anlamış olur, şüphesiz bize hak
verirsiniz:
M uhammed’le Ali, dünya evinden âhirete çekildikleri
zaman, parlayan din güneşini kara bulutlar sarmış, gözlerden
saklamıştı.. D ünyaya başka peygamber gelmeyecekti.. Bu m üj­
deyi şeytanlar çok daha evvelden haber almışlar, kalblerinin
karanlık bir köşesine intikam hınçlarını yazmışlardı.
Binaenaleyh, bu fırsat zuhur etmiş, kendilerine at koştu­
racak geniş bir meydan açılmıştı. Gözleriyle bunu gördüler,
sevindiler, derhal faaliyete geçtiler. Ellerine sihir çubuklarını
aldılar, gafil insanların ayaklarını sezdirmeden çelm eğe başla­
dılar.
Her taraf kâbus içindeydi.. Ali’nin yerini alan İmam-ı
Hasan’ın halifelik güneşi gurub zamanına rastlamış, az zaman
sonra ortalığı karanlıklar basmıştı. D ünya karanlıklar içinde
çalkalanıyordu. Kurulan din binası, inhidâma yüz tutm uş ça­
tır çatır çatırdıyor, ortalığı öyle bir karanlık kaplamıştı ki, göz
gözü görmez olmuştu.
Zifiri bir karanlıktı, bu..

Tıpkı M uaviye ve oğlu Y ezid’in kalbleri gibi kapkara ol­


m uştu bu âlem..
Bu zifirî karanlık sanki, (H ak) ile (B âtıl) ı, herkesin
gözlerinden gizlemişti.. Kimse bunu seçemez olmuştu. Herkes,
karanlıklar içinde yuvarlanıyor, acı bir imtihan devresi geçi­
riyordu.
BEKTAŞll.îĞÎN İÇYÜZÜ

Bu karanlığın yer yüzünden çekilmesi, hak ve hakikat


güneşinin doğması lazımdı..
Fakat bu, kurban istiyordu ..
Doğacak hak güneşinin ateşin kızıllıkları, kan istiyordu,
kan!..
Kızıl kanla doğmaJıydı bu güneş. .. '

Öyle kızıl kanla doğm alıydı ki, bu kızıllık bir daha göz­
lerden ufü.1 etmesin.. her sabah ciddi mü’minler yerlerinden
kalkınca, o kızıllığı güneşle beraber görsünler.. O kızıllığı her
gün gözlerinin önünde müşahede ede dursunlar.. Bu kızıllığı
görüp duran gözler, Hüseyin’i hiç hatırdan çıkarmamış olsun­
lar.. Hiç bir an, Hüseyin’i unutmasınlar ve ona teabbüd edip
dursunlar.. _

Şairin:

Leb kızıl, ruhlar kızıl. desünde eam-ı mey kızıl


Kim kızıl olamaz o anda görse ruhsinn senin?

dediği gibi, Hüseyin’i böyle kızıl kana bulanmış görenler, ken­


d ile r i d e o n u n kızıl rengine boyansınlar.. icabında, başlarını H ü ­
seyin aşkına top gibi oynamakta zerre kadar tereddüd etme­
sinler..
*
**

Cenab-ı Hüseyin, Kerbelâ’da bütün eshabını, yaranını,


bütün kardeşlerini ve körpe kuzularını kurban verdikten son­
ra, sıra kendisine gelmiş, mukannî delillerle karşısındaki taş^
yüreklileri m at etmiş ve harbe tutuşmuştu. Etraftan yağmur
gibi oklar yağmağa başlamış, mübarek teni kalbur gibi delik
deşik olmuştu.. Vücudunun her tarafından kan çeşmeleri akı­
yor, yüreği de susuzluktan cayır cayır yanıyordu..
B öyle bitkin bir haldeyken, Yezidileri kıra kıra Fırat su­
yuna kadar ulaşabilmişti.. Fakat suyu, bir türlü içemiyordu.
Fıratın suyu bile, sanki. Hüseyin’den utanarak kıpkızıl kesil
BEKTAŞÎLÎĞtN İÇYÜZÜ 283

mişti.. Yahut, su bile, canını, kanıııı H üseyin uğruna dökmüşe


benziyordu.
îşte şair, yukarıdaki tek beyitle, Hüseyin’in bu acıklı ha­
lini tasvir etmiştir..
*
**
Başka bir şairimiz de, şu sözleriyle Hüseyin'e nasıl derd
ortağı oluyor? *
Rakınız:
Çıkıp dört köşeyi seyrân eyleyen
Yârelerin mende imam Hüseyin (1)
Hak için canını kurban eyleyen
Yârelerin mende imam Hüseyin

Mü’ıııinlerin bâde sunar elinde (2)


ölsem gerek, arzum kaldı yolunda
Şehid düştün KerbeU’nın çölünde
Yârelerin mende İmam Hüseyin

Mü’minlerin gülbengini çekiyor


Aşk ateşi bu sinemi yakıyor
Daha kanın ılgıt ılgıt akıyor
Yârelerin mende imam Hüseyin

Kalbimin aynası, gönlüm ya^sı


El’aman dergâhtan yâd etme bizi
Her (dem) de baş verir gerçekler sözü
Yârelerin mende imam Hüseyin

CHel Etâ) şanında okunur âyet


(Lânazir) sin (Kul hüvaUabü ehad)
Cümlemizi mahrum etme ta ebed
Yârelerin mende imam Hüseyin

(1) Bektaşîler, bu mersıyede geçen (yara) kelimesini (yare) diye


okudukları için, onların telaffu:runa göre yazdım.
(2) işaret ettiği «bâde» müskirat dolu bâdelerden değildir, bbuna «Sa-
kahüm şerbeti» derler. Bu, cem birleme zamanında sebil ^sahihlerine su­
nulan selsebil suyudur. Nitekim erkan ^bahsinde geçti.
284 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

Hakikat evinde gizli sır olan


Daim mii’minlere destigir olan
Sensiz bu dünyayı neylesin (Burhan)
Yârelerin mende im am Hüseyin

***
- •
B u r iy â s ız m ü s lü m a n ın , C e n â b - ı H ü s e y n i n a s ıl b ir g ö z le
g ö r d ü ğ ü n ü , n a s ıl f e r y a d e t t iğ in i, (s e m m e v e c h u lla h ) sır r ın ı
n a s ıl k a v r a d ığ ın ı, o n u n y o lu n a c a n ın ı f e d a e t m e k a r z u s u n u
n a s ıl a ç ık la d ığ ın ı a n la d ık .. B ir d e K a z ım P a ş a m e r h u m u n ş u
b e y it l e , n a s ıl c a n f e d a d ile ğ i n d e b u lu n d u ğ u n a b a k a lım :

Râh-i aşkında şehâdettir muradım, .hasıl et


Kıble-i erbab-ı hâcıit ü rirâsın yâ Hüseyn

S ö z ü n k ıs a s ı:
N i c e n ic e y ü z y ılla r ın ü s t ü n d e n a t l a y a a t la y a z a m a n ı­
m ız a k a d a r s ü r ü k le n ip g e le n , C e n a b - ı H ü s e y i n ’in b u h â ile v ı
h a t ır a s ın ı, y a l n ız b u im a n ı s a r s ılm a z B e k t a ş île r in , h e r ( a n )
v e c d iç in d e , iç le r i a l e v a l e v y a n a r a k , k a h g iz li, k a h a ç ık t a ­
z e l e y i p d u r m a k t a o ld u k la r ın ı g ö r ü y o r u z ..
( A n ) d iy o r u m , b u k e l i m e h a y â lin iz d e n k a ç m a s ın ..
Ç ü n k ü , b u t â b ir g ö z a ç ıp y u m u n c a y a k a d a r g e ç e n , e n
k ıs a b ir v a k t i n m ik t a r ö lç ü s ü o ld u ğ u iç in , ç a b u k g ö z d e n k a ­
y a r ..
B u k ıs a v a k i t iç in e H ü s e y i n i s ığ d ır a b ile n le r o n u n k u lu
k u r b a n ı o lm a ğ a lâ y ık t ır la r . ( A l e v î , B e k t a ş î, H ü s e y n î ) d i y e
b ö y l e l e r i n e d e n ir .. B u s ö z ü m e k im s e c ik le r y ü k s ü n m e s in .. B u
ç a r e s iz b ö y l e d i r iş te ..
G e lm e g e lm e ... D ö n m e d ö n m e

S a y ı n o k u y u c u la r ım a :

H a k ik î A le v île r in , c id d î B e k t a ş île r in , h a k ik i H ü s e y n î l e ­
r in ö z e l h a lle r in i, y u k a r ıd a n b e r i, tü r lü tü r lü ş e k ille r d e , d e f e -
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ - 285

atla anlatmağa çalıştım, durdum.. Bunların kalblerinde saklı


olan iman cevherinin, islâm yolunda bütün varlığını feda eden
ve böylelikle müslümanlığı kurtaran H üseyin’in acı aşkından
tecelli ettiğini iyiden iyiye açıklandırdım, sanırım.
îşte, bu büyük izdirabı, bu aşkı benimseyen, yegâne ka­
vim, bu zümre olmuştur.
Ö yle bir zümre ki:
Bunların bütün ibâdeti, namâzı, niyâzı, kıblesi, her şeyi
yalnız (H üseyin) kelimesinde hulasa ve ifade edilebilir.
Oş:ıların bütün varlıklarını, benliklerini, şehidler serdârı
garib Hüseyin’in hüzn-ü elemi,
Mazlum Hüseyin’in âh-ü enini kaplamıştır.
Bu sebepten, onların dilleri, gizli gizli, daima
Ah Hüseyin, vah Hüseyin, Şah Hüseyin,
D iye yana yana (Esm ail’hüsna) çekmekten, gece gün­
düz Hüseyin’in hasretiyle feryâd edip çırpınmaktan, hıçkırıp
ağlamaktan ibaret kalmıştır.
Artık yazamayacağım. Kalemim ağlıyor..
Bir şairimizin öz dileğiyle birinci kısma son vereceğim:
BİR HAKİKAT KALMASIN ALEMDE ALLA^llIM NİHAN!!.

Sakiyıi! Mey sun, ki aşk-ı yâr ile bi-takatım


Evveli asan göründü, ihiri amma ne göç.
L Ü G A T Ç E

Ab — Su Alaka — İlgi
Abâd — Mamurluk Alül-il — Yükseklerin yükseği
Abd — Kul Amir — Emredici
A’da — Düşmanlar An — En kısa uzaman
Adâb — Edebler, terbiyeler An’ane — Töre
Afâk — Gözün görebildiği yerler, — Gök .yüzü
Gök yüzünün kenarları. Asitân — Dergâh
Ateşin — Ateş gibi yakıcı
Agâh — Anlayabilmek Avam — Halk
Ahlakı basene — Güzel huylar Avalim — Alemler, dünyalar
Ahfâd — Torunlar A’vân — Yardımcılar
Ahter — Yıldız Ayn — Göz
Ahz — Almak Ayş-ü ırilş — Yiyip içme
Abd — Yemin Ayb-bin — Kusur görücü
Ahsen — Çok güzel Aynel’yakin — Gözle görülen
Akide — inanç Ayin-1 cem — Tarikat adamları­
Alenen — Açıktan açığa nın toplantısı

B
Bab — Kapı Bünyad .— Temel
Bâd — Yel Bende — Kul
Bâde — İçki kadehi Bürhan — Nişan, delil
Bildire — Sıkıntılı iş Basit — Kolay iş
Bed^ye — Südü bozuk Bâtm — Gizli
Bihemta — Benzeri olmıyan Bay — Zengin
Biriya — Riyasız, samimi BeytaUah — Kâbe
Baid — Uzak — Meclis

C- Ç
Câli — Yalancıktan gösteriş Çiih — Kuyu
Cam — Kadeh Çar — Dört
Câmia — Topluluk Cebin — Altın
Forma : 19
290 BEKTAŞÎLiĞ:tN İÇYÜZÜ

Cüda — Ayrı düşmek Cenin — Ana karnındaki yavru


Ciddi — Hakiki Cür’a — Kadehte kalan son damla
Celâdet — Heybetli Cüst-ci — Araştırma
Celiil — Korku veren çehre Ç^m — Göz
Cemâl — Sevinç veren çehre

D
Dâd — Adalet Dil — Gönül
Dâdı-hak — Allah vergisi Dilaver — Pehlivan
Dıihi — Çok bilgi sahibi Dil’hâne — Gönül evi
Dâiye — İnsanın içinde bir hususa Dem çekme — Rakı içmek ve ne­
teşvik edici bâlet fes alıp vermek
Dânâ — Bilici
Debistan — Mektep Dür — İnci
Didar — Cemâl görme Dür — Uzaklaşma
Dide-i ^bina — Açık göz Derun — iç
Dehhaş — Dehşetli Dest — El
Dilir — Cesaretli Desti-gir — Elden tutma
Dildir — Gönül çekici dilber Deyr — Kilise

E
Ebed — En son Ensıil — Soylar, soplar
Ecsam — Cisimler, cesedler Enin — inlemek
Efgan — Şikayet Eracif — Uydurma sözler
Ef’al — işler Eshab — Sohbet edenler
Efsürde — Donuk, gayretsiz Eşk-i çeşm — Gözyaşı
Elhak — Pek lâyık Etvar — Tavırlar, hareketler
Envar — Nurlar Evrâd — Dilde söylenip duran
Enfüs — Nefisler dualar
Engür — ü^züm Ezkir — Zikirler
Enel’ha.k — Ben Hak oldum Ezel — En evvel

F-G
Fenafillâh — Allah yolunda feda- Garabet — Tuhaflık
karane çalışıp cinsini yok Gaşy — Kendinden geçme
etmek. Gavvâs — Yüzücü
Ferda — Yarın Gavamız — Anlaşılması güç olan
Fer' — Bir şeyin içinden ayrılan mâna
Ferman-ferma — Hüküm ve fer­ Gayretkeş — Gayret güdücü
manını yürütme Gaye — Son istek
Fesahat — İyi söz söyleyiş Gedâ — Fakir
Feza — Boşluk Gulgule — Gürültü koparmak
Gaddar — Zulmedici Gülbenk — Türkçe dua
BEKTAŞÎLlĞÎN İÇYÜZÜ 291

Gilman — Şek ve şüphe Gûş — Kulak


Gonca — Tomurcuk güI Güvah — Şahid
Gurub — Güneşin .batışı

H
Hah — Uyku Hernıeşin — Beraber oturmak
Habl — ip Hemişe — Daima, her zaman
Hablül’metin — Sağlam ip Hemrah — Yol arkadaşı
Hâk — Toprak Hempa — Ayağına uydurulan
Hame — Kalem Hemdem — Beraberlik
Hamaset — Kahramanlık Hezeyan — Perişan sözler
Handan — Gülücü Hevam — Böcekleı;
Haslet — Huy, sıfat Heyûlâ — ism i var cismi yok
Hatem — Yüzük llirs — Ayı
Hâki-pay — Ayaktozu Hilâl — Yeni doğan ay
Hâl — Şimdiki zaman Hicr — Ayrılık
Halite — Karışık şeyler Hilkat — Yaradılış
Ha^t — Dilekler Himaye — Korumak
Hakiki — Gerçek, haklı olan Hicab — Perde
Hayır-hah —- Hayır isteyici Hub — Güzel
Ham-ervah — Ruhu pişmemiş Huddam — Hizmetçiler
Hâl-i hat — Yazılmış ben Hurafe — Uydurma laf
Hassas — Fazla duygulu Hûk — Domuz
Haseneyn — Hasan ile Hüseyin, Hurrem — Sevinmek
iki güzel ,mânasına da gelir Hasran — Hasrette kalmak
Han: — Muska Hüsn-ü Mutlak — Allahın güzel
Haile — Tüyler ürpertici hal cemali
Hazer — Çekinmek Huzme — Halka, zincir halkası
Hazin — Elemli, kederli Hüzün — içten ağlayış
Heft — Yedi manasına Hımar — ^Eşek

1
İbda’ — Hüner yaratmak ihtar — Hatırlatmak
İçtihad — Kudreti yettiği kadar iktida — Uymak
çalışmak İkrarbend — Söz vermek, söze
icazet — Müsaade bağlanmak
iyd — Bayram iltimas — Korumak, arkaya almak
ifrat — Çoğa giden im;imeyn — iki lm^n (Hasan’la
ifti — Fetva vermek, müşkül hal­ Hüseyin)
letmek intibah — Uyanıklık
ifşa — Açığa çıkarmak inhidam — Yıkılmak
İğbirar — Gücenme irticalen — Düşünüp taşınmadan
iğfal — Aldatmak söylenen söz
ihfa — Gizlemek iradet — Dilemek
292 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ

tsstihdif — Hedef ve gaye tutmak lttibâ — Tâbi olmak, uymak


btıfa — Bir şeyin halis ve pakini izhar — Açığa koymak
seçip almak iztirab — Çalkanış, heyecan duy­
tstlnad — Dayanmak
tstinşak — Burna su çekmek mak
iştibah — Şüphelenmek izâfât — Sonradan eklenen
itham — Suçlandırmak izlâl — Kötü yol göstermek

K
Kân — Hazine Kübrâ — Çok büyük
Kabus — Dalgın uykuda basan a­ Kenz — Hazine
ğırlık Kün — Ol
Kadd-i mevzun — Düzgün boy Kesif — Kesafet peyda eden top­
Kadir-şinas — Kıymet bilen lu bulunan .
Ka’de — Oturmak Kürih — Hoşlanmamak
Karin — Yakınlık bulmak Küşa — Açmak
Kail — Söz söyleyici Küşade — Açık
Kal — Söz Kevkeb — Yıldız
Kaim — Ayakta dikilen

L
Lâcerem — Şüphesiz Lebteşne — Dudağı susuzluktan
Uhm — Et yanan
Lâmekân — Mekânsız, yersiz Lübbül'lüb — Bir şeyin özünün
Lâya'kıl — Aklı başından giden özü .
baygın Ledün — Gizli ilim
Lâyezâl — Zeval bulmayan, sonu Ledünniyat — Gizli ilimlerin içi
gelmeyen L e ^ — Kınamak
Leb — Dudak Leyi — Gece
Lanazir — Benzeri olmıyan Leyl-Ü nebar — Gece gündüz

M
Mat — Susturmak Masnû — San’atle yapılmış
Matlup — istenen Maske — Yüze geçirilen tutak
Mahfi — Gizli Mâzi — Geçmiş zaman
Mâhiyet — Bir şeyin iç yüzü Mazmaza — Ağızda su çalkalamak
Mahlûl — Bir şeyin mayiat içinde Mübeşşer — Müjdelenen
eridiği hali Mübin — Açıklayıcı
Mahzur — ^Çekinilecek şey
Mahrem — Görülmesi gizli tutu.- Mücrim — Günahkâr
lan Mücahede — Uğraşmak
Mağz — Bir şeyin özü Mübalâğa — Haddinden fazla yü­
Mâil — Eğri celtmek
Mâ^ür — Yenilemek Mücerred — Evli olmayan
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 293

Müdavim — Devam M erhale — Yol menzilleri


Meftun — Meyil göstermek, âşık Merdut — Kabul edilmeyip red
olmak olunan
Mefhum — Kastedilen mana Mestur — Gizli tutulan
Müfrit — ifrat derecede ileri git­ Mesrur — Sevinç duymak
mek Müşahid — Gözle gören, şahi:d
Muhit — Çevre, kaplayıcı olan, olunan
M ahviyyet — Yokluk göstermek Mü^ilmde — Gözle görmek
Muhtasar — Kısa kesmek Muhasebe — Hesaplama, hesaplag-
Muhayyile — Hayal kuvveti ma
Mir’ât — Ayna Müttaki — Fenalıktan çekinen
Miyah — Sular Müteselli — Teselli bulan
Muktedâ — Uyulan adam Müteehhil — Evli
M^saleme — Konuşma Metbû — Kendisine uyulan
Mekalid — Anahtarlar Merbutiyet — Bağlılık
Mukanna — Kanaat verici Mündemiç — Dürülüp sarılan
Mekir — Hile M utavvel — Uzun söz etmek
Mükevvenat — Dünya Mutasavvife — Şiddetli riyazatlar-
Memûl — Ummak la Allahı arayanlar
Mümanaat — Men’etmek, esirge­ Muannid — inad edici
mek Muattal — Boş bırakılmış
Mümtaz — İmtiyaz kazanmış Metrûk — Terk edilmiş
Memduh — öğülm üş Mâbed — İbadethane
Men — Ben Muarız — itiraz eden, karşı koyan
Münferid — Tek başına Müşkülpesent — Olur olmaz şeyi
Munafık — Yalancılıktan müslü­ beğenmeyen
man olan Muasır — Bir asırda yaşayanlar
M inend — Menendi, benzeri olan Muin — Yardımcı
Münafered — Karşılıklı nefret Mûterif — itiraf eden, ikrar eden
duyma Mevhum — Mevcut olmayan şeyi
Menşe’ — Bir şeyin ilk çıktığı şey var gibi görmek
Menba — Kaynak Meveddet — Muhabbet izhar etmek
Münzel — Nâzil olan, inen Meyan — Ara
Menfur — Tiksinilen Meziyet — Fazilet, kemâl
Mürde — ö lü Müzmahil — Perişan olup dağıl­
Merdane — Erkekçesine mış
Mersiye — ö lü için ağıt Mezabir — Kâinat âlemi

N
Nâr — Ateş N âzik — Kibar
Nâdan — Bir şey bilmeyen N âleyn — Ayak kabları
Naçiz — Değersiz Namerd — Kimseye iyiliği dokun­
Nafiz — Nüfuz edici, işleyici mayan
Nazariyat — Gözle görülebilen Nazariyye — Görüş
N a^-i kati — Hükmü câri Kur’an Nebze — Azıcık
âyeti N efh — Üfürmek
294 BEEKTAŞILtĞtN İÇYUZti

Nihan — Gizli Nigah — ^Bakış


Nist — Yok Nümayiş — Gösteriş
Nisyan — Unutmak Neverd — Yürüyücü

p
Payidar — D^m ve beraber Penak.nahgih —Sığınılacak yer
Pâyimal — Ayaklar altında kal'^mak. Peyker — Çehre
Pür — Dolu Pir-i müğân — Meyhanecilerin ba­
Perver — Besleyici şı, Mürşid manasına da ge­
Penah — Sığınmak lir

R
^Rah — Yol Rehnüma — Yol gösterici
Rahşan — Parıldayan Ruh-urruh — Ruhların ruhu
Raks — Oyun IUnd — Kalender
Ravza — Bahçe
Ricâl — Erkekler Rind-meşreb — Kalender yapılı
Rücâlülgayb — Gaib erenleri Remz — İşaret
Ru — Yanak Reyhan — Fesleğen çiçeği
Ruhsar — Alyanak Rfız — Gün

s
Sâde-dil — Gönlü temiz Seciye — Terbiye
Sad-hezar — Yüzbin Ser — Baş
Sâim — Oruç tutan Sergerdan — Başı dönen
Silik — iyi veya kötü yola, işe Server — Başbuğ
giden Seviyye — Aynı ayarda
San — Dilenci Sevâd — Siyahlık
Sâlif — Geçmişteki Seng-i hâri — Kara taş
Sahbi — Şarab Selsebil — Yağ gibi kayıcı lezzetli
Sâri — Bulaşık. su
Sâlus — Hile ile kandırmağa çalı­
Sernügıin — Baş aşağı
şan Se^me-vcchullah — Alla^rn par­
Safsata — Manasız söz
Sebak — Ders layan cemali
Sebkat — öne geçmek Süfli ihtiras — Alçak. arzular
Sebil — Yol Sühanver — Güzel söz söyleyici
Sübuhat — Çekilen !;ey (tesbih Sine — Göğüs
gibi) Sil-i eşk — Göz yaşı
Sudur — sâdır olmak, çıkmak Sırdaş — Sır ortağı
Sıdkalyakin — Doğrulukla yakın Silseletüzzeheb — Altun silâle,
olmak (Muhammed Ali soyu)

r
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 295

ş
Şeam et — Uğursuzluk Şinaver — Yüzücü
Şebeke — Ağ, parmaklık Şîr — Arslan
Şehaınet — Kahramanlık Şeşcihet — A ltı taraf
Şehinşah — Şahlar şahı Şûride — Hali perişan

Ta’n — Dil uzatmak, zemmetmek Tehi — Boş


Tasnif — Ayırmak Teşne — Susuz
Tahmir — Yoğurmak T ^ ^ ^ — Tenbellik etmek
Tarfetül’ayn — Göz açıp yumun- Tekim ül — Kemâlât sahibi olmak
caya kadar Telkin — Kulağa duyurulan söz
Tavaf — Ziyaret Tevazu — A l^ k gönüllülük gös­
Tahriş — Tırmalamak terme k
Tavr — İnsanın gideri
Tavzih — Açıklama Tekrim — ikramlandırma
Tebcil — Büyüklendirme Temerküz — Bir noktaya derleyip
Tafsil — Etraflıca anlatma toplama
Tefsir — Mâna verm ek Teşebbüs — tık işe başlamak
Teabbüd — Tapınmak Tereddüt — Karar verememek
Teemmül — Düşünmek Terennüm — ötm ek
Teammüden — Kasden Tevliyet — Mütevellilik.
Teeyyüd — K uvvet bulmak
T evâk — Vetıka ile sağlama bağ-
Te’lif — Birleştirme
l^ a k
Tecelli — Ayan görünmek
Tecessüm — Cisimlenmiş görün­ Tezhib — Altun s ü ^ e k
mek Tezkiye — Salah-i bal
Teğanni — Nağmelemek, sıralamak Tezarrü — Yalv^armak
Tehammülfersa — Sabır ve teham- Ti^nısal — Suretlendirilmiş
m ül edilenliyen hâl Tıynet — Maya, hamur

U-0
Ulyâ Yüksek ü'ssül’esas — Temellerin temeli
Usret — Güçlük ü'fUI — Galib olan

Vecd — Zevk, şevk Visâl — Kavuşmak


Vech — Yüz Vuslet — Ermek, erişmek
Vehm — Korku Velvele — Gürültülü ses
296 BEK TA ŞÎLiöîN İÇYüZÜ

Y
Yave — Boş yere Yed-i bey7.i — Nurlu el
Yek — Bir Yekvücut — Bir vücut
Y e ^rne — Biricik Yekta — Benzeri olmayan
Ye ^ k ıe k — Bir bakış Yeknesak — Birbirine benzeyen

z
ZıUıib — Sanmak, sanıcı Zımnen — Sözün iç yüzünden işa­
zaU — Yok olucu ret
^ t-i mutlak — Tanrı Zünnar — Papazların beline bağ-
Zaviye — Köşe, bucak ladıklan kemer
Zübde — Bir şeyin hülâsası Zinde — Diri
Zeheb — Altın Ziver — SSüs
Zıl — Gölge Zındık — Ebû-Bekir, ömer, Os-
Zulmet — Karanlık manı sevmiyenlere ehli-
Zümre — inancı bir insanlar top­ sünnet adamlarının taktığı
luluğu isim. .

You might also like