Professional Documents
Culture Documents
M. Tevfik Oytan - Bektaşiliğin İçyüzü 1
M. Tevfik Oytan - Bektaşiliğin İçyüzü 1
BEKTAŞİLiGiN İÇYÜZÜ
Dibi, Köşesi, Yüzü ve Astarı
Nedir?
Cilt: 1
4 üncü tabı
^Sahip ve Naşiri
İSTANBUL ^MARİF KİTAPHANESİ
Ankara caddesi No. 46 — 83
MCMLVI
İstanbul Kitaphanesi MattJaası;
— ®
- -<Y •
Türkçesi:
E y ehl-i beyt! Cenab-ı Hak, sizden «rics»i (y a
ni: maddi ve manevi günahı) gidermek ve sizi tama-
m iyle tem iz bir hale getirmek ister.
m--------------------------------------------------
Ö N SÖ Z
B U E S E R İN K IY M E T VE E H E M M İY E T İ
SÜ N N İ V E BEK TA Şİ TA RTIŞM A LA R IN IN
• SEBEBLERİ
(1) Bu iki muhteşem tekkenin, bugün harab olmaya yüz tuttuğu görül
mektedir. Vaktile milyonlar sarfile meydana gelmiş olan bu şaheser bina
ların, bu müstesna âbidelerin (asar-i atika) nokta-i nazarından olsun, mu
hafazaları ieab ederse de, bakıldığı yoktur. Kubbelerin kurşunları bile, hır-
.sızlar tarafından soyulmaktadır.
(2) Bu zevatın kendi el yazılarının klişesi eserimize konmuştur.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 11
BU E SE R İN M U H TEV İYA TI
A BDÜ LM EC İD VE ABDÜLAZİZ D E V İR L E R İN D E
SU LTA N SE Y İD BATTAL VE SU LTA N ŞüC A A D D İN
D ERG ÂH LARINDA PO ST N E ŞİN L E R
B U ŞA İR LER İN N EFES VE BU Y R U K L A R IN IN
GİZLİ K A LM A SIN IN SEBEBİ
*
GENÇ ABDAL
NASIL N A SİP ALDI?
1
^ u..;*
• • . *-
r '1
/.'•»• - • ‘ 1P n J
c . #
• *'
i ; *• • 11
ı.:,.., —
•
> ^
•
d ,)f ’ . J . r
\ .S - ^ ,
j / l-d; l-d; , Ö J.r. 0 ^ —
1
--{j
->(..i
(Bu şiir 28 numaralı şiirdir. Eserden takib ediniz.)
Genç Abdal, Şücaaddin Veli dergâhında, zamanla ve
keman çalmasını öğrenir, şiir söylem eğe başlar.
N E FE S, .DÜVAZ, Â Y iN
(1) Genci 1290 tarihinde (85) yaşında vefat etmiş, tekkenin Garibler
mezarlığına defnedilmiştir.
20 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
D Ü ŞK Ü N L ER
pı, seıin rızanda-, istediğini yapana tevekkül ederiz, yani teslim-i ümûr
ederiz.
Şair Ali tlhami'nia el yazısı:
I y?) ı. ,
f?,7 '.Y
tt,;. 1 .Y., ^ ; ,/ / ^ L ırf
^ l \ \ ^ ' v . .? 2 ı :.
J. ) f ) ) ; i ^ ^-v;- ^ ,}>
ı/ } ) ) t; ^ ^
t-
:26 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 2 — .
(1 )
izah:
Yukarıdaki nazımlar (Düvazdeh-i İmam) dır. Evvelce
de anlattığımız gibi, Bektaşiler, On İki İmamın isimlerini ha
vi şiirlere, kısaca (D üvaz) derler ve bu D üvazlan dinlerken
de ellerini kalblerine basarak. (Allah, Allah) diye hafif yollu
tempo tutarlar.
— 4 —
izah:
Genç Abdal, bu nefeslerile (A li) den istimdât ediyor.
Birinci nazım açıktır, tavzih istemez. İkinci nazmında (A li) ye
hitaben: «Senin cemalini gördüm salâvat getirdim, ayaklarına
kapandım, işte (Allahın mazharı budur) dedim. Ben zaten ta
Elestü meclisinde ikrara gelm iş ve imanımı kalbimin köşesin
de gizlemişim.
E y güzel şah! Ben senin kahır ve lûtfunu bir bildim, sen
den gelecek her kazaya bel bağlayarak (Allah, eyvallah) de
dim, ben meydanda - yani, ayini cemde - tevellâ, temenna âdâ-
bını yerine getirdim, başımı eğdim, niyaz ettim.
E y efendim! Ben senin huzurunda çok hatalar ettim, bu
nu mfıterifim, binaenaleyh senden affı kusur diliyor ve günah
larıma tevbe ediyorum. Bütün kerem sahiplerinin huzurunda
kesin söz veriyorum ki: Ben Kerbelâ’da yatan İmam Hüse
yin için canımı, başımı fisebilillâh fedaya hazırlandım, benim
içimdeki aşk çırağı uyandı, dostumun sunduğu doluyu içince
kandım ve elhamd-ü lillâh şahımın hüsn-ü nazarile gaflet uy
kusundan uyana geldim» diyor.
— 5 —
İzah:
Bektaşîlerde bu kabîl şiirlere (Zülfikam am e) derler.
Bektaşî şairlerinin hemen hepsi de buna benzer Zülfikama-
meler yazmışlardır. Bilhassa yakın tarihin şairlerinden İstan
bullu M ehmed Ali Hilm i D ede Baba ile Beypazarlı Dertli’nin
ve 16 ncı asır şairlerinden Sürûri Dedenin Zülfikamameleri
şayanı dikkattir.
Tarihlerin yazdığına göre (U hut) gazvesinde, islâm or
dusunun mağlûbiyeti ve Hazreti Peygamberin iki dişi şehid
olduktan sonra bir çukura düşmesi üzerine:
— M uhammed öldü.
D iye ibn-i K um eyye’nin çıkardığı yaygarayı işiten boz
gun İslam askerlerinin, büsbütün kuvve-i mâneviyeleri sarsıl
mış ve perişan bir halde etrafa dağılmışlardı. Bu sırada M u
hammed:
— Edrikni ya Ali! (yani, yetiş ya Ali)
D iye bağırmış, Ali de Hızır gibi imdadına yetişmiş, . ve
İslâm Peygamberini çukurdan çıkarmıştı. Pek bitkin bir hal
de bulunan Hazreti M uham medi bir kayaya yaslandıran Ali,
İslâm Peygamberinin önüne geçmiş ve her taraftan hücum
eden düşmana karşı onu müdafaaya koyulmuştu. B u sırada
Alinin kılıcı kırılmasiyle İslâm Peygamberi kendi belinde bu
lunan Zülfikar adlı kılıcını Aliye vermiş ve Ali de bu kılıçla
her taraftan hücum eden düşmanı yıldırm aya başlamıştı.
İşte bu sırada Hazreti Muhammed, Hazreti Ali’nin kuv
vetini izhar eden (L â feta illâ Ali La seyfe illâ Zülfikar) veci-
zesini söylemişti.
— 6 —
İzah:
İslâm tarihlerinin ittifakla söylediklerine göre, İsiâm
Peygamberi, M edine ile Suriye arasında bulunan ve müslü
manların Suriye yolunu kesmeye çalışan Hayber kaleleri üze
rine yürüdüğü zaman Hazreti Ali’nin orduda hazır bulunma
dığını yazar ve şöyle anlatırlar:
« İslâm Peygamberi 1700 kişi ile Hayber üzerine yürü
dükten sonra kale sakini bulunan yahudiler, kalelerine çekil
miş ve her gün kaleden çıkarak müslümanlarla muharebe et
meğe başlamışlardı.
Hazreti Muhammed, her gün kumandayı ordudaki sa
habelerden birine veriyor ve bunları kale üzerine sevk ediyor
du. Muhasara işi en son Ömere, ertesi gün Ebubekire, daha
ertesi gün yine Ömer’e tevdi edilmiş. bunlar da muvaffak ola
mamışlardı.
O gün de Ömer’in savaştan eli boş döndüğünü gören
Peygamber, büyük bir teessür duydu ve Sahabelere hitaben,
tarihte Ra’yet Hadisi diye şöhret alan meşhur Hadisi söyledi,
dedi ki: (— Yarın bayrağı bir insana vereceğim ki o, harpte
mükerrer hücumlar yapar ve katiyyen harpten kaçmaz. O, Al
lahı ve Allahın Peygamberlerini sever, Allah da, Allahın P ey
gamberleri de onu severler).
Sahabeler, Peygamberin bu sözlerinden onun Ali’yi kas-
dettiklerini anlamışlardı. Fakat Ali, orduda değildi.
Selman, Ammar-ı Yâser, Ebâzer, gibi Ali’yi seven sa
habeler, Peygamberin bu sözlerinden Ali’nin o gece geleceğini
anlamış onu karşılamak için yol üzerine çıkmışlardı. Erken
den Ali’nin D üldül’e binerek geldiğini görmeleri üzerine he
men Peygambere onun gelmekte olduğu m üjdesi verildi
Hazreti Muhammed de Ali’yi çadırının kapısında karşı
layarak ona sarıldı. V e ona hâdiseyi anlattı. Hazreti Ali:
40 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 9 —
— 10 —
tzalı:
Biz, bu nazımların içinden yalnız (T evellâ) (Teberra)
meselesini ele alıp inceliyeceğiz:
Tevellâ, Teberrâ’nın mânası, m ütesavvifeye göre: Kişinin
kendi nefsi ile mücadelesidir. Yani, nefsini düşman bilerek,
onun arzularını yerine getirmemek, tezkiye-i nefs hâsıl olun
caya kadar uğraşmak, bir an mücahede ve muhasebeden hâli
olmamak, ibadetten başka bir şey düşünmemektir.
Mısri-i Niya?J:
Adıivet kılma kimseyle, sana nefsin yeter
Ki zira senden ayrılmaz, ömür ahir olunca tâ
(H iç kim seyle düşmanlık yapma. Kendi nefsin sana öyle
bir düşmandır ki, ömrünün sonuna kadar senden hiç ayrıl
maz) demektir ki, pek doğrudur.
42 BEKTAŞÎLİÖtN İÇYÜZÜ
İzah:
(Y âr ile oturup kalkmayan, yârin kim olduğunu ne bil
sin? Yârini farketmiyen, düşmanını nasıl ayırd edebilsin?.
Bu yola girmeyen ve aşk sevdası çekmiyen kimse, âşıkın
maşûku olan dildarın kim olduğunu ne bilsin?
E y gönlümün yoldaşı. Mürşidin elinden aşk şarabın içip
mest olmayan bir adam, ayıklığın halini bilir mi?
Aşk ilmini, irfan mektebinde okumayan bir kimse, bir
bakışta gözü açık arifleri karşıdan nasıl tanıyabilir?
E y Genci! Aşk sırrını nâdâna açmaktan vaz geç, çünkü
böyleleri gönülde dolaşan aşk mânasının sırlarını anlamaktan
çok uzaktırlar.)
— 12 —
Sevdiğim dilberin zat-i envari
Bilinm ez bir zaman, böyle gider bu
Hakikat mahzeni sırr-ı esrarı
Bulunmaz bir zaman, böyle gider bu
Niır-i veçhin nedir nakş-i bünyadı
H att-ı hâlin nedir kimdir üstadı
Gayet müşkül olur gönül muradı
Alınmaz bir zaman, böyle gider bu
Türlü cefa ile uşşâka bakup
Aşkın ateşine sinesin yakup
Şive-i naz ile O dilber çıkup
Salınmaz bir zaman, böyle gider bu
Genci bu devranın fenn-i nakkaşı
Canıma kâr etti derd-i gam taşı
Ağlayu ağlayu gözlerim yaşı
Silinmez bir zaman, böyle gider bu
— 13 —
Y ine katarlanmış aşkın kervanı
Çekip gidiyorum dost ellerine
Erenler cem’ olmuş Pir-ü civanı
Kemerbest bağlamış hep bellerine
Doğru yola giden m enzile yeter
Birlik devranında m uhabbet ister
48 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 15 —
izah:
Genci’nin bu sözü sade değildir. Tefsiri güçtür, ç^ ^ ın
Kur'andan bazı kelim eler araya giriyor. Binaenaleyh gücümüz
yettiği kadar anlatalım.
Genci demek istiyor ki:
(— E y şâh! Senin yüzünün nuru, âşıklara kıblegâh ol
muştur. Yani, âşıkların gözleri senin cemaline takılıp kalmış
tır, senden hiçbir veçhile gözlerini ayıramıyorlar. B u sebepten
can v e gönül şehrinin, daima secdegahı sen oldun.
Senin cemalindeki siyah benlerinin nakşini birbir oku
yanlar, senin sırr-ı zâtini fehm ettiler, meseleden bizi de haber
dar ettiler ( 1).
Senin Zülfikar gibi göze çarpan kaşların, iki yaya benzi
yor, yahut iki yayın arasındaki mesafe kadar birbirine yakın
dır. Senin bu güzel kaşlarını Allah, kudret kalemiyle, cemali
ne ne güzel yazmış, satırlandırmıştır.
Gözlerini görenlerin Allah yardımcısı olsun!
H ele kirpiklerin olursa, sanki (G ayril’mağdubi aleyhim
veleddâllîn) olan â’dânı kahretmek için birer temrenli ok’tur.
(1) N ebilerin velilerin haber verm esi gibi. Yahut Y usu f’un cem aline
âşık olan Züleyha'ya, Mısır kadınları serzeniş etm ekteyken, ansızın Yu
suf'un cem alini görm eleri, bunun üzerine n eye uğradıklarını bilm iyerek k e-
m âl-i hayretlerinden elm a d iy e parm aklarım doğrayarak hiçbir acı duym a
dıkları ve:
— Hâşâ!. Bu, b eşer d eğil, tıpkı A llahın nurdan yaratnuş b ir m eleğidir
M eğerse Züleyha, R abbin burhanını Y usuf'un cem alinde görm üş te biz an
layamam ışız!
D iye kendi kendilerini levm ve' tevb ih ettikleri v e Züleyha'yı ^ k ın d a
haklı buldukları gibi. ..
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 53
17 ---
Aşk beni söyletir divane gibi
Güzel şahın medhin söyler dilimiz
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 55
— 18 —
tzalı:
Genci, bu şiirle, insan vücudunun haslet ve meziyetini
döküp sayıyor:
. Birinci mısra’da, Ali’nin vücudunu (1 ), ikinci mısra’da,
^ izır peygambere bahşedilen (^Ledün ilm i) ni (2 ) işaret ettik
ten sonra diyor ki:
( — Biz bu vücud kafesini beş bir şey ^^m ayalım , bu
vücud bir sırra mazhardır. Allahın bütün gizli hazineleri
ademdedir. On sekiz bin âlem, bütün eşya ve mahlûkat, hep
insanın vücudunda saklıdır. Âdem, zat-i pâkin yaslandığı ha
kikat hazinesinin mâdenidir. Adem, ucu bucağı olmayan bir
kim ya denizidir.
Adem, Ali gibi, Hızır gibi böyle mükemmel bir sırra mâ
lik ve idrâkine müstaid iken, bundan âgâh olmazsa, âdemliği-
ni bilmezse, kendindeki mükemmel hazineyi keşfetmezsek,
pek yazık olur.)
insan vücudunun, kuru bir kafes olmayıp, ne büyük bir
istida’da mâlik olduğunu şu şiirleri okuyup anlayalım:
Talib ol, cismin aşk ile yansın
iç cam-i tevhid, kalbin uyansın
Sahilde gezme, gevherler çıkar
Niih’un gemisi um^na dalsın
(Enfis) de mevcut, (afak) da meşhud
Kur’anı natık kiimil
(Vemâ Erselni.ke) s^n sendedir
Fehmeyle ey can, ccin-u canansın
C^ümle eşyanının sensın matlubu
Mazhar-ı eâmi’, sahib fe^rıninsın
^^aki-i yâri zevkle görenler
Her renge (^^ri) gibi boydansın
^Diğer:
iki c^ihan ^aslı sensin.
Muha^med, Ali’sin
Şah-i Merdan dili esensin
Allah, Mu^^zmed, Ali'Sin
^rnsin zübde-i mevcüdat
Sensin mevhiim-ü ^^^udat
hafiyyât
Allah, Muh^^^^ Ali'sin
Sll'l'-ı Kur’an, hatetemsin
Secde olan âdemsin sen
On sekiz bin âle^msin sen
Allah, Muh^^rned, Ali'sin
Şeririat, tahrikat seksin
Hakikat, ^marifet ^^sin
llidi, mudil, kudret ^^sin
Allah, Muh^^ed, Ali’sin
58 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
Mısn-i Niyazi’nin:
Ademliğini her kim bulduysa, odur adeni
Yoksa, görinen suret bir gölge imiş a^^^
19 —
izah:
Genç Abdal, bu nazmile, Ayini-cem rükünlerinden bir
safhayı anlatıyor; biz de bunu tavzih edeceğiz. Fakat daha e v
vel şurasını arzedelim ki, Bektaşi ve Alevilerde başlıca dört
nevi erkan vardır: *
1 — (ikrar ve müsahib tutm a) erkânı,
2 — ( Sorulma, baş okutma) erkânı,
3 —- (Koldan kopan) erkânı,
4 — Ölen bir zâtın ruhuna yapılan (D âr’dan indirme)
erkânı.
Genç Abdal’ın yukarıdaki nazmında tasvir ettiği erkân,
bu dört nevi erkândan, 2 numaralısına aittir.
Diğer erkanları anlatmayı biraz ileriye bırakarak. şim
di biz Bektaşilerin her sene veya en çok dört senede bir kere
hizmetlerini gördürmek için açılan (Sorulma, baş okutm a) er
kânının cereyan tarzını anlatalım:
(Düvaz):
Bende-i al-i resul-i Mostafayilerdeniz
Hayder-i şir-i il:ibi Mürtezayilerdeniz
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
- 2 0 —
bah:
Genci, bu şiirile:
(— E y dilber! Senin cemalinin nakşini kudret kalem i
yazarken, hikmet-i ilâhiyyeyi gösterecek ne güzel rumuzlar
kaydetmiş? O güzel renklerden Allahın sırları okunuyor.
E y güzeller sultanı! Şevket, haşmet dediğin böyle olur
işte.
Allah, ne büyük bir kerem sahibidir ki: biz aşıkları (oku*.
sunlar) diye senin hüsnüne (T âhâ) sfıresini inşa etmiş.
64 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYüZÜ
21 ----
Dünyada üç nesne büktü belimi
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
Yaktı bağrım, dâl eyledi belimi
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
Felek bir ok attı büktü belimi
Akar gözlerimin kan ile nemi
Bal yerine bana içirdi semi
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
Felek ağu kattı benim aşıma
Toprak saçtı kirpiğime kaşıma
Gör neler getirdi garip başıma
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
Şu fani dünyada murad alınmaz
H ep gelenler gider bunda kalınmaz
Bildim, bu dertlere hiç çare olmaz
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
(G enci Abdal) dertli dertli söyledi
^ ö ^ in dostlar felek bana neyleği
Y ^ta gönül şehrin viran eyledi
Biri yohsuz, bir ayrılık, bir ölüm
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 67
- 2 2 —
Çok hata eyledim, günahkar oldum
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
Yetiş imdadıma, çaresiz kaldım
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
Bana her ne sitem eylesen hak’dır
Ben yüzü karayım, günahım çoktur
Bana hiç kimseden bir m eded yoktur
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
Ağlar gözüm, döker kan ile yaşlar
Günahımı çekm ez dağ ile taşlar
Kul günah işlerse sultan bağışlar
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
Senin dergâhından rahmet umarım
Sen bilirsin, halim sana söylerim
Kalm a günahıma, hâcat dilerim
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
(G enci Abdal) dâre divane geldim
Günahım boynumda meydana geldim
M edet mürvet, şah-ı sultana geldim
M ürvet hey erenler, el’aman mürvet
— 23 —
Bana bu dert baki kaldı ezelden
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
B u derdi kazandım, ben bir güzelden
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
Nazar eyle sinem içre yâreme
Tabib gelmiş neşter ursun yâreme
Zahmin içre şerha şerha yâreme
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
Yârelidir dertli gönül yâreli
Göz göz oldu, tabib yârem yâreli
İlâç kabul etmez, sinem yâreli
Hiç derman olur mu, yâr yâresine
68 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
Manası:
Hazreti Muhammed, bir gün Ali, Fâtıma, Hasan ve Hü
seyni abasının altına alarak şöyle demiş: (Bunlar benim ehl-i
beytim ’dir. bunların neslinden ilm-i hak Kur’an hiç bir vakit
ayrı düşmez. Mahşere varup kevser şarabı içinceye kadar,
bunların temiz neslinden uyulacak imamlar zuhur eder).
72 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
-2 6 ----
— 2 7 -
Eğer mümin isen inad eylem e
Kamile teslim ol, eyle itaat
Nafile, ömrünü berbad eylem e
Fena amellerden eyle feragat
D ilinde zikreyle (H ayrül beşer-i)
H ayır kelam söyle, eylem e şerri
Bir gün gelir aziz ömrün mahşeri
Koparır başına, türlü kıyam et
sakla imanını, uym a şeytana
Aklını başına devşir, divane
Y^üzü kara çıkma ulu divana
B elki sana haktan olmaz şefaat
'74 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
izah:
Genç Abdalın bu sözleri sarihtir:
Birinci nefesinde, yegâne doğru yolun (Muhammed' Ali
y o lu ) olduğunu açıklıyor. İkinci nefesinde de, Mürşidin yol
sâlikine verdiği pend-ü nasihatin bir kaç noktalarına işaret e
diyor, diyor ki: ,
(— Eğer mü’min isen inad edeyim deme, Muhammed
Ali’yi tanı ve onlara teslim ol. ^mrün, nafile yere harcanıp
berbad olup gitmesin. Daim a fena amellerden çekin Şerre a
let olma. Hayır kelâm sarfet. M uhammed’in zikrini dilinden
koma. İmanını içinde iyi gizle. Sakın şeytanî amellere
sapma: Haram yem e, yalan söylem e, em anete hiyanet etme,
gördüğünü ört, görmediğini söyleme. Bir gün olup hakkm ulu
divanına varacaksın, oraya yüz karasile varana şefaat etm ez
ler. îşte Genci, gizlice sana anlatıyor, bu dediklerimi yapar ve
erenlere bağlanırsan, onlara çok yalvarıp him met istersen, bü
tün yollar sana selâm et olur.)
— 28 —
M uhabbettir eya dader, ü sırr-ı veçhullah
M uhabbetle küşad oldu, kitab-ı küntü kenzullah
— 29 —
**#
**❖
— 30 —
DÖRT KAPI
o
84 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
K IR K M^AKAM
istanbul’lu Hilmi Dede de, bir beytile, dört kapı hakkındaki görüşünü
şöyle anlatır:
(Hamd-ii Jillâh devrim itm ^ eyleyüp devraneden)
(Pirim ihsan etti. doğdum, Hilmi dört kez âne’den)
— 31 ---
Tekke gah-i aşk içinde can olan Bektaşîdir
Cümleten ilm-i rumûza kan olan Bektaşîdir
Sırr-ı hakka evvelâ onlar olubdur aşina
Nazenin-i hazret-i hannan olan Bektaşîdir
Girmeden aşk-ı tarika kimse agah olmadı
Bezm -i sırrın vakıfı Merdan olan Bektaşîdir
D ü cihandan geçtiler, fani vücuda gelmeden
Zümre-i ariflere ferman olan Bektaşîdir
Mustafa'nın, M ürteza’nın, alinin, evladının .
Hakipay-i tozuna kurban olan Bektaşîdir
Nutkunu kılma mutavvel; muhtasar kıl (Genciva)
Hasılı ol canlara canan olan Bektaşîdir
izah:
Genci, bu nazmında diyor ki:
( — Bektaşîler, aşk tekkegâhmm canı, gizli sırların hazî
nesi olmuşlardır.
Hakkın sırrına, herkesten evel, bunlar erdiler. Bu sebep
ten Allahın (nazenin) kavmi onlar oldular. •
Aşk yoluna girmeden, kimse bunların sırrına agah ola
madı. Sır meclisini anlayan yegane kavim, onlardır.
Ta, ahd-i ezeldeyken, bunlar iki cihanı terkettiler, arif
ler zümresinden tanıldılar.
Bunlar, Muhammed'in, A li’nin ve al-i Muhammed’in
ayaklarının tozuna canlarını kurban verdiler.
E y Genci! Sözünü uzatma da kısa kes. Sözün hülasası:
Bektaşîler, Ehl-i Beytin canına canlarını kattılar, birleşik ol
dular.)
86 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 32 —
lalı:
Genci diyor ki:
(— Ben, kendi zat-ü sıfatım sırrımın ne olduğunu bil
dim, anladım.. Hakikat şehrinin, yeni doğmuş bir hilâl’i gibi
yim.
Ben, bir (Aşık-ı fillâh) oldum. Aşıklar gelsinler de, beni
tavaf etsinler. Görsünler ki, ne temiz, ne muazzam bir nurum.
Aşıklar, tâ ahd-i ezelde, aşkın lezzetini benden tattılar.
Aşk yeli benden eser. Ben, aşk ile yol arkadaşıyım. N asıl (yel)
göze görünmüyorsa, ben de bu kâinat içinde öylece gizliyim.
Ben, her şeyden soyunmuş, Allah yolunda fakir olmu
şum ve bu fakrimle öğünürüm.
Gönül hazinesinde her ne ki görüyorsun, ben, onun şahı
yım. Hepsi benim hükmüm altındadır.)
***
»
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 93
1zah:
Genç Abdal’ın, bu iki nefesinde anlaşılmıyacak bir cihet
yoktur. Bütün Bektaşiler gibi; Pirinden, on iki imamdan is-
timdad ediyor. Yalvarıyor, yakarıyor, ağlıyor, sızlıyor ve:
(— Gece, gündüz, benim, nazım, niyazını, virdim, zik
rim, fikrim hep sizsiniz, el’aman, meded, mürvet!.)
diye çırpınıp duruyor.
(Her mekan bir Tür olur, gerçek münacat ehline)
— 36 —
izah:
Gencinin bu nefesi, bir (ayin-i cem ) meclisi tasvir e t
mektedir:
(Canlar toplanıyor, dem sofrası kuruluyor, peymaneler
sunuluyor, kudret hazinesi açılıyor, tâl ü gevher saçılıyor, tür
lü hikmetler oluyor, Ayin-i cemde herkes murad ve maksûdu
nu buluyor.)
Bütün Bektaşî şairlerinin nefeslerinde buyruklarında
mütemadiyen bâde’den şaraptan bahsetmeleri, onların ne ra- •
kının faziletini âleme anlatmak, ne de şarabın reklâmcılığını
yapmak için değildir.
B u zümrenin, bunu dile dolayıp durmalarının bir sebebi
vardır:
R ivayete göre, Selman-ı Pak, kırklar meclisinde, (üzüm )
ezmiş. Bu üzümün suyunu, birisi içmiş, fakat hepsi birden
m est olmuş. Gönülleri birleşdiklerini anlamışlar, bunu tecrübe
etm ek için, birisinin kolundan (neşter) le kan almışlar.. D i
ğerlerinin de kollarından fışkırmış.
Bu sırada, arkadaşlarındn birisi dışarıda (pervane) imiş,
yani, gözcülük, bekçilik ediyormuş, v e ayini-cemin oturduğu
evin damında bulunuyormuş. Onun da kolundan bir damla
kan damlamış, damın tavanını delerek meydanın orta yerine
a^m ş.
Bazı Bektaşî şairleri bu ezm e) hadisesini söyle
dikleri şiirlerde anlatırlar:
*
**
(1) Münkir: Allahı inkar eden dini kendi menfaatine âlet eden kimse,.
(2) Şarab: Arapçada şerbet demektir.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 99
Mensuresi:
«E y müslümanlar! B en kalender ve harabati bir insa
nım. Benim yerim m eyhane, işim de melamettir.
Ben, ne zühdü olan zahid, ne de ilmi olan bir alimim.
Ben taat ve ibadet denilen şeylerin hiç birini bilmem.
B ende ne din var, ne m ezheb var! K ıble ve mescid de
nilen şeyleri de bilmem. Ezan ve kam et seslerini de b u kula
ğım işitmez, duymaz. Benim tek bir m eziyetim var. O da an
cak aşka iradet getirişimdir. Bazan, meyhaneden çıkar, gül-
benk urmağa başlarım. Öyle bir harabatım, ki harabatın ha
100 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
**
Mensuresi:
«Sakın bizi üzüm şırasile mest olmuş sanmayın! Biz
tâ elest bezminde mest olmuş ehl-i harabattanız,. Rakı ile
eteğini ıslatanlar, bizi de kendileri gibi sanırlar.. Halbuki biz,
yalnız avuç içindeki kadehe dudak dokundurup öpmeğe ma
il insanlarız,
Biz, bu cihan meclisinin yüksek payesine göz dikip ney-
liyelim? Bizim gibi bâde perestlerin yeri, m ey küpünün yanı
başıdır..
Biz, hiç kim seyi gücendirmek istemeyiz, yalnız zahidle-
rin hatırını yıkmakla iktifa ederiz..
B u fâni dünyada biz ne bey, ne de dilenci olm ak iste
riz.. Yükseklerle yüksek, küçüklerle küçüğüz.
Biz gönül sahipleriyle birlikte (Kâse = çanak) tutarız,
onlarla hiçbir kavga ve gürültümüz olmaz.. Gerçi, biz m ey
hanedeyiz, lâkin - müskiratla değil - aşk ile mest olmuşuz...»
— 37 —
(1) Beng:îçenler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 109
İzah:
Bektaşîlerin ayıb-bîn ( 1) olmadıklarını, sır sakladıkları
n ı , hak yolunda cümle varından geçip can ve baş terk ettik
lerini, abdal gibi soyunup uryan olduklarını, insanın içindeki
gizli derdini bilip o derde derman bulduklarını, insanın iç
yüzünü de, dış yüzünü de bildiklerini, ilm-i ledün sırrının
mektebi, kendi kalblerinde olduğunu, Allahın doğru yolunu
keşfeden arifler zümresinden olduklarını anlattıktan sonra di
yor ki:
(— E y Genci! Allahın sırr-ı zatinden dem uran Bekta
şîlerin nasıl bir sultan olduklarını var kıyas et.)
*
**
Yirminci asır şairlerinden bir zatın sözü de buna benzer:
Bahr-i ilmin m evcinin ihsanıdır Bektaşîler
(N okta-i bâ) sırrının burhanıdır B ektaşîler
***
(H akikatin kâfiri, şer’in evliyasıdır)
— Y unus Emre —
— 38 —
E y cümle bu âlemler ulusu koca Tanrı
E y Baki-i kayyum-ü kadir, ey, yüce Tanrı
Ya evvel ü ahir ü ya şah-i dü âlem —
Hükmünde senin küllisi uctan uca Tanrı
(1) A yıb - bin: Başkalarının kusurunu gören.
110 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 39 —
t:aıh:
Genci, burada on iki imamı ayrı, ayrı ziyaret ettiğini
söylüyor ve diyor ki:
(— G izli bir âlemden çıktım. Hudanın hikmet hazinele-
rine yolum uğradı, orada bana hidayet ettiler, Allahı birleme
ği bildim, M üminlerden alınan muteber habere göre, Erenle
rin (Safa nazar) ı lâzımmış.. Sakı-i kevser buradadır dediler,
derhal ona vardım. Ali’den sonra Hasan, Hüseyin, Zeynel, Ba-
kır’ın de Allahın sırları olduğunu bildim, hepsine de a y n ayrı
yol uğrattım. Ondan sonra, cem iyet yolunun üstadı olan
İmam Cafer’e ulaştım, bir derya olduğunu anladım. Oradan
<la geçip Hudanın mutlak sırları olan Kâzım Rıza, Taki, N aki’e
yetiştim.. Hasan’ülkeri’ye vardım. Hakikat ilmini okudum,
manayı kavradım. Gözümü açınca Muhammed M ehdi’yi gör
düm ve ona özümü teslim ettim .)
— 40 —
İzah;
1KRAR TERCÜMANI:
Hamdü-Iillâh kim, oldum, bende-i has-ı Huda
Can-ü dil'den aşkile hem gaker-i A l-i Aba
Rah’i zulmetten çıkıp doğru yola bastım kadem
Jlib-i gafletten uyandım, can gözüm kıldım küşi
On-iki imam bendesiyeın, ben güriıh-i Naci'de
Yetmiş iki fırkadan oldum beri, dahi cüd;i
Mezhebim Hak Caferi'dir, iştibahım yok benim
Pir-i üstadım Hacı Bektâş Kutb-ü evliya
Hak deyüp (Bel bağladım) ikrar verüb erenlere
Mürşidim oldu Muhammed, Rehberimdir Mürteza
1 14 BEKTAŞÎLİĞİN İÇ Y Ü W
( 1) Bektaşîler, bu hitabın gelip g^ici bir şey olmadığını, hiç arkası ke
silmeden, harfsız, savtsız el’an devam ettiğini her ne zaman kulak uzvu
muz, işitme kudretini bulursa, bu sesi duyabileceğini söylerler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 115
41 ---
Hakkın ulu beyti, haremi vârı gönüldür
Fazl u şerefi, defter-i esrarı gönüldür 9
Aç can gözünü rah-i azime nazar eyle
Çün ilm-i hafi tekke-i envarı gönüldür.
Bir mürşid-i kâmilden oku ders-i hakiki
Agah olasın sırr-ı ilim şarı gönüldür
Ta (Bezm -i elest) ten beri her bir dem-i vuslat
. Ariflere hak menzili didarı gönüldür.
Sen hane-i kalbinde gözet nur-i ilahi
Aşk ehline feyzi verenin yâri gönüldür.
Anda taleb et bulmağa (Gencine-i aşkı)
Ol dâr-i şifa bâbı anahtar gönüldür.
— 42 —
M uhammed Ali’ye salavat eyle
K evser şerabından içmek istersen
Ali evladına muhabbet eyle
Gevheri sırçadan seçmek istersen
Ulaş bir mürşide vâden yetm eden
Müşkülün hallolsun fırsat gitmeden
Sorusuz hesapsız azab görmeden
Sırat köprüsünü geçmek istersen
Mürşidin rehberin nefesin hakla
Erenler sırrını kalbinde sakla
K albini mamur et özünü pakla
Aşkın deryasına dalmak istersen
116 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
Aşk denilen şey, tıpkı ruh gibi hilkat-i alem le başlar. Ke
za yine ruh gibi gözle görülemiyen, el ile tutulamıyan, dil ile
tarif edilemiyen, gizli bir çehre arzeder...
Ruh ile aşkı, ikiz kardeşler desek de caizdir. Çünkü, bü-
tün m evcudat bwılarsız, bir an hâli olamaz... M ü kew enat-ı a
lem, bu (ikizlerin) vücudiyle kaim ve payidar olagelmiştir.
Yalnız şu kadar var ki, aşk oynaktır: İki yüzlü, iki dilli ve
biraz da şaşı gözlü bir mahlûktur?!..
Yüzünün birini mecaza, diğerini hakikate çevirmiştir:
Bazan, yüzünün tebessümü câ’li, bazan da ciddidir...
Kah ağzı açıldığı zaman, riyakârlıklar yapar, insanı iğ
rendirir, çileden çıkarır... Kâh görürsünüz ki, doğru sözlülüğü
tutar, munis diller döker, tatlı tatlı, insanı kandırmağa çalı
şır.. •
Bazan, cami’lerden (Allah-Ü ekber) nidasiyle şan verir,
bazan meyhanelerden (Y a Hak) sadasile ün verir.
Gözünün şaşılığı da öyledir; birisini mecâz’a çevirmiş,
diğerini hakikate dikmiştir: Gözünün birisi havâ ve heves gö
rür aldanır, diğeri hak ve hakikat görür bağlanır.
Bir şair:
Alemde me.şhud olan bu devran
Tekamül içindir kemale doğru
Her nokta cevval her zerre raksan
Uçup giderler visale doğru
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 121
Türkçesi:
(Allah, ihsanla amel edenlerle beraberdir) demek olur.
Aşk bahsine son verirken, (M ir’atül’mekasid) de buna
dair gördüklerimizi, hulâsaten şuraya iliştirelim:
Aşk, insanda (cezbe) yaratır. Cezbe demek âşıkm iç y ü
zü ihtiyarsız olarak hakka meyletmesidir. «Cezbei hak» dan
murad aşktır. Bunun haslığı, harareti olduğu için, ateş gibi in
sanın içerisini yakar Aşk’la bir lâhzada hasıl olan m ana (mü-
cahede) ile nice yıllarda hasıl olmaz, zira mücahedede inci-
zab denilen çekicilik yoktur.
Cezbe, bir (iksir) dir, itibarsız bir bakır, bununla hâlis
altun olur. D ünya dolusu altunu olan, elbette bakır olandan
daha zengin, daha itibarlıdır. Bu sebepten (m üntehi) lerin e t
tiği biricik zikir, (m üptedi) lerin, (m utavassıt) ların nice yüz
bin kere zikrinden daha faziletli ve daha sevaptır. Onların
uykuları, nefes almaları bile zikir v e ibadettir, zira hakikat ik
siri, gizli âlemden cana gelir, oradan da cism e nüfuz edip vü-
cudün cüm le azasına ve kuvvasına tesir eder. Halis altun yer
de çürümediği gibi, onların temiz cesedleri de yerde çürümez,
bu rütbenin sahipleri başkalarile kıyas kabul etmez, diyor ve:
Aşk’tlır şol cezbe kim, ta âlenı-i lihute dek.
Şehber-i mana olup kuvvet verir murg-i dile
BEKTAŞÎLİĞİN iÇ Y üZ ü 123
Sayın okuyucularım,
V ahdet âleminde ne âbid var, ne zahid var, ne mü’min,
ne kafir var. Ortada, yalnız Hakkın bir (birlik)'cüm büşü var
dır.
Şairin: t
(1) bu zat, erm eni iken m üslüm an olm uş v e Bektaşî tarikatına gire
rek güzel nefesler söylem iştir. İkinci cildim izde görülecektir. M um aileyhin
E skişehir civarında K ırka köyünde torunları vardı.
128 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 43 —
tzah:
Gene Abdal, bu nazmile kadınları tenkid ediyor. Tabia-
tile o, bütün kadınları değil, dedikoducu, aravurucu kadınlan
tenkid etmektedir. N itekim «K ov gaybet için kalkar yerinden»
diyerek söze başlıyor. Malûmdur ki, Bektaşîler daima kadın
lara şefkat hissi taşıya gelmişler ve her zaman kendilerine
hürmet eseri göstermişlerdir.
Forma :
-w *
(1) Bu. ^kadm, Şair Ali Rıza Hadi'nin kızıdır. Yüz ya§.lnı etmış
yakında ölmüştür. Ağzından işitip yazdığım bir çok destan ve nefesleri
ikinci cildimizde yer alacaktır.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 44 —
İzah;
Genci, bu nazmile çürük cevizleri kırıp içinin kofluğunu
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 135
— 45 —
Izalv.
Genci, bu sözünde iyi canlarla yapılan muhabbetin zev
kini canlandırıyor:
(— Hallerinizi sevdim, Hızır N ebi yardımcınız olsun si
ze, bize, cümlemize' aşkolsun) diye, gönül birliğini anlatmış
oluyor.
(Aşk olsun) tabirini bilmiyen yoktur. Fakat Bektaşiler-
de bu daha şümullüdür. Faraza m eclise gelen bir kimse, baş
eğip oturunca, herkes ona (aşk olsun) der.
M ecliste oturanlardan birisi, her hangi bir zaruret dola-
yisiyle dışarıya çıkıp tekrar gelib yerine oturunca (seyranlar
aşk olsun) derler.
D em içene, su içene kezalik (aşk olsun) derler ve bu zat
da bilmukabele (aşkınız c e ^ l olsun} diye cevab verir.
— 46 —
izah:
Genci’nin bu nazmına benzer (Kaygusuz Abdal) m bir
sözünü şuraya yazalım, bu nazmın manasını anlatmış olur:
Adem oldum geldim adem içine
Uğradım bir hana, handan içeri
Zcmbur gibi kandan kana konarken
Bir kana uğradım kandan içeri
At oynatma zahid, bu ıneydan değil
Bu meydan der isen. bu erkan değil
Süleyman der isen Süleyman değil
Süleyman var Süleymandan içeri
Aşk bedestauıııdan mercan alnuşem
irfan meclisinden erkân ahhnışem
Hu cam verip de. bir can almışem
Saklarını bu cânı candan içeri
Şeriati Muhaınmed’e verdiler
Tarikat üstüne bir yol kurduJar
:llirifet babında sual sordular
Hakikat var hakikatten içeri
Kaygusuzum eydür bir nutkum h^la
Bir mürşide el ver kalbini lınkla
Mürşidin verdiğin tut kavi sakla
ilikten. kemikten, kandan içeri
140 BEKTAŞÎLİĞİN tÇYÜZÜ
— 47 —
tzalı:
Genci, bu nazmında, kuyfıd-i izafiyeden kurtulduğunu,
kendi sırrına kimsenin eremiyeceğini, ancak can gözü ile ba
kanların, kendisini görebileceğini anlatıyor ve:
(— Ben, ne yerdeyim, ne gökteyim, ne deryadayım, me
kan tutmayan, isbat olunamayan bir sırdayım, Allahtan içeri.
Allahdayım.)
Diyor, hani Eşref oğlu’nun:
Sanurlar Eşref oğluyum, ne Rûmiyem, ne izniki
Benim ol daimülbaki, göründüm sûretâ insan
Dediği gibi.
Zahiri görenler, bu müthiş sözlere akıl erdiremezler. Çün
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 141
— N iyazi —
*
*
'fi
— Mir’atî —
(1) K u r’anı k erim ’de Tanrı: «Biz A dem i yarattıktan sonra, m eleklere
A dem ’e se cd e ediniz em rini verdik.. bütün m elekler secde ettiler ya ln ız ib
lis kibirlendi v e secd e etm edi, bu sebeple A llahın dergâhından kovuldu.»
dem ektedir.
in san lığı tem sil ed en Adem ; insan-ı kâmil olan Hazreti M uhammed v e
M uham m ed’in nunm dan yaratılm ış olan H azreti A li’dir. Yine K ur’an «Ya
M uham m ed... D e ki, biz nefislerim izi getirelim » H itabı İlahisi ile Muham
m ed’in nefsi olarak A li’y i beyan buyurm uştur.
144 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 48 —
tzah:
Buradaki çırpınan gamlı bülbül, Genci'nin kendi ru h u
dur. Başka türlü izaha lüzum görmeden, biz de ona, N esim i’-
nin demet demet gülünü sunalım, üstünde, ruhu yanık yanık
Ötsün dursun, yetişir:
4 9 ----
— 50 —
M üslimanın şanıyız
B iz kulu kurbanıyız
Kâfirin düşmanıyız
M ustafa’nın yolunda
B iz fenayı nideriz
Hakka doğru gideriz
Gördüğümüz örteriz
M üteza’nın yolunda
— 51 —
— 52 —
— 53 —
tzah:
Gencî, Hacım Sultan’a hitaben diyor ki:
( — E y hakikat ikliminin sultanı v e Allahın ulu sırn ken
dinde mevcud olan zat! Sen, mü’minlerin din ü imanı, aşıkla
rın sığınacağı bir zatsın!
Sen, keramet defterini A llahtan aldın, Pirim le beraber
Horasan milkinden Rum diyarına geldin!
Sen, ezelden beri, dostun cem aline aşık ve sadık olan
bağrı, yanıkların ebedi bir secdegah-ı aşkısın.
Hakkın cümle sırrı sendedir.
Sen, Allahın (Küntü-Kenzullah) hazinesisin!
Sen, cümle mücrimlerin, günahkarların halini görür, bi
lirsin.
Sen, gerçi celal sahibisin, fakat (C em al) sıfatını, celalinin
içerisinde gizlemiş bir m ürüvv^ kanısın!
(G enci) günahkar bir kuldur. Sen onun kusurlarına kal
ma, mürüvvet ve keremini ondan esirgeme!)
152 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 54 —
— 55 —
Itzalı:
(E y şah;
Sen meğer gönlümün yardımcısı ve canımın cananı
imişsin.
Can gözlerim seni görünce, gönlüm evinin tahtına otur
muş bir sultan olduğunu anladım.
(Ateş, su, toprak, yel) denilen dört unsura hem mimar
lık ettin ve hem de bunlardan bir insan donu giyip karşımıza
çıktın. Senin bu oyununa kimsecikler akıl erdiremiyorlar.
Hakikat halde sen daima erkek bir arslana benziyorsun,
Mirac gecesinde heybetle M uham med’in önüne çıktın, M u
hammed seni görünce ağzına hatemini verdi.
E y Şah! B u- alemde rahmet-i rahman ancak sensin, bu
G enci kuluna da meded et ve ondan lütf ü keremini esirgeme.)
— 56 —
AYİNLER, ERKANLAR
Yalnız, sayın okuyucularımıza, her şeyden evvel bir mu
kaddeme yapm ak zaruretindeyiz.
Bektaşîler, tıpkı, memesine kirpi derisi bağlamış bir ine
ğe benzerler.. K im seye kendilerini emzirtmek istemezler. Ya
ni, Bektaşi olm ayan kimselere, tarikatın iç yüzü hakkında tek
kelim e sarfetmezler.
N e kadar yanlarına sokulursanız, bir sır sezemezsiniz. N e
kadar sakallarına göre tarak verm ek isteseniz, beyhude zah
m ete katlanmış olursunuz.
Kırmızıdan sorsanız, yeşilden; beyazdan sual etseniz,
siyahtan haber verirler!.
BEKTAŞİLİĞ iN İÇYÜZÜ 157
YALAN UY D U R M A LA R
*
**
K O LDAN K O PA N
Düvaz:
Gönül yine bir hayale uğradı
Senin aşkın beni mecnun eyledi
Aşk eseri ciğerciğim dağladı
Senin aşkın beni mecnun eyledi
D A R ’D A N İN D İR M E ER K Â NI
Ayırdılar ilimizden
ip attılar belimizden
Pek tuttular kolumuzdan
Can cesedden uçtu gitti
168 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
■, üettiler m ezanma
Sığındım gani kerime
Toprak attılar serime
Gözüm yaşı taştı gitti
im am telkine başladı
Bir sevapçık iş işledi
Komşular bizi boşladı
Geri dönüp kaçtı gitti
D üvaz:
M uhamm ed M ustafa ey Şah-i Merdan
A liyyel’m ürteza sana sığındım
H atice, F atım a, H asan, M üctebâ
H ü seyn -i Kerbelâ sana sığındım
İK^RAR VERM E VE M U SA H İB T U T M A E ^ ^ ^ I
9
170 BEKTAŞİLİGİN İÇYÜZÜ
Vazifedarlar şunlardır:
1 — Mürşid
2 — Rehber
3 — Çerağçı
4 — Zakir
5 — M eydancı
6 — Saki
7 — Gözcü
8 — Pervane
9 — Ferraş
10 — fbrikdar
11 — Ayakcı
B u vazifeler, müstakilen birer erkeğin uhdesinde bulun
ması lazımsa da, bazan iki, üç hizmeti bir erkek de ifa eder.
Mesela:
Ayakcı olan zat, meydancı’nın, ferraş’ın, ibrikdar’ın vazi
fesini de yerine getirir. V eya meydancı olan zat, diğer vazife
lerden bazılarını uhdesine alabilir. Bu. mürşidin tertip v e iha
lesine bağlı bir keyfiyettir.
Gözcünün vazifesi, meydandaki canlara bakmak, dürüst
durumlarını temin etmektir.
Zakirlerin vazifesi çalgı çalmak ve nefes okumaktır.
Mürşid ile rehberlik vazifesi müstakil birer hizmettir. Bu
hizmetlerin içinde en zor olanı, mürşid’den sonra rehberinki-
dir.
*
**
İKRAR VERECEK
• v )j . J'
2 — Tem iz elbisesini giydirir, tercümanı şudur:
 Y İN -İ CEM
Gülbenk şudur:
(Bism -i şah... Allah Allah.. Akşamlar hayr ola.. Hayırlar
feth ola... Şerler def’ o la ... Münkirler m ât ola... Münafıklar
berbad ola.. Müminler şâd ola.. M eydanlar abâd ola.. Sırlar
mestûr ola.. Gönüller mesrûr ola... Hanedan-i fukara mamûr
ola. . Er Hak, M uhammed Ali yardımcımız, gözcümüz, bekçi
miz, ola.. On iki îmam on dört mâsûm pâk, on yedi kemer-best
efendilerimiz, katarlarından dîdarlarından ayırmaya.. Pirimiz
üstadımız Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Balım sultan efendileri
miz muîn ve dest-i-girimiz o la ... Üçlerin, Beşlerin, Yedilerin,
Kırkların ve Ricalülgayb erenlerinin ve Kutbül-aktab efendi
lerimizin hayır him m et-i âlîleri ve safa nazarları üzerimizde
hazır ve nâzır ola.. Allah Erenler, münkir, münafık şerrinden
ve sâlûs mekrinden emîn ve hıfz-ı him aye eyleye... İki cihan
da korktuğumuzdan emîn, umduğumuza nâil eyleye..
Dertlerimize derman, gönüllerimize iman, hastalarımıza
şifa, borçlarımıza edâlar ihsan eyleye... Zümre-i N âci’den ve
gürûh-i sâlihîn’den eyleye.. Allah erenler, D ev let ve M illeti
mizin kılıcını keskin, sözünü üstün eyleye.. Gökten hayırlı
rahmetler, yerden hayırlı bereketler ihsan eyleye... Nâmerde
muhtaç etmeye... Dualarımızı dergâh-i izzetinde Içabul eyleye..
Vaktimizin hayri gele... Dil bizden, nefes Hazreti Hünkâr efen
dimizden ola.. Y uf münkire, lânet Yezid’e, rahmet mü’mine;
174 BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ
2 ---
r Yüz bin matah gelir satılmak için
Dükkânlar kurulmuş şara vardın mı?
Müşteri var anda artırmak için
Mürşid huzuruna dâr-a vardın mı?
— 3 —
Düvaz:
Akıl ermez yaratanın sırrına
Muhammed Ali’ye indi bu kurban
Kurban olam, kudretinin nuruna
Hasan, Hüseyine indi bu kurban
B u n d a n so n r a , k u r b a n t e k b ir le n ir v e k e s ilm e k iç in d ış a
r ı y a ç ı k a r ılır . K u r b a n ı n a r d ı s ır a , r e h b e r d e t â l i b i n e l i n d e n t u
t u p k a p ı n ı n d ı ş ı n a ç ı k a r ır v e b o y n u n a ( T ı ğ - ı b e n d ) d e n ile n
u z u n b ir ip t a k a r v e ş u te r c ü m a n ı o k u r :
H izm et-i M erdan ile tülbendini
Gıişevare, k ılm ışım pir pendini
R ehber ile pire ettik ittib a
Taktı Selm an boynuma tığ-bendini
, â y e tin i o k u r v e so n ra (y a m ü fe tti-
h ü l ’e b v a b e ) d i y e r e k k a p ı y ı a ç a r , k e m â l - i e d e b l e m e y d a n e v i n e
g ir e r le r . ( 1 )
R e h b e r , tâ lib in b o ğ a z ın d a k i t ığ - ı b e n d d e n t u t a r v e onu
y e d e y e d e , k ıs a a d ım la r a t a a t a , h e r a d ım d a a y a k la r m ü h ü r le n e
m ü h ü r l e n e d ö r t k a p ı s e l â m v e r ir .
(1) Tâlib, m eydana başı açık, yalın ayak çekilirse de, bazılarının zan
nettiği gib i gözleri bağlanmaz.
Forma: 12
' 78 B E K T A ŞiL löiN İÇYÜZÜ
( R e h b e r in b u d ö r t s e la m ın a , m ü r ş id h e r d e f a s ın d a ayrı
a y r ı m u k a b e le d e b u lu n u r .)
R e h b e r v a z ife s in e d e v a m la a y e tin i
o k u r v e m ü te a k ib e n :
(— B i s m - i ş a h .. A l l a h A l l a h , e l i e r d e , y ü zü yerde, özü
d â r - ı m a n s u r ’d a , H a k M u h a m m e d A l i y o l u n d a , E r e n l e r m e y
d a n ın d a , P ir d iv a n ın d a , m ü r ş id h u z u r u n d a , c a n ı k u r b a n , t e n i
t e r c ü m a n , O n i k i im a m , o n d ö r t m a s u m p a k e fe n d ile r im iz in
d o s tla r ın a d o s t, d ü ş m a n la r ın a d ü ş m a n o lm a k k a v lile v e H a k
e r e n le r in p e n d -ü n a s ih a tın ı k a b u l e d ip m u k te z a s ile a m e l v e
h a r e k e t e t m e k ü z e r e , b a ş ı a ç ık , y a lın a y a k , b o y n u b a ğ lı, c iğ e r i
d a ğ lı, y ü z ü ü z r e s ü r ü n e r e k g e lm iş o la n ( f ilâ n o ğ lu f ilâ n ) b u
k e r r e â y in i c e m e r e n le r in in iz n -ü ic a z e tile s a h ib - i p ir -i ta r ik a t
s e y id M u h a m m e d H ü n k â r H a c ı B e k ta ş -i V e li -e fe n d im iz in ta -
r i k - i n â z e n i n i n e m ü t e e h h i l ik r a r ı v e r m e k t a l e b i n d e b u l u n d u
ğ u n d a n , k o ç k u z u k u r b a n ı m ı z v a r d ır . E m r - i m ü r ş i d n e b u y u
r u r , ş a h ım ? A l l a h e y v a l l a h . )
M ü r ş i d , â y i n i - c e m e r e n l e r i n i n r ı z a la r ı o l u p o lm a d ığ ın ı
so r a r , h e r k e s y e r ö p m e k s u r e t ile r a z ılık la r ın ı b ild ir ir le r . M ü r
ş i d d e : ( D e r v i ş - i d e r v i ş a n .. K a b û l - i m a k b u l â n ) d i y e r e k tâ lib i
k a b u l e d e r , t â lib i m ü r ş id e t e s lim e d e r k e n ş u â y e t i okur:
ı.) A . . i
M ü r ş id , t â lib in s a ğ e l i n d e n t u t a r , b a ş p a r m a ğ ın ı , b a ş p a r
l a ğ ı n a r a p t e d e r , ö n ü n e o t u r t u r . T a l i b , ö b ü r e l i y l e d e m ü r ş id in .
t : lâ m e n in d e n t u t a r ( 1 ) R e h b e r t â l i b i n b i r a z g e r i s i n e ç e k i l e r e k
o t u r u r v e h a f i f ç e o n u n e t e ğ i n i t u t a r , b u s u r e t l e z i n c i r l e m e b ir
( b i r l i k ) m e y d a n a g e t ir ilir .
M ü r ş id , v a z i f e s i n i ş ö y l e y a p a r : ( E s t a ğ f i r u l l a h .. E s ta ğ fi-
r u lla h .. E s t a ğ f i r u l l a h E l ’a z î m E l ’k e r i m .. ilâ a h ir i..)
ı*-
'j S ( \
'A
^Vı/Âı\j ^\?iSZSj\
(1) ikrar tercüm anı, yukarıda bir bahiste g eçtiği için, burada tekrar-
lam ıyoruz.
(2) Burada m eskût geçtiğim iz 14 m akam bahsini açıklam akta vicdanen
m azuruz. Y alnız, bir m akam a ait bahisten, örn ek olarak bazı parçalar v e
relim:
— Ey tâlib-i didâr-i ilfilıi! Bu makama, erenler m eydanında ( ...) m aka
m ı derler. E linde kudret k ılıc ı ile duran ( ...) dır. Bu m akam da erenler y o
luna doğru gitm eyen i terb iye ederle'!'. K orkulacak v e hazer ed ilecek m a
kamdır. Hakka erişilen m enzildir.
(3) R ehberin bir vazifesi de, bu y en i tâlibe (um de) v e (evrad-ü eakâr)
yazıp verm ektir. U m de d ed iğim iz şudur: (Allah-Ü azim üşşan’ın k u lu y u m .
A d em Safiyyullah neslindenim ... İbrahim H alilullah m illetindenim .. Dinim,
d în -i İslâm.. K itabım Kur’an.. K ıblem Kâbetullah.. M uhammed A leyhisse-
Ifun'ın üm m etindenim .. Şah-ı Merdan A liyyel'M ürteza'nın bendesiyim .. Gü-
rüh-i Nâcidenim .. İmam C âfer Sadık m ezhebindenim .)
Evrad-ü ezkâr dediğim iz bazı dualar v e salâvatnam eler (N a’di A1i) dıi.r.
Bunları yazm ağa lüzum görm edik. Çünkü kem. uzun sürer, hem okuyucula
rım ızı yorar.
(4) Rehber, başka bir evde beklem ekte olan, nasib alacak d iğer canı
da, aynı şekilde hareket ederek m ürşide teslim eder. Birincide olduğu gibi,
arzettiğim iz teferruat aynen bu cana da tatbik edilir. B ir gece içinde ikrar
verip nasip alan bu ik i can, yekdiğerinin m usahibi olur.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 181
(3 )
Yaban yerde ne g e z e r in ?
G el adem e, gel adem e
H ayvan gib i ne yelersin?
G e l adem e, g e l adem e
S E M Â ’
N e f e s le r b itin c e m ü r ş id , z a k i r l e r e , s e m a ’ iş a r e ti v e r ir .
D e r h a l s a z l a r ı n n a ğ m e s i d e ğ iş i r , s e m a ’ h a v a s ı b a ş la r .
İ lk ö n c e d ö r t c a n s e m a ’a k a lk a r . B u ilk s e m a ’, a ç ı lış s e -
m â ’ı o l d u ğ u iç i n m ü r ş i d v e â y i n - c e m , h e p s i a y a ğ a k a lk a r la r .
K ı s a s ü r e n b u a ç ı lış s e m â ’ı b i t i n c e m ü r ş i d y e r i n e o t u r u p b i r
184 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYYUZÜ
1 — Ağırlama:
Muhabbet çerağın yakaıı Ali'dir
Aşıkım didâre pervane gibi
Cümle vicud içre bakan Ali’dir
Aşıkım did;ire pervane gibi
2 — Kar^^ma:
3 — Y ü r ü y ü ş v e h ız la n m a :
Yürü.. Yürü..
T a ezel bezm inde ben se n i sevdim
M uhabbet eyledim candan a sunam
M uhamm ed A li'yi candan seversen
A yırm a gönlünü benden a sunam
D üvaz:
Fo^rma : 13
— 57 —
N A ’T -I R ESU L
— 58 —
^ah: '
Genç Abdal’ın 58 sayılı şiirinin izahına geçiyoruz;
Genci, diyor ki:
«Bize, (en evvel Allahın sırlarına vâkıf olm uş insanlar)
derler.
Bize, (Allahın sevdiği Habibinin bendesi) derler.
Hakikat ilminin sırrı bizdedir. M âna noktasından çok
kâmil insanlarız.
Bize, (Acayip sırlar gösteren Ali’nin kulları) derler.
Eğer gözü açıklardan isen, Ali’nin oğluna nazar et.
Bize (H el eta sırrına vâkıf insanlar) derler.
Bizim en yüksek namımız, (el’fakr-ü fahri) dir, onun için
bize, lâ-cerem (evliya güruhu) derler.»
Bilm eliyiz ki:
Gerek Gene Abdal’ın, gerekse bütün Bektaşi şairlerinin
ve müntesiplerinin bukadar yüksekten söz söylem elerine se
bep nedir? Tarikatlarını niçin (M uhammed Ali yolu) diye
isimlendirmişler ve ne sebepten kendilerini (gürtıh-i Nâci) sa
ya gelmişlerdir? Şimdi buralarını araştıracağız.. T evellâ T e-
berra meselelerinin de ne zaman v e ne suretle hadis olduğunu
bertafsil anlatacağız.
Yalnız, bu bahse girmeden evvel, sayın okuyucularımda
açık yürekliliğimizi peşin izhar etm ek isteriz v e deriz ki:
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 197
T u h a f ı ş u r a s ı k i M u a v iy e z a m a n ın d a n b in s e n e d e n f a z la
g e ç t iğ i h a ld e y in e h a k ik a tı d e ğ iş t ir m e ğ e ç a lış a n la r v a rd L Bu
n u n c a n lı b ir m is a li:
H ic r î 7 n c i a s ır d a v e f a t e d e n M e v lâ n a C e lâ le d d in - i R u
m î ’n i n b ü t ü n d ü n y a c a t a n ı n m ı ş b i r e s e r i v a r d ır . B u k i t a b ı n i l k
t e m i z n ü s h a s ı M e v l â n a ’n ı n v e f a t ı n d a n b e ş y ı l s o n r a H ü s a m e d -
d in Ç e le b i ta r a fın d a n y a z ılm ış tır . B u n ü s h a K o n y a m ü z e s in d e
m e v c u t tu r . B u k it a b ın ik in c i c ild in d e M u a v iy e ile Ş e y t a n a r a
s ı n d a g e ç e n b i r h i k â y e v a r d ır . H i k â y e ş ö y l e b a ş l a m a k t a d ı r :
« D e r h a b e r â m e d k i o n M u a v iy e ,
H o f t e b o d d e r k a s r d e r y e k z a v i y e . .»
T ü r k ç e s i:
« T a r i h t e g e l d i k i o , M u a v i y e s a r a y d a b ir o d a d a y a t m a k
t a id i.»
B u k it a p m e y d a n d a d u r u r k e n v e h a k ik a t b ö y le ik e n ş im
d iy e k a d a ı h e r k e s b u y a z ıy ı b a şk a tü r lü g ö r ü y o r , v e b a şk a tü r
lü o k u y o r d u , ç ü n k ü m a tb a a c ılık b iz e g e ld ik te n so n r a M u a v i
y e n i n d o s t l a r ı , M e v l â n a ’n ı n b u s ö z ü n ü d e ğ i ş t i r m i ş v e b a s ıla n
k ita p la r a ş u ş e k ild e g e ç ir m iş le r d i:
« D e r h a b e r â m e d k i h â l - i m ü ’m i n a n .
H o fte d e r k a sr-ı d e r ^ « t e r s it a n »
T ü r k ç e s i:
« T a r i h t e g e l d i k i m ü ’m i n l e r i n d a y ı s ı s a r a y d a y a s t ı k l ı k t a y a
t ıy o r d u ...»
G ö r ü lü y o r k i M u a v iy e d e n b in b ilm e m k a ç s e n e so n ra
o n u n d o s t l a r ı , C e l â l e d d i n ’i n y a z d ı ğ ı k i t a b ı b a s a r k e n « M u a v i
y e » a d ı n ı « M ü ’m i n l e r i n d a y ı s ı » n a v e « b i r o d a » k e lim e s in i
« y a s t ı k l ı k » k e l i m e s i n e ç e v i r m e k s a n ’a t ı n ı g ö s t e r m i ş l e r d i
M u a v i y e m ü ’m i n l e r i n d a y ı s ı o l u n c a t a b i i M u a v i y e n i n a n
n e s i m ü ’m i n l e r i n b ü y ü k a n n e s i o lu r . M u a v i y e n i n a n a s ı i s e z a
m a n ın d a e l e a v u c a s ığ m a y a n B e d ir h a r b in d e t e f ç a la r a k şa r k i
s ö y l e y e n b i r k a d ın d L Ü s te lik o h a r p te p e y g a m b e r in a m ca sı
H a z r e t i H a m z a ’n ı n c i ğ e r i n i y e m i ş , b u n u d a k a f i g ö r m i y e r e k
H a m z a n ın b u r u n k u la k la r ın ı k e s e r e k b o y n u n a a s m ış v e M e k -
k e y e o s ü s le r le g itm iş ti. T a r ih t e ( A k ile t ü l- e k b a d = c iğ e r le r y i
y e n k a d ı n ) a d ı n ı a l a n b u y a m a n k a d ı n a h a n g i m ü ’m i n b ü y ü k
annem d iy e if t ih a r e d e b ilir a c a b a ?
B E K T A Ş Î L İ c i İÇYÜZÜ 20!
İĞ BİR A R IN SEBEBLER t
15 — M u a v i y e ’n i n , s a ğ l ı ğ ı n d a o ğ l u Y e z i d ’i h a l e f g ö s t e r
m e s i, M i l l e t - i i s l a m i y y e y i c e b r e n v e k a h r e n o ğ l u n a b i a t e t t i r - •
m e s i.
16 — Y i n e M u a v i y e ’n i n i m a m H a s a n ’ı ( k e n d i s i n d e n
s o n r a h a lif e o lm a s ı ş a r t ile ) m u s a le h a y a ic b a r la h ila f e t i k e n d i
n e t e r k e t t ir m e s i v e b ila h a r e o n u z e h ir le te r e k o r ta d a n k a ld ır
m a s ı, İ m a m H a s a n ’ı n v e f a t ı n ı d u y u n c a d a , Ş a m h a l k ı n a m a
t e m e m r i v e r m e s i, ş e h r i s iy a h b a y r a k la r ile d o n a t a r a k r iy a -
k â r a n e g ö s te r ile r y a p m a sL
17 — E b ı l - B e k i r ’in , P e y g a m b e r i n v e f a t ı n ı i ş i t i n c e aslı
o lu p o lm a d ığ ın ı g ö z ü y le g ö r m e k iç in , m a te m m a h a llin e g e lm e
s i, ( N a ’ş ) i n ü z e r i n d e ö r t ü l ü o l a n m a ş l a h ı k a ld ı r a r a k :
«— Ö lü m ü n d e , d ir iliğ in g ib i n e g ü z e l? »
D i y e P e y g a m b e r i n s ö ğ u m u ş a l n ı n a b ir b u s e k o n d u r d u k
t a n s o n r a h e m e n s a v u ş u p g it m e s i, a r k a d a ş la r ile b ir lik t e ( B e
n i s â id e s o fa s ı) n d a H ila f e t iş in e ç e k i d ü z e n v e r m e ğ e u ğ ra ş
m a s ı. ,
18 — Ö m e r ’i n P e y g a m b e r i n v e f a t ı n ı i ş i t i n c e s o k a k l a r d a
e lin d e k ılıc ı ile d o la ş a r a k h a lk ı t e h d it e t m e s i v e E b û - B e k ir le i
b i r l e ş e r e k o n u n h a l i f e l i ğ i n i t e m i n e m u v a f f a k o lm a s L
19 — E b u - B e k i r Ö m e r v e O s m a n d a n h i ç b i r i n i n m a t e m
y e r in e g e lm e m e le r i v e P e y g a m b e r in c e n a z e s i ile m e ş g u l o lm a k
g ib i m u k a d d e s v a z ife le r in i if a e t m e m e le r i.
20 — E b û - B e k i r , Ö m e r v e O s m a n ’ın h i l a f e t v e b i a t iş i n i
k e y if le r in e g ö r e h a lle tm e le r i.
Pır evinde: Şadırvan v e (m eydan evi) nin kem erleri
No: 14
(1) O gün, ilk defa A li ile Ömer'in arasında geçen bu kinayeli sözler,
gönül kırgınlıklarına sebep olm uş ve bu kırgınlık, gitgide fılem-i islfun ara
sında müthiş uçurum lar tevlid etm iştir.
(2) D oktor (D ozy), tarih -i islâm iyyet eserinde: (E m evîler d evri, ^eski
putperestliğin ^ ^ ü l^ e lin d e n başka bir şey değildir.) diyerek bu devletin
tam teşhisini koydu. D insizlik, vah şi dinsizlik. D insizliği böyle olanın arap
lığ ı nasıl olur? Kendileri için ikoyu, b aşkalan için zalim bir araplık..
E m evîler A rap olm ayanlara karşı A raplığı üstün tutabilm ek için te^meli
b öyle kurdular, yani, dinsizin, dindârı avlayan tem eli. V ay A rap olm ayanla
ra! Arap olm ayanlara (M evalî) adı verildi. Bu k elim e (köleler) m ânasına
gelir. ^ ^ a r ı küfürden im ana çıkaran Arap'lardı. ö y le ise ebediyyen A rab’a
m inn ettar kalm ak gerekti. Bütün A rap olm ayanlar, A rab’ın önünde köle
yığınlarıydı. Onun için A raplar A rap olm ayanların arkasında nam az kıl-
rnazlarclı.
— A vrupa Edebiyatı v e Biz, İsm ail Habib —
^^roa : 14
210 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYt.TZÜ
•*
— Revzatül’alıbab —
216 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYttzÜ
Türkçesi:
«D eveye bindin, katıra bindin, eğer yaşarsan file d e bi-
BEKTAŞ1LİĞ1N İÇYÜZÜ 217
ı ı e c e k s i n . S e n i n h a k k ı n . s e k i z h i s s e d e n b ir h i s s e n i n d o k u z d a b i
ri id i. S e n is e h e p s in e t e m e llü k e t t in .»
M u h am m ed H a n e f i , A y ş e ’n i n C e m e l h a r b i n d e d eveye
b in d iğ in i, i m a m H a s a n ’ın c e n a z e s in i o k la tır k e n k a tır a b in d i
ğ in i z ik r e t t ik t e n so n r a , b u g id iş le y a ş a y a c a k o lu r s a n f ile d e b i
n e c e k s in . S e n b u m ü lk ü n y e t m i ş ik id e b ir in e s a h ip ik e n b ü t ü n
m ü lk ü z a p t e t m e y e k a lk ış tın d e m e k te d ir .
H u s u s i l e k i A y ş e ’n i n b a b a s ı E b u b e k ir ; (P e y g a m b e r le r in
m ir a s ç ıs ı o la m a z . O n la r ı n m a l ı b ü t ü n m i l l e t i n d i r ) d e m i ş ve
F â t i m e y i F e d e k b a ğ ı n d a n m a h r u m e t m i ş t i r k i, b u i ş t e d e y a n i
E b û b e k ir in F e d e k b a ğ ın ı z a b t e t m e s i v e P e y g a m b e r in k ız ın ı
ü z g ü n b ir h a l d e b ı r a k m a s ı d a A y ş e ’n i n t a h r i k i l e o l s a g e r e k t ir ...
E b û b e k i r ’d e n s o n r a h a l i f e o l a n Ö m e r ’i n F e d e k b a ğ ı n ı H .
A l i ’y e t e r k e t m e k i s t e d i ğ i n i v e A l i ’n i n « F â t i m e d e n s o n r a n e y e
y a r a r » d iy e r e k b u b a ğ ı k a b u l e t m e d iğ in i y u k a r d a y a z m ış tık .
H e m e n a n a h a t la r ın ı y u k a r ıy a s ır a la y ıv e r d iğ im iz , ş u t a
r i h î v e m ü e s s i f v a k ’a la r d ır k i, A l e v î v e B e k t a ş î l e r i n E m e v î l e r ’-
l e M e r v a n île r e v e b u n la r a t a b i o la n la r a h u s û m e t b a ğ la m a la r ı
n a s e b e b o lm u ş t u r .
B u a r a d a , E m e v île r in ih tir a s ın a k u r b a n g id e n , o n la r ın
â m â lin e h iz m e t e d e r e k , E h l-i B e y t i u n u ta n h u le fa -i s e lâ s e ile
A y ş e y e d e g ö n ü l k ı r g ı n l ı ğ ı g ö s t e r m i ş l e r d i r . İ ş t e b u g ö n ü l k ır
g ı n l ı ğ ı d ı r k i, b u d ö r t i s i m d e n h e r h a n g i b i r i s i n i t a ş ı y a n ı , ta r i
k a tla r ın a a la m a y a c a k k a d a r, o n la r ı ile r i g ö tü r m ü ş tü r .
*
**
B e k t a ş î l e r i n i n a n c ı n a g ö r e , M u h a m m e d ’i n d ö r t y â r i ( A l i ,
F â t ı m a , H a s a n v e H ü s e y i n ) d e n ib a r e t t ir .
B u n u , y a k ı n t a r i h i n B e k t a ş î ş a i r l e r i n d e n I s t a n b u l ’l u H i l
m i D e d e B a b a , C e n a b ı p e y g a m b e r e h ita b e n y a z d ığ ı u zu nca
218 BEKTAŞiLIĞiN İÇYÜZÜ
bir (N a’ti şerif) in içinde getirdiği tek bir beyitle, p'ek güzel
açığa kor:
Bu beytin mânası:
(Y a M uhammed, senin dört yârin, ancak hırkanın altına
aldığın, (A li, Fâtıma, Hasan ve H üseyin) dir. demek olur.
TERCÜM^ANLAR
1 — S o f r a y a ot^urur^ken
2 — S o f r a c ı n kalkaarken:
3 — Su iç er k e n :
4 — Işık yakarken:
Bism-i şahh.. Allah Allah.. Çırağ-ı rûşân, Falır-i De^^^^
Zulrfır-i iman, küşid-i mey^n... ^Kanunu evliya, kn^vvet-i
Abdalan.. Gerçek erenler demine Hû Allah dozi...
6 — Kapıddan girerken:
Allah dost.. Hak dosta Erenler, aşıklar, sadıklar ve
sa^san-i iiyin-i cem aşkına Hû Allah eyvallah
7 — Mürşid huzurunda:
Şem-i tevfik-i hidayettir yüzün
Ehl-i Naciye beşarettir yüzzün
Suret-i Haktan işarettir yüzün
^rcc-ü ih^ram-û ziyarettir yüzün
AUalı eyvallah Bû dost ...
9 — Kamberiye takınırken:
Nişan verdim s^ana Kamber Ali’den
Erenler hâ^rni, Şıih-i Veliden
Kamberim Düldül’e, gayret kuşağı
Kuşandım ben anı Pirin elinden
Allah eyvallah Hû dost...
220 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
16 — T r a ş b itin c e :
19 — U y k u d a n k a lk ın c a :
üç defa: (Selâmullah ve salevatullah yâ imam H^%yin!)
20 — T e k k e le r k a p a n m a z d a n e v v e lk i z a m a n la r d a , H a c ı B e k t a ş
d e r g a h ın ı z iy a r e te g id e n le r şu ş e k ild e h a r e k e t e d e r le r d i:
A — T ü r b e y e g ir m e z d e n e v v e l d ış e ş iğ e n iy a z ve
ş u te r c ü m a n o k u n u r d u :
Blsm-i şah.. Allah Allah-
E^elâm ey mihrüban-i barigâhi evliya
Esselim ey cansiperân-i tarik-i evliya
^Es^m ey sahibân-i ahd-i ikrir-i mezid
Esselam ey tâbian-i şer’-i pâk-i Mustafa
Berce^nl-i Muhammed, kemil-i imam Hasan ve
iınaaım Hüseyin, Ali Râ Bülende salevât.
B — A şa ğ ıd a g ö s te r ile n ş e k ild e z iy a r e t e d ilir , m ü t e a k i
b en şu ter cü m a n okunurdu:
Bism-i şah.. A llah Allah.
Cemâlindir senin nür-i ilflhi
222
- Z iyaretin ş e k li -
T a r i f i : O k la r g i d i ş , r a k a m l a r n i y â z iş a r e t i d i r . O n d ö r t n i -
y â z d a n s o n r a , o n b e ş i n c i I o .sm a g e l i n c e n i y a z e d i l m e d e n a y a k t a
d u r u lu r , z i y a r e t t e r c ü m a n ı o k u n u r d u .
223
Ş e r ia t A k id e le r i
1 — Namaz:
Halbuki hiç te öyle değildir. Bektâşîler için: (Namaz kıl
mazlar) diye sağdan soldan tarîz vuku buldukça, onların: (N a
maz da bizim, niyâz da bizim, ibâdet de gizli, kabahat de gizli)
dediklerini bilmiyen yoktur. A levî ve Bektaşîlerin bir kısm ı
namaz kılarlardı F akat bu namazları dergâhlardaki mescid-
lerde veya kendi evlerinde gizli olarak kılarlardı. Şehir ve ka
saba yerlerinde oturan Bektaşîlerden bir kısmının da namaz
kıldıkları bilinm eyen şeylerden değildi.
Bir bilginimizin Bektaşîliğe dair neşrettiği eserde (kasa
ba Bektaşîlerinin her zaman namaz kılm akta oldukları) tas
rih edilmiştir.
A levî ve Bektaşîlerin, namazlarını gizli kılmalarının ik i
s e b e b i vardır: :
ORUÇ
GUSÜL
4 — ((B ektaşîler yıkanmazmış) diye cinas çıltılmakta-
dır. Fakat bu, çirkin bir iftiradır. Gusül işinin açıkta yapıl
madığı herkesçe bilinen bir keyfiyettir. Binaenaleyh, onların
gusül hakkında şöyl e bir. sözleri vardır:
230 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
c ABDEST
5 — Bektaşîler, abdest almazlar mı?
A b d e s t alırlar: Nitekim, ikrar bahsinde bunun şeklini
anlattık. Burada tekrara lüzum görmüyoruz.
E Z A N
KELİM Eİ ŞEH A D ET
7 — Bektaşîler de, her zaman (kelim e-i şehadet) geti
rirler, yalnız kelime-i şehadete bir cümle daha eklerler. Onu
da benden Minleyin:
(Lâ ilâhe illallah, Muhammed-ün Resulullah, Aliyyün
veliyyullah.) \
F İT R E VE ZEKAT
8 — Bektaşîler, (Fitre ve zekât vermezlermiş) diye
sözler işitilirdi. Halbuki bu da doğru değildi. Onlar, istenince
yalnız mallarını değil, canlarını ve bütün varlıklarını verm e
ğe hazır insanlardı. Hal-i hazırda ise, fitre ve zekâtlarını Türk
Hava Kurumuna vermekte, dinî ve millî ödevlerini yerine
getirmektedirler.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 231
T E SE T T Ü R VE N A M U S
9 — Bektaşi kadınlarının (tesettür) e riayet etm edik
leri, yani (kaç göç) bilmedikleri ve erkeklerinin ise, dişilerini
kıskanmadıkları sözleri döner dolaşır dururdu.
Vâkıâ en müteassıb devirlerimizde ( 1) bile bir Bektaşi
evine doğrulup gelen herhangi bir yolcuyu, erkekleri evde ol
mazsa, kadınlar yüzü açık ve samimi karşılarlar, ellerinden
geldiği kadar ağırlarlardı. Onlarda kökleşmiş bir misafirper
verlik akidesi vardı. Fakat hiç bir kötü niyet beslemezlerdi
ve kimsenin kalbinden fena birşey geçmezdi. Çünkü misafire
Tanrı misafiri gözüyle bakılır ve «mihman Alidir» (2 ) deni
lirdi.
BIY IK K ESM EM EK
10 — Bektaşiler, niçin bıyık kesmezlerdi?
Şimdiye kadar bıyık kestirmeyen yalnız Bektaşiler de
ğildi. Aleviler, Halvetiler, M elâm îler gibi diğer tarikat adam
ları da kestirmezlerdi.
Bıyık kestirmemek, tarikat sahipleri için bir (alâm et-i
fârika) sayılırdı. Şimdi ise bu alâm et m aziye karışmış ve hük
münü kaybetmiştir.
Şimdi, tarikat vesaire diye bir şey kalmadığı için her
kes modaya tabi olmuş, bıyık kestirmemek şöyle dursun, büs
bütün kazıtarak kadınlar gibi bıyıksız olmuşlardır.
Eskiden bir vecize vardı:
(Çiçekler, nebatın kadınlaşması, kadınlar hayatın çiçek-
lenmesidir) derlerdi. Biz bunu şimdi -lâtife yollu- asrımıza
uygun bir şekle sokabiliriz:
(K adınlar hayatın erkekleşmesi, erkekler hayatın ka
dınlaşmasıdır.)
(1) İstanbul gibi dünyanın m edeniyet beşiği sayılan yerinde, bir za
m anlar (tesettür) ü n n e kadar sıkı tutulduğu, şu yazılarda görülecektir:
(Tabirler s a d e le ş tir ilm iş i)
( ............................ yaşm aklar son zamanlarda incelm eğe başladığından
kadın yüzleri farkedilir b ir h a le gelm iştir. A yaklara (çedik) giyilm em ekte
v e in ce çoraplarla gezilm ekte olduğundan kadın bacakları da görünm eğe
yüz tutm uştur. Bu hal erkekleri zina yollarına sevk ettiğinden hüküm etçe
sık ı tedbirler alınması (Padişah) tarafından irade buyurulm uştur.)
- Takvim -i vek ayi' kolleksiyonu: 1273 H icri -
(2) Mihman: M isafir dem ektir. Ali: Hazreti Ali.
232 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
TAVŞAN E Tİ YEM EM EK
T a v ş a n e t i y e m e k le v e y a y e m e m e k le , b ıy ık k e s tir m e k
veya k e s t i r m e m e k l e in s a n , i y i a h l â k s a h ib i o lm a z . H a lb u k i
m ü s l ü m a n l ı k t a g a y e ; i y i a h l â k s a h ib i o l m a k t ı r . B u k a b i l h u
r a fe le r i u y d u r u p s ö y l e y e n l e r e v e y a d o ğ r u s a n ıp in a n a n la r a
te e s s ü f e t m e m e k e ld e n g e lm e z .
Y u k a r ı d a d a i ş a r e t e t t i ğ i m i z g ib i, b ö y l e v â h i s ö z l e r i m ü
n e v v e r a d a m la r ım ız a ğ ız la r ın a a lm a ğ a t e n e z z ü l e tm e d ik le r i
g ib i, i ş i t t i k l e r i z a m a n d a a s l a in a n m a z l a r .
B e k t a ş î l e r d a h i, o r t a d a d ö n e n , d o l a ş a n b u k a b i l b o ş l â f
la r a , e s a s e n p e k a l d ı r ı ş e t m e z l e r v e :
— B iz , b o y n u m u z a ik i g ö z l ü b ir h e y b e g e ç i r m i ş i z , b ir
g ö z ü n ü g ö ğ s ü m ü z e , d iğ e r g ö z ü n ü a r k a m ız a a s m ış ız , k u la ğ ım ı
z a k a d a r g e l e n iy im s e r s ö z le r i ö n d e k i g ö z e , k ö t ü m s e r s ö z le r i
a r k a g ö z e a t a r ı z . . . d e r le r .
Y a ln ız , p ir le r in in a le y h in d e d u y d u k la r ı s ö z le r e ta h a m
m ül e d e m e z le r .
S o n z a m a n l a r d a , b ir T ü r k m u h a r r i r i ( H a c ı B e k t a ş i V e
li V e l â y e t n a m e s i ) k i t a b ı n ı e l e g e ç ir iy o r . B una m al b u lm u ş
m a ğ r ib i g i b i s a r ılıy o r , e v i r i y o r , ç e v i r i y o r , i n c e d e n i n c e y e t a h l i l
e d iy o r ; b u n u n b ir e f s a n e o l d u ğ u n d a k a r a r k ı l ı y o r , b u k ita b ı
( B e k t a ş i s ır r ın ın b ir k u m k u m a s ı ) d i y e v a s ıfla n d ır ıy o r . ( i ş t e
b e n ( B e k t a ş i s ır r ın ı ç ö z d ü m ) d i y e y a z d ı ğ ı b ir e s e r d e o r t a lı ğ a
y a y g a r a y ı b a s ıy o r :
— ( H a c ı B e k t a ş i V e l i , d i y o r , n e e v l i y a d ı r , n e d e K u r ’a n
o k u m u ş t u r , n e H a c c e g it m i ş t i r . O s a d e c e L o k m a n P e r e n d e d e
n i l e n b ir k o m i t e c i n i n y e t i ş t i r d i ğ i , A r a b v e A c e m m illiy e tin e
d ü şm a n , m ü fr it b ir m illiy e t ç id ir . C e s u r b ir m u h a r ib , iy i b ir
s ü v a r i, v u r u c u b ir k a h r a m a n , iz i n i b e l l i e t m i y e n b i r t e ş k i l â t ç ı ,
â t e ş i n b ir m i l l i y e t ç i v e n i h a y e t m i l l i b ir b a h a d ı r ’d ır .)
(1) Pek eski bir cönk defterinde (Güfte-i Hazret-i Pir Hünkâr Hacı
Bektaşi Veli) başlıklı şiirden alındı.
236 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
Ol sülâlIi ^ h - i Merdân-i A li
ism i ânın H acı Bektaş-i V eli
karşısında derin bir vecd duyar, bedii bir haz alır, adeta gaş
yolur.)
Evet..
Arab ve Acem kültürünün, yurdumuzda fermanfermâ
olduğu en müteassıb devirlerden beri güzel dilimizi zaptürapt
altına alarak asrımıza kadar sürükleyip getiren bu Türk oğlu
Türkler olduğunu, muhterem bilginimiz pek güzel açıklandır
mış oluyor.
ÇOCUK BABALARINA
(1) Al-i Süfyan ile Al-i Mervan da çok oruç tuttular, çok namaz kıldı
lar.. Onlar da birçok hocalar yetiştirdiler.. Hattâ o kadar kıymettar hoca
lar yetiştirdiler ki, bunların içinde en güzide cariyeleri, sevdikleri may
munları bile vardı!.
Bunlara dibâdan soflar giydirdiler, ibrişimden yeşil sarıklar sardır
dılar.. Hem namazda onlara iktida ettiler, hem de caminin mihrâbında alâ-
meleinnâs onlarla zina ettiler. Fakat zinanın ne ehemmiyeti var efen
dim? namaz kılıyorlardı ya. Bu kâfi değil mi? T ^ mânasiyle müslüman-
dı bunlar ve&elam!!
Forma : 16
242 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
— 59 —
— 60 —
SEKAHÜM SIRRI
(1) On üç asırdan beri, dünyanın hemen bütün islâm şairleri, her li
sanda Hüseyin için mersiyeler söylemişler veya birçok kitaplar yazıp ya
digâr bırakmışlardır. Türkçe eserlerin en mühimmi, Fuzulî’nin (Hadika-
tüssaada) sı ile Kumru’nun (Kenzülmesaib) i dir. Fuzulî’nin Hatlikası mus-
talih olduğundan herkes okuyup anlayamıyordu. Fazlullah-i Rahimi ismin
de Mevlevi bir can bunu sadeleştirmiş ( Gülzar-i Haşeneyn) namiyle neş-
retmişti. Hâlen mevcudu kalmamıştır. .
Yıldınm Bayezid zamanında, açık Türkçe yazılmış 5300 beyiti havi
el yabası bir eser, Kerbelâ vak’asını pek güzel tasvir etmektedir. Mu-
vaffakıyet elverirse bastırmak emelindeyiz. — Muharrir.
(Fuzulî’nin Hadikatüssüada’sı 1955 yılında İstanbul Maarif Kitapha-
nesi tarafından tabedilmiştir. Çok güzel bir kapak içinde, ciltlidir. 656 say-
fedir. Fiatı 10 liradır — Tabi)
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ _ 245
nesi var? Bunu zaten bilmeyen yok.. Herhangi bir islâm bel
desindeki çeşmelerin mihrabelerinde bile: (Şehidler aşkına
su. İmamlar aşkına su) gibi yazılar görülmektedir. Eski za
manlarda meşin elbiseli sakalar ve canlı sebiller görürd^^
kasaba ortalarında: (Sakiya sun Şah İmamın aşkına atşâna
su) diye mersiye okuyup gezerler ve her rast geldiklerine kır-
balarmdan (su) verirlerdi. B öyle olunca, ortada saklanacak
hiçbir sır yok.. Bu böyleyken (Sekahüm sırrı) nasıl bir sırdır
ki, faş edilmemesi için sıkı sıkı tenbih edilip durulmaktadır.
Yoksa ortada saklanması lazım gelen başka bir hakikat mı
var? Eğer cidden böyle bir hakikat varsa, bu kelimenin, yani
(hakikat) ismini taşıyan kelimeni n m ahiyet ve mefhumu,
esasen (kabil-i talim ve teallüm olm ayan) bir şeydir.
Biz, böyle bir (hakikat) ın medlûlünü idrakten çok uza
ğız ve yazı ile de tarif etm ekten aciz bultınuyoruz. Binaena
leyh, kanaatımızca ortada saklayacak, gizleyecek hiç bir nok
ta yoktur.
Eğer, kasd edilen ve saklanması tenbih olunan (Seka
hüm sırrı), İmamı Hüseyin namına bir iş görmekse, bu hu
sustaki duygularımızı, bir sır telakki etmeyerek, Bektaşilerin
özel inancına göre, açıkça ortaya koymakta bir mahzur gör
müyoruz.
H Ü SE Y N Î VEYA HÜSEYNÎLER:
KERBELÂ FACİASI
YEZİD
i m a m ı H ü s e y n ’e k a r ş ı m u a h a z a h a k k ın ı k a z a n m a k t a la r d ı.
İ m a m ı H ü s e y i n ’in m u a h ız la r ı e ğ e r M u a v i y e soy u n d a n
d e ğ ils e b it a r a f b ir in sr-n sa m u a h a z a la r ı h iç ş ü p h e s iz k i iş in i ç
y ü z ü n ü b ilm e m e le r in d e n ile r i g e lm e k t e d ir .
A k lı s e lim s a h ib i b ir in s a n b ilm e d iğ i b ir m e s e l e ü z e r in
d e h ü k ü m y ü r ü t e m e z . B ir işi t e t k i k v e t a h k ik e t t i k t e n s o n r a
h ü k m ü n ü v e r ir .
E v v e l a id e a l m e f k û r e s a h ib i b ir in s a n id e a lin i h iç b ir z a
m a n f e d a e t m e z , y a ln ız is lâ m a le m in d e d e ğ il, b ü t ü n d ü n y a d a
i d e a l i u ğ r u n d a k e n d ile r in i f e d a e t m i ş b ir ç o k in s a n la r v a r d ır
k i, b u n la r ın h e p s i Q.e a k l ı s e li m s a h ib i in s a n la r t a r a f ın d a n t a k
d ir e d ilir le r .
H u s u s i l e İ m a m ı H ü s e y i n h e r h a n g i b ir ş a h s a d a benze
m e z . Ç ü n k ü İ m a m ı H ü s e y i n o n u m u a h a z a e d e n le r g ib i b it a
r a f b ir in s a n d a d e ğ ild ir . O , İ s lâ m iy e t i k u r a n la r d a n M u h a m
m e d ’in t o r u n u A l i ’n in o ğ lu d u r . İ m a m ı H ü s e y in ; is lâ m pey
g a m b e r in in t o r u n u d u r . İ m a m ı H ü s e y in ; is lâ m p e y g a m b e r in e
b ü t ü n v a r lığ ın ı f e d a e d e n , i s lâ m p e y g a m b e r in in r u h u , k a lb i
m e s a b e s in d e s a y ı l a n v e b u s e b e p l e is lâ m p e y g a m b e r i t a r a f ın
d a n « b e n im r u h u m , b e n i m e t im , b e n im k a n ım , b e n im n e f s im
d ü n y a d a v e a h i r e t t e b e n i m k a r d e ş im , y a l n ı z A l i ’d ir » s ö z le r iy
l e t e b c il v e t a k d is e d ile n K u r ’a n ı K e r im d e M u h a m m e d ’in n e f
si, B u h a r i M ü s l i m g ib i h a d î s k it a p la r ın d a y a z ı l d ı ğ ı ü z e r e p e y
g a m b e r t a r a f ın d a n b ü t ü n i s l â m â le m in in v e lis i s a y ıla n v e l i l e r
ş a h ı A l i y e l M ü r t e z a ’n ın o ğ lu d u r . O n u n d e d e s i M u h a m m e d v e
b a b a s ı A li: « B u d in - i s lâ m d in i- k ıy a m e t e k a d a r d e v a m e d e
c e k t ir v e e t m e lid ir » d e m iş le r d ir . M u a v i y e n i n o ğ lu Y e z i d ’in
i s l â m d in in i o r t a d a n k a ld ır m a k is t e m e s in i h o ş g ö r e n le r o la b i
lir , f a k a t b u n a H ü s e y i n t a h a m m ü l e d e m e z , o b u n a m â n i o l
m a k iç in h iç b ir f e d a k â r lık t a n ç e k in m e z . İ s lâ m p e y g a m b e r in in
v e is lâ m v e l is i n i n b u k ı y m e t l i t o r u n u v e o ğ l u d e d e s in in v e
b a b a s ın ın e s e r i o l a n d in in k a y b o lm a m a s ı iç in h e r ş e y i n i f e d a
e d e r , h a t t â b ir b u ç u k y a ş ın d a k i o ğ lu n u e l i n e a la r a k Y e z i d ’in
c a h i l a s k e r le r in e :
«— E y m ü s lü m a n la r . B a n a v e b e n im s a h a b e le r im e k â
f ir d i y e r e k s a h a b e le r im i s u s u z ş e h i t e t t in iz . B ilir s in iz k i is lâ m
a k id e s in c e « b ü t ü n ç o c u k la r , m ü s lü m a n o la r a k d o ğ a r la r . B ü -
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 249
(1) Kerbelâ vak’asından iki sene sonra Yezid öldü. Yerine oğlu ikinci
Muaviye halife ilân edildi.' ikinci Muaviye hilafetinin 40 ıncı günü ümey-
ye Camiinde minbere çıkarak Allaha hamd-ü sena ettikten, peygambere
salevat getirdikten sonra Aliye!- Mürteza’nın faziletlerini ve üstünlüğünü
ve Kerbelâ şehitlerine yapılan zulümleri birer birer saydı ve zalimlere
lanet okuyarak «Ey nas! biliniz ki ben, bu zulmün devamına tahammül
edemem. Hilafet makamı Ali’ye ve evladına ait bir makamdır. Ben, bu
hakkı gasbetmekten Allaha sığınırım ve kendimi bu makamdan hal’ et
tim.» Diyerek ıinberden indi ve anasiyle "birleşen Mervan tarafından o
gece zehirlenerek şehit edildi.
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 251
***
Ş ük rü M etin B aba:
Mürşidini horlayana
Değme, gitsin yana yana
Yuf çekerler öyle câna
Yağsın lânet yağmuru
•
**
(Musul) da, Hafız Osman namında bir âma, her seher vaktinde mina
reye çıkar, Ehl-i beyti medih yollu na’t-i şerifler okurmuş. Bir gece rüya
sında Dicle, nehri kıyısında bir kadının çamaşır yıkadığını görmüş. Yıka
dığı esvabın !kime ait olduğunu kadından sormuş:
(Benim oğlumun meddahımndır) cevabını alınış. (Sizin oğlunuz kim
dir?) diye sorunca da:
(Kerbelâ’da şehid olan H üseyin) imdir, cevabını almış.
Hafız Orman, onun Fatıma^t^rmhra olduğunu anlamış. Şefaat talebile
yanm a yaklaşmak isterken, uyanagelmiş. Bir de ne görsün, anadan
olan bizim Hafızın gözleri açılıvermiş.
Bunun üzerine, hiç durmadan minareye çıkarak imam-i Şafi’nin şu bey
tini okumağa başlamış:
in kıinerrefzu hubbi A l-i M u h ^ m ed in
Fel yeşhedüş-Selfalân inni Râfızi
Türkçesi «eğer Ali Muhammed’i sevm ek rafizilikse, dünya ve ahiret-
^ k i bütün mahlûkat şahid olsun ki, ben rafiziyim ——Mir’atül-makasıd —
BEKTAŞÎLİĞİN iÇYüZü 255
B e k t a ş île r in , o n ik i im a m , o n d ö r t m a s û m u p â k h a k k ın -
d a k i r u h i d u y g u la r ın ı y u k a r ıd a n b e r i iş a r e t e d e g e ld ik . O n ik i
im a m d e n i l e n z e v a t ı n is im le r i, k it a b ım ız d a k i ( d ü v a z la r ) d a
s ık s ık g e ç t i. E s a s e n b u n la r ı d in k a r d e ş le r im iz in h e p s i d e b i
lir . B ö y l e o l m a k l a b e r a b e r , d a h a f a y d a l ı o lu r ü m id ile , o n ik i
im a m ın d o ğ u m v e v e f a t t a r ih le r ile , d ü n y a d a y a ş a d ık la r ı m ü d
d e t le r in i b ild ir e n b ir c e t v e l i n b u r a y a d e r c in i m u v a f ık g ö r d ü k
(Tarihler Hicri'dir)
Hicretten 23
İmam Ali (İbn-i Ebû-Talib) sene evvel Sene: 4-0 ' 63
İmam Hasan (İbn-i İmam Ali) Sene 3 Sene: 50 47
İmam Hüseyin (İbn-i İmam Ali) Sene 4 Sene: 61 57
İmam Zeynel’ Abidin (İbn-i İmam Hüseyin) 38 » : 96 58
İmam Muhammed Bâkir (İbn-i İbıam Zeynel’ Abidin) 57 • : 117 ıiO
İmam Câfer-i Sadık (İbn-i Muhammed Bâkir) » 80 » : 148 68
İmam Musa-i Kâzim (İbn-i Câferi Sadık) 127 • : 185 59
İmam Ali-yytir* Riza (İbn-i Musa-i Kazim) 153 218 65
İmam Muhammed Takî (İbn-i Ali-yyür’ Hiza) 195 • 220 55
İmam Ali-yyün’Nakî (İbn-i Muhammed Takî) • 214 & 254
İmam Hasan-ül’Askerl (İbn-i AH-yyün’Nakî) • 231 • : 260 29
İmam Muhammed Mehdi (İbn-i Hasan-ül’^Askerî) 255 266 da Gaybubet
O n d ö r t m a s û m ’a g e lin c e : B u n la r ın k im le r o ld u ğ u n u b i
l e n d in k a r d e ş le r im iz p e k a z d ır . B iz , B e k t a ş i ş iir le r in d e o n
d ö r t m a s û m u p â k ’in is im le r in i b ir e r b ir e r s a y ı p d ö k e n a n c a k
ik i ş a ir im iz in n u t k u n a r a s t la d ık . B u n la r d a n b ir is i Ü s k ü d a r lı
S e y i d H a ş im , d iğ e r i d e ( K a n b e r i) n a m ın d a b ir B e k t a ş i s e y
y a h ıd ı r ( 1 ) .
B iz , b u r a d a Ü s k ü d a r lı H a ş im b a b a n ın o n d ö r t m a s û m -
la r ı t a n ı t a n m e d h i y e s i n i y a z m a ğ ı m ü n a s ip g ö r d ü k . O k u y u c u
İ '^ h :
(O N Y E D İ K E M ER -B E ST )
1 — Selman-i Fârisî ( 150 yaşında iken, M edâyinde
ecelile vefat etti).
2 — M uhammed İbn-i Ebû-Bekir (M ısır valisi iken, is
yan neticesinde, M uaviye ibn-i M edih tarafından şehid
edildi).
3 — M alik-i Ejder (M uaviyenin gönderdiği zehirli bal
ile misafir olduğu evin sahibi tarafından şehid edildi).
4 — Ammâr İbn-i Yâser (Saffeyn harbinde M uaviye
tarafından şehid edildi (1 ).
5 — V eysel Karanî (Saffeyn harbinde M uaviyenin em-
rile şehid edildi (2 ).
(1) Hazreti Peygamber, A ^ n ıâr hakkında şu hadisi söylemiştir:
y u t y !' .Ju l Ammar’ın katili hak.kında da
demişti. Manası: (Ammâr’ın katilini cehennem ile müjdeleyin) demek olur.
Bu hadislerden, Muaviye’nin Saffeyndeki harekâtının haksız olduğu te
zahür eder.
(2) Veysel Karanî, Saffeyn’de (Zikar) mevziinde A li’nin ordusuna en
sonra gelen yardımcıdır, gelir gelmez A li’ye biat etmiştir. A li kendisine
ne maksatla biat ettiğini sorunca: (Sana niisret ve iânet edem, yâr’lık kı
lanı, ve başımı top gibi yolunda feda edem) demiş, filhakika Saffeyn har
binde şehid düşmüştür. — Menakıb-i Mürtezeviyye
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 259
11
KERBELA Ş E H îD L E R îN îN îS îM L E R î
v a t a n u ğ r u n d a a z iz k a n la r ın ı a k ıt a n b ü t ü n s e h id le r im iz i ş u r a
c ık t a iç t e n g e le n b ir d u y g u , r u h t a n k o p a n b ir s a y g ı i l e a n m a k ,
m u k a d d e s v e m u a z z e z r u h la r ın ı ş â d e t m e k , b o y n u m u z u n b ir i
c ik b o r c u d u r . B i n a e n a l e y h , K e m â l- i t e b c il v e t e k r im ile h e p
s in in ö n ü n d e e ğ ile lim !
- L İ L L Â H İ L ’F Â T İ H A -
H Â B ÎL İL E K A B İL
Y i n e B e k t a ş île r in , H ü s e y i n h a k k ın d a k i ö z e l a k id e le r in e
g e le lim . O n la r ın b u h u s u s t a k i k a n a a t in i ş im d iy e k a d a r y a b a n
c ıla r l â y ı k i y l e f a r k e d e m e m iş t ir . D ış a r d a n b a k m a k la h iç b ir
f e r d b u n la r ın e s r a r ın a t a m a m ile v â k ıf o la m a m ış v e b ir ş e y s e -
z e m e m iş t ir . B iz , b u n u m ü m k ü n o ld u ğ u k a d a r a n la t m a ğ a ç a
lış a c a ğ ız :
O n la r n a z a r ın d a , A l l a h ı n g iz li sır la r ı v e d in b â b ın ın b ü
t ü n iç in c e lik le r i, v a h d e t s ır r ın ın b ü t ü n r e m iz le r i H ü s e y i n ’d e
t e c e ll i e t m iş t ir . Ö y l e s ır la r k i, b u sır la r t a d ev r-i A d e m d e n ,
( K a b i l ) ile ( H â b i l ) a r a s ın d a ç ık a n , ilk ( h a k , n â h a k ) ç a r p ış
m a s ın d a n b a ş la r .
 d e m b a b a m ız , ik i o ğ l u n u m u h a k e m e e d iy o r , H â b i l ’e
h a k lı o ld u ğ u n u , K a b i l ’e ( ş e r ia t a m u h a l i f h a r e k e t e t t iğ in i k e n
d i k a r ın k a r d e ş i ’ o la n k ız la e v l e n e m i y e c e ğ i n i ) ih t a r e d iy o r .
F a k a t , h a k k ın a r a z ı o lm a y a n K a b il, b a b a s ı A d e m ’in b u
h ü k m ü n ü k a b u l e tm iy o r : •
— H a y ır , d iy o r , ş e r ia t d e d iğ in d e s a n k i n e o lu y o r . Sen,
b u m a r t a v a lla r la h e m b e n i, h e m b a ş k a la r ın ı k a n d ıp n a k is t i
y o r s u n . B u n l a r h e p y a la n s ö z le r , v â h î itik a d la r d ır . S e n , H â-
b il’i b e n d e n fa z la s e v d iğ in iç in ilt im a s e d iy o r , k ız ın ı o n a ver
m e k is t iy o r s u n .
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 26:5
Bu şu demekti ki:
Ruhlar, henüz bu cesed denilen kalıbı giymeden evvel,
(ahd-i ezel) denilen bir m ecliste hazır bulunmuşlardır. Orada
kendilerine vukubulan hitab-ı ilâhi üzerine ahd bağlamış
lar... Kimi (lâ) diye, kimi (illâ) diye söz vermiş. Bu m ecliste
(H üseyin) öz gönül birliğiyle (kurban kararlaştırılmış) yani
Allahın dilediği kurban olarak seçilmiş, H ak kurbanlığını Hü
seyin kabul etmiş.. tabir-i diğerle haksızlıklara karşı kurban
gidecek olan Ervah-i M ukaddesenin serdarlığını Hüseyin ka
bul etmiş.
264 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
K U R B A N K E SM E N İN REM Zİ
İsmail’in bir koyunla canını kurtarması bir remz idi.
H âlâ kurban bayramları geldikçe kesilen koçlar, hakiki kur
ban sırrını bize hatırlatırlar.. Kestiğimiz kurbanlar bizim öz
canımızın vekaletini yaparlar.. Biz de Hazreti İsmail gibi
bunu savuşturmuş oluruz.
Kurban kesmek, kan akıtmak bir nevi (işhad) olur. Ya
ni: E y U lu Tanrım, ben canımı senin yoluna kurban verme
ğe hazırım, işte isbatı budur, diye kurban kanı akıtmak sure-
tile, bu dini vazifeyi yerine getirmiş oluruz.
*
**
Allah, İbrahim Peygambere:
— Ben, seni halka imam nasbettim.
Dediği zaman, baba ve oğul, ikisi birden, Haktan rica
etmişler: .
— Ya Rab! Bu imamı, bizim zürriyetimizden de halket..
D iye yalvarmışlardı, Allah, onların dileklerini kabul et
mişti. İşte bu dileğin kabuliledir ki, bu H anif milletin, tem iz
sulbünden imam olarak gelen Hüseyin, beşeriyet libası. giye
rek, yer yüzünde kendisini göstermiş oldu.
H Ü SE Y İN ’E M ATEM
Allah, o kadar yüksek, o kadar temiz bir (koç) un kur
ban olmasını istiyormuş ki: D edesi M uhammed, babası Ali,
ninesi Hatice, anası Fatıma, kardeşi Hasan gibi olsun.. Lüb-
bil’lüb, sırrus-sır Ç>ir zübde-i âlül’âl olsun. Ve bu kurbanın has
retine ağlıyanların gözlerinden dökülen yaşlar, dirilik çeşme
sini vücuda getirsin.. Tâ ki, o çeşmeden içip kananlara, bu su
(H ayât-i Câvidâni) bahşetsin..
(Âb-u hayat gölü) nün, karanlıklarda olduğu söylenir..
Acaba bu karanlık, hangi karanlıktır? Ve bu karanlık nere
dedir?
Hüseyin mazlumun ayrılık mâtemi de, karanlıklara gö
m ülm ekten başka, ne ile tefsir edilebilir?
Hüseyin’e vuslat için ağlayan insanların, göz gibi canlı
bir inbikten çektikleri (M â-i tâhir) in dirilik suyundan ne
farkı vardır?
*
BEKTAŞİLİĞİN İÇYÜZÜ 265
Mensuresi:
Ey (vefalıyım diye lâf atan adam! Kuru söze kanaat
edip kendini oyalama.. Bunun nişanını gözlerinden yaş akıt
m ak suretile isbat et! Eğer, cidden vefa sahibi isen, hakikaten
gönül çanağına kan doldu ise hiç durma, bu yanan
gönlüne m elâm et hançerini sapla! İçerine toplanan kızıl kan
dışarı fışkırsın... Tazece açmış gonca gül misali kendini gös
tersin!:)
Kısaca: (H üseyin aşkına gözlerinden kanlı yaşlar akıt)
demek istiyor.
***
***
m ülahaza
B u n c a fe la k e tle r e g ö ğ ü s g e r e n M u h a m m e d , n e tic e d e
M e k k e ’y i f e t h e t t i ğ i g ü n K â b e ’d e k i p u t la r ı n iç in k ır d ı?
K a b e d a m ın d a k i p u t l a r ı n k ır ılm a s ı iç in A l i ’y i K â b e d a
m ı n a ç ık a r t t ı. V e A l i ’y e :
« — Y a A li b e n im o m u z u m a b a s a r a k d a m a ç ık » e m r in i
v e r d i. V e p u t la r k ır ıld ık t a n s o n r a d a n iç in y i n e A li, M u h a m -
m e d i n o m u z u n a b a s a r a k a ş a ğ ıy a in d i? B u n u n sır r ı v e h i k m e
t i n e d ir ?
İ s l â m P e y g a m b e r i M u h a m m e d ’in h iç b ir z a m a n b o ş s ö z
s ö y le m e d i ğ i n i v e t a b i i b o ş v e m â n a s ız b ir iş y a p m a d ığ ın ı b ü
t ü n is lâ m â le m i n in in a n d ığ ı K u r ’a n ; « V e m â y e n t ı k u a n il h e -
v a » ( M u h a m m e d , h iç b ir z a m a n b o ş s ö z s ö y le m e z , s ö y l e d i k l e
ri m ü s lü m a n la r iç in h i k m e t v e m e n f a a t t ır ) d iy e r e k b iz e a n
la t m a k t a d ır . A c a b a K u r ’a n ın b u s ö z le r i b o ş m u d u r ?
A c a b a M u h a m m e d h ic r e t in s e k iz in c i y ı l ı o c a k a y ın ın b i
r in c i g ü n ü K â b e ’y i p u t la r d a n t e m i z l e t t i k t e n so n r a :
« — Y a A li o m u z u m a b a s a r a k K â b e ’n in ü s t ü n e ç ık K u -
r e y ş ’in u lu p u t la r ın ı k ır v e g e n e o m u z u m a b a s a r a k a ş a ğ ı in »
d e m e s i v e A li’n in a y a ğ ın ı, o m u z u n a p e y g a m b e r lik m ü h ü r ü n ü n
ü z e r in e b a s t ır m a s ın ın m â n a s ı v e h ik m e t i n e d ir ?
B ü t ü n h a k i k a t l a n b ir t a r a f a b ır a k a r a k y a ln ız K â b e y e
g i t m e k l e v e b ir k a ç d a m la Z e m z e m s u y u n u k e f e n in e k o y u p
d a m la t m a k la m a k s a t h â s ıl o lu r m u a c a b a ?
A l la h ı b i z e t a n ı t a n M u h a m m e d ’d ir , K â b e t u lla h ı b iz e
ta n ıta n d a odur.
« M u h a m m e d b o ş s ö z s ö y l e m e z , h e r y a p t ı ğ ı iş in b ir h ik
m e t i , v a r d ır » d i y e n d e K u r ’a n d ır , A l i ’n in a y a ğ ın ı o n b in le r c e
k iş in in g ö z ü ö n ü n d e M e h r i N ü b ü v v e t i n ü z e r in e b a s t ır m a k t a n
M u h a m m e d ’in g a y e s i b ü t ü n is lâ m â le m in e A l i ’n in m e v k iin i
ilâ n e t m e k v e A lin in A l l a h v e M u h a m m e d ’d e n s o n r a h e r ş e y
d e n v e h e r k e s t e n ü s t ü n o ld u ğ u n u b iz e b ild ir m e k t i. M u h a m
m e d ’in H a s a n la H ü s e y i n i d a im a o m u z u n d a t a ş ıd ığ ın ın sır v e
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 269
g ö r m ü ş v e e f k â ı - ı u m u m iy e n in z ih n in d e y e r a lm a s ı m u h t e
m e l o la n ş ü p h e v e t e r e d d ü t le r i iz a l e m a k s a d iy le b u iş e s a r ıl
m ış t ık . F a k a t b u h iz m e t im iz i y e r in e g e t ir e b ilm e k iç in , B e k t a ş i
y o l u n u n ş ia r ın ı, n a s ı l t e m e lle r ü z e r in e k u r u ld u ğ u n u , b u y o lu n
iç y ü z ü n d e ( e s r a r ) d e n e b i le c e k m ü h im b ir g iz lilik o lm a d ığ ın ı,
ş a y e d v a r s a b i le b u s ır r ın a n c a k H ü s e y i n ü z e r in d e t o p la n d ı
ğ ın ı, B e k t a ş il e r i n ö z e l in a n ç la r ın ı t e ş k il e d e n n o k t a n ın a n c a k
b u o ld u ğ u n u y a n i H ü s e y i n ’d e k a r a r k ıld ığ ın ı b e lir t m e k is t e d ik .
( H ü s e y n i ) liğ e ö z e n m e k i s t e y e n B e k t a ş ile r in d e b ö y l e
h a r e k e t e d e b ilm e le r i ic a b e t t iğ m i, e s a s e n H ü s e y i n ’i b ü t ü n d ü n
y a m ü s lü m a n la r ı s e v e r s e d e , b u h a l y a ln ız M u h a r r e m a y la r ın a
in h is a r e t t i ğ in d e n , b u n u n k â f i o la m ıy a c a ğ ın ı, b ö y le le r in in ( H ü
s e y n i s e v d ik , s e v i y o r u z ) d e m e l e r i n i n b ir lâ z im e - i z a r a f e t v e
n e z a k e t i c a b ı o la r a k k a la c a ğ ın ı, b u n d a n ile r iy e g e ç e m iy e c e ğ i-
n i, b u g ü n is e b ö y l e b ir c a n m e v c u d o lm a s ın a p e k ih t im a l v e r
m e m e k l e b e r a b e r , b u b iz im e s a s e n s a d e d im iz d e n h a r iç b ir k e y
f i y e t o lu p b u n u n t a r ik a t r u h iy le b ir a lâ k a s ı o la m ıy a c a ğ ın ı z a n
n e d e r im k i k â f i d e r e c e d e v e k â f i d e l i ll e r le a n la t m ış o ld u k .
V e b u n u y a p a r k e n d e b ilm e c b u r iy e c e z r i f ik ir le r s e r d in e
m u z t a r k a ld ık . B i n a e n a l e y h , b ö y l e y a p a m a s a y d ık o k u r la r ım ı
z a B e k t a ş i li ğ in iç y ü z ü n ü t a m a m e n a n la t a m a z v e k im s e y i t a t
m in e d e m e z d ik . B u h u s u s t a b iz im ile r i b ir d il k u lla n d ığ ım ız ı
m â z u r g ö r s ü n le r .. B u d il k e n d im iz in ih t ir â e t t iğ im iz b ir lis a n
o lm a y ıp , y o l s a h ip le r in in e z e ld e n b e r i k u lla n a g e ld iğ i ö z e l b ir
d ild ir .. Y a n i h a k ik i B e k t a ş i le r i n ö z e l d ilid ir .
B ir ik i m is â l i l e b u n u t e y i d e d e lim . B a k ın ız b ö y l e b ir is i
n e der:
Zincir kar eylemez bizlere sofi
Bin can ile bir cânâna bağlıyız
Y a n i: ( E y z â h id ! S e n , b iz le r i z in c ir le r e v u r s a n , y i n e b iz
y o lu m u z d a n d ö n m e y iz . B iz im b i n c a n lım ız v a r d ır , h e p s in i d e
H ü s e y i n y o l u n a k o y m u ş u z v e o n a ö y l e b a ğ la n m ış ız .) — B u r a
d a k i c â n â n lâ f z ı, H ü s e y i n m â n a s ın a g e lir —
Şiir şudur:
N e v r e s d e b ir m ersiy esin d e:
Nize üzre ser-i piirhu n-i Hüseyn'i göricek
Hayretinden baş açık dağlara çıktı hurşid (!)
✓
SON SÖZ...
ÖZ SÖZ..
Sayın okuyucular:
Bektaşîlik edebiyatını dikkatle suzup mütalâa edenler,
titizlikle üzerinde durup, eserlerini kelime bekelime iyice
inceleyenler, bir hakikat görüp sezinlemiş ve kavrayabilmiş-
lerdir ki, o da, bu sözlerin ifade ettiği ruh ve mânanın bütün
ledünniyatı bir noktada birleşerek, tam bir insan-ı kâmil şek
linde, Ali kullarının muhayyilelerinde, nurdan bir heykel gi
bi kendini göstererek (Hüseyin) çehresiyle tecessüm ve arz-ı ı
endam etmesidir.
Zaten mutasavvifenin ve vahdet-i vücud erbabının özel
kanaatlan da bu merkezdedir. Onlarca, insan-ı kâmil denilen
hak, sanki, bütün mükevvenatın bir havada döğülerek terkib
edilmiş halitasından, mâcunundan başka bir cevher değildir..
Yani, âdem-i kâmil — mükevvenat-ı âlem — âdem-i kâmil
dir.
Onun için, bazı tasavvuf kitaplarının, ta başında (bes
mele) yerine (bismil’kevnül-câmî) diye başladığını görürüz.
Tıpkı, Bektaşilerin (Bism-i şah) diye başladıkları gibi,
Mutasavvıflara göre, ezel ve ebed tâbiri, ancak müpte-
dilere tefhim için kullanılmış birer kuru isimden ibaret olup,
hadd-i zatinde ezelde var olan her şey, yine vardır. (Elyevm
kemakân), (el’ân hüve hüve) dir.
*
**
280 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
*
îji sfc
sır, bir safsata değildir. K ıym eti bilinmeğe lâyık bir cevher.
mâhiyeti incelenmeğe değer bir anlamdır.
Öyle kızıl kanla doğm alıydı ki, bu kızıllık bir daha göz
lerden ufü.1 etmesin.. her sabah ciddi mü’minler yerlerinden
kalkınca, o kızıllığı güneşle beraber görsünler.. O kızıllığı her
gün gözlerinin önünde müşahede ede dursunlar.. Bu kızıllığı
görüp duran gözler, Hüseyin’i hiç hatırdan çıkarmamış olsun
lar.. Hiç bir an, Hüseyin’i unutmasınlar ve ona teabbüd edip
dursunlar.. _
Şairin:
***
- •
B u r iy â s ız m ü s lü m a n ın , C e n â b - ı H ü s e y n i n a s ıl b ir g ö z le
g ö r d ü ğ ü n ü , n a s ıl f e r y a d e t t iğ in i, (s e m m e v e c h u lla h ) sır r ın ı
n a s ıl k a v r a d ığ ın ı, o n u n y o lu n a c a n ın ı f e d a e t m e k a r z u s u n u
n a s ıl a ç ık la d ığ ın ı a n la d ık .. B ir d e K a z ım P a ş a m e r h u m u n ş u
b e y it l e , n a s ıl c a n f e d a d ile ğ i n d e b u lu n d u ğ u n a b a k a lım :
S ö z ü n k ıs a s ı:
N i c e n ic e y ü z y ılla r ın ü s t ü n d e n a t l a y a a t la y a z a m a n ı
m ız a k a d a r s ü r ü k le n ip g e le n , C e n a b - ı H ü s e y i n ’in b u h â ile v ı
h a t ır a s ın ı, y a l n ız b u im a n ı s a r s ılm a z B e k t a ş île r in , h e r ( a n )
v e c d iç in d e , iç le r i a l e v a l e v y a n a r a k , k a h g iz li, k a h a ç ık t a
z e l e y i p d u r m a k t a o ld u k la r ın ı g ö r ü y o r u z ..
( A n ) d iy o r u m , b u k e l i m e h a y â lin iz d e n k a ç m a s ın ..
Ç ü n k ü , b u t â b ir g ö z a ç ıp y u m u n c a y a k a d a r g e ç e n , e n
k ıs a b ir v a k t i n m ik t a r ö lç ü s ü o ld u ğ u iç in , ç a b u k g ö z d e n k a
y a r ..
B u k ıs a v a k i t iç in e H ü s e y i n i s ığ d ır a b ile n le r o n u n k u lu
k u r b a n ı o lm a ğ a lâ y ık t ır la r . ( A l e v î , B e k t a ş î, H ü s e y n î ) d i y e
b ö y l e l e r i n e d e n ir .. B u s ö z ü m e k im s e c ik le r y ü k s ü n m e s in .. B u
ç a r e s iz b ö y l e d i r iş te ..
G e lm e g e lm e ... D ö n m e d ö n m e
S a y ı n o k u y u c u la r ım a :
H a k ik î A le v île r in , c id d î B e k t a ş île r in , h a k ik i H ü s e y n î l e
r in ö z e l h a lle r in i, y u k a r ıd a n b e r i, tü r lü tü r lü ş e k ille r d e , d e f e -
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ - 285
Ab — Su Alaka — İlgi
Abâd — Mamurluk Alül-il — Yükseklerin yükseği
Abd — Kul Amir — Emredici
A’da — Düşmanlar An — En kısa uzaman
Adâb — Edebler, terbiyeler An’ane — Töre
Afâk — Gözün görebildiği yerler, — Gök .yüzü
Gök yüzünün kenarları. Asitân — Dergâh
Ateşin — Ateş gibi yakıcı
Agâh — Anlayabilmek Avam — Halk
Ahlakı basene — Güzel huylar Avalim — Alemler, dünyalar
Ahfâd — Torunlar A’vân — Yardımcılar
Ahter — Yıldız Ayn — Göz
Ahz — Almak Ayş-ü ırilş — Yiyip içme
Abd — Yemin Ayb-bin — Kusur görücü
Ahsen — Çok güzel Aynel’yakin — Gözle görülen
Akide — inanç Ayin-1 cem — Tarikat adamları
Alenen — Açıktan açığa nın toplantısı
B
Bab — Kapı Bünyad .— Temel
Bâd — Yel Bende — Kul
Bâde — İçki kadehi Bürhan — Nişan, delil
Bildire — Sıkıntılı iş Basit — Kolay iş
Bed^ye — Südü bozuk Bâtm — Gizli
Bihemta — Benzeri olmıyan Bay — Zengin
Biriya — Riyasız, samimi BeytaUah — Kâbe
Baid — Uzak — Meclis
C- Ç
Câli — Yalancıktan gösteriş Çiih — Kuyu
Cam — Kadeh Çar — Dört
Câmia — Topluluk Cebin — Altın
Forma : 19
290 BEKTAŞÎLiĞ:tN İÇYÜZÜ
D
Dâd — Adalet Dil — Gönül
Dâdı-hak — Allah vergisi Dilaver — Pehlivan
Dıihi — Çok bilgi sahibi Dil’hâne — Gönül evi
Dâiye — İnsanın içinde bir hususa Dem çekme — Rakı içmek ve ne
teşvik edici bâlet fes alıp vermek
Dânâ — Bilici
Debistan — Mektep Dür — İnci
Didar — Cemâl görme Dür — Uzaklaşma
Dide-i ^bina — Açık göz Derun — iç
Dehhaş — Dehşetli Dest — El
Dilir — Cesaretli Desti-gir — Elden tutma
Dildir — Gönül çekici dilber Deyr — Kilise
E
Ebed — En son Ensıil — Soylar, soplar
Ecsam — Cisimler, cesedler Enin — inlemek
Efgan — Şikayet Eracif — Uydurma sözler
Ef’al — işler Eshab — Sohbet edenler
Efsürde — Donuk, gayretsiz Eşk-i çeşm — Gözyaşı
Elhak — Pek lâyık Etvar — Tavırlar, hareketler
Envar — Nurlar Evrâd — Dilde söylenip duran
Enfüs — Nefisler dualar
Engür — ü^züm Ezkir — Zikirler
Enel’ha.k — Ben Hak oldum Ezel — En evvel
F-G
Fenafillâh — Allah yolunda feda- Garabet — Tuhaflık
karane çalışıp cinsini yok Gaşy — Kendinden geçme
etmek. Gavvâs — Yüzücü
Ferda — Yarın Gavamız — Anlaşılması güç olan
Fer' — Bir şeyin içinden ayrılan mâna
Ferman-ferma — Hüküm ve fer Gayretkeş — Gayret güdücü
manını yürütme Gaye — Son istek
Fesahat — İyi söz söyleyiş Gedâ — Fakir
Feza — Boşluk Gulgule — Gürültü koparmak
Gaddar — Zulmedici Gülbenk — Türkçe dua
BEKTAŞÎLlĞÎN İÇYÜZÜ 291
H
Hah — Uyku Hernıeşin — Beraber oturmak
Habl — ip Hemişe — Daima, her zaman
Hablül’metin — Sağlam ip Hemrah — Yol arkadaşı
Hâk — Toprak Hempa — Ayağına uydurulan
Hame — Kalem Hemdem — Beraberlik
Hamaset — Kahramanlık Hezeyan — Perişan sözler
Handan — Gülücü Hevam — Böcekleı;
Haslet — Huy, sıfat Heyûlâ — ism i var cismi yok
Hatem — Yüzük llirs — Ayı
Hâki-pay — Ayaktozu Hilâl — Yeni doğan ay
Hâl — Şimdiki zaman Hicr — Ayrılık
Halite — Karışık şeyler Hilkat — Yaradılış
Ha^t — Dilekler Himaye — Korumak
Hakiki — Gerçek, haklı olan Hicab — Perde
Hayır-hah —- Hayır isteyici Hub — Güzel
Ham-ervah — Ruhu pişmemiş Huddam — Hizmetçiler
Hâl-i hat — Yazılmış ben Hurafe — Uydurma laf
Hassas — Fazla duygulu Hûk — Domuz
Haseneyn — Hasan ile Hüseyin, Hurrem — Sevinmek
iki güzel ,mânasına da gelir Hasran — Hasrette kalmak
Han: — Muska Hüsn-ü Mutlak — Allahın güzel
Haile — Tüyler ürpertici hal cemali
Hazer — Çekinmek Huzme — Halka, zincir halkası
Hazin — Elemli, kederli Hüzün — içten ağlayış
Heft — Yedi manasına Hımar — ^Eşek
1
İbda’ — Hüner yaratmak ihtar — Hatırlatmak
İçtihad — Kudreti yettiği kadar iktida — Uymak
çalışmak İkrarbend — Söz vermek, söze
icazet — Müsaade bağlanmak
iyd — Bayram iltimas — Korumak, arkaya almak
ifrat — Çoğa giden im;imeyn — iki lm^n (Hasan’la
ifti — Fetva vermek, müşkül hal Hüseyin)
letmek intibah — Uyanıklık
ifşa — Açığa çıkarmak inhidam — Yıkılmak
İğbirar — Gücenme irticalen — Düşünüp taşınmadan
iğfal — Aldatmak söylenen söz
ihfa — Gizlemek iradet — Dilemek
292 BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ
K
Kân — Hazine Kübrâ — Çok büyük
Kabus — Dalgın uykuda basan a Kenz — Hazine
ğırlık Kün — Ol
Kadd-i mevzun — Düzgün boy Kesif — Kesafet peyda eden top
Kadir-şinas — Kıymet bilen lu bulunan .
Ka’de — Oturmak Kürih — Hoşlanmamak
Karin — Yakınlık bulmak Küşa — Açmak
Kail — Söz söyleyici Küşade — Açık
Kal — Söz Kevkeb — Yıldız
Kaim — Ayakta dikilen
L
Lâcerem — Şüphesiz Lebteşne — Dudağı susuzluktan
Uhm — Et yanan
Lâmekân — Mekânsız, yersiz Lübbül'lüb — Bir şeyin özünün
Lâya'kıl — Aklı başından giden özü .
baygın Ledün — Gizli ilim
Lâyezâl — Zeval bulmayan, sonu Ledünniyat — Gizli ilimlerin içi
gelmeyen L e ^ — Kınamak
Leb — Dudak Leyi — Gece
Lanazir — Benzeri olmıyan Leyl-Ü nebar — Gece gündüz
M
Mat — Susturmak Masnû — San’atle yapılmış
Matlup — istenen Maske — Yüze geçirilen tutak
Mahfi — Gizli Mâzi — Geçmiş zaman
Mâhiyet — Bir şeyin iç yüzü Mazmaza — Ağızda su çalkalamak
Mahlûl — Bir şeyin mayiat içinde Mübeşşer — Müjdelenen
eridiği hali Mübin — Açıklayıcı
Mahzur — ^Çekinilecek şey
Mahrem — Görülmesi gizli tutu.- Mücrim — Günahkâr
lan Mücahede — Uğraşmak
Mağz — Bir şeyin özü Mübalâğa — Haddinden fazla yü
Mâil — Eğri celtmek
Mâ^ür — Yenilemek Mücerred — Evli olmayan
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 293
N
Nâr — Ateş N âzik — Kibar
Nâdan — Bir şey bilmeyen N âleyn — Ayak kabları
Naçiz — Değersiz Namerd — Kimseye iyiliği dokun
Nafiz — Nüfuz edici, işleyici mayan
Nazariyat — Gözle görülebilen Nazariyye — Görüş
N a^-i kati — Hükmü câri Kur’an Nebze — Azıcık
âyeti N efh — Üfürmek
294 BEEKTAŞILtĞtN İÇYUZti
p
Payidar — D^m ve beraber Penak.nahgih —Sığınılacak yer
Pâyimal — Ayaklar altında kal'^mak. Peyker — Çehre
Pür — Dolu Pir-i müğân — Meyhanecilerin ba
Perver — Besleyici şı, Mürşid manasına da ge
Penah — Sığınmak lir
R
^Rah — Yol Rehnüma — Yol gösterici
Rahşan — Parıldayan Ruh-urruh — Ruhların ruhu
Raks — Oyun IUnd — Kalender
Ravza — Bahçe
Ricâl — Erkekler Rind-meşreb — Kalender yapılı
Rücâlülgayb — Gaib erenleri Remz — İşaret
Ru — Yanak Reyhan — Fesleğen çiçeği
Ruhsar — Alyanak Rfız — Gün
s
Sâde-dil — Gönlü temiz Seciye — Terbiye
Sad-hezar — Yüzbin Ser — Baş
Sâim — Oruç tutan Sergerdan — Başı dönen
Silik — iyi veya kötü yola, işe Server — Başbuğ
giden Seviyye — Aynı ayarda
San — Dilenci Sevâd — Siyahlık
Sâlif — Geçmişteki Seng-i hâri — Kara taş
Sahbi — Şarab Selsebil — Yağ gibi kayıcı lezzetli
Sâri — Bulaşık. su
Sâlus — Hile ile kandırmağa çalı
Sernügıin — Baş aşağı
şan Se^me-vcchullah — Alla^rn par
Safsata — Manasız söz
Sebak — Ders layan cemali
Sebkat — öne geçmek Süfli ihtiras — Alçak. arzular
Sebil — Yol Sühanver — Güzel söz söyleyici
Sübuhat — Çekilen !;ey (tesbih Sine — Göğüs
gibi) Sil-i eşk — Göz yaşı
Sudur — sâdır olmak, çıkmak Sırdaş — Sır ortağı
Sıdkalyakin — Doğrulukla yakın Silseletüzzeheb — Altun silâle,
olmak (Muhammed Ali soyu)
r
BEKTAŞÎLİĞİN İÇYÜZÜ 295
ş
Şeam et — Uğursuzluk Şinaver — Yüzücü
Şebeke — Ağ, parmaklık Şîr — Arslan
Şehaınet — Kahramanlık Şeşcihet — A ltı taraf
Şehinşah — Şahlar şahı Şûride — Hali perişan
U-0
Ulyâ Yüksek ü'ssül’esas — Temellerin temeli
Usret — Güçlük ü'fUI — Galib olan
Y
Yave — Boş yere Yed-i bey7.i — Nurlu el
Yek — Bir Yekvücut — Bir vücut
Y e ^rne — Biricik Yekta — Benzeri olmayan
Ye ^ k ıe k — Bir bakış Yeknesak — Birbirine benzeyen
z
ZıUıib — Sanmak, sanıcı Zımnen — Sözün iç yüzünden işa
zaU — Yok olucu ret
^ t-i mutlak — Tanrı Zünnar — Papazların beline bağ-
Zaviye — Köşe, bucak ladıklan kemer
Zübde — Bir şeyin hülâsası Zinde — Diri
Zeheb — Altın Ziver — SSüs
Zıl — Gölge Zındık — Ebû-Bekir, ömer, Os-
Zulmet — Karanlık manı sevmiyenlere ehli-
Zümre — inancı bir insanlar top sünnet adamlarının taktığı
luluğu isim. .