You are on page 1of 117

İKİNCİ MEŞRUTİYET TİYATROSU

VE

BİNNAZ
İKİNCİ MEŞRUTİYET TİYATROSU

VE

BİNNAZ

Hüsrev AKIN
İkinci Meşrutiyet Tiyatrosu ve Binnaz
Hüsrev AKIN

Doğu Ciltevi Yayınevi

Dizgi/Tasarım: Hüsrev AKIN


Kapak: Emre BALLAN
Baskı/Cilt: Doğu Ciltevi
Erzincan 2022
Doğu ciltevi Yayınevi
İnönü Mahallesi 8. Sokak No:8
Telefon: (0446)214 71 31
Bu kitabın telif hakları Doğu Ciltevi Yayınevine aittir. Tamamının veya bir
kısmının kopyalanması ya da çoğaltılması yasaktır. Kaynak gösterilme koşulu
ile kısmen alıntı yapılabilir.
İÇİNDEKİLER

SUNUŞ ........................................................................................... 7

BİNNAZ ..................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

BİNNAZ HAKKINDA MAKALELER ................................................75

BİNNAZ .....................................................................................77

TÜRK SAHNESİNDE MEVZUN PİYESLER .................................83

BİNNAZ’IN TEMSİLİ ..................................................................86

MANZUM BİR MİLLÎ PİYES ......................................................91

SANAT ÂLEMİNDE BİNNAZ ....................................................101

SANAT ÂLEMİNDE BİNNAZ ....................................................104

BİNNAZ ...................................................................................109

TEMAŞA TENKİDİ: BİNNAZ ....................................................111

KAYNAKLAR ............................. Hata! Yer işareti tanımlanmamış.


SUNUŞ
Türk tiyatro edebiyatında önemli bir yere sahip olan Binnaz
1919 yılında Yusuf Ziya tarafından kaleme alınmış, aynı yıl da
Dârülbedâyi sanatçıları tarafından sahnelenmiştir. Abdülhak
Hâmid’in Nesteren ve Liberte piyeslerinden sonra manzum olarak
hece vezniyle yazılmış ilk piyes olma özelliği bu eseri ayrıcalıklı
bir konuma getirmiştir. Fuat Köprülü gibi bazı araştırmacılar
Hâmid’in eserlerini -sahnelenmedikleri için- görmezden gelerek
Binnaz’ı hece ile yazılmış ilk tiyatro metni olarak kabul ederler.

Binnaz’ın konusu oldukça sadedir. Binnaz, Lâle Devrinde


güzelliğiyle dillere destan olmuş, çok zengin beylere, paşalara
hanım olabileceği halde Efe Ahmet adında bir yeniçeriye âşık
olmuş bir kızdır. Binnaz’ın güzelliğini Tuna vilayetlerinden
duyarak İstanbul’a gelmiş olan Hamza yolda gelirken yolu
kesilmiş, onu bu tehlikeli durumdan Efe Ahmet kurtarmıştır.
Hamza kendini kurtaran kişiyi tanımadan Binnaz’ın evine gelir,
ona aşkını ilan eder. Bu sırada Efe Ahmet de eve gelince Hamza
evden kaçar.

Sonraki perdede bir yeniçeri kahvesinde Efe Ahmet’le


Hamza karşılaşırlar, birbirlerine meydan okurlar. Efe Ahmet
Hamza’yı kolundan yaralar, bu sırada kahveye gelen
karakullukçular da Ahmet’i yakalayıp götürürler. Ahmet’in hapsi
sırasında idamına karar verilir. Bunu duyan Hamza da araya
dedesini sokarak padişahın Ahmet’i affetmesini sağlar.
Bütün bu gelişmelerden haberi olmayan Ahmet hapisten
kaçar, hızlıca Binnaz’ın evine gelir. Bu sırada evin kapısına
cellatlar da dayanır. Hamza elinde Efe Ahmet’in af fermanıyla
geldiği halde Ahmet, Binnaz’ın Hamza’ya gönül verdiğini
anlayınca fermanı ateşte yakar ve cellatlara teslim olur.

Bu piyes ilk defa 17 Nisan 1919’da olmak üzere senelerce


sahnelenmiş, hatta filme dahi alınmıştır. Piyes hakkında dönemin
eleştirmenleri tarafından birçok yazı yazılmış, başarılı ve eksik
yönleri ortaya konulmuştur. Bu çalışmada Binnaz’ın tam metnini
verdikten sonra eser hakkında yazılmış döneminin eleştiri
yazılarını da bir araya getirdik. Böylece eserin kendi döneminde
nasıl karşılandığını gösterdik. Bu kitabın edebiyat meraklılarına
faydalı olmasını temenni ederiz.

Hüsrev AKIN
Erzincan, 2022

8
Yusuf Ziya

BİNNAZ

Manzum Fâcia 3 Perde

Tâbi ve nâşiri: Kanaat Kütüphanesi sahibi İlyas

Kâffe-i hukuku mahfuzdur.

Dersaadet

Babıali Caddesinde Kanaat Matbaası

1918
Tevziât:

Binnaz: Eliza Binemeciyan

Fâika: Adriyen Hanım

Efe Ahmet: Raşit Rıza Bey

Hamza: Muvahhid Bey

Hizmetçi, kahveci, yeniçeriler, karakullukçular…

Vaka, Ahmed-i Sâlis devrinde, İstanbul’da cereyan eder.


BİRİNCİ PERDE

Geniş sedirlerle döşeli, vasi bir oda; karşıda kalın perdeleri yerlere
kadar sarkan pencereler. Sağda kaşı, solda hücrenin içinde büyük bir
ayna, önünde rastık fincanı, düzgün şişesi, sürme tulumu; karşısında
Binnaz, elinde ince bir çöp, kirpiklerini gölgelemekle meşgul… Fâika
yerdeki erkân minderlerinden birisine oturmuş, dalgın bakışlarla
Binnaz’ı seyreder.

BİRİNCİ MECLİS

Binnaz, Fâika, sonra hizmetçi

Faika
Nasıl oldu, bilmem nasıl aldandın?
Benizler solardı anılsa adın;
Gülerdin arkandan ağlayan gence!

Binnaz
(Aynanın içinden gülümser)

Anladım… Sevgi, bir tatlı işkence!

Faika
(Munfail)

Binnaz…
Binnaz
(Niyazkâr)

Ablacığım!

Faika
Bu hâlin nedir?

Binnaz
Benim ömrüm artık bir efsanedir!

Faika
Sen ki bir yuvasız kuşa benzerdin,
Bir daldan bir dala uçar gezerdin.

Binnaz
Vefâsız bir rüzgâr sanki eşimdi!

Faika
Bir paslı zincirle bağlısın şimdi!

Binnaz
Paslı zicir değil, altından bir bağ,
Ben bir çölüm, onun aşkı bir memba!
Susadıkça içtim, içtikçe yandım,
Rüyasız uykudan artık uyandım!

14
Faika
Kalbini, sevdanın büyüsü sarmış,
Aşkın huzurunda akıl susarmış!
Peşinde koşarken binlerce kişi,
Bilmem ki bu hangi şeytanın işi?
Bugün saraylarda geziyor adın,
İstesen, bir sultan gibİkinci Yeniçeriaşardın.

Binnaz
Saray, sultan… İşte sizce saadet,
Yaldızlarla süslü her söz, her âdet!
Her akşam bir paşa, yahut bir vezir
Sırmalar, samurlar içinde gelir.
İşte nasibin bu: Bir sönük bakış,
Cansız bir ihtiyar, ak saçlı bir kış;
Öpüşü, dondurur sanki ruhunu,
Uzaktan, saadet sanırlar bunu!...

Faika
Bir korkunç uykuya dalmışsın yavrum;
Bu yolun sonu bir siyah uçurum,
Düşün, o saltanat, şöhret fenamı?
İnsanın, dünyayı dolaşır nâmı.
Bütün kâinatı tutar debdeben,
İftihar ederim o hâlinle ben!

15
Binnaz
Ne saray isterim, ne başımda taç,
Kalbim, süse değil, sevdaya muhtaç!

Faika
(Teessür ve hiddetle)

Şehzadeler lâyık böyle periye,


Nasıl gönül verdin o serseriye?
Efe Ahmet… Kim bu?

Binnaz
(Mağrur)

Bir yeniçeri!..

Faika
(Hiddetle)

Artık o çapkını almam içeri!

(Dışarıdan gürültülü sesler gelir. Binnaz’la Faika endişe ile birbirlerine


bakarlar.)

Binnaz
O ne?..

Faika
Bilmem…

16
(Birden kapı açılır. Genç bir hizmetçi kız pürtelâş içeri girer.)

Hizmetçi

Hanım, çılgın biri,

Kapıdan gitmiyor deminden beri,


Sizin için karlı tepeler aşmış,
Dağlarda, fırtına gibi dolaşmış,
Diyor ki Azrail alsa canımı,
Mutlak göreceğim şimdi hanımı!

Binnaz
(Korkulu gözlerle bakar.)

Ne yapsak?..

Faika
Acaba deli mi olmuş?

Hizmetçi

Gözlerine vahşi alevler dolmuş.


Merdiven başında zorla beklettim…

(Ansızın, Hamza Bey, neşeli, teklifsiz bir tavırla odaya gelir. Hizmetçi
bir kenara çekilir, biraz durur. Sonra çıkar.)

İKİNCİ MECLİS

Binnaz, Faika, Hamza

17
Hamza
Affedin güzelim, bir kusur ettim.

Faika
(Taaccüp ile)

A…

Binnaz
(Geri çekilerek)

A… A…

Faika
Ne cüret?..

Binnaz
(Hiddetle)

Saygısız… Çekil!...

Hamza
(Mahcup ve niyazkâr)

Bir âşık bendeniz, saygısız değil!

Binnaz
Gidiniz evimden, gidiniz… Gidin…

Hamza
(Faika’ya dönerek)

18
Hâlime bari siz merhamet edin!

Faika
(Gülümseyerek)

Merhamet mi?...

Hamza
(Titrek bir sesle)

Evet, merhamet..

Binnaz
(Lâkayt)

Niçin?..

Hamza
Kaç gündür kırlarda hep sizin için
dolaştım sevdalı bir derviş gibi,
Hicran ellerinin oldum garibi!

Binnaz
Size evimizi gösteren kimdir?

Hamza
Her yerde bana yâr olan sevgimdir!

Binnaz
Bıktım dinlemekten bu masalları!

19
Hamza
(Gittikçe coşar)

Bakınız bir kere, benzim sap sarı!


Aşkınız sevdirdi bana ölümü,
Bitirdi sabrımı, tahammülümü,
Emriniz gelmeden çıktım yukarı;
Bilseniz, kaç gündür yolların karı,
Dağların rüzgârı beni dondurdu;
Dün gece, soğuktan nefesim durdu;
Yolda atım öldü, yürüdüm yaya,
Ta.. Tuna boyundan geldim buraya!..

(Dışarıda, uzun darbelerle bir saat çalar. Binnaz sararır.)

Hamza
Rahatsız mı ettim sizi, ne oldu?
Saat çalar çalmaz benziniz soldu,
Beklenen biri mi var yoksa?

Binnaz
(Lâkayt)

Belki!..

Hamza
İşte, bu müjdeniz öyle güzel ki,
Bari geç kalmasa..

20
Binnaz
Meramınız ne?

Hamza
Bu akşam İstanbul yiğitlerine
Bir meydan okumak istiyor gönlüm!

Faika
(Müstehzi)

Bu yaşta bir gence günahtır ölüm!

Hamza
Ölümden çekinmem başa baş olsak,
Nerde o kahraman? Hepsi de korkak!
Her işte gizli bir kadın düzeni,
Yoksa kavga, dövüş yıldırmaz beni!

Faika
İstanbul halkına bu hiddet neden?

Hamza
Demin, geçiyorken bir viraneden
Sekiz kişi birden yolumu kesti.
Beynimde bir vahşi fırtına esti;
Saatlerce, çılgın gibi dövüştüm,
Derken yavaş yavaş dermandan düştüm,
Ansızın parladın uzun bir kama,

21
İnerken yıldırım gibi arkama
Savurdum son ümit ile hançeri!
Yetişti imdada bir yeniçeri!

Binnaz
(Hayretle)

Bir yeniçeri mi?

Hamza
Evet bir efe,
Belli, şahit olmuş birçok şerefe!
Karanlık içinden dikkatle baktı,
Gözleri, kıvılcım gibi parlaktı.
Vücudum ürperdi coşkun sesinden,
Haydutlar dağıldı bir hamlesinden!

Binnaz
Peki.. Öğrendin mi ne imiş adı?

Hamza
İsmini söyletmek mümkün olmadı!
Hatta, göremedim yüzünü bile;
İçimde titreyen bir azap ile
Israr ettim, sorma diye yalvardı,
Belimde, elmaslı bir hançer vardı,
Dedim: Yâdigârım olsun arkadaş.
Düştü gözlerimden iki damla yaş,

22
Bu samimi yaşla ıslandı eli,
Uçtu bir küheylan gibi neşeli!..

Binnaz
Sonra?

Hamza
Kapı kapı sizi aradım!

Binnaz
(Memnun)

Demek her tarafa yayılmış adım?

Hamza
Evet, isminizi işitmeyen yok,
Şöhretiniz sanki bir sihirli ok,
Her duyan, kalbinden yaralanıyor;
Rüyasında bile sizi anıyor;
Tıpkı: Hâbil Kâbil masalı gibi,
Her erkek, bir başka gencin rakibi…
İstanbul yaramaz böyle âfete!..

Faika
Bari davet edin bir ziyafete
Tuna’ya beraber gidelim bu yaz,
Uzak ülkelerde şenlensin biraz!

23
Hamza
Yaza mı? o kadar nasıl durulur?
Kararır bekleyen gözlerdeki nur.
Hemen yarın sabah bineriz ata,
Elveda… Deriz bu kirli hayata!
Dereler aşarız, dağlar geçeriz,
Buzlu pınarlardan sular içeriz.
Fırtına savurur buram buram kar,
Gece, ay sislerin içinden bakar,
Tipiden görünmez ne yol, ne yokuş;
Haykırır derinden bir yırtıcı kuş,
Gönül bu sesten bir vahşi zevk alır;
Yolcular, günlerce dağlarda kalır.
Derken uzaklardan görünür Tuna,
Bir bahar açılır ruhun ufkuna!

Binnaz
Nihayet rüyanız biter…

Hamza
Yok, bitmez!

Faika
Böyle masalları Binnaz işitmez!

24
Hamza
Evet, tıpkı masal, kırk gün kırk gece
Göklere yükselir neşe, eğlence.
Dedem Mahmut Paşa, bir Tuna beyi,
Fermanı titretir şu gök kubbeyi!
Konaklar, çiftlikler hazır emrine,
Ne arzu edersen gelir yerine,
Her sabah beraber gideriz ava;
Geçerken ormanın eteklerinden
Coşkun çağıltılar gelir derinden.
Akseder uzaktan bir kaval sesi,
Okşar alnımızı günün busesi.
Yollarda, çobanlar bizi selamlar,
Gönül bir ilahi rüyaya dalar,
Bilseniz ne mesut oluruz…

Binnaz
Evet,
Fakat sizden evvel ettiler davet
Bir başka devletli diyara beni.

Faika
Sabret oğlum… Aşkı daha pek yeni
Zamansa hisleri çabuk eskitir!

Binnaz
Abla… Bu sitemli sözleri bitir!

25
(Birden Hamza’ya dönerek)

Hem sizi buraya davet eden kim?

Hamza

Şöhretiniz, bütün cihana hâkim!


Ben de tâbi oldum aşkın sesine,
Kapıldım gençliğin bir hevesine,
Reddetmeyin..

Binnaz
Fakat, şimdi çaresiz!

Hamza
Nedir bu?.. Kaç aydır aklımda hep siz.
Karşınızda geldi benliğim vecde,
Her bir emrinize ederim secde,
Aşkınız, gönüller fetheden bir din!

Faika
Yazık… Ziyafetin sonunda geldin;
Eskiden, sizlere kapı açıktı,
Şimdi başımıza bir sevda çıktı!..

(Sokak kapısı hızlı hızlı çalınır. Binnaz titremeye başlar. Faika temkinli
bir edayla yerinden kalkar. Hizmetçi, heyecan içinde gelir.)

Hizmetçi
İşte olan oldu!..

26
Binnaz
Kim o?

Hizmetçi

Efendi!

Hamza
(Lâkayt, müstehzi bir bakışla gülümser)

Kadının, dünyayı aldatır fendi!

Binnaz
Şimdi ne olacak?

Faika
Sen düşün onu!

Binnaz
Bu işin mutlaka ölümdür sonu!
Kan dökmeden girmez hançeri kına,
Abla, bir çare bul Allah aşkına!

Faika
Böyle zamanlarda çare istersin,
Hiç sana tesiri olur mu dersin!

Binnaz
(Faika’nın ellerine sarılır.)

27
Her şeyi bıraktım artık reyine!

Faika
Karışmam derim de duramam yine!
Gel oğlum, gidelim haydi beraber..

Hamza
Gitmek mi? Nereden esti bu haber?

Binnaz
(Hamza’nın yanaklarını okşar.)

Eğer seviyorsan beni, şimdi git,


Niçin feda olsun böyle bir yiğit?

Faika
Kıyılsın mı senin gibi bir gence?

Binnaz
(Gittikçe yaltaklanarak)

Yarın akşam buyur, hem de erkence…

(Hamza’nın gözleri yaşlarla dolar. Mahzun mahzun Binnaz’ın yüzüne


bakar.)

Binnaz
A.. Bu ne? Yaşlarla doldu gözlerin!

28
Hamza
Bari ayrılırken bir buse verin!

Binnaz
(Ruhunun bütün aşüfteliğiyle kırıtır.)

Çocuk!.

Hamza
Yoksa gitmem…

Binnaz
Çocuksun!

Faika
(Yaklaşan tehlikeyi ihtar eden bir bakışla)

Binnaz!..

Hamza

Bir küçük buseden hüsnünüz solmaz!

(Binnaz memnun bir istiğna ile yaklaşır: Öpüşürler.)

Faika
Visaliniz bile hicran içinde!

Hamza
Asırlar yaşadım bir an içinde!

29
(Hamza ile Faika çıkarlar. Binnaz aynanın karşısında acele ile saçlarını
düzeltmeye çalışır. Dışarıdan Efe Ahmet’in sesi gürler.)

Ahmet’in Sesi

Bir saat kapıda bekledim yine..

(Binnaz koşar, oda kapısını açar. Ahmet içeri girer.)

ÜÇÜNCÜ MECLİS

Binnaz, Efe Ahmet

Ahmet
Bu ne?.. Bir solgunluk çökmüş rengine?
Gözlerin kızarmış, neye ağladın?
Bir başkasına mı gönül bağladın?
Yine kimin için süslendin böyle?
Kalbinde gizlenen esrarı söyle!..

Binnaz
Bir saat yolunu bekledim..

Ahmet
Kimin?

Binnaz
Efe Ahmet denen o sevdiğimin!
Gözlerim yoruldu, kalbim üzüldü,
Ağladım..

30
Ahmet
Ne çabuk yalan düzüldü;
Sözünüz, yüzünüz gibi boyalı!

Binnaz
Bu akşam, Efemiz yine belâlı!
Halbuki, uğrunda her şeyden geçtim.
Unutma Ahmet’im, ben de bir gençtim,
Benim de peşimde koşanlar vardı,
Bana da binlerce kişİkinci Yeniçerialvardı,
Hepsinden iğrendim, hepsinden kaçtım,
Yalnız kollarımı, bak sana açtım..

(Ahmet, mağlup, yumuşak bir nazarla Binnaz’a bakar.)

Ahmet
(Nâdim bir sesle)

Beni bir mecnuna çevirdi aşkın,


Ruhum isyan dolu, sözlerim taşkın.
Anladım ki birmiş ölümle sevda,
Hepsinin sonunda: Hayata veda!
Yaşamak isteyen hiç sevmemeli!..

(Birden oda kapısı açılır, Faika içeri girer.)

DÖRDÜNCÜ MECLİS

Binnaz, Ahmet, Faika

31
Faika
Bizim Binnaz’ın da buydu emeli!
Yâdıyla çalkandı bu yıl Kâğıthane;
Uğrunda ölenler bilmem kaç tane!
Her akşam mehtabı bekliyor gibi
Yollarda titrerdi gençlerin kalbi!
Gönüller hazana döndü aşkından,
Kaç kere hançerler sıyrıldı kından!
Şair Nedim yazdı her gün bir gazel,
Sana esir oldu böyle bir güzel.
Şimdi eza etmek günah o gence,
Niçin gelmiyorsun kuzum erkence?

Ahmet
Yola erken çıktım, yangın yerinden
Geçerken, bir feryat geldi derinden.

Faika
Şüphesiz yine o her zamanki iş!

Ahmet
Zorbalar bir gencin yolunu kesmiş!

Binnaz
Böyle zamanlarda duramaz Efe!

32
Ahmet
İmdada yetişmek oldu vazife!
Bir hamlede hepsi dağılıp gitti.
Doğrusu çocuk da yaman yiğitti!
Daha, yeni gelmiş Tuna boyundan,
Anlamıyor böyle kahpe oyundan!
Yaşamış sevgiden, gamdan azade,
Halis Türk oğlu Türk, bir paşazade!
İsmimi öğrenmek için yalvardı,
Gözlerinde minnet yaşları vardı,
Nihayet: bir küçük armağan diye
Bana, bu hançeri verdi hediye!

(Ahmet, belinden murassa bir hançer çıkarır. Binnaz, memnun; Efe,


müftehir; Faika, haris gözlerle bakar.)

Binnaz
Ne güzel..

Faika
Kabzası, yakutla inci!

Ahmet
Çeliği, dünyada belki birinci!

Binnaz
Yeni mi?

33
Faika
(Eline alarak dikkatle bakar.)

Girmemiş henüz günaha!

Ahmet
Bir damla kan yüzü görmemiş daha!

Binnaz
Dilerim daima sana yar olsun!

(Kapı açılır. Hizmetçi, elinde mükellef bir içki tepsisi ile içeri girer. Efe,
Binnaz’ı kolundan tutarak tepsiye doğru çeker.)

Ahmet
İçelim.. Gönüller bahtiyar olsun!...

PERDE

34
İKİNCİ PERDE
İKİNCİ PERDE

(Ahmed-i Salis devrinin meşhur havuzlu kahvelerinden birisi. Etraf


çepçevre peykelerle kuşatılmış; yerde birkaç iskemle, yeniçeriler
oturmuş nargile, çubuk içerler, devrandan bahsederler.)

BİRİNCİ MECLİS

Birinci, İkinci, Üçüncü Yeniçeri, Kahveci ve Çırağı

Birinci Yeniçeri

Vezire emniyet ediyor hakan..

İkinci Yeniçeri

Ağlar memleketin hâline bakan;


İstanbul sanki bir lâle bahçesi,
Kadınların bile al feracesi!

Birinci Yeniçeri
Gündüz yetişmiyor gibi her gece
Sabahlara kadar çalgı, eğlence,
Samur kürk omzunda, yanında Nedim,
Bütün meclisleri gezer efendim!
Nihayet ay batar, yıldızlar söner,
Paşamız, üç çifte kayıkla döner,
Kıyıdan süzülüp geçerken damat
Alkışlardan inler bütün Sadâbat!
Halbuki, meydanda vatanın hâli,
Bizi saymaz oldu artık ahali!
Vükelâ vüzera daldı keyfine,
Rüzgâra kapıldı koca sefine!
Eğlence yüzünden unuttuk dini…

İkinci Yeniçeri
Ne desen nafile, üzme kendini!

(Birinci Yeniçeri, marpucun ucuyla masaya vurarak kahvecinin


çırağına seslenir; çocuk gelir.)

Birinci Yeniçeri
Çubuğu doldursun söyle babana…

(Çocuk, yeniçerinin önünden nargileyi kahve fincanını alır.)

Üçüncü Yeniçeri
Ağırca bir kahve pişirsin bana..

(Birinci Yeniçeri; pencereden dikkatle bakar. Kahveye doğru yaklaşan


Hamza Bey’i diğerlerine işaret eder.)

Birinci Yeniçeri
Bu körpe çocuk kim?..

Üçüncü Yeniçeri
O mu? Bir âşık!

İkinci Yeniçeri
Sanırım işleri hayli dolaşık!

38
Üçüncü Yeniçeri
Galiba, kızı da görmeden sevmiş!

İkinci Yeniçeri
Öyle söylüyorlar..

Birinci Yeniçeri
Amma tuhaf iş!

Üçüncü Yeniçeri
Doğrusu, Binnaz da cihanlar değer!

İkinci Yeniçeri
Efe’ye bir oyun oynarsa eğer
Şaşarım..

Üçüncü Yeniçeri
Onlardan her şeyi bekle!

Birinci Yeniçeri
Muhabbet olur mu bir kelebekle!..

(İkinci Yeniçeri karşı yola bakar. Sonra telaşla arkadaşlarına döner.)

İkinci Yeniçeri
Galiba buraya geliyor.. Durun..

(Hamza, şen, laubali bir sima ile yaklaşır.)

39
İKİNCİ MECLİS

Evvelkiler, Hamza

Hamza
Merhaba ağalar..

Yeniçeriler

(Hep birden)

Merhaba..

Birinci Yeniçeri
(Yanında yer gösterir.)

Buyrun!.

(Hamza, teklifsizce oturur. Gülümseyerek etrafına bakar.)

Hamza
Ne kadar sevimli İstanbul’unuz!

Birinci Yeniçeri
Dilerim daima safa bulunuz!

İkinci Yeniçeri
Yurdunuz ne taraf.. Uzak mı?

Hamza
(Eliyle uzakları işaret eder.)

40
Tuna!

Birinci Yeniçeri
Ah.. İçimde coştu eski fırtına!
O mübarek elden geçti atımız;
Dillerde destandı sultanımız!
Hey gidi günler hey.. Hep rüya oldu!

İkinci Yeniçeri
(Gayz ile)

Kahpe İstanbul’da çilemiz doldu!

Hamza
(Hayretle yeniçerileri süzer.)

Dünyanın cenneti bence burası,


İnsan unutuyor hicranı, ye’si!
Rüya görüyorum sandım evvela,
Benliğim, şaşkınlık içinde hâlâ!
Fener alayları, saz âlemleri,
Gönülden siliyor hep elemleri;
Kadınlar ateşîn, oynak bir lâle,
Kaşları benziyor tıpkı hilâle;
Bir ince yaşmakla yüzler örtülü,
Rüzgâr uçurdukça o ipek tülü
Buluttan çıkan ay gibi her sine
Muntazır âşıkın bir busesine!

41
Sonra o yürüyüş, o çapkın eda,
Uzaktan güzlerle edilen veda,
Derinden derine bakışları var,
Süzülüp, ta.. ruha akışları var!

Birinci Yeniçeri
Evet.. Aldatırlar önce naz ile,
Ağlarsın önünde bin niyaz ile,
Nihayet aşkına, güya ram olur,
Güya, ona başka yüz haram olur,
Heyhat!.. Üç gün bile oturmaz sende,
En haris aşkınla onu sevsen de!...
İşte o fettana benzer bu diyar,
Seven de sevmeyen kadar bahtiyar!...

Hamza
Ben sevdim doğrusu

İkinci Yeniçeri
Biz de sevmiştik,
Geçen zaman ile pek çok değiştik!

Hamza
Dün akşam, kayıkla gittim Haliç’e,
Görmedim ömrümde böyle hoş gece!
İnliyordu hazin bir tambur sesi,
Her elde bir billur şarap kâsesi!

42
Serpilmiş bir demet kadın sahile,
Gönüller dolu bir gizli ah ile!

Birinci Yeniçeri
Bu hâli gördükçe ağlar bahtımız!

Hamza
Cihanda eşsizdir payitahtımız,
Ağlar mı bir böyle diyara düşen?
Bakın, şu Sadâbat halkı nasıl şen!

Birinci Yeniçeri
Viranede bile açılsa güller,
Bir Cennet bahçesi sanır bülbüller!

Üçüncü Yeniçeri
Pek doğru..

İkinci Yeniçeri
Sözlerin biraz nükteli!..

Hamza
Titredi kalbimin en ince teli!

Üçüncü Yeniçeri
Anladım, bir buhran içindesiniz,
Titriyor kalbiniz gibi sesiniz.

43
İkinci Yeniçeri
İşte, İstanbul’un bu ilk tesiri!

Hamza
Ben, onu görmeden oldum esiri!

Üçüncü Yeniçeri
Ne yaman kızmış be.. Amma nam verdi!

Hamza
Methini duyunca ruhum ürperdi!
Anlatsam, pek uzun sürer masalım…

(İkinci Yeniçeri, diğerlerine, kahveye doğru gelen Efe Ahmet’i gösterir.


Bakıp gülüşürler.)

İkinci Yeniçeri
Aman.. Efe Ahmet geldi susalım…

Hamza
Kimdir bu?

Üçüncü Yeniçeri
Kıztaşlı Binnaz’ın dostu!

Birinci Yeniçeri
Vaktiyle hepimiz sermiştik postu!
Şimdi nöbet ona geldi..

44
Hamza
Ne âlâ…

İkinci Yeniçeri
Galiba Efe’den bıkmadı hâlâ.

Üçüncü Yeniçeri
Bakalım!..

Hamza
Doğrusu hayrette kaldım!..

(Efe Ahmet, elinde bir saz, kahveden içeri sevinerek girer.)

ÜÇÜNCÜ MECLİS

Evvelkiler, Efe Ahmet

Ahmet
Nihayet âşıkın sazını aldım!

Birinci Yeniçeri
Sahih mi?..

Ahmet
(Sazı göstererek)

Bak, işte?

İkinci Yeniçeri
Aman, biraz çal!

45
Ahmet
Öyle yaman saz ki, bulursa Deccal
Bununla dolaşır kıyamet günü!

Üçüncü Yeniçeri
Haydi, dinleyelim o son türkünü!

Ahmet
Bu akşam içimde bir sıkıntı var!

Birinci Yeniçeri
Artık işin yoksa efeme yalvar!

İkinci Yeniçeri
Yapma yavrum Ahmet.. Bize de mi naz?..

Üçüncü Yeniçeri
Onun başı için.. Haydi..

Ahmet
Ah kurnaz!..
“Bozulmuş Bağım”ı?..

İkinci Yeniçeri
Aman ne hoştur!

Birinci Yeniçeri
İhtiyar gönlümü bir daha coştur!

46
Ahmet
Havuz kenarına şöyle dizilin!

İkinci Yeniçeri
Ağalar, Efe’nin kadrini bilin!

(Yeniçeriler havuzun etrafına toplanırlar. Efe Ahmet ortalarına


kurulur. Hamza, heyecan içinde, gazapla titreyerek uzaktan seyreder.)

Ahmet
(Parmaklarını tellerin üstünde bir üstat tavrıyla dolaştırır; hem çalar,
hem söyler.)

Şarkı

Sazımda gizlidir bir dertli bülbül,


Seni yâd ettikçe hıçkırır ey gül,
Bu çıkmaz yollara düştüm aşkından
Bozulmuş bağlara benzedi gönül!..

Birinci Yeniçeri
Var ol!..

İkinci Yeniçeri
İstanbul’da nam verdi sazın!..

Üçüncü Yeniçeri
Duysun da iftihar etsin Binnaz’ın!

47
Ahmet
(Memnun bir tebessümle devam eder.)

Efe, gece gündüz ismini anar,


İsmini andıkça yüreğİkinci Yeniçerianar..

(Hamza birdenbire yerinden kalkar, iri bir maden parayı Ahmet’e


fırlatır.)

Hamza
Çal!.. Bir de Binnaz’ım için Efe çal!

Birinci Yeniçeri
Galiba sazını işitti Deccal!
Kıyamet kopuyor…

(Efe Ahmet şaşkın, mütereddit, yerinden kalkar. Kahve halkı birbirine


girer.)

Hamza
(Çılgın gibi haykırır.)

Gel.. Haydi, durma!

Ahmet
(Boğuk bir sesle)

Ecele susamış gibi kudurma!

48
Hamza
Aşkıma mezarım olamaz hâil,
Çekinmem yardımcın olsa Azrail!

(Ahmet, Hamza’nın vermiş olduğu hançeri çeker. Arkadaşları tutmak


isterler.)

Ahmet
Bırak beni..

İkinci Yeniçeri
Sok hançeri kına!

Hamza
(Kendi hançerini Efe’nin elinde görünce tanır. Nadim bir sesle haykırır.)

Nasıl.. O sen misin Allah aşkına?

Birinci Yeniçeri
Yapma Efe..

Hamza
İşte.. Şüphe yok.. Sensin,
Yine tıpkı öyle gürlüyorsun!

(Artık Efe Ahmet zapt olunmaz bir hâle gelmiştir. Birden, yeniçerilerin
elinden kurtulur ve hançeri Hamza’nın koluna saplar.)

Ahmet
Kanını bir tas su gibi içerim!

49
(Hamza sendeleyerek peykeye oturur. Yeniçeriler etrafına üşüşür.)

Hamza
Bana düşman olmuş benim hançerim!

(Ahmet, birdenbire titrer. Yaptığı fena hatayı anlar gibi olur.)

Ahmet
(Heyecan içinde)

Bu hançer.. Bu senin hançerin mi?..

Hamza
(Mustarip bir sesle)

Ya…
Şimdi tanıdın mı?..

Ahmet
(Elleriyle yüzünü kapayarak)

Ne korkunç rüya..

(Birdenbire kahveye kullukçular girer. Herkes şaşırır. Hamza hafif hafif


inler.)

Dördüncü Meclis

Evvelkiler, Karakullukçular

Karakullukçu

50
Yine mi kavga var?..

Birinci Yeniçeri
Küçük bir kaza!

Karakullukçu

Vuruşanlar kimdir?

Üçüncü Yeniçeri
Ahmet’le Hamza!

Karakullukçu

Haydi gel.. Ağaya cevap ver Efe!

(Efe, mustarip fakat yine kahraman bir tavırla kalkar. Kahveden çıkar.
Yeniçeriler sükût ve korku içindedir.)

Birinci Yeniçeri
Nihayet ölümle bitti latife!

PERDE

51
ÜÇÜNCÜ PERDE
Üçüncü Perde

Sahne birinci perdenin aynı. Gece yarsısı derin bir sessizlik. Her şey
uykuda gibi.. Şamdanlardaki renkli mumlar ufalmış..

Birinci meclis

Binnaz, Faika

Binnaz
Ne ondan haber var ne ötekinden!

Faika
Hamza’nın gözleri parlıyor kinden
Hiç hayrı olur mu?

Binnaz
Söz verdi ama..

Faika
A yavrum, öyle her söze aldanma!

(Faika, pencereyi açar, yavaş yavaş ağaran göğe bakar.)

Faika
Yıldızlar sönüyor..

Binnaz
Ümidim gibi!
Faika
Kim bilir ne azap içinde kalbi!

Binnaz
Zindanlarda kaldı üç gün üç gece,
Bileklerinde bir demir kelepçe;
Yıldızlardan uzak, güneşten uzak,
Bir küçük teselli, bir eşten uzak,
İçinde daima ölüm korkusu,
Ne bir lokma ekmek, ne bir yudum su!
Ahmet’im… Ahmet’im…

(Ağlayarak mindere kapanır. Faika saçlarını okşar.)

Faika
Kızım... Sus.. Binnaz..
Sevişen çiftleri Tanrı ayırmaz!
Vezire git yalvar eğer kabilse,
Senin bu çılgınca aşkını bilse
Eminim affeder..

Binnaz
Bunlar hep rüya…

Faika
Bazı rüyalar da doğru çıkar ya…

56
Binnaz
Doğru, yanlış… Hiç bu mümkün mü abla?

Faika
Nerden başımıza geldi bu belâ!

Binnaz
Ancak o söylerse kurtuluş kabil.

Faika
Sen ne vereceksin buna mukabil?

Binnaz
Bütün hasretini, bütün yasını?
Ömrünün en çılgın ihtirasını
Koynumda uyuttu… Yetmez mi?

(Faika kahkaha ile güler.)

Binnaz
Güldün!..

Faika
Hani birçok yemin ediyordun dün
Asla başka bir genç istemem diye!

Binnaz
Bu hıyanet mi ya?

57
Faika
(Müstehzi)

Hayır, hediye!
Yapılacak işe, peşin bir ihsan!

Binnaz
Seninle konuşmak için bir insan
Susmalı..

Faika
Yok.. Bunda susacak ne var?
Elinde, emsalsiz bir hazine var,
Elbet istifade etmek vazife!

Binnaz
Oof abla, yetişir artık latife!

Faika
Latife mi? Asla.. Sözlerim ciddi,
Mademki Efe’den kestin ümidi
Sanatın en ince sihrine bürün,
Bazı gizlen, bazı naz ile görün,
Daima inandır, asla inanma,
Geçmiş günlerini yanında anma!
Bütün varlığıyla sana bend olsun,
İsmini andıkça, gözleri dolsun!..

58
Binnaz
Öyle şey olur mu hiç abla?..

Faika
Neden?

Binnaz
Sözünün farkı yok bir efsaneden!
İnsan acımaz mı sevdiği gence?..

Faika
Dökülen yaşlara günahtır bence!
Anlamadım gitti, nasıl gönül bu?
Bu kara sevdanın yok mu gurubu?
Ne olur, nefsinle biraz pençeleş!
Hamza, senin için bulunmaz bir eş!
Düşünsen o şanlı genci bir lahza,
Efe’nin adını almazsın ağza!
Yetişir artık bu zalim muhabbet,
Seni, senden fazla severim elbet!..

Binnaz
Sözlerinde mutlak bir tılsım var,
Kalbimde açıldı taze bir bahar,
Ay batarken doğan bir güneş gibi
Kalbimin o hayal oldu sahibi!

59
Faika
Sesinde kalmadı o eski hüzün,
Yine güller gibi gülüyor yüzün!
Unutma Binnaz’ım şunu iyi bil:
Sevmemekle ancak sevilmek kâbil!

Binnaz
(Birdenbire mahzunlaşır.)

Ah.. O belki beni unuttu bile,


Yine kalbim dolu bir azap ile!

Faika
Mademki bir defa tattı buseni
Emin ol Binnaz’ım unutmaz seni!

Binnaz
Korkarım.. Aldatır onu bu diyar,
Bir öyle yiğide herkes olur yâr!
Sözlerinden belli aşkı tatmamış!
Düşmesin eline bir aşüftenin!.

Faika
Yine esir eder onu gül tenin!..
Silinmez gönülden ilk aşkın izi,
Geçse de binlerce sevda denizi!
İhtiyar kalbimi ben de yoklasam
Belki hâlâ eser bir zehirli sâm!

60
Vaktiyle ağlayıp inledik biz de,
Şimdi baykuş öte harabemizde!..

Binnaz
(Sakin bir sesle)

Sözlerin ıstırap için bir iksir,


En gamlı bir kalbe ediyor tesir!

(Sokak kapısı şiddetle çalınır, Binnaz yerinden fırlar.)

Binnaz
İşte Hamza geldi…

(Dışarıdan Efe Ahmet’in sesi gelir.)

Ahmet’in Sesi

Binnaz!..

Faika
A…

Binnaz

Efe!..

Faika
(Gayz ile)

Azrail ne yapsın böyle herife!..

61
(Binnaz dışarıya koşar, aşağıdan sesi gelir.)

Binnaz’ın Sesi

Ahmet’im..

Ahmet’in Sesi

Sus şimdi.. Ağlama gülüm!

(Binnaz Efe’nin göğsüne yaslanmış, içeri girerler.)

İkinci Meclis

Binnaz, Faika, Efe Ahmet

Ahmet
Çare yok.. Kapıda bekliyor ölüm!

Binnaz
Çıldırdın mı?..

Faika
Efe, bu nasıl şaka?

Ahmet
Şaka mı?...

Faika
Sarhoşsun yine mutlaka…

62
Ahmet
Celladın satırı boynumda gibi!

Binnaz
(Ağlayarak)

Aşkın Azrail’miş asıl rakibi

Faika
Sözlerin belirsiz bir muammadan!

Ahmet
Çare yok, melekler inse semadan!

Binnaz
Peki, anlatsana..

Ahmet
Ne anlatayım?
İradem de elimde değil, hastayım!
Ölüme atıldım bak, sevda için;
Kaçıp geldim sana: Elveda için!

Binnaz
Sabret ayol.. Elbet çare bulunur.

Ahmet

Bu zulmet içinde aranır mı nur?

63
Faika
Dedim ya, silahtır aşkın düşmanı,
Zehirler hep böyle şifa umanı!

Ahmet
Zati öldüğüme yanmıyorum ki,
Aklımı başımdan alan bu sevgi!
Hele o zindanda geçen üç gece,
Bir kahraman için bu ne işkence!
Sabahlara kadar kıvranıp durdum,
Aczimi gördükçe bittim kudurdum!
Gözüme bir lahza girmedi uyku;
İçimde hep ölüm, bu canlı korku!
Yatağım topraktı, yastığım taştı.
Zindancı, ipiri bir kızılbaştı!
Bakardı yüzüme bir vahşi gibi,
Gözleri, cehennem ateşi gibi!

Binnaz
(Titreyerek ağlar.)

Sus artık söyleme.. Çıldıracağım!

Ahmet
Toprakta solacak en güzel çağım!

64
Binnaz
Yetişir, a canım, bunca vesvese,
Saklarım ben seni, bulamaz kimse!

Ahmet
Bir kadın fermana karşı ne yapar?

Faika
Kadın zekâsına şeytanlar tapar!
İsterse, yıkar en şanlı bir tahtı!
İsterse, değişir dünyanın bahtı?

Ahmet
Yok.. Şimdi neredeyse basarlar evi!
Yakıyor bağrımı aşkın alevi!
Binnaz… Seni Efe nasıl terk etsin?
Koynundan çıkıp da mezara gitsin?

(Birbirlerine büsbütün sokulup ağlaşırlar.)

Binnaz
Kaçalım..

Ahmet
İmkânsız..

Binnaz
Hiç kimse bilmez!

65
Faika
Talihin emrini gözyaşı silmez!

Binnaz
Peki, öğret bize, nedir çaresi?

(Sokaktan ayak sesleri gelir. Ahmet heyecandan ürpermiş bir ses


çıkarır.)

Ahmet
Sus!...

Binnaz
Ne var?

Ahmet
Bak.. işte..

Binnaz
Bir ayak sesi!

(Binnaz pencereye koşar, Ahmet tutmak ister. Kapı hızlı hızlı çalınır.)

Ahmet
Gitme..

Binnaz
Hiç olur mu? Saklandı derler.

66
Faika
Sonra bütün bütün şüphe ederler.

(Binnaz pencereyi açar, seslenir.)

Binnaz
Kim o?..

(Dışarıdan Hamza’nın şen sesi yükselir.)

Hamza’nın Sesi

Vay Binnaz’ım.. Aç, benim, Hamza!

(Faika şaşkın şaşkın Ahmet’in yüzüne bakar.)

Ahmet
Hamza mı?.. Bu herif neye geldi ya?
Sen mi davet ettin yoksa buraya?..

(Binnaz’ı hiddetle kolundan tutup sarsar.)

Binnaz
(Kapıyı açmak ister.)

Dur hele…

Ahmet
Def olsun!

Faika
Ayıptır!

67
Ahmet
Olmaz!..

Binnaz
Yapma Efe..

(Dışarıdan Hamza’nın sesi gelir.)

Hamza’nın Sesi

Haydi.. Açsana Binnaz!..

Binnaz
Seni kurtarmaya geldi..

Ahmet

Sus, kahpe!

Binnaz
Yalansa başıma insin şu kubbe!

Faika
İnan, yalvarmaya beraber gittik!

(Binnaz’ın kolunu bırakır bırakmaz, kız süratle aşağıya koşar.)

Ahmet
Böyle masalları biz çok işittik!

(Dışarıdan Binnaz’ın sesi gelir.)

68
Binnaz’ın Sesi

Buyrunuz…

(Faika kapıya doğru gider.)

Faika
Buyrunuz..

Hamza
Ne haldesiniz?..

Faika
Kalbimize neşe verdi sesiniz!

(Binnaz, Hamza odaya girerler.)

ÜÇÜNCÜ MECLİS

Evvelkiler, Hamza

Hamza
(Hayretle)

Vay.. Efe burda ha?

Binnaz
Evet..

Faika
Ne haber?

69
Hamza
(Binnaz’a bakıp güler.)

Evvelâ müjdemin bahşişini ver!

(Binnaz fettan bir bakışla süzülür.)

Faika
Haddimiz mi?..

Hamza

Canım çok şey istemem,


Binnaz bilir..

Binnaz
Aman!.

Hamza
Başka söz demem!

Faika
(Lafı çevirmek ister.)

Ne yaptınız?

Binnaz
Sahi.. Ne oldu sonra?

70
Hamza
Dedemle beraber çıktık huzura,
Yollar izbe, ses yok, derin bir uyku;
Kalbi ürpertiyor bir gizli korku;
Geçtik rüzgâr gibi bir loş kemerden,
Nurlar akıyordu avizelerden..
Hünkârın yanında veziri vardı,
Paşa ikisine birden yalvardı,
Nihayet, affını ferman ettiler.

(Hamza, göğsünden büyük bir kâğıt çıkarıp gösterir.)

Faika
Aşk için nizamı kurban ettiler!

Binnaz
(Hamza’ya sokularak)

Kalbin de gençliğin kadar güzelmiş!

(Odanın içinde çılgın bir sükût ile dolaşan Ahmet, birdenbire gazaplı
gözlerle Binnaz’a bakar. Sesi boğuk bir hırıltı gibidir.)

Ahmet
Üç günün içinde işler düzelmiş!

Hamza
(Ahmet’in kastettiği manayı anlamaz.)

Dedemin sarayda çoktur nüfuzu!

71
Binnaz
Unutmama sizin bu lütfunuzu!

(Birdenbire dışarıdan gürültüler gelir, sokak kapısının omuzlanıp


tekmelendiği duyulur. Hizmetçi korkudan gözleri fırlamış, darmadağın
içeri girer.)

Hizmetçi

Cellatlar!..

Ahmet
(Gözleri yerinden oynamış.)

Ne dedin?..

(Binnaz daha çapkın bir tavırla Hamza’ya sokulur. Ahmet gözleri


büyümüş çehresi morarmış, korkunç bir sükût içinde susar. Hamza,
mağrur bir eda ile fermanı uzatır.)

Hamza
Göster fermanı!..

(Ahmet fermanı alır, kapıya doğru giderken mumların alevine tutup


yakar. Herkes müthiş bir sükût içindedir.)

Ahmet
Aşkınıza tütsü olsun dumanı!...

(Binnaz titreyerek geri geri çekilir. Hamza acı bir çığlıkla Efe’ye doğru
atılır.)

72
Hamza
Efe!...

Ahmet
(Mağrur)

Efe ölür, şerefi kalır;

(Sonra istikrah eden bir bakışla Binnaz ve Faika’yı süzer.)

Bunlar, kahpelikten ancak zevk alır!

(Ahmet mağrur, sakin kapıdan çıkar. Binnaz fettan bir hareketle


Hamza’ya sarılır. Faika gülümser.)

PERDE

73
BİNNAZ HAKKINDA
DÖNEMİN DERGİLERİNDE
YAYINLANMIŞ MAKALELER
BİNNAZ1
Yusuf Ziya Bey’in, üç perdelik manzum facia, 76 sahife, Kanaat
Matbaası

Son nesil şairleri arasında yeni vezin ile ilk piyesi yazmak
şerefi, Yusuf Ziya Bey’e nasip oldu. Başka türlü olsa, şüphesiz,
garip olacaktı: çünkü şairler arasında hece veznini -teknik
itibariyle- onun kadar muvaffakiyetli ve kolay kullanan, onun
kadar her mevzuda ve her şekilde yazan kimse yoktur diyebiliriz.
Ve işte “Akından Akına” şairinin bütün kusurları, bütün
meziyetleri buradadır. Şiiri ruhun derin ve ilahi bir ihtiyacı gibi
değil, muhayyilenin bir eğlencesi yahut bir teknik mümaresesi
telakki ettiği için, her türlü mevzular üzerinde muvaffakiyetle
yürütebilen Yusuf Ziya Bey, temaşa edebiyatına atılmakla çok
doğru bir harekette bulundu: Nazım lisanına kuvvetli tahakkümü
ve şiirlerinde eskiden beri derinlikten ziyade sathi bir güzellik
mevcut olması, onun bu sahadaki muvaffakiyetini büyük bir
mikyasta temin edebilir sanıyorum. Çünkü temaşa şairi olmak ve
manzum piyeslerini halka lezzetle, alakayla dinletebilmek için
evvelâ temiz, pürüzsüz bir lisan, kuvvetli bir nazım kabiliyeti elde
etmek, sonra da karanlık ve derin mevzulardan, hatta
mısralardan sakınmak icap eder. Selâmet ve vuzuh: İşte temaşa
şairleri için en büyük iki muvaffakiyet şartı! Sair kusurlarına
rağmen bu meziyeti bütün şiirlerinde gösteren Yusuf Ziya Bey’in

1
Köprülüzade Mehmet Fuat, “Binnaz”, Büyük Mecmua, S. 5, 5 Nisan 1919, s. 71-
72.
temaşa edebiyatında muvaffak olması imkânı, görülüyor ki çok
büyük bir nispette mevcuttu; Binnaz bu imkânın tahakkukuna
sebep oldu.

Binnaz Ahmed-i Sâlis devrinin hâyuhûyu arasında


“Sâdabâd” âlemlerinde parlamış, dillere destan olmuş genç ve çok
güzel bir kadındır; hayatını yine aynı âlemlerde geçirmiş geçkin
bir arkadaşıyla, Faika isminde bir kadınla beraber oturuyor. İlk
perdede aralarında geçen bir muhavereden anlıyoruz ki havai
meşrep Binnaz kendisine her türlü debdebe ve tantana temin
edebilecek beylere, paşalara rağmen, Efe Ahmet isminde
babayiğit bir yeniçeri âşığını seviyor. Feleğin iyi ve fena günlerini
görüp geçirmiş tecrübeli, menfaatperest Faika, böyle bir serseriye
gönül kaptırmadığından dolayı onu muaheze etmektedir. Tamam
bu esnada ortaya Hamza Bey isminde genç bir Rumeli delikanlısı
çıkıyor: Binnaz’a kulaktan âşık olarak ta Tuna boylarından kalkan
bu delikanlı yolda gelirken bir viranede sekiz kişinin hücumuna
uğramış, saatlerce dövüştükten sonra mağlup olmak üzere iken
ismini söylemeyen bir yeniçeri imdadına gelmiş, kendini
kurtarmış, Hamza da belindeki elmaslı hançeri ona hediye etmiş…
Saf, kahraman delikanlı Binnaz’ı Tuna’ya dedesi Mahmut Paşa’nın
çiftliklerine davet etmektedir. Binnaz bu davete istihza ile cevap
verdiği sırada birdenbire kapı çalınır: Efe’nin geldiğini anlayan
Faika, bir fenalığa meydan vermemek için Hamza’yı ertesi akşam
gelmesi serdiyle avutarak götürüyor. Dördüncü mecliste Binnaz
ve Faika, Efe’ye geç kalmasının sebebini sorunca, demin Hamza’yı

78
kurtaranın Efe Ahmet olduğunu anlıyoruz; o da vakayı bir daha
anlattıktan sonra hançeri gösteriyor ve birden bire içki tepsisi
geliyor, içmeye başlıyorlar.

İkinci perde, o devrin havuzlu kahvelerinden birinde


geçiyor. Yeniçeriler ortalığın fenalığından, zevk ve safa
âlemlerinden, hatta Nedim’den şikâyetli bir lisanla bahsediyorlar.
O esnada kahveye girmek üzere olan Hamza Bey, içlerinden
birinin nazar-ı dikkatini celp ederek soruyor; diğerleri Binnaz’a
âşık olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki Binnaz’la Efe Ahmet’in
macerası tekmil dillerde destandır. Hamza, onlara İstanbul’un
güzelliklerinden ve Binnnaz’dan bahsederken, birdenbire Efe
Ahmet sazıyla içeri giriyor. Biraz çalması için hep yalvarıyorlar. O
da, biraz nazlandıktan sonra Binnaz’ın aşkıyla söylediği
türkülerden birini çalıyor. Artık tahammül edemeyen Hamza,
birdenbire yerinden fırlayarak Efe’nin önüne bir para atıyor ve
bağırıyor: “Çal, bir de Binnaz’ım için Efe çal!”, artık iki coşkun
âşığın birbiri üzerine atılmalarını men edecek hiçbir kuvvet
yoktur. Ahmet, Hamza’nın verdiği hançeri çekip fırlıyor; ve kendi
hançerini görür görmez hareketsiz kalan Hamza’nın koluna
saplıyor. Hamza, “Bana düşman olmuş benim hançerim” deyince,
Ahmet ne fena bir iş yaptığının farkına vararak büyük bir teessür
duymuştur; fakat hiçbir şeye, hattâ af dilemeye dikkat kalmadan
karakullukçular gelip Ahmet’i götürüyorlar.

Üçüncü perdede yine Binnaz’la Faika’yı ve ilk perdedeki


dekorun aynını görüyoruz. Gece yarısı olduğu halde, iki kadın

79
hâlâ yatmamışlar, merakla konuşmaktadırlar. Aralarındaki
muhâvereden, Hamza’nın yaralandığı günden beri olup biten
şeyleri öğreniyoruz: Binnaz artık kendisini Hamza’ya teslim
etmiş; şu şartla ki o da Ahmet’i ölümden kurtaracak! Lâkin hâlâ
ikisinden de haber yoktur. Faika mütemadi surette Binnaz’ı
Hamza’yla beraber yaşamaya teşvik ediyor. Hatta Binnaz da
farkına varmaksızın yavaş yavaş o fedakâr, kahraman gence karşı
ruhunda bir temayül duymaktadır. Tamam bu konuşma
esnasında birdenbire Efe Ahmet ortaya çıkıyor: Artık ölümü
muhakkak olduğu için veda maksadıyla geldiğini acı, müessir bir
lisanla anlatıyor. Bu acı sahne devam edip dururken yine kapının
çalındığını ve Hamza’nın şen ve şâtır, serbest bir eda ile geldiğini
görüyoruz. Bu hâl karşısında kıskançlıktan çıldırmak
derecelerine gelen Ahmet’i teskin için Binnaz ve Hamza’nın onu
kurtarmaya geldiğini söylüyor; Ahmet buna pek inanmamakla
beraber bekliyor. Ahmet’i orada görünce biraz şaşıran Hamza,
dedesiyle beraber huzura çıkıp Ahmet’in affı için ferman aldığını
anlatıyor. Lakin Efe bu hayat müjdesi karşısında sevinmekten çok
uzaktır: çünkü üç günden beri, Hamza ile Binnaz arasında nasıl bir
rabıta hâsıl olduğunu, aralarındaki laubali ve samimi
muameleden sezmiştir. Ahmet ruhen korkunç bir mücadelede
iken telaşla koşan hizmetçi, cellatların geldiğini haber veriyor; ve
hamza, mağrur bir tavır ile fermanı ona uzatıyor. Fakat fermanı
alan mağrur Efe, kapıya doğru giderken onu mumun alevine
tutup bakıyor ve Binnaz’la Faika’ya nefret ve istihfaf dolu bir
nazarla baktıktan sonra kendini cellatlara teslim ediyor.

80
Yusuf Ziya Bey’in manzum piyesi, tarihî bir çerçeve içinde,
bize aşk ve ihtirasın birkaç şeklini canlı ve muvaffakiyetli bir
surette göstermektedir. Vakanın çok basit ve her türlü tali
tafsilattan mahrum olmasına rağmen, piyes pek iyi ve hemen hiç
sürüklenmeksizin cereyan ediyor; Binnaz’ın Yusuf Ziya Bey
tarafından yazılmış ilk temaşa eseri olduğunu düşünürsek, bu
kadar bir kusuru mazur görmekte tereddüt etmeyiz. İlk perdeyle
ikinci perdenin öyle birdenbire, adeta damdan düşer gibi bittiğini
gören şair, kitabının tab’ından sonra yaptığı ilavelerle o kusuru
gidermeye muvaffak olmuştur. Mamafih, Binnaz’da bundan başka
daha mühim kusurlar yok değil: mesela Binnaz’ın Efe Ahmet’e
karşı olan rabıtasının sebebi, mahiyeti, kuvveti vazıh olarak
anlaşılmıyor; nitekim onun Hamza’yla münasebetini de pek
müphem olarak öğreniyoruz. Acaba ilk mülâkatı müteakip,
kahvede yaralanıncaya kadar ne kadar zaman geçti, aralarındaki
rabıta ne kadar ilerledi? Meçhul! Sonra üç gün içinde nasıl o kadar
samimi ve laubali oldular? O da meçhul! Binnaz öyle görünüyor ki
Ahmet’i kurtarmak için kendini ona teslim etmiştir; öyleyse nasıl
oluyor da Faika’yla konuşurken kendi ruhunda Hamza’ya karşı
yeni bir şey duyduğunu itiraf ediyor? Böyle bir rabıtanın üç gün
içinde doğup, kuvvetlenip meydana çıkması, hakikaten bir
tılsımla kâbil olabilir. Bütün bunlardan başka, Hamza’nın
Binnaz’a kulaktan âşık olması ve karda kışta kalkıp İstanbul’a
gelmesi de çok musanna bir şeydir. Nitekim kıskanç, ateşîn
Efe’nin en sonraki ulvi feragati gibi, daha ilk perdedeki bedbin
sevda telakkisi de çok itiraz edilebilecek bir mahiyettedir. Bence,

81
bu üç şahsiyet arasında en muvaffakiyetsizi Efe Ahmet’tir.
Hâlbuki bu yeniçeri âşığı çok canlı, muvaffakiyetli bir surette
yaşatılabilirdi. Binnaz hatta Hamza Bey, bütün kusurlarıyla
beraber ondan daha muvaffakiyetle gösterilebilmiştir. Faika’ya
gelince, ikinci planda olan bu kadın, diğer üç simadan daha vazıh
ve daha canlı olarak yaşamaktadır.

Şahısların ruhî seciyelerine ait bu mütalaalardan başka,


tertip ve teferruata ait sair birtakım kusurlar daha göze çarpıyor.
Burada tafsilata girişmemekle beraber şunu söyleyelim ki Yusuf
Ziya Bey’in o devir hayatını lâyıkıyla bilmediği, eserinde o devre
ait hususiyetlerden hiçbiri mevcut olmamasıyla pek kolay
anlaşılıyor. Sonra kahvede yeniçerilerin piyesle hiç alakası
olmadığı halde zamandan şikâyet etmeleri, Hamza Bey gibi asil
bir gencin yeniçeri neferlerine ait kahveye gitmesi, Ahmet’in çok
ehemmiyetsiz bir cerh neticesinde idama mahkûm edilmesi,
Hamza’nın -tesadüfen o sırada İstanbul’da bulunan- dedesiyle
birlikte huzura girmesi… Hülasa bütün bunlar piyes için birer
kusurdur. O devirde her içtimai seviyeye göre ayrı kahveler
olduğu gibi yeniçeri kahvelerine de bir adam yaralanır
yaralanmaz kimse haber vermeden hükumet memurlarının
yetişmesi asla kabil olamazdı; Mahmut Paşa’nın İstanbul’da
bulunması ne kadar manasız ise, torunuyla beraber huzura
çıkarak af fermanı alması da o kadar imkânsızdı. Sonra yeniçeri
kahvesinde Efe Ahmet’in söylediği parça şarkı değil türküdür. İlh.

82
İşte şu kısa izahat gösteriyor ki Binnaz’da dikkatsizlik ve
ihtimamsızlık eseri olarak bu gibi birtakım kusurlar vardır. Lakin
bunlara rağmen buna muvaffakiyetsiz bir eser diyemeyiz. Hele
bizim temaşa edebiyatımızdaki sair mahsullere bakınca, Yusuf
Ziya Bey’i muvaffakiyetinden dolayı tebrik etmek zaruridir. Lisan
ve nazım itibariyle yalnız taktilerini muhaverenin icabatına
uydurmuş olmamaktan başka hemen hiçbir kusuru bulunamayan
bu eseri millî edebiyat cereyanının temaşa âleminde yeni bir
muvaffakiyeti gibi telakki edebiliriz; çünkü suniliği sahnede
büsbütün sırıtan aruz veznini temaşa hayatından kati surette
kovmak, ancak bu gibi mahsullerle kâbil olacaktır. Yusuf Ziya Bey,
bundan sonra yazacağı manzum piyeslerde bu ilk eserindeki
kusurlardan kurtulmaya ciddi ve ihtimamlı bir surette çalışırsa,
temaşa hayatında açtığı bu mühim mücadeleden şüphesiz büyük
bir muvaffakiyetle çıkabilir.

Köprülüzade Mehmet Fuat

TÜRK SAHNESİNDE MEVZUN PİYESLER2


Maddi ve manevi hareketlerinde o kadar fevkalade
görünmeyen Türkler yalnız edebiyatlarında garabet
gösteriyorlar, hususiyle şiirde. Dünyanın hiçbir tarafında hiçbir
millet yoktur ki elinde bir manzume yazmak için iki vezin

2
Faruk Nafiz, “Türk Sahnesinde Mevzun Piyesler”, Musavver Tiyatro Temaşa, S.
205, 1 Mart 1336, 5 Nisan 1919, s. 14-15.

83
bulunsun ve bununla da zevkini tatmin edemeyerek yeni bir
vezin icadına çalışsın. Fakat teşekkür olunur ki bu üçüncü
büsbütün ortadan kalktı ve meydanda iki mesele kaldı: Aruz,
hece.

Biz bu makalemizde aruzun veyahut hecenin ezeli


münakaşalarını tekrar canlandırmak istemiyoruz. Yalnız Türk
sahnesinde temsil edilmek itibariyle hangisinin daha elverişli
olduğunu tetkik arzusundayız. Bunun için elimizde iki eser vardır
ki biri sanatkâr bir aruz şairinin, diğeri de bir hece vezni
şairinindir: Baykuş ve Binnaz. Binnaz’ın daha temsil edildiği zaman
yazdığımız bir makalede, hülasa olarak, Baykuş’ta şiirin, Binnaz’da
sahnenin daha kuvvetli olduğunu söylemiştik. Bu hususta iki
esere ait bir meziyet yahut bir nakisa varsa bunlar daha ziyade
vezinden doğan birer sebeptir. Ben şahsım itibariyle her iki
vezinde aynı surette alakadar olmuş, bununla beraber ne
aruzdan, ne de millî vezinden bir piyes yazmak kuvvetini
kendimde görmemiş bir edebiyat müntesibi olmak sıfatıyla
bunları teşrih edeceğim.

Aruz, sahne için pek munis olmayan bir nazım aletidir.


Sahnenin esasen harekete istidat ettiğini bilenlere bu pek kolay
bir surete kabil-i izahtır. Aruz ile meşgul olanlar için meçhul
değildir ki o yeknesak ve sürükleyici ahenk, şairi kendi arzusuyla
başladığı yerden alarak katiyen hayaline getirmediği vadiye
doğru sevk eder ve piyes olmak üzere başlayan bir eser git gide
yalnız şiir olur, Baykuş’ta sarahaten göründüğü gibi. Bundan

84
dolayı piyesi temsil eden sanatkârların vazifesi yalnız sahne
üzerinde manzume okumaktan ibaret kalır. Halit Fahri, Baykuş’un
temsilinde kuvvetle deveran eden bu iddiayı tekzip etmek için o
zaman henüz başladığı İlk Şair’ini gösteriyordu. Bugün
muvaffakiyetle nihayete eren bu güzel eser, maatteessüf
muarızlarının eline yeni bir silah daha verecektir zannındayım.
En nefis şiir parçalarını ihtiva eden, renkten, rayihadan, ziyadan
ibaret bu güzel eserdeki musiki Halit Fahri’yi iklim iklim
dolaştırmıştır. Hatta o kadar ki bu müstesna şair -Şehrazat’ı belde
zannettiği gibi- havai fişeklerin icat edilmiş olduğu, rübapların
çalındığı, melikelerin, nedimelerin terennüm ettiği bir zamanda
henüz ilk şairi yetişmemiş gösteriyor. Şiir duyulmayan bir ülkede
nasıl rübap çalınır ve melikeler nasıl teganni eder? Hususiyle
böyle kurûn-ı ahîrede? Görülüyor ki bir vezin şairin idrakini bir
çocuk gibi sevk etmek kudretini gösteriyor ve eseri daima
lüzumundan fazla temdit ediyor. Bize kalırsa aruz ile güzel
komediler yapılabilir, zira ne kadar imtidat ederse etsin,
komediye şiirden ziyade nükte getireceği için ne halktan
muayyen bir zümreye hitap etmiş olur, ne de mümessiller yalnız
şiir okutmak vazifesi tahmil eder. Aruzun ahengi, hususiyle
bugünkü vezinlerin almış olduğu şekil iddiamın iki büyük
istinatgâhıdır.

Hece veznine gelince, edebiyatımızın bu hakiki vezni henüz


ilk istihalelerini geçirdiği için bununla bir eser yapmak, daha
ziyade yaratmak demektir. Yusuf ziya, Binnaz’ında bundan dolayı

85
fevkalade şayan-ı hayret ve şayan-ı takdirdir. Belki bu eser çok
güzel değil, hususiyle umduğumuz, beklediğimiz
mükemmeliyette değil. Mamafih her şeyin ilki ne kadar fena
olursa olsun yine nazar-ı dikkati celp eder. Binnaz da böyledir. Şiir
tarzında okumak şartıyla yirmi dakikada biten, en büyük ruh
tahlillerini iki beyitte ikmal etmek harikasını gösteren, kanlı bir
mücadeleyi küçük bir muhavere inşadına lüzum görmeden tasvir
eden, bu noksanlarına rağmen ehemmiyetli bir sanat eseri olan
Binnaz, bize sahne için hece vezninin daha munis olduğunu ispat
etti. Mamafih iptidai ve natamam bir surette… Bununla beraber
layık olduğu takdirlere mazhar olmuştur.

Bize kalırsa mevzun piyesler ya hiç yazılmamalı, yazılırsa


ya tarihi bir vakayı tasvir ederek ciddi yahut hâl-i hazıra ait
komediler yazılmalıdır. Bizce mensur olmak itibariyle ihzarı
müşkül olan gülünç piyesler, mevzun olarak daha elverişli, daha
kusursuz ve daha muvaffakiyeti devamlı olur.

Faruk Nafiz

BİNNAZ’IN TEMSİLİ3
Darülbedayi heyet-i temsiliyesi iki haftadan beri Binnaz’ın
temsillerine devam ediyor. Halk Binnaz’dan memnun kaldı.
Matbuata gelince o da genç şairin kusurlarını meskut

3
Mim, “Binnaz’ın Temsili”, Büyük Mecmua, S. 7, 8 Mayıs 1335, s. 111-112.

86
geçmemekle beraber, heyet-i umumiyesi itibariyle hüsn-i kabul
gösterdi. Binnaz için yazılan tenkitlerin hemen hepsi, Yusuf Ziya
Bey’in lisanına hâkim bulunduğunu, sahnede hece veznini iyi
idare ettiğini teslim ediyorlar. Kusurlara gelince, matbuat
Binnaz’da mühime tarih hataları kaydediyor. Vakit’te yazılan bir
tenkitte eşhasın tekellüm ve tahassüs tarzları itibariyle bugünün
adamları olduğu, sözler ve düşüncelerinin piyesin zaman-ı
cereyanı için kâbil-i tasavvur olamayacağı söyleniliyor. Zaman
muharriri de tarih nokta-i nazarından Binnaz’ı muvaffakiyetli bir
eser bulmuyor. Bu gibi eserlerin eski bir devri bütün
hususiyetleri, âdetleri, zevk ve düşünceleriyle ihya edemeseler
bile hiç olmazsa bir mazi kokusu verecek bazı hususiyetleri olması
lazım geleceğini, Binnaz’da bunların mevcut olmadığını
kaydediyor.

Zaman muharririne göre eserin bir başka mühim kusuru da


şeklen bir trajedi olduğu halde ruh ve ilham itibariyle bir facia
nefsine malik olmamasıdır. Filhakika bütün trajediler “güzel
unsuru”ndan başka bir de kalbimizin merhamet, korku, takdir
gibi heyecanlar ve temayüllerini tahrik edecek pathetique
unsuruna malik bulunmakla mükelleftirler. Hâlbuki Binnaz yalnız
şiirinin güzelliğiyle alakadar etmiş, canlı hayat levhaları
verememiştir.

Mecmualardan biri Binnaz’ı Viktor Hugo’nun [Victor Hugo]


Maryon de Lorm’u [Marion de Lorme] ile mukayese ediyor ve
mevzu itibariyle iki eser arasında lüzumundan fazla büyük bir

87
müşabehet kaydediyor. Binnaz’ın istenildiği derecede millî bir
eser olmadığını, ecnebi tesirinden masun kalamadığını görmek
bizce az çok inkisar-ı hayali mucip oldu ki bunun için şaire
teşekkür etmeyeceğiz. Vakıa Korney [Corneille], Rasin [Racine],
Molyer [Moliére] gibi insanlığın belki bir daha emsalini
göremeyeceği temaşa dâhileri de eserlerinin mevzuunu eski
Yunan ve Latin edebiyatından almışlardır. Fakat herhâlde yeni
roman gibi yeni temaşa da bâkir mevzular istiyor.

Köprülüzade Fuat Bey evvelki nüshalarımızdan birinde


eseri inceden inceye tetkik ve tahlil ettiği için bize yalnız eserin
tarz-ı temsilinden bahsetmek kalıyor. Temsilde en fena tesir
yapan cihet perdelerin kısalığı olmuştu. Henüz sahne hayatında
yeni olan muharrir perdelerin imtidadını iyi hesap edememiştir.
O suretle ki tam sahnenin hararet kesp etmeye başladığı,
temaşagerin iyiden iyiye kendini esere vermeye başladığı bir
zamanda perde kapanıyordu. Bahusus ikinci perde pek mini mini
bir şeydi. Bu perdede yeniçerilerin mükâlemesinden ve bir de iki
rakip arasında kavgadan başka bir vaka olmadığı için büsbütün
kısa göründü ve hiç doyurmadı. Herhalde eseri her şeyden evvel
biraz beslemek lâzım gelirdi.

Tarihî piyeslerde dekor ve mizansene büyük bir önem


verilmek lâzım gelir. Hâlbuki Binnaz’ın gerek dekor ve gerek
mizanseni hem mühmel hem de fakirane idi. Fazla olarak eski bir
tarih muhitini de taklit edemiyordu. Viktoriyen Sardo’nun
[Victorien Sardou] meşhur Teodora’sı [Théodora] vaz’-ı sahne

88
edildiği zaman münekkitler Bizans İmparatoriçesinin fakir bir
evde çatal ile yemek yemesine itiraz etmişlerdi. O tarihte çatalın
Bizans’ta kullanılıp kullanılmadığı meselesi hakkında uzun
münakaşalar cereyan etmiş ve buna muharrirden en büyük tarih
ulemasına kadar birçok kimseler karışmıştı. Bizim
tiyatrolarımızdan böyle ihtimamlar istemek gülünç olur. Fakat
dekor ve mizansende herhâlde tarih endişesini biraz daha fazla
hâkim görmek isterdik.

Tarihin muayyen bir fasıl ve muhitini gösteren sahne, o


zamanı az çok tasvire mecburdur. Hâlbuki Binnaz’ın Kıztaşı’ndaki
evini gösteren sahnede hiçbir hususiyet yoktu. Bu sahne
Darülbedayi’nin mevcut dekorlarının parçalarıyla yapılmış,
yalnız bazı eşya ilâve edilmişti. Herhâlde şahnişinleri, çiçekleri
ilh… ile karakteristik bir eski zaman evi isterdi. İkinci perdenin
planı fena düşünülmemişti. Fakat varyete sahnesi küçüktü. Bir de
kulisler, ilk planlardaki ağaçlar Hasan Efendi sahnelerini fazla
hatırlatıyordu. Baykuş’un dekoruyla Binnaz’ın dekoru arasında
nispet edilemeyecek kadar büyük farklar mevcuttur. Harp
sonunda olduğumuz için midir nedir? Her yapılan işte ihmal ve
şevksizlik var.

Kostümlere gelince Darülbedayi onları iyi tedarik etmişti.


Yalnız Hamza Bey vücudunda hiç güzel durmayan çakşırları
içinde bir Tuna beyzâdesinden ziyade Rumelili bir sırık
arabacısına benziyordu.

89
Artistler Binnaz’ın temsilinde çok gayret ve hüsn-i niyet
gösterdiler. Fakat buna rağmen sahneye tam bir hayat ve hararet
vermeye muvaffak olamadılar. Güzel telaffuz gayreti onları fazla
meşgul ediyor, tavırlarındaki tabiatı, savletlerindeki ateş ve
heyecanı sekteye uğratıyordu. Tiyatrodaki inşat, sahnede
manzume okumaktan çok farklıdır. Nazım ahengini tiyatroda
mümkün olduğu kadar tekellüm ahengine yaklaştırmak lâzımdır.
Hâlbuki artistler fazla gayretleriyle tecvit ve secâvend dersi alan
talebe-i ulûm efendilerini andırıyorlardı.

Eliza Hanım Binnaz rolünü güzel oynadı Roza Hanım Faika


rolü için yanlış intihap edilmişti. Ne kıyafetinde ne etvârında
kaşarlanmış bir eski nâzenin hâli yoktu. Nureddin ve Muvahhit
Beyler rollerinde fena değillerdi. Mamafih daha az gevşek, daha
derin surette mühtez ruhlara, daha haşin ve coşkun ihtiraslara
sâhip olmaları lâzım gelirdi. Hele kahvede vuruşma sahnesini
gülünç denecek kadar cansızlık ve sönüklükle oynadılar.

Oynadığı küçük rolden anlaşıldığına göre Darülbedayi


artistleri içinde temaşa şiirini en güzel okumaya müstait
olanlardan biri Onnik Boyacıyan Efendi’dir. Binnaz’daki bu küçük
rolünde hiçbir kusur göremedik.

Mim

90
MANZUM BİR MİLLÎ PİYES4
Akından Akına şairi Yusuf Ziya Bey’in Binnaz isminde bir
manzum piyes yazmakla meşgul olduğu işitiliyordu. Temâşâ
mecmuasının son nüshasında eserin bittiğine dair bir havadis
görüldü. Temâşâ hayatımızın büyük küçük bütün şuûnundan
karilerimizi haberdar etmeyi vazife bildiğimiz için eser hakkında
biraz malumat vermeyi mevsimsiz görmedik. Eserin birkaç nokta-
i nazardan ehemmiyeti vardır. Evvelâ millî bir piyes tecrübesidir.
Adaptasyon ve millî eser meselelerinin tiyatroyu sevenleri çok
meşgul ettiği bu sıralarda ortaya bu yolda tecrübeler koymak
ezbere mütalaalar yürütmekten elbet daha faydalıdır. Binnaz’ın
ikinci ehemmiyeti hece vezniyle yazılmış ilk manzum piyes
olmasıdır. (Nesteren için artık mürur-ı zaman vâki olmuştur.)
Eserin tarihî olması da ona ayrı bie ehemmiyet vermektedir.
Tarihî piyesleri pek az severim, manzum piyeslerden mensur
olanlar kadar zevk almam, bahusus hece vezni gibi ahenk ve
musikisine daha kulağımı iyice yatıramadığım bir nazım olursa…
Binaenaleyh Binnaz’ı yarım bir düşmanlıkla okumaya başladım
fakat buna rağmen sonunda onu sevmekten kendimi men
edemedim. Binnaz’ı terütaze bir eser buldum. Genç bir fidan ki
belki daha istediğimiz kadar inkişafı, yaprağının yeşili, çiçeğinin

4
Reşat Nuri, “Manzum Bir Millî Piyes”, Reşat Nuri Güntekin’in Tiyatro ile İlgili
Makaleleri, haz. Kemal Yavuz, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1976, s. 565-
574.

91
pembesi yok. Fakat istikbal için ümitle dolu sahneye çıktığı zaman
nasıl görünecek? Bunu şimdiden kestirmek kolay olmaz sanırım.

Garp münekkitlerinden biri tiyatro eserlerini nota


defterlerine benzetiyor; “Musikiye vâkıf bir adam uzun yollardaki
telgraf telleri gibi siyah çizgiler üstünde ine çıka uzanıp giden bu
işaretlerin delâlet ettiği ahengi tahmin edebilir fakat onu mesela
bir orkestradan dinlemedikçe hükmünü veremez. Tiyatro eserleri
de böyledir. Onların hâlisini kalpından ayıran tecrübe taşı
sahnedir.” diyor. Teşbihte çok mübalağa olduğunu zannederim
fakat esas itibariyle doğrudur. Okunurken hoş gelen bir piyesin
sahnede batî veya fazla seri, manasız, rabıtasız, renksiz
görünmesi çok tecrübe edilmiş bir hakikattir. Binnaz’ın bir
tiyatro eseri olmak hususundaki kıymetinin tahminini yakında
bir sahnede görmeyi temenni ettiğimiz temsiline bırakarak
burada sadece mevzu ve şiirini gözden geçirelim:

Vaka Ahmed-i Sâlis devrinde cereyan ediyor. Bizde tarihî


piyeslerin yalnız bir şekli maruftur: muayyen tarih ve vaka ve
simalarından alınan eserler.

Binnaz -galiba ilk defa- bu nevden olmayan bir piyestir.


Muharrir Ahmed-i Sâlis devrinden muayyen bir vaka ve şahsı
değil yalnız çerçeve ve âdetler almıştır.

Kıztaşılı Binnaz o zamanın meşhur bir âlüftesidir. Geçkin


bir muhibbesi onun İstanbul’daki ehemmiyetini şöyle tasvir
ediyor:

92
“Yâdıyla çalkandı bu yıl Sâdâbâd
Peşinden yükseldi binlerce feryâd
Her akşam mehtabı bekler gibi
Yollarda titredi yüz gencin kalbi
Gönüller hazana döndü aşkından
Kaç kerre hançerler sıyrıldı kından”

Binnaz’ın debdebesi, saltanatı yolundadır.

“Her akşam bir paşa yahut bir vezir


Sırmalar, samurlar içinde gelir”

Fakat ne çare ki gönlünü Efe Ahmet isminde bir yeniçeriye


kaptırmıştır. Bu şimdilik o ikbale ve saadete göz yumduran bir
hummadır. Binnaz bir gece sabırsızlıkla Efe Ahmet’i beklerken
yabancı bir delikanlı yarı zorla eve giriyor. Hamza Bey ismindeki
bu çocuk Tuna beylerinden birinin oğludur. Binnaz’ın şöhretini
ta Tuna kapısından duyarak İstanbul’a gelmiştir.

Hamza Bey’in onu görmeden bu kadar ateşlenmesi güneşin


saman demetini tutuşturmasına benziyor.

Muharririn bu noktaya daha kolaylıkla kabul


edebileceğimiz bir şekil bulması müreccahtı. Fakat o vakit de
birkaçını aşağıya naklettiğimiz mısralardan feda etmek lazım
gelecekti:

“Bilseniz kaç gündür yolların karı


Dağların rüzgârı beni dondurdu.

93
Dün gece soğuktan nefesim durdu,
Yolda atım öldü, yürüdüm yaya
Tâ… Tuna boyundan geldim buraya.”

Hamza Bey’in bu dikkatsiz ziyareti Binnaz’ın canını sıkar


gibi oluyor. Fakat bir taraftan da delikanlının güzelliği ve
coşkunluğu kadına hafif bir heyecan vermekten hâli kalmıyor.
Delikanlı onu bulmak için ne sıkıntılar çektiğini anlatıyor. Hatta
biraz evvel karanlık bir viraneden geçerken sekiz on kişinin
taaruzuna uğramış: bir zaman hançeriyle kendini müdafaa etmiş.
Nihayet mağlup olacağı vakit karanlıktan yüzünü seçemediği iri
yarı bir meçhul yeniçeri imdadına yetişmiş Hamza Bey de
hançerini ona hediye etmiş.

Delikanlı Binnaz’ı Tuna’ya götürmeyi teklif ediyor:

“Hemen yarın sabah bineriz ata


veda ederiz bu iğrenç hayata
Nehirler aşarız dağlar geçeriz,
Buzlu pınarlardan sular içeriz.
Fırtına savurur buram buram kar,
Gece ay sislerin içinden bakar.”

Delikanlının Binnaz üzerindeki tesiri gittikçe artmakta,


kadının sözlerine, tavırlarına gizili bir oynaklık gelmektedir.
Fakat Efe Ahmet geliyor ve Hamza Bey’in başka bir kapıdan çıkıp
gitmesi iktiza ediyor. Son sahnede küçük bir kusur vardır. Hamza
Bey’i kurtaran yeniçerinin Efe Ahmet olduğu tabii anlaşılmıyor.

94
Tafsilatıyla bildiğimiz hikâyeyi bir de Efe Ahmet’in ağzından
dinletmek sahne usulüne muvafık değildir.

İkinci perde yeniçerilerin toplandığı bir havuzlu kahvede


geçiyor. İlk sahnenin başlangıcından bir parça alıyoruz:

“Birinci Yeniçeri

Vezire emniyet ediyor hakan

İkinci Yeniçeri

Ağlar Memleketin hâline bakan.


İstanbul sanki bir lâle bahçesi,
Kadınların bile al feracesi.

Birinci Yeniçeri

Gündüz yetişmiyor gibi her gece


Sabahlara kadar çalgı, eğlence,
Samur kürk omzunda, yanında nedim
Bütün meclisleri gezer efendim.
Nihayet ay basar, yıldızlar söner,
Paşamız üç çifte kayıkla döner,
Kıyıdan süzülüp geçerken damat
Alkışlardan inler bütün Sâdâbâd.
Hâlbuki meydanda vatanın hâli,
Bizi saymaz oldu artık ahali,
Vükelâ, vüzera daldı keyfine

95
Rüzgâra kapıldı koca sefine.
Eğlence yüzünden unuttuk dini!...

İkinci Yeniçeri

Ne desek nafile üzme kendini!”

Efe Ahmet bu kahvenin adamlarındandır. Bahusus o bir


kahraman olduğu kadar sanatkârdır da. Binnaz’ın güzelliği gibi
Efe Ahmet’in sazı da İstanbul’da meşhurdur. O gün Hamza Bey’le
Efe Ahmet kahvede birbirlerine tesadüf ediyorlar. Yeniçerinin
coşkun günüdür. Binnaz’ı için yanın yanık şarkılar çalıyor, işte bir
tanesi:

“Sazımda gizlidir bir dertli bülbül


Seni yâd etikçe hıçkırır ey gül
Bu çıkmaz yollara düştüm derdinden
Bozulmuş bağlara benzedi gül”

Bu şarkıların kimin için söylendiğini bilen Hamza Bey


kendini zapt edemiyor, Efe’ye tecavüz ediyor. O vakit tabii
hançerler çekiliyor. Efe Ahmet’in silahı akşamki yadigârdır.
Birbirlerini tanıdıkları gibi dövüşmekten vazgeçiyorlar. Fakat iş
bu kadarla bitmiyor. O vaktin silah çekenlerin idamına mahkûm
edilmelerine dair bir nizamı vardır. Bunun için ilk silaha
davranan olmak itibariyle Efe’yi tevkif ediyorlar.

96
Üçüncü perde eserin en canlı kısmıdır. Efe idama mahkûm
edilmiştir. Hamza Bey kendini ölümden kurtaran adamın kendi
yüzünden ölmesine seyirci kalmayı gençliğine yediremiyor.

Babasının İstanbul’da oldukça mühim bir siyasi nüfuzu


vardır. Bundan istifade etmek ve rakibini kurtarmak için on gün
on gece uğraşmıştır. Fakat idam günü gelip çattığı halde hâlâ
saraydan bir haber çıkmamıştır. Bu üçüncü perde de yine
Binnaz’ın evinde gece yarısına doğru geçiyor. Genç kadın
meyustur. Fakat zannedildiği kadar da değil. Hercai gönlünü
Hamza Bey’in güzel gençliğinde eski âşığının ölümüne bir teselli
bulmuştur. Fakat gecenin beklenilen bir saatinde Efe Ahmet çıkıp
geliyor. Ertesi sabah asılacağını bildiği için bir firar çaresi bulmuş,
ölmeden evvel Binnaz’ı son bir defa görmeye gelmiştir. Yeniçeri
ölüm önünde de sükûtunu kaybetmeyerek, öleceğine sade
Binnaz’dan ayrılacağı için acıyarak onunla konuşurken kapıya bir
atlı geliyor. Binnaz Efe Ahmet’i almaya geldiler zannediyor. Gelen
ölüm habercisi değil geç vakit saraydan çıkan af fermanını
yetiştiren Hamza Bey’dir. Delikanlı kapıları vurarak, Binnaz diye
haykırarak içeri giriyor. Fakat Efe Ahmet’i karşısında gördüğü
gibi donup kalıyor. Yeniçeri kaşları çatılmış, hafifçe titreyerek
düşünürken Hamza Bey fermanı nasıl aldığını anlatıyor ve
Ahmet’e olan borcunu ödemiş olmaktan memnun, fermanı
uzatıyor. Yeniçerinin eli bir türlü fermana uzanamıyor, Binnaz’la
yalnız kalmak istiyor. Hançeri gibi keskin gözlerini Binnaz’ın
gözlerine dikerek niçin onun doğrudan doğruya buraya geldiğini,

97
niçin böyle serbest serbest “Binnaz” diye bağırdığını soruyor.
Binnaz yalan söylemek, tevil etmek istiyor. Fakat yeniçeri onun
sözlerine ve hâline bakarak müebbeden elden çıktığını
anlamıştır. Efe çok müşkül bir mevkidedir. Bir kere Binnaz’ı
elinden almışlardır. Sonra aşkını çalan elden af fermanını almak
ve onun minneti altında yaşamak lâzım gelecektir. Yeniçeri en
kanlı tehevvürlerinden daha korkunç bir sükûn ile fermanı alarak
mumun alevine tutuyor, sonra bir koyun mazlumluğuyla
kendisini almaya gelen yeniçerilere teslim oluyor. Vakanın şekli
ve tarz-ı cereyanı, şahısların tabiatı, hisler ve temayüller
arasındaki mücadele (conflit)nin nevi itibariyle piyes “yeni hâile”
dedikleri cinsten bir eserdir. Dört beş ay evvel genç şairin ilk
müsveddesini görmüştüm. O vakit bu üçüncü perde büsbütün
başkaydı. Efe Ahmet’i siyaset meydanına getiriyorlar, Binnaz
onun affını istihsal için beyhude yere İbrahim Paşa’nın ayaklarına
kapanıyor. Nihayet Patrona Halil İsyanı’nın çıkması yeniçeriyi
ölümden kurtarıyordu. Eserin bu birinci şeklinde Efe Ahmet ile
Hamza Bey arasında -o mahut kavgadan başka- hiçbir münasebet
bulunmuyordu. Sonuna kadar yeniçeriye sadık kalan Binnaz’da
da hiçbir fârık-ı sanat görünmüyordu. Eserde hissiyatın
taarruzundan çıkan deruni bir âmilden gelen hiçbir hareket
yoktu. Vaka birtakım tesadüflerin suni bağlarıyla birbirine
bağlanmış parça bohçasıydı. Binnaz ile Ahmet sevişirken araya
tesadüfen Hamza Bey giriyor, Ahmet’le Hamza tesadüfen kavga
ediyorlar, Ahmet ölüme mahkûm oluyor ve tesadüfen çıkan bir
isyan piyesi nikbin fakat adi neticesine vardırıyordu. Yusuf Ziya

98
Bey ikinci mazbut şekli bulmakla sanatında mühim bir terakki
adımı atmış, evvelce vakaları dizmek suretiyle hayat vücuda
getirmeye çalıştığı halde, sonra hayattan çıkan vakalarla
mevzuunu canlandırmıştır. Evvelce tamamıyla haricî olan vaka
âmilleri yerine şair sonradan irade ve hissiyatı ikame etmiştir.
Yalnız muharrir ikinci şeklin icap ettirdiği tadilatı yaparken
birincisine ait bazı tafsilatı çıkarmayı veya değiştirmeyi
unutmuştur. Mesela yeniçerilerin yukarıya bir kısmını
naklettiğimiz şikâyetlerini ancak Patrona vakasına bir hazırlık
olmak üzere kabul edebilirdik. Binaenaleyh isyan kaldırıldığı gibi
onun da değiştirilmesi lazım gelirdi. Karakterlerde de kâfi bir
vuzuh ve yekparelik göremedim. Mesela Efe Ahmet’in birinci
perdedeki mağrur ve sakin feragati birbirini tutmuyor. Mamafih
karakterler hususunda şairin şayan-ı takdir ihtimamları da
vardır. Efe Ahmet Hamza’nın hançerini gösterirken:

“Binnaz
Ne güzel

Fâika
Kabzası yakutla inci

Ahmet
Çeliği belki dünyada birinci”

diyor. Hançeri kendi tabiatlarına göre adeta tahlil ediyorlar.


Binnaz yalnız güzelliğini, Fâika sade inci ve yakutu, yeniçeri de
münhasıran çeliğini görüyor. Eserde fark ettiğim bir başka zayıf

99
nokta da bazı sahnelerin içinde yer yer boşluklar ve eksiklikler
bulunmasıdır. Bir şiir, bir hikâye yazarken bunları düşünmeye
lüzum görmeyiz. Çünkü hayalimiz o eksiklikleri itmam edebilir.
Mesela bir roman yazarken odaya giren bir adamın niçin geldiğini
doğrudan doğruya yazabiliriz, fakat tiyatroda o adamın bahse
taalluku olmayan ilk sözlerini falan da kaydetmeye mecburuz.
Çünkü bunu sahnede bir aktör temsil edecektir. Dört aylık bir
zaman içinde eserine böyle tanınmaz bir şekil vermeye muvaffak
olan Yusuf Ziya Bey’in bir kere daha mevzuunu elden geçirirse
daha güzel ve mazbut bir şekle sokacağını ümit ederiz.

Eserin lisan ve şiirine gelince, muhavere edasına ve tonuna


pek uymayan, biraz daha laubalilik isteyen bazı noktalar vardır.
Fakat şiir tam tiyatro şiiridir. Tiyatro şiirini okumak için yazılan
şiirlerden ayırmak lazımdır. Bir senenin ihtiva ettiği hayalleri göz
önüne getirmek, hisleri istediğiniz gibi sindirmek için ne kadar
zaman lâzımsa o kadar zaman göz önünde bulundurabilirsiniz.
Eser size tâbidir fakat tiyatroda keyfiyet ber-akistir. Eser
durmadan yürür, siz de onu yarım saat yahut üç çeyrek durmadan
takibe mecbur olursunuz. Şu halde tiyatro ve şiiri açık, sade,
hiçbir derinliği ve karanlığı olmayan kolay şiir olmalıdır. Yusuf
Ziya Bey’in şiiri esasen güzelliği sade satıhtan düşüren hiçbir
karanlık köşesi, hiçbir ta’mika muhtaç derinliği ve sırrı olmayan
sade ve münsi bir şiirdir. Ciddi bir surette kendisine meslek etmek
şartıyla genç şairin temaşamıza çok hizmeti olabilir.

100
SANAT ÂLEMİNDE BİNNAZ5
Yusuf Ziya Bey’in Binnaz adlı piyesi yakında neşrolundu;
geçen hafta Darülbedayi’de temsil edildi; kaç zamandır da
etrafında birçok mütalaalar yürütülüyor.

Büyük Mecmua’da Köprülüzade Fuat Bey’in tenkitlerini


okuduktan ve Binnaz’daki düşüklüklere gayr-ı tabiiliklere sebep
olan cihetin keşfolunamadığını gördükten sonra ben de
bildiklerimi ve düşündüklerimi yazmak istedim:

Yusuf Ziya Bey’in bir telif olmak üzere edebiyat meydanına


ve temaşa sahnesine hediye ettikleri eserin şimdilik, yalnız
mevzuunu tetkik etmekle iktifa edeceğim.

Büyük Mecmua’nın münekkidi Binnaz’da birtakım


noktaların gayr-ı kâbil-i izah olduğunu işaret ettikten sonra en
büyük noksanı şairin Ahmed-i Sâlis devrini hiç bilmediğinde, hiç
hissedemediğinde buluyor. Hâlbuki ilhamın İstanbul’dan,
Sadabad’dan değil, uzak, çok uzak bir diyardan geldiği
anlaşıldıktan sonra bu nokta üzerinde uzun uzadıya tereddüt
imkânı kalmayacaktır:

Victor Hugo’nun 1830’da yazılmış ve 1831 Ağustosunda


“Port Sen Manen” [Théâtre de la Porte Saint-Martin]
tiyatrosunda oynanmış Marion de Lorme isminde üç perdelik

5
Güzide Osman, “Sanat Âleminde Binnaz”, Şair Nedim, S. 13, 24 Nisan 1335, s.
205-206.

101
manzum bir dramı vardır. Orada vaka On Üçüncü Louis
zamanında geçer, Marion de Lorme, ismi tarihlere geçmiş bu
meşhur fahişe, Didier namındaki âşığı ile beraber Belva dedikleri
bir yerde münzeviyâne sevda günleri geçirmektedir. Aşk
kahramanı asilzade, Hugo’nun canlandırdığı romantik bir genç
Gaspar dö Saverny de Marion’un meftunlarındandır ve Belva’da
bir gün birbirlerine tesadüf ettikleri zaman, fahişenin füsunu
karşısında bayılan bu gencin nazarlarına Didier tahammül
edemiyor. Ertesi günü delikanlı sokak ortasında kılıçla düello
ederken yoldan geçen karakol bastırıyor, Saverny yalandan yere
ölü gibi düştüğü için Didier’yi yakalayıp götürüyorlar. O asırda ise
Kardinal Richelieu düelloyu idam cezasıyla men etmişti.

Üçüncü perdede çılgın Saverny amcasının Nangis


şatosunda kendi kendisine cenaze ihtifali hazırlarken firari Didier
de Marion de Lorme ile beraber kalabalığın içinde bulunduğu için
orada her iki delikanlıyı da tevkif ediyorlar; işte bunun üzerine
Saverny’nin amcası Marki de Nangis ile Marion de Lorme On
Üçüncü Louis’nin huzuruna çıkarak bu iki gencin idamdan
affedilmelerini rica ediyorlar.

Pek hafif farklara rağmen Binnaz’ın Victor Hugo’nun bu


eserinden tatbike çalışıldığı meydandadır. Hele Marion de
Lorme’un aslında, asrında, muhitindeki bazı sebeplerin tevlit
ettiği neticeler, vakalar hiç de aynı şerait mevcut olmadığı halde
Binnaz devrinde de yaşatılmaya kalkıldığı için birbiri arkasından
yıkılan gayr-ı tabiilikler bunun en bariz delilidir.

102
İşte mesela Fuat Bey’in de şâyan-ı dikkat bulduğu bir
vakanın sebebi meydana çıkıyor: Binnaz devri gibi, en büyük
cinayetlerin bile bazen kim vurduya gittiği bir sırada bir
yeniçerinin Hamza Bey’i kolundan hafifçe yaralaması nasıl oluyor
da idamı istilzam ediyor?

Zira On Üçüncü Louis’nin zamanında Kardinal Richelieu


düelloyu bilakaydüşart men etmiş ve buna cüret edenleri idamla
tehdit eylemişti. Hatta Victor Hugo da eserinin mevzuunu bu
düellonun men edilmesinden aldığı içindir ki piyesine en evvel
Richelieu Zamanında Bir Düello (Un Duel sous Richelieu) ismini
vermişken sansürün muhalefeti üzerine Marion de Lorme
suretinde tashihe mecbur olmuştu.

Bu idama mahkûmiyet ve affa mazhar olmak için müracaat


hep bir zincirin halkaları olduğundan Yusuf Ziya Bey teselsülün
kırılmaması için o vakayı bütün gayr-ı tabiiliğine rağmen feda
edememiştir. Keza bizde böyle bir mesele için Mahmut Paşa’nın
huzuruna çıkıp şefaatte bulunması garip bir şey olduğu halde
Fransa’da Marki de Nangis’nin On Üçüncü Louis’den merhamet
talep etmesi şu nevi mahzurdan uzaktır.

Muhterem şair Binnaz’ın piyes olabilmesi için esasını teşkil


eden bu iki vakadan vazgeçemezdi ki!...

Ve artık bu böyle olduktan, ilhamla beraber bütün hatalara


da memba olan şey anlaşıldıktan sonra piyesin diğer noksanları
da sebepleriyle beraber kendiliğinden meydana çıkar. Binnaz’ın

103
birçok kusurları bulunduğunu fakat bunların manzum bir
tiyatroyu bizde birinci defa olarak telif edebilmek şerefine
bağışlanması icap ettiğini söyleyenler oldu. Lakin edebiyatımız
namına bir inkisara uğradığımıza pek müteessirim; ne çare ki bu
üç perdelik facia bir telif olmadıktan başka iyi, muvaffakiyetli
adaptasyon bile değildir. Marion de Lorme’un ismi Binnaz, Didier
Efe Ahmet, Gaspar de Saverny Hamza Bey yapılmaya çalışılmış;
fakat On Üçüncü Louis devri Richelieu’nun kanunları hiçbir
zaman Ahmed-i Sâlis saltanatı ve yeniçeri yasağı olamamıştır.
Binaenaleyh muhterem şairi eserinin nazım nokta-i nazarından
kıymeti itibariyle mütalaaya rücu etmek mecburiyeti hâsıl olur;
bu ise ayrıca tetkik edilebilir.

Güzide Osman

SANAT ÂLEMİNDE BİNNAZ6


Üç perdelik manzum facia, Yusuf Ziya Bey’in, temsil tarihi:
11 Nisan 99, Cuma Varyete.

Edebiyatımızın genç ve kıymetli şairi Yusuf Ziya Bey’in


birkaç ay evvel kitap halinde intişar eden nefis faciası geçen hafta
Darülbedayi sanatkârları tarafından temsil olundu. Eseri kitap
şeklinde okuduğumuz zaman göremediğimiz birtakım meziyet ve

6
Faruk Nafiz, “Sanat Âleminde Binnaz”, Şair Nedim, S. 14, 1 Mayıs 1335, s. 221-
222.

104
noksanlar sahnede temsil edildiği gün bariz bir surette göze
çarpıyordu, vakanın esasını, birçok makale ve tenkitlerde hulasa
edilmesine rağmen, bir kere daha gözden geçirelim: Tuna Beyi
Mahmut Paşa torunu olan Hamza, İstanbul’da Binnaz isminde bir
afetin şöhretini işitiyor, payitahta koşuyor. Gece haydutlar
yolunu kestiğinden Hamza onlarla yalnız başına mücadeleye
mecbur oluyor. Kuvvetten kesildiği bir sırada imdadına bir
yeniçeri yetişiyor ve kendisini kurtarıyor. Karanlıkta yüzünü fark
edemediği kahramana Hamza teşekkürle beraber murassa bir
hançer veriyor. En nihayet Binnaz’ın evini sorarak buluyor.

Binnaz o gece sevgilisi olan Efe Ahmet’i beklemektedir.


Ansızın böyle tanımadığı bir genç âşığının dağlar, dereler geçerek
kendisine gelmesi hayretini ve memnuniyetini mucip oluyor.
Fakat o esnada Efe Ahmet’in gelmesi üzerine Hamza’yı bir tarafa
gizliyorlar… Bir müddet sonra Hamza, Efe Ahmet’le bir kahvede
birleşiyor. Birbirlerine rakip olduklarını anladıkları zaman Efe
Ahmet silahını çekiyor ve Hamza’yı kolundan yaralıyor, Hamza,
Efenin elindeki silahı görerek kendisini kurtaran adamın Efe
Ahmet olduğunu anlıyor… Fakat o sırada Efeyi de derdest
etmişlerdir ve Efe idama mahkûmdur. Binnaz’a veda için
hapishaneden firar ediyor. Binnaz’ın kalbi yavaş yavaş Hamza’ya
temayül etmiştir. Ve bir gece onu kendisine misafir yapmıştır.

Mamafih Efe’nin de idamını arzu etmediğinden dolayı


Hamza’ya rica etmiş, dedesinin kuvvetinden istifade ederek
hünkârdan affını istirham etmesini söylemiştir. Hamza af

105
fermanını alarak Binnaz’ın evine dönünce firari Efe Ahmet’le
karşılaşıyor. Efe Ahmet rakibinin elindeki af fermanını, mumun
alevine tutuyor, sevgilisini elinden alan bir gencin minnetini
taşımaktansa ölmeyi daha şerefli görerek kendisini tutmaya
gelen cellatlara teslim oluyor.

Vakanın esası bundan ibarettir. Yusuf Ziya Bey intihap


ettiği şahısları tamamıyla ayrı ayrı sınıflardan topladığı için
mesela efe Ahmet’le Hamza arasındaki, Binnaz ile Faika
arasındaki farklar hissolunacak bir tarzdadır. Bir Efe’nin, bir
umumi karının ve asil bir genin aşkını gösteren bu millî vezinde
yazılmış ilk eserlerin -ufak bir kusur halinde görülen kısalığıyla
beraber- sahne üzerinde pek güzel canlandığını itiraf edebiliriz.
Yusuf Ziya Bey’i piyesinde muvaffak eden başlıca sebep şahsi
teessür ve tahassüslerini eşhas-ı vaka arasında taksim etmemesi
ve şekil itibariyle gayet kuvvetli bir şair olmasıdır. Mamafih bu
meziyetler Yusuf Ziya Bey’i heyecanlı bir hadise esnasında,
meselâ:

Ağam, bunda benim var mı günahım?


Tövbe dinlemiyor işte silahım…

Veyahut Efe Ahmet’i cellatların aradığı bir sırada Faika’nın:

Kadın zekâsına şeytanlar tapar!


İsterse, yıkar en şanlı bir tahtı!
İsterse, değişir dünyanın bahtı?

demesi kabilinden fazla nükteler sarfına, piyesin hareketini ara

106
sıra tevkif eden manialar ihdasına set olamamıştır. Bu da Yusuf
Ziya Bey’in aynı heyecanı kendisinde hissetmesinden husule
gelmiştir diyebiliriz.

Şimdiye kadar Binnaz’ı tenkit edenler eserin birtakım sakat


cihetleri olduğunu söylediler. Efe Ahmet’in mükerrer olsa bile,
küçük bir cerh maddesinden dolayı idama mahkûm olması,
Hamza’nın kendi rakibi için af istirham etmesi eserin illetli
kısmına dâhildir. Hususiyle:

Bilseniz, kaç gündür yolların karı,


Dağların rüzgârı beni dondurdu;
Dün gece soğuktan nefesim durdu.

diye mevsimin kış olduğunu anlatan Hamza’nın iki gece sonra


kayığıyla Sadabad’da mehtaba çıkması görünmeyen, fakat
hissolunan bir kusur teşkil eder. Bütün bu noksanlarıyla beraber
piyes, sahne üzerinde hayatından hiçbir şey kaybetmiyor
denilebilir.

Binnaz’ın Marion Delorme ile münasebeti olduğu ara sıra


şayi olmaktadır. Hatta bunu katiyetle iddia eden bir makaleyi
geçen haftaki Nedim’de Güzide Osman imzası altında okuduk. Biz
o fikirdeyiz ki Yusuf Ziya Bey’le Victor Hugo’nun eserleri
arasındaki münasebet yalnız Hamza ile Efe Ahmet, Gasbar’la
Didiye beynindeki mücadeleden ibarettir ve bu mücadelenin şekli
de büsbütün başkadır. Binaenaleyh bunu fena bir adapte diye
iddia etmek her halde fazla bir tevehhümün husule getirdiği

107
lüzumsuz bir harekettir. Zeki bir dimağın mahsul-i tertibi olan
son perde ile Marion de Lorme arasında bir münasebet göstermek
her halde bitaraf bir tetkik eseri değildir. Hatta bunu eserdeki
gayr-ı tabiiliklerle keşfetseler bile, biz Güzide Hanım’dan böyle
kati makalelerden ziyade zarif neşideler bekleriz.

Piyesin temsiline gelince, bu ümit ettiğimizden az bir


muvaffakiyetle icra edildi. İkinci perdenin de kavrı cidden feci bir
haldeydi. Nureddin Bey, Efe Ahmet rolünü adeta canlandırdı.
Mamafih iri vücuduna nazaran bacaklarının inceliği bir tezat arz
ediyordu. Muvahhid Bey Hamza rolünde -kıyafetinin dedesi
Mahmut Paşa’ya pek de şeref vermeyecek surette olmasına
rağmen- gayet güzel ve âşıkane idi.

Elize Binemeciyan Hanım ise yalnız başına bütün eseri


doldurabilecek bir sihri haizdi. Binnaz rolü Elize Hanım’ın en
güzel rollerinden birini teşkil etti. Faika ismini taşıyan Roza
Hanım’sa Binnaz sahnesinin belli başlı bir uzvuydu. Mamafih
lazım olduğu kadar yaşlı görünmüyordu. Sahne üzerinde sakatlar,
maatteessüf pek de eksik değildi. İkinci perdedeki kavga pek
kahramanca olmadı ve acele zuhur etti. Faika, Binnaz’a: “Yine
güller gibi gülüyor yüzün!” dediği zaman Binnaz’ın çehresi bilakis
gayet müteessir duruyordu. Bir de mısraları unutmamak için
dimağını yoran sanatkârlar ekseriya jestlerinde yanılıyorlardı.
Velhasıl birtakım küçük kusurlara Binnaz’ın bundan sonraki
temsillerinde tesadüf edemeyeceğimizi zannediyoruz.

Faruk Nafiz

108
BİNNAZ7
Darülbedayi’in Baykuş’tan sonra ikinci manzum piyesi.

Binnaz, Lâle Devri zamanında İstanbul’un pek maruf bir


şahid-i pazarı yeniçeri efelerinden Ahmet’i seviyor. Tuna beyi
Mahmut Paşa’nın hafidesi bu kızın şöhretini işitiyor, ta Tuna
boyundan gâh atlı, gâh yaya bin türlü mezâhime katlanarak
kulaktan aldığı bu aşkın yolunda sürüklenerek ta İstanbul’a kadar
geliyor. Sellemehüsselâm Binnaz’ın yanına giriyor, kıza aşkını
söylüyor. Yolda bir hücuma maruz kaldığını, bir yeniçerinin
müdahalesiyle kurtulduğunu, karanlıkta yüzünü göremediği bu
bahadıra murassa hançerini hediye ettiğini hikâye ediyor. O
aralık Efe Ahmet’in vüruduyla Hamza Bey savuluyor. İkinci
perdede bir yeniçeri kahvehanesinde Efe Ahmet’le Hamza Bey
birleşiyor, Ahmet saz çalarken Hamza Bey’in bir tecavüzüne
uğruyor, yeni bir hançer darbesiyle yaralıyor. Karakullukçu
geliyor, Ahmet’i götürüyor. İdamına hükmolunan Ahmet
hapishaneden firar ile Binnaz’ın evine geliyor. Biraz sonra Hamza
Bey af fermanını getiriyor. Maşukasının bedel-i vuslatı olan bu
affı kabul etmeyen Efe Ahmet fermanı muma tutarak yakıp
kendini siyasetgâha götürmeye gelenlere teslim oluyor.

Hamza Bey’in İstanbul’daki bir kızı görmeden ta Tuna’dan


âşık oluşu bir garibe-i garâmdır. Hele fermanı ‫ كدك قیەیی‬titreten bir
Tuna beyi hafidinin hadem ü haşemden berî, tek başına ta Tuna

7
Kemal Emin, “Binnaz”, Musavver Tiyatro Temaşa, S. 16, 1 Mayıs 1335, s. 2-3.

109
boyundan İstanbul’a gelişi, atı ölmek, yaya yürümek, hücuma
maruz kalmak gibi mehâlike giriftar oluşu o zamanda görülmüş
şeylerden değildir. Hamza Bey’in kıyafeti, elbisesindeki sadegî,
eslihasının adiliği, etvâr-ı umumiyesi bir Tuna beyzadesi
olmaktan ziyade zengince bir kasap oğluna benziyordu.

Hamza Bey’in yeniçeri kahvesine gelişi menkûlât-ı


tarihiyeye muhaliftir. Her asırda olduğu gibi o devirde de asiller,
yeniçeriler, avam ayrı ayrı yerlere devam ederlerdi. Hele
Ahmet’in Hamza Bey’e açtığı hafif bir ceriha dolayısıyla idama
mahkûm oluşu hiçbir asrın kanunuyla, örfüyle tevafuk etmez.
Binnaz’ın Victor Hugo’nun Marion de Lorme’una müşabeheti
yalnız Ahmet’in fermanı etrafında görülür. Efe Ahmet hakikatte
hiç de Didier değildir.

Binnaz bütün nekaisiyle beraber hayat-ı temaşamızın âtisi


için bize pek büyük vaatlerde bulunuyor. Teatral bir nazmın en
güzel bir numunesidir. İfadedeki selâset, kafiyelerdeki suhulet
Yusuf Ziya Bey’in bize güzel eserler hediye edeceğini vadediyor.
Biz ikinci eserlerini kemâl-i hâhişle bekleriz.

Binnaz’ın hâl-i hazırı bile halk üzerinde güzel, sevimli


tesirler bırakmıştır. Bir tiyatro müellifi için bu pek iyi bir dava-yı
istikbaldir. Her gözün görebileceği açık hatalarla âlûde bir eserin
bu kadar sevildiği hemen hemen tiyatro hayatında ilk defa
tesadüf edilen bir mucizedir. Bu sempati Yusuf Ziya Bey’e ati için
ne kadar cesaret verse sezadır. Vaz’-ı sahne ediliş fena idi demek

110
doğru olabilir. Sahneler lüzumundan pek fakir idi. İşret levazımı
hâl-i hazırın koltuk meyhanelerini andırıyordu. Eliz Hanım ile
Onnik Efendi’den başka sahnevi bir inşâda malik kimse yoktu.
Hele eliz Hanım her nevi âsarda yüksek bir kudret-i temsile
göstermekle şâyan-ı tebriktir.

Efe Ahmet Tuzsuz Deli Bekir’e, Hamza Bey mekteb-i


iptidaide Tuhfe-i Vehbi okuyan bir çocuğa benziyordu.

Kemal Emin

TEMAŞA TENKİDİ: BİNNAZ8


Darülbedayi sahnesinde Binnaz’ın temsili birkaç nokta-i
nazardan ehemmiyetli bir hadisedir: Bir kere hece vezni,
bugünkü telakkisiyle, ilk olarak temaşa marazında tecrübe
olunuyor; saniyen şimdiye kadar hep zamanımıza ait piyesler
oynayan Darülbedayi birinci defa tarihî bir devri sahnede
canlandırmaya mecbur kalıyordu. Bu itibarla muharririni de,
mümessillerini de yenilik heyecanlarına uğratan bu eserin itinalı
bir surette tetkikine ihtiyaç vardır.

Binnaz’ın mevzuu, şimdiye kadar mükerreren hikâye


edilmiştir: Sultan Ahmed-i Sâlis devrinde İstanbul’da büyük bir
şöhret kazanmış olan oynak, hafif meşrep, dilber Binnaz, Efe
Ahmet isminde kahraman bir yeniçeriyi ihtiyar, tecrübeli refikası

8
İbrahim Necmi, “Temaşa Tenkidi: Binnaz”, Vakit, S. 532, 21 Nisan 1335.

111
Faika’nın şan ve servet hırsına müstenit nasihatlerine rağmen
seviyor. Tuna valilerinden birinin genç ve kahraman hafidi
Hamza Bey Binnaz’ın şöhretine kulaktan âşık olarak İstanbul’a
gelmiş; yolda bir taarruza uğrayarak, ismini ketm eden bir
yeniçeri tarafından kurtarılmış. İkisi de aynı kadına meftun olan
bu iki genç arasında bir kavga çıkıyor; Hamza kendisini kurtaran
yeniçeriye hediye ettiği hançerle yaralanıyor; Ahmet de idama
mahkûm oluyor. Hamza, Binnaz’ın visaline nail olduktan sonra,
dedesiyle huzur-ı şahaneye çıkarak Ahmet’in affına ferman
alıyor; fakat mert ve kıskanç Ahmet, fermanı yakarak kendini
cellatların ellerine teslim ediyor.

Mevzu, birinci şahıs olan Binnaz’da vazıh ve muayyen bir


şahsiyet temsil edememek ve vakayiin tabii mantığı haricinde
fazla tesadüflere istinat ettirilmek gibi iki mühim kusur ile
maluldür. Bir taraftan Ahmet’e şiddetle meftun gösterilen, aşkı
uğrunda taçları, şöhretleri, altınları istihkar eden Binnaz, diğer
taraftan Hamza’yı Efe’ye görünmeden gitmeye ikna için buse
verirken, hususiyle Ahmet yüksek bir namuskârlıkla kendini
ölümün sinesine teslim ettiği bir sırada Hamza’ya meyil
gösterirken bize pek adi bir aşüfte görünüyor. Bu muzaaf şahsiyet
hem piyesi sarsıyor, hem de rol mümessilesini müşkül mevkide
bırakıyor.

Sonra, Hamza Bey’in ta Tuna vadilerinden Binnaz’ın


şöhretini doyarak âşık olması, bize adi bir masal hissini veriyor:
Sultan Ahmed-i Sâlis devrinde İstanbul’daki bir aşüftenin ismi

112
Tuna yalılarında duyulmak pek müsteb’addır. Hele kulaktan âşık
olmak, bu aşk ile İstanbul’a kadar gelip sellemehüsselâm hareme
girmek ne o devirde, ne de diğer bir zamanda kolaylıkla kabul
olunabilir hallerden değildir. Bilmem muharrir Hamza’yı
Binnaz’ın eski mecluplarından biri olarak temsilde ne mani
görmüştür?

Hele kahvedeki mücadelede o kadar fazla garibeler var ki


devrin icabatını hakkıyla tetebbu etmemiş olmaktan başka bir
sebeple tevcihine imkân yok. Bir kere Hamza gibi asil ve kibar
gençler yeniçeri kahvelerine gitmezler; bir merak saikasıyla
gitseler bile oradakilerle İstanbul’un güzelliği hakkında
mübahaseye girişmezler. Sonra yeniçeri kahvelerinde bir
münazaa, hiçbir taraftan ihbar vuku bulmaksızın hemen
karakullukçuların gelmesini icap etmez. Neticesi hafif bir
cerihadan ibaret olan bir mücadele için idam cezası verilmesi ise,
bu tenakuzları da gölgede bırakan bir yanlışlıktır ki eserin
mantıki rabıtalarını adeta mahvediyor.

Bereket versin ki bir taraftan veznin samiamıza ilka ettiği


müsamaha meyli, diğer taraftan kıyafetlerin cazibesi ve hususiyle
Darülbedayi mümessile ve mümessillerinin fevkalade bir itina ile
gösterdikleri muvaffakiyet mevzuun bu müthiş bozukluğunu
setreyledi; eğer eser mensur olsa ve temsilinde de biraz
muvaffakiyetsizlik görülse idi pek fena sukut edecekti.

113
Benim fikrimce, Binnaz şahsiyeti, mevzu müşabehetinin
hatırlattığı Victor Hugo’nun Marion de Lorme’u gibi, levs-âlûd bir
gönülde hakiki bir aşkın feyzini gösteren bir timsal olmalı, hiçbir
vakit Hamza’ya fazla bir meyil göstermemeliydi. Ahmet’in
mahkûmiyetini izah için de vaka Ahmed-i Sâlis devrinden ise,
mesela Murad-ı Rabi devri gibi kahhar ve yeniçeri tepelemek için
vesile-cû bir devirde geçmeliydi. Hamza Binnaz’ı eskiden tanımış
ve kendisi de İstanbul’ca tanınmış bulunmalıydı ve Ahmet’le
münazaası kendi taraftarları arasında geçerek hariç olanlar
tarafından hükümete verilmeliydi. Şahsiyetleri müphemliğinden
ve tenakuzdan kurtarmak ve vukuatı mantıki kılmak için böyle
bir ıslaha şiddetle ihtiyaç var.

Eserin tasvir edildiği muhite tevafuku hususunda da gerek


muharrir ve gerek sahne mürettipleri biraz fazla müsamahakâr
bulunmuşlar. O devirlerde menus olmayan, hatta tecviz
edilmeyen teşbihler ve rüyet tarzları piyeste epeyce mebzuldür.

Vefasız bir rüzgâr sanki eşimdi!

Cansız bir ihtiyar, ak saçlı bir kış.

Ne saray isterim, ne başımda tac

Gözlerine vahşi alevler dolmuş…

gibi sözler, Ahmed-i Sâlis devrinde bittabi hatırlara bile


gelemezdi.

114
Güya devrin halini iyice göstermek arzusuyla ikinci
perdenin başında tasvir edilen yeniçerilerin mükâlemesi, bilakis
eserin vahdetini bozuyor. Reşat Nuri Bey, ilk yazılışında piyeste
1134 ihtilaline ait bir kısım da bulunduğu halde, sonradan
çıkarıldığını yazmıştı; zannederim ki bu mükâleme de bizi o
ihtilale hazırlamak için yazılmış olmalı. İhtilal mevzudan hariç
kalınca bu kısım da lüzumsuz bir yama gibi kalmış. Hususiyle o
devirde terakki ve teceddüt düşmanı olan yeniçerileri hamiyetli,
dindar, vatanperver göstermek gibi -şüphesiz muharririn de
inanmadığı- yanlış bir telakkiye de sebep olan o muhavereyi
başka bir şekle sokmak müreccah olur zannederim.

Sonra, belki sahnenin darlığından, Darülbedayi’in müellifi


olduğu Tepebaşı Tiyatrosu’nu ele geçirememesinden ve her şeyi
yeniden tedarik mecburiyetinden ve fiyatların yüksekliğinden,
sahne levazımı pek noksandı. Binnaz’ın salonu biraz daha dolu
olmalı, kahvede havuz gösterilmeli, hele:

Mezelerden falan hiç yok mu istek?

denilen bir işret sofrasında bolca rakı ve meze bulunmalıydı. Efe


Ahmet’in bacakları, vücuduyla ve şahsıyla mütenasip bir surette
dolgun görünmeli, Hamza’nın libası ve silahları daha müzeyyen
olmalı idi. Hediye verilen elmaslı, “kabzası yakutla inci” hançer
bu tavsiflere hiç de tetabuk etmiyordu.

Binnaz, yeni hece vezni için sahnede ilk tecrübe addolunabilir.


Nesteren’in vezni bugün anlaşılan şeraitine muvafık millî vezin

115
olmaktan biraz uzaktır. Ziya Paşa’nın, Ahmet Refik Paşa’nın
parmak hesabı tercümeleri ise maatteessüf oynanmamıştır.

Yusuf Ziya Bey, şahsiyetini idare etmeyi bilen, fazla heyecanlara


kapılmayan, vezne hâkim, düzgün lisanlı bir şair sıfatıyla, temaşa-
nüvislik için pek muvafık lisani evsafa maliktir. Taşkın ve
müteheyyiç şair ruhlarının her şahsı ve vakada kendilerini
tebarüz ettirmek kusurundan kurtulmuştur. Binnaz, ahengi ve
muntazam lisanıyla vezince muvaffakiyetli bir manzumedir ve
hece veznine sahnede -herhalde aruz vezninden daha kabiliyetli-
bir muvaffakiyet temin eylemiştir.

Bu muvaffakiyetten mümessile ve mümessillerin de büyük


bir hisseleri vardır. Hususiyle Darülbedayi’in ve memleketimizin
en müstesna müdiası olan Eliza Hanım, mevzun parçaları
fevkalade bir selasetle, büyük bir muvaffakiyetle eda ediyordu.
Ruhen sanatkâr olan bu kıymetli mümessilenin, bazı kere
unuttuğu bir kelime yerine diğer bir kelime kullanırken bile, tabii
bir istidat sevkiyle, vezin ahengini muhafaza edebildiğine büyük
bir hayret ve takdir hissiyle dikkat ettim. Ara sıra Türk
mümessillerin bile kurtulamadıkları yanlışlıklardan kendisini
sıyanet eden bu kabiliyeti bilhassa tebrik ederim. Binnaz’ın
müphemiyetine rağmen Eliza Hanım adeta müellifi tashih ederek,
rolünü pek güzel oynadı.

Roza Hanım’a gelince, mısra sonlarında biraz fazla tevakkuf


ediyor, bazı kere ahenk vermek gayretiyle şivesiz bir tekellüme

116
düşüyor, bu suretle veznin ruhuna nüfuz edemediğini
gösteriyordu. Rolüne lazım olduğu kadar ihtiyar da olamamıştı.
Günden güne terakkileriyle ümitler uyandıran bu yeni sahne
yıldızlarına bu hususta biraz daha rehberlik lazımdır.

Nureddin Bey, vezni iyi bir ahenkle idareye muvaffak oldu,


fakat Muvahhid Bey acele ile birkaç defa fazla kelime
söylemekten kurtulamadı. Hele Efe Ahmet’in türküsü sırasında
kavga çıkarmak safhasını pek acele, mısraları atlayarak ve vakayı
canlandırmayarak yaptı.

Bu birkaç nokta haricinde, bütün temsil, Darülbedayi


sanatkârlarında her zaman şahidi olacağımız büyük bir istidat ve
ciddi bir gayretin mahsulü olan muvaffakiyetlerle temadi etti ve
pek çok alkış topladı. Heyet-i umumiyesiyle Binnaz, nev’i
dâhilinde ilk tecrübenin bütün kusurlarını ve meziyetlerini
camidir ve bu tecrübe, istikbal için büyük vaatler saklayan bir
muvaffakiyet temin eylemiştir.

İbrahim Necmi

117

You might also like