You are on page 1of 11

GENEL KAMU HUKUKU SLAYTIN ÖZETİ: ERTUĞRUL ÇAĞLAK 1.

DÖNEM
Genel Kamu Hukukunun Konusu
Bir yandan devlet ve onun işleyici gücü olan siyasal iktidar, öte yandan toplum ve onu oluşturan bireylerin
davranışlarını düzenleyen hak ve özgürlükler genel kamu hukukunun konusunu oluşturur.
Böylece genel kamu hukuku devleti, iktidarın yapısı, işleyişi ve toplumla olan bağlantısını tarihsel gelişim içerisinde
DEVLET KURAMI başlığı altında incelerken; kişilerin devlete ve iktidara karşı durumlarını, korunmalarını ve devleti
denetleme fonksiyonlarını HAK VE ÖZGÜRLÜKLER başlığı altında inceler
Site Devleti (Pôlis)
Polis, sınırları belirli bir toprak üzerinde kurulmuş siyasal, sosyal, askeri ve ekonomik bir bütündür. Sınırları içinde bir
veya birden fazla şehri ve bunların etrafındaki kırsal bölgeyi kapsar.
M.Ö VIII-VII. yüzyıllarda bugünkü Yunanistan, Batı Anadolu ve Ege Denizi’nde ortaya çıkmıştır. Yunan siyasal
düşüncesi site devleti içinde oluşmuş ve gelişmiştir.

➢ Köleler: Hiçbir hakları yoktur. Üretim aracı konumundadırlar. Kolayca alınıp satılabilirler. Sitenin maddi
ihtiyaçlarını karşılarlar. ➢

Metekler/Meteikos (Yabancılar): Siteye yerleşmiş olan yabancılardır. Genellikle zanaat ve ticaretle uğraşırlar. Özgür
bireylerdir fakat yurttaş olmadıkları için siyasal hayata katılamazlar.
Yurttaşlar: Özgür vatandaşlardır. Siyasi hayata katılma hakkı yalnızca yurttaşlarındır.
Eski Yunan’da kadınlar hiçbir zaman yurttaşlık statüsüne erişemediler.
Yunan sitelerinde halkın egemenliğinden hatta çoğunluğun egemenliğinden söz edilemez. Dolaysıyla gerçekte bir
azınlık yönetimi söz konusudur. Yunan sitelerinde uygulanan demokraside eşitliğe rastlanmaz.
• Demokrasi, İlk olarak M.Ö 5. YY.’da Atina sitesinde açıkça tartışılmış örgütlenmiştir. Yurttaşlar yönetime iki
yoldan katılmaktadır. 1. Tüm yurttaşlar agora denilen meydanda yılın belli dönemlerinde toplanan Ecclesia’da önemli
kararları oylayabilirdi 2. Yönetim kadroları kura ve sıra esasına göre belirlenirdi. Böylece Yönetim makamları tüm
yurttaşlar için açık tutulmaktaydı.
Sitede egemenlik bütünüyle yurttaşlara aitti, yasama, yürütme ve yargı yetkisi halk meclisi tarafından kullanılırdı.
Meclis yalnızca önceden çıkmış yasalarla bağlıydı
Platon Öncesi Siyasal İktidar Anlayışı
1)Sofizm( M.Ö 5. YY)
İnsanı düşüncelerinin odak noktasına yerleştirirler.
• İnsanı ahlaki bir değer olmaktan çok çıkarları için mücadele eden bencil bir yaratık olarak görürler.
• Sofistlere göre tüm insanlar için geçerli genel ve mutlak bir gerçek yoktur.
Yani devlet insanlar tarafından kurulmuştur. • Devletin kökeni hakkında iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir. – Bir gruba
göre devlet bir sözleşmenin ürünüdür. (Toplum sözleşmesi) – Diğer bir gruba göreyse devletin temelinde güç
yatmaktadır. ✓ Devleti güçlü insanlar kurmuşlardır; İktidar kuvvetin ifadesidir ve güçsüzler bu güce boyun eğer. Bu
nedenle toplumda eşitlik ve demokrasi mümkün değildir. Efendi-köle ayrımı doğaldır. Adaletin ne olduğunu, iktidar
sahipleri çıkardıkları yaslarla belirlerler ve bu anlayışı kendilerine tabi olanlara benimsetirler
Ezilenlerin yanında olmuşlardır. (Köle kadın vb.)
2)SOKRATES (BİLGİ ERDEMDİR)
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir diyerek tüm değerlere şüphe ile yaklaşmıştır. «Bilgelik, neyi bilmediğini
bilmektir.»
Politika en yüksek sanattır ve herkes tarafından öğrenilebilir bir şeydir. Fakat devleti bilgi, uzmanlık ve yetenek
bakımından en önde gelenler yönetmelidir. Kamu görevlileri asla kura ile seçilmemelidir
Demokrasi ve monarşiye karşı ahlâk, erdem ve bilgi yönüyle üstün olan kişilerin etkin olduğu bir yönetim anlayışını
savunmuştur.
Düşünceleri pek çok kişiyi rahatsız etmiş ve gençleri sitenin tanrıları dışında başka tanrılara inandırmaya çalışmak
suçlamasıyla baldıran zehri içirtilerek öldürülmüştür
PLATON (Sokratesin Öğrencisi Eflatun da derler)
Öğretilerini yaymak için Akademia olarak anılan bir okul kurmuş ve ölene kadar burada dersler vermiştir.
Eserlerinde yurttaşların eğitimi ve ideal site düzeni üzerine yoğunlaşmıştır.
Platon’a göre varlıklar, maddesel boyutun yanında maddi olmayan bir tözden (cevherden) oluşur. O, varlığın maddi
olmayan boyutunu idea olarak adlandırır
İdealar bu dünyadaki maddi varlıklardan daha gerçek, asli ve mükemmeldir. Bu nedenle eserlerinde mükemmel (ideal)
devleti ve yönetimi aramıştır
Eserleri; Devlet (Politeia) adlı eserinde en iyi, ideal, mükemmel devletini anlatır. Yasalar (Nomoi) adlı eserinde
[uygulamaya koyamadığı için bazı yönlerini değiştirdiği en iyi devletin yerine ikame ettiği] ikinci en iyi devletini
anlatır.
Platon’a göre toplumun doğuş nedeni, insanların tek başlarına kendi kendilerine yetememesi ve ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için başkalarının yardım ve işbirliğine ihtiyaç duymalarıdır. Platon sitenin sınıfsal yapısını üçe ayırır
Çalışanlar, Savaşçılar, Bekçiler.
Metaller kuramı: Kimilerinin mayasına altın, kimilerininkine ise gümüş katılmıştır; kimilerinin mayasında ise demir
ve tunç bulunmaktadır
Platon’a göre yöneticiler filozof olmalıdır. Platon’un aile kurumu hakkındaki görüşlerine göre kadınlar da eğitilip
yetiştirilirse erkeklerle aynı işlerde çalışabilirler.
Yasaların işlevi, yurttaşları birleştirmek, her yurttaşın toplum içinde göreceği işi belirlemek ve bütün toplumu
mutluluğa götürmektir. Özel mülkiyete sınırlı olarak yer verir.
Yöneticilerin buyruğu olan yasalar yerine, yapımına yurttaşların da katılacağı yasaların geçerli olmasını savunur.

ARİSTOTELES
Aristo’ya devletin doğuşu ve amacı insanların ihtiyaçlarını karşılayarak mutluluğa ulaşması çabasına dayanır.
Aristoteles yönetim biçimleri üzerine düşünmüş ve onları sınıflandırmıştır. Buna göre üçü iyi, üçü de kötü olmak
üzere altı yönetim biçimi belirlemiştir.
Aristoteles’in adalet anlayışı yasalara uygunluk ve eşitliğe dayanır. Eşitlik olarak adalet iki alanda ortaya çıkar.
Dağıtıcı Adalet: Yetenek bakımından eşitliğe dayanır. Orantılı eşitliktir. Daha fazla hak edene daha çok vererek
sağlanan adalettir. Şan, şeref, paye ve zenginliklerin dağıtılmasında sözü edilen adalettir.
Denkleştirici Adalet: Eşitliğin bu biçimi herkese eşit olanın verilmesi formülünün uygulanması demektir. Bu tür
adalette veren ve alan eşit olmalı, taraflardan biri diğerine üstünlük kurmamalıdır. Demokrasilerde rastlanan adalet
tipidir.
Yasama yürütme ve yargıyı öngörmüştür.
Aristoteles, bir anayasa çerçevesinde siyasal güçlerin düzenlenmesine önem vermiştir.
HELENİSTİK OKULLAR
Bu dönemde site devletinin çöküşüne tepki olarak oraya çıkan okullar Platon ve Aristo’dan farklı olarak bireyi bir
bütünün içerisinde değil kendi başına ele almışlardır
1. Epikürcü Okul
Epiküros sosyal ve siyasal düşüncelerini mutluluk ve ölçülü olma ilkeleri üzerine kurar. Epikürcü okulun temel görüşü
bireyin mutluluğuna dayanır. Epiküros’a göre insan, doğası gereği acıdan kaçar ve hazzı arar.
Toplumsal yaşam bu iyiliğe hizmet ettiği ölçüde değer ifade eder. İnsanlar ölçülü olarak hazzı aramalıdır. İnsanlar
siyasete servet, şan ve şöhret kazanmak için girerler. Bu tür tutkular insanı başka insanların ve talihin kölesi yapar.
Epikürcü okulun bir diğer önemli görüşü de toplumun bir sözleşmenin ürünü olduğuna ilişkin düşünceleridir.
Epikürcü Okul, mutluluğu site devletinin düzeninde arayan insanlara aslında mutluluğu kendi içinde aramaları
gerektiğini anlatmıştır.
2. Stoacı Okul (ZENON)
Site devletlerinin Makedon İmparatorluğu tarafından yıkılmasıyla Yunanlıların doğuştan üstün olduğu düşüncesi de
anlamını yitirmiştir.
Stoacı Okul, tüm insanların eşit, özgür ve saygıdeğer olduklarını söylemiştir.
Stoacı Okulun temel amacı da mutluluktur. Mutluluk ise doğaya uygun davranarak elde edilir. Doğaya uygun davranış
ise akla uygun davranıştır.
İnsanlar logos, yani evrensel akıdan pay almışlardır
Akla uygun yaşayan insanlar arasında artık sosyal, ekonomik ayrımlar ortadan kalkacaktır ve hepsi dünya vatandaşı
sayılacaklardır.
ROMA İMPARATORLUĞU
Krallık dönemi; Seçimle belirlenen kral ve iki meclisten oluşuyordu.
Kral ömür boyu görevde kalıyordu. Baş yargıç, baş rahip, başkomutandı. Yürütme yetkisi vardı. Halk meclisi;
yurttaşlardan oluşur. Kralı seçer. Yasama yapar. Senato; Kralın danışma organıdır.
M.Ö. 27’ de İmparatorluk başlar. İmp. Marcus Aurelius herkese vatandaşlık verdi. Roma hukuku her yerde
uygulandı.
M.S 395’ de roma ikiye bölündü. Doğu roma zamanla feodal yapının temellerini oluşturmuştur.
Roma’da bazı önemli düşünürler.
KARMA YÖNETİMİ SAVUNANLAR
PLOYBIOS
En çok devletlerin ömrüyle ilgilenmiştir, neden kısa neden uzun vb. Devletin yıkılması kaçınılmaz diye düşünür.
Romanın 53 yılda nasıl büyüdüğünü incelemiştir.
Karma yönetim biçimini savunur. Monarşik Aristokratik ve Karma unsur bir arada olmalıdır. Bu üç faktör birbirini
dengeler frenler demektedir. Montesuieu ve Amerikan Anayasası üzerinde etkili olmuştur.
CİCERO (De Republica/De Legibus- DOĞAL HUKUK ANLAYIŞI)
Stoacı felsefe gibi düşünür. Hukukun kaynağı insan ve Tanrı’nın ortak noktası Akıldır. Sonsuza dek sürecek bir
değişmeyen yasa vardır; DOĞRU AKILDIR. İnsanın ödevlerini yerine getirmeye iter, yasaklarıyla hataları engeller.
Her insan uyar bu yasaya. Gerçek yasa gücünü tanrısal akıl ve doğadan alır. Pozitif yasalardan üstündür. Senatodan
üstündür. Değiştirilmesi düşünülemez. Yürürlüktedir hep.
Pozitif yasalar, adalet duygusundan değil olumsuz yaptırımlardan alır. Her ulus çıkarıyla bağdaşan şeye yasa der.
Roma’nın doğal yasaya uygun olduğunu söyler. Evrensel devlet düşüncesi vardır ve bir tek roma uygundur buna.
Özel mülkiyet doğal yasalara uygundur. İnsanların moral eşitliğini savunur lakin toplumsal düzeye yansımaz.
Kişinin kendini kamu hizmetine adamasına inanır. Monarşi Aristokrasi ve Demokrasinin hem artıları hem eksileri
vardır. Demokrasiyi pek beğenmez, Tiranlık oluşur der.
Karma yönetimi savunur. Roma Anayasası buna uygun der.
FEODALİTE
Feodalitenin siyasi açıdan getirdiği en büyük özellik, devlet iktidarının parçalanmış olması, halkın doğrudan devlete
değil, toprak sahibi olan senyörlere bağlı olmalarıdır.
İstilalar ve ticaret yollarına hakimiyetin kaybedilmesi Avrupa’da ticaret hayatını söndürmüş, tüccar sınıfını ortadan
kaldırmış bunun sonucunda da şehir hayatı cazibesini yitirmiştir. Ticaret ve şehir hayatının sönmesi insanların kırsal
alanlara çekilip büyük malikaneler etrafında toplanmasına neden olmuştur.
Toprağa sahip olan kişi aynı zaman da siyasal iktidarın da sahibidir. Toprak sahibi senyörler, toprağı olmayan serflerin
emeğine karşılık toprağı onlara işletiyor, araç ve gereç temin ediyor, onları istilalara karşı koruyor ve adaleti temin
ediyordu.
Kilise zamanla bağışlarla en güçlü kurum olmuştur. Önemli olan öbür dünyadaki zenginlik der e insanları avutmuştur.
İktidar Tanrıdan gelir demektedir. Kralları din adamına bağlayan bir yaklaşımdır.
Kilise engizisyon gibi bir yaptırım gücüne sahip olmuştur. Kralın yetkileri kalkmamıştır ama senyör ve kilise
tarafından azaltılmıştır. Senyörler yargının başıdır.
11.YY’da bazı sebeplerle ticaret gelişmiş ve bu karanlık çağ yavaş yavaş sönmeye başlamış.
SEKÜLERLEŞMENİN TEMELLERİ
Sekülarizm; toplumda ahiretten ve diğer dinî, ruhani meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki
hareket
Artık toplum yavaş yavaş kiliseyi saçma bulmuş ve seküler hali düşünmeye başlamıştır. Roma İmparatorluğu’nun
güçsüzleşmesiyle devletin denetiminden çıkan kilise siyasal iktidarlar karşısında üstünlük iddialarına başlamıştır. Orta
Çağ devlet doktrini bu mücadeleden etkilenmiş ve çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır.
1)Papalığın üstünlüğü;2) Siyasal iktidarın üstünlüğünü savunanlar: 3) Siyasal iktidarın üstünlüğünü savunanlar
XIII. yüzyılın sonlarında Aquinolu Thomas ve Dante gibi düşünürler iktidarın dünyevileşmesini savunarak
sekülerleşmenin temellerini atmıştır.
AQUINOLU THOMAS (Hristiyanlık+ Aristo sentezi 13.YY)
Thomas da tıpkı Aristoteles gibi devletin ortaya çıkışını insanların toplu olarak yaşama zorunluluğuna dayandırır.
Güvenlik, adalet gibi ihtiyaçlar siyasal toplumu zorunlu kılar.
Thomas’a göre siyasal iktidar da dahil tüm iktidarların kaynağı Tanrı’dır. Ancak Tanrı iktidarı yeryüzünde kimin
kullanacağını belirlememiştir. İktidarı kimin kullanacağını ve bunun biçimini halk belirler. Toplumun ortak yararı
adalet ile sağlanabilir. Adil düzen ise yasalar sayesinde oluşur.
Ona göre yasa, toplumu yönetme görevini üstlenmiş olan yöneticinin, ortak yararı sağlamak amacıyla koyduğu ve
yayımladığı aklın emridir.
Dört çeşit yasadan söz eder;
1) Ölümsüz Yasa: Evrenin Tanrı tarafından yönetildiğini bildiren yasadır. Bütün meşru yasaların kaynağı budur.
Diğer üç kategori yasa aslında ölümsüz yasanın farklı görünüşleridir.
2) Doğal Yasa: Ölümsüz yasanın insan aklına yansımasıdır. Ölümsüz yasaya dayanan akıl yürütmelerle bulunur.
İyilik yap kötülükten kaçın ilkesine dayanır
3) Kutsal Yasa: İnsanın ölümsüz yasalara dayanarak akıl yürütmeyle bulamayacağı bazı yasalar da vardır. Bunlar
kutsal yasalardır. Bu tür yasa vahye dayanır.
4) Pozitif Yasa: Ölümsüz yasa, doğal yasa ve kutsal yasa soyut ve genel ilkelerden oluşur. Oysa toplum düzeni
insanlar arasındaki somut ilişkileri düzenleyen ayrıntılı yasalara ihtiyaç duyar. İnsan yapımı pozitif yasalar bu
ihtiyacı karşılar.
Aquinolu Thomas’a göre bir yönetim bu yasalara aykırı davranırsa tiranlığa dönüşür ve halkın direnme hakkı doğar.
Yalnız bu, yöneticiye karşı güç kullanılarak (onu öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle) yapılacak bir direniş değildir;
uyarı ve pasif direniş şeklindedir

DANTE(La Monarchia İlahi Komedya)


İlahi Komedya adlı edebi eserinde Orta Çağ düşünce yapısını ve yaşamını işler. Bu eserinde cennet, cehennem ve
arafta gördüklerini anlatır. Bu imgesel yolculukta, dünyadaki fenalıkların nedeni evrensel bir imparatorluğun
yokluğunda bulunur.
Dante’ye göre tüm dünya için en iyi siyasal düzen, evrensel monarşidir. Zira, aile, site, krallık ve hatta dünya
ölçeğinde kural koyucunun (yöneticinin) tek olması gerekir. Böylece, yönetilecek her birim ancak tek bir kişi
tarafından en iyi şekilde yönetilebilir.
Dante kilisenin üstünlüğü görüşünü reddeder. Bu iddiasını dini, felsefi ve tarihi verilere dayandırır. Ona göre,
krallığın otoritesi doğrudan doğruya Tanrı’ya dayanmaktadır. Yoksa papalık aracılığıyla elde edilmiş bir iktidar
değildir
İmparator yalnızca Tanrıya karşı sorumludur. Papaya karşı sadece ahlaki ve manevi anlamda saygılı olması yeterlidir.
Hristiyanlığın (kilisenin) dünyevi iktidar üzerinde nüfuz sahibi olmaya yönelik yaklaşımları, papalık kurumuna karşı
düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu düşünceler seküler reaksiyon olarak adlandırılmıştır.
Dantenin seküler reaksiyon içinde önemi, dünyevi iktidarla ruhani iktidarının alanlarını birbirinden ayırması, dünyevi
alanı papalıktan bağımsız kılma düşüncelerini ortaya atmasıdır. Keza, devletin görevinin özgürlük. Adalet ve barışı
sağlamak şeklinde belirlemesi, barışın temini için evrensel monarşiye ihtiyaç olduğunu savunması da önemli
katkılardır

İSLAMDA DEVLET ANLAYIŞI


Din ve devlet birleşmiştir. Peygamber aynı zamanda devlet başkanı konumundaydı. Din ve devlet özdeşleşmiştir.
Teokratik görüş Hristiyanlıkta; Papanın tanrı tarafından yetkili kılınmasıdır. İslam da iktidar her zaman ALLAH’ a
aittir. Halife sadece ümmetin temsilcisidir.
Halife Egemenliğini halkın aracılığı ile Tanrıdan almıştır. Tanrı karşısında tüm insanlar eşittir. Aristokrasi monarşi
demokrasi vb. Görüş benimsenmemiştir.
Ülke Müslümanların olduğu her yerdir. Yasama Tanrı ve Peygambere aittir. Ana kaynak kurandır. Sonra; Sünnet
İcma-ı ummet ve Kıyastır. Yürütme Halifededir.
Dinden dönmenin cezası olmalıdır ama ceza konusu tartışmalıdır. Adalet indirdiği ile hükmetmek, hak sahibine
hakkını en kısa sürede vermektir. Hoşgörü dinidir. Şahsi güvenlik önemlidir. Devlet otoritesi önemlidir. İnsanlar
devlete itaat etmelidir.

FARABİ ( MUALLİMİ SANI)


Çok dil bilmektedir. Antik yunan ve batıyı etkilemiştir. İnsan sosyal bir varlıktır demektedir. Devlet doğal bir olgu
demektedir. İnsanların amacı en üstün mutluluktur. Onlara mutluluğu gösterecek erdemli ve bilge yöneticiler lazımdır.
Şöhret ve gösterişten nefret eder. Münzevidir, kamil bir filozofun niteliklerine önem vermiştir. Dünyevi zevklere
değer vermeyen ruhani bir kişiliktir.
Toplumları kendi kendine yetip yetmemek konusunda ayırmıştır. Kendine yeten toplum kamil toplumdur.
Toplumsal yaşamı insanın hem maddi hem de manevi ihtiyaçlarını karşılamak bakımından zorunlu olduğunu
vurgulayan Farabi, insanların bir araya gelerek oluşturdukları toplumları, kendi kendine yetip yetmemek ya da kamil
olup olmamak bakımından iki kısma ayırmıştır'. Tam (kamil) toplumlar, içinde erdem ve mutluluğun
gerçekleşebileceği toplumlardır. Bunlar, büyük (global), orta (ülke) ve küçük (şehir) olmak üzere üç çeşittir. Büyük
toplum, dünyadaki bütün milletleri içine alan, insan kavramı etrafında meydana gelen birleşmedir ki Farabi'nin bu
görüşüyle Stoa okulundan etkilendiği söylenebilir'. Kendi kendine yeter toplumların ikincisine gelince, o da dünyanın
bir parçasında tek bir milletin bir araya gelmesiyle oluşan toplumdur. Bu çerçevedeki üçüncü toplum tipi ise, herhangi
bir milletin oturduğu topraklar üzerinde tek bir şehir halkının bir araya gelmesiyle oluşan toplum tipidir
Platon gibi devleti canlı bir organizma olarak görür Farabi.
Bir kişi başkan olması için; yaradılışı buna uygun olmalı, akıllı olmalı, Bilgi ve ehliyete sahip olmalı, insanları
mutluluğa götürecek yolu bulmalıdır.
İdeal devleti erdemli kent olarak kabul etmektedir. Erdemli kent; bilgiye, ehliyete, liyakate, fazilete, adalete, dayanan
insanların ruhsal gelişmelerini, refah ve mutluluğunu hedefleyen siyasal bir yapıdır.
İlk başkanda bulunması gereken özellikler; Organları tam olmalı, Kavrayış gücü yüksek olmalı, Hafızası güçlü olmalı,
uyanık ve zeki olmalı, güzel konuşmalı, öğrenmeyi ve öğretmeyi sevmeli, yeme içme cinsel arzular peşinde
koşmamalı.
İlk başkandan sonra ki gelecek olan başkanda bulunması gereken özellikler; Hikmet sahibi olmalı, kendinden
öncekilerin kurallarını bilip uymalı, onların izinden gitmeli, Eskiden kural koymadığı konularda iyi kurallar koymalı,
Savaş sanatını iyi bilmelidir.
Hepsi tek kişide yoksa birden fazla kişi yönetimi üstlenebilir.

▪ İBN-İ HALDUN (1332-1406)


İbn Haldûn ilk bilgileri babasından aldı, daha sonra Kur’an’ı ezberledi, kıraat ilmini öğrendi.
Hayatının ilk yirmi yılını Tunus’ta, yirmi altı yılını Cezayir, Fas ve Endülüs’te, dört yılını yine Tunus’ta, son yirmi
dört yılını da Kahire’de geçiren İbn Haldûn iyi bir eğitim görmüş, küçük yaştan itibaren ilim ve fikir hayatına ilgi
duymuş, ancak siyasetin cazibesinden kurtulamamıştır. Devletin en üst kademelerinde bulunma hırsı takibata
uğramasına, sürgün ve hapsedilmesine sebep olmuştur.
Çağdaşı olan âlimler İbn Haldûn’u anlatırken tarih, toplum ve devlet konusundaki özgün görüşlerinin farkında
olmamışlar, onu sıradan bir tarihçi gibi görmüşlerdir. Faziletine, asaletine ve şerefine rağmen İbn Haldûn’un düşmanı,
çekemeyeni ve muhalifleri hiçbir zaman eksik olmamıştır
Siyasi düşünce tarihinin en önde gelen düşünürlerinden biri olan İbn-i Haldun bazı batılı yazarlarca tarih felsefesi ile
sosyoloji disiplinlerinin kurucusu olarak anılır.
İbn Haldun toplum, devlet, iktidar gibi kavramları her türlü dogmadan uzak, realist bir yaklaşımla ele alır ve
çalışmalarında gözleme dayanır.
İbn-i Haldun diğer filozoflar gibi ideal toplum biçimini veya en iyi devlet modelini aramamıştır. O, olması gerekeni
değil olanı açıklamıştır
Mukaddime adlı eserinde toplumsal düzenin temellerinin, siyasal iktidarın ortaya çıkışının, niteliğinin ve gelişiminin
gelişigüzel şekilde değil belirli yasalar altında gerçekleştiğini kanıtlamaya çalışmıştır. Kendinden önce böyle bir
yöntem uygulanmadığı için adına umran denen yeni bir bilim dalı kurduğunu iddia etmiştir
Toplum doğal bir olgudur. İnsanları toplum içinde yaşamaya iten başlıca iki neden vardır. Bunlardan ilki ekonomik
nedendir. Bu güç birliği sayesinde insanlar ihtiyaçlarından çok daha fazlasını elde edebilirler. İkinci neden ise
güvenlik ihtiyacıdır.
İbn-i Haldun toplumları üretim biçimlerine göre bedevi (göçebe) ve hadari (yerleşik) olarak ikiye ayırır. • Göçebe
toplumlar hayvancılıkla ve tarımla uğraşarak zorunlu olan ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar.
Göçebe toplumların ürettikleri ancak kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yeter. Toplumlar zorunlu ihtiyaçlarının ötesinde
değerler (artı ürün) elde etmeye başladıkları, zenginliğe ve bolluğa eriştikleri zaman yerleşmek ihtiyacı hissederler ve
yerleşim birimleri kurar. Bu toplumlar artık şehir hayatına ulaşmış toplumlardır. Ticaretle ve zanaatle uğraşırlar. Yani
kentlerin ortaya çıkışının sebebi insanlardaki refah arayışıdır
İbn-i Haldun’un toplum ve devlet teorisinin temelinde asabiyet kavramı yer alır. Asabiyet: insanları bir araya getiren,
aralarında sıkı bağlar oluşturan bir dayanışma türüdür. Bu dayanışma sayesinde insanlar birbirlerini korumaya,
savunmaya, ekonomik, sosyal ve siyasi konularda ortak tavır almaya ve ortak eylemlerde bulunmaya yönelir. Soy
asabiyeti, din asabiyeti gibi asabiyetin çeşitli biçimleri vardır.
İnsan doğası gereği her zaman toplum düzeni içinde ve bir iktidarın otoritesi altında yaşamak zorundadır. Ne toplum
ne devlet, sözleşme ile kurulmuş değildir. İnsanların doğal yapısında bulunan kendi türüne karşı saldırganlık eğilimi
bir çatışma ortamı yaratır. Refaha ulaşma arzusunun tetiklediği bu çatışma ortamında asabiyeti güçlü olanlar
güçsüzleri kendilerine tabi kılar. Bu sayede kurallı ve düzenli bir hayat mümkün olur. Bu hayat sadece kaba kuvvete
dayanmaz güçlüler zaman içerisinde toplumun kabul edeceği bir tür hak ve adalet anlayışına dayanırlar ve böylece
devlet ortaya çıkar.
Devletin çöküşü kaçınılmazdır. Çöküş engellenemez ancak devletin ömrü uzatılabilir.
İbn-i Haldun’a göre devlet egemenliği başka toplumlara karşı üstünlük sağlandığı ve bu üstünlüğün bilincine varıldığı
zaman kazanılır.
Şehir hayatındaki dolayısıyla devlet hayatındaki asabiyet göçebe hayattaki asabiyete göre daha zayıftır.
Devlet düzeni baştakileri rahat bir yaşama iter, lüks artar bu da ekonomik çöküntüyü beraberinde getirir.
Ayrıca devletin başındakiler zamanla iktidarı sadece kendi ellerinde tutmak ister ve kendine asabiyet yoluyla bağlı
olanları iktidardan uzaklaştırır bu da iç karışıklıklara yol açar.
İşte bu gibi nedenlerle devletler yıkılma sürecine girer.
İbn-i Haldun coğrafi ve ekonomik determinizm görüşü ile Montesquieu’yu ve Marx’ı anımsatır.
Kısacası yalnızca Batı’da değil Doğu’da da siyasal iktidarın kaynağının Tanrı’ya atfedildiği Orta Çağ’da İbn-i Haldun
siyasal iktidarın kaynağını, kurduğu umran bilimiyle neden sonuç ilişkisi içinde açıklamaya çalışarak siyasi düşünce
tarihinde çok önemli bir yerde bulunmaktadır

Modern Devletin Doğuşu


(Monarşiler Dönemi)
Dönemin Genel Özellikleri
1453’de Doğu Roma İmparatorluğu tarihe karıştı; buradan kaçan birçok bilim adamı Avrupa'ya özellikle de İtalya’ya
yerleştiler.
Amerika'nın ve Hint yolunun keşfi, astronomi ve fizik alanında gerçekleştirilen keşifler ve matbaanın icadı da bu
döneme rastlar
16. Yüzyılda ekonomi alanında feodal ilişkiler tümden ve hızlı biçimde çözülmeye başladı. Tarım dışı zenginlik
kaynakları olan ticaret ve zanaatların ulusal ekonomilerdeki ağırlığı giderek daha fazla hissedilmeye başlandı.
Burjuvazi, Orta Çağ’ın feodal yapısına ilişkin tüm kurumları ve ilişki biçimlerini karşısına alıyordu
El sanatları ve ticarete dayalı zenginliğin artması ve bir sermaye birikiminin oluşması burjuvaziyi güçlü kılan, ona
nüfuz ve girişimcilik gücü veren en önemli etkendi. Bu aynı zamanda krallıkların kasalarına daha fazla vergi geliri
girmesi anlamına geldiği için krallık yönetimleri ticaret burjuvazisini korumaya gayret sarf etmişlerdir
Krallar, ticaretin gelişmiş olduğu kentlere özel statüler tanıyarak bu kentleri soyluların baskı ve etkilerinden kurtarma
yoluna gitmişlerdir. Ticaret burjuvazisi için önemli olan ticarete zarar veren çatışmaların ortadan kaldırılması,
istikrarlı ve güçlü yönetimlerin kurulmasıydı.

Kilise de bu değişimden payını aldı, yönetimdeki ağırlığını kaybetti, kralın denetimine girdi
Krallıkların yetkin bir merkezi güç haline gelmesi; devlet hizmetinde profesyonel bürokratların çalıştırılması, güçlü
bir paralı ordu kurulması büyük çaplı bir parasal kaynağı gerektiriyordu. Bunu temin edebilecek olan sınıf burjuvazi
sınıfıydı.
Krallığın ticaret burjuvazisiyle işbirliğine gitmesi ve onu koruması, kiliseyi zayıflattığı gibi, toprak rantına dayanan
feodal soyluların çıkarlarına da ters düşüyordu.
Hukuk teolojiden çıktı, akılcı bir bağlam olmaya başladı.
Geleneksel hukukun, yazılı olmayan, değişken ve öznel karakteri yeni toplumsal ve siyasal örgütlenme için kabul
edilebilir nitelikte değildi. Yeni dönemin hukuku, eski alışkanlıklara göre değil, yeni ihtiyaçlar gözetilerek yaratılmış
bir hukuktur
Bu hukuk, yazılı ve bu nedenle takdir marjını en aza indiren, nesnel, olaylara veya kişilere göre değişmeyen, soyut,
önceden belirlenmiş, kesinlik ve genellik özelliklerine sahip «modern» bir hukuktur
IX. Yüzyıldan itibaren Akdeniz’deki İslam egemenliğinin zayıflamasıyla beraber Avrupa’da uzun süre önce sönmüş
olan ticari hayat yeniden canlanmaya başlamıştır. Bu durum sosyal sınıfların konumunu da etkilemiş, gücünü toprak
sahipliğinden alan aristokrasi zayıflarken, ticaret yoluyla zenginleşen ve adına burjuvazi denen yeni bir sosyal sınıf
ortaya çıkmıştır
Burjuvazinin geniş ve güvenli bir pazara ihtiyacı yeni kurulacak siyasi düzenin tetikleyicisi olmuştur. Bunun yolu ise
Avrupa’yı mevcut parçalı yapıdan kurtararak daha geniş topraklara hükmedecek merkezi devletlerin kurulmasını
sağlamaktır. Böylece Orta Çağ boyunca krallıkların egemenliklerine ortak olan feodal beyler ortadan kaldırılmaya ve
modern devlet mutlak yetkili krallıklar biçiminde ortaya çıkmaya başlar.
Katolik Kilisesi’nin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşması, siyasetle ve dünyevi işlerle daha fazla ilgilenmeye başlaması
birçok din adamının tepkisini çekmiş ve Reform hareketlerine yol açmıştır.
XV. yüzyılın sonlarında başlayıp XVI. yüzyılın ilk yıllarında gelişen Rönesans’la birlikte Orta Çağ düşünce
sisteminden uzaklaşılarak eski Yunan ve Roma düşüncesine dönülmüştür.
Burjuvazi, ihtiyacı olan teşebbüs özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi özgürlüklerin gelişmesi için çabalamıştır.

Niccolo Machiavelli
Kağıt üzerinde bir Cumhuriyet olan Floransa’da Machiavelli, 29 yaşındayken önemli bir siyasal biriminin sekreterliği
görevine getirilir. Yaklaşık 14 yıl Floransa Cumhuriyetine hizmet eder, iç siyasal konularla ilgilenir, yanı sıra çeşitli
diplomatik görevlerde de bulunur. Bu sayede hem dönemin liderlerini tanır hem de farklı siyasal yönetim
uygulamalarını yakından gözlemlemek fırsatını bulur.
1512’de Medici ailesi iktidara gelir ve Cumhuriyet yıkılır. Machiavelli görevinden uzaklaştırılır ve ağır para cezasına
çarptırılır. Bir yıl sonra bu kez Medici’lere karşı düzenlenen bir komploya karışmakla suçlanır, üç ay süreyle
hapsedilip işkence görür.
Bundan sonraki süreçte İl Principe (Prens, Hükümdar) ve Discorsi… (…Söylevler) adlı eserlerini kaleme alır.
Machiavelli, İl Principe’yi II. Lorenzo Medici’ye adar. Bu davranışıyla bir yandan kendisini bağışlatarak siyasal
görevlerinin başına dönmeyi, öte yandan Medici ailesine İtalyan birliğini sağlamanın yollarını göstermeyi amaçladığı
söylenebilir.
Modern siyaset kuramının en önemli kurucusu sayılmıştır. Ama aynı zamanda onun hakkında «kötülüğün öğretmeni»,
«despotizmin destekleyicisi» gibi değerlendirmelerin yanında «özgürlüğün savunucusu» ya da «modern
cumhuriyetçiliğin kurucusu» gibi değerlendirmeler de yapılmıştır.
Machiavelli hakkında bu tür değerlendirmelerin oluşmasında baş rolü oynamış olan İl Principe, ilk kez 1532’de
Papa’nın izniyle yayımlanır. İlk zamanlarda pek dikkat çekmeyen bu kitap 1550’lerden başlayarak din çatışmalarının
yarattığı şiddet ortamı içinde çeşitli çevrelerde dinsizliğin, ahlaksızlığın, zorbalığın övgüsü olarak değerlendirilip
suçlanmaya başlanır. Papalık İl Principe’yi yasaklar. Shakespeare, ondan katil diye söz eder
Spinoza, «Bu denli bilge bir insan olan Machiavelli, … belki de özgür bir halkın, her ne pahasına olursa olsun,
kaderini tek bir kişinin eline terk etmemesi gerektiğini göstermek istemiştir» değerlendirmesini yapar. Rousseau da
benzer şekilde «Machiavelli, krallara öğüt verir gibi yapıp halklara büyük öğütler vermiştir.» değerlendirmesini yapar.
Machiavelli siyasi düşüncelerinde İtalya’nın birliğini sağlayacak güçlü bir merkezi yönetimi savunmuştur.
Machiavelli’nin düşüncelerinin özünde «amaç aracı meşru kılar» görüşü yatmaktadır.
Yöneticinin bazı kararlarında ahlak dışı olması yönetilenlerin de ahlak dışı davranabilecekleri anlamına gelmez.
Ona göre yurttaşlardaki ahlaki bozukluk iyi bir yönetimi imkansız kılar.
Machiavelli’ye göre ahlak, insana dışarıdan telkin edilen davranış normları değildir. Gerçek ahlak, toplumsal koşullar
göz önünde bulundurularak insanın faaliyetlerinden doğan normlardır.
Machiavelli’ye göre bütün iyi özelliklerin bir hükümdarda birleşmesi şüphesiz övgüye değerdir, fakat bu beklenti
gerçekçi değildir. Tüm iyi hasletlerin bir insanda birleşmesi insan tabiatına aykırıdır.
İnsanların hükümdarda fazilet olarak gördüğü bazı özellikler yıkım ve felaket getirirken bazı özellikler de kusur gibi
gözükür fakat güvenlik ve esenlik getirir.
Bir hükümdarın uyrukları tarafından sevilen bir insan mı yoksa korkulan bir insan mı olması gerektiği sorusuna
Machiavelli «her ikisi de» diye cevap verir. Ancak her ikisinin bir arada olması kolay değildir. Bu nedenle
hükümdarın korkulan bir kişi olması daha uygundur. Zira O’na göre insanlar yaradılışları itibariyle kötüdür, nankör ve
iki yüzlüdür. Hükümdarın iyi niyetini suiistimal edebilirler. Halbuki korkulan bir hükümdar karşısında ceza tehdidi
nedeniyle buna yeltenemezler.
Hükümdar ülkesinin çıkarları gerektiriyorsa verdiği sözü dikkate almamalıdır.
O’na göre bir hükümdarın sözünde durması da övgüye değerdir. Ancak bu, hükümdarı mutlak olarak bağlamamalıdır.
Ülkesinin çıkarları gerektiriyorsa verdiği sözü dikkate almamalıdır
Machiavelli’ye göre din de sosyal bir olgudur. Hükümdarın amacı dağınık bir ülkenin siyasal birliğini sağlamak
olduğu için hükümdar dini, insanları birleştiren bir olgu olarak kullanmalıdır. Hükümdar birleştirici etkisi nedeniyle
dini ve onun törenlerini muhafaza etmelidir.
Dinin bir diğer olumlu özelliği ise bireyciliğin aşırıya kaçmasını önlemesidir. İnsanlar bir din etrafında uyumlu
yaşarlar. Bu sebeple de dine saygı gösterilmelidir.
Ancak Machiavelli için siyasi birliğin önündeki her engelin aşılması gerekir. O’na göre hükümdarın iktidarı diğer tüm
iktidarların üzerindedir. Kilise, hükümdarın önünde olmamalıdır.
Prens adlı eserinde, İtalya’nın parçalı yapısını göz önünde bulundurarak yönetimin mutlak monarşi şeklinde olması
gerektiğini söylemiştir.
Soyluların daima iktidarda gözü olduğu için aristokrasiye asla güvenilemeyeceğini de ifade etmiştir.
Machiavelli devletin temelini iki esasa dayandırmaktadır. 1. Mükemmel bir ordu 2. Mükemmel yasalar
Machiavelli Prens’ten birkaç yıl sonra yazdığı Söylevler’de eski Roma siyasal düşüncesinde ve uygulamasında
benimsenen karma yönetim biçiminin rejim değişikliği ve iç savaşlara karşı daha dirençli olduğu fikrini paylaşır.
monarşi, aristokrasi ve demokrasinin esaslı unsurlarını içeren bir yönetim biçimi devletin uzun ömürlü olması için
tercih edilmelidir.
Machiavelli, Prens adlı çalışmasıyla ilk kez siyasal iktidarı onu kuşatan dini ve ahlaki kavramlardan arındırarak
açıklamıştır ve devleti laik bir temele oturtmuştur.
İlk kez, «örgütlenmiş bir güç olarak kendi ülkesinde üstün ve diğer devletlerle ilişkisinde eşit bir varlık» olarak
devletten söz etmiş olması modern devlet fikrinin ortaya çıkması açısından önemlidir.

JEAN BODİN(DEVLETİN ALTI KİTABI)


JB, dinsel bağnazlığın şiddet ve kıyımından zar zor canını kurtarmıştır. (1572 Saint B. Kıyımı)
Fransa’nın bu dönemden kurtulabilmesi için kralın mutlak erkini savunmuş bunu egemenlikle
kaynaştırmıştır.
Protestanlara karşı hoşgörülü olunmasını savunur.
Yedili meseleler kitabında farklı dini görüşe sahip yedi kişiyi konuşturur. Ana teması bütün dinlerin özünün
aynı olduğu ve din ve mezhep ayrımcılığının kabul edilemeyeceğidir.
Ulus devletin iktidarını egemenlikle nitelendiren ilk düşünürdür. Günümüzde anayasalar bunu hala söyler.
Bodin’in yaptığı fiilen var olan egemenlik iktidarını bulmak ve teorik çerçeveyi oluşturmaktan ibarettir.
Bodin Fransız monarşisinin üstünlüğünü souverainete (egemenlik) kavramı ile açıklar. En üstün iktidar
demektir.
Bodin’e göre devlet; Ailelerin ve onların ortak varlıklarının egemen güç tarafından adaletle yönetilmesidir.
Aile hem devletin kurucu unsuru hem küçük birimidir. Ataerkil aileden bahseder.
Ailenin sahip olduğu özel mülkiyet hakkı dokunulmaz olmalıdır. Devlet ailenin mal varlığına dokunamaz.
Vergi ancak rıza ile alınabilir.
Aileler için ortak varlıklar da kabul eder, sokaklar, kamu hazinesi, Pazar yerleri vb. Devlet bu varlıklar
üzerinde tasarruf edebilir ancak özel mülkiyete dokunamaz. Bu ayrım gelecekte liberaller tarafından
oluşacak özel-kamusal ayrımın temelini atmıştır.
Dini araç olarak görür. Tüm inançlara saygı duyulmalı der. Bir miktar laiktir.
En önemli farkı egemenlik düşünceleri üzerinedir.
Egemenlik mutlaktır onu sınırlayan bir güç yoktur, yasalar bile sınırlayamaz yasamanın kaynağı da
egemenliktir. Egemenlik başkalarından emir almamaktır.
Egemenliğin dokunulmaz olması Krallar hiçbir kurala tabi değil anlamına gelmez. Bütün krallar, tanrısal
doğal ve hatta bütün uluslar için, geçerli bazı pozitif yasalara tabidir.
Egemenlik aynı zamanda süreklidir. Bunu ilk Bodin ortaya atmıştır. Günümüzde hala kullanılan bir
görüştür.
Kral ve devlet ayrıdır. Kral değişse bile egemenlik kesintiye uğramaz.
Bodinin fikirleri ile kral ve devlet ayrı ayrı ele alınmıştır. Soyut ve bağımsız bir devlet kavramı ortaya
çıkmıştır. Egemen olan devlettir. Somutlaştırılmış hali kraldır.
Egemenlik bölünemez ve devredilemez. Karma yönetime karşıdır. Örf adet kuralları ve gelenek yasa
yaparken egemenliği sınırlayamaz.
Adalet ögesi; Devletlerin güç kullanarak kurulduğunu kabul eder fakat güç ya da zor kullanılması devletin
temel özelliği değildir. Devleti çeteden ayıran adalet içermesidir. Devletin adalete yönelen iktidar olması
onu meşru kılar.
Devleti kökten tanrıya dayandırmaz tamamen insan ürünü olarak görür. Devletin varlığını değil ama
meşruiyetini ahlaki ilkelerde doğal veya tanrısal yasalarda bulur. Ahlak ile siyasetin birbirinden ayrılması
söz konusu değildir.
Devletin temel amacı yurttaşların mutluluğunu sağlamak maddi manevi ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu
amaçlar dini ve ahlaki ilkeler reddedilerek gerçekleştirilemez.
Egemenliğin mutlak olması sınırsız olduğu anlamına gelmez. Tanrısal ve Doğal yasalarla sınırlıdır. Tanrısal
ve doğal yasalardan söz ederken amacı devlete itaati güçlendirmektir. Yoksa kiliseye üstünlük sağlanmaz.
Egemenliğin sınırlarından birisi de özel mülkiyettir.(Vergi koymak vb.)
Machiavelli’nin aksine Bodin’e göre yönetici verdiği sözlerle bağlıdır. Tek taraflı cayamaz.
Monarşiden yanadır doğal düzene uygun görür. Yöneticinin yanında parlamento senato yardımcı öğeler
olabilir lakin sadece egemenliğin iradesi ile kurulmalıdır.
Bodin egemeni sınırlandıran yasalara üstün yasalar demiştir. (Leges İmperii)
Egemen bu sınırlara uymazsa kişilerin direnme hakkı yoktur. Kişiler egemene karşı eyleme geçemez ancak
pasif direnişle itaat etmeyebilir.
EGEMENLİĞİN ÜÇ ÖNEMLİ SONUCU OLDUĞUNU ÖNGÖRÜR;
1)Yerelleşmiş otoritelerin bulunduğu feodaliteye göre güçlü ve merkezci bir siyasal yapı ortaya koyar.
2)Egemenlik tek mutlak olduğu için karma yönetim dışlanmış olur
3)İktidar Tanrı’ya dayanmadığı için bunu iddia eden papa ve Roma Cermen imparatoru rakip olmaktan
çıkar. Kral egemen güç olarak iktidarı kimseden almamıştır, yer yüzünde kimseye karşı sorumlu değildir.

You might also like