You are on page 1of 1

Knidos’un ‘ölümsüz’ taşları

MÖ 4’üncü yüzyılda dünyanın merkezi


sayılan birkaç kentten biri olan Knidos,
günümüze ulaşan, çalınan ya da sadece
anlatılarda adı geçen olağanüstü
güzelliklerin şehri... Datça’daki antik
kenti gezip kenger yapraklarıyla göğe
uzanan sütunların altında dinlendik.
Antik kentlerin etrafa saçılmış kırık ve boz
renkli taşlarına bakarken döneminin zengin
ve renkli yaşamını hayalinizde
canlandırmanız zor olabilir. Oysa o çağlarda
heykellerin gözleri renkli, dudakları pembe,
hatta tüm vücutları çeşitli şeftali tonlarındaki
ten renkleriyle boyanır, yollar rengârenk
mozaiklerle kaplanırmış... Yıkılmış kentleri
bugün doğa, serpiştirdiği yabani otlar ve
çiçeklerle renklendiriyor ya da mermer
fresklere işlenmiş bitki motifleri onlara hayat
veriyor.

İlk nü kadın heykeli

MÖ 4’üncü yüzyılda dünyanın merkezi sayılan birkaç kentten biri olan Datça’nın antik Knidos şehrini,
aromaterapi uzmanı doktor arkadaşım Müge Uğurlu ile gezdik. Renkli yabani çiçeklerin, vızıldayan
böceklerin ve bu bölgeye ait güzel kokulu otların arasından geçtik. Antikçağlarda, çok uzun yıllar
sadece erkeklerin gerçek boyuttaki nü heykelleri yapılırken, ‘tarihin ilk gerçek insan boyutundaki nü
kadın heykeli’ burada yapılmış. Başında saç bandı ve kolunda bir bilezikten başka şey olmayan
Knidos Afroditi tapınağın ortasına yerleştirilmiş. Birden fazla kapı yapılmış ki ziyaretçiler buraya farklı
yerlerden girdiklerinde heykeli farklı bir açıdan görüp ona yeniden hayran kalabilsinler. Heykelin
gerçeği bugüne ulaşmamış ama kopyaları ‘Knidos Afroditi’ adıyla Vatikan Müzesi ve Paris Louvre
Müzesi’nde sergileniyor. Knidos’un ihtişamını simgeleyen bir diğer eserse Knidos Aslanı. O, bugüne
ulaşmış ama maalesef çalınıp Londra British Museum’a götürülmüş. Rehberimiz bize resmini gösterdi.
Üzerinde dekoratif bir süs ya da işleme yok, sade bir aslan heykeli... Ancak o kadar etkileyici bir
proporsiyonu ve stilize edilmiş anatomisi var ki sadece orantısıyla hayranlık uyandırıyor. 11 ton
ağırlığındaki aslanın özellikle yüzündeki göz çukurları, burun, alın ve yelelerindeki yumrular derin ve
birden fazla açı oluşturuyor. Bunun farklı açılardan gelen güneş ışıklarıyla heykelin yüzünde, gün
içinde hep değişen, yeni bir dramatik ifade yaratmak için tasarlandığı tahmin ediliyormuş. Bu ifadenin
mağrur, güçlü ve bazı saatlerde korkutucu olabileceğini düşünüyorum. Zamanında göz çukurları içine
yerleştirilen -belki de camdan gözler- Knidos limanından uzaklara kim bilir ne kadar etkileyici ışık
huzmeleri yayıyordu. Şehirdeki en sağlam kalıntılar, üzeri yaprak rölyefli sütunlar. Dışa doğru adeta
şemsiye gibi açılan bu iri, güçlü ve dekoratif yapraklar meğer tarihte sütunları daha uzun ve sonsuz
göstermek için yapılıyormuş.

Uzun hayatın da simgesi

Rölyeflerdeki yaprak, antikçağlarda uzun hayatı ve ölümsüzlüğü simgeleyen, bizim coğrafyamıza ait
bir bitki olan kenger yaprağı. Efsaneye göre heykeltıraş Callimachus, küçük bir kızın mezarı başında
hasır bir sepet görüyor. İçinde küçük kızın oyuncakları var ve yağmurdan korumak için üzerini yassı
bir taşla kapatmışlar. Zorlu hava koşullarını seven kenger kısa sürede sepetin üzerini kaplayıp hasır
örgünün içine dolarak sepetle bütün olmuş. Onları ölümsüzleştirmiş. Heykeltıraş Callimachus, bu
manzaradan ilham alarak kenger yapraklarıyla süslenen Korint düzenini bulmuş. Birçok medeniyette
ölümsüzlüğü ve uzun yaşamı sembolize eden kenger, ününü sadece mitolojik hikâyelere borçlu değil.
İçinde çok yoğun tuz var; hep insanın ve gıdaların ömrünü uzatan antiseptik, ağrı kesici ve nem
giderici olarak kullanılmış. Hatta eskiden yiyecekleri kenger yapraklarına sarıp saklarlarmış. Doktor
arkadaşım Müge, bu çevrede antikçağlardan beri efsanesi ölümsüzlük ve uzun yaşam vaat eden çok
daha başka bitkilerin olduğunu da söyledi. Mesela immortelle yani ‘ölmezçiçek’ bu çevrede yetişen bir
başka bitki. Biz de arabamıza atlayıp günü ölmezçiçeği tarlalarında bitiriyoruz.

You might also like