You are on page 1of 1

Ulaşılması zor ama değer...

Karaburun

Bir İzmirli olarak, denizle bağımız ve yanı başımızda


duran kıyı kasabalarının çeşitliliği konusunda saatlerce
konuşabilirim. Bu çeşitliliğin içinde Karaburun, sarp
kayalıkları, geçit vermez daracık yoluyla muhteşem
koylarına rağmen İzmirlilerin gitmekten çekindiği bir
rotaydı. Çoğu kişi için Çeşme otobanı üzerinde bir
sapaktan ibaretti. Birkaç yıl önce yarımadanın daracık,
uçurum manzaralı yolu yerine geniş asfalt yol
açıldığında “Eyvah” dedim, “Şimdi bu güzel coğrafya
daha kolay ulaşılabilir ve dolayısıyla keşfedilir olacak.
Sakin güzelliğe veda etmemiz gerekecek”.
Yarımadanın yazlıkçı sakinleri elbette bu işe mutlu
oldu. Ama ben hâlâ “Muhteşem yerlere giden yol sarp
olur” inancındayım. Gelelim bu güzel coğrafyayı
keşfetmeye...

Otoban sapağından sonra yarımadanın son noktası


olan Karaburun merkeze varıncaya de pek çok köy ve yerleşim merkezinden geçeceksiniz. Gülbahçe,
Karapınar köylerinden hemen sonra, salaş balıkrestoranları ve odun ateşinde pişen sakızlı, tahinli
kurabiyesiyle ünlü Balıklıova’da bir mola verebilirsiniz. Sonraki durak, adını muhteşem
gündoğumundan alan Mordoğan. Yol boyunca, kıyı girintili çıkıntılı olduğu için yeşille mavinin
kucaklaştığı çoğu koyu görmekte zorlanarak Karaburun’a ulaşacaksınız. Karaburun’u gezmeye buram
buram Ege kokan köylerinden başlayabilirsiniz. Sakız Adası’nın tam karşısına denk gelen Sazak,
mübadele zamanında Rumların terk etmek zorunda kaldığı köylerden biri. Sonrasında bu köye
yerleşilmediği için harabeye dönen evlerin görüntüsü ilginç. Köylerin çoğu, zamanında korsan
saldırılarından korunmak için sahil yerine, yamaçlara kurulmuş.

Sazak, Sarpıncık, Saip, Ambarseki, Kösedere köylerinde halk tarım ve balıkçılıkla geçiniyor. İnsanlar
yardımsever ve hoşsohbet. Bir gidişimizde, nergis tarlalarını bulacağız diye arabayla girdiğimiz
daracık köy yollarında başımıza ufak bir kaza geldi. Arabamızın arka lastiklerden biri yol kenarında
asılı kaldı. Etrafta kimsecikler yoktu. Durumumuzu fark eden köyün sakinlerinden biri koşup yanımıza
geldi. O sırada nasıl olduysa trafik canlandı. O sapa yoldan, ardı ardına arabalar geldi. Yolu
kapattığımız için herkes kıpırdayamaz haldeydi. Durumu ilk fark eden köy sakini arabalardaki
hemşerilerini indirdi, etraftan da üç-beş kişiyi topladı. Derken 15-20 kişi arabayı kucakladıkları gibi
kurtardılar. Ben kazadan ziyade bu insanların canla başla bize yardım etmesine şaşırdım.
Gevelediğim minnet cümleleri kulağıma çok yetersiz geldi. Köy yaşamına aşina olan ben bile, küçük
yerlerdeki dayanışmayı unutmuşum.

Yıllar içinde yarımadanın el değmemiş, İzlanda’yı andıran vahşi coğrafyası yer yer betona teslim olsa
da büyük kısmı hâlâ doğayla baş başa kalmanıza fırsat veriyor. Örneğin Karaburun’un en ucuna,
Sarpıncık Feneri’ne kadar giderseniz burada o hissi doyasıya yaşayabilirsiniz. Aynı zamanda ülkenin,
hatta dünyanın bile en ucuna geldiğiniz hissiyle dolarsınız. İzmir Körfezi’ne giren gemileri karşılayan
fener, 1938 yılında yapılmış. Homeros’un ünlü eseri ‘Odysseia’da ‘Rüzgârlı Mimas’ diye geçen
Karaburun Yarımadası’nda yüzlerce şifalı ot ve bitki yetişiyor. Mis kokulu nergisin anavatanı da yine
bu coğrafya. Aralık ve ocak aylarında hasadı gerçekleşen bu zarif çiçeğin festivali de düzenleniyor.

Akdeniz foku, ada martısı. Yarımadanın türlere yuva oluşu sadece bitkilerle sınırlı değil. Dünyada
500, ülkemizde 100 civarında kaldığı tahmin edilen akdenizfokuyla yine nesli tükenmek üzere olan
ada martısına ev sahipliği yapan Karaburun Yarımadası kıyılarında çok sayıda mağara var.
Mağaraların bir kısmında foklar yaşıyor. Bu coğrafyanın meşhur ‘kopanisti’ peynirini de anmadan
geçmemeli. Yapımı 40 gün süren peynirin adı Yunancada ezilmiş, dövülmüş anlamına geliyor. Keçi
sütünden elde edilen peynir 20 gün boyunca yoğrulup dinlenmeye bırakılıyor. Bu sürede acıma ve
kokma başlıyor. Acımsı tadı ve kuvvetli kokusuyla her damak zevkine uymayan kopanistinin müptelası
çok. Lezzetlere değinmeye başlamışken yine yarımadaya özgü hurma zeytinini de unutmamak gerek.
Dünyada sadece bu coğrafyada yetişen hurma zeytini, herhangi bir fermantasyona tabi tutulmadan
dalından koparılıp yenebiliyor. Zeytindeki acı tat, henüz dalındayken yok oluyor. Sözün özü,
Karaburun Yarımadası her mevsim keşfedilecek farklı özellikleri ile çok zengin bir coğrafya.

You might also like