Professional Documents
Culture Documents
Arıcılık Ders Notları 2017
Arıcılık Ders Notları 2017
C 1
ARICILIK
DERS NOTLARI
Hazırlayan
ve
Düzenleyen
Yrd.Doç.Dr.M.Murat CENGİZ
Narman
OCAK-2011
M.M.C 2
İÇİNDEKİLER
DERS – 1
Konu - 1 ARICILIĞIN DURUMU VE EKONOMİYE KATKILARI
Konu - 2 BAL ARILARININ VÜCUT YAPILARI ve ARI AİLESİ
Konu - 3 ARICILIKTA KULLANILAN ARAÇ ve GEREÇLER
Okuma Metni ARI DAVRANIŞLARI
DERS – 2
Konu - 1 ARICILIKTA MEVSİMSEL BAKIM İŞLERİ
Okuma Metni ARILARDA EK BESLEME
DERS – 3
Konu - 1 ANA ARI YETİŞTİRİCİLİ ve ÖNEMİ
Okuma Metni ANA ARI YETİŞTİRİCİLİĞİ
DERS – 4
Konu - 1 ARI ÜRÜNLERİ
Konu - 2 GEZGİNCİ ARICILIK VE BAL ARILARININ ZİRAİ
MÜCADELE İLAÇ UYGULAMALARINDAN
KORUNMASI
Konu - 3 ARI HASTALIKLARI VE ZARARLILARI
Okuma Metni AMERİKAN YAVRU ÇÜRÜKLÜĞÜ VE VAROA
DERS – 5
Konu - 1 APİTERAPİ
Okuma Metni ARI ÜRÜNLERİ VE APİ TERAPİ
M.M.C 3
DERS – 1
Konu - 1 ARICILIĞIN DURUMU VE EKONOMİYE KATKILARI
Konu - 2 BAL ARILARININ VÜCUT YAPILARI ve ARI AİLESİ
Konu - 3 ARICILIKTA KULLANILAN ARAÇ ve GEREÇLER
Okuma Metni ARI DAVRANIŞLARI
Nüfusun hızla arttığı günümüzde dengeli beslenme sorunu ortaya çıkmaktadır. Tarımsal
alanların sınırlı olması nedeniyle birim alandan çok ve kaliteli ürün alabilmek için bilimsel ve
teknolojik çalışmalar hızla yürütülmektedir. İnsanlar doğanın imkanların dan en iyi şekilde
yararlanmaya ve mevcut kaynakları daha etkin bir biçimde kullanmaya çalışmaktadır.
Arıcılık özellikle gelir durumu düşük, az topraklı veya topraksız orman içi veya orman
kenarı köylere gelir sağlaması açısından önemli bir faaliyettir. Kırsal kesimden kentlere göçün
bir erozyon halini aldığı günümüzde kırsal kesim nüfusu bulunduğu yerde tutmaya en uygun
tarımsal faaliyet arıcılıktır. Ayrıca fazla sermaye ve işgücü gerektirmemesi aynı zamanda
herkesin yapabileceği, aile işgücünün en iyi değerlendirilebileceği kısa zamanda gelir getirebilen
bir uğraşı olması bakımından da sosyo-ekonomik bir önem taşımaktadır.
Arıcılık son yıllarda hızla gelişen fazla bir yatırıma ve işgücüne ihtiyaç göstermeyen
tarımsal bir faaliyettir. Dünyada 50 Milyon koloni bulunmakta, bir milyon ton civarında bal
üretilmektedir. 2000 yılı istatistiklerine göre ülkemizde ise 4.267.083 adet koloni
bulunmaktadır. 65 bin ton bal üretilmektedir. Bu da dünya koloni varlığının yaklaşık % 10 gibi
bir kısmını oluşturmaktadır. Koloni varlığı bakımından Çin ve Etiyopya’dan sonra 3. sırada, bal
üretimi bakımından 4. sırada bulunmaktayız.
Arıcılık: Bitkisel kaynakları, arazi ve emeği birlikte kullanarak insanın var
oluşundan bu yana beslenme ve sağlık amacıyla kullanmaktan vazgeçmediği bal, polen, arı sütü,
propolis ve arı zehri gibi ürünler ile günümüzde arıcılığın önemli gelir unsurlarından olan ana
arı, oğul, paket arı gibi canlı materyal üretme faaliyetleridir.
Arıcılığın temel öncelikleri değerlendirildiğinde şu önemli özellikleri ortaya çıkmaktadır:
Bal arıları, niteliği ne olursa olsun her türlü arazide yetişen çoğu bitkiden nektar ve
polen toplayarak bunları en değerli ve yararlı ürünlere dönüştürür. Arıcılık
yapılmadığında bu kaynaklar boşa gitmektedir, başka şekilde değerlendirme şansı da
yoktur.
Arıcılık, arazi varlığına bağlı bir iş kolu değildir. Bu özelliği ile herkes için bir
istihdam, gelir ve sağlıklı beslenme aracı olma özelliğindedir.
Arı yetiştiriciliğinde sermaye başta olmak üzere, gerekli tüm ekipman ve canlı
materyal yurt içinde temin edilmekte ve dışa bağımlılık bulunmamaktadır.
Arıcılık faaliyeti sonunda, bal, balmumu, propolis gibi bozulmadan saklanabilen ve
her piyasada değeri fiyattan satılabilen ürünler üretilir.
Bal arısı, bitkisel üretimin gerçekleşmesinde ve sürekliliğinde en önemli girdidir.
Üründen ürüne, bölgeden bölgeye taşınabilen tek tozlaşma vektörüdür.
Türkiye'de bugün sanayileşme ve kentleşme süreci yaşanmakta, bir taraftan da nüfus
artışı devam etmektedir. Tarım arazilerinde bölünmeler sürmekte, optimum işletme
büyüklükleri sağlanamamaktadır. Üretim hala geleneksel tarım teknikleri ile
sürdürülmektedir. Kırsal kesimde yaşayanlar gelirden yeterince pay alamamakta,
kırsaldan kentlere insan göçü erozyonu olmaktadır. Arıcılık, kırsal bölgelerden
kentlere göçü önlemekte de sosyal bir görev üstlenmektedir.
Türkiye coğrafyası dikkate alındığında rakım hem batıdan doğuya, hem de kuzey-güney
doğrultusunda iç kesimlere doğru artmaktadır. Anadolu'nun bu kendine özgü topografyası,
bitkilerin farklı bölgelerde yılın değişik dönemlerinde çiçeklenmesine yol açarak ülkemizi
arıcılık açısından uygun bir ekolojiye sahip kılmaktadır. Ülkemiz dünya ballı bitkiler florası’nın
da 3/4 üne sahiptir.
M.M.C 4
DÜNYADA ARICILIĞIN DURUMU
Ülkelerin Koloni Varlıkları, Koloni Başına Verimleri, Km2 ye Düşen Koloni Sayıları
SIRA KOLONİ
ÜLKE KG/KOLONİ KOLONİ/KM2
NO SAYISI(BİN)
1 ÇİN 6 400 33 0.67
2 ETİYOPYA 5 200 6 4.72
3 TÜRKİYE 4 300 16 5.00
4 ARJANTİN 2 767 25 0.65
5 A.B.D. 2 600 34 0.26
6 TANZANYA 2 450 10 2.59
7 KENYA 2 450 10 4.22
8 MEKSİKA 2 000 27 1.02
9 ALMANYA 2 000 6 5.60
10 İSPANYA 1 700 16 3.37
11 POLONYA 1 500 6 4.80
12 ORTA AFRİKA CUM. 1 340 8 2.15
13 YUNANİSTAN 1 200 11 9.09
14 İRAN 1 180 7 0.72
15 FRANSA 1 115 25 2.02
DÜNYA 52 510 21.5
Türkiye'de mevcut kovan sayıları, bal ve balmumu üretimlerinin son on yılına bir göz
atıldığında eski tip kovan sayısının her geçen yıl belli oranlarda azaldığı, buna karşılık modern
tip kovan sayısının giderek arttığı görülmektedir. Buna paralel olarak yine bal ve balmumu
üretimlerinin de artış gösterdiği görülmektedir (Tablo 3).
M.M.C 5
Yıllar İtibari İle Türkiye'deki Kovan Sayıları, Bal ve Balmumu Üretim Miktarları
Türkiye’nin her bölgesi arıcılık yapmaya uygun olup bu bölgeler iklim, flora, arı
populasyonları (eko tip) gibi değişik ekolojik yapıya sahiptir. Buna bağlı olarak arıcılık
potansiyeli, koloni varlığı, bal ve balmumu üretimleri ile koloni başına ortalama bal verimleri
Tablo 4’de gösterilmiştir.
Bölgelere Göre Koloni Varlığı, Bal Ve Balmumu Üretimi İle Koloni Başına Ortalama
Bal Verimi
Tablodan da anlaşılacağı gibi Türkiye’de koloni başına ortalama bal verimi 15.26 kg’dır.
Koloni sayısına göre yapılan değerlendirmede Karadeniz Bölgesi ve Ege Bölgesi ilk iki sırayı
alırken Güneydoğu Anadolu Bölgesi son sırada yer almaktadır. Bal üretiminde ise Karadeniz
Bölgesi, Akdeniz Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesi ilk üç sırada yer almaktadırlar. Koloni başına
bal verimi açısından Karadeniz Bölgesi, Akdeniz Bölgesi, Marmara Bölgesi ve İç Anadolu
Bölgesi Türkiye ortalamasının üzerindedir.
Genel olarak koloni başına bal veriminin düşük olmasının başlıca sebepleri:
1. Üreticilerimizin teknik bilgi eksikliği,
2. Arıcılarımızın ihtiyacı olan damızlık vasıfta ana arı üretiminin yetersizliği,
3. Arı hastalık, parazit ve zararlıları ile gereği gibi mücadele yapılamamasıdır
M.M.C 6
ARICILIĞIN EKONOMİYE KATKISI
Arıcılığın başta gelen ürünü bal ile (65.000 ton bal*8.000.000 TL= 520 Trilyon ) diğer
ürünleri polen, balmumu, arı sütü gibi ürünlerle de en az 100 Trilyon ve ana arı, arılı kovan gibi
canlı materyal ticareti ile 100 Trilyon olmak üzere milli ekonomiye katkısı toplam 720 Trilyon
liradır.
Gelişmiş ülkelerdeki yapılan araştırmalar sonucu Arıcılığın Polinasyon yolu ile olan
katkısı arı ürünlerinin gelirinin en az 10-12 katı olduğunun ortaya koymuştur. Buna göre
Arıcılığın Türkiye ekonomisine 4-5 Katrilyon gibi önemli bir katkısı bulunmaktadır.
Öte yandan (40 bin aile* 5 kişi) 200 bin kişiye de istihdam sağlamaktadır.
Arı ürünleri bal,polen ve arı sütünün insan beslenmesinde ve insan sağlığındaki yeri ve
önemi de tartışma götürmez bir gerçektir. Diğer arı ürünleri bal mumu, propolis, arı zehri de ilaç
ve kozmetik sanayinde önemli hammadde kaynağıdır.
İhracat ve ithalat tabloları incelendiğinde de görüleceği gibi bal dış satımının büyük bir
kısmı başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği Ülkelerinedir. Avrupa’nın dışında sadece S.
Arabistan’a ciddi manada dış satımımız bulunmaktadır.
Tablolardan görülen ikinci bir önemli husus da dış satımımızın düştüğüdür. Bu düşüşün
en büyük sebebi ballarımızda analiz sonucu naftalin ve antibiyotik kalıntılarının tespit
M.M.C 7
edilmesidir. Ayrıca standart ambalajlı bal üretimimizin yetersiz oluşudur. Türkiye’nin bal
tüketiminin % 90’ı yurtiçinde olmaktadır.
Standart, içeriği belli, analizi yapılmış bal ve arı ürünlerini dış satıma sunamadığımız
içindir ki dış satımda ancak % 1’lik bir paya sahibiz.
Türkiye’nin bal dış alımı önemli ölçülerde değildir. Sınır ticareti ile giren ballarında
kontrol altına alınmış olması sebebi ile arıcılarımız lehine gelişme olmuştur. 2002 yılında gerek
üretimin yüksek olması gerekse fiyatların tatmin edici düzeyde oluşması nedeniyle
üreticilerimizin yüzü gülmüştür. Bal ihracatımızın artırılabilmesi için gerekli tedbirlerin mutlaka
alınması gerekmektedir.
BAŞ:
Arılarda baş önden bakıldığında bir üçgeni andırır. Diğer vücut organlarında olduğu gibi
segmentlerin birleşmesinden meydana gelmiştir. Başta gözler, ağız parçaları ve anten bulunur.
Gözler; Bir çift bileşik göz ve üç adet basit gözden ibarettir. Bileşik gözler binlerce
küçük üniteden oluşur ve her bir ünite bakılan cismin küçük bir kısmını görür ve görüntüler
birleştirilerek görüntü tamamlanır. Basit gözler başın üst kısmında bulunur ve karanlıkta iş
yaptığı sanılır.
Anten; Balarılarında koku, tat ve dokunma-hissetme duyularını algılayan bir çift anten
bulunmaktadır. Başta bulunan hareketli duyu organlarıdır ve her birisi bir çift geniş sinirle beyne
bağlıdır. Anten üzerinde sinirlerle bağlantılı kıllar ve küçük duyu algılama noktaları bulunur.
Balarısı antenleri yardımıyla çevresinden mesajları alır ve hareketlerini yönlendirir.
Antenlerdeki duyu algılama noktalarıyla tadı, rüzgar hızını ve atmosfer sıcaklığını algılayabilir.
Ergin arı vücut yapısı; Ab:Abdomen (karın), Ant:Anten, E:Bileşik göz, H:Baş, II-
VII:Karın segmentleri, L1, L2, L3:Bacaklar, Md:Üst çene, Sp: Hava delikleri,
Th:Thorax(göğüs), W2, W3:Kanatlar, O:Basit gözler, Lm:Üst dudak(Labrum), Mx:Alt
çene(Maxilla), Lb:Alt dudak(Labium), Cls:Dil.
Ağız Yapısı; Balarıları yalayıcı-emici ağız yapısına sahiptir. Nektarı emerek alır. Ağız
üst dudak (labrum), üst çene (mandibula), iki alt çene (maxilla) ve alt dudak (labium) olmak
üzere dört kısımdan oluşur. Alt çene ile alt dudak birlikte uzanarak hortum şeklini alır ve bunun
uzantısındaki dil yardımıyla sıvı gıdaların alınmasını sağlar. Arılarda mandibulalar bir kanalla
M.M.C 9
mandibular bezlere bağlıdır. Bu bezlerin salgısı işçi arılarda balmumunu yumuşatmakta
kullanılır. Yine bu bezler larva gıdası ve alarm feromonu da salgılar.
Başta bunlara ilaveten hipofaringel denilen süt salgı bezleri de bulunmaktadır. Besleyici
işçi arılar larvaları besleyecekleri zaman kısmen açtıkları çene arasından biriktirilen arı sütünü
boşaltırlar.
GÖĞÜS (THORAX):
Kanatlar ve bacaklar gibi hareketli organları taşır ve kaslarla donatılmışlardır. Balarıları
ön orta ve arka bacak olmak üzere 3 çift bacağa sahiptir. Büyüklük ve şekil bakımından
birbirinden farklıdır. Ön bacaklar baş ve antenlerin temizlenmesinde, bu bölgedeki polenin
toplanmasında ve petek işleme sırasında ağza yardımcı olmada kullanılır. Orta bacaklar
göğüsteki polenin toplanmasını, ön bacaktan gelen polenin arka bacaklara iletilmesini ve arka
bacakta polen biriktirilmesini sağlamada yardımcı olurlar. Arka bacaklar da polen ve propolis
taşıma işlerinde kullanılır.
Balarıları ince zardan yapılmış ve üzerinde kitinleşmiş damarlar bulunan iki çift kanata
sahiptir. Ön kanatlar arka kanatlardan daha geniş ve daha damarlıdır ve uçuş esnasında ön ve
arka kanatlar birbirine hamuli denen yapıyla kenetlenerek birlikte hareket ederler. Kanatların
uçma yanında uçuşu yönlendirme görevleri de vardır.
KARIN (ABDOMEN):
Karın kısmında mide bağırsak, üreme organlar gibi iç organlar, balmumu bezleri ve iğne
bulunur. İşçi arılarda 4,5,6 ve 7. segmentlerin her birinde bir çift mum salgı bezi (balmumu
aynası) bulunmaktadır. İşçi arılar ve ana arıda abdomenin sonunda iğne bulunmaktadır. Yapısal
olarak diğer dişi cinsiyetteki böceklerin yumurtlama organına benzer, ancak yapısal değişikliğe
uğramıştır ve zehir enjekte eder. İğne işçi arılarda çentikli yapıya sahiptir. Buna halk arasında
arpa kılçığı gibi benzetmesi yapılmaktadır. Çentikli bölümün dış kenarı boyunca 9-10 adet bir
seri çentik bulunur ve çentikler iğnenin batış yönü tersine yöneliktir. Bu yüzden işçi arı sokmak
üzere iğnesini bir yere batırdığında çekemez ve bunu sonucunda organını kaybederek ölür. Ana
arı iğnesi işçi arılarınkinden daha uzun, daha küçük ve daha az çentiklidir, batırıp çıkarabilirler.
Rakip ana arıları öldürmekte kullanır. Erkek arıların iğnesi yoktur.
ARILARIN BİYOLOJİK GELİŞME DÖNEMLERİ
Balarısının yaşam evresi yumurtayla başlar,larva ve pupa dönemlerini tamamladıktan
sonra ergin halini alır. Ana arının petek gözlerine yumurtladığı döllenmiş yumurtalardan işçi
arılarla ana arılar, dölsüz yumurtalardan ise erkek arılar meydana gelir. Arıların yumurtadan
ergin hale gelme süreleri; ana arıda 16, işçi arıda 21 ve erkek arıda 24 gündür.
YUMURTA: Arı yumurtası 0,1 mg ağırlığında, silindir şeklinde, uzun ekseni
boyunca dışbükey görünümündedir. Yumurta petek gözüne bırakıldığı zaman dikey
konumdadır. Dikey konumda bırakılan yumurta yavaş yavaş yana eğilerek üçüncü günün
sonunda petek gözünün tabanında tamamen yatay bir konuma gelir. Yumurta döneminin sonuna
doğru yumurta bulunan gözlere işçi arılar tarafından arı sütü konulmaya başlanır. Tüm arı
fertlerinde yumurta dönemi 3 gündür.
LARVA: Üçüncü günün sonunda yumurta çatlayarak larvaya dönüşür. Embriyo larva
aşamasına geçer geçmez beslenmeye başlar. Bütün arı bireyleri larvası 6 gün olan larva
dönemlerinin ilk üç günü 5-15 günlük işçi arıların salgıladığı arı sütüyle beslenirler. Daha
sonraki larva döneminde sadece ana arı olacak larvalar arı sütüyle beslenirken erkek arı ve işçi
arı larvaları yavru gıdası denilen, polen ihtiva eden düşük kaliteli arı sütü ile beslenir. Böylelikle
döllü yumurtanın larva döneminin son üç günlük süresindeki farklı beslenmesiyle yumurta işçi
arı yerine ana arı olur. Larva aşamasının 5. günü sonunda larva içeren gözün ağzı
mühürlenmeye başlar ve 6. gün larva başındaki özel bir bezden salgıladığı salgıyı kullanarak bir
kozaya dönüşür.
M.M.C 10
PUPA: Kozaya dönüşme ile artık prepupa ile ilk günü olan pupa devresi başlamış olur.
Pupa dönemi ana arıda 7 gün, işçi arıda 12 gün, erkek arıda ise 15 gündür. Pupa döneminde ağız
parçaları kanatlar ve bacaklar çıkar ve gelişimini tamamlayarak ergin halini alır.
ARI IRKLARI
Arı ırkları büyüklük, renk, dil uzunluğu, vücudun kıl örtüsü, balmumu bezlerinin şekil ve
büyüklüğü, kanat damar yapısı ve kanat uzunluğu gibi özelliklerle birbirlerinden ayrılırlar. Bu
güne kadar yapılan taksonomik çalışmalarda dünyada 24 arı ırkı saptanmıştır. Bunlardan ancak
bazıları ekonomik değer taşımaktadır ve ekolojik şartların elverdiği her yerde yetiştirilirler.
Ekonomik değer taşıyan arı ırklarının başında İtalyan, Karniyol ve Kafkas arı ırkları gelir.
İtalyan Irkı
M.M.C 13
Bu ırk genelde ılıman iklim kuşaklarında yetiştirilir. İnce karın ve nispeten uzun bir dile
sahiptir. Kitin rengi karın altında ve 2-4. halkalarda daha parlaktır. Bu ırkta kıllar sarımsı renkte
olup bu durum erkek arılarda daha belirgindir. Sakin yaradılışlıdırlar. Çoğalma kabiliyetleri
fazladır. Yavru büyütme özellikleri iyi, oğul verme meyilleri zayıftır.
Karniol Irkı
Karniol arısı ince yapılı ve uzun dillidir. Kısa ve sık bir kıl örtüsüne sahiptirler. Gri arılar
da denilen Karniol arısının kitini çok koyu renktedir ve genellikle 2. ve 3. halkalar üzerinde
kahverengi noktalar, bazen de kahverengi çizgiler vardır. En sakin ve uysal arı ırkıdır. Yavru
verimleri çok iyidir. Küçük aileler halinde kışladıklarından yiyecek tüketimleri azdır. Polen
miktarı yeterli olduğu sürece yavru büyütme işlemi uzun süre devam eder. Sonbaharda ailenin
nüfusu süratle azalır. Çok sert iklim şartlarında kışlama yetenekleri iyidir. Oğul verme eğilimleri
yüksektir.
Kafkas Irkı
Kafkas arı ırkı biçim büyüklük ve kıl örtüsü bakımından karniol arısına benzer. Kitin
rengi koyudur fakat birinci karın halkası üzerinde kahverengi noktalar görülür. Bilinen arı ırkları
içinde en uzun dile sahip arı ırkıdır. Uysallıkları ve petek üzerindeki sakinlikleri bu ırkın en tipik
özellikleridir. Yavru verimleri yüksektir ve kuvvetli aileler meydana getirirler. Fakat en kuvvetli
oldukları devre yaz ortasıdır.
Yerli Irklar
İsimlerini yetiştirildikleri bölgeden almakla beraber belirli bir ırk özelliği
göstermemektedirler. Fakat genellikle Anadolu arıları esmer renkte, uysal, sakin tabiatlı,
kışlama kabiliyetleri iyi, çalışkan ve mukavim arılardır ve yağmacılığa fazla meyilli değildirler.
Kafkasların
çok
kuzeyi ve Nisbeten zayıf ve yetersiz, ama
düşük
Kafkas ötesindeki dağlık gümüşi 1100 - sürekli bir bal akışı. Tecrit
çok uysal düşük hemen 6.7 - 7.2
Arısı bölgeler (Gruzyia, gri 1500 sahalarındaki tek çiçekten bal akışı,
hemen
Azerbaycan, üçgül ve diğer baklagiller
yok
Ermenistan)
Kapak
Örtü tahtası
Ballık
Kuluçkalık
Uçuş tahtası
Dip tahtası
Kovan Kesiti
Günümüzde yaygın olarak kullanılan Langstroth ve Dadant olmak üzere iki tip standart
çerçeveli modern kovan mevcuttur. Ülkemizde yaygın olarak kullanılan tip Langstroth tipi
kovanlardır. Dadant tipi kovanları genellikle sabit arıcılık yapan arıcılar kullandığı için bizde
hemen-hemen hiç kullanılmamaktadır. Her iki kovanda da sistem aynı ancak ölçüler farklıdır.
Modern kovanlar kovanın alt kısmını oluşturan kovan dip tahtası, üzerine yerleştirilen ve ön ve
alt kısmında uçuş deliği bulunan kuluçkalık, içine yerleştirilen çerçeveler, çerçeveler üzerine
konular örtü tahtası ve üzerine yerleştirilen kovan kapağından oluşur. Arı populasyonunun
arttığı kuluçkalığın yetmediği durumlarda kuluçkalık üzerine ballık yerleştirilir. Arı kovanı
denildiğinde kuluçkalık ile ballık birlikte ifade edilir.
Langstroth Tipi Kovan : Ülkemizde genellikle langstroth tipi kovan kullanılır. Bu tip
kovan göçer arıcılık sisteminin uygulandığı, kışların ılık geçtiği sıcak ve kurak iklime sahip
bölgelerde kullanışlıdır. Kovan gövde kalınlığı 25 mm’dir. Kuluçkalık ve ballık ölçüleri aynı
olup 10’ar çerçeve bulunmaktadır. Kuluçkalık ve ballık ölçüleri dıştan dışa 505 mm x 435 mm x
258 mm; içten içe ise 455 mm x 385 mm x 258 mm ‘dir. Çerçevelerinin dıştan dışa ölçüleri 440
mm x 250 mm olup çerçeve koltuk genişliği 37 mm’dir.
Dadant Tipi Kovan : Kışların sert geçtiği bölgelerde sabit arıcılık yapılması durumunda
iyi sonuç vermektedir. Kuluçkalık ve ballık ölçüleri aynı olmayıp 12’şer çerçeve bulunmaktadır.
Kuluçkalık derinliği ballıktan daha fazladır. Kovan gövde kalınlığı 30mm, kuluçkalığın dıştan
dışa ölçüleri 515mm x 515 mm x 308 mm; içten içe ölçüleri ise 455 mm x455 mm x 308
mm’dir. Ballık yüksekliği ise 168 mm’dir. Çerçevelerinin dıştan dışa ölçüleri kuluçkalıkta 440
mm x 400 mm, ballıkta 440 mm x 160 mm ve çerçeve koltuk genişlikleri 37 mm’dir.
Diğer Arıcılık Malzemeleri
M.M.C 15
Arıcı Körüğü: Koloni kontrolleri sırasında sürekli olarak kullanılan, içerisinde yakılan
malzemeyle duman oluşturulup arı üzerine vermeye (arıları sakinleştirip rahat bir çalışma ortamı
oluşturulması amacıyla) yarayan araçtır.
Körük içerisinde pis kokulu naylon,plastik gibi petrol türevi maddeler yerine talaş, mısır
koçanı gibi selüloz içeriği yüksek ve koku bırakmayan (özellikle bal hasadı döneminde)
maddeler kullanılmalıdır.
Arıcı Maskesi: Sadece başı ve belden yukarıyı koruyan tipleri yanında tulum gibi tüm
vücudu arı sokmasına karşı koruyan tipleri vardır. Yüze gelen kısmı görüşü engellemeyecek
şekilde ince telden yapılır.
Arıcı Eldiveni: Elleri arı sokmasına karşı korur. İnce deriden veya kauçuktan yapılır,
bazılarının dirseğe kadar bezden yapılan kısımları da vardır. Eldiven genelde arıcılığa yeni
başlayanlar tarafından kullanılmakta olup, parmak hareketlerini kısıtladığı için tecrübeli ve usta
arıcılar tarafından pek tercih edilmez.
El Demiri: Demirden yapılır. Örtü tahtasını kaldırmak, çerçeve çıkarmak, balmumu ve
propolis temizleme gibi işlerde kullanılır.
Arıcı Fırçası: Yumuşak kıllı özel bir fırçadır. Çerçeve üzerindeki ve kovanın çeşitli
yerlerindeki arıları incitmeden uzaklaştırmaya yarar.
Arıcı Mahmuzu: Temel peteklerin çerçeve tellerine tutturulması için kullanılır. Dişlerin
içi tel üzerinde ilerlemeyi sağlayacak biçimde oyuk olan bir daire ve buna bağlı bir saptan
oluşur.
Mum Eritme Kabı: İki kenar arasına su koymaya yarayacak şekilde yapılmış çift cidarlı
bir kaptır ve içinde mum eritmeye yarar.
Arıcı Bizi: Petek takviye telinin çerçeveye yerleştirilmesi için çerçevelerin yan çıtası
üzerine delik açmaya yarayan alettir.
Çerçeve Kalıbı: Çerçeve üst çıtasının yarı kalınlığı kadar sert ağaçtan yapılan bir alettir
ve temel peteğin çerçeveye yerleştirilmesinde kullanılır.
Bal Bıçağı ve Sır Tarağı: Bal süzme işlemine başlamadan önce ballı çerçeve üzerindeki
sırları kaldırmaya yarar. Tarak şeklinde bir alettir. Sırları açma işlemi sırasında petek gözlerinin
bozulmamasına dikkat edilir. Bazı ülkelerde sır açma işlemi otomatik sır alma makinesi
yapılmaktadır.
Çerçeve Teli: Çerçevelere takılan temel peteklerin daha sağlam olarak tutturulması için
çerçevelerin yan çıtaları arasına gerilen ince, paslanmaz ve yumuşak teldir.
Ana Arı Izgarası: Ana arının kuluçkalıkta hapsedilmek istenildiği durumlarda
kullanılır. Aralıklarından yalnızca işçi arıların geçebildiği demir, çinko gibi malzemeden yapılan
ızgaradır. Genelde kaliteli petekli bal üretmek amacıyla kullanılır.
Ana Arı Kafesleri: Ana arıları bir yerden bir yere nakletmek veya kolonilere ana arı
kabul ettirmek gibi amaçlarla kullanılan içerisinde kek haznesinin de bulunduğu özel
kafeslerdir.
Yemlik: Kolonileri beslemek amacıyla metal, plastik ve ahşap gibi değişik
malzemelerden ve değişik tiplerde yapılabilen kaplardır.
Polen Kapanı: Arıların kovanlara yoğun bir şekilde polen taşıdıkları dönemlerde kovan
uçuş deliği önüne veya kovan tabanına yerleştirilen, işçi arıların getirdikleri polenleri toplamaya
yarayan malzemedir.
Ana Arı Numaralama Aleti: Ana arıların thoraxı üzerine o yılın rengini veya ana arı
numarasını yapıştırmaya yarayan alettir.
Temel Petek: Arıların petek yapımını kolaylaştırmak için üzerinde işçi arı gözü basılı,
saf balmumundan yapılmış ince mum levhadır.
M.M.C 16
Bölme Tahtası: 20 mm kalınlığında olup zayıf arı kolonilerinin, kovan içi hacminin
daraltılmasına yarayan tahtadır.
Bal Süzme Makinesi: Sırları alınmış petekli ballardan süzme bal elde etmeye yarar.
Galvanize saç veya çinkodan yapılan bal süzme makinelerinde çerçevelerin konulduğu silindir
şeklindeki hazne kısmı ve bu kısmı döndürmeye yarayan dişli bir çevirme mekanizması vardır.
Bal Dinlendirme Kapları: Elde edilen süzme balların dinlendirildiği ve bal içindeki
yabancı maddelerin baldan uzaklaştırdığı kaplardır.
Bal Tankı: Dinlendirme kaplarından alınan süzme balın ambalajlamak üzere
depolandığı kaplardır.
OKUMA METNİ
ARI DAVRANIŞLARI
M.M.C 17
GİRİŞ
Bal arıları koloni adı verilen topluluklar olarak yaşayan sosyal böceklerdir. Bir arı
kolonisi yakından incelendiği zaman, bu sosyal yapı içerisinde, morfolojik ve fizyolojik olarak
birbirinden farklı üç değişik tipte birey bulunduğu görülür.
Bunlar ana arı, işçi arı ve erkek arıdır. Ana arı ve işçi arılar dişi bireyler olup döllü
yumurtalardan gelişirler. Erkek arılar ise, erkektirler ve bilinen parthenogenesis yoluyla dölsüz
yumurtalardan gelişir. Koloni adı verilen topluluk içinde farklı gruplar ve bu gruplar arasında da
iş bölümü göze çarpmaktadır. Bir arı kolonisinde bir tane ana arı birkaç yüz erkek arı ve binlerce
işçi arı vardır. Bal arıları içgüdüleriyle hareket eden, canlılar olduğundan aynı çevre
koşullarında benzer davranışlar gösterirler. Arı ailesinde kışın genellikle sadece dişi bireyler
vardır. Erkek arılar ilkbaharda yeni sezonla görülmeye başlarlar.
Koloninin en önemli ferdi ana arıdır. Koloninin bütün karakterlerinden ana arı
sorumludur. İşçi arılar ancak ananın varlığında, koloninin tamamlayıcı bir öğesi olarak
fonksiyonlarını yapmaya muktedir olabilirler. Kolonide biyolojik ihtiyaçların işleyebilmesi ana
arıya bağlıdır. Ana arısız bir kolonide; gömeç yapımı sona erer, tarla faaliyetleri, normal koloni
koruması ve koloni içindeki birlikte ahenkli çalışma azalır. Bundan ötürü, işçi arılar ile ana arı
arasındaki ilişki, koloni faaliyetlerinin devamı için gerekli faktörlerin en önemlisidir.
ANA ARININ GÖRÜNÜŞÜ VE DAVRANIŞLARI
Ana arılar vücut ölçüleri bakımından işçi ve erkek arılar daha uzun fakat vücut genişliği
erkek arılardan daha azdır. Çiftleşmemiş ana arıların abdomenleri henüz tam gelişmemiştir.
Kanatları işçi arı kanatlarından daha uzun olmasına rağmen kanat uzunluğu/vücut uzunluğu
oranı diğer arılardan daha küçüktür. Çiftleşerek yumurtlamaya başlayan ana arıların
abdomenleri irileşir. Abdomenin büyümesiyle kanat/ vücut oranı daha da azalır. Bu nedenle
yumurtlayan ana arılar güçlükle uçarlar. Ana arıların mum salgı bezleri, polen sepetçikleri,
nasanof salgı bezleri gelişmemiştir. Dileri işçi arıların dillerine göre daha kısadır. Petek
gözlerindeki facet sayısı da diğerlerine oranla daha azdır. İğnesi düz olup iğnesini insanlara
karşı değil, kovandaki diğer ana arılara karşı defalarca kullanabilir Tekik, Korkmaz (1992).
Ana arı ömründe bir dönem çiftleşir ve bu çiftleşmeden aldığı spermaları hayatının
sonuna kadar saklar fakat bu demek değildir ki ana arı bir erkekle çiftleşir. Ana arı birkaç
erkekle çiftleşir fakat bu çiftleşmeler bir dönemde bir veya birkaç gün içinde tamamlanır.
Ana arının çiftleşme uçuşu saat 12-17 arasında olmakla beraber ekseriyetle saat 14-16
arasına rastlar. Çiftleşme zamanı kadar havanın sıcaklığı da burada rol oynar. Ana arının hemen
bütün çiftleşmeleri hava sıcaklığının 20°C 'nin üstüne olduğu zamanlarda meydana gelir. Balcı
(1977).
Ana arı yüksükten çıktıktan sonraki ilk 3-5 gün içinde 2-5 dakika çevreyi tanıma uçuşu
yapar. Bu uçuşun ardından ana arı 5-6.günlerde çiftleşmek için kovanı terk eder. Çiftleşme
uçuşunda hava rüzgarsız olmalıdır. Çiftleşmeler arılıktan belirli uzaklıklarda gerçekleşmektedir.
Arılık ile çiftleşme yeri arasındaki uzaklık 2 km den fazladır ve maksimum uzaklık 5 km 'dir.
Erkek arıların uçuş uzaklığı ise 6 km civarındadır.
Çiftleşme uçuşlarının süresi ortalama 25 dakikadır. Birinci çiftleşme uçuşu ile sonraki
uçuş arasındaki süre ne kadar uzun ise ikinci uçuş o kadar kısa sürmektedir ve sürenin
kısalmasıyla birlikte ikinci çiftleşmenin etkinliği azalmaktadır. Ana arının aynı gün içinde
birden fazla yaptığı bu uçuşlarda gerçekleşen çiftleşme sayıları 7-17 arasında olabilir. Ana arı
yön belirleme ve çiftleşme uçuşunun dışında ayrıca 2 dakika süren çiftleşmeler arası uçuş yapar
Tekik, Korkmaz (1992).
Ana arıların ortalama yaşam süreleri 3-5 yıl olmakla beraber 7 yıla kadar
yaşabilmektedirler. Fakat yaşlanan ana arıların feromon üretimleri ve yumurta verimleri azalır.
Artan yaşla birlikte giderek daha az yumurtlarlar ve daha fazla oranda dölsüz yumurta
yumurtlamaya başlarlar. Bu nedenle 1 veya 2 yılda bir değiştirilmesi gerekir. Çünkü bir ana arı
yılda 250.000 - 300.000 yumurta bırakmakta ve çiftleşme uçuşu sırasında 2 yıl içinde büyük
ölçüde tüketerek daha çok dölsüz yumurtlamaya ve az yumurtlamaya başlar Genç (1994).
M.M.C 18
Bir ana arı yavru üretiminin bol olduğu ilkbahar ve yaz aylarında günde 1500-3000
yumurta bırakır Tekik, Korkmaz (1992).
Arı ailesi içerisinde çok güzel bir işbirliği vardır. Ve bu düzenin sağlanmasında ana
arının rolü önemlidir. Ana arı bu görevini genellikle ağız çevresindeki bezlerden ve
vücutlarından meydana getirilen feromon denilen kokulu bazı salgılarla yapmaktadır. Bu
feromonlardan en önemlileri, 9 oxodec -2 enoic ve 9 hydroxdec -2 enoic asitlerdir. Bunlara
"cinsel feromonlar" veya toplanma feromonları" da denir. Bu salgıların çıkarttığı kokular, işçi
arıları cezp etmekte ve dolayısıyla arı ailesinin bir araya toplanmasına yardımcı olmaktadır. Bu
feromonlar, ayrıca ana arının erkek arıyı çekmesini sağlamakta, işçi arıların yeni bir ana arı
yetiştirmelerinin önüne geçmekte ve aynı zamanda işçi arıların yumurtlamalarına mani
olmaktadır. Akbay (1995). sekil
Oğulun Çıkışı
Oğul çıkış yapmadan önce işçi arıların çerçevelerin üst çıtaları üzerinde sıralar halinde
yığıldıkları görülür. Hava şartları uçuşa elverişli, rüzgarsız ve gölgedeki ısı uçuş için normal
olduğunda oğul kovanı derhal terk eder. Kovan girişi ve uçuş tahtası arıyla dolar. Oğul
görülmeye değer harikulade bir olaydır. Hızlı bir arı bulutu oluşur ve kovanı terk eder. Kısa bir
süre içinde yaklaşık 5-20 dakika içinde arılar geçici bir yere yerleşirler. Oğulun kovandan çıkışı
yalnız birkaç dakika sürer. Oğula ayrılan ve kovanda kalan arılar tesadüfi olarak seçilirler. Yaş
grupları arasında hiçbir ayrım yapılmaz. İlk oğulla birlikte kolonideki işçi arıların genellikle %
30-70 'i ebeveyn koloniyi terk eder. Oğulla giden herhangi bir yaştaki işçi arıların sayısı
ebeveyn kolonideki kalan işçi arı sayısının hemen hemen aynısıdır. Bir oğul ortalama 10.000-
14.000 işçi arı değişen miktarlarda erkek arı ve bir anadan oluşur.
Oğulun yaşlı ana ile birlikte kovanı terk edişinden sonra, ki buna birinci (baş) oğul adı
verilir, bir kısım arı birkaç ana memesi kovanda kalır. Çoğu durumlarda memelerde çıkan bakire
analardan biri diğerlerini imha eder ve daha sonra koloninin varlığı eskisi gibi devam eder.
Ancak koloni eskiye göre genç bir anaya sahip ve işçi arı kadrosunun azalmış olması yönünden
farklılık gösterir. Bununla beraber, kimi zaman birbirini izleyen birkaç oğul meydana gelerek
kovanı terk ederler.
Eğer ana oğulla birlikte çıkmazsa, tekrar kovana geri döner. Oğul genellikle saat 10.00-
14.00 arasında çıkar. En sık rastlanan saatler ise 11.00-13.00 'dür. Aşırı sıcak bölgelerde oğul
çıkışları saat 7.00-17.00 arasında değişir Teknik Arıcılık ( 1987, Sayı 11 ).
Yuva Yerinin Seçimi
Oğul kovanı terk etmeden birkaç gün önce, tarlacı arıların bir bölümü, görev değiştirerek
kılavuz arıları oluştururlar ve muhtemel yerleşme yerini tarif eden danslara başlarlar. Kılavuz
arıların dansını izleyen arılar şaşırmadan kovandan uzakta tarif edilen yerde salkım oluştururlar.
Oğul vermeden önce işçi arılar, bal keseleri tıka basa balla doldurduklarından, bu kısa süre
içinde gıda toplamaya ve gıda toplamayla ilgili dans yapmaya ihtiyaç duymazlar. Oğulların göç
etmelerinde bu dans şekillerinde bir farklılık olabilir.
Kılavuz arılar buldukları uygun yerleşme yerini salkım üzerindeki arılara çiçek tozu ve
bal özü toplayıcılarının yaptıkları dansın şekil ve ritmine benzer bir dansla "kuyruk sallama"
dansı ile haber verirler. Dansçıların dans etme şevk ve arzuları seçilen yerin mükemmel oluşuyla
ilgili olması mümkündür.
Bu dansla yeni yuvanın yönü ve uzaklığı diğer arılara tarif edilir. Dans, diğer arılara
yuva yerini ziyareti teşvik eder ve geri döndüklerinde de aynı damsı yaparlar.
Yuva yerinin seçimini çok sayıda faktör etkiler. Bunlar; yuvanın rüzgar almaması ve
rüzgardan korunması, karınca bulunmaması, sel baskınlarından uzak olması, oğulun
büyüklüğüne uygun oğulu alabilecek bir yer olması, yapı durumu ebeveyn koloniden uzaklığı
gibi faktörlerdir.
Oğulun Yeni Yerleşme Yerine Hareketi
Oğulların çoğu neticede seçilen sürekli yer konusunda anlaşırlar ve oğul, ara konaktan
ayrılarak yeni yerleşme yerine hareket eder. Yeni yuvasına uçan oğul, kılavuz arıların rehberlik
ettikleri ileri sürülmüştür. Oğulun ara konaktan ayrılışı, kovandan anlaşmaya vardıktan sonra
Scwirlauf dansı başlar. Salkımdan yüksek düzeyde bir uğultu (vızıltı) işitilir ve işçi arıların
salkım üzerinde sağa sola koşuşturdukları, kanatlarını hızlı bir şekilde titrettikleri ve hatta
salkımın içine girip çıktıkları görülür.
Bu faaliyet gittikçe artarak, küçük bir grup arı salkımdan ayrılır ve bunu izleyen 1-2
dakika içinde de bütün oğul yeni yuva yönünde uçuşa geçer Teknik Arıcılık ( 1988, Sayı 18).
DERS – 2
Konu - 1 ARICILIKTA MEVSİMSEL BAKIM İŞLERİ
Okuma Metni ARILARDA EK BESLEME
Arıcının Takvimi
İlkbahar bakımı ve beslemesi, Türkiye genelinde 15 Şubat-30 Nisan tarihleri arasında
bölgenin iklim koşullarına bağlı olarak yapılır (Bakınız 3. Bölüm). İlkbahar beslemesine yörede
bulunan badem, erik vb. ağaçların çiçek açması ile başlanır.
Narenciye balı hasadı
Üçgül balı hasadı
Yayla, ayçiçek balı hasadı
Çam balı hasadı
Sonbahar bakımı ve beslemesi Türkiye genelinde 15 Ağustos-31 Ekim tarihleri arasında
bölgenin iklim koşullarına bağlı olarak yapılır (Bakınız 5. Bölüm). Sonbahar bakımı için en
uygun dönem bal hasadının yapılmasından sonraki dönemdir.
M.M.C 33
İLKBAHAR BAKIMI
Koloni Kartı
Kovan No:
Ana Arının Yaşı: VERİLEN ALINAN
Kontrol Yavru Arılı Ballı Polenli Hastalık Mumlu Bal Yavrulu
Tarihi Ana Açık/Kapalı Çer. Çer. Çer. Durumu Şurup Kek İlaç Çıta (kg) Çer. Oğul
2m 2m 2m
3m 3m 3m 3m
2m 2m
Koloniler aralarında yan yana en az 2 metre, arka arkaya en az 3 metre kalacak ve
birbirinin tam arkasına gelmeyecek şekilde yerleştirilmelidir.
Koloni Kontrolü
Temizlik uçuşları tamamlandıktan sonra çevre ısısı 15°C’ye yükseldiğinde koloniler
kontrol edilir.
M.M.C 35
Kovan kontrolü için körük yakılır ve kovanın uçuş deliğinden hafif duman verildikten
sonra kovanın üst kapağı açılır. Örtü bezi veya tahtası kaldırılır. İçten yapılmış olan dolgu ve
örtü bezlerinden gereksiz olanlar alınır. Temizlik sırasında arılı ve ballı çerçeveler, temizlenmiş
kovanlara yerleştirilir. Boşalan kovan temizlenir ve yeniden kullanılmaya hazır hale getirilir.
Yapılan ilk kontrollerde, kovan iç tabanı temizliğine ağırlık verilir ve buradan çıkan
atıklar etrafa dökülmeyip toprağa gömülür. Kontrollerde, ana arının varlığı, besin stokunun
durumu, hastalık ve genel davranışlar gözden geçirilir.
Arılı çerçeveler incelenirken kovan üzerinde tutulmalıdır. Çünkü ana arı ve genç arılar
kovan dışına düşebilir.
Bu aşamada, üzerinde arı bulunmayan kırık ve kullanışsız, siyah petekli çerçeveler alınır,
eritilerek mum yapılır. Her yıl kuluçkalıktaki peteklerin yarısı yenilenir.
Kovan içi kontrollerde ana arının yumurtlama durumu, yavrulu çerçeve bal stok miktarı
ile arı mevcudu incelenir. Böylece ballı ve boş çerçeveler tespit edilir. Sonraki kontrollerde
koloni gelişme hızı takip edilir. Bu notlar her koloni için ayrı bir karta işlenir. Kovan içi
kontrolleri 12 günde bir yapılmalıdır. Yapılan kontrol sonunda, her koloninin genel durumu
kayıt defterine (bakınız koloni kartı) yazılmalıdır.
Boş Kovanların Temizliği
Tecritli kovanlar çamaşır sodası ile yıkanarak, durulanır ve iki gün süre ile güneşte
bırakılır.
Zayıf Kovanların Birleştirilmesi
Ana arısını yeni kaybetmiş kovanlara verilecek çiftleşmiş genç ana arı yoksa, bu
durumda anasız olan kovan, analı zayıf bir kovanla veya ana arısı yaşlı bir koloninin ana arısı
iptal edilerek, birleştirilmelidir. Birleştirme için analı kovan sabit tutulur, akşam üstü anasız
kovanın arıları, arasında elek teli veya kağıt konularak bölünmüş olan analı kovana aktarılır.
Ayrıca ana arılı koloni üzerine, arasında kağıt veya elek teli bulunan bir ballık
yerleştirilerek, anasız koloninin çıtaları ballık katına alınmak suretiyle birleştirme işlemi de
yapılabilir. Bu koloni birkaç gün şurup veya kekle beslenir. Eğer bölme, kağıt ile yapılmış ise,
kağıt 5-6 noktadan kalem ucu ile delinmelidir. Eğer bölme, elek teli ile yapılmış ise kullanılan
tel iki gün sonra alınmalıdır.
Ana Arının Değiştirilmesi
Kışın ana arısını kaybetmiş veya ana arısı yaşlanmış olan kolonilere çiftleşmiş genç ana
arı verilmelidir. Genç ana arı ile çalışan gezginci arıcıların, gittikleri yörelerden daha fazla bal
hasat ettikleri bilinmektedir. Ana arılar en geç iki yıl içinde değiştirilmelidir.
Zararlılar ve Hastalıklarla Mücadele
Varroa Mücadelesi: İlkbaharda Varroa paraziti hemen her kovanda arılar üzerinde ve
yavru gözleri içinde değişik yoğunluklarda bulunabilir. Kolonide yavru gelişimi başlamadan
önce mutlaka Varroa ile mücadele yapılmalıdır. Arılar üzerinde kışlama döneminde olan Varroa
erginleri, henüz aktif üreme dönemlerine geçmeden önce yapılacak mücadele çok etkili
olmaktadır. Varroa ile mücadelede kesin sonuç uygun dozda, uygun zamanda ve ruhsatlı ilaç
kullanımıyla alınabilir.
Kek Karışımları
d- 3 kg bal + 1 kg polen + 6 kg pudra şekeri
e- 3 kg bal + 1 kg yağsız süt tozu + 6 kg pudra şekeri
f- 3 kg bal + 6 kg pudra şekeri + 400 gram yağsız süt tozu + 20 gram polen ya da arı
vitamini
Bir başka suni oğul üretim şekli ise özellikle koloni sayısının çoğaltılması amacıyla bir
kovandan 3-4 çerçeveli 2-3 bölme yapılmasıdır. Bu durumda bir adet arılı-yavrulu, bir adet de
arılı-ballı çerçeve yeni kovana yetiştirilir. Uçuş delikleri kapalı durumda olan bu kovanlar,
tarlacı arıların eski kovan yerine dönmelerini önlemek için en az 5 km uzağa taşınır. Diğer bir
suni oğul üretim yöntemi ise, her kovandan gücü ölçüsünde 1-2 çerçeve alınarak devşirme
şeklinde yeni koloniler oluşturmaktır.
YAZ BAKIMI
Arı kolonilerinin ilkbahar bakımından sonra yaz aylarında da arıların bakım ve
kontrolleri devam etmektedir. Yaz mevsiminde yapılan işlerin başında koloni geliştikçe çerçeve
verme, zayıf kolonilere takviye çerçeve verilmesi, güçlü kolonilere kat verme ve flora takibi
gibi işler gelir.
2.Çerçeve 2.Çerçeve
/ / / / / /
/ / / / / /
/ / / / / /
/ / / / / /
/ / / / / /
/ / / / / /
1.ilave
1.ilave 2.ilave
1.ilave
2.ilave 3.ilave
Peteklerdeki gözlerin tamamı ya da dörtte üçü sırlanmış balların hasat zamanı gelmiş
demektir.
Kovandaki bütün peteklerin olgunlaşması beklenmeden, balı olgunlaşan petekler
kovandan alınmalıdır.
Hasatta en önemli nokta, koloninin ihtiyacından fazla olan balın alınmasıdır. Koloninin
kışlık bal ihtiyacı olarak her arılı çerçeve için bir ballı çerçeve (2 kg sırlı bal içeren) kovanda
bırakılmalıdır.
Bal süzme işlemi kapalı bir ortamda yapılmalıdır. Arıcı süzme işlemini bal süzme
çadırında yapacak ise temizlik konusunda daha dikkatli olmalıdır.
Olgunlaşan balların kovandan alınmasına sabah saatlerinde başlanmalı, öğle saatlerinde
süzme işlemi yapılmalıdır.
Gezginci arıcılık yapanların bal hasadını, arılarının yerlerini değiştirmeden önce
yapmaları gerekmektedir. Bu farklı bölge ballarının birbirine karışmaması ve arıların rahatça
nakli açısından önemlidir.
Balı süzülen petekler kolonilere geri verilir. Arılar petek gözlerdeki bulaşık balları
yalayıp temizler ve bu boş petekler tekrar toplanır. Bunlardan ertesi yıl kullanılabilecek olanlar
fare ve petek güvesinden korunarak muhafaza edilirken, kullanılmayacak durumda ve erkek arı
gözü fazla olan petekler eritilerek bal mumu olarak değerlendirilir.
Bal alma dönemlerinde kuluçkalıkta bulunan eski siyahlaşmış çerçeveler alınarak, eski
petekleri yenileme işlemi de yapılır. Süzülen eski petekler, kırılan çerçeveler ve sır alma
esnasında çıkan sır preslenerek mum yapılır. Bu şekilde arıcının yıllık temel petek ihtiyacı için
işlenmemiş bal mumu sağlanmış olur.
Sızdırılan mum ya da temel petekleri saklamak için kesinlikle naftalin kullanılmamalıdır.
Çünkü naftalin mum ya da temel petekten bala geçmekte ve bu da insan sağlığını olumsuz
yönde etkilemektedir.
Bal konulan kaplar daha önce kullanılmamış, kalaylı ve laklı teneke veya variller ya da
çelikten yapılmış kaplar olmalıdır.
Bal Süzme İşlemi
Bal süzme işleminde ısı 30°C civarında olmalıdır. Koloniden alınan petekler hemen
santrifüjlenirse bal akışkan olacağı için kolay süzülür. Santrifüjleme odası arıların giremeyeceği,
ışıklı ve tercihen elektrik ve su donanımına sahip olmalıdır.
M.M.C 41
Sırları alınmış petekler santrifüjlere eşit ağırlıkta, karşılıklı konulup, döndürülerek
çerçevelerin çift yüzeylerinin balı tam olarak alınır. Balın peteklerden kolay çıkarılması için,
çerçevelerin üst kenarı santrifüj dönüş yönünden geriye doğru olmalıdır. Çünkü petek gözleri
eğimlidir.
Balları süzülmüş petekler arıya tekrar verildiğinde çabucak onarılır ve bal akımı
sırasında tekrar doldurulur. Arılar, petek yapmaya harcayacakları zamanı ve enerjiyi bal
depolamaya ayırırlar ve kabartılmış hazır peteklere daha çabuk bal depolaması yapar. Böylelikle
petekli baldan daha fazla süzme bal üretilebilir.
Kullanılan malzemelerin yıkanmasında kullanılan suyun ılık olması, bal bulaşığını
kolayca giderir. Yıkanan malzemenin mutlaka kurulanması gerekir. Bala su ve yabancı madde
karışmasını önleyici tedbirler eksiksiz olarak alınarak, ürünün özelliği korunmalıdır.
Bal süzme çadırı ya da odasında kullanılan malzemelerin yeterli ve balın yapısını
bozmayacak özellikte olması gerekir. Örneğin kullanılan bıçak ve tarakların, bal sırı alma
kapları, tavalar ve santrifüjün paslanmaz malzemelerden yapılmış olması şarttır.
Süzülen balların konulduğu kapların üzerinde, hasat zamanı, yeri, üreticinin ismi ve
bölgede hakim olan bitkilerin isimleri yazılırsa pazarlamada kolaylık sağlar.
Balın Depolanması
İster üretici mekanında, ister dolum tesislerinde olsun bal evi ve depolama odası her
zaman tamamen temiz tutulmalıdır. Bal tenekeleri güneş görmeyen bir depoya kaldırılmalıdır.
Depolama sıcaklığı 30°C’yi geçmemelidir.
Uygun şartlarda depolanan bal, mümkünse üretim yılı içerisinde satılmalıdır.
Sonbahar Beslemesi
Kolonilere yeterince bal ve polen stoku bırakılmış olsa bile, bal hasadından sonra
kolonilere şurupla besleme yapılmalıdır. Sonbahar yemlemesi için hazırlanan şeker şurubunun
şeker-su oranı 2:1 (2 kısım şeker-1 kısım su) olmalıdır. Kolonilere uygulanan şeker şurubuyla
yemleme ana arının yumurtlama hızını yeniden artırarak genç, yıpranmamış işçi arı
yetiştirilmesini sağlar. Böyle genç işçi arılarla kışa giren kolonilerde kışın arı azalması az olur
ve fazla bir kayıp vermeden bahara çıkarlar. Genç arılarla kışlatılan koloniler ilkbahar
döneminde daha etkili bir yavru yetiştirme temposu göstererek hızlı gelişirler.
Koloniler kışa girerken ve kıştan çıkarken bal stokları yeterli değilse o zaman katı yem
(kek) ile besleme yapılabilirler. Kek; bir kısım bal 35-40oC’ye kadar ısıtılarak üç kısım pudra
şekeri ile iyice karıştırılır. Elde edilen karışım 0.5-1 kg’lik poşetlere yerleştirilip, poşetin alt
kısmı kesilerek arılı çerçeveler üzerine yerleştirilir. Kek hazırlama ve uygulamada dikkat
edilecek husus kekin kovan içi ısısında eriyerek arıların üzerine akmayacak katılıkta ve arılar
tarafından tüketilebilecek yumuşaklıkta olmasıdır.
Kek hazırlamada polen açığı bulunan bölge ve dönemlerde bu açığın kapatılması için süt
tozu, bira mayası gibi proteince zengin maddeler karıştırılarak arıların protein ve vitamin
ihtiyacı karşılanabilir. Polenin yeterince bulunduğu bölge ve dönemlerde veya genel olarak
ülkemizde bu uygulamaya gerek yoktur.
Kışlatma
Arıların kışı geçireceği arılık, kuzeyi kapalı-güneyi açık, mümkünse üstü kapalı yerler
olmalı, açık arılıklarda ise rüzgar almayan, su tutmayan ve nem biriktirmeyen yerler
seçilmelidir. Kovanlar mutlaka bir sehpa üzerinde yerden yükseltilmeli, böylece nemden ve
sudan korunmalıdır. Arıların salkımı bozmasına neden olabilecek gürültü ve sesten uzak
yerlerde olmaları sağlanmalıdır. Ayrıca koloniye yetecek kadar besin stoku bulundurulmalıdır.
Arılar kovan içi sıcaklığı 14oC’ye düştüğü zaman bir araya toplanarak kış salkımı
oluştururlar. Salkımın merkezindeki sıcaklık 33oC, dış yüzeyde 6-8oC olabilmektedir. Arılar bal
yiyerek gerekli olan ısıyı üretirler ve ısı arttıkça salkımı genişletirler. Kışın herhangi bir sarsıntı
ile kış salkımından düşen arılar tekrar salkıma çıkamaz ve ölürler. Kış salkımının bozulmaması
için koloniler kış süresince ve soğuk dönemlerde kesinlikle rahatsız edilmemelidir.
OKUMA METNİ
ARILARDA EK BESLEME
M.M.C 43
GİRİŞ
Bal arısı (Apis mellifera L.) yüksek adaptasyon, yeteneği ve üreme içgüdüsü sayesinde
binlerce yıl yayılmasını sürdürerek yaşaya gelmiş sosyal bir böcektir. İnsanlar binlerce yıl önce
bu olağanüstü çalışkan ve verimli böceği keşfedip onun esrarengiz ürünlerinden
faydalanmışlardır.
Arıcılık faaliyeti sonucu; Bal, polen, balmumu, arı sütü, propolis, anaarı, oğul gibi çeşitli
ürünler elde edilmesi, bal arısı kolonilerinin polinasyon çalışmalarında kullanılması son yıllarda
bu sektörün önemini bir kat daha arttırmıştır.
Her canlı gibi bal arıları da yaşamını sürdürebilmek için besin maddelerine ihtiyaç
duyarlar. Bal arılarının doğal gıdaları; nektar, bal ve polendir.
Nektar arılar tarafından toplandıktan sonra fiziksel ve kimyasal değişikliklere uğratılarak
bala dönüştürülür ve petek gözlerinde depo edilir. Nektar ve bal enerji ihtiyacının giderilmesi
için kullanılır. Arılar sadece bal yiyerek yaşamlarını sürdürebilirler, ancak genç arıların
büyümesi, dokuların,kasların ve salgı organlarının gelişebilmesi için mutlaka polene ihtiyacı
vardır. Polen,proteince vitamin,yağ ve mineral madde ihtiyaçlarını karşılayan doğal bir gıda
maddesidir. Kovan içerisinde ne kadar bal olursa olsun polen bulunmadığı sürece yavru üretimi
ve buna bağlı olarak koloninin gelişmesi durur. Buna karşılık petek gözlerinde ne kadar polen
olursa olsun kovanda bal yok ise, dışarıda nektar gelmiyorsa veya koloni beslenemiyorsa arılar
açlıktan ölürler.
BU KONUDA YAPILAN ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR
Arıların besin maddesi ihtiyaçları ve beslenmenin önemi konularında çok çeşitli
araştırmalar yapılmıştır. ( HAYDAK,1934 ) ve ( MAURİZİO 1954 )
Bal arılarında kasların, salgı bezlerinin ve diğer dokuların gelişmesi için polen
gereksinimi olduğunu, gelişmesini tamamlayarak ergin hale gelen bir işçi arının %13'ünün, 5
günlük bir işçi arının ise %15.5'inin proteinden oluştuğunu ( DİETZ, 1969 ) arıların petek
gözlerinden çıktıktan sonra 2saat içerisinde polen yemeye başladıklarını, ( MARTON,1950 ) ve
( PAİN,1961 ) polen tüketiminin işçi arı yaşına göre değiştiğini ve 5 günlük işçi arılarda polen
tüketiminin en üst düzeye ulaştığını, (LOTMAR,1938 ) 8-10 günlük işçi arılarda polen
tüketiminin azaldığını, ( ZHEREBKİN,1965 ) ise,arıların 15-18 günlük oluncaya kadar polen
tükettiğini bildirmektedir.
Protein ve amino asit gereksinimini karşılamak için normal bir koloninin bir yılda 20-60
kg arasında polen topladığı ( ARMBRUSTER, 1921; ECKERT, 1942 ), bir işçi arının hale
gelebilmesi için 3.21 mgr. nitrojene ihtiyacı olduğu ve bunu da 145 mgr. polen ile
karşılanabileceği ( HAYDAK,1935 ) bildirilmektedir.
Yapılan çalışmalarda çeşitli bitkilerin polenleri, besin maddesi içeriği bakımından
birbirinden oldukça farklı olduğu,polendeki protein oranının %8-40 arasında değiştiği,
böceklerle döllenen bitkilerin polenleri ile rüzgarla döllenen bitkilerin polenleri arasında önemli
bir fark olmadığı belirtilmektedir.( HAYDAK,1944;MAURİZİO,1960 )-( MAURİZİO 1960 )
çeşitli bitkilerin polenini, besleme değerlerine göre sınıflandırmış ve meyve ağaçları, beyaz
üçgül (Trifoliumrepens) ve mısır polenini "Besleyici değeri çok yüksek polen "; pamuk,
karaağaç ve karahindiba polenini "Besleyici değeri yüksek polen" ; ceviz ve akağaç polenini
"Besleyici değeri zayıf polen", çeşitli çam türlerinin polenini ise "Besleyici değeri çok zayıf olan
polenler " olarak nitelendirmiştir.
VİVİNA ve PALMER (1944) bazı bitki türlerinin poleninde bazı esansiyel amino
asitlerin yetersiz olabileceğini ve bunun da besleme değerini etkileyebileceğini bildirmekte, DE
GROOT(1953) ise arginin, histidin, leucine, isoleucine, ıysıne, methionin, fenilalanin, thronin,
triptofan ve valinin esansiyel amino asitler olduğunu, normal büyüme ve gelişme için bu amino
asitlerin be maddeleri ile vücuda alınması gerektiğini, prolin, glysin ve serinin esansiyel amino
asitler olmadığını ancak bunların da gelişmeyi olumlu yönde etkilediklerini vurgulamaktadır.
İlkbaharda normal koloni gelişmesinin duraklamasının polen eksikliğinden veya arıların
zehirli polen toplamasından kaynaklandığı ( MAURİZİO, 1960 ;LOVELL, 1963 ); bu tür
gelişme bozukluklarını ortadan kaldırmak için arıcıların kolonilerini proteince zengin polen
ikame yemleriyle besledikleri bildirilmektedir. ( SECEHAEFFER ve FARRAR, 1941;
HAYDAK, 1933, 1937, 1939, 1940 ve 1958 ).
M.M.C 44
Polen ikame yemleri, kolonilerin ilkbaharda hızlı gelişmeleri ve diğer mevsimlerde
gelişmenin devam etmesi amacıyla kullanılmaktadır. Genel olarak polen ikame yemlerinin, zirai
mücadele ilaçlarından zarar gören kolonilerin güçlendirilmesi, ana arı ve paket arı üretimi,
koloni populasyonunun ana nektar akımına hazırlanması ve polinasyon hizmetlerinin sağlanması
amacıyla yapılmaktadır (STANGER ve LAİDLAW, 1974).
Arıların beslenmesinde iki tip proteince zengin yem kullanılmaktadır. İçerisinde polen
olmayan ve polen yerine geçebilecek maddelerin karışımı ile hazırlanan yemlere polen ikame
yemleri ( Pollen substitute ),içerisinde bir miktar polen bulunan yemlere ise polen katkı yemleri
( Pollen supplement )adı verilmektedir. ( ROBİNSON ve NATİON, 1966 ). Soya unu, kuru bira
mayası ve süt tozu ile yapılan polen ikame yemlerinin oldukça yaygın olarak kullanıldığı,
bunlara bir miktar yumurta sarısı ve kazein ilavesi ile yemin kalitesini taze toplanmış polen
kalitesine ulaştığı bildirilmektedir. (HAYDAK, 1958, 1967; WAHL, 1963, 1968; STROİKOV,
1964).
Arıların beslenmesinde iki tip proteince zengin yem kullanılmaktadır. İçerisinde polen
olmayan ve polen yerine geçebilecek maddelerin karışımı ile hazırlanan yemlere polen ikame
yemleri ( Pollen substitute ),içerisinde bir miktar polen bulunan yemlere ise polen katkı yemleri
( Pollen supplement )adı verilmektedir. ( ROBİNSON ve NATİON, 1966 ). Soya unu, kuru bira
mayası ve süt tozu ile yapılan polen ikame yemlerinin oldukça yaygın olarak kullanıldığı,
bunlara bir miktar yumurta sarısı ve kazein ilavesi ile yemin kalitesini taze toplanmış polen
kalitesine ulaştığı bildirilmektedir. (HAYDAK, 1958, 1967; WAHL, 1963, 1968; STROİKOV,
1964).
Arılara seçme şansı verildiğinde saf poleni ikame yemlerinden çok daha fazla
tükettikleri(WAHL, 1963;HAYDAK 1967), polen ikame yemlerinin tüketiminin az olmasının
bu yemlerin arılara çekici olmamasından veya ortamda polen bulunmasından kaynaklandığı
( WALLER ve ark., 1970; STANDİFER ve ark. 1973 ) belirtilmektedir.
Forster (1966) kolonilerin ne zaman ve nerede polen ikama yemlerle beslenmesi
gerektiği önerisinin çok güç olduğunu, ne zaman polen kıtlığı olacağını tahmin etmenin çok zor
olduğunu ve kolonileri proteinli ek yemlerle beslemenin polen sıkıntısını gidermesi bakımından
önemli olduğunu; buna karşılık GOODERHAM (1950) kolonilerin bulunduğu bölgede doğal
olarak polen bulunuyorsa proteince zengin yemlerle beslemenin bir yararı olmayacağını ve
önerilemeyeceğini; STANGER ve LAİDLAW(1974)ise Kalifornia'da yaptıkları çalışmalarda
polen ikame yemleriyle beslenen koloniler ile kontrol kolonileri arasında popilasyon gelişmesi
bakımından önemli bir farklılığın olmadığını bildirmektedirler.
VİNOGRADOVA(1951) bira mayası ile beslenen kolonilerde yavru üretiminin daha
fazla olduğunu, kontrol kolonilerinde bal veriminin ortalama 13kg olmasına karşılık, bira
mayası ile beslenen kolonilerde 26kg olduğunu;FORSTER(1968) ise kolonilerin proteince
zengin yemlerin maliyetine eş değer miktarda şurupla beslenen kolonilerde yavrulu alanda 0.8
çerçevelik bir artış olduğunu, buna karşılık proteince zengin yemlerin maliyetine eşdeğer
miktarda şurupla beslenen kolonilerde bu artışın 2.2 çerçeve olduğunu vurgulamaktadırlar.
Genel olarak kolonilerin beslenmesinde başarının iklim ve mevsime bağlı olduğu, soğuk
havalarda başarının zayıf, ilkbaharda ise yüksek olacağı, doğal olarak polenin bulunmadığı
zamanlarda veya polenin kalitesiz olduğu dönemlerde proteince zengin yemlerle beslemenin
etkili olacağı bildirilmektedir (MC.GREGOR, 1952; TABER,1973; SCHOLZ, 1861).
Arıların proteince zengin polen ikame yemleri ile beslenmesi amacıyla çok çeşitli
rasyonlar geliştirilmiş ( HAYDAK,1965; BAKER ve LEHNER, 1976; DETROY ve HARP,
1976;DOUL, 1977 ; STANGER ve GRİPP, 1972; WYNDHAM, 1973 ) olup bunlardan en çok
kullanılanı 3 kısım soya unu 1kısım bira mayası ve 1 kısım yağsız süt tozunun karıştırılması ile
hazırlanan yemdir.
Ülkemizde polen ikame yemleri ile yapılan çalışmalar henüz yeni başlamıştır. Özellikle
sonbaharda çam balı üretimi için Muğla ili ve çevresine taşınan yüz binlerce kolonide polen
yetersizliği nedeni ile yavru üretimi durmakta, koloni populasyonu azalmakta ve arılar kış
mevsimine zayıf olarak girdiklerinden ölüm oranları artmaktadır. Kışı çıkartabilen koloniler ise
genellikle zayıf olduğundan ana nektar akımına kuvvetli bir populasyonla girememekte ve
randıman düşmektedir.
M.M.C 45
EK BESLENME METERYALLERİ
Beslenme materyalleri; bal, polen, yağsız süttozu, yağsız soya unu, su, pudra şekeridir .
Bu materyallerin yapımı için; ölçü, tartı aletleri ve çeşitli kaplara ihtiyaç vardır.
Ek Beslenme Materyallerinin Nitelikleri
BALIN; temiz, kaliteli, kaynağı belli hastalıksız, koloni ve peteklerden alınan ve
fermantasyona uğramamış özellikler taşımalıdır.
ŞEKER; arı beslemesinde rafine edilmiş; pancar ve kamıştan elde edilen şekerin
kullanılması gerekmektedir. Çeşitli kimyasal maddelerle karıştırılmış, boyanmış, pekmez şekeri,
kahve renkli şekerler ve lokum şekerleri gibi şeker türlerinin kullanılması sakıncalıdır.
Bu tür materyallerin kullanılması halinde arılarda bir takım sindirim bozukluklarına
neden olur ve hastalıklarına yol açar.
POLEN; Nemsiz, taze, küflenmemiş, fermantasyona uğramamış, kaynağı bilinen ve
hastalıksız kolonilerde alınan polen kullanılmalıdır. Polen yerine ikame maddeler olarak; yağsız
soya unu ve yağsız süttozunun kulanım tarihlerine dikkat edilmelidir.
SU; suyun katılması gerekli yemlere, temiz ve kaynatılmış olması gerekmektedir.
Bu materyallerin özelliklerine riayet edilmediği taktirde, kolonilerde beslenme
bozuklukları ve hastalıklara neden olur.
M.M.C 48
Beslenme Materyalinin Yapımı
Günümüzde en çok kullanılan beslenme materyalleri;
Kek,
Bal,
Şurup ( şeker) ile besleme
Kek`in Hazırlanması
Kolonilerin miktarı ve koloni ihtiyaçlarına göre kek malzemeleri hazırlanır.
5.2.1.1. Kek Yapımı Formülü;
3 kg bal +1 kg polen + 6 kg pudra şekeri
3 kg bal + 1 kg yağsız süttozu veya 1kg yağsız soya unu +6 kg pudra şekeri
3 kg bal +6 kg pudra şekeri
Yukarıdaki oranlarda hazırlanan malzemeler bir kaba bırakılır, iyice karıştırılır, temiz
süzme balı 60 C. Geçmeyecek şekilde bir su dolu kap içerisinde ısıtılır ısısı 30C.ye gelince
( hastalık var ise ) ilaç katılır ve karışım üzerine dökülür, daha sonra elle veya mekanik olarak,
ekmek hamuru kıvamına gelinceye kadar yoğrulur ve hazır hale geldiğinde kullanılmaya hazır
hale gelir.
Kek Kullanımı Hangi Durumlarda Tercih Edilmelidir ?
-Anaarının yetiştirildiği dönemlerde.
-Açlık tehlikesiyle karşı karşıya gelindiğinde ve uçuşların müsait olmadığı dönemde
-Uzun süre kovan kontrolü yapılmayan dönemlerde ( tabiat koşulları)
-Arının suya ihtiyacının en az olduğu dönemlerde.
Kek 'in Kolonilerde Kullanımı
Düz pasta biçimine getirilen kek kare şeklinde yağlı kağıt üzerine yayılır. Daha sonra
uzun vadede kullanılacaksa mumlum kağıda sarılır ve dondurulur. Kek kullanılırken kovan
açılır. Doğrudan yavrulu çerçevelerin üzerine bastırılarak yerleştirilir. Kurumasını önlemek için
kağıt yüzeyi üste gerilir, burada dikkat edilmesi gereken nokta kek in mutlaka arının en
yakınına, kolayca ulaşabileceği yere konulması gerekir Kek, kovan içerisindeki çanta
şurupluklarla da verilebilir, bu yöntem özellikle sıcak dönemlerde tercih edilmelidir.
İlkbahar Beslenmesi İçin Şurup Formülü
1.) 4kg. bal+ 1kg şeker+ 3lt. su
2.) 1kg şeker+ 1lt su
3.) 1kg şeker+ 1/2lt su
4.) 1kg bal+ 1/2lt su
M.M.C 49
Beslenme
Beslenme Tarihinin Tespiti
İyi bir hasat yapılabilmesi için, yumurta petek gözüne bırakıldıktan sonra, 42 gün
geçmesi gerekir. İlkbahar başlangıcından esas nektar akımı başlangıcına kadar olan zaman
aralığında, arıların ister balları olsun isterse olmasın, uygun çevre şartlarında kendi doğal besin
maddelerine uygun yemlerle beslenerek, hem açlıktan ölmeleri önlenir hem de
kuvvetlendirilerek esas nektar akımına kuvvetli kadrolarla girmeleri sağlanır. Tarlacı işçi arı
kadroları, çok kuvvetli olacağından doğadaki nektar ve polen kaynaklarından en ekonomik
şekilde faydalanırlar. Nektar akımı mevsiminde, nektarı toplayan 21 günlük işçi arı sayısı ne
kadar fazla olursa, kovana taşınan nektar o kadar fazla ve elde edilen bal o oranda yüksek olur.
Böylece koloniler ; Kısa süreli nektar akımında yerlerine göre, daha fazla yararlanacaklarından
yüksek verim sağlarlar.
Nektar akımının hangi tarihte başladığı deneyimli arılar tarafından bilinir. Beslemeye bu
tarihten 5-6 hafta önce başlanırsa, Kolonilerin kuvvetli olarak nektar akımına girmeleri
sağlanmış olur. Doğadaki nektar akımı bilinen tarihten 1-2 hafta erken veya geç başlayabilir.
Bunun için, nektar başlangıcını kestirmek oldukça güçtür. Arıcılar mevsim başındaki şartları göz
önünde tutarak, kendi özel kayıtlarını yöresel meteoroloji bültenleri ile karşılaştırarak, aşağı
yukarı bir tarih belirleyebilir. Bu bilgilerin ışığı altında şu şekilde tarih tespit edebiliriz.
Bölgedeki esas nektar akımı döneminin haziranın son iki haftası ile Temmuz 'un ilk iki
haftası olduğunu var sayalım. İşçi arı ömrünün son üç haftasında tarlacılık görevi yapabileceğine
göre bir işçi arının nektar akımı devresinde en az bir hafta bal toplayabilmesinin mümkün
olabilmesi için işçi arıyı meydana getirecek yumurtanın ana tarafından en geç 26 Mayıs 'ta ve en
erken de 21 Nisan 'da petek gözüne konulması gerekir.
Böylece 21 Nisan 'da 26 Mayıs 'a kadar yumurtlayan yumurtalardan meydana gelecek
işçi arılar, 1-4 haftalık bal akımı devresinde ergin tarlacı olarak görev yapabileceklerdir. 28
Nisan ve 12 Mayıs tarihleri arasında bırakılan gelişen işçi arılar esas bal akımı devresinde, aktif
tarlacı olarak en fazla yararlanan arılar olacaklardır.
İlkbahar teşvik beslemesi, ister uygun çiçeklenme ve hava şartlarıyla olsun, isterse yapay
olarak olsun, bu devrede üstün bir değer taşır. Bal üretimi sadece kolonideki 21 günlük işçi arı
kadrosunun kuvvetli olmasına bağlı değildir. Ayrıca, Nektar ve polen kaynaklarının bolluğuna
ve kalitesine ve devamlılığına, nektardaki şeker oranına, uygulanan tarım yöntemlerine, iklimin
elverişli olmasına ve sonuç olarak arılıkta ve yörede bulaşıcı arı hastalıklarının bulunmamasına
bağlıdır.
Sonbahar Beslemesinin Amacı :
Ana arıyı yumurtlamaya teşvik, Kolonileri, genç arı jenerasyonunu ile kışlatmak Yeterli
kış yiyeceği sağlamak , Kışı en az kayıpla atlatmak , Hastalıklarla mücadelede, ilaçları kolayca
arıya vermek, Yukarda belirtilen oranlarda malzeme hazırlanır, su kaynatılır ve soğumaya
bırakılır.
Su ılıyınca, şeker veya bal ilave edilir, eriyinceye kadar karıştırılır. Şurup kesinlikle
kaynatılmamalı aksi halde arılarda sindirim bozukluklarına ve hastalıklara sebebiyet verir.
Hazırlanan şuruplar çeşitli araçlardan yararlanılarak kolonilere verir. Çanta şurupluklar
(kabartılmış) peteklerde verilerek şuruplama yapılmaktadır. Şurup, kovan içerinde verildiği gibi
dışarıda da verilir. En ideal beslenme biçimi ;iç besleme olarak akşamüstü yapılmalıdır.
Dışarıda yapılan besleme yağmacılık tehlikesini meydana getirir.
Özetle;
-Gıdanın yetersiz olduğu durumlarda ek gıda temini
-Ana arıyı yumurtlatmaya teşvik
-Hastalıklarla mücadele ilaçlarının arıya kolayca verilmesi
-Kolonilerde gelişmeyi hızlandırmak
-Suni oğul elde etmek
-Arıyı geliştirip nektarın geldiği zamanlarda iyi ve çok bal elde etmek için
ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR
WITHERELL, ( 1984 ), 8-24 saatlik larvaların transfer edilmesi sonucunda transferden
sonraki üçüncü gün sonunda her bir anaarı yüksüğünün 148-281 mg. arı sütü içereceğini
bildirmektedir.
SLOW ( 1985 ), arı sütü üretimine besleyici işçi arıların yaşı, ırkı, mevsim ile aşılanan
larva sayısı ve yaşının önemli düzeyde etki ettiğini, boş yüksük tabanına bırakılan larvalarda
tutma oranının %76 olduğunu bildirmektedir.
TASANEE ( 1988 ), bal arısı kolonilerini polen ikame yemleri ile besleme şeklinin arı
sütü ve anaarı üretimi üzerine etkisini araştırmak için koloni başına 60 adet larva transfer ederek
yaptığı bir çalışmada tutma oranını %76.17, 3. Gün yaptığı hasat sonunda ise bir yüksükten
ortalama 0.420 g arı sütü elde ettiğini bildirmektedir.
M.M.C 51
ZYTOON ve ark. ( 1988 ). Bal arısı kolonilerini polen ikame yemleri ile besleme
şeklinin arı sütü ve anaarı üretimine etkili olduğunu bildirmişlerdir. Yapılan çalışmada yavrulu
alanda yapılan beslemenin çıtalar üzerinde yapılan beslemeye göre %20-35 daha fazla arı sütü
üretiminin olduğunu ve besin gereksiniminin de artığını göstermişlerdir. Ayrıca yavrulu alanda
yapılan beslemenin arılarda hypophryngeal salgı bezlerinin gelişimini arttırdığı ve anaarı üretim
kapasitesini yükselttiği bildirilmiştir. Yine aynı çalışmada polen ikame yemleri ve polen ile
besleme uygulanan kolonilerden elde edilen arı sütünün yapısında ve anaarıların kalitesinde
önemli bir farklılık görülmediğini, araştırma sonunda tutma oranının %66.7-86.7 arasında
olduğunu bildirmişlerdir.
KAFTANOĞLU VE KUMOVA ( 1990 ),Çukurova bölgesi koşullarında yaptıkları bir
çalışmada nisan, mayıs ve haziran aylarında aşılama randımanı sırasıyla %91.4, 83.3 ve 81.7
olarak saptamışlar ve Çukurova bölgesinin zengin florası ve ılıman iklimi nedeniyle özellikle
ilkbaharda ana arı yetiştiriciliği için çok uygun bir ekolojik yapıya sahip olduğunu, anaarı
yetiştiriciliğine Nisan ayı içerisinde başlanabileceğini ve Eylüle kadar devam edileceğini, büyük
çapta ticari ve randımanlı anaarı yetiştiriciliğinin ise ancak nisan ve mayıs aylarında
yapılabileceğini bildirmiştir.
SHENGMING ve ark. (1991), arı sütü üretimine etki eden önemli faktörlerden birinin
kolonilere transfer edilen larva sayısı olduğunu, larva sayısı arttıkça yüksük başına düşen arı
sütü miktarında düşme olduğunu, fakat toplam arı sütü miktarında artış sağlandığını
bildirmektedirler.KAFTANOĞLU ve ark.,(1992), larva transferi yapılan başlangıç ve besleme
kolonileri ne kadar güçlü olursa olsun bu kolonilere bir defada 30-45 arasında veya en fazla 60
aşılama yapılması gerektiğini, transfer edilen larva sayısı arttıkça tutma oranının düşmekte
olduğunu bildirmektedir.
JİANKE and WEİTUA,(1995), Çin'de, mayıs ayında koloni başına 30-60 ve 120 adet
larva aşılayarak larva tutma oranlarını sırasıyla %93.29, %95.22 ve %90.43, aynı guruplarda
koloni başına toplam arı sütü miktarı ortalamalarını 12.47 ± 11.23g, 18.27 ± 4.9g ve 27.01 ± 11.
14 g olarak saptanmış ve yüksük sayısı ile toplanan arı sütü arasında pozitif korelasyon olduğu
bildirilmiştir.
FUHAI ve ark.,(1993), haziran ve ağustos ayları arasında 1989-1991 yılları arasında
aşılama çerçevesi verildiği sırada besleme yapmanın 1989,1990 ve 1991 yıllarında koloni başına
ortalama koloni başına sırasıyla 100,120 ve 100adet larva aşılayarak yaptıkları bir çalışmada,
ortalama tutma oranını sırasıyla %87.8,91.6 ve 85.2, koloni başına toplam arı sütü miktarını ise
14.67± 7.13, 24.2 ± 7.0 ve 23.5 ± 7.5 g olarak saptamışlar ve çevrede bal bitkileri olmadığı
zaman ek besleme ile arı sütü üretiminin artırıldığı saptanmıştır.
Çin'de 1993 yılı mayıs ve ağustos ayları arasında 72 saatlik larva kullanılarak koloni
başına 120 adet transfer yapılan bir çalışmada bir yüksükteki ortalama arı sütü miktarını 0.24 ±
0.06g, koloni başına ortalama arı sütü miktarını ise 26.04 ± 8.82g olarak saptamışlardır.
( ANONİYMOUS,1993).
SHENGMING ve ark.,(1993), arı sütü üretiminin aşılanmış larva sayısıyla doğru orantılı
olarak artma eğiliminde olduğunu, yüksüklerden ortalama 170-250mg arı sütü alındığını ve arı
sütü üretiminin yüksük başına 280mg'ı geçerse yüksük sayısının arttırılabileceğini
bildirmektedirler.
SHIBI VE ARK.(1993 b), Çin'de şubat ve ağustos ayları başında ZAU A hattı, Karpat
Arısı (Apis Mellifera Carpatica) ve italyan arısı (Apis Mellifera Ligustica) arılarıyla her bir
kovana 100 adet larva aşılayarak yaptıkları bir çalışmada tutma oranını sırasıyla %77.2, %48.5
ve %75.1, yüksükteki ortalama arı sütü miktarını 0.375± 0.03g, 0.232 ±0.03g ve 0.347 ± 0.06g
ve koloni başına alınan ortalama arı sütü miktarını ise 31.4 ± 5.2g, 11.35 ±7.5g ve 278.9 ±5.2g
olarak bildirmişlerdir. Ayrıca Karpat Arısının yöre koşullarından etkilenip fazla bir performans
göstermediğini ve ZAU A hattı ile İtalyan arısının arı sütü üretimi için uygun ırklar olduğunu,
çiçeklenme periyodu boyunca arıların floradan yararlanmasına paralel olarak üretilen arı sütü
miktarında azalma veya artma olduğunu bildirmektedirler.
M.M.C 52
SHIBI ve ark., (1993 b), farklı besleme yöntemlerinin tutma oranına etkisini saptamak
için yaptıkları bir araştırmada ; tutma oranını, transfer çerçevesi verilirken yapılan beslemede
%91.6, hasattan bir gün önce yapılan beslemede %84.6, her gün yapılan beslemede %91.3 ve
kontrol gruplarında ise %89.8 olarak saptanmıştır. Sonuçta transfer çıtaları verilirken yapılan
besleme guruplarındaki tutma oranının, hasattan bir gün önce besleme yapılan guruplara göre
%6.7 daha fazla olduğunu belirlemişlerdir. Ayrıca transfer edilen larva yaşının arı sütü verimi
üzerine etkili olduğunu belirlemişlerdir. Ayrıca transfer edilen larva yaşının arı sütü verimi
üzerine etkili olduğunu, 60 saatlik ve daha yaşlı larvaların arısütü üretimi amacıyla transfer
edilmesinin uygun olmadığını, yüksek oranda arı sütü üretimi için, 12-24 saatlik larvaların
transfer edilip arı sütünün transferlerden 72 saat sonra hasat edilmesini veya 48 saatlik larvaların
transfer edilip arı sütünün 48saat sonra hasat edilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.
SHIBI ve ark. ( 1993 c), aşılanan anaarı yüksük sayısının arı sütü verim ve kalitesi
üzerine etkilerini araştırmak için Mart ve Eylül ayları arasında 4 ayrı arı hattı ile yaptıkları bir
çalışmada; tutma oranını sırasıyla %87.78, %63.50 ve %75.47, bir yüksükte arı sütü miktarını
ise 0.305g, 0.315g,0.281g ve 0.301g olarak bildirmişlerdir. Ayrıca arı sütü verimin yüksük
sayısıyla doğru orantılı olarak belirgin bir artış gösterdiğini, yüksük başına düşen arı sütü
miktarının göz sayısının artmasıyla belirgin bir şekilde düştüğünü belirtmişlerdir.
SHIBI ve ark., ( 1993 d ), aynı yaştaki besleyici arıları bir araya getirerek larva tutma
oranı ve üretilen arı sütü miktarını araştırdıkları bir çalışma sonucunda 8 günlük işçi arıların
bulunduğu kolonilerin oldukça düşük arı sütü üretimine ve tutma oranına sahip olduklarını, bu
yaştaki arıların salgıladığı arı sütünün ekonomik bir değerinin olmadığını belirtmişlerdir. 24
saatlik larvaların kullanıldığı ve koloni başına 100 larva aşılandığı çalışmada 1989,1990 ve 1991
yıllarında ortalama tutma oranını sırasıyla %94.5, %94 ve %95 olarak, bir yüksükteki ortalama
arı sütü miktarını ise sırasıyla 0.327g, 0.469g ve 0.346g olarak saptamışlardır.
GÜLER ve Ark., (1994 ), Türkiye'nin altı değişik yöresini temsil eden genotiplerle
Çukurova Bölgesi koşullarında yaptıkları bir çalışmada Nisan, Mayıs, Haziran be Temmuz
aylarında larva tutma oranı ortalamalarını sırasıyla % 79.51, %62.50, %96.88 ve % 77.43 olarak
bildirmektedirler.
SONUÇ
Türkiye 4 mevsimi bir arada yaşayan birisidir. Bunun arıcılık açısından önemi büyüktür.
M.M.C 54
Akdeniz ve Ege bölgelerinde sonbahar ve kış mevsimlerinde de çiçekli bitkilerin
bulunması , arı kolonilerinin nektar ve polen toplamasına olanak sağlamaktadır.
Arılar protein gereksinimini taze polenden karşılayabilmektedir. Ancak koloni
gelişmesini hızlandırmak, kolonilerin ana nektar akımına kuvvetli bir populasyonla girmelerini
sağlamak ve randımanlı bir üretim yapabilmek için veya KEK+ŞURUP ile beslemenin de
yararının olduğu gözlenmiştir.
İlkbaharda yapılan ek beslemenin bal verimi, arı sütü ve yavru üretiminde etkisi oldukça
fazladır.
Kolonileri sonbaharda sadece proteinli ek yemlerle beslemenin koloni gelişmesine
önemli bir katkısının olmadığı, bununla birlikte verilen şurubun yavru üretimini ve polen
toplama aktivitesini hızlandırdığı görülmüştür. Arı yetiştiricilerinin sonbaharda kolonilerini
ŞURUPLA veya KEK+ŞURUP kombinasyonu ile beslemelerinin kış kayıplarını azaltacağı ve
ilkbaharda daha güçlü kolonilere sahip olacaktır.
DERS – 3
Konu - 1 ANA ARI YETİŞTİRİCİLİ ve ÖNEMİ
Okuma Metni ANA ARI YETİŞTİRİCİLİĞİ
OKUMA METNİ
ANA ARI YETİŞTİRİCİLİĞİ
GİRİŞ
Arı yetiştiriciliğinde verim alabilmek için; kullanılacak damızlığın bölgeye adapte
olabilen ve genetik potansiyeli bilinen ırk olması temel kuraldır.
Ülkemizde Doğu Anadolu, Karadeniz, İç Anadolu ve Ege-Akdeniz bölgelerimizin
iklimleri birbirlerinden fevkalade farklılık arz etmektedir. Özellikle bu dört bölgemizin her
birisinde yüzlerce yıldır yaşamakta olan arı kolonileri kendilerini bu bölgelerin iklim ve
florasına öylesine adapte etmişlerdir ki; her bölgede, o bölgenin iklim ve florasından
kaynaklanan ırklar oluşmuş ve bu ırklar fizyolojik olarak değişik davranışlara sahip olmuşlardır.
Flora ile olan ilişki sadece fizyolojik davranışlarda kalmamış, arıların morfolojisini de
etkilemiştir ve Kafkas arısının hortumu üçgül çiçeklerinin derinde olan deniz arıları orman
gülündeki kumarın maddesine dayanıklı hale gelmiş, İç Anadolu Arısı Mayıs- Haziran ayı
çiçekleri nektar akımından hızla faydalanmaya adapte olmuş, Muğla arısı ise Eylül-Ekim
aylarında çam balına adapte olduğundan bu mevsime endekslenerek hızla çoğalmaktadır.
Son 30-40 yıldır gezginci arılarımız daha çok bal almak düşüncesi ile kolonilerini,
çiçeğin olduğu ülkenin her yerinde gezdirmektedirler. Her bölgenin eko tipi olan yerli arılar,
gezginci arıcıların arıları ile oğul mevsiminde melezleşerek yıllar yılı yörelerine adapte olarak
doğal seleksiyon sonucu verimli hale gelen eko tipler gezginci arılar ile melezleşmişlerdir. Ana
arıların, 3-8 km. çevrede uçuş sırasında çiftleşmesi doğal davranış olup; melezleşme kaçınılmaz
bir sonuç olmuştur. Yıllardır devam eden kontrolsüz melezleşme sonucunda da verimsizlik ve
dejenerasyon görülmüştür. Sonuçta çevre şartlarına dayanıklı eko tipler, gezginci arıcılık
dolayısıyla orijinalliklerini koruyamamışlar, olumsuz karakterler ileri melez generasyonlarıda
dominant karakter olabilmiştir. Sonuç olarak arıcılarımızın yaygın şikayetleri Orta ve Doğu
Anadolu’da yazın nektar akımı döneminde çok hızlı yavru yapan ama bal stokla mayan,
sonbahara çok yavrulu bol stoksuz giren, kış şartlarına dayanıksız ve ölen arı mevcudu
oluşmuştur.
M.M.C 63
Ülkemizde, arıcılığın kurtuluşu gezginci arıcılık ile birlikte DAMIZLIK ANA ARI
ÜRETİMİ VE DAMIZLIK ANA ARI KULLANIMIDIR.
Hibrid yetiştiriciliğinde ilk olarak yöreye uygun ve iyi kombinasyon verecek ırklar ya da
hatlar seçilir. Her zaman istenilen sonucun alınabilmesi için, seçilen ebeveyn hatlar seleksi yon
yoluyla, mümkün olduğunca ortak özelliklere kavuşturularak saflaştırılır, istenilen karakterler
elde edilir ve sabitleştirilir. Bu saf hatların elde edilebilmesi için yapay dölleme gereklidir.
Kullanma Melezleri
Saf bir ırkın bakire ana arısının; yaşanılan coğrafi bölgede bulunan lokal kolonilerin
erkek arıları ile çiftleşmesi ile elde edilen çiftleşmiş ana arılara kullanma melezi ana arılar
denmektedir.
Burada bir nevi hibrid yetiştiriciliği yapılmakla beraber erkek kolonilerin ırk özellikleri
bilinmediğinden ve bilinse bile tecritli çiftleştirme bölgesinde kontrollü çiftleştirme
yapılmadığından bu ana arılara hibrid demek mümkün olmamakta, verimleri konusunda kesin
bir ifade kullanılamamaktadır.
Tecritli çiftleştirme alanları tesis edemiyorsanız bu tür üretim kaçınılmaz olmaktadır.
Türkiye´de 1978 yılından bu yana yapılan ana arı yetiştiriciliği bu temele dayalı olarak
yapılmaktadır. Ana hattı Kafkas olan kullanma melezi ana arılar yetiştirilmektedir.
Ana arılar Kafkas ırkından yetiştirilmekte, bu ana arıların çiftleşmeleri için normal yani
değişik ırk ve melez kolonilerin bulunduğu yerlerde çiftleşmeleri sağlandığından erkek koloniler
hakkında hiç bir şey söylemek mümkün olmamaktadır.
UYGUN BİR GÜNDE ( Bal akışının ve polen gelişinin olduğu bir gün)
İki bölmeli çerçeveli çiftleştirme kutularından alınan temel petekli, mümkünse
kabartılmış 4 adet küçük çerçeve normal bir kovan çerçevesine yerleştirilir.
Çiftleştirme kutusundan alınan küçük çerçevelerin yerleştirildiği normal çerçeve
damızlık koloniye, yavrulu çerçevelerin arasına verilir ve damızlık koloni beslenir.
Bakıcı koloni olarak seçilen koloninin güçlü ( en az 7-8 çerçeve yavrulu ) olması gerekir.
Bu koloninin ana arısı alınır ve bu koloni de beslenir.
Ana arısı alınan ve bakıcı koloni olarak ayrılan koloninin yaptığı ana arı gözleri kesilerek
temizlenir.
M.M.C 66
Damızlık kolonide üç gündür bekleyen çiftleştirme kutusu çerçeveleri takılı çerçeve
damızlık koloniden alınarak kontrol edilir: Bu çerçevelerde damızlık koloninin ana arısının
yumurtladığı günlük larvalar ve yumurtalar vardır. Eğer yoksa bu çerçeveler larva ve yumurtalar
görülene kadar damızlık kolonide birkaç gün daha tutulurlar.
Damızlık koloniye üç gün sonra takılan yumurtalı veya larvalı çerçeve alınarak, ana
arısız ve ana arı gözleri temizlenmiş olan bakıcı koloniye verilir. Üçüncü günde çerçevelerde
yumurta veya larva yoksa bu işlem daha sonraki günlerde yapılır ve koloni beslenmeye devam
edilir.
DERS – 4
Konu - 1 ARI ÜRÜNLERİ
Konu - 2 GEZGİNCİ ARICILIK VE BAL ARILARININ ZİRAİ
MÜCADELE İLAÇ UYGULAMALARINDAN
KORUNMASI
Konu - 3 ARI HASTALIKLARI VE ZARARLILARI
Okuma Metni AMERİKAN YAVRU ÇÜRÜKLÜĞÜ VE VAROA
ARI ÜRÜNLERİ
Ülkemizde arıcılık denilince esas olarak bal üretimine dayalı bir uğraşı akla gelmektedir.
Balmumu üretimi ise arıcılık yapmanın doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Arıcılığı
ileri gitmiş ülkelerde ise durum daha farklıdır. Bu ülkelerde arıcılık polinasyon, bal, balmumu,
propolis, polen, arı sütü, arı zehri, ana arı, oğul, paket arı gibi ürünlerin üretimini kapsayan geniş
bir tarım koludur. Hatta bu ülkelerde elde edilen her bir ürün çeşidine bağlı olarak üretim,
işleme, pazarlama ve kullanım aşamalarını içine alan milli endüstriler ve sektörler oluşmuştur.
Dünyadaki bu gelişmelere uyum sağlama açısından bakanlık bünyesinde son yıllarda yoğun
çalışmalara başlanmıştır.
Ülkemizin gerçekte çok büyük bir arıcılık arı ürünleri potansiyeline sahip olmasına
karşın, bizim bu durumdan yeterince yararlanamadığımız sonucunu çıkarmak mümkündür.
Özellikle dünya bal üretiminde bu denli büyük bir yere sahip olan ülkemiz, yakaladığı bu büyük
konuma karşılık, üretim ve pazarlama konusunda karşılaşılan teknik bilgi yetersizliği,
amenanjman problemleri, organizasyon eksikliği, hileli üretim v.b. sorunlar nedeniyle hak ettiği
yere ulaşamamıştır. Aynı durum diğer arı ürünleri olan polen, arı sütü, balmumu içinde söz
konusu olmaktadır. Standartlarımızın dünya pazarında aranan kriterlerden farklı olması özellikle
işleme ve pazara sunma aşamasında karşılaşılan uyumsuzluklar, ülke ekonomisi için büyük bir
potansiyeli elinde tutan arıcılık sektörümüz için olumsuzluk arz etmektedir. Bu nedenle bir an
önce standartların diğer pazar oluşturan ülkeler normlarına ulaştırılması ve bu yönde
düzenlemeler yapılması, üretici sorunlarının çözülmeye çalışılmasına hız verilmelidir. Aksi
taktirde artan potansiyel boşa gidecek, ülke ekonomisi için önemli bir kaynak oluşturabilecek
olan arıcılık sektörü yeterince değerlendirilmeyecektir.
M.M.C 67
Balmumu
İşçi arıların 12-18 günlük yaş dönemlerinde karın halkalarındaki mum salgı bezlerinden
salgılanan bir maddedir. Rengi salgılandığı an beyazdır, sonra koyulaşır. Arılar petek gözlerini
örmek için balmumu üretirler. Arılar 1 Kg balmumu üretebilmek için 6-10 Kg bal yemeleri
gerekmektedir. Mum salgılayan arılar önce bal yerler, daha sonra 35oC de zincir şeklinde salkım
oluşturarak mum salgılarlar.
M.M.C 69
Özellikle Afrika, Orta ve Güney Amerika da baldan daha önemli bir arı ürünüdür.
Balmumu geleneksel olarak petek kırıntılarının sıcak su içinde eritilip yüzeyde toplanan mumun
soğutulmasıyla elde edilebildiği gibi güneş enerjili mum eritme kapları da kullanılır.
Balmumu büyük oranda temel petek yapımında ve kozmetik sanayinde kullanılmaktadır.
Ayrıca mum sanayinde, parlatıcı boya ve cila yapımında, dişçilik gibi alanlarda da kullanım
alanı bulmaktadır. Burada çok önemli bir hususa da değinmek gerekir. Arıcılık yönetmeliğinin
zorunlu bir hükmü olarak, temel petek yapımında kullanılacak balmumunun 110oC’de 12 saat
süreyle sterilize edilmesi gerekmektedir. Balmumu %100 saf olmalı, parafin, serezin, reçine ve
iç yağı gibi yabancı maddeler içermemelidir.
Balmumunun renginin açık olması istenir. Balmumu 42 saat güneşte bırakılırsa rengi
açılır. Ülkemiz açısından arıcılıktan baldan sonra 2. ekonomik arı ürünüdür.
Balmumunun Saf Olduğunu Nasıl Anlarız?
Saf balmumu benzin içinde tamamen erir.
Saf balmumu ateşe atılırsa tamamen yanar, ortama güzel bir koku yayılır.
Balmumundan küçük bir parça çiğnendiğinde saf mum dişlere yapışmaz, kötü tat ve
aroma hissedilmez.
Bir kaba biraz mum koyup içine 20 g eter damlatılırsa ve 15oC kadar ısıtılırsa saf
balmumu erir. Katkılı balmumu erimez.
Polen
Polen çiçekli bitkilerin anterlerinde oluşan ve döllenmede rol olan erkek üreme birimidir.
Polen 6 - 200 mikron çapında değişik renklerde, şekillerde ve yapıdadır. Polen protein, vitamin,
mineral madde ve enzimler bakımından çok zengin bir besin maddesidir. Arılar kovanın protein
ihtiyacını karşılamak,yavruları beslemek için polen toplarlar ve bunları kovana taşıyarak petek
gözlerinde depolarlar.
Polenin Bileşimi
Polenin bileşiminde yaklaşık olarak %10 su, %20 ham protein, %28-35 karbonhidratlar,
%3-4 kül ve flavonoidler, karotenoidler, vitaminler(C,E,B kompleksi), mineraller, tüm serbest
amino asitler, nukleik asit ve nukleositler, enzimler(100den fazla) ve büyütme faktörleri
bulunur.
Polen Üretimi ve Muhafazası
Polen, polen tuzakları kullanılarak toplanmaktadır. Arının taşıdığı polen çeşitli
tuzaklardan geçerken tuzak haznesinde birikir. Biriken polenler 1-2 gün aralıklarla boşaltılıp 40
C yi geçmeyen sıcaklıkta kurutma dolaplarında kurutulup su oranı %7-8 e düşürülür. Daha sonra
eleklerden geçirilip temizlenen polen hava almayacak şekilde ambalajlanıp soğuk ortamda
saklanır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki polen toplamanın koloni performansı üzerinde
önemli bir olumsuz etkisi yoktur.
Kurutulmamış polen, oda sıcaklığında bir kaç gün içinde tüm besleyici değerlerini
kaybetmektedir.
Derin dondurucuda taze polen 1 yıla kadar saklanabilir (Dietz, 1975).
Kurutulmuş polen oda sıcaklığında bir kaç ay, buz dolabında 1 yıl, buzlukta birkaç yıl
saklanabilir. (Dietz ve Stephenson 1975 and 1980).
Polen güneş ışığı almayacak kavanozlarda, kuru ve karanlık odalarda saklanmalıdır.
Polen Toplamada Dikkat Edilecek Konular
Zirai mücadele veya ilaçlama yapılan alanlardan polen toplanmamalıdır (Rai et al., 1977).
Varroa mücadelesi veya hastalık olan kolonilerden polen toplanmamalıdır.
Kovan içerisindeki pislik ve kırıntıların polene geçmeyeceği Polen tuzakları kullanılmalıdır.
Nemli veya rutubetli yerlerde polen içerisinde maya ve küflerin oluşmaması için polen her
gün toplanmalıdır.
Polen taze olarak derin dondurucuda saklanmalı veya özel fırınlarda kurutulmalıdır.
Kuru polende rutubet oranı % 10 u geçmemeli, ısı 40 0C üzerine çıkmamalıdır.
M.M.C 70
Arı Sütü
Arı sütü 6-12 günlük işçi arıların ana arıyı ve genç larvaları beslemek için yutak üstü
salgı bezlerinden salgıladıkları beyaz krem renginde ve tereyağı kıvamında protein, vitamin,
mineral maddeler ve iz elementler bakımından oldukça.zengin bir besin maddesidir.
Arı Sütünün Bileşimi
Arı sütü bileşim itibariyle oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Yaklaşık yarısından
fazlası su ,protein, yağ, şeker, mikro elementler , enzimler, hormonlar, vitaminler, çeşitli yağ
asitleri ,10-HDA ve daha birçok maddeye ek olarak %3 dolayında henüz belirlenemeyen
maddeler bulunmaktadır. Etkileri bilinen fakat belirlenemeyen bu maddeler arı sütünün
olağanüstü etkilerini meydana getirmektedir.
Minimum Maksimum
Su 57% 70%
Proteinler 17% 45%
Sekerler 18% 52%
Lipitler 3.5% 19%
Mineraller 2% 3%
10-hydroxy-2-decanoic acid ve
lO-hydroxydecanoic acid
Propolis
Propolis, arıların bitki filiz ve tomurcuklarından toplayarak, kovan iç yüzeyini kapladığı,
çatlak ve kırıkları kapattığı, kovan içerisine giren yabancı maddeleri zararsız hale getirdiği,
petek gözlerinin ana arı yumurtlamadan önce temizlediği, antibakteriyal, antiviral, antifungal,
antioksidan, antiparazitik özelliklere sahip yapışkan ve reçinemsi bir maddedir. Arılar bu
bitkilerden topladığı reçinemsi maddeyi arka ayaklarında kovana taşırlar. Balmumu ve bazı
sindirim salgıları ile karıştırarak kovan içinde kullanırlar. Arının arka bacağında taşıdığı
M.M.C 71
propolis kovanda ancak diğer arıların yardımı ile boşaltılabilir. Arılar propolisi kovanda dip
tahtası, çerçeve kenarları, örtü bezi ve giriş deliği arkasında biriktirirler.
Propolisin yoğun olarak toplandığı bitki çeşitleri, bölgeye ve mevsime göre
değişmektedir. Bal arıları için çam, kavak, huş, at kestanesi, söğüt, kızılağaç, köknar, karaağaç,
dişbudak ,meşe önemli propolis kaynağı bitkilerdir.
Arılar çevreden propolis toplayamadığı zaman çeşitli boya, asfalt ve mineral yağları
içeren maddeleri propolis gibi kullanmak amacıyla toplamak zorunda kalırlar. Bu toplama
davranışı içerisine sokulması propolisin farmakolojik kullanımını tehdit etmektedir.
Modern arı yetiştiriciliğinde propolis toplama eğilimi yüksek arı ırklarıyla çalışmak
arıcının çalışma koşullarını ve bal hasadını zorlaştırmakta, petekli balın değerini düşürmektedir.
Ancak propolisin tıp, veteriner hekimlik, dişçilik kozmetik ve bitkisel üretim alanlarında
insanlara son derece yararlı yönleri ortaya konulduktan sonra bazı ülkelerde propolis üretimi son
derece önem kazanmıştır.
Arı Zehri
Arı zehri işçi arılarda zehir bezlerinde üretilip zehir torbasında depolanır. Petek
gözlerinden yeni çıkan arıların zehir üretme yetenekleri çok az olup 12 günlük olduklarında en
yüksek kapasiteye ulaşırlar ve 20 günlük olduklarında zehir üretme yeteneklerini kaybederler.
Arı zehri kimyasal olarak oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Farmakolojik açıdan önemli
aktif maddeler içerir. Bunlardan en önemlisi kimyasal yapının yaklaşık %50’sini oluşturan
polipeptit yapıdaki melittindir.
Arı Zehrinin Bileşimi
Enzimler
Phospholipase A2, Hyaluronidase, Acid Phosphomonoesterase, a glucosidase,
hysophospholipase
Protein ve Peptitler
Melittin, Apamine, Mast Cell Degranulating Peptide (MCD), Secapin, Procamine,
Adolapin, Protease inhibitor, Tertiapinc, Küçük moleküllü peptides (<5 amino acids)
Aminler ve Diğerleri
Histamine, Dopamine, Noradrenaline, Amino asitler, Şekerler, Aromatik maddeler,
Fosfolipidler
Arı zehri üretimi için, elektro-şok prensibiyle çalışan cihazlar geliştirilmiş olup bu
cihazlarla oldukça pratik ve hızlı arı zehri toplanabilmektedir.
Uzaklık
Madde 14 — Mevcut imkanlar ölçüsünde arılıkların ilaçlama yapılan alanlardan uzak
yerlerde bulunmasına özen gösterilir. Bu uzaklığın en az 6 km. olmasına dikkat edilir.
Mücadele
Madde 15 — Zirai mücadele yapılacak yerlerdeki ve çevresindeki arıcılar mücadele
yapacak kuruluş ve şahıslar tarafından 7 gün önceden haberdar edilir. Ayrıca arıcılar Bakanlık
İl/İlçe Müdürlüklerinden bulundukları yöredeki mücadele programları hakkında bilgi alır.
İlaçlamada aşağıdaki hususlara uyulur.
a) İlaçlamadan belirli bir süre önce, ilaçlama programına alınan bölgenin genişliği,
kullanılacak ilacın cinsi, atılma zamanı, etki süresi ile bal arılarına olan etkisi kitle iletişim
araçları ile arıcılara duyurulur.
b) Zirai Mücadelede bal arılarını korumak için öncelikle sıvı ilaç kullanılır.
İlaç Uygulaması
Madde 16 — Arıların ilaçlardan zarar görmelerini asgari düzeyde tutmak için ilaç tatbik
edecek kişi ve kuruluşlarca aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulur.
a) İlaçlamaların kültür bitkilerinin çiçek açtığı dönemden önce veya sonra yapılmasına
dikkat edilir ve çiçek açma döneminde ilaçlama yapılmaz. Eğer bu devrede ilaç atma
zorunluluğu varsa kısa sürede parçalanabilen ve arılara en az düzeyde etkili ilaçlar seçilerek,
arıların aktif olmadığı zamanlarda uygulanır.
b) İlaçlanan meyve ağaçları altında veya tarla kenarlarında bulunan çiçekli yabancı otlar
arı zayiatını önlemek için ilaçlamadan önce imha edilir.
c) Gerek havadan, gerekse yer aletleriyle yapılan ilaçlamada ilaçlanan sahanın dışına ilaç
bulaştırılmaz. İlaç buharlarının sürüklenmemesi için rüzgarsız havada ilaçlama yapılır.
d) İlaçlamalar sırasında arıların su içtiği kaynaklara ilaç bulaştırılmaz. Ayrıca boşalan
ilaç ambalajları ortada bulundurulmaz.
M.M.C 76
e) İlaçlamalar akşam üzeri veya sabahları erkenden arıların uçuş yapmadıkları, faal
olmadıkları zamanlarda uygulanır. Çiçek tozları ile birlikte kovana taşınması, arı ve larvalarını
öldürmesi mümkün olan toz ve ıslanabilir toz ilaç formülasyonları yerine, varsa sıvı veya granül
ilaçlar, hatta çevreye en az düzeyde zarar veren kuru akışkan formülasyonlar tercih edilir.
f) Bütün ilaçlar, arılara aynı oranda toksik olmadığı ve bir selektivite bulunduğuna göre
arılara daha az zarar veren fakat hastalık veya zararlıya karşı etkili olan ve önerilen ilaçların
kullanılmasına özen gösterilir.
İlaçlardan Etkilenme
Madde 17— Arıcı, yetiştirici ve ilaç tatbik eden elemanlara; arıların ilaçlardan
etkilenmesi ve doğabilecek zararların önlenmesi için eğitim çalışmaları Bakanlıkça yaptırılır.
Yavru Hastalıkları
Amerikan Yavru Çürüklüğü
Ülkemizde ihbarı zorunlu yavru hastalıklarından olan bu hastalığın etmeni “Bacillus
Larvae” adlı bir bakteridir. Değişik çevre şartlarında uzun bir yaşam süresi olan hastalığın
sporları besleme görevi yapan bakıcı arılar tarafından larvaya bulaştırılır. Hastalığın yayılmasını
sağlayan sporlar, kovanın herhangi bir yerinde, peteklerde, bal ve balmumunda veya herhangi
bir ortamda 30-60 yıl canlı kalıp bu süre sonunda bile hastalık oluşturabilirler. Bulaşık yavru
M.M.C 78
çürüyerek ölür, gözlerin temizlenmesi ve yağmacılık nedeniyle kovan içi ve kovanlar arası
yayılma çok kısa sürede büyük bir hızla gerçekleşir.
Amerikan yavru çürüklüğü görüldüğünde veya şüpheli durumlarda Tarım ve Köyişleri
Bakanlığının İl ve İlçe Müdürlüklerine, Ankara Etlik ve İzmir Bornova Veteriner Kontrol ve
Araştırma Enstitülerine veya Ordu Arıcılık Araştırma Enstitüsüne ya da arıcılık konusunda
uzmanlaşmış ilgili kurumlardan birine başvurularak teknik destek istenmelidir. Ayrıca, bu
hastalığın ihbar edilmesi yasal bir zorunluluktur. Hastalıklı kolonilerin nakilleri de yasaktır.
Hastalığın Belirtileri
Yavrulu petekler incelendiğinde öncelikle düzensiz yavru görünümü dikkat çeker. Kapalı
yavrulu gözenekler arasına dağılmış düzensiz açık yavru ya da boş hücreler gözlenebilir.
Dışbükey görünümünde olması gereken kapalı yavru gözenekleri içe çökmüş, çukurumsu
görüntü sergiler ve üzerleri deliktir. Hastalıklı yavru beyazdan sarımsı daha sonra kahverengine
dönüşür, bir çöple dışa çekildiğinde iplik şeklinde uzar ve tutkal gibi kokar. Çürüyerek ölmüş
yavrunun kalıntısı petek gömecinin yan duvarı ve tabanına yapıştığından arılarca temizliği de
kolay olmaz.
Mücadelesi
Bu hastalıkla en etkili mücadele yöntemi, hastalıklı kolonilerin tümüyle yakılarak yok
edilmesidir. Böylece, hastalığın diğer kolonilere bulaşması da önlenmiş olur. Bakteri sporları
antibiyotiklerle öldürülemediği için, hastalıkla mücadelede antibiyotik uygulamasının fazla bir
yararı olmaz. Kolonilerin çok güçlü, hastalığın az bulaşık olması durumunda ise, kolonideki
ergin arılar bir başka kovana alınarak burada yeni petekler örmesi ve yeni bir koloni oluşturması
sağlanır. Ergin arıların tedavisi için tatracycline grubu antibiyotikler ve solfat hiasole ve tylosin
gibi antibiyotikler kullanılabilir. İlaçlı mücadele sırasında koloninin ana arısını bir süre kafese
alarak yumurta atmasını önlemekte yarar vardır.
Arıları alınmış olan hastalıklı petekler yakılarak imha edilir. Kovanlar ise, pürmüzle
yakılarak ya da 40 lt. suya 400 gr. sodyum hidroksit katılarak elde edilen sıvı içerisinde 20-25
dk. kaynatılarak dezenfekte edilmelidir. Diğer alet ve ekipmanlar da bu sıvı ile dezenfekte
edilmelidir.
Hastalıktan uzak kalmak için arı satın alımlarında ve özellikle temel petek kullanımında
dikkatli olunmalıdır. Temel petek mutlaka sterilize edilmiş balmumundan üretilmiş olmalıdır.
OKUMA METNİ
AMERİKAN YAVRU ÇÜRÜKLÜĞÜ VE VAROA
Belirtileri
1-Güçlü kolonilerde yeni bulaşmış hastalığın farkına varmak çok güçtür. Hastalık
ilerledikçe sürekli azalma görülür. Önceleri istekli ve canlı olarak çalışan işçi arılarda tembellik
ve hastalık başlar. Güçlü kolonilerde açık veya hasta yavrular işçi arılarca kovanın dışına atılır.
2-Sağlıklı kolonilerde, kuluçka alanlarında yavru dağılımı düzgün ve sık olduğu halde
hasta kolonilerde dağınık ve düzensizdir. Ölü larvaların atılmasıyla terk edilmiş bir durumdadır.
Açık, kapalı ve boş gözler birbirine karışmıştır.
3-Kapalı yavru gözlerine, göz kapakları içine doğru çökmüş ve bazı kapalı yavru
gözlerinin göz kapakları delinmiş ve ya renk solmuş ve içerisindeki yavru ölmüştür.
4-Yavru ölümleri daha çok kapalı yavru gözlerinde yavru prepupa veya pupa döneminde
iken ölür.
5-Ölen yavrular gözün yan yüzeyine uzunlamasına yapışarak çürümeye başlamıştır. Ölü
yavruların rengi başlangıçta donuk beyazdır.daha sonra açık kahve ve nihayet koyu kahve
rengini alır.
6-Ölü yavrular, sulu kıvamda ve biraz yapışkandırlar. Çürüme ilerledikçe renk koyulaşır,
yapışkanlık artar, üzeri delik gözlere bir çöğ sokup yavru kalıntısı çekilecek olursa kalıntının 5-
10 cm. uzadığı görülür. Bu dönemde ölü yavru kalıntısı gözün alt yüzeyine yapışmış uzantısıdır.
Arılar bu tip ölü yavrularını gözlerden temizleyemezler.
7-Yavru pupa döneminde ölmüş ise arının dili sertleşerek yukarı kalkmış gözü ikiye
ayıracak şekilde göz kapağına doğru uzanmıştır. Hastalığın ileri dönemlerinde tipik bayat tutkal
kokusundadır.
Hastalıktan korunma
1- Hastalıklı kovanlardan alınana bal diğer kolonilere verilmemelidir.
M.M.C 82
2- Hastalıklı kolonilerden sağlıklı kolonilere arı, petek ve yavru verilmemeli birleştirme
yapılırken çok dikkatli olmalı ve arılıkta yağmacılığa teşvik edici yanlış uygulama
yapılmamalıdır.
3- Hasta kolonilerden oğul alınmamalı ve kullanılmamalıdır.
4- Bulaşık olmayan dezenfekte edilmiş temel petek kullanılmalıdır.
5- Hastalıklı kolonilerde kullanılan malzemeler aleve dayandırılmalı ateşe dayanıksız
olanlar %10 sodalı suyla yıkanmalı, eller sabunlu suyla yıkanmalı.
6- Güçlü koloniler ile çalışılmalı diğer koloniler ile ve parazitler ile mücadele edilmeli.
7- Hastalık çok ilerlemiş, ilaçla tedavisi yapılmayacak durumda ise kolonideki petekler
ve arılar yakılmalı, kovan içine de alev tutulmalıdır.
Amerikan Yavru çürüklüğü ile mücadele
Kolonilerin Yok Edilmesi:
ABD yavru çürüğü çok tehlikeli bir hastalıktır. Çünkü hastalığın etmeni değişik
koşullara uzun süre ayak uydurabilmekte ve hızla yayılabilmektedir. Bu yüzden hasta koloni
arılarını ve bütün peteklerini yakarak imha etmek ve kalan artıkları gömmek en doğru yoldur.
Kovan malzemesi ve gövdesi dezenfekte edilerek kullanılır. Bunun için arıların akşam
saatlerinde uçuş deliği kapatılarak arılıktan uzak bir yere alınır. İçine benzin dökerek arıların
ölmesi sağlanıp, ölü arılar, yavrular, petekler ve kovandan alınan diğer artıklar yakılarak yok
edilir.
Bulaşık Malzemelerin Dezenfeksiyonu:
Eğer hastalık başlangıç döneminde teşhis edilebilmişse hasta koloniyi tedavi etmek
mümkün olabilmektedir. Bu durumda arılar temiz bir kovana aktarılarak bulaşık petekler
yakılarak yok edilmeli ve diğer bulaşık malzemeler dezenfekte edilmelidir. Uygulama için hasta
koloni yerine temiz bir boş kovan konur, içine kabartılmış boş petekler verilir ve arılar bu
peteklerin üzerine silkelenir. Hasta koloninin petekleri üzerine benzin dökülerek arılıktan uzakta
bir yerde yakılmak üzere yok edilir. İşlemler sırasında kullanılan malzemeler Potasyum
Hipoklorat (Çamaşır Suyu), petekler ise Formaldehit edilerek dezenfekte edilir ve kullanılır.
Uygulamalar
Potasyum Hipoklorit Uygulaması:
Anarı ızgarası, yemlik, körük, el demiri, eldiven ve maske gibi malzemelerin dezenfekte
edilmesinde kullanılır. Kullanılışı: 450 gr. Çamaşır sodası 4,5 lt. sıcak suda çözülür. 225 gr.
Calsiyumklorit ilave edilir. Dinlendirilerek çökeltilir. Dinleti üzerindeki berrak sıvı ayrı kaba
alınır. Fırça ile bu suya batırılarak tüm malzemeler dezenfekte olur. Eriyik yakıcı olduğu için
cilt ve elbiseler korunmalıdır.
Formalit Uygulaması:
Formalit çözeltisi hazırlanarak yapılan bir dezenfeksiyon çalışmasıdır. Ancak fazla
zaman ve emek isteyen ve pratik olmayan bir çalışmadır. Formalin ballı peteklere
uygulanmamalı ve formalin uygulanmış petekler, ballar arılara verilmemelidir. Bal formalini
absorbe eder ve arılar için zehirleyici olur. Ballı petekler süzüldükten sonra dezenfekte edilmeli
ve bulaşık ballar yem olarak verilmemeli. Uygulama için suyla seyreltilerek hazırlanan %2 ve
ya daha yoğun formalin eritilmiş olarak kullanılır. Boş petekler eriyik içerisinde 4 saat süre ile
tutulur. Sonra çıkarılarak bol su ile yıkanır. Kurutulup tekrar kullanılır. Boş peteklerin, boş
kovanların ve diğer malzemelerin dezenfeksiyonu da %21 Hidrojen Preraksit çözeltisi ile %4
Kloromin çözeltisi kullanılarak yapılır.
Bulaşık Arıların İlaçla Tedavisi:
Temiz bir kovana konulan kabartılmış boş peteklere silkelenen arıların hemen ilaç
tedavisine başlanılır. ABD yavru çürüklüğü için kullanılan en etkili ilaç Sulfamitlerden Sodyum
Sulfathiazol ve bir antibiyotik olan Terramycin kullanılır. Sodyum Sülfathiazol ABD yavru
çürüklüğüne karşı yavaşlatıcı ve önleyici olarak 1944 ABD ' de kullanılarak çok iyi sonuçlar
alınmıştır. Toz ve ya tablet olarak satılmaktadır. Fazla dozun arılara fazla etkisi yoktur. ABD
yavru çürüklüğüne etkili değildir. Sonbaharda bal hasadından sonra kullanılmalıdır. İlaç önce
ılık suda ezilir. Şeker su oranı 2/1 olarak hazırlanan şurubun4 litresine 1 gr. İlaç katılır ve
hazırlanan ilaçtan hasta koloniye 4 günde ilaçlı su verilerek arılar tedavi edilir. 450 gr. pudra
M.M.C 83
şekerine 4 gr. ilaç katılarak hazırlanan karışımdan 4-5 günde 3 defa ve her defasında koloni
başına 2-4 sofra kaşığı olmak üzere peteklere püskürtülerek ilaçlama yapılmalıdır.
Terramycin Uygulaması
İlk kez 1951' de ABD' de kullanarak başarılı sonuçlar alınmıştır.ilk ve sonbaharda
kullanılabilir ve şurupla verilir. Uygulama için 1/1 oranında hazırlanmış şeker şurubuna şurubun
her 4 litresine bir dolu çay kaşığı Terramycin katılır. Eğer ilaç tablet halinde ise 250 mgr, bir
tablet bir fincan suda eritildikten sonra 1 lt. şurup için kullanılır. Her hasta koloni için 3-4 gün 3
defa 1 lt. ilaçlı şurup verilir. Terramycin sıcak şuruba katılmamalı, ilaç yapılırken şurup en fazla
30 C˚ civarında bulunmalıdır. Homojen bir karışım sağlanmalıdır. İlacın aktif maddesi çok
çabuk bozulduğundan ilaçlı şurup bekletilmemeli ve ışıkta, açıkta tutulmamalıdır. Terramycin
pudra şekerine karıştırılarak bir pudriyer toz halinde doğrudan arılar üzerine püskürtülerek
verilebilir. Bu amaçla 900 gr. pudra şekerini 450 gr. Terramycin TM-10 karıştırılır ve bu
karışıma bir pudriyerle koloni başına 4-5 gün ara ile 3 defa verilir. Her defasında 2,8 gr. karışım
arılar ve petekler üzerine püskürtülür.
Neo Terramycin Uygulaması
Son yıllarda geniş spektrumlu bir antibiyotik olan Terramycin ABD yavru çürüklüğüne
karşı olarak kullanılmaktadır. Neo Terramycin, Oxytetrasiklin ve Neomycin içermekte olup
bakteriyel enfeksiyonlara karşı etkili bir korunma ve tedavi sağlamaktadır. İlacın tedavi dozu 1,5
gr. olup hazırlanan ilaçlı şurupla 4-5 gün ara ile 3-4 defa yemleme yapılmalı ve bir koloniye
verilen ilaçlı şurup miktarı 1 litreden fazla olmamalı ve Neo Terramycin arılar için rahatsız edici
olduğu unutulmamalıdır.
DERS – 5
Konu - 1 APİTERAPİ
Okuma Metni ARI ÜRÜNLERİ VE APİ TERAPİ
APİTERAPİ
Apiterapi, arı ürünlerinin bir yada birden fazla hastalığın önlenmesi yada iyileştirilmesi
amacıyla kullanılması şeklinde tanımlanabilir. Her geçen gün sonuçlanan araştırmalar
toplumların dikkatini bu konu üzerine çekmekte ve özellikle Uzakdoğu ülkelerinde başlayan ve
dünyada hızla gelişen arı ürünleri ile tedavi yöntemleri hızla yaygınlaşmaktadır. Hatta, başta
Japonya, Doğu Asya ülkeleri, Amerika, Kanada gibi ülkelerde apiterapi merkezleri kurulmuştur.
Bu bölümde arı ürünlerinin insan sağlığı açısından önemi ve apiterapi de kullanımına yer
verilecektir.
Bal ve Apiterapi:
Balın fizyolojik özellikleri ve kullanımı konusunda yüzlerce literatür bulunmaktadır.
BAL bir doğal enerji kaynağıdır. Bu nedenle çocuklar, yaşlılar, sporcular, hasta ve
düşkünlerle birlikte normal sağlıklı insanlar tarafından da severek ve bilinçli olarak
tüketilmektedir.
BAL kemiklerde Kalsiyum fiksasyonunu artırmaktadır..
M.M.C 86
Bal iştah artırmakta, enerji ve direnç kazandırmaktadır.
Balın besin içeriğinin insan sağlığına etkisinin yanı sıra olağanüstü bir özelliği de vardır
ki, bu özellik antimikrobiyal aktivitesidir. Balın bu özelliği nedeniyle Hipokrat zamanından beri
hastalıklarda tedavi edici bir araç olarak kullanıldığı bilinmektedir. Eski Mısırlıların; cerrahi
pansumanda, göz iltihaplarının tedavisinde, Çinlilerin ve Hintlilerin de; çiçek hastalığının
yayılmasını önlemede hasta vücudunu bal ile kapladıkları bilinmektedir.
Orta çağda, yara ve yanıkların bal ile tedavi edilmesi, kulak iltihabında; kulağa balın
akıtılması, difteri vakalarında; çocukların ağız ve boğazlarına içten balın sürülmesi ilginçtir.
Bazı Nijerya yerlileri balı halen öksürük kesici olarak kullanmaktadırlar.
İnsan vücuduna etki eden çoğu mikroorganizma balda yaşamını sürdürememektedir. Bal,
temas ettiği mikroorganizmaları öldürdüğü gibi içerisinde de barındırmamaktadır. Öyle ki Mısır
piramitlerinde bulunan ve Postum’da M.Ö. 6. asra ait çömlekler, içindeki balların biraz
katılaşmakla beraber vasıflarını hiç kaybetmemesi, balda mikroorganizmaların yaşayamadığını
tarihi bir gerçek olarak göstermektedir.
Tıbbi literatürde, İngiliz ve Amerikan hastanelerinde birinci sınıf mikrop öldürücü olarak
bal kullanıldığını, Almanya’da yara ve soğuk algınlıklarından kaynaklanan hastalıklarda, baldan
bu yönü ile istifade edildiğini görmekteyiz. Alman Dr. Zaiss’in mikrop öldürücü olarak balı
tentürdiyot ‘a tercih ettiğini belirtmesi de ilginçtir.
Balın yaraların ve enfeksiyonların iyileşmesini sağlamak için kullanımı 1981yılında
Dünya Sağlık Formu tarafından da önerilmiş olup, Pharmaceutical Journal’da (Eczacılık Dergisi
1982) apse, çıban, göz yangıları, ishal, üriner sistem enfeksiyonları, dizanteri etkeni, deri ve ağız
içi enfeksiyonlarına antimikrobiyal etkisinin olduğu rapor edilmiştir.
1992’ de yayımlanan Bee World dergisinde, balın antimikrobiyal aktivitesi ile ilgili
orijinal makalede Kur’an-ı Kerim’de ki konu ile ilgili ayetler verilmiş ve bu doğa üstü gıdanın
insanlar için şifa kaynağı olduğu açıklanmıştır.
Balların antimikrobiyal aktivitesi için farklı mekanizmalar ileri sürülmüştür. İleri sürülen
mekanizmalardan biri, balın sahip olduğu yüksek şeker konsantrasyonudur. Bir diğer sebebi de
balda enzimsel olarak üretilen H2O2’dir. Üçüncü olarak da balın düşük pH’sıdır (ort. 3.2-4.5).
Balın çeşitli hastalıklara karşı tedavi edici özelliğini incelemek amacıyla birçok araştırma
yapılmıştır. Bu konuyla ilgili ilgi çekici çalışmalardan birisi 1991’de King Suud Üniversitesi
tarafından yapılanıdır. Yapılan bu çalışmanın sonunda gastrit ve on iki parmak bağırsağı
ülserine sahip hastalara, alternatif bir tedavi olarak balın tek başına veya antimikrobiyal bir
ajanla uygun bir bileşiminin kullanılması önerilmiştir.
Farklı bal tiplerinin antimikrobiyal etkileri arasında büyük değişiklikler vardır. Floral
kaynakları farklı olan ballarda görülen varyasyon asitlik, ozmolarite, H2O2 ve diğer
komponentlerin farklılığı nedeniyle olmaktadır. Lavanta, karahindiba, balçiği, ve kolza balları
yüksek antimikrobiyal aktiviteye sahipken orman gülü, okaliptüs ve portakal nispeten düşük
aktivite göstermektedir. Balın antimikrobiyal etkisini destekleyen bir başka bildiriş de , eşit
miktarda bal, çavdar unu ve zeytin yağı karışımı ile hazırlanan kremin günde üç kez kullanımı
ile inek ve atlarda görülen ve kangrene dönüşen yaraları dahi tedavi ettiği sonucuna varan
Lucke’nin bildirişidir( Lucke, 1935).
Bal, karaciğer rahatsızlıklarında da başarı ile kullanılmaktadır. Bu başarıda balın
antimikrobiyal etkisinin yanında, früktozun doku ve kasları yumuşatıcı ve gevşetici özelliği de
önemli sayılabilir.
Balın çeşitli araştırmalar sonucunda, doku oluşmasını hızlandırdığı, yara ve yanık
izlerini azalttığı (Arman, 1980; Dumronglert, 1983), bazı ülkelerde doktorlar tarafından katarakt
ve kojuktivit ile bazı kornea rahatsızlıklarında başarı ile kullanıldığı bildirilmektedir (Mikhailov,
1950). Ayrıca kornea ülserinin de saf bal ile veya vazelin yerine bal ile hazırlanan % 3 lük
sulphidine pomadı ile başarılı bir şekilde tedavi edildiği görülmüştür.
Polen ve Apiterapi :
Polenin insanlar tarafından ilk kullanımı Eski Çin, Pers, Mısır ve Yunanistan’da
olmuştur. Hurmanın poleninde gonatotropik hormonların bulunması, Bedevilerin kısırlık
tedavisinde bu bitkinin polenini kullanmalarını doğrulamaktadır.
Polenin, doğal bir besin kaynağı olması nedeniyle Avrupa’da insan beslenmesinde
kullanımı hızla artmaktadır. Avrupa ülkelerinde son 30 yılda yapılan bilimsel çalışmalar ve
klinik test sonuçları, polenin prostat, alerjik hastalıklar ve kanser türlerine etkisi üzerinde
yoğunlaşmıştır( Dennis, 1966 ).
Polen insanlar tarafından günlük olarak protein, vitamin ve mineral madde gereksinimini
karşılamak için doğrudan doğruya kullanılabilmektedir. Ayrıca besleme amacıyla az miktarda
alınan polenin sinerjik etki yaparak pek çok yarayışlı maddenin karşılıklı etkileşmesi ile
metabolizmayı ve sindirimi iyileştirmekte olduğu bildirilmiştir.( Krell, 1966 ).
Günümüzde bilimsel içerikli olmayan birçok sağlık dergilerinde polen tüketiminin
etkileri ve yararları ile ilgili yazılar göze çarpmakta, polen içerikli birçok ürünün insanlarda
müzmin hastalıkları iyileştirici ve tedavi edici özellikleri konusunda görüşler bildirilmektedir.
Bu sonuçlar , hastalık belirtilerinin polen kullanımı ile kaybolduğuna tanık olan bazı doktorların
ve ilgililerin bilimsel anlamda tam olarak kanıtlayamadıkları hususlar olup üzerinde önemle
durdukları bilgilere dayanmaktadır.
Polenin sağlık konusunda en önemli etkisi kronik prostat hastalığı ile ilgilidir. Polenin
prostat rahatsızlığı sonucu oluşan ateşi düşürdüğü rapor edilmiştir ( Dennis, 1996 ). Polenin
prostat hastalığını tedavide tam olarak neye yaradığı bilinmemektedir. Ancak polenin yüksek
seviyede çinko içermesi ve prostat salgılarının çıkmasında çinkonun anahtar element olması
dikkat çekicidir. Yapılan bir denemede, kronik prostat vakalarında 3 ay süreyle denenen polen
% 92 başarı sağladığı görülmüştür.
M.M.C 88
Polenin bir diğer etkisi X ışınlarına karşı koruyucu etkisi olmasıdır. (Wang,1984 ). Bu
konuda yapılan çalışmalar polenin radyasyonun olumsuz etkilerini azalttığını göstermektedir.
Polenin aynı zamanda lösemi vakalarında oldukça etkili olduğu rapor edilmiştir. Polenin kansere
karşı olumlu etkisinin nedeni, yapısında bulunan yüksek seviyedeki karotenoidlere
bağlanmaktadır.
Polenin, hayvanlara besin olarak verilmesi de olumlu sonuçlar vermiştir. Örneğin
tavukların yemlerine %2.5 polen eklendiğinde istatistiksel olarak önemli ölçüde yemden
yararlanmayı artırmıştır.
Arılar tarafından toplanan polenin değişik oranlarda antibiyotik içermesi, bağırsak ve
kan hemoglobini üzerinde olumlu etkiler sağlamaktadır. Bazı raporlar da polenin cinsel
hormonları beslediği ve uyardığı belirtilmiştir. Bu nedenle özellikle gençlerin gelişme çağında
beslenmesinde polen tüketimi büyük yarar sağlayacaktır. Polenin solunum sistemi üzerinde de
olumlu etkisi vardır ki; 110 mg polen extraktı ve 100 mg aspirinden oluşan fluaxin ticari isimli
preperatın soğuk algınlığı ve gribe karşı başarılı sonuçlar verdiği bildirilmiştir. (Hanssan, 1979 ).
Polonya’ da 8-12 yaş grubu çocuklarda yapılan araştırmalara göre günde 20 g polen
verilen öğrenciler ile polen verilmeyen öğrenciler arasında önemli derecede farklılıklar meydana
gelmiştir. Polen alan öğrencilerin kan ile ilgili bütün değerlerinde artış saptanmış ve
organizmada genel fizyolojik durum ile vücut direncinde iyileşme görülmüştür. Sinir sistemi
üzerinde ki etkileri de dikkate değer bulunmuştur. Yine Polonya Farmakoloji ve Toksikoloji
Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalar sonucu polenin lipit (yağ) metabolizması
bozukluğunda, kan serumunda ki trigliserit düzeyinin düşürülmesinde oldukça etkili olduğu
belirlenmiştir.
Çeşitli bildirişler de polenin kronik kolit, mide ülseri, mide kanaması, kronik ishal ve
kabızlıkla, anemi tedavisinde, kolesterol, hepatit de başarıyla kullanıldığını görmekteyiz.
Polen dağcılık yapanlar, pilotlar, yüksek rakımlarda bulunanlar için uygun bir gıda
maddesidir. Çünkü polen yüksek irtifa hastalığının semptomlarını azaltmakta ve uyumu
arttırmaktadır.
Arı sütü genel olarak vücutta hücre yenilenmesi, üretimi (hücre) ve metabolizması
üzerinde etkili olduğundan organizmanın bütün dokularında canlılık ve bunun sonucunda
sağlık, enerji, bağışıklık ve dinçlik meydana getirir. Bu yönüyle akla gelebilecek bütün sağlık
problemlerinde önemli düzeyde motivasyon sağlar.
Arı sütü kalp rahatsızlıklarından kansere kadar bir çok hastalıkta vücudu güçlendirmek,
bağışıklık sistemini uyarmak amacıyla kullanılmaktadır. Özellikle yoğun antibiyotik kullanan
radyoterapi ve kemoterapi olan hastalarda muhtemel karaciğer ve böbrek zararlarını
önlemekte, fonksiyonlarını korumaktadır.
Arı sütünün insan ve hayvanlar üzerinde etkilerini belirlemek amacıyla bir çok çalışma
yapılmıştır. Yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır;
Japonya’da 54 farklı hastalık üzerinde yapılan uygulamalarda ortalama % 80 dolayında
iyileşme belirleyen araştırıcılar bu hastalıkların bazılarının iştahsızlık, kronik hastalıklar
nedeniyle vücut savunma sistemi yetersizliği, metabolizma ve beslenme bozuklukları, adet
bozukluğu, sindirim sistemi rahatsızlıkları, astım, bronşit, kronik kabızlık, asabilik uykusuzluk
ve karaciğer rahatsızlıkları olarak bildirmektedirler. Aynı araştırıcılar kanserde tümör
oluşumunun ve büyümesinin arı sütü tarafından engellediğini de belirtmektedirler.
Çin’de yapılan başka bir denemede, deney hayvanlarına tümör oluşumuna neden olan
antijen verilmiş ve iki gruba ayrılmıştır. Grubun birine arı sütü verilmiş diğerine verilmemiştir.
Arı sütü almayan gruptaki bütün hayvanlar kanserden öldüğü halde arı sütü alan gruptaki
hayvanlarda ölene rastlanmamıştır. Bu durum arı sütünün en azından kanser oluşumunu
engelleyici etkisini kanıtlayıcı niteliktedir.
Yine Arjantin’de yapılan bir başka araştırmada tavşanlara aşırı yağ içeren diyet
uygulanmış ve iki gruba ayrılarak grubun birine arısütü verilmiştir. Deney sonucunda kontrol
grubunun kanındaki kolesterol düzeyi ortalama % 1,37 olarak belirlenirken arı sütü verilen
grupta bu değer ortalama % 0,68 bulunmuştur. Ayrıca aynı denemede kroner damarların ve
karaciğerin incelenmesi sonucu arısütü alan bu grupta önemli derecede üstünlük belirlenmiştir.
Çeşitli literatürlerde ortak olarak, arısütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda, nefes
darlığında, karaciğer yağlanmasında, eklem hastalıklarında, zayıflık ve halsizliklerde, sinirsel ve
fiziksel yorgunluk hallerinde, mide bağırsak hastalıklarında, bağışıklık sisteminin
güçlendirilmesinde, sinirsel ve ruhsal bozukluklarda, yaşlılık durumunda, üreme ve cinsel
problemlerin giderilmesinde başarıyla kullanıldığı belirtilmektedir.
Arı sütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda başarı ile kullanılabileceğini destekleyen bir
çalışma da Bulgaristan’da yapılmıştır. 125 iltihabi hastalık üzerinde yapılan araştırmada arı
sütünün organizmada immino-biyolojik aktiviteyi arttırarak hastalığın önlenebileceği sonucuna
varılmıştır.
Arı sütünün karaciğer yağlanmasını önleyebileceği destekleyen unsur yapısında bol
miktarda asetil kolinin bulunmasıdır. Çünkü asetil kolin ile yağlanma arasında negatif
korelasyon vardır.
Arı sütünün 50-100 mg dozu bile toplam kolesterol düzeyinde % 14 lipit düzeyinde ise
% 10 azalma sağlanmıştır. Ayrıca arı sütünün yüksek dozlarda kullanımı anti viral etki
oluşumuna neden olduğundan gribe karşıda oldukça başarılı sonuçlar alınmıştır.
Başka bir araştırıcı da arı sütünün görme bozukluklarında ve görme yeteneğini
artırmada önemli derecede etkili olduğunu deneylerle belirlemiştir.
İnvitro (laboratuar) çalışmalar, arı sütünün yapısında bulunan 10 HDA ‘nın antibiyotik
etkiye sahip olduğunu desteklemektedir. Bu antibiyotik etki E.coli, Salmonella, Proteus, Basillus
suptillis ve Saureus mikroorganizmalarına karşı kanıtlanmıştır. Bu konuda yapılan bir çalışmada
arı sütünün 0,5 mg ve 1 mg miktarları bakteri gelişimini inhibe ettiği görülmüştür. Ayrıca bazı
antibiyotiklere kıyasla bakteriler üzerinde daha etkili olduğu gözlenmiştir (Mercan, 2000).
Arı sütü kozmetik sanayinde de doku ve cildi yenileyici, deriyi gerdirici, derinin yağ
sekrasyonunu düzenleyici etkisi göz önünde bulundurularak kullanım alanı bulmaktadır.
M.M.C 90
Yanıklarda kullanılan dermatolojik krem ve merhemlere genellikle %0.05 ile 1 oranında arı sütü
katılmaktadır.
Arı sütünün apiterapik etkisini inceleyen çok sayıda çalışma hayvanlar üzerinde de
yapılmıştır.
- Tavşanların normal besinine arı sütünün 100-200 mg/kg (vücut ağırlığı) eklenmesi
embriyo gelişimi ve fertilitenin artmasını sağlamıştır. Japon bıldırcınlarının besinlerine 0,2 gr.
dondurulup kurutulmuş arı sütünün eklenmesi cinsel olgunluğa daha kısa sürede erişmelerine
ve daha fazla yumurtlamalarını sağlamıştır.
- Tavuk besinlerinin her bir kilogramına 5 mg arı sütü ilavesinin yumurta verimini ve
kuluçka çıkış ağırlığını artırdığı belirlenmiştir.
- Buzağıların rasyonuna (7 günlük) 0,02 gram/gün miktarında arı sütü kullanılması
kontrol grubuna oranla 6 ay içerisinde % 10- 13 ağırlık kazancı sağladığı daha düşük ölüm oranı
ve enfeksiyonlara karşı daha yüksek direnç oluştuğu görülmüştür.
Propolis ve Apiterapi :
Propolis, sağlık için vücut yoluyla alınması gereken 22 besini bünyesinde taşıması
açısından içinde bulunduğumuz yüzyıl da keşfedilen mükemmel doğal ilaç olarak kabul edilmiş
ve önem kazanmıştır.
Propolis çok eski çağlarda ilk kez Yunanlılar tarafından keşfedilerek doğal bir
antibiyotik olarak kullanılmıştır. Yaşadığımız yüzyılda bu değerli ürünün anti bakteriyel, anti
fungal, anti viral özellikleri yanında antiinflamatuar, anti ülser, lokal anestezik, anti tümör,
bağışıklık uyarıcı gibi biyolojik aktivite özelliği göstermesi; tıp,apiterapi, beslenme ve
biyokozmetik alanında kullanımını yaygınlaştırmıştır.
Propolisin yapısında bulunan ve büyük önem taşıyan flavonoidler ve terpenler oldukça
kuvvetli antioksidan, anti steril etkili birleşiklerdir. Özellikle flavonoidlerin kalp damar sistemi
üzerine olumlu etkileri olduğu, kan dolaşımını düzenlediği, kılcal damar çatlamalarını
azalttığını, mide mukozasını ülsere karşı koruduğu, mide yaralarını küçülttüğü, iç salgı sistemini
düzenlediği ve halsizliğe karşı olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir. Bir çok kaynakta propolisin
düzenli ve sürekli alınması durumunda sindirim, solunum ve dolaşım sisteminde ve tüm
vücuttaki hastalık etmenlerine karşı etkin bir savunma gerçekleştirildiği bildirişlerine de
rastlanmaktadır. Sentetik antibiyotiklerin aksine uzun süre propolis kullanımı zararlı
bakterilerde direnç oluşturmamakta, yararlı bakterileri de olumsuz etkilememektedir.
Propolis preperatların bir çok bakteri üzerine geniş spektrumlu antibiyotik özelliği
gösterdiği bir çok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Propolisin insanlar üzerinde
olumlu etkisini gösterdiği hastalıklar; beriberi, deri ülseri, ağız yaraları, diş ağrısı, burun iltihabı,
mide ülseri, böbrek bozuklukları İYE iyi huylu tümör, kist, damar sertliği, diyabet, kemik
erimesi, kırıkların kaynaması, sedef, sinir ucu iltihabı, sivilce, egzama, vajinal ve rahim
iltihaplanması, şeker hastalığı, nefes darlığı, çeşitli yaralar, cilt kanseri, menopoz dönemi kemik
erimesi, astım, bronşit, romatizmal ağrılar, tüberküloz, mikrobik rahatsızlıklar, Parkinson,
hemeroid, akciğer kanseri, grip, uçuklar, gastrit, oniki parmak ülseri, orta kulak iltihabı, ÜSYE,
baş ağrısı, güneş yanıklığı, akne olarak sıralanabilir.
Propolisin tıbbi alanda kullanımı çok eski çağlara uzanır. Propolisin vazelinle
karıştırılarak, hazırlanan merhemlerin Boer savaşları arasında kullanıldığı, yaraları iyileştirdiği
belirtilmektedir. Propolis Mısır Uygarlığında ölülerin mumyalanmasında kullanılırdı. Hipokrat
propolisin deri ülserlerinin ve sindirim sisteminin tedavisinde kullanıldığını söylemiştir.
Anadolu’da da geleneksel olarak insanlarda ve çiftlik hayvanlarında ayak ve deri
problemlerinde, yaraların iyileştirilmesinde, çıbanlarda kullanıldığı bildirilmektedir. Yapılan
klinik araştırmalar sonucu çeşitli antibiyotiklerle birlikte propolis kullanıldığında sinerjik etki
gösterdiği antibiyotik etkinin 10-100 kat arttığı ileri sürülmüştür.
Propolisin oldukça güçlü bir anestezik özelliği vardır ki kokainden 10 kat daha güçlü
olduğu kabul edilir. Bu nedenle Rusya’da uzun zamandır diş hekimliğinde anestezik olarak
önerildiği ve kullanıldığı bilinmektedir.
Propolisin bazı kanser türlerinde kullanımı yapısındaki cynamic asit ve terpenoidlerin
sitotoksik aktivitesi ile ilgilidir. Bu yönüyle propolis, bağırsak, böbrek, meme, burun ve
M.M.C 91
pharynx kanserinde başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Uruguay menşeli propolisle yapılan bir
çalışmada meme kanserini yavaşlattığının bulunması bu yargıyı güçlendirmektedir.(Novatny et
al, 1999).
Propolisin son zamanlarda yapılan bazı çalışmalarda AIDS in neden olduğu HİV
virüsüne karşı da etkileri gözlenmiştir( Harrih et a 1997) . Ancak bu konuda daha fazla
araştırmaya ve delile ihtiyaç vardır.
Propolis bunun dışında diş minesinin mikro sertliğini de artırabilmektedir( Grameliya et
al 1999) .
İnsan kullanımında güvenli doz 1,4 mg/kg vücut ağırlığı/ gün veya 70 mg/gündür
(Burdock, 1998).
OKUMA METNİ
ARI ÜRÜNLERİ VE APİ TERAPİ
Arı sütü
Arıların ana arı ve larva beslemede kullandıkları harika besin olan arı sütü normal
koşullarda 6-15 günlük işçi arıların yutak üstü salgı bezlerinden salgıladıkları bir
maddedir.Oluşumu itibariyle diğer hayvanların memelerinde oluşan süt ile herhangi bir ilgisi
olmamakla beraber sütsü görünüşü ve yavru beslenmesinde kullanımı nedeniyle Türkçe
terminolojide süt olarak adlandırılmakla beraber diğer dillerde kraliyete ait jel olarak
adlandırılmaktadır.
Arı sütü kovan içerisinde kullanım amacına bağlı olarak farklı bileşimde ve dolayısıyla
farklı kalitede olabilmektedir.Kovanda üretilen en yüksek değerdeki arı sütü ana arının ve ana
arı larvalarının beslenmesinde kullanılır.Bundan sonra gelen ikinci kalite ise genç işçi arı
larvalarının beslenmesinde kullanılır.Daha ileri çağdaki işçi arı larvaları ile erkek arı larvaları ise
düşük kalitede arı sütü ile beslenirler.Yumurtadan çıktığı anda aynı genetik yapıdaki ana ve işçi
arı larvaları gerek kalite ve gerekse miktar açısından 6 günlük farklı beslenme sonucunda
birbirinden oldukça farklı bireylere dönüşebilmektedirler.Bu farklı beslenme sonucu ana arı
hastalıklara direnç kazanmakta,günde kendi ağırlığının iki katı kadar yumurta üretebilmekte ve
yıllarca yaşayabilmektedir.Buna karşılık işçi arılar kolayca hastalanabilmekte,dişi oldukları
halde döl vermemekte ve üretim sezonunda yalnızca 4-5 hafta yaşayabilmektedirler.İki bireyin
bu denli farklılaşması yalnızca arı sütünün olağanüstü gücünden meydana gelmekte ve yalnızca
bu yönü bile arı sütü tüketen bir insanın neler kazanabileceğini açıklamaktadır.
Arı sütü doğal olarak oğul mevsiminde oğul verme hazırlığı içerisinde olan kovanın
hazırladığı onlarca ana arı yüksüğü içerisindeki arı sütünün hasadı ile yapılır.Bu şekilde bir
kovandan elde edilecek arı sütü miktarı oldukça sınırlı olup bir sezonda ortalama 5-10 g
dolayındadır.Ancak ana arı üretim çalışmalarının yoğun olarak uygulandığı yöntemlerde ana arı
yetiştiriliyormuş gibi yürütülen üretim çalışmasında besleyici olarak düzenlenmiş kolonilere
ortalama olarak 45-90 dolayında veya daha fazla sayıda yapay ana arı yüksükleri verilerek bir
sezonda üretilen arı sütü miktarı bir kovandan 1000-1500 grama değin yükseltilebilmektedir.Bu
üretim çalışmaları sırasında elde edilen arı sütünün yapay olduğu veya kalitesinin düştüğü
yolunda bazı kesimlerde oluşan kanı yanlıştır. Ancak uygun bakım ve besleme uygulanmayan
kolonilerde bakabileceklerinin üzerinde yüksük sayısı ile üretim yapılan koşullarda kalite
düşebilmektedir. Aynı sakınca uygun olmayan koşullarda doğal üretim koşulları için de
geçerlidir.
Arı sütü bileşim itibariyle oldukça karmaşık yapıya sahip bir maddedir. Yarısında su,
protein, yağ, şeker, mikro elementler, enzimler, hormonlar, vitaminler, çeşitli yağ asitleri, 10-
HDA ve daha birçok maddeye ek olarak % 3 dolayında henüz belirlenemeyen maddeler
bulunmaktadır. Etkileri bilinen fakat belirlenemeyen bu maddeler oranlarının az olmasına karşın
arı sütünün olağanüstü etkinliğini meydana getirmektedirler. Arı sütü genel olarak vücutta hücre
M.M.C 93
yenilenmesi, üretimi ve metabolizması üzerinde etkili olduğundan organizmanın bütün
dokularında canlılık ve bunun sonucunda sağlık, enerji, bağışıklılık ve dinçlik meydana getirir.
Bu yönü ile akla gelebilecek bütün sağlık problemlerinde önemli düzeyde motivasyon sağlar.
Japonya’da 54 farklı hastalık üzerinde yapılan uygulamalarda ortalama % 80 dolayında
iyileşme belirleyen araştırıcılar bu hastalıkların bazılarının iştahsızlık, kronik hastalıklar
nedeniyle vücut savunma sistemi yetersizliği, metabolizma ve beslenme bozuklukları, adet
bozukluğu, sindirim sistemi rahatsızlıkları, astım, bronşit, kronik kabızlık, asabilik, uykusuzluk
ve karaciğer rahatsızlıkları olarak bildirmektedirler. Aynı araştırıcılar kanserde tümör
oluşumunun ve büyümesinin arı sütü tarafından engellendiğini de belirtmektedirler.
Çin’de deney hayvanları tümör oluşumuna neden olan antijen verildikten sonra iki gruba
ayrılmış ve grubun birisine arı sütü verilmiştir. Arı sütü almayan gruptaki bütün hayvanlar
kanserden öldükleri halde arı sütü alan grupta kanserden ölene rastlanmamıştır. Bu durum arı
sütünün en azından kanser oluşumunu engelleyici etkisini kanıtlar niteliktedir.
Arjantin de yapılan bir araştırmada tavşanlara aşırı yağ içeren diyet uygulanmış ve iki
gruba ayrılarak grubun birisine arı sütü verilmiştir.Deney sonucu kontrol grubunun kanındaki
kolesterol düzeyi ortalama % 1.37 olarak belirlenirken arı sütü verilen grupta bu değer ortalama
% 0.68 bulunmuştur.Kontrol grubunda aortta aterosklerotik lezyonlar % 69.4 - 85.4 düzeyinde
oluşurken arı sütü verilen grupta bu değer % 10 olarak belirlenmiştir. Ayrıca göz diplerinin,
koroner damarların ve karaciğerin incelenmesi sonucu arı sütü alan grupta önemli derecede
üstünlük belirlenmiştir.
Arı sütü tüketen normal veya şeker hastası olan insanlarda iskelet kaslarının daha çok
glikozu değerlendirmesi nedeniyle kan şekerinin düştüğü belirlenmiştir.
Bulgaristan’da 125 iltihabi hasta üzerinde yapılan araştırmada arı sütünün organizmada
immünobiyolojik aktiviteyi artırdığı belirlenmiştir.
Çeşitli literatürlerde ortak olarak arı sütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda, kas
hastalıklarında, nefes darlığında, karaciğer yağlanmasında, eklem hastalıklarında, zayıflık ve
halsizliklerde, sinirsel ve fiziksel yorgunluk hallerinde, mide ve barsak hastalıklarında,
bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, sinirsel ve ruhsal bozukluklarda, zihinsel faaliyetlerin
artırılmasında, yaşlılık durumunda, üreme ve cinsel problemlerin giderilmesinde, ani heyecan ve
ruhi gerginliklerin giderilmesinde başarı ile kullanıldığı belirtilmektedir.
Arı sütünün yapısında bol miktarda bulunan asetilkolin sayesinde karaciğer yağlanması
önlenmekte,tansiyon düşmekte ve kalp atışları düzene girmektedir. Antiarteriosklerotik bir
madde olan arı sütünün günlük 50-100 mg’lık dozu bile toplam kolesterol düzeyinde % 14 ,
toplam lipit düzeyinde ise % 10 azalma sağlamıştır.
Arı sütünün yüksek dozlarda kullanımı anti viral etki oluşumuna neden olduğundan gribe
karşı oldukça başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Arı sütünün görme bozukluklarında ve görme yeteneğini artırmada önemli derecede etkili
olduğu deneylerle saptanmıştır.
Polen
Çiçeklerin erkek organları tarafından erkek üreme birimi olarak üretilen polen arılar
tarafından arka bir çift bacakta bulunan ve polen sepeti olarak adlandırılan özel yapılar
yardımıyla kovana taşınır. Kovan önünde veya altında hazırlanan polen tuzaklarından arının
geçişi sırasında bacaklardan düşürülür ve toplanır.Daha sonra enzimatik aktivitesi korunacak
şekilde kurutulan polen yine uygun koşullarda saklanarak insan beslenmesine sunulur.
Şekil ve yapıları bitki türlerine bağlı olarak genellikle oval veya küreseldir. Ancak
mikroskop altında görülebilen polenler renk olarak her türlü renkte olabilmekle beraber
genellikle sarıdır.
Arıların beslenmesinde protein kaynağı olarak önem taşıyan polen ayrıca bileşimindeki
vitamin ve mineral maddeler nedeniyle de son derece değerli bir besin maddesidir. Çiçeklerin
erkek üreme birimi olan polen bu yönü nedeniyle zengin bir besin maddesi olması yanında
arının ağız salgılarını da içermesi nedeniyle de ayrı bir öneme sahip bulunmaktadır. İçeriğindeki
amino asitler günde l5 g polen alan yetişkin bir insanın günlük asgari protein gereksinimini
karşılayacak düzeyde olduğundan besleyici değer olarak doğada rakibi bulunmamaktadır.
M.M.C 94
Ayrıca yapısında bulunan çeşitli enzimler, koenzimler, steroidler, vitaminler,
antibiyotikler, mikro elementler ve flavanoidler nedeniyle doğal “ilaç konsantratı” olarak kabul
edilmektedir.
Üretildiği anda % 25-30 dolayında nem içermesi nedeniyle çok çabuk bozulan polen
kurutularak veya pudra şekeri ile karıştırılarak derin dondurucuda saklanır. Kurutma 20-25 oC’ta
güneş ışığı almadan su oranının % 8-10’a düşürülmesi ile yapılır. Pratik olarak kurutulmazdan
önce tartılan polen % 20 dolayında ağırlık kaybedince kuruduğu anlaşılır ve kurutma işlemine
son verilir. Bu şekilde kurutulan polen uzun sürelerle saklanması gerekiyorsa hava almayacak
şekilde ambalajlandıktan sonra 0oC veya daha düşük sıcaklıklarda saklanmalıdır. Polenin aşırı
ısıtılması,hava alması veya ışıkta tutulması durumunda özellikle arı tarafından katılan salgılar
etkinliğini yitirdiği için polenin insan sağlığı açısından değeri azalır. Uygun olmayan koşullarda
tutulmuş polenler arı beslenmesinde kullanıldığında alternatifi olduğunda arı tarafında dışarı
atılmakta,o poleni kullanmak zorunda kalan arılarda ise koloni gelişimi görülmemektedir.
Polenin besin değeri ve yararlılığı toplandığı bitki türlerine önemli derecede bağlıdır, Bu
nedenle toplandığı bitki türü ve çeşitliliği polenin değerini artırır. Ayrıca polenin kurutulması ve
korunması sırasında üretilen işlemler ile bunun sonucunda oluşan renk,nem ve tat durumu
poleninin kalitesini belirleyen diğer etmenleri oluşturur.
İnsan beslenmesi ve sağlığı açısından genel olarak polen özellikle vücut direncini
artırmada yani bağışıklık sisteminin geliştirilmesinde,organ ve sistemlerin ve bunlarla ilgili
bütün salgı sisteminin daha uyumlu ve verimli çalışmasını sağladığı için büyüme,
enerji,sağlık,üreme,zihinsel ve psikolojik problemler açısından organizmaya büyük katkı ve
yararlar sağlamaktadır.Düzenli bir şekilde ve özellikle arı sütü ile birlikte alındığında herhangi
bir nedene bağlı bütün halsizlik ve nekahet durumlarında organizmayı canlandırır,hastalıklara
karşı bağışıklık sistemini güçlendirdiğinden hastalıklarda daha kolay iyileşmeyi ve hastalıklara
daha zor yakalanmayı sağlar. İştahsızlığa karşı kullanıldığı gibi aşırı kilo alma durumunda
vücudun daha dengeli yapılanmasını sağlar.Çocuklarda büyüme ,raşitizm ve diş sağlığı ile ilgili
problemlerde ; yetişkinlerde ve özellikle kadınlarda kemik erimesi ile ilgili problemlerde büyük
yararlar sağlar.
Arıların polene katkısı sabit olmakla beraber polenin bitki türlerine bağlı olarak
bileşiminde bulunan maddelerde veya bunların miktarlarında büyük farklılıklar görülmektedir.
Örneğin söğüt poleni C vitamini bakımından oldukça zengin bir bileşime sahip iken vişne ve
armut polenleri beta karoten bakımından son derece zengindirler. Yonca, söğüt ve armuttan
toplanan polenler flavon içeriği bakımından son derece zengindirler. Bu maddenin antisklerotik
spazmolitik ve radyoaktif maddelere karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle bu
polenler kandaki kolesterol düzeyini düşürmede,sindirim ve dolaşım sistemi spazmlarını
gidermede yaygın olarak kullanılmaktadır. Söğüt ve vişne polenleri içerdikleri klorgen asit
nedeniyle kapillalar üzerinde olumlu etkilerde bulunmakta,iltihap gidermede,böbreklerin
çalışmasında,tiroit ve hipofiz bezlerinin salgılarını kontrol etmede önemli etkileri
bulunmaktadır. Özellikle ahududu olmak üzere çoğu polenlerin yapısında bulunan triterpin asit
kalbi desteklemekte,damar sertliğini önlemekte ve iltihap gidermektedir.
Aktivitesi korunmuş polen arının katkıları ve bitkilerden gelen bazı maddeler nedeniyle
özellikle sindirim sistemi ve idrar yolu enfeksiyonlarına neden olan Eschericnia colı, Salmonella
anteridis ve Proteus vulgaris gibi gram negatif bakteriler üzerinde anti bakteriyel etkiye sahip
bulunmaktadır.
Kullanım amaçlarına göre polenler toplandıkları bitki türlerine göre ele alınacak olursa ;
antibiyotik olarak okaliptüs; iştah açıcı olarak lavanta ve biberiye; uykusuzluğa karşı
akasya,limon ve gelincik ; kapillar güçleştirici olarak güvem ve kuşburnu ; arterial kan dolaşımı
dengeleyici olarak kestane,at kestanesi ve güvem ; venöz kan dolaşımı dengeleyici olarak at
kestanesi ; idrar sökücü olarak vişne ve yabani hindiba ;mide çalışmasını düzenleyici olarak
akasya : barsak çalışmasını düzenleyici olarak biberiye ; vücut genel fonksiyonlarını düzenleyici
olarak okaliptüs ve elma ; zihinsel faaliyetleri düzenleyici olarak okaliptüs ,böğürtlen ve söğüt ;
karaciğer hastalıklarında kestane ;kalp krizi sonrası elma ;öksürükte gelincik ;damar genişletici
olarak yabani kestane ve ülserlerde kolzadır.Bazı bitki türlerinin araştırmalarla belirlenen farklı
etkileri bulunmasına karşılık doğada etkisi belirlenmeyen ve belki de etkileri belirlenenlerin
M.M.C 95
üzerinde olan binlerce yabani bitki türü bulunmaktadır ve bunlar da benzer etkileri meydana
getirebilmektedir. Bu nedenle bir tek bitki türü üzerinde durmak yerine doğanın binlerce
çiçeğinden toplanan polenleri tüketmek daha yararlı olacaktır inancı ile bundan sonra polenlerin
ortak etkilerinden söz edilecektir.
Yapısında bulunan biyolojik aktif maddeler nedeniyle anabolitik etkiye sahip olan polen
gelişme bozukluklarında,cinsi olgunluk ve üreme üzerinde önemli etkilere sahip bulunmaktadır.
Kan yapıcı özelliğe sahip olan polen alyuvarların sayısının artışında ve hemoglobin değerlerinde
%10-15 artış göstermiştir.
Polonya’da 8-12 yaş grubu çocuklarda yapılan araştırmalara göre günde 20 g polen
verilen öğrenciler ile polen verilmeyen öğrenciler arasında önemli derecede farklılıklar meydana
gelmiştir. Polen alan öğrencilerin kan ile ilgili bütün değerlerde artış saptanmış ve organizmada
genel fizyolojik durum ile vücut direncinde iyileşme görülmüştür. Sinir sistemi üzerindeki
etkileri de dikkate değer bulunmuştur.Yine Polonya Farmakoloji ve Toksikoloji Enstitüsü
tarafından yapılın araştırmalar sonucu polenin lipit metabolizması bozukluğunda,kan
serumundaki trigliserit düzeyinin düşürülmesinde ve trombosit agregasyonunu azaltmada
oldukça etkili olduğu belirlenmiştir.
Polen vücut organ ve sistemleri üzerinde onarıcı etkilere de sahip bulunmaktadır.
Özellikle karaciğerdeki travmatik, toksik, hepatitik veya herhangi bir etki sonucu oluşan
dejenerasyonda önemli gelişmeler sağlanmaktadır. Bu amaçla Almanya ve Romanya’da
polenden yapılmış ilaçlar piyasada satılmaktadır.
Apiterapi üzerine çeşitli kongrelerde tartışılan bildiriler ele alındığında polenin kronik
sindirim sistemi hastalıklarında örneğin kronik kolit,mide ülseri,mide kanaması,kronik ishal ve
kabızlıkta; anemi tedavisinde; beyin sklerozunda; kolesterol, lipit ve trigliserit kontrolünde;
prostat bezi hastalıklarında; akut ve kronik hepatitte; doku ve organlarda görülen yapısal veya
fizyolojik problemlerde başarı ile kullanılmaktadır.
Polenin kullanımı normal beslenme düzenine geçilmiş çocukluk çağının başlangıcından
çok ileri yaşlara değin her insanda güvenle uygulanabilir.Hatta polen alerjisi olan insanlar dahi
poleni koklamamak ve herhangi bir yerlerine bulaştırmamak koşulu ile polen
tüketebilirler.Çünkü polen alerjisi polenin yenilmesinden çok polenin hassas dokular üzerindeki
doğrudan etkisi ile oluşmaktadır.Ancak bu insanlar herhangi bir olasılığa karşı çok düşük
miktarda polenle başlamalı ve her gün bir miktar artırarak normal düzeye ulaşmalıdırlar.Polenin
çiğnenmesinden dolayı meydana gelen alerjik durumlarda alınacak miktarda polen 15-20 dk
süresince oda sıcaklığında su içerisinde bekletildikten sonra ezilerek içilebilecek hale
getirildikten sonra saf olarak veya herhangi bir soğuk meyve suyu ile birlikte içilebilir.
Günlük polen tüketim miktarı küçük çocuklarda 2 çay kaşığından başlamak ve yaş
ilerledikçe artırmak suretiyle yetişkinlerde 20 grama değin çıkarılabilir.Ancak yetişkinlerde
başlangıçta günde 4 kez birer çay kaşığı daha sonraları ise 4 kez birer tatlı kaşığı
alınabilir.Polenin hava almayacak şekilde ağzı kapalı kaplarda ve soğukta saklanması
etkinliğinin korunmasında yardımcı olur.Aç karnına ve iyice çiğnenerek alınması ise polenden
yararlanmayı artırır.
Bal
Üretimi M.Ö. 4000 yıllarına ve tüketimi daha eskilere dayanan bal tarih boyunca insan
beslenmesi ve sağlığı açısından önemini almış,mağara resimlerine konu olmuş ve keşfedildiği
günden bugüne değin besinler arasında belki de en gizemlisi olarak dikkatleri üzerinde
toplamayı başarmıştır. Küçücük bir canlının binlerce çiçeği dolaşarak insana sunduğu balın
insan sağlığı için yine yadsınamaz öneme sahip olduğu kabul edilen bitkilerin ve özellikle de
onlara ait çiçeklerin özsuyundan oluşturulması insanların ilgisinin artmasına neden olmuştur.
Çeşitli bitki türlerinden elde edilen ballar genel olarak içeriğindeki maddeler nedeniyle
insan bünyesinde sağlık ve enerji kaynağı olarak önem kazanırken her bir çeşidinin daha yararlı
olduğu bazı özel durumlar da bulunmaktadır. Örneğin Rize’nin Anzer yaylasında üretilen ballar
insan sağlığı bakımından genel olarak tıbbi bal olarak değer kazanırken çam balı sindirim
sistemi rahatsızlıklarında,okaliptüs balı ise solunum sistemi rahatsızlıklarında daha büyük bir
öneme sahip olabilmektedir. Balın tıbbi değerinin artırılması amacı ile son zamanlarda farklı
M.M.C 96
katkılar içeren şuruplarla arıların beslenmesi sonucu elde edilen ve “Ekspres Bal” olarak
adlandırılan ballar tedavi amacı ile kullanılabilmektedir.
Arıların yutak üstü salgı bezlerinden salgılanan glükooksidaz enziminin glikozu okside
etmesi ile balın içerisinde oluşan Glükonik asit ve H 2O2 (hidrojen peroksit) balın anti bakteriyel
bir etkiye sahip olmasını sağladıkları gibi kaynağını oluşturan bitki türüne bağlı olarak değişen
oranda balın anti bakteriyel etkisi artabilmektedir.Bala uygulanan ısı ve ışık bu etkilerin
azalmasına neden olmaktadır.
İnsan beslenmesinde alınması zorunlu görülen enerjinin çay şekeri olarak bilinen sakaroz
yerine balla alınması insan sağlığı açısından ayrı bir öneme sahip bulunmaktadır. Sakarozun
organizmada emilebilmesi için enzimlerle monosakkaritlere indirgenmesi gerekmektedir. Bu
reaksiyon için gerekli olan enzimler ise sindirim sistemi üzerinde tahriş edici bir etkiye
sahiptirler. Aşırı sakaroz kullanımı kanda kolesterolün yükselmesine,damarların sertleşmesine
ve aşırı kilo almalara neden olur. Baldaki şekerler ise doğrudan organ ve sistemler içerisine
girerek hazır enerji olarak kullanılırlar. Aşırı alındıklarında tamamı yakılarak sakarozda olduğu
gibi böbrekler üzerinde olumsuz etkileri olmaz. Yorulmayan böbrek diğer zararlı maddelerin
atılmasında daha çok fonksiyona sahip olur. Bal karaciğerde glikojen düzeyini yükselterek
metabolik olayların hızlanmasına detoksik etkisinin artmasına neden olmaktadır. Alkol ile bal
yeme alışkanlığı insanın bu uygulama sonucu duyduğu rahatlık sonucu geliştirdiği bir
alışkanlıktır. Bal sindirime doğrudan etkili bir madde olup diğer besinlerin de daha iyi
emilmesini ve bunlardan yararlanma düzeyini yükseltir. Bu nedenle gelişme
bozukluklarında,hastalık ve nekahet sırasında alınması organizmanın daha çabuk
toparlanmasında yardımcı olur.
Çok yüksek miktarlarda bal tüketimi alerji meydana getirebilme özelliğine sahip olsa da sürekli
olarak düşük düzeyde bal tüketimi alerjik reaksiyonların azalmasına neden olabilmektedir.
Apiterapi
Arıcılıktan sağlanan bal, polen, arı sütü, propolis, arı zehri ve bal mumu insan yaşamı ve
sağlığı açısından son derece önemli ürünlerdir. Her geçen gün sonuçlanan araştırmalar
toplumların dikkatini bu konu üzerine çekmekte ve özellikle uzak doğu ülkelerinde başlayan ve
dünyada hızla gelişen arı ürünleri ile tedavi yöntemleri hızla yaygınlaşmaktadır. “Apiterapi“
olarak adlandırılan ve yalnızca arı ürünleri kullanılarak yapılan bu tedavi yöntemlerinin
uygulandığı Apiterapi merkezleri hızla yayılmaktadır. Burada görev yapan araştırıcıların tıp
alanında elde ettikleri sonuçlar çoğu kez şaşırtıcı boyutlara ulaşmaktadır. Dünyanın her
tarafından 100’ün üzerinde bilim adamının katılımı ile İsrail’de 26-30 Mayıs 1996’ da
gerçekleşen “Arı ürünleri, Özellikleri ,Uygulanmaları ve Apiterapi” konulu konferansta konular
kapsamlı olarak ele alınmış ve tartışılmıştır. Bunun dışında çeşitli arıcılık ve tıp kongre ve
seminerlerinde zaman zaman ilginç bildirilerle karşılaşılmaktadır. Günümüze değin yapılan
çalışmalarda elde edilen sonuçlara göre arı ürünlerinin insan yaşamı ve sağlığı açısından
önemleri site içerisinde bölümler halinde sunulmuştur.
Arı ürünleri içerisinde bütün dünyada daha yaygın olarak kullanılan arı sütü, polen ve
balın satışı yapılmaktadır. Her üç ürün bir arada kullanıldığında etkileri son derece
yükseldiğinden tüketiciye her üç ürünü birlikte kullanmaları önerilmektedir.
Günümüze değin bütün dünyada yürütülen çalışmalarda elde edilen sonuçlar
değerlendirilerek tüketiciye bire bir hizmet verilmekte ve her türlü bilgi gereksinimi diledikleri
bütün iletişim yöntemleri ile kendilerine kazandırılmakta ürün talepleri adreslerine
gönderilmektedir.
Apiterapi amacıyla kullanılacak üç ürün birlikte değerlendirildiğinde organizma üzerinde
son derece yararlı etkilerde bulunmaktadır. Genel olarak arı sütünün etkisi biyolojik aktiviteyi
artırmak ve olumsuz etkileri ortadan kaldırarak motivasyonu sağlamak,polen ve balın etkileri ise
bu işlemler sırasında gerekli hammaddeyi vücuda kazandırmak şeklinde tanımlanabilir. Bu
amaçla kullanım alanları ve etkileri ortak değerlendirilmelidir.Her üç ürünün ortak olarak;
-Hücre üretimi ve yenilenmesi üzerinde etkili olduklarından organizmayı gençleştirir ve
hücre metabolizmasını düzenleyerek organ ve sistemlerin daha fonksiyonel çalışmasını
M.M.C 97
sağlarlar. Hücre üretimine olan etkileri nedeniyle de kan üretimini hızlandırarak kansızlığa ve
bağışıklık sistemini artırarak bütün hastalıklara karşı vücudun savunmasını güçlendirirler.
-Gelişme ilgili bütün sorunlarda etkili olarak organizmanın sağlıklı gelişimini sağlarlar.
Bu özellikleri ile yetersiz bedensel gelişime yararı olduğu gibi aşırı kilo alma sorunlarını da
giderici etkiye sahiptir.
-Kan basıncını ayarlama özelliği ile düşük ve yüksek tansiyonda, damar sertliğini
gidermede ve kan yağları olan kolesterol ve trigliserit düzeyinin düşürülmesinde etkilidir.
-Sinir hücrelerinin motivasyonunu sağlaması nedeniyle stres ve depresyon durumlarında,
zeka gelişiminde ve zihinsel fonksiyonlarının artırılmasında, MS vs gibi çeşitli sinir sistemi
rahatsızlıklarında, kemik gelişimde, çeşitli organ ve sistemlerin fonksiyonlarının
düzenlenmesinde önemli derecede etkilere sahiptir.
-Cinsel ve üreme ile ilgili faaliyetlerin düzenlenmesinde ve etkinliğin artırılmasında,
-Enzim ve hormon dengesinin sağlanmasında ve bu yönü ile uzun sürede diyabetin
tedavisinde,
-Sindirim sistemi rahatsızlıkları ve metabolik faaliyetlerin düzenlenmesinde,
-Yaşlanmayla ilgili cilt problemleri, saç dökülmesi, halsizlik, bitkinlik, uykusuzluk ve
akla gelebilecek her türlü sağlık probleminin çözümünde etkili sonuçlar vermektedir.
KAYNAKLAR :
AKBAY, R, 1995. Arı ve İpekböceği Yetiştirme.
DOĞAROĞLU, M, 1999. Modern Arıcılık Teknikleri.
FIRATLI Ç, GENÇ F, Türkiye Arıcılığının Karşılaştırılmalı Analizi Sorunlar-Öneriler.
ARICILIK. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı YAYÇEP Yayınları.
ARI YETİŞTİRME, Ordu Arıcılık Araştırma Enstitüsü Yayınları.
ARI HASTALIKLARI, Ordu Arıcılık Araştırma Enstitüsü Yayınları.
DİE, 1998 Tarım İstatistikleri Özeti.
YARARLANILAN İNTERNET SİTELERİ:
www.tarim.gov.tr
www.aricilik.org.tr
www.ziraatci.com
www.dogaaricilik.com.tr