You are on page 1of 52

GÜZEL SANATLAR VE MİMARLIK FAKÜLTESİ

MİMARLIK BÖLÜMÜ
2020-2021 GÜZ DÖNEMİ
MİMARLIK TARİHİ 3 DERSİ (TÜRK KÜLLİYELERİ)
Ali Akçiçek (dgs) 201601085
ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ KÜLLİYE

Külliyelerin Ortaya Çıkışı

Türk mimarlık tarihinde ilk külliyeler; 10. yüzyılda, Buhara, Semerkand ve Tirmiz
şehirlerinde karşımıza çıkar. Şehir içinde ya da dışında “saray külliyeleri” olarak da
adlandırılan ilk külliye örnekleri, saray etrafında yer alan; cami, idari yapılar, çarşı ve ahırlar
gibi farklı işlevli yapılardan meydana gelmiştir. Külliye kuruluşu bağlamında diğer Türk Orta
Asya yapı toplulukları arasında, Gaznelilerin 11. yüzyıla tarihlenen Leşker-i Bazar Sarayı
önemlidir. Saray; bekleme salonları, bürolar gibi kamusal birimlerin yanı sıra, bir avlu
etrafında şekillenen farklı birimlerden meydana gelmesi bakımından çalışma konusu adına
önemlidir. Orta Asya kökenli diğer yapı topluluklarına; Büyük Selçuklular zamanında
Nişapur ve Rey’de Tuğrul Bey’in inşa ettirdiği saray yapıları ve Karahanlılar’a ait Hakim
Tirmizî Külliyesi (11. yüzyıl) örnek verilebilir.
Türk mimarlık tarihinde külliye kuruluşları; Büyük Selçuklu devletinin yıkılması sonucu
farklı coğrafyalarda, farklı kültür etkileşimleri sonucunda gelişen plan uygulamaları ile devam
etmiştir. Türkler, Anadolu’ya 1071 Malazgirt Zaferi ile birlikte yerleşmeye başlamıştır ancak
Anadolu’da, gerek sanatta ve gerek mimaride 11. ve 12. yüzyılın sonlarına kadar olgunlaşmış
bir Türk üslubundan bahsetmek için erkendir. Doğu Anadolu’nun bazı bölgeleri Büyük
Selçuklu Devleti, Güneydoğu Anadolu ise Kuzey Suriye, Eyyubî ve Musul sanatı2 etkisi
altında kalmıştır.
11. ve 12. yüzyıllar Anadolu’da mimari alanda kimlik arayışları dönemidir. Anadolu’ya yeni
yerleşmeye başlayan Türkler, gerek ekonomik ve gerekse siyasi nedenlerden dolayı
Anadolu’da kısıtlı sayıda imar faaliyetinde bulunabilmiş ve mimari yapılanmada komşu
kültür çevreleri ile paylaşımcı ve uzlaşmacı bir tutum sergilemişlerdir. Dolayısıyla; ilk
beylikler döneminde, olgunlaşmış bir Türk külliye mimari kuruluş tasarımından bahsetmek
için erkendir. Bu bağlamda, Anadolu Selçuklu külliyelerinde kurgu; külliyeyi meydana
getiren yapıların sayısına, büyüklüğüne, konumuna, işlevine göre ya serbest ya da birleşik
olarak tasarlanmıştır demek yerinde bir tespit olacaktır. Diğer taraftan, çalışma kapsamında
ele alınan Anadolu Selçuklu dönemi külliyelerini, Osmanlı dönemi külliye ile
kıyasladığımızda, yapı sayısındaki azlık dikkat çekmektedir. Sadece iki yapıdan (cami ve
medrese) meydana gelen külliye kuruluşları, Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi için
Anadolu’nun her yerinde sıklıkla karşılaşılan bir külliye kuruluşu özelliği sergilemektedir.
Bunun nedenleri arasında, Anadolu’da yeni bir yapılanma içerisinde bulunan ve Anadolu’yu
İslamlaştırma ve Türkleştirme çabasında olan Selçuklu yönetiminin, ekonomik ve siyasi
etkenlerden kaynaklanan nedenlerden dolayı, imâr faaliyetlerine kısıtlı bütçe ayırması
gösterilebilir.
Çalışma kapsamında ele alınan Selçuklu külliye kuruluşlarını oluşturan; cami, medrese ve
avlunun tarihi gelişim süreci, birbirleri ile hem bağımsız hem de ortak özellikler göstererek
devam etmiştir. Külliye kuruluşu için vazgeçilmez birer mimari yapı olan cami, medrese ve
avlunun, bir mimari öge olarak kökenlerini, biraz da Orta Asya Türk mimarlık tarihinde
aramak gerekmektedir. Asya merkezi mekân geleneği3 bu bağlamda önemli bir yere sahiptir.
Asya’da yapılan kazılar sonucunda elde edilen veriler göstermiştir ki, Orta Asya kökenli
mimari kuruluşların çeşitliliği, avlu-medrese gibi mimari ögeler üzerinde oldukça etkili
olmuştur
Bir başka Asya kökenli yapı Budist viharalarının avlularında payelerin arkasında yer alan ve
yapıyı çepeçevre dolaşan beşik tonozlu koridorun varlığı ile Anadolu Selçuklu dönemi külliye
kuruluşlarında avlu için vazgeçilmez bir yeri mimari öge olan revak düzenlemesi ile yine
benzer bir tarihi geçmişten bahsedilebilir.
M. Ö. 2. yüzyıla kadar uzanan Kuzey Afganistan Dilbercin’deki Kuşan tapınaklarında yer
alan ve kutsal alanı çepeçevre saran çevre koridoru, yapıda Buda heykeline doğru yönelmeyi
sağlayan ve bir çeşit tavaf etme aracı olarak kullanılan bu koridor, araştırmacı Akın’a göre;
ruhani olgunlaşmak için düzenlenmiştir
Budist tapınaklarında görülen ve Buda heykelini içine alan bu birim, bize camimedrese
düzenlemelerinde görülen ortak avlu geleneği için de sembolikönermeler sunar. Cami-
medrese kuruluşlu külliyelerde görülen ortak avlu geleneğinin, Anadolu’daki önemli
örneklerinden Kayseri Hacı Kılıç Cami ve Medresesi ortak avlu uygulamasında da olduğu
gibi diğer birçok açık avlulu külliye uygulamalarında avluyu revak düzenlemesi
kuşatmaktadır. Özellikle Hacı Kılıç örneğinde; cami-medreseyi birleştiren ortak avluda,
medresenin güneyinde kalan kanatta revak düzenlemesinin yerini camiye açılan üçlü kemer
düzenlemesi alır. Buradaki üçlü kemer düzenlemesi ile cami kıble yönüne de bir vurgu söz
konusudur. Yukarıda da belirtildiği gibi, Budist tapınaklarında Buda heykeline yönelen ve
heykelin tavafını kolaylaştıran bu koridor ile Anadolu külliyelerinde görülen revak
düzenlemesi arasında, bu noktada sembolik bir bağlantı kurmak mümkündür. Hacı Kılıç
örneğindeki revak düzenlemesi, mihraba yönelmeyi sağlarken, Budist tapınakları da bir
koridor aracılığıyla Buda heykeline tavafı kolaylaştırarak, kişiyi bir ruhsal yolculuğa
hazırlamakta ve sevk etmektedir.
Kayseri Hacı Kılıç Camii ve Medresesi ile Kayseri Kölük5 Camii ve Medresesi’nde görülen
bu “üçlü kemer sistemi” Suriye kökenlidir. Suriye’de özellikle medrese kuruluşlarında
görülen bu üçlü kemer sistemi örnekleri arasında; 1136 tarihli Bosra Gümüştekin, 1193 tarihli
Bahtiye Medreseleri yer alır. 1172’de inşa edilen Nuriye Medresesi’nde mihraplı eyvan üçlü
kemer sistemi ile avluya açılır. Aynı şekilde, 1285 tarihli Kalavun Külliyesi’nde, medresenin
güney eyvanı üçlü kemer sistemiyle avluya açılarak yapı genişletilmiş ve bir cami haline
getirilmiştir.
Külliyelerde görülen ortak avlu geleneği gelişimini etkileyen başka bir örnek ise; 16*16 m.
gibi oldukça büyük ölçekli bir avluya sahip olan Merv’deki Selçuklu Sarayı’na aittir. Doğu
kökenli bu avlu geleneğinin; Anadolu’daki Diyarbakır Artuklu Sarayı ve Kuzey Afrika’daki
Fustat Fâtimî evlerinde görülen avlu kuruluşu ile benzerlik göstermesi, çalışma konusu adına
önemlidir
bahsi geçen Fustat evlerindeki avlularda görülen selsebilin varlığı çalışma konusu adına
dikkate değerdir. Artuklu dönemi medrese avlularında sıklıkla görülen selsebilli havuzlar
birçok sembolik gönderme ile yine, Orta Asya merkezi plan geleneği ile bağlantılı olma
özelliği gösterir. Bu yönüyle avluda yer alan selsebilin, hem cennet bahçesi düzenlemesi ve
hem de dört ana yönü hatırlatan Türk Damgası ile sembolik benzerliği vardır. Avlu mimarisi
ile bağlantılı olarak, 12. yüzyılda Büyük Selçuklu devleti dönemi camilerinde görülen dört
eyvanlı avlulu cami mimarisi de farklı sembolik göndermelerde bulunması da önemlidir. Avlu
etrafında konumlandırılan dört eyvan ile hükümdarın dört ana yöndeki hâkimiyetine vurgu
yapılmaktadır
Eski Türk devlet geleneğinden gelen bu anlayış, Büyük Selçuklu dönemi mescid-i
cumalarının neden büyük ölçekli avluya sahip oldukları konusunda açıklama getirir. Örneğin
Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in Nişapur ve Rey’de inşa ettirdiği saray yapılarının
yanına cami yaptırdığında söylediği “…Kendime saray yapıp yanında Allah’ın evi/cami inşa
etmezsem utanırım…” sözü, caminin bir hükümdar sembolü yapısı olmasını göstermesi adına
önemlidir. Diğer taraftan, Büyük Selçuklu dönemi camilerinin, yapı topluluğu olarak
nitelendirilen külliye kuruluşlarındaki merkezi yapı olması ve büyük ölçekli tutulması adına
da bize fikir sunar.
Külliyelerdeki, cami-medrese düzenlemelerinde ortak avlu geleneği bağlamında diğer önemli
bir mimari yapı olan medrese, Anadolu Selçuklu dönemi külliyelerinde, en az cami kadar
büyük ölçekli bir yapı olması adına önemlidir. Dolayısıyla, Anadolu Selçuklu dönemi
külliyelerinde merkezi yapı, sadece cami değildir. Medrese de, en az cami kadar büyük
ölçekli tutularak önemsenmiştir. Bu nedenle; medreselerin bir mimari yapı çeşidi olarak, nasıl
ve ne amaçla ortaya çıktığı da irdelenmelidir.
medreselerin bir eğitim müessesesi olarak önem kazanmasıyla birlikte, Büyük Selçuklu
devleti topraklarından başlayarak, güneyde Zengi ve Anadolu topraklarına doğru medrese
inşanın öncelendiği ya da külliye içerisindeki merkezi yapının medrese olarak kurgulandığı
külliye örnekleri ile karşılaşılır. Bu bağlamda, Türklerin İran topraklarında bıraktıkları
camilerde görülen avlu geleneği, güneyde Zengi topraklarında medrese mimarisi ile devam
etmiştir. Anadolu dışındaki komşu kültür çevrelerine baktığımızda, özellikle Suriye’de;
Zengi, Eyyubî ve Memlûk dönemlerinde de medrese mimarisinin öncelendiği, bitişik
tasarımlı külliyeler ile karşılaşılmaktadır. Bu nedenle, Büyük Selçuklu devletinin yıkılması
sonucu ortaya çıkan devletlerden, Suriye’de kurulan Atabek devletlerinden, Zengiler ve
mimarisi çalışma konusu için önemli bir yere sahiptir.
Medrese mimarisi Atabekler ile birlikte ve özellikle Nureddin Zengi döneminde önem
kazanmış ve klasik dört eyvanlı Büyük Selçuklu medrese plan tipindebazı değişikliklere
gidilerek, gelişimini sürdürmeye devam etmiştir. Medrese kurgusu içerisinde dört eyvan
konum itibariyle kısmen korunmakla birlikte, özellikle kıble yönündeki mekân daha büyük
tutularak mescid işlevli olarak değerlendirilirken, medrese içerisinde diğer bir mekâna ise
türbe işlevi verilerek külliyeler, medrese merkezli olarak yeniden tanımlanmıştır. bu tip
kuruluşlara örnektir, Açık avlulu medrese planı içerisindeki kıble yönü geniş tutularak
mescid olarak işlevlendirilmiş ve böylece, cami-medrese düzenlemelerinde görülen ortak avlu
geleneğinin ilk örnekleri de verilmeye başlamıştır.

Anadolu Selçuklu Külliyelerinde Avlu ve Ortak Avlu Gelişim


Süreci

Anadolu topraklarında cami-medrese düzenlemelerinde görülen ortak avlu7 geleneğinin


henüz olgunlaşmamış öncül örnekleri ilk olarak; 12. ve 13. yüzyılda, Artuklu çevresinde
görülmeye başlamıştır (Öney, 1966, ss. 385-386; İlter, 1969, s. 207; Altun, 1973, ss. 229-233;
Durukan, 1995, s. 54). Artuklu bölgesinde; külliye kuruluşlarında gözlemlenen “cami-
medrese” birleşmesinin öncüleri sayılabilecek ilk yapılar, Zengi ve Eyyubî medreselerinde
olduğu gibi “cami-yarım medrese kaynaşmaları” şeklinde gelişimini sürdürmüştür.

Büyük Selçuklular döneminde 1091-92 tarihinde inşa edilen Diyarbakır Ulu Camii
Manzumesi/Yapı Topluluğu, revaklı bir avlu etrafında doğu ve batıdaki diğer mekânlarıyla,
Hanefî ve Şafî olmak üzere iki ayrı ibadet mekânı ile Artuklu döneminde eklenen iki
medresesiyle, ortak avlu geleneğine kısmen bir hazırlık evresi oluşturur
Diyarbakır Ulu Camii; Hanefi ve Şafi olmak üzere iki ayrı ibadet mekânından
oluşması, bölgenin farklı cemaatlerin bir arada yaşıyor olduğuna dair önemli bir ipucu da
sunmaktadır. Özellikle farklı cemaatlerin toplanma, bir araya gelmesi noktasında avlu, bir
kamusal alan olarak işlevsel bir mimari öge olması bakımından da önemlidir. Diyarbakır Ulu
Camii yapı topluluğu bünyesinde yer alan iki medrese ve bu iki medresede yer alan
mihrab/mescid bize, bu yapıların kamusal bir alan yaratma çabasının göstergesi olarak
açıklama sunar. Avlu ise bu yapı topluluğunu oluşturan mimari yapıların vazgeçilmez bir
parçası olarak külliyede yerini alır (Resim 4, 5).
12. yüzyılın ilk yarısında, Artuklu kültür çevresinde, Mardin’de büyük bir avlu çevresinde
cami-medrese-hamam-darüşşifa-namazgâh ve çeşmelerden meydana gelen, Emineddin
Külliyesi (1108/9-1122/23) (Resim 7) Anadolu’daki külliyelerin öncüsü olması bakımından
önemlidir. Emineddin Külliyesi; büyük ölçekli kuruluşu ile bir avlu etrafında yer alması ile
Anadolu külliye kuruluşları adına da önemlidir. Bir avlu etrafında konumlandırılan yapılarda,
ortak avlu geleneğinden bahsetmek için temkinli yaklaşmak gerekir. Ancak merkezi bir
avluya doğru yönelişin de başlandığı gözlemlenir.
medreselerin ortaya çıkması ve külliye kuruluşları içerisinde önem kazanmasındaki gerekçeler
üzerinde durulmuştur. Artuklu kültür çevresinde mescid-medreseden oluşan külliyelerin, bu
bölgeden Anadolu topraklarına giriş yapması tesadüf değildir. Çünkü bu coğrafya, Şii ve
Hanefi mezhebi arasında cereyan eden çekişme sonrası Nizamiye medreselerinin de ortaya
çıktığı coğrafyayı kapsamaktadır. Bu bölgede medreselerin neden önemli olduğu ve neden bir
cami-medrese kuruluşlu bir külliye kuruluşu değil de, medrese-mescid kuruluşlu külliye
kuruluşlarının öncelendiği konusunda bize açıklama getirir. Yaşanan siyasi nedenler artık
camiyi külliye kuruluşunun merkez yapısı olmaktan çıkarmış, Hanefi mezhebi öğretilerinin
okutulduğu medreselerin öncelendiği bir mimari yapı haline getirmiştir.
Artuklu medreseleri içerisinde, mescidin küçük tutulmasıyla elde edilen bu plan şeması,
Anadolu Selçuklu Devleti’nin Anadolu’da genişlemeye başladığı dönemlerde, Anadolu
Selçuklu mimarisi içerisinde yeniden yorumlanmış ve Kayseri Hacı Kılıç Camii ve
Medresesi’nde olduğu gibi mescid, medrese içerisindeki küçük bir birim olmaktan çıkmıştır.
Cami; artık serbest tasarımlı, farklı bir işlevi olan ve avlunun bir kanadını oluşturan büyük
ölçekli bir yapıya dönüşmüştür. Bu bağlamda, cami-medrese kuruluşlu külliye kuruluşları için
ortak avlu geleneğinin en olgunlaşmış örneği, Kayseri Hacı Kılıç cami ve medresesinde
görülür. İki yapıdan oluşan külliye; Anadolu mimarlık tarihi kapsamında, farklı tasarıma sahip
bir külliye olarak ele alınır. Külliyenin banîsinin Tus’lu Ebû’l Kasım olduğunu göz önünde
bulundurursak, yapının kurgusunun, banîsinin geldiği kültür çevresi/İran etkisinde kalması
kaçınılmazdır. Dolayısıyla Hacı Kılıç Camii plan özelliklerinin kaynağını/kökeninin Büyük
Selçuklu Camii geleneğinden beslendiğini söylemek yerinde olacaktır.
Anadolu Selçuklu camilerinde boyuna düzenlemeli cami plan tipi sayısı oldukça azdır. Bu
nedenle, avlu gelişiminin plan içerisinde çok yer verilmediği gözlemlenir. Avlunun ortak
kullanımı adına, Osmanlı külliyelerinde (İstanbul Süleymaniye) gözlemlenen avlu
düzenlemesi adına da Hacı Kılıç Külliye örneği önemli bir yere sahiptir.
1270-1308 tarihleri arasında özellikle Konya, Kayseri, Sivas gibi şehirlerde olmak üzere
Anadolu’da mimari faaliyetler, İlhanlı hâkimiyeti etkisi altında devam etmiştir
(Bayburtluoğlu, 1977, ss. 69-70; Ögel, 1986, s. 33; Altun, 1988, s. 2; Aslanapa, 2001, s. 48;
Doğan, 2003, s. 152). Bu döneme ait külliyelerdeki cami-medrese düzenlemelerinden
bahsederken temkinli yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü bu dönemde yok denecek kadar az
sayıda cami inşasında bulunulmuştur. Anadolu’nun İlhanlı dönemi imar faaliyetleri arasında
cami inşasında bulunulmamasının nedenleri arasında, Moğolların Şamanizm kökenli inanç
farklılıklarından kaynaklanan siyasi bir neden aranmalıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere,
medrese plan tipolojisinin Asya kökenli olduğuna dair güçlü savlar vardır. Bu nedenle; İlhanlı
dönemi Anadolu mimarisinde, özellikle medrese yapısının öncelenmesinde yine Moğolların,
Asya kökenli olmaları gibi bir sebep aranmalıdır. İlhanlı döneminde inşa edilen külliye
kuruluşlarındaki, yapı sayısının çok sayıda olmamasının nedenleri arasında hiç kuşkusuz ki
siyasi nedenlerden kadar ekonomik nedenler de vardır. Bu dönemde, Anadolu Selçuklu
devletinin en önemli külliyelerinden biri kabul edilen Huand Hatun Külliye’si (1237) gibi bir
imar faaliyeti yerine, sadece medreseden oluşan tek yapı mimarisi öncelenmiştir.
Külliye kuruluşlarının nicel manada yok denecek kadar az olması nedeniyle de, bir ibadet
mekânı olarak cami mimarisi açığı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, medrese içerisinde bir
birimin mescid olarak işlevlendirilmesi ile bir ibadet mekânı oluşturulmaya çalışılmış ve
böylece medrese yapısı içerisinde bir çözümlemeye gidilmiştir. Bu bağlamda, ilk kez
Suriye’de görülmeye başlayan medrese-mescid kaynaşması örneklerine kısmen de olsa geri
dönülmüştür. Bu örneklerden özellikle açık avlulu medrese örnekleri önemlidir.
İlhanlıdöneminde inşa edilen açık avlulu medreselerde yer alan medrese-mescid uygulamaları
kısmen de olsa çalışma konusu, cami-medrese düzenlemeleri ile bağlantılıdır. Ancak medrese
odaklı külliyelerde, ortak avludan bahsetmek imkânsızdır. Çünkü mescid; medrese içerisinde
işlevsel bir birim olmaktan öteye geçememiştir. Dolayısıyla, avlu da medrese ile
tanımlanmıştır.
Serbest ve bitişik tasarımlı Beylikler dönemi külliye örnekleri14, 15. yüzyıldan itibaren
giderek yerini serbest tasarımlı külliye kuruluşlarına bırakmıştır. Külliye kuruluşu için en
önemli örneklerden birisi; 1366 tarihinde Saruhanoğulları döneminde, cami-medrese-türbe-
hamam-çeşmeleriyle bitişik tasarımlı bir planda inşa edilen Manisa Ulu Camii/İshak Çelebi
Külliyesi’dir15 (Resim 10). Külliyede, cami ve medrese birbirleriyle bir ortak avlu etrafında
değil, her bir yapının ayrı bir avlusu olacak şekilde tasarlanmıştır. Topografik nedenlerden
ötürü biraz daha küçük tutulan medrese ile caminin girişleri, Anadolu Selçuklu Kayseri
külliyelerinde olduğu gibi aynı cephede ele alınmıştır. Osmanlı dönemi külliyeleri için bir
geçiş niteliği taşıyan beylikler dönemi külliyeleri, bu bağlamda Anadolu Türk mimarlık
tarihinde önemli bir yere sahiptir. Konu kapsamında ele alınan avlu ise, Beylikler dönemi
mimarisi ile birlikte, artık bir ortak avlu olmaktan çıkmaya başlamış ve daha merkezi bir hale
gelmeye başlamıştır.
Manisa Ulu Camii/İshak Çelebi Külliyesi, Selçuklu sonrası Anadolu Mimarisi gelişimi
içerisinde; Artuklu camilerinde görülen mihrap önü kubbeli, enine gelişen plan şemasını
devam ettirmesi ve merkezi kubbe ile son cemaat yerini içerisine alan revaklı avlu bölümüyle
de Osmanlı Mimarisi’ne örnek teşkil etmesi bakımından önemli bir yere sahiptir
Beylikler dönemi külliyelerinden, Menteşeoğullarına ait Balat İlyas Bey Camii’nde (1404)
(Resim 11) bu geçiş etkisi artık en olgun örneğini verir. Medrese plan tipinin değişimi ile
birlikte, ortak avlu kavramı da değişmiş ve daha serbest tasarımlı bir hale gelerek Osmanlı
külliye örneklerinin, ilk denemelerini de vermeye başlamıştır.
Bağımsız avlu etrafına kare planlı, tek kubbeli cami ile kuzeyindeki avluyu üç yönden kuşatan
medrese odalar ve türbe yerleştirilmiştir. Balat İlyas Bey Camii’nde; avlunun büyük, caminin
küçük ölçekli tasarlanmasıyla, yapıların organik olarak bağlanması sağlanmış ve bu özelliği
ile ilk Osmanlı külliye kuruluşlarına örnek olmuştur
Anadolu Türk külliyelerinde yer alan cami-medrese düzenlemelerinde ortak avlu tasarımının
tarihi gelişim süreci üzerine görüşler öne sürülmüştür. Cami ve medrese iki ayrı mimari yapı
tipi olarak, Türk İslam mimarisinde külliye kuruluşlarının en önemli iki yapısını teşkil
etmiştir. Avlu ise bu bağlamda, hem strüktürel hem de çeşitli sosyolojik amaçlar
doğrultusunda, külliye kuruluşları için çok önemli bir yeri olan bir kamusal alan
oluşturmuşlardır. Anadolu Selçuklu dönemi mimarisinde, en olgun örneğini Kayseri Hacı
Kılıç Camii ve Medresesi’nde gördüğümüz ortak avlunun gelişim sürecini etkileyen birçok
etken vardır.
İshak Çelebi Ulu Camii Manisa

Spil Dağı’nın kuzey eteklerinde, şehre hakim bir konumda yer alan külliye cami,
medrese ve türbe ile kuzeydoğusundaki hamamdan meydana gelmiştir. Saruhan Bey’in
torunu İshak Çelebi tarafından 1366 yılında Mimar Emet Bin Osman’a yaptırılmıştır.
İnşasında kaba yonu taş, tuğla ve bazı antik mimari unsurlar kullanılmıştır.

Cami enine dikdörtgen bir plana sahip olup sekizgen ayak sistemi üzerine oturan bir
büyük kubbeyle örtülmüştür. Tek minareli olan caminin hakiki kündekari tekniği ile
yapılmış olan minberi Beylikler Dönemi Türk ahşap oymacılığı’nın şaheserlerinden
biridir. Minber kapısı Manisa Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.
“Fethiye Medresesi” adıyla da anılan medrese, caminin batı bitişiğinde tek eyvanlı, iki
katlı olarak camiden on yıl kadar sonra aynı mimar tarafından yapılmıştır. Kentin en
eski medresesi olan yapının kuzeye bakan taç kapısının her iki yanında birer çeşme
bulunmaktadır.
Cami ile medrese arasındaki geçidin güney duvarından açılan bir kapıyla girilen
türbede bulunan dört sandukanın İshak Çelebi ve ailesine ait olduğu sanılmaktadır.
Külliyenin hamamı ise “Çukur Hamam” olarak bilinmekte olup günümüzde hayli harap
bir durumdadır. Hamamın külliyeye gelir getirmesi amacıyla yapıldığı vakfiyesinden
anlaşılmaktadır.

Gök medrese

Cami, medrese ve türbeden oluşan kapalı bir külliye şeklindedir. Amasya Valisi Seyfeddin
Torumtay tarafından 1267’de yaptırılmıştır. Sekizgen biçimli türbe kasnağındaki mavi sırlı
tuğlalardan dolayı Gök Medrese adını aldığı kabul edilir. Hem cami hem medrese olarak
kullanılan dikdörtgen planlı yapının kalın duvarları kesme taştan örülmüştür. Caminin büyük,
beşik tonozlu, eyvanlı bir girişi vardır. Çevresi geometrik motiflerle süslü ana kapının iki
yanındaki pencereler Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Yukarı doğru zengin
mukarnaslarla daralan pencerelerin etrafı dikdörtgen bordürlerle çevrilidir.
Ağaç işçiliğinin güzel bir örneği olan kapısı ise günümüzde Amasya Müzesi’nde
sergilenmektedir. İç mekan, dörderli iki sıradan sekiz kalın sütunun mihraba dik üç bölüme
ayrılmasıyla toplam on beş bölümden oluşmaktadır. Bölümler sivri kemerler üzerine oturan
kubbe ve tonozlarla örtülüdür. Yarım silindirik biçimli mihrap basit bir görünümdedir.
Mimarisi ve süslemeleriyle Selçuklu sanatının güzel örneklerinden biri olan türbe kare plan
üzerine sekizgen biçimlidir ve yüksek kasnaklı, yıldız piramidal, tuğla bir külahla örtülüdür.

Gevher Nesibe Hatun Darüşşifası 

Gevher Nesibe Sultan adına Kayseri’de inşa edilen yapı, Anadolu’da yapılmış Selçuklu
dârüşşifaları ve tıp medreseleri içinde en seçkini, ayakta kalabilen en erken tarihli olanıdır.
Yapı yan yana, üstü açık avlulu, dörder eyvanlı, iki blok halindedir. Batı taraftaki blok
şifahane, doğudaki ise medresedir. Şifahanenin batı kenarında akıl hastalıkları bölümü,
medresenin kuzeydoğu köşesinde de Gevher Nesibe’nin kümbeti (türbesi) yer alır.
Yapı, 68 x 42 metre ebadında, 2.800 m2’lik bir alanı kaplayan birbirine bitişik, açık avlulu iki
birimden meydana gelir. Batıdaki bölüm şifahane, doğudaki tıp medresesidir. Her iki bölüm
de tipik Selçuklu medrese planına sahiptir. Birbirine 1,5 x11 metrelik dar bir koridorla
bağlantılı olan binalardan dârüşşifa 40 x 42 metre (1.680 m2), medrese ise 28*40 metre (1.120
m2) ebatlarındadır. Her iki binanın ayrı kapısı vardır.
İki bölüm, ortasında havuzu bulunan, dört tarafından sivri tonozlu revaklarla çevrili açık
avlulu, dört eyvanlı plan şemasına sahiptir. Oda kapılarının hepsi küçüktür ve revaklı avluya
açılmaktadır. Odalarda ocak ve baca yerleri mevcut değildir. Mutfak tipinde bir mekâna da
rastlanmamıştır. Bu da yemeklerin dışarıdaki bir imaretten geldiğini düşündürmüştür.
Selçuklular’ın 13. asırda yaptıkları medreselerde kapalı avlu tipi kullanılmış, binaların temel
ve zeminleri de dayanıklı, büyük masif taşlardan yapılmıştır. Yapıyla ilgili bilgiyi ilk defa
1933 yılında A. Gabriel yayımlamıştır. Yapı yıkık ve iyi temizlenmemiş olduğundan planını
tam olarak yapamadığını belirtmektedir.
1980 yılında, Erciyes Üniversitesi tarafından yapılan tamirat sırasında, işin başında bulunan
A. Hulusi Köker binanın su ve kanalizasyon sistemi ile ilgili özetle şu bilgileri vermektedir:
Sahip Ata Külliyesi

Anadolu Selçuklu Devleti vezirlerinden Sâhib Atâ Fahreddin Ali tarafından 1277 yılında
yaptırılan külliyenin mimarı Keluk b. Abdullah’tır. Külliye yerleşim planı olarak, kuzeyde
câmi, câminin mihrap duvarına bitişik inşâ edilmiş içinde Fahreddin Ali, eşi ve çocuklarının
kabirleri bulunan türbe, türbenin güney duvarı bitişiğinde hânkâh, hemen yol aşırı karşısında
çifte hamam yer almaktadır. Câmi, kuzeyden bir portal girişine sahiptir. Portalın sağ ve
solunda altlı üstlü ikişer hücre bulunmakta, alttakiler sebil vazifesi görmektedir. Giriş kapısını
çevreleyen pervazın üzerinde Besmele ve Fâtiha suresi yazılıdır. Külliyenin hânkâh (dergâh)
kısmı Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Sâhib Atâ Vakıf Müzesi olarak düzenlenmiş ve
ziyarete açılmıştır.
Çifte Minareli Medrese(Erzurum)

Çifte Minareli Medrese Erzurum'un sembolü haline gelen bir Selçuklu eseridir. Genelde


13'üncü yüzyılın sonlarında yaptırıldığı kabul edilmektedir. Selçuklu Sultanı Alaaddin
Keykubat'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanları'ndan Padişah Hatun tarafından
yaptırılmış olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi de denilmektedir.
Yaklaşık 35x46 metre boyutlarında olan medrese iki katlı, dört eyvanlı ve açık avlulu
medreseler grubunun en önemli örneğidir. 26x10 metre ölçülerindeki avlusu, dört yönden
revaklarla çevrilidir. Avlunun her iki tarafında öğrenci ve öğretmen odaları sıralanmaktadır.
Medresenin zemin katında on dokuz, birinci katında ise on sekiz odası bulunmaktadır. Girişin
batısındaki kare mekân, mescid olarak kullanılmıştır. Güneyde ana eyvanla birleşen, altında
mumyalığı bulunan kümbet, Anadolu'da çağdaşları arasındaki en büyük türbe olma özelliğine
sahiptir. Gövdesi on iki köşeli olan kümbet dıştan külah, içten kubbe ile örtülüdür. Saçağı,
süsleme şerit ve silmelerle bezenmiştir.
Çifte Minareli Medrese'nin özellikle taç kapısında bulunan bezemeler, Selçuklu taş
süslemesindeki derinliğin ve estetik anlayışın muhteşem örneklerini oluşturmaktadır.
Bezemelerde ağırlıklı olarak bitkisel ögeler kullanılmıştır. En çok palmet ve rumi motifleri
kullanılırken, her ikisinin de birbiri ile uyumu dikkat çekmektedir. Minarelerde turkuaz
rengiyle dikkat çeken panonun içinde Arapça "Allah" yazmaktadır.
Alaeddin Camii 

Anadolu Selçuklu Devleti’nin en büyük ve en önemli ulu camilerinden olan Alâeddin


Camisi Konya’nın merkezinde yer alan Alâeddin Tepesi üzerinde inşa edilmiştir.
Yapımına Selçuklu Sultanı I. Rükneddin Mesud (1116-1156) zamanında başlanan cami, I.
Alâeddin Keykubad zamanında tamamlanmıştır (1221).
Cami, İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilmiş, üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür.
Yapıda Roma ve Bizans devirlerine ait kırkın üzerinde mermer sütun bulunmaktadır.
Caminin abanoz ağacından kündekâri tekniği ile Ahlatlı Mengü Berti tarafından 1155 yılında
yapılmış minberi, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin şaheserlerindendir. Çinilerle süslü
mihrabın önünde yine çini süslü maksure kubbesi mevcuttur. Taç kapısında yapı ustası olarak
Muhammed Bin Havlan el-Dımışkî’nin adı yazılıdır.
Cami avlusunda Selçuklu sultanlarından I. Mesud, II. Kılıçarslan, I. Gıyâseddin Keyhüsrev,
II. Rükneddin Süleyman, III. İzzeddin Kılıçarslan, I. Alâeddin Keykubad, II. Gıyâseddin
Keyhüsrev, IV. Rükneddin Kılıçarslan ile III. Gıyâseddin Keyhüsrev’in mezarları bulunan
türbe ile yanında I. İzzeddin Keykâvus adına yaptırılmış ve yarım kalmış ikinci bir türbe daha
bulunmaktadır.

 
Burmalı Minare Camii

Caminin kapısı üzerinde bulunan kemer kavisi şeklindeki kitabeden caminin iki kardeş
tarafından yaptırıldığı anlaşılır. Bu kardeşlerden Said Ferruh’un Selçuklu Sultanı II.
Gıyaseddin Keyhüsrev’in vezirlerinden Necmeddin Ferruh Bey olduğu kabul edilmektedir.
Kardeşi de Haznedar Yusuf’tur. Yapım tarihi kitabeye göre 1242 yılıdır. Bugün, minaresinin
yapım biçimiyle adlandırılan ve Evliya Çelebi’nin, Seyahatname'sinde Mahkeme
Cami ismiyle bahsettiği caminin minaresi ilk yapıldığında ahşaptı. 1590 yılındaki deprem ve
1602 yılında yaşanan yangında hasar gören caminin minaresi 1730 yılında yaşanan büyük
yangında tamamen yok oldu. Bunun yerine yapılan minare bu kez caminin güçlü taş yapısına
uygun biçimde taştan yapıldı. Dönerek minarenin etrafını dolanan yivlerin oluşturduğu bu
yapıya bu zamandan sonra Burmalı Minare, camiye de Burmalı Minare Cami denmiştir.
Cami, girişin iki yanındaki minare ve türbe dışında oldukça düzgün bir dikdörtgen plana
sahiptir. Kesme taştan örülmüş kalın ve güçlü duvarlardan batı ve doğu cephesindekilerde
bulunan dörder pencere ile güney cephesindeki üç pencere caminin içini aydınlatır. Camiye
minare ve türbenin arasından, dışarıya doğru çıkıntılı büyük bir niş içinde yer alan kemerli
kapıdan girilir. İç mekan mihrap ekseninin iki yanında sıralanmış üçer paye (sütun) ile üç
sahına ayrılmış, payelerin birbirine sivri kemerlerle bağlanmasıyla bu sahınlar da üçer bölüme
ayrılarak toplam dokuz bölüm meydana getirmiştir. Bu dokuz bölümden orta sıradaki üçünün
üzeri kubbelerle örtülüdür. Yan sıralardaki bölümlerden kıble duvarına yakın olan ikisi
çapraz, diğer bölümler beşik tonoz örtülüdür. Girişin sol yanında kare zemin üzerine sekizgen
yapılı Cumudar Türbesi bulunur. İlhanlılar’ın Anadolu egemenliği döneminde Amasya’da
Anadolu Nazırlığı yapmış olan Şehzade Cumudar’a ait mumyanın Amasya Müzesi’ne
konulmasına kadar burada bulunmuş olması nedeniyle bu isimle anılan türbe asıl olarak
Ferruh Bey ve oğluna aittir.
Karatay Medresesi

Konya Çini Eserler Müzesi olarak kullanılan Karatay Medresesi, Selçuklu Sultanı II.


İzzeddin Keykâvus zamanında Emir Celâleddin Karatay tarafından 1251 yılında
yaptırılmıştır. Medresenin iç mekânları mozaik ve plaka çiniler ile kaplanmıştır. Mimarının
Muhammed bin Havlan olduğu tahmin edilmektedir. Medrese, Selçuklular devrinde hadis ve
tefsir ilimleri okutulmak üzere “Kapalı Avlulu Medrese” grubunda beden duvarları taştan,
kubbe ve tonozlar tuğladan inşa edilmiştir. Sille taşından inşa edilmiştir. Tek katlıdır. Giriş
doğudan gök ve beyaz mermerden yapılmıştır.
Selçuklu devri taş işçiliğinin şaheser bir örneği olan kapı üzerinde medresenin yapımı ile ilgili
kitabeler, diğer yüzeylerine seçme âyet ve hadisler kabartma olarak işlenmiştir. Medresenin
güneybatı hücresinde Celâleddin Karatay’ın türbesi mevcuttur.
KONYA MEVLANA TÜRBESİ

Bugün müze olarak kullanılmakta olan Mevlâna Dergâhı'nın yeri, Selçuklu Sarayı'nın Gül


Bahçesi iken bahçe, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna'nın babası Sultânü'l-
Ulemâ Bâhaeddin Veled'e hediye edilmiştir. Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 tarihinde vefat
edince türbedeki bugünkü yerine defnedilmiştir. Bu defin gül bahçesine yapılan ilk defindir.
Sultânü'l-Ulemâ'nın ölümünden sonra kendisini sevenler Mevlâna'ya müracaat ederek
babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırmak istediklerini söylemişlerse de Mevlâna "gök
kubbeden daha iyi türbe mi olur" diyerek bu isteği reddetmiştir.
 
Ancak kendisi 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled,
Mevlâna'nın mezarı üzerine türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiştir. "Kubbe-i
Hadra" (Yeşil Kubbe) denilen türbe dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine, 130 bin Selçukî
dirhemine Mimar Tebrizli Bedrettin'e yaptırılmıştır. Bu tarihten sonra inşaî faaliyetler hiç
bitmemiş 19'uncu yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir.
 
Mevlevî Dergâhı ve Türbe 1926 yılında "Konya Asâr-ı Atîka Müzesi" adı altında müze
olarak hizmete başlamıştır. 1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden
geçirilmiş ve müzenin adı Mevlâna Müzesi olarak değiştirilmiştir. Müze alanı bahçesi ile
birlikte 6 bin 500 metrekare iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen
bölümlerle birlikte 18 bin metrekareye ulaşmıştır.
SULTAN HAN

Sultanhan Aksaray'ın Sultanhanı Kasabası'ndadır. Han 1229 yılında Anadolu Selçuklu


Sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. 1278 yılında Anadolu Selçuklu
Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından genişletilmiştir. Yazlık kısmının geometrik
şekillerle süslenmiş muhteşem bir portali vardır. Han içinde bulunan tüm yapı, özellikleri
itibariyle Sivas’taki Gök Medrese'ye benzemektedir.
Sivri kemerin hemen altında "Elminnetül Lillah" yani "Kudret Allah'ındır" duası yazılıdır.
Kervansarayın ilk kitabesinde mukarnaslı dış portal nişini çeviren süs kemerinin iki tarafında
altıgen madalyonlar içinde sağda ve solda yer almaktadır. Uzun bir dehlizden geçtikten sonra
avluya varılır. Burada arabalara mahsus revak şeklinde yerler, sol tarafında ise kemerli ve
yolculara mahsus odalar, salonlar, iki hamam ve ambarlar vardır. Avlunun ortasında dört
kemer üzerine dayanmış bir mescit bulunmaktadır.
Bu mescit Selçuklu süsleme sanatını en güzel örneğini sergilemektedir. Yazlık kısmın
sonunda, batı duvarında tezyinat bakımından giriş portalinden geri kalmayan bir portali
vardır. Bunun da dış portalde olduğu gibi sağında solunda birer niş bulunmaktadır. Kitabe
kemer ve nişlerin üzerindedir. Basık kemerli bir kapıdan girilince kışlık kısma geçilir. Üstü
tonozla örtülü bu kısımı kare kasetli dört kısa, sekizer ayak dizisi, beş sahana ayırmaktadır.
Ortadaki sahan diğerlerinden daha büyük ve geniştir. Tam ortadaki yerin yukarısı
pandantiflerle sekiz kenarlı kasnağa oturan bir kubbe ile örtülmüştür. İçeriyi kubbe feneri ile
duvarının sağına ve soluna dörder, dip deki duvarda ise, üç olmak üzere yukarılara açılmış
mazgal biçiminde iki pencere aydınlatmaktadır. Bunlardan başka ışık ve hava alacak yeri
yoktur. Çok sağlam durumda iç portal da kuvvetli rölyefler halinde geometrik yıldız geçmeler
ve rozetlerle işlenmiştir. Karatayhan'ın iç portali bunu örnek alarak aynen tekrarlanmıştır.
Bu iki portalin Alaaddin Keykubat zamanında, hol kısımlarıyla birlikte tamamlandığına bir
işarettir. Mukarnaslı tromplar üzerine oturan kubbe, süslemeleriyle holdeki sade taş minareyi
canlandırır. Kubbenin külahı yıkılmıştır.

EŞREFOĞLU CAMİİ

Beyşehir İlçesi İçerişehir Mahallesi'nde bulunan, Orta Asya'da Semerkant, Buhara gibi eski
Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki eşsiz bir örneği
olan Beyşehir Eşrefoğlu Camisi, Anadolu'daki ahşap direkli camilerin en büyüğü ve orijinali
olup 1296-1299 yılları arasında inşa edilmiştir.
Beyşehir Eşrefoğlu Camisi Minberi Anıtsal taç kapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç
ve çini işçiliği yönünden ağaç cami müzesi gibidir. Mihrabının tümü çini mozaikle kaplı olup,
4.58 metre eni, 6.17 metre yüksekliği ile Konya çevresindeki bütün çinili mihraplardan daha
büyüktür. Minberi, tamamen ceviz ağacından üstün bir işçilik ve zengin bir süsleme ile
oymalı, çatmalı ve tutkalsız olarak yapılmıştır. Cami, Türk mimari tarzının en güzel ahşap
örneklerinden birisidir. Sekizgen, beşgen, yıldız ve geometrik dolgular ve bitkisel bezemeler
ile kaplanmış minber, sedef ve fildişi çatmalarında görülebilecek derecede inanılmaz bir
düzgünlük ve inceliktedir. Caminin tavanı renkli kalem işi süslemelere sahiptir. Özellikle
konsollardaki kök boyalı motifler dikkat çekicidir. Eşrefoğlu Camisi, Selçuklu ulu
camilerinde görülen şu özelliklerin tamamını barındıran tek örnektir: Çoğul ahşap sütunlar,
tavanı tamamen ahşap ve kalem işçiliği ile süslenmiş, minberi tamamen ahşap ve Kündekari
tekniği ile yapılmıştır.
SEYYİD HARUN KÜLLİYESİ

Antik Çağlarda Seydişehir’de Amblada, Vasada, Arvana, Elita, Dalisandus gibi şehirlerin
varlığı belirlenmektedir. 1970 yılında yapılan kazılarda Bostandere Kasabası yakınlarında
Roma Devri Anfi Tiyatrosu kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet devrinde ise kesin olarak aralarındaki ihtilafa son verilmiş ve Seydişehir
Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Seyyid Harun Camii, Seydişehir'in güney kesiminde, Seyyid Harun Velî Külliyesi içindedir.
Seyyid Harun tarafından, 1310 yılında onun "İlâhi bir ilhamla bir şehir kurmak üzere buraya
geldiği" yıllarda yapıldığı bilinmektedir. Caminin kuzey cephesinde üç kümbet
bulunmaktadır. Bunlardan kuzey cephesine bitişik olan üç kümbetden birisi Seyyid Harun
Velî'ye aittir. Caminin kuzey doğusuna bitişik olan diğer kümbet Halife Sultan türbesidir.
Caminin kuzey duvarına bitişik diğer kümbet ise Rüstem Bey ile Sultan Hatuna aittir.

seyyid Harun Velî Caminin Kuzey cephesine bitişik, kümbetin sağındaki Seyyid Harun Veli
Hazretleri'nin türbesidir. Kitabesi şöyledir: “Bu kutlu türbe, yoksulların efendisi Allahın
Rahmetine kavuşmuş ve günahları bağışlanmış olan Seyyid-i Harun’un yirmi üç  rebi’ül–
evvel yedi yüz yirmide ölmesi üzerine inşa edildi". Türbe, 3 Mayıs 1320 tarihinde ölen Seyyid
Harun Velî'nin ölümünden sonra aynı yılda yapılmıştır.
İstanbul'daki Osmanlı Külliyelerinin Mimari Özellikleri
Külliye, Türk mimarisinde, belli amaçlar için bir araya getirilmiş yapılar topluluğudur.
"Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezi teşkilatının olgunlaştırdığı ve imparatorluğun zengin
gelirleri ile işleyen külliyeler, en geniş anlamda cami, medrese, türbe, hamam, darüşşifa,
kervansaray, han, çarşı, tabhane, imarethane, kütüphane, mektep gibi dini, sosyal ve kültürel
kuruluşlar ile hizmetlilerin oturdukları yapıların bir çevre duvarı içine veya arazinin
durumuna göre birbirine yakın mesafelere yerleştirilmesinden meydana gelen ve vakıfların
gelirleri ile işleyen yapı topluluklarıdır"
Osmanlı toplumunda külliyeler, halkın ihtiyaçlarını karşılamak için, bu görevin devletin
sorumluluğunda olmadığı anlayışıyla, başta hükümdar ve aileleri olmak üzere, siyasi ve
ekonomik güce sahip kişiler tarafından, vakıf sistemi içerisinde inşa edilmişlerdir.
Külliyeleri oluşturan yapı topluluğunun merkezinde yer alan camiler ve avluları, "Osmanlı'nın
kamusal alanları" olarak kabul edilebilir. Halkın ve yöneticilerin, birbirlerini görmesi,
varlıklarını duyurması, bu mekânlarda gerçekleşmiştir. "İstanbul'daki külliyelerin büyük dış
avluları, İstanbul'un forumlarıdır. Roma ve Bizans dönemlerinin yapılarla çevrili kent
meydanı kavramı, İslam toplumunun her şeyi din bağlamında tanımlamaya çalışan sosyal
sistemini yansıtarak, insanların toplanacağı alanları camiler çevresinde oluşturmuştur
Camiler, yapılış amaçları, yaptıran kişi ve yapıyı kullanan kişiler söz konusu olduğunda,
"temsil" mekânları olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı toplumunun odak noktasını
oluşturan dinsel inançların, bu inançlarla gücünü meşru kılan ve topluma yansıtan yaptıran
kişilerin ve bu inançları paylaşan ve onaylayan halkın bir araya gelişinin temsilidir. Osmanlı
toplumunda, yöneten ve yönetilenin bir araya geldiği nadir mekânlardan birini oluşturur.
Hükümdarların inşa ettirdiği, kendi ya da aile bireylerine adadıkları külliyelerin camilerinde,
Cuma namazlarını kılarken, hünkâr mahfilini kullansa bile, ibadet için bir araya gelen insanlar
ile karşılaştıkları ve aynı mekânda ibadet ettikleri için, "görülme mekânlarıdır". Halk, bu
mekânlarda, sorunlarını hükümdara aktarma fırsatını da bulmuştur. "Cuma selamlığına çıkan,
yani her hafta değişik bir camiye namaz kılmaya giden padişahın eyerine halkın dilekçe
bırakabiliyor ve bu dilekçelerin dikkate alınıyordu.
AYASOFYA CAMİİ KÜLLİYESİ

Ayasofya veya resmî ismiyle Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi, eski ismiyle Ayasofya


Kilisesi, İstanbul'da yer alan bir cami, eski bazilika, katedral ve müze. Bizans İmparatoru I.
Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul'un tarihî yarımadasındaki eski şehir
merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılında İstanbul'un
Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra Fatih Sultan
Mehmed tarafından camiye dönüştürülmüştür. 1934 yılında yayımlanan Bakanlar
Kurulu Kararnamesi ile müzeye dönüştürülmüş, kazı ve tadilat çalışmaları başlatılmış ve
1935-2020 yılları arasında müze olarak hizmet vermiştir. 2020 yılında ise müze statüsünün
iptal edilmesiyle tekrar cami statüsü kazanmıştır.
Ayasofya, mimari bakımdan merkezî planı birleştiren kubbeli bazilika tipinde bir yapı
olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm
noktası olarak ele alınır.
Ayasofya adındaki "Aya" sözcüğü "kutsal, azize" anlamına gelir. "Sofya" sözcüğü ise Eski
Yunancada "bilgelik" anlamındaki sophos sözcüğünden gelir.[4] Dolayısıyla "aya sofya" adı
"kutsal bilgelik" ya da "ilahî bilgelik" anlamına gelmekte olup Ortodoksluk mezhebinde
Tanrı'nın üç niteliğinden biri sayılır.[5] Miletli İsidoros ve Trallesli Anthemius'un[3][6] yönettiği
Ayasofya’nın inşaatında yaklaşık 10.000 işçinin[7][8][9] çalıştığı ve I. Justinianus'un bu iş için
büyük bir servet harcadığı belirtilir.[10] Bu çok eski binanın bir özelliği, yapımında kullanılan
bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır.[11][12]
Bizans döneminde Ayasofya, büyük bir "kutsal emanetler" zenginliğine sahipti. Bu
emanetlerden biri de 15 metre yüksekliğindeki gümüş ikonostasisti
Konstantinopolis Patriği'nin patrik kilisesi ve Ortodoks Kilisesi'nin bin yıl boyunca merkezi
olan Ayasofya, 1054 yılında Patrik I. Mihail Kirularios'un Papa IX.
Leo tarafından aforoz edilmesine şahitlik etmiş olup bu olay, genel olarak Schisma'nın, yani
Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasının başlangıcı sayılır.
1453’te kilise camiye dönüştürüldükten sonra mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip
edilmemiş (içermeyenlerse olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve
yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler, bu sayede doğal ve yapay tahribattan
kurtulabilmiştir. Cami, müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozaikler
yine gün ışığına çıkarılmıştır. Günümüzde görülen Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü
kez inşa edilen kilise olduğundan "Üçüncü Ayasofya" olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar
sırasında yıkılmıştır. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî
kubbesi, Bizans döneminde bir kez (7 Mayıs 558) çökmüş, Mimar Sinan’ın binaya
payandaları eklemesinden itibaren de hiç çökmemiştir.

Fatih Külliyesi
Fatih Külliyesi (1463-1470), merkezindeki caminin iki yanında paralel olarak yerleştirilmiş,
16 medrese, darüttalim (Kur'an okulu), kütüphane, darüşşifa, tabhane, imaret, kervansaray ve
türbeden oluşmaktadır. ( "Fatih Camii'nin dış avlusu, Fatih Meydanı olarak bilinir ve camiyle
birlikte tasarlanarak meydan adını alan tek açık alandır. Bir anlamda, tek Türk forumudur.
Fatih döneminde inşa edilen cami, ana ibadet mekânı merkezi kubbe ve ona mihrap yönünde
eklenen yarım kubbe ile, bu mekânın iki yanında yer alan yan kanatlar ise, üçer adet küçük
kubbe ile örtülüydü. Ana ibadet mekânı, revaklı ve şadırvanlı avlu ile kıble yönünde
türbelerin yer aldığı avlu ile birleşmekteydi.
Fatih Camii, 1509, 1557 ve 1754 yıllarındaki depremlerde hasar görmüş ve 1766 yılındaki
depremde tamamen yıkılmıştır. Sultan II. Mustafa dönemine (1767-1771) yılları arasında,
Barok üslupla yeniden inşa ettirilirken, Şehzade Camii'nin planı uygulanmıştır. Yapının
günümüzdeki iç mekân süslemeleri, 18. yüzyıl Osmanlı sanatının Barok üslup etkilerini
yansıtmaktadır

İstanbul'da, Fatih külliyesi ile başlayan, caminin revaklı avlu ve ağaçlar ve çiçeklerle süslü dış
avlular ile çevrelenmesi anlayışı, cami iç mekanının ilahi gücü simgelemesi ile birleşen,
cennet bahçesi imgesini getirmiştir. İslam cami mimarisi geleneğinde, revaklı avlulardaki
şadırvan, abdest alma işlevi için olduğu kadar, cennetin ırmaklarını çağrıştırdığı için, bu
imgeyi pekiştirmektedir.
 Fetihten hemen sonra Ortodoks patrikliğine tahsis edilmişken çok harap bir halde olan bu On
İki Havâri Kilisesi'nde barınamayan patriğin 1455'te başka bir yere taşınmak istemesi üzerine,
Fâtih Sultan Mehmed ona diğer bir kiliseyi bağışlayarak buranın yerini kendi adına
yaptıracağı külliyeye tahsis etmiştir. 867 Cemâziyelâhirinde (Mart 1463) burada başlayan
inşaat 875 Receb ayına (Aralık 1470) kadar sürmüştür. Bu külliyenin Khristodulos adında bir
Rum mimar tarafından yapıldığı yolunda Eflak Voyvodası Dimitrie Cantemir'in (ö. 1723)
ortaya attığı iddia dayanaksız olup araştırmalar sonucunda Fâtih Camii ve Külliyesi'ni yapan
mimarın Atik Sinan olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca şu husus da göz önünde tutulmalıdır ki XV.
yüzyılda yapılan bu selâtin camii ve külliyesi, bütünüyle Türk mimari geleneklerine uygun ve
bunun tabii gelişmesinin bir halkası olarak meydana getirilmiştir. Bu külliyede Bizans
sanatına işaret eden hiçbir iz yoktur. Muhakkak ki Süleymaniye Külliyesi'nde de olduğu gibi
işçiler arasında bulunan Bizanslı ustaların el emeğinden faydalanılmıştır.
Külliye yapıları, Edirne'deki Üç Şerefeli Cami ile Beyazıt ve Süleymaniye camileri arasında
Türk selâtin camilerinin mimari gelişmesinin bir halkasıdır. Binalarda son dönem Bizans
mimarisiyle hiçbir akrabalık olmadığı gibi külliyenin merkezi olan caminin planı da Türk
mimarlığının tabii gelişmesinin bir safhasına işaret eder.
II. Bayezid Külliyesi

II. Bayezid Külliyesi, şehrin Bizans dönemindeki en büyük meydanı olan, Tauri Forumu
üzerine, Sultan II. Bayezid tarafından 1500-1505 yılları arasında inşa ettirilmiştir. (Resim 3)
Külliyenin, bir cami, türbe, aşhane-imaret, sıbyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam ve
kervansaraydan oluşan yapıları, Fatih Külliyesinden farklı olarak, simetrik bir plana göre
değil, araziye dağınık olarak yerleştirilmiştir. Yapının mimarının kimliği belirsizdir. Yapıda,
Ayasofya'nın planı, daha küçük boyutlu olarak uygulanmıştır.
Cami ana ibadet mekânını örten 16,78 metre çapındaki merkezi kubbe, dört ayak ve iki porfir
sütun tarafından taşınmaktadır. Ana kubbeyi, mihrap ve kuzey yönünde, iki yarım kubbe
desteklemektedir. Kubbe ile örtülü mekânın iki yanında, dörder kubbe ile örtülü iki yan kanat
yer almaktadır. Caminin güney kanadına eklenen tabhaneler beşer adet kubbe ile örtülüdür.
Bu mekânın iki ucuna, iki minare yerleştirilmiştir. Bu mekâna, kuzey cephesinden, revaklı,
şadırvanlı avlu birleşmektedir. (Resim 4) Yapının dış avlu duvarları, günümüze gelememiştir.
Ana giriş kapısı üzerindeki kitabe, II. Bayezid'in şehzadeliği sırasında Amasya'da tanıdığı ve
beraberinde İstanbul'a getirdiği, Osmanlı hat sanatının en büyük sanatçısı, Şeyh Hamdullah'ın
eseridir. Yapının inşaatında İstanbul'daki yeniçerilerin çalışması, pencere demirlerinin,
topçular ocağınca dökülmesi, Osmanlı mimarlığının, devlet kurumları ile yoğun ilişkisini
yansıtmaktadır.
Osmanlı'nın bir imparatorluğa dönüştüğü 16. yüzyıl, aynı zamanda, mimarinin en iyi
örneklerinin üretildiği "Klasik Dönem" olarak adlandırılmıştır. Bu eserler, başta Kanuni
Sultan Süleyman olmak üzere Osmanlı hanedanı ve bu hanedana hizmet eden Mimar Sinan'ın
birlikteliği ile gerçekleşmiştir. Kanuni'nin bir dünya hükümdarı olarak, gücü, yaptırdığı
mimari eserlere yansıtılmıştır. Şehzade ve Süleymaniye Külliyeleri, Osmanlı teb'asına olduğu
kadar, onu dikkatle izleyen Avrupalılara da bir güç gösterisidir.
Sinan'ın İstanbul'da inşa ettiği ilk büyük külliye Şehzade Külliyesi (1544-1548)'dir. Şehrin
ana yollarından biri üzerinde yer alan külliye, cami, medrese, tabhane, kervansaray, imaret,
mektep ve muvakkithaneden oluşmaktadır. Bu yapının, Kanuni Sultan Süleyman'ın kendi
külliyesi olarak yapımına başlandığı, ancak, inşaat sürerken Şehzade Mehmet'in ani ölümü
üzerine, ona adandığı kabul edilmektedir. Kare şeklindeki cami iç meânını örten 18.70 metre
çapındaki merkezi kubbe, dört yönden yarım kubbelerle desteklenmiştir. Köşelerde birer adet
kubbe yer alır. İç mekânın kuzey duvarının iki köşesine, iki minare yerleştirilmiştir. Ana
mekâna beş kubbeli son cemaat yeri ve kare şeklindeki revaklı, şadırvanlı avlu kuzey
cephesinde birleşmekte, yapının doğu ve batı yan kapıları, cami ve türbeleri, doğu, batı ve
güney yönlerinden çeviren büyük bir dış avluya açılmaktadır

YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ ve KÜLLİYESİ

Hatip Muslahattin Mahallesi, Yavuz Sultan Selim Caddesinde bulunan bu cami, Ya-
vuz Sultân Selim Adına Oğlu Kanunî Sultân Süleyman Tarafından Halic'e Hâkim Bir
Tepe Üzerine Yaptırılmıştır.
İnşasına H.926/M.1519 da başlanmış ve H.929/M.1522 yılında tamamlanmış olduğu
taç kapısı üzerindeki kitabesinden anlaşılmaktadır1. Bazı yayınlar, bu külliyyenin
mimarını, Mimar Sinan olarak göstermiş ise de arşiv vesikaları eserin, Mimar Acem
Ali tarafından yapıldığını göstermektedir2. Zaten bu tarihlerde Sinan daha mimar
olarak faaliyete başlamamış ve kendi eseri olmadığı Sai Çelebi'nin Tezkiresinde
zikredilmektedir. Kare plânlı olan caminin geniş sathı, 24 m. çapında ve 325 m.
yükseklikte büyük bir pan-tantifli kubbe ile örtülmüş ve bu kubbenin ağırlığı da
duvarlara gömülmüş kemerlere yüklenmiştir3. Dokuzar birimden oluşan tabhâne
kanatları yanlarda pantantifli küçük kubbelerle örtülmüştür. Kare kaideli, çokgen
gövdeli, tek şerefeli ve şerefe altlıkları mukarnaslı olup temiz taş işçiliğiyle yapılmış
38 m. yüksekliktedir. İki minaresi tabhâne kanatları ile şadırvan avlusunun birleştiği
köşelere yerleştirilmişlerdir4.
Tamamiyle köfeki taşından inşâ edilen bu caminin sol tarafındaki Hünkâr Mahfili, zarif
dilimli, kemerli, alt tavanı çok renkli nefis kalem işleri ile süslü ve çeşitli renkte mer-
mer sütunlar üzerine oturtulmuştur. Yanları şebeke süslemeli mermer minber ve taş
mihrap geleneğe bağlı olarak sade ve klâsik üslûptadır. Kapı kanatları ile pencere
kapakları fildişi ve sedeflerle zenginleştirilmiş, güzel ağaç işçiliğini göstermektedir.
İçte ve avludaki sivri kemerli pencere alınlıkları renkli sır tekniği ile îmal edilmiş ve
zarif çinilerle süslenmiştir5. İç avlunun giriş kapısının yanındaki duvarda güneş saati
bulunmaktadır.
Süslü kafeslerini Sultân İbrahim koydurmuştur. Son derece işlemeli kürsüsü ahşaptır.
Mermerden yapılmış müezzinler muhfili sağ tarafta ve ortadadır.
Kuzeyde enine dikdörtgen plânlı, 18 sütun üzerine yerleştirilmiş 20 kubbeli ve revaklı
şadırvan avlusu yer almaktadır. Doğu ve batıya açılan önleri sakıflı müstakil girişlerle
donatılmış, tabhânelerin köşelerindeki dörder birim, duvarlarla kuşatılarak ocaklı
odalar mey-dana getirilmiştir. Aralarındaki altışar birim de dört eyvanlı plân şemasını
devam ettiren bir dağılım yeri olarak değerlendirilmektedir6.
Kapılardan biri türbe kapısı, batısındaki çarşı kapısı, kuzeyindeki kırkmerdiven
kapısıdır. Sağ ve solundaki kapılar da 1990 senesinde Vakıflar tarafından
yenilenmiştir.
Camide Bizans devrinin açık su havuzlarından biri mevcuttur. Giriş kapısının sağında
iş odaları bulunmaktadır.
Caminin mihrabı önüne tesadüf eden Yavuz Sultân Selim türbesi sekizgen köşeli
plân üzerine inşâ edilmiş olup tek kubbelidir. Medhalin iki yanı çini ponolarla bezelidir.
Sağ taraftaki pano H.929/M.1523 tarihli bir kitap ihtiva etmektedir. Sanduka çerçevesi
sedefkârîdir. Sandukası üzerinde, Yavuz'un Mısır seferine giderken hocasının atının
ayağından sıçrayan çamurla kirlenmiş kaftan, vasiyeti olarak örtülmüştür.
Şehzadeler türbesi altı köşeli bir plân üzerine yapılmış olup kubbe kasnağında "Âyet
el Kürsi" kabartma olarak yazılmıştır. Türbede, Kanunî Sultân Süleyman'ın oğulları
Mahmud ve Abdullah ile kızları Güherhân ve Hüma Şâh Sultânlar medfûndur. Bu yer-
de bulunan ve yıkılmış olan türbede Selim Fin zevcesi ile Kanûnî'nin anası Ayşe
Hafsa Sultân ile Selim Fin kızı Sadrâzam Müverrih Lütfi Paşa'nın zevcesi Şâhsultân
medfûndur. Sultân Aldülmecid'in türbesi ise, altı köşeli basit kubbeli bir binadır. 25
Haziran 1861'de vefat eden Sultân Abdülmecit ile oğulları burada medfûndur7.
Caminin çevresinde yer alan medrese, sibyan mektebi, imaret, hamam gibi
külliyeden geriye sadece sibyan mektebi kalabilmiştir. İmaretin yerine Kız Lisesi
yapılmıştır8.
6000 m2 alanı olan bahçesinde üç adet 700.000 tonluk su sarnıcı bulunmaktadır.
Bunlardan ikisini cami, diğerini itfaiye kullanmaktadır.Restorasyonu Vakıflar
tarafından tamamlanarak 2010 yılında ibadete açılmıştır.
Süleymaniye Külliyesi

Süleymaniye Külliyesi, şehrin ana yollarının üzerinde yer almayan, 1540'ta yanan Eski
sarayın arazisinin üzerine yapılmıştır. (Resim 6) Süleymaniye Külliyesi'nde, ana ekseni
oluşturan, cami, revaklı avlu ve türbeler, Şehzade Külliyesi'nde olduğu gibi, doğu, batı ve
güney yönünden, büyük bir dış avlu ile çevrilidir. Dış avlu duvarlarla sınırlanarak, içerdiği
mekânların önemi vurgulanmıştır. Bu yapıların etrafına, medreseler, hamam, darülhadis,
darülkurra, darüşşifa, imaret, tabhane ve tıp medresesi yerleştirilmiştir. "Süleymaniye
Külliyesi, bir kurum olarak, her türlü toplumsal hizmeti veriyor ve bütün toplumsal
etkinlikleri bünyesinde topluyordu. Burada, ibadet dışında eğitim ve sağlık hizmeti veriliyor,
sosyal yardım yapılıyor, insanlar ağırlanıyor, bir araya geliyordu
Yapı, Mimar Sinan'ın önderliğinde, mimarlar ocağında yetişmiş çok sayıda mimarın
gözetimiyle inşa edilmiştir. Bu grubun altında çalışan ustaların kimlikleri, imparatorluğun
dinsel ve etnik yapısından bir kesit sunmaktadır. Süleymaniye Camii ve külliyesinin
inşaatında, "hür ırgadlar (Müslüman ve Gayrimüslim işçiler), "hassa mimarları, hassa
sanatkârları ve askerler (kapıkulu sipahileri, gılman-ı acemiyan-acemi oğlanları) ve forsalar
(esir ırgadlar) çalışmıştır. "Bennâ, sengtıraş, neccâr, nakkaş, lağımger, haddad, camger,
sürbger olarak sınıflandırılan 8 sanat grubunda çalışmış olan 3523 ustadan 1810'u Hristiyan,
1713'ü Müslümandır. Çalışan ustaların dinsel dağılımı, yapılan işe göre değişmektedir.
Örneğin "bennâların %83'ü Hristiyan iken, sengtraşların yalnızca %11'i Hristiyandır. Nakkaş,
sürbger ve camcı gruplarının %90'ı Müslümandır".
Külliyenin merkezindeki cami, dört paye ile taşınan 26,20 m. çapındaki kubbeye, kıble ekseni
üzerinde iki yarım kubbe ve ikişer eksedra ile örtülüdür. (Resim 7), (Resim 8) Bu hacme, iki
yanda beşer küçük kubbe ile örtülü yan kanatlar eklenmektedir. Son cemaat yeri dokuz kubbe
ile örtülüdür (Resim 9) . Revaklı avlunun kuzey giriş cephesi, yüksek duvarlarla çevrilerek
ayrı bir giriş olarak vurgulanmıştır. Son cemaat yerinin iki ucu ve revaklı avlunun köşelerine
dört minare yerleştirilmiştir. "Cami, izinde olduğu İstanbul Bayezid Camii plan şemasını, çok
daha büyük boyutlar içinde, içte ve dışta hareketli bir ritm yaratarak aşmıştır
Cami mimarisini tamamlayan dengeli süsleme anlayışı, Klasik Osmanlı görsel dilinin en iyi
örneğidir.

SULTAN AHMED CAMİİ VE KÜLLİYESİ


Sultanahmed Külliyesi, I Ahmed tarafından (1609-16) tarihleri arasında Sedefkâr Mehmet
Ağa'ya yaptırılmıştır. Külliye, cami, hünkâr kasrı, sıbyan mektebi, medrese, arasta, hamam,
darüşşifa, imaret, tabhane, han, darülkurra, sebil, çeşme ve dükkânlardan oluşmaktadır.
(Resim 11) Külliyenin yapılabilmesi için, Atmeydanı'ndaki Mesih Paşa ve Sokollu Mehmet
Paşa'nın sarayları yıkılmıştır. Yapının açıldığı Atmeydanı, İstanbul'da şenliklerin,
kutlamaların yapıldığı önemli bir meydan olarak kullanılmıştır.
Camide, Şehzade Camii'nin planı uygulanmıştır. Ana ibadet mekânını örten 22,40 metre
çapındaki kubbe, dört yarım kubbe ile desteklenmekte, ağırlığı dört paye tarafından
taşınmaktadır. Köşelerde, pandantiflerle geçilen birer kubbe mevcuttur. Dokuz bölümlü son
cemaat yeri ve revaklı, şadırvanlı avlu, yapının kuzey cephesinden birleşmektedir. Yapıda,
dördü ana ibadet mekânının köşelerine, ikisi, kuzey avlu duvarının iki yanına yerleştirilmiş,
altı adet minare bulunmaktadır. Cami ile mihrap cephesindeki türbeler, Şehzade Camii'nde
olduğu gibi, doğu, batı ve güney yönlerinde büyük bir dış avlu ile çevrelidir.
Cami, iç mekânı, Osmanlı sanatının süsleme teknikleriyle, zengin bir şekilde süslenmiştir. Alt
sıra pencere üstlerinden başlayarak, üçüncü sıra pencerelerin altlarına kadar, duvar yüzeyleri,
16. yüzyılın ikinci yarısı ve 17. yüzyılın başında İznik ve Kütahya'da üretilmiş çinilerle
kaplıdır. Yapının kalem işi süslemeleri, dönem üslunubu yansıtması bakımından önemlidir.
Sultanahmed Camii, Ayasofya ile birlikte, İstanbul'un deniz siluetini belirleyen, antısal bir
yapıdır.
NUR OSMANİYE CAMİİ

İstanbul'daki ilk Barok külliye, I.Mahmut döneminde (1748)'de inşaatına başlanan ve III.
Osman döneminde (1755)'te tamamalanan, sebil, çeşme, oval planlı kütüphane, türbe,
medrese ve imaretten oluşan Nuruosmaniye Külliyesidir. Yapının bina emini Ali Ağa,
sorumlu mimar Simon Kalfa'dır. Külliye, dönemin en büyük alışveriş yeri Kapalıçarşı'nın
Cağaloğlu çıkışına, Çemberlitaş meydanına bakacak şekilde yerleştirilmiştir.
Cami, klasik, tek kubbeli plana göre inşa edilmiştir. 25.75m. çapındaki kubbenin ağırlığı, dört
kemer ile duvarlara gömülü köşe payelerine aktarılmıştır. Cami, bir bodrum kat üzerine inşa
edilerek zeminden yükseltilmiştir. Kubbeyi taşıyan timpanon kemerleri silmelerle hacim
kazanmıştır. Dış yan mahfiller, iki kat halinde altta sütun, üstte payelere dayanan dalgalı
kemerler ile inşa edilmiştir. Katlar arasında askı, kemer ve saçaklar; silme ve korniş ve dışa
taşkın profillerle belirginleştirilerek cephelere canlılık getirilmiştir. Gelenksel olarak
dikdörtgen planlı ve şadırvanlı olması gereken revaklı avlu, şadırvansız ve at nalı şeklinde
inşa edilmiştir.
Türk sanatında daha önceden uygulanmamış olan Barok üslubun temel süsleme elemanları,
dalgalı yay kemerler, deniz kabuğu motifleri, S, C kıvrımları, akantus yaprakları cepheler ve
iç mekân süslemesinde yoğun olarak kullanılmıştır.
ORHAN GAZİ KÜLLİYESİ (Bursa)

1339-1340 yılları arasında Orhan Bey tarafından yaptırılan külliye, cami, medrese, imaret,
mektep, hamam ve han (Emir Hanı) yapılarından oluşmaktadır. Bursa surlarının dışında
yaşam alanlarının oluşturulmasının ilk örneklerinden olan külliye, diğer sultan külliyelerinden
farklı olarak, Sultan Türbesi külliye sınırları içinde yer almaz. Orhan Gazi’nin türbesi
Tophane mevkiinde, Osman Gazi türbesinin yanındadır. Bugün mevcut olan Osman Gazi ve
Orhan Gazi türbeleri 1868’de Sultan Abdülaziz döneminde, eski türbelerin bulunduğu yere,
dönemin sanatsal üslubu etkisinde yeniden yapılmıştır.
Bugün günümüze külliye yapılarından Orhan Camii, Emir Hanı ve Orhan Hamamı
ulaşabilmiştir.

Orhan Bey Camii

1339 yılında Orhan Gazi tarafından yaptırılmış olan cami, Atatürk Caddesi’nin kuzeyinde yer

almaktadır. Orhan Camii, Bursa’daki zaviyeli plan tipine sahip ilk camidir. Yapıldığı

dönemde Orhan Külliyesi’ni oluşturan yapı kompleksinin en önemli yapılarından biridir.

Emir Han (Bey Hanı)


Orhan Gazi Külliyesi’nin bir parçası olan Emir Han, Atpazarı olarak bilinen yerde inşa

edilmiştir. Osmanlılar’ın ilk bedesteni olan Emir Han, 1416 yılına kadar Bezzaz-ı Atik ve eski

Bezzazistan adlarıyla da anılmıştır. Hanın alt katında 36 oda, üst katında 38 oda

bulunmaktadır. Günümüzde handa, tekstil ürünleri, hediyelik eşya ve kitap satışı yapılmakta

olup, ticari hayata hizmet vermektedir.

Orhan Hamamı (Aynalı Çarşı)

Orhan Gazi’nin Hisar dışında kurduğu külliyenin hamamı olan yapı, aynı zamanda şehrin ilk

çarşı hamamıdır. Yapım tarihi olarak Orhan Camii’nin de yapım tarihi olan 1339 yılı kabul

edilmektedir. Çifte hamam özelliğine sahip yapı, 16. yüzyıla kadar çarşının ihtiyacını

karşılarken, 1584’te meydana gelen yangında büyük hasar görmüştür. Yapılan onarımlar

sonrasında kadınlar kısmı hamam, erkekler kısmı ise kahve olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1958 Çarşı yangınından sonra da onarım gören yapı, bugün Bursa’nın simgeleri haline gelmiş

bazı turistik ürünlerin satıldığı bir çarşı olarak işlev kazanmıştır.


Hudâvendigâr Külliyesi (Bursa)

Hüdavendigar Külliyesi, üçüncü Osmanlı padişahı I. Murad tarafından Bursa'da yaptırılan


yapı topluluğu.
Türk sanatında benzeri olmayan bir anlayışla alt katı ibadet mekanı, üst katı medrese olarak
kullanılan iki katlı bir tabhaneli cami ile imaret, hamam, türbe ve çeşmeden oluşur. Külliyenin
yapım tarihi kesin olarak bilinmez ancak 1367-1385 yılları arasında yapıldığı kabul edilir.
Bursa'nın batısında, o yıllarda şehre uzak bir yer olan bugünkü Çekirge semtindedir. Bu
külliyenin yapımı ile birlikte Bursa kent merkezi artık doğuya doğru değil, batıya doğru
gelişmeye başlamıştır.
Külliye, 2014 yılında “Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu” Dünya
Miras Alanı 'nın bileşenlerinden birisi olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmiştir.[1]
Caminin üst katında yer alan Hüdavendigar Medresesi Osmanlı tarihi içinde önemli bir
öğretim müessesi olarak görev yapmıştır.
YEŞİL CAMİİ VE KÜLLİYESİ (Bursa)

1414- 1419 yılları arasında inşa edilen Yeşil Cami, Hacı İvaz Paşa’nın en önemli eserlerinden

biridir. Ters T plan şemasına sahip caminin üzeri iki kubbe ile örtülmüştür. Cami mihrabı,
mahfili dönemin İznik çinileri ile bezeli olup görkemli bir dekorasyona sahiptir.

Caminin mermerden yapılan kuzey cephesinde, dört pencere iki ufak mihrap ve üstte

korkuluklu dört niş bulunmaktadır. Bina girişindeki taç kapı, taş oymacılığının özgün bir

ürünüdür. Caminin son cemaat yeri, Sultan Çelebi Mehmed’in vefatı nedeniyle

tamamlanamamıştır.
Üç Şerefeli Cami ve Külliyesi(Edirne)

Üç Şerefeli Cami, Edirne'deki Osmanlı döneminden kalma camidir. Kimin tarafından hangi


tarihte yaptırıldığı tartışmalıdır. Bazı iddialara göre Yıldırım Bayezid'ın oğullarından Musa
Çelebi tarafından 1410 yılında yaptırılmıştır. Diğer bir iddiaya göre ise II. Murat tarafından
1437'de yaptırılmıştır. Bazı kaynaklar yapım tarihi olarak 1447 yılını da vermektedir.
Mimarı Sinan'ın ustası Müslihiddin Ağa'dır.
Daha önce yapılan camilerden ayrı olarak geniş bir şadırvan avlusu vardır. Orta kubbesi
yüksek ve büyüktür. Açılma gücüne karşı sekiz payandası vardır. Caminin
dört minaresi avlunun dört köşesindedir. Bu minarelerden en yüksek ve üç şerefeli olanı,
camiye adını vermiştir. Bu şerefelerin her birine ayrı merdivenle çıkılır.
Karaca Bey Külliyesi (Ankara)

Karacabey Camii Ankara'nın Altındağ ilçesinde 1427'de inşa edildiği sanılan bir


camidir. Anadolu Beylerbeyi Celaleddin Karacabey bin Abdullah'ın türbesi, cami
bahçesindedir. Türbesi, çeşmesi ve bitişiğindeki Karacabey Hamamı ile beraber bu cami
bir külliye oluşturur. Külliyede bir imaret de bulunmasından dolayı cami İmaret
Camii olarak da bilinir. Cami, bugün Hacettepe Hastanesi arazisisinde yer alır. Mimar
Ebubekiroğlu Ahmet tarafından tasarlanmış olan yapı, Bursa camileri tarzındadır, bu tipin
Ankara'daki tek örneğidir.
Caminin "T tipi" bir planı vardır. Beş kubbesi vardır, minaresi kuzey batıdadır, taş ve tuğla
karışımı malzemeden yapılmıştır. Ahşap minber ince oymalarla kaplıdır.
Cami tarihi boyunca pek çok kere onarımdan geçmiştir. İlk III. Selim zamanında tamir
edilmiştir. 1895 depreminde zarar gördükten sonra 1938'de, 1943'te ve en son 2005'te
onarılmıştır. 2005 restorasyonu sırasında caminin şeklinin yüzyıllar boyunca değişmiş olduğu,
ilk projesinin İzmir`in Tire ilçesindeki Yahşi Bey Camii`yle aynı olduğu tespit edilmiş ve o
projeye göre onarılmıştır. Bu restorasyonda eski halinde olmayan bir kule, kubbenin tepesine
eklenmiştir.
Celaleddin Karacabey, Çelebi Sultan Mehmet'in damadı ve II. Murad'ın eniştesiydi. Varna
Muharebesi'nde şehit olmasının ardından cesedi, görev yaptığı Ankara’ya nakledilerek
bugünkü türbesine defnedilmiştir. Vakfiye 1484 tarihlidir.
Hatuniye Camii ve Külliyesi (Manisa-Merkez)

490 yılında II.Bayezid’ın eşi Hüsn-i Şah Sultan tarafından yaptırılan külliye cami, medrese,
imarethane ve sıbyan mektebinden oluşmaktadır.

Hatuniye Camii dikdörtgen planlı, tek minareli sade bir camidir. Ana mekan, sekizgen bir
kasnak üzerine oturan bir büyük ve iki yanda ise küçük kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat
yeri ise altı sütun üzerine oturan beş küçük kubbeyle kaplanmıştır. Minaresi zikzak kırmalarla
süslüdür. Yalancı kündekari tekniği ile yapılmış olan minberi, Türk süsleme sanatlarının güzel
örneklerinden biridir.

Caminin batı kısmında yer alan sıbyan mektebi dikdörtgen planlı olup tuğla hatıllı, kaba yonu
taş örgü tekniği ile inşa edilmiştir.

Külliyenin medrese ve imarethane bölümleri, diğer birçok eser gibi, Kurtuluş Savaşı sırasında
yanıp yıkıldığından günümüze ulaşmamıştır.
Hatuniye Camii (Tokat)

Hatuniye Camii, Osmanlı padişahı II. Bayezid'in Tokat'ta annesi Gülbahar Hatun adına


yaptırmış olduğu camidir.
Cami, imaret ve medrese yapılarından oluşan külliye içerisinde yer almaktadır. Zaviyeli
Osmanlı camilerinin son aşamasındaki plan düzenlemesine sahiptir. Cami kare planlı üzeri on
iki kasnak üzerine oturan kubbe ile örtülüdür. Ana mekânın sağına ve soluna kare planlı
prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan tek kubbeli birer mekân daha ilave edilmiştir ki girişte
beş kubbeli son cemaat yeri bulunmaktadır. Bir tanesi mihrap ekseninde iki tanesi yanda ve
bir tanesi de son cemaat yerinin doğu ucunda yer alan sonradan inşa edilen payandalar
yapının mimari estetiğini bozmaktadır. Duvarlarda üç sıra halinde sıralanan ikişer pencere iç
mekânı aydınlatmakta iken kuzeyde kapının üzerinde müezzin mahfili yer almaktadır.
Kuzeybatıda sekizgen kaide üzerinde oturan çokgen gövdeli tek şerefeli minare
bulunmaktadır. Avlunun ortasında ahşaptan sekizgen formda yapılmış orijinal olmayan 214
sivri kemerli sekiz dilimli kiremit çatılı bir şadırvan yer almaktadır. İç mekânda yarım
silindirik şeklindeki mihrabın köşelerinde sütünceler yer almaktadır ki ahşap olan minberi
yağlı boya ile boyanmış ve orijinalliğini kaybetmiştir. Ana mekân, revaklar ve minaresindeki
rölief süslemeleriyle zarif ve uyumlu bir mimari yapıya sahiptir.
Caminin içinde orijinal kalem işi süslemeler bulunmaktadır. Caminin Selçuklu tarzı
stalâktitlerle işlenmiş mermer portali ve geçme ağaçtan yapılmış kapısı birer sanat eseridir.
Ağaç kapıyı çevreleyen sarı ve siyah renkli mermerden yapılmış kemerin
üzerinde Arapça yazılmış kitabe yer almaktadır. Cami duvarları minaresi ve
mescitler kireç taşından tromplu kubbesi tuğladan örülmüştür. Geçme ağaçtan yapılmış giriş
kapısının sağ ve sol kanadında mihrabın solundaki pencerenin sağ ve sol kanatlarında ve
mihrapta mihrap ayetinin altında sağ ve solda yer alan rozetlerin içinde aynı hadisler yazılıdır.
KAYNAKÇA
https://www.google.com/search?q=YAVUZ+SULTAN+SEL%C4%B0M+CAM
%C4%B0%C4%B0+ve+K%C3%9CLL%C4%B0YES
%C4%B0&rlz=1C1GCEA_enTR932TR932&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=2ahUKE
wiH9aLSzpHuAhX0DmMBHfxFD4gQ_AUoAnoECAYQBA&biw=1280&bih=610#imgrc=
qYqGVsFAwSAuvM
http://www.fatih.gov.tr/yavuz-sultan-selim-camii
http://istanbulmuftulugu.gov.tr/tarihi-camilerimiz/1046-beyazit-cami
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hatuniye_Camii,_Tokat

https://www.google.com/search?q=Hatuniye+Camii+ve+K%C3%BClliyesi+(Manisa-
Merkez)&rlz=1C1GCEA_enTR932TR932&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=2ahUKEwi
5q7a-
hZDuAhUYPOwKHSrOBCwQ_AUoAnoECAMQBA&biw=1280&bih=610#imgrc=fDIOxK
YWktVHNM

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayasofya

https://www.google.com/url?sa=i&url=https%3A%2F%2Fwww.sozcu.com.tr
%2F2020%2Fgundem%2Fayasofya-kebir-camii-serifi-ve-kulliyesi-karari-kabul-edildi-
5937382%2F&psig=AOvVaw25umDtoWPst4N7MOfqfWAo&ust=1610322398432000&sou
rce=images&cd=vfe&ved=0CAMQjB1qFwoTCKiD88aEkO4CFQAAAAAdAAAAABAD
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9C%C3%A7_%C5%9Eerefeli_Cami
https://www.google.com/url?sa=i&url=https%3A%2F%2Fwww.sanatinyolculugu.com
%2Fedirne-uc-serefeli-camii
%2F&psig=AOvVaw2Txu2QNFAZCxyghHmenwvu&ust=1610322221668000&source=ima
ges&cd=vfe&ved=0CAMQjB1qFwoTCODsrfODkO4CFQAAAAAdAAAAABAD
http://www.arkitera.com/g60-kamusal-mimarlikta-muhafazakarlik.html
https://www.bursa.com.tr/yesil-kulliyesi-22595.html

https://www.google.com/url?sa=i&url=https%3A%2F%2Ftr.wikipedia.org%2Fwiki%2FE
%25C5%259Frefo
%25C4%259Flu_Camii&psig=AOvVaw0nfjaXp5FEzZ1YxdXI12U9&ust=16103190161400
00&source=images&cd=vfe&ved=0CAMQjB1qFwoTCMi1n_n3j-
4CFQAAAAAdAAAAABAD
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/konya/gezilecekyer/beysehir-esrefoglu-cmii-ve-
turbesi
https://www.google.com/url?sa=i&url=https%3A%2F%2Fwww.hurriyet.com.tr%2Fseyahat
%2Fmevlana-muzesi-2019da-en-cok-ziyaret-edilen-ikinci-muze-oldu-
41449675&psig=AOvVaw14oevi8eCqmHaYdGdrT-
H5&ust=1610317871692000&source=images&cd=vfe&ved=0CAMQjB1qFwoTCLCUjdjzj-
4CFQAAAAAdAAAAABAD
,
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/konya/gezilecekyer/mevlna-muzesi
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/aksaray/gezilecekyer/sultanhani
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/konya/gezilecekyer/karatay-medresesi-cini-eserler-
muzesi

https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/amasya/gezilecekyer/burmali-mnare-cam-ve-
cumudar-turbes

Aktüre, S., 1981. 19. Yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti Mekansal Yapı Çözümlemesi. ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Baskı Atölyesi, 333s.
Akok, M., 1967. Kayseri Hunad Mimari Külliyesinin Rölövesi.Türk Arkeoloji Dergisi, (16):1,
5-44s

Akozan, F., 1963. Türk Külliyeleri.Vakıflar Dergisi, 8: 303-308s


Albayrak, M., 2015. Osmanlı Devri Bursa Külliyeleri ve Hanları.Tarih Biliminde Araştırma
Projeleri (Uygulama), UÜ Fen-Edebiyat Fakaültesi, Tarih Anabilim Dalı, Bursa
Altınsapan, E., Deveci, A., ve Gerengi, Ali. 2011. Eskişehir Kurşunlu Külliyesinde Bulunan
Sıbyan Mektebi Olarak Bilinen Yapıdaki Mimari Değişimler ve Özgün İşlevi Hakkında Bir
Deneme, Uluslararası Katılımlı XV.Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi
Araştırmaları Sempozyumu, 19-21 Ekim 2011, Eskişehir
Altınsapan, E. ve Tulum, M. M. 2016. Eskişehir Kurşunlu Cami Kitabesinin Tarihlendirilmesi
Üzerine Son Tespit, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 4:23,1-6s Alas, Ç., 2006.
Eskişehir Kurşunlu Külliyesi Koruma, Onarım ve Yeniden Kullanım Projesi Sanat Tarihi
Raporu, 2 Ocak 2006
Anonim, 1967. Eskişehir Yıllığı, Ajans-Türk Matbaacılık Sanayi, 307s Anonim, 1982.
Eskişehir, Yurt Ansiklopedisi, 4:2814-2946
Anonim, 1998. Külliye, TDK, Ankara Anonim, 2007. Piri Mehmed Paşa Külliyesi
(www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c34/c340192.pdf - Erişim tarihi: 04.03.2017) Anonim,
2009a. Sultan Selim Camii ve Külliyesi
(www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c37/c370315.pdf (Erişim tarihi: 03.03.2017) Anonim,
2009b. Sokullu Mehmed Paşa Külliyesi
(www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c37/c370232.pdf - Erişim tarihi: 06.03.2017) Anonim,
2009c. Sinan Paşa Külliyesi (www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c37/c370155.pdf - Erişim
tarihi: 09.03.2017) Anonim, 2009d. Sokullu Mehmed Paşa Külliyesi
(www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c37/c370230.pdf - Erişim tarihi: 09.03.2017) Anonim,
2011.Odunpazarı Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı Revizyonu, Ülkü Ofset,
Eskişehir
https://www.google.com/url?sa=i&url=https%3A%2F%2Fwww.konyakultur.gov.tr
%2Findex.php%3Froute%3Dmodules%2Ftowns%26town_id
%3D35&psig=AOvVaw38c8tSSk7cao8GiaZXy1NO&ust=1610320572297000&source=imag
es&cd=vfe&ved=0CAMQjB1qFwoTCNDG6N_9j-4CFQAAAAAdAAAAABAD
Anonim, 2013. Bursa Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu, Bursa Büyükşehir
Belediyesi Dünya Mirası Adaylık Dosyası, s.229
Anonim, 2014.Payas Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, Payas Belediyesi broşürü Anonim,
2017. Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi
(http://saglikmuzesi.trakya.edu.tr/pages/genel-fotograflar#.WJhKPm-LTIU(Erişim tarihi:
05.022017)
Anonim, 2017. Fatih Külliyesi (http://www.archnet.org/sites/2842/media_contents/7771
(Erişim tarihi: 05.02.2017) Anonim, 2017. Orhan Gazi Türbesi ve Külliyesi
(http://www.bursakulturturizm.gov.tr/TR,133653/orhangazi-turbesi-ve-kulliyesi-brosuru.html
(erişim tarihi: 05.02.2017)
Anonim, 2017. Karapınar Selimiye Külliyesi,
(http://archnet.org/sites/2053/media_contents/42827 -Erişim tarihi: 03.03.2017) Anonim,
2017.Sultan Hasan Medresesi ve Türbesi Planı
(http://okuryazarim.com/wp-content/uploads/2017/01/Sultan-Hasan-Cami-ve-Medresesi1356-
1361.jpg Erişim tarihi:30.01.2017 ) Acun, H. (1985). Manisa İshak Çelebi Külliyesi. Vakıflar
Dergisi, XIX, 127-146.
Acun, H. (1999). Manisa’da Türk Devri Yapıları. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Akın, G. (1990). Asya Merkezi Mekan Geleneği. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Akok, M. (1969). Diyarbakır Ulucami Mimari Manzumesi. Vakıflar Dergisi, VIII, 113-140.
Akozan, F. (1969). Türk Külliyeleri. Vakıflar Dergisi, VIII, 303-308.
Altun, A. (1971). Mardin’de Türk Devri Mimarisi. İstanbul: Gün Matbaası.
Altun, A. (1973). Anadolu’da Artuklu Devri Medreselerinin Plan Şemaları Üzerine Notlar.
Vakıflar Dergisi, X, 229-233.
Altun, A. (1978). Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi. İstanbul: T.C.
Kültür Bakanlığı Yayınları.
Altun, A. (1988). Ortaçağ Türk Mimarisinin Anahtarları İçin Bir Özet. İstanbul: Arkeoloji ve
Sanat Yayınları.
Altun, A. ve Aslanapa, O. (2006). Anadolu Dışı Kökenler. K. Bilici, A. U. Peker (Ed.)
Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2 içinde (ss. 75-82). Ankara: T.C. Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Arseven, C. E. (1984). Türk Sanatı. İstanbul: Cem Yayınevi.
Asatekin, G. ve Dağtekin, E. (2008). Anadolu’da Bir Belge: Mardin Eminnedin Külliyesi. İ.
Özcoşar (Yay. Haz.). I. Uluslararası Artuklu Tarihi Sempozyumu: 25-27 Ekim 2007- Mardin,
Bildiriler içinde (ss. 253-266). Mardin: Mardin Valiliği Yayınları.
Talas, M. E. (2000). Nizamiyye Medresesi ve İslam’da Eğitim Öğretim. (S. Cihan, Çev.).
Samsun: Etüt Yayınları.
Taşdemirci, E. (1988). Medreselerin Doğuş Kaynakları ve İlk Zamanları. Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 1(2), 269-278.
Tuncer, O. C. (1986). Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar. Ankara.
Turan, O. (2010). Selçuklular Zamanında Türkiye. İstanbul: Ötüken Neşriyat A. Ş.
Yetkin, S. K. (1959). İslam Mimarisi. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve
İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü Yayınları.
Yurdakul, E. (1974). Kayseri Külük Camii ve Medresesinde Yapılan Hafriyat ve Araştırma
Sonuçları ile İlgili Yeni Görüşler. Röleve ve Restorasyon Dergisi, 1(1), 167-194. Talas, M. E.
(2000). Nizamiyye Medresesi ve İslam’da Eğitim Öğretim. (S. Cihan, Çev.). Samsun: Etüt
Yayınları.
Taşdemirci, E. (1988). Medreselerin Doğuş Kaynakları ve İlk Zamanları. Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 1(2), 269-278.
Tuncer, O. C. (1986). Anadolu Selçuklu Mimarisi ve Moğollar. Ankara.
Turan, O. (2010). Selçuklular Zamanında Türkiye. İstanbul: Ötüken Neşriyat A. Ş.
Yetkin, S. K. (1959). İslam Mimarisi. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve
İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü Yayınları.
Yurdakul, E. (1974). Kayseri Külük Camii ve Medresesinde Yapılan Hafriyat ve Araştırma
Sonuçları ile İlgili Yeni Görüşler. Röleve ve Restorasyon Dergisi, 1(1), 167-194.
ASLANAPA, Oktay(1997), Türk Sanatı, İstanbul Remzi Kitabevi BARKAN, Ömer Lütfü (1979),
Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550-1557), İnşaata Ait Emir ve Fermanlar,II, Ankara, 1979
BARKAN, Ömer Lütfü (1972), Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550-1557), I, Ankara,

GÜRALLAR, Neşe (2009), Kamu- Kamusal Alan-Kamu Yapıları- Kamusal MekânModernite Öncesi ve
Sonrası İçin Bir Terminoloji Tartışması, Mimarlık, İstanbul KasımAralık 2009
http://www.mimarlarodasi.org.tr/mimarlikdergisi/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=364
&RecID=2230

KAZANCI, Metin,(2006) Osmanlı'da Halkla İlişkiler, Selçuk İletişim (4,3- s.5-20), Konya

KUBAN, Doğan (1996), İstanbul, Bir Kent Tarihi (Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul), İstanbul, YEM
Yayınevi

KUBAN, Doğan (1998), Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, İstanbul YEM Yayınl

KUBAN, Doğan (1967), Mimar Sinan ve Türk Mimarisinin Klasik Çağı, Mimarlık, s.4914-32 KURAN,
Apdullah (1988), Mimar Sinan, İstanbul

ÖZBEK, Meral(2004), "Kamusal Alanın Sınırları", Kamusal Alan, İstanbul

ÖZTÜRK, Serdar, (2005), Osmanlı İmparatorluğu'nda Kamusal Alanın Dinamikleri, İletişim 21:96-124)
Ankara

PAPİLA, Aytül(2006), Mimar Sinan'ın 1540-1570 Yılları Arasında İstanbul'da İnşa Ettiği Camilerdeki
Süsleme Programı, Cilt I-II, Mimar Sinan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk-İslam Sanatlar
Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul,

You might also like