You are on page 1of 368

Guido Knopp

LANET SAVAŞ
"Barbarossa Harekatı"
Bu kitabın Yayın haklan
Pencere Yayınlarına aittir
C. Bertelsmann Verlag GmbH yayınevi, Münih 1 99 1
basımından çevrilmiştir.
Birinci Baskı: Şubat 2006
Kapak: Bahri Çakır
Baskı : Bayrak Matbası
Küçükayasofya Cad. Yabacı Sk. No: 2/1 Sultanahmet-İ stanbul
Tel : 02 1 2 638 42 02

Yayın Yönetmeni: Muzaffer Erdoğdu

ISBN 975- 8460-83-8

PENCERE YAYINLARI: 1 98

Osmanağa Mah. Pavlonya Sok. No. 1 0/6 Nuhoğlu İ şhanı


Kadıköy / İ STANBUL TEL: (021 6) 4 1 4 64 4 1
Guido Knopp

LANET SAVAŞ
"Barbarossa Harekatı"

Çeviren: İsmail Toksoy


İ Çİ NDEKİ LER

Valentin Falin'in Önsözü 7


Lebensraum Çılgınlığı 20
Ani Hücum 72
Zafer Yanılsaması 138
Leningrad Kuşatması 204
Namlunun Ucundaki Kremlin 240
Sonun Başlangıcı 300
Sonsöz 349
Kronoloji 354
Kaynakça 360
Fotoğraf Kaynakçası 365

5
Önsöz

Benim Gözümden

Savaşın her Sovyet ailesi üzerindeki etkisi farklıdır. Ama,


keder ve acıdan payını almayan kimse kalmamıştır. Savaş kaç
insanın yaşamına mal oldu? 26 milyon mu, 27 milyon mu? Kaç
insanın yaşamını mahvetti? 20 milyonun mu, 30 milyonun mu?
Her derdin ilacı olan zaman bile kayıpların acısını dindiremi­
yorsa, akılla yüreği uzlaştuamıyorsa; şehitlerin ve yaralıların
sayısı kimin umurunda olur. Ü zerinden yanın yüzyıl geçmiş ol­
masına rağmen, 22 Haziran, Sovyet halkının belleğine çakılıp
kalmış durumda. 1 94 1 yılı ise tek başına bir timsal haline geldi.
Her dakika, her saat, her gün yazgılarının yeniden yazıldığı bir
sıfu noktası ve onlar için çok sevgili ve değerli olan kimselerin
karayazısı olmuşsa, başka türlüsü de düşünülemezdi zaten.
Benim için de aynen böyle oldu. 1 94 1 ilkyazında tehl ike
çanları çalmaya başlamıştı. TASS Haber Ajansı ' nın, Sovyetle­
rin batı sınınnda ortamın sütliman olduğuna yönelik haberleri,
insanları ikna etmekten uzaktı. Moskova 5 . Özel Topçu Oku­
lu'ndaki okul arkadaşlarım•arasında da günlük sohbet konusu,
yaklaşan savaştı. Ancak onlar, eğer çatışmalar başlarsa, bunun
en kısa zamanda Kızılordu 'nun şanlı bir zaferiyle sonuçlanaca­
ğına inanıyorlardı.
Ü nlü ' 3 inçlik topların' metal borularına dokunma gururunu
yaşamış olan biz topçular da ordumuzun yenilmezliğine inan­
mıştık. Toplarla düşmanların daha deliklerinden çıkmadan yok

7
edileceklerini düşünüyorduk. 1 5- 1 6 yaşın­
daki bu stratejistlerin" arasında çok sayıda
Sezar, Napolyon ve Clausevitz mevcuttu.
Komutanlarıyla aralarındaki en büyük fark
da buydu muhakkak. 1 Mayıs 1 94 1 'de ha­
yatımın ilk askeri resmi geçidinde, Kızıl
Meydan 'da moralimiz gayet yüksek olarak
yürümüştük.
2 1 Haziran günü oldukça hareketli geç­
mişti. Çantalarımızı toplayıp, bizim takımı
Ryasan Ağır Topçu Okulu 'nun yaz kampı­
na götürect>k olan büyük buharlı gemiye
binmek üzere yola çıkmıştık. Bizim için ar­
tık uyduruk kurşun asker olmaktan çıkıp,
birer savaş makinesi olarak gerçek ordu ya­
şamıyla yüzleşmenin zamanı gelmişti. Bü-
Valentin Fatin, SBKP
tün yolculuk boyunca hiç birimizin gözüne Merkez Komitesi
uyku girmemiş olması şaşılacak bir şey de- Enternasyonal Daire
ğildi. Gece boyunca duyulan silah sesleri, Başkanı ve Sovyetlerin
yaşlı geminin karnından gelen dizel moto- Almanya uzmanı.
runun gürültüsünü neredeyse tümüyle bas-
tıracak yoğunluktaydı. On saattir değil de, günlerdir yolda ol­
saydık eğer, k ıyı ile telsiz bağlantımız olmadığından savaşın
başladığından haberimiz bile olmayacaktı. Kıyıya çıktığımız
noktada karşılamaya gelen hiç kimsenin bulunmayışı bizi şa­
şırtmıştı. Unutulmuş muyduk? Ya da -kafamıza takılan aptalca
bir düşünce- subaylar pazar sabahı yataklarında kalmayı mı
yeğlemişlerdi? Çok geçmeden bir üsteğmen görünmüştü niha­
yet. Boğuk bir tonda "Savaş başladı" diye güçlükle çıktı söz­
cükler ağzından. Kısa bir duraklamanın ardından ekleyiverdi:
"Faşistler şafak sökerken topraklarımıza girdiler. Almanlar Ki­
ev ve diğer şehirleri bombalıyorlar." Adeta donup kalmıştık.
Ardından gençler bağırmaya başlamışlardı. Hemen Mosko­
va'ya geri dönmek ve cepheye gönderilmek istiyorlardı. Tabur
komiseri Pelyakov'un sert emri üzerine bağırışlar sustu: "Batar­
yalar kıyıya, marş marş ! Çadırlar sökülsün ve yeni talimatlar
beklensin." Saatim sabah 6.20'yi gösteriyordu.

8
Ü lke insanlarının, ancak öğlen zamanı dönemin hükümet
başkanı Molotov tarafından radyodan yapılan açıklamayla bu
trajedi hakkında bilgileri oldu. Sovyet halkları için cehennemin
başlangıcı olan bin 4 1 8 gün ve gecelik süreç böylece başlamış
oluyordu. Anavatanm söz konusu olduğu savaş başlamıştı. "Za­
fer ya da ölüm ! " Savaş, Sovyetler Birliği 'nde insanları bu ikisi
arasında bir tercih zorunluluğuna sürüklüyordu.
Hitler, Alman ordusunu Sovyetler B irliği topraklarına bir
imha hareketi için sürmüştü. 3 Haziran 1 94 1 'de ordu komutan­
larına yaptığı konuşmada, Sovyetler Birliği'ne karşı yapılacak
olan savaşın en büyük özelliğinin batı ve kuzey Avrupa'daki
kurallara uygun savaşların aksine, Sovyetlerin Birliği 'nin tama­
men yıkılmasının ve yok edilmesinin hedeflendiği bir savaş ol­
duğunu açıklamıştı. "Doğu Planı" (Plan üst) diye adlandırılan
plana göre, önce bölgenin 22 milyon insanın bulunduğu bölü­
mü ve en sonunda da Urallar'a kadar olan 80- 1 00 milyonun ya­
şadığı tamamı Almanlaştırılacaktı. Burada yaşayan yerli halk,
özellikle de Slavlar, Avrupalı olmadıklarından yok edilmeliydi­
ler.
Hermann Göring, 1 94 1 Kasımında İ talya Dışişleri Bakanı
Ciano ile yaptığı bir görüşmede şunları söylüyordu: "Bu yıl içe­
risinde Rusya'da 20-30 milyon kişinin açlıktan öleceğini hesap­
lıyoruz. Bu da çok isabetli olacak, çünkü, bazı halkların sayı­
sında bir azaltmaya gidilmesi zorunludur." H itler, emrindekile­
re, bu halkların varlığının yalnızca bir haklı dayanağı olabilece­
ğini belirtiyor, bunu da 'ekonomik açıdan bizim için işe yarar
olmak' olarak açıklıyordu.
Bu yüzden, nasyonal sosyalistlerin yok etme istekleri ne yal­
nızca askeri hesaplara dayanıyordu, ne de sadece Sovyet halkı­
nın direnişine bir yanıttı. Hayır, bu soğukkanlı ve korkunç bir
planlama ve hesap kitap işiydi. Nasyonal sosyalist ölüm progra­
mı en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Dünya görüşlerinin
ve ırkların çatışmasını esas alan bu savaş, korkunç bir gaddar­
lıkla yürütülmeliydi. "Doğu Bölgesindeki B irliklerin Davranış
Düsturları" adı verilen talimatnameler bu konuda aydınlatıcı
bilgiler içermektedir. Sovyetler Birliği'ne yapılan bu tecavüzü
haklı göstermeye yönelik propaganda aracı olarak NS yönetimi,

9
önleyici tedbir saldırısı masalım uydurmuştu. Almanya'nın ve
tüm batı uygarlığının çıkarları doğrultusunda, planlı bir Sovyet
saldırısına karşı erken hareket edilmeliydi. Elbette, bu plan
anında masaya yatırılmadı.
Hitler, 1 941 Temmuz' unda Halder ve Jodl adlı generalleri
bir doğu seferi planı hazırlamaları için görevlendiriyordu. Aynı
zamanda Alman ordusunun üst düzey komutanlarına da bu
planların perdelenmesi için geniş çaplı önlemlerin alınması em­
rini veriyordu. Bu da, "Barbarossa H arekatı"nın 21. talimatında
açık seçik belirtiliyordu: " Hedefimizin SSCB 'ye saldırmak ol­
duğunun ortaya çıkmaması çok büyük bir önem taşımaktadır."
1 941 Mart' ından itibaren Almanlar ve onların uydularına yöne­
lik geniş çaplı bir dezenformasyon kampanyası başlatıldı. Gü­
ya, olası bir Sovyet saldırısına karşı savunma önlemleri alını­
yordu yalnızca. Fakat, saldın tarihi ertelenmek zorunda kalındı­
ğında Keitel, Almanların yaptığı hazırlıkların bundan sonra
"nasıl olursa olsun perdelenmesini" ve "ülkenin Rusya'ya doğ­
ru olan hinterlantının (art bölgesi) korunması için alınan önlem­
ler" olarak açıklanmasını emrediyordu.
Bugün bile halen önleyici tedbir savaşı tezini savunanlar bu­
lunmaktadır. Ö nleyici tedbir savaşı yorumunda diretenler, bu
tür çabalar tarihçilerin bundan önceki tartışmalarında bertaraf
edilmiş olmasına rağmen, Alman saldırısını haklı çıkarmaya
yönelik açıklamalar bulmak için yoğun çaba sarf etmektedirler.
Birkaç Sovyet "uzmanının" da bu oyunda rol oynama yönünde
iştahları kabarmıştır. Kim bilir, belki de onlar da tarihin görün­
tüsünü değiştirmek istemişlerdir. Tarihin baskı altına alınması
ile geleceğin baskı altına alınabileceği türünden müthiş bir ba­
kış açısı! Çünkü Bolşeviklik, Mayıs 1 941 tarihli bir OKW (Al­
man ordusu Wehrmacht'ın en üst komuta merkezi) açıklama­
sında da belirtildiği gibi, "nasyonal sosyalist halkın ölümcül bir
düşmanıdır; Almanya bu yıpratıcı dünya görüşüne ve onun sa­
vunucularına karşı savaşmalıdır. "
Yapılan korkunç eylemlerin sorumluluğundan kurtulmanın
en güvenli yolu, kendilerini bu eylemlerinden dolayı sorumlu
tutacak olanları ortadan kaldırmaktı. "Bir Alman askerine yan
bakan biri, hemen orada infaz edilecektir." Hitler ' in bu ve buna

10
benzer emirleri, "Barbarossa H arekatı " paragraflarında savaş
hukukuna uygun olarak düzenlenip (Keitel, 1 3 Mayıs 1 94 1 ),
savaş esirlerine, komiserlere ve sivil halka uygulanacak mu­
amelelere yönelik emirlere dönüşüyorlardı. Guido Knopp bu
konuyu ayrıntılı ve çarpıcı bir biçimde ele alıyor.
Ben şu sebepten ötürü bu konunun üzerine gitmeyi gerekli
görüyorum : Sovyet popüler bilimsel literatüründe ve bazı anı
yazılarında Hitler 'in sözünde durmamasından ve "saldırının
aniliği"nden söz edilir. B irincisini itirazsız onaylamak müm­
kündür. Ancak, "anilik" söz konusu olduğunda, bunun yalnızca
Stalin'in ve onun güdümündeki toplumsal bilincin bir fantezisi
olduğu apaçık ortadadır. Bu savı doğrulayacak yeterince kanıt
vardır:
1 8 Aralık 1 940'da Hitler "Barbarossa" Planı'nı onaylıyordu.
Sovyet gizli servisi, bundan yalnızca 1 1 gün sonra, Almanya'da
Sovyetler Birliği 'ne saldırılması yönünde karar alındığını ve bu
operasyon için gerekli hazırlıkların başlatıldığını bildiriyordu.
Konu ile ilgili raporda, uzun asker ve motorlu araç konvoyla­
rından söz ediliyordu. Konvoylar Doğu Prusya, Polonya ve
Slovakya yönüne ilerliyorlardı. Berlin 'in yaydığı, Hitler 'in öte­
den beri İngiltere'ye bir saldın planladığı yalanının inandırıcı
hiçbir yönü kalmadığı böylece ortaya çıkmış oluyordu. Bu du­
rumda Stalin'e düşen görev, kuvvetlerini alarma geçirmekti.
Saldırının bir gün öncesinin akşamında Sovyet Genelkurma­
yı, düşmanın hücum potansiyelini 45 yedek tümen tarafından
desteklenen 1 46 Alman tümeni olarak tahmin ediyordu. Daha
sonra ortaya çıkan verilerdeki gerçek sayı ise 1 54 Alman tüme­
ni ve buna bağlı 45 destek tümeni şeklindeydi. Bu da, yalnızca
20 Haziran 'dan sonra Sovyet sınırlarını geçen Alman tümenle­
rinin fark edilmedikleri anlamına geliyordu. Ana kuvvetlerin
dizilişi ve dağılımı ile ilgili elde edilen bilgiler de bundan daha
az doğru değillerdi. Bu nedenle, bir sürprizden söz etmek müm­
kün değildir.
Stalin, Hitler tarafından faka bastırıldığını ve kendisinin o
keskin politik öngörüsünün bu kez tamamen iflas ettiğini açık­
ça itiraf etmek istemiyordu. Sürekli olarak, nasyonal sosyalist­
lerin entrika ve hilelerine dikkat çektiği ve kendi sadık adamla-

11
rını öne sürdüğünü belirterek, yükü omuzlarından atmak isti­
yordu. Oysa, Stalin 'in sayısız özür dileme girişiminin asıl nede­
ni apaçık ortadadır: Berbat tutumuyla Sovyetler B irliği 'ni fela­
ketin eşiğine sürüklemiştir.
Sovyet tarafı için gerçekten sürpriz niteliği taşıyan tek şey,
Nazi felsefesinin ürünü olan "kuralsız savaş"tır. O güne kadar
ki bilinen bütün canilikleri gölgede bırakan bu barbarlık, hiç
kimsenin hayal bile edemeyeceği biçim ve boyutlara sahipti.
Bizim düşünce biçimimizi sınıfsal bakış açısı belirliyordu. Al­
man askerleri, bizim için üniforma içindeki işçi ve köylülerdi.
Onlar kardeşlerimizdiler. Dolayısıyla, bizi öldürmek isteyecek­
leri düşünülemezdi. Bu düşünce tarzı, üzerimizde uzunca bir
süre egemen oldu. Dehşetin yalnızca cephede değil, cephe dı­
şında da hüküm sürdüğü bir savaş bizim için yeniydi. S ilahlı iş­
galcilerin, analarının eteğine yapışmış çocukları bile hedef al­
dıkları bir savaş hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmemişti.
Şimdi o günlere ilişkin ortak anılarımız yeniden gözümün önü­
ne geliyorlar. Hatırlıyorum da, radyo karşı tarafın ele geçirdiği
şehirlerin sayısını tam olarak vermeyi bir kez bile başarama­
mıştı. Cafcaflı sözleri olan asker türküleri ise çok geçmeden
azalmaya başlamıştı.
Oysa siyasi derslerde, geçmişte yabancı işgalcilerin her de­
fasında Rus topraklarından nasıl kovuldukları beynimize çivi
gibi çakılarak anlatılıyordu. K ızılordu mensuplarının, büyük
çarpışmalarda kendilerini feda edişlerine de methiyeler düzülü­
yordu. Ve taçlandırıcı bir bitiş cümlesi olarak, şu sihirli cümle
telaffuz ediliyordu: "Biz haklıyız ve zafer bizim olacak."
Uzunca bir süre bizde, bu saldırının Hitler' in saldırısı oldu­
ğu, Almanya'nın saldırısı olmadığı inancı egemen oldu. Yürüt­
tüğümüz savaş Alman halkına değil, Nazizme karşıydı. Ancak
aradan belirli bir süre geçtikten sonra, ''Onların istediği, bir top­
yekun yok etme savaşı, istediklerini onlara verelim" denmeye
başlandı. Tanrı 'ya şükür ki, tam bir soykırım mantığıyla gelişti­
rilmiş olan Nazi yöntemleri aynen tekrar edilmedi. "Hitlerler
gelirler ve giderler, ama Alman halkı ve Alman devleti kalıcı­
dır" ilkesi kabul görmüştü.
B izim durumumuzu belirten haberleri değerlendirmek ol-

12
dukça güçtü. Bir sansürcü sürüsü, halka ve askerlere ulaştırıla­
cak haberleri elekten geçiriyorlardı. Yalnızca, savaşın uzun ve
zor bir savaş olacağı konusunda kimsenin şüphesi yoktu. An­
cak, hiç kimsenin ağzından, saldırganca ilerleyen düşmana kar­
şı yaptığımız direnişin işe yaramayacağı yönünde herhangi bir
söz duymamıştım. Rusya dayanacaktı ! Kendimizi savunup, bü­
tün düşmanlarımızı yok edecektik. Bu inancımız bizi daha güç­
lü kılıyor ve her gün karşımıza çıkan vahim durumları alt etme­
mizde bize yardımcı oluyordu.
Çekoslovakya Devlet Başkanı Benesch, 1 94 1 yazının biti­
minde, batıda Soyetler B irliği ' nden umudunu kesmeyen tek
devlet adamiydı. Diğerleri, bizim can çekişir bir halde üç, dört
ya da beş hafta daha dayanabileceğimize ilişkin tahminlerde
bulunuyorlardı . Bizden gelen her yaşam belirtisini dikkatle izli­
yorlar, bir çoğu da Rusya'nın kaybetmesinin kendileri için han­
gi sonuçlan doğuracağının hesabını yapıyordu. Konuyu derin­
lemesine ele almak niyetinde değilim. Bu konunun kendi çerçe­
vesinde incelenip değerlendirilmesi gerekir.
Gerçek oları şuydu ki, 1 94 1 yılında boğazımıza kadar fela­
kete saplanmıştık. Bundan kötüsü olamazdı. Artık bizi daha kö­
tüsünden yalnızca Tanrı koruyabilirdi.
Hitler ' in Balkan topraklarındaki ilerleyişinin sorunsuz ola­
cağı düşünülüyordu. Ancak, Yunanlılar ve Yugoslavların kendi
özgürlükleri için ortaya koydukları direniş, Hitler' in planlarını
büyük ölçüde baltalıyordu. Eğer bu ülkeler de, Macaristan ve
Romanya'yı örnek alsalardı, B udapeşte ve Bükreş 'teki faşist
kümelenmelerde olduğu gibi, "beşinci kol" buralarda da işlerlik
kazanırdı ve Sovyetler Birliği' ne yapılan saldırı daha erken, ya­
ni önceden planlandığı gibi 1 5 Mayıs 1 94 1 'de gerçekleştirilmiş
olurdu. Başkomutan von Brauchitsch 'in 644/4 1 numaralı direk­
tifinde, Balkanlardaki taarruz için kullanılacak olan yedek kuv­
vetlere izin verilmesinden ve "Barbarossa Harekatı"nın dört ile
altı hafta arasında ertelenmesinden söz edilmektedir. Bu süre,
Sovyet halkı için yaşamsal önem taşıyordu ..
Peki, ya Alman kurmayları temmuz ve ağustostaki zaferleri
fazla abartmamış olsalardı ne olurdu? Elde edilen başarıların
yarattığı zafer sarhoşluğu gözlerini kör etmişti. Akbelim, top-

13
rak ele geçirme hastalığı karşısında artık susmuştu. H itler, do­
ğuya yapacakları ilerlemenin 194 1 yılı içerisinde bitirilmesi ge­
rektiği yönündeki bütün tereddütleri bastırmış ve sonunda,
Moskova'ya yapılacak bir saldırıyı zaferin anahtarı olarak gö­
ren askerlere baskı uygulamaya başlamıştı. Hararetli tartışmalar
yaşanıyordu. Moskova mı alınmalıydı, yoksa rota yeraltı ma­
denlerinin bol olduğu güneydoğuya mı çevrilmeliydi? Ne Hit­
ler 'in Moskova es geçilerek bu bölgelerin ele geçirilmesini ön­
gören bakış açısı, ne Brauchitsch ve Halder adlı generallerin
bütün yedek kuvvetleri Sovyet başkentinin alınması için sefer­
ber etmeye dayalı planları, ne de General Jodl'ın bu ikisini uz­
laştırıcı formülü Alman İ mparatorluğu için başarı vaat ediyor­
du. Stratejik açıdan, Hitler ' in Moskova'nın etrafından dolana­
rak ilerlemeyi öngören konsepti, Sovyetler B irliği için en tehli­
kelisiydi. Çünkü, kente yapılacak bir saldırı daha kolay savuş­
turulabilirdi.
Sonuçta, Sovyet başkentine düzenlenen saldırı, Almanlar
açısından tam bir fiyasko ile sonuçlanmış oldu. Bu, aynı za­
manda, uyguladıkları maceracı politikanın da sonuydu. Hitler
Almanya 'sı Moskova önlerindelçi karla kaplı alanlarda yalnızca
bir cephedeki muharebeyi değil, savaşı da tümüyle kaybediyor­
du. Büyük Cermen Dünya İ mparatorluğu hayali de böylece ya­
ra almış oluyordu. Bu nedenle, Moskova muharebesi İkinci
Dünya Savaşı'nın en önemli muharebesi oldu. Bu saldırganlı­
ğın tamamıyla çökertilmesi artık an meselesiydi.
Faşist işgalcilere karşı direniş, Sovyet halkına 1 94 1 yılı içe­
risinde 6 milyon ölü, kayıp ve esire mal olmuştu. Cepheye ilk
sürülen ordular tamamen dağılmışlardı. Yerine, sürekli olarak
yenilerinin eğitilmelerine ihtiyaç duyuluyordu. Endüstri potan­
siyelindeki ağır kayba karşın, üretim kapasitesini koruyabilmek
için askeri malzeme üreten yeni imalathaneler yoktan var edil­
di. Milyonlarca askerin silah altına alınması ve eğitilmesi gere­
kiyordu. Sovyetler B irliği, bu büyük sınavı başarı ile geçmesini
bildi. Buna karşılık Alman ordusu, yitirilen Moskova muhare­
besinden sonra bir daha asla en baştaki avantajlı konumunu el­
de edemedi ve ne malzeme ne de personel açısından eski sevi­
yesine ulaşabildi. Alman ordusunun odaklandığı ve bütün dona-

14
nımını ona göre yaptığı "Yıldırım Harbi" artık sona ermişti. Al­
manya artık büyük zaferler kazanmayı hedeflediği değil, canını
kurtarmayı ön planda tutmak durumunda kaldığı bir savaşın
içerisindeydi.
Nitekim, yenilgiden sonra Mayıs 1 945'deki sorgusunda Ge­
neral Jodl, Hitler'in savaşı yitirdiklerini daha 1 94 1 /42 kışında
anladığını itiraf ediyordu. Alman bilim insanlannın son zaman­
larda yaptıkları araştırmalar da bunu doğrular niteliktedir. ABD
Başkanı Roosevelt'in en önemli danışmanı olan Harry Hop­
kins, henüz 1 942 yılı başlarında buna dikkat çekiyordu: "Rusla­
rın gelecek yıl içerisinde Almanları alt etmesi kuvvetle muhte­
meldir."
Bunlar, Moskova'ya yapılacak saldın olasılığının gerçekli­
ğine de uygun saptamalardı. 1 942 baharına gelindiğinde, Al­
man orduları savaş yetenekleri açısından yeni bir güç kaybı içe­
risindeydi. 3. Tank B irliği Komutanı Orgeneral Reinhardt, 8 tü­
menlik kuvvetlerinin savaş gücünün ancak 7 tank bölüğüne
denk olduğunu belirtiyordu. 30 Mart 1 942 'de Alman ordu
karargfiluna, 1 6 tank tümeni içerisinde savaşa hazır sadece 1 40
tank bulunduğu haberi ulaşıyordu.
Buna karşılık, Kızılordu 'nun da aynı şekilde 1 942 başların­
da askeri kaynaklarını neredeyse tükettiği de doğruydu. Ancak
Sovyetler B irliği ' nin güçlü müttefikleri vardı. Ve de onların
destekleri 1 94 1 'de Kızılordu kahramanlarını alkışlamakla sınır­
lı kalmasaydı, milyonlarca insanın yaşamı kurtarılabilirdi.
Stalin daha 1 5 Eylül 1 94 1 'de, Britanya Başbakanı Winston
Churchill 'e 1 5-20 tümeni Sovyetler B irliği 'ne göndermesi ve
ülkenin güneyindeki bölgelerde konuşlandırması yönünde ısrar
ediyordu. İngilizlerin hiç olmazsa bu sayının yansını göndere­
cekleri düşünülüyordu. Eğer böyle olsaydı, Reich Almanya'sı­
run başı daha 1 942 yılında ezilirdi.
Britanya Başbakanı, Sovyet önerisini "tamamen mantıksız"
ve "saçma" olarak değerlendiriyordu. Churchill, Almanlarca iş­
gal edilmiş olan petrol bölgelerini bombalamak için İ ngiliz
bombardıman uçaklarının Sovyet havaalanlarını kullanması
teklifine bile kulak asmıyordu. İ ngilizler ve Amerikalılar tama­
men kendi dertlerine düşmüşler, Sovyetlerin kaygılarının ken-

15
dilerini ilgilendirmediğini düşünüyorlardı. Batılı güçler, kendi­
leri herhangi bir çaba harcamadan Almanların yabancı toprak­
larda tükenmesi ve böylece 1 -2 yıla kalmadan teslim olmaları­
nın hesabını yapıyorlardı .
Tarihçiler v e politikacı lar, İ kinci Dünya Savaşı 'nın önlen­
mesinin mümkün olup olmadığı gibi önemli bir soruya asla ya­
nıt bulamayacaklardır. Savaşın tam olarak ne zaman başladığı
gibi ikinci derecede önemli bir diğer soru da yanıtsız kalacaktır.
Örneğin Çin açısından, İngiltere ve Fransa ile birlikte Alman­
ya 'ya savaş ilan etmesiyle ya da Japonların Pearl Harbour sal­
dırısıyla mı başlamıştır? Arnavutluk, Çekoslovakya ve Etiyop­
ya açısından ise bir dünya savaşı belki de hiç yaşanmamıştır.
Bana göre, Nazilerin :ktidara gelişi Avrupa 'da bir savaşın
başlangıcının habercisiydi. Ancak bu savaşın ne zaman ve nasıl
başlayacağı henüz bilinmiyordu. 1 938'de H itler bir felaketten
geri dönüş için gerekebilecek en son köprüleri de atıyor ve so­
nuçta; kesinlikle bir askeri çatışmaya sürükleyecek olan gözü
kara bir işgal politikası uygulamak ya da gerek düşünsel, gerek
mali ve gerekse başka açılardan iflas etmek gibi iki seçenekle
karşı karşıya kalıyordu.
Münih Konferansı 'na gelinceye dek Hitler her an durdurula­
bilir ve geride derin bir iz ya da renk bırakmaksızın tarih sahne­
sinden silinebilirdi. O zamanlar Sovyetler B irliği tarafından ba­
tılı güçlere yoneltilen ortak güvenlik talebi, Nazilerin planlarına
yarayacak biçimde baltalanmıştı. Batı demokrasileri, bizimle
ortak çalışma yapacaklarına, saldırgan tarafı yumuşatma politi­
kası uygulama yolunu seçmişlerdi. Onları böyle davranmaya
iten neydi? Ya Hitler ve Mussolini'nin yerine, Tanrı korusun,
solcular geliverseydi! SSCB 'yi ve onun bu yöndeki çabalarını
desteklemek, bu aç kurtlara Avrupa 'da hareket alanı s'ağlamak
qemekti. Demokrat Chamberlain ve Daladier ' in çizdikleri se­
naryolarda Sovyetler Birliği 'ne iblisle eşdeğerde bir rol biçili­
yordu. Münih 'ten sonra Hitler artık yalnızca güç kullanılarak
·durdurulabilir konuma geliyordu, siyasal yollar tükenmişti. En
etkili yol, hep birlikte hareket edilerek bu belanın defedilmesiy­
di. Ancak bu yapılamadı. Bizimle batılı güçler arasındaki ide­
olojik zıt kutupluluk, ortak çıkarlar için karşılıklı olarak birbiri-

16
ne yaklaşma arzusundan daha güçlüydü. Stalin, acaba bu ne­
denle mi İngiltere, Fransa ve ABD'yi es geçerek Hitler ' i kendi
yöntemleri ile yumuşatma yoluna gitmişti? Bu kitapta yer alan
çok sayıdaki belge ve doğruluğuna güvenilir metinden ortaya
çıkan tek bir yanıt var: Hayır! Kendi oportünizmi ve emperya­
list güçlerin elinde bir oyuncak konumuna düşme korkusu, Sta­
lin' in 1 939 ' da antlaşma imzalamasına yol açıyordu. Göz ardı
edilmemesi gereken bir başka nokta da, Sovyetlerin o dönemde
ister hücum, ister savunma ağırlıklı olsun kesinlikle büyük bir
savaşa girecek durumda olmadığıdır. Stalin, 1 937- 1 938 yılları
arasında Kızılordu 'nun ileri kadroların ı tasfiye ve terhis ettiğin­
de, ne yaptığını gayet iyi biliyordu. İkinci Dünya Savaşı 'nın ta­
mamında yitirilenlerden fazla sayıda general ve albay, diktatö­
rün kaprislerinin kurbanı oluyordu. Bu, özellikle altı çizilmesi
gereken bir noktadır.
Stal in 1 941 'de Hitler ile bir sürtüşmeye girmeyi gerçekten
istiyor muydu? Sovyetlerin silahlı kuvvetlerinin yeniden yapı­
lanma süreci içerisinde bulunduğu bir dönemde, Kızı lordu 'nun
1 942 'den önce savaşma yeteneğine kavuşamayacağını bile bile,
Stalin nasıl olurdu da karşı tarafı savaşa kışkırtabilirdi? Tabii ki
tersi geçerliydi. 22 Haziran ' da savaşın gerçekten başladığına
inanmak istemeyen Stalin'in bizzat kendisiydi . Binlerce Alman
uçağı ve milyonlarca Alman makineli tüfek ve topu, mermi ve
bombalarını atmaya başladıktan sonra bile Stalin, Timoşenko
ve Şapoşnikov adlı mareşaller ile Jukov ve Vasilevski adlı ge­
nerallere emin olup olmadıklarını, bunun yalnızca bir provo­
kasyon olup olamayacağını soruyordu.
Savaş başladıktan 5-6 gün sonra S talin bunalıma giriyor,
Moskova yakınlarındaki yazlık köşküne çekiliyordu. Üst dü­
zey parti üyeleri ve ülkenin ileri gelen siyasi yöneticileri düş­
manın aldın için hiç zaman yitirmediğini hatırlatmak için ken­
disine geldiklerinde, Stalin ' in müthiş bir şaşkınlığa düştüğü, o
sırada bizzat orada bulunan ve bu olaya tanıklık edenlerce ifade
edilmektedir. Belli ki, gelen heyetin " Halkın Babası"nı azlede­
ceğinden ve mahkum edeceğinden korkmuştur. Ancak, Tanrının
işine bakın ki, tam aksine istibdat tahtına oturtulmuştur.
Akla gelen bir başka soru da şudur: Savaş ille de bu denli

17
kanlı, yıkıcı ve uzun mu olmalıydı? Daha önce de belirttiğim
gibi, Avrupa henüz 1 942' de ya da en fazla 1 943 yazına dek bu
kabustan kurtarılabilirdi. Ah gelin görün ki, tarihin yüzü kaçı­
rılmış fırsatların bıraktığı çıban yaraları ile kaplıdır.
General Jodl'ın 1 945 'de yakınarak söylediği gibi, Rusya'ya
karşı savaşın ne zaman başladığı bilinmektedir, ancak nasıl biti­
rileceğini kimse bilmemektedir. Hatta Adolf Hitler bile henüz
Ağustos 1 941 ' de şöyle demektedir: " B iz bir kapıyı araladık
ama, arkasında ne olduğunu bilmiyoruz."
B ilgece söylenmiş bir halk özdeyişi şöyle der: "B ir işe giriş­
meden önce iyice düşün; eğer yeterince düşünürsen belki de bu
işi yapmaktan vazgeçersin." Politikacılar tüm zamanlatda bu
söze uysalar ve etik değerleri bir kenara atmasalardı, uygarlığı­
mız kim bilir hangi düzeyde olurdu şimdi! Çünkü Sofokles bile
ta kendi zamanında şu uyanda bulunmuştu : "Eğer insanlara
hizmet etmiyorsa, akıl çok tehlikeli olabilir. "
1 941 ' i n e n aydınlık günü olan 22 Haziran, savaş kuşağının
bilincine en karanlık, en acı gün olarak kazınıyordu. Dullar ve
yetimler uzunca bir süre bu günde ağlaşıp durdular. Belli ki,
bütün güçlerini ve sağlıklarını saldırganlara karşı verilen savaş­
ta yitiren milyonların yaraları ve bu yaraların izleri bu günün
yıldönümünde daha fazla sızlamaktadır. Yarım yüzyıl önce ya­
şanan bu olayın nasıl başlayıp nasıl sona erdiğini anlatan her
belgeyi lütfen d ikkatle inceleyin. B öylesi kötü bir olayı baş
düşmanımızın bile yaşamasını istemeyiz. Rusya ayakta kalmayı
başardı. Çünkü, uğursuz 1 941 yılı gibi bir yılın bir daha yaşan­
maması ve bir daha yeni bir savaşa asla izin verilmemesi yö­
nünde kesin kararlıydı.
B iz, bugün bunun ne denli zor olduğunu biliyoruz. Ama şu
konuda da zihnimiz oldukça açık: Barış içinde bir gelecek ke­
sinlikle bir hayal değildir, olanaklıdır. Ancak bu yalnızca bir
koşula bağlıdır: B ütün halklar sadece kendileri için, ayrı ayn ve
komşularına bedelini ödeterek elde edecekleri bir barış değil;
hep birlikte ortak ve güneşli bir gün kadar berrak bir barışı her­
kes için eşit derecede istemelidirler.
Valentin Fa/in

18
Atlantik, Akdeniz ve Afrika'ya yayılmış Avrupa (1. 9. 1939 - 25. 3. 1941)

. �1ill1:�yl\(��=:,..,
.:liill t:�)':ın �
'=:J]r:r.rı.a·nı�"Vietf('�şı
==rJ r"f'lı"lı: ma:ıoa Ya ı..oıonr.:orı

............. 1 t ı93idan•O"J1l�S.nııtaır
-

19
Lebensraum Çılgınlığı
"Rusya kozu ... "

23 Ağustos 1 940'da Sovyet Haber Ajansı TASS, Hitler-Sta­


lin Paktı diye anılan antlaşmanın birinci yıldönümünü "büyük
tarihi gün" ibaresi ile kutluyordu. B ir saldınnazlık paktı niteli­
ğinde olan bu antlaşma, gizli bir ek protokolle, iki tarafın da
Doğu Avrupa'daki çıkar alanlannı belirliyordu. Antlaşmaya gö­
re, sadık Polonya devleti iki güç arasında paylaştınJmakta ve
Baltık devletleri Sovyetler Birliği ' ne bırakılmaktadır. Sovyet
gazetelerindeki yorumlarda, Alman-Sovyet ilişkisine geniş yer
veriliyordu. Parti yayın organı Pravda' da konu üzerine şu satır­
lar yer alıyordu: "Bu paktın en önemli yanı, Avrupa'nın en bü­
yük iki güç odağı arasında meydana gelebilecek olan bir silahlı
çatışma olasılığını ortadan kaldın yor olmasıdır. "
Bu cümle ile TASS baltayı fena halde taşa vurmuştu: Hitler­
Stalin-Paktı, gerçekte, Avrupa 'da silahlı bir çatışmanın önünü
açmada en birinci rolü oynamıştı. Hitler, 23 Ağustos 1 939 ta­
rihli Alman-Sovyet Saldırmazlık Antlaşması ile uzun zamandan
beridir istediğini gerçekleştiriyor ve bir savaş halinde arkasını
güvenceye almış oluyordu. Antlaşmanın imzalanmasından yal­
nızca 8 gün sonra da Alman ordusu Polonya 'ya saldınyordu. 4
hafta geçmeden, sayıca kalabalık Alman birlikleri başkent Var­
şova' daki son direnişi de k ırmışlardı. Doğu Polonya'yı işgal
eden Alman ordusu ve Kızılordu askerleri B ug Nehri kıyısında

20
el sık.ışıyorlardı. Nasyonal sosyalistler ve komünistler, 28 Eylül
1 939 'da imzaladıkları bütünleyici bir antlaşma ile dostluklarını
perçinliyorlardı. Alman-Sovyet ilişkileri çok sıkı bir görünüm
arz ediyordu. Almanların doğudaki yı ldırım harekatını, kışın
verilen aradan sonra kuzeydeki ve batıdaki yıldırım harekatları
izliyordu. N isan 1 940 da Alman birlikleri Danimarka ve Nor­
veç ' i işgal ediyorlardı. Belçika ve Hollanda Hitler ' in birlikle­
rince zapt edilmişlerdi.
14 Haziran ' da ise Alman birlikleri Paris 'e giriyordu. 22 Ha­
ziran ' da Fransız müzakerecileri Compiegne Ormanı 'nda ateş­
kes anlaşması imzalıyorlardı. Almanların 1 1 Kasım 1 9 1 8 ' de
teslim oldukları aynı tren vagonunda, bu kez Fransızlar bozgu­
na uğradıklarını beyan etmek zorunda kalıyorlardı. Kaiser or­
dularının B irinci Dünya Savaşı ' nda 4 yılda işgal edemedikleri
Fransa'yı Hitler 'in kuvvetleri 6 hafta içerisinde zaptediyorlar­
dı. Moskova ise, müttefıkini uslu uslu tebrik ediyor ve dostlu­
ğunu kanıtlarcasına, Almanlar tarafından işgal edilen bütün ül­
kelerle olan diplomatik ilişkilerini kesiyordu.
Hitler-Stalin Paktı, TAS S ' ın bildirdiği gibi, böylece bütün
sınavlardan başarıyla geçmiş mi oluyordu? Ya da Pravda 'nın
yazdığı gibi, SSCB ve Alman İmparatorluğu arasında bir "si­
lahlı çatışma olasılığı" ortadan kalkmış mı oluyordu?
Alman tarafında Sovyetlere karşı yürütülecek olan bir sava­
şın hazırlıklarının çoktan baş latılmış olması, bütün bunların
yalnızca Sovyet tarafının birer temennisinden ibaret olduğunun,
ancak gerçeklikle bağdaşmadığının bir kanıtıydı.
Aslında, Hitler' in savaş planlarında bir sonraki hedef İngil­
tere ' ye yapılması öngörülen bir saldırıydı. Fransa'ya karşı elde
edilen zaferle birlikte Alınan İmparatorluğu, kıtanın en büyük
gücü haline gelmişti. Henüz 1 3 Ağustos 1 940'da Alman Hava
Kuvvetleri Luftwaffe, İngiliz askeri hedeflerine saldırarak ilk
büyük hava saldırısını gerçekleştiriyor ve "Deniz Aslanı Hare­
katı" böylece başlamış oluyordu. Adanın bütününün istila edil­
mesine yönelik hazırlıklar da son hızıyla devam ediyordu.
Daha İngiltere 'ye yapılacak bir çıkarmanın planlama aşama­
sı nda, 24 Temmuz günü Kara Kuvvetleri Komutanı Walther
von Brauchitsch, Genelkurmay Başkanı Franz Halder'e bir soh-

21
Pakt imzalanmış. Alman-Sovyet Saldırmazlık Antlaşması ' nın tarafları,
antlaşma metnini imzaladıktan sonra birlikte görülüyorlar.
(Ön sıra, soldan: Ribbentrop, Stalin, Hilger, Molotov).

bet arasında şu soruyu yöneltiyordu: "Rusya'ya karşı düzenle­


necek bir sefer olasılığı üzerine düşündünüz mü hiç?" Bu soru
karşısında şaşıran Genelkurmay Başkanı, şu yanıtı veriyordu:
" Bu çılgın, başımıza Rusya belasını da çıkarır. B ir de bu işle
uğraşmaya hiç niyetim yok." Halder ' in ürktüğü şey başka bir
yerde çoktan gündem konusu olmuştu bile.
Henüz 1 940 Temmuz ayı içerisinde Alman Genel Kurma­
yı ' nı n "Ülke Savunması B irimi" Grup Başkanı Yarbay Bem­
hard von Lossberg, Sovyetlere karşı düzenlenecek bir seferin
hazırlıkları için ön araştırma yapmak üzere görevlendiriliyordu.
Yarbay von Lossberg bu projeye oğlunun adını vermişti: Ope­
rasyon " Fritz" . B u görevlendirmeden haberdar olan B rauc­
hitsch'in 22 Temmuz 'da Halder'e bu soruyu yöneltmesi neden­
siz değildi; Hitler, bir gün önce onu Sovyetlere bir saldırı hazır­
lığı için görevlendirmişti . Saldırı tarihi bile belirlenmişti : Al­
man Orduları Başkomutanı Alfred Jodl bundan birkaç gün son­
ra, 29 Temmuz' da, saldırının 1 94 1 baharında başlayacağını
açıklıyordu.
Wehrmacht ' ın komuta merkezi , 3 1 Temmuz 1 940'da kesin
tarihi belirliyordu: Saldırı, 1 94 1 Mayıs ' ının ortalarında, karla­
rın erimc;si ve bahar rüzgarları ile b irlikte başlamalıydı.

23
Ayn ı şekilde 31 Temmuz 1 940'da
H itler, ordunun yönetim kademesindeki
subayları Berchtesgaden yakınlarındaki
Obersalzberg'de toplantıya çağırıyordu.
Birinci gündem maddesi, bundan sonra
İngiltere 'ye karşı takınılacak askeri ta­
vırdı. Fransa'ya karşı elde edilen zafer­
den sonra H itler, İngiltere ' nin yapılacak
olan bir barış teklifini kabul edeceğin­
den ümitliydi. Zaten Neville Chamber­
lains 'dan yönetimi devralan Winston
Churchill de herhangi bir tepki göster­
memişti. H i tler ' e göre bunun tek bir
açıklaması vardı: İngiltere' nin yeni baş­
Alman orduları b a k a n ı R u s y a kart ı n ı o y n ayacaktı .
Başkomutanı Mareşal
"Führer", 3 1 Temmuz ' da dağ çiftliğinde
von Brauchitsch (sağ­
daki) ve Genelkurmay
bunu şu sözlerle ifade ediyordu: "Rus­
Başkanı General ya, İngiltere 'nin sıklıkla oynadığı koz­
Ha/der "Barbarossa" lardan biridir. Rusya çökertilirse İngil-
planlarını hazırlarken. tere ' n i n son umudu da sönmüş ol ur.
B ö y lece, A lmanya hem Avrupa ' nı n ,
hem de B alkanların efendisi olur. "
Ayrıca, Stalin'in tutumu da, Rusya'yı Reich yönetimine kar­
şı koz olarak kullanma yönünde İngilizlere cesaret verir nitelik­
te değildi. 1 3 Temmuz günü Britanya Elçisi Cripps, başbakanı­
nın emriyle "Almanya'ya karşı kendilerini savunabilmek için
ortak bir çizgi" bulrriak amacıyla Sovyet diktatörünü aradı. An­
cak, Stalin ' in tepkisi olumsuzdu: "Ben Almanya' nın politikala­
rını takip ediyorum ve önemli Alman devlet adamlarından bazı­
larını da çok iyi tanıyorum. Almanların elde ettiği askeri başarı­
ların, Sovyetler B irliği 'ni ve Sovyetlerin Almanya ile dostane
ilişkilerini tehdit ettiğini düşünmüyorum. Stalin, aslında müthiş
bir yanılgı olan bu tutumundan büyük bir gurur duyduğunu,
verdiği bu yanıtı dışişlerinden sorumlu halk komiseri Vyaçeslav
Molotov 'un Alman B üyükelçisi Schulenburg'a iletmesine göz
yumması ile kanıtlıyordu. Hitler de, böylelikle Churchill'in Sta-

24
Paris Almanların elinde. Fransız başkentinin Eyfel Kulesi' nden
görünüşü.

lin ' i partner olarak kazanma girişiminden haberdar olmuş olu­


yordu. Zaten onun istediği de bu değil miydi?

" Dünya gücü ya da hiç"

Rusya'ya yapılacak olan saldırı, yalnızca İngiltere 'yi yanılt­


maya yaraması düşünülen bir araç mıydı? Hitler'in bundan çok
daha fazlasını düşündüğü kesindi: Sovyetlere düzenlenecek olan
askeri bir sefer sonuçta bir tek amaca hizmet etmeliydi; dünya
egemenliği kavramının nasyonal sosyalist bir Almanya ile anılır
olmasına. Alman halkının yeni "Lebensraum"u (yaşam alanı)
doğuya, Rusya' nın derinliklerine kadar uzanmalıydı. Kavgam
kitabında Hitler, tek başına bir bölümü "Doğu Politikası" konu­
suna ayırmıştı. Orada, hedefini açıkça ortaya koyuyordu: "Al­
manya ya bir dünya gücü haline gelecek, ya da bir hiç olacaktır.
Ancak, dünya gücü olmak için geniş topraklara sahip olmak ge­
rekir. ( ... ) Biz nasyonal sosyalistler, toprak politikası üzerinden
geleceğe yürüyoruz. Ama, eğer bugün Avrupa'da yeni bir zemin
ve topraktan söz edeceksek, ilk başta düşünmemiz gereken,
Rusya ve çevresindeki onun egemenliği altında bulunan devlet-

25
İngiltere'yi alt etmeyi başaramayan Alman uçakları Londra üzerinde.

lerdir. ( ... ) Doğuda yer alan bu korkunç büyüklükteki impara­


torluk, bugün dağılma kıvamına gelmiştir. Ve de Rusya'da Ya­
hudi egemenliğinin sonu, devlet olarak Rusya ' nın da sonu ola­
caktır. B izler, kaderin bir cilvesi olarak, üstün ırk teorisinin
doğruluğuna güçlü bir kanıt teşkil edecek olan bir felaketin ta­
nıkları olacağız."
O zamanlar pek çok kişi bu kitabı ciddiye almamıştı. Ancak,
Hitler'in bundan sonra nasıl hareket edeceği bu kitapta ayrıntılı
bir biçimde yer alıyordu: "Lebensraum" çılgınlığı ile bağlantılı
olarak, "Yahudilikle" ilgisi olan her şeye karşı güdülen kin. Bu,
sonunda Rusya 'ya karşı bir saldırı haline dönüşmesi kaçınılmaz
olan, hayvani bir kan ve toprak ideolojisi idi. Hitler, sürekli ola­
rak Alman halkının hayatta kalabilmesi için mutlak surette ge­
reksinimi olduğunu iddia ettiği bir "vatan toprağı "ndan söz edi-

26
yor ve yazılarında da her fırsatta buna değiniyordu. Konuşma­
larında ise sıklıkla, bütün milletin günlük ekmeğini sağlama gü­
vencesi yaratacak olan bir "Alman karasabanı"ndan söz ediyor­
du. H itler ' in sürekli olarak işaret ettiği bir başka nokta ise, "va­
tan toprağı " uğruna yapılacak zorunlu fedakarlıklardı. Bu Le­
bensraum ideoloj isinin doğuracağı sonuçları da aynı şekilde
Kavgam 'da açıklıyordu: "Eğer Avrupa'da zemin ve toprak ka­
zanmak isteniyorsa, bu ancak ve ancak faturası Rusya'ya çıkar­
tılmak suretiyle gerçekleştirilebilir. Yen i i mparatorluk eski
inançlı şövalyesini, Alman karasabanına işlenecek vatan toprağı
sağlamak, millete de günlük ekmeğini vermek üzere, Alman
kılıcıyla yeniden harekete geçirmek zorundadır."
Bu satırlarda, bazılarının ileri sürdüğü gibi, hiç de öyle başarı
elde edilmesi durumunda bunun Doğu Avrupa'da barışı tesis
edecek olan "Büyük Cermen İmparatorluğu"nun habercisi ola­
cağından söz edilmiyordu. Çünkü, Hitler 'in politikası savaşın
aralıksız olarak sürdürülmesine dayanıyordu: Siyasetin ve genel
olarak yaşamın daha ileri seviyeye çıkarılması için sürekli sa­
vaş! Ve bu da savaşın bir yaşam biçimi olarak görülmesi anlamı­
na geliyordu. Savaş doğal ve sıradandı; savaş sürekliydi; savaş
her alanda sürdürülmeliydi. Başlangıcı yoktu; barış antlaşması
diye bir şey yoktu. Savaş, yaşamın ta kendisiydi; en eski yaşam
tarzıydı.
Bu tam bir siyasal Darvinizm 'dir. Demek ki, savaş Hitler için
hedefsizdiyse, onun için söz konusu olan sürekli bir savaş idiyse
ve savaş yalnızca kendi başına bir değer ifade ediyorduysa; o
halde "doğudaki Lebensraum" yalnızca geçici bir hedefti, bir ilk
adımdı.
SS L ideri ve Alman polisinin şefi olan Heinrich Himmler,
daha sonraki hedefleri şöyle tanımlıyordu: Doğuya kendi yasa­
larımızı dikte edeceğiz. İlerleyeceğiz ve giderek Ural 'a kadar
olan bölgeyi ele geçireceğiz. ( ... ) Bunun ardından bütün bir ge­
lecek için sağlıklı bir ürün elde etmiş olacağız. B ununla tümü­
müzün, yani bütün Cermen halkının, öncüsü, düzenleyicisi ve
yönlendiricisi olduğu bir Avrupa 'nın, gelecek kuşaklardaki ka­
der mücadelesinde yeniden karşısına çıkması kaçınılmaz olan
bir Asya' yı yenebileceği koşullan yaratacağız."

27
Hasımlar:
Hitler, komutanları General Brauntisch (sol taraftaki) ve General
Ha/der (sağ taraftaki) ile harita üzerinde çalışırken. (üstte)
Stalin diğer Politbüro üyeleriyle 1 941 1 Mayıs törenlerini izlerken.
Hata olacaklardan habersiz mi? (altta)

28
Oysa, Hitler-Stalin Paktı, karşılıklı saldırmazlık garantisi ve
buna dayanan bir dostluk antlaşmasını içermiyor muydu?
NS propaganda mekanizması dışa karşı, doğudaki bu yeni
partnerle bir dostluğu vurguluyordu. Gerçekteyse, savaşın baş­
langıcından itibaren açıkça propaganda yapılmasına izin ver­
mediği halde, Hitler planından hiçbir zaman geri adım atma­
mıştı. Bu antlaşma, onun için yalnızca bir ateşkes antlaşmasın­
dan ve de doğuda Polonya'ya karşı yapacağı harekat ve batıda
ise Fransa ve Büyük Britanya'ya karşı başlatacağı savaşı daha
rahat gerçekleştirebilmek için gerekli bir araçtan başka bir şey
değildi.
Bu tür antlaşmalar, Hitler 'in gözünde basit birer kağıt parça­
sından başka bir anlam ifade etmiyorlardı. Zaten o da bunu hiç­
bir zaman gizlememişti. Kavgam 'da bunu açıkça ifade etmişti:
" S avaşı hedeflemeyen bir ortaklık, anlamsız ve değersizdir.
11
Yalnızca kavga için ortaklığa girilir.
Hitler 'e göre, Fransa zaferinden sonra kendi planını gerçek­
l e şt i rme n i n zamanı çoktan g e l m i ş t i . Halder, 3 1 Te m m u z
1 940' da " Führer" i l e yaptığı görüşmenin ardından güncesine
şunları not ediyordu: "Sonuç : Çatışmaları takiben Rusya ' nı n
halledilmesi gerekiyor. Seferin başlangıcı: Mayıs 1 94 1 . Beş ay.
Hedef: Yaşama direncinin ortadan kaldırılması. Bir araya top­
11

lanan ordu komutanları, Almanya'yı Birinci Dünya Savaşı ' nda


felakete sürükleyen iki cephede savaşmaktan korktukları kadar
hiçbir şeyden korkmadıkları halde, söylenenleri itirazsız kabul
etmişlerdi.

Kod Adı " Fritz"

H itler ' in talimatı doğrultusu nda doğu seferi için değişik


planlar hazırlandı: Alman Ordusu Başkomutanlığı, Yarbay von
Lossberg 'in "Fritz" kod adı ile hazırladığı taslaktan yararlana­
caktı. Bu operasyonda, Alman ordusunun iki yönden taarruz et­
mesi öngörülüyordu: Bataklık arazinin güneyinden ve kuzeyin­
den Moskova'ya saldırılacaktı.
1 8 . Ordu ' nun komutanı Tümgen�al Erich Marcks, 5 Ağus­
tos 1 940 ' da, "Doğu Harekatı Taslağı"nı Başkomutanlığa sunu-

29
yordu. B u plana göre, Alman ordusu Rusya'yı üç noktadan iş­
gal edecekti. Ana saldırı, kuzeyden ve Doğu Prusya üzerinden
Moskova'ya yapılacaktı. B u nunla eşzamanl ı olarak, güneydeki
bir kuvvet kolu Ukrayna'yı ele geçirecek ve Don Nehri boyun­
ca i lerleyerek Moskova üzerine yürüyecekti. Ortadaki üçüncü
bir ordu kolunun ise direkt Moskova üzerine yürümesi öngörül­
müştü. Sovyet kuvvetlerinin kuzey ve güney kanatlarının tama­
men kuşatılıp çember içine alınarak yok edilmesinin öngörül­
düğü büyük bir meydan muharebesinin, Kızılordu 'ya karşı kısa
sürede elde edilecek bir zaferi beraberinde getireceği düşünülü­
yordu. Bu planda hemen göze çarpan bir nokta, planın Prusya­
Alman askeri geleneğinden gelen ve bu geleneğin normlarına
göre düşünüp hareket eden bir stratej istin elinden çıkmış olma­
sıydı. Markcs, Moltke' nin iflah olmaz bir hayranıydı. Onun ku­
şatma ve yok etme stratejileri, 1 870/7 1 'de modem bir Cannae*
örneği olarak, Alman kuvvetlerinin Fransa'ya karşı zafer ka­
zanmasını sağlamıştı. Askeri bakış açısıyla, bu plan akla yatkın
olmasına karşın, H itler bunu şu sözlerle reddetmişti: "Bu tama­
mıyla karışık bir kafanın fantezisidir." Amatör stratejist, uzun
araştırmalar sonucu oluşturulan kuşatma stratejileri değil, şaşır­
tıcı ataklar ve kısa yoldan ulaşılacak zaferler istiyordu.
Alman ordu yönetimi içerisinde de, özellikle varılacak hede­
fin çok uzak olması ve bununla bağlantılı olarak ikmalde sorun­
lar çıkacağı düşüncesiyle bu p l a n a i tirazlar vardı. E y l ü l
1 940 'dan itibaren Genelkurmay B aşkan Yardımcısı Korgeneral
Paulus, Lossberg' in "Fritz" adı altında başlattığı planları geliş­
tirmeye başladı. Paulus, saldırıyı Ukrayna üzerinden dolambaç­
lı olarak gerçekleştirmek yerine, bir an önce direkt Moskova'ya
yönlendirmek taraflısıydı. Paulus 'un taslağına göre saldın sü­
rekli aralıklarla durdurulmalı ve böylece ikmal olanakları ga­
ranti altına alınmalıydı. B unun için de yeni nakil yollarının ya­
pılması ve mevcut alt yapının yeniden elden geçirilmesi kaçı­
nılmazdı. Örneğin, demiryollarının hat genişliği Avrupa' dakile-

(*) Hannibal, M.Ö. 2 1 6 yılında Cannae yakınlarında yapılan savaşta,


bir Roma ordusunu bütünüyle yok etmişti. B üyük çaptaki korkunç yenil­
gi leri anlatmada kullanıl ır. (çev.)

30
re uygun hale getirilmek zorundaydı. Hitler ' in, Alman ordusun­
daki kurmayların güvenliği ön plana alan önlemlerine taham­
mülü yoktu. O, savaşı kış bastırmadan önce sona erdirecek olan
cesur bir adımla doğuya ilerleme yanlısıydı. Bu saldın planları­
nın hiçbirisi itibar görmedi
ve hemen Ağustos ayı içeri­
sinde saldırının ilk hazırlıkla­
rına başlandı.
B i r l i k l e r doğu s ı n ı r ı n a
kaydırı l d ı . B u da, General
Jodl'ın 6 Eylül 'de işaret etti­
ği gibi, c iddi bir soruna yol
açıyordu: " Birliklerin bu ha­
reketliliği, Rusya' da, kesin­
likle bizim bir doğu saldırısı
hazırlığı içinde olduğumuz
i z l e n i m i n i uyandırmamalı­
dır." "'->- -''°
- ..____.
::::�
�<l,. ..
1
Nasyonal sosyalist propa­
ganda ve perdeleme meka- Alman Kara Kuvvetleri Komutanlı-
ğı' nın ilk planı, Operasyon Fritz".

Moskova'yı ana saldırı hedefi olarak öngöre11 ikinci plan. (solda)


Üçüncü plan , "Barbarossa" planının ana hatları. (sağda)

31
Sovyet Dışişleri Bakanı Moloıov 1 2 Kasım 1 940' da Berfin ziyareti
sırasında. Bu dostça selamlaşma bir aldatmadan ibaret.

Sovyetlerin yeni Büyükelçisi Vladimir Dekanosov (ortadaki), (soldan


sağa) von Woepmann, Kobulov, von Halem ve Semyonov'un eşliğinde
Berfin' e ayak basıyor.

32
nizması çalışmaya başlamıştı. B alkanlardaki sınır boylarına as­
keri yığınak mı yapılıyordu? Bu önlemler, "Romanya'daki pet­
rol alanlarının korunmasına" yönelikti. Askeri birlikler Orta Av­
rupa' ya mı kaydırılıyordu? Alman askeri ataşesi, Moskova:da
Sovyet askeri ataşesine bunun yalnızca "askeri birliklerde bir
kontenjan değişimi"nden ibaret olduğunu · söylüyor ve sınır
boylarındaki deneyimli askerlerin gereksinim duyulan başka
yerlere kaydırılması olarak izah ediyordu. Anti-Komintem bir
pakt mı oluşturuluyordu? Hayır, bu komünist Rusya'ya karşı
değil, aksine ABD 'ye karşı bir oluşumdu. Hitler her alanda giz­
lice savaş hazırlıkları yaptırırken, Naziler dışarıya karşı sürekli
Kremlin ile dost olunduğu propagandasını yayıyorlardı.
1 2 Kasım 1 940' da Sovyetlerin dışişlerinden sorumlu halk
komiseri Vyaçeslav Molotov Berlin ' e geliyordu. Alman mes­
lektaşı Joachim von Ribbentrop, meslektaşının kafasındaki soru
işaretlerini giderme çabası içerisindedir. Almanya' nın, Finlan­
diya 'ya silah yığınağı yapması ve Romanya hükümetine garanti
sözü vermesi türünden siyasal manevraları, partnerleri Stal in ' i
kızdırmıştı. Bunun yanısıra, Hitler kendilerine en küçük bir ha-

Üstün ırk çılgınlığına, Sovyet Büyükelçisi söz konusu olduğunda bile


gem vurulamıyor.

33
ber vermeksizin İtalya ve Japonya ile ittifak imzaladığından,
Kremlin 'de bir hiçe sayılmışlık havası da hakimdi. Çünkü, Ber­
lin-Roma-Tokyo miğferi, "Anti-Kominternpakt" adı altında -
adından da anlaşılacağı gibi- bir tehdit unsuru oluşturuyordu.
Yani , Sovyet tarafında kafalarda soru işaretlerinin uyanması
için yeterince gerekçe mevcuttu. R ibbentrop ve Molotov ara­
sındaki ilk görüşmelerde "buz gibi bir hava" esiyordu. Hitler ' in
dışişleri bakanı güvensizliği giderici en küçük bir girişimde bu­
lunmuyordu. Ribbentrop, sürekli İngiltere'ye karşı yaklaşmakta
olan zaferden dem vuruyor ve gelecekte Amerika'ya karşı elde
edilecek başarının hayalini kuruyordu. Molotov, bu büyük laf­
larla ilgili düşüncelerini Sovyet Elçiliği ' indeki bir akşam ziya­
fetinde açıkça dile getiriyordu. Bunun üzerine Ribbentrop yeni­
den parlıyor ve atıp tutmaya devam ediyordu: "İngiltere 'nin işi
bitmiş sayılır." Bu sözlerin üzerinden az bir zaman geçtikten
sonra Almanlar bir bombardıman alarmı nedeniyle Rus konukla­
rıyla birlikte dışişleri bakanlığının sığınağına kaçmak zorunda
kaldıklarında, bu kez Molotov soruyordu: "Peki öyleyse neden
biz şimdi bu sığınaktayız ve d ışarıda düşen bu bombalar kime
ait?"
Molotov, bu iğneleyici sorularına da herhangi bir yanıt ala­
maz. Görüşmelerin Hitler' in de katıldığı daha sonraki etapları,
Ruslar açısından tam bir hayal kırıklığı içerisinde geçer. Alman
diktatör, sorulara belirsiz ve kaçamak yanıtlar vermektedir. Mo­
lotov sorularında ısrarcıdır ve sözü sürekli aynı noktaya getirir:
Finlandiya'da neler olmaktadır? Balkanlarda ne yapılmak isten­
mektedir? Anti-Komintempakt gerçekte kimi hedef almaktadır?
Molotov ayrıca, "tasarruf alanlannın sınırlandınlması"nı da ister.
Hitler işte tam da bu noktayı sürekli es geçmektedir. Zaten
Rusların keskin tavırları da onu her zaman sinirlendirmiştir.
Kendisine aynı soruların bıkıp usanmadan tekrar tekrar sorul­
masına kesinlikle alışkın değildir. Artık "Führer"in canına tak
eder. Sonunda kestirip attığı, Alman tarafının protokollerinden
anlaşılmaktadır: "Konuşmanın bu noktasında Führer, zamanın
ilerlediğine dikkat çekerek görüşmelere hemen ara verilmesinin
en iyisi olduğunu, çünkü temel noktaların zaten yeterince ele
alındığını belirtmiştir."

34
Molotov ile yapılan görüşme tam bir göz boyamadan başka
bir şey değildi. Sovyet Halk Komiseri, "temel noktaların" ger­
çekten açıklığa kavuşturulup kavuşturulmadığını bile anlaya­
mamıştı. Çünkü Hitler, onun B erlin'e ayak bastığı gün çok gizli
ibaresini taşıyan 1 8 numaralı Führer talimatını çıkarıyordu. 1 2
Kasım 1 940 tarihli bu talimatname çerçevesinde Alman-Sovyet
görüşmelerinin taşıdığı anlam şuydu: "Görüşmelerden hangi
sonuç çıkarsa çıksın, Doğu Planı hazırlıkları için şu ana kadar
verilen bütün sözlü emirler aynen yerine getirilecektir. Ordula­
rın hazırladığı operasyon planlarının ana hatları bana sunulup
onay alınır alınmaz, ilgili talimatlar hemen uygulanacaktır. "
Molotov 'un ziyaretinin ardından H itler, ordusunu derhal teyak­
kuza geçirdi. Sovyetlere düzenlenecek saldırı için planlar za­
man geçirilmeden masaya konulmalıydı.

" Barbarossa şahlanırsa... "

Görüşmelerin üzerinden üç hafta bile geçmeden, 5 Aralık


1 940'da, Brauchitsch ve Halder arzu ettiği taslağı "Führer"leri­
nin önüne koyuyorlardı. Hitler bunu izleyen iki hafta sonrasın­
da, 1 8 Aralık'ta, Führer karargahında saldırı planının en son
h a l i n i n a lt ı na i m z a s ı n ı a t ı y o rd u . " O K W/WFS t/Abt L (1)
NR.33408/40 g. K Chefs" şeklinde çok uzun bir dosya numara­
sına sahip olan bu belge, Führer Emirleri Kronoloj isi 'nde, 2 1
N umaralı Tal imat olarak yer almaktadır. O n bir sayfa olan
"Barbarossa Harekatı"* başlıklı metin, İkinci Dünya Savaşı'nın
ağır sonuçlar doğuran metinlerinden biri olarak görülmelidir.
Bu metin, Avrupa ve Asya'daki milyonlarca insanın idam fer­
manıdır. Hitler 'in o günlerdeki kehaneti de bu yöndeydi: "Eğer
Barbarossa şahlanırsa, bütün dünyanın soluğunu kesecektir. "
Hitler, planlardan haberdar olanların sayısının olabildiğince
az olması için bu "gizli komuta belgesi"nden yalnızca dokuz

( * ) Barbarossa: 1 1 22- l 1 90 yılları arasında yaşamış ve katıldığı 3. Haç­


lı Seferi'nde Silifke yakınlarındaki Göksu'dan geçerken boğulan Alınan
Kralı I. Friedrich ' in kızıl sakalı nedeniyle kendisine takılan lakabı. Hit ler, bQ
harekiitı bir tür haçlı seferine benzettiği için bu adı vermiştir. (çev.)

35
nüsha hazırlatmı ş t ı . Planların ortaya
çıkmasıyla "ağır siyasal ve askeri deza­
vantajların" oluşacağından korkuyordu.
Talimat çok hızlı bir biçimde ilgili bi­
rimlere ulaştırıldı: "Alman ordusu, İn­
g i l tere ile savaş biter bitme z süratle
Sovyet Rusya ü:lerine yürüyüp onları
ezmeye h az ı r o l m ak zorundadır
(Barbarossa Harekatı). Hazırlıklara he­
men başlanacak ve 1 5 Mayıs 1 94 1 tari­
hine kadar tamamlanmış olacaktır. En
önemli nokta, bir saldırı düşüncesinin
olduğunun dışardan anlaşılmamasıdır."
A lm an ord-u s u n u n " e m i r k o m u t a
z i n c i r i n i n e n tepesindeki k i ş i " o l a n
Führer, "21 Numaralı Talimat"ta Rusya
seferinin ana hatlarını teşkil eden ope­
rasyonları tayin ediyordu. Ordu, üç ayn "Doğu Politikası ": Nazi
grup halinde "gözü pek operasyonlarla" propaganda mekanizması,
Rus ordularının tamamını yok edecekti. bu temayı değişik
Alman kurmaylarının daha önce hazır­ varyasyonlarla işliyordu.
(Propaganda afişinin
ladıkları planda öngörüldüğü üzere, ana
slganı: Doğu bölgesi,
savaş bölgesi i l k etapta Pripet ba­
Birleşik Alman Doğusu
taklığının kuzeyiydi. Ordular, buradan
olarak birlikte savaşmakla
kuzeye ve orta bölgelere ilerleyerek Le­ yükümlüdür).
ningrad ' ı alacak ve Moskova üzerine
yürüyecekti. Taarruz istikameti Kiev olan güneydeki ordunun
görevi, Sovyetlerin endüstri potansiyelinin neredeyse yarısının
yoğunlaştığı bölge olan Donets Havzası'nı almaktı.
Finlandiya ve Romanya birlikleri tarafından desteklenmesi
düşünülen 1 20- 1 30 Alman tümeni, Hitler ' in savaşındaki bu en
büyük askeri operasyon için öngörülen kuvvetlerdi. "Operas­
yonların nihai hedefi, Volga-Arhangelsk ana hattı üzerinde Rus­
ya'nın Asya'da kalan kısmının karşısında koruyucu bir kalkan
oluşturmaktır." H itle r ' in hesaplarına göre, sekiz ile on hafta
arasında bu hedefe ulaşılacaktı.
Hitler, askeri karar mekanizmasının en tepesinde yer alan

36
kurmaylarına saldırının ana hat­
larını açıkladıktan sonra, kanal
boyunda askerlerle Noel ' i kutla­
mak için batı cephesine uçuyor­
du. Alman askerleri, 1 8 Aralık'ta
başkomutanlarının kendilerine
" Noel armağanı " olarak torba­
sında ne getirdiklerinden haber­
sizdiler.

" ...yalnızca sekiz hafta


sürer"

G e n e r a l l er, a l ı ş ı l ag e l m i ş
özenlilik v e istenilen gizlilik içe­
risinde verilen görevi başarı ile
yerine getiriyorlardı. Levazım
21 Numaralı Führer Talimatı : Dairesi, A lmanların i lerlemesi
"Barbarossa Harekatı . " için gerekebi lecek endüstriyel
tesisleri ve u laşım için gerekli
donanımları sağlamıştı. Ordu karargahında artık birliklerin ha­
reketi ve nasıl sevk edilecekleri planlanıyordu. Genelkurmay,
Rusya 'nın Avrupa tarafındaki bölümünde yer alan jeostratejik
bölgeler ü zerindeki çalışmalarını da yoğunlaştırmıştı. Arazinin
biçin:_ıi bitki örtüsü, iklim, su ve ulaşım yolları gibi değişik kri­
terlere göre incelenerek, saldırının yapılacağı bölge hakkında
askeri açıdan bir hükme varılmıştı. .
3 Ş ubat 1 94 1 'de yapılan "Führer görüşmesi"nde, hazırlıklar
kapsamında diğer önlemlerin alınması da karara bağlandı. Al­
man birlikleri, mart, nisan ve mayıs aylarında dört ayrı sevkı­
yatla doğu cephesine nakledileceklerdi. Askeri hazırlıklar her
yerde son hızla devam ederken, Sovyetlere yapılacak saldırı
için gereken ön adımlar ise özenle ve generallerin herhangi bir
itirazı olmaksızın çoktan atılmıştı.
Askerler, Hitler ' in görüşlerine katılıyorlar mıydı? Ahlaki ge­
rekçelere dayandırılan itirazlara rastlanmıyordu. Aslında, Sov­
yetlere karşı yıldırım harekatları düzenleyerek bunların sonu-

37
Ericlı Mende
Devlet Bakanı , O Dönemde Yüzbaşı

Haziran başlarında, Sovyetlere bir saldın yapılmaya­


cağ ı , bunun yerine petrol kaynaklarına ve Britanya
İmparatorluğ u ' na ulaşmak için bir nevi çevresinden
do/anılacağı , Britanya'ya yardıktan sonraysa "Deniz
Aslanı Harekfitı "nın uygu lamaya konu lmayabileceği
yönünde söylentiler dolaşmaya başladı. Fakat biz bunu ciddiye almadık.
Daha Nisan ay111da iken Normandiya ' da Kiri/ alfabesi öğrenmemizin zorun­
lu kıl111masından ve ya111nıızda bir konuşma kılavuzu bulundurmamızdan,
yolumuzun Sovyetler Birliği' ne doğru uzanacağını biliyorduk.
Savaşın başladığı gün biz Suwalizipfel' deki Augustowo yakınlarında
bulunuyorduk ve hazır kıta halinde bekliyorduk. Hfilô, saldırı111n başlama­
ması yönünde umut besliyorduk. Ama, emirlerin iptal edildiğine dair her
hangi bir telsiz mesajı yerine, bizim saat 23 .00' den itibaren saat 3 .l 5 'te
harekete geçecek şekilde hazır olmamız gerektiği bildirildiğinde komutanını
beni kenara çekerek, "Mende , bu saati aklınızda tutu n " dedi. Bu eski
A lm a nya ' m ı z ı n sonu dem ekti, Cermen ülkesine elveda idi. Yaşlı
Avrupa' mızın da sonu anlamına geliyordu. Napo/yon ' un 181 2 ' de yaşadığı
trajediden daha beteri başlamak üzereydi. Ardından, gece yarısını geçtik­
ten sonra ilk uçak filoları üzerimizden geçti. İlk bombardıman ve ateş ses­
leri birazdan duyulacaktı. Taarruz başlamıştı.

cunda ani zaferler elde etme fikri devlet, parti ve ordu yöneti­
minin üst kademelerinde bulunanların da aklına yatıyordu. Al­
man ordusunun Sovyet topraklarına girmesinden sonraki ilk
gün lerde, Reich'ın basından sorumlu şefi, 23 Haziran 1 94 1 'de
yaptığı bir gündem beli rleme konuşması nda, o zamanlar Al­
manya genelinde egemen olan büyükl ük kompleksine iyi bir
örnek teşkil eden şu cümleleri sarf ediyordu: "Führer, dört ay
süreceğini söylüyor. Ama ben size, yalnızca sekiz hafta sürer,
diyorum. Çünkü, nasyonal sosyalizmin manevi değerleri komü­
nizminkilerden kat be kat yüksektir ve bu yüzden savaş alanın­
da bu müthiş üstün yanı ile mutlaka en kısa sürede sonuca ula­
şacaktır. "
Tarafl arın güç leri gerçekte birbirine kıyasla nasıl bir gö­
rünüm arz edjyordu? Bu tür iyimser değerlendirmeler hangi te­
mellere dayanarak yapıl ı yordu?
Alman ordusunun rakamlarına göre 3 milyon askerin yer al-

38
dığı 1 4 1 Alman tümenine karşı, Sovyet tarafında dört buçuk
milyon askerden oluşan 2 1 3 tümen vardı. Tank sayısı açısından
bakıldığında da 3 bin 350 Alman tankına karşılık, 4 bin tank ile
Kızılordu belirgin bir üstünlüğe sahipti. Gerçekteyse, Sovyetle­
rin 1 2 binden fazla tankı vardı ki, bu da Alman kuvvetlerinin
dört katı demekti.
Ancak, Sovyet yapısı tankların bir çoğU gibi, yaklaşık 8-9
bin Sovyet uçağının da büyük bir bölümü eskimiş durumdaydı.
2 bin 200 uçağa sahip olan Almanlar, uçak sayısı bakımından
da oldukça geride olmalarına karşın, Hitler 'e göre üstün savaş
güçleri ile Göring ' in hava kuvvetleri belirgin bir hava üstünlü­
ğü sağlayacaktı. "Führer", iki taraf arasındaki bu sayısal denge­
sizlikten kaynaklanan bütün kaygıları şu tür sözlerle geçiştiri­
yordu: "En kötü Alman piyadesi, en iyi yabancı piyadeden daha
üstündür."
Bu düşüncelerinde yalnız da değildi. Genelkurmay B aşkanı
General Halder, yaptığı bir analizde, Kızılordu 'nun sayısal ola­
rak kendileriyle eşit olmadığı ve kendilerinden daha üstün ol­
dukları sonucuna varmıştı. Ama, Halder' in de Almanların üstün
savaş güçlerine olan inancı tamdı. Generallerin itirazları daha
çok, Alman birliklerinin kat etmesi gereken yolun korkunç de­
recede uzun olması noktasında yoğunlaşıyordu.
Brauchitsch, Hitler ile yaptığı konuşmalarda sürekli olarak
" Rus topraklarının derinliğine" vurgu yapıyordu . " Muazzam
Ordusu'' 1 8 1 2 'de Ruslardan çok Rusya' nın ağır koşullarına tes­
lim olan Napolyon'un yazgısı onu ürkütüyordu. Alman general­
lerinin, ilk planlarında ikmalin garanti altına alınması noktasına
özellikle dikkat çekmeleri bu yüzdendi. Ancak, daha önce de
belirtildiği gibi, Hitler bu planları ilk etapta ç0k karmaşık bul­
muş ve dikkate almamıştı. Öyle görünüyordu ki, Napolyon'un
başarısızlığı Hitler' i etkilememişti. Tanklarının manevra yete­
neğine güveniyordu. Napolyon 'un beygirlerle çeki len topları ile
bir karşılaştırma yapmak ne işe yarayacaktı? Alman ordusu,
motorize ve manevra yeteneği yüksek bir orduydu ve uzak me­
safeleri aşmaya her zaman hazır durumda olduğu apaçık orta­
daydı. Polonya ve Fransa seferleri de bunu yeterince kanıtlama­
mış mıydı?

39
Orgeneral Dimitri Volkogonov
O Dönemde Teğmen

Savaş rüzgarları esmeye başlamıştı . Stalin ve genelkur­


mayın eline istihbarat birimlerinden , Komintern' den ve
askeri keşif çalışmalarında n p e k çok S(lğ lıklı bilgi
ulaşmıştı . Bu bilgilere göre Almanya, kuvvetlerini Alman­
Rus sınırına yığmaktadıı: Sovyetler Birliği' nin, Alman bir­
liklerinin tam olarak nerelerde konuşlandık/arına ilişkin
tam bir fikre varması an meselesiydi. Sovyet yönetimi, ilgili birimlere
Uzakdoğu, Sibirya, Orta Asya ve Moskova bölgesindeki Kızı/ordu tümen­
lerinin batı sınırına kaydırılması emrini veriyordu. Ancak, bu birliklerden
pek çoğu, sınır bölgesine zamanında ulaşmayı başaramamışlardı. Stalin,
durum gereği bütün hazırlıklarını savaşa göre yapıyor, fakat aslında
savaşın gerçekten çıkacağına da inanmak istemiyordu. Savaş çıksa bile,
bunun çok daha sonraları olacağını düşünüyordu. Savaşın başlangıcından
yirmi gün önce, en yakın danışmanlarına şunları söylüyordu: "Gelen haber­
lere göre savaştan kaçmamız mümkün gözükmüyor. Belki de gelecek yılın
ilkbaharında savaş başlayabilir. " Bu da Stalin' in ne derece yanıldığını
göstermektedir ve ancak şöyle açıklanabilir: Stalin, yeryüzündeki bir tanrı
idi ve herkese şunu söylüyordu : "Şimdilik savaş çıkmaz. " Evet, herkese
bunu söylüyor ve kendisi de buna tamamen inanıyordu. En önemlisi de,
Kızı/ordu' nun savaşa hazır olmadığını kendisi de gayet iyi biliyordu. Bu
n o ktada şuna dikkat çekmek g erekir ki, 1 93 7 ve 1 938 yı lları n da
gerçekleştirilen korkunç kanlı temizlik hareketi subaylık kurumunu
neredeyse silip süpürdüğünden, Sovyetlerin batı sınırında görev yapanların
yüzde seksen beşi, bir yıldan daha az bir zaman önce bu bölgeye gönderil­
miş olan subaylardan oluşuyordu.
Stalin' in savaşın başlangıç tarihi ile ilgili yanılgısı, daha çok, olmaması
istenen bir şeyin gerçekleşmeyeceğine inanmaktan kaynaklanan bir kendi
kendini kandırma olarak açıklanabilir.

Oysa, görüntü yanıltıcıydı. Alman tank tümenlerinin sayısı


iki katına çıkartılmıştı, ancak buna k arşılık, tümen başına düşen
tank sayısı azaltılmıştı. Bir tümendeki tank sayısı ortalama 258
iken, 1 96' ya inmişti. Daha da kötüsü, bu sayının yükseltilmesi
de olanaklı görünmüyordu. Alman silah sanayisi plan dahilin­
deki aylık 600 tank ihtiyacının neredeyse üçte birini karşılaya­
cak durumdaydı. Evet, Alman ordusu motorize birliklerden olu­
şuyordu. Ancak, Hitler ordularında da topların büyük bir bölü­
mü aynen Napolyon ordularında olduğu gibi atlar tarafından
çekiliyordu. Alman birlikleri ayrıca bir de yine Fransız birlikle­
ri gibi "General Kış"a karşı da oldukça kötü donatılmışlardı.

40
Hitler için bu da bir gerekçe teşkil etmiyordu. Ona göre, Kızı­
lordu kış biter bitmez yenilgiye uğratılacaktı. Joseph Goebbels
ise güncesine kesin bir ifadeyle, "Napolyon örneği tekrar et­
mez" diye yazıyordu. Gerçi, H itler ' in planlarına getirilen eleşti­
rilerde bu noktalara işaret edilmiyor değildi, ancak komuta ka­
demesindeki yüksek rütbeli askerler verilen görevleri özenle ve
itirazsız yerine getiriyorlardı. Prusya ekolü her ne kadar mantık
ve uz görü ile yoğrul muştuysa da, ki öyledir, -en azından Hit­
ler ' in generalleri öyle idiler- bu özellikler büyük ölçüde baskı
altına alınmıştı.
Saldırıyı başlatma tarihi olarak öngörülen 15 Mayıs 1 94 1 gi­
derek yaklaşırken, Yugoslavya'daki bir askeri darbe Hitler 'in
planlarını alt üst ediyordu.

" Yardım etmek zorundayız ... "

Hitler bu arada, " Barbarossa Harekatı" çerçevesinde görevli


olan subaylarına yeni bir görev daha vermişti . 1 94 1 Ocak baş­
larında 22 numaralı talimatı çıkarıyor ve "Ayçiçeği" ve " Buhu­
rumeryem" adlı operasyonlar ile bağlantılı olarak Libya'nın ku­
zeybatısında, Trablusşam'daki ve Arnavutluk'taki Alman bir­
liklerinin yeni takviyelerle güçlendirilmesini istiyordu. Operas­
yonlara verilen bu kodlar, kulağa her ne kadar çok masum ve
şiirsel geliyorsa da, altında yatan hiç de masum olmayan bir
iktidar politikasıydı: İtalya rotadan sapmamalıydı.
Henüz 1 3 Aralık 1 940'da bir başka operasyon, "Operasyon
Marita" , çoktan başlatılmıştı. B alkanlar ' da zor duruma düşen
İtalyan yoldaşa, Yunanistan ' da yardım edilmeliydi. Hitler bunu
ordu komutanlarına, "İtalya' nın içten çökmesi riski göze alına­
maz. Yardım etmek zorundayız" şeklinde açıklıyordu. Var gü­
cüyle gerekli hazırlıkları yapıyordu. 1 Mart 1 94 1 'de -daha önce
Macaristan, Romanya ve S lovakya örneklerinde olduğu gibi­
B ulgaristan da Berlin- Roma-Tokyo Miğferi 'nin oluşturduğu
birliğe dahil oluyordu. B unun hemen ardından, Alman birlikleri
Yunanistan ' a giriyordu. Hedefleri Mora Yarımadası i d i . B u
noktada, Yunan işgali altındaki Arnavutluk ' a düzenlenen İtal­
yan saldırısı, iki gün içerisinde 1 1 Mart 'ta feci bir yenilgi ile

41
sonuçlanıyordu. Bununla eş zamanlı olarak bir İngiliz kolordu­
su da, saldırganlara karşı verdikleri savaşta Yunan birliklerine
destek vermek üzere Pire'ye gelmişti.
İngiliz ve Alınan birliklerin i n karşı karşıya gelmelerine ra­
mak kalmıştı. Her iki taraf da Yugoslavya'yı desteklemek için
çaba harcıyorlardı.
Yugoslavya Veliaht Prensi Paul, H i tler ' in devamlı baskıları
sonrasında, 4-5 Mart tarihlerinde Obersalzberg 'de yapılan gizli
toplantıda Miğfer güçlerine katılmaya hazır olduğunu açıklı­
yordu. Yugoslav Başbakanı Svetkoviç 25 Mart 'ta Viyana'da ka­
t ı l ı m anlaşmasını imzalarken, H itler İtalyan Dışişleri B akanı
Ciano'ya, zafer sarhoşluğu içerisinde, "Bu Yunanistan 'a yapıla­
cak saldırıyı daha da kolaylaştıracak" diyordu. Ancak, bundan
yalnızca birkaç saat sonra meydana gelen bir ol ay, H itler ' i n
planlarını altüst ediyordu: 26 Mart ' ı 27 Mart'a bağlayan gece,
ordunun bir kısm ı , Yugoslav hükümetini hedef alan bir askeri
darbe gerçekleştiriyordu. Başbakan, Belgrad 'a dönüşünde tren­
den inerken dışişleri bakanı ile birlikte gözaltına alınıyor ve ar­
dı ndan tutuklanıyordu. Kabineden gelen sert itirazlara karşın
Almanlarla birlik antlaşması imzalayan Veliaht Prens Paul ise
evinde göz hapsinde tutuluyordu. Hükümet darbesi kansız bir
biçimde yapılm ıştı. Simoviç 'in yeni yönetiminin dayanağı, yal­
nızca ordunun büyük bir bölümünden i baret deği ldi . Özellikle,
ulusal bilince sahip olan Sırplar da H i tler' in Yugoslavya 'yı bir
uydu devlet haline getirecek olan paktına karş ıydı lar. Güçlü
diktatörün bir saldırmazlık teklifi i le yumuşatı labileceğini umu­
yorlardı . Ancak, darbe haberin i n karşı tarafta ne tür bir kızgınlı­
ğa neden olduğundan habersizdiler. Hitler bunu, doğrudan ken­
disine yapı lmış bir saldırı olarak görüyor ve o kızgınlıkla 27
Mart 'ta 25 numaralı talimatı yayınlıyordu: " Yugoslavya'daki
askeri darbe, B alkanlardaki siyasal durumda değişikl ik yarat­
mıştır. Yugoslavya, bundan sonra sadakat yemini etse bile düş­
man olarak görülecek ve en kısa sürede yerle bir edilecektir.
Benim görüşüm, Yugoslavya'nın işgal edilmesi ve Yugoslav or­
dusunun tamamen yok edilmesi yönündedir."
H itler ' in kızgınlığı, yalnızca kendisine yakınlaşm ı ş olan bir
yönetimin görevden uzaklaştırılmı ş olması ile sınırlı değildi.

42
İmparatorluk /makamında acilen top­
lantıya çağırdığı Brauchüsch, Halder
ve R i bbentrop ' a kendisini en fazla
öfkelendiren noktayı şöyle açıklıyor­
d u : " Belgrad ' taki h ükümet darbesi
yalnızc a Marita ' y ı değ i l , daha çok
B arbarossa 'yı da tehlikeye sokmuş­
tur. " Daha önce 1 5 Mayıs olarak be­
lirlenen saldın tarihi artık geçerliliği­
ni y itirmişti. 25 numaralı talimatta
b u çok net bir biçimde belirtiliyordu:
" Barbarossa Harekatı 'na başlama ta­
r i h i dört hafta i leri atılacaktır. " Ne
H itler, ne de sadık adamları bunun
A lman askerleri açısından hangi fe­
l aketleri beraberinde getireceği n i n
farkındaydılar.
Aynı günün gecesi, General Jod
kurmay heyetiyle birlikte Yugoslav­
ya 'ya girme planlarını hazırlamak zo.
runda kalıyordu. 28 Mart sabahı Al­
İtalya' nın "Dııçe"si:
manların İtalya'da görevli askeri · ata­
A lmanlar için zahmetli bir
ş e s i G e n e ra l v o n R i n t e l e n s a at
müttefik (1 941 'de
çekildiği samlıyor). 04.00'de, Mussolini ' ye iletilmek üze­
re, Almanların partnerlerini Balkan-
larda bundan sonraki hareket planları
hakkında bilgilendirdikleri bir aide-memoire alıyordu. Hitler,
aynı zamanda Duçe'ye, İtalyan kuvvetleri için hangi görevi uy­
gun gördüğünü de bildiriyordu. Amavutluk 'a karşı bundan sonra
başka bir eylem söz konusu olmayacaktı: "Elinizdeki bütün güç­
lerle Yugoslavya'dan Amav utluk'a bütün geçiş noktalarını tut­
manızın ve kuvvetlerinizi her yönden ve çok acilen takviye et­
menizin büyük önem arz ettiğini düşünüyorum."
6 Nisan 1 94 1 'e gelindiğinde Alman tarık paletleri Yugoslav
toprakları ü zerinde dönmeye başlamıştı. Hava saldırılan ile iyi­
ce çökertilen Yugoslav ordusunun geride kalan tamamının Sa­
raybo na' da teslim alınması yalnızca on bir gün sürmüştü. Bu

43
arada, Alman uçakları "Führer"in bir emri ile başka bir göreve
sevk ediliyorlardı: B aşkent Belgrad' ı "seri saldırılarla" yerle bir
etmeye. Kent, Göring ' in bombardıman filolannın ölümcül al­
çak uçuşlarını engelleyecek hava savunması olanaklarına sahip
olmadığı için herhangi bir direniş olmamıştı. Harekatın adı, an­
lamına ve H itler' in hedefıne uygunluk arz ediyordu: "Cezalan­
dırma Harekatı", hükümet darbesi ile aşağılandığı duygusuna
kapılan Alman diktatörün bir öç alması niteliğindeydi. Göb­
bels 'in güncesinde adlandırdığı gibi, Yugoslavya gibi bir "se­
zonluk devlet"in, Alman "Führer"ine karşı koyuşu cezasız kala­
mazdı.
Yugoslavya'nın ve 23 Nisan 1 94 1 'den beri Akropolis üze­
rinde gamalı haçlı bayrağın dalgalandığı yer olan Yunanistan ' ın
işgalinden sonra, Hitler 30 Nisan tarihli gizli bir talimatla Rus­
ya 'ya yapılacak saldırının tarihini kesin olarak bel irliyordu :
" Barbarossa, 22 Haziran' da başlayacaktır."

11 Acımasız bir sertlikle.. . 11

Bu arada sefer planlan yeniden ön plana alındı. 30 Mart'ta,


H itler ' in ordu kurmaylarını başkanlık makamında bir araya
topladığı bir konferansta, diktatör yeni bir noktaya işaret edi­
yordu: "Bu savaş, batıdaki savaştan çok farklı olacak. " B u ta­
lihsiz açıklamanın arkasında asıl neyin yattığı, Hitler Kızılor­
du 'ya karşı nasıl bir savaş tasarladığını ortaya koyduğunda,
toplantıda bulunan askerler tarafından gayet iyi anlaşılıyordu:
Askeri meslektaşlık ruhunu ortadan kaldırmalıyız. Komünist ne
dün dosttu, ne de yarın dost olacaktır."
Bu da, Hitler ile generallerin pek çoğunun bu savaşın nasıl
yürütüleceği konusunda çok farklı görüşlere sahip olduklarını
gösteriyordu. Herhangi bir siyasal kaygı taşımayan askerler için
Rusya'ya yapılacak saldırı, iki ordunun çarpışmasından başka
bir anlam ifade etmiyordu. Bitler içinse, Rusya'ya karşı verile­
cek savaş, askeri bir savaştan öte çok farklı bir anlam taşıyordu.
Onun açısından, birbirine zıt iki dünya görüşü çarpışacaktı. Al­
man ordusunun tamamını oluşturan üç ayrı ordunun ordu ko­
mutanlarına ve birlik komutanlarına henüz M art başlarında yeni

44
Jose/Zoglmeier, Piyade Eri

O unutulmaz 22 Haziran 1 941 gününe kadarki aylar, alışılmış


askeri görevlerle geçmişti. Hiç birimiz Rusya ile herhangi bir sa­
vaş olacağına kesinlikle ihtimal vermiyorduk. Sımr çizgisini, Vistül
Nehri' nin kollarından biri olan San Nehri belirliyordu. Buradaki
bütün köprüler havaya uçurulmuştu. Karşı yakada herhangi bir
yaşam izine rast/anmıyordu. Biz, faros/aw çevresinde, bütün bun­
ları ne için yaptığımıza yönelik kafamızda herhangi bir soru işare­
ti oluşmaksızın, yaya olarak her türden savaş talimleri yapıyorduk. Ancak bizim böl­
gedeki birlik sayısı 41 Mayıs' ında giderek artmaya başladığında ve tatbikatlarımızın
hedefinin nehri geçerek San' ın ardında kalan bölgedeki köylere saldırmak olduğu
söylendiğinde, Rusya' ya karşı bir savaş olasılığım hesaba katmaya başladık. Genel
kurmayın Rusça haritalarım okuyabilmeleri için astsubay rütbesinden başlamak üze­
re bütün askeri personele Kiri/ alfabesinin harflerini öğrenme yiikünıliiliiğii getiril­
mişti ı•e sıradan alarm tatbikatları ise alışılmadık biçimde artış göstermeye başlamış­
tı. Nihayet, 21 Haziran'da verilen alarm sonrasında gerçek mermi, el bombası ve er­

zak dağıtıldığında, Sovyetlere saldırılacağı artık şüphe götürmez biçimde belirginlik


kazanmıştı.

savaş anlayışını açıklamıştı: "Rusya'ya karşı yapılacak olan sa­


vaş türünden savaşlar, şövalyece yürütülemez. B urada söz ko­
nusu olan farklı dünya görüşlerinin farklı ırkların çarpışmasıdır
ve bu nedenle bugüne kadar görülmemiş derecede acımasız bir
sertlikle yürütülmelidir. Bütün subaylar eski bakış açılarından
sı ynlmak zorundadırlar. "
Hitler bu sözlerle düşmana karşı askeri zafer kazanıp onu
savunmasız durumda bırakmanın yeterli olmayacağını emrivaki
içerisinde ortaya koyuyor ve devam ediyordu: "Bu bir toplu kı­
yım savaşıdır. B u savaş, bozgunculuğun zehri yayılmasın diye
verilecektir. " Hitler ' in kıyıma odaklanmış öfkesinin hedefi en
başta Kızılordu 'nun siyasi komiserleriydi: "Komiserler, nasyo­
nal sosyalizm ile taban tabana zıt bir dünya görüşünün yayıcıla­
ndırlar. İşte bu yüzden, komiserler tamamen yok edilmelidirler.
Komiserler ve Sovyet gizli servisi GPU (Glavnoye Politiçesko­
ye Upravleniye) üyeleri birer haydutturlar ve haydut muamelesi
görmeleri gerekmektedir. "
Nazilerin "haydut" olarak damgaladıkları kişilere nasıl dav­
ranacakları, Alman Ordu Komutanlığı ' nı n 6 Haziran 1 94 1 'de
yayınladığı "Komiserlere Dair Emir" başlıklı emirde şöyle be­
lirleniyordu: "Kızılordu'nun bütün siyasi komiserleri, esas iti-

45
Rus savaşı henüz daha bir masa başı oyunuyken (üstte)
Sonu gelmez kamyon konvoyları doğu cephesine ilerliyor/ar (altta ).

46
barıyla anında silahla infaz edilecektir. " B u uygulamaya karşı
oluşacak olası kuşkuları önceden bertaraf etmek içinse, Hitler
bu emrin neden gerekli olduğunu belirten şu açıklamayı getiri­
yordu: "B irlikler kendilerini, kendilerine karşı kullanılacak sal­
dırı araçlarının aynılarını kullanarak savunmak zorundadırlar. "
Naziler, komiserlerin n ihayette "Asya' nın barbarca savaş
yöntemlerinin en eski uygulayıcıları" olduklarını yayarak, ken­
di vahşice tutumlarının bir meşru müdafaa olarak algılanmasını
sağlamak istiyorlardı. Hitler, henüz 30 Mart 1 94 1 'de iki yüzden
fazla yüksek rütbeli subayın önünde katil planlarını açımlaya­
rak anlatmıştı. Bu toplantıda, herhangi açık bir itiraz olmamıştı.
Ancak kendi emrindeki astları, Mareşal von Brauchitsch 'i Hit­
ler' i bu talimatları nedeniyle resmen protesto etmesi için zorla­
mışlardı ama, Alman Orduları B aşkomutanı onların bu istekle­
rini geri çevirmişti.
Yalnızca 6 Haziran günü, askerlerin savaş istençlerinin kırı­
lacağı kaygısıyla komiserlerin özel durumları gereği asıl savaş
alanının dışında, gözden uzak bir yerde bir subayın vereceği
emirle infaz edilmelerini önermekle yetinmişti.
Askerlere, nasyonal sosyalizmin fikri sabit kafa yapısının
birer tetikçisi olarak nasıl kullanılacakları açıkça gösterilmeme­
liydi. Oysa, General Keitel ' in 1 9 Mayıs 'ta birliği için yayınla­
dığı talimatnamede bu bakış açısı hiçbir yanlış anlamaya mey­
dan vermeyecek biçimde açıkça ifade ediliyordu: "Bolşeviklik,
nasyqnal sosyalist Alman halkının can düşmanıdır. Alman­
ya'nın savaşı, bu bozguncu dünya görüşü ve onun yayıcılarına
karşıdır. Bozguncu Bolşeviklere, gönüllülere, sabotajcılara, Ya­
hudilere karşı yürütülen bu savaş, gözü kara ve dinamik bir mü­
cadeleyi ve her türlü aktif ya da pasif direnişin tamamıyla kırıl­
masını gerektirir." Alman Orduları B aşkomutanlığı Hukuk Da­
iresi ise, askerlerin daha sonra cezalandırılmaktan çekinerek
sert davranışlardan kaçınmaların ı engellemek için, 1 3 Mayıs
1 94 1 ' de şu talimatı çıkarıyordu: "Ordu mensuplarının ve onla­
rın maiyetinde bulunan kişilerin düşman sivillere karşı davra­
nışlarına yönelik, bu davranış askeri bir suç ya da cürüm teşkil
etse bile kovuşturma zorunluluğu bulunmamaktadır." Bu tür ta­
limatlar, savaşın "üstün olmayan insan" olarak görülen Ruslar,

47
Beyaz Ruslar ve Ukraynalılara karşı nasıl yürütülmesi gerektiği
konusunda da fikir vericiydiler. Hukuk Dairesi, bunun savaş
mahkemelerinin yetki alanına girmediği görüşündeydi. H itler,
savaş esirlerine nasıl muamele edilmesi gerektiğini düzenleyen
Lahey Sözleşmesi'ni Rusya ile yaptığı savaşta rafa kaldırmıştı.
Bu, onun kendisini sivil dünyaya karşı her tür sorumluluktan
muaf saydığı bir savaştı. Bu savaşta insani değerleri çok küçük
ölçüde de olsa güvence altına alabilecek kurallar geçerli ola­
mazdı.
B ununla beraber, Hitler, kendi generallerinin her açıdan faz­
la yumuşak huylu olduklarını düşünüyordu. Ona göre, gerekli
sertlikleri göstermeleri söz konusu olduğunda onlara güvenile­
mezdi. Rus asker ve sivillere uygulayacağı terörü gerektiği gibi
organize edebilmek amacıyla yeni organlar oluşturmaya başla­
dı. Hem S S * hem de Alman polis teşkilatı kendisine bağlı olan
Heinrich Himmler ' e Rusya'da politik konularda sorumluluk
üstlenecek bir idare heyeti kurma görevi verildi. SS teşkilatına
bağlı özel gruplar ise yalnızca savaş alanında yetki sahibi olan
askeri karar mekanizmasından bağımsız olarak işgal edilen böl­
gelerde "özel görevler" yapabilme yetkisi ile donatıldı. Gesta­
po** şefi Heydri c h , 1 94 1 May ı s ' ı n d a G ü v e n l i k Po l i s i ve
S D ' n in*** yaklaşık 3 bin kişiden oluşan bu dört görevli timinin
komutanlarına sözlü olarak bütün Yahudileri öldürme emri ve­
riyordu. Komünistlerin ileri gelenlerini ve Çingeneleri de kap-

( * ) Açılımı "Stabswache" olan SS, sözcük anlamı olarak "karargah


muhafızları kıtası" anlamına geliyordu. Ancak, 1 925 'de Hitler ' in özel ko­
ruma örgütü olarak kurulan bu paramiliter Nazi örgütü, sonradan özel gö­
revler alarak, Heinrich Himmler'in komutasında Alman Nasyonal Sosya­
list Partisi NSDAP'nin parti içi polis örgütüne dönüştü.
(**) Açılımı "Die Geheime Staatspolizei" olan Geslapo'nun sözcük
anlamı, "Gizli Devlet Polisi" dir. Gestapo, ülke içinde ve dışında rejim
karşıtlarını tespit eden ve cezalandıran ve özellikle kullandığı insanlık dı­
şı yöntemlerle korku salmış olan bir Nazi örgütlenmesidir.
( *** ) Açılımı "Sicherheitsdienst" olan SD'nin sözcük anlamı, "Gü­
venlik Servisi"dir. 1 93 1 'de yine Heinrich Himmler'in inisiyatifiyle istih­
barat örgütlenmesi olarak kurulan SD, Nazi karşıtları ve aynı zamanda
parti üyeleri ha,kkında da bilgi toplayıp parti yönetimine rapor etmekle
görevliydi (çev. )

48
Albrecht Linsen, Piyade Eri

Schlesien ' e bağlı Schweidnitz'ten başlayan ve Polonya'yı


geçerek Sovyetler Birliği sınınna ulaştığımız uzun yürüyü­
şümüzün ardından, Vlodava' daki Bug Nehri' nin başlangı­
cında batı kıyısındaki küçük ve göze batmayan bir baraka
kampı, on gün için son durağımız olmuştu. içlerinde hiçbir
kıpırtının gözlenmediği tahta gözetleme kulübelerinin bu­
lunduğu çalılık alanda görüş alanımız oldukça genişti. Tar­
lalarda tek tük kolhoz tarım işçilerine rastlanıyordu. Barakaların dışındaki
bütün faaliyetlerin tamamıyla kamufle edilerek yapılması emredilmişti; veri­
len görevler ağaçların altında, talimatlara kesinlikle uygun hareket edilerek
çok hararetli olmasa da giderek artan bir gerilimle yerine getiriliyordu. Sa­
vaşın yakın olduğuna ilişkin ilk emareler fark edilmeyecek gibi değildi: Sa­
vaş sırasında işe yarayacağı düşünülerek Rusça sözlükler dağıtılmıştı. Ruki
vyerş: Eller yukarı! Sovyet yapısı uçak ve tank tiplerini konu alan dersler.
Daha sonra memleketten gelen mektuplar ve paketler, Alman-Sovyet çatış­
masına hiç değinmeyen gazeteleı:
Yatakhanelerde gerginlik hakimdi: Altıncı barakada kalanlardan biri, ge­
ce Bug' u yüzerek geçip firar etmiş. Birkaç paketi de çalıp götürmüş. Yatak­
larda teori üretenleı; sorulara yanıt önerileri... Söylentileı: . . Günün birinde
de "birliklere moral günü" düzenlendi. Bir tür cephe kabaresinin yolu bizim
oraya da düşmüş; "Bari bir dürbününüz var m ı ? " gibisinden soğuk espriler
yapıp durdular. Gruptaki genç bayan/aı; meraklı meraklı Bug üzerinden
Rusya 'ya, şu bir türlü görünmeyen Bolşeviklere bakınıp duruyorlar.
Orman yollarına ise, ağır araçlar için balkon halıları serilmiş durumda;
kum ve bataklık zeminlerde ve yumuşak dere yataklarında onlara ihtiyaç
var. Bütün her şey kontrol ediliyor, işe yaramaz olanlar değiştiriliyor; du­
rum giderek ciddileşiyor yani. Bu cumartesi neredeyse tamamen boşuz. Din­
lenmek için iyi bir fırsat. Sonra yine dersler. Bizim uçaklar sarı işaret taşı­
yormuş. Ya Ruslarınki de buna benziyorsa? Akşamüstü silahlar ve araç ge­
reçler hazırlanırken kamyon ve diğer araçlar ormanda üzer/eri örtülü vazi­
yette bekliyorlar. . .

sayan b u ölüm emrinde kısaca, bütün "Asyalı azınlıkların yok


edilmesi" öngörülüyordu.
Hitler, bu da yetmezmiş gibi bir de "ülkenin bir temiz sö­
mürü l mesini ve ekonomik değerlerinin Alman ekonomisinin
hedefleri doğrultusunda güvence altına alınmasını " emrediyor­
du. Şu işle Hermann Göring görevlendiriliyordu. Göring ' in en
fazla i lgisini çeken noktalardan biri de, savaş sırasında "Al­
manların dayanma gücünü" artırmak için kul lanmak istediği
Rus zahi re ambarlarındaki gıda stoklarıydı . B u da, yerli halkın

49
''Reich ' ı ıı Mareşali " Hermann Görin g , say ı s ı z propaganda
konuşmalarından birinde kürsüde.

böylelikle karşı karşıya buakıldığı açlığın aslında sadece sava­


şın doğal bir sonucu olmadığını, bilinçlice planlandığını gös­
tennektedir. Göring'e göre, açlıktan ölenleri buralardan sünne­
ye de gerek kalmazdı artık. Sonrasında da bu topraklar Alman
çiftçilerinin yerleşmeleri için kendiliğinden boşalmış olurdu.
Açlığa kurban gitmesi hesaplanan insan potansiyeli, Nazi yö­
netiminin kafasında sayısal olarak belliydi. 2 Mayıs l 94 l ta­
rihli bir toplantının protokolünde bu konuda şu ifadeler yer al­
maktadu: "Bizim için gerekli olan erzak bölge kaynaklarından
alındığı taktirde, hiç kuşkusuz milyonlarca insan açlıktan öle­
cektir. Bu konuda kafalarda kesinlikle hiçbir kuşkuya yer ol­
mamalıdır." Bu da, insanlığın böylesine hayasızca hor görül­
mesi yönünde yalnızca askeri harekatlarla sınulı kalınmadığı,
aksine işgal altındaki bölgelerde halka karşı acımasız yöntem­
lere başvurulduğunu gözler önüne sermektedir. Tam o günlerde
"Doğu Avrupa bölgesindeki sorunlarla ilgili merkezi düzenle­
meler" görevine yeni atanan Rosenberg ise, Ruslara zor günler
yaşatmaya yemin ediyordu.

50
Kendi yorumlanyla asker fotoğraflan:

"Ben , cepheye hareket etmeden


hemen önce . " Asker Rolf
Kirchgatter. "Son bir banyo keyfi. "

"Aşı kuyruğunda beklerken. "

51
" Stalin tek başına karar veriyor"

-Peki, Sovyet yönetimi bu planlardan ne derece haberdardı?


Ne kadarını bilebilirlerdi ve buna karşı kendilerini ne kadar ha­
zırlayabilme olanağına sahiptiler?
Almanların hazırlıklarını gizlilik içerisinde yürüttükleri bili­
niyor. Toplantılarda yalnızca askeri ve siyasi alanlarda ileri ge­
lenler yer alıyordu ve H i tler ' in bütün talimatları "çok gizli "
damgasını taşıyordu. " Barbarossa Harekatı"nı içeren 21 numa­
ralı talimat ise çok az sayıda kopyalanarak dağıtılmıştı.
Ancak, bu büyüklükteki bir askeri hareketlilik ne derece giz­
lenebilirdi? Bununla bağlantıl ı uygulamalar tabii ki, bütünüyle
gizlenememişti. Sovyet tarafına süı:.e kJi, Alınan keşif uçakları­
nın kendi bölgelerinde casus uçuşları yaptıklarına ilişkin haber­
ler geliyordu.
21 N isan 1 94 1 ' de A lman B üyükelçisi von Tippelskirc h ,
Moskova'da Sovyet hava sahasının sürekli ihlal edildiğine işa-

52
Rolf Dahm, Piyade Eri

Birkaç günden beri -hazırlıkların tamamlanacağı bölge­


ye hareket ettiğimiz andan itibaren- çalılık arazide bir şey­
ler olduğunun farkına varmıştık. Eee, insanların çok oldu­
ğu yerde dedikodular da hızla yayılır. Bu insanların basit
birer asker olarak olan bitene etki etmeleri mümkün değil­
dir. Onlar yalnızca nereye gittiklerini bilmeden yürürler.
Ö rneğin, söylentilerin �irine göre biz güya Sovyetler Birliği' nde tren va­
gonlarına bindirilerek lngilizleı:e karşı yeni bir cephe inşa etmek için eski­
den Fars ülkesi olarak bilinen Iran' a gönderilecektik. Tabii, bu bir söylen­
tiydi. Bir diğer söylentiye göre ise Sovyetler Birliği ile Almanya' nın yaptığı
bir anlaşma gereği, Baltık devletleri bizim tarafımızdan alınacaktı . Eh ,
üçüncü bir söylenti gerçeğe biraz daha yakındı : Yoksa, Sovyetlere karşı bir
savaş mı söz konusuydu ? B u soru, tabii ki herkesin aklını kurcalıyordu.
Neyle karşılaşacaktık? A rtık belirgin bir korku da yer etmeye başlamıştı.

ret eden Sovyet makamlarının sözlü notasını kabul etmek zo­


runda kalıyordu. Yalnızca 27 Mart- 1 8 Nisan tarihleri arasında
bu türden seksen ihlal tespit edilmişti. Ancak Kremlin' de, bu
uçuşların arkasında yatan niyetin ne olduğu sorusunu sormak
kimsenin aklına gelmiyordu. Öyle ki, Sovyet Savunma B akan­
lığı, "bu tür uçuşlar sıkça tekrar etmediği sürece Alman uçakla­
rına ateş açılmaması " emrini veriyordu.
Öte yandan, bütün gizli tutma çabalarına karşın, H itler ' in
doğu politikasından haberdar olan insanların sayısı giderek artı­
yordu. B u tür bilgilerin yayılmasına olanak sağlayan durumlar
daha da sıklıkla yaşanır olmaya ve casusluk faaliyetleri için im­
kanlar giderek azalmaya başlamıştı. 29 Mayıs 'ta, güncesine za­
fer kazanmışçasına ve aşağılayıcı bir üslupla şu satırları yazan
Goebbels, pek de yanılıyor sayılmazdı: "Moskova'da bilmece
çözmekle uğraşıyorlar. Stalin, yılana karşı hala bir tavşan gibi
hareket ediyor."
Değişik kaynaklardan bu yönde gelen uyarılar hiç eksik ol­
muyordu. Berlin ' deki Sovyet Askeri Ataşesi, daha 1 940 No­
el ' inde, Sovyetlere yapılacak saldırının 1 94 1 i lkyazında yapıla­
cağını belirten isimsiz bir mektup almıştı.
Daha sonra 1 94 1 yılı başlarından itibaren daha somut uyarı­
lar gelmeye başlamıştı : 20 Mart 'ta Amerikan Müsteşarı Sum-

53
1
1-
Stalin' in en önde gelen casuslarından Dr. Richard Sorge, Sovyet gizli
servisine "Barbarossa Harekatı " ile ilgili çok önemli bilgiler gönderi­
yordu; sağda onun Sovyet resmi hizmet kimliği görülüyor.

mer Welles, Sovyet B üyükelçisi Konstantin Umansky ' y i bir


saldırı planlandığı yönünde bilgilendiriyordu. Elde edilen bilgi­
lerin doğruluğu FB I Şefi J. Edgar Hoover tarafından bizzat
kontrol edilmişti.
Son dakikaya kadar işe yarar başka bir çok uyarı yapılmıştı.
1 0 Haziran 1 94 1 'de, 21 yaşındaki er Rudolf Richter, Sovyet
makamlarına Alman birliklerinin nasıl hareket ettikleri hakkın­
da bilgi vermek amacıyla B ug ' dan yüzerek karşıya geçiyordu.
B i r başka firari Hermann Hermann, 1 3 Haziran 'da S an üzerin­
den kaçtıktan sonra, Sovyet makamlarını artık kaçınılmaz bi­
çimde yaklaşan saldırıya karşı uyarıyordu. Üçüncü bir firari,
Kolbergli mobilya işçisi Albert Liskow da tam saldırının başla­
yacağı tarihte, 2 1 Haziran ' ı 22 Haziran' a bağlayan gece, aynı
şekilde B ug üzerinden yüzerek kaçıyor ve Alman askeri birlik­
lerinin yaptığı yığınak hakkında bilgi veriyordu.
Alman gazeteci ve Japonya' daki Alman B üyükelçiliği ' nde
basın sözcüsü olan zamanının en başarılı casuslarından Richard
Sorge, Tokyo'dan ayrıntılı bilgiler gönderiyordu. O da S talin 'e
saldırının başlama tarihini tam olarak vermeyi başarmıştı. Ma­
reşaller Timoşenko ve Jukov, Stalin 'e 25 tümenlik bir kuvvetin
Alman-Sovyet sınırına sevk edilmesini önerdiklerinde Sovyet

54
diktatörü buna kulak asmıyor ve Timoşenko ' ­
nun çok sonra yakındığı gibi, b u önerilerini "ka­
ba bir üslupla" geri çeviriyordu.
Prag ' da görevli Sovyet diplomatı Aleksand­
rovskiy, Çek direnişçiler Stalin' e iletilmek üze­
re Almanların harekat planları ile ilgili elde et­
tikleri bilgileri kendisine sunduğunda, şu serze­
nişte bulunuyordu: " Stalin, her konuda kendi
başına karar veriyor. Kendisine gelen hiçbir ile­
tiyi kabul etmiyor. "
O günlerde, Alman komünistlerinin bütün
Avrupa ' y ı kapsayacak biçimde kurdukları .bir
Almanya' nın Mos­
c a s u s l u k ağı o l an " R ote K a p e l l e " ( K ı z ı l
kova Büyükelçisi,
Werner von der Orkestra) gibi çok i y i işleyen bir istihbarat kay­
Schulenburg, nağı da vardı ve Kremli n ' e sürekli olarak Al­
Sovyet meslektaş­ man askeri birliklerinin hareketleri ile ilgili en
larını Almanların son durum bilgilerini içerir haberler gönderiyor­
yapacağı saldırıya du.
karşı uyarıyordu. Hatta, Almany a ' nın Moskova B üyükelçisi
Wemer von Schulenburg bile, Hitler ' in yapaca­
ğı saldırı konusunda Sovyetler B irliği 'ni uyaracak kadar ileri
gitmişti. "Özel ziyaretçi" sıfatıyla Sovyetlerin Berlin Büyükel­
çisi Dekanosov ile görüşerek, kendisi için büyük bir riski göze
almıştı. 5 Mayıs 1 94 1 'deki bu görüşmede, Dekanasov ' a yakın­
da bir. saldırı yapılacağı söylentilerinin gerçeğin ta kendisi ola­
rak değerlendirilmesi gerektiğini çok açık bir biçimde ifade et­
mişti.
Sonuç yine sıfırdı. Eskiden Beriya'nın vekili olan Dekana­
sov, Kont von Schulenburg üzerinde kendisinin bu iş için resmi
olarak görevlendirilmiş doğru kişi olduğu izlenimi uyandırmak
istemişti. Ancak kesin olan bir şey vardı ki, Dekanosov, Schu­
lenburg ' un bu uyarısı için başvurması gereken en son adresti.
Çünkü Beriya'nın yetiştirmesi olduğundan, bütün uyarılara bi­
rer "moral bozucu provokasyon" gözüyle bakıyordu.
Sovyet diktatörünü uyarmayı İngilizler de denemişlerdi. 3
N isan ' da Britanya İmparatorluğu ' nun Moskova Büyükelçisi
Sör Stafford Crips, Stalin' e kendi başbakanının özel bir mektu-

55
Emanuel Selder, Piyade Eri

1 941 Nisan ' ı içerisinde, bütün tümen doğuya, Varşova


bölgesine kaydırıldı . Neden buraya sevk edildiğimize dair
kafalarımızda soru işaretleri uyanmıştı. Ortalıkta farklı
söylentiler dolaşıyordu. Sözümona bizim, "Deniz Aslanı "
harekatı çerçevesinde İngiltere'ye karşı savaşmamız öngö­
rülmüştü. Bu balon, daha sonra sönüyor ve bu kez biz baş­
ka bir eğitim bölgesine gönderileceğimizi düşünmeye başlıyorduk. Ancak,
gönderile gönderile daha da doğuya, Bug Nehri çevresindeki bölgeye gön­
derilmiştik. Orada, yol bağlantı/arının çok kötü olduğu koşullarda talim ya­
pıyorduk. Eğitimlerin, "Rusya seferi" hedef alınarak yaptırıldığı belliydi.
Ama, buna kimse inanmak istemiyordu. Ne de olsa, o zamanlar herkesin gü­
vendiği bir Hitler-Stalin Paktı vardı. Ama 21 Haziran' ı 22 Ha"?iran' a bağla­
yan gece, saat 03 .00' de Führer' in emri b.ize bütün dayanaldçu;ı ile okundu­
ğunda bunu kimse tam olarak kabullenememişti. Herkes, yeni haberdar ol­
duğu bu durumu, Sovyetlere yalnızca bir kez yapılacak bir saldırının baş­
langıcı olarak yorumluyordu. Ancak, bu askeri seferberlik emrinin oldukça
yayılmacı bir içerik taşıdığı anlaşıldığında yine her birimiz, "Ah, bu iş kısa
sürede olur biter" diyorduk.

bunu iletiyordu. Churchill mektubunda, Alman askeri kuvvetle­


rinin Polonya'daki hareketliliğine işaret ediyor ve bir saldırı .
olasılığına karşı acil uyarıda bulunuyordu. Stalin, askeri kuv­
vetlerin hareketliliği konusunda kendisinin bir bilgisi olmadığı­
nı söyleyerek bunu da reddediyordu . Eğer böyle bir şey olsaydı,
mutlaka kendisinin haberi olurdu. İngiliz elçisi yanından ayrıl­
dıktan sonra ise Stalin, durumu Mareşal Jukov ' a şöyle açıklı­
yordu: "Gördünüz mü bizi Almanlarla, Almanları da Sovyetler
Birliği ile korkutmaya çalışıyorlar. Böylece birbirimize düşüre­
cekler."
Burada kastettiği, sürekli olarak Sovyetlerin savaş hazırlığı
içinde olduğuna ilişkin haberler yayınlayan batı gazeteleriydi .
Oysa, doğuda savaşın kapıya dayandığını görmek için casus ol­
maya gerek yoktu.
İngilizler işin peşini bırakmıyorlardı. 24 Nisan'da Berli n ' de­
k i Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ' na ulaşan, Moskova'daki Al­
man Askeri Ataşesi tarafından gönderilmiş bir·telgrafta şu satır­
lar yer alıyordu: " İngiliz Büyükelçisi, savaşın 22 Haziran 'da
başlayacağını söylüyor. " Anlaşı lan, İngiliz diplomat Alman

56
meslektaşından daha fazla bilgiye sahipti, çünkü, telgraf şu söz­
lerle bitiyordu: "Saçma olduğu besbelli."
Almanların. hile konudan h aberdar olmaması, şaşılacak bir
d�m değildi. NS propaganda mekanizması çok iyi çalışmıştı.
Öyle ki, Goebbels sonuçtan oldukça memnun, güncesine şunla­
rı yazabiliyordu; "Rusya sorunu giderek daha da bulanıklaşıyor.
· Dedikodu mekanizmamız harika çalışıyor. Berlin 'de bir sürü
harika söylenti yayılmasını sağladım. Şimdi Stalin Berlin 'e·gel­
meye kalksa, karşılamak için kızıİ bayraklar bile dikilir. " B ir
diğer yanıltma ve kamufle etme girişimini ise başka bir yerde
şöyle anlatıyordu: "Dans yasağını şimdi kaldırmak benim işime
gelmiyor. Ama, eylemlerimizi kamufle etmek açısından bunu
yapmak gerekiyor. Dünya, bizim zafere doyduğumuza ve şimdi
dinlenmek ve dans etmekten başka bir düşüncemiz olmadığına
inanmal ı . " Tabii, Almanların hazırlandığı "dans," çok değişik
tarzda bir danstı.
Sovyetlerde ise herkesin yanıldığı söylenemezdi. Öyle görü­
nüyordu ki, Stalin ' in generalleri o kadar da pasif değillerdi. 1 0
Nisan 1 94 1 'de yapılan bir alann tatbikatı, özellikle haberleşme
ağındaki korkunç hata ve eksikleri gözler önüne seriyordu.
Nisan sonuna gelindiğindeyse nihayet kısmi bir hareketlilik
sağlayacak olan i lk adım atı lıyordu: 1 m ilyon yedek, askere
çağrılıyordu. Stalin, dışarıya karşı Alman pakt partneri ile dost­
luklarını öne çıkar):an beyanlarda bulunurken, içerde o da ülke­
sini savaşa hazırlıyordu. 24 Ş ubat 1 94 1 'de S ovyet S avunma
Bakanı Timoşenko şöyle demişti: " B ütün Sovyet halkı, tarafsız­
lık politikası başarıya ulaşmış olsa bile kendisini sürekli bir
düşman saldırısı tehlikesine karşı hazır durumda olmak zorunda
hissetmelidir."
Nihayet altı hafta sonra:, harp divanı batı cephesindeki Sov­
yet birliklerinin alann durumuna geçirilmesini kararlaştırıyordu.
Her ne kadar, Hitler 'in ordularına saldın emri verdiğine inanma­
sa da, Stalin ' in de tamamen hiçbir şey yapmaksızın beklediği
söylenemezdi. Mayıs başlarında harp akademisinin yeni mezun­
larına şöyle sesleniyordu: "İlerde, bir savaş kaçınılmaz olacaktır.
Alman faşizminin kayıtsız koşulsuz yok edilmesi için hazır
olunması gerekiyor. " S iyasal Propaganda Merkezi 'neyse, gayet

57
Gerhard Grötz, Piyade Eri

Haziran 1 940' dan Şubat 1941 ' e kadar geçen süre içeri­
sinde, Fransa' da San Goe kıyılarında sahil koruma birimi
olarak görev yaptık. Ardından Warthegau' ya sevk edildik.
Fakat o sıralar hiç birimizin kafasında fazlaca bir soru
i§areti uyanmamıştı . Ayrıca, o zamanlar Rusların bizim
Iran' daki petrol yataklarına gitmemiz için geçiş izni ver­
mek istediklerine yönelik o "uydurma haberler" pek yay-
gındı. Sanırım bu kasıtlı olarak yapılan bir propagandaydı. Kendisinin usta
casusu onu bizim saldırı planlarımızdan haberdar ettiği halde, Stalin ' in
kendisi bile o zaman bir saldırı olacağına inanmamıştı. Biz bile ancak, 20
Haziran' a gelindiğinde Rusya'ya karşı bir savaşı olanak dahilinde görebil­
miştik. Yani kimsenin bir şeyden haberi olmamıştı . A teş yakmamız, el lam­
bası ile dolaşmamız ve gürültü yapmamız yasaklanmıştı. Artık bizim için
her şey apaçık ortadaydı: Bir savaşı n eşiğindeydik! Bunun farkına varmak
tabii ki, ilk başta bizim için bir şoktu . Daha Fransa' da yaşadıklarımızın et­
kilerinden yeni kurtulmuştuk. Diğer yandansa, bu bizim için yeni bir serü­
ven anlamına da geliyordu. Fakat bu noktada bir ayrım yapmak zorunda­
yım: Evli olan ve memlekette kendilerini bekleyen eşleri ve çocukları olan­
lar için bu savaş emri korkunç bir karardı. Çünkü, hiçbirimiz bu harekatın
ne kadar süreceğini bilmiyorduk. Yine de herkes kendince Führer' in doğru
karar verdiğini düşünüyordu. Bu, insanı adeta bağlayan bir güven duygu­
suydu. Bunun da yine bir yıldırım harbi olacağına inanılıyordu. Fakat, çok
geçmeden bu kez öyle olmadığını anlayacaktık.

açık bir talimatla şu görev verilmişti: " Askerlerin ruhlarında


düşmana karşı bir kin duygusu yaratılacak ve bu duygu ile sa­
vaşma azmi oluşturulacak. Anavatanı düşman topraklarda sa­
vunmaya ve düşmana öldürücü darbeyi vurmaya hazır olmaları
sağlanacak."
Fakat, Alınan saldırısına karşı askeri savunmaya yönelik ge­
rekli hazırlıklar dışarıya yansıtılmıyordu. Mareşal Jukov, 15
Mayıs'ta bir kez daha olası saldırıya işaret ediyor ve Stalin 'e şu
öneride bulunuyordu : "Alman kurmayının, hasmının üzerine
gelmesine olanak tanımadan, Alman ordularının dağınık halde
oldukları şu anda onlara saldınnalı. Bundan kaçınmamızın işe
yarayacağını sanmıyorum."
Stalin tabii ki bunu da geri çeviriyordu. Almanların bir sal­
dırıda bulunacağına ilişkin bütün söylentileri bir kerede ortadan

58
kaldırmak amacıyla, 1 3 Haziran 1 94 1 ' de TAS S 'ın günlük bül­
teni için bizzat kendisi şu haberi kaleme alıyordu: "Almanya ile
bir savaşın başlayacağına ilişkin bütün söylentiler asılsızdır.
Yetkili Rus makamları, Almanların askeri yığınak yaptıkları ve
bir saldırı planladıklarına ilişkin bütün söylentilerin, savaşın
yayılıp uzun süre devam etmesinden çıkarları olan çevrelerin
basit bir oyunundan başka bir şey olmadığını açıklamaya ihti­
yaç duymuşlardır. "
Büyükelçi Cripps Londra ' ya geri döndükten sonra savaş
çıkma olasılığının arttığı yönünde haberler yaydığı için, bu yazı
özellikle İngilizleri hedef alıyordu. Stalin ve TAS S ' a göre, bu
haberler, "Almanya'ya ve Sovyetler B irliği'ne düşmanca emel­
ler besleyen güçlerin basit birer propaganda oyunuydu. " Stalin,
bir Alman saldırısının kapıya dayandığına inanmak istemiyor
ve bu yöndeki her türlü belirti ve uyarıyı görmezden geliyordu.
S ürekli, bunun tamamen kendi çıkarları uğruna onu Hitler 'e
karşı bir savaşın içine çekmek isteyen kapitalistlerin bir provo­
kasyonu olduğunu düşünüyordu. B atı için kendisini ateşe atma­
ya hiç niyeti yoktu. Sonuçta, Sovyet diktatörü açısından Hit­
ler ' in iki cephede birden savaşmayı göze alması düşünülemez­
di.
Bu durumdan gayet memnun olan Goebbels güncesine şu
notu düşüyordu: "Ruslar hipnotize olmuşçasına durmuş bizi iz­
liyorlar ve bizden korkuyorlar. Fazlaca bir şey yaptıkları yok.
B ugüne kadar hiçbir halkın başına gelmedik biçimde ezilecek­
ler. ( . . . ) Moskova resmi bir tekzip yayınladı: Reich ' ın saldın
planlan yaptığına dair ellerinde herhangi bir bilgi yokmuş. Bi­
zim askeri manevralanmız başka amaçlarla yapılıyormuş. Hari­
ka." Kısacası, bu yönde yeterince uyanlar ve dikkat çekme giri­
şimleri olduğu halde; " B arbarossa H arekatı " baŞladığında ne
Kızılordu, ne halk, ne de Sovyet yönetimi buna tam anlamıyla
hazırdı.
S B KP'nin çok gizli arşivinde bulunan bir belgede -Politbü­
ronun "Özel Dosyalar" diye adlandırılan belgeleri- Sovyet yö­
netiminin kararsızlığı üzerine bulgulara rastlanmıştır. Sözil edi­
len bu belge, daha sonra Stal i n ' i n yerine geçecek olan Georgi
Malenkov tarafından kaleme alınmış, 2 1 Haziran 1 94 1 tarihini

59
Bölüğüm ve bölük komutanı

Er Rudolf Testorf, kendi bölüğünde


22 Haziran 1 94 1 öncesi ve sonrasın­
daki günlük yaşamı anlatıyor:
Bizim bölük, 1 94 1 Mayıs 'ında Do­
ğu Prusya 'daki Insterburg ' a sevk
edildi. Birlik, bundan önce batıdaki
kara savaşına katılmış ve 1 940 yılı­
nın neredeyse tamamını Fransa'da
geçirmişti. Haziran ortalarında, hiç
birimiz Rusya üzerine yürüyeceği­
mizi hayal bile edemezdik. Ne de ol-
sa Almanya Sovyetler B irliği ile bir "Bölüğe aşı yapılıyor. "
saldırmazlık paktı imzalamıştı.

"Tarruzdan birkaç gün önce. Eğili- "Riga'yı alıyoruz. "


min aşırı yorgunluğunu atmak için
dinlenirken. "
taşıyan bir Politbüro karar taslağı­
dır. B u belgede üç cepheden söz
e d i l m ekted i r : K u z e y ( G e ne r a l
Merezkov ) , güneybatı ve güney
(General Tulenev). Güney ve gü­
neybatının tüm yönetim yetkisi
Jukov 'da toplanmaktadır. B unun
yanı sıra, " ikinci hattaki ordular"
Mareşal Budiyeni 'nin komutasın­
da Bryansk 'a yerleştirileceklerdir.
Özetle: Yaklaşmakta olan A lman
saldırısına karşı, savunma önlem­
leri alınmalıdır. Ama bu taslak ne
onaylanıyor, ne de herhangi bir
karara bağlanıyordu. B irliklerin
alarma geçirilmesi ile ilgil i bir ta­
limat ise çok sonra, ancak 22 Ha­
ziran günü birliklere ulaşıyordu.

" Onu yok etmesini de


biliriz... "

Alman birliklerinin büyük bir


bölümü, 22 Mayıs'tan itibaren ha­
zırlanacakları alanlara gidiyorlar­
d ı . 8 H az i r a n ' d a , " B arb aro s s a
Harekatı " ile ilgili e n son taarruz
talimatı el lerine ulaşıyordu . B ir­
kaç g ü n sonra, 1 4 H az i ra n ' da,
Hitler komutanları toplantıya ça­
ğ ı rıyordu. S aat 1 1 .00 i l e 1 8 .00
arasında, üst düzey komutan po­
zisyonundaki 30 general, Reich'ın
yeni yönetim bina ında bir araya
geliyor ve " Führer"e hazırlıklarla
ilgili durum raporlarını sunuyor­
"Ruslar, bizim alıcı cihaz­ lard ı . H i t ler de o n l ara, bundan
larından kendi dillerinde
haberleri diııliyorlaı: "
61
sonraki vizyonunu açıklıyordu : Rusya çökertildikten sonra İn­
giltere barış talebinde bulunacaktı . Ve Rusya'nın çökertileceği­
ne ilişkin ne Hitler ' in ne de generallerin en ufak bir kuşkusu
vardı. Yalnızca, kara harekatının ne kadar süreceği konusunda
görüş aynlıkları vardı. Hitler, dört hafta zaman biçerken, Propa­
ganda Şefi Goebbels en az sekiz hafta süreceğini düşünüyordu.
Genelkurmay Başkanı H alder, taarruz başladıktan sonra şöyle
diyordu: " Eğer Rusya ' ya karşı başlattığımız kara savaşını 1 4
gün içinde kazanacağımızı söylersem, sanırım fazla abatmış ol­
mam."
İ ki, dört ya da sekiz hafta ... Zafer kazanacaklarından kesin­
likle emin olan Alman kurmayları, Stalin 'in en geç Noel'e ka­
dar halledileceğini ve Alman ordularının yeniden eve döneceği­
ni hesap ediyorlardı . Saldırının başlama tarihi 22 Haziran 1 94 1 ,
Pazar saat 03.30 olarak belirlenmişti. Son karar, 2 1 Haziran 'da
saat 1 3 .00'de verilecekti. Saldın, "Dortmund" parolasıyla baş­
latılacaktı. Eğer saldırı emri son anda geri çekilmek zorunda
kalınırsa, bunun parolası da "Altona" olacaktı. Ancak buna
kimse ihtimal vermiyordu.
Goebbels son planlarını yapıyordu: Bir radyo fanfarı (üfle­
meli çalgılardan oluşan orkestra) bulunmalı ve doğu cephesin­
den verilecek olan özel haberler iletilirken Franz Liszt ' in "Les
preludes"ünü çalmalıydı. Fanfar müziği, Alman ordusunun " üs­
tün ırk"tan olmayan Ruslara karşı elde ettiği zafer haberlerin­
den hemen önce çalınmalıydı.
Ama Reich 'ın propaganda bakanının bundan önce hallet­
mesi gereken daha çetrefiJli görevleri vardı. Bu görevlerden biri
de, bugüne kadar partnerleri olan bir ülkenin birdenbire düşman
o l uvermes i n i A l man h a l k ı n a n a s ı l a ç ı k l ayacağ ı y d ı . B u ,
propaganda şefi için hiç d e zor değildi: " Rusya ile birlikte
hareket etmek aslında onurumuzu lekeliyordu. Ş imdi onuru­
muzu temizledik. B ütün bir yaşamımız boyunca neye karş ı
savaştıksa, onu yok etmesini de biliriz. "
Saldırı tarih inin seçiminde psikolojik bir etken de rol oy­
namış olabilirdi. 22 Haziran 'ın tarihi bir anlamı vardı. Meme! ' i
geçtikten sonra " Muhteşem Ordu "su Çarlık Rusya'sında dar­
madağın olan Napolyon da, 1 8 1 2 yılının aynı gününde savaş

62
F.W. Clıristians,
Deutsclıe Bank Teftiş Kurulu Başkanı ,
O Dönemde Teğmen

Benim bağlı olduğum tümen, taarruzun başlayacağı Bug


kıyısındaki bölgeye gönderilmeden önce Böhmen-Miihren
himayesinde bulunuyordu. Savaş başlamadan önce, bize
hedefimizin daha önce bir petrol kenti olarak tanıdığımız
Bakii olduğu söylenmişti. Görevimiz, Bakıl' deki petrol ya-
taklarını koruma alıma almaktı. Sovyetler Birliği ile 1 939' da imzalanmış
Dostluk An,tlaşması' nın geçerliliğini halen koruduğu herkesçe biliniyordu.
Bakü, bir lngiliz saldırısı tehdidi altmdaydı. Ben de karargahıma giderek
subaylar için rutin işlerden olan çantamı hazırlama işine koyuldum . Bun­
dan sonraki görev icabı yapılacak yolculuk dost bir bölgeden geçtiğinden,
özel günlerde kullandığım özel üniformamı ve beyaz çamaşırlarımı da al­
mayı unutmadım. Süvari okuluna gittiğim için kendimle gurur duyuyordum
ve bu yüzden kılıcımı da yanıma almayı ihmal etmemiştim.

ilan etmişti. Fransız İmparatoru için sonun başlangıcı olan bu


günde, Naziler için aynı kaderin tekrarlanmayacağı sembolik
olarak ifade edilmek isteniyordu.
Goebbels, bu tari h i n bir felaket alameti olarak algılan­
maması için çaba sarf ediyordu: "Bu işin bazı psikolojik sorun­
lar yaratan yanları var. Napolyon ile paralellik kurulması vs.
Ama, biz bunu Anti-Bolşeviklik ile kolayca aşarız. Orada bütün
ustalığımızı ortaya koyacağız. " Hiç zaman yitirmeden, üç mil­
yon bildiri bastırılıyordu. "Führer"in doğu ordularındaki asker­
lere çağrısı, artık yalnızca paketlenip gönderi lmeyi bekliyordu .
Soiıraları buranın gönülsüz sakinlerinden birinin de yazdığı
gibi; Adolf Bitler, saldırıdan önceki son akşamı, Doğu Prus­
ya' da Rastenburg ' daki " Kurt İni" denilen Fübrer Ana Karar­
gahı ' nda yarı manastır, yarı toplama kampı olan berbat bir
beton baraka kampında geçiriyordu. Orada, hedefleri hakkında
her zaman çok geç bilgilendirdiği yoldaşı M ussolini 'ye bir
mektup dikte ettiriyordu. "Führer" mektubunda, aktüel duruma
nasıl baktı ğını aç ıkl ıyord u : " İ ngiltere savaşı kaybetmiş ve
denize düşen yılana sarılır misali Rusya ' dan medet ummakta.
Ben Kremlin'in bu riyakarlığına artık bir son vermeye karar
verdim." Mektup " Duçe"nin eline, Alman kuvvetlerinin sal-

63
dırıya başlamasından ancak yanın saat önce ulaşıyordu. Aynı
zamanda damadı olan D ı ş i ş leri B akanı Kont C i ano, M u s ­
solini 'yi Riccione 'deki devlet başkanlığına ait tatil köşkünde
uykudan uyandırıyordu. "Duçe" buna tepki göstermişti : "Ben
emrimdeki görevlileri gece yarıları asla rahatsız etmiyorum,
ama Almanlar beni olur olmaz sürekli uykumdan ediyorlar."
" Duçe " , Alman partnerinin bu şaşırtıcı eyleminden, ken­
disinin pek bir katılımı olmaksızın sadece haberdar oluyordu.
Avusturya'nın Mart 1 93 8 'de kendilerine katılmasına öfkelenen,
1 93 9 Mart ' ında Çekoslovakya ' nın geri kalan kısmının da hal­
ledilmesine şaşıran ve Polony a ' y a yapılan saldırıyı ise son
dakikada öğrenen " Duçe", H itler ' in kendisini zamanında bil­
gilendirmemesine giderek alışmıştı. Şimdi de itirazsıı kaderine
razı oluyor ve o da Sovyetler B irliği 'ne savaş ilan ediyordu.
Zaten H itler ona başka bir seçenek de bırakmamıştı. En azından
bu kez önceden haber verilmiş olması, Mussolini için tek teselli
kaynağıydı. Moskova yönetimi ise, Alman-Sovyet sınırında ne
olup bittiğini çok daha sonra öğrenecekti.

" Biz bunu hak etmedik ... "

Sahte barışın son günü, iki tarafın da hummalı çabalarına


sahne oluyordu. Sovyet temsilcisi, Berlin ' de Dışişleri B akan­
l ı ğ ı ' nda kabul edilme çabası içerisindeydi. B üyükelçi
Dekanasov, cumartesi akşam ı geç saatlerde, Alman hüküme­
tinin bilgisine sunulmak üzere Sovyet hükümetinin Alman as­
keri kuvvetlerinin hareketliliğinden yola çıkarak bütün sorun­
ların konuşulmasına hazır olduğunu belirtir bir telgraf alıyordu.
Moskova, savaş için herhangi bir gerekçe olmadığını ve ba­
rışçıl çözüm önerileri getirmek niyetinde olduklarını belirtmek
istiyordu. Dekanosov, sürekli Alman Dışişleri Bakanı ile görüş­
mekte ısrar ediyordu. Tercümanı Valentin Bereschkov, saat başı
görüşme talebinin kabul edi lip edilmeyeceğini soruyor, ancak
hiçbir sonuç alamıyordu. R i bbentrop kend isini sak l ı yord u .
Müsteşar Weizsacker v e müsteşar yardımcısı Woermann ' ın ise
Berlin 'de olmadıkları söyleniyordu.
Alman büyükelçisini Kremlin'e çağıran Molotov, sonuç al-

64
22 Haziran sabahı . Reich' ın Dışişleri Bakanı Ribbentrop, yerli ve
yabancı basının Bertin muhabirlerine Almanya' nın SSCB'ye karşı
düzenlediği saldırı hakkında bilgi veriyor.

mada daha başarılı oluyordu. "Huzursuzluk verici haberler al­


d ı k " d i yerek konuşmasına b a ş l ıyor ve konuşmanın akı ş ı
içeri s i n de A l m an uçakları n ı n sürekli o l arak S ovyet hava
sahasını ihlalinden yakınarak, Alman ordusunun sınıra askeri
y ığınak yapmasının kendisini şaşırttığını belirtiyor ve ekliyor­
du: "Sovyet hükümeti, Alman hükümetinin bizden herhangi bir
biçimde.rahatsız olduğu kanaatinde." Molotov, sorunu çözmeye
yardım etmesi· açısından Schulenburg 'dan bu memnuniyetsiz­
liğin gerekçelerini bildirmesini ister. Bu öneri, aynı sıralarda
Hitler' in "Dortmund" parolası ile B arbarossa Harekatını başlat­
mak üzere saldırı emri verdiğinden habersiz Schulenburg ' un da
aklına yatmıştır. Schulenburg, Sovyet tarafının talebini Berlin'e
götüreceğine söz verir. Hem zaten Sovyet halk komiserine açık­
layacağı başka bir şeyi de yoktur.
Kendisi Alman elçilik binasına girdiği sırada Ribbentrop 'tan
gelen ve deşifre edilmekte olan bir telgrafta şu satırlar yer al­
maktadır: "Gizli! Büyükelçiye özel. Bay Molotov ' a derhal ken­
dis ine acil bir mesaj ileteceğinizi bildirmenizi rica ederim . "

65
Devamını okuduğunda, büyükelçinin benzi sararır. " Dostane
A l m an d ı ş pol itikas ı n a " karşı Sovyetlerin " bozgunc u l u k
girişimlerinden" söz edilmekte v e bunun bir izdüşümü olarak,
Kızılordu'nun bütün kuvvetleriyle sınm aşmak üzere Alman
s ınırına hareket ettiği belirtilmektedir. Von der Schulenburg,
bundan sonra olayların nasıl bir seyir izleyeceğini anlamıştı. B u
komik bile denilemeyecek gerekçelerin ardından, "varolan ant­
laşmaların ihlali"ne işaret ediliyor ve bunu şu sert sözler iz­
liyordu: "Bu nedenle Führer, Alman ordusuna, var gücüyle bu
tehdide karşı koymasını emretmiştir."
Aynı sualarda Berlin 'deki Sovyet Elçiliği' nde ise yeni bir
umut dalgası yayılmaya başlamıştı. O ana kadar sürekli Rib­
bentrop ' tan bir randevu koparmaya çalışan Bereschkov 'a, Pa­
zar gecesi saat üçe doğru Alman Dışişleri'nden bir telefon geli­
yordu. Telefonda, Almanya Dışişleri Bakanı 'nın Sovyet büyü­
kelçisi ile görüşmek arzusunda olduğu ve bakanın arabasının
elçiyi götürmek üzere hazır olduğu belirtiliyordu. B ereschkov,
bunun üzerine Dekanosov 'u uykusundan kalduu. Yorgun olma­
sına rağmen Dekanosov, Almanya Dışişleri B akanı 'nın makam
aracı siyah Mercedes 'e binerken umutludur.
Ancak, Sovyet büyükelçisinin umutları çok kısa sürecektir.
Kısa bir selamlaşmadan sonra Dekanosov Moskova ' dan gönde­
rilen yazıyı iletmek istediğinde Ribbentrop kafasını sallayarak
başka bir konu için kendisini oraya çağudığını belirtir ve ona
bir açıklamada bulunmak zorunda olduğunu söyler. Daha sonra
ardı ardına sualamaya başlar: Rusların Almanları sırtından han­
çerlemek istediklerinden söz etmektedir. "Führer"in Alman hal­
kını korumak için başka bir çaresi kalmamıştu. Ribbentrop,
sözlerini şöyle bitirir: " Birlikler iki saat önce Rus topraklarına
girmiş bulunuyor ve ben şimdi size resmen savaş ilan ettiğimizi
bildiririm."
Dekanosov donup kalmıştu. Yalnızca, bunun Almanya ' nın
sonradan pişman olacağı bir tecavüz olduğunu söylemekle yeti­
nir. Ardından pasaportlarını ister ve Ribbentrop 'un elini sık­
maksızın vedalaşır. Bereschkov, konyak yudumlamakta olan
Alman Dışişleri B akanı ' nın mahcup bir şekilde suskun kaldığı­
nı anımsamaktadu.

66
Erich F. Sommer
Gazeteci-Yazar, Dönemin Dışişleri Bakanlığı Tercümanı

Doğrudan kendisine bağlı olarak çalıştığım elçilik müşa-


viri Strack, beni çalışma odasına çağırdı ve Sovyeıler Bir­
liği' ne savaş ilan edildiğini söyledikten sonra şu yorumu
yaptı: "Bir bu eksikti." Ardından bana Sovyet Büyükelçili­
ği' ne telefon edip elçilik sekreteri ve tercümanı Valentin
Bereschkov' a, büyükelçinin yaklaşık bir saat içerisinde
Dışişleri' ne beklendiğini bildirme görevi verildi. Ayrıca, kendilerinin ma­
kam aracı ile alınacağını da belirtmem gerekiyordu. Da_h a sonra, Bay
Strack ile birlikte "Unter den Linden "deki büyükelçilik binasına hareket et­
tik. Büyükelçi Dekanosov ve Bereschkov bizi merdivenlerde karşıladılar.
Onları makam aracına götürdük ve Brandenburger Tor' a hareket ettik. Gü­
neş henüz doğuyordu. Dekanosov' un söylediği bir söz hô.lfı hatırımdadır:
"Belli ki, güzel bir gün olacak. " Ribbentrop ile karşılaştığımızda, hafifçe
masasına dayanmıştı. Dekanosov hemen iki ülke arasındaki malum tatsız­
lıklardan söz açmak istedi. Ribbentrop buna fırsat tanımadı ve Müşavir
Schmidt, Sovyetler Birliği' ni son aylarda iki tarafın ortaklığını sistematik
olarak bozmakla suçlayan diplomatik notayı okumaya başladı. Bereschkov
ve ben ise tercüme ediyorduk. Ancak Dekanosov, bunları kabul etmediğini
gösterircesine kafasını sallıyor ve peş pe�e sıralanan yabancı sahada uçuş
yapmak ya da silahlı kuvvetlerin Alman tarafına zorla girmeleri biçiminde
sayısız sınır ihlali olayını sessizce dinliyordu . Bu böylece yaklaşık yarım
saat sürdü. Metinde savaş ilanının direkt olarak yer almaması yönünde Hit­
ler' in kesin talimatı olduğundan, nota direkt savaş ilanı ile bitmiyordu. Yal­
nızca, Sovyet tarafının bu dostlukla bağdaşmayan ve tahrik edici eylemle­
rinden dolayı, Alman hükümetinin elindeki her tür askeri olanağı kullana­
rak bu tehdide karşı koymayı bir zorunluluk olarak gördüğü belirtiliyordu.
Ben, Dekanosov' un hemen arkasında bulunduğumdan, nasıl kıpk�rmızı ol­
duğunu ve yumruklarını sıktığını görebiliyordum. Notanın okunması bittik­
ten sonra, Ö.efalarca "Çok yazık" dediğini duydum.

Büyükelçi von der Schulenburg, sefaret müsteşarı H ilger ile


saat beşi yirmi beş geçe Kremlin 'e girdiğinde Moskova' da da­
ha canlı bir hava esmektedir. Pek de hoş olmayan bir görevi
yerine getirmek için oradadır. Yalnızca, kendisine kısa bir süre
önce ulaşan haberi iletmekle yetinir. B urada da, Berlin ' deki
Sovyet B üyükelçiliği'ne yapılan açıklamanın aynısı tekrarlan­
maktadır. Sovyetler B irliği Almanya'yı arkasından vurmak is­
tiyordur ve onlar da bu tehdide var güçleri i le karşı koyacak­
lardır.

67
Valentin Bereschkov,
Berfin Sovyet Büyükelçiliği Başsekreteri ve Tercümanı

Büyükelçi Dekanosov, beni hemen Wilhelm Caddesi' nde­


ki makamını telefonla arayarak Ribbentrop ile bağlantıya
geçmekle görevlendirmişti. Fakat, bana oradan Reich' ın
dış işleri baka n ı n ı n B erfin ' de o lmadığ ı , Führe r ' in
karargahına gittiği söylenmişti. Kendisine ulaşılamıyor­
muş. Ardından, 2 1 Haziraıı' ı 22 Haziran' a bağlayan gece
A lman tarafından bir telefon gelmiş ve telefonda bana, bakanın büyükelçiyi
acilen çağırdığı söylenmişti. Bunun üzerine sabahın erken saatlerinde baka­
nın gönderdiği araç ile Wilhelm Caddesi' ne hareket ettik. Büyükelçi, ilk
başta bunun benim telefonlarıma cevaben gerçekleştiğini sanmıştı. Ancak,
biz dışişleri bakanlığına geldikten sonra, Ribbentrop bizi kabul etmiş ve
Führer adına diplomatik bir nota okumaya başlamıştı.
Nota metninde, yakında gerçekleşeceği açıkça belli olan bir Sovyet saldı­
rısından ve bununla bağlantılı olarak Sovyetler Birliği' nin Almanya açısın­
dan bir tehdit unsuru oluşturmasından söz ediliyordu. Hitler' in, Alman hal­
kını korumak istediği ve A lman silahlı kuvvetlerinin iki saat önce Sovyet sı­
nırını geçtiği belirtiliyordu. Daha sonra Ribbentrop yerinden kalkmış ve to­
kalaşmak için büyükelçiye elini uzatmıştı. Bakan oldukça tedirgin görünü­
yordu ve bana kalırsa biraz da sarhoştu. Dekanosov tabii ki ona elini uzat­
madı. Alman' taarruzunun bir tecavüz olduğunu ve Reich A lmanya'sının
böyle bir saldırıda bulunduğuna çok pişman olacağını söyledi.
Sonrasında beklenmedik bir şey oldu. Ben büyükelçi ile odayı terk etmek
üzereyken, Ribbentrop arkamdan gelerek kulağıma; kendisinin de bu savaşa
karşı olduğunu, Hitler' i bu savaşı başlatmaktan vazgeçirmek için ikna et­
meye çalışacağını ve kendisinin de bunu Almanya için bir felaket olarak
gördüğünü fısıldadı.

Kısa bir sessizlikten sonra Molotov sorar: "Bu bir savaş ila­
nı mı?"
Alman B üyükelçi omuz silker ve sadece talimatları yerine
getird i ğ i n i ve tart ı şmak i s temed i ğ i n i söy ler. B un a k arş ı n
Molotov, öfkesini bağırarak dile getirir. Almanya, saldırmazlık
ve dostluk antlaşması imzaladığı bir ülkeye saldınnaktadır. Al­
manların i leri sürdükleri gerekçeler içi boş birer bahaneden
ibarettir ve ortada barışçıl yöntemlerle çözülemeyecek hiçbir
sorun bulunmamaktadır. Sözlerini, durumu kabullenmiş bir ses
tonuyla şöyle bitirir: "My ne etogo zasluzivali ! -Biz bunu hak
etmt>dik! -"

68
B üyükelçi von der Schulenburg
onu sessizce onaylamaktan başka bir
şey yap amaz, çünkü H i t ler ' i n her
türlü gerekçeden yoksun bir önleyici
tedbir savaşı tezinden hareket ettiğini
o da bilmektedir.
K e n d i s i n i A lm a n - S o v y e t i l i ş ­
kilerin i n i y i leştiri lmesine adamış
olan von der Schulenburg ' un elinden
bu kez diplomatik belgelerini ve el­
ç i l i k person e l i n i n ü lkeyi terk et­
melerine izin verilmesini rica etmek­
ten başka bir şey gelmez.
İki oyun sahnesi: Berlin ve Mos­
kova. İki yerde de aynı oyun: Hitler
Almanya'sı S S C B ' ye hukuken (de
j ure) deği l , fi i len (de facto) savaş
ilan etmiştir. Çünkü gerek Ribbent­
rop ve gerekse de Schulenburg, hem
Berlin'de hem de Moskova'da Sov­
yetleri konu hakkında bilgilendirdik­
lerinde, saldırı çoktan başlamıştır
bile.
Her iki kentin halkının ise henüz
h i ç b i r ş e y d e n h a b e r i y o k t u . Av ­
rupa 'da insanlar henüz yataklarında
uyumaktayd ı l ar. Londra ' da sabah
saat dörtte uyandırılan ve Alman sal­
dırısından haberdar edilen Churrchill
ters tepki gösterir: " İngiltere 'ye bir
Alman saldırısı dışında hiçbir sebep­
le beni uyandırmayın dememiş miy­
Almanya' nın Sovyetler' e dim. "
saldırısından sonra İngiliz başbakanı yeniden uyu­
Churchill, Stalin ' i m a y a h a z ı r l a n ı r k e n , B e r l i n ' de
'
kendilerine müttefik gazeteciler çoktan ayaktaydılar. Saat
olarak gösteriyordu. dördü geçtikten kısa bir süre sonra

69
Walter Stoll, Piyade Eri

Bütün hazırlıklar Sovyetler Birliği' ne yapılacak bir sal­


dırıya delalet. Biz belki buna inanmak istemiyoruz ama,
gerçekler tam aksini söylüyor. Ancak, işin o noktaya var­
maması yönünde içimizde her zaman için cılız da olsa bir
umut.var. 21 Haziran günü, çok erken saatlerde bir subay
toplantısı yapılıyor. Bunu takiben bir bilgilendirme yapıla­
cak olması çok özel bir durum olduğuna işaret. Öğlen saat
14.00' de bütün bölük içtimaya çağrıldı. Bölük komutanı Teğmen Helmstedt,
ciddi bir yüz ifadesi ile karşımıza çıkıy01: Hitler' in A lman ordusuna bir çağ­
rısını okuyor.
Şimdi, son haftalarda çok gizli olarak yapılan hazırlıkların ne için oldu­
ğunu anlıyoruz artık. Görevimiz, Brest-Litovsk' un güneyinde Bug üzerindeki
geçidi doğrudan ani bir baskınla ele geçirmek ve istihkam çalışması yapa­
cak olan arkadaşları korumak için çarpışarak bir köprü ayağı oluşturulma­
sını sağlamak. He/mstedt, yoğun topçu desteği olacağını söylüyor. 60 cm' tik
havan topları da bizimle olacakmış. Uymamız gereken bütün talimat ve ku­
ralları açıkladıktan sonra dağılmamızı söylüyor.
Şimdi bütün işler büyük bir hızla yapılıyor. Çadırların sökülmesi, araçla­
rın yüklenmesi, birkaç hat daha döşenmesi, erzak ve mermilerin dağıtılma­
sı. Bu arada çikolata, konyak ve biraları götürmeyi de ihmal etmiyoruz. Her
şey birbii-ine karıştı. Askeri bando son marşlarını çalıyor. Enstrümanlar
Pidschak'a geri gönderilecek, bandocular da sedye taşıyıcısı olarak bölük­
lere dağıtılacaklar. Öyle görünüyor ki, sert çarpışmalar olacak.
Akşama doğru yol üzerinde hareketlenme başladı. Topçu birliği düzenli
bir biçimde hareket etmeye başladı. 28' tik, 15' lik, 21 cm' lik havan topları . . .
Ardı arkası kesilmiyor. Saat 22.00' da bize de sıra geldi. Gruplara ayrıldık.
Ulrich, Heckmann ve ben telsiz grubu olarak ikinci tabura gidiyoruz. Hont­
heim da telefon grubu ile yine aynı tabura geliyor. Bataklık arazi üzerinde
kalın değneklerle oluşturulmuş uzun yolda kumsalları ve ormanları geçerek
hazır kıta noktalarına gidiyoruz. Hücum tanklarının delik deşik ettiği bir
köyde aletlerimizi çıkarıyoruz, arabalar ise daha geride bekliyorlaı: Grup­
lar burada birbirinden ayrılıyor.

basın kulübü sekreteri, yabancı ülkelerden gazetecileri, Dışiş­


leri Bakanlığı 'nın Federal Senato salonunda iki saat içerisinde
olağanüstü bir .basın toplantısı düzenleneceği konusunda bil­
gilendiriyordu. Bir basın toplantısı için pazar sabahı saat altının
seçilmesi alışılmışın dışında bir durumdu. Tuhaf olan bir başka
nokta da, A lmanya Dışişleri B akanı 'nın askeri üniforma ile

70
salona girmesiydi. Ribbentrop biraz solgun bir vaziyette, Al­
man kuvvetlerinin Sovyetler B irliği 'ne girdiklerini açıklıyordu.
Gerçekteyse saldın başlayalı neredeyse üç saat olmuştu. Açık­
lamanın sonras ında, kısa bir sessizliğin ardı ndan salonda
bulunanların Alman diplomatlar ve Reich ile dost olan ülkeler­
den gazetecilerin oluşturduğu küçük bir bölümünden cılız alkış
sesleri duyuldu. Ancak büyük bir çoğunluk şaşkındı. Saat beş
buçukta eski halk tipi radyoların başına oturanlar Hitler ' in açık­
laması n ı okuyan Joseph Goebbe l s ' i n sesini duyuyorl ardı :
" B ugün, Reich ' ın ve Alman halkının kaderini yeniden asker­
lerimizin eline teslim etmeye karar verdim."
Almanlar konu hakkında daha erken bilgi sahibi olmuşlardı;
çünkü m u h ab iri Berl i n ' dek i basın topl antı s ı n d a ortalarda
görünmeyen Sovyet haber ajansı TASS, ancak on ikiyi çeyrek
geçe D ışi şleri B akanı Molotov ' u n bir açıklamasını yayın­
layabilmişti. Sovyetler B irliği halkına yapılan açıklama şöyley­
di: "Sabah saat dörtte faşist Alman ve Rumen askeri kuvvetleri,
Sovyetler B irliği hükümetine gösterilen herhangi bir gerekçe ya
da yapılan bir savaş ilanı olmaksızın, ülkemize savaş açtılar. "
Moskova'da sıcak bir yaz günüydü. Alanları dolduran insanlar,
giderek artan yaz sıcağında hoparlörlerin önünde toplanmışlar
bu inanılmaz haberi dinliyorlard ı : Hitler Almanya'sı anavatan­
larına saldırmıştı.
Berlin 'de ise Joseph Goebbels güncesine şu notu düşüyordu:
"Haklı ya da haksız, kazanmak zorundayız. Başka yolu yok. Ve
de bu haklı, ahlaki ve gereklidir. Kazanırsak, hangi yöntemleri
kullandığımız kimin umurunda olacak ki? Nasıl olsa çetelemiz
kabarık. Kazanmak zorundayız. Aksi taktirde, bütün halkımızın
ve özellikle biz baştakilerin olmak üzere tümümüzün, bütün
sevdiğimiz şeylerle birlikte hepimizin kökü kazınacaktır. . . "

71
Ani Hücum

" Dünya tarihinin en büyük savaş cephesi..."

Doğudan gelen bir tren, iki diktatörün Hitler-Stalin Paktı'na


ek olarak i m zaladıkları protokol uyarınca paylaşılan Polon­
ya'da, Alman Reich ' ı ve Sovyetler B irliği sınırını belirleyen
kent olan B rest yakınlarındaki Bug Nehri üzerinde bulunan
köprüye doğru ilerliyordu. Köprü üzerinde oflayıp puflayarak
gürültüyle ilerleyen tren lokomotifi, anlaşmalar gereği Stali n ' in
Bertin' deki müttefikine gönderdiği tahıl ürünleri ile dolu uzun­
ca bir vagon zincirini çekiyordu.
Köprüdeki kulübede görev yapan Alman gümrük memurları
için bu nakliyat alışılmışın dışında herhangi özel bir yük içer­
miyordu. Sovyetler B irliği zaten 1 6 aydır çavdar, yulaf, buğday,
yağ, maden filizi ve diğer hammaddeleri Reich Almanya'sına
gönderiyor ve 10 Şubat 1 940' da imzalanan Ticaret Antlaşma­
s ı ' nda öngörülen diğer yüküm lülüklerini de aynı sadakat ve
özenle yerine getiriyordu. Orada görevli olan iki Alman güm­
rük memuru, her defasında gümrük belgelerine üstün körü bir
göz atıyorlar ve tren makinistini başlarıyla hafifçe selamladık­
tan sonra, ateş saçan koca canavar yeniden han�ket ediyordu.
Tarih 22 Haziran 1 94 1 , saat ise sabahın ikisini biraz gcı; ııı i�­
ti. O güne kadarkinden farklı olarak, bu kez gümrük işlernkrini
izleyen yüzlerce çift göz vardı. B ug kıyısında, demiryolu köp­
rüsünün sol ve sağ tarafında yükselen otların arasına Al man as-

72
Saldırı günü alacakaranlıkta. Saldırının başlamasından 15 dakika
önce Tankçı General Guderian ' ın kurmayları Brest' in kuzeyinde
B ııg Nehri kıyılarında.

kerleri gizlenmişti ve ormanlık bölgede i se çok iyi kamufle


edi lmiş tanklar, askeri kamyonlar, motosikletler, motorlu taşıt­
lar, toplar bulunuyordu. Günlerdir, tam olarak ne için bekledik­
lerini bilmeksizin ormandaki bu çadır karargahında bekleyen
askerler, "B arbarossa Harekatı " hakkında henüz hiçbir şey duy­
mamışlardı ve Stalin Rusya 'sına karşı yapılacak bir savaşa ise
kesinlikle irıanmıyorlardı. Aralarında şu tür söylentiler dolanıp
duruyordu: İvan bizim müttefikimizdir. B ize yiyecek gönderi­
yor. İngiltere 'ye karşı bizimle birlikte savaşacak."
Ayaküstü sohbetlerinde, sınıra yapılan bu uzun yürüyüşün
Rusların izniyle ülkelerinden geçerek Rommel ile Kafkaslar 'da
buluşmak üzere yapacakları daha uzun bir yürüyüşün bir parça­
sı olabileceği konuşuluyordu. "Stalin, Ukrayna'yı Hitler 'e sat­
mış, biz de şimdi gidip orayı alacağız" deniyordu. Böylesi avu­
tucu pek çok açıklama vardı. Haziran 1 8 1 2 ' de Çarlık Rusya'sı
sınırlarında bekleyen Fransız kumbaracıları da (topçuları), aynı
onlar gibi, yollarının Hindistan 'a uzanacağını düşünmüşlerdi.
1 20 yıl sonra, 22 Haziran 1 94 1 ' de, tahıl yüklü trenin Sta­
lirı ' in zahire ambarlarından Almanya için son parti yükü taşıdı­
ğından çok azı haberdardı. Hitler ' in bir gün önce saat on üçte

73
Valentin Bereşkov

Ortada diplomatik kanallardan yapılmış doğru dü­


rüst bir savaş ilanı yoktu. Hitler yalnızca, sırtından
yiyeceği bir bıçak darbesine karşı Alman halkını ko­
rumak için gerekli önlemleri aldığını belirten bir
açıklama yapmakla yetinmişti. Ama bu doğru değildi.
Stalin, son ana kadar bu savaştan kaçınmak için çaba sarf etmişti.
Ayrıca, Almanya' dan hiçbir Sovyet vatandaşını geri çağırmamıştık.
Hatta onların aile üyeleri ve çocukları bile htıla oradaydı/ar. Savaş
başladığında Moskova' da yalnızca yüz kadar Alman diplomatı kal­
mışken, buna karşılık Almanya' da yaklaşık bin Sovyet vatandaşı bu­
lunuyordu. Saldırıyı başlatan tarafın kendi vatandaşlarını geriye ça­
ğıran ilk taraf olacağı, tartışma götürmez bir gerçekliktir. Bu bizim
açımızdan söz konusu olmamıştı.

" Dortmund" parolasıyla saldın emri verdiğini de yine pek azı


biliyordu.
Bu şanslı kişilerden biri de, Orta Ordular Grubu ' na dahil
olan 2. Tank B irliği Komutanı Orgeneral Heinz Guderian 'dı.
Guderian, karargahını Bug'dan 15 kilometre uzaklıkta küçük
bir köy olan Volka Dobrinska yakınlarına kurmuştu. Kurmayla­
rı ile toplantılarını burada yapıyordu. Büyük bir kara haritasının
üzerine eğilmiş, saldın için son hazırlıkları tamamlamaktaydı.
Bazı subaylar, savaşın çıkmaması yönünde hala umutluydular.
Hitler, 25 Ağustos 'u 26 Ağustos 1 939'a bağlayan gece, daha
önce verilmiş olan saldırı emrini son dakikada geri çekmemiş
miydi? Hatta, o sıralarda düşman bölgesinde operasyonlar yap­
makta olan Wehrmacht ' ın öncü komandoları da geri çağrılmış­
lardı. İkinci Dünya Savaşı, o gün patlak vermemişti. Peki, ya
bu kez nasıl olacaktı?
Belirsizlik, 21 Haziran akşamı ilerleyen saatlerde son bulu­
yordu. Sovyet sınırının her yanında, Alman askerleri Hitler ' in
bir emrinde yer alan "Doğu Cephesi askerleri " sözünü duyuyor­
lardı ve son sözcükten sonra, Hitler 'in sözü nereye getirmek is­
tediği artık daha iyi anlaşılıyordu. "Doğu Cephesi ! " kavramı ilk
kez telaffuz ediliyordu. Demek ki, batı cephesinden sonra bir

74
cephe de burada açılmıştı. Alman ge­
nerallerinin, şeytanın vaftiz suyundan
korktuğu kadar korktukları, H itler 'in
onbaşı rütbesi taşıdığı yıl larda hata
olarak eleştirdiği, pek çok sıradan as­
kerin ise acı dolu anılarından bildikle­
ri durum yine tekrar edecekti: Reich
Almanya'sı, B irinci Dünya Savaşı'nda
Kilise de hayır duasını eksik olduğu gibi yine iki cephede savaşmak
etmiyordu. Katolik papaz, durumunda kalı yordu. Bu da, "Füh­
saldırıdan kısa bir süre önce rer"in açık bir dille ifade ettiği bir em­
bir sahra ayininde. riyle hayat buluyordu : "Ağır bir so­
rumluluğun baskısı altında aylar süren
bir suskunluğun ardından, artık size,
askerlerime konuşma zam an.ı gelip
çattı. Yaklaşık 1 60 Rus tümeni sınırı­
mıza dayanmış durumda. Haftalardır
bu sınırda sürekli ihlaller yaşanmakta
ve bu yalnızca bizimle sınırlı kalma­
yıp, Romanya'da olduğu gibi kuzey­
deki yüksek bölgelerde de görülmek­
te. "
Bu düpedüz bir yalandı. A m a bu
Bekleme mevkiinde. Askerle­
re müzikle moral veriliyor. tür iddialara uydurulacak kı lıflar da
her zaman hazırdı.
Mart 1 939 'da, "Çekoslovakya'nın
geri kalan bölümünün halled i l mesi"
olarak bil inen olayda ve daha sonra
Polonya 'ya yap ı l an saldırıdan sonra
Hitler, Reichstag 'da (parlamento) piş­
kince bir açıklama ile karşı taraftakile­
ri provokasyon ve sınır ihlali ile suçla­
mış ve yaptıklarının, yaln ızca ateşe
ateşle karşı lık vermekten ibaret oldu­
ğunu söylemişti. İşte şimdi de, Kızı­
Saldırıdan bir önceki.akşam lordu 'nun işgale niyetli olduğunu söy­
gereken emirler veriliyoı: leyerek yine kendi yaptığı saldırıyı

75
Emanuel Selder

O sıralarda, hiç kimse ilk önce Rusların saldıracağına


ciddi olarak ihtimal vermiyordu. Daha sonra giderek, Kı­
zı/ordu' nım bu saldırı karşısında tamamen şaşkınlığa düşe­
ceği düşüncesi yayg111/ık kazanmaya başladı. Tarihçilerin
sonraları ortaya attıkları önleyici tedbir saldırısı tezinin,
bu yüzden haklı bir dayanağı olamaz. Kuvvetlerin bir kıs­
mında hiçbir topçu birliği bulunmuyordu. Gözden çıkarılmaması gereken
bir nokta da; sınırın hu yamndaki bizler gibi, sımrın diğer yanında bulunan
Rusların da aynı şekilde ormanda askeri kamplar kurmuş olduklarıydı . An­
cak bizim askeri kamplarımızın aksine, onlarınki kamufle edilmemişti. Hatta
ışıklandırılmış, kızıl bayraklar ve üstelik bir de Stalin portreleri asılmıştı.
Bütün bunlar temelde, o zamanlar yaygın olan, Rusların da donanımlarını
tamamen bir saldırıya göre yaptıkları görüşüyle çelişiyordu.

Dr. Erich F. Somnıer

Hitler Almanya'sı ve Sovyetler Birliği, 1 939' da Polon­


ya' ya yapılan ortak saldırı ve nasyonal sosyalizm ile Sov­
yeı sosyalizminin ortak çı_karları uğruna Avrupa' nın payla­
şılmasından hareketle, ikinci Dünya Savaşı ' na müttefik
olarak başlamışlardı . Ancak daha sonra, totaliter rejimle
yönetilen her iki taraf da fırsat buldukça birbirlerine karşı
oyun oynar olmuşlardı . Bunu ilk başlatan Adolf Hitler' di. . .
Bütün bulgular, Kremlin' de Nisan' a kadar Hitler' i n hiçbir koşulda bir sal­
dırı savaşını göze almayacağına ina111/dığı�ıı göstermektedir. Ancak Sovyet
tarafı yine de hızlı ve düzenli bir biçimde; lngiltere'ye karşı başarısız olma
ihtimali yüksek bir hava indirme operasyonu ve dünya dengelerini değişti­
recek bir ABD saldırısıyla Almanya' nın savaş potansiyelinin zayıflamasına
bağlı olarak tarihinin belirleneceği düşünülen bir saldırıya kendisini hazır­
lıyordu . . . Daha 1 940 ilkbaharında Sovyet tarafımn 1 00'.ü eski Polonya' nın
doğu bölgelerinde yığınak yapmış olan toplam 1 70 tümenden oluşan kuv­
vetlerine karşılık, Almaıı tarafında yalnızca 6 tümenlik bir kuvvet vardı. Bu
nedenle, Alman savaş birlikleri 1 941 ilkbaharında alelacele toparlanarak
saldırıya geçecekleri noktalara sevk edilmek zorunda kalmışlardı . Askeri
birliklerin böylesine geniş çaplı hareketliliği, Alman ordu kurmaylarına çok
büyük lojistik görevler yüklüyordu. Çünkü söz konusu olan, Kremlin yöneti­
minin bütünüyle haberdar olduğu, 120 tümenlik bir gücün hazır hale getiril­
mesiydi. . .
Fakat, kendisini "faşist bir saldırının " kurbam olarak gösterip, anavata­
nın savunulmasında doğal olarak sosyalist/iğe değil de, Rusluğa gönderme
yapması, Stalin için ; halk kitleleri içinde savunma güçlerini harekete geçir­
meye yönelik propaganda çalışmaları açısından daha avantajlıydı.

76
haklı göstermeye çalışıyordu. Wehrmacht ' ın komuta merkezi
de, Hitler 'in iddialarım onaylamak zorunda kalıyordu. N itekim,
komuta merkezinin saldırıdan birkaç gün sonra kaleme aldırdı­
ğı bir raporda şöyle deniyordu: "İlk beş günkü operasyonlar,
Sovyet Rusya ordusunun Orta Avrupa'ya bir saldın için hazır
olduğunu kanıtlamıştır."
Sovyetler B irliği 'nin, Reich Almanya 'sına karşı bir saldırı
planladığı yönündeki suçlama, hiçbir ciddi belgeye dayanmadı­
ğından, bu soru bir spekülasyondan i leri gidememiştir. Kızılor­
du, 1 94 1 'de yeniden yapılanma içerisindeydi. Sovyet orduları
çok çeşitli kademelere bölünmüş, ancak, silah sanayisinin son
hızla çalışıyor olmasına karşılık, silahlanma sorunu uzun bir sü­
redir halledilememişti. Kremlin yönetimi, Almanya i le bir sava­
şı ancak uzun vadede hesaba katabiliyordu. Ama Hitler bu işin
uzamasına hiç de taraftar değildi. Wehrmacht 'a yaptığı bir çağ­
rıda, daha çok Sovyetler B irliıği 'ne karşı mücadelenin "derin
anlamı"na vurgu yapmayı tercih ediyordu: "Eğer dünya tarihi­
nin bu en büyük cephesi açılırsa, yalnızca şu an bundan etkile­
nen ülkelerin korunması değil, aksine bütün Avrupa uygarlığı
ve kültürünün kurtarılması söz konusu olacaktır.
Alman askerleri ! Böylece, zor ve sorumluluk gerektiren bir
mücadeleye girmek zorunda kalacaksınız. Çünkü; Avrupa'nın
kaderi, Reich Almanya'sının geleceği ve halkımızın varlığı o
zaman artık yalnızca sizin ellerinizde olacak."
"Deçcal" Hitler, konuşmasının sonunda yüksek dualarını bi­
le esirgemiyordu: "Bu zor mücadelede Tanrı hepimizin yardım­
cısı olsun. "
Cephelerde subaylar tarafından p e k d e hararetle okunma­
mıştı, ama konuşma metni tam bir usta işiydi. Hararetli konuş­
mak; ulusal gurura ve kültürel bilince, varan sevgisine ve onu
savunmaya hazır olmaya ustaca göndermeler yapan "Führer"in
işiydi. Ve tabii ki, Hitler Bolşevik tehlikenin yarattığı korkuyu
sürekli ısıtıp duruyordu. Bütün yalan lara ve yarım yamalak
doğrularına karşın, bir noktada kesinlikle haklıydı: "Bu esnada,
Doğu Cephesi askerleri, genişliği ve kapsamı açısından dünya­
nın bu güne kadar gördüğü en büyük askeri yayılmayı gerçek­
leştireceklerdir. " B al tık Denizi ağzından Karadeniz' e kadar

77
• Barbarossa Harekiltı" başlamadan

önceki akşam birliklerin ko n u m u

20. 6. 1941aıoany!a Alman vo Sovyel


ktNVetlerinin dizilişi
..� Tank TümP.nleri
! OJOerTümenler
--- 21. 6. 1941 nibanylaceplıe tıalt•

78
uzanan bölgede Hitler 'in kuvvetle­
ri savaşa hazırlanıyorlardı. Bin 600
kilometre uzunluğundaki bu alanda
dünyanın en güçlü, en uzun ve en
ölümcül savaş cephesi u zanmak­
taydı.

" Aheste değil, motor hızıyla ... "

.·.· MMiiiıi{�:����;· : Almanların 7 ordu, 4 tank birliği


ve üç hava filosundan oluşan Doğu

..l Ordusu ' nda; 3 m i lyon asker, 600


bin motorlu araç, 750 bin at, 3 bin
5 80 zırhlı savaş aracı, 7 bin 1 84 top
"Avrupa' nın Bolşevik tehlikeden ve bin 850 uçak bulunuyordu. Gü­
kurtarılması " Nazi propaganda­
neyden 2 Rumen ordusu da Alman­
sının temel şiarlarından biriydi.
l arı destekl iyordu. K u zeyden ise
Finliler, aynı şekilde Stalin Reich' ına saldırmak için hazır bek­
liyorlardı. Almanların taarruz cephesi üç bölüme ayrılmıştı:
Kuzey Ordular Grubu Feldmareşal Ritter von Leeb ' in ko­
mutasındaydı. Bu ordu grubu, Orgeneral von Küchler ' in 1 8 .
Ordu 'su ve Orgeneral B usch 'un 1 6. Ordu'sundan oluşuyordu.
Kuzey Ordular Grubu aynca, Orgeneral Hoepner ' in komutasın­
daki 4. Tank B irliği ve Orgeneral Keller 'in komutasındaki 1 .
Hava Filosu tarafından da destekleniyordu. Hitler ' in planların­
da Kuzey Ordular Grubu 'na, Baltık bölgesindeki Sovyet birlik­
lerinin yok edilmesi ve Leningrad 'ın alınması görevi verilmişti.
Feldmareşal von Rundstedt komutasındaki Güney Ordular
Grubu 'na üç ordu dahildi: Feldmareşal von Reichenau komuta­
sındaki 6. Ordu, General von Stülpnagel komutasındaki 1 7 . Or­
du ve Orgeneral von Schobert komutasındaki 1 1 . Ordu. B unla­
rın yanısıra Orgeneral Kleist komutasındaki 1 . Tank Birliği ve
4. Hava Filosu. Görevleri, cephenin Pripet B ataklıkları ' ndan
Karpatlar ' a kadar uzanan bu bölümünde, Galiçya ve Batı Uk­
rayna'daki Rus kuvvetlerini yok etmekti. Güney Orduları Gru­
bu ' nun saldıracağı ana hedef ise, Dinyeper üzerinden Ukray­
na ' nın başkenti Kiev 'di.

79
Erich Mende

Saldırıdan bir gün önce tümen komutanlığına çağrıldık.


8. Schlesien Tümeni' nin komutanı Tümgeneral Höhne, ko­
miserlerle ilgili emri açıkladı. Emir metnini okuyup bitir­
dikten sonra şunları söyledi: "Bu emri astlarıma vermeye­
ceğim. 8. Schlesien Tümeni çapulcu ve katiller tümeni de­
ğil, askerlerden oluşan bir tümendir. Savaş esirlerine, Ce­
nevre Konvansiyonu ve Uluslararası Lahey Sözleşmesi' nde yazılanlara aykı­
rı olarak davranan herkesi divan-ı harbe gönderirim. Baylaı; umarım beni
anlamışsınızdır. "

Saldırıların asıl ağırlık noktasını ise Brest-Litovsk' dan Ro­


minten Fundalıkları' na kadar uzanan, Pripet bataklıklarının ku­
zeyin deki bölge o l u şturuyord u . B uras ı , Fel dmareşal v o n
Bock'un komuta ettiği Orta Ordular Grubu'nun savaşacağı böl­
geydi. Gerçi, 400 kilometrelik bir alanda, Orgeneral Strauss ko­
mutasındaki 9. Ordu ve Feldmareşal von Kluge komutasındaki
4. Ordu olmak üzere yalnızca iki Alman ordusu görev yapacak­
tı ama; Orgeneral Guderian komutasındaki 2. Tank B irliği ve
Orgeneral Hoth komutasındaki 3. Tank B irliği i le "Yıldırım
Harbi"nin en çelik kuvveti burada yoğunlaşmıştı ve Feldmare­
şal Kesselring komutasındaki 1 2. Hava Filosu 'nun pike bom­
bardıman uçaklarının da desteği ile vurucu gücü daha da artmış
oluyordu. Hitler ' in planlarında bu iki tank birliği çok önemli
bir yer tutuyorlardı. Brest, Minsk ve Smolensk üzerinden Mos­
kova 'ya ulaşmaları öngörülen bu birliklerin görevinin önemi,
"Barbarossa Harekatı" talimatnamesinde şöyle ifade ediliyordu:
"Bu şehrin alınması, siyasal ve ekonomik açıdan önemli bir ba­
şarı sağlayacaktır."
Bu savaştaki hedeflere kış bastırmadan varılması için hızlı
hareket edilmesi gerekiyordu. En önemli faktörlerden birisi hızlı
hareket etmekti, bir diğer önemli faktör de, kuvvetlerin konsant­
rasyonuydu. Guderian 'ın parolası, "Aheste değil, motor hızıyla"
idi. Polonya ve Fransa'ya karşı yapılan kara savaşlarında alınan
sonuç ortadaydı. Bu kez de, düşmanın gerisine yapılacak hızlı
ve geniş çaplı tank ateşiyle savunma durumundaki düşmanın as­
keri ve siyasi merkezleri vuruım·aı1 ve pazarlığa zorlanmalıy­
dı.Daha önce Polonya'ya karşı uygulanan ve Fransa'ya karşı ya-

80
Fe ldm a reşal Wilh elm Orgeneral Erich Feldmareşal G erd von
Ritter von Leeb. Hoepner. Rundstedt.

Feldmareşal 'Fedor von Orgeneral Heinz O rg e n e ra l Hermann


Bock. Guderian Hoth

p ılan kara savaş ında daha da mükemmelleştirilen "Yıldırım


Harbi" stratej isinin, Rusya' nın geniş topraklarında da başarılı
olacağı umuluyordu.
Motorize birliklere sahip olunsa bile, bu saldırı mutlaka za­
mana karşı yarı şı gerektiriyordu. Çünkü, çamurun tankların
i lerlemesini güç leştireceği düşünü ldüğünde, Rus topraklarını
balçık tarlasına çevirecek olan mevsimlik sonbahar yağmurları­
nın başlamasından önce Almanların yalnızca iki ay zamanları

81
Halen General Olarak Görev Yapan Bernd Freytag von Loringhoven.
O Dönemde Guderian Karargahının Subaylarından.

Hazırlıklar, A lman taarruz kuvvetlerinin büyük bölümü­


nün, ancak son dört hafta içerisinde çok hızlı bir tempo ile
sınıra sevk edilmeleri planına göre yapılmıştı. Şimdi ister
istemez, Rusların Alman taarruzuna hazır olup olmadıkla­
rı sorusu akılları kurcalayabilir. Bizim gördüklerimizden
yola çıkarak, biz sınırı geçtiğimizde bunun Ruslar için çok
da büyük bir sürpriz olmadığını söylemek mümkün. Ruslaı�
gizli istihbarat servisleri üzerinden, ortada herhangi bir
saldırı ile ilgili bir şeylerin döndüğünden haberdardılar. Ama taktik açıdan
bakıldığında, Rusların şaşırtıldığı belliydi. Kendilerine karşı düzenlenecek
saldırının hangi tarihte yapılacağını bilmiyorlardı.
O zamanlar bizim -şimdi zaman zaman iddia edildiği gibi- Rusların da
bir saldırı planladıklarına ihtimal vermemiz mümkün değildi. Ancak çok
geçmeden, onların da en azından savunma düzenine girmiş olduklarını an­
lamıştık. A lman saldırısı başladığında, hazırlıklarını yalnızca savunmaya
yönelik olarak yaptıkları ortaya çıkıyordu. Sınırda, önemli yerlerde avcı ve
piyade tümenleri halinde mevzi almışlardı . Eğer zırhlı birlikleri, yani tank
tümen ve tugayları, sınırdaki cephede birbirine çok yakın mevzi almış olsa­
lardı , belki bu Rusların bir karşı saldırı düzenleyeceklerine işaret edebilirdi.
Ancak, durum böyle değildi. Yedek tank birlikleri elli ile yüz kilometre kadar
gerideydiler ve ana kuvvetle ise, stratejik yedek güçlere göre sınırdan üç yüz
ile dört yüz kilometre daha uzaktaydılar. Uçuş alanlarının birbirine çok ya­
kın olması ise, Sovyet Hava Kuvvetleri' nin bir Alman saldırısı için hazır du­
rumda olmaları gerekliliğinden kaynaklanıyordu.

vardı. İşte bu gibi durumlarla karşılaşmamak için Sovyetlerin


sınırdaki birlikleri ezilip geçilmeli ve düşmanın gerisine hızla
saldınlmalıydı.
İlk engeller sınır teşkil eden nehirlerdi: Bug, San ve Prut.
B uralarda bir saldırı durumunda Sovyet birlikleri tarafından ha­
vaya uçurulacak olan köprüler, tahrip edilmeden ele geçirilme­
liydiler. Eğer su engelleri uzun sürecek köprü yapımları i le aşıl­
maya kalkılırsa, düşman cephe gerisinde kendisini yeniden to­
parlamak için bu süreden yararlanma olanağına kavuşmuş olur­
du. Zaman açısından bakıldığında, şaşırtma yapması gereken
taraf Almanlardı. Orgeneral Guderian, saldırıdan önceki son ak­
şamda, Sovyet birliklerinin Bug'un doğu yakasındaki kıyı şeri­
dinde resmi geçit provaları yaptıklarına tanık olmuştu. Bu da,

82
Stalin 'in sınırdaki birliklerinin bir saldın olasılığını hesaba kat­
madıklarından başka bir anlam taşıyamazdı.
Alman askeri araçları neredeyse hiç gürültü çıkarmaksızın
ve Sovyet tarafınca neredeyse hiç fark edilmeksizin sınıra ka­
dar gelmiş ve mevzi almışlardı.
2 1 Haziran gecesi, önemli köprülerdeki patlayıcıları zararsız
hale getirmek ve Sovyet uç karakollarını devre dışı bırakmak
üzere 800 kilometre boyunca küçük hücum kıtaları oluşturulu­
yordu. Özel komandolar, karanlıktan yararlanarak batı kıyı şeri­
di boyunca köprü başlarına sokuluyor ve saldın için işaret bek­
lemeye başlıyorlardı. Aynı sıralarda, kurmaylar başka bir soru­
na çözüm üretmekteydiler: Sovyet uç karakollarının patlayıcıla­
nnı ateşlemeleri olasılığına karşı, istihkam birlikleri köprüleri
acilen yeniden inşa etmek üzere dubalarla hazır bekletiliyordu.
Bunun dışında Wehrmacht, aslında İngiltere ' ye yapılacak bir
saldın için üretilen, ancak Doğu Cephesi'nde ilk olarak denene­
cek olan bir başka özel silaha daha sahipti: Yüzemeyen, ama
nehir tabanında on beş metreye kadar su yüzeyinin altında iler­
leyebilen, mürettebatına ve motoruna şnorkel benzeri bir boru
ile hava sağlama olanağı bulunan, su geçirmez dalabilir tank.
Bu dalabilir tanklar, sınırdaki nehirleri geçerek, düşman tankla­
rının olası saldırılarına karşı koymak üzere köprü başlarında ilk
güvenliği sağlayacak olan kuvvetler olarak görevlendirilmişler­
di.
Ha'{a Kuvvetleri (Luftwaffe) için de, aynı şekilde d_akikalara
göre planlar yapılmış ve kararlar verilmişti. Alman savaş uçak­
lannın görevi, düşman uçaklarını daha yerdeyken savaşamaya­
cak duruma getirmek ve uçuş pistlerini tahrip etmekti. Taarruzu
düşman uçaklanmn saldırısıyla zora sokmamak için, geniş sa­
vaş alanının üzerindeki hava hakimiyeti Almanların elinde· ol­
mak zorundaydı. "Rowehl Filosu"na bağlı uçaklar daha önce­
den önemli bir keşif çalışması yapmışlardı. Heinkel 1 1 1 , Dor­
nier 2 1 5 B2 ve Junkers 88 B tipi uçakların pilotları, -özel motor­
lu bu uçaklarla 9 bin ile 1 2 bin metre aras·ında uçarak., o zamana
kadar ulaşılamamış yüksekliklere çıkabilmişlerdi. Böylylikle,
fark edilmeksizin Batı Rusya 'daki uçuş alanlannı özel filmler
yardımıyla fotoğraflamayı başarmışlardı. B uradan elde edilen

83
Alman bombardıman uçakları, zamanında hedeflerine varmak için,
saldırının başlamasından saatler önce Sovyet sınırına uçuyorlardı .

Havalanamadan tahrip edilmiş uçaklaı: Sovyet Hava Kuvvetleri' ne ait


1200' den fazla uçak, henüz saldırının ilk gününde yok edilmişlerdi.

84
Ernst Glasner, Ölümü 1 943

22 Haziran 1 94 1 ' de savaş güncesine düştüğü not: "Saat


sıfırı gösteriyor, saldırı günü başladı . Bug kıyısındaki mev­
zilerimizden 500 metre uzaktayız. Küme küme, tüfek tüfek
kıyıdaki taptaze otların arasında gizlenmiş durumdayız.
Diğer arkadaşlar, tuhaf yaratıkları andıran bir görüntüyle
lastik botları taşıyorlar. Düşman tarafında her şey sakin
görünüyor. A teşe hazır vaziyette mevzilerimize yerleştiği-
mizde saat biri gösteriyor. Ardımız güvencede olmaksızın, ıslak kumsala
dümdüz yapışmış bekliyoruz. 20 metre önümüzde sınır nehri Bug çağıldıyor.
Bir kez daha memleket düşüyor aklımıza . . . Saate bir göz atıyorum, saat üçü
gösteriyor. Birkaç dakika daha var, . ondan sonra bu cephe hareketlenecek.
Gayri ihtiyari saniyeleri sayıyoruz. işte sonunda bir ateş sesi doğudaki yeni
cephede bu yaz pazarının sessizliğini bozdu. Ardından büyük gümbürtüler,
uğultular ve çınlamalar. Topçu ateşi başladı. . .

materyal, Feldmareşal Kesselring ve kurmaylarına, Kızılor­


du ' nu n hava kuvvetlerine yok edici darbeyi vurmaları için
gereken ayrıntılı planları yapma olanağı sağlamıştı.
En büyük sorun, saldırının başlama saatinde yatıyordu. Da­
ha önce yapılan plana göre, "Barbarossa Harekatı"nı başlatacak
ilk atış sabah saat dörtte yapılacaktı. Ancak bu daha sonra saat
3 . 1 5 olarak değiştiriliyordu. Günün ağarmasına kadar olan süre,
yılın bu en kısa gecesinde karadaki kuvvetler için yeterliydi.
Ancak pilotların, saldırının başlangıç saatiyle eşzamanlı olarak
cephe gerisindeki Sovyet hedeflerine zamanında ulaşabilmeleri
için, saldırıdan saatler önce havadan sınırı aşmaları gerekiyor­
du. Normal uçuş yüksekliğinde seyredildiğinde karanlıkta yön
bulmak zorlaşacak, ayrıca zamanından önce yapılan bu atak,
Rus sınır karakollarının alarma geçmesine neden olabilecek ve
bu da, çok büyük önem arz eden düşmanı şaşırtma hedefıni bal­
talayacaktı. Sovyetler herhang i bir uyarı almadan ve kendi
uçaklarını harekete geçirmeden Alman savaş uçakları nasıl ve
ne zaman havalanmalıydılar? Kesselring ve kurmayları, bu so­
ruya çok basit bir yanıt bulmuşlardı:
"Uzun menzill i keşif uçakları gibi, karanlıkta çok yüksekten
uçarak uçuş alanlarına sinsice yaklaşırız."
Alman savaş uçakları, gece yarısını biraz geçe, ölümcül
yüklerini önemli Sovyet askeri havaalanlarına boşaltmak üzere

85
motorlarını çalıştırıyorlardı. Sınırı çok yüksekten geçerek, Sov­
yet güçlerince fark edilmeksizin saat 3. 1 5 'de görev bölgelerine
ulaşmak üzere gece uçuşu deneyimi olan bombardıman uçakla­
rı görevlendirilmişti. Havaalanı başına üç Alman bombardıman
uçağı düşüyordu.
Göring ' in hava kuvvetlerinin, 2 1 Haziran ' ı 22 Haziran' a
bağlayan gece, yerine getirmeleri gereken başka bir görev daha
vardı. Uçaklar ayrıca, paraşütçüleri de köprü ve ulaşım bağlantı
noktaları gibi stratejik açıdan önem taşıyan görev yerlerine taşı­
yacaklardı . Paraşütçüler, daha çabuk i lerleme sağlanması için
gerekli güvenlik önlemlerini almak ve gerektiğinde sabotaj ey­
lemleriyle Sovyet savunmasını zayıflatmak üzere bu noktalarda
atlayış gerçekleştireceklerdi.
O gece, Almanlar ve müttefikleri bin 800 kilometrelik cep­
he boyunca hazır bekliyorlardı. Luftwaffe uçakları, saldıracak­
ları hedeflerin üzerinde dönüp duruyordu. Cephe önlerindeki
hücum kıtaları, köprüleri ani baskınlarla ele geçirmek, Sovyet
uç karakollarını halletmek ve daha önce döşenmiş patlayıcıları
etkisiz hale getirmek için ileri atılmak üzere hazır vaziyetteydi­
ler. Toplar ateşe hazır halde namlularını hedeflerine çevirmiş­
lerdi. 3 milyon insan, ateş emrini bekliyordu. Ormanlarda he­
nüz sessizlik hüküm sürüyordu. Gecenin sessizliğini bozan en
büyük gürültü, şimdilik yalnızca B ug ' daki kurbağaların vırak­
lamalarıydı. Ancak zaman durmuyor, ilerliyordu.

" Ölürüm, ama teslim olmam ... "

Saniyeler yavaş ve insafsızca geçiyordu. Nihayet saat 3. 1 5 ' i


gösterdiğinde zaman gelmişti; Alman savaş makinesi "ateş ser­
best", " ileri, marş" ya da basitçe "haydi" bağırışları arasında ha­
rekete geçiyordu.
Ayn ı s ıralarda, Almanya'ya tahı l ürünleri götüren Sovyet
treni Brest'deki demiryolu köprüsü üzerinden geçerken, Alman
askerleri saklandıkları yerlerden fırlıyorlardı. Köprü karakolu­
nu hedef alan birkaç makineli tüfek salvosu ve Sovyet sığınağı­
na atılan birkaç el bombası, tamamen şaşkın vaziyette kendile­
rini savunmaya çalışan karşı tarafın direnişini kırmaya yetmişti.

86
Köprünün ayaklarına yerleştirilmiş patlay ı c ı l ar yerlerinden
sökülüyor ve böylece ilk köprü hasarsız bir biçimde Almanların
eline geçmiş oluyordu.
Karşı kıyıya verilen kısa bir ışık sinyalinin ardından tanklar
nehir üzerinden hareket etmeye baş l ıyorlardı. Ayn ı senaryo,
800 kilometre uzunluğundaki sınır nehri Bug boyunca belki
yüz kez tekrarlanmı ştı. Diğer bütün köprülerde de şaşırtma
yöntemi aynı şekilde başarı ile uygulanmıştı.
Bu arada, Luftwaffe uçakları da hedeflerine varmışlardı. Sı­
nır bölgesindeki Sovyet hava birliklerine ait uçakların, her yer­
de daha karadayken yok edilmesi planı, başarıyla gerçekleştiril­
mişti. Savunma durumundaki Ruslar, yalnızca bir iki yerde
alarm vermeyi başarabiliyor ve Sovyet pilotlarının çok küçük
bir bölümü uçaklarına ulaşabiliyorlardı. Ancak ulaşabilenlere
de genellikle uçaklarını çalıştıracak zaman kalmıyor ve çoğu,
Alman uçaklarının yoğun ateşi altında can veriyordu. Göring 'in
Luftwaffe 'si, daha ilk günde bin 800 Sovyet uçağını devre dışı
bırakıyor, Almanların kendi uçak kayıpları ise 35 olarak açıkla­
nıyordu. Sovyet askeri havaalanlarından 66'sı tahrip edilmişti.
B u da, taarruz eden tarafa daha ilk günden sınırsız bir hava üs­
tünlüğü sağlamıştı.
Tahrip edilememiş köprülerin üzerinden geçen ve cephenin
tamamında paletlerinin izine rastlanan tank grupları, sınır böl­
gesinde konuşlandırılmış Sovyet askeri birliklerine doğru hü­
cum ediyorlardı . Tankların bu ani saldırısını takiben, piyade tü­
menlerinin hücumu başlıyordu. Kuzey Ordular Grubu, iki gün
içerisinde Wilna'ya ulaşmıştı. Orta Ordular Grubu 'na bağlı bir­
likler de önüne geleni silip süpüren bir tempoda ilerliyorlardı.
General Model komutasındaki 3. Tank Tümeni , Brest'ten Bob­
ruysk'e uzanan 440 kilometrelik mesafeyi, yalnızca altı gün gi­
b i kısa bir sürede kat ediyor ve 27 Haziran günü ise 1 1 5 kilo­
metre yol alarak, günlük yol kat etme rekorunu kırıyordu.
İlk adım başarıyla atılmıştı. Ancak, doğuya giden yolda baş­
ka su engelleri de vardı . B aşlangıçtaki başarılı gidişat sekteye
uğramadığı taktirde, içerlerdeki diğer köprüler de sağ salim ele
geçirilebilirdi. General Brandeberg komutasındaki 8 . Tank Tü­
meni ' ne de buna benzer bir görev verilmişti. Tümen, düşman

87
88
Soldaki sayfada:
Saldırı günü bir Alman tank
birliği Sovyet sınır
kapılarındaki tipik tahta
kemerlerin birinden içeriye
giriyor (sol üstte).
Tankçı/ar (sağ üstte).
Ö lülerin üzerinden
karşılıklı
ateş ediliyor (altta).

İlerleyiş. Alman tankları


cephenin orta
kısmında (sağda).
Avcı paraşütçüler
Rusya' nın cephe gerisine
yaptıkları atlayış
sonrasında (altta).

89
Gerhart Frey, Topçu

Saat tam 3.15'de, ilk ateşle sessizlik bozuluyor ve aynı


anda ortalık cehenneme dönüyor! Şimdiye kadar hiç duy­
madığımız türden bir bombardıman gürültüsü. Sağımızda
solumuzda, ağzından ateş saçan sayısız top . Ve Bug' un
her iki tarafında alevler yükseliyor. Oradaki insanlar böy­
lesine ateşli bir saldırı ile karşı karşıya kalıyorlar, hem de
barış ortamında! Saatlerce ateş ediyoruz. Gün ağarıyor
ama ateş hiilfı kesilmedi. Dakikada bir ateş edebilen toplar, top mermileri­
nin yükü altında sarsılıyorlar. Bir top mermisi neredeyse yüz elli kilo ağırlı­
ğında. Kuşluk vaktine kadar ateş ediyoruz. Sonunda emir geliyor: "Ateş­
kes! " Askerler kendilerini kumların üzerine atıyor ve kımıldamaksızın din­
leniyorlar. Doğuda duman bulutları yükseliyor. . .

Josef Zymelka, İstihkamcı


İlerde, Bug Nehri' nin arkasında yalnızca bir tek bina
vardı ve öyle sanıyorum ki, bu bir gümrük binasıydı. Savaş
başlamadan önce, ilk günlerde burada yüzüyorduk bile ve
ben akşamları, "Volga kıyılarında bir asker duruyordu "
şarkısını söylüyordum. Fazla sürmüyor ve çok geçmeden
Ruslar da bir şarkıyla karşılık veriyorlardı . Aynı barış za­
manlarındaki gibi. . . Saldırının hemen ardından bu binanın .
yandığını gördüm. Dört saat sonraysa binanın içindeydim. içeri girdiğimde
askerler görmüştüm. Yaklaşık on iki kişi kadardılar, hepsi vurulmuştu. Yan­
makta ve devrilmekte olan kirişlerin arasında cansız yatıyorlardı . Bunlar,
gördüğüm ilk ölülerdi . . .

topraklarında 350 kilometrelik bir derinliğe kadar durmaksızın


ilerlemek ve Düna Nehri üzerindeki önemli köprüleri almakla
görevlendirilmişti. Yan taraflardan herhangi bir koruma güven­
cesinden yoksun, düşman birliklerini tam olarak devre dışı bıra­
kamadan ve her zaman karşı bir saldırıyla yolun kesilmesi ris­
kiyle kat edilmesi gereken 350 k ilometrelik bir mesafe söz ko­
nusuydu. Sonuçta, bütün bu riskleri göze almaya değmişti: Al­
man özel birlikleri, sürpriz bir baskınla Dünaburg 'daki köprüyü
ele geçirmişlerdi. Bunu, başarılı bir şaşırtma manevrasına borç­
luydular: Almanlar, Rus üniformaları içerisinde daha önce ele
geçirilmiş dört adet kamyonla gelmişlerdi. Köprü üzerindeki
devriyeler, onların kendi arkadaşları olmadıklarını anladığında

90
ise artık iş işten geçmişti. Böylece, Alman merkez karargahına
bir yeni başarı haberi daha ulaştırılmış oluyordu: "Dünaburg
kenti ve köprüsüne yapılan ani baskın başarılı oldu. Karayolu
köprüsü hasarsız durumda. Demiryolu köprüsüne ise patlayıcı­
larla hafif zarar verildi, ama üzerinden geçiş yapılabilecek du­
rumda."
Almanlar tarafından olabildiğince ileri bir noktaya kadar ele
geçirilen bu köprü başı, arkadan gelen piyade birliğinin saldırı�
sına kadar elde tutulabilecekti. "Pozisyonunuzu koruyun ! " B ir
çırpıda verilen ve kupkuru iki sözcükten oluşan bu emir, yüz­
lerce kişinin ölümüne mal olmuştu. "Pozisyonunuzu koruyun ! "
B u iki basit söZcüğün ardında, kendi birliklerinin bir an önce
gelmesini ümit ederek, oldukça güçlü bir düşmanın dur durak
bilmeyen ataklarını göğüslemek gibi ağır bir gerçeklik yatıyor­
du.
" Yıldırım Harbi"nin Almanlar açısından başarılı sayılacak
bu ilk günlerinde, cepheden gelen, halkı bu ilk zafere inandır­
maya yönelik haberlere rağmen, yine de öyle "bin atlı akınlarda
çocuklar gibi şendik. . . " türünden bir durum olduğunu da kimse
iddia edemezdi. Saldıran taraf, daha ilk günden itibaren, Brest
örneğinde olduğu gibi güçlü bir direnişle karşılaşmıştı.
Brest, cephe gerisinde yer almasına karşın, kenti savunanlar
kent içindeki kalede s�rt ve başarılı bir direniş örneği sergili­
yorlardı.
Henüz 2 y ı l önce y e n i de n S ovyet egemenl i ğ i n e g iren
Brest' in, sembolik bir anlamı da vardı: 1 M art 1 9 1 8'de Brest­
Litovsk'da, Kaiser Almanya'sı ile Rusya'nın yeni komünist re­
j iminin temsilcileri arasında ba­
rış antlaşması imzalanmıştı.
Leni n ' in müzakere için gön­
derdiği temsilcileri, Ekim Dev­
rimi'nden sonra hiç olmazsa dı­
şarıda barış ortamı sağlayabil­
mek i ç i n Almanların öne sür­
dükleri anlaşma koşullarını ka-
NS savaş gazetesinin bul ediyorlardı. Ancak bu kez -
22 Haziran 1 941 nüshası . Haziran 194 1 ' de- Ruslar ' ı n Al-

91
Marianne Roberts,
O Dönemde 12 Yaşında ( Önde, Beyaz Bluzlu)

22 Haziran 1 94J ' in o pazar günü -ben o zaman 12 ya­


şındaydım- Mattes amcam izinli olarak evde bulunuyordu.
Polonya ve Fransa' daki seferlerde istihkam onbaşısı ola­
rak bulunmuştu. Sabah birası içmeye giden dedem, babam
(Kasım 1 944'de şehit oldu) ve Mattes amcamla birlikte be­
nim de gitmeme izin verilmişti. Radyo açıktı. Yayın kesile­
rek Alman kuvvetlerinin Rus sınırını geçtikleri haberi verildi. fi.ıncahınç do­
lu olan lokal, birden bire ölüm sessizliğine büründü. Amcam, "işte şimdi sa­
vaşı kaybettik! " dedi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu, herkes susmuştu. O
günden itibaren, "kesin zafer" diye bir şeyin olamayacağını kavramıştım.
Amcam, apar topar Rusya' ya gitmek zorunda kaldı ve çok kısa bir süre son­
ra da şehit düştü.

manlann önünde eğilmeye niyetleri yoktu. Ama savunma için


sahip oldukları koşullar hiç de iyi görünmüyordu: Kaleyi çevre­
leyecek olan modern hisar surlarının yapımı henüz bitmemişti
ve askerlerin büyük bir bölümü de, bir tatbikata katılmak üzere
kaleden çok uzak bir yere gitmişlerdi. Kentte çok az sayıda top­
la, hiçbir tank desteğine sahip olmayan yalnızca 3 bin asker
kalmıştı.
Alman topçuları saat 3 . 1 5 'den beri ara vermeksizin ateş edi­
yorlardı. Her dört dakikada bir ateş hattı 1 00 metre öne kayı­
yordu. Kent art arda top ateşine tutularak işgale boyun eğmeye
zorlanıyordu. Nihayet, 22 Haziran öğlen v akti Alman birlikleri
kenti tamamen kuşatmışlardı.
Ancak, kaleye çekilen d iren işçiler tesl i m olmuyorlardı.
Wehrmacht'ın korku yaratan 75 mm ' l ik ağır topları, durmaksı­
zın ateşlendikleri halde kalın kale duvarlarını yıkamamışlardı.
Pike dalışları yapabilen bombardıman uçaklarının attığı 500 ki­
lo ağırlığındaki bombalar da etkisiz kalmıştı. 1 30 ve 1 3 5 . piya­
de birliklerinin hücum kıtalan, sürekli kaleye saldın girişimle­
rinde bulunuyor, ama her defasında ağır kayıplar verdirilerek
geri püskürtülüyorlardı. En sonunda Almanlar, duvarları yıka­
bilen bin 800 kilo ağırlığındaki bombalan atıp, kaledekilerin
büyük bir bölümünü teslim olmaya zorluyorlardı. Ş iddetli çar­
pışmalardan 8 gün sonra, 30 Haziran •da, Alman tarafına şu ha­
ber geliyordu: Çarpışmalar sona erdi, kale fethedildi. "

92
Oysa hfila direnen küçük gruplar vardı. Subay kulübünde ve
diğer yerlerde daha sonralan bulunan yazılı belgeler, Almanlar
üstlerine zafer haberini geçtikten sonra da direnişlerin sürdüğü­
nü kanıtlıyordu. Bu belgelerde şu tür ifadelere rastlanıyordu:
"Ölürüm, ancak teslim olmam. Elveda anavatan, Hazirari
1 94 1 . "
"Bu kiliseyi savunuyoruz ve boyun eğmemeye yemin ettik,
Haziran 1 94 1 . "
"Cesaretimizi kaybetmeyeceğiz ve öleceğiz."
"Bağışla bizi ey vatan. 20.7.4 1 . "
Fakat, vatan onları ilk etapta bağışlamıyordu. Sovyet halkı­
nın, Brest direnişçilerinin yaşadıklarından haberi olması için 1 5
yıl geçmesi gerekiyordu. Sovyet gazeteci Sergei Smimov, an­
ciık Stalin ' in 1 953 yılında ölümünden sonra, bu çok ümitsiz du­
rumda bile direniş göstermiş olan askerlerin izini sürmeye baş­
layabildi.
Smimov, Almanların eline esir düşen pek çok Sovyet dire­
nişçisinin, savaşın hemen ardından Sibirya' daki Stalin kampla­
rına gönderildiğini ortaya çıkarmıştı. Böylece, kale direnişçile­
ri, Sovyet askerlerinin ümitsiz durumlarda A lman saldırısına
karşı gösterdikleri direniş gücü ve cesaretinin bir örneği olarak
çok sonraları "Brest kahramanları" adı altında Sovyet tarihine
geçtiler.
Bu mücadele ruhu ile başa çıkmak zorunda kalan bir başka
kuvvet de, Güney Ordular Grubu ' na bağlı tümenlerdi. Güney­
den taarruz eden gruplar, Sovyetlerin en güçlü birlikleri ile kar­
şılaşıyorlardı. Stalin, Alman saldırısının ağırlık noktasının bura­
sı olacağını düşünüyordu ve bundan ötürü, Kızılordu ' nun en
yoğun asker yığınağı yaptığı yer burasıydı.
1 6. Tank Tümeni Komutanı Tümgeneral Hube, "Yavaş ama
emin adımlarla ilerl iyoruz" diyordu. " Yavaş ama emin adım­
lar", çok sayıda kayıp vererek 10 günde 1 00 kilometre kat et­
mek anlamına geliyordu. Öte yandan, Rundstedt ' in tank tüme­
ni, yarma operasyonu görevini başaramamıştı. Ancak, saldırı
durmaksızın devam ediyordu. S ovyet birliklerinin bu durum
karşısında afal ladıkları bir kez daha ortaya çıkıyordu. Hitler ' in,
Stalin ' in 1 94 1 yazında Almanya 'ya saldırmak için hazırlandığı

93
Geri çekilmeye rağmen, amansız bir direniş vardı.

94
Bug Nehri kıyısında. Kızılordu askerleri, Almanların ele geçirdiği bir
köprü başına baskın düzenliyorlar.

Rııs gönüllülerinin sayısı oldukça kabarıktı .

95
yolundaki iddialarının ne kadar asılsız
olduğu da yine bir kez daha kanıtlan­
mış oluyordu.

" Hitler fazla ileri gitmeye


başladı ... "

A l many a ' da ise, b i r P azar g ü n ü


olan 22 Haziran sabahı, Almanlar alı­
şılmamış bir sesle yataklarından fırlı­
yorl ard ı . Fran z Liszt ' in " Les pre l u ­
des"ündeki zafer coşkusu yüklü fanfar
havası çalın ıyordu, k i b u , sonraları
Doğu Cephesi ' n den verilec e k o l an
özel haberlere başlanmadan önce giriş
müziği olarak da çalınacaktı. Ardın- , ·

dan, Hitler ' in bir açıklamasını okuyan


Propaganda Bakan ı Goebbel s ' in sesi
radyolarda yankı lanıyordu. İnsanların Brest kent kalesindeki
çoğu, ' ' Führer"in sözleri duyul maya tahrip edilmiş
başlandığı andan itibaren, pür dikkat çan kulesi.
se izce d i n l iyorlard ı : " B ugün, Re­
ich 'ı n ve halkımızın kaderini yeniden askerlerimizin el ine tes­
lim etmeye karar verdim. "
Sovyetler Birliği ile savaş, spor gündeminin 1 94 1 Al manya
futbol şampiyonluğu için öğleden sonra Berlin Olimpiyat Stad­
yumu 'nda yapılan final maçı gibi önemli tart1şma konularını da
gölgede bırakmıştı. Schalke 04 'ün Admira Wien karşısında al­
dığı 4-3 ' lük yenilgi, sadece az sayıdaki fanatik taraftarın ilgisi­
ni çekebilmişti. insanlar, İkinci Dünya Savaşı ' nın artık gerçek­
ten başl amış olduğunu hissediyorlard ı . Hatta, bazıları kendi
aralarında alçak sesle, "Bitler fazla ileri gitmeye başladı" diyor­
du.
İngiltere Başbakanı ise, ilk başlarda durumdan etkilenmemiş
görünüyordu. Winston Churchill, saat sabahın dördünde Rus­
ya 'ya karşı yapılan saldırıyı öğrendiğinde, daha önce de belir­
tildiği gibi, homurdanarak kendisinin sadece İngiltere ' ye karşı

96
Grigori Makarov,
Brest'te Görev Yapmış Kızı lordu Askeri

Bütün bir garnizon susuz kalmıştı. Çünkü, Terespol Kulesi' ııin üzerindeki
su tankı, vurularak tahrip edilmiş durumdaydı . Elektrik santrali de isabet
aldığından, hiçbir yerde ışık yanmıyordu. Saldırıya, makineli tüfeklerle kar­
şı koymaya çalışıyorduk. Daha sonra kimyasal silahlara sahip bir Alman
alayı bizi kuşattı ve göz yaşartıcı bombalar attı . Biz de aynı silahla karşılık
veriyorduk. Duman dağıldığında saldırının sonuçları ortaya çıkmaya başla­
mıştı. Kalede çocuklar ve kadınlar da bulunuyordu. Küçük bir oğlan çocuğu
ölmüştü. Gazdan boğulmuştu. Annesi korumak amacıyla tüyle bir şapkayı
yüzüne kapatmıştı. Gavrilov onlara talimat verdi: "Köye gidin Almanlar
belki size dokunmazlar. " Kadınlardan biri eline beyaz bir çarşaf aldı ve yo­
la koyuldular. Almanlar, gerçekten de anlam dokunmadılar. Bir kadın sıhhi­
ye, yaraları sarmak için bizimle kaldı . Pek çok yaralı vardı , ancak hiç
dezenfektan yoktu. Bu yüzden yaralar çok çabuk açılıyor ve çoğu aldığı
yaralardan ötürü ölüyordu.

bir işgal söz konusu olduğunda rahatsız edilmesini söylüyordu.


B una rağmen, başbakan çok geçmeden mücadeleci bir tavır ser­
gilemeye başlıyordu. Radyodan Britanya halkına yaptığı bir ko­
nuşmada, "çekirge sürüleri gibi ortalığı süpürüp geçen, çapulcu
asker güruhundan oluşmuş vahşi sürü" türünden laflar ediyor­
du. Churchill konuşmasında, yalıuzca Almanların saldırganlığı­
na yüklenmekle de kalmıyor, Rusya'yı var güçleriyle destekle­
me sözü de veriyordu. Bu doğrultuda, BBC mikrofonlarına şu
açıklamayı yapıyordu: "Yalnızca bir tek hedefimiz var, kaçınıl­
maz tek bir görev. Hitler ' in ve geride hiçbir iz kalmayacak şe­
kilde Nazi rejiminin kökünü kazımaya kesin kararlıyız. Naziz­
me karşı savaşan herkese yardım edeceğiz."
İflah olmaz düşmanı komün izme, hele de Stalin ' e neden
yardım etme sözü verdiğini, daha önce sekreterine şöyle açıkla­
mıştı: "Hele Hitler cehennemde ilerlemeye bir başlasın, ben o
zaman Avam Kamarası 'nda şeytan hakkında kibar bir konuşma
bile yapabilirim." Herkesin yardım ettiği batıdaki ikinc i cephe
ise, ancak iki yıl sonra açılacaktı . Sovyetler, böylesine uzun bir
süre kıta Avrupa'sında Almanlarla tek başlarına savaşmak zo­
runda bırakılmışlardı.

97
" Bunlar yalnızca birer provokasyon mu?"

22 Haziran 1 94 1 'de, Moskova'daki Savunma Komiserliği 'nin


telefonu çalıyordu. Arayan, Karadeniz Filosu Komutanı Amiral
Oktyarbski'ydi ve tam olarak saat 03 . 1 5 itibarıyla şu haberi veri­
yordu: "Al man uçakları, S i v astopol Askeri Liman ı n ı bom­
balamaya başladılar. " Önceki akşam, .başka amirallerden de Al­
manların taciz eylemlerine yönelik haberler geldiği için, Deniz
Kuvvetleri Komiseri Amiral Nikolay Kuznetsov o gece bürosun­
da kalmıştı. B unıin üzerine, Savunma Komiseri Timoşenko ve
Parti Sekreteri Malenkov 'u arayarak, onları durumdan haberdar
ediyordu. Her ikisi de ilk başta ona inanmak istememişlerdi. Bu­
nun üzerine Oktyarbski yaverine, başını iki yana sallayarak,
"Moskova'da, Sivastopol ' un bombalandığına inanmıyorlar" di­
yordu. ·
Moskova'ya Alman bombardımanını bildiren haberler yağı­
yordu. Genelkurmay Başkanı General Jukov 'a, dakika başı Sov­
yetlerin batı sınırından raporlar geliyordu: Ukrayna'daki kent gar­
nizonlarının komutanları kentlerinin bombalandığını, Beyaz Rus­
ya' daki tümen komutanları Almanların saldırıya geçtiğini, Baltık
bölgesindeki askeri havaalanlarında görev yapan yetkililer ise te­
sislerin tamamen tahrip edildiğini bildiriyorlardı. J ukov, Stalin 'e
ulaşmaya çalışıyordu. Sovyet diktatörü, geceleri asla Kremlin'de
kalmaz, Moskova'nm birkaç kilometre dışında olan villasına gi­
derdi. O da Hitler gibi bir gece kuşuydu ve genellikle sabalun ilk
saatlerinde yatağa girerdi. Bu yüzden, nöbetçi subayın diktatörü
uyandırıp telefona çağırması yalnızca birkaç dakika sürmüştü. Ar­
dından, kısa ama ibret verici bir diyalog yaşanıyordu:
- Stalin.
-Savunma Komiseri ' nin emri üzerine arıyorum. Almanlar
kentlerimizi bombalıyorlar.
Sessizlik.
- Beni anladınız mı?
Yeniden bir sessizlik olur ve uzun bir aradan sonra Stalin Ju­
kov 'a şu talimatı verir: "Timoşenko i le birlikte Kremlin 'e gelin,
Politbüro 'yu toplayın. "
Politbüro, saat 4.30'da Stalin'in Kremlin 'deki çalışma odasın-

98
Johann Danzer, Tanksavar Nişancısı
İlk gün verilen ilk molada, bizim bölükten bir arkadaş tü­
fekle kendisini vurmuştu. Karabiner' ini dizlerinin arasına
sıkı_ştırarak namluyu ağzına dayamış ve tetiği çekmişti.
Onun için savaş, artık bütün zorluklarıyla sona ermişti.
Bölüğün yazıhanesinde vasiyetnamelerimizi yazdıktan
sonra, Kırım' daki dar yarımada geçidine gönderilmiştik.
Bir akşam, bölük habercisi geldi ve saldırının yarın sabah
saat 04.00' da başlayacağını söyledi. Saat 03.30 ile 04.00 arasında, 1 kilo­
metre genişliğinde bir alana yayılan 140 top bataryası , yarım saat boyunca
aralıksız atış yaptı. ilk başlarda, barut dumanından başka bir şey göremi­
yorduk, ancak daha sonra top mermilerinin ışıltısında ve ağaran günün ilk
ışıklarıyla birlikte Rus tarafındaki cehennemi fark edebildik. 3 7' lik tanksa­
varın başında bir topçu ve beş askerdik. Saldırılarda topumuzu kendimiz
çekmek zorundaydık. Piyadelerle aynı tepedeydik, ancak onlara ayak uydu­
ramadığımızdan dört piyade eri de çekme işinde yardımcı olmak üzere yanı­
mıza verilmişti. Bu yüzden, bizim bu büyük grup, karşı taraf için iyi bir he­
def teşkil ediyordu. ]}usların makineli tüfekle yaptıkları ilk yaylım ateşi bizi
tümüyle avlamıştı. Uç adamımız anında ölmüş, diğerleri ise ağır yaralan­
mışlardı. Yara almadan kurtulan tek kişi bendim.

da toplandığında, artık gün ağannıştı. Stalin, Savunma Komise­


ri 'nden rapor vennesini ister. Timoşenko, az bir zaman önce saldı­
n ya geçen Alınan birliklerinin bombalama eylemlerine ve sınırlan
geçtiklerine ilişkin haberleri kısaca özetler. Yeni haberler daha az
gelir olmaya başlamıştır, çünkü hatlar Alınan paraşütçüleri tara­
fından kesilmiştir. Savunma Komiseri raporunu bitirdiğinde, duru­
ma hfila.inanamadığı görülen Stalin sorar: "Söyle bana, siz de hfila
bunların birer provokasyon olabileceğine inanmıyor musunuz?
Stalin, kendi düşüncelerinden asla taviz vermezdi. B ir Çek
casusunun Nisan 'da Alman askeri birliklerinin sın ırda yığınak
yaptığı yönündeki uyarısına da aynı tepkiyi göstennişti. Sovyet
gizli serv isinden Binbaşı İsmail Ahmedov 'a şöyle demişti: B u
bilgi, İngiliz provokasyonunun b i r ürünüdür. Kimden kaynak­
landığını bulun ve onu cezalandırın."
Ş imdi, kötü haber getirenleri olanlardan sorumlu tutması ar­
tık olanaksızdı. Bu arada, Molotov da Alman Büyükelçisi'nden
resmi savaş ilanını almış ve bütün kuşkular ortadan kalkmıştı.
Savaş başlamıştı. Önceden yapılan bütün uyarılara karşın, Alınan
tarafından gelecek bir saldırıya inanmayan Stalin, yanı lmıştı.

99
Lev Besimenski, Sovyet Tarihçi

Stalin, 22 Haziran ' da kesinlikle şoka girmemişti

Stalin ' in, A lman saldırısını haber aldıktan sonraki dav­


ranışlarına yönelik olarak; diktatörün dilinin tutulduğu,
sarsıldığı ve sağlıklı düşünebilme yetisini kaybettiği şeklin­
de popüler bir inanış var. Güya, kendisini dış dünyaya ka­
pamış ve çok zavallı bir halde, yajnızca en yakın çalışma
arkadaşlarına talimatlar verebilmiş. Ancak, Stalin ' in, Kremlin' de tutulan
22 Haziran tarihli görev çizelgesi, bu konuda çok açıklayıcı görünüyor.
22 Haziran 1 941 ' de, saldırıdan üç saat sonra, saat 05.45 ' de, şu isimler
Stalin' in yanında bulunuyorlardı : Molotov, Beriya, Timoşenko, Meçlis ve
jukov. Saat 07.30' dan itibaren Malenkov ve 07.55' den itibaren de Mikoyan,
Stalin' in yanındaydılar. Diğer ziyaretçiler ise şöyle sıralanıyordu: Kagano­
ı·iç, Voroşilov, Vişinski (Başsavcı), Kuznetsov (Deniz Kuvvetleri), D imiıri ve
Manuyeski (Komintern), bir kez daha Molotov (radyodaki konuşmasının ar­
dından), Şapoşnikov (Genelkurmay Başkanı), Vatutin (Genelkurmay Ope­
rasyon Dairesi) , Kulik (Timoşenko' nun yardımcı vekili). Son ziyaretçiler
1 6.45 itibarıyla çağrılmışlardı. Stalin' in 23 Ağustos tarihli günlük çalışma
planında hiçbir aksama olmamıştı . Molotov ve Voroşilov, saat 03 .20'de
Kremlin ' e geliyorlar ve kendi aralarında, akşamın geç saatlerine kadar ko­
nuşmalar yapılıyordu. Stalin, bundan sonraki günlerde de, en yakın asker'i
ve siyasal danışmanları ile sayısız görüşmeler yapıyordu.

Sovyet diktatörü, çalışma odasının Kremlin Sarayı ' nın iç


avlusuna bakan penceresinde durmuş, konuşmaksızın dışarıya
bakıyordu. Timoşenko raporunu sunarken yaktığı piposu, sön­
müştü. Yüzünün rengi solgundu. En sonunda, endişeyle de olsa
Savunma Komiseri ' ne, ''Saldırganlar geri püskürtü lsün ! " emrini
veriyordu.
Sovyetlerin Londra Büyükelçisi İvan Maiski, anılarında bu
konu ile ilgili olarak şunları anlatır: "Stalin, kendisini çalışma
odasına kapatmış, dört gün boyunca ortalarda görünmemişti.
Dış ülkelerdeki diğer diplomatik temsilcilikler gibi, Londra'da­
ki büyükelçilik de, talimat beklemişti. Ancak, telsizler dört gün
boyunca suskun kalmıştı. "
Bu anlatılanlardan, faşist saldırganlara karşı başından beri
kararlı bir vatan savunması yürüten B aba Stalin efsanesinin
uydurma olduğu anlaşılmaktadır. Bu efsane, Stalin 'in 1 953 yı­
lında ölümünden sonra, Politbüro üyeleri ve yüksek rütbeli su-

1 00
bayların Stalinizm ' i tasfiye ha­
reketinin bir sonucu olarak yı­
kılmış oldu. Mareşal A. İ . Jere­
menko ise, 1 965 ' de yayımla­
nan anılarında şöyle yazıyor­
du: "J. Y. Stal in, Devlet Başka­
nı sıfatıyla Almanya ile imza­
lanan antlaşmanın güveni lirli­
ğine inanmıştı ve faşistlerin ül­
kemi ze saldıracaklarına işaret
eden belirt i l ere kulak asma­
mıştı. Bu yüzden de, sınırda
gerekli acil savunma önlemle­
rinin alınması yönünde zama­
nında karar verememişti . "
Moskova caddelerinde insanlar Bunun sonuçlarına ise sınır
sarsılmış, suskun ve çaresiz bir b i r l ikleri k atlanmak zorunda
şekilde savaşın başladığı kalacaklardı. 1 O. Ordu Komu­
Jıaberiı1İ alıyorlar. tanı General Golubyov gibi di­
ğer komuta kademelerindeki
subaylar da, kaçaklar ve casuslar aracılığıyla saldırının tarihini
önceden öğrenmişlerse de, aldıkları yüksek talimat gereği, yal­
nızca şu emri verebilmişlerdi: "Bekleyin ! " Stalin 'in kendisi de
en sonunda gerçekle yüzleştiğinde, cılız bir tepki gösteriyor ve
Politbüro toplantısında askeri kurmay heyetine, savunma pozis­
yonundaki Sovyet birliklerinin sınırı ke inlikle aşmamaları tali­
matını veriyordu! Ardından da Kreml in'i terk ediyordu. Dikta­
tör, bundan ancak on iki gün sonra, 3 Temmuz' da yeniden ka­
m uoyunun karşısına çıkacaktı. Bu süre içerisinde, daçasında
(yazl ık vil lasında), kend i s ini yeni duruma hazırlamaya çalış­
mıştı.
Savaşın bu ilk gününde, Sovyet yönetiminin hal k ı gece
meydana gelen bu olay hakkında bilgilendirmeye hazır duruma
gelmesi için saatler geçmesi gerekmişti. Savaşın başladığı ha­
berini vennek, bu uğursuz görev, Dışi şleri B akanı Molotov 'a
düşmüştü. Moskovalılar kendilerini işin olmadığı sakin bir pa­
zar gününe göre ayarl amışlardı. Molotov, saat l 2. l 5 'de şu söz-

101
Sovyet mareşalleri Timoşenko, Voroşilov ve Budiyeni (soldan sağa).

Sıavka' da: Georgi Jukov telgraf aletinin başında. Yanında, Nikolay


Bu/ganin ve Vasili Sokolovski.

1 02
Dimitri Vo/kogonov

A lman orduları çok güçlü bir biçimde ilerleme halinde


olduklarından, Sovyeı birliklerinin harekete geçirilmesi
çok zor olmuştu. Daha altıncı günde, Almanlar Minsk ön­
lerine ulaşmışlardı . Şimdiden ülke içerisinde yüzlerce kilo­
metre yol kat etmişlerdi. Bu, kısmen şaşırtma taktiğine baş­
vurmuş olmalarından, kısmen de durumun belirsizliğinden
kaynaklanıyordu. Radyoda ilk başta, ordumuzun bazı böl­
gelerde çok sert bir direniş örneği sergilediği duyurulur-
ken, bir gün sonra birden bire, Alman ordusunun doğuya doğru 50 ile 70 ki­
lometre arasında ilerleme kaydettiği belirtiliyordu. Bu noktada şunu belirt­
mek zorundayım ki; bizi kuşatan savaşın nasıl bir savaş olduğu konusunda
tam bir fikre sahip olmayanlar yalnızca sıradan askerler değildi, komuta
kademesinde de, yani "Stavka "da da kafalar karışıktı. Stalin, durmaksızın
yeni durum raporları istiyordu. Ama kimse ona umutlandırıcı haberler vere­
cek dunımda değildi.

!erle vatandaşlarına seslenmeye başladığında, başkent sakinleri­


nin çoğu, o harika yaz havasında kendilerini yeşil alanlara at­
mak üzere yollara düşmüşlerdi bile: "Sovyetler Birliği vatan­
daşları ! B ugün saat dörtte, Alman birlikleri, önceden herhangi
bir savaş ilanı yapılmaksızın ülkemize saldırmıştır. Bu eşi ben­
zeri duyulmamış saldırı, uygar toplumların tarihinde görülme­
miş bir sadakatsizlik örneğidir. Bize bu savaşı dayatan Alman
halkı, işçiler, köylüler ve entelektüeller değildir, aksine, A lman­
ya 'nın kana susamış faşist iktidar kliğidir."
Açıklama beş dakika bile sürmemişti ama, ülkenin tama­
mında insanları şaşkına çevirmişti. Oysa, A lman larla dostluk
antlaşması imzalanmıştı ! Stalin, daha kısa bir süre önce, Al­
man-Sovyet i lişkilerinin ne kadar iyi gittiğinden söz ediyord u !
Batılı kapitalist güçlerin isteği doğrultusunda Hitler 'e karşı sa­
vaşmayacağını açıklamıştı ! Peki şimdi Stalin r.eden yanılmıştı?
Almanlar ne için saldırıyorlardı?
Şok hal i, yerini çok geçmeden direniş ruhuna terk edecekti.
Molotov, Napolyon'un 1 8 1 2 yıl ında yaptığı saldırıya dikkat çe­
kiyordu. B ugün, 22 Haziran 1 94 1 'de, bu tarihin üzerinden 1 29
yıl geçmişti. Bu cesaret verici bir örnekti. O zaman, Çar ordula­
rı düşmanı geri püskürttülerse, şimdi de öyle olacaktı.
Halk, savaş nedeniyle kurulan hoparlörlerden hükürnetin ta-

1 03
limatları nı dinliyordu. HummaJı bir koşuşturmaca başlamıştı.
Moskova halkı, dükkanlara hücum edip, başta gıda maddeleri
olmak üzere raflarda ne var ne yok satın alıyordu. Bankalar da­
ha o gün kapılarına kilit vurmak zorunda kalmışlardı, çünkü ka­
salarında para kalmamıştı. 22 Haziran gününün öğlen sonrasın­
dan itibaren, başkentteki kamuya açık binaların üstüne ve park
alanlarına uçaksavarlar yerleştirilmeye başlanmıştı.
Moskova Hava Savunma Kuvvetleri Komutanı General Tu­
lenev ' i n emri üzerine, Moskova metrosunun Beyaz Rusya is­
tasyonu, siyasal ve askeri kullanım için boşaltılmıştı. Kremlin,
Kızıl Meydan'daki altın kaplamalı parlak kubbelerin üzerini,
kamufle etmek amacıyla kirli koyu yeşile boyatmıştı . Piyade
birlikleri kentin ortasından geçmeye başlamışlardı bile. Baş­
kent, geceyi ilk kez karanlıkta geçiriyordu. Moskova, kendisini
savaşa hazırlıyordu.

" Ya direniş ya ölüm... "

Öldürücü bir ateş yumağı Moskova 'ya doğru yaklaşmak­


taydı. Alman öncü tankları, cephenin orta kademesinde son hız­
la ilerl iyorlardı. 28 Haziran 'da bu ilerleyişte en önemli dönüm
noktasına gelinmişti. Minsk'e yalnızca eksen kilometre uzak­
lıkta, General Guderian, Doğu Cephesi ' ndeki bu ilk büyük çap­
l ı çarpışmada pek çok etkili sonuçl arı olacak bir emir veriyor­
du: "29. Motorize Tümen, Mi nsk-Smolensk'deki çarpışmalara
katılmak üzere hemen dönüp gelsin."
Minsk ve Smolensk, Almanların Orta Ordular Grubu için
Moskova'ya giden yolda aşılması gereken en önemli etapt ı .
Çünkü, Kızılordu'nun ana gücü, Sovyet başkenti önlerinde yer
almaktaydı.
Almanlar, en sert direnişle B ialistok'ta karşılaştılar. Sovyet
cephesi, burada batıya doğru geniş bir alana yayılmıştı. Güney­
deki Lemberg kavşağından sonra Sovyet güçlerinin en yoğun
olarak toplandıkları ikinci bölge burasıydı. Bu iki bölgedeki
Sovyet kuvvetleri, toplam 6 ordu ve 7 motorize kolordudan
oluşuyordu. Yarım milyonu aşkın asker ve yaklaşık 7 bin tank,
cephenin bu kısmında General Dimitri Pavlov 'un emrinde gö-

1 04
Aleksander Goliko v
28 Haziran 194 / ' de Rovno çevresindeki çarpışmalar
sırasmda karısına yazdığı mektup:

Sevgili Toneçka!
Bu satırları okuyup okuyamayacağım bilmiyorum. Ama
bir şeyi çok iyi biliyorum: Bu benim sana son mektubum.
Şu an çok acı ve ölümcül bir savaş yürütülüyor. Ta11klan­
nfü vuruldu. Faşistler çevremizi sardı. Bütün giin saldırıla­

ra karşı koymaya çalıştık. Ostrovski Caddesi yeşil üniformalı cesetlerle do­


l_u . Büyük harekeısiz kertenkeleleri andırıyorlaı: Bugün savaşın altıncı günü.
iki kişi kaldık; Pavel Abramoı· ve ben. Onu tanıyorsun, sana onun hakkında
yazmıştım. Kesinlikle kendi canımızı kurtarmayı düşünmüyoruz. Biz askeriz
ve ülkemiz için ölmekten korkmuyoruz. Düşündüğümüz tek şey, Nazilere ya­
şamımızı nasıl daha pahalıya mal edeceğimiz ... Ortasmda delik açılmış ve
şekli bozulmuş bir tankın içindeyim. Hararet dayanılmaz derecede yüksek.
Sıısa.dım. Bir damla su yok. Resmini koynumda saklıyorum. Alıp senin o ma­
vi gözlerine bakıyorum ve bu benim kolayca kendimi iyi hissetmemi sağlı­
Y.Or. Sen yanımdasın. Seninle konuşmak istiyorum, uzun uzun ve ta yürekten,
lvanovo' dayken yaptığımız gibi.
Savaşın ilk gününden beri seni düşündüm. Ne zaman sana geri döneceğim
ve başını göğsiime bastıracağım? Belki de hiçbir zaman. Savaş var... Bizim
tank ilk olarak düşman üzerine yiirüdiiğünde, seni, benim biricik sevgilimi
daha çabuk görebilmek için olabildiğince çok Nazi öldüreyim de, savaşı bir
an önce sona erdireyim diye iizerlerine makineli tüfekle ateş ettim. Ama ha­
yallerim gerçekleşmedi. Tankımız düşman ateşiyle sarsıldı , ama biz hala ha­
yarıayız. Mermimiz kalmadı , fişekler azaldı. Pavel, düşmana hedef gözete­
rek ateş ediyor ve ben "dinleniyorum" ve seninle sohbet ediyorum. Bunun
sonuncu sohbetimiz olduğunu da biliyorum. Seninle çok uzun konuşmak isti­
yorum ama, zaman çok /.tısa. Tren istasyonunda nasıl veda/aştığımızı hatırlı­
yor musun ? O zamanlar, seni sonsuza kadar seveceğimi söylediğimde, söz­
lerime tanı inannıamışt111. Bütün bir ömür boyunca yalnızca sana ait olmam
için nikah dairesinde evlenmemizi teklif etmiştin. Ben de senin isteğini mem­
nuniyetle yerine getirmiştim. Şimdi, karı koca olduğumuzu belirten bir bel­
gemiz vaı: Ne iyi. Uzaklarda herhangi bir yerde seni düşünen biri olduğunu
biliyorsan, öliim hoş geldi sefa geldi. "Sevilmek güzel bir şey. "
Tankta açılan delikten caddeyi, yeşillenmiş ağaçları , bahçedeki rengarenk
çiçekleri görüyorum.
Yaşam, savaştan sonra da aynen bu çiçekler gibi rengarenk ve mutluluk
dolu olacak. . . Bunun gerçekleşmesi uğruna çekinmeden ölüme gidebilirim ...
Ağlama ... Belki de benim mezarımı hiçbir zaman ziyaret edemeyeceksin?
Bir mezarım olacak mı acaba, kim bilir?

Aleksander Golikov, bu mektubu yazdtktan üç saat sonra tankının içinde


öldü.

1 05
reve hazırdı. Bu sayı, Almanların Doğu Cephesi'ndeki toplam
tank sayısının neredeyse iki katına denkti. B ir Rus tank tümeni
en az 400 tanktan oluşuyordu. Guderian 'ın tank birliği, toplam
olarak 850 tanktan oluşan 5 tank tümenini kapsıyordu ve 400
k ilometre uzunluğundaki bir alana yayılmışlardı. Tankların ka­
litesi açısından da, durum hiç de Almanların lehine görünmü­
yordu. Örneğin, Pavlov' un komutasındaki yeni T-34 ve 66 ton
ağırlıklarıyla tam bir canavarı andıran KW tipi tanklar, Sovyet­
lerin ürettiği en modern tanklardı. Bu tanklara karşı Alman
tanksavarlannın yapabileceği fazla bir şey yoktu.
Yalnız, B ialistok ve Lemberg cepheleri önemli bir dezavan­
taja da sahipti: B u cepheler, Sovyet cephesinin çok uzağında,
derinlemesine batıya doğruydu. Genelkurmay B aşkanı Halder,
bu cepheler için güncesine "balkonvari" şeklinde bir not düş­
müştü. Bu da Sovyetlere savunma için ideal bir zemin yaratı­
yordu. Operasyona dayalı modern taarruz hareketlerinde hare­
ketli birliklere komuta etmede usta bir asker olan Pavlov, Hal­
der ' in de dediği gibi, "bu balkondan batıya sıçramış ve süvari
birliklerini anında ileri saflarda harekete geçirmeyi başarmıştı."
Sovyet ordu birliklerinin kademeleri, Almanlar açısından
Stalin 'in taarruz planlarını anlamada fikir verici bir özelliğe sa­
hipti. Ama bu, bir tehlikeyi de içerisinde barındırıyordu: "Bal-

'\��§�!fl�lil!��
·x-�:l:�:.f1·=�!1����Fi.�-: :�:.-:�
·
�!:'.::: ��
it ! · :'
�f�B-�:�f{���:: : : : : : �������1�
·
. . ·ı � ti• • ı�i•
· :; · ·: - a·-:-·. · .:.;>:.:-::::: = · :.=- · '.·=-
-/ =:-.::
s ıhij iii ii �iö
- : -:.: ·'.: < : :·'. .: : '.·'. · bp· :: ::.ij,: ·:-:· ::'.(.#:R);.:··: "· · -��·••·•·•·•·.
.
i ti� hıag
.
en
- :;=
?Der Fülj.rat ,ett�fe �op� vor '.b�iSÇ�e\'VjStiSc,her Jılvasi�� .
. .• • •zw!ı ··�����· �t���··• i • ;f�� ı�ı�ı�r.sı���e;,· · ·• • ·• ·•
Alman propaganda mekanizması, Sovyetlere yapılan saldırıyı, "önleyi­
ci tedbir savaşı " olarak haklı göstermek için büyük bir çaba saıfedi­
yordu.

1 06
A lmanlar "sportif bir başarı " kazanmışçasına gururla yürüyorlar
(solda). Piyade taarruzu (sağda).

Sürekli artan sıcağın altında günde 50 km kadar yol kat ediliyordu.

1 07
Bozuk yollarda ikmal sevkıyatı.

1 08
kanlar", Alman birliklerini üç yandan kuşatıyordu. Motorize
birlikler, bütün bir alana yayılabilecek ve hareket edilecek ka­
nalları kesebilecek güce sahiptiler. Hitler, bu tür alan operas­
yonları yapılmasını istemişti. B ialistok cephesinin kavşak teşkil
eden noktalarında, Alman taarruz anlayışına uygun ideal koşul­
lar mevcuttu: Hızlı ve hareketli tank birlikleri, düşman cephesi­
ni ortadan yarıp kıskaca alacak bir hareketle düşmanı kuşatarak
kavşak noktalarına saldıracak ve Sovyet birliklerini çembere
alacaktı. Kuşatma çemberi sağlamlaştırıldıktan sonra, içerde
kalan Sovyet birlikleri Alman p iyade tümenleri tarafından yıp­
ratılarak bozguna uğratılabilirdi. Bu sırada tankların hücumu da
devam etmeliydi. Guderian da verdiği saldırı emriyle buna ben­
zer bir operasyonu başlatmıştı. B i alistok ve Minsk'e yapılan
ç ifte saldırı, Doğu Cephes i ' ndeki ilk kuşatma operasyonlarına
başlangıç teşkil ediyordu.
Guderian' ın tank birliklerine bağlı 1 7. Tank Tümeni, 26 Ha­
ziran ' da M i nsk ' in güneyine ulaşmıştı. Ayn ı sırada, Hoth ' un
grubuna bağlı olan 20. Tank Tümeni ise Beyaz Rus başkentinin
kuzeyinde savaşıyordu. Rusya seferinin başlamasından dört
gün sonra, bu iki tank birliği B ialistok ve Minsk' te savaşmakta
olan Rus birliklerinin arkasındaki kavşak noktasını kapatıyor­
lardı. İçerisinde 43 tümenden oluşan dört ayrı Sovyet ordusu­
nun bulunduğu bir ç�mber oluşturulmuştu.
Anlatırken çok kolay gibi görünen ve genelkurmay haritala­
rında yalnızca bir iki küçük çizgi ile ifade edilen bu olay, ger­
çekte eşine benzerine rastlanamayacak ölçüde büyük bir gücü
gerektiren bir eylemdi. B u hızlı savaş, istihkam birliklerince
hiçbir biçimde sağlamlaştınlmamış yollarda gerçekleşiyordu ve
kavurucu güneşin altında devasa toz bulutları oluşuyordu. Hava
filtreleri bu durumda hiçbir işe yaramıyor ve savaş araçlarının
çoğunun motoru iflas ediyordu .
İlk hafta içersinde, toz toprak ve teknik arızadan dolayı çalı­
şamaz hale gelen tank sayısı, düşman tarafından vurulan tank
sayısından daha fazlaydı. Rusya seferinin başlarında düşmanı
savaşmadan kaçmak ya da direnmeden teslim olmak zorunda
bırakan hızlı zaferlerin, araçların bir gezinti temposu ile hare­
ket etmeleri sonucu elde edilmediği açıktı.

1 09
Ukrayna' ya girişlerinde Almanlar birçok yerde dostça karşılandılar: Er
Karl-Heinz Böse!, fotoğraflarının altına, "Sevinç gösterileri ve Hitler
selamı ile karşılanıyorduk" diye yazıyordu (ortada ve yukarıda solda).

1 10
B unu gerçekleştiren, özellikle arkadan gelen Alman birlikle­
riydi. Onların görevi, çember içinde sıkışmış olan düşmana bi­
tirici darbeyi vurmaktı. Bunun gerçekleştirilmesi için de, tank
birliklerinin oluşturdukları bu çemberin, piyade tümenlerince
doldurulması şarttı . Askerler için bunun anlamıysa şuydu:
"Adına yol bile denilemeyecek kadar bozuk yollardan geçerek
saldırılar düzenlemek, aşırı sıcağa ve ağır yüke rağmen dur­
maksızın ilerlemek, sık sık düşman ateşine maruz kalmak ve
sürekli olarak, önlerine çıkan her ormanlık bölgede pusu kur­
muş düşman birlikleri tehlikesi ile karşı karşıya olmak.
Alman birliklerinin görevi , ulaşmaları gereken hedeflere
ulaştıklarında .da bitmiyor; bu kez de, her türden yarma girişi­
mini önlemek için çemberi güçlendirme görevi başlıyordu. B u
tür yarma girişimleri sırasında inanılmaz sahneler yaşanıyordu.
Rus askerleri, hiçbir tarık desteği olmaksızın, "çember karakol­
larının" bulunduğu mevzilere doğru ilerleyip, direkt Alman ma­
kineli tüfek ateşinin kucağında buluyorlardı kendilerini. B ir Al­
man askeri bu durumu şöyle anlatıyordu: "Ruslar, adamlarını
topçu desteği olmaksızın karşı saldırı için ileri sürüyorlardı ve
bu durum 1 0- 1 2 dalga halinde tekrarlanıp duruyordu. Bunlar,
kısmen eğitimsiz acemilerdi ve el ele, kol kola -tüfekleri sırtla­
rında- bizim makineli tüfeklere doğru koşturuyorlardı. "
Sovyet subay v e komiserleri, askerlerini Alman hatlarına iş­
te böyle sürüyorlardl>Bunlar, tereddüt içerisinde olan ve bunun

F. W. Christians

Bizim tank birliği yönünü Ukrayna'ya çevirmişti. Bura­


da, Uman yakınında, asla unutamayacağım ilk büyük ku­
şatma çarpışması yaşanıyordu. Büyük sayıda ilk esir alma
olayı burada gerçekleşti. Genç askerler olarak bizler, hem
topçularımızın hem de hava kuvvetlerimizin müthiş bir şid­
det ve kararlılıkla elde ettikleri askeri üstünlük ve büyük
bir hızla ilerleyişleri karşısında hayran kalmıştık. Tabii,
bunun bir de acı yanları vardı; ilk ölüleı: Hem A lman hem de Rus tarafında
çok sayıda ölü olması, biz genç askerlere, burada b;.-i neyin beklediği konu­
sunda yeterince fikir vericiydi.

111
sonucunda Almanlarca katledilenlerin gerçekleştirdikleri, aske­
ri açıdan tamamen mantıksız ataklardı. Yalnızca, zırhlı birlikle­
rin geceleri yaptığı yarma hareketleri başarılı oluyordu. Alman
generalleri, " Rusları ormanlık bölgelerden ç ıkararak, bıkıp
usanmadan devam ettirdikleri yarma hareketleri için gerekli ze­
mini ellerinden almalıyız" görüşündeydiler. Ancak piyadeler
burada, sertçe çarpışan ve iyi mevzilenmiş bir düşmanla karşı
karşıya kalıyorlardı. Sovyet birlikleri, B ialistok ve Minsk ara­
sındaki oldukça sık bir ormanlık bölge olan Bialovieza Orma­
nı ' nda kendilerini çok iyi kamufle ederek mevzi almış durum­
daydılar. Sovyet direnişçileri , görünmeleri mümkün olmayan
bu alanda mevzilerine yerleşerek, adeta nefeslerirıi tutmuş, Al­
manların atış menzillerine girmelerini bekliyorlardı. B u dakika­
dan itibaren topçu ateşi hiçbir işe yaramayacaktı. Göğüs göğüse
bir mücadele başlayacaktı. Sovyet gözetleme noktalarının tek
tek "devre dışı bırakılmaları", yani, buralardaki gözcülerin öl­
dürülmeleri gerekiyordu. Görüş alanı olmayan bu gözetleme
noktalarındaki askerlerin çoğu, sayısal üstünlüğe sahip düşma­
na karşı koymaya devam ediyorlardı . Sovyet yönetimi "Ya dire­
niş ya ölüm" parolasıyla savaşma emri vermişti. Halder, Sovyet
ordusunun bu savaşta hangi amaçla çarpıştığını anlamakta ge­
cikmemişti: "Düşman B ialistok cenderesinde yaşamını kurtar­
mak için değil, zaman kazanmak için çarpışıyor."
Sınırdaki mevziler düştükten sonra, cephe gerisinde çok kade­
meli bir savunma organizasyonu yapabilmek için Sovyetlerin
zamana ihtiyacı vardı. General Halder, 3 Ternmuz'da, notları ara­
sına şu satırları düşmekte çok aceleci davranmıştı: "Bütün itiba­
rıyla baktığımızda artık şunu söyleyebiliriz ki, düşman, Bialistok
kavşağında e kuçük parçasına kadar halledilmiş olup, Rus ordu­
larının çok büyük bir bölümü parçalanmış durumdadır. "
Halder, zaferi çok erken kutlamıştı. Bialistok ve Minsk 'te
çember içine alınan birliklerin, sistematik hareket eden Alman
birliklerine karşı hiçbir şansları yoktu, ancak çok sertçe karşılık
veriyorlardı. Direnişlerinin kırılma noktasına gelmiş olması,
özellikle komuta kademesinin o sıralarda çok büyük bir şaşkın­
lık içinde hareket ederek, önce duraklayıp sonra birbiriyle çeli­
şen emirler vermesinden ve sonunda da cephe üzerindeki haki-

112
Riclıard Zajac, İstihkamcı

Biz bir yerden geçerken, yolun saygılı bir biçimde boşal­


tıldığma birkaç kez tarıık olmuştıım. Kadınlar. erkekler ve
çocuklar yolların kenarına çekilerek bekliyorlardı. Çiçekli
kızlar, içmemiz için sıı ve süt getiriyorlar ve elimize yumur­
talar tutuşturuyor/ardı. Kendimizi, Almanya' da bir tatbi­
kata gider gibi hissediyorduk. Sık sık evlerden gramofonlar
getirilir ve biz meydanın 011asında ya da küçük kulübemsi
evlerde kızlarla dans ederdik.
Küçük bir Ukrayna köyüne vardığımızda, genellikle bizim için masalar
donatılmış o/ıırdıı. Evlerden içeriye girildiğinde, genellikle solda büyük bir
salatalık yığı111, sağda ise büyük bir domates yığııiıyla karşılaşılırdı. Masa,
zemini aşınmış olan biiyiik odada olurdu. Masamn üzerinde genellikle güzel
bir örtü ve onun üzerinde de ekmek, tuz, bir bardak süt ve kır çiçeklerinden
bir demet bulunurdu.
Ancak. fethedilen bölgelerdeki bu hava çok geçmeden bozuldu. Hasattan
sonra, elde edilen iiriin bir yerde toplandı ve Almanlar tarafından el konul­
du. Halkın buraya yak/aşmas111a izin verilmedi. Bu, üyelerinin kahverengi
üniforma ve sııbay şapkası giydiği özel Nazi örgütlerinden biri olan "Altın
Sülünler"in bir marifetiydi. Binlerce kişinin onlar yiizünden öldüğünü düşü­
nüyorum. Çünkü, açlık çeken halka hiçbir şey verilmiyordu. Bölge sakinleri
tahıl ambarlarına yaklaşmak isredik/eriıule, "A/t111 Siiliinler" bu insanlara
dipçiklerle girişiyorlardı . Bu olaylar, partizan hareketinin doğuşunun da
habercisiydi. Onlar. Nazi özel birimlerinden önce yoktular. Çünkü, ,.Ukray­
na ' daki insanim� ilk başlarda bizim geldiğimize çok memnundulm: Oyle ya,
biz komünizmi ortadan kaldırmak için gelmiştik.

mi yetini tamamen · kaybetmesinden kaynaklanıyordu. Kuvvetle­


rini bir araya toplamak yerine, sürekli olarak bir biriyle kenet­
lenmiş ·birlikleri aynştınyorlar ve böylece kendi cephelerini da­
ğ ı t m ı ş o l uyorlard ı . B u da A l m a n l ara ilk başl arda, General
Jodl 'ın insan onurunu hiçe sayan ve askerlik onuruyla kesinlikle
bağdaşmayan sözleriyle belirttiği gibi şu hareket tarzını olanaklı
kılıyordu: "Kızılordu parçalara ayrılacak ve paketlenecektir. "
Doğu seferindeki kuşatma savaşında yaşanan tarihte eşi ben­
zeri görülmemiş bu kanlı katliamın sona ermesi, ancak 8 Tem­
muz 'da mümkün olabilmişti.
Orta Ordular Grubu'nun sayısız zafere imza atan komutanı
Feldmareşal von B ock ' un gün lük emir ve talimatları yazdığı
defterinde bu konu ile ilgili şu satırlar yer almakta: "B ial istok
ve M insk'teki ikili cephede çarpışmalar sona erdi. Orta Ordular

1 13
Rusya ile savaşın birinci haftası dolarken , yaralı Almanların sayısı 30
bini bulmuştu.

Grubu burada, yaklaşık 32 avcı tümeni, 8 tank tümeni, 6 moto­


rize ve mekanize tugay ve 3 süvari tümeninden oluşan dört Rus
ordusuna karşı savaştı. B unlardan 32 avcı tümeni, 7 tank tüme­
ni, 6 motorize ve mekanize tugay ve 3 süvari tümeni tamamen
yok edildi." Buradan da aniaşıldığı üzere, yalnızca bir tank tü­
meni kurtulabilmişti. Alman kuvvet komutanlığı 3 gün sonra,
323 bin 898 askerin esir alındığını açıklıyordu. B unun yanı sıra,
3 bin 332 tank ve bin 809 top da Wehrmacht tarafından kısmen
yok edilmiş, kısmen de ele geçirilmişti. OKW, bu sayılar ışığın­
da zafer ilan etmişti: "Doğuya yapılan bu hamle sonucunda ger­
çekleştirilen yok etme savaşında dünya çapında önemli bir ba­
şarı elde edilmiştir." Savaşın başlangıcında silah altına alınmış
olan Sovyet kuvvetlerinin neredeyse yarısının iki hafta içerisin­
de öldürülmüş ya da esir edilmiş olduğu ve daha önce de 1 88
Kızılordu tümen ve tugayından yalnızca 99 'unun kalmış olduğu
gerçeğinden aldığı güçle, Halder bu ilk zaferin ardından günce­
sine şunları yazıyordu: "Rusya seferinin iki hafta içerisinde za­
ferle sonuçlanacağını söylersem, abartmış olmam . "
Görünen oydu ki, aynı görüşü Stalin d e paylaşıyordu. Polit­
büro üyesi Beriya'nın daha sonra anlattıklarına göre, Minsk'te­
ki felaket tablosu ortaya çıkmaya başladığında, Sovyet diktatö­
rü teslim olmaya ve Batı Rusya 'nın büyük bir bölümünü Hit­
ler'e bırakmaya hazırdı.

1 14
" Bütün bir halkın büyük savaşı ... "

Kızılordu 'nun askeri açıdan durumu, Alman saldırısının baş­


lamasından bir hafta sonra tam bir felaket arz ediyordu. Ancak,
Sovyet yönetimi yavaş yavaş şoktan çıkmayı başarmıştı. Stalin,
kendi kendine uyguladığı sürgün hayatından çıkıyor ve inisiya­
tifi yeniden eline alıyordu.
Koordinasyonun daha iyi sağlanması için Devlet Savunma
Komitesi STAVKA kuruluyordu. Bu "askeri politbüro"nun ba­
şında, birkaç gün sonra Yüksek Sovyet'te kendisine Halk S a­
vunma Komiseri unvanının verilmesini sağlayacak olan Stalin
yer alıyordu. Yeniden bütün dizginleri kendi eline almıştı. B u
arada, cephede de yeniden yapılanmaya gidilmişti: Devlet Sa­
vunma Komitesi, her birine ayrı bir yüksek rütbeli subayın ko­
muta ettiği üç ayrı kademeye ayrılıyordu. Kuzeybatı Cephe­
si ' n in komutanlığına Mareşal K liment Voroşilov getirilirken,
Güneybatı Cephesi 'nin komutanlığını Semyon Budiyeni üstle­
niyor ve B atı Cephesi Merkez Komutanlığına ise Savunma Ko­
miseri Timoşenko ' nun bizzat kendisi bakıyordu.
Bu yeniden yapılanma çerçevesinde komuta kademesindeki
bir çok general görevden alınmış, bunlardan bazıları intihara
kalkışıp "gönüllü" olarak ölüme gitmişlerdi. Cephenin orta ka­
demesine komuta eden General Pavlov da ölümü seçmek zo­
runda kalmıştı. Zor durumlardaki kurtarıcı rolü ise, Korgeneral
A. İ. Jeremenko 'ya biçilmişti. Stalin, 1 . Cephe Ordusu 'nun ko­
'
mutanı olan bu generali, 27 Haziran' da görevinden aldırmıştı.
Savunma B akanı Mareşal Timoşenko, bir talimatla şaşkın du­
rumdaki generale yeni görevini açıklıyordu: "Batı Cephesi ' nde­
ki başarısızlığın temelinde, sınır bölgesindeki komutanların on­
lara verilen görevler için yetersiz oluşları yatmaktadır. Düşma­
nın ilerleyişini durdurun. " Jeremenko, Savunma Bakanı tarafın­
dan açıklanan bu yeni görev dağılımı karşısında tereddüdünü
gizlememişti: "Beyaz Rusya elden gitti. Batı Cephesin 'de sava­
şan 4 ordu dağıldı. Düşman, Smolenk'e doğru ilerliyor ve bi­
zim elimizde orayı koruyacak gücümüz yok."
Durumun bu kadar kötü olacağı aklının ucundan bile geçmez­
di! Pavlov, yetenekli bir general olarak tanınırdı. Kızılordu ' da,

1 15
Else Fritz, Singen

Yıl 1 94 1 ' di. Nişanlım da, diğer birçok arkadaşı gibi Rııs­
ya'ya gitmişti. 1 7 Temmuz' da oradan bana şunları yazmış­
tı: "Yarın, 25 yıl önce aynı tarihte, babam Birinci Dünya
Savaşı ' nda öldürücü bir yara almıştı. " Yazısı, diğer mek­
tuplarındakinden farklı olarak küçük ve titrekti. Bu tarih­
ten korkuyordu. 1 8 Temmuz' da, aldıkları bir görevle, bir­
kaç arkadaşıyla birlikte bir araziyi boydan boya geçmek
zorunda kalmışlar. Orada bir çukurda bir Rus saklanıyormuş ve ona ateş et­
miş. Nişanlım başmdan vurulup ölmüş. Henüz evli olmadığımız için resmi
tebligat annesine yapılmıştı. Bense olayı telefonda öğreniyordum: "Theo şe­
hit düştü." Onun olduğu gibi, benim de hayatım bitmişti. O 26, ben 21 ya­
şındayçiım. Arkadaşları onu gömmüşler ve bana da bir fotoğraf göndermiş­
lerdi. limen Gölü' nün kıyılarında bir yerde, kayın ağacından bir haç ve bir
demet kır çiçeği. Ona gönderdiğim mektuplar, üzer/erine "Büyük Almanya
için şehit düştü" şeklinde bir kayıt düşülmüş olarak geri gelmişlerdi. Savaş
sürüyordu.

"Sovyet Guderian'ı" olarak nam salmış biıi olarak, ona gerçekten


yeteneksiz denilebilir miydi? Jeremenko buna inanamıyordu.
Stalin'in Almanların saldıracağına i lişkin uyarılan reddettiğinden
habersizdi. Selefınin suçsuzluğunu çok sonra anlayacaktı. Anıla­
rında bundan şöyle söz eder: "Sınır birliklerini alanna geçirecek
emir daha erken verilmiş olsaydı, her şey çok başka olurdu." Söz
konusu emrin neden geç verildiği sorusu, Haziran 1 94 1 'de Jere­
menko 'nun kafasını meşgul etmemişti. O zamanlar, çözüme ka­
vuşturması gereken çok daha acil sorunlar vardı.
B ütün bu gelişmeler, Moskova halkı arasında huzursuzluk
yaratmıştı. Ortalıkta, Stalin' in gücünü kaybettiği, çöküş içeri­
sinde olduğu ya da kaçtığı yolunda söylentiler dolaşıyordu. Sta­
lin ' in sürgünde olan rakibi Troçki ' nin, Lenin'in mirasına sahip
ç ıkmak ve Stali n ' in yerine geçmek üzere Moskova'ya doğru
yola çıktığı söyleniyordu. Haziran sonlarında, Stalin ' in nerede
ol duğunu kimse bilmiyordu. Gözden tamamen kaybolmuştu.
Ancak, 3 Temmuz ' da yeniden ortaya çıkıyor ve bu tür söylenti­
leri çıkaranları yalancılıkla suçluyordu. İki hafta sonra suskun­
luğunu bozan Stalin, saat 6.30'da radyodan Sovyet halkına ses­
leniyordu: "Faşist Almanya ' ya karşı yürüttüğümüz savaş, diğer
bilinen savaşlarla karıştırılmamalıdır. Bu yal nızca iki ordunun

1 16
Almanlardan kaçış.

karşı karşıya geldiği bir savaş değildir. Aynı zamanda bütün bir
Sovyet halkının faşist Alman birliklerine karşı savaşıdır. "
S BKP Merkez Komitesi, 29 Haziran 'da, iyi bir propagan­
dacılık örneği sergileyerek, Hitler Almanya'sına karşı yürütülen
savunma savaşını, "anavatanın büyük savaşı" olarak açıklıyor­
du. Stalin de, 3 Temmuz'daki konuşmasında, bu milliyetçi söy­
leme başvurmuştu. Diktatörün bu söylemi çok yeniydi ve Sov­
yet vatandaşlarının alışık olmadığı türdendi. Dinleyicilere "yol­
daşlar" olarak değil, "kardeşler ve bacılar" olarak sesleniyordu.
Artılc komünist enternasyonalizmi pek kullanılmıyor, o zamana
kadar daha çok hakaret edi lerek kullanılan bir kavram olan
"ulus" kavramına, kurtarıcı olarak başvuruluyordu. Amaç, yeni
bir toplum ruhu yaratmak ve düşmana topluca karşı koymaktı.
Düşmana karşı koyma görevinin yalnızca düzenli askeri birlik­
lerin üzerine yıkılmaması, "her an ve her yerde" partizan savaş­
ları verilmesi yönünde çağrı yapan ve düşmanın ilerleyişini ön­
lemek için köprülerin ve yolların havaya uçurulmasını isteyen
Stalin, temel olarak şu talepte bulunuyordu: "Derhal, bütün ça­
lışmalarımızı savaşa göre ayarlamak zorundayız. Her şey cep­
heye ve düşmanın paramparça edilmesi amacına uygun olarak
düzenlenmelidir. Taşınması mümkün olmayan her değerli şey,
mutlaka tahrip edilmelidir. "

1 17
Günther Sengpiel, Araç Sürücüsü

Konvoy durmuştu. Sürücüler araçlardan inmiş, uyuşmuş


bacaklarını hareket ettiriyor ve aralarında sohbet ediyor­
lardı. Yolun kenarında büyük bir buğday tarlası vardı. Tar­
lanın içinden, elleri havada çıkan bir grup Rus askeri yola
doğru gelmeye başladılaı: Bazıları kan içindeydi. Kimileri
ise neredeyse sürünür vaziyetteydiler. Yolda yaya olarak
bekleyen silahlı bir SS grubu vardı. Bunlaı� teslim olmak
isteyen bu askerlerin tümünün üzerine, hatta yaralı olan"larına bile kısa me­
safeden ateş açtılar. Bizim bu duruma karşı çıkmamız üzerine, SS mensupla­
rı bize karşı da tehditkar bir tutum içerisine girdiler.

Bu, her şeyden önce kendi topraklarını ateşe vermeye dayalı


bir politikaydı. Bu politika, İmparator Napolyon' a korkunç bir
yenilgi tattırmıştı. Napolyon da ilk başta büyük bir başarı he­
deflemiş, ama en sonunda tam bir felakete sürüklenmemiş miy­
di? Hitler ' in Wehrmacht ' ı ile Napolyon'un " Muhteşem Ordu­
su" arasında gerçekten de çok şaşırtıcı bir bağlantı vardı: Ben­
zerlik, yalnızca saldırı tarihinin aynı gün olmasıyla sınırlı değil­
di, aksine, saldırının rotasını belirleme noktasında yapılan se­
çim de birbirine benziyordu.
Gururla mı, yoksa sıkıntıyla mı yazdığı bilinmez ama, Hal­
der defterine, kuzeyde Kovno ve Vilna 'nın 1 20 yıl önce Napol­
yon 'un fethettiği aynı günde alındığı notunu düşüyordu. Ruslar
ise, bu tarihsel benzerliğin kendi lehlerine bir sonuç doğuracağı
düşüncesindeydiler. Stalin, sürekli olarak Napolyon örneğine
göndermelerde bulunuyordu. Rus halkının Korsika ordusuna
karşı nasıl zafer kazandığını anlatmadan duramıyordu. Sevgili
anacıkları Rusya'ya saldırma cüretini gösteren Hitler ordusunun
sonu da aynı olacaktı: "Hitler de Fransız İmparatoru gibi yenil­
mez değildir." Bu dileğin gerçekleşme olasılığının ilk sinyalleri,
Moskova'nın 650 kilometre ilerisirıde alınmaya başlanmıştı.

" Her şey pamuk ipliğine bağlı... "

Minsk 'te ve kuşatma altındaki Bialistok' ta çarpışmalar sü­


rerken, 20. Tank Tümeni 'nin komutanı Korgeneral Stumpff ve
1 8 . Tank Tümeni ' nin komutanı Tümgeneral Nehring bir sonra-

1 18
Savaşın ilk haftalarında esir Minsk'te komünist parti
düşen askerler. militanlarının tutuklanışı.

1 19
Josef Fritsclı, Piyade İkmal Birlij?i

Vinizia tren istasyonunda sıraya dizildik ve bizi cepheye


gidecek birliklere dağıttılar. Derken, ağır silahlarla dona­
ıılmış gözcülerin , üstü açık yük vagonlarına tıkmaya çalış­
tıkları gri elbiseli bir iıısan koııvoyıı beliriverdi. Dalıa ça­
buk hareket etmelerini sağlamak için onlara vurııyorlaı:çiı.
Erkeklerin saçları sıfıra vurıılnıuştıı ve başları açıktı . On­
deki adanı, arkadakinin üst baldırları ü:erine gelecek bi­
çimde oturtıılııyorlardı . Sayısız erkek, bu biçimde vagonlara doldııruldular.
Daha sefere çıkacağımız ilk gün, bu durıım beııi derinden sarsmıştı . . . Pislik
ve aşırı sıcakla geçeı!. iki hafta sonrasmda, Bug kıyısındaki Pervomaysk'ta
ilk izin giinünıü:::.dii. Oğleııe doğrıı, makiıdi tüfek sesi duyduk. Ateş edilen
yere doğru gittik. Çimen yeşili üniformalı bir grııp polis, ki bu bir motorlu
birlikti, her yaştan ka.dın ı•e kucaklarında küçiik çocııklardaıı olıışan siville­
re ateş ediyorlardı. insanları bir çukurun kenarında sıraya diziyorlar ve
a111nda öldürüyorlardı. Sonra da onları topluca 2 metre derinliğindeki bu
çukura dolduruyorlardı. Bu insanların ne suç işlediklerini sormamı: üzeri­
ne. orayı terk etmemiz istendi. Bıı olayın ardından, kendimi tutamayıp kus­
tum . . .

Lev Kopelev, Rııs Yazarı,


O Dönemde Komiser

Daha savaşın ilk günlerinden it-i,baren, askerler ve halk


arasında propaganda ı•e. ajitasyon çalışmaları yapan özel
bir birimde göreı·/iydim. ilk ôaşlarda, daha çok merke:i
olarak Moskova' da hazırlaıııp gönderilmiş bildirileri dağı­
tıyorduk. Sonraları. bıı tür bildirileri kendimi: hazırlamaya
başladık. Bu iş için ö:el of.arak hazırlanmış kamyonlarda,
Sovyet askerlerine l'e Alman savaş esirlerine hitaben komışmalar ve ajit{.l,S­
yoıı çalışmaları yapıyorduk. Alman askerleri, yiirüttiikleri savaş111 , önleyici
tedbir savaşı olduğıına kes1n olarak inanmış görünüyorlardı. Biıe açıkla­
dıklarına bakılırsa, Kızılordıı' nuıı 150 tümenlik bir kuvvetle yapacağı saldı­
rıdan önce bu1111 önlemek için daha erken davranarak bu savaşı başlatmış­
lardı . Sovyet sınırına sevk edildiklerinde kendilerine, A /111011 birliklerinin
Sovyetler Birliği' nden geçerek Hindistan' a ilerlemeleri içiıı daha önce Sov­
yetler Birliği ile imzalanmış bir anlaşma olduğu söylenmiş. Ve bu insanlar
da buna inanmışlar. Bi:inı yapuğımız propaganda çalışmasımn amacı da,
Alman askerlerine hımwı bir yalan oldıığıınu anlatmaktı. Sonbahara doğru,
kafalarında ilk soru işaretleri oluşmaya haşlamıştı. \le nihayet kışın. bizim
daha önceden bir savaşa' hazır ol111adığımızı anlamışlardı , ki gerçek olan da
buydu. Çünkü. ilk 100 kilometre boyunca hiçbir ciddi direnişle karşılaşma­
mışlardı .

1 20
ki hedefi gözlerine kestirmişlerdi. 28 ve 29 Haziran günlerinde,
Hoth ve Guderian ' ın tank birliklerinin oluşturduğu kıskacı ta­
mamlıyorlardı. Minsk ' in güneyinde Beresina'ya doğru saldırı­
ya geçmişlerdi. Geri çekilmekte olan Napolyon ' un Muhteşem
Ordusu, tam burada, ünlü Kayın nehirciğinin yakınında, mahvı­
na sebep olan yenilgiye boyun eğmek zorunda kalmıştı. Neh­
ring' in tanklarına düşen görev, Fransız ordusunun başına gelen­
lerin Beresina üzerinden geçerken Alman birliklerinin de başına
gelmemesi için orada bir köprü ayağı oluşturmaktı.
Beresina'nm stratejik ve sembolik anlamı, Sovyetlerce çok
iyi biliniyordu. Dinyeper' in bir kolu o lan bu nehri geçtikten
sonra, Almaı'i tankları için Moskova 'dan önceki en büyük kent
olan Smolensk'e giden yolda hiçbir engel kalmayacaktı. 29 Ha­
ziran 'dan bu yana başansız Pavlov ' un halefi olan General Jere­
menko, birliklerine şu emri veriyordu : "Beresina üzerindeki ge­
çiş noktalan ne pahasına olursa olsun tutulsun ve Almanlar
nehrin kıyısında durdurulsun."
Varolan koşullar Almanlar açısından oldukça elverişsizdi.
Nehring'in 1 8 . Tank Tümeni , yaklaşık 1 00 kilometre düşman
bölgesini ortadan yararak geçmek zorundaydı. Komutana göre,
bir tür "intihar komandosu" harekatıyla, tamamen yalnız başına
yapılmak zorunda olunan bir operasyon söz konusuydu. Alman
öncü komandoları, iyi istihkam edilmiş Sovyet savunma hatla­
rına geldiklerinde yeni silahlarla tanıştılar: General Jeremenko,
T-34 tipi yeni tankları bölgeye sevk etmeyi başarmıştı. Yaklaşık
5 cm kalınlığındaki zırhıyla, Alman tanksavar ateşinin bu tarık­
lara etki etmesi imkansızdı. O ana kadar çok başarılı olan 37
mm' lik tanksavar toplarrnın mermileri, T-34' ün çelik gövdesine
çarpıp duruyorlardı. O zamarıa kadar oldukça etkili olan bu si­
lah, askerler arasında artık, "tank tıklatma aracı" olarak anılma­
ya başlamıştı. Bu tam yerinde bir alaycı yakıştırmaydı, ancak
ardında ölümcül bir gerçeği de barındırıyordu. Alman birlikleri,
Sovyetlerin bu mucize silahına karşı kendilerini nasıl savuna­
caklardı? T-34'ü alt edebilecek olan silah hangisiydi?
Almanların, bu yara al maz tankların nasıl durdurulacağını
çözmeleri için bir iki hafta geçmesi gerekmişti. Paletlere yapı­
lan nokta atışlarıyla şimdilik en azından onlan durdurabilmeyi

121
Willi Pötter, Motosikletli Haberci, 1 2 . Tank Tümeni

Stalin' in oğlunu -sanırım adı Jakov' du- götü_rmek üzere iki refakatçi su­
bay ile bir arazi aracı hazırlanması emredildi. iki motosikletli asker de ara­
ca eşlik edecekti. Bu motosikletlilerden biri de bendim. Kolorduda kısa bir
bilgilendirmeden sonra ordu karargahına doğru yola koyulduk.
Ordu karargahında esir ilk olarak temizlendi ve kendisine şarap, beyaz ek­
mek, tereyağı ve sucuk ikram edildi. Ayrıca ayakkabı ve bir de Alman askeri
paltosu verilmişti.
Biz devir teslim görevini yerine getirmiş olduğumuzdan, yeniden tümene
geri döndük. Yaşadığım bu olayı tabii ki ebeveyn/erime de yazmıştım. Bir­
kaç hafta sonra, onlar da bana resimli bir magazin dergisinden kestikleri
bir sayfayı postalamış/ardı. Dergi sayfasında, Stalin' in oğlunun Berfin' deki
havaalanında çekilmiş fotoğrafını görünce çok şaşırmıştım. Yazıda ise şöyle
deniyordu: "Boş yeı:e kan döküldüğünü gören Stalin' in oğlu, Almatı birlikle­
rine teslim oldu . " işte bir kez daha bir yalanla karşı karşıya idim. Oysa,
Stalin' in oğlu yakalanmamak için kendisine sivil bir kıyafet uydurmuştu. Bu
ne demek oluyordu. Savaş devam ediyordu ve daha ne yalanlar söylendiği­
nin anlaşılması için uzun yıllar geçmesi gerekecekti.

1 22
Partizan kurşunuyla ölen bir asker.

başarm ışlardı. Ardından, daha güçlü silahlarla genellikle bir


sonraki noktada yok edilebiliyorlardı. Sovyet komutanları, ilk
başlarda T-34'leri kullanırken taktik bir hata yapmışlardı: Al­
man tarafına yönelik saldırılarda bu etkili "çelik kaleleri " he­
deflerin üzerine daha fazla sayıda göndermek yerine, az sayıda
T-34 ile saldırmayı yeğlemişlerdi. Böylece, Almanlar tarafından
birliklerinden izole edilmek suretiyle, birleşik kuvvetlerce yok
edilmeleri mümkün.oluyordu. Üstüne üstlük, T-34 'lerdeki ni­
şancılar aynı zanrnnda aracın komutanlığını da üstlenmiş olduk­
larından, Sovyet tarafı çok daha uzun aralıklarla ateş edebili­
yordu. Oysa, içlerinde bir asker daha fazla personele sahip olan
Alman tarıklan, Sovyet tanklarının bir kez ateş ettikleri süre
içerisinde iki, hatta üç kez ateş edebiliyorlardı . Buna karşın,
Sovyetlerin bu modem tankı, yine de görünüş itibarıyla Alman
birlikleri üzerinde korku yaratıyordu. Ayn ı durum, ilk olarak
Smolensk'te denenen bir başka yeni silah için de geçerliydi.
Sovyet gizli servisi NKVD'nin kontrolü altında cepheye
sevk edilen yeni roketatar, çok büyük bir gizlilik içerisinde ge­
liştirilmişti. Resmi adı MN-3 olan bu silaha çok geçmeden yeni
adlar uyduruldu: Sovyet askerleri ona sevgi dolu " Katyuşa" adı­
nı takarken, Alman askerleri "Stalin Orgu" diyorlardı. Başlarda
yalnızca birkaç deneme modeli vardı. Ancak, yüksek kalibreli

1 23
1 24
Soldaki sayfa:
Telsiz baş111da demlen irken . . .
Ö nemli olan ulaşı labilir olmak!
(üstte).
Soluklanmak için verilen kısa bir
mola , mektup yazmak için iyi bir
fırsat (altta).

Sağdaki sıra: Kendi


yorumlarıyla asker fotoğrafları:
"İlk yaralanma. " ·

"Atış kütüğüne tünemiş avcı erleri. "


"Kendi elimizle ha:ırladığınıız
yeraltı sığınağı. "

Ulak ve atı. içiıı yemek saati.

1 25
Savaşın korkunç yiizii: Ö lü Sovyet askerleri. Çamuru aşayım derken
vurulmuş, yanmış, korkunç akibetlere uğramışlar.

1 26
Erich Mende

Smoleıısk çevresindeki çarpışmalar çok sert geçiyordu.


Alman tankları kenti ele geçirmişlerdi, ancak Kızılordu
birlikleri onların ana kuvvetlerle olan bağlantısını kesmiş­
ti. Alman JU 52 savaş uçakları Smolensk üzerinde uçuyor
ve orada sıkışan Alman tank birliklerine destek vermeye
çalışıyor/arken , bizim görevimiz de bu engeli kırmaktı .
Moskova' dan özel eğitimli birlikler buraya gönderilmişler­
di ve bu yüzden çok şiddetli çaıpışmalar yaşanıyordu. Bu genç insanlar şa­
şırtıcı derecede iyi savaşıyorlardı ve onlardan bir tek esir bile alamıyorduk.
Genç askerlerin bazıları koyunlarından el bombaları çıkarıyorlar ve Al­
manların eline tutsak düşmemek için kendilerini havaya uçuruyorlardı. Da­
ha yaşlı olanların bazılarını da, ellerini göğüslerine kavuşturmuş durumda
buluyorduk. Bizim tümen papazma, neden hepsinin koyunlarında toprakla
dolu bezden ya da deriden küçük kesecikler taşıdıklarını sormuştuk. O da
bize, bwııın eski bir Rus inancı olduğunu ve eğer koyunlarında memleketle­
rinden bir avuç toprak bulunan böyle hir kesecik taşırlarsa, öldüklerinde
sembolik olarak o toprağa gömülmüş olacaklarına inandıklarını söyledi. Bu
bizde derin bir etki uyandırmıştı. Her şey bir yaııa, bize büyük bir süıpriz
yapmak için savaşan bu Kızılordulular, düşündüğümüzden daha yiğitçe sa­
vaşıyorlardı. Bir Kızılordu birliği sıkıştırıldığında ya da çevresi kuşatıldı­
ğında, kesinlikle hemen anında teslim olmuyorlardı. Direnişteki kararlılık
dikkate değer nitelikteydi. Hele de o Sovyet bölüklerinin, Alman makineli
tüfek ve topçu ateşini hiçe sayarak hücum edişleri . . .

mermileri yaylım ateşiyle arka arkaya atabilen ve kulakları sa­


ğır edici derecede çok büyük bir gürültü çıkaran bu topçu sila­
hının yarattığı psi�lojik etki de çok büyüktü. Yanın saat içeri­
sinde otuzdan fazla' roketin gürültüyle üzerlerine yağması ve
patlaması karşısında, deneyimli askerlerin bile dizleri titriyordu.
Sovyetlerin üçüncü bir "mucize silahı" ise başka bir amaç
için geliştirilmişti. Savaştan önce Kızılordu bünyesinde benzin
ve fosfor birbirine karıştırılmak suretiyle bir deney yapılmış ve
partizan savaşında etlcili olabilecek yakıcı bir bomba üretilmeye
çalışılmıştı. B ir rastlantı sonucu, sıvı halindeki bu karşımın, ka­
palı bir şişeye konulduğunda tankları bile etkisiz hale getirebi­
lecek harika bir silaha dönüştüğü anlaşılmıştı. Ş işe, tankın çelik
gövdesine çarptığında kırılıyor ve içindeki sıvı motor bölümüne
ya da tankın içerisine sızıyordu. Bu karşım da hava ile temas
ettiğinde anında tutuştuğundan, çelik yığını bir anda yanmaya
başlıyordu. Bugün de hala gerilla savaşları ve sokak çatışmala-

1 27
Alman askerleri arasında korku ve dehşet
yaratan silahlar: "Stalin Orgu" (üstte) ve
"Molotov Kokteyli" (solda).

Sağdaki sayfa: Kızılordu'ya ait bir askeri


kamyon konvoyu, pike dalışlan yapabilen
A lman bombardıman uçaklarının yaptığı
bir saldırı sonrasında.

nnda kullanı lan bu benzin dolu şişenin


adı; " Mo lotov Kokteyli " idi. Ama bu
s i l ahın da çok büyük bir dezavantaj ı
vardı: Düşman tankının, kendisine şişe­
yi fırlatacak mesafede savunma hatları­
na yaklaşmasını beklemek gerekiyordu.
Ancak çoğu kez geç kalınmış o luyordu.
Bu üç etkili si lahın devreye sokulması ve Sovyet birlikleri­
nin savaşmadaki kararlı lıkları, Alman birliklerinin saldırı hmnı
yavaşlatm ıştı. Daha önce günde ortalama 50 ya da daha fazla
kilometre ilerleyen Alman tankları, artık günde yalnızca 30 ki­
lometre ilerleyebiliyorlardı. Ama, her yanda karşı tarafın kuv-

1 28
vetlerinin bulunduğu bir düşman toprağında ilerlendiği düşü­
nüldüğünde, bu yine de oldukça yüksek bir tempoydu. Yanıt
bekleyen bir soru da, Beresina' daki önemli köprülerin tahrip
edilmeden ele geçirilebilmeleri için bu temponun yeterli olup
olamayacağıydı.
Alman öncü komandoları, 1 Temmuz'da Bobruysk, Beresi­
na ve Borisov 'da nehre ulaşıyorlardı. Burada, çok sert bir dire­
nişle karşılaşıyorlardı. Borisov' da, Sovyetlerin bir tank okulun­
da eğitilmiş çok seçkin birlikleri savaşıyordu. B urada da Sovyet
tarafııtın aldığı tek ve kesin b i r emir vard ı : " Ya direniş, ya
ölüm ! " Ancak, köprüleri ve mevzileri tutma görevini başaramı­
yor ve ölüyorlardı. Alman komandoları, büyük kayıplar verme­
lerine rağmen, bir köprü başını ele geçirmiş, takviye gelinceye
dek elde tutabilmek için, durmaksızın saldıran Sovyet askerleri­
ne karşı burayı savunmaya çalışıyorlardı. Daha sonra, Sovyet
birlikleri Almanların giderek şiddetlenen yoğun topçu ateşine
maruz kalıyorlar ve topluca kırılıyorlardı. Köprü de böylece,
sapasağlam Almanların eline geçmiş oluyordu. Sovyet tarafı­
nın, kısa bir süre sonra gerçekleştirecekleri bir karşı saldırı için
köprülerini kullanmayı düşünmüş olmaları mı, yoksa köprünün
havaya uçurulması için gerekli emrin yine zamanında verilme-

1 29
miş olmasının mı bu sonucu doğur­
duğu anlaşılamamıştı. 3 Temmuz ge­
cesi, Guderian ve Hoth ' u n tankları
üç koldan Beresina 'ya giriyorlar ve
Ruslar bir yenilgi de burada yaşıyor­
lardı.
B ir sonraki hedef, y i ne tarihsel
bir öneme sahip olan, l 8 1 2 'de Gene­
ral Kutusov komutasındaki Çar or­
du larının Napolyon ' u n M uhteşem
Ordu 'sunu yendikleri S molensk 'ti.
Kentteki birliklerin komutanları, bu
kez top yekun bir savunma için emir
almışlardı. Timoşenko ve Jeremenko
Sovyet kuvvetlerini yeniden organi­
ze edip, daha doğrusu yeni ordular
oluşturup oraya evk edinceye kadar,
düşmanı orada tutmaları gerekiyor­
du. Yeni Sovyet komuta merkezi, Al­
manları durdurabilmek için Dinye­
per kıyılarına toplam 42 tümen yığı­
yordu. Aynı sualarda, Orta Ordular
Grubu 'na bağlı 1 0. ve 1 8 . tank tü­ İlk günlerde şehit düşenler.
menleri güneyden, 20. ve 7 . tank tü­
men leri ise kuzeyden S molensk ' e Yerel gazetelerde savaşta
saldınyorlardı. Ancak Sovyetler Ro­ ölenler için verilmiş
gatschev, Mogilev ve Orşa 'da çok ölüm ilanları.
güçlü savunma mevzi leri ol uştur­
.._. .,.,, )4. .. -..
... ...
muş lard ı . B aşarı lı da olu yorlard ı , ... e;�� .... �=-=��
..� .....
.....
çünkü, Almanlar bu Dinyeper geçit­ S"elk �ııaıauıı !4rf·ljci113 .ec
� w t. a. � - - - -.....- ­
lerini, alışageldikleri üzere ilk saldı­ °" � *- ......
-.. .... � � ;tı. 4wı. .,.._..
.,_ ...._ __ � ... ...,._.. .
==-:-�-w� bd �� ..
rıda ele geçirememişlerdi. Uzun sü­ .... .._. " .... ... :ı... -. >.-..c

reli bir kuşatma için de zaman yok­


tu, çünkü iyi donanımlı piyade bir­
l ikleri daha fazla bekleyemezlerdi .
B u orunun çözümü, b u savaş ın
bir karakteristiği olarak yine hare-

1 30
Tarihte Rusya'ya karşı düzenlenen büyük çaplı seferlerin yazılı olduğu
bir tahta. Tarihten ders mi çıkarılıyordu acaba?

ketli tank birliklerine kalıyordu. Keşif birlikleri, Sovyet savun­


ma hatlarındaki zayıf noktaları saptıyorlar ve Alman birliklerini
buralara yönlendiriyorlardı. Sonunda, Almanlar S tari, B i şov,
Şklov ve Kopis'te Dinyeper ' i geçerek düşman hatlarını kırıyor­
lar ve güçlü Sovyet mevzilerine ulaşıyorlardı. B u tehlikeli bir
operasyondu. Çünkü, saldırıya geçen Alman birlikleri, sağ ve
sol yanlarını sağlam durumdaki düşman birliklerine açık bırakı­
yorlardı. B unun sonucunda, onların ana kuvvetler i le bağlantı­
larının kesilmesi tehlikesi doğabilirdi.
Feldmareşal von Kluge, Guderian' ı uyarıyordu: "Yaptığınız
operasyonlarda her şey pamuk ipliğine bağlı. Karşı kıyıya ulaş­
manız durumunda da, çembere alınarak kuşatılma tehlikesi ile
karşı karşıya kalabilirsiniz. "
Ancak, Almanlar bölgedeki bu riski de ortadan kaldırıyor­
lardı. Yan taraflardan güvenliği sağlamak üzere iki süvari tüme­
ni görevlendiriliyordu. Hareket etmenin zor olduğu bataklık
arazinin kıyısında yer alan bu bölgede hareket edebilecek tek
kuvvet, atlı birliklerd i . Guderian ' ın tankları, yönlerini S mo­
lensk'e çeviriyorlardı.

1 32
Bitkin düşmüş askerler (üstte).
Birliklere henüz mürekkebi kurumadan dağıtılan gazetelerde yalnızca
:afer haberleri yer alıyordu (altta).

1 33
İşgal altındaki bölgelerde Yahudilerin durumu: Özel birlikler bölgede
(üstte); burada da sarı "Yahudi yıldızı " taşınması zorunlu (altta);

1 34
Almanlar burada da aynı savaş yön­
temine başvuruyorlardı : Savunma po­
zisyonundaki taraf, saldırıyı güneyden
bekliyorken ve kuvvetlerini daha çok
orada yoğunlaştırdığı sırada, işgalci ta­
raf güneydoğudan saldırıyordu. Topçu
birlikleri öldürücü darbeyi vurduktan
sonra, tank destekli Alman hücum kıta­
ları Dinyeper kıyısındaki kente saldırı­
ya geçiyordu. Topçu ateşi sonrasında
Sovyet direnişçilerinden sağ kalanlar -
düzenli ordu birlikleri, işçi milisler ve
güvenlikten sorumlu polislerden oluşu­
yorlardı- evlerde mevzilenerek, endişe
içerisinde kendilerini savunmaya çalı­
şıyorlard1.
A l m an l ar, sokak ç a t ı şmalarında
adım başı sert direnişlerle karşılaşıyor­
lar ve çok sayıda kayıp veriyorlardı.
Ama sonunda, 16 Temmuz' da son dire­
niş de kınlıyor ve Smolensk Almanla­
rın eline geçiyordu. Ancak, bu saldırıy­
la elde edilen tek sonuç bu değildi.
Smolensk ve Orşa arasında, bölgeye
yeni sevk edilen güçlü Sovyet birlikleri
Yahudiler aşağılanıyor de sarıl arak yeni bir çember harekatı
(üstte) ve yerlerinden başlatılmıştı. Ön saflardaki Alman tank
edilip sürgüne gönderi­ birlikleri, 1 5 Sovyet tümenini arkaların­
liyor/ar (altta). dan dolanarak kıskac<ı almışlardı. Artçı
piyade birlikleri bu kıskacı daha da sağ­
lamlaştırmıştı. Yeni bir dram yaşanıyordu. Sonuçta, Kızılordu
burada da 300 bin askerini ve 3 binin üzerinde de tank ve topu­
nu kaybetmişti. B u , iki hafta içerisinde yaşanan ikinci büyük
felaketti.
Der V ölkische Beobachter gazetesi, zaferi müjdeliyordu:
"Stalin orduları yeryüzünden silindi ."
Ancak, Almanları yeni bir sorun bekliyordu : Esirler ne ola-

1 35
Werner Sclımidt, Kıta Komutanı

Todt organizasyonunun kıta komu­


tanı olarak, Temmuz ortalarında Dü­
naburg' a geliyordum . Orada, daha
önce havaya uçurulan eski köprüyü
ek bir tahta köprü ile tamamlamakla
görevliydik. Bir gün öğleden sonra
heyecandan dili tutulmuş durumda
olan bir kadın içeriye daldı ve an-
cak, "Orada insanları bir araya top- ..
!uyarlar ve üzer/erine ateş ediyorlar" diyebildi. Uç kişi, olayı görmek için o
tarafa yöneldik. Yahudi oldukları belli olan bir grup erkek, bir kamyondan
hakaretlerle indiriliyor/ardı. Karşılıklı iki sıra halinde dizilmiş SS üyeleri
tarafından teslim alınan bu insanlar, öldürüldükleri söylenen Rusların me­
zarlarını çıplak elleriyle kazmaya zorlanıyorlardı. Bu Yahudiler, R usları öl­
dürmekle suçlanıyorlardı ve bunun için cezalandırılacak/ardı. Yqhudiler,
başlarına ne geleceğini bilmediklerinden dehşet içerisindeydiler. içlerinde
yaşlı olanların, yürekleri bu duruma dayanamadığı için kriz geçirerek öl­
düklerine tanık olmuştum. Geri kalanlar ise, SS subayları tarafından ense­
lerine kurşun sıkılarak öldürülüyorlar ve daha önce kendi kazdıkları çukura
yuvarlanıyorlardı . Kaçmaya çalışanlar da kaçarken vurulmuşlardı. Cesetle­
ri, kandan kıpkırmızı kesilen nehirde yüzüyordu. Oradan uzaklaştım. O za­
man 21 yaşındaydım ve bu gördüklerimi içim kaldırmamıştı. Orada bulun­
duğum yarım saat içerisinde, üç kamyon dolusu insan, aşağı indirilerek
kurşuna dizilmişti. Bu o kadar korkunç bir görüntüydü ki, o ana kadar nas­
yonal sosyalizmin ideallerine olan inancıma yönelik ilk soru işaretlerini
oluşturmaya yetmişti. Bizi ilk başlarda kurtarıcılar olarak sevinçle selamla­
yan sivil halk, tamamen şaşkın bir . haldeydi. Bir Alman olarak giderek daha
çok utanç duymaya başlıyordum. infaz mangasında görev a/Jpayı kimse içi­
ne sindiremiyordu. Bu işi tümüyle SS subayları üstlenmişti. Oyle sanıyorum
ki, hizi hile gözlerini kırpmadan öldürebilirlerdi.

caktı? Bu sorun, Nazi yönetimini pek de ilgilendirmiyordu, aç­


lıktan gebersinlerdi ! Böylece, bir çok Sovyet tutsak için ölüme
uzanan bir yolculuk başlamış oluyordu. Bu çok trajik bir yürü­
yüştü. Yenilmiş askerler, ucu görünmeyen uzun s ıralar halinde
harap olmuş savaş alanlarından geçiyorlard ı . D üşen köy ve
kentlerin harabeye dönmüş olmasını yalnızca savaşın doğal so­
nucu olarak görmek mümkün değildi. Askerler, bunda bilinçli
bir yok etme girişiminin de rol oynadığını görüyorlardı. Sovyet
komandoları ürün dolu tarlalara zarar vermiş, bentleri havaya
uçunnuş ve evleri ateşe vermişlerdi. Toplanan ekinler ise üzerin-

1 36
Askerin günlük yaşantısından kesitler:
Ukrayna halkı na yemek dağ ı tırke n ,
"anacık" v e "babacık" çiftçi kulübeleri­
nin önünde, cephe askerleri balesi.

den traktörlerle geçilerek ezilmişlerdi.


Hiçbir şey sağlam olarak düşman eli­
ne geçmemeliydi. Anlaşılan oydu ki,
yükselen ateşler, yalnızca Alman top
mermilerinin eseri değildi. B unlar ay­
nı zamanda, S talin ' i n emri üzerine
yapılan planlı bir tahribatın da sonuç­
larıydı.
Hitler, saldırı başlamadan önce,
Güney Orduları Komutanı Feldmare­
şal von R undstedt 'e şöyle diyordu:
"Siz yalnızca kapıya yüklenin yeter.
Ardından bütün o köhne yapı darma­
dağın olacaktır. " İ şte S molensk ' te,
Almanlar Moskova'ya açılan kapıyı
kırmış oluyorlardı. " B arbarossa Ha­
rekatı"nın ilk hedefi, böylece gerçek­
leştirilmiş oluyordu. 700 kilometrelik
bir yol geride bırakılmıştı. Sovyet
başkentine ulaşmak için yalnızca 300 kilometre kalmıştı. Al­
man diktatörünün öngördüğü gibi, o "köhne yapı" acaba ger­
çekten darmadağın olacak mıydı?

1 37
Zafer Yanılsaması

" Adolf ve ben uygun adım yürüyoruz ... "

Minsk ve Smolensk 'teki kuşatmaların zaferle sonuçlanması,


H itler ' in "Kurt İ ni"nde büyük bir sevinç yaratmıştı. "Tüm za­
man ların en büyük başkomutanı" zaferini i lan ediyordu: " Ken­
dimi düşmanı n yerine koymaya çalıştığımda, onun bu savaşı ar­
tık fiilen kaybettiğini görüyorum ." Gerçekten de, "B arbarossa
Harekatı"nın daha bu ilk haftalarında Alman askeri kuvvetleri,
karşı tarafın kuvvetlerini sertçe direnmelerine rağmen yok olma
noktasına getirm işti. Görünen oydu ki, Wehrmacht askerleri
karşı konulmaz bir biçimde zaferden zafere koşuyorlar ve her
geçen gün Rusya'nın daha da içlerine doğru i lerliyorlardı.
Başarılar, yaşanan bütün güçlükleri ve bu kan l ı taarruzun
kurbanlarını unutturmuştu. Ulaşılan başarıdan dolayı duyu lan
gurur ve bu seferin doğruluğuna olan inanç, memlekete gönde­
rilen asker mektuplarına da yansıyordu. 1 25 . Piyade Tüme­
ni ' nden bir onbaşı, ailesine şöyle yazıyordu: "Adolf ve ben bü­
yük düşmanımız Rusya 'ya karşı uygun adım yürüyoruz. B u
kez, b u Tanrı düşmanı gücü kesinlikle alt edeceğiz." Askerlerin
çoğu , "Führer"in iy imserliğini paylaşıyorlardı. Cephenin ön
saflarında bulunanların çoğu, zaferin çok yakın olduğunu düş­
lüyorlardı. Hatta, 7 1 4. Piyade Tümeni 'nden bir teğmen, şöyle
bir kehanette bul unmaya bile cüret edebiliyordu: Dört-beş haf­
taya kalmadan, Kremlin ' in üzerinde gamalı haçlı bayrağın dal­
galanacağını şi mdiden söyleyebi lirim. "

1 38
Ericlı Mende

Smolensk'teki çarpışmalardan sonra, ağustos ve eylül


aylarının tamamını. Vopi ve Dinyeper nehirlerinin aşağıla­
rında geçirmiştik. Durum çok sinir bozucuydu. Eylül ayı
oldukça yağmurlıı geçmişti. Yeri derin kazamıyorduk, çün­
kü 50 santimetrenin alıma indiğimizde su çıkıyordu. Ve de
devam etmek niyetindeydik. "Neden Moskova'ya iler/emi­
yomz" diyen askerler arasmda huzursuzluk baş gösterme­
ye başlamıştı. Oysa, Moskova ya/111zca 280 kilometre önümüzdeydi. Birlikte
neredeyse herkes Ağustos ya da en geç Eylül ayı içerisinde başkentte olaca­
ğımızı ümit ediyordu. Böylelikle, Kızı/ordu' nun direnme gücünün büyük bir
olasılıkla kırılacağına ina111/ıyordıı. Tank tümenlerinin buradan alınarak,
Ukrayna' da Kiev' e saldırmak üzere güneye doğru yönlendirilmiş o/ma/arı-
11a öfkele11iyord11k. Napolyo11' un da yaptığı gibi, ilk etapta Smolensk üzerin­
den direkt Moskoı•a'ya iler/enmemesini tamamen yanlış bir strateji olarak
değerlendiriyorduk.

Askeri açıdan durum, bu iyimserliği haklı çıkarır niteliktey-


di. Alman birlikleri cephenin tamamında ilerleme halindeydiler:
Kuzey Ordular Grubu, durmaksızın Leningrad 'a doğru ilerle­
mekteydi . Orta Ordular Grubu, Smolensk'ten sonra Mogilev 'i
de fethetmişti. Şimdi, yalnızca düşmanın karşı saldırılarına kar­
şı yan taraflarını güvenceye almakla meşguldü. Güney Ordular
Grubu ise, Kızılordu ' ya karşı en son yok edici saldırıyı bitirmiş
ve Uman ' ı kuşatma çemberine almıştı . Alman komuta merkezi­
ne gelen başarı haberleri , sayısal olarak büyük bir üstünlük sağ­
landığını gösteriyordu. Hava Kuvvetleri Luftwaffe'nin Komu­
tanı General von Waldau 'nun hazırladığı bilançoya göre, düş­
manın savaşın başlangıcından 30 Temmuz'a kadar geçen süre
içerisinde verdiği kayıplar şöyleydi:
Güney Ordular Grubu ' nun savaştığı cephede:
1 62 bin 689 Esir, 4 bin 574 Tank, 2 bin 894 Top .
Orta Ordular Grubu 'nun savaştığı cephede:
580 bin 9 1 0 Esir, 5 bin 57 l Tank, 4 bin 300 Top.
Kuzey Ordular Grubu ' nun savaştığı cephede:56 bin 320
Esir, Bin 8 80 Tank, Bin 200 Top.
Wehrmacht'ın resmi rakam larının abartılı oJduğu düşünülse
bile, yine de eldeki veriler şunu doğrulamaya fazlasıyla yetiyor­
lardı: Almanlar, yaln ızca beş hafta içerisinde ellerindeki araç

1 39
Yevgeni Dolmotovski,
O Dönemde Askeı� Bugün Yazar

Esir alınmamızın ardından, Sovyetler Birliği içerisinde çok kötü bir esir
kampına sürüldük. Kampın adı, Umanskaya Yama idi. Sonraki yıllarda bir
çok insanın burada açlıktan ölmesi nedeniyle Niirnberg davalarında da adı
geçmişti. Günde en fazla bir kereye mahsus olmak üzere, bulaşık suyunu an­
dıran oldukça sulu bir çorba veriliyordu. "Todt" adlı organizasyonun züp­
pece tavırlara sahip olan üyeleri tarafından gözetim altında tu[ulııyorduk.
Kollarında gamalı haç işareti taşıyorlardı ve çok acımasızlardı . insanlar al­
dıkları yaralardan, açlıktan ya da yorgunluktan ölüyorlardı.
Ben henüz şanslı sayılırdım . Yirmi günden daha az bir süre bu kampta
kaldıktan sonra, başka çarem kalmadığından kaçmıştım. Açlıktan ölmek ya
da izimi sürenlerin kurşunlarıyla can vermek arasında herhangi bir fark gö­
remiyordum. O zamanlar daha 24 yaşındaydım ve yaralı olmama rağmen
kaçacak gücüm vardı. Beni kurtaran , Ukraynalı bir çiftçi kadın oldu. Beni
son nefesine kadar oğlu olarak gördü, ben de onu ikinci annem olarak ka­
bul ettim. Çiftçi kadın, kendi hayatını tehlikeye atarak beni evinde sakladı.
Yaralarımı temizledi ve çeşitli bitkilerle iyileştirdi. Toplam iki subay ve iki
kaçağın yaralarını iyileştirmişti. Beni sağlığıma kavuşturduktan sonra, üze­
rinde doğu istikametindeki saldırı hattının işaretlenmiş olduğu bir okul ha­
ritası verdi. Bu haritanın yardımıyla , neredeyse seksen gün işgal altındaki
bölgede ilerledim. Cephe hattını geçtikten sonra, resmi kayıtlara ölü olarak
geçtiğimi öğrenecektim. Hatta, Moskova' daki Yazarlar Birliği' nde bir daki­
kalık bir saygı duruşu ile anılnıışım . .

sayısını arttırmışlardı. Savaşa 3 binden biraz fazla sayıda tankla


başlamalarına karşın, yalnızca üç hafta içerisinde bunun üç ka­
tına denk sayıda düşman tankını yok etmiş ya da ele geçirmiş­
lerdi. Top sayısı açısından da benzer bir durum söz konusuydu.
Sovyet birliklerinin elindeki petrol ve cephane daha ilk haftada
tükenmişti. Çok sayıda mühimmat deposu ilk saldın dalgasıyla
birlikte A lmanlar tarafından tahrip edilmiş ve eldeki toplam
cephanenin yüzde otuzu yitirilirken, petrol rezervleri yüzde el­
linin altına düşmüştü. Kızılordu' nun ileri hatlara gönderdiği ik­
mal malzemelerine büyük oranda zarar verilmiş ve binden fazla
Sovyet lokomotifi ele geçirilmişti.
Yaklaşık 600 kilometrelik hat boyunca, Almanlar 28 Sovyet
tümenini yok etmişler, 70 kadarının ise savaşma gücü yarı yarı­
ya azalmıştı. Stalin ' in bu kayıplardan sonra kendisini toparla­
yacağına kimse ihtimal vermiyordu. Rusya 'ya karşı zafer ga-

1 40
ranti altına alınmış görünü­
yordu.
B u sayı lar en azından,
bundan sonra da başarıyla
yola devam edileceğine da­
ir inancı artırıyor ve Alman
birliklerinde kısmen de olsa
büyük bir yankı uyandırı­
yordu.
Almanya'ya sık sık,
Smolensk 'teki 1 7 . Tank Tü­
men i ' nden b i r astsubayın
evine yazdığı türden haber­
ler geliyordu : " Dünyanın
bugüne kadar hiç görmedi­
ği şekilde birbirimize sıkıca
kenetlenmiş olarak Mosko­
va'nın hemen önlerindeyiz.
Bu büyük tarihi olayın ger­
çekleşmesine çok az bir za­
man kaldı."
Joseph Goebbels doğu seferi için Nasyonal sosyalist pro­
özel olarak "Doğu Cephesi Marşı " paganda mekanizması göre-
"
besteletmişti. vini gerektiği biçimde yeri-
' ne getiriyordu. Goebbels ' in
emriyle, "Doğu Cephesi Marşı" adıyla bir de marş bestelenmiş­
ti. Almanlar, marşın nakarat bölümünü, Alman Propaganda Ba­
kanı 'nın Berlin Spor Sarayı 'nda yaptığı sayısız cengaverce ko­
nuşmadan tanıyorlardı. Eylül 1 93 8 'de, Südet Krizi ' nin en hara­
retli zamanında, fanatik kitlelerce haykırılan bir slogandı bu:
"Emret Führer, yürüyoruz ardında. " Bu parola şimdi, Rus or­
manlarında çınlayan coşturucu bir marşa dönüşmüştü:

"Ve çağlayarak akıyor doğuya ordular,


Rus topraklarına . . .
Emret Führer, yürüyoruz ardında."

141
Gomel' de Sovyet
esirler (üstte).

B i r S ovyet tankçısı
teslim oluyor (solda).

Sağdaki sayfada:
Kiev' deki kuşatma
savaşının ardından
650 bin Kı:ılordu
askeri esir
düşüyordu ( üstte).

Minsk'te bir yerleşim


birimi. Kadınlaı�
konvoylar halinde
geçen Rus esirleri
sessizce izliyorlar
(altta) .

1 42
1 43
İsabet almış T-34 tipi bir Sovyet tankı.

Yanan köylerin içinde ilerleyen askerler.

1 44
İlerleme şimdilik devanı ediyor.

Bir topçu dinlenme esnasında.

1 45
Kızılordu da, her ne kadar saldırıya uğrayan taraf olmanın
özelliklerini içerse de, coşturmada Almanlarınkinden geri kal­
mayan bir marş besteletmişti. "Kutsal Savaşın Türküsü" adı ve­
rilen marş, Stalin'in 3 Temmuz 'da "ulusal savaşın" başladığını
resmen ilan ettiği ve "bacıları ve kardeşleri", anavatanlarını "fa­
şist saldırıya" karşı savunmaya çağırdığı radyo konuşmasına
uygun olarak yazılmıştı. Ancak askerler, sonunun belirsiz oldu­
ğu bu ümitsiz duruma rağmen direniş gösterseler bile, Kızı lor­
du 'nun bu budanmış haliyle Almanların yoğun ateşine karşı da­
ha fazl a dayanmasının mümkün olmadığı apaçık ortadaydı .
Bizzat Stalin ' in emriyle uygul anan " kendi topraklarını ateşe
verme politikası" sonucunda, H itler ordularının kendi gereksi­
nimleri için kullanabilecekleri her şey tahrip edilse bile, Alman­
ların ilerleyişi yine de durdurulamazdı. Dışarıdan yardım gel­
mesi acil önem kazanmıştı.

" Ben oldukça ümitliyim"

Avrupa kıtası Hitler 'e boyun eğmiş durumdaydı.Yardım an­


c ak B ri tanya Adası ' ndan ya da Amerika B irleşik Devletle­
ri'nden gelebilirdi. Winston Churchill, 8 Ağustos 1 94 1 'de ABD
B aşkanı ile Yeni Dünya körfezinde buluştuğunda, gizli ittifak
artık şekillenmiş görünüyordu. Her iki Anglosakson gücün gizli
servisleri bile bu buluşmadan önceden haberdar edilmemişlerdi.
ABD Başkanı Roosevelt, resmi olarak balık avına çıkmış görü­
nüyordu.
Ancak, görüşmelerden çıkan sonuçlar açıklandığında, Hitler
Almanya'sına karşı somut adımlar atılacağını umanlar hayal kı­
rıklığına uğramışlardı. Batı dünyasının bu iki güçlü devletinin
liderleri, sekiz temel prensip üzerinde anlaşmaya varmışlardı .
B u sekiz temel prensipte; Müttefiklerin tek başına hareket et­
memeleri, halkların kendi kaderlerini tayin hakkı, dayanışma,
özgürlük, silahsızlanma, korku ve çaresizliğin yok edilmesi gibi
çok yüce amaçlara işaret ediliyordu. Ancak, Avrupa'nın nere­
deyse tamamının savaş alanı ve kan gölüne döndüğü böylesi bir
dönemde, bunlar iyi niyet dileklerinden öteye bir anlam ifade
etmiyorlardı.

1 46
"Toprakları yakma" taktiği.

İ ki devlet adamının gerçekten somut kararlar almamış olma­


ları hiç de inandırıcı görünmüyordu. Gizli protokoller imzalan­
dığı yönünde pek çok söylenti dolaşıyordu. B azıları, gerçekte
Churchill' in, Roosevelt ile A B D 'nin en kısa zamanda savaşa
girmesi yönünde anlaşmaya vardığını ileri sürüyorlardı. Britan­
ya B aşbakanı ise bunları hiçbir biçimde yalanlama yoluna git­
miyordu. Hitler ise Atlantik'ten gelen bu haberlere kulak asmı­
yordu. Roosevelt oııµn için, "dünyadaki Yahudi komplosunun
bir ajanı"ndan başka bir şey değildi. Churchill ile anlaşıp anlaş­
maması Stalin ' in işine yaramazdı.
Hitler bu konuda herhangi bir tehlike görmediği gibi, Stalin
de her iki batılı devlet adamının bu girişiminden bir yarar um­
muyordu. B unlar yalnızca güzel sözlerdi, ancak ortada herhangi
bir eylem yoktu. Durum giderek ikinci bir cepheyi zorunlu kılı­
yordu . S talin, bu doğrultuda Churchi l l ' e şunları yazıyord u :
" Eğer batıda (Kuzey Fransa) v e kuzeyde (Kuzey Kutbu) Hit­
ler 'e karşı bir cephe daha açılırsa, bunun Sovyetler B irliği 'ni
olduğu kadar B üyük Britanya'yı da askeri açıdan oldukça ra­
hatlatacağına inanıyorum. "
Almanlara batıdan saldırılmalı ve böylece onlar da doğudaki
kuvvetlerini çekmek zorunda kalmalıydılar. Britanya Elçisi Sör

1 47
Erich Merkle, Asker

. . .Hızlı ilerlediğimizden, genellikle beslenmemiz de çok kötü idi. İçinde bi­


raz sebze, mısır ve kabak bulunan sulu bir çorba. Bu yüzden, yerli halkla tü­
tün karşılığı yiyecek maddeleri takasına başvurmak zorunda kalıyorduk.
Ekim ayında geceler çok soğuk olduğundan, mümkün olduğunca yerli hal­
kın evlerinde geceyi geçiriyorduk. Ben iki gün boyunca iki çocuklu bir aile­
nin yanında kalmıştım. Bu çiftçinin odasında bir ikona vardı ve bütün para­
sını bunun içine saklamıştı. Benim odada bulunmadığım zamanlarda gelip
paralarını sayıyor ve eksik olup o/nıadığma bakıyordu. Hepsi toplam olarak
77 adet bir rublelik banknot/ardı. Bu çiftçi ailesine sigaranın yanı sıra,
gömleklerimden birini de vermiştim. Buna karşılık, evin hanımından bir ta­
vuk almıştım.

Wilhelm Gross-Thie, Ölümü 5 Haziran 1 943.


Ön saflara katılalı sekiz gün oldu. Ateş hattına ilk kez
girdim ve biraz önce yara almaktan kıl payı kurtularak sa­
pasağlam geri döndüm. Askeri paltom yırtılmış, üstümde
başımda delikler var ve tüfeğime de aynı şekilde bir şarap­
nel parçası isabet etmiş. Şarapnel parçaları yağarken, ya­
payalnız ve terkedilmiş olarak kafamı toprağa gömmüş va­
ziyette ilk kez ateş güriiltüsünü yaşadım ve bu çok farklı bir
duyguydu. Ama atlattım , umarım bundan sonrakileri de böyle atlatırım.
Çevrem, değişik ağaçlardan oluşan harika bir ormanla kaplı; kayın ve meşe
ormanı . Tıpkı Almanya' daki gibi. Ve se_n , benim sevgili yarim, ne zaman
senden iki satır tekrar elime ulaşacak. iki ayı geçti, hiçbir mektup alama­
dım. Benden sık sık mektup alamıyorsun diye sakın kızma. Neredeyse sürekli
haber iletmek üzere yollardayım. Sık sık beni düşünmeyi ihmal etme.

Stafford Cripps ve Dışişleri Bakanı Molotov arasındaki görüş­


melerden tatminkar bir sonuç elde edilememişti. Britanya hü­
kümeti yardım sözü veriyordu. Oysa Kızılordu'nun asıl gerek­
sinim duyduğu destek kuru bir yardım sözüyle değil, ancak 3
milyon çift postalla karşılanabilirdi. Her iki tarafta da birbirleri­
ne karşı güvensizlik had saflıadaydı. Batının Bolşeviklik karşı­
sındaki kaygıları, faşizm korkusundan daha ağır basıyordu. Her
şeye rağmen, Churchill 1 2 Temmuz 1 94 1 'de Stalin ile bir or­
taklık antlaşması imzaladı. Antlaşma, tarafları karşılıklı yar­
dımlaşma ile yükümlü kılıyor ve Almanya ile tek başına barış
anlaşması yapmayı yasaklıyordu.

1 48
Ateşe ara verildiği sırada mektup yazan asker. Yanında ise, gerektiğin­
de hemen fırlatılmaya hazır el bombaları.

B u antlaşma i le İ ngiliz-Sovyet i lişkileri, Washington-Mos­


kova ilişkilerine oranla bir adım daha geliştirilmiş oluyordu.
ABD i le Sovyetler Birliği arasında örneğin, ödünç verme ya da
kiralama türünden bir anlaşma yoktu ve Londra ' n ın aksine,
Moskova aldığı her·savaş malzemesinin parasını ödemek duru­
mundaydı. Ö zel elçi Harry Hopkins ' in yaptığı bir ziyaret, bu
bağlamda i lerleme kaydedilmesine yol açtı. Elçi, B aşkan Ro­
osevelt' in direktifiyle 28 Temmuz'da Stalin i le Moskova 'da bir
araya geldi. ABD, askeri açıdan tarafsızlık şartıyla en azından
ekonomik yardım yapmak istiyordu. Stalin ' in herhangi bir so­
mut talebi olmamıştı. Amerikalıların Sovyetlerin zaaflarından
yararlanmak isteyebilecekleri korkusuyla kesin isteklerde bu­
lunmaktan kaçınmıştı. İ ddialı bir biçimde, Kızılordu ' nun elin­
deki savunma hatlarını tutacağını ve i lkbaharda karşı saldırıya
geçeceğini söylemişti. Ö yle görünüyordu ki, elçi bu sözlerden
etkilenmişti. Hopkins, Skapaflov 'dan dönerken uçakta Roose­
velt'e şu telgrafı gönderiyord u : " B en bu cepheden oldukça
ümitliyim. Orada sınırsız bir kararlılık var. "

1 49
Rudolf Schocke, Asker

Rusların bir hava saldırısın­


da gece bizim revire bir bomba
isabet etmişti. Benim arkadaş­
larım arasında da yaralanan­
lar ve ölenler vardı . Bense o
gece bir . koruyucu meleğe sa­
hiptim : içerisinde o zamanki
nişanlımın fotoğraflarını taşı­
dığım cüzda111m , pek çok bom­
ba parçasına engel teşkil etmiş
ya da başka bir deyişle siper
olmuştu. Fotoğraflarsa , kalp
biçiminde deforme olmuşlardı. Onları kalbimin üzerinde taşıyordum. Bu fo­
toğraflar, o :aman benim hayatımı kurtarmışlardı. Çünkü, girdiğim şok hali
dışında, bu bombardımanı yalnızca hafif yaralarla atlatmıştım.

Hopkins kesinlikle haklıydı: Sovyet yönetimi, ilk günkü ka­


rarlılığından hiçbir şey yitirmemişti. Ancak, sadece kararlılıkla
da bir savaş yürütülemezdi.

" Führer her zaman haklıdır"

Führer ' in karargahına sürekli olarak Wehrmacht'tan yeni


başarı haberleri geliyordu. Kuzey Ordular Grubu, temmuz orta­
larında Leningrad 'ın 1 00 kilometre önlerindeki kuşatma çem­
beri üzerinden saldırıya geçmek üzere hazırlıklarını yapıyordu.
Guderian 'ın tankları Smolensk 'teydiler ve Güney Ordular Gru­
bu da, Orşa ve Vitebsk'te yeni bir kuşatma çemberi oluşturmuş
ve çember içinde sıkışan Sovyet kuvvetlerini " imha etmeye"
başlamıştı. Kızılordu 'nun en güçlü direniş gösterdiği güneyde
bile Kiev 'e doğru ilerleme devam ediyordu. Doğu Prusya'da
Rastenburg 'daki Kurt İ n i ' inde "Führer," yayılma planları yap­
makla meşguldü. B üyük bir Rusya haritasının önünde çok
ümitli olarak şu açıklamayı yapıyordu: "Kuzeyde ve orta bölge­
de Rusların ana direnişleri kırılmış görünüyor. Dört hafta içeri­
sinde Moskova'da olacağız ve Moskova'yı yerle bir edeceğim."
Ana karargahta askeri yönetimi en fazla rahatsız eden şey sivri­
sineklerdi. Jodl, bir mektubunda durumdan şu sözleriyle yakını-

1 50
·.. ��.

X..ı.ı:sıt.
,·w.·
·
'\

Güneybatı Cephesi ·�
(Budlyenl)
<t.

. 31
... ... ... .. .. .. s�� ...ı
- 21 t!.?�·ıM 1g.ı\ ılıb.lfl'fl.> te():'•t hallı
-- S i cır,,TJ11Z 1g.:11��;jU�'l;ı:•ı
� - . .- . 1 E,'!tı: ıs.ıı ".-ı.,U ceçr.-ı tıaıtı
•n••••• J� t)'ll! 1g.:ı1 ı:ıbln•1•ttcl'lt!l.�rll
<F=::J 5r..-)'!!tıtn11 Mı11 !ilkl·rıl.:ırı

@ s�·.�-e:!!Uln �l':W.�·�ıış:ı:ı�r
:s• 'f' 11""'

151
Ağustos 1 941 . Hitler ve Mussolini, Göring' i Rastenburg yak111111daki
ana karargahı "Avcı Çiftliği"nde ziyaret ederlerken .

yordu: " Herhalde bundan daha aptalca bir yer, aransa bile bulu­
namazdı. Yapraklı ağaç ormanında çamur deryasını andıran ba­
taklık arazi, kum zemin ve durgun göller. Bu iğrenç yaratıklar
için ideal bir ortam. " Nemli soğuk barınaklardan ve klima siste­
minin hava akımından mesai arkadaşları da ş ikayetçiydiler. Hit­
ler, bunlardan etkilenmemiş görünüyordu. Onun açısından ke­
sin olan şuydu: "Bu ana karargah, tarihsel bir anıt olacak. Çün­
kü, biz burada yeni dünya düzenini kurmuş bulunuyoruz. "
Onun için e n önemlisi, "bütün seferin e n zor kararı" olan bir
karar vermekti : Tank kuvvetleri, !'Barbarossa Harekatı" çerçe­
vesinde önceden planlandığı gibi Sovyet başkentine mi saldır­
malıydı, yoksa daha önce başka hedeflere ulaşmak daha mı
mantıklıydı?
Hitler kararsızdır: Bolşevikliğin asıl kalesi Leningrad değil
midir? Ekim Devrimi ' ne burası beşiklik etmemiş midir? Mos­
kova, yalnızca bir yer adı değil midir? Güney bölgesi için de
başka düşünceler geliyordu aklına: Coğrafi bir hedefin fethedil­
mesi değil, önemli olan düşmanın askeri kuvvetlerinin yok edil­
mesidir. Ele geçirilmesi gereken , başkent değil, düşmanın en­
düstri potansiyelidir!

1 52
Ağustos 1 941 . Hitler, Güney Ordular Grubu' nu denetliyor. (üstte)
Ağustos 1 94 1 . Brauchitsch , Hiıler ve Ha/der Kurt lni' nde: Mosko­
va'ya mı, Kiev'e mi? '(altta)

153
Çarpışmalara ara verilen
zamanlarda askerin günlük
yaşantısından örnekler:
Banyo sefası, "bit avı", "
silahların incelenmesi",
okuma, oyun ve yerli halkla
kurulan bağ/aı:

1 54
1 55
Bern Freilıerr Freytag von Loringlıovetı

Genelkurmayda iki farklı görüş mevcuttu. Döııemin Ge­


nelkurmay Başkanı Haldeı� Moskova'yı öııemli stratejik bir
hedef olarak görüyordu. Çünkü, Moskova bu korkuııç bü-
. yüklükteki ülkenin başkenti, yönetildiği yer, silahlaııma
merkezi, ekonomik metropolü ve heps.{nden de önemlisi,
ulaşım açıs111dan bağlantı noktasıydı . Ulkedeki ulaşım sis­
teminin en önemli dayanak noktasını oluşturan demiryolla­
n, Moskova üzerinden yayılıyordu. Hitler ise başka bir gö-

rüşe sahipti, ancak zaman zaman bu görüşüııde sapmalar oluyordu. Başlar­


da, coğrafik hedeflerdeiı bağımsız olarak, Kızı/ordu' nun savaş giicünii kır­
mak taraftarıydı . Ancak daha sonraları , ekonomik hedefler giderek onun
açısından daha önemli rol oynamaya başladılar.
Baltık Denizi' nde mutlak egemenlik kurmak istediğinden, savaşııı_ ilk aşa­
masına kadar Leningrad bölgesi Hitler için ana hedefti. Çünkü, Isveç'ten
gelen ve Almanların kendi silah üretimleri açısından da göz ardı edemeye­
cekleri maden filizi nakliyatı, Baltık Denizi üzerinden yapılıyordu. Bundan
sonra başka hedefleri gözüne kestirdi. Bunlardan biri, adeta bir tahıl depo­
su olan ve sonraları Donets kıyılarındaki en önemli endüstri merkezi haline
gelecek olan Ukrayna ve son olarak da Kafkas petrol yataklarıydı.

B u düşünceler, 1 9 Temmuz 'da yeni talimatlara dönüşüyor­


du. "33" sıra numaralı talimatla Hitler, Orta Ordular Grubu 'nun
yeniden yapılandırılmasını düzenliyor ve yeni hedefler gösteri­
yordu.
Tank kuvvetlerinin bir kısmı yönlerini kuzeye çevirmeli ve
Leningrad ' a doğru saldırıya geçmeliydi. Diğer bir kısmı ise,
güneye yönelerek, Ukrayna' nın alınmasına yardım etmeliydiler.
Wehrmacht' ı n Başkomutan ı ' nın güncesine Führer ile yapılan
bir konuşma şöyle yansımıştı: " Son tespitlere göre, düşman açı­
sından Moskova Bölgesi üçüncü derecede yaşamsal öneme sa­
hiptir."
Güneyde sonbahar fırtınaları erken patlak verdiğinden, Uk­
rayna'da yapılacak olan askeri operasyonlar öncelikli olarak so­
na erdirilmeliydi. Sovyet başkentine yapılacak saldırı, ancak
bundan sonra, Moskova önleri çamurla kaplanmadan gerçekleş­
tirilmeliydi.
Generaller tedirgindiler. Brauchitsc.h ve Halder, "Führer"i bu
karanndan döndürmeye uğraştılar. Ulaşım açısından bir bağlan­
tı noktası olması, haberlerin toplanma merkezi olması ve en

1 56
önemlisi de Sovyet yönetimi açısından bir sembol teşkil ediyor
olmasının Moskova'yı çok değerli kıldığına işaret ediyorlardı.
Hitler ' i yine kendi argümanları ile ikna etmeye çalışıyorlar ve
daha önceki konuşmalarını hatırlatarak, askeri kuvvetlerin yok
edilmesini öncelikli hedef olarak ortaya koymuş olduğuna dik­
kat çekiyorlardı. Stalin asıl şimdi son kuvvetlerini , başkenti sa­
vunmak üzere Moskova önlerine çekecekti. Görünen oydu ki,
H itler ikna olmuştu.
Yeni bir talimatla, 3. Tank B irliği 'nin bir bölümünün Le­
ningrad 'a saldıracak şekilde yönlendirilmelerini durduruyor ve
yol ların ikmali güvenceye alacak şeki lde sağlamlaştırılması
için bakım v� onarım çalışmalarını başlatarak, birliklerin soluk
almasına olanak tanıyordu. B unun üzeıine rahatlayan Halder,
güncesine şu notu düşüyordu: "Bu çözüm, kaygı içerisindeki
her askerin, son günlerdeki bu kabus şeklindeki baskıdan kur­
tulmasını sağladı. Nihayet, yeniden bir umut ışığı belirdi."
Ancak bu umut ışığı kısa zamanda sönecekti. Bundan yal ­
nızca birkaç gün sonra, 4 Ağustos'ta Hitler, komuta kademesin­
deki yüksek rütbeli subayların, Orta Ordular Grubu Komutanı
Feldmareşal von B ock'un ana karargahında toplanmalarını em­
rediyordu. Hitler, alışılmadık bir yönteme başvurarak generalle­
ri farklı odalara aldırmıştı ve yanına da ayrı ayrı çağırıyordu.
Strauss, Kluge Hoth ve Guderian sınava çekilen öğrenciler gibi
tek tek "Führerlerinin" karşısında dikiliyorlar ve H itler her biri­
ne tek ,tek bundan sonraki yeni hedefini anlatıyordu.
Bu konuşmanın sonucunda Guderian kısaca şu tespitte bulu­
nuyordu: " Önce Leningrad. Daha sonra Moskova'yla mı yoksa
Ukrayna'yla mı uğraşılacağı henüz tam olarak karara bağlan­
madı. Hitler, en son çözüme meyilli gibi görünüyor. Roman­
ya' nın petrol yataklarına karşı Sovyetler B irliği 'nin uçak depo­
su olan Kırım Yarımadası 'nı devre dışı bırakmak istiyor."
Orta Ordular Grubu 'nun dağılımı, hiilii önceden planlandığı
ölçüde gerçekleştirilmiş değildi. Moskova 'ya ilişkin kesin karar
henüz verilmediğinden, generaller, hiila küçük bir telsiz mesajı
geleceği umudunu taşıyorlardı. Cephedeki bundan habersiz as­
kerler içinse durum apaçık ortadaydı : Tanklarının üzerine " İ sti­
kamet Moskova" diye yazıyorlardı. Başka 'nereye olacaktı ki?

1 57
1 8 Ağustos 'ta, Brauchitsch "Führer"e, Ordu Komuta Merke­
zi 'nin Moskova 'ya saldırının yeniden düşünülmesi gerektiğini
savunan bir yazıl ı önerisini ulaştırıyordu. 1 5 Ağustos 'ta H it­
ler ' in kesin emriyle ilerleme durdurulmuştu. Bu durum, Wehr­
macht Komuta Merkezi 'nin savaş günlüğünde, "Moskova isti­
kametine doğru yapılacak saldınlann durdurulması" şeklinde
yer almaktadır.
Alman birlikleri bu kısa soluklanmadan sonra yeniden sava­
şın kaderini belirleyecek saldırıya hazırdı. Halder ve B rauc­
hitsch, savaşın kaderini belirleyecek bu emrin çıkacağı yönün­
de umutluydular. Ancak, H itler başka bir karara varıyordu. As­
keri danışmanları ile arasındaki uzun süre saklı tutulan derin
uçurum, sonunda ortaya çıkıyor ve yüksek düzeyde yazılı ola­
rak da ifade buluyordu. 2 1 Ağustos tarihli "Führer Talimatı"nda
bu durum şu satırlarla ifade ediliyordu: "Orduların operasyon­
l ara devam edilmesi yönündeki önerisi, benim bakış açımla
bağdaşmamaktadır. Kış bastırmadan önceki en önemli hedef,
Moskova'nın alınması değil, aksine; Donets kıyısındaki endüst­
ri ve kömür bölgesinin, Kın m ' ın zapt edilmesi ve Kafkaslardan
Rusya'ya petrol akışının önüne geçilmesidir. Kuzeyden Lening­
radla olan bağlantıların kesilmesi ve Finlilerle birleşmektir."
Evet, Moskova 'ya değil, Kının ve Leningrad üzerine yürün­
meliydi ! Halder ve B rauchischt dehşet içerisindeydiler, Ge­
nelkurmay Başkanı istifa etmeyi düşünüyordu. Ancak, Brauc­
hischt böylesi bir adım atmayı uygun bulmuyordu. Elini ateşe
bir başkası soksun diye düşünüyordu. Bu kişi; o ana kadar sa­
yesinde büyük başarılar elde edilen, 2. Tank B irliği ' nin efsane­
vi komutan ı General Guderi andı . " Hızlı Heinz" , saldırıların
Moskova üzerine kaydırılması için Hitler ' i ikna etmeliydi.
Guderian, d iğer tüm generaller gibi, şimdi son darbenin
Moskova'ya indirilmesi gerektiğine kesinkes inanıyordu: "Eğer
Moskova'ya vannak yerine ilk olarak Kiev 'e yönelirsek, kışın
hüküm sürdüğü bir coğrafyada saplanıp kalmamız kaçınılmaz
olur." Nova Borissov 'daki ana karargahlarında Halder tarafın­
dan Hitler ' in yeni hedefleri hakkında bilgilendirilirlerken, Orta
Ordular Grubu 'nun komuta kademesindeki üst düzey subayla­
rın tümü bu noktada görüş birliği içerisindeydi ler. Kırım ve Do-

1 58
Tankçı General Guderian 23 Ağustos 4 J ' de "Kurt İni"ne doğru yol
alıyor. Amacı, Hitler' i kararından caydırmak.

nets Havzası üzerinden dolaşılması, Guderian ' ın tankları açı­


sından fazladan kat edilmesi gereken 900 kilometre yol anlamı­
na geliyordu.
23 Ağustos günü Guderian, toplantıdaki generallerin verdiği
görevle, H itler ' i saldırı planlarının değiştirilmesi yönünde ikna
etmek üzere bir Ju 88 ' in kabininde Borissov ' daki havaalanın­
dan ayrılıyordu. Halder ' in ona söyledikleri ise hiç de umut ve­
rici olmamıştı : "Hitler 'in kararı değiştirilemez. "
Führer", b u e n başarılı generalinin ziyaretinin asıl nedeni
hakkında aydın latılmamıştı. Resmi olarak, Guderian H itler ' i
Tank birliklerinin durumu hakkında bilgilendirecekti, ancak bu,
diktatörün tartışmaktan pek de hoşlanmadığı bir konuydu. Daha
önce birkaç kez, Halder ya da Brauchitschs ' in tanklara uygu­
lanması gereken zorun lu onarı m taleplerini geri çevirmişti.
Onun için bu tür talepler kaytarmaktan başka bir şey değildi ve
daha da kötüsü, bunların ardında " itaatsizlik" ve "başına buy­
rukluk" yatmaktaydı. B una rağmen Guderian 'ın sunumunu din­
liyordu. Hatta, general ikmal sorununa ve Sovyet tank rezervle­
rinin umulmadık derecede güçlü olduğuna değinmeye başladı-

1 59
H. Ungermann, Topçu

. . . Gündüz doğuya doğru ilerliyoruz, Katinin ' de kalacak


bir yer buluyoruz. Temiz bir eve yerleştirildik. Rusların ko­
şullarına göre iyi döşenmişti. Yemekler dağıtıldıktan ve bir
sonraki güıı için gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, ak­
şam yemeğimizi yemek üzere bu Rus evinin sıcak odasına
girmiştik. Matka (Rusça' da ana), bize yapacak bir iş bı­
rakmamıştı . Yapılan propagandaya bakılırsa bizim düş­
manlarımızdan biri olması gereken ve bu nedenle de bir alt insan olması
gereken bu kadın, bizim için masaya te­
miz bir örtü yaymış ve üzerini güzel ta­
baklaı; altlık tabağı bile eksik olmayan
fincanlar ve özel günlerde kullanılan
çatal-bıçak-kaşık takımı ile donatmıştı.
B ütün savaş yılları boyunca doğuda
gördüğüm en güzel alet olan semaver
ile de bize güzel bir çay demlemişti.
Kadın bütün bunları neden yapmıştı ?
Bizden korktuğu için yaptığını sanmı­
yorum ...

ğında, Hitler şu itirafta bile bulunmuştu: " Eğer Rusların tank


sayısının söylendiği kadar olduğunu bilseydim, sanırım bu sa­
vaşı hiç başlatmazdım . "
Hitler ' in b u sözleri, Guderi an 'ın saldırı öncesinde hazırladı­
ğı ve düşman tanklarının sayısını yaklaşık olarak 1 O bin dola­
yında tahmin ettiği raporuna bir kinayeydi. O zamanlar bundan
dolayı kendisine gülünmüştü. Çünkü, bu arada Wehrmacht 1 O
binden fazla Sovyet tankını imha etmiş ya da ele geçirmişti ve
buna rağmen tankların sonu gelmek bilmiyordu. Yine de bu,
Hitler ' in yanıldığını itiraf ettiği ender anlardan biridir. Guderi­
an da bunun üzerine, belki H itler ' i hala ikna edebilirim diye
umutlanır. Sonunda bütün kartlarını açarak "Führer"e asıl niye­
tini açıklar: "Eğer Moskova önlerinde ve Moskova' da düşma­
nın ana kuvvetlerini yenmeyi başarır ve Sovyetler B irliği 'nin
manevra istasyonunu devre dışı bırakırsak, B altık bölgesi ve
Ukrayna'daki sanayi bölgesi, önümüzde cephe oluşturan sağ­
lam bir Moskova'nın olması durumuna kıyasla çok daha kolay
elimize geçer. Führer ' im bırakın Moskova üzerine yürüyelim,
orayı alırız."

1 60
Hitler, alışılmışın dışında sessizce bunları dinliyordu. Gude­
rian sözlerini bitirdikten sonra Hitler yerinden kalkıyor ve bü­
yük Rusya haritasına yöneliyordu. Wehrmacht ' ın Ordular B aş­
komutanı Jodl da Guderian 'ın sunumunu dinlemişti ve bunun
ardından nelerin geleceğini iyi biliyordu: B irinci Dünya Sava­
şı 'nın onbaşısı H itler, 2. Tank Kolordusu ' nun komutanı orgene­
rale, modem bir savaşın nasıl yürütülmesi gerektiğini anlatıyor­
du.
"Führer" sözlerine genel bir suçlama ile başladı: " Benim
generallerim savaş ekonomisinden hiçbir şey anlamıyorlar."
B unu, Donets kıyılarındaki endüstri potansiyelinin, Ukray­
na'daki tahıl ye Kafkaslardaki petrolün Stalin ' in elinden alın­
masının gerekliliği üzerine uzun bir konuşma izledi. Son olarak
da, bundan sonra saldırılacak hedeflerin kategorik ve kesin sıra­
lamasını belirliyordu. Korkulan başa gelmişti; önce Kırım ' a
sonra Moskova'ya saldırılacaktı.
Guderian ' ın görevi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Görüşme
de yer almasına özellikle izin verilmeyen Halder 'e, çabalarının
nasıl sonuçlandığını anlattığında, Genelkurmay B aşkanı onu te­
selli ediyordu: "Tasalanmayın Guderian. Führer 'in talimatlarına
karşı çıkılmaz. O daima haklıdır."

" Peki Kiev ne.olacak?"

Ukı;ayna 'nın merkezinde Rusya ' nın eski başkenti, bir mil­
yon nüfuslu ticari metropol ve Rus Ortodoks Kilisesi 'nin de
merkezi olan Kiev yer alıyordu. Zengin bir geleneğe sahip ve
güzel bir kent olan Kiev, önemli bir Yahudi bölgesi olan Po­
dom 'u da içinde barındırıyordu. Savaşsa hiçbir şey gözetmiyor­
du; ne insanları, ne de kentin güzelliklerini. Kent sakinleri ken­
dilerini savunmak için hazırlıklara başlamak zorundaydılar.
Kiev çevresindeki Sovyet birliklerinin komutanı, daha önce
Almanların saldıracağına dikkat çeken generallerden biri olan
Orgeneral Mihail P. Kirponos 'du. B ir Alman saldırısına karşı
hazırlıklıydı ve adamlarını daha 22 Haziran' dan önce kentin sı­
nırlarındaki savunma hatlarına yerleştirmişti. Ancak, daha son­
ra Moskova ' nın emri üzerine hatları boşaltmak durumunda kal-

161
G. Nesterenko,
Moskova' daki Komııtanlık Çalışanlarından

Savaşın başlanıasımn hemen ardında'! birkaç savıınm,a


önlemi almak için harekete geçmiştik. llk olarak, Krem­
lin' in önemli binaları kamufle edilerek fark edilmez hale
getirildiler. Binalar, caddeler ve yaya yollarında aldatıcı
düzenlemeler yapılmıştı ; Kremlin' deki ana meydan tam­
ııamaz duruma gelmişti. Bir sanatkar ordusu Taynitski
Bahçesi' nin, Kremlin duvarlarının, Kızıl Meydan' ın ve Mozole' nin dış cep­
helerinin kamuflaj amaçlı değişimlerini sağlamak için bir plan çerçevesin­
de çalışmıştı. Büyük Krenıliıı Sarayı' ndaki bütün tarihsel hazineler, saray
dışına çıkartılmıştı. Tabii en başta gelen önlem de, Lenin' iıı bedeninin bu­
lunduğu la/ıitin güvenliğinin sağlanması amacıyla bana teslim edilmesiydi.
Lahit, büyük bir gizlilik içerisinde, daha sonraları da uzun süre saklanacağı
Tyıımen ' e götürüldü.

mıştı. Bu nedenle Kirponos 'un birlikleri, Bug kıyılarındaki sı­


nır birlikleri gibi ne gafil avlanırlar ne de zapt edilebilirlerdi.
Ancak, bu ileri görüşlü general bile, Almanların üç hafta sonra
Ukrayna başkentinin önlerine gelmelerine ve Sovyet savunma
hatlarını bir çok yerden delmelerine engel olamazdı. Kızılordu
açısından ölümcül bir tehlike söz konusuydu: Bir kuşatma sal­
dırısı, Kiev 'in doğusunda Dinyeper kavşağında yedi ordunun
geri dönüş yolunu kesebilirdi. Genelkurmay Başkanı Jukov da
Temmuz sonlarına gelindiğinde bu tehlikeyi fark etm işti. Sta­
lin 'i kendilerini tehdit eden bu felakete karşı uyarmış ve güney
batı cephesindeki birliklere acilen Dinyeper üzerinden doğuya
doğru çekilmeleri ve orada yeni bir savunma hattı oluşturmaları
yönünde emir vermesi için yalvarmıştı.
"Peki Kiev ne olacak?" diyordu Stalin.
"Kiev zorunlu olarak teslim olacak" diye yanıt veriyordu,
Jukov. Başkente ve böylece Ukrayna'nın tamamına geri çekil­
me türünden bir görev yüklenmesine Stalin bir anlam veremi­
yordu. Sovyet diktatörü buna hiddetle karşı ç ıkmıştı: " B u ne
saçmalık böyle ."
Sovyet subayları da, aynen Alman generalleri gibi sürekli
olarak kabul görmeyen kararları nedeniyle liderleri ile çatışmak
durumunda kalıyorlardı. Sovyet "Votst"u da Alman " Führer"i

1 62
Mareşal Jııkov, ilk haftalardaki yenilgilerin ardından bir yedek cephe­
nin komutanlığıııa süriilmüştii.

gibi askeri sorunlara karışmaktan zevk alıyor ve savaşın strate­


jik yönetimi için gerekli hareket planlarını kendisi belirliyordu.
Alman askeri komuta merkezinde olduğu gibi, Sovyet tara­
fında da Stal in ' in em irlerine nadiren karşı ç ıkılabiliyordu. Kiev
olayında, Stalin ' in yanlış kararı J ukov ' a pahal ıya patlamıştı :
"Eğer genelkunnay başkanının yalnızca saçma kararlar verdiği­
ni düşünüyorsanız, onun burada yeri yoktur. Sizden genelkur­
may başkan lığı görevinden azledilmemi ve cepheye gönderil­
memi rica ediyorum. Belli ki, orada vatana daha yararlı olabili-
rim." ,_

Liderine karşı bu alışılmamış cesaret gösterisi, Jukov 'un ba­


şına işl�r açmıştı : Yalnızca kırk dakika içerisinde genelkurmay
başkanlığı görevinden alınmış ve bir yedek cephenin komutan­
l ığına sürülmüştü. Yani kısa sürede işi bitirilmişti. Stalin, genel­
kurmay başkanlığına Mareşal Şapoşnikov ' u atıyordu. Sonraları
yeni görevinde önemli başarılara imza atacak olan Jukov 'un az­
ledilmesi, Kiev ve çevresinde Sovyet birliklerinin pek işine ya­
ramayacaktı . Buradaki cephenin komutanı, iç savaştaki eski bir
silah arkadaşı olan Mareşal Budiyeni açısından Stalin ' in emri
yanlış an lamaya meydan vermeyecek derecede aç ıktı: " B ir
adım bile geri gidilmeyecek, cephe tutulacak ve gerektiğinde
ölünecek."
Güneydeki Kremençug ve kuzeydeki Ros lav l ' da bulunan

1 63
Mareşal Budiyeni (solda), Mareşal Ti­
Jukov'un halefi Mareşal moşenko (sağda) ile içinde bulundukla­
Şapoşnikov. Genelkurmay rı tehlikeli durumu görüşüyor: Geri çe­
Başkanlığı görevinde. kilmek mi, bulundukları yeri tutmak mı?

Orgeneral Gııderian kurmayları ile Roslav/' da.

1 64
Kiev saldırısı öncesi: Mevzilenmiş piyadeler.

Alevler içerisindeki Viıebsk' te savaş molası.

1 65
Üstte solda: Piyade
saldırıyor.

Üstte sağda: Bir köye


yapılacak saldırı
ha::.ırlığı.

Altta: Harabenin
sessiz tanıkları:
Yanan evlerin
bacaları.

1 66
Sefer kargaşasında yemek atıştıran askerler.

1 67
Almanların ileri kanatları birbirle­
rinden 600 kilometre uzaklıktaydı­
lar. Ancak, Alman tanklarının bu
uzun mesafeyi kapatmak için bir
kapanma hareketine g irişmeleri
durumunda, bu, iki kanat arasında
sıkışıp kalacak olan Sovyet birlik­
lerinin sonu demek olurdu. Alman
Wehrmacht' ı da zaten bunu şöyle
kodlam ıştı : Kuzeydeki tanklar için
beyaz "G", güneydeki tanklar için
beyaz " K " . " G " ve " K " harfleri
"Guderian" ve " K leist"ı simgel i­
yordu. 1 . ve 2. tank birlikleri ayrı
ayrı harekete geçecek ve Kiev çar­
pışması 1 0 Eylül 'de kader aşama­
sına gelecekti.
B udiyeni ve Kirponos da kendi
birliklerinin ne tür bir tehlike ile
karşı karşıya olduklarının farkın­
daydılar. B u ikili, hemen ardından
k a r ş ı s a l d ı r ı y a geçeb i l mek i ç i n
çembere alınma tehdidine geri çe­
kilme ile karşılık verilmesi için de­
falarca izin istediler. Sonunda Bu­
diyen i , 9 Eyl ül ' de geri çekilme
emrini verdi ve birlikler, " p l anlı
bir geri çekilme" için hazırlıklara
başladılar. Ancak tam o sırada "en
yüksek makamdan " , bi zzat S ta­
lin ' in kendisinden yeni bir emir
alıyorlardı.
Dik kafalı Sovyet diktatörü sü­ Alman tarafında da yiiz binlerce
rekli olarak Kiev ' de komuta edrn yaralı vardı ve çoğunlukla yara­
subay l arla görüşme hal indeyd i . sı ağır olanlar kdavi edifehifi­
"Votst"un Kremlin' deki bürosuna yordu. Çadırlar "ameliyathane "
koydurttuğu yalnızca kendine özel görevi görüyorlardı .

1 68
Dimitri Volkogonov

Bütün diktatörler bir biçimde birbirlerine benzerler. Za­


ferleri kendi dehalarımn ürünü olarak adlandmrlar ve bir
kazanç olarak kendi hanelerine yazarlar. Ancak, eğer dik­
tatörler bir yenilgi yaşamak durumunda kalırlarsa, o za­
l?!all suçu onların emirlerini yerine getirenlerde ararlar.
Orneğin, generallerde. Bu, Hitler' de ve özellikle Stalin' de
de böyleydi. Stalin' in, batı cephesindeki ilk yenilgiden son­
ra, /ıem de bir hafta içerisinde Pavlov' u görevinden azlettiği herkesçe bili­
nir. Kısa bir süre sonra Pavlov, ayrıca batı cephesinin komutanı Klimovskiç
ve ardından muhabere komııta111 , yine bir başka ordu komutanı ve bir dizi
general tutuklandılar. Çok geçmeden idamla cezalandırılarak kurşuna dizil­
diler. Bunlar ilk ve tek ömekler değildi. Aynı sıralarda Jukov, kuzeybatı cep­
hesi komutanı Kıı:netsov ve bir dizi başka general de görevlerinden alın­
mıştı. Stalin, yalnızca 1 941 yılı içerisinde, yüksek komuta kademesindeki
1 00 askerin görevine son vermişti. Bazıları yalnızca görevden alınmış, bazı­
ları ise tutuklanmıştı. Stalin, bu tür sert önlemlerle askerleri başarıya zorla­
maya çalışıyordu. Diktatörler ne kadar da birbirlerine benziyorlar!

telgraf aleti, S talin ' in Kiev ' i n savunmasına ne ölçüde değer


biçtiğini anlatmaya yetiyordu. B urada, neredeyse her akşam ay­
nı oyun tekrar ediliyordu. Kirponos ve Budiyeni 'nin yanısıra,
siyasi komutan Nikita Kruşçev, Alman saldırganlara karşı "kah­
raman Sovyet direnişi" üzerine raporlar geçiyorlar, ancak, des­
tek ricasında bulunmaktan ve sürekli olarak geri çekilme olası­
lığını gündeme geürmekten de geri durmuyorlardı. S talin' in
tüm bunlar karşısındaki tepkisini Kurmay Başkanı Yardımcısı
Aleksander M. Vassilevski şöyle aktarıyor: Kiev 'in acı ama acil
zorunluluk sonucu verilmesi yönünde yapılan açık beyanlar
karşısında, Stalin sinir krizleri geçiriyordu . " Askerlerin tamamı,
bu "acı ama acil zorunluluğun" farkındaydılar, ancak Stalin bu­
na inanmak istemiyordu. Henüz başlatılan geri çekilme hareke­
tinin durdurulmasını emrediyordu: " Kiev ' i savunmak için olası
ve olası gözükmeyen her türlü yönteme başvurun."
Stalin, Kiev 'in doğusunda dağılan birliklerden geride kalan­
lardan yeni bir ordu oluşturulmasına ve Sovyetler B irliği 'nin
Asya 'daki birliklerinden yedek kuvvetlerin buraya sevk edil­
mesine dek savunma hatlarının tutulabileceğini umuyordu. An­
cak, Almanların Kiev 'e saldırı sının durdurulacağına içten içe
kendisi de inanmıyordu ki, savaş ekonomisi açısından önem ta-

1 69
Askerler için cephe postacıl ığı yapan Johann Alois Me­
yer ' in, kansı Klara ve oğlu Horst'a yazdıkları.
Johann Alois Meyer, 476. Piyade Alay ı , 5. Bölükteydi. 1 8
A ğ u st o s 1 94 2 ' de R e ş e v ' d e k i k u ş at m a d a ç ar p ı ş m a l a r
esnasında öldü ve Moskova'nın güneydoğusundaki Mari­
no'da gömüldü.

"Sevgili karıcığım, sevgili küçük oğulcuğum!


Size bildirmek isterim , ki ... "

Doğu, 18 Mayıs 1 94 1 :
Bazen, ayrılığın bıı denli uzun olduğu böylesi koşullarda kadınların kendi­
leri için sevgili ve değerli olan şeyleri unuttukları düşüncesine kapılıyorum.
Ha ayrıca, böyle bir şey bir kadın için suçtur. Koşullar nasıl olursa olsun,
seııden asla böyle bir şey beklemiyorum . . . Eğer onu asla unııtmazsaıı, kocan
sana minnettar kalacaktır. . .

Doğu, 3 0 Haziran 1 94 1 :
Sevgilim, b u ayın 22 'sinden bıı yana benim için oldukça tasalannıışsındıı:
Ama ben şu ana dek çok şanslıydım. Çünkü, eğer ıılu Tanrı isteseydi şu an
dünyada olmayabilirdim. Bu nedenle, babamı için dua etmeyi sürdürün , böy­
lece o beni yeniden size geri gönderecektir. Bu gün üç hafta sonra ilk izin gü­
nümüz. Durumun bugüne kadar nasıl bir görünüm arz ettiğini bizim gibi sen
de dün radyodan öğrenmişsindir mutlaka. Umarını hep böyle devam eder ve
en kısa zamanda sonuçlamı:

Doğıı, 5 Temmuz 1 94 1 :
Dün senden 14.6.41 tarihli bir mektup. annemle babamdan da içerisinde
jambon ve bir paket sigara olan bir paket aldım. Ete nasıl saldırdığımı gör­
meliydin. Paket, tanı da çok mağdur durumda olduğum bir zamanda geçti
elime, akşam saat 1 l 'de. On beş saattir yoldaydık ve öğleden beri hiçbir şey
yememiştik.

f?oğu, 5 Ağustos 1 94 1 :
l/k başta senin isim gününü v e evlilik savaşımızın ikinci yıldöniimünü kut-

şıyan endüstriyel tesislerin doğuya taşınması yönünde talimat


veriyordu:
Boru fabrikaları, çelik atölyeleri, tüm endüstri kolları Batı
Rusya'nın işgal edilmemiş bölgelerinden uzak:laştınldı. Savaşın
tam ortasında inanılmaz bir güç harcanıyordu! Sayısız yük tre­
ni, Sovyetler B irliği ' nin zengin güneybatısından yüklerini alı­
yorlar, kuzeye ve doğuya taşıyorlardı. Rusya 'nın endüstriyel

1 70
lamak istiyorum. Umarını, bundan sonraki iki yıl içerisinde, geçen iki yılda­
kinden daha fa:la birlikte oluru:. Ama her şeyden önce, yeniden bir araya
gelecek olursak, suf bunun için kadere şükretmeliyiz.

Doğu, 13 Ağustos 1 94 1 :
Sizden yine birkaç gündür daha fazla mektup almaya başladım. Yakında ye­
niden seyrekleşir. Ne de olsa bu Rus domuz ağılında ulaşım koşulları çok kötü.

Doğu, 1 7 Eylül 1 94 1 :
Orada hiçbir şeyin yolunda gitmediğini yazıyorsun. Sevgili karım, çünkü
senin hiçbir hedefin yok. Ne olursa olsun, sinirlerine hakim olmalısın. Bizim
buradaki durumumuz çok farklı, ancak, her şeyi yaparız da, sinirlerimizin
bozulmasına asla müsaade edemeyiz. Ayrılığımız bir yıl daha sürecek de ol­
sa, başım dik tut. Asıl olan tek şey, benim kesinlikle geri döneceğinıdir.

Doğu, 1 Ekim 1 94 1 :
Umudunu paylaşıyorum, çünkü Bolşeı·iklerin bozguna uğraması yakınd11:
Ama ulu Taım'ya dua edelim de, son anda bir aksiliğe kurban gitmeyelim. . .
Tanrı 'ya dua et, b u savaş e n kısa zamanda son bulsun . . .

Doğu, 3 Ekim 1 94 1 :
. . .çiinkü çok zor saatler geçirdim. Koruyucu meleğim bu kez de benden yanay­
dı. Ah bir kez olsun şu uluslararası kuruluşlar bizim lehimize karar verseleı:

Doğu, 4 Ekim 1 94 1 :
Sevgilim, sen de Führer' in diinkii konuşmasını dinlemişsindir mutlaka. Ben
bizzat dinleyemedim, ama çok iyimsermiş konuşması. Biz askerlere yaptığı
çağrıda, sal'aşın kaderini tayin edecek olan çarpışman111 2 Ekim ' de başlamış
olduğunu söylüyor. Kış bastırmadan burada her şey bitmiş olacak. Bu da, bu
ayın sonuna kpdar her şe)'in sona ereceği an/amma geliı: Tanrı'ya dua et, ki
böyle olsun. Ozellikle de buradan sağ salim dönmemiz için dua et Tanrı'ya.

Doğu, 13 Kasım, 1 94 1 :
Sevgilim. oğlanın fazla yaramazlık etmesine izin verme. Eğer şımarırsa,
poposuna bir iki tane şap/at gitsin. Bir şey olmaz.

kalbi, Almanya için çarpmamalıydı. Hitler ' in Ukrayna 'nın en­


düstri potansiyelini ele geçirme hesapları boşa çıkarılmalıydı.
O zamana dek Alman askerleri pek çok kez "yakılmış toprak­
larla" karşılaşmışlardı.
Endüstriyel tesisler güven li bölgelere nakledil irken, askeri
birliklerin içinde bulunduklan durum da giderek ciddileşiyordu.
Tehlike artık son haddine yaklaştığında, Kirponos 1 1 Eylül tari-

171
hinde Stalin 'e bir kez daha düzenli olarak geri çekilme emri
vermesi ricasında bulunuyordu. Ancak S talin aynı sertliğini ko­
ruyordu: "STAV KA' nın izni olmadan Kiev teslim edilmeyecek
ve köprüler havaya uçurulmayacak. Kiev Sovyet'tir, Sovyet ka­
lacak. Geri çekilmeye kesinlikle izin vermiyorum. Beklenecek
ve savunmada kalınacak, gerektiğinde ölünecek. Stop."
Teslim bayrağını çeken Kirponos ise şöyle karşılık veriyor­
du: "Talimatınız anlaşılmıştır. Stop. Görüşmek üzere."
Bu emir, yüz binlerce Kızılordu askeri için idam fermanı ni­
teliğindeydi. 1 . ve 2. Tank gruplarına ait öncü tanklar, birbirle­
rinden yalnızca birkaç kilometre uzaklıktaydılar. Savunma du­
rumundaki Sovyet askerlerini arkadan kuşatıp kıskaca almaları
an meselesiydi. Guderian ' ın Tank B irliği 'ne ait öncü Alman
tankları, 1 4 Mayıs'ta şöyle bir emir alıyorlardı: " Düşmanı orta­
sından yararak geçin ve Kleist' ın Tank Grubu 'nun öncü birlik­
leri ile bağlantı sağlayın."
B u pazar gününün öğlen sonrasında ilk Alman tankları Loş­
vitza'da Sovyet hatlarını yarıyorlardı. Yarbay Rinschen ve Yar­
bay Wartm ann, K iev ' in yaklaşık 200 kilometre doğusunda,
sembol ik bir el sıkışma ile iki tank birliğinin buluşmasını onay­
lamış oluyorlardı. Böylece, 1 35 bin kilometrekarelik büyük bir
kuşatma çemberi oluşmuş oluyordu; B avyera'nın iki katı bü­
yüklüğünde bir alan, her yanından kuşatılarak tamamen kapatıl­
mıştı ve yedi Sovyet ordusu kapana kısılmış durumdaydı. Bun­
dan kısa bir süre sonra Guderian 'ın karargahına şu telsiz mesajı
geçiliyordu: " 1 4 Eylül 1 94 1 saat 1 8 .20, 1 . ve 2. Tank birlikleri­
nin buluşması sağlandı."
Ancak, sağlanan bağlantı henüz çok c ı lı zdı ve daha çok
sembolikti . Hala boşluklar vardı. İki tank bölüğü, geri püskür­
tülen Sovyet birliklerinin arasından geçerek karşılaşmışlardı.
Oysa, Kızılordu'nun son anda çemberi kırarak Kiev'e çekilebil­
mesini engellemek, kuşatma çemberinin güçlendirilmesine bağ­
lıydı.
Guderian, güçlü bir yarma harekatının, S tal i n ' in orduları
için hala bir savunma olanağı anlamına geldiğini biliyordu. 1 7
Eylül ' de S talin ve STAVKA' dan, "bir geri çekilme harekatı ile

1 72
Sovyet karşı saldırısı.

Sağda ve altta: Alman­


askerlrrinin esir alınışı.

1 73
Karanlıktan yararlanılarak Alman tankları için mayın döşeniyor.

Bir Sovyet havan topu görevde.

1 74
Sahne görevini üstlenmiş bir tank: Cephedeki askerlerin önünde sahne
alan Rus şarkıcı Aleksandrovskaya.

yok olma tehdidinden kurtulmak" için yeniden izin isteyen Ki­


ev Harp Divanı da bu olasılık üzerinde duruyordu.
Ancak Stalin bu yönde bir adım atmaktan yana değildi. So­
nunda B udiyeni, Kirponos ve Kruşçev Stalin' in kesin emrine
karşı gelerek yarına hareketine girişiyorlardı. Keşif uçaklarına,
henüz çok zayıf olan doğu kuşatmasını yarmada kara birlikleri­
ne öncülük etme görevi veril iyordu. Ama çok geç kalınmıştı.
Aralarındaki bağlantı kesilmiş olduğundan, Sovyet kuvvetleri­
nin her biri yalnızca kendi güçleri ile savaşmak zorundaydılar.
Yoğun bir yarma hareketi için gerekli olan koordinasyon eksik­
ti. Almanlar tarafından geri püskürtülmesi pekala mümkün olan
az sayıda saldın gerçekleştirilebilmişti.
General Jeremenko komutasındaki birliklerin doğudan yap­
tıkları bir kurtarma girişimi, çembere alınan birlikleri kurtarma­
ya yetmemişti. Almanların oluşturduğu setler çok güçlüydü.
Budiyeni'nin 18 Aralık 'taki son bir kurtarma girişimi de başarı­
sızlıkla sonuçlanıyordu. Ardından, Almanların 6. ordusu kuşat­
ma çemberine u laşmıştı. Borispol ve Dinyeper arasında yer

1 75
alan Sovyet birliklerinin büyük bölümü, umutsuzca sıkışıp kal­
mışlardı. Beş Sovyet ordusu, Kiev-Çerkassi-Priluki üçgeninde
sıkışmışlardı. B unu, Völkischer Beobachter gazetesinin de kısa
bir süre sonra yazdığı gibi, "tüm zamanların en büyük yok etme
savaşı" izleyecekti. Kirponos 'un ordu komutanı General Tupi­
kov, henüz 1 4 Eylül ' de bütün sorumluluğu üzerine alarak, Ki­
ev ' den Moskova ' ya, Stalin 'e, şu telsiz mesaj ını göndermişti:
"Sizin de taktir edebileceğiniz gibi, felaketin birkaç gün içeri­
sinde baş göstermesi beklenmektedir.''
O gün, Almanlar Kiev ' in çevresinde ölümcül tuzakların ı
kurmuşl ardı bile ve S ovyet birliklerini çevreleyen kuşatma
çemberini gittikçe daraltmaya başlamışlardı. Ardından Alman
taarruzculan sert bir direnişle karşılaşıyorlardı . Topçu birliği,
Fransa seferinin tamamında attığı kadar top mermisini dört gün
içerisinde harcamıştı. Alman Hava Kuvvetleri Luftwaffe, ara­
lıksız saldın uçuşları yapıyor ve ölümcül yükünü Ukrayna baş­
kenti ve kuşatma çemberindeki Sovyet birliklerinin üzerine bo­
şaltıyordu. 14- 1 9 Eylül tarihleri arasında beş gün boyunca orta­
l ık cehenneme dönmüştü. Ardından, Alman 6. Ordusuna ait iki
piyade tümeni Ukrayna başkentini zaptetmişti.
Ancak, direniş buna karşın yine de uzunca bir süre kırılama­
dı. Kiev, Almanların başına bela olacaktı. Sokak barikatları, pu­
sular, evlerden yürütülen çatışmalar bekliyordu saldırganları ve
her iki taraftan da kurbanların kanı dökülecekti. Boşaltılmış ev-

Henüz üst üste zafer haberleri geliyor.


Kiev Felaketi Sonuçlandı. 1 Milyonluk Ordu Yok Edildi.

1 76
Üstte: Kiev' in alınışından son­!er bile ölümcül bir tehl ike arz
ra e d i y orlard ı . Art arda yaşanan
çektirilen hatıra fotoğrafı .
B ir tabela ormanının önünde patl amal ar, Alman askerlerinin
poz veren A lman askerleri. parçalanarak ölmelerine neden
oluyordu. K iev ' de ve cephenin
Altta: Kiev' de dostça karşıla­ d iğer bölü mlerinde, Almanları
ma. Ancak, A lmanların kente
ölüme gönderen gizli bir Sovyet
girişi sırasında gösterilen se­
vinç kısa sürecekti. silahı vardı: Etkisiz hale getirile­
meyen ve sokak çatışmaları bit­
tikten sonra da bir tehdit unsuru
olan uzaktan kumandalı bomba­
lar.
26 Eyl ül'de H itler yeni hede­
fini gösterdikten ve Guderian ' ın
tank birlikleri Kiev 'e saldırıları­
nı arttırdıktan bir ay sonra, sava­
şın o zamana kadarki en büyük
kuşatma çarpışması sona eriyor­
d u . Kiev çarpışması, Kı zılordu
için eşi benzeri görülmemiş bir hezimetle sonuçlanmıştı. Sov­
yetlerin 5 ayn ordusu tamamen yok edilmiş, diğer iki ordusun­
dan ise geride yalnızca önemsiz birkaç kısım kalmıştı .
Yalnızca Tümgeneral Borisov komutasındaki 4 bin askerden

1 77
Almanların esir
kamp la rında n g örii n t üler.
Binlerce Kızı/ordu üyesi
dövüliip vuruluyor ya da
öldürülüyordu. Binlercesi
salgın hastalıklardan ya da
açlıktan öliiyordıı. ·

1 78
oluşan bir süvari birliği kuşatma çemberi dışına çıkabilmişti.
Bu katliamdan sağ kurtulanları ise karanlık günler bekliyordu.
Wehrrnacht Komuta Merkezi 'ne göre, 665 bin kişi esir alınmış­
tı. Sovyet tarafının verileriı'ıde ise bu rakam 450 bin olarak yan­
sıtılıyordu. Bin askerden oluşan kendi karargah kuvvetleri ile
Alman hatlarına saldıran Sovyet komutanı Orgeneral Kirponos
öldürülüyordu. Yine üst düzey komutanlardan olan Budiyeni ve
üst düzey parti üyesi Kruşçev ise son anda kaçıp kurtulmayı ba­
şarıyorlardı. Stalin, eski silah arkadaşlarını esir düşme zilletin­
den kurtarmak ve aynı zamanda da Almanları Ekim Devri­
mi'nin bir kahramanını ele geçirme zevkinden mahrum etmek
istemişti.
Başarı üstüne başarı kazanan Almanlar, yalnızca yarım mil­
yonun üzerinde kişiyi esir almakla kalmıyorlar, resmi rakamla­
ra göre 3 bin 7 1 8 top ve 884 tankı da ele geçiriyorlardı. "Völ­
kisclıer B eobachter" gazetesi olayı, "Bir milyonluk ordu yok
edildi" başl ığı ile duyuruyor ve "Görülmemiş bir zafer" alt baş­
l ığı ile kutluyordu.

" Führer ve anavatan için şehit düştü"

Zaferi n yayılmasıyla, Wehrmacht 'ı n kayıp haberleri ıyıce


dibe vurmuştu. Cepheden gelen resmi haberler, "onurlu ölümü"
kahramanl ık olarak yansıtıyordu. Savaş muhabiri Fritz Luc­
ke' nin•şu ifadelerle belirttiği gibi: " Hücuma geçtikleri, zafer el-

Kari Schweiger, Te,�nıeıı

Herkesin can111a tek erti. Yeni görevler düşüniildüğiinde,


artık kimse ölümii her yerde başına gelebilecek bir "şans­
sızlık" -rastlantı - olarak değil, aksine, her aıı kendisini
bekleyen bir ya:gı olarak göriiyor. Etkileyici derecede ber­
rak bir gökyü:üııde geceleri Orion parlıyor. Arkadaşlar ge­
cenin ilk saatleriııde kulübelerinin önüne oturup sessizce
ve dalga geçmeden Belgrad radyosunu dinliyor/ar. Görü­
nen ya/ııı:ca onların sigara ateşleri . . . Sağlığıma ya\'Oş yavaş kavuşuyorum.
Ancak sal'Oş. uykudayken bile durmaksı:ııı devam ediyor!

1 79
de ettikleri ve öldükleri ormanın önlerinde 1 . Tabur'un şehitleri
yatıyor. Dört subay, bir doktor yardımcısı ve birçok astsubay ve
erat. Bu, zafer yolundaki ilk büyük kabristan. Bunlar çelik gibi
askerler. B ugün daha da çelikleşti ler. Sovyetler Bi rliği'ne karşı
savaşmak oldukça zor bir iş. Ama, her bir asker bil iyor ki, Al­
manya'nın varlığını sürdürebilmesi için buna göğüs germek zo­
rundalar. "
Gazetelerdeki sayısız ölüm haberi, Rusya ile savaşta Alman
tarafından da büyük sayıda kurban verildiğinin birer gösterge­
siydi. Bunun üzerine, nasyonal sosyalist propaganda mekaniz­
ması "kahramanca ölüm" mitosunu yaratıyordu. Yas ilanların­
da, askerler B olşevikliğe karşı direnişçiler olarak onurlandırılı­
yorlardı: "Führer ve anavatan için şehit düştü." Ancak ordu ko­
mutanlığının istatistiklerinde askerlerin kaderi ile i lgili sayılar
oldukça endişe vericiydi: 1 1 6 bin 908 ölü, 4 1 9 bin 647 yaralı,
24 bin 484 kayıp.
Bunlar, saldırının başlama tarihi olan 22 Haziran'dan 30 Ey­
lül'e kadar geçen süre içerisindeki zayiat raporlarından elde
edilen bilgilerdi . Kızılordu ' nun büyük çaptaki zayiatı ile karşı­
laştırıldığında oldukça düşük bir rakam söz konusuydu. Ama,
Alman askerlerinin "Führer"lerinin istekleri doğrultusunda bun­
dan sonra yapacakları görevler göz önünde bul undurulduğunda,
bu rakamlar Alman ordusunun komuta merkezini alarma geçi­
recek nitelikteydi. Nitekim, Genelkurmay Başkanı Halder gün­
cesine şu notu düşüyordu: "Yeniden sağlığına kavuşanlar dışın­
da, yerlerinin doldurulması mümkün olmayan 200 bin adamı­
mızı yitirdik."
Özellikle de 17 bin 884 subayın kaybı, askeri açıdan olduk­
ça ağır bir sonuçtu. Onların yerinin doldurulması imkansızdı.
Wehrmacht Komuta Merkezi O KW, ordu gücündeki toplam
kaybı yüzde 1 6,2 olarak belirliyordu. Üç ay süren bu sefer son­
rasında askeri malzeme kaybı da düşündürücü orandayd ı: Luft­
waffe bin 200 uçağını kaybederken, tank birlikleri güçlerinin
ancak yüzde kırkını korumakta idiler. Orta Ordular Grubu, mo­
torlu araçlarının üçte ikisini yitirdiğini bildiriyordu, bazı piyade
tümenleri ise savaş güçlerinin üçte birini yitirmiş durumdaydı­
lar. 20. Tank Tümeni ' nin elinde yalnızca 44 tank kalmıştı. Ka-

1 80
3. Tartk Grubu Kôfuutd�ı
:'.:..
: •. ( -:::.-;·
'
:l
. r
Tank Grubu Askerlerw· .: : ·: ·<
, . > ·;; ·• · '' .' ;; ·· : :;;·;-k
::; ;. . -._;·_-::...
: :
: '.-:·.:;-:.-;.·
:: : : ; :::: : : :: -. -: :.:: • -: ; ; . :: �
_;_.: ::� • • ... ; .
:
-
. .• . .
.:
'/İ-_ :=: :
:::·:=.-·. -·->·-.·;::'.;:
: : ::=�-
_ -_ =� -
• . . - .... :::::_ g
• - -.- - • : f�t;�i �:�;: ;:; :;:::: ·
- -_ ·:::
_
:
:_
:
�L :::=:=: :
:
· : ;.·: .::::::::·:::::: :::::-: :::·::: · _ . _.:=::·=··:=: < :;:.:-.-- ·>=·=·>=

/ ; : .Yedi haftadır yaşamakta olduğumut· bu büyüW tarihi ôlay l geridfbıralF <

tık. Stalin'in çekirdek orduları darmadağın edilm� GüÇlü tank o,rdusu bu< .
yük ölçüde bozguna uğrattfdı. Kızıllar, kafaları ka�lştırırcasiJıa aksini iddia
etseler bile, Moskova'ya giden kapı açıldı; onlarm bunu yeniden kapatmai;..
·
lan mümkün değil, Jlyemen-Merkine, Olita, Vilna/Smoreviçe, Zeslav, Ples- ·>
çenice; Düna-Sıisna, OHa ve Beşenkovitçi; Wite�sk, GordOdok, Nevel ve .
Veı.ıuki, Senno, Dobromysl. Demidov, Veliş, Y�evo ve Rattşino sizin z�� '
ferinizin kilometre fa§lan. Kuzeyde Minsk kuşatj.tja�ı, yukarı Düna kıyısuı.C?
da ve Vitebsk yakınmda ilerleyen Kızılordu'nllii: bozguniı , uğratılmaSı v.�>
geri .kalan kısmının Ş molensk'in doğusunda· sıkıŞtırı�ması. hep sizin başarı�··
. nızdır. Topyekun sal�ll'ı harekiltı çerçeve�inder şµe son olarak d üşinamtj \.
kurtulmak "iÇin yapaÇagl- safdıpya karşı göğiis: gerinenizi emretmek duru?
m undayım. Bu da sizi bekleyen başka - l:ıi r görey, Vop ve güneybatı Bye­
lôy'daki mevzilerinizi muzaffer olarak terk edeceksi n i z: Fü hrer bizim .
???.?? {Almanca metinde de söru işaretleri var,-Ç�v.) ve k ısa bir m<:>fa:· ver,,J
mem izi emretti. Kendisi� 4.8.4l tarihinde ordu- �f:kez. karargahında, Duna\'
üi§dnden yaptığımız saldırının beklentilerinin fizerinde olduğunıt jfade\.
.: ederek iki eliyle elimi sJktığmda, bun.o onun siz �stfe rlerine bütün yüreği ilf
�![;teşekkü._ri! 9larak lc'Pul �ttiflı: Be"jı .�e Ç!!�aı�tfüi.b �ayaıııkhlığınl�/l(a hf t
r�manhğofri ve benirif komutaiıfa .oıan giiveriinit;JÇin siti yörekt.en teşekH:
kur ediyorum. TeşekkUrum ayrıca bu z9rlu savaŞ ;cephesinin deı:inlikl�rin� < ·--

deki bütün askerleredir-. . : > :... .- ·


- ·-···· · ·

. Tamamıyla hak edilnıiş bu :Cıinlen�e süresil) : ı l güçlere karşiJ>.� sa:; : � � ii


vaŞ ı bitirmek için hai.Jı.i ölmak ama<:iyla gerek manevi gerekse fizik(olaraJ.C'.
.
yeniden güç toplayacağız.. ve silah ve gereçleriıJl!zin bakı mını yapacağız. :.,
Büyük bir saygıyla andığımız ölü ve yaralılarunı_z jn kaybJ wşuna ol_ri!llm�� _

·1.! ! !i ;;):\:i;[i�j�i �
. .
' lulı r. .
• \ . . :
;,�(�?.� !
·
• ·.·.
! aşasi � :
::::;.;:·::: "•\::}::·
;.: ��� :·-:-:-:-·.-.- •
.
• -··:�-· ·
. :· ·.·.·. ·.·.

'
· :;.:- . :;:;::;:: ;: ;:
:
:
, :-. fi: :: I.m::;�:
·-:-:-:-;.·-;-;.:-·-;-:-:·:-:·: ·
· :: :
�; �o ı, � g�f�P.�t.�i ·
: :{ �;::: =�:=�(- . : :-:::�k:;::::::;<:::.
: -' :::: : :
_:;:- -:-:
:
y

yıplann yerine geçecek olan yedek kuvvetler de, cephenin hiç­


bir yerinde olması gereken en az seviyede bile değillerdi. Ka­
muoyu, resmi olarak bu soru nlardan haberdar edilmiyordu.
Ama, cepheden annelere ve eşlere gönderilen mektuplarda yaz
dönemindeki inançlı hava hissedilir derecede kırılmış, sağduyu
egemen olmaya başlamıştı:
" Kaybımız büyük. Hatta Fransa ' dakinden daha fazla. B u
Ruslar kadar inatçı köpekler görmedim. Aynca hiçbir şey işle-

181
meyen materyalden yapılma tanklara sahipler. Bizden de bazı
arkadaşlar ölü ya da yaralı olarak savaş alanında kaldılar. Bu
savaş gerçekten korkunç bir şey. "
B u tür mektuplar memlekette endişeleri arttırıyordu. Sürekli
olarak halkın nabzını tutan ve böylece o zamana kadar aşırı
inançlı havayı tespit edebilen gizli servis, bu kez şu tespitte bu­
lunuyordu: "Doğudaki savaştan gelen haberler, kendi kayıpları­
mızın yüksek oluşuyla gölgelenir olmuştur. Özellikle başta ka­
dınlarda olmak üzere, bu durumun büyük bir etki yarattığı göz­
lenmektedir. " 6 Ağustos 1 94 1 tarihinde yerel bir Berlin gazete­
sinde yer alan bir örneğinde olduğu gibi, duaların cesaret arttı­
rıcı olmaları beklenmektedir:

" İ çimizden biri düşerse toprağa


diğeri iki kişilik tutmalı onun yerini
çünkü Tanrı her savaşanın yanına
katacaktır arkadaş olarak bir yenisini."

B unlar sadece inanç dolu d ileklerdi ve ayrıca babaların,


oğulların, erkek kardeşlerin kaybını teselli etmeye yettikleri de
söylenemezdi.
Sovyetlerin yedek güçleri, gerçektenden de bitip tükenmez
gibi görünüyordu. Genelkurmay Başkanı Halder, daha 1 1 Ağus­
tos 'da yaralanma ve teslimiyet karışımı bir ruh hali içerisinde
güncesine şu notu düşmüştü: "Son gücümüzü de harcadık. Sa­
vaşın başlangıcında, -yaklaşık 200 tümenlik bir düşman kuvveti
olduğunu tahmin ediyorduk. Ş imdi, 360 tümen olduğunu görü­
yoruz. Ve de bunların bir düzinesi bozguna uğratılsa, Rus yeni
bir düzine tümenle ortaya ç ıkıyor."
Bitler ise bunu görmezlikten geliyordu. Kiev başarısını ken­
di kişisel zaferi olarak kabul ediyordu. Haklı değil miydi? Ki­
ev ' de elde edilen zafer ile güneyde hedeflenen başarıya ulaşıl­
mamış mıydı? Saldırının Moskova'ya yönlendirilmesini dur­
durmak işe yaramamış mıydı? Hitler ' in kendine güveni daha da
artmıştı. Halkın alaycı ifadesi ile "tüm zamanların en iyi savaş
komutanı" anlamında GR ÖFAZ olarak adlandırılan Bitler, as­
keri danışmanlarına bir savaşa nasıl komuta edilmesi gerektiği-

1 82
Cepheye yapılan büyük çaplı ikmal, lojistik bir meydan okun, ı ıiteli­
ğiııde: Akaryakıt, ekmek, gazete ve sigara.

1 83
Dr. Paul Linke,
Birlik Doktoru

Bulunduğumuz yerin sınırlarının yaklaşık 500 metre kuze­


yinde, küçük tepelik bir bölge vardı. Orada yaptığım bir atlı
gezinti sıı:asında, bir çukurda yatan ölü bir Rus askeri bul­
muştum. O/ünün gömülmesini sağlamak amacıyla atımı geri­
ye, köye doğru sürdüm. Ancak tam o sırada, tabur komutanı­
nın subayları acil görev toplantısına çağıran bir emri ile
karşılaştım. Tam zamanında karargahta olmuştum. Bizim binbaşı çok tedirgin
görünüyordu. Yüzü adeta taş kesilmişti. Olağan bir durum toplantısının böyle
gergin bir hava yaratması için herhangi bir sebep olamazdı. Ancak emir su­
bayı bile bu durumdan etkilenmişe benziyordu. Oysa askeri ifadelerle söyle­
necek olursa; aralıksız ilerlemek suretiyle, Boguslavetz köyüne hareket harbi
yöntemiyle bir saldırı gerçekleştirmiş, karşı tarafta savunma durumunda
olanları geri püskürtmüş ve bir sonraki gün olabildiğince erken ilerlemeye
devam edebilmek için kendimizi önden ve cenahlardan güvenceye almamış
mıydık? Ancak bu işin sonu kötüydü: Haftalardu� esir alınan Sovyet komiser­
lerinin kurşuna dizilmelerini içeren bir ''Führer emri" olduğu söylentisi orta­
larda dolaşıyordu. Prusya geleneklerine göre yetiştirilmiş düzgün askerler
olarak bizler, bunları birer "asılsız söylenti" olarak görüp, kulak ardı ediyor­
duk. Ama işte şimdi gerçek bizi kıskıvrak yakalamıştı. Tabur komutanı bize bir
komiserin esir alındığını açıkladı. Çok gergin bir sessizlik hakimdi. Hani der­
ler ya, iğne düşse çınlaması duyulacak cinsten. Ardından, binbaşının hiç alı­
şılmadık biçimde çın çın öten sesi duyuldu: "Tabur emridir! Komiser kurşuna
dizilecek. Emri yerine getirmek için Teğmen Fuchs görevlendirilmiştir! " Teğ­
men Fuchs, o zamanlar hem tabur komutanlığının emir subaylığı, hem de
mahkeme subaylığı görevlerini aynı anda beraber yürütüyordu. Meslekten hu

ni bir kez daha göstermişti. Kafkaslara giden kapı açılmıştı,


Moskova'ya giden yol açık görünüyordu. Sovyetler daha nere­
de ciddi bir direniş gösterebilirdi ki? Dünya üzerinde böyle bir
darbe yiyen hiçbir ordu bir daha kendine gelemezdi ! H itler
böyle düşünüyordu ve nasyonal sosyalist propaganda mekaniz­
ması da "\/ölkischer Beobachter" gazetesinde bunu şöyle yansı­
tıyordu: "Stalin ' in orduları yeryüzünden silindi . "

" Ilıca bölgesi sonunda Yahudilerden arındırıldı ... "

Alınan birlikleri Kiev 'e girdiklerinde Ukraynalı milliyetçile­


rin toplu mezarları ile karşılaştılar. Stalin'in emriyle tutuklan­
mış olan bu siyasi mahkumlar, Almanların kente girmesinden

1 84
kııkçııydu. Kendisi benim arkadaşımdı . Neşeli ve sürekli şakalar yapan biriy­
di. "Fakat Binbaşım . . . " diye kekeledi ve karşı taraf onun sözünü sert bir şekil­
de kesti: "Teğmen Fuclıs! Şu an tek bir kelime bile duymak istemiyorum! Gi­
din ve derhal emri yerine getirin!" Ben, toplantı resmen biter bitmez hemen
yerimden fırladım ve arkadaşım Fuchs' a, "Otto, ben de seninle geliyorum!"
dedim. Çünkü aklıma tam da o anki duruma uygun müthiş bir plan gelmişti.
Komiserin hapsedildiği ağıla giderken, yolda arkadaşıma aklımdan geçenleri
anlattım : Teğmen Fuchs ve Rus komiserini birkaç saat önce bulduğum ölü
Rus' un yattığı dar geçide götürdüm. Oraya vardığımızda Fuchs' a bu cesaret
gerektiren plammı anlattım: Rus komiseri ölü arkadaşının elbisesini giyecek,
ölüye ise komiserin üniformasını giydirip defnedecektik. Ancak daha önce ta­
bancayla iki üç el ateş etmemiz gerekiyordu. Daha sonra komiser karanlık çö­
kene kadar geçitte bekleyecek ve kendi tarafınm hatlarına geçmek üzere yola
çıkacaktı . Komiser hiç itiraz etmedi, aşağı yukarı "teşekkür" anlamında
"spassivo" diyerek yanıt verdi. Çabucak elbiselerini değiştirdi ve ölü Ruş_' u
gömmek için küreğin sapını kavradı . Bu arada biz de yere iki el ateş ettik. Olü
asker tepeden tırnağa komiser üniforması içinde gömüldükten sonra komise­
re, "Şimdi sizi burada yalnız bırakıyoruz ve bol şanslar diliyoruz. Siz de bili­
yorsunuz ki, bu olay bir duyulursa ikimiz de kurşuna diziliriz. Ancak, subaylık
onurumuzu korumak için bu riski göze almaya değer. Biz savunmasız tutsak­
lara ateş etmeyiz. Eğer bir Alman tutsakla ilgilenmeniz gerekirse, belki bu anı
hatırlarsınız" dedim. Bunun üzerine komiser esas duruşa geçerek elini şapka­
sına götürüp selam durdu ve kırık bir Almanca ile, "Ben unutmayacak!" diye
cevap verdi.
Yeniden karargaha döndüğümüzde Teğmen Fuchs komutana kısaca ..bilgi
verdi: "Emir yerine getirilmiştir!" Binbaşının cevabı ise şöyle oldu: "Uzgü­
nüm Fuchs, bunu ben de istemiyordum. Ben de yalnızca aldığım bu zorunlu
emri size havale ettim!"

kısa bir süre önce nöbetçiler tarafından kurşuna dizilmişlerdi.


Alman askerlerinin başlarda, özellikle de Ukrayna' da, neden
"kurtarıcı" olarak karşılandıklarına şaşıranlar, bu sorunun yanı­
tını burada arasınlar. İ nsanlar burada her tür bağımsızlık çabası­
nı kanlı bir biçimde bastıran Moskovalı komünistlerin amansız
baskı politikaları altında acı çekiyorlardı. Bu korkunç ceset bul­
ma hikayesine, nasyonal sosyalist basında çok geniş bir şekilde
yer verildi. Alman kamuoyu ve dünya, Stalin ' in hapishanelerin­
de nelerin döndüğünü öğrenmeliydi. Böylece H i tler burada,
" Moskova'daki Bolşevik Şeytan"a karşı savaşını haklı ç ıkara­
cak güzel bir malzeme elde ediyordu. Ancak Alman gazeteleri
aynı zaman içerisinde Alman cephesinin gerisinde neler olduğu
konusunda ise suskun kalıyorlardı.

1 85
Hitler bunun, sonunda Rus İ mparatorluğu 'nu darmadağın et­
mek ve Alman göçmenler için yeni koloniler kazanmak ama­
cıyla Bolşevikliğe karşı bir yok etme savaşı olduğunu daha sa­
vaşın başında açıkça belirtmişti. Nasyonal sosyalistlerin derdi,
komünizmin baskısı altındaki insanları kurtarmak değil, tama­
men yok etmeye dayalı ve işgale yönelik bir savaştı. İ şgal edil­
miş doğu bölgesine atanan Reich ' ın çiçeği burnunda bakanı
Alfred Rosenberg, şöyle bir saptamada bulunuyordu: " B iz, ' za­
vallı Rusları ' Bolşeviklikten kurtarmak için bir savaş yürütmü­
yoruz. Bölünmemiş bir Rusya'nın oluşturulması ve S talin ' in
yeni bir çar olarak gösterilmeye çalışılması, bu yüzden başarıya
ulaşamamaktadır. "
Nasyonal sosyalistler, Rusya'nın geleceğini kafalarında na­
sıl tasarladıklarını, Sovyetler B irliği 'nin Avrupa' daki kısmından
Urallar ' a kadar olan bölgede ayrıntılı bir " Cermenleştirme"
programı olan "Genel Doğu Planı"nda ortaya koymuşlardı .
Otuz yıl içerisinde tamamen gerçekleştirilmesi düşünülen bir
plandı bu. H i tler, geleceği n bu doğu kolon ilerin i hammadde
kaynağı ve pazar olarak kullanmaya başlamadan önce, bu bölge
Sovyet halkından "arındırılmış" olmalıydı. H itler dev boyutlu
bir kitle katliamı planlıyordu, Yahudi halkına uygulanan türden
Holocaust' un bir ikincisini. Wehrmacht "kızıl tehlikeyi" doğuya
doğru püskürtürken, Alman cephesinin gerisinde ise acımasız
bir katliam yaşanıyordu. Daha önce bu askeri savaş için, " Kızı­
lordu mensubu dün de dost değildi, bugün de dost olamaz" şi­
arını kullanan Hitler de, rakibi gibi aynı şekilde insan onurunu
hiçe sayarak sivil halkın katledilmesini emrediyordu.
Generallerinin aksine Hitl er, kitle katliamlarını "askeri bir
zorunluluk" olarak gerekçelendiriyordu: " Savaş, ancak Rus­
ya'da bulunan Wehrmacht'ın tamamına tayın sağlanırsa devam
ettirilebilir. "
B u yüzden de, "gereksiz kaşık düşmanlarının" doyurulması­
na son verilmesi Naziler açısından en doğru adımdı. H itler,
böyle bir adımın doğuracağı sonuçların da farkındaydı: "Böyle­
ce, kuşkusuz milyonlarca insan açlıktan ölecektir."
Ancak, işgal altında yaşayan insanlar yalnızca açlıktan ölme
tehdidi altında değillerdi. Ağır savaş koşullarında hayatta kal-

1 86
mayı becerenler de, güvenlik servisi ve Gestapo'nun işgal altın­
daki bölgelerde uyguladıkları ideolojik terör eylemlerinin acı­
masızlığı ile karşı karşıya idiler. Letonya'nın Libau bölgesinde­
ki SS ve polis gücünün sıradan bir bölge sorumlusu olan Fritz
Dietrich tarafından büyük bir özenle kaleme alınan bir tutanak,
görevli SS birliklerinin hiddetinin hangi boyutlara vardığının
·

bir dökümünü gözler önüne sermektedir:

20.9.4 1 SS ve Polis Bölge Sorumlusunun Libau 'ya gelişi.


22.9. 67 Yahudi'nin Windau ' da infazı.
24.9. 37 Yahudi 'nin Libau ' da infazı.
25.9. '1.23 Yahudi ' nin Windau 'da infazı. 80 siyasi
mahkfimun tutuklanışı.
30.9. 2 1 Yahudi 'nin infazı, 83 kişinin getirilişi.
3. 1 0. 37 Yahudi 'nin infazı .
. 4. 1 0. 18 Yahudi v e 2 komünistin infazı.

Tarih, infaz, kişi sayısı. Sürekli aynı tablo. Dietrich, tıpkı bir
muhasebeci gibi günlük olarak infazları ve kurbanların sayısını
not etmişti. Günlük olarak tutulan bu defterdeki tarihler, 1 7
Aralık 1 94 1 'e kadar geliyor ve sonrasında her şeyi açıkça orta­
ya koyan çok özlü birkaç cümlecikle son buluyor: "Yahudi ak­
siyonu sonuçlandı. Toplam olarak 2 bin 746 Yahudi kurşuna di­
zildi. Yalnızca Yahudilerin infazında mermi harcandı. 6 bin
atış. " ,
Cephe gerisinde bu türden birçok kitlesel katliam gerçekleş­
tirildi. Savaş esirleri, komünistler ve toplama kamplarından ka­
çanlar da yeni kurbanlardı. Raporlarda, insanla hayvan arasında
hiçbir fark gözetilmiyordu. Örneğin, bir infaza ilişkin notta şu
ifadeler kullanılmıştı: "Son günlerde 47 köpek ve 42 kedi, ku­
duzla mücadele kapsamında ateş edi lerek öldürüldü." SS üyele­
rinin insanlık onurunu ayaklar altına aldıklarını bundan daha iyi
hiçbir şey anlatamaz. Yukarıdakinin benzeri listeler yalnızca Li­
bau 'da tutulmadı. Doğu cephesinde ilerlemekte olan normal as­
keri birliklerin ardından onların boşalttığı yerlerde özel birlik­
ler, Hitler 'in 3 Mart 1 94 1 tarihinde verdiği şu talimat doğrultu-

1 87
· •· jj��i:: .
Saatler süren bir "sürek avın­
dan" sonra, bir SS birliğinin

Lfl��ı�tdiii��şi$:�.
mensupları, Yahudi kurbanları­
nın ardından fotoğrafı çektir­
mek üzere poz veriyorlar.
l i f J@Çli'un tqeW in t�_hrip edilmesi . _ · •- ·_ .
. ..•.••_.•_.·• .
/• plık.kl!tdfilti _ birif'-pQrundan .. f . -. .•_··•_ .•-·_•__ ._ Reich' ın liderlerinden SS' ci
·
;-::::::'. :::::::;::::::=::::::::.:::::�.:: .;:: ;:::::;:;.<·:-:-
• ·.·.-.-.·.·-:-:-·:.. :::. :;:-:-:
· .;::;:;::;:::: -:

İ.{:i�Y: Id o ->' 5 Ekinil94 t/t • • >t


·
Himmler Minsk'te. Kendisini
·.·
"çocuk dostu " olarak göster­
�;;���Mtd�ki ;���;�•iJ���9 g§ı.ui"i�4i� r meye çalışıyor.

Rlt1)���
• • • •·��i4r��:.&ı��t.�füb�::�k��eJJ�::·.

ilflf��;11���!i
\liil;gü ıileriııde keritin Yahudileri teıniz-;-'.(
l�o,pit Tuplam olarak (grad_a
görev ; yap�n · -·�­
ŞŞ!w m�n9,o_ birliğiı:lin j
ve.ı; leri ne. · gqft!-)
�t��(k�<:fıil; Yl\�!�şµs ;35 b,�n _ipsau_:

: ı ı ���?IJ���;J.�������rs·•
1 88
sunda görevlerini yerine getiriyorlardı: "Yahudi-Bolşevik ay­
dınların kökü kazınsın."
Reich' ın SS lideri Heinrich Himler, Güvenlik Polisi ve SD
timlerinden dördünü cephe gerisinde "özel görevler" yapmak
üzere görevlendirmişti. 3 bin kişiden oluşan bu grubun görevle­
r i n i n n e l e r o l d u ğ u n u , SD ş e fi H e ydrich F ü h rer ' e M a y ı s
1 94 1 ' de şöyle açıklıyordu: " B ütün Yahudilerin , bütün Asyalı
azınlıkların, bütün komünist eylemcilerin ve Çingenelerin öldü­
rülmesi ."
Görevli grupların l iderleri, "özel görevlerin i " tamamen in­
sanlık onurunu çiğnemeye dayalı yöntemlerle yerine getiriyor­
lardı. B u dürt gruptan birinin komutanı olan Otta Ohlendorf,
kendi grubunun 1 94 1 yılının sonuna kadar gerçekleştirdiği kur­
şuna dizme eylemlerinin sayısını yaklaşık 90 bin olarak açıklı­
yordu. İ lk yıl içerisindeki yalnızca Yahudi kurbanların sayısı
yarım milyondu; 500 bin erkek, kadın ve çocuk.
Hitler, Rusya'ya karşı yürütülen savaşın "normal" bir savaş
olmayacağını önceden açıklamıştı. Bu, " Yahudi-Bolşevik pis­
liklerin" temizleneceği bir savaş olacaktı. Ö zel görevleri yerine
getiren bu grupların kanlı eylemleri, Hitler ' i n planlarını uygula­
maya başladığının göstergesiydi. Ancak, H itler ' i n " Yahudi ve
Slav alt ırklarına" katliam çılgınlığının uygulayıcıları, yalnızca
Himrnler ' i n özel k�mandoları değildi. H itler, bunların yanısıra
görev yapmakta olan askerleri de kullanıyordu. Alman general­
leri atasında da birkaç çapsız yaltakçı vardı. B u özel görevler
yapan gruplar, Wehrrnacht içerisinde de itibarlarını yükseltmek
için çaba sarf ediyorlardı: " Özellikle Wehrmacht'ın yüksek ko­
muta merkezlerinde büyük bir itibar uyandırmanı n keyfini yaşı­
yoruz. Ne de olsa, söz konusu olan Yahudi sorunu ve bu konu­
da kesinlikle tolerans yoktur. "
Wehrmacht komutanları yalnızca özel komandoların katli­
amlarına göz yummakla kalmıyorlar, zaman zaman SD birlikle­
ri ile ortak çalışmalar da yürütüyorlardı. Sovyet sivil siyasi ko­
miserleri, yargısız infazlar için bu komandolara teslim ediliyor­
lardı. Aktif ya da pasif olarak direniş gösteren herkes anında
kurşunlanarak infaz ediliyordu. Wehrmacht' ın yüksek komuta
merkezi OKW, kendi birliklerine, özel komandolara veri len

1 89
emirleri aratmayacak talimatlar veriyordu. Örneğin, 8 Eylül ta­
rihli bir talimatta şöyle deniyordu: " Bolşeviklik, nasyonal sos­
yalist Almanya 'nın ölümcül düşmanıdır. En ufak bir karşı koy­
mada tereddütsüz ve atılganca saldınlacaktır. Özellikle Bolşe­
vik bozguncuların karşı koymaları, aktif ya da pasif direniş
göstermeleri söz konusu olduğunda süngü, dipçik, ateşli silah
ayırt etmeksizin anında yok edilmeleri emredilir. "
Askerlerin sivil halka karşı işledikleri suçlar cezalandırma
kapsamının dışında bırakılıyor, savaş mahkemeleri ve yetkili
diğer mahkemeler feshediliyordu.
Hitler ' in 6 Haziran 1 94 1 ' de çıkardığı " Komiser Emri" ise
bu gelişmelerin tırmandığı en acı noktayı teşkil ediyordu. Bu
emre göre, Kızılordu'ya bağlı siyasi komiserlerin , "anında si­
lahla temizlenmesi esastı."
Ancak, H itler' in talep ettiği bu türden hareket biçimlerine
karşı içerden de direnişler baş gösteriyordu. Bu nedenle Feld­
mareşal von Reichenau 1 0 Ekim 1 94 1 'de çıkardığı bir emirle
askerlerin "kafalarını netleştirmeyi " düşünmüştü: "Birliğin B ol­
şevik sisteme karşı tavır ve hareketlerinin nasıl olacağı konu­
sunda halen kafalarda pek çok soru işaretleri vardır. Bu askeri
seferin en önemli hedefi, Avrupa kültür ortamındaki Asya etki­
sini tümüyle kırmaktır."
Doğudaki insanlık dışı uygulamayı protesto edenlerden biri
de Savunma Şefi Amiral Canaris'ti. Sovyet tutsaklara uygula­
nan insanlık dışı muameleleri 15 Eylül 1 94 1 'de Hitler 'e bildiri­
yor, ancak bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanıyordu. İ ki gün
sonra ise 39. Tank Kolordusu 'nun komutanı General Schmidt,
" Komiser Ernri "nin kaldırılmasını talep ediyor, ancak onun bu
talebi de geri çevriliyordu. 1 7. Tank Tümeni askerleri de aktif
bir direniş örneği göstererek tutsak komiserlere ateş etmeyi red­
dediyorlar, ancak tutsaklar Himmler 'e bağlı komandolar tara­
fından kurşuna diziliyorlardı.
Bu tür protestolar, H i tler ' i n Wehrmacht ' ı n bu tür görevler
için uygun olmadığı düşüncesini daha da güçlü kılmıştı. Sivil
halka karşı uyguladığı katliam savaşında en güçlü silahı olarak
elinde yalnızca özel komando birlikleri kalmıştı. Bu özel birlik­
ler, verilen her emri yerine getiriyorlar, sorgusuz sualsiz öldürü-

1 90
·;·: :;.;·;·;-.:;::::::::.;·:·

,,. \ Jlii-liğln J�plşeviksisteıne karş(fiiy.ır.Ye :,hareketlerirıfü '!l ri.s.. d k:


olacağı kori:usti,nd� halen _ kafafard;ı: P, �k Çok)or� işafeu�tL
vardrr .Bu. askeri seferfo ;en .onemli hedefi, Y�huıIF BolŞefU( ;

. sisleinin· giiÇ �ay�aklarım tamam�n. y<l ldetıtie k; ye !\,yrup�f'

f�;ı;t���Ii111JIİ
' . gerektiği gibi ceialandırılmafarı karŞl�!�data111 bir ajilayjŞ :Şajl !bi ol(Jlalid. if. �fr>::
� diğer.. hedefse:; Wehrmachi1m ardıri.(laÇbugüne kadarki d e.p�yföılerimizden� �n.:::ı:· :::
taşıldığı üzere '.4�Hn'ıa \:'.ahudiler taraf1 fi�n :Ç!ka.i-i13.n a_yajil� �
ıardi _mikr:op�;.3 �

�liil���ft��ll�tfiltltlt
Alman· halkını Asya-Yahudi tehlikesliıden sol'\stna dek ku rtarmak olan tarihi .

. .:::> ·:;::: . .
g_ore\'imizi aÖc?k bu şekilde yerine getire.bfüdz.
:�: ..��-��: ·=·: ,::·:;:�;;_:;-;::;::::::::=::. :�:� .. --�
�:
. ::.::
, '

:;: · :
.
. -:::::·: ·- .·. . .··�; : :·: ·
·� v ..
•.·.••·
:..:·:::
ı ın:;.won Reidıeiıau .. f�diiiateşaf ···· ': ,, . . ,,. :\::' ·: ·1,
: :, ··· ····
.
, � aştro ı : :uıü
:� : )�l =:�:\: .· ·:·=�- ·.:;=: -- ·-.=:=::� :X'.�:=/G:-:-'. :::::·. :+· · =: :=: �t��\U( ·· � ;� ��t\�}-
�:� : / , J'{ :::
·
·:::.· .· :.·. \:r:··;;;:\
-��f�. ,;�.\'.; ;; ::�. :.,-;·:*=· · ,_:=. ::{: :
.

Ji,� �[�:
.
:· •
i:
.

� ;· -�!� ·'. ;;:!}�:·,:· ·:


:

.:.<\ DağıtııiJ.ı:: öliik e ve sfür .biı; , ' l�.r . t · ',
.
:i j
yorlar ve protesto etmeksizin katlediyorlardı. Sayısız pek çok
örnekleri arasında, C Birliği'ne bağlı 4. Özel Komando men­
suplarının uyguladıkları bir ki tlesel katliam içlerinde en kor­
kuncuydu: " Babi Yar" adı , bugün bile özel komando birlikleri­
nin Sovyetler B irl iğ i ' ndeki suçlarından en alçakça olanının iş·
lendiği yer olarak anıl ır.
Babi Yar, Kiev yakınındaki bir dar boğazın adıdır. 29 Eylül
1 94 1 de K iev'in işgal edilmes inin hemen ardından insanların
oluşturduğu uzunca bir kuyruk bu dar boğaza doğru hareket

191
Hans Kessel, Zırhlı Araç Bombacısı

Galiçya' daki Slozov' da Ukraynalı siviller, hisar kapısının önünde bölge­


nin tamamından toplanan Yahudileri öldürüyorlardı . Cılız bir Ukraynalı ,
daha önce dua okumalarına izin verilen diz çökmüş vaziyetteki Yahuc{ilerin
ense köklerine demir bir çubukla vuruyor ve omurgalarını kırıyordu. insan­
lar, pek çok cesedin yattığı çukura kafa üstü düşüyorlardı. Bunun bir öç al­
ma eylemi olduğu söyleniyordu. Kızı/ordu mensubu Yahudi komiserler, daha
önce, Alman kurtarıcı/arı yeşil çam dallarından yapılma bir zafer takıyla
selamlamak isteyen yüzlerce Ukraynalı sivili öldürtmüşlerdi. Görüntü al­
mak için fotoğraf makinemi giymiş olduğum motosikletçi mantosunun alım­
dan çıkardığım sırada, yanımda aniden bir sahra jandarması belirdi ve ba­
na hemen toz olmamı, aksi taktirde makinemi alacağını ve kimliğimi tespit
edeceğini söyledi. Burada fotoğraf çekmek yasakmış ve A lman Wehr­
macht' ıııın bu işe karışmaması gereki­
yormuş. Çünkü bu Ukraynalıları ilgi­
lendiren bir durummuş. Ama bir kere­
sinde, Şitonıir' deki Kamionki Srunıilova
köyüne geldiğimde birkaç görüntü al­
mayı başarmıştım. Orada cılız bir Uk­
raynalı , 80 yaşlarındaki bir Yahudi'ye
vuruyordu. Ancak daha önce teneke bir
kutuyu bir taç g ibi adamın kafasın ı n
üzerine koymuş v e dizlerinin üzerine ise
dini bir kitap yerleştirmişti...

ediyordu. Bebekli anneler, yaşlı erkek ve kadınlar, gençler ve


çocuklardan oluşan 30 binin üzerinde insan ucu bucağı gözük­
meyen bir konvoy halinde kenti terk ediyorlardı. Bu insanlar,
Almanların bir gün önce Kiev ' in her yanına astıkları afişlerde
yazan şu çağrıya uyarak yola koyulmuşlard ı : " Kiev kenti ve
çevresindeki bütün Yahudiler, 29 Eylül 1 94 1 saat 8.00 'de Mel­
nikov ve Doktorov caddelerinin kesiştiği kavşakta olsunlar."
Bu çağrıya uymayanlar hemen kurşuna dizilme tehlikesi ile
karşı karşıya kalacaklardı. Bu emre uyanları neyin beklediği­
niyse afişlerde belirtilen mezarlığın yanındaki bu buluşma nok­
tasında toplanan Yahudilerin hiç birisi bilmiyordu.
Bu bir sürgün müydü, yoksa gözaltı mıydı? Peki elbiselerini
neden bırakmak zorundaydılar? İki sıra halinde dizilmiş polis­
lerin arasından başlarına coplar yiyerek geçerlerken, giderek ar­
tan müthiş bir korku yayılıyordu insanların içine. Oysa bu daha

1 92
Babi Yar' da kitlesel katliam: Rus Yahudileri, öldürülmelerinden önce
soyunmaya zorlanıyorlardı

Anneler çocukları için mer/ıa111l'I diliyorlar.

1 93
Ludmilla Sheila Poliştşuk, Babi Yar ' da Hayatta Kalanlardan

29 Eylül' de esir alındık. Annemi ve beni bir arabaya tıktılar ve toplanma


yerine götürdüler. Almanlar bizi son gruba dahil ettiklerinde gece yarısı ol­
muştu. Sıralar bir tel örgüylç birbirinden ayrılmıştı ve çevremizde makineli
tüfekli bir sürü asker vardı. insanların çoğu çığlık çığlığaydı. Ben o zaman­
lar daha dört buçuk yaşındaydım. Çınlçıplak soyunmak zorundaydık. Anne­
min üzerinde eski çamaşırlar vardı ve onların üzerinde kalmasına izin veril­
di. Ama benim elbiseciğimi aldılar. Bizi, içlerinde dokümanlar ve başka eş­
yalar olan sandıkların bulunduğu bir dar geçide götürdüler. Orada, bir kı­
zın korkunç bağırışlarını duymuştum . Annem, kızın 15-16 yaşlarında oldu­
ğunu söylüyordu. Adı Sarah'tı ve çok güzel bir kızdı. A lmanlar onu annesin­
den çekip ayırmaya çalışıyorlardı , ancak annesi kızını vermek istemiyordu.
Bunun üzerine, kafasına dipçikle vurarak anneyi öldürdüler. Beş ya da altı
asker kızı çekerek götürdüler. A rdından bir at arabasıyla gelmekte olan yaş­
lı bir Yahudi göründü. Bir Alman ona doğru gitti ve ucu açık olan bir çakıy­
la altın dişlerini söküp almak istedi. Ancak, Yahudi ağzını açmak istemiyor­
du. O anda Alman onu sakalından yakaladı ve adamı çitlerin üzerine fırlat­
tı. Adamın sakalı elinde kalmıştı. Ben bağırmaya başladım. Annem beni el­
leriyle kavradı ve bana şöyle dedi: "Kızcığım bağırma, yoksa bizi öldürür­
ler. Eğer susarsan belki hayatta kalırız. "
Sonra bir infaz komandosu belirdi. Amg annem beklemeden beni çukura
attı ve kendisi de üzerime kapaklandı. Ozel birlikler üzerimizi cesetlerle
kapatmaya başlamışlardı. Ardından başka bir gruba ateş etmeye başladılar.
Annem altında boğulacağımı anlamış olmalı ki, iki elini yumruk yapmış
boğazıma bastırıyor ve böylece kan gölünde boğulmamı önlemeye çalışıyor­
du. Sonrasında, askerlerin geldiğini ve hayatta kalanları aradığını duyuyor­
dum. Bir asker annemin yanında durmuş, ancak bir şans eseri süngüsünü
yanında yatan yaralılara saplamıştı. Onlar eşyaları paylaşmak için uzak­
laştıklarında annem gayrı ihtiyari beni çekip almış, taşıyarak oradan kaçır­
mıştı. Kiev' in bir semti olan Podol' da bir tuğla fabrikası vardı . Annem beni
oranın bodrumuna götürmüştü. Dört gün ve dört gece boyunca bu bodrum­
da sak/anmıştık.

başlangıçtı. Dayak merasimi ile dar geçide vardıklarında, küçük


gruplara ayrılarak yere uzanmak zorundaydılar. Ardından i nfaz
komandol arı eylem lerine başl ıyorlard ı . Makinel i t ü fe k l e
yapı lan b i r yaylım ateşi , cesetlerin yalnızc a gerektiği kadar
üzerini örtecek birkaç kürek toprak ve ard ından diğer grup
geçide sokuluyordu. Bu korkunç prosedür hep yeniden başlıyor
ve sürekli tekrar ediyordu. Katliam yapmaktan bitap düşen Al­
man ölüm komandoları vardiya usulü çalışıyorlar ve bir saat in­
s an katledip, bir saat d i n leniyorlardı . B u böylece karanlık

1 94
basıncaya dek sürdü. Ancak bitecek gibi görünmüyordu. Hala
hayatta olanlar, geceyi birbirlerine bağlı olarak boş salonlarda
geçiriyorlar, içlerinden bazıları sabah dinlenmiş özel birlikler
tarafından savunmasız olarak katledilene kadar başka bir yere
nakledileceklerine inanıyorlardı. Katliam tam 36 saat sürmüştü
ve ardından SS üyeleri izleri yok etmeye girişmişler, geçidi
dinamitle havaya uçurmuşlardı.
Taş yığınları arasında, 3 3 bin 77 1 Yahudi yatıyordu; katiller,
Alman disiplinine yakışırcasına bir de defter tutmuşlardı. 33
bin 77 1 kurban ve 1 50 cani. B abi Yar, o günden itibaren bütün
Sovyetler B irliği 'nde Alman can iliğinin bir sembolü olmuştu.
Tahminlere göre, yalnızc a K iev ve çevresinde 200 bin i nsan
kurşuna dizilerek, dövülerek ya da gaz verilmek suretiyle öl­
dürülmüştü. Babi Yar, bu türden eylemlerin gerçekleştirildiği
çok sayıdaki yerlerden yalnızca birisiydi.
Bazı Ukraynalıların Alman işgalcilerin yardımıyla komünist
baskıdan kurtulup özgürlüğe kavuşma umutları böylece ölüm­
cül bir yanılgıyla son bulmuş oluyordu. Moskova'nın baskısı
altındaki Ukraynalılar ya da Yahudiler için bir kurtuluş savaşı
vermek H i tler ' i n umurunda b i le değ i l d i . SS özel koman­
dolarının bu barbarlıkları, Wehrmacht açısından da kötü sonuç­
lara yol açmıştı. B azı bölgelerde yerli halk Alman askerlerini
kendilerini Stalinizm ' in boyunduruğundan k urtaracak kur­
tarıcılar olarak tuz've ekmekle karşılamışlardı. Şimdiyse bun­
lardan pek çoğu Stalin 'in çağrısına uyarak direnişe katılıyorlar­
dı.

" Alışılmadık bir savaş"

Sovyetler B irliği ' ne yapıl an saldırı öncesinde, generaller


K ızı lordu ' nun s avaş g ü c ü n ü hafife almışlardı . Hitler, par­
çalamak için bıçak darbesinin yeteceği bir "domuz kesesi "
olarak adlandırmıştı onları. General Jodl, b u "başsız toprak
heykel"in bir pencere camı gibi tuzla buz olacağından dem
v u rurken, Genelkurmay B aşkanı H alder ise "bir yumrukla
tamamı parçalara ayrılır" kehanetinde bulunmuştu.
Oysa, elde edilen büyük çaplı başarılara rağmen, birkaç haf-

1 95
Fritz Zimmermann
Topçu

Karargah batar­
yasında Pache adlı
bir bekçi vardı ve
saldırı sırasında
e vlere g irmiş v e
gen ellikle Yah udi
kadınlarının altın dişlerini sökmüş­
tü.
Uzun süredir Kiev'de bulunuyor­
duk. Daha sonra Kiev' in çevresini
dolanarak P ripe t bataklıkları n ı
geçip Harkov yönüne doğru iler­
ledik. Kiev yakınlarındaki bir taş
ocağında 30 bin Yahudi' nin SS' [er
tarafından öldürüldüğünü duyduk.
Bir asker, kollarında bir Rus kızını
taşıyordu. Sarhoş malzemeci onlara
doğru geldi ve kıza ateş etti. Bun­
dan dolayı asla yargılanmadı .
Ardından Byelgorod' un doğusun­
da küçük bir köye geldik. Günün
birinde, birkaç Rus kaçağa rast­
ladık. Alayın emir subayı, karargah
batarya s ı n ı a rayarak R usları
kuşuna dizmek için birkaç gönüllü
olup olmadığını sormuş. Gerçekten
de birkaç gönüllü çıkmıştı. Rusların
keçe çizmeleri, pamuklu ceketleri ve
pantolonları çıkarılmıştı . Sonrasın­
da kurşuna dizildiler. Bu olay sivil
halktan Rusların gözlerinin önünde
meydana geldi. Bazı arkadaşlar o
zamanlar şöyle diyorlardı : "Eğer
İ van A lmanya ' ya gelecek olursa
Tanrı bize acısın! "
Ben bugün bile şunu söylüyorum:
Partizan savaşından kareler:
"Eğer bazı a n neler ve kadın lar,
oğulların ı n ve kocaları nın savaş Bir delikanlı annesi ile
sırasında o zamanlar neler yaptık­ vedalaşıyor; Bir Alman
ları nı bilseler, bugün bile onlar ikmal konvoyuna düzenlenen
adına utanırlar! saldırı ; Bir görev bitiminde
yaralılar taşınıyoı:

1 96
ta geçmeden hava değişmeye başlamıştı. Sovyet birliklerinin
başsız kalarak dağılmalarından söz etmek mümkün değildi.
Topraktan olup olmadığı bir yana, heykel dimdik ayaktaydı.
K ı z ılordu askerleri, düşman d a bile saygı uyandıracak bi r
cesaret ve sertlikle savaşıyorlardı.
Ama saldırganların işini bitiren yalnızca Rus orduları değil-
di. Alman birlikleri, işgal ettikleri bölgelerde "yakılmış toprak­
ların" etkileriyle karşı karşıya kalıyorlard ı . Stalin, 3 Tem­
m u z ' daki bir radyo konuşmasında halka, i lerleyen Alman
Wehrmacht' ının işine yarayacak her şeyi yok etmeleri çağrısın­
da bulunmuştu. İş yalnızca bununla da bitmiyordu: Almanlar
sürekli olarak- işgal altındaki bölgelerde partizan saldırılarını
hesaba katmak zorundaydılar. S ovyet yönetimi, her fırsatta hal­
kı düşmana karşı sertçe direnmeye çağırıyordu. Stalin, 3 Tem­
muz' da şunu çok açıkça ifade etmişti: "Faşist Almanya'ya karşı
yürütülen bu savaş, alışılagelmiş türden bir savaş olarak görül­
memelidir."
TASS haber ajansı, 3 Ağustos'ta, Ukraynalı Parti Sekreteri
Nikita Kruşçev ve Güneybatı Cephesi Başkomutanı Semyon
B udiyeni tarafından imzalanmış bir çağrı yayınlıyordu. Parti ve
ordunun partizanlara bu ortak mesaj ında şöyle deni liyordu:
"Eline silah alabilecek durumdaki herkese sesleniyoruz: Par­
tizan birliklerine katılın. Düşmanın yok edilmesi için yeni mev­
r
ziler oluşturun. Onlatn ulaşım yollarını kesin. Tahıl depolarını
havaya uçurun, ürünleri yok edin. Zafer yakındır."
B ir çok Sovyet çiftçisi bu çağrıya uymuştu. Alman birlikleri
nereye gitseler yıkıntılarla karşılaşıyorlardı: Yanan evler, sökül­
müş fabrikalar, yağmalanmış s ilolar, yıkık köprüler. Tahıl ürün­
leri kullanılmaz duruma getirilmiş, hayvanlar öldürülmüştü.
Hitler, doğu ordularının büyük bir bölümünü, işgal ettikleri böl­
gelerden sağlanacak ürünlerle besleyeceğini umut etmişti. An­
cak "yakılmış topraklar" bu yöndeki umutlarını boşa çıkarıyor­
d u . B u n u n l a da kal m ı y o r, i k m a l bağ l a n t ı l ar ı da s ü r e k l i
kesiliyordu. Sağlamlaştırılmış a z sayıdaki yol d a sağlam kal­
mamıştı; bombaların açtığı kraterler ve atılmış köprüler, par­
tizanların birer eseri olarak karşılarına çıkıyordu.
Paul T. K. Ponomarenko, 1 94 1 Temmuz 'u içerisinde mer-

1 97
Partizanlar tarafından konulmuş mayın tuzağı.

kezi bir partizan hattı oluşturmaya başlamıştı. Ancak bunlar,


başlarda Sovyet propaganda mekanizmasının göklere çıkardığı
tek tek eylemlerden ibaretti. Övülen ve göklere ç ıkarılanlar
arasında genç partizanlardan oluşan ve Krasnodon yakınlarında
Alman askerlerini pusuya düşürerek öldüren bir başka grup
daha vardı. Yazar Aleksander Fadayev ' in Genç Muhafızlar adlı
romanı, onların hikayesini anlatmaktadır. Bu kitabın kaderi,
partizanların ilk başlarda yaşadıkları sorunları anlamayı daha
da kolaylaştırır niteliktedir: Kitabın savaştan sonraki ilk bas­
kısının içeriği değiştirilmek zorundadır. Çünkü, partizanların
ilk başlarda Sovyet resmi makamlarından hiçbir destek almak­
sızın tamamen kendi başlarına savaşmak zorunda kaldıkları, bu
romanda açıkça ortaya konmaktadır.
Ponomarenko 'ya partizan savaşını başlatmak için ancak
1 942 'de resmi izin çıkar. Daha önce aktif olan partizan grupları
ise özellikle Ukrayna başta olmak üzere pek çok yerde, kendi
halkından çok az destek görüyorlardı ve başarılı eylemlerden
sonra, girilmesi imkansız bataklık ve ormanlık bölgelere gire­
rek Alman takipçilerden kurtulup kendilerini güvenceye alıyor­
lardı.
Onların avantajları, Almanların bir partizan savaşına karşı
çok kötü donatılmış olmalarıydı. Yalnızca en fazla 4 bin kişiden
oluşan görevl i dört grup, partizan eylemlerine karşı savunma

1 98
Walter Neustifter, Piyade

Evet bir keresinde şu filintalı kadınlardan birine rastla­


dık. Ormandan geçiyorduk, birden bire karşımıza orada
oturan bir kadın çıktı . Belli ki, uyuyakalmıştı. Herhalde
öncü nöbetçilik görevi yapıyordu. Arkadaşlardan biri kadı-
111 yakaladı. Silahını alarak, bağırmaması için yaklaşık 200

metre uzağa götürdü. Ardından, biz daha dikkatli bir şekil­


de ilerledik ve ağaçsız bir orman yolu üzerinde karşımıza
tahtadan bir yapı çıktı . Burada, yaşları belki 25 ile 30 arasında değişen
gürültülü kadınlar vardı. Her birinde birer tabanca, hatta lıakineli taban­
calar vardı . Kendimi:i hiç belli etmeksizin öncülerin aras111d.m geçerek kar­
şılarına çıkmamız, tabii ki onları
çok şaşırtmıştı . Kadınlar aniden
bize saldırdılar. Biz çitin üzerine
bir ağır makineli I.üfek yerleştirip
hemen ateşe başladık. Bir hamlede
50 ile 70 kadar kadın ölmüş ya da
ağır yaralanmıştı . Kalanları esir
aldık. Ancak Rus kadınları çok zor
teslim olmuşlardı . Tam bir kadın
inadıydı onlarınki de. Çıldırmış
gibiydiler. Tamamen teslim ol­
malarına kadar yaklaşık üç ya da
dört saat uğraşmıştık. Kadınlar
gerçekten çokfanatiktiler.

için geride bırakılmıştı ve müthiş büyüklükte bir alanı kontrol


etmekle yükümlüydüler. Bu küçük savaşı en kısa zamanda sona
erdirmek için Almanlar tek şanslarının vahşice korkutma ön­
lemleriyle halkın aktif ya da pasif olarak partizanları destek­
lemesini engellemek olduğunu düşünüyorlardı.
Bu yöntem, yalnızca boşa ç ıkmakla kalmıyor, üstüne üstlük
ters etki de yaratıyordu: Özel birlikler, partizan saldırılarına ne
kadar sert karşılık verirlerse, partizanlar buna daha da sert yanıt
veriyorlar ve halktan daha fazla destek görüyorlardı . Top l u
cezalandırılmalar, giderek daha ç o k kişiyi yeraltı savaşı or­
dusuna katılmaya itiyordu.
Savaş ne kadar uzun sürerse, partizanlar o oranda daha fazla
başarı elde ediyorlardı. Alman tanklarına karşı özel yetiştirilmiş
köpekler bile kullanılıyordu. Bu köpekler, sırtlarında patlayıcı
maddeler taşıyorlar ve canlı mayınlar olarak Alman tanklarının

1 99
Partizan Oleg Borkanyuk' wı
Eylül sonlarında karısına yazdığı mektup:

Sevgilim ,
Yarın "işe" gidiyoruz. Daha önce sözünü ettiğimiz zaman
geldi çattı. Şu an bizim yaşadığımız türden bir savaş, daha
önce tarihte yaşanmadı. Çok zor ve uzun sürecek olan bir
savaş bu. Pek çok insanın yaşamını elinden alacak ve be­
raberinde pek çok yıkımı da getirecek. Savaşın ne şekilde
yürütüleceğini söylemek zor, ancak, şunu kesinlikle söylemek mümkün: Za­
fer bizim, yalnızca bizim olacak. En büyük dileğim, zafer kazandığımız am
yaşamak. Ama bu arada Oleçka'ya ve kendine dikkat et. Sakın Oleçka'yı her
ne koşulda olursa olsun başkalarına verme! Bir arada daha mutlu olursu­
nuz! Onu olabildiğince iyi yetiştir! Ona, bir babası olduğunu ve büyük so­
rumluluk gerektiren bir görevle insanlığın en büyük hastalığ111a, Alman faşiz­
mine karşı savaştığım anlat. Ah belki de şimdi yürümeye başlamıştır ve ko­
mik sözler söyleyerek konuşmaya çalışıyordur. Onu ne kadar görmek, duy­
mak, onunla bir dakika olsun birlikte olmak isterdim . . . Ama, onunla ve se­
ninle daima birlikte olacağım zamanlar da gelecek. Mutlu olacağız.

On gün sonra yakalandı. Bu kez mahpushaneden şunları yazıyordu:

Sevgilim, sevgili Zika, Sevgili kızım Olenka!


Her günüm, her saatim sizi düşünerek geçti. Hep size geri dönmek ve o
harika aile yaşantımıza kaldığımız yerden devam etmek arzusuyla 'yanıp tu­
tuştum. Ancak bu isteğim gerçek olamayacak. Askeri mahkeme beni idama
mahkum etti. Sağlıklı ve zindeyim ı·e sınırsız bir yaşama isteği var içimde.
Ama kurtulmam. mümkün değil. Zorla ölüme gönderiliyorum. Ancak, bizim
taraftan olan diğer insanlar gibi, ölümü kahramanca ve cesaretle karşılıyo- 1
rum. 41 yıl yaşadım, bunun 20 yılını yoksul insanlar için mücadeleye ada­
dım. Hiç yalan söylemedim.. Bütün yaşamım boyunca kendi çıkarım gözet­
meksizin onurlu, sadık ve yılmaz bir savaşçı oldum. Ve böyle de ölece,�inı.
Canlarım, ağlamayın ve ardımdan. da yas tutmayın! Bugün halkımızın bin­
lerce oğlu, insan.lığm daha iyi bir geleceğe kavuşması için ölüyor. Savaş en
büyük şanssızlıktır. Umudumuz, bu savaştan sonra bu şanssızlığı uzunca bir
süre ya da sonsuza dek bir daha yaşatmayacak bir barışın yeniden sağlan­
ması yönündedir. Sizin böylesi bir barışı yaşamanızı dilerim. O zaman iyi ve
zarif sözlerle beni anarsınız.
Sevgili karım, birlikte geçirdiğimi::. zamanlar için sana çok teşekkür ede­
rim. Sen iyi bir eş ve iyi bir dostlun. Evlenmeni ve yeni ko_cana karşı da öyle
olmanı istiyorum. Oleçkamızı iyi yetiştirmeni istiyorum. iyi bir insan ve ba­
basının gerçek bir takipçisi olarak.
Sevgili kızım O/eçka, savaş bizi ayırdığ111da sen. 1 yaş111a yeni basmışt111.
Benim teselli ve yaşam kaynağımd111 .. Şimdi ölüme giderken seni bir daha
göremeyecek olmamdan dolayı yüreğim eziliyoı: . .
Mutlu ol. Annenin söziinü dinle . iyi ve adil ol, her şeyi iyi öğren ve düz­
gün bir insan ol. Babamn halk uğruna darağacında öldiiğünii asla unutma.
Hoşçakalın canlarım.
altında patlıyorlardı. İşgal
altı ndaki bölgede eylem­
ler yapan partizan sayısı
1 O bine ulaşmıştı. Alman
askerleri, cephe gerisinde
artık kendilerini güvende
h i s s edemez o l m u ş l ard ı .
Partizanl arın kurduk­
ları pusulara düşüp esir
a l ı n a n l ar, i ş ke n c e ve
ö l ü m ü hes aba k a t m ak
zorundaydılar. Aynı şekil­
de, Rus sivil halkı da par­
t i z a n l a r tarafı n d an ö l ­
dürülen her Alman askeri
i ç i n korkunç m i s i l leme
y ö n tem leri i l e cezalan­
d ı r ı l m ak d ur um u n d a
Bir Sovyet propaganda bildirisi.
k a l ı y o r d u . We h r m a c h t
K om u ta Merkezi, E y l ü l
1 94 1 'de partizanlara karşı mücadeleye yönelik yeni talimatlar
yayınlıyordu. Parola, ''sertlik uygulayarak korkutma" idi: "Tek
bir Alman askerinin yaşamına karşılık, genel olarak 50 ile 100
arasında komüniste'uygulanacak ölüm cezası kıstas olarak alın­
malıdır."
Barbarlık her geçen gün daha da artıyor, cephe gerisinde
y a ş a n a n k ü ç ü k çaptaki bu k o rk u n ç s a v a ş g i derek i y i ce
kızışıyordu.
Askeri başarılara ve Kiev saldırısında elde edilen zafere rağ­
men, H itler için de savaş henüz kazan ı lmış değildi. Ancak
" Fü h re r " i n , Wehrmacht ' ı n pek yakında zafer kazanacağı
konusunda en ufak bir kuşkusu yoktu. 1 94 1 Ağusto s ' unun
sonunda, kendisini Kurt İ n i ' nde ziyaret eden Mussol i ni 'ye
" kesin zaferin" 1 942 ilkbaharında kazanılacağı kehanetinde
bulunuyordu.

20 1
Siviller, rehine olarak alınıp götürülüyorlardı .

Korku yaymak için yapılan idamlar. İdam sehpasında ası lı olan


tabela: Fotoğraf çekmek yasaktır!

202
Kurşuna dizilmiş bir sivilin bağrı yamk aile üyeleri.

203
Leningrad Kuşatması

" Aşırı duygusallık yok ... "

Leningrad, kuzey cephesinde Almanların bir sonraki büyük


hedefiydi. Alman bombardıman uçakları, 6 Eylül 1 94 1 'de üç
dalga halinde kent üzerinden uçmuşlardı. Kent sakinleri, o ana
kadarki hava saldırısına yönelik alarmlarda gökyüzünde yalnız­
ca küçük noktacıklar görmüşlerdi. Ancak herhangi bir patlama
olmamıştı, bunlar yalnızca keşif uçuşlarıydı. B ağıran sirenler
bu kez, dalga dalga gelen uçak filolarını haber veriyordu. Ar­
d ından uçak motorların ı n gürültüsü gök gürültüsünü andıran
uçaksavar seslerine karışıyor ve artık bombaların sesleri de du­
yulur olmaya başlıyordu. İki gün sonra, 8 Eylül 'de, bu ölümcül
oyun bir kez daha tekrar ediyordu. Bu kez, kentin güneyinde
yoğun duman bulutları yükseliyordu, patlayan bombalar Bada­
yev ' deki depoları yerle bir etmişti. Önemli gıda maddeleri,
özellikle de şeker ve tahıl ürünleri yanıyordu.
Verdiği zarar az olan normal bir saldırıydı bu. Savaş malze­
melerinin üretimi açısından önem taşıyan fabrikalar, değerli si­
lah depoları ya da stratejik öneme sahip savunma sistemleri za­
rar görmemişlerdi. Yalnızca gıda depoları bombaların kurbanı
olmuştu. Yevgeni Sergeyeviç Lyapin adlı bir matematikçi, o dö­
nemi daha sonraları şöyle anlatıyordu: "O zamanlar henüz açlık
nedir bilmiyorduk ve bu konuda hiç kafa yormam ıştık doğrusu.
Yiyecek karnesi edinmek bile yetip de artıyordu. Elimize o ka-

204
dar bol m iktarda ekmek geçiyordu ve hepsini tüketemiyorduk.
B u y ü zde n, kim se bu soruna odakl anm a m ı ş tı . " 1 94 1 Ey­
lül ' ünün başlarında, ne tür bir felaketin yaklaşmakta olduğunu
kimse tahmin edemezdi.
Eski adı Petersburg olan "kuzeyin Venedik ' i " Leningrad,
çarlık zamanından kalma barok saraylarıyla bir kültür metropo­
lü ve halen Sovyetler B irliği ' n in gizli başkenti durumundaydı.
Bu büyük imparatorluk, her ne kadar Moskova'dan yönetiliyor­
duysa da, Leningrad 'ın Stalin'in gözünde sembolik bir anlamı
vardı. Ekim Devrimi 'nin ağırlık. noktası burasıydı; 1 9 1 7 ' de çar­
lık rejimine karşı Bolşevik ayaklanma buradan başlam ıştı; Le­
n in ' in komünist partisi, verdiği kanlı savaşlarla Rusya' nın ta­
mamına buradan yayılmıştı. Stalin, bu kentin, nefret ettiği "fa­
şistlerin" eline düşmesini istemiyordu. Bitler, kenti yerle bir et­
meye kararlıydı. Ancak, Stalin de buna karşılık neredeyse her
şeyi göze alıp Leningrad' ı savunmaya hazırdı.
Leningrad ve Moskova' daki merkez karargahlar arasında bir
haberleşme trafiği, buradaki çarpışmaların ne kadar acımasızca
yaşandığını gözler önüne seriyor. Kent savunmasını yürütenler,
çaresiz ve şaşkın bir biçimde Stalin'e, Almanların Sovyet kes-

--- 25 Eylül 1941 itibarıyla cephe hattı fü:}'


------- 9 Kasım itibarıyla cephe haııı {\;: Leningrad
tf?J Saldırısı

205
Volossova yakınlarındaki trafik levhası yığını, Alman askerlerinin
eğlence konusu.

kin nişancılarının kurşunlarından korunabilmek için Rus kadın­


ları ve çocuklarım kalkan olarak kullandtklarını bildiriyorlardı.
Stalin'in yanıtı ise kısaydı: " Benim önerim: Aşın duygusallık
yok. Düşmana ve gönüıiü ya da gönülsüz bütün yardakçılarına
hadlerini bildirin. Bütün gücünüzle Almanlara vurun. Kim ol­
duğuna bakmayın gönüllü ya da gönülsüz, bütün düşmanları
püskürtün." Yalmzca bu bile, sivil halkın savaş nedeniyle ne
büyük actlar çekmek zorunda kaldığını göstermeye yetmekte­
dir. Ancak bu dah.a yalnızca başlangıçtır.
Leningrad, zaten ön�eden de Alman birliklerinin tehdidi al­
tındadır. Hoepner ' in öncü tank birlikleri, daha temmuz ayı içe­
risinde en büyük engel olarak kabul edilen Stalin savunma hat­
tını yarmış ve beyaz kente saldırmak üzere Neva kıyılarına yer­
leşmişlerdi. Burası, o zamanlar cepheden yalnızca 1 80 kilomet­
re uzaktaydı. Taarruz birlikleri, son su engeli olan Luga'yı ise
14 Temmuz ' da geçmişlerdi.
Asıl saldırıysa 8 Ağustos 'ta başlamıştı. Kuzey Ordular Gru­
bu 'na bağlı 45 Alman tümeni, büyük ormanlar ve derin batak­
lıklarda savaşarak Leningrad 'a doğru ilerlem işlerdi . Cephe
Schlüsselburg 'daki Ladoga Gölü'nden başlayayıp, Volçov bo­
yunca ilerleyip İlmen Gölü ' nü dolanarak Valdai tepeleri üzerin­
den Lovat kıyısındaki Cholm'a kad� uzanıyordu. Bu çemberin

206
giderek daraltılıp Leningrad' da tamamlanması düşünülüyordu.
3. Tank Birliği nin desteğiyle kente saldın başlamıştı.
Almanlar güneyden ve doğudan Leningrad'a ilerlerken, Fin­
landiya kuvvetleri ise kuzeyden kente yaklaşıyor, Vyoborg ve
Svir'e saldırıyorlardı. Kızılordu için tek geçiş noktası olarak
doğuda Ladoga Gölü kıyısındaki Schlüsselburg yolu kalıyordu.
Ancak Alman birlikleri, 8 Eylül ' de doğuya doğru olan bu
son bağlantı hattını da kırmı şlardı. Son savunma mevzisi de
düşmüş, Leningrad ' a uzanan yol açılmıştı. Neva kıyısından
kente bakan Alman birlikleri ; Kolpino tank tabyalarını, İsaak
Katedrali 'nin kubbelerindeki zırhlı kulübeleri, Amiralliğin kule
başlarını ve Peter Paulus Kales i 'ni fark etmekte zorlanmamış­
lardı. Onları sonuca götürecek taarruzu başlatmak için hazırlık­
larını tamamlamakla meşguldüler. Nasyonal sosyal ist basın
şi mdiden zafer haberleri verirken, Berlin Radyosu ise olayı
şöyle duyuruyordu: " Leningrad' ın düşmesine yalnızca birkaç
saat kaldı."
Ancak, tam o sırada, "dur" emri geliyordu. Hitler, taktiğini
değiştirmişti. Daha önce "Barbarossa Harekatı" planları çerçe­
vesinde kentin alınması Kuzey Ordular Grubu için belirlenmiş
bir hedefken; şimdi, saldırılmaması, tersine kuşatılıp ateş altın­
da tutularak açlığa mahkum edilmesi emrediliyordu.
Wehrmacht'ın komuta merkezine şu talimatı veriyordu: "Le­
ningrad' ı tamamen abluka altına alalım ve mümkün olduğunca
topların ve uçakların desteğiyle kenti vuralım."
B u taktik, 6 ve 8 Eylül tarihlerindeki hava saldırıları ile daha
da gün yüzüne çıkıyordu. Leningrad'ın fethinin durdurulması,
kesinlikle Almanların geri çekildikleri anlamına gelmiyordu.
Kentin kurtarılacağı ya da merhamet gösterileceği anlamı da çı­
karılmamalıydı bundan. Bu daha çok, Leningrad önlerine sürü­
len tanklara Hitler'in başka bir yerde ihtiyacı olmasından kay­
naklanan bir durumdu. Güneydeki zaferden sonra yeni hedefin
adı Moskova'ydı. H itler'e göre, Leningrad için artık kurtuluş
yoktu. Yaklaşan kış ve açlığın kente öldürücü darbeyi vuracağı
kesindi. Belirlediği hedeflerinden daha fazla sapmalar yaşama­
yı göze almak istemiyordu. Sovyet başkenti, kış bastırmadan
önce düşmeliydi ve bunun için de 3. ve 4. tank gruplarına ihti-

207
Lev Beynıenski, Sovyet Tarihçi

Yaşayan birinin vasiyetnamesi

Garip bir olay: 1 963 'te Hislaviçi köyünde, eski ve yıpranmış bir cephane
çuvalı içerisinde rulo halinde sararmı ş bir yaprak bulundu. Satırları nere­
deyse tamamen okunmaz durumda olan bu küçük metin, genç bir Rus askeri
olan Stepan Kzutov ' u n vasiyetnamesiydi. Kendisi, Smolensk saldırısında
y a ra l a n ı p e s i r a l ı n m ı ş t ı . B u s a t ı r l ar ı n k a l e m e a l ı n d ı ğ ı t a r i h i s e
1 0. 1 0. 1 94 1 'di:
"Değerli Rus insanları, hemşehrilerim, bizi unutmayın. Bizler .faşist vah­
şetine karşı savaştık. Ancak, bizim için her şey bitti. Yaralı olarak esir alın­
dık. Kan revan içerisindeyiz ve açlıktan ölüyoruz. Bize kötü muamelede bu­
lunuyor/ar ve zorla Poçinki'ye götürüyorlar. Bundan sonra neler olacağını
bilmiyoruz. Çoğumuz açlıktan ve kaçmaya çalışırken çoktan öldü bile. Rus
toprakları üzerinde hayatta kalan insanlar olacaktır herhalde. Bu notu bu­
lan herhangi bir görev birimine, bir köy sovyetine ya da kolhoza veya bir
arşive teslim etsin. Bu alçaklar herkesi öldüremezler ya. Bizden sonra yaşa­
yacak o/anim; insanların vatanları için savaştıklarını ve onu öz anaları gibi
sevdiklerini hatırlasınlar. Biz yenilmeziz. "
Sıradan b i r askerin yeni l mezl iğe olan inancı . . . Öyle anlaşılıyor k i , bu
inanç daha sonra çığ gibi büyümüştü. Mektubun üzerinde güçlükle okunabi­
len bir de adres vardı. Ancak yine de, belirtilen adresin, bu genç Kızılordu
mensubunun köyü Galamino olduğu anlaşılabilmişti. Stepan Kzutov ' u n ,
gerçekten d e bu köyde tanınan b i r i olduğu ortaya çıkmıştı. Kzutov, Smo­
lensk ' te ölmemişti. Almanlara esir düştüğü doğruydu. Ama daha sonra
Fransa'ya kaçmış ve orada direnişe katılmıştı. 1 944/45 yıllarında Fransa'nın
kurtuluşu için verilen savaşta yer almıştı. Savaş bittiğinde ise evine dönmüş
ve 1 968 'de bura�a ölmüştü. Bu askerin yazgısı, küçük bir mucizeyi andır­
maktadır adeta. Ozellikle savaş zamanlarında, sık sık mucizeler gerçekleşir.

yacı vardı. Hitler' i kente saldırı emri vermekten alıkoyan, yal­


nızca o zamana kadarki savaşlarda, özellikle de Kiev 'in alınma­
sı sırasındaki kanlı deneyimler değildi. Bu kararın gerekçesi,
Wehrmacht ' ın yüksek komuta merkezi OKW talimatında açık­
layıcı bir biçimde belirtiliyord u : " Kiev ' de olduğu gibi saatli
bombaların patlaması tehlikesi nin Moskova ve Leningrad 'da
daha da fazla yaşanılabileceği hesaba katılmak zorundadır. Bu
yüzden, bu kente tek bir Alman askeri bile adım atmayacaktır. "
Hitler'e göre, Leningrad yakında nasıl olsa vurulacaktı. Al­
man askerleri , saldırılarla tehlikeye atılmamalıydı. Ne de olsa,
" General Açlık", Leningrad' ın fazla kayıp verilmeden Wehr-

208
Taarruz: Leningrad çevresindeki abluka giderek daralıyor.

Nanılıısıınu kente çeı•irnıiş 8,8' lik bir Flak.

209
Stalin hattında Almanların eline geçen bir sığınak. Karargaha, konu
hakkında bilgi aktarılıyor.

Ateşe ara verildiği bir sırada vakitlerini okumayla geçiren askerler.

210
leningrad kuşatması sırasında bekleme pozisyonundaki Alman
askerleri.

211
Walter Broschei

Eylül ortalarında, Finlandiya Köıfezi' nden


sekiz kilometre ve Leningrad kent merkezinin
güneybatısından yaklaşık 2Q kilometre uzaklıkta
bir tepeler silsilesine ulaşmıştık. Uzaklarda ,
kentte yaşam devam ediyordu. Bu müthiş bir
şeydi. Trenler çalışıyor, bacalar tütüyor ve Neva
üzerinde gemi trafiği yoğun olarak sürüp gidi­
yordu. Bölüğün 120 askerinden geriye 28 kişi kalmıştık ve savaş
taburları adı verilen, ancak Leııingrad' a saldıracak yetenekte ol­
mayan birliklere verilmiştik.

macht'ın eline geçmesini sağlardı. Ardından şöyle bir emir di­


ğerlerini izledi: "Führer ' in son kararı, içlerinde kışın beslenme­
si gereken insanlar kalmayacak biçimde Moskova ve Lening­
rad 'ın yerle bir edilmeleri yönündedir." Genelkurmay Başkanı
Halder tarafından not edilen bu talimat, Leningrad 'da tersine
uygulanacaktı: İlk olarak halk açlığa mahkum edilmeliydi, kent
böylece vurulmuş olurdu. Öyle ya da böyle; Hitler, 2 mi lyon
Leningradlıyı ölüme mahkum etmiş oluyordu.
Leningrad çemberi, 30 Ağustos 'ta tamamlandı. Sivil halkla
birlikte, Kızılordu 'nun milisler ve fabrika mesaisinden sonra
tramvayla cepheye giden işçi lerden oluşan 300 bin kişilik des­
tekle takviye edilmiş 30 tümeni de kuşatma altındaydı.
Erkeklerin yerine fabrikalarda çalışmaya başlayan ya da sa­
vunma hatlarının, barikatlann ve tank engellerinin yapılmasın­
da bizzat görev yapan kadınlar da kent savunmasına yardım
ediyorlardı.
Sovyet savunma güçlerine, 9 Eylül 'de Smolni komutanlığı­
na getirilen General Jukov komuta ediyordu. General, Baltık
Denizi ' ndeki deniz kuvvetlerinin topçu bataryalarıyla karadaki
savaşa önemli bir destek sunacağı görüşündeydi. Onların sağla­
yacağı destekle Ladoga Gölü kıyısindaki çemberi kırmayı ve
Schlüsselburg ' la birlikte önemli demiryolu hatlarını geri almayı
umut ediyordu. Gelmekte olan İngiliz yardımı da onun bu iyim­
serliği için bir gerekçe teşkil ediyordu. Hem Londra bu kez yal­
nızca postal değil, savaş araçları da gönderm işti: İki uçak filo­
su, 1 1 Eylül'de korkutucu Hurricane avcı uçakları ile karştlaşı-

212
Rolf Dalım

Bugün geriye baktığımda, o zaman Lening­


rad' a savaşmadan girebileceğimizi görebiliyor
ve bu yönde bir yargıya varabiliyorum. Bizden,
yani Uritsk'ren üç-dörı kilometre u:akta olan ün­
lü Kirov tabyalarını kolaylıkla ele geçirebilirdik.
Ancak, bize komuta edenler belli ki, bir milyon­
luk bir kent(. kışın doyuramayacak/arından kor­
kuyorlardı . Oy/eyse, yapılacak en iyi şeyin kentin önlerinde bek­
lemek ve kenti açlığa mahkum etmek olacağım düşünmüş olma­
lıydılar.

Johannes Haferkamp, Piyade

Şimdi düşünün ; Rus, A lmanların Leningrad


çevresinde kırılmaz bir çember olııştıırdıığıınu ve
böylece bütün kent sakinlerinin açlrk ve salgın
hastalıklardan dolayı ölüme mahktım olacağım
biliyor. Böyle bir durumda, Rus ordusu kenti
kurtarmak için nasıl bir çaba harcayacaktır?
Halkın yiyecek gereksinimini karşılamak için
başka ne tür çabalara girişecektir? Aksi tak;tirde, halk kaçınılmaz
olarak açlıktan ölmek zorunda kalacaktır. işte, bizim savaş yöne­
timimizin odaklandığı asıl ıwkıa buydu.

yorlardı. Ancak, açlığa karşı avcı uçaklarıyla savaşmanın müm­


kün olmadığını Jukov da biliyordu.
Devlet Savunma :Komitesi, 27 Ağustos'ta yapılan bir sayım­
da Leningrad ' ın ne kadar yiyecek stokuna sahip olduğunu sap­
tıyordu. Listede hiç de umut verici bilgiler yer almıyordu : 1 7
günlük un, 29 günlük bakliyat, 1 6 günlük balık, 2 5 günlük et,
28 gün lük tereyağı. Erzak depolan çabucak doldurulmak zo­
rundaydı.
Oysa demiryolu nakliyatı için artık çok geçti. Almanlar son
bağlantıları da kesmişlerdi. Belediye Başkanı Popkov ' a, gıda
maddelerinin karneye bağlı sınrrlı dağıtımından başka bir seçe­
nek kalmamıştı. Kuşatmanın başlangıcında bir işçi yiyecek kar­
nesi ile günlük olarak 450 gram ekmek alabiliyor, çocuklara ve
çalı şmayanlara ise bunun yarısı veri li yordu. Günde yaklaşık

213
Almanlar Leningrad önlerinde. Peki Ruslar ne yapıyor?

olarak yarım kilo ekmek. Bu pek çok kişi açısından ilk başlarda
yeterli bi{ miktardı. Yevgeni Sergeyeviç Lyapin gibi pek çok sı­
radan insanın, Badayev depolan imha edildiğinde bile endişe
edilecek herhangi bir açlık tehlikesi olduğunu düşünmemeleri
şaşılacak bir durum değildi.
Ancak, imha edilen ve kısmen de boşalan gıda depoları dol­
durulamadığında kenti nasıl bir tehlikenin beklediğini yetkililer
gayet iyi bili yorlardı. Açlık tehlikesini bertaraf etmek üzere
Moskova'daki Beslenme Bakanlığı'ndan Dirnitri V. Pavlov gö­
revlendiriliyordu. Bakanın en başta gelen resmi görevlerinden
biri ise karneye bağlı gıda maddeleri dağıtımmı daha da kısıtla­
maktı.

" Ö lmek o kadar kolay ki..."

Almanlar Sovyet savunma çemberinin en son halkasının


önünde mevzi alarak topçu birlikleri ve hava kuvvetleri Luft­
waffe ile kenti ateş altına almışlardı. Kentte büyük bir huzur­
suzluk ve güvensizlik hakimdi ve her yeni güne Alman saldırı­
sının başlayacağı bck kntisiyle giriliyordu. Leningradlılar yavaş
yavaş ölümcül tehliken in top mermileri ve bombalardan kay­
naklanmaqığının farkına varmaya başlamışlardı. Gözle görül-

2 14
Leningrad' a yapılacak bir bombardıman öncesinde ölçüm çalışması.

meyen, sessizce ve neredeyse fark edilmeksizin kurban isteyen


başka bir düşman daha vardı: Açlık.
Kuşatmanın ilk günleri, gıda maddelerinin envanter sayımı
ve karneye bağlanması ile geçti. Kısa bir süre sonra "gıda mad­
deleri diktatörü" namıyla anılmaya başlanan Pavlov, Ekim baş­
larında karneye bağlı aylık yiyecek dağıtımının miktarını belir­
liyordu ve buna göre çalışmayanlara ve çocuklara verilecek gı­
da maddelerinin listesi şöyle belirleniyordu:
450 gr. Et
675 gr. B akliyat
337 ,5 gr. Ayçiçeği yağı
1 350 gr. Pasta ya da tatlı çeşitleri
Ancak, belirlenen miktarlar için stoklar çok geçmeden tü­
kendi. S ığır, domuz ve tavuklardan sonra atlar, hatta ilk başlar­
da tiksintiyle olsa da, sonradan tam bir çaresizlik sonucu kedi­
ler ve köpekler bile kesilmeye başlandı. Kuşatma sırasında tu­
tulmuş bir güncenin satırlarında bu durum şöyle ifade ediliyor:
" Kediler, köpekler ve hatta kuşlar ortadan yok olduklarından,
insan kendisinin yok oluşunu, kendi ölümünü gözünün önüne
getiriyor ve bu insanı özellikle çok büyük bir huzursuzluğa ve
korkuya sevk ediyor. "
Sonunda, temel besin kaynağı olarak yalnızca ekmek kal-

215
Uçaksavarlar Alman bombardıman uçaklarına karşı gece görevinde.

Baltık filosuna bağlı denizciler, bir dörtlü uçaksavar topunun başında.

216
Sovyet avcı uçakları Leningrad semalarında güvenliği sağlama
çabasında.

mıştı geriye. İ nci l ' deki bir ifade olan "günlük ekmek" deyimi,
böylece gerçek bir anlam kazanıyordu.
Karneye bağlanan yiyecek dağıtımının miktarı giderek daha
da düşürülmek zoruQda kalıyordu. Bir işçi, 1 5 Ağustos ' a kadar
hala 400 gram ekmek alıyorken, bu miktar önce 300, en sonun­
da da 250 grama indirilmişti. B una karşın, yine de kasım başla­
rında elde yaklaşık olarak sadece iki hafta yetecek kadar stok
vardı.
Durumun kötüye gitmesinin bir başka nedeni de, ekmeğin
kalitesinin her geçen gün düşüyor olmasıydı. İ lk başlarda yeni
ürün buğday kullan ılırken, çok geçmeden büyük fırınlar depo­
ları boşaltmış ve daha sonraları kalitesiz buğday ve ek ya da
katkı maddeleri de kullanılır olmaya başlamıştı. B aşlarda ek­
meğe yalnızca yüzde 1 0 oranında pamuk karıştırılırken, sonra­
ları buna selüloz, saman, çam tahtası ve kemik tozu da eklen­
mişti. İşçiler kıymık toplamak zorunda kalıyorlar, fabrikalar ise
yenilecek kıvamdaki talaşları gönderiyorlardı; sonunda Lening-

217
Karneleriyle günlük ekmeklerini almak için kuyrukta bekleyen
kadınlar.

rad ekmeği, yüzde 30 civarında yenilebilir cinsten selüloz içerir


duruma geliyordu.
Yiyecek karneleriyle satın alınabilen gıda maddeleri miktarı
her geçen gün azalıyor, elde kame olmasına karşın, karşılığında
elde edilen yiyecek miktarı sürekli düşüyordu.
Açlık özellikle, aralıksız devam eden Alman ateşi ve hava
saldırılarının cephane fabrikalarında açtığı hasarların giderilme­
si · ya da bakım ünitelerindeki çalışmalar gibi ağır bedensel iş­
lerde çalışanları güçten düşürüyordu. İ şçilerin çalışmayanlara
oranla daha çok yiyecek elde etmelerine karşın, çok geçmeden
bunun geniş bir kesim açısından kalori ihtiyacını gidermeye
yetmediği görülmüştü. Verim azalmaya, çalışma temposu düş­
meye ve bunun sonucunda insanlar giderek daha yavaş çalışır
olmaya başlamışlardı. B itkinlik, giderek yayılıyordu: " İ şe gidi­
yorsun ama adım atacak durumda değilsin. Ayağını yerden kal­
dıramayacakmışsın gibi geliyor. Ayağını bir basamağa atacak
olsan, ayak sanki sende değilmiş gibi. Oraya buraya yürüyor­
sun ama ayakların sana cevap vermek istemiyorlar, itaat etmi-

218
A çlık tehlikesini aza indirgeme çabaları: Leningrad' daki İsaak Ka­
tedrali önünde sebze ekimi.

219
Niko/ai Yepiçin,
De11iz Subayı

Leningrad' ın çevresi bir


kuşatma çemberi ile sarıl­
mıştı. Kentte yalnızca 14 gün
yetecek kadar un, 1 O günlük
benzin ve 5 günlük uçak ya­
kıtı bulunuyordu. A lmanların
Ku zey O rdusu Kom utanı
Feldmareşal von Leeb' in bir
konuşmasında askerlerine
şöyle dediği söylen ir: "Bu­
günden itibaren, yani kuşat­
mamn tamam lanmasından
bu yana, burada kuş uçurtul­
madı . Alman hatlarından in­
san nasıl geçecekmiş!" Oysa
bırakın kuşu, insanlar da pe­
kala geçiyorlardı . Ladoga
Gölü' niin meskun olmayan
kıyı larında , Ladoga Savaş
Filosu' ndan yaklaşık 3 bin
deniz askeri bizler ve ku­
zeybatı vapur hattından de­
n izciler, her bir kilo bulgur
ve un için kıyasıya savaş ve­
riyorduk. Tek bir top mermi­
si, tek bir litre benzin için sa­
vaşıyorduk. Osenovez ve Ka­
bana arasındaki dar ve 2 9
kilometre uzunluğundaki su
kanalının, Leningrad direniş­
çileri için elde kalan tek sev­
kıyat yolu olduğu11u düşman
da pekala biliyordu . Burası,
"yaşam yolu"ydu. Bıı yüzden
de, Leningrad' 111 ülkenin geri
kalan kesimleri ile bu son
bağlantı damarı n ı kesmek
için Alman uçakları gemile­
rimizi, aktarma limanlarımızı
ve yükleri boşalttığımız rıh­
tım/arımızı bombalıyorlardı .
Fakat başarılı olamıyorlardı . Açlık, özellikle çocukları
ve yaşlıları etkiliyordu.

220
Çiftçiler, savunma fonu için para topluyorlaı:

yarlar, yani neredeyse düşecekmişsin gibi." Leningrad 'daki in­


sanlar, hareket etmek için gösterdikleri günlük çabalarını işte
böyle ifade ediyorlardı. Ancak çalışmak zorundaydılar ve çalı­
şıyorlardı; en azından fabrikalarda elektrik olduğu sürece. Ma­
yın üretimi yapılan J ıdanov Tersanesi 'nde aralık ayma dek ye­
terli elektrik vardı, ama daha sonra üretim durdurulmak zorun­
da kalmıştı . K ı ş aylarındaki dondurucu soğuk da cabasıydı.
Makineler donuyor, halen var olan sıcak su bile anında buz ke­
siyordu. Fabrikaların duvarları karla kaplıydı, az sayıdaki göm­
me camlar da kalın buz tabakaları ile kaplanmıştı.
İnsanlar kendilerini avutacak bir şeyler yapmaya çalışıyor­
lardı. Günce tutmak, içinde bulunulan durumun yarattığı psiko­
lojiyi aşmaya yarayan olanaklardan biriydi. Açlık çeken insan­
ların, yalnızca acılarını kendilerinden sonra hayatta kalanlara
bildirmek için kalemi ellerine almadıkları şu satırlardan anlaşı­
lıyor: "Benim asıl amacım, bütün bu çekilenler gün gelir de son
bulursa, dönüp bu satırları kendim bir kez daha okuyabilmem
ve tabii aynı zamanda bunları bizimle birlikte yaşamayanların
da okuyup haberdar olmalarıdır. "
Pek çok günce, insanın hiçe sayıldığı bir zamanın hareketli

22 1
9 Aralık 1 941 ' de Leningrad A lman birliklerince kuşatılmıştı. Kent, aralık­
sız bombalandı . Aynı akşam Maestro Eliasberg yönetimindeki Radyo Senfo­
ni Orkestrası, filarmonide Beethoven' in Dokuzuncu Senfoni'sini çalryordu.
Konser yayını, radyo üzerinden Londra'ya aktarılıyordu. Maestro olayı şöy­
le anlatıyor: "Konserin başlamasından önce kararlaştırılan saatte gelmeyen
müzisyenlerin bize gelirken yolda hayati tehlikeyle karşı karşıya oldukları
anlaşılıyordu. Konser tam zamanında başladı. Uçüncü parça başlarken si­
renlerin uğultusunu duymaya başladık ve hemen ardından ise yakınlara dü­
şen bombaların ve uçaksavarların gürültüsünü. Bütün bina sallanıyordu.
Bu gürültülerin eşliğinde orkestra senfoniyi sonuna kadar çalmış bitirmişti.
Ardından spiker, Jngiltere' deki dinleyicilerimize iyi geceler diledi. "

v e belagatlı tanıkları olarak günlük yaşamın korku ve çaresiz­


liklerini yansıtıyorlardı. Yaşam ve ölüm arasındaki ince sınır,
giderek daha da hissedilir olmaya başlamıştı. Bu çocuklar için
de böyleydi. Karneye bağlı ekmek sayısının ilk kez yükseltile­
bildiği gün olan 25 Aralık 'ta bir genç kız şu notu düşüyordu
güncesine: " Kuska ölümden kurtarılmış oldu . " Kuska, kızın da­
ha sonra ayrılmak zorunda kalacağı kedisiydi. İkinci dereceden
önemli gibi görünen böylesi ayrıntılarda trajik bireysel yazgılar
yeniden hayat bulmakta. Bu ayrıntılar o zamanın kurbanlarının
acılarına, açlığa karşı direnişlerine bir dilim ekmek için verdik­
leri günlük savaşıma, karamsarlıklarına, ama aynı zamanda ha­
yatta kalma yönündeki iyimserliklerine de tanıklık etmekteler.

222
Günce tutmak, insanları günlük sorunlardan uzaklaştıran uğ­
raşılardan yalnızca bir tanesiydi. Yazmak istemeyenler, bunun
yerine sinemaya gidiyorlardı. Örneğin, "Domuz B akıcısı Kız ve
Çoban "ın oynatıldığı Molodiashni Film Tiyatrosu 'na . . . İsteyen
Leningrad Filarmonika Orkestrası ' m n konserlerini ya da şiir
dinletilerini ziyaret ederken, pek çoğu da dükkanlarını açık tu­
tan kitapçılarda kitapları karıştırmakla zaman geçiriyordu. Sos­
yal yaşam, pek çok alanda sanki hiçbir şey olmamışçasına de­
vam ediyordu.
Çocuklar oturup kağıtları keserek ya da y ırtarak yiyecek
markalarını and ıran küçük parçacıklara ayırıyorlardı. Bu, an­
lamsız gibi görünen, ancak geçici bir süre için de olsa açl ığın
unutulmasını sağlayan bir uğraştı . Bazıları da sıkıntılarını da­
ğıtmak için yürüyüşe çıkıyorlardı . Nevski Bulvarı 'ndan bitkin
bir biçimde geçip giden insanların yoksun lukları hal lerinden
açıkça belli oluyordu. Genç kızlar yaşlı kadınlan andırıyorlardı.
Vücutları gücünü yitirmişti. Bazen, açlık çekenlerin karınla­
rı, bir yetersiz beslenme belirtisi olarak büyüyor ve şişiyordu.
Bir çoğunun adale lifleri ve damarları belirginleşmeye başla­
mış, ciltleri ise yaşlılarınki gibi solgun ve kırışık bir hal almıştı.
Yüzlerine bakan herkes, iskorbütten* kaynaklanan mor lekeleri
ve buna ek olarak da, en ufak bir kırpmanın bile gözlenmediği
ve herhangi bir tepki verecek durumda olmayan donuk gözleri
hemen fark ediyordu. Çok geçmeden, insanlar yalnızca karney­
le dağıtılan günlük ekmeklerini almak için sokağa çıkar oldular.
Bunun dışında yapılacak her hareket onlar için bir eziyete dö­
nüşüyordu. Hatta doktorlar, felç belirtisi ve aşı n hareketsizlik
durumlarında küçük gezintiler salık verseler bile, bir çoğunun
bunu gerçekleştirmek için yeteri derecede gücü yoktu.
Ö len kurbanların sayısı artıyordu. Artık doktorlar da ev zi­
yaretlerine gitmez olmaya başlamışlardı; açl ığa karşı ne yaza­
caklardı ki? Eğer bir yere doktor gel iyorsa, bu daha çok ölüm
tutanağı düzenlemek içindi. Ancak, halen hayatta olanlar çok
büyük değere sahip olan yiyecek karnesiyle daha fazla gıda

(*) İskorbüt: C vitamini eksikli ğ i dolayısıyla dermansızlık, zayıflık ve


benzeri belirtilerle kendini gösteren hastalık. (çev.)

223
Kış, Alman askerlerini Leningrad önlerinde de faka bastırmıştı.

maddesi alabilmek için genel likle ölen aile üyelerini bildirmi­


yorlardı.
Kimileri de şiddet kullanmaktan bile kaçınmıyorlardı. He­
nüz ergenlik çağına bile girmemiş çocuklar, yiyecek elde etmek
için çeteler oluşturup ekmek taşıyan araçları soymaya başlamış­
lardı ve araçlar daha iyi korunmaya başladıktan sonra da yoldan
gelip geçenlere saldırır olm uşlard ı . Yine anlatılanl ara göre,
kuyrukta bekleyenler aras ında önündeki adamın karnes ini,
adam tam o günkü kuponu yırtıp ayırırken anında elinden kapıp
gözden kaybolanlar da oluyordu. Yiyecek karneleri çalınıyor ya
da örgütlü çeteler tarafından sahteleri yapılıyordu. B ir çok aile
içerisinde de güvensizlik hakim olmaya başlamıştı. Bir tarihçi
olan ve kuşatmayı yaşayan G. A. Knyasev, daha sonraları şöyle
diyordu: "İnsanlar birbirini kolluyor ve aç köpekler gibi didişi­
yorlar. İnsanoğlu, uygarlığın zirvesinden hayvani köklerine ne
de çabuk geri dönebiliyormuş meğer. " İnsanların aç lık nedeniy­
le şiddete başvurması şaşılacak bir durum değildi. O günlere ve
acılara tanık olanlar insanın açlıktan nasıl kıvrand ığını, acılar­
dan dolayı sanki ağır yaralıymı şçasına bağırıldığını ve sanki

224
Daniil Granin, Yazar, O Dönemde Savaş Gönüllüsü

Leningrad' da kim hayatta kalabilirdi? Bir kent sakinine


ilk başlarda 200 gram, sonrasında yalnızca 125 gram ek­
mek veriliyordu ki bu açlık sınırıyd1. O koşullardan nasıl
sağ çıktığımızı bugün bile anlayamıyorum doğrusu. Daha
sonraları anlaşılıyordu ki, daha çok kendilerini başkaları
için feda eden insanlar hayatta kalmışlardı; hareket halin­
de olan, aile üyelerine ve çocuklara bakan, su ve yiyecek
bulma telaşına düşen ya da ocaklar için odun taşıyanlar. Bu insanlardan da
ölenler olmuştu ama, yataklarında hareketsiz kalıp güç toplayanlara göre
oranları daha azdı. O zamanlar en önemli şey, yaşama isteğini yitirmemek­
ti. Ancak, en zor olanı da buydu. Bir anne bize, çocuğunu ölümden nasıl
kurtardığını anlattı. Yiyecek hiçbir şeyleri kalmamış. Çocuğu açlıktan ağla­
maya başlamış. Toplar damarını kesmiş ve kanını çocuğa içirmiş. Çocuk
yaşamış. Daha da· korkunç durumlar vardı . Bir başka annen!n iki çocuğu
varmış. Ama her ikisini de hayatta tutması mümkün değilmiş. ikisi arasında
tercih yapmak zorunda kalmış. Diğeri açlıktan ölmüş. Yine bir diğer anne­
nin de iki çocuğu varmış. Biri açlıktan ölmüş ve kadın diğer çocuğu kurtar­
mak için ölenin etini pişirmiş. Bugün yetişkin olan çocuğa an/atmayacağı­
mıza yemin ettirdikten sonra bu olayı bize anlattı!

mide beyni yiyormuş duygusuna kapıldıklarını anlatıyorlar. Gı­


da yetersizliği artık önüne geçilemeyecek bir durum almıştı. Bu
yüzden ek çözümler aranmaya başlandı. B i l im insanları, eski
belgelerde mucize yaratan bir maddenin izine rastladılar: İki
yüzyıl önce Ruslar, çam iğnelerini iskorbüte karşı kullanmışlar­
dı. Bu nedenle Kent- İcra Komitesi, 1 8 Kasım 1 94 1 'de halkta
baş gösteren vitamin eksikliğinden kaynaklanan hastalıkların
önlenmesi amacıyla çam iğneleri esansının büyük endüstriyel
üretimine geçilmesini karara bağlıyordu. Oysa bu biçimde yal­
n ızca bir semptomun önüne geçilebilirdi, ama sorunun asıl kay­
nağı yine yerli yerinde duruyordu: Gıda maddeleri stokları git­
gide erimekteydi.
Elde olanlar da kısılıyordu: İnceltilmiş püreler sıcak suda
daha da inceltilerek, insanlarda daha fazla miktarda yedikleri
duygusu uyandırılmaya çalışılıyordu. İnsanlar artık yalnızca
normal yiyecekleri değil, yenebilecek her türlü şeyi arar olmaya
başlamışlardı: Kösele, sanayi yağı, pişmiş bezir yağı, bitki ar­
tıkları, vazelin, ağaç yongası. Duvar kağıtlarını duvarlardan sö­
küyorlar ve altındaki yapıştırıcı maddeyi tırnakları ile kazıyor-

225
Evine dönerken güçsüzlük nedeniyle yolda yığılıp kalan biri (üstte).
leningrad' da bir alışılagelmiş günlük bir ölüm vakası: Kirovski köp­
rüsünden geçmekte olan bir cenaze alayı (altta).

226
lardı; çünkü, bu yapıştırıcı maddelerin patates unundan yapıldı­
ğı söylentisi yayılmıştı. En sonunda da toprak bile, özellikle
yalnızca B adayev Deposu'ndaki "toprak", rağbet gören bir be­
sin maddesi oluvermişti. B unun nedeni de, söz konusu depo 8
Eylül 1 94 1 ' de Alman bombaları ile alevler içerisinde kalıp yan­
dığında içerisinde bulunan şekerin büyük bir bölümünün eriyip
toprağa karışmış olmasıydı. Bu siyah toprak kütlesinden Sovyet
kimyacıları kuşatma sırasında tatlı çeşitleri imal etmişlerdi.
Fazla zahmete girmek istemeyenlerse biraz kumlu ve tatlı olan
bu toprağı emiyorlardı. Açlık düzeyi arttıkça, hazmı zor olan
maddelerin tüketilme oranı da yükseliyordu. İ şlenmemiş hardal
tanelerinden tavada kaygana yapmaya çalışan pek çok kişi öl­
müştü. Acı tanecikler, korkunç kramplar sonucunda ölen bu aç
insanların yapışmış olan bağırsaklarını yırtıyordu.
Yine de onları daha da kötüsü bekliyordu. Kış kapıya dayan­
mış, açlık sorununa bir de soğuk eklenmişti. Vücut fonksiyon­
larının bu mevsimde de devam ettirilebilmesi için organizma­
nın gereksindiği fizyoloj ik koşullar mevcut değildi. Genç bir
kızın yakındığı gibi; "Eğer mide boşsa, insan ne giyerse giysin
ısınamıyor."
Eylül ayında 7 litre olan karneyle gazyağı dağıtımı, ekimde
kesilmişti. Kömür bittiğinden elektrik idaresi de işletmelerini
kapatmıştı. Böylece a.J:1ık ne elektrik, ne ışık, ne de enerji vardı.
Genellikle kendilerinin kurduğu ve içerisinde her tür maddenin
yakılabildiği küçük sobalar olan B urshuikaslar ile ısınmaya ça­
lışıyorlardı. Bu sobalarda paçavralar, eski ayakkabılar, döşeme
parkeleri, döşekler ve tabii kitaplar yakılıyordu.
Ancak, ana yakıt maddesi Alman bombardıman uçaklarınca
yıkılan tahtadan evlerdi. Fakat, bir çok Leningradlının yakacak
bulmak için harcayacak gücü kalmamıştı ve hasarlı pencereler­
den ısıtılmamış odalara dolan soğuğa savunmasız bir şekilde
teslim oldukları yataklarında donarak ö lüyorlardı . Açlık ve so­
ğuğun getirdiği bu "felçli" durumu Yelena Skrayabina günce­
sinde şöyle anlatıyor: "Ölmek bugün o kadar kolay ki. İ nsan
önce her şeye karşı ilgisini yitiriyor, ardından yatağa uzanıyor
ve bir daha ayağa kalkmıyor. " Günlük yaşamda açlıktan kay-

227
Kentin ortasında kurulmuş bir barikat: Buradan itibaren cephe bölge­
si başlıyor (üstte).
Kuşatma sırasında ölüler kentin sınırlarına getiriliyordu (altta).

228
Yevgeniya Demidova, Hemşire

Meçnikov Hastanesi' nde görevliydim. Sedyelerin taşınmasına yardım edi­


yorduk, yaralilara pansuman yapıyor ve su veriyorduk. Ancak hamile oldu­
ğumdan, bu iş benim için oldukça yorucuydu. Zorlu bir kış dönemi başla­
mıştı. Badaev Yiyecek Deposu' na bombalar isabet etmişti. Artık o günden
itibaren açlık hükmediyordu. Yürüyerek hasar gören depolara gidiyor ve
oradaki yiyecek maddelerini toplayıp yiyorduk. Durum.git gide kötüleşiyor­
du. Artık günlük olarak yalnızca 1 25 gr ekmek dağıtmaya başlamışlardı.
Kasımda yeni doğan bebeğimle hastaneden çıktım ve buharlı ısıtma sistemi
çalışmadığından, mutfaktaki ocağı yakabilmek için mobilyaları kırmaya
başladım. Su boruları donduğundan su da yoktu. Bir güğüm alıp nerede
musluktan bir damla su akıyorsa oraya gitmekten başka çare kalmamıştı.
Kendime ekmek çorbası pişiriyordum. Ama, çocuğum daha çok küçük oldu­
ğundan henüz katı yiyecekleri yiyemiyordu. Bir şeyler yiyebildiğim taktirde
göğüslerim biraz olsun dolabiliyordu. Fakat daha sonra sütüm çekildi ve
çocuğa verecek bir şey kalmadı.
Bir gün sabah saat altıda kuyrukta fırının açılmasını bekliyorduk. Bazen
hiç açılmadığı da oluyordu, çünkü ekmek olmuyordu. Tam ekmeğimi sarar­
ken bir kız geldi ve ekmeğimi elimden çekip kopardı. Yaralanmış elimle ora­
da çaresizce kalakaldım. Kuyrukta bekleyen herkes küçük bir parça ekmek
verdi ve böylece 25 gram ekmeğim oldu. Daha sonra caddede giderken ek­
meğimi kapan kızı gördüm. Onu takip ettim. Caddeye bakan binalardan bi­
rindeki bir daireye girdi. Orada iki ceset yatıyordu ve kendisinden öğrendi­
ğim kadarıyla bunlar annesi ve erkek kardeşiydi. Annesi, ellerinin arasında
ekmek karnelerini sıkmıştı. Karneler üç gün öncesine aitti. Bu da, annenin
büyük olasılıkla üç gün önce öldüğünü gösteriyordu. Kız belki de bu kar­
neyle ekmek alınabildiğini bilmiyordu. O gece oğlum öldü. Onu beslemek
için hiçbir şeyim kalmamışrı. ilk doğurduğum çocuğumu işte böyle yitirdim.

naklanan sessiz ölüm, bir çok Leningradlının anlattığı en kas­


vetli deneyimlerden biri.
Dönemin tanıkları, masa başında otururken dikkat çekmek­
sizin uyuyakalan ve bir daha uyanmayan; sohbet anında birden
bire duran, sesi soluğu kesilen ve cansız bir biçimde öne doğru
düşen insanlardan söz ediyorlar. Aynı şekilde, ayaklarını sürü­
yerek caddelerde giderken görünüşte dinlenmek için kısa bir
süre duraklayan ve ardından düşüp ölen insanlar olduğunu an­
latıyorlar.
Açlıktan ölenlerin sayısı giderek daha da artıyordu: Resmi
makamlar kasım ayında sayılarının 1 1 bin olduğunu açıklıyor­
du, aralık ayına gelindiğinde ise bu sayı 53 bine ulaşmıştı. Ayrı-

229
Su dağıtımı kesintiye uğramış. Sıı, kalın tabakalar halinde donan top­
rak zeminden büyük çaba saıfedilerek çıkarılmak zorunda.

230
Denizciler, Leningrad önlerindeki cepheye gidiyorlaı:

ca savunma hatlarında da bombalı saldırılarda ve çarpışmalarda


ölen başka insanlar da vardL Yalnızca eylülden kasıma kadar,
1 2 bin 500 insan Alman bombalan ile can vermişti. Caddelerde
ve büyük çamaşırhanelerde ceset yığınlarından kuleler oluş­
muştu. Bulaşıcı hastalıklar hayatta kalanlar için bir tehdit unsu­
ru olmaya başlamıştı. İnsanların yaşamını daha da güçleştiren
soğuğun iyi bir yanı da vardı : Sıcaklığın sıfırın altında 40 dere­
ce olması cesetlerin çürümesini önlüyordu. Ancak bu da ceset­
lerin ilkyazdan önce gömülmesi gerektiği anlamına geliyordu.
Sürekli yinelenen tüyler ürpertici bir prosedür başlamıştı. Zaten
uzunca bir zamandır yeteri derecede tabut yoktu ve ölüleri sara­
cak kefen sayısı da oldukça azdı.
Cesetlerin tek tek alınması, yine uzunca bir süreden beri
mümkün değildi. Kamyonlar günlük olarak kentte dolaşıyor ve
cesetleri toplayarak, artık ceset yığınlarından kulelerin oluştuğu
yerler olan mezarlıklara götürüyorlardı. En kör gözden bile
kaçmayacak bir görüntü vardı: Ölürken en son pozisyonlarında
her yaş grubundan insan, özellikle de çok sayıda çocuk; oturur
vaziyette, yatar vaziyette, kolları kalkık, ya da bacaklar bükük.
Çok kalın bir tabaka halinde donmuş olan toprak zeminde an­
cak havaya uçurulmak suretiyle toplu mezarlar açılabiliyordu.
B inlerce ölü, uzun mezarlara indiriliyor, ardından Üzerleri top­
rakla örtülüyordu. Her bölgeye, bir idari komitenin sorumlulu-

23 1
Konvoylar neredeyse hiç durmaksızın "yaşam yolu " üzerinde yol
alıyorlar; bazı yerlerde buz üzerinde su birikintileri var. (üstte).
Sağdaki sayfada : "Yaşam yolu ": Üzerinden geçilerek binlercesi kur­
tarıldı, binlerce kişi buradan götürülerek kentten tahliye edildi.

ğunda ayn bir mezarlık tahsis edilmişti. Komite kaç adet mezar
açıldığını, kaç ölünün gömüldüğünü günlük olarak partiye ra­
por ediyordu. Piskaryovskoye Mezarlığı ' nda, 1 94 1/42 kışının
ilk aylarında günde ortalama 2 bin ölü gömülmüştü. Ölüm artık
günlük sıradan bir olay haline gelmişti.
Acılar her geçen gün daha da arttığında, kuşatma her geçen
gün daha fazla kurban almaya başladığında kafalar giderek da­
ha da karışıyordu. Bütün bunlar ne içindi? Bunca açlık, soğuk­
tan donma, ölüm ne içindi? Teslim olmak ve siperlerin ötesinde
süngü lerinin ucuna taktıkları ekmekleri açlıkla boğuşanlara
gösterip, tam bir alaycı üslupla propaganda bildirilerine, " Hop
güm PTT, Leningrad girdi sepete" diye yazan A lmanların şart­
larına uymak daha iyi olmaz mıydı?
Leningradlılar, teslim olmanın da kendileri için bir kurtuluş
olmayacağını bilmiyorlardı. H itler ' in, kentin yoğun bir abluka
altında tutulması ve halkın açlığa mahkum edilmesi yönünde

232
Yevgeniya Demidova, Hemşire

Korkunç bir açlık dönemi başlamıştı. Özel­


likle de çok genç ve çok yaşlı insanlar ölüyor­
lardı . Çocuklar, uçaklarla ve Ladoga Gölü
üzerinden götürülerek bölgeden tahliye edil­
mişlerdi. Benim görevim çocukları, çocuk ev­
leri ve çocuk yuvalarından alıp buz üzerinden
götürmekti. Bunu ağlamadan anlatabilmem
mümkün değil. Çocuklarla dolu olan ara­
balara buz üzerinde yol göstermek için elinde
bir fenerle bekleyen genç bir kadm, bitkinlik­
ten oracıkta ölmüştü. ''Yaşam yolu" yalnızca
yaşam yolu değil, aynı zamanda ölüm yoluydu
da. Düşman asla boş durmuyor ve bizi sürekli
bombalayıp a teş ediyordu . ladoga Gölü ,
hayatta kalabilmek için tek umuttu. Orada kaç
kişi öldü, bilemem. Çoğu açlıktan ölmüştü.
Kentten tahliye edilenleri ladoga'ya götürür­
ken, yolda toplanamamış pek çok cesetle kar­
şılaşıyorduk. Kadınlar, güçlerinin çok üzerin­
de çaba gösteriyorlardı. leningrad, kadınların
kendilerini feda etmeye bu denli hazır ol­
maları sayesinde ayakta duruyordu. "Yaşam
yolunu" canlı kılan onlardı.

pek çok kesin talimatı vardı. En sonunda da 7 Ekim 1 94 1 tari­


hinde kesin kararını vermişti: "Leningrad açlığa mahkum edile­
cek. Kentin teslim edilmesi teklif edilse bile bu yöndeki bir tek­
lif geri çevrilecek." Böylece, kent ve sakinlerinin tek umutlan
vard ı : Ablukayı yarmak. K ara ya da deniz yoluyla yiyecek
maddeleri kente sokulmalıydı.

" Geride yalnızca Tanya kaldı"

Almanlar, kuzeyde savaşan Finlilerin desteğiyle Leningrad


ve Ladoga arasındaki dar koridoru kapatmış ve Tiçvin 'deki
Moskova ' ya uzanan son demiryolu bağlantısını da kesmişlerdi.
Bunun üzerine S talin, kuşatma altındaki kentin askeri yöne­
timine şu emri veriyordu: "Sekiz ile on tümeni bir araya top­
layın ve doğuya doğru yarma harekatına girişin. Ordu bizim
için önemlidir."

233
234
Üstte: Aşırı soğuk
kuşatmayı yapan
· tarafı da olumsuz
yönde etkiliyordu.

Sağda: Leningrad
önlerindeki balçık
çukurlarında bekleyiş.

Soldaki sa)fada:
Sinyavski Tepeleri' e
taarruz: Kızı/ordu
askerleri Leningrad
çevresindeki
kuşatmayı yarmaya
çalışıyorlar.

235
4. Ordu 'nun yeni komutanı general Meretskov, Sibirya'dan
takviye olarak gönderilen taze kuvvetler ve "mucize s i lah"
olarak nitelendirilen Sovyet tankı T-34 ile 5 Aralık'ta karşı sal­
dırıya geç iyordu . Çok geçmeden, k ı ş savaşı için daha i y i
donatılmış olan Kızılordu, 8 Aralık'ta önemli bir demir yolu
bağlantı noktası olan Tiçvin' i geri alıyordu. Ancak, Leningrad
henüz kurtarılamamıştı.
Kentte yaşayan insanların durumunu felaket derecesinde
güçleştiren kış, aynı zamanda şöyle bir şans da yaratmıştı: Buz
tutmuş su yolları üzerinden ikmal bağlantı ları sağlanması.
Ladoga, eksi kırk .derecede donuyordu. Ölçüm ekipleri, Kasım
ayından beri buz kalınlığının gereken kıvama gelmesini bek­
lemişlerdi. 1 7 Kasım' da nihayet beklenen gerçekleşmişti: Buz
üzerinde yol açma çalışmaları artık başlayabilirdi. Üç gün sonra
kalın buz zemin üzerinde ilk nakliyat başlamıştı.
İlk olarak daha hafif olan atlı taşımacılıkla bu tehlikeli yol­
culuğa başlanırken, kuşatma altındaki Leni n grad ' a karşı
k ı y ıdan yapılan un nak liyatında çok geçmeden kamyonlar
görev almaya başladılar. Almanlar istedikleri kadar kara yol­
larını tutmaya devam etsinler, Leningradlılann "yaşam yolu"
dedikleri göl üzerinden geçen bu yol, kuşatmanın yarılmasına
olanak sağlıyordu. Alman tarafı bu olasılığı hesaba katmamıştı.
Kentin ihtiyaçları, donmuş göl yolu üzerinden sağlanabiliyor­
du. Tabii ki, bu yol üzerinden yalnızca en acil ihtiyaçlar karşı
taraftan bu yana getirilebiliyordu ve açlık kesinlikle tam olarak
alt edilememişti. Ancak hiç olmazsa tümüyle yok olma teh­
likesi önlenebilecekti.
20 bin asker ve sivil bu nakliye yolunda çalışıyorlardı . At
arabaları, kamyonlar ve kızaklar Leningrad 'a yiyecek taşıyor;
geri dönerlerken de ağır y aral ı ları, çocukları ve hastaları
Leningrad ' dan ç ıkararak güvenli bölgelere götürüyorlardı .
Kısa, ama tehlikeli b i r yolculuktu b u . B uzla kaplı alanın her
yanı kesinlikle düz değildi. Güçsüz düşmüş olan kadınlar ve
çocuklar arabaya tutunacak durumda değillerdi. Kar ve buz fır­
tınaları genellikle motorların açık alanda donmalarına neden
oluyordu ve Alman uçakları nakliye seferlerini bombalıyorlar­
dı. Araçlar sürekli olarak Alman bombalarının buzda açtığı bir

236
Leningrad' daki mezarlıkta dikilen anıt,
' yüz binlerce kurban için son
bir dinlenme yeri.

yarığa düşme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ancak, bu riski göze


almaya değmişti. İlkyaz geli p , göldeki buzlar erimeye baş­
lamadan ve nakliye seferleri durdurulmak zorunda kalmadan
önce yarım milyondan fazla insan kentten tahliye edilmişti.
Kentte de çok döşük olan karneye bağlı yiyecek maddeleri
dağı t ı m ı n ı n oranları b i r parça arttırılab i l m i şt i . 25 Aralık
1 94 l ' den itibaren bir işçiye eskiye oranla günlük olarak 1 00
gram daha fazla ekmek, yan i 3 5 0 gram ekmek veriliyordu.
Diğer kent sakinlerine de 7 5 gram daha fazla ekmek verilmeye
başlanmıştı. Adeta özel bir Noel hediyesi gibi adam başı 200
gram ekmek dağıtılması pekala mümkündü, çünkü günlük
dağıtımdan da anlaşıldığı üzere, nakliye seferleri sonucu büyük
oranda gıda maddesi getirmeyi başarmışlardı. B una karşın, aynı
gün içerisinde 3 bin 700 Leningradlı açlıktan ölmüştü. Yardım
çok geç ulaşmıştı, ama hayatta kalabilenler için yeniden bir
umut ışığı yaratmıştı. .
Kuşatma sürüyordu. Alman birlikleri iki yıl daha Lening- ·

rad ' ın çevresinde kuşatma çemberin i devam ettiri yorlardı.

237
Kent, ancak 1 8 Ocak 1 943 'te kurtarılabiliyordu. O dönemdeki
resmi makamlar, açlıktan ölenlerin sayısını 500 binden fazla
olarak belirlemişlerdi. B ugünkü tahminlere göreyse bu sayı çok
daha yüksekti: Leningrad kuşatması 1 m ilyondan fazla insanın
yaşamına mal olmuştu. Ama Hitler amacına ulaşamamıştı. Ne
onun halkın d ireni ş i n i kırmaya, ne de askeri birliklerin i n
Leningrad ' ı yerle bir etmeye güçleri yetmişti. Alman birlik­
lerinin 1 6 ay boyunca kentin ikmal yollarını kesmelerine kar­
şın, insanlar hayatta kalmayı başarmışlardı.
Açlıktan ölen yüz binlerce Leningradlının son dinlenme yeri
olan Piskarov Mezarlığı, bugün bir anıtmezar n i teliğinde.
Buradaki bir yazıtta şu sözler yazılı: " Kimse unutmasın; hiçbir
şey unutulmasın." Ayrıca, o günlerde tutulan çok sayıdaki gün­
ce de yaşananların unutulmamasını sağlamaktalar. Leningrad
Kent Müzesi ' nde arşivlenen bu günceler, kentin bu karanlık
günlerine ışık tutmaktalar. B urada ayrıca 1 1 yaşındaki bir kızın
kuşatma sürerken aldığı notları içeren doksan yaprak da koru­
ma altında. Tanya Saviçeva, aynı Anne Frank gibi, küçük bir
kızın kendi kendine açıklaması aslında imkansız olan yaşadık­
larını bir deftere yazmıştı. Sona yaklaştığındaysa, gücü yalnızca
kısa notlar almaya yetebilmişt i :

"Shneya 2.8 Aralık 1 94 1 ' de saat 1 2. 30'da öldü.


B üyükanne 25 Ocak 1 942 ' de öğlen saat 3 'te öldü.
Leka 1 7 Mart 1 942'de sabah saat 5 'te öldü.
Vasya Amca 1 3 Nisan 1 942'de sabah saat 2 ' de öldü.
Leşa Amca 1 0 Mayıs 1 942 ' de öğleden sonra saat 4'te öldü.
Anne 1 3 Mayıs 1 942'de sabah saat 7 .30'da öldü.
Saviçevler öldüler. Herkes öldü.
Tanya artık yalnız."

1 942 yazında Tanya da ölür. Ölüm nedeni, d izanteridir. Aç­


lığın yarattığı ölümcül bir sondur bu. Güncesi, yaşayanlara bir
uyarı olarak geride kalır. .

238
Tanya Saviçeva'nın Güncesi
11 yaşındaki çocuk,
ailesinin başına gelenleri
yazmıştı.

"Shneya 28 Aralık
1 94 1 ' de saat
1 2 .JO'da öldü "

"Büyükanne 25 "Leşa Amca 1 0


Ocak 1 942' de öğ­ Mayıs 1 942' de
Tanya Saviçeva len J 'ıe öldü " öğleden sonra
4 'te öldü "

"Anne 13 Mayıs "Saviçevler "Herkes öldü " "Tanya artık


1942' de sabah öldüler" yalnız"
7.30' da öldü "

239
Namlunun ucundaki Kremlin

" Son şiddetli darbe"

Sovyet başkentinde karanlık, soğuk ve sessizlik vardı . Gece


yansından sabah saat beşe kadar sokağa çıkma yasağı uygulan­
dığından, sokaklar terkedilmiş haldeydi. "Maskirovka"ya, yani
karartmaya harfiyen uyuluyordu. Düşman uçaklarına hedef be­
lirleyecek en ufak bir ışık bile sızmamalıydı. Fortitşkaslardan,
yani pencerelerdeki boru deliklerinden dumanlar tütüyordu.
Merkezi ısıtma sistemleri, soğuğa karşı mücadelede teslim bay­
rağını çoktan çekmişlerdi. Soğuktan donmak istemeyenler bir
sac soba edinmiş; tahtalar ve arka bahçedeki tahta çitlerden, ka­
yın ağaçlarına kadar yanabilecek her türlü maddeyi toplamışlar­
dı. Gıda maddeleri karneye bağlanmıştı ve bir işçiye yiyecek
karnesi karşılığında 400 gram ekmek veriliyordu. Kent, büyük
bir inşaat şantiyesini andırıyordu: Her yanda üst üste dizilmiş
kum torbalan yer alıyordu, caddeler kesilmişti, tramvay rayla­
rından oluşturulan geçici acil durum engelleri üst üste yığılmış­
tı. Sessizliği yalnızca, aylardır uzaklardan duyulan ve giderek
yaklaşan gök gürültüsünü andırır bir gürültü bozuyordu: Top
gümbürtüsü. Moskova'da Kasım ayı. Savaş günleri. Yakınlarda
kenti yok etmek üzere emir almış bir düşman var.
Der V ölkische B eobachter gazetesi, 2 Ekim 1 94 1 ' de olayı
"Almanların Bolşeviklere sonbahar saldırısı" manşetiyle duyu­
ruyordu. O gün, "Führer"in "B arbarossa Harekatı"nı başarıyla

240
Moskova Çarpışması 1
Sovyet Askeri Kuvvetler!
� Vyasma savunma hattı
MMlı. Moşlıaisk savunma hattı
� Moskova savunma hatları
(@'� Kuşatma çemberleri

24 1
Valentin Bereşkov

16 Ekim' de Moskova' nın tahliye edilmesi yönünde tali­


mat gelmişti. Daha sonraları bütün köprülere, Moskova
kent merkezindeki resmi binaların pek çoğuna ve Kremlin ' e
mayın döşendiğini öğreniyorduk. Almanlar, kente girmeleri
durumunda pek çok sürprizle karşılaşacaklardı . Buralara
girilirken mayınların patlaması ve özellikle binalara ilk
olarak adım atacak olan ileri gelen askeri liderlerden büyük kayıplar verdi­
rilmesi hesaplanmıştı. Tahliye, aralıksız sürüyordu. Stalin ve onun yakııı ma­
iyeti dışındaki tüm idari kadro başka bir yere götürülmüştü. Molotov bile
oradan ayrılmış, ancak bu ayrılış fazla uzun sürmemişti.
Kasım başlarında Moskova' da en zorlu günler yaşanıyordu, kent geçici
olarak boşaltılmıştı . Artık ısınma sistemleri de çalışmıyordu . Yalnızca
Kremlin' de sıcak su ve sıcak odalar vardı . Bu nedenle bütün günümü ve
eğer hava saldırısı alarmı yoksa gecelerimin büyük bölümünü Kremlin' de
geçiriyordum. Ancak Aralık başlarında, Almanların Moskova önlerinde al­
dıkları ilk yenilgi sonrası rahat bir nefes alabilmiştik. A lmanların yıldırım
harbinin başarısızlıkla sonuçlandığını artık anlamıştık, ama savaşın daha
uzun süre devam edebileceğini de biliyorduk.

A. Maluçin, Gazeteci

16 Ekim, Moskova için kötü bir gündü. Daire biçimindeki park alanında
ve caddelerin tümünde insanlar ve yüklerle dolu tramvaylara, kamyonlara,
at arabalarına rastlanıyordu. Tren istasyonuna doğru hareket halindeydiler.
Onların yanısıra, savaş gönüllüleri ile dolu bir kamyon konvoyu ilerliyordu.
Aynı şekilde, yeni oluşturulan 25 komünist tugayı ve birkaç bölük de vardı.
Kasan istasyonunda peronlar insanlarla dolup taşıyordu. Trenlerin hazır ol­
masını bekliyorlar ve trenler durduğunda vagonlara hücum ediyorlardı .
Trenler yalnızca yolcu vagonlarından değil, yük vagonları ve hatta metro
vagonlarından oluşuyordu. Tümü tek bir yöne, doğuya gidiyordu. Trenler
çoğunlukla hat güvenliği sağlanmaksızın ve birbirlerine çok yakın olarak,
aralarında yalmzca gözle görülebilecek kadar bir mesafe bırakılmak sure­
tiyle yollarına devam ediyorlardı.

sonuçlandırmak: için yapacağı en son darbe olması beklenen


Moskova saldırısı başlamıştı. Hitler, bu saldın eylemine son de­
rece anlamlı bir de isim takmıştı: "Tayfun Operasyonu".
Kiev 'deki kuşatmada zorlu çarpışmalar sürerken ve Lening­
rad abluka altına alınmaya başlandığı sıralarda, ordunun komu­
ta kademesi bir sonraki hedef üzerinde kafa yoruyordu. Zaman

242
g i derek daralıyordu. Rus E y l ü l ü ,
sonbahar fırtınalart i l e i l k uyansım
yapmıştı. İlk yağmur dalgaları Al­
man operasyonların ı engellemişti.
M oskov a ' y a bir saldırı düzenlene­
cekse bu artık daha fazla geciktiril­
memeliydi.
24 E y l ü l 1 9 4 1 ' de g eneral l er,
S molensk ' teki Orta Ordular Gru­
bu ' nun savaş yönetim merkezinde,
"35 numaralı Führer talimatı"nın uy­
gulanma aşamasındaki aynntılar üze­
rinde konuşuyorlardı. B itler, 6 Ey­
lül ' de bu talimat çerçevesinde hedef­
lerini kaba hatlarıyla şöyle belirle­
m işti: "Orta Ordular Grubu, mümkün
o lduğunca erken bir tarihte (Eylül
sonu), düşmant genel olarak Vyasma
yönünde yok etme hedefi çerçevesin­
d e s a l d ı r ı y a g e ç m e k üzere T i ­
m oşenkonun ordular grubuna karşı
bir operasyona hazır olacak . . . Orta
Ordular Grubu, ancak Timoşenko
h a l le d i l d i kten sonra M oskova ' y a
doğru hareket edecek. " 1 9 Eylü l ' de
de buna ek olarak şu talimatı veri­
yordu: "Timoşenko' nun ordular gru­
buna karşı yapılması planlanan saklı­
n, ' Tayfun ' kod adı altında gerçek­
leştirilecektir."
Moskova' nın ana 2 E k im ' de artık " Tayfu n " i ç i n
caddelerinden birinde start veriliyordu. "Führer" o günkü
tanklar için barikatlar emrinde Alman askerlerine, sonucu
kuruluyor (üstte). belirleyecek bu saldırıda bir kez daha
Moskova halkı cepheden güçlerini gösterme çağrısında bulu­
gelen yeni haberleri n uyordu: " Askerlerim, kış başlama­
okuyor (altta). dan önce düşmanı paramparça ede-

243
Tahkimat alanları topçu desteğiyle güçlendiriliyor.

Tahkimat alanları topçu desteğiyle güçlendiriliyor.

/
244
M. Mironova, Oyuncu

Radyoda Stalin konuşuyorsa herkes kulak kesilip dinler­


di, çünkü çok seyrek olarak ve de kısa konuşurdu. Bu yüz­
den, onun sözleri bizim için altın değerindeydi. Biz onu
tqnrılaştıranlardan değildik ama, sessizce oturur dinlerdik.
Ulkemizin giderek daha da küçüldüğünün farkındaydık.
Stalin ne söylerse söylesin, Almanlar sürekli ilerliyorlardı .
Sürekli radyo başın.da haberleri dinliyorduk. Yalnızca bu­
nunla yaşıyorduk. insanlar sadece zafer için yaşıyorlardı. Fakat oldukça
korku dolu bir zamandı ve isterse ünlü bir sanatçı olsun, kimse bundan ka­
çamazdı .

Hans-Jürgen Hartmann, Zırhlı Araç Bombacısı

Sonbaharın sonlarıydı. Bir yerde ilerlerken, ellerinde ko­


valar ve torbalarla çoğunluğu kadınlardan olmak üzere
çocuk ve yaşlı erkeklerden oluşan sivil gruplara rastladık.
ilk önce bu insanların karla kaplı bu boş arazide ne yaptık­
larını anlayamadık. Ancak daha sonra, bu insanları bura­
ya sürükleyen yere vardığımızda durumu anladık: Burada
bir sürü şişmiş ve yarıya kadar çamura belenmiş at ölüsü
yatıyordu. Bu birkaç haftalık kadavraların başında nacaklar ve at ayakları­
nın şişmiş oynak yerleriyle donmuş et parçalarına vuruyorlardı. Hayvanla­
rın şişmiş ve kalın bir tabaka halinde kabuklaşmış derilerini, tam bir sanat
eseri biçiminde adeta bir kubbe gibi yontup çıkarıyorlar ve kendileri için
yalnızca içlerini çıkarıp alıyorlardı. Kadınlar ve çocuklar buradan pek faz­
la uzak olmayan bir mesafede, karla kaplı ekinlerin üzerine eğilip, kalan
son başakları ellerine geçirdikleri herhangi bir ağaç parçasıyla buz tutmuş
kar tabakasının altından söküp çıkarıyorlardı. Yine biraz ilerideyse bir grup
insan, çoktan donmuş olan patatesleri bulabilmek için tarlaların yüzeyini
kırmaya çalışıyorlardı.

cek son şiddetli darbeyi indirmek için gerekli koşullar bu üç


buçuk ay içerisinde nihayet bugün oluştu.
Bu yılın sonucu belirleyecek nitelikteki son büyük saldınsı
bugün başlayacak ve düşmanı yok edecek şekilde hedefine ula­
şacak. B öylece, Hunlardan ve sonrasında Moğol akınlarından
bu yana Alman İmparatorluğu için bu kıta üzerindeki en kor­
kunç tehlikeyi ortadan kaldınmş olacağız." Alınan askerlerinin
güçlerini kullanmaya hazır olmaları yönündeki bu mesaj, tam
bir iki yüzlülük örneğiydi! Hitler onlardan, sözü edilen tehlike-

'245
yi savuşturmak için yine "son bir kez"
şiddetli bir biçimde güçlerini kullanmala­
rını istiyordu. B u hücum saldınsı, cephe­
nin tümünü kapsıyordu. Alman planları­
nın üç ağırlık noktası vardı:
General Strauss komutasındaki 9. Or­
du, 3 . Tank Grubu ile birlikte kuzeyden
Kalinin ve Moskova-Volga Kanalı üze­
rinden Moskova'ya hareket edecekti. Gü­
neyden Tula üzerinden Moskova'ya sal­
dırına görevi ise 2. Tank Grubu ' nun göre­
viydi. Ardından, Hoth ve Guderian'ın ön­
cü tankları Sovyet başkentinin doğusunda Düşmanlık
Propagandası:
buluşacaklar ve Moskova kuşatma çem­
Stalin, "canavar"
berin i tamamlayacaklardı. B ununla eş za­ olarak gösteriliyor.
manlı olarak, General Hoepner komuta­
sındaki 4. Tank Grubu' nun desteğiyle Kluge ' ni n 4. Ordu 'su,
Sovyet cephesini Moskova yönünde ortadan yarmaya çalışa-
·

caktı.
Alman kuşatma savaşlarının başarı tarihini taçlandırması
beklenen ve kılı kırk yararak hazırlanmış bu plan çerçevesinde,
Orta Ordular Grubu ' nda 78 tümen göreve hazır bulunuyordu.
Feldmareşal von Bock, bu aşamada üç tank grubunca destekle­
nen üç Alman piyade ordusuna komuta ediyordu.
Sovyet tarafındaki rakipleri olan generaller Konyev, Jukov
ve Timoşenko ' nun emrindeyse 1 9 ordu hazır bulunuyordu.
Wehrmacht ' ı n yüksek komuta kademesi O K W ' deki Alman
stratej istleri, "Tayfun"un hazırlı k aşamasında her iki tarafın
güçlerinin yaklaşık olarak birbirine denk olduğundan hareket
etmişlerd i. Ama hesapl arını yaparken, ellerindeki personel
mevcudunun uzun vadede yeterli olmayacağını ise göz ardı et­
mişlerdi. Hitler "Tayfun"un başlaması yönünde emir verdiğin­
de, birlikleri 1 O haftadır şiddetli ve çok sayıda kayıp verilen
çarpışmaların ortasındaydılar. Düşman topraklarında 800 kilo­
metreden fazl a bir mesafeyi neredeyse hiç ara vermeksizin,
ama daha da önemlisi, eksilen asker ve materyalin yerine yeni­
leri takviye edilmeksizin savaşarak kat etmişlerdi. B irliklerin

246
çoğu sayı olarak budanmış ve bitkin durumdaydı, bazıları ise
nerdeyse tamamen "duman olmuştu". 24. Tank Kolordusu ko­
mutanı General Leo Freiherr Geyr von Schweppenburg, üstü,
Orgeneral Guderian 'ı askerlerin durumu hakkında ikinci kez
uyarıyordu: " Bünyemizdeki tümenlerde personel ve materyal
gücü, ancak birleştirilmiş ve savaş gücü arttırılmış alaylara
denk düşecek düzeydedir. "
"Büyük Almanya" adlı piyade alayında, bölük sayısı 35 kişi­
ye düşmüştü. 3. Tank Tümeni ' ne bağlı bir tank alayında ise sa­
vaşabilecek durumdaki savaş aracı sayısı 40 'ın biraz üzerindey­
di. Yakıt, cephane ve bakım malzemeleri stoku ancak ihtiyaca
cevap verecek kadardı. İkmal ise gereken düzeyde değildi.
Tank birliğinin ne tür güçlüklerle karşı karşıya olduğunu
Guderian 'ın kendisi de pekaHi biliyordu. Ancak Hitler 'in ana
karargahına defalarca uyarılarda bulunmuş olmasına karşın, bu
uyarılar dikkate alınmamıştı. Eylül bitiminden itibaren sürekli
olarak, yaklaşan kış mevsimini gözeterek kışlık malzeme tale­
binde bulunmuş, ancak bu talepleri de aynı şekilde sonuçsuz
kalmıştı. İşte bu yüzden, o da kendi emrindeki generallerin uya­
nlarına çaresizliği ifade eden alaycı bir üslupla karşılık veriyor­
du: "Ama Bay von Geyr, piyadeyi ön saflarda tek başına ölüme
terk etmek istemiyorsunuzdur herhalde." Ancak Geyr, zayıf du­
rumdaki tank birlikleri ile "Yıldırım Harbi" doktrinine uygun
olarak piyadeye nasıl destek sunabilirdi ki? Bu koşullar altında,
Feldmareşal General von Manstein 'ın, " B ir tank birliğinin düş­
manın gerisindeki güvenliği, ancak sürekli hareket halinde ol­
masıyla sağlanabilir" düsturuna uygun olarak nasıl hareket edi­
lebilirdi ki?
Tankların hareketliliği yalnızca i kmale bağlı değildi. En
önemlisi, alanın manevraya uygun olmasıydı ve bu noktada
Hitler planlarında önceden kestirilmesi güç olan bir risk faktörü
söz konusuydu: Hava koşulları.
"Kapustiza" ne zaman başlardı? Korkulan bu çamur periyo­
du, adeta bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlar sonrasında
meydana geliyor ve zemini sağlam olmayan her yolu dipsiz bir
balçık deryasına çeviriyordu .Termometreyi eksi 50 dereceye
düşüren kış, kar fırtınaları ve soğuğuyla ne zaman bastıracaktı?

247
Prusyalı General Moltke, " Hava koşullarına bağlı olarak
operasyonlar düzenlenemez, özellikle de bu mevsimde" deme­
miş miydi? Bu tür sorular, "Führer"in iyi ısıtılan ana kararga­
hında görmezden geliniyordu. Yeteri derecede kışlık giysi yö­
nündeki ısrarları ise Goebbels, o kendine özgü alayctlığı ile ge­
çiştiriyordu: "Kış mı? O zaman biz çoktan Leningrad ve Mos­
kova'nın sıcak mekanlarında oturuyor olacağız."
H itler ' in Paladinleri* hiçbir konuda kesin likle uzlaşmaya
gerek duymuyorlardı. "En kötü Alman piyadesi, en iyi Sovyet
piyadesini alt eder. " Zafer sarhoşluğunun bir ifadesi olan bu
cümle her tür sayısal azlığı, Alman birliklerinin her türden ye­
tersizliğini bir kalemde silip atıyordu. Hitler'e bu noktada yar­
dımcı olacak yeterince gerekçe de vardı. Daha kısa bir süre ön­
ce Kiev ' de üstün bir başarı elde edilmemiş miydi? Sovyet ordu­
larından yedisi yok edilmemiş miydi? Bu zaferlerin kazanılma­
sında Hitler, generallerine karşı tutum takınmış ve sonuçta ba­
şarılı olmamış mıydı?

" Doğudaki düşman paramparça edilecek"

1 94 1 yılının 2 Eki m 'inde harika bir sonbahar günü yaşanı­


yordu. " Hava: Açık ve güneşli" şeklinde not düşülmüştü, Al­
man ordularının yüksek komuta kademesi OKH 'nin savaş gün­
lüğüne bu güne ilişkin ve devamla, "Yağışsız hava, yolun kena­
rından ilerlemeyi de büyük ölçüde olanaklı kılıyor" denilmişti.
Evet o sabah saat 5 .30'da, o güzelim havada, ne yazık ki ölüm­
cül bir taarruz başlatılıyordu: Üç ordu, Orta Ordular Grubu ' na
bağlı 2., 4. v� 9. Ordu, daha önce kararlaştırıldığı üzere Mosko­
va'ya saldırıya geçiyo�lardı. İlk hedefleri B ryansk'tı. Guderi­
an 'ın tanklarının Kiev 'e saldırırken yaptığı gibi burada da "sol
yanı açık bırakma" taktiği uygulanıyordu ve o zamandan beri
Almanların bu kanadı tehlikeyle karşı karşıyaydı. Bu direniş
yuvasını dağıtmak ve bununla bağlantılı olarak Vyasma'da top-

* Paladin; Alman mitolojisinde 'Kari efsanesi' olarak bilinen efsane­

de, Büyük Karl 'm 1 2 kahraman şövalyesine verilen addır, ancak burada
daha çok 'dalkavukları' anlamında kullanılmaktadır (çev.)

248
�...
.ı.. .....,..ı.. 'N<i<4a;.,,ı..ı.. �"'!l><'k
»1- A<M- ' »·�·�,...y.-ı <'I• ::.ı::=,�::"""� ;'" l»;:l)o...��.{. .... :)o.y,...... :ııo.:�·

BEOBACf!TER ...
-.- -··-·-··
- -
-;- .-.-. -:
-
. . · '"

Alman ordusu "yenilmez" olarak yansıtılıyor.


1 200 kUometrelik ilerleyiş!

lanmış olan Sovyet güçlerini yok etmek, "Tayfun"un ana hede­


fiydi. Taarruz, plana uygun biçimde devam ediyordu. Desna
Nehri, çok büyük bir sorun yaşanmadan geçilmişti. Sovyetlerin
saldırıya karşı kötü hazulanmış olmaları Almanları şaşutmıştı.
3 Ekim öğlen vakti, Wehnnacht, Bryansk'ın 1 00 kilometre do­
ğusundaki Orel ' i alıyordu. Yen i bir kuşatmanın ilk halkaları
oluşuyordu. Baştan beri en iyimser olanlar bile Alman tankları­
nın düşmanın güney kanadını bu kadar rahatça kırabilmesi kar­
şısında şaşkınlığa uğramışlardı. Guderian, notlarında buna hala
inanamadığını ifade ediyordu: "Kentin alınışı düşman için öyle­
sine şaşırtıcı oldu ki,.. bizim tanklarımız kente girdiğinde elekt­
rikli trenler bile hala işliyordu."
Bundan bir gün sonra, 1 0. Tank Tümeni Moshaisk'e saldıru­
ken, 2. Tank Tümeni de Kirov-Vyasma arasındaki stratejik
öneme sahip demiryolu hattına ulaşıyordu. Sovyet d irenişi, bü­
tün bu yerlerin hepsinde alışılmadık düzeyde zayıftı. Buna ve­
recek yanıtı olan tek kişi, Bertin Spor Sarayı ' nda dinleyicileri
sözleriyle adeta kamçılayan ve o gözleri kör edici bakışlarıyla
konuşan Hitler 'di: "Kırk seki z saattir dev boyutta bir saldırı
başlatılmıştu. Bu, düşmanı doğuda paramparça etmeye yaraya­
cak bir saldmdır. Düşmanın beli şu an kırılmıştır ve bir daha
ayağa kalkamayacaktır. "
Bu, Hitler 'in taşkın bir isteriyle, fanatikleştirilmiş dinleyici­
lerde dakikalarca sürecek alkış dalgasına yol açacağını bildiği,

249
Dietrrich Mock, Karargah Askeri
Cepheden gönderilen bir mektuptan

Akşamüzeri, bir. saldırı sonras111da, kamp ateşinin başın­


da toplanmıştık. içimizden biri armonika çalmaya çalışı­
yordu, ama pek beceremiyordu. Derken, birden bizim piya­
de alayından ufak tefek bir Schwabenli belirdi. Parlayan
gözlerle arnıonikaya bakıyordu. Gelip bizimle oturmasını
söyledik, o da söyleneni yaptı ve bir kez çalıp çalamayaca­
ğını sordu. Sonra çalmaya başladı. Tam bir ustalıkla çalıyordu, en azından
bize öyle geliyordu. Büyük bir huşuyla Willy Richard'tan şarkılar çalmıştı.
"Aşağı Ren Uzerinde Akşam Vaktinde"yi ve benim en sevdiğim ezgi olan
"Bavyera Hikayeleri" ni çalmıştı. Çalarken hepimizi alıp memlekete götür­
müştü, kimsenin ağzından tek kelime çıkmıyordu. Vakit geç olmuştu ve ate­
şin başında onunla birlikte ben ve birkaç kişi kalıncaya dek herkes yavaş
yavaş dağılmıştı . Adı Michel' di ve Heilbronn ' dan geliyordu. Ondan bir kez
daha benim için "Bavyera Hikiiyeleri"ni çalmasını rica ettim. Çok hafif bir
tonda ve inanılmaz derecede güzel çalıyordu. En iyisi parçanın tam ortasın­
da kalkıp gitmek olacaktı, ama kaldım ve ezginin bitmesini bekledim. Ardın­
dan armonikayı elinden aldım. Tam o sırada rüzgar bir kez daha ateşi yala­
yıp geçtiğinde yüzü aydınlanmıştı. Gözlerinde yaşlar vardı. Elimi uzatarak
iyi geceler diledim. "iyi geceler" dedi usulca ve sessizce çekip gitti. Ben de
karargahın yolunu tuttum. Gece Ruslar saldırdı ve piyade de buna karşı sa­
vunmaya geçti. Ardından biz de karşı saldırı başlattık. Şafak sökerken geri
döndüğümüzde, karların üzerinde birkaç ölü Rus ve yine bizden de birkaç
kişi yatıyordu. Bizimkilere doğru yöneldik. Az ilerde önümde akşamki ufak
tefek Schwabenli yatıyordu. Yüzü solgundu ve yanakları sarkmıştı. Gözleri
tuhaf biçimde değişmiş, kaskatı kesilmişlerdi. Ağzının kenarında pıhtılaş­
mış bir kan lekesi, hemen yanında karda ise bir su birikintisi vardı. Kolları
donmuş, elleri kaskatı kesilmiş ve parmakları sanki kramp girmişçesine ka­
rın içine saplanmıştı. O anda biraz kendimle baş başa kalıp kendimi dinle­
me ihtiyacı duymuştum ama beceremedim. Onu gömmek ve başına bir haç
dikmek istiyordum. Bu işi başkaları yapmak zorunda kaldı, biz devam etme­
liydik.

bir mizansen biçiminde özenle düzenlenmiş toplantılarından bi­


riydi. Paladinlerinden oluşan çevresine bunu, "Büyük kitleler
kendi ilkel duygularıyla hareket ederek arkadan gelmeye her
zaman hazır ve bu yüzden de teşekkürü en fazla hak eden top­
luluklardır" biçiminde ifade ediyordu. Ve bu "kitle"nin ilkel
duygularını hareket geçirmek ve Alman halkmm onun arkasın­
da olduğu şeklinde bir görüntü yaratmak söz konusu olduğun­
da, Hitler bu işin ustasıydı. İşte S por Sarayı 'ndaki bu konuşma-

250
sı da inanmışlık ifadesi tezahüratlar ve "Sieg-Heil"* nidalarıyla
sık sık kesintiye uğratılıyordu. Hitler, Alman piyadelerinin ba­
şarılarından övgüyle söz ettiğinde ve ayn ı zamanda düşman
hakkında yaptığı atıp tutmaları tam bir alaycılıkla bir biri ardın­
ca sıraladığında dakikalarca alkışlanacağından gayet emindi:
"Yıldırım harbi söz konusu olduğunda, Alman askerleri elde et­
tikleri başarıların şimşek gibi işler olarak nitelendirilmesini hak
ediyorlar, çünkü tarihte onları bugüne kadar ileri taarruzlarda
hiç kimse alt edemedi. En fazla, o da geri çekilme durumun­
dayken, birkaç İngiliz alayı dışında."
Askeri açıdan bakıldığında, Alman birliklerinin elde ettikleri
başarıların etkileyici olduğu kesindi. Ama, o güne dek kimse
Hitler kadar Wehnnacht'ın askeri başarılarıyla böylesine usta­
lıkla oynamamış, kimse Alman askerlerini onun kadar kendi
insanlık dışı hedefleri uğruna böylesine egoistçe kullanmamıştı.
6 Ekim 'de 39. Tank Alayı'nın öncü grupları Bryansk'a giri­
yordu. Yeni saldırının başlamasından yalnızca dört gün sonray­
sa, hedeflenen mesafenin ilk etabına ulaşılmıştı. B aşarı haberle­
ri ardı ardına geliyordu. 1 0. Tank Tümeni, düşman bölgesinde
250 kilometrelik bir öncü ilerlemesi gerçekleştirmeyi başarmış­
tı. 7 Ekim ' de ise 3 . Tan k Grubu ' nun öncüleri 4. Tank Gru­
bu'nun savaş araçları ile birleşiyordu. Her iki tank grubu, Sov­
yet birliklerini kıskaca alarak sıkıştırmıştı. B aşarının sırrı bu
kez şurada yatıyordu; Almanlar, düşman hatlarını kimi yerler­
den yararak ilk önce düşman kuvvetlerini önemli noktalarından
kuşatmışlar ve ardından düşmanın gerisinde birleşmişlerdi. B u
defa, kuşatma çemberi nihai olarak tamamlanmadan önce son
bir gedik açılması pekala olasıydı: Vyasma ve Bryansk kuşat­
maları birbirinden ayn olarak ikiye bölünmüşlerdi. Tam bir tak­
tik ustalık sergilenmişti. General Jodl, 8 Ekim'de şu notu düşü­
yordu : "K uzeyden M ariupol, doğudan B ryansk ve batıdan
Vyasma olmak üzere üç ayn kuşatma gerçekleştirdiğimiz taktir­
de, artık bu savaşı kesin ve abartısız olarak kazandık demektir."

* Nazilerin "Yaşasın Hitler" anlamındaki "Heil Hitler" gibi bilinen

sloganlarından biri olan "Sieg-Heil", "Yaşasın Zafer" anlamına gelmekte­


dir. (çev.)

25 1
Smolensk saldırısı sonrasında
demir haçla ödüllendirilen
askerler (solda üstte).
Bir Rus savaş esiri yolu tarif
ediyor (sağda üstte).
Taarruz sırasında nehirden
geçiş (solda altta).
Bir sahra hastanesinde ağır yaralı
bir Kızı/ordu askeri (sağda altta).

252
Temkinli gözlemciler bile sayısal veriler karşısında etkilen­
meden edemiyorlardı: Vyasma kuşatmasında, Sovyet başkentini
savunma görevi yüklenen 6 ordu bünyesindeki 50 tümen çem­
bere alınmıştı.
Vyasma ve Bryansk'a çifte saldırı başlamıştı. B unların Al­
manların İkinci Dünya Savaşı'ndaki son başarılı kuşatma ope­
rasyonları olması bekleniyordu. Wehrınacht 'ın, Alman ordusu­
nun yüksek komuta kademesi OKH ' nin isteği doğrultusunda eş
zamanlı olarak yerine getirmesi gereken iki görev vardı: Kuşa­
tılan askeri birlikleri yok etmek ve buna paralel olarak Mosko­
va'ya saldırmak.
1 3 ve 1 4 Ekim ' de, Kızılordu' nun karşılaştığı bu yeni fela­
kette son noktaya geliniyordu. Vyasma ve B ryansk'ta kıskaca
alınan birlikler teslim olmuşlardı. Bölge savaş araçlarıyla dolup
taşmıştı. Sovyet esirler, ucu bucağı görünmeyen uzun konvoy­
lar halinde batı yönünde bir meçhule doğru yol alıyorlard ı .
Wehrınacht raporunda, yaklaşık olarak 663 b i n kişinin esir alın­
dığı ve bin 242 adet tank ile 5 bin 4 1 2 adet topun ele geçirildiği
belirtili yordu.
Aralıksız olarak birbirini izleyen başarı haberlerinin etkisiy­
le adeta küstahça bir rahatlık git gide yayılıyor, neredeyse tam
bir alışılmışlık havası esiyordu. Nasyonal sosyalist basın ise Al­
man zaferlerinin gerektiği gibi kutlanması için çaba sarf ediyor­
du. Bu son gelişmeyi; "Sovyet ordularının sonu acı oldu" ifade­
siyle duyuran "Völkischer Beobachter" gazetesi, "B olşevikliğin
askeri olarak sonunun geldiğini" bildiriyordu. Propaganda ça­
lışmalarında, doğudaki savaşın kazanıldığı vurgulanıyordu. Re­
ich' ın basından sorumlu şefinin 1 3 Ekim günü için belirlediği
' günün parolas ı ' da bu doğrultudaydı: "Bu savaş askeri olarak
bitmiştir. B undan sonra yapılması gereken işler, gerek içte ve
gerekse dışta, dana ziyade siyasal bir karakter taşımaktadır."
Reich ' ın basından sorumlu şefi Otta Dietrich, dünya basını­
na SSCB 'nin vurulduğunu ve Rusya seferinin zaferle sonuçlan­
dığını açıklamaya kadar götürüyordu işi. Almanlar bir büyük
muharebeyi daha üstün başarıyla bitirmiş ve yine bu başarıyı da
savaşın kesin sonucu olarak kutluyorlardı. Acaba ya}'ılma za­
mansız mı olmuştu? Ama ne de olsa, Kiev fiyaskosu da dahil

253
Alois Kellner, Piyade

Ben, pek çok tümen arasında ulaklık


yapmak üzere görevlendirilmiş bir muha­
bereciydim ve motosikletle oradan oraya
gizli yazışmaları getirip götürüyordum .
ilerleyişimiz Budyanka, Dorobuş, Kutino
ve Vyasma üzerinden Moskova yönüne
doğru devam ediyordu. Sonbaharda yollar
oldukça bozulmuştu. Günlük olarak yalnız­
ca 5 kilometre yol kat edebilir duruma gelmiştik. Araçlar, akslarına kadar
çamura gömülüyorlardı. Ardından, ilk başlarda eksi 20 dereceyle başlayan
soğuklar geldi. Mos_kova' nın alınmasına yönelik çarpışmalar başladığında
biz Medin' deydik. ikmal bölüğü olarak düşmanla herhangi bir temasımız
olmamıştı, ancak soğuktan donma sonucu bir çok kayıp vermiştik. Kışa uy­
gun elbisemiz yoktu. Kış elbiseleri ancak Mart'ta gelebilmişti. Aralık ayında
Moskova'ya yaklaşık 70 kilometre uzaklıktaki Maroforminsk yakınlarınday­
dık. Termometre bu zamanda eksi 30-35 dereceyi gösteriyordu. Hatlar ara­
sında haber getirip götürdüğüm seferler sırasında, donmuş askerlerin yolla­
rın kenarlarında odun kütükleri gibi üst üste, sıra sıra dizilmiş olduklarını
gördüm. Her bir öbekte, donarak kaskatı kesilmiş 60-70 civarında ceset bu­
lunuyordu ...

olmak üzere, Kızılordu yalnızca üç hafta içerisinde 1 milyon­


dan fazla askerini yitirmişti. Ancak, acaba direnişleri tamamen
kırılmış mıydı? Alman birlikleri saldırılarını sürdürüyorlardı. 9.
Ordu, 1 4 Ekim'de tarihsel anlam taşıyan bir başka muharebe
alanına, Borodino 'ya ulaşıyordu.
Napolyon burada, 1 8 1 2 yılında Çar ordusunu yenmişti. Şim­
diyse iki "seçkin birlik" karşı karşıyaydı : SS Tümeni 'nin önem­
li silahı "Das Reich" ve Kızılordu'nun 32. Avcı Tümeni. SS bir­
likleri, Vladivostok 'tan gönderilen taze kuvvetleri neredeyse
tümüyle yok etmeyi başarm ışlardı. Esir sayısı 673 bin 9 8 ' e
yükselmişti v e b u yeni saldırı sonrasında 8 Sovyet ordusu "im­
ha" edilmişti.
Beş gün sonra, 19 Ekim 'de, Alman birlikleri Moskova'nın
1 00 kilometre önlerindeki Moshaisk'e ulaşıyorlardı. Sovyet
başkentinin korunması amacıyla oluşturulmuş sondan bir önce­
ki engel de böylelikle aşılmış oluyordu. 1 29 yıl önce aynı gün,
Napolyon 'un Muhteşem Ordusu, a levler içindeki Mosko­
va 'dan geri çekilmek zorunda kalmıştı. Ancak bu kez, bütün

254
Meçhule giden yolun başı: Esir kamplarına götürülmeyi bekleyiş.

gelişmeler başkentin bütün direnişçileriyle saldırganların eline


düşeceğine işaret ediyordu.
"Tayfun" operasyonunun ilk aşaması başarıyla sonuçlanmış­
tı. 4. Ordu Komutanı Feldmareşal General von Kluge, 1 5
Ekim'de askerlerine şu bilgiyi veriyordu: "Timoşenko'nun or­
duları yok edildi. Tümenlerirniz, hedeflediğimiz Moskova sal­
dırısı için cephenin tamamında sarsılmaz bir güce sahiptirler. "
Aynı sıralarda, Kızılordu ' nun komuta kademesi ise durumu ka­
bullenmek zorunda kalıyordu: "Batı cephesinde durum kötüye
gidiyor." Alman gazeteleri o gün baş sayfada özel bir haber için
yer ayırmaları yönünde bir talimat almışlardı. 4. Ordu Kalu­
ga 'yı almıştı ve Hitler, kendi birliklerinin en kısa zamanda he­
men Moskova'ya ilerlemelerini planlıyordu.

"Ne yapmalıyız?"

Vyasma ve Bryansk düştükten sonra Moskova'da, Almanla­


rın başkente yakınlaştıklanna ilişkin artık hiçbir kuşku kalma-

255
Natalya Shirova, Fabrika İşçisi

Ekim' de babam ölmüştü. 16 yaşındaydım ve bir lamba


fabrikasında çalışmaya başlamıştım. Burada çocuklar ve
emekliler hızlı bir tempoyla "Katyuşas "ın (Stalin Orgu)
parçalarını yapmayı öğreniyorlardı . Çocuklardan bazıları
öyle küçüktüler ki, makinelere bile yetişemiyorlardı. Bu ne­
denle, ancak tahta kasaların üzerine çıkarak çalışabiliyor­
lardı. Çok büyük bir açlık yaşıyorduk ve her şeyi paylaşı­
yorduk; son dilim ekmeği ve son patatesi bile. Fabrika binasının çevresinde­
ki alanda her yana patates ve havuç ekmiştik. Savaş öyle ani yakalamıştı ki
bizi, gıda maddelerini stok edecek zamanımız bile olmamıştı . Günde 12 saat
çalışıyorduk. Çoğunlukla, Moskova' ııın kuşatıldığını düşünerek işten eve bi­
le gitmiyord�k. Sıralar halinde yan yana uzanıp yatıyorduk ve birbirimizi
ısıtıyorduk. Onceleri dışarıda kalanlar da daha sonra bize ka_tılmaya başla­
dı/ar. Alışılmadık düzeyde bir arkadaşlık ortap11 oluşmuştu. işini iyi yapma
isteğiyle, insan gücünün sınırları aşılıyordu. Urünün arızalı olmasına kesin­
likle göz yumulmuyordu. Biz çocuklar, yüzde 200' lük bir verimle çalışıyor­
duk. Odül olarak da topluca sinemaya gidiyorduk.

mıştı. Alman ordularının Kiev 'de yalpalamaları, Hitler' in kuv­


vetlerinin Moskova'ya ilerlemeden önce durdurulabilecekleri
yönünde bir umut ışığı yakmış olsa da, Wehnnacht'ın elde etti­
ği bu son zaferler halk arasında bir panik dalgasının yayılması­
na yol açmıştı. Bir korku ifadesi olan, "Germanskiler geliyor"
lafı, giderek yayılıyordu.
Türlü söylentiler çıkıyor ve hızla yayılıyordu: Almanlann
kente girmeye hazır oldukları, paraşütçülerin Kızıl Meydan 'a
inecekleri, her yerde Alman tanklarına rastlandığı vb. Sovyet
tanklarından gelmiş olsa bile, her tank sesi Moskovalılarda kor­
kuya yol açıyordu.
Hükümetin aldığı önlemler de kargaşayı bir kat daha arttırı­
yordu. Fabrikalar, endüstri işletmeleri, bakanlıklar ve resmi da­
ireler boşaltılmıştı. Hükümet, Kuybişev 'e taşınmıştı. İ leri gelen
yönetim kadroları, çok yakında bir savaş cephesine dönüşecek
olan kentin çok gerisinde kendilerini güvenceye almışlardı.
Oysa Stalin, ilk başlarda küçük bir kurmay heyetiyle Krem­
lin 'de kalmıştı. "Kremlin 'de hala ışık yanıyor" sözü, Stalin ora­
da olmasa bile o ekim ayından beri yaygınlık kazanan bir söz
oldu.
Parti ve hükümet binalarının bacaları tütmekteydi. Başka bir

256
Sch/eswig bölgesindeki bir maden ocağının avlusunda Sovyet savaş
esirleri (üstte).
yYasına ve Bl)•ansk'taki kuşatma savaşlarının sonrasında esir konvoy­
!arımn ucu bucağı görünmüyordu (�o/da).
Esir alınmış Kızı/ordu kadınları (sağda).

257
yere taşınamayan evraklar yakılıyor, Krem­
lin ' deki sanat yapıtları ise Urallar 'ın ardına
götürülüyordu. Askerler son olarak Lenin'in
naaşını da Kremlin duvarının yanındaki mozo­
leden alıp güvenli bir yere götürdüklerinde, ar­
tık bir çoğu için duracak zaman değildi. Panik
giderek yayılıyor, onbinlerce kişi işyerlerini
terk ederek düşman tehdidi altındaki kentten
kaçmaya çalışıyorlardı. Kamusal toplu taşıma
araçları, bu yoğunluğu kaldıracak güçte olma­
dıkları için faaliyetlerini durdurmuşlardı. Ka­
raborsacılık, durumu daha da kötüleştiriyordu.
B ankalar ve gıda maddeleri satan dükkanlar
kapılarına kilidi asmak zorunda kalıyorlardı.
Yağma, artık sıradan güncel bir olay haline Zorunlu işçi .
gelmişti. Askerler firar etmeye başlamışlardı. olarakfişlendı .
Fısıltı gazetesi ise yayınlarına devam ediyordu: Güya bir hü­
kümet darbesi olmuştu ve bunun üzerine Molotov intihara kal­
kışmıştı. Stalin tutuklanmış, ordu yönetime el koymuştu. Mos­
kova'nm tamamında kargaşa hüküm sürüyordu.
Stalin başkentte kontrolü yeniden sağlamaya çabalıyordu.
Devlet Savunma Komitesi, 1 9 Ekim 'deki oturumunda kentin
terk edilmeyip savunulması yönünde karar alıyordu. Ertesi gün
asılan afişlerde, Stalin 'in 'olağanüstü hal' ilan ettiği bildiriliyor­
du. Pravda'nın manşet haberi şu başlığı taşıyordu: "Gaflet ruhu
aşılacak".
O günden itibaren artık savaş hukuku geçerliydi. Düzen, çok
ağır cezaların caydırıcılığı altında yeniden sağlandı. İ syancılar,
karaborsacılar ve fırariler hemen olay yerinde kurşuna dizilebi­
liyordu. Kent bir kale olarak ilan edildi, Moskova artık bir cep­
he kentiydi.
Bryansk ve Vyasma'da yaşanan felaket kendini göstermeye
başladığı sıralarda, 6 Ekim günü önemli bir karar alınmıştı. Sta­
lin, Mareşal Golovanov 'u Kremlin 'deki bürosuna çağırmış ve
bu kritik durumla ilgili olarak ona şunları söylemişti: "Çok zor
bir durumla karşı karşıyayız. Almanlar savunma mevzilerimizi
aştılar. Ne yapmalıyız, ne yapmalıyız?"

258
1 5 yaşındaki Katya Susanina, 1 94 1 sonbaharında zorunlu çalışmaya tabi
tutuldu. Kızılordu, 1944'de bir Beyaz Rus kenti olan Liosno'yu geri aldı­
ğında, askerler tuğladan örülme bir ocağın içine gizlenmiş olan aşağıdaki
mektubu buldular:

Sevgili Babacığım!
Bu mektubu sana Almanların zorunlu çalışma yerinden yazıyorum. Eğer
sen bu mektubu okursan ben o zaman hayatta olmayacağım. Senden bir ri­
cam var: Bu zalim A lmanları cezalandır. Bu, ölmekte olan kızının sana son
vasiyetidir.
Birkaç kelime de annem üzerine yazayım. Eğer geri dönersen onu arama.
Faşistler onu vurdular. Gelip seni sorduklarında, subayın biri yüzüne kırba­
cı inqirdi. Annem buna dayanamadı ve gururla, "Vurarak beni kokutamazsı­
nız. inanıyorum ki, kocam gelecek ve siz pis işgalcileri buradan söküp ata­
cak" dedi. Subay, annemin ağıma kurşun sıktı . . .
Baba, ben bugün 15 yaşıma bastım. Ş u a n beni görecek olsaydın, kızını
tanıyamazdın. Çok zayıfladım, gözlerim çukurlaştı. Saçlarımı kökünden kes­
tiler, ellerim ve kollarımın canı çekildi, sanki birer kütük gibiler. Göğsüme
vur:dukları için de, öksürdiiğümde ağzımdan kan geliyor.
iki yıl önce 13. doğum günümü hatırlıyor musun baba? O doğum günüm
ne kadar harikaydı! O zaman bana şöyle demiştin : "Kızım, büyü ve neşe
kaynağımız ol!" Gramofon çalıyordu ve kız arkadaşlarım doğum günümde
beni kutluyorlardı, en sevdiğimiz şarkıyı söylüyorduk. . .
Oysa şimdi, aynaya baktığımda; yırtılmış elbisem bir paçavrayı andırı­
yor, boynumda suçlulara asılan cinsten bir numara, tıpkı bir ceset gibi ipin­
ceyim ve gözlerimde tuzlu gözyaşları. 15 yaşıma girmişim de ne olmuş san­
ki? Kimin umurundayım? Burada aynı durumda bir sürü insan var. Açlar ve
kurt köpeklerinden korkuyorlar. Her gün birileri götürülüp öldürülüyoı:
Evet baba, ben de bir Alman baronunun kölesiyim. Scharlen adlı bir Al­
man' ın yanında çamaşırcı olarak çalışıyorum. Çamaşırları yıkayıp yerleri
siliyorum. Çok çalışıyorum ve günde iki kez Rosa ve Klara ile birlikte -bun­
lar adamın domuzları- aynı yemlikten yemek yiyorum. Baron böyle emretti.
Klara' dan korkuyorum. Bu çok iri ve açgözlü bir domuz. Bir keresinde, yem­
lik(en bir patates almaya çalışırken neredeyse ısırıp parmağımı koparacaktı.
iki kez kaçmaya çalıştım, ama kahya beni buldu. Daha sonra bizzat baro­
nıın kendisi elbisemi yırttı ve beni tekmeledi. Bayılmışım. Sonra üzerime su
sıktılar ve bodruma attılar beni.
Beyler A lmanya'ya gidiyor. Beni de yanla­
rında götürecek/ermiş. Ama ben, vatan topra­
ğında ölmenin en iyisi olacağına karar ver­
dim. Yalnızca ölüm beni bu korkunç dayaklar­
dan kurtarabilir.
Bana yaşama olanağı tanımayan bu kahro­
lası zalim Almanların elinde daha fazla köle
olarak kalmak istemiyorum! . .
Baba, benim v e annemin öcünü al. Hoşça
kal baba, ben ölüyorum.
Kızın Katya Susaııina . . .
Maria Mironova, Oyuncu

Hastanelerde de pek çok konser veriyorduk. Bir keresin­


de bir başhekimin bana söyledikleri halli aklımda: "Lütfen
şu hastanın yanına gelin. Ne yemek yiyor, ne de yaşamak
istiyor. " Ben de o odadan içeri girdim ve yüzünü duvara
çevirmiş çok yakışıklı bir genç adamla karşılaştım. Ardın­
dan her iki kolunu ve her iki bacağını kaybettiğini öğren­
dim. Kendisine bir şey anlatmamı isteyip istemediğini sor­
duğumda, "Bana hiçbir şey anlatmanıza gerek yok, gidin!" diye karşılık ver­
di. Fakat kapıya vardığımda, "Şarkı söyleyebiliyor musunuz? " diye sordu ve
ekledi: "Bana çingene romans/arından "Son Kamp"ı söyleyin. " Şarkıyı söy­
ledim, orada öyle yatıyor ve ağlıyordu. Yaşlar yüzünden aşağı akıyordu.
Çok acıklı bir manzaraydı!

Sovyet diktatörü, yetenekli bir askeri stratejist arayışı için­


deydi. Sonunda aradığını buldu. Bu kişi, 1 939'da Japonları Mo­
ğolistan 'da vuran bir "Sovyet kahramanı"olan General Georgi
K. Jukov 'dan başkası değildi. Bu Jukov, gerçekçi bakış açısıyla
kendisine Kiev ' de yapması gereken ödevleri hatırlattığı için
Stalin tarafından ağustos ayında genelkurmay başkanlığından
azledilen . General Jukov'un ta kendisiydi. İukov, daha sonraki
yeni görevinde, tehlike çanlarının çaldığı batı cephesini güçlen­
dirmeyi ve böylelikle Leningrad'ın erken fethini engellemeyi
başarmıştı. O zamandan beri zor durumlardaki kurtarıcı olarak
anılıyordu ve Stalin 'in de şimdi tam da böyle bir adama ihtiyacı
vardı.
Yakalandığı grip nedeniyle güçsüz düşen Sovyet diktatörü
Jukov'u Moskova yakınlarındaki daçasında (yazlık köşk) kabul
ediyordu. Stalin'in 7 Ekim'de gerçekleştirilen bu görüşmedeki
sözleri, içinde bulunulan duruma uygun olarak kısa ve netti :
"Çok tehlikeli bir durum söz konusu. Durumun tam olarak ne
merkezde olduğuna ilişkin ayrıntılı rapor alamıyorum. Hemen
batı cephesine gidin. Telefonunuzu bekliyorum."
Jukov'un cephede yaptığı denetlemeler ürkütücü bir görüntü
ortaya koymaktaydı: Güneyde ve kuzeyde Alman birlikleri bir
yarma harekatının eşiğindeydiler.
Batı cephesinin Yuhnov'daki orta kısmına komuta eden ve
kısa bir süre önce Almanların eline düşmekten kıl payı kurtulan

260
F. W. Christians

Derken bit felaketi başladı. Bu çok tehlikeliydi, çünkü ti­


füs hastalığının yayılmasına neden olabilirdi. Hepimiz bit­
lenmiştik, bitler yakalarımızdan dışarı çıkmaya başlamış­
lardı. Buna karşı yapacak bir şey yoktu. Sıcaklığın eksi 30
derece olması da bitleri ürkütmüyordu. Fakat yanlarında
kaldığımız "Mamııçka", eline büyükçe bir ütü aldı ve bu
büyük bit sürüsünü yok etmek için daha önce yıkayıp sö-
küklerini diktiği çamaşırlarımızı bu ağır ütüyle ütüledi. Düşmana karşı, ki
bu düşman bizdik, gösterilen böylesine doğal ve tamamen içten bu dostluk,
beni derinden etkilemişti. Tabii biz de yiyeceğimizi son parçasına kadar bu
insanlarla paylaştık.

Budiyeni kendisine şu haberi ulaştırmayı başarabilmişti: "Bura­


da durum iyi değil. Savunma cephemizden eser kalmadı."
Jukov, 1 0 Ekim ' de Moskov a ' ya 90 kilometre uzaklıkta
Krasnovidov 'daki batı cephesine vardığında Stalin'den özel bir
haber alıyordu: "Batı cephesi komutanlığına atandınız." Haber
kendisine, "Votst"un emriyle Genelkurmay Başkanı Şapoşnikov
tarafından telsizle bildirilmişti. 1 1 Ekim saat 1 8 'de Jukov yeni
görevine başlıyordu. Görevi; Moskova'yı kurtarmaktı.
General, görünüş itibarıyla çözümü olanaksız olan bir so­
runla karşı karşıyaydı. Cepheden gelen haberlerse birbiriyle çe­
lişen türdendi. Komuta kademesinin en üstündeki kişi olan Sta­
lin ' in bizzat kendisi bile durum hakkında kesin bilgilere sahip
değildi.
Moskova 'nın çevresinde oluşturulan savunma çemberindeki
kademe gereken sıklıkta olmadığı için Sovyet savunma hatları
Almanlar tarafından sürekli deliniyordu.
Sovyet birlikleri korkulan T-34 gibi üstün bir silaha sahip
olsalar bile, koordinasyon sağlanamadığı ve fazlaca dağınık
olunduğu için savunmada gedikler açılıyordu. Alınan son yenil­
gilerden sonra yerlerine yenileri gönderilmek zorunda kalın­
mıştı ve halen savaşmakta olan birliklerinse yeni silahlara ihti­
yaçları vardı. Stalin yardım vaadinde bulunmuştu ama, cephe­
nin diğer bölümlerinden birliklerin Moskova'da görevlendir­
mek üzere buraya kaydırılması ilk etapta mümkün değildi. Sov­
yet orduları her yerde, bir çıkmaza saplandıkları savunma sa-

26 1
Hans Johann Stolle, İstihkamcı
8 Kasım 1941 ' de şehit düştü

Sayın Bay Stolle!


Bana düşen bu üzücü görevi yerine getirerek, size oğlu­
nuzun şehit düştüğünü bildiririm. Bölüğümüz, düşmanca
kesilmiş olan bir bölgede bir bataklık üzerinde geçit oluş­
turmak için görevlendirilmişti. Görev dönüşünde oğlunu­
zun üzerinde oturduğu araç, daha önce üzerinden pek çok
araç geçmesine rağmen patlamayan bir Rus mayının üzerinden geçti. Sevgi­
li oğlunuz anında öldü. Daha sonra biz onu Dinyeper kıyısındaki Çerkas­
si' nin 50 kilometre güneydoğusundaki Korodişbaşe ' ye götürdük ve orada
askerlik onuruna yakışır bir biçimde defnedildi. Kendisi şimdi sözü edilen
yerde, okul binasının önünde bulunan kahramanlar mezarlığındaki ebedi is­
tirahatgôh111da yatmaktadır. Oğlunuz, 8 . 11 .41 ' de, öğleden sonra saat
13 .30' a doğru şehit düşmüştür. Bu acı kaderi kabullenmek sizin açınızdan
çok zor olacaktır, ama kanının son damlasını da sadakatle Führer ve halk
uğruna akıtmaktan çekinmediği için oğlunuzla gurur duyun! Her zaman ne­
şe içinde şarkılar söyleyen ve arkadaşlarınca sevilip sayılan oğlunuzun ara­
mızdan ayrılışı bizi de derinden sarsmışt11: Bölüğümüz, onun şerefli hatıra­
sını daima muhafaza edecektir. Sizin de şu an hissettiğiniz, ancak ana baba­
ların duyabileceği derin acınıza saygı duyuyoruz! Sizi en içten duygularım­
la selamlarım.
Yzb. Hellberog, Blk. Komutanı .

vaşları veriyorlardı. Devasa Sovyet İ mparatorluğu ' nun doğuya


doğru uzanan bölgelerinden askeri birlikler Moskova'ya geti­
rilmek istense bile, bu arada çok zaman kaybedilirdi. Yardım,
en önemlisi de acilen gereksinim duyulan silah yardımı, işte
böyle bir çıkmaz içerisindeyken başka bir yerden geliyordu:
Lord Beaverbrook ve Averell Harriman başkanlığındaki bir
İngiliz-Amerikan görüşme heyeti, 2 Ekim 'de batının askeri yar­
dımlarına ilişkin bir antlaşma imzalamışlardı. Batılılar toplam
olarak 3 bin uçak, 4 bin tank ve 30 bin askeri kamyonu ortak
düşmanlarına karşı verdiği savunma mücadelesinde Stalin' in
hizmetine sunmak istiyorlardı. Stalin' in buna paralel olarak
ikinci bir cephe açılması yönündeki talebi ise halii yerine geti­
rilmemişti.
Ama silahlar tek başlanna saldırganları durduramazlardı.
Jukov, yeni ve sağlam bir savunma hattı oluşturulmasını emret­
mişti. Eldeki hazır kuvv�tler, Kalinin-Volokolamsk-Moshaisk-

262
Tula hattına geri çekilmişlerdi. Jukov, coğrafık koşullan kullan­
mayı düşünerek bu hamleyi yapmıştı. Lama, Moskva, Koltşa ve
Luşa gibi küçük nehirler Moshaisk hattı çevresinde koruyucu
bir engel oluşturuyorlardı. Jukov, stratejik öneme sahip noktala­
ra o ana kadarki hatalardan ders çıkarmış olan deneyimli cephe
subaylannı atamıştı. Aynı zamanda, emir komuta zinciri de da­
ha somut bir hale getirilmişti. B unun yanısıra, Jukov da Stalin'e
sürekli olarak doğudaki ihtiyaç fazlası kuvvetlerin buraya kay­
dırılması yönünde baskı yapıyordu. Çünkü, Almanlar her geçen
gün daha da ilerliyorlardı. 1 3 Ekim 'de Kaluga düşmüş, bir gün
sonraysa Wehrmacht Kalinin' i fethetmişti. Cephe, artık Mosko­
va'nın yalnızca 1 30 kilometre uzağındaydı. Tek tük de olsa, Al­
man zuhlı araçlan savunma hatlarını delmeyi ve Moskova'nın
banliyölerine girmeyi başarmışlardı. Moskova yakınlarındaki
Chimki istasyonunda yer alan yanmış bir Alman tankı, savaşın
bitimine kadar, Orta Ordular Grubu 'nun ne kadar ilerleme kay­
dettiğini hatırlatan bir sembol olmuştu. Aynca, birliklerinin ço­
ğu o sıralarda halen Bryansk ve Vyasma kuşatmasında çarpış­
makta olan Alman kuvvetleri, Moskova önlerinde son noktayı
koyacak bir yarma harekatını gerçekleştirebilecek güçte değil­
lerdi.
Savunma halindeki Ruslar, bu süreyi Moskova çevresindeki
mevzilerini güçlendirmek için kullanıyorlardı. İlk olarak, işçi
milis grupları oluşturulmuş ve büyük bir hızla eğitilmiŞlerdi.
Direniş Komitesi, sadece dört gün içerisinde toplam 1 00 bin
adamı silah altına almayı başarmıştı. Silahlanmanın son hızıyla
devam edebilmesi için, milisler askeri görevlerinin yanısıra yü­
rüyen bantların başında da çalışıyorlardı. Moskova'daki fabri­
kalar, 1 94 1 yılının yalnızca son iki ayında bütün Sovyet fabri­
kalarında 1 940 yılı boyunca üretilenden daha fazla sayıda ma­
kineli tüfek üretmişlerdi.
Eldeki bütün askerlere cephede gereksinim duyulduğu için,
öncelikle kadınlar Moskova çevresinde bir savunma kalesi ör­
mek amacıyla kazma küreğin sapına yapışmışlardı. H itler 'in
tank ve askerlerini durdurmak üzere 360 kilometre boyunca
tank çukuru açılmış, 1 00 kilometrelik tümsek engeli, 30 kilo-

263
Vassili Prosorov, Üniversite Ö,�rencisi

Yeteneklerimizi cephe için nasıl kullgnabilirdik? Bunun


yanıtını kısa zamanda buluvermiştik. Universitenin eğitim
atölyeleri ve laboratuvarlarında silah üretimi yapmaya ya­
rayacak iki özel atölye oluşturmuştuk. Atölyenin biri loko­
motif ve traktörleri ordu için onarıyor, diğeriyse her hafta
bomba yapımında gerekli 200 adet parça üretiyordu. 1 941
Haziran' ı içerisinde, bir gün 14 yaşlarında bir oğlan atöl­
yenin bulunduğu salona geldi ve iş istedi. Adı, Tolya Melnikov' du. Babası­
nın atölyesinde tornacılık öğrendiğini söylüyordu. "Yarım gün çalışacaksın "
dedim ona. Tolya buna, "Hay11� aynen yetişkinler gibi ben de tam gün çalı­
şacağım" şeklinde karşılık verdi. Ço� iyi bir tornacıydı. Onun yanımızda ol­
masından son derece memnunduk. ikramiye ve takdirnamelerle onu ödüle
boğuyorduk. Ama bu ödüllerden birine çok trajik bir olay sonunda kavuş­
muştu. Bir uçak saldırısı alarmında bizim parti komitesinin teknik sekreteri
olan bayan kendini bir çukura atmış, ancak buna rağmen orada can vermiş­
ti. Hemen yanında, yüksek okul yönetimince Tolya Melnikov için hazırlan­
mış takdir belgesini bulmuştuk.

metre uzunluğunda beton bariyer, bin 900 kilometrelik kirpi en­


geli yapılmış ve 600 kilometre boyunca da tel örgü çekilmişti.
Bütün bu çabalar Alman tarafında bile hayranlık uyandırı­
yordu. 4. Tank Grubu bünyesinde Moskova önlerinde savaşan
Ü steğmen Heysing, şöyle yazıyordu: "Bu, aylarca süren çaba­
larla çağdaş savunma sanatının bütün araçları kullanılarak oluş­
turulmuş bir savunma sistemi. ( . . . ) Sonradan eklemlenen düze­
neklerle elektrikli ateŞieme sistemine kavuşturulmuş lav silah­
larıyla, her türden tank engelleriyle, bataklığa dönüştürülmüş
derelerle, mayın tarlalarıyla, tel örgüleriyle, sığınak sistemleriy­
le, dik yamaçları ve düşman toplarının savunma ateşiyle görü­
nür kıldığı orman mevzileriyle, uçaksavarlarıyla, tanksavarla­
rıyla, bomba ve roket atarlarıyla." Bu savunma engellerinin ne
kadar etkili olduğunu Alman askerleri çok geçmeden öğrene­
ceklerdi.
"Tayfun Operasyonu"nun ilk günlerinde saldırganlar çok cı­
lız bir direnişle karşılaşmışlardı. Bryansk ve Vyasma 'da elde
edilen büyük zaferlerin ardından, Moskova'ya uzanan yolda
kendilerini kolay bir oyunun bekleyeceğini umuyorlardı. Ancak
beklenenin aksine, daha öncekilerle kıyaslanamayacak oranda
sert bir direnişle karşılaşıyorlardı. Bu kez karşılarına S ibir-

265
y a ' dan getirilmiş taze kuvvetler,
büyük çapta ilk kez B orodino 'da
kullanılmış olan o çok korkulan T-
34 tipi tanklar ve de bütünüyle kent
çevresindeki y e n i dar s a v u n m a
çemberine odaklanmış milisler çıkı­
yordu. Jukov da, kuşku i çindeki
Stalin 'e her halükarda şu güvenceyi
veriyordu: "Bizim Moskova'yı eli­
mizde tutup tutamayacağımız gibi
bir soru artık anlamını yitirmiştir."

" Ellerinizi Moskova'dan


çekin "

Saldırganlarla kent merkezi ara­


sında artık çok az bir uzaklık söz
konusuydu . Askeri hazırlıklar ise
madalyonun yalnızca bir yüzünü
oluşturuyordu. Diğer yüzündeyse
"söz savaşları" yer alıyordu: Önem­
li olan düşmanın cesaretini kırmak­
tı. Direnişçilerin kararlılığı saldır­
ganlarda kafa bulanıklığına yol açı­
yordu. Psikolojik savaş yürütmede
taraflar birbirlerinden geri kalmı­
yorlardı.
Almanlar, saldırmayı hedefle­
dikleri yerlere bildiriler atıyorlardı.
Bu bildirilerde, "sevgili Moskovalı­
Silah endüstrisi için çalışan
lar"a tanklara karşı boş yere zah­
Alman ve Rus kadınlarının
met edip çukm açmamaları öğütle­ resimleri ne kadar da
niyordu, çünkü; " ... koca tanklar bu birbirine benziyor: Stalin
küçük çukurlardan rahatlıkla ge­ Orgu için gerekli roketlerin
çer"di. üretimi (üstte) ve Alman
Almanya'da ise bir güven dalga­ topları için top mermisi
sı yayılıyordu. Doğudaki zaferlerin üretimi (altta).

266
flYCTb aAOJıtı'fOM�CT !At
Deutsche no.ı ao�rnr MYJKECTDtlo!Hı.ı� O�f.J
ttlıU!M� SE.MO<MX !1PfMO B l

::.<
Solda ten!
::::: cıe
��
Oetu:l::�::�:l!":: hl C{!IH��hi�od 1s: wJ:h..
·��$ f.:.r�ef<:$ ;-ı;.· :;a�H rmn,��·�v,ırnl:ı'n.

��e�ı���� ,�� ��!'�:1�1 t� �{j�;��;;:,�";.:;»1����.�


:1>�:ı:xf!n.
· t=m ..:He H<:!.tt�h�?!-�Z' ��!::- :.JP.-�2!ke: :!:":�
1::*:� �·:he:rı. hz: ı·:m�t· ::ı,��ıı:eU<: l.!e�o:: !�w;jnf�c::.
:..:::f:�ısı�ı;�n. dle: 'l<Jtl d<:�: �;;: .::: dH:rı der $5
$A h(l•..Hı.:nt <V·-r:t{ler!. i?t�Ş(;?S�fü��. A1fo
v�r?':e!:z,tet� ur:·.: :e:-dl�r:, W'':·;den ıw::f!g�
u s dlese St<:Hen ar:e·,�et:ct�ert
fl<•l<hl rnı:�t� "' " " dıe ·"'';jlie<l�!·:ı�
;,:fn an btstimmte Punkfo �;B ıu:u ı
Y<1t:1.\.ljlen WP.!'•°1H::.
''t.ld: �;,;o:rMt.e� mı:-rt:!i:ic::t� SJuken e�:-er.
'��r!': :"fd
Vlı-!d:!: Sthg:;t:ung dl!! deu!scJJ!:� �r:: w �
SOtr>ı.-rı.:?-::
Suc!t :.w�u;;t m�!'J �" 4_�:eıeu. w�!m�.nd dcr•ı

��,���"" :�!;::�:� .�;,���!��:�r���!.:;�;.�.:::


"t�Jt: :3ng�. �ntH ihr :-:och Mr �h� &s-:1-:e <Jeı
.:� �:!':rtı9.:-:<!e iJSt� vh�n?
. lrbdtt dEı:t: r ,t;ev
\
t�tn Endt� nnd r.. � _,
.... •• ... .. f
it dm rımt:b.ın:le �ab.

Sovyet propagandası : Dev boyutlardaki reklam panolarında direniş


ruhunu güçlendirici sloganlar (sol üstte); Tarihsel karşılaştırmalar da
birer propaganda silahıydı (sağ üstte); Alman askeı'lerini demoralize
etmeye yönelik bildirilere bir örnek (sol altta); Müttefiklerin gözüyle
Hitler Almanya'sı (sağ altta).

267
göklere çıkarıldığı cep romanları elden ele dolaşıyordu. Lothar
Olias da bu yönde iyimserlik içeren şarkılar söylüyordu: "Bu
büyük savaş bir gün biter." B u büyük savaşın büyük bir zaferle
sonuçlanacağı yönünde Alman propaganda mekanizması hiçbir
kuşkuya fırsat tanımaksızın çalışıyordu.
Sovyetler de psikoloj ik savaş yönetiminde etkili araçlara sa­
hipti. Kızılordu Hava Kuvvetleri'ne bağlı uçaklardan atılan bil­
dirilerde, Alman askerlerine, "Ellerinizi Moskova'dan çekin"
uyarısında bulunuluyor ve şöyle deniliyordu: "Moskova, bugü­
ne dek hiçbir zaman hiç kimse tarafından fethedilebilmiş değil­
dir. Sevgili Moskova'sını korumak için başını kaldıran Sovyet
halkının gücünü ve azmini kıracak ne bir tank, ne de bir top
vardır."
Bu bildiriler, kararlılıkla yü­
rütülecek bir savunma savaşına
işaret ediyordu. Doğu seferinde
baştan beri görev alan ve Kızıl­
ordu 'nun son derece sert direni­
şini yaşamış olan askerler, bun­
ların içi boş birer tehdit olmadı­
ğını şu tür sözlerle ifade ediyor­
lardı: "Moskova Paris değil. Bu
kent, son karış toprağına kadar
savunulacaktır."
Moskovalılar kararlılık mi­
tinglerinin en önemlilerinden bi­
rine Ekim Devrimi 'nin 24. yıl­
dönümünde tanık olmuşlardı .
Stalin, kaybedilen muharebelere
karş ın 7 Ekim ' de Kızıl Mey­
dan 'daki geleneksel geçit töre­
ninin iptaline yanaşmamıştı.
Cilalı bir propaganda
Moskova 'nın hava savunma malzemesi: Stalin, dünya
birlikleri güçlendirilmek zorun­ kamuoyunun gözleri önünde
daydı . Ö neml i askeri l iderler Ekim Devrimi' nin yıldönümü
cepheye gittiklerinden, törenin nedeniyle askeri birliklerin
açılı şını Budiyeni yapmıştı. Ge- yaptı,�ı geçit törenini denetliyor.
_
268
Stalin, 7 Kasım 1 941 ' de lenin ' in mozolesinden seslenerek, Sovyet
halkını direnmeye çağırıyor.

T-34 tankları: Moskova' daki geçit töreninden direkt cepheye.

269
Tank sürücüsü İvan Kolozov' un 25 Ekim 1 941 ' de
nişanlısına yazdığı mektup:

Sevgili Varya'm!
Hayır, artık birbirimizi bir daha göremeyeceğiz.
Dün bir faşist ordu kolu ile savaşıyorduk. Tank isabet aldı ve içerisinde
patlama meydana geldi. Vasili öldü. Ben ağır yaralıyım.
Vasili Orlov' u kayın ormanında defnettim. Ormanda hava oldukça aydın­
lıktı . Vasili, bana tek bir söz bile söylemeden öldü. Güzel Soya'sına ve b.Jr
köpük gibi zarif sarı Maşenkası ' na iletilecek tek bir söz söylemeden. Uç
tank sürücüsünden bir ben kaldım. Karanlıkta ormanın içine sürdüm tankı.
Bütün gece kendimi yedim bitirdim ve çok kan kaybettim. Göğsüme sapla­
nan ağrı şimdi geçti ve kendimi çok rahatlamış hissediyorum.
Ne yazık ki, hepsini halledemedik. Ama, gücümüzün yettiğince elimizden
geleni yaptık. Bizim arkadaşlar düşmanı süpürttü. Artık bizim topraklarımı­
za ve ormanlarımıza giremezler! Sen olmasaydın Vmya, yaşamak için asla
böyle direnemezdim. Bana her zaman yardımcı oldun; Halçin-Gol' da ve bu­
rada. Doğruymuş; seven kişi insan,lara karşı her zaman iyi yürekli olurmuş.
Sana çok teşekkür ederim aşkım! insanoğlu yaşlanır ama, gökyüzü sonsuza
dek gençtir, tıpkı senin o karşılarında yeterince büyülenmeye vakit bulama­
dığım gözlerin gibi. Onlar asla yaşlanmayacak, onlar asla solmayacak. Za­
man akacak, insanların yaraları sarılacak, yeni kentler kurulacak, yeni
bahçeler yapılacak. Yeni bir yaşam başlayacak, yeni şarkılar söylenecek.
Ama bizim, yani tank sürücülerinin üzerine söylenen şarkıyı asla unutma.
Güzel çocukların olacak, daha seveceksin. Ve ben, bu yaşamdan senin
sevginle çı,yrıldığım için mutluyum.
Senin lvan Kolozov' un.

çit töreni sırasında bombardıman olması durumunda, ölenler ve


yaralananlar kenara çekilecek ve tören sonuna kadar devam et­
tirilecekti.
Stalin, en kötü olasılıkları hesaba katmıştı. Alman birlikleri
artık Moskova'ya birkaç kilometre uzaklıktaydılar. Kızıl Mey­
dan, Göring'in Luftwaffe 'si için kolay bir hedef olabilirdi. An­
cak Stalin, bir propaganda gösterisi olan geçit törenini yine de
dağıtmak niyetinde değildi. Haftaya Bakış bültenleri hazırlanıp
bitirilmeli ve bütün ülkede dağıtılmalıydı. B izzat kendisi ülke
insanlarına bir konuşma yapmak istiyordu. Bütün bunlar, Sov­
yet iktidarının direndiğini göstermeliydi insanlara.
Stalin ' in isteklerine karşı çıkmak anlamsız olduğundan, par­
ti yönetimi güvenlik nedeniyle Mayakovskaya metro istasyo­
nunda bir kutlama düzenlemişti. Sovyet diktatörü, seçilmiş 1 00

270
A lman askeri birlikleri, aralıksız süren yağmurların başlamasının
ardından cephenin tamamında çamura saplanmışlardı.

Kalın kütüklerle yapılan ağaç zeminler bile çamuru aşmada işe


yaramıyordu.

27 1
Asker, koşum hayvanı
ya da zırhlı araç
fark etmiyor, her şey
çamura batıyordu.

272
Askeri kuvvetlerin birleşerek "çamur talihsizliği"nden kurtulmaya
çalışmaktan başka çareleri yoktu.

konuğun önünde o gün, 6 Kasım 1 94 1 'de, Kızılordu'nun büyük


kayıplar verdiğini itiraf ediyordu. Ancak, konuklar buna rağ­
men gerçeği tam olarak öğrenememişlerdi. Çünkü, Stalin onla­
ra yalnızca 350 bin esir ve 378 bin Isayıp olduğunu söylemişti.
Oysa o dönemdeki gerçek kayıp sayısı şehitler, kayıplar ve ya­
ralılarla yaklaşık 3 milyon askere denk düşüyordu. Ama bu sayı
o zaman henüz adeta bir tabu niteliğindeydi.
Ertesi gün geçit töreni planlandığı gibi devam etti. 41 Alman
tümeninin Sovyet başkentine yaklaşmakta olduğunu görmezden
gel ircesine, Stalin, komünizmin çara karşı zaferi olan Ekim
Devrimi'nin şanlı 24. yıldönümünü kutlattırıyordu. Parlayan
süngüleriyle Kızıl Meydan 'dan geçen birlikler, töreni takiben
doğruca cepheye gidiyorlardı. Stalin, bütün dünyaya şu mesaj ı
veriyordu: "Bakın, savaşmaya devam ediyoruz." Direnişte ka­
rarlı olunduğunu bütün dünyaya göstermiş oluyordu böylece.
Hitler'in Luftwaffe'siyse, beklenenin aksine, geçit törenine her­
hangi bir saldırıda bulunmamıştı.

273
" Ah buzlanma bir başlasa ... "

Rus sonbaharının ilk belirtileriyle Almanlar daha eylül ..baş­


larındayken tanışmışlardı. Kiev 'e doğru ilerlenirken yağmurlar
da başlamıştı. Bu hiç de öyle yazdan kalma ve serinletici türden
memnun edici bir yağmur değildi, aksine, büyük fırtınalarla
gelmişti. Askerler iliklerine kadar ıslanmışlardı ve daha da kö­
tüsü; orman yolları aralıksız yağmur nedeniyle vıcık vıcık birer
balçık tarlasına dönüşmüştü ve hareket etmeyi güçleştiriyordu.
Askerler ayak bileklerine kadar çamura gömülüyorlardı. İ yice
yurnuşaklaşan zemine derinlemesine gömülen ağır tanklar ve
toplar ise her şeyi yutan derin balçık çukurları açıyorlardı. Ama
bu daha başlangıçtı. Henüz güneş ışınları çamur halindeki yu­
muşak toprağı kurutup üzerinden araç geçmesine olanak sağla­
yacak kadar güçlüydü. Kiev saldırısı başarıyla sonuçlandırıl­
mış, "Tayfun Operasyonu" da hemen ardından hava koşulları
dikkate alınmaksızın başlaulmıştı.
8 Ekim' de mevsim değişmeye başlamıştı. Sonbaharla birlik­
te Rus toprakları da balçık deryasına dönüşmüştü. Çok geçme­
den yağmurla karışık ilk kar yağmaya başladı. Kar henüz zemi­
ni tutmuyordu ama, toprak yolların ağulaşmasında onun da pa­
yı vardı. Rusların "Rapuztitsa" dedikleri çamur periyodu başla­
mıştı artık.
Dizlere kadar çıkan çamur, her tür ilerlemeyi güçleştiriyor­
du. Oysa, Alman askeri haritalarındaki Moskova'ya giden ba­
kımlı ve sağlam yol, engelsizdi. İ lk olarak kamyonlar, tanklar
ve nakliye araçları yollardan geçtiğinden, yollar adeta çamurlu
çukurlar ve su göllerinden oluşan birer engelli parkura dönüş­
müştü. Geniş ikmal yollarından geriye sadece 60 santimetre ge­
nişliğinde dar geçitler kalmıştı ve yalnızca aralıksız süren ona­
rım çalışmaları sayesinde üzerlerinden geçilebiliyordu. Alman
istihkamcı sayısının çokluğu bundan ötürüydü.
Çamur, Alman saldırı dalgasını boğuyordu adeta. Öyle ki;
örneğin, 6. Tank Tümeni 1 O kilometrelik bir mesafeyi yaklaşık
1 O saatte kat etmişti. Yalnızca Kızılordu ile girilen çarpışmalar
değildi ilerlemeyi frenleyen. En büyük engel, Alman askerleri­
nin büyük bir bölümünün çamura saplanıp kalmış olmalarıydı.

274
Ludwig Freiherr von Heyi, Keşif Kolu Komutanı

Sahra postası (12.11 .41)


Aramızda konuşurken konu tabii ki savaştı. Arkadaşla­
rım ve ben şu sonuca varmıştık: Biz Almanlar çok fazla
atıp tutmuştuk. Oysa Ruslar, kendilerinden bir şeyler öğre­
nebileceğimiz bizimle denk güce sahip bir düşmandı ve za­
ferler elde etmiş olmamıza karşın, direniş kesinlikle kırıl­
mış değildi. Alman ordusunun belki de tamamının durmuş
olması ve bunun belki de bütün kış boyunç:a böyle devam edecek olması , sa­
vaşı çok kritik bir noktaya sürüklemişti. ilerleyecek durumda olmayışımızın
nedeni, geriden ikmal sağlanamayışıydı. Aralık ayının sonundan itibaren,
benim kişisel görüşüme göre, artık büyük operasyonlar gerçekleştirilmesi
olanaksız. Bu da, burada sonumuzun karanlık olduğu anlamına geliyor. Bu­
rada, askeri centilmenlik çerçevesinde değil de, daha çok c�zalandırmaya
dayalı bir savaş yürütüldüğünden, gerginlik daha da artıyor. insanın inanıl­
maz derecede hayvanlaşmgsı söz konusu ve insan yaşamının zerre kadar de­
ğeri olmadığı görülüyor. O/dürülen, insan değil "düşman" ve bu nedenle öl­
dürmenin hiçbir bireysel sorumluluğu yok. Bir başka sarsıcı nokta ise, Rus­
ların yaşamaya çok az önem verdikleri. Bolşevikliğin 20 yıl boyunca öğüten
çarkı, Rus karakteri üzerinde etkili olmuş ve sonuçta bu noktaya gelinmiş.
Yoldaşların büyük bir öfke ile savaşıyor olmalarına getirilecek tek açıklama
bu olsa gerek...

Ü steğmen Heysing bu durumu şöyle not etmişti: Düşmanın,


kendisinin yapamadığını yapabilen bir müttefiki daha yetişti
imdadına, gece gündüz demeden gökyüzünden yağan bir müt­
tefik; hiç durmaksızın kar ve yağmur yağıyor. Toprak, nemi bir
sünger gibi emiyor ve Alman taarruzu, diz boyuna ulaşan ça­
mura saplanıp kalıyor."
Sağlamlaştırılmamış yollar, özellikle ağır kamyonların geç­
mesi için hiç de uygun değildi. Wehrmacht, eğer çamura sapla­
nıp kalmak istemiyorsa başka nakil araçları bulmalıydı. Alman­
lar, çözüm yolunu Sovyet tarafından esinlenerek bulmuştu: Kü­
çük arabalarıyla bir kamyonun taşıdığı yükün çok küçük bir
parçasını taşıyabilen küçük, ama dayan ıklı Panye atlan. Bu at­
ların çok büyük bir avantajları vardı: Hiç olmazsa ilerleyebili­
yorlardı.
Bu tabii ki acil bir çözümdü ve bu atlar, ikmal yükünün al­
tından tek başlarına kalkamazlardı. Taarruzun devamlılığı için
hiç de uygun bir araç değillerdi. En iyimser yaklaşımla bile bu

275
şekilde devam etmesi mümkün değildi. Şu söz o günlerde orta­
ya çıkmıştı: "General Çamur Stalin Baba'ya yardım ediyor. "
Bu durum, feci sonuçlara yol açmıştı: Alman tümenleri, ha­
va koşullarının kendilerini esir aldığı yerde durup mevzi almak
ve bu kez onlar Sovyet saldırı !arına karşı kendilerini savunmak
zorund8 kalıyorlardı. Artık ölümcül bir mevzi savaşı başlıyor­
du.
Alman tankları ve diğer paletli araçlarının hareket edemeye­
cek biçimde çamura saplanıp kaldıkları sırada, Kızılordu, geniş
paletleriyle çamurlu zeminde de i lerleyebilen modern T-34
tankların ı cepheye sürüyordu. Prokovskoye ve Skirminovo
köyleri arasında sıkışıp kalan 1 0. Tank Tümeni 'nde olduğu gi­
bi, pek çok Almarı birliğinde verilen kayıp sayısı oldukça yük­
sekti. Tümgeneral Fischer kendisine en son muharebe gücünü
bildirdiğinde, birliğe komuta eden general dehşete düşüyordu:
"Amarı Tarının, bu yalnızca takviyeli bir keşif koluna denk bir
güç."
Tula yakınlarında savaşan 3 . Tank Tümeni 'nin bünyesinde
ekim sonlarında savaşabilecek yalnızca 40 tank kalmıştı ve bu
sayı ilk baştaki ana mevcudun dörtte biri bile değildi. Almanlar,
pek çok kayba mal olan bir eli kolu bağlanmışlık durumu yaşı­
yorlardı. Askerlerin çoğunun bir tek dileği vardı: "Ah bir buz­
lanma başlasa! " Buzlanma başlasa, yolların zemini yeniden
sertleşecek ve hareketi yeniden olarıaklı kılacaktı. Ondan sonra
artık son darbe indirilir ve Moskova tamamen düşerdi.
O zamana kadar Almanların beklemekten başka çareleri
yoktu. Ne zaman geleceği önceden tahmin edilemeyen bu iklim
olayı üç hafta sürerdi. Karşı tarafın iyi kullanabileceği üç hafta.
Kızılordu bu süre içerisinde Moskova çevresinde savunma
mevzileri inşa etmekteydi. Daha da önemlisi; Moskova'nın ar­
kasında uzarıarı bölgede demiryolu bağlantıları çamur mevsimi
olmasına karşın aksaksız iş gördüklerinden, Orta Asya ve Sibir­
ya' dan Moskova önlerindeki batı cephesine daha güçlü ve taze
kuvvetler sevk edebilecek kadar zaman da kazanmıştı. Sovyet­
ler 'in 1 942 Şubat' ına kadar savaşa sürdüğü yeni birlik sayısı
1 1 7 idi. Oysa Almarılar buna karşılık yalnızca 9 yeni tümen
o 1 uşturabilmişlerdi.

276
Solda üstte: Tabelaya göre, hala ta­
arruz hali söz konusu.
Solda ortada: Alman askerleri espri
güçlerini halli yitirmemişlerdi. Yön
tabelalarına "deniz manzarasına gi­
der", "helaya gider, kokuyu takip et"
türünden kelime oyunları da içeren
esprili sözler yazıyorlardı.
Solda altta: "Uzaklarda evlenme tö­
reni". Yurttan binlerce kilometre öte­
de evlilikler gerçekleştiriliyordu.
Üstte: Tıraş olmaya genellikle çok
az zaman kalıyordu.
A ltta : Bir A lman sığınağında yeni
bir taarruz emrini beklerken dinle­
nen askerler.

277
Alman piyadesi taarruzda.

Ani bastıran kış, Alman askeri birliklerinin işlerini güçleştiriyor.

278
" Bekleme zamanı sona erdi"

Orşa, 1 3 Kasım. Orta Ordular


Grubu Ana Karargahı ' nda durum
değerlendirme toplantısı:
Her üç ordu grubunun komutanı
da tems ilcileri n i göndermişlerd i .
Genelkurmay Başkanı Halder, onla­
ra 2 bin kilometrelik cephedeki son
durumu açıklıyordu. Güney ve Ku­
zey ordu gruplarının yapacakları ta­
arruzlar şimdilik durdurulmalıydı.
A ncak, Orta Ordu l ar Grubu için
tam tersi söz konusuydu. Yağmur
periyodu sona ermişti. Bu ayın ba­
şında buzlanma başlamıştı ve bu ge­
l işme, Alman orduları n ı n yüksek
komuta mercii OKH'nın savaş gün­
cesine 1 1 Kasım ' da düşülen notta
şu cümleyle ifade ediliyordu: "Buz­
lanma sonucunda yol durumu iyi­
leşti." Fakat akıllara takılan soru;
Moskova'ya yapılacak taarruz ger­
çekten de şimdi mi başlatılmalıydı?
Yoksa, kışın tam anlamıyla bastıra­
cağı zamana kadarki süreyi ilerde
işe yarayacak mevzileri işgal etmek
için kullanmak daha mı iyi olurdu?
" Moskova'nın dört bir y andan
kuşatılması imkansız gibi görünü­
yor" diyordu notlarında, 2. Tank Or­
Orgeneral Guderian dusu Karargahı Kurmay Başkanı
mobil karargahında Yarbay von Liebenstein. İ kmalde
görülüyor (üstte). yaşanan sorunlar, büyük oranda ka­
Moskova önlerinde y ıp verilmiş olması ve kış donanım­
şehit düşen Alman larının eksikliği apaçık ortadaydı.
askerlt;ri (altta). Ancak subaylar taarruza devam

279
Kış savaşı koşullarında ilerlemek çok fazla çaba gerektiren bir işti.

Alman piyadeleri, Kasım 1 941 sonlarında Volokolamsk yakınlarında­


ki çatışma yaşanan bir köyün çıkışında köyü terk ederlerken ..

280
Erich Mende

Tabur ve alay komutanlarım, kışın sahra mutfağını pek


az göreceğimizi söylüyorlardı. Bu yüzden ciddi bir sorunla
karşı karşıya bulunuyorduk. Her asker, yanında küçük bir
torba tuz ve küçük bir torba çaya ek olarak kibrit ve sicim
taşımak zorundaydı . Kurtuluşumuz buna bağlıydı . Kar su­
yuyla çay kaynatıp, tıız ile de Rusların bodrumlarından al­
dığımız patatesleri haşlama olanağımız vardı. Katoşki ve
Vogorki, yani patates ve salatalık turşusu genellikle bizim tek besin kaynak­
larımızdı . Tabii ardından da evlerden aldığımız yatak çarşaflan, beyaz ma­
sa örtüleri ve perdelerle hiç olmazsa biraz kamuflaj yapma işine koyulmuş­
tuk. O kadar soğuktu ki, ekmeği bile satırla parçalamak zorunda kalıyor­
duk, askeri tayın ekmeği dahi donarak kaskatı kesiliyordu. Pek çok yiyeceği,
ancak herhangi bir Rus evindeki bir ocakta ısıttıktan sonra yiyebiliyorduk.

edilmesi gerektiği düşüncesindeydiler. Askerleri sıfırın altında


kırk derecede neredeyse korunmasız olarak açık arazide kışla
baş başa bırakmak istemiyorlardı. Hitler, bu noktada generalleri
ile hemfıkirdi. Halder, sefer görev emrini çantasından çıkarmış­
tı: Moskova'ya yapılacak taarruza kaldığı yerden devam edile­
cekti.
Guderian 'ın tanklarının görevi, önemli bir ulaşım bağlantı
noktası olan Tula'yı almak ve Moskova'ya girmeksizin, dolaşıp
kenti arkadan kuşatmaktı. 3. Tank Ordusu ise kıskaç harekatı­
nın sol kanadını oluşturmak ve Moskova'ya doğudan saldır­
makla görevliydi. Sonrasında kente ortadan yapılacak saldırı
görevi ise 4. Ordu ile 4. Tank Grubu 'na verilmişti. Hitler, bu
harekatı "sonbahar hücumu" olarak adlandırmıştı. Oysa sonba­
har çoktan bitmişti. S ıfırın altında 1 5 ile 20 dereceyle kış artık
gerçekten başlamıştı ve bu daha başlangıçtı. B u gelişmelerle
bağlantılı olarak 1 9 Kasım'da şöyle bir emir veriliyordu: "4.
Tank Grubu komutanlarına. Bekleme zamanı sona ermiştir. Ye­
niden taarruza geçebiliriz. Son Rus direnişi de kırılacaktır. Baş­
ladığımız bu seferi bu yıl içerisinde bitirebilmek için Bolşevik
direnişinin Avrupa'daki kalbini susturmalıyız."
Alman saldırı makinesi yeniden işe koyulmuştu, "Tayfun
Operasyonu"nun ikinci aşaması başlıyordu. Sovyetler 'in ilk sa­
vunma mevzileri aşılmıştı. Guderian 'ın tank grubu doğuya doğ­
ru saldırıya geçmişti. Kuzeyde Kalinin Almanların eline geç-

28 1
Ernst Jauernick, Piyade

1 9 Kasım' da Moskova'ya doğru son büyük saldırı başla­


dı. Eh, bir bu eksikti. Ne bizim kışlık giysimiz, ne de uçak­
lar ve motorize birliklerin yeterli yakıtı var. Yiyecek de ar­
zu edilenden daha az. Sonbahar geldiğinde balçık ve ça­
mur en büyük düşmanımızdı, şimdi de buzlanma bizi mah­
vedecek. Zavallı atlarımız da imkansız durumlara katlan­
mak zorundalar. Suyu, irili ufaklı göllerden kalın buz taba­
kasını kazmalarla kırmak suretiyle elde ediyoruz ki bunun da daha nereye
kadar böyle süreceğini Tanrı bilir. Hayvanlarımızın önüne bu buz gibi suyu
koyuyoruz. Saman ve kuru ot da yok. Onlara yem diye vereceğimiz tek şey
ormandan topladığımız ağaç dalları. Her sabah atlardan bir kaçını donmuş
olarak şişkin karınlarıyla karların üzerinde yatar halde buluyoruz. Bu so­
ğuk, bu yoğun kar ve üstüne üstlük bir de bu yorucu yürüyüşlerden dolayı
aklımızı kaçırma noktasına geldik. Bu yazlık giysiler içerisinde gece gündüz
tir tir titriyoruz. Elimize ekmek geçtiğindeyse keserle parçalamak ya da ek­
mek parçalarını pantolonlarımızın ceplerine koyarak buzlarının açılmasını
sağlamak durumunda kalıyoruz. Bitlerimizden kurtulmak içinse ormandan
çalı çırpı ve odun topluyoruz. Kesif duman çıkaran ateşin başında gömlek­
lerimizi çok kısa bir süre için çıkartıp tüten bu dumana tutuyoruz. E�i 40-
45 derecede bu ne anlam ifade ediyor, doğrusu açıklaması çok güç. işte bu
mücadeleler sonunda per�şan bir halde Moskova'ya 16 kilometre uzaklıkta­
ki son atış menzili olan /stra'ya vardık. Toplar kent sınırında Moskova'yı
dövmeye başladı.

mişti. Bir sonraki hedef kent Klin ise Kızıl Meydan'dan yal­
nızca 80 kilometre uzaklıktaydı. Almanlar, planlandığı gibi
cephenin ortasında iki koldan kademesi iyi olan savunma siste­
mine saldırıyorlardı. Sovyet mevzilerindeki engeller ve tank
çukurları aşılmıştı.
General Jukov, 27 Kasım günü büyük bir haritanın başın­
da, yardımcısı Konyev ile gelinen son durumu konuşuyordu.
İ şte tam bu sırada, cephenin kuzey bölümünden bir felaket ha­
beri geliyordu önlerine: "Düşmanın 3. Tank Ordusu 'na bağlı
kuvvetler, Yahroma 'da Moskva-Volga kanalını aşarak köprü
ayağı inşa ettiler. Yarma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmak­
tayız."
Jukov, bu kanalın Moskova'ya giden yolda son engel oldu­
ğunu biliyordu. Eğer düşman bir köprü ayağı inşa ederse bu
Moskova'nın ölüm fermanı olurdu.
İ ki Sovyet alayı, Manstein 'ın saldırıya geçen kuvvetlerine

282
Sovyet T-34 tankları son hızla cepheye gidiyorlar.

Moskova yakınlarında hava saldırılarına karşı pozisyon almış bir


dörtlü uçaksavar topu.

283
Kızı/ordu askerleri tahkim edilmiş bir mevzii yeniden ele geçiriyorlar.

karşı koymak üzere oraya sevk ediliyordu. Görevleri, ne paha­


sına olursa olsun, oluşturulan köprü ayağını yok etmekti.
Bu arada, Almanlar iki acı deneyim yaşamak zorunda kalı­
yorlardı : İ lk olarak, Moskova önlerindeki Sovyet kuvvetleri o
ana kadarkilerden çok daha sert bir direniş örneği sergilemişler­
di. "Tayfun" Operasyonu ' nun başlarında çok cılız bir karşı sa­
vunma ile karşılaşmışlardı ve Bryansk ve Vyasma'daki zaferle­
rin ardından, pek çoğunda son direnişin de kırıldığı kanısı
uyanmıştı. Moskova'yı yalnızca destekten yoksun işçi milisle­
rin koruduğunu düşünüyorlardı. Ancak bu büyük bir yanılgıydı.
Sibirya'dan getirilmiş iyi donanımlı düzenli birlikler mevziler­
deki yerlerini almış durumdaydılar.
Almanlar Moskova'ya yaklaştıkça direnişçilerin karşı koyu­
şu daha da o sertleşiyordu. "Düşmanı durdurmak ya da ölüm."
Stalin bu emri daha önce hiçbir yerde Moskova çevresinde sü­
ren bu savaştaki kadar büyük bir kararlılıkla yinelememişti.
Ancak sorun yalnızca bununla sınırlı değildi. Almanların
karşı koymak zorunda oldukları bir başka acımasız düşmanları
daha vardı: Soğuk. Kasım ortalarında sıcaklık sıfırın altında 25
derece civarındaydı. Manteuffel ' i n tank ordusunun 27 Ka­
sım'da Moskva-Volga kanalındaki köprü ayağını savunduğu sı­
rada, sıcaklık eksi 40 dereceye kadar düşmüştü. Almanların do-

284
Sovyet öncüleri pusuya yatmış bekliyorlar (üstte).
Durum tersine dönüyor. Bu kez Alman askerleri mevzilerini terk edip
teslim oluyorlar (altta).

285
nanımlan bu hava koşullarına göre ayarlanmamıştı. Kürklü pal­
to yerine kısa kumaş paltolar, deri eldiven yerine incecik eldi-.
venler ve tüylü başlık yerine basit şapkalar giyiyorlardı. En
korkuncu da ayakkabılardı: Ayağa tam oturan ve yaz aylarında
iyi iş gören çivili konçlu çizmeler. Ancak kışın bu metal çiviler
soğuk için ideal birer iletken görevi yapıyorlardı; çok dar ol­
duklarından içlerine pamuk, kağıt ya da keçe koymak da müm­
kün değildi. Kızılordu askerlerinin giydikleri keçeden çizmeler,
Wehrmacht' ın elinde yoktu. Kısacası, Alman Ordusu hiçbir bi­
çimde bir kış savaşına hazır değildi. Mevsim koşullarına uygun
giysilerin ikmali çok geç yapılmıştı ve ancak personelin yüzde
otuzuna yetecek kadardı. Örneğin, 24. Tank Kolordusu bünye­
sindeki her bölük ya da bataryaya yalnızca 6 adet kürklü palto
düşüyordu. Bu da, her beş topçuya bir kürklü palto düşeceği
anlamına geliyordu.
Donanların sayısı giderek artıyordu. Neredeyse her iki as­
kerden biri, elleri ya da ayaklarındaki donma nedeniyle hiçbir
yardımda bulunamayan revirlere başvuruyordu. Kışlık ayakka­
bı gibi, donma nedeniyle oluşan yaralara karşı i laç da yetersiz­
di. Nazi yönetimi, kendini üstün görmenin cezasını şimdi çeki­
yordu. Hitler, Doğu Ordusu'na zamanında kışlık giysi gönderil­
mesini önemsiz olarak nitelendirmişti. Dalkavukları ise "Füh­
rerlerinden" de cahildiler. Goebbels, kış yardımı isteyen gene­
rallere, kaygılarının tamamen yersiz olduğunu, çünkü birlikleri­
nin kışı sıcak mekanlarda geçireceklerini söylemişti.
Oysa askerler şimdi açık arazide korunmasız olarak kar fırtı­
naları ve soğuğun önüne atılmaktaydılar. Donmakta olan asker­
ler için tek umut ışığı, fethettikleri yerleşim birimlerinde zaruri
ihtiyaç ların ı karşılayabilecekleriydi. Ama, Stalin ' i n 1 7 Ka­
sım 'da verdiği sonuçları çok ağır olan bir emri vardı: "Asıl çar­
pışma hattından 40 ile 60 kilometre uzaktaki Alman birlikleri­
nin bulunduğu bütün yerleşim birimleri tamamen tahrip edilsin
ve yakılsın. Belirtilen uzaklıktaki bu yerleşim birimlerinin tah­
rip edilmesi için hava kuvvetleri seferber edilecek, topçu birlik­
leri ve bombardıman araçları büyük çapta kullanılacak ve keşif
görevi ise kayaklı birlikler ve partizanlara verilecektir. "
Bu, "yanan topraklar" politikasının bir devamıydı. İ şgalciler,

286
General İvan Pafilov

13 Kasım 1 94 1 ' de karısına yazdığı mektup:

Sevgili MuroçkaF
Sevincimi seninle paylaşmak istiyorum.
Mura , sen_d� radyodan defa larca duymuşsundur,
gazeteler askerlerimin ve subaylarımın kahramanlıklarını
yazıyor. Başkentimizi ,,u ı,ı.wıuyor olmak ne büyük onur, ona
layık olacağız. Muro.J.;a, nasıl askerlere ve subaylara sahibim bilemezsin.
Onlar gerçek birer ) ıırtsever ve düşmanı başkentimize sokmamak ve bu
yaratıkları tümüyle yok etmek gayesiyle aslanlar gibi çarpışıyorlar. Kahrol­
sun faşizm!
Sevgili Mura, bana yazma konusunda oldukça cimrisin. Son zamanlarda
senden yalnızca bir tek mektup aldım. Sı.k sık yaz, biliyorsun evden mektup
almak insana çok iyi .geliyor. Yaz. Seni ve çocukları; Shenya, Viva, Galoçka
ve qenim sevgili Ma�oçka' mı öpüyorum. Herkese selamla1: ..
Opücükler, senin !. Panfi/ov' un.

Sovyet topraklarındaki hiçbir şeyi ihtiyaçlarını gidermede kul­


lanamamalıydılar. Bu açıdan, bu tahriplerin stratejik bir anlamı
da vardı. Böylece Almanlar, ihtiyaçlarını karşılama noktasında
çok kısıtlı olan kendi olanakları ile baş başa bırakılıyorlardı.
Partizanlar da Alman askerleri için bir başka büyük tehli­
keydi. Cephe gerisindeki eylemleri her geçen gün artıyordu.
Partizan üyeleri esir düştüğünde yapılan misillemelerse daha da
sert oluyordu. Soya Kozmodemyanskaya'nın idamı buna bir ör­
nekti. B ugün, "Faşizme karşı savaşmış bir savaşçı " sıfatıyla
ulusal bir kahraman olarak onurlandırılan bu genç kadın öğret­
men, Eylül 1 94 1 'de küçük bir partizan grubunun komutanı ola­
rak Alman ikmal birliklerini ateşe vermişti. Almanlar tarafından
Moskova yakınlarındaki memleketi Petrişçevo 'da yakalanmış
ve bir "Bolşevik sabotajcı" olarak, gözdağı vermek amacıyla
kalabalığın gözü önünde idam edilmişti.
Soğuk yalnızca askerlerin canına okumuyordu. Eksi 50 de­
receye kadar inen havada tank motorları ve makineli tüfekler
çalışmıyor, araçların yakıtı donuyordu. Silahını çıplak elle tut­
ma gafletine düşenlerin parmakları, donarak silaha yapışıp kalı­
yorlardı. Depolardaki bakım yağları donduğundan tabancalar
da tutukluk yapıyordu. Askerler, az sayıdaki sobalarda ısıttıkla­
rı tuğlaları bir havluya sararak makineli tüfeklerin kapaklarının

287
Partizanlaı� savaşı büyük bir öfke ve acımasızlıkla sürdürüyorlardı :
Bir partizan saldırısı sonucu tahrip edilmiş bir yük treni.

Partizanlarca parçalanmış Alman askerleri (fotoğrafı çekenin ifade­


sine göre).

288
18 yaşındaki Moskovalı öğrenci
Soya Kosmodemyaskaya (sağda)
Ekim 1 94J 'de "Komsomol"
tarafından Partizanlara katılmak
üzere gönderilmişti. Bir at ahırını
yakmak isterken Alman askerleri
tarafından yakalanmış ve
işkenceye maruz kalmıştı. Buna
rağmen hiçbir bilgi vermemişti.
29 Kasım 1 941 ' de asılarak idam
edildi. Ocak 1 942 'de "Pravda"da
yayımlanan bir yazı, Soya'yı
vatan savunmasının bir sembolü
haline getirmişti. Daha sonraları,
"Sovyet kahramanı " olarak tarihe
geçiyordu.

289 •
üzerine koymak suretiyle sorunlarını çözmeye çalışıyorlardı.
En önemlisi ayaklan sıcak tutmak ve eğer hayatta kalmak iste­
niyorsa silahların tutukluk yapmasını önlemekti. Çünkü Sovyet
kuvvetleri artık genellikle şimşek gibi aniden saldırıyorlardı.
Çamur periyodu başladığında, bazıları buzlanmanın yolları
yeniden araçların ilerlemesine uygun bir duruma getireceğini
umut etmişti. Soğuğun böylesi korkunç sonuçlar doğuracağını
kimse aklına bile getirmemişti. Ancak bütün bu zorluklara kar­
şın, Almanlar yavaş adımlarla ama durmaksızın her geçen gün
Moskova'ya biraz daha yaklaşıyorlardı. Kent çevresinde oluş­
turulan yarım çember giderek biraz daha daralıyordu. 1 28. Top­
çu Birliği komutamnın emir subayı Teğmen Weber, 2 Arahk'ta
evine şunları yazıyordu: "Başkentin topların atış menziline gir­
mesine yalnızca 12 kilometre kaldı."
Hitler ' in birlikleri başkente en fazla Chimki yakınlarında
yaklaşmışlardı. Alman öncü komandoları Moskova banliyöle­
rinden sadece 8 kilometre uzaklıktaydılar. Kremlin'e ise yalnız­
ca 1 6 kilometre kalmıştı.

" Başka yolu yok, Führerim"

Orta Ordular Grubu Moskova'ya son saldırıyı gerçekleştir­


diği sıralarda Güney Ordular Grubu da Kiev 'in alınmasından
sonra doğuya doğru ilerlemekle görevlendiriliyordu. Elde edi­
len zaferden yararlanılarak Kırım ve Donets Havzası 'ndaki en­
düstri bölgesi fethedilmeliydi. B ir sonraki hedefler, Sivastopol
ve Rostov 'du.
1 8 Ekim 1 94 1 günü sabahın erken saatlerinde Kınm'a saldı­
rı başlatılıyordu. Bu, 1 1 . Ordu'nun yeni komutanı General von
Manstein için hiç de kolay bir görev değildi. Kırım'a yalnızca
dar bir kara parçası üzerinden ulaşmak mümkündü. Karşı taraf
içinse; dikenli tel engeller, uzaktan kumandalı ateş püskürtücü­
Jer ve muyın tarlaları destekli yaygın bir savunma sisteminin
ofuşturulabileceği ideal bir bölgeydi. Ö zellikle tahta kutu ma­
yınlar, aşılması neredeyse imkansız bir engeldi ve Alman istih­
kam birliklerinin tarama aletleriyle tespit edilemiyorlardı. Ü stü­
ne üstlük, Stalin' in hava kuvvetleri burada hava hakimiyetini

290
ele geçinnişti ve Sovyet topçusu da iyi kamufle edilmiş ve sağ­
lam inşa edilmiş mevzilerden ateş üstünlüğüne sahipti.
Alman avcıları, buna rağmen Sovyet mevzilerini devre dışı
bırakıyorlardı. Ö lümcül bombardıman 8 gün sürmüştü ve ardın­
dan Sovyet kuvvetleri geri çekilmişlerdi. Sivastopol'a uzanan
yol açılmıştı.
Derken , Odessa da Almanların eline geçiyordu. Kızılor­
du ' nun bir felaketin eşiğine yuvarlanması son anda engelleni­
yordu: Karadeniz Filosu, Sovyet ordularından birini kuşatılan
Odessa'dan son anda çıkarmayı başarmıştı. Almanlar, ikinci bir
Dünkirchen olayı yaşıyorlardı. Zamanında İngiliz birlikleri bu
kanal üzerinden kurtarıJmışlardı, şimdi de Sovyet birlikleri elle­
rinden kurtuluyordu.
Yarımadanın haki mini belirleyecek son çarpışmanın Kı­
nm'ın güney yakasında gerçekleşmesi öngörülüyordu. Sivasto­
pol'un alınması için yürütülen savaş, bir sonraki yıla kadar sü­
recekti. Alman ve Sovyet tarafının her ikisi de, Sovyetlerin
dünyanın en güçlü deniz kalesi haline getirdiği bu köprü ayağı­
nın stratejik öneminin farkındaydı.
Ancak Almanların askeri gücü, Alman cephesinin arkasında
kalan bu kenti almak için yeterli değildi. Alman birlikleri, sava­
şarak kentin kuzeyindeki hisarlara kadar gelmişlerdi. Ama o
noktada Stalin Tabyası 'nda durmak zorunda kalıyorlardı. B u
işin sonunu getirecek olan son hamleyi yapamıyorlardı.
Güney Ordular Grubu 'nun ikinci bölümüyse güneydoğudan
saldırmıştı. Hedef, Don kıyısındaki Rostov 'du. l . Tank Birli­
ği'nin görevi, üretim kapasitesinin Alman ekonomisi yararına
kullanılabilmesi için Donets Havzası 'ndaki endüstri bölgesini
ele geçirmekti. Eğer Kiev'de elde edilen zafer ve bu arada yiti­
rilen zaman Orta Ordular Grubu için bir anlam ifade ediyorduy­
sa, bu taarruz hemen başlamalıydı. Hitler, Kızılordu 'ya karşı
zaferin asıl Sovyetler Birliği endüstrisinin kalbi olan bu bölge­
nin alınmasından şonra kazanılmış olacağına inanıyordu. Ona
göre, bu uğurda ağır kayıplar verilmesi de göze alınmak zorun­
daydı. Çamur, taarruz dalgasını sekteye uğrattığında, Alman
birlikleri güneydeki önemli ulaşım bağlantılarının olduğu yer­
lerde bulunuyorlardı: 1 . Tank Ordusu Mi us, 1 7 . Ordu ise Do-

29 1
A natoliy Çernyayev, Mihail Gorbaçov' un Danışmanı
O Dönemde Bir Piyade Birliğinde Takım Komutanı

Alman ordusunun görünümü, savaş süresince çok büyük


bir değişim göstermişti. Yaz ve sonbahar saldırıları bizde
Almanların kudretli, alt edilmez, azametli bir güce sahip ve
kendinden emin oldukları izlenimini uyandırmıştı. Ama
Moskova önlerinde yarı çıplak, aç ve acınacak bir halde
karşımıza çıktıklarında bu ordunun alt edilebileceğini artık
anlamıştık. Bu büyük ani değişim atağa geçmenin, zafer elde etmenin ve
sonuçta savaşın gidişatını tersine döndürmenin pekala mümkün olacağı
düşüncesini yaratmıştı. Nitekim, Almanlar altı ay sonra yeniden Staling­
rad'a doğru saldırıya geçtiklerinde, o eski travma ve şok hali de artık yoktu.

nets kıyılarında. S imferopol ve Yalta alınmış, 42. Kolordu


Kerç ' deki boğazı ele geçirmiş, Harkov da Almanların eline
geçmişti.
Ama bu başarıların bedeli ağır olmuştu. Kayıp sayısı önemli
derecede artış göstermişti. Bölüklerin çoğu ancak 20 adamdan
ibaret duruma gelmişti ve böylece ellerinde güçlerinin yalnızca
dörtte biri kalmıştı.
Almanya'da da Hitler' in bu gözü kara savaş anlayışına karşı
sesler yükselmeye başlamıştı: B irinci Dünya Savaşı'nın efsane­
vi savaş pilotu Ernst Udet, karşı tavrını şöyle ifade ediyordu:
"Avcılara ihtiyacımız var, binlerce avcı uçağına. Aksi taktirde
biteriz."
Ancak destek görmüyordu. Onun bu vicdan çatışmasını, da­
ha sonraları bir dram olarak kaleme aldığı Des Teufels General
(Şeytanın Generali) adlı yapıtında Carl Zuckmayer işleyecektir.
Gestapo'nun pençesine düşen Udet içinse tek kurtuluş yolu var­
dır; 1 7 Kasım 'da intihar eder. Nazi yönetiminin resmi açıkla­
masında, Udet' in yeni bir tür silahı denerken öldüğü belirtilir.
B irinci Dünya Savaşı 'nın bu efsanevi pilotu, son nefesini ver­
dikten sonra bile nasyonal sosyalist propaganda tarafından ken­
di emelleri için malzeme olarak kullanılmaktan kurtulamaz. 2 1
Kas ım'da bizzat "Führer" tarafından düzenlenen bir devlet töre­
niyle gömülürken tam bir ikiyüzlülük örneği sergil�nerek bir
kahraman olarak onurlandırılır.
Udet' in ölümü, askeri yeteneklerini henüz tam olarak kör bir

292
Savaşın yüzleri.
Bir molada dinlenmeye çalışan gergin ve bitkin Alman askerleri.

293
Genç bir partizan .

294
Saı•aşta Çocuklar.
Bombardıman yaşamak,
evsiz ve öksüz kalmak
pek çok Rus çocuğunun
yazgısıydı.

295
Sefillik içindeki mülteciler: Milyonlarca insan doğuya kaçıyordu.

296
sadakate kurban etmemiş kimi generallerde giderek artan bir
huzursuzluğa yol açıyordu. Hitler'in onlara dikte ettirdiği ve
uzunca bir süre itirazsız kabul ettikleri stratejinin zayıf noktala­
rının farkına, giderek daha fazla sayıda ordu komutanı varıyor­
du. Ancak, acaba geriye dönüş mümkün müydü? Bu soruya ilk
yanıtı güneydeki operasyonlar verecekti.
"General Çamur"un yol açtığı zorunlu ara, Sovyet tarafınca
en iyi şekilde kullanılmıştı. Kleist'ın tankları Don kıyılarındaki
hedefleri olan Rostov ' u 2 1 Kasım 1 94 1 'de alıyorlardı, ama
Kafkasya'ya açılan bu kapıdan İngilizlerin Stali n ' in orduları
için yaptıkları ikmal yardımları da akıyor ve dolayısıyla bu ka­
pının Almanlar Lçin daha fazla açık kalması mümkün görünmü­
yordu. Don Nehri üzerindeki köprüler havaya uçuruluyordu.
Buna ek olarak, Sovyet direnişçileri tarafından her yanına ma­
yın döşenmiş olan Rostov·kenti de, "Hitler' in değişmez fedaile­
ri" olan SS tümeni için teh l ikeli bir mıntıkaya dönüşmüştü.
SS 'ler kente, evlerden yürütülen son direnişi de kırmak üzere
girmişlerdi. Cephenin bu bölümünde komutayı elinde bulundu­
ran Sovyet komutanı Timoşerıko, Rostov 'un stratejik öneminin
farkındaydı. Bu yüzden, Almanları geri püskürtmek için var gü­
cüyle harekete geçmişti. Ü ç Sovyet ordusu, güneybatı cephe­
sinde karşı taarruza geçiyordu. Alman birlikleri kuşatılma tehli­
kesiyle karşı karşıya kalıyorlardı ve 1 . Tank Ordusu tamamen
yok olma tehdidi altındaydı. Ellerindeki kuvvetler 1 1 5 kilometre
uzunluğundaki bu cephede yoğunlaşan Sovyet saldırılarını dur­
durmak için yeterli güce sahip olmadığından, Feldmareşal von
Rundstedt bu durumda en doğrusunu yaparak geri çekilme emri­
ni veriyordu. Aynı gün, Hitler büyük bir kızgınlıkla şu telgrafı
çekiyordu: "Bulunduğunuz yerde kalın. Geri çekilmek yok."
Ertesi günse, "Führer" ordu komutanlarını yanına çağırıyor­
du. Hitler 'in geri çekilme emri veren general lere suçlamalar
yönelttiği bu görüşme, Brauchitsch için hiç de hoş bir gelişme
olmamıştı, durum hayra alamet değildi.
Bu özel görüşmenin sonuçları üzerine Genelkurmay Başka­
nı Halder güncesine şu notu düşüyordu: "Geri çekilmeme emri,
ne yazık ki, ordunun başkomutanı tarafından Führer 'in isteği
doğrultusunda verildi."

297
Erich Mende

Sinirleri sakinleştirmenin kimilerince fazla, ki­


milerince az başvıırıılan tek bir ilacı vardı : Ar­
kadaşlık. Biliyordun ki, sağında solunda birileri
var ve vurulduğunda sana biri yardım eder. O
vurulursa sen ona yardım edersin_, Karşıdaki
ateş ettiğinde sen de ateş edersin. O/dürmek ya
da öldürülmek ü:erine kimse düşünmüyordu .
Kural şuydu : Sen ya da ben . Ya öldürürsün , ya da ölürsün .
Savaş111 korkunç pratiği.

Ancak von Rundstet, H itler 'i n emrine uyulması durumunda


bunun askerleri için nasıl bir tehlike yaratacağını iyi biliyordu.
Bu sorumluluğu taşıyamayacağını düşünerek H itler 'e haber
gönderip bir kez daha geri çekilme izni istemişti. B unun için de
Güney Ordular Grubu komutanı olarak elindeki en güçlü baskı
aracını koz olarak ileri sürüyor, istifasını talep ediyordu.
Bu , Hitler ' i pek de etkilememişti. Yon Rundstedt 'e şu kısa
ve a ç ı k mesaj ı gönderiyord u : " R i c an ı za o n ay veriyoru m .
Komuta görevinizi bırakın. " Yon Rundstedt'in yerineyse, par­
tiye yakın olan Feldmareşal von Reichenau 'yu atıyordu. Ancak,
Hitler ' i n bu kör takipçisi bile görevine başladıktan kısa bir süre
sonra Führer'in ana karargahına telefonla şu haberi veriyordu:
"Ruslar, bu çok yüklenilen dar Alman cephesini yardılar. Eğer
bir felaket yaşanması istenmiyorsa cepheyi Mius 'a kadar geri
çekmek gerekiyor. Başka yolu yok Führer'im."
Böylece Rostov kaybedi l i yordu. Zafer kazanmaya alışmış
olan Wehrmacht ilk kez böylesi büyük bir geri çekil meyi
yaşamak durumunda kalıyord u . Her şey apaçık ortadaydı; o
güne dek bu kadar büyük bir yenilgi yaşanmamıştı. Bir felaket
başlangıcıydı bu. Karargahını Rus ul usal yazarı Lev Tolstoy 'un
özel mülkü üzerinde kuran General Guderian, güneydeki geri
çekilmeyi şu sözlerle yorumluyordu: "Tehlike çanları çalmaya
başladı."

298
Alman tankları ı·e piyadeleri ilerliyor: Moskom'yı illa ki almak için
son çabalar.

299
Sonun B aşlangıcı

" Birliğin gücü tükendi"

Alman birlikleri, kar fırtınaları ve dondurucu rüzgara, Sov­


yet savunma güçlerinin sert direnişine rağmen savaşarak Krem­
lin' e 40 kilometre yaklaşmışlardı. Aralık başlarında, Alman
kuvvetleri Moskova'run kuzeydoğusundaki kenar semtlerinden
biri olan Svenigorod'u alıyordu. En geniş i lerleme kaydeden
birlik, bir hücum birliği olan 62. İ stihkam Taburu idi. 4. Or­
du'ya bağlı birliklerse cephenin Kalinin-Volokolamsk arasında
kalan kısmındaki Chimki' de, Sovyet hattında bir gedik açmayı
başarıyorlard ı . Moskova ' n ı n kenar semtlerinden biri olan
Chimki 'den kent merkezinin sınırlarına kadar olan uzaklık, yal­
nızca 8 kilometreydi ve o zamana kadar kat edilen mesafelere
göre, bu, adımlık bir mesafeydi . Kremlin'e ise sadece 1 6 kilo­
metre kalmıştı. Basilius Katedrali'nin kuleleri çoktan öncü bir­
liklerin atış menzili içerisine girmişti. Alman askerleri Sovyet
İ mparatorluğu 'nun merkezine h iç bu kadar fazla yaklaşmamış­
lardı. Moskova banliyö duraklarında devriyelere rastlanıyordu.
Saldırılar, uzun zamandan beri görülmedik biçimde ş iddet­
lenmişti.
Almanlar ilerledikçe direniş de o oranda sertleşiyordu. Sal­
dırgan taraf, Chimki 'de Sovyet başkentini savunma görevi yük­
lenen güçlü ve göründüğü kadarıyla etkili de olan 2 1 0 milimet­
relik kale bataryalarının menziline girmişti. Tek tük dağınık sal-

300
Dimitri Volkogonov

Alman Ordusu 15 Kasını' da Moskova yönündeki sonucu


belirlemeye yönelik son hücum saldırısını başlatıyordu.
Ama Sovyet tarafı hazırlıklarını tamamlamıştı. Sibirya ve
uzakdoğudan tümenler Moskova'ya doğru kaydırılmış/ar­
dı. Alman ordusu başarıyla durduruldu. Almanların soluğu
kesilmiş görünüyordu. Aralık başlarında Almanlar nihayet
kuvvetlerini Moskova örılerinden çekiyordu. Fiziksel ola­
rak bitap düşmüşlerdi. ikmalin çok az oluşu, cephane yetersizliği ve soğuk
hep onların aleyhine işliyordu. Ama şunu da düşünmek gerekir ki; Kızı/or­
du da kahramanca savaştı ve Alman Ordusu' nun daha fazla ilerlemesine
olanak tanımadı. Sovyet Ordusu' nun karşı saldırısı, Alman Ordusu' nun hiç
beklemediği bir durumdu. Aralık ve ocak aylarında Sovyet ordusu 1 50-200
kilometre ilerlemişti. Bu, savaş sırasında moral açısından tam bir dönüm
noktasıydı. Tam da herkesin Moskova' nın daha fazla dayanamayacağını dü­
şündüğü bir sırada, aniden güçlü bir karşı saldırı için gerekli güç ortaya
konuyordu. Tabii ki, Sibirya' dan gelen kuvvetler bunda büyük rol oynamış­
lardı ve ilk başarılı birkaç günün ardından bütün halkın morali yükselmeye
başlamıştı. Artık pek çoğu için Rusya' nın dayanacağı ve Almanya' nın doğu­
da bir zafer elde etme şansının ortadan kalktığı apaçık belliydi.

dınlar aslında var olan askeri bir zayıflığı perdeliyordu. Cephe­


nin tamamında topyekun bir taarruzdan söz edilemezdi, yalnız­
ca birkaç nokta küçük birlikler tarafından alınmış ve elde tutu­
luyordu. Alman askeri plancılarının Moskova çevresinde oluş­
turmak istedikleri çember kapatılamıyordu. Alman öncü birlik­
leri, Sovyet kuvvetlerince Moshaisk 'te inşa edilen savunma
hatlarını yarmayı başarmışlardı. Ancak Almanların ilerleyişi
Moskova'yı koruyan üç savunma çemberinin daha ilkinde bü­
tün cephe birimlerini kapsayacak şekilde çakılıp kalmıştı.
General Hoepner, 3 Aralık'ta 4. Tank Grubu 'nun bulunduğu
bölgedeki hücumun durdurulması emrini vermek durumunda
kalıyordu.
2. ve 3. tank orduları da, ilerleyişlerini "geçici olarak" dur­
duruyorlardı. Bu yöndeki emir, Guderian 'ın kısa ve net olarak
ifade ettiği gibi, askeri bir zorunluluğun sonucuydu: "Birlikle­
rin gücü ve yakıt tükendi."
Piyadeler, pozisyonlarını. koruyabilmek için siperler kazma­
ya başlamışlardı. Artık bir mevzi savaşının gereklerini yerine
getirmekten başka çareleri kalmamıştı.

301
Makineli tüfek birliği siper almış bekliyor; Saldıran taraf savunmacı
durumuna düşüyor (üstte).
Şehit düşmüş Kızı/ordu askerlerinin yanmdan geçip giden bir Alman
bölüğü (altta).

302
Krasnaya Polyana, 3 Aralık 1 94 1 . İleri kaydırılmış bir �arakolun
makaslı dürbününden Moskova önlerindeki daçalar görü,nüyor.

" Moskova'yı istiyorum"

Hitler, bu gelişmeye de yine farklı bakıyordu. Hoepner, hü­


cumun durdurulması emrini üstlerinin bilgi ve onayı olmaksızın
vermişti. Hitler bunu cfuyduğunda o bilinen kudurma krizlerin­
den birini daha geçiriyordu. Cephedeki generallerine "eski ka­
falı ve aptal sürüsü mektepli askerler" diyerek sövüp saymıştı.
Çıldırmıştı : " Moskova'yı istiyorum. Moskova ' y ı alacağım.
Moskova'yı ele geçirmeme engel olamayacaklar."
4 Aralık' ta yeniden saldırıya geçilmesi emrini veriyordu.
Ancak, takviye olarak gönderilen 4. Ordu'nun ilerlemeye bir
ivme kazandırması girişimi henüz hazırlık aşamasında başarı­
sızlığa mahkum oluyordu. Feldmareşal Bock bunu, Alman Or­
duları Yüksek Komuta Kademesi ' ne yazdığı bir yazıda şöyle
ifade ediyordu: " Özellikle birliğin gücünün tükendiği bu nokta­
da, yapılacak bir saldırı anlamsız ve hedefsiz görünüyor."
1 6 Kasıın'dan 4 Aralık 'a kadar geçen süre içerisinde Alman
tarafı 55 bin adamını kaybetmişti. Bölüklerin sayısal gücü ta-

303
Feldmareşal Fedor von Bock'un savaş güncesinden

Aralık başlarında Alman birliklerinin Moskova'ya


ilerleyişleri durma noktasına gelmişti. Orta Ordular
Grubu ağır bir krizin içindeydi. Bu ordu grubunun
komutanı Feldmareşal Fedor von Bock, kendi savaş
güncesinde bu duruma yönelik pek çok neden sıralı­
yordu. Feldmareşal von Bock' un bu konuya yönelik
7.11 .1941 tarihli notları şöyleydi:

304
kını seviyesine gerilemişti, alaylarsa ancak bir bölüğe denk dü­
şecek güçteydi. Alman askeri birlikleri haftalardır aralıksız sa­
vaşmışlardı, elde takviye için yedek kuvvet de kalmamıştı. Sa­
vaşacak güce sahip askerlerin sayısındaki bu azalma yalnızca
çarpışmalarla bağlantılı değildi. Donarak ölme sonucu ortaya
çıkan kayıpların sayısı daha fazlaydı: 1 1 0 bin asker, soğuğun
kurbanı olarak ölmüşlerdi.
"Bataryamda ayak parmaklan ve topukları donmamış kimse
kalmadı" diyordu bir onbaşı, evine yazdığı mektupta. Ancak,
yalnızca donmuş ayaklarla bu işten sıyrılamayanların sayısı da
bir hayli fazlaydı. Rus kışında sıfırın altında 50 derecede ko­
runmasız olarak boş araziye sürüldüklerinden, sayısız asker do­
narak ölmüştü. Her yerde sıcak elbise kıtlığı yaşanıyordu. Ka­
muflaj elbisesi olmadığından yatak çarşafları kamuflaj paltosu­
na dönüştürülmüştü, ama bunlar vücudu ısıtmaya yaramıyordu.
Yer donmuştu. Hendek kazmak mümkün değildi; dondurucu
rüzgara karşı yalnızca karlar atılarak açılan siperler korunma
imkanı sağlıyordu.
"Bize neden kış malzemeleri verilmediğini anlamak müm­
kün değil. Eğer böyle devam ederse, aynı Napolyon 'un başına
geldiği gibi bir sürü insan donacak. Sanının, onlar 1 8 1 2' de biz­
den daha iyi donanıma sahiptiler. Neredeyse herkes yırtık ço­
raplarla dolaşıyor, kimsenin kulağı soğuktan koruyacak kulak
koruyucusu yok. Diğer birliklerde de durum aynı. B izim sorun­
larımızla çok az ilgileniyorlar. Tarih 1 94 1 , 1 8 1 2 değil." Bir ik­
mal taburunda görevli bir onbaşı, evine yazdığı mektupta böyle
diyordu. Soğuğa bir de açlık eklenmişti. Rus kışı, gıda madde­
lerinin buz kalıpları haline gelecek şekilde donmasına yol açı­
yordu. Ekmek, ancak nacakla vurularak kesilebiliyor ve dilim­
ler tek tek ateşte ısıtılmak zorunda kalıyordu. Donarak kaskatı
kesilmiş tereyağı parçaları ise ancak emilebiliyorlardı. Askerle­
rin başı ishalle dertteydi. Doğu Prusya'daki sıcak karargahların­
daki ordu yönetiminin bu konudaki kendini beğenmiş tutumu,
onlara pahalıya mal olmuştu. Ü lke genelinde toplanan kışlık
giysiler, zamanında cepheye ulaştırılamamıştı.
İkmal yolları her defasında partizan birliklerince kesiliyor

305
Tuhaf bir sürpriz: Kızı/ordu, Araç motorları, açık beıızin
mayınlı köpekleri devreye ateşiyle süriişe ha:ır duruma
sokuyor. getirilmek zorundaydı.

Bir A lman sı,�ıııağıııda Advent kutlaması.

306
F. W. Christians

Günlerdiı; sıcaklık eksi 30 dereceyi gösteriyor ve yanısı­


ra şiddetli doğu rüzgarları esiyordu. Bizleı; o kış hayatta
kalmayı başaranlardan her biri, Hitler' den "donmuş et ni­
şanı" denilen bir nişan almıştık. Bu hiç de öyle gülünecek
bir meziyet, bir macera değildi. Ben de bir çok donma va­
kası gördüm, kendimde de Tanrı 'ya şükür vücudumdan ba­
zı uzuvlar ve et parçaları düşecek kadar ağır olmasa da
donma vakaları yaşadım. Sonuçta şu bir gerçek ki, Rus kışı A lman ordusunu
tırpan gibi biçmişti. Eıı acılı olanları özellikle ayaklar ve parmaklardaki
donma/ardı. Bu nedenle, aslında ölmüş Kızı/ordu askerlerinden keçe çizme­
leri çıkarıp almak da çok normaldi, ki bu Ruslar için de böyleydi. Eğer insan
ayağmda bir keçe çizmeye sahipse hunun çok büyük bir yararı oluyordu.

ve cephenin ön saflarında çarpışmakta olan birlikler böylece en


temel gereksinimlerinden yoksun kalıyorlardı.
5 Aralık günü Feldmareşal von Bock güncesine şu notu dü­
şüyordu: "Guderian, dayanılmaz soğuğun yorgun ve bezgin du­
rumdaki birliklerin her hareketini ve savaş yeteneğini son dere­
ce güçleştirdiğini bildiriyor. " Bu tarih, Wehrmacht için "Kara
Cuma" olarak anılacak bir gündü.

" ... hücum gücü zayıfladı"

Alman Orduları Yüksek Komuta Kademesi OKH'ya bağlı


"Doğu Yabancı Orduları" biriminin 4 Aralık 1 94 1 'de yaptığı bir
durum değerlendirmesinde, "Rus, önemli ölçüde yedek kuvvet
takviyesi olmaksızın büyük bir saldırıya geçecek durumda de­
ğil" deniliyordu. Bu değerlendirme, Kızılordu' nun kalan savaş
gücünün olduğundan çok daha az tahmin edildiği tamamen ek­
sik bir değerlendirmeydi. Çünkü, Sovyetler tam da o sıralarda
karşı saldırıya hazırlanmaktaydı.
Stalin'in kurtarıcı olarak gördüğü Georgi Jukov; Sokolovs­
ki, Bulganin, Rokossovski, Vlassov, Govorov ve Jefremov adlı
generallerle, başkenti kurtaracak ve Alman saldınsını nihai ola­
rak geri püskürtecek ayrıntılı bir plan hazırlamaktaydı. Kızılor­
du birlikleri ilk kez yalnızca karşı tepki vermekle sınırlı kalmı­
yorlar, inisiyatifi de ellerine almış oluyorlardı. Sovyet Enfor­
masyon Dairesi, 4 Aralık'ta şu bilgiyi rapor ediyordu: "Mosko-

307
Pavel Ossipov, Asker

Çukurlar kazmak zorundaydık. Eksi 30 derece soğukta toprak 60-70 san­


timetreye kadar donmuş oluyordu. Yardımcı araç-gereç olarak buz kırma
sopaları, kazma ve bel küreği kullanıyorduk. Genelde geceleri çalışıyorduk,
gündüz bizi fark edebilirlerdi. Gireceğimiz bir çukur açmak için yaklaşık iki
gün uğraşmamız gerekiyordu. 1 Aralık'ta ateş etmek üzere siper alnJıŞ du­
rumdaydık. Birkaç gün sonraysa bize sıcak tutan giysiler getirdiler: içi tüy­
lü ceketler, başlıklar, parmaksız eldivenler� pamuklu pantolonlar, keçe çiz­
meleı: Karın içinde topların ve cephane sandıklarının yanı başlarında uyu­
mak zorunda olduğumuzdan, bunların dağıtılmasıyla durumumuz daha iyi­
leşmişti. Pek de rahat bir ortam değildi doğrusu, ancak hiç olmazsa donma­
yarak savaşacak durumda kalabiliyorduk. 6 Aralık sabahı karşı taaı:ruz em­
ri geldi. Topçu ateşinin ardından birlikler ilerlemeye başladılar. Ozellikle
genç insanlar ilk kez bol miktarda kan görüyorlar ve yaralılar, eksi 30 dere­
cede kalın kar tabaka§ıııın üzerine düştüklerinde savaşın korkunç yüzüyle
tanışmış oluyorlardı. Ozellikle makineli tüfek nişancıları arasında çok sayı­
da yaralı vardı. Bunun nedeni de, herkes ilerlemek zorunda olduğundan ge­
ride onlara yardım edebilecek kimsenin kalmıyor oluşuydu. Arkadaşlarımız­
dan bazılarını yaralılara yardım etmek ve bizi geriden takip eden motorize
birliklere onları almaları için haber vermek üzere görevlendirmiştik. Çok
sayıda ölmüş sivile, yaşlı kadınlara, çocuklara da rastlamıştık. Bunların ço­
ğu saldırı sırasında çıplak halde dışarıya fırlamışlardı. Berbat bir durumdu.

va'ya karşı altıncı Hitler saldırısının 1 7. gününde, düşman or­


dularının hücum gücü önemli ölçüde zayıflamıştır."
Bu, değerlendirilmesi gereken bir durumdu. Sovyet hücu­
munun ilk stratejik hedefi, Orta Ordular Grubu'nun büyük çaplı
birlikleriydi. Jukov, 2. ve 3. tank ordularını aynı anda vurmak,
hemen ardından bağlı birlikleri çembere alarak yok etmek isti­
yordu. Genelkurmay Başkanı Ş apoşnikov, 4 Aralık akşamı Sta­
lin ve Savunma Komitesi "STAVKA"nın onayına sunulan nihai
taslağı hazırlamıştı. Jukov'un planına göre, Kızılordu birlikleri
cephe hattını yararak düşmana arkadan saldıracak ve onu kuşa­
tacaklardı.
B u strateji, Wehrmacht ' ın Kiev üzerinden Minsk'e, Vyasma
ve Bryansk'a kadar uyguladığı ve kazandığı kuşatma saldırıla­
rında uyguladığı stratejinin prensip olarak aynısıydı : Düşman
kuvvetlerine ortadan bindirme yapılacak, kanatlardan büyükçe
bir makas hareketi uygulanacaktı.
Sovyet askeri yönetimi, geçmişteki hatalarından ders çıkarı-

308
T-34 tankları, Sovyet karşı saldırısında önemli bir hücum gücüydü.

Sovyet makineli tüfek grubu bir tepeye saldırıyor.

309
Üstte: Rus piyadeleri,
tankların koruması alt111da
ormandaki bir Alman
mevzisine saldırıyorlar.

Sağda: Karşı taarruz:


Sovyet birlikleri bir köyü
geri alıyorlar.

Soldaki sayfada, üstte:


Karda sürünerek bir
Alman mevzisine
yanaşmaya çalışan
Kızılordu askerleri.

Soldaki sayfada, altta:


Yoğun ateş altında
siperlerinden fırlayan iyi
kamufle olmuş Sovyet
askerleri.

3il
Solda: Sovyet
başkentini
tanklara ' karşı
korumak üzere
oluşturulmuş
kilometrelerce
uzunluktaki
savunma
engelleri.

A ltta: Sibirya' dan


geleıı taze
kuvvetler
durmaksı:m
Moskova
önlerindeki
cepheye
akıyorlardı.

3 12
Halk, Moskova metrosuna inerek hava saldırılarından korunmaya
çalışıyordu.

313
yordu. Almanların Sovyet başkentini en fazla tehdit ettiği yı:�
olan engebeli Klin bölgesinde, Wehrmacht en büyük tehlikeyle,
bölünme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu iş için gerekli kuv­
vetler; Sibirya 'dan taze kuvvetler, bir kış savaşı için iyi hazır­
lanmış ve iyi donanımlı elit birlikler, haftalardır bölgeye sevk
edilmekteydi. Sovyet üst düzey komuta kademesi, yalnızc� Si­
birya' dan 34 tümeni nihai savaş olan "Mosko,·a çarpışması" na
sürecek durumdaydı. Sovyet başkentini Aiman kıskacından
kurtarmak ve saldırganlara karşı saldırıda bulunmak üzere 1
milyonun üzerinde asker bölgeye gelmi�ti .
Sovyet tarafının elinde başka avantajlar da vardı: Mosko­
va 'da üretim son hızıyla devam ederken ve kısa ikmal yolların­
dan cephedeki birliklere sürekli malzeme akarken, Alınan bir­
likleri cephede kendilerine gönderilecek ikmal malzemelerini
bekliyorlardı.
Gittikçe artan ve her geçen gün daha da etkili olan partizan
saldınlarının yanısıra, Sovyet paraşüt avcıları da Alman ikmal
bağlantılarını kesintiye uğratıyorlar ve cephe gerisindeki birlik­
lere rahat vermiyorlardı. Sovyet Hava Kuvvetleri de daha etkili
saldırılar gerçekleştiriyor, özellikle uçak kabinlerindeki silahlar
' ,. t11,· ağın alt kısımlarına yerleştirilmiş Stormovik makinelileri­
n i n tahrip bombalan Alman tarafına çok sayıda kayıp verdiri­
yordu. Aynı sıralarda yerkürenin diğer yansında, Avrupa'daki
savaş için bir anlam taşıyan, ancak Moskova çevresindeki bu
savaş açısından düşünüldüğünde hiçbir anlamı olmayan bir baş­
ka olay daha yaşanmaktaydı.

" Niitaka Dağı'na tırmanın"

Bir Japon deniz-filosu, günlerdir Pasifik'in dalgalarını yara­


rak yol alıyordu. Destroyer ve ağır kruvazörlerin eşlik ettiği üç
uçak gemisinden oluşan bu filo, 26 Kasım 1 94 1 'den beri açık
denizdeydi. Varılacak hedef gemi personeli tarafından bilinmi­
yordu. Bu yolculuğun amacı, filo komutanı Amiral Nagumo ta­
rafından ilk olarak 2 Aralık'ta açıklanıyordu. Tokyo'dan gelen
bir telsiz mesajı gerekli emri bildirmişti: "Niitaka Yama Nobo­
re" ("Niitaka Dağı 'na tırmanın").

314
0ii' A�� da l<'Glıftn uıit Rooeorvdt

S�ite·- ,an Seite mit Japan


Krt-cgıı:ru.mnd .mit USA auch .für Deu� vndJtş� ·

" diı.reh Rooie,<elt ��"1'7 ' .

Zw� W<'lt<m J}le l..ei.-tunt ıler � ! Dlı&N��1:


.
l!A
mı Kıunpf füı- E�P. '
·
i:
.··. ·

ABD 'ye saı•aş ilamnın Alnımı basmmdaki yansıması.

Bu, saldın emrinin onaylandığına işaret eden bir parolaydı.


Tokyo'daki hükümet, ABD'ye karşı savaş kararı almıştı. Söz
konusu filo, Amerikan Pasifik Filosu 'na öldürücü darbeyi vur­
makla görevlendirilmişti. 1 04 ufuk ötesi, 1 32 hücum bombardı­
man uçağının yanı sıra, 83 torpido uçağı ve 79 avcı uçağı 7
Aralık 1 94 1 'in sabah saatlerinde Amerikan filo üssü Pearl Har­
bour ' ı bombalamaya başlamışlardı. Tamamen hazırlıksız yaka­
lanan ABD Pasifik Filosu, 5 saldırı gemisini ve kruvazörler,
destroyerler ve ikmal gemilerinden oluşan çok küçük bir birli­
ğini kaybediyordu.
J apon b i r l i k l e r i , eş zamanlı ol arak G u a m , Honkong,
Tayland, Malezya, Bomeo ve Filipinler'e de saldırılar gerçek­
leştiriyordu.
Bu saldırı, ABD'de bir öfke dalgasının yayılmasına neden
olmuştu. Japonya'nın bu savaş ilanı, ABD'yi de savaşın içine
çekmişti. Stalin, kendilerine çalışan Alman ajan Richard Sorge
sayesinde Japonların saldırı planlarından haberdardı. "Votst",
Sorge' nin gönderdiği bu bilgilere, 6 ay önce görmezden geldiği
Alman saldırılarına ilişkin olarak gönderdiği bilgilerden daha
fazla güvenmişti. Bu kez gerekli önlemleri zamanında alıyordu.
Japonların Mançurya'da bulunan Kvantung ordusuna ait bir­
likleri Sovyetler B irliği için bir tehdit unsuruydu. Ancak, Pearl
Harbour saldırısı, Japonların niyetlerinin başka olduğunu göste­
riyordu. Stalin 'in doğu sınırlarını korumakla görevli Sovyet tü­
menleri, böylece başka bir yerde, batı cephesinde ve özellikle

315
İkmal malzemeleri, kızaklarla cepheye getiriliyorlardı. Kızıl
Meydan'dan geçen ikmal kızakları.

de başkentin savunmasında görevlendirilebilirlerdi. Bu da, Sta­


lin ' in doğu sınırındaki askerleri herhangi bir tehlikeyle karşı
karşıya kalmaksızın bölgeden çekebileceği anlamına geliyordu.
Alman birlikleri Moskova önlerinde takviye beklerken, Sov­
yetler taze kuvvetleri başkent çevresine yığıyordu. S ibirya'daki
birliklerin yanı sıra, Uzakdoğu 'daki Sovyet ordularında da ha­
reketlilik başlamıştı.
Keşif uçaklarından gelen "İki tarafta ve Moskova 'nın doğu
yakasında yoğun bir biçimde kuvvetler bir araya toplanıyor"
şeklindeki haberlere karşın, Hitler ve Paladinleri Doğu Prus­
ya'daki Führer Ana Karargahı ' nda, Alman birliklerinin Mosko­
va önlerinde karşı karşıya olduğu tehlikeyi görmezden gelmeyi
yeğliyorlardı.
Alman yönetimi, bu tür haberleri inandırıcı bulmuyordu.
·
Kurt İ ni'nde, "Hepsi birer safsata" deniliyordu böyle haberlere.
Hitler, önceden olduğu gibi şimdi de, Kızılordu 'nun dağılması-

3 16
A natoliy Çernyayev, Gorbaçov' un Danışmanı
O Dönemde Takım Komutanı

Savaşın başlarında Sovyet halkı , bir halk olarak Alman­


lara herhaf!gi bir kin gütmüyordu. Ancak, "Bizi sinsice av­
ladılar, anlaşmayı bozdular" biçiminde ifade bulan bir kız­
gınlık söz konusuydu. Evet, bir öfke patlak vermişti. Ama
bu kin değildi. Ayrıca, bizler çok enternasyonal bir ortam­
da yetişmiştik. Bu enternasyonal düşünce biçimi yalnızca
bir propagandadan ibaret de değildi, insanların gerçekten bilincine işlemiş­
ti. Okul yıllarımızda bizim için ulusal farklılıklar yoktu, herkes eşitti. Al­
manya'ya karşı da böyleydi. Çok doğal ve normaldi bu. Kin, insanların biz­
zat kendi gözleriyle tanık oldukları savaşın kanlı sonuçları ve bunların ya­
rattığı korkunun ardından oluştu.

nın her halükarda an meselesi olduğuna inanıyordu. Bu kadar


büyük bir imparatorluğun doğusundan taze kuvvetlerin bu ka­
dar kısa zamanda sevk edilebileceğine aklı yatmıyordu. Oysa,
Wehrmacht'ın Kızılordu 'yu Haziran 1 94 1 'de şaşkına çevirdiği
gibi, bu kez de Sovyet birlikleri aynı şekilde ansızın saldıracak­
lardı.General Jukov, sonraları bununla ilgili olarak şu yorumu
yapacaktı: "Moskova önlerindeki karşı saldırının başarıya ulaş­
masında, tarafımızdan uygulanan stratejik şaşırtma planı büyük
bir rol oynamıştı."

" Dönüm noktasının geldiği an"

67. Piyade Alayı ' nın karargah çadırında birlik komutanları


oturmuş yeni bir haritanın yardımıyla Moskova'nın alınmasına
ilişkin planların bundan sonraki aşamaları üzerine konuşuyor­
lardı. Albay W. Heinemann bu sahneyi şöyle anlatıyor: "Büyük
sıcak sobanın tam karşısında, dizlerinin üzerinde bir gün önce
elimize geçmiş olan Moskova kent planıyla, komutan oturmak­
taydı. Tam emrindeki bölük komutanına bu planı gösterdiği sı­
rada, savaşın dönüm noktası olan o an yaşanıyordu. Ü ç taraftan
makineli tüfek yaylım ateşi ve tanksavarların direkt bu bölge­
deki ilk atışları, düşmanın karşı saldırıya geçtiğini gösteriyor­
du."
Sovyet karşı saldırısı başlamıştı. İ lk olarak kuzeydeki Kali­
nin cephesinde, ertesi gün 6 Aralık 1 94 1 'de Jukov 'un komuta-

3 17
Siperlere çekiliş. A lman askerleri her geçen gün dalıafazla savunma
konumuna düşüyorlardı.

sındaki batı ve Timoşenko' nun Sovyet birliklerine komuta etti­


ği yer olan güneybatı cephesinde.
Alman Orduları Yüksek Komuta Kademesi OKH'nın savaş
güncesinde, bu 5 Aralık gününde pek de alışılmadık tarzda ha­
berler yer aldığı görülür: "2. Tank Ordusu, düşmanın beklenen
saldırısı sonucunda sol kanadında tanklarını 3 kilometre geri
çekmek zorunda kalmıştır. Kendi hücumumuzda ise ağır kayıp­
lar sonrasında başlangıç mevzilerine dönme zorunluluğu i le
karşılaşılmıştır. Düşman, Tula üzerinden güçlü kuvvetlerle sal­
dırmıştır. Rus hücumu, 9. Ordu i le Kalinin'in her iki yanında
sabah saatlerinde başlamış ve şiddetinden hiçbir şey yitirmeden
gün boyu sürmüştür. Düşman, Volga üzerinden saldırarak Kali­
nin-Klin yolunu geçmeyi başarmıştır."
Bu kez, Alman saldınları ve başarılarına yönelik haberlerin
yerini Sovyet hücumlarını içeren haberler almaya başlamıştı.
Pazarlık gücü şimdi Kızı lordu 'nun eline geçmişti. Alman mev­
zileri ilk önce topçu atışları ile ablukaya alınıyor, ardından dört
kat daha güçlü Sovyet birlikleri i leri taarruza geçiyorlardı. 4.
Tank Birliği, Tümgeneral Vlassov 'un taze kuvvetleri ile çarpış­
mak zorunda kal ıyordu. Aynı sıralarda Orgeneral Konyev ' e
bağlı birliklerse Kalinin ' in güneydoğusundan saldırıya geçiyor-

318
Moskova Çarpışması 2
- 5-eAralık 1!>!1cıplı€ haıl;ıı
1 �<ıi: 1942
e�st11<:k Nisan 1942 son�''
. ·-ı,.--,-- <F=:J ônemliSovıe! laarruı!an
y Sol')'tl havı iııdkme birfı�erinin
18·24 Ocak �2 arısı har!i<lt�n
_..... ooemli Alır.aıı k.ıı1 ııaırruı1ırı

Kızılordu'nun karşı
saldırıya geçmesi:
5-6 Aralık 1941

'\

319
Kontes Charlotte von der Schulenburg

Sadece evde oturmak ya da akşam bir bale


gösterisine gitmek bile insanın kendisini kötü
hissetmesine yol açabiliyordu. Onlar orada
bir pisliğin içindeyken ben gezmeye gidiyor­
dum. Bu rahatlatıcı bir şeydi. Kendi kendime,
eğer bir resmimi yaptırırsam belki iyi gelir
dedim. Çocuklarımla birlikte bir resmimi
yapmakta ısrarlı olan bir kadın ressam tanı­
yordum. Bu resmin daha sonra "çok başlı ej­
derha" olarak tanımlandığını da ayrıca belirtmek isterim. Kocam Rusya ' nın
herhangi bir yerinde bir pisliğin içindeyken ben akşam kıyafetlerimle kane­
pede oturup resmimi yaptırıyordum, aklımı kaçırmış olmalıydım. Ama belki
bunun . ona mutluluk vereceğini düşünmüştüm. Bu harika bir terapi uğraşı­
sıydı. içimde sürekli olarak, bu resim bittiği gün onun da çıkıp geleceği duy­
gusu egemendi. Ve de gerçekten, resmin bittiği gün telefon çaldı ve o tele­
fonda bana Breslau'ya geleceğini söylüyordu. Çocuklar durmaksızın baba­
larını soruyorlardı ve her akşam onun için dua ediliyordu. Onu çok özlemiş
oldukları için, çocukların kendi aralarında konuştukları tek konu neredeyse
yalnızca oydu. Akılları şu soruda takılıp kalıyordu: Tanrı neden bunu yapı­
yor? Babayı koruması için sevgili Tanrı'ya dua ediyorlar, ancak bir taraftan
da başlarında ne tür büyük bir belanın dolaştığını da idrak edebiliyorlardı.
Pek çok baba ölmüştü, evler yıkılmıştı, her yanda büyük bir keder, tasa ve
sefalet vardı.

lardı. Hedefleri Klin'di. Alman askeri yönetimi, buranın Kızı­


lordu tarafından geri alınması durumunda 3. Tank Ordusu i le
bağlantının kesileceğinin farkındaydı
Alman askerleri, cephenin tamamında Sovyet birliklerinin
yoğun baskısını göğüslemek zorunda kalıyorlardı .
General Reinhardt, sonu n e olacağı bilinmeyen b u çabayı
şöyle anlatıyordu: İ stihkam, muhabere ve karargah personelin­
den, hatta bir bando kolundan oluşan bir kuvvete, yüklenebile­
cek en son görev veriliyor ve yarma hareketinin önüne geçilme­
ye çalışılıyordu."
Ancak, geniş bir alana yayılmış olan Alman cephesi, saldır­
makta olan taze kuvvetleri uzun süre durdurabilmek için olduk­
ça zayıftı.
Feldmareşal von Bock durumu şöyle açıklıyordu: "Orta Or­
dular Grubu, kesinlikle abluka altında bir saldırıya dayanacak
güçte değildir." Oysa, "Tayfun Operasyonu"nun başarıyla ta-

320
Alman askerleri, yorgan ve çarşaflarla az da olsa kendilerini kamufle
etmeye çalışıyorlardı.

İkmal yolları , kürekle düzenli aralıklarla açılmak zorundaydı.

32 1
Für .sie İlibt as keln Wledetseheo
· mehr zu Welhnachten
x�l' �w.s�r:.�ı::J-�·
:<.« ,.,...<:hf»> �l<c-h'.<' u""r.- <->a :J�fa>
1�#:'..t:t.. t;M- ..-<J):'.-·h ...:�� �:<"");.oy :<9l".<'::.x<:<-�:. !)�('n
fc...'<0> .:i:<'Y �:<">>::<-r, ı:c"1 ""�c,.:wt t:<'Ut'4 <;c- �"'t:. ;hs:ı
-��M,.J.. :-:;..;. . «•->'-:« h> ·fot< (!'..4<';.s; i:�fOt>='xc:-: ���a
<>i:�·- V�·ik. �"'-" --:!•<., ;•t·a�:· c:hı:',ı ·ı<>::w1� .�:t.:.ı> ::»L
li<-t S�<->u:<-> ' '('C<t':\!:c�: 'JJl'ı("· \Ym<-.'< l-!1-:'l:i. -:>,J>; .: x:1ct
':Y<_��ı;.:;- l':V<��x '\\'f�<=...;. J)�'tl; �:-. r,(l'�1>sS.�c::: f'<�.:'.! a.::
!�<1!\·���������t�>;..:�=<>�x:�� ����j�
·
::�f;, :7�
M.JY.:'N.�.1. :.09 W l.,\.NG.t - �XJMtu:ni _ '.·�ı.t�
>:({'>:
"$(1:;,o;\ X}«"J::\h; Jh:j tt�I',
.::..ı:u.... ·tlm<>f ..::d >::c., c-h:<- el�� cç.,�f::�s� <!�<d·
1'�;)X<) :fy.');:<'f.'< «-f:-;, �;� (V�t(..::� -J:((•J Y>»>Xtk :.Al
t\"et:cw.c°'">h�::'°:«-:<� lı::C': »:t�..:on. ı::<•"<'hMt�_.· .i,.:.?.;<::rn
m� m:: -ti:c: rl�n..
o�·:;ı; ıwu.�� �t)t(>tc·;·� 1>::s>.l.i ).)l)"l(�...rn?.
.
;:fo ��<
�l\:A"f. :M�<.r {U )�)'.{> t;,, :� )::UollCC'l:;.-1• A<\!'AN ;nı.ı
SSS$"f!"i J,�rm."< �O�K. 1.:�·o..: »l:-,.")� ":�-·>�:er� '!.�:,
f'«:: *xt•m?;<,Mt·mmı

Alman askerlerine karşı tarafa geçmelerini salık veren Sovyet


bildirilerinin ön ve arka sayfaları .

mamlanması ve Moskova'nın alınması yönündeki Hitler emri,


geçerliliğini hala korumaktaydı. 5 Aralık akşamı Orgeneral Gu­
derian, küçük bir operasyon birliği ile Venev' in güneydoğusun­
da bir orman korucu evinde karargahı bulunan 24. Tank Kolor­
çlusu Komutanı General Geyr von Schweppenburg ile telefon
görüşmesi yapıyordu. Guderian önce kısa bir durum raporu alı­
yor ve ardından şu açıklamayı yapıyordu: "Sanırım, savaşı dur-
. durma emri vermek zorundayım. "
Schweppen, b u emrin hangi sonuçlan doğuracağını biliyor­
du: "Sayın Orgeneral, bu kararın başınıza iş açacağına dikkati­
nizi çekerim."
Guderian ya da Hoepner gibi cephe generalleri, daha önce
b.e lirlenen hedefe ulaşılamayacağını, artık Moskova'nın alın­
masının müı:nkün olmadığını biliyorlardı. Şimdi onları ilgilen­
diren tek konu, bir felaketi önlemekti. Bunun da bir tek yolu
vardı: Geri çekilmek.
Guderian şu haberi iletiyordu: "Birliğin durumu öylesine
düşündürücü ki, düşman saldınsını nasıl durduracağımı bilmi­
yorum. Birlik içerisindeki güvensizlik ciddi boyutlarda."
Alman yönetimi ağır bir karar verme durumuyla karşı karşı-

322
yaydı. Cephe generalleri, geri
çekilmeden yanaydılar. Gücü
tükenmiş birliklerinin, yer yer
cephenin derinliklerine yayıl­
mış olan saldırı mevzilerini
tutabilecek durumda olmadık­
larının farkındaydılar. Mevzi­
lerden yal n ı zca kısmen geri
çekilmek savunmayı kolaylaş..­
tıracağından, doğu ordularının
korkunç bir yenilgiye uğrama­
sı önlenebilirdi. 5 Aralık günü
von Bock, başkomutanlığın da
onayıyla taarruzu durdurma
Alman propaganda
emri veriyordu. Böylece, za­
mekanizması da aktifti: Sovyet
birlikleri için düzenlenmiş geçiş ten apaçık ortada olan bir ger­
tezkeresi de içeren bir bildiri. çeklik, resmi olarak da onay­
lanmış oluyordu: Alman aske-
ri birlikleri artık daha fazla
ilerlemeyeceklerdi. Arıcak ası l sorun buna karşın hala çözüm­
lenmiş değildi. Almanlar, Sovyet saldırılarını nasıl karşılaya­
caklardı? Geri çekilerek mi, yoksa eldeki mevzileri tutarak mı?
Genelkurmay Başkanı 'nın güncesinde akıllarının başlarına
geldiğine işaret eden satırlar yer alıyordu. Halder, 7 Aralık'ta şu
notu düşmüştü: "Bugün yaşananlar yine sarsıcı ve utanç verici.
Ordular komutanı von Brauchitsch ·adeta bir postacıdan başka
bir şey değil. Hitler, onun kanalıyla ordu komutanlarıyla ilişki
kuruyor. Ama en korkuncu, en üst yönetim kademesinin askeri
birliklerimizin içinde bulunduğu durumdan habersiz oluşu ve
büyük kararların alınma aşamasında küçük yamalar yapmakla
yetinmesi."

" ....savunmaya geçmeye zorlamak"

8 Aralık'ta Kuzey Ordular Grubu'na bağlı birlikler Kalinin


Cephesi ' nden çekilmek ve mevzilerini Tiçvin 'de oluşturmak
zorunda kalıyorlardı. Sovyetlerin, Moskova'nın doğu ve güne-

323
Peter Biewer, Asker

Moskova'ya yapılması planlanan büyük taarruz durdurulmuştu. Her yana


engeller yerleştiriyor ve yassı mayınlardan döşüyorduk. Rus köylüleri köy­
den köye uzanan uzun orman yolları boyunca metrelerce yükseklikteki kar­
ları küremişlerdi ve insan beline kadar kara gömülmek istemiyorsa ancak
buralardan gitmek zorundaydı.
8 Aralık'ta sıcaklık eksi 32 dereceye kadar düşmüştü. Beyaz alan üzerin­
de, yalnızca tahtadan küçük köy kulübelerinin sazdan yapılma dam/arımn
ve köşeli çıkıntıların hayal meyal seçilebildiği dondurucu bir kar fırtınası
hakimdi. Kulaklar ve burun kanatları, birkaç dakikalığına bile açıkta bıra­
kılsalar, bembeyaz kesiliyorlardı. Ayaklar buz yığını haline geliyorlardı .
Messerschmidt bombardıman uçakları uygun hava koşullarında alçak uçuş
yaparak bombardıman yaptıklarında karlar tozuyor ve havada su gibi çağ­
lıyordu.
O gün nişanlımın doğum günüydü. Yirmi yaşına basacaktı. Aklım, 2 bin
kilometre uzaktaki memleketimdeydi ve kendimi çok kötü hissediyordum.
Gündüz alçaktan uçan Sovyet uçakları saldırıyor, gece ise tahta Rus evleri­
ne giriyor ve elimizde silahımız olduğu halde uyuyorduk. Kiminin başı bit­
lerle, kiminin tahta kurularıyla dertteydi ve onlar da yetmezmiş gibi pireler
ve Ş.aç bitleri de cabasıydı.
Ustüne üstlük bir de şiddetli soğuklar. Eğer ihtiyaç gidermek için dışarı
çıkmak zorunda kalınırsa, kıç kara değmesin diye kapının önünde bir daire
çizecek şekilde koşuluyor ve ayak izleriyle yer açılıyordu. Bu da diğerleri
gibi zamanla alışılan berbat bir işti. Bazıları bu işi yaparken düşmanın kes­
kin nişancıları ya da topçu atışları ile "kahramanca" ölüyorlardı. Eksi 50
-
derecede dışarıda kısa bir süreliğine bile beklense ayak parmakları ve
ayaklar, kemik gibi sertleşmiş deri çizmelerin içerisinde hiçbir şey his_setmez
hale gelip mosmor kesildikleri için, ç<;yreyi kollamakla görevli nöbetçileri
her 1 0 dakikada bir değiştiriyorduk. Olülerimizi, bombaların açtıkları çu­
kurlara üst üste koyuyor, kısmen de vücuttan yanlara açılarak kaskatı şekil­
de donmuş olan kol ve bacakları, toprağın altına koyabilmek için kesmek
zorunda kalıyorduk. . .

yinden yaptıkları yoğun saldırılar da Orta Ordular Grubu ' nu


geri çekilmeye zorluyordu.
Alman öncü kuvvetleri, çevreleri sarılarak çembere alınma­
ları istenmiyorsa önceden yerleştirildikleri yerlerden geri çekil­
mek zorundaydılar. Bu her yerde mümkün olmuyordu. Zaman
içerisinde Alman birlikleri Kızılordu tarafından sarılıyor ve bü­
yük kayıplar verdikleri çarpışmalara girmek zorunda kalıyorlardı.
General Dovator'un komutasındaki Sovyet kayaklı birlikleri
ve atlı Kazak kolları, sürekli olarak birbirlerinden uzak düşen

324
A lman askerleri 88 milimetrelik bir uçaksavar topunu mevzisine
götürmeye çalışıyorlar.

Alman hatlarına hücum ediyorlar ve ana bağlantı noktalarına


saldırıyorlardı. Wehrmacht kalan son gücüyle, hiç olmazsa geri
çekilme için yaşamsal öneme sahip yol bağlantılarını geri alma­
ya çalışıyordu. Ama, Almanlar ulaşım yollarını kontrolleri al­
tında tutsalar dahi, bu, planlanan geri çekilme hareketi için her­
hangi bir güvence anlamına gelmiyordu: "Yakıt kıtlığı nedeniy­
le Almanlar sık sık ellerindeki malzemeyi yok etmek ve topları
havaya uçurmak zorunda kalıyorlardı" şeklinde ifade ediyordu
bu durumu, General von Schweppenburg. Almanlar, ellerindeki
malzemenin bir kısmını en azından geride kalanları kurtarabil­
mek için feda etmek zorunda kalıyorlardı. Tanklar, toplar, rö­
morklar benzin yetersizliğinden ya da donma sonucu çakılıp
kaldıklarından geride bırakılıyorlardı. Rus kışının aşırı soğuğu
altında motorların dişlileri donuyordu. Sovyet saldırıları, küçük
ateşlerle ısıtılarak bunların yeniden çözülmelerin i sağlamaya
zaman bırakmıyordu. Ana yollar boyunca Almanların geride bı­
rakmak zorunda kaldıkları yüzlerce bozuk motorlu araç, tank
ve her türden savaş aracı yatıyordu. TAS S ' ın savaş muhabiri
durumu, "Tam bir savaş araçları mezarlığı" şeklinde geçiyordu.
Wehrmacht'ın zaaflarını bilen General Jukov, bu zaaflardan
acımasızca yararlanılması ve üzerine gidilmesi yönünde emirler
veriyordu. B atı ve güney cephelerinde Jukov ve Timoşen-

325
Anton Gründer, Sıhhiye

Tarih 5 Aralık'tı. Saat 6.00'ya kadar


nöbetim vardı . Kendime yiyecek bir
şeyler hazırladığım sırada dışarıda o
cehennemi durum baş göstermeye
başladı. Her şey geri geliyordu; tank­
lar, toplar, araçlar, askerler. Tek tek,
grup grup. Tümü dehşet içerisindeydi.
Emir memir kalmamıştı. Herkes kendi
paçasını kurtarmaya çalışıyor ve nasıl
kaçacağına bakıyordu. Ama araçların
pek çoğu aşırı soğuklardan dolayı ça-
1 ışmıyordu , ancak yine de yanımıza
ilkyardım malzemelerinin çoğunu ala­
bilmiştik. Bölükten arta kalan küçük
bir grup olarak mümkün olduğunca
bir arada kalmaya çalışıyorduk; grup­
tan kopanlar kayboluyorlardı.
Geri çekilmeden kaynaklanan onca
karışıklığa rağmen, elimizden geldi­
ğince yaralılarla ilgilenmeye çalışı­
yorduk. Çok korkunç sahnelere tanık
oluyorduk. Yaralıların çoğu bir hafta­
dan beri taşıdıkları geçici sargı bezle­
riyle karşımıza geliyorlardı. Bir aske­ Yalnızca kendini mumya gibi
rin kolunun üst kısmında kurşunun de­ sarıp sarmalayan/ar don­
lip geçmesiyle oluşmuş bir kırık vardı. maktan kurtuluyordu (üstte).
Kolunun tamamı morarmıştı ve sırtın­ Kızı/ordu askerleri, iğreti kış
dan çizmelerine kadar cerahat akıyor­
giysileri içindeki Almanlara
du. Kolu, eklem yerinden ..kesildi. Koku
dayanılır gibi değildi. Uç asker, sırf "Kış Fritzi" (Frit:: esk; /Jir
bu kokuya katlanabilmek için puro iç­ Alman ismi olan Friedridı ' in
mek zorunda kalmışlardı . kısaltılmış lıali-çev.)
diyorlardı (altta).

326
Pavel Ossipov

Karşı hücumun yaklaşık olarak ikinci ya da üçüncü gününde, 7 ya da 8


Aralık'ta, yaptığımız saldırının başarıya ulaşacağını anlr;ımıştık. Askerlerin,
çavuşların ve subayların tümünün morali yükseliyordu. işte bu andan itiba­
ren, onlar köyleri ateşe vermeden önce A lmanların önüne geçmek için dü­
şündüğümüz tek şey ilerlemekti. Çünkü, genellikle geri çekilirken her şeyi
ateşe veriyorlardı. Kurtardığımız köylerin sakinlerinin bizi karşılayarak hoş
geldin demeleri ve ikramda bulunmaları bizi mutlu ediyordu. Volokolamsk
yakınlarındaki kendi köyüme geldiğimde evimin yakılmış olduğunu gördüm.
Rastladığım hemşehrilerimden ailemi sordum. Hepsinin gittiğini söylediler.
Kız kardeşimin kocası subay ve eskiden köy kolhozunun başkanı olduğun­
dan, Almanlar tarafından kurşuna dizilecek/erinden korkmuş ve kaçmışlar.

Erich Mende

1 Aralık'ta üste,�nıen rütbesiyle, bölük komutanı olarak


1 96 kişilik takı·iye edilmiş bir birliğin başına geçmiştim.
Noel' den kısa bir süre önce Kaluga'ya, Guderian' ın tank­
larının olduğu bölgede büyük bir gedik açılmış olan yere
sevk edildik. Hava oldukça soğuktu, termometre eksi 30-
40' farı gösteriyordu. Kış giysilerimiz olmadığı için soğuk­
tan iki kat daha fazla etkileniyorduk. Karşımızda, kuzu tü­
yünden beyaz kürkleri ve kayaklarıyla son derece mükemmel donanımlı ta­
ze Sibirya kuvvetleri vardı . Bizim taraftan ölümlerin çoğu kafaya isabet
eden kurşunlardan oluyordu. Karşı tarafta son derece iyi yetiştirilmiş avcı
tümenleri vardı çünkü. Bana göre, doğu seferinin sonu Stalingrad' da değil,
Moskova önlerinde durumun tersine dönmesi ve alınan yenilgiyle çoktan
başlamıştı. Büyük güven kaybı, korkunç kayıplaı� birliklerin bakım ve ihti­
yaçlarını karşılamadaki yetersizlik... Tüm bu.ı:ılar Alman Wehrmachtı' mn gi­
dişatının tersine dönmesini tetik/emişlerdi. Ustünlük duygusu yitip gitmişti.
Bu nedenle, bilinçli ve eleştirel bakanlar açısından Rusya savaşı daha Mos­
kova önlerindeyken kaybedilmişti.

ko'nun birlikleri Alman hatlarında büyük gedikler açmışlardı.


Almanların daha önce fethettikleri yerler mevzi mevzi , köy
köy, kent kent geri alınıyordu. Sovyet güçleri Rşev, Voloko­
lamsk, Kaluga ve Orel'e hücum ediyorlardı. Klin kurtarılmış,
Kalinin geri alınmıştı. Almanlar İ stra'yı boşaltarak Moskva­
Volga kanalının ardına geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Al­
man cephesinin her yanında sürekli olarak, Sovyet birlikleri Al-

327
Buz gibi dondurucu geceden
sağ çıkamadılar (solda).
Pekçoğu soğuktan
ölüyordu (üste).

man birliklerinin geri çekilmesini sekteye uğratacakları büyük


gedikler açıyordu. Orgeneral Hoepner, tedirginlik içerisinde şu
bilgiyi geçiyordu: "Yaklaşık 43 Rus tümenine karşı 22 tümenli
7 kolorduyla komuta ettiğim 1 50 kilometre genişliğindeki cep­
he boyunca, tehlikeyle karşı karşıya olmayan ya da hiç gedik
açılmamış tek bir yer kalmadı. Saldırı yeteneğine sahip güçlü
düşmana karşı savunma yapabilecek tek bir tümenim bile yok.
Motorlu araçların yakıtı, atların yulafı kalmadı."
Ordunun yüksek komuta kademesi çok uzaklardaki ana ka­
rargahında, Alman birliklerinin nasıl bir felaketle karşı karşıya
olduğunu kavramakta çok geç kalmıştı.
Almanların Tiçvin 'i boşalttıkları ve Sovyetlerin Klin saldırı­
sını başlattıkları tarih olan 8 A r(\hk 1 94 1 'de B itler, Kurt
İ ni'nde, cephedeki gerçek durumla bağdaşmayan bir emir kale­
me aldırıyordu. "Gizli Komuta Kararı/Şef Kararı" adı altında
deklare edilen "39 numaralı talimatta", "Wehnnacht' ın Başko­
mutan ı Führer" sıfatıyla şu saptamayı yapıyordu: "Doğuda
sürpriz bir biçimde erken bastıran ağır kış ve buna bağlı olarak
ortaya çıkan bakım ve ihtiyaçları gidermedeki güçlükler, bütün
büyük çapl ı operasyonların derhal durdurulması ve savunma
pozisyonuna geçilmesini zorunlu kılmıştır."
Reich 'ın basından sorumlu şefi ve Wehmacht' ın yüksek ko­
muta kademesi, 8 Aralık tarihli gündemin parolasında, "şu am

328
; -�:·. �·-·.
::: �-::;:�; ·j:�;:}:::�::;:;:: ·:;:�:: •' t;::�:� ..t
:::;�;��)� ·?;���!Ji�i�ii�i���fil'.)f:: .;:;.·t

', Fühte.;v� W<hn��iiJin


OK W44"IW,
090
�FV
1_ 1Abt. Lş(f Op)
��;:, �!�,�--
:· _ . ·._'.•.•_..:·.·_·.-• ,. .
•. Yal riı#·::;:a:: �:: suba�lara . .::w.. ::�:]
N r. 2 : 4 g. K er
· .

-. ::
:t: ;: .: ·.
• _ ._.. .

f!t !l�:jf!
. . ·� s

',
·
� d • sürpm bı; blÇimd �:!
rak ortaya çıkan hakıffl;ye, ihtiyaÇl�tı gidermedelci;giiçl�kıer,· fü!�ijri hi�a J

:�
·:.:,.

. .·i=_{�f����: �t.:·::;:=· :=:::::::�:=:' .... ·,· : :; · :·_ -


• j:·· . ·:::
• .=::;::::::: -./�
:::::-::;. .; :;.;:;:· ·.· .
:h�;;; ;belitd/:
. 1.) Ordular başk:onıutanı tarafın�ao �vunmay�' y� ne1ik 1>1#il.k : .·
·ll e,ılmiş''c�pheJerdekp �§fili 9rdu !?-flfün [!�ilt.#_fn i, ��; t9p�a,ıar(• &ey�ü.��Jrt:. :�

�: �:�;�ı;;��:Te�t�:�1��ii:r2'���r�(j�....����Çit����� iJ=!,�������·!�;�*·!•·:
· nacaktır/<
·.
,,:=:" ·.
:::
·
\---"?). •••,
. · • ··• ·•·
"'• Y · .

. : .....,..........,
..
· · .::..::: ::::=:::::::: ::::
:�:·
; :-: i:}i:;J�{:;, :·
... •·•' · ·· · · ·••··
·

dan itibaren" doğudaki savaşın kış koşullarında yürütüleceğini


belirtiyorlardı. Oysa o ana kadar, binlerce Alman askeri çoktan
soğuktan donmuştu.
Ancak, H itler 'in planlı bir geri çekilme emri vereceğini
umut edenler yanılıyorlardı. Aksine, "39 numaralı talimatta" şu
satırlar yer alıyordu: "Bu savunmanın nasıl yapılacağı, izlene­
cek şu hedefe göre belirlenecektir: Buna göre, a) Düşman için
büyük anlam taşıyan alanlar saptanacak, ( . . . ) ve c) böylece
1 942 yılı içerisinde yeniden başlatılacak olan büyük çaplı ope­
rasyonlar için gerekli koşullar yaratılacaktır."
Cephedeki askerler, Kızılordu ' nun bir sonraki hücumuna
nasıl karşı koyacaklarını ve nasıl hayatta kalacaklarını bilmez-

329
Geri çekilirken mayın döşeyen bir A lman istihkamcısı.

ken, Hitler, ana karargahında yeni saldın eylemlerinin hayalini


kurmaktaydı. Geri çekilme lafını ağzına bile almıyordu.
Hitler, "Reichstag" olarak adlandırılan parlamentoda nasyo­
nal sosyalist milletvekillerine yaptığı bir konuşmada da iyimser
bir tablo sergiliyordu. Doğu seferinde düşmanın verdiği kayıp­
ları anlatıyor ve hayal edilmesi bile imkansız derecede büyük
sayılardan söz ediyordu: 3,8 milyon esir, 2 1 bin tank, 35 bin top
ve 1 7 bin uçak. Buna karşılık Alman tarafının kayıplarını ise
çok düşük olarak gösteriyordu: 6 1 2 bin 3 1 4 şehit, 57 1 bin yara­
lı ve 33 bin 334 kayıp.
Hitler' in niyeti, böylesi bir sayısal karşılaştırmayla yeni bir
eyleme zemin hazırlamaktı. Nitekim, 1 1 Aralık'ta Dışişleri Ba­
kanı Ribbentrop, Amerikan maslahatgüzarı Leland Morris 'e,
daha önce Reichstag'da milletvekillerince büyük bir sevinçle
karşılanmış olan bir kararı açıklar: "Amerika Birleşik Devletle­
ri yönetimi, tarafsızlığı ilk bozan taraf olarak sonunda Alman­
ya 'ya karşı savaşa açık bir durum yaratmıştır. Başkan Roose­
velt'in yarattığı bu koşullar altında Almanya, bugünden itibaren
kendisini Birleşik Devletler ile savaş hali içerisinde kabul et­
mektedir."

3 30
Ağaç kütükleri gibi yol kenarlarına üst üste yığılmış ölü Kızı/ordu
askerleri.

Sovyet askerlerinin yattığı toplu mezar. Her iki tarafın kayıp sayısı da
ürkütücü boyutlardaydı .

33 1
Sovyetler B irliği ' ne karşı ani bir tecavüz olan "Barbarossa
Harekatı", İ ngiltere'ye "Deniz Kurdu Operasyonu" adı altında
yapılan saldın tamamlanmadan başlamıştı. Şimdiyse Hitler, as­
keri kuvvetleri Moskova önlerinde durdurulduğu ve Kızılor­
du 'nun saJdınlarına ümitsizce karşı koymak zorunda kaldıkları
bir sırada, dünyanın bu en büyük endüstri ülkesine savaş ilan
ediyordu.

" Fanatik bir direniş istiyorum!"

Askeri açıdan durum birkaç günde değişiklik göstermiş,


Aralık başlarında büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğu iz­
lenimi veren Sovyet başkenti, biraz olsun soluk almaya başla­
mıştı.
Timoşenko ve Jukov, 1 3 Aralık'ta yaptıkları özel bir açıkla­
mada, "Moskova önlerindeki cephenin tamamında düşmanın
hücum mevzileri ve savunma hatları yarılmıştır" şeklinde bilgi
veriyorlardı. Askeri başarıların üzerlerinde yarattığı psikolojik
etkiden eser kalmamıştı ve Almanlar artık alt edilemez değiller­
di. Elde edilen bu ilk zaferlerle Kızılordu 'da askerlerin kendile­
rine güvenleri artmaya başlamıştı. Kuzeydeki hücumları Vol­
çov ' daki saldınlar izledi, güneyde ise Kerç ve Feodosya üzeri­
ne ataklar başlamıştı. Almanlar açısından özellikle cephenin or­
ta bölümünde durum oldukça ağırdı. Orta Ordular Grubu ' na
bağlı birlikler daha önce Oka, Ukra ve Volga nehirleri boyunca
uzanan hatta geri çekilme emri almışlardı. Kış bitiminden sonra
Alman hücumlarının yeniden başlayacağı başlangıç noktası
olan bu yerde, kışın geçirileceği mevzilerde kalınacaktı. Ancak
çok geçmeden, bu mevzilerin yoğun Sovyet saldırılarına karşı
savunulamayacağı anlaşılmıştı. Sovyet birliklerinin Alman hat­
tan gerisinden yaptıkları o korkulan kuşatma saldınlanyla cep­
hede büyük gedikler açılmıştı. Şimdi, cephenin farklı bölümle­
rinde tek tek yapılan sıyrılma hareketleri arasındaki koordinas­
yon eksikliğinin faturası ödeniyordu.
Ordular Başkomutanı cepheye yaptığı bir ziyaret sırasında,
gecikmeksizin tümüyle geri çekilme emri verilmediği taktirde
ne tür bir felaketin yaklaşmakta olduğunu anlamıştı. Brauc-

332
Hans Johann Kröhl, Araç Sürücüsü

Tarih 9 Aralık 1 941 ' di. Moskova önlerinde küçük bir kentçik olan İst­
ra' daydık. Yüksek rütbeli bir subayın şoförü olduğumdan, alayın kurmayla­
rıyla birlikte ben de isabet almış harap evlerde kalıyordum. O gün, askeri
hastanedeki yaralı bir subaya gelen mektubu götürmek üzere Moshaisk' e
geri dönmem yönünde bir emir almıştım. Birkaç kilometre sonra benimle
birlikte gelen subay, "Bundan sonra karşılaşacağımız evlerden birinde du­
ralım ve bir temiz yıkanalım " dedi. Çamaşır torbam elimde, çok geçmeden
zarar görmemiş bir ev, bir çeşme ve çalışmakta olan bir tulumba buldum.
Saklanmış partizanlar olabilir korkusuyla evi ararken, yıkanma ve yemek
pişirme olanaklarının bulunduğu küçük bir antreden geçerek bir merdiven
sahanlığından bolca kitabın olduğu büyük bir odaya vardım. Beni asıl şa­
şırtan, kitapların tümünün A lmanca olmasıydı! Asıl yapmam gereken işleri
unutarak kitaplara QÖZ gezdirmeye koyulmuştum. Bu, liseden sonra kitap­
larla ilk karşılaşmamdı, hem de savaşın ortasında. Okumaya daldığım sıra­
da, yanı başımda küçük bir gürültü duydum. Elim hemen tabancama gitmiş­
ti, ama bu yöndeki tüm emirlere karşın, ben yine de yıkanacağım diye ta­
bancayı kılıfının içinde arabada bırakmıştım! Bir mahzen kapağı yavaş ya­
vaş açılmış ve karşıma silah namlusu yerine, benimkilerden de daha fazla
korktuğu anlaşılan bir çift göz çıkmıştı. Karanlıktan elli yaşlarında bir ka­
dın çıkageldi ve bana akıcı bir A lmanca ile şöyle dedi: "iyi günler. Size bir­
kaç kitap armağan etmeme izin verir misiniz? Nasıl olsa, geri çekilmekte
olan A lman askerleri önümüzdeki günlerde evimizi yakacaklardır zaten. "
Bense ona itiraz ettim v e ardından Yahudi bir profesör olduğu ortaya çı­
kan bir kadınla lise mezunu, üstüne üstlük hem de SS gücüne mensup bir Al­
man arasında geçen uzun bir sohbet başlamış oldu.
Bir çeyrek saat sonra, benim astsubay aniden kapıda belirmişti ve acele
etmem yönünde beni uyarıyordu. Bu Rus kadın, giderken bana gözyaşlarına
boğularak Goethe ve Schillir' den çok güzel ciltleri olan iki şiir kitabı ver­
mişti. Kendisinden kitabın arka tarafına adresini yazmasını rica etmiştim.
Yanıtı kısa ve özlüydü: "Hayır. Bu benim ölmeme, sizin de başınızın belaya
girmesine yol açabilir. " Ve emirlere uygun olarak belinde tabanca taşıyan
astsubaya son bir bakış fırlattıktan sonra selam vermeksizin yeniden geldiği
karanlık mahzene indi.

hitsch, 1 5 Aralık'ı 1 6 Aralık'a bağlayan gece yaptıkları bir ko­


nuşmada, Hitler' i cephenin geniş bir kesiminde büyük çaplı bir
geri çekilme yönünde ·emir vermesi için ikna etmeye çalışmıştı.
Gereksiz kayıplar ancak böyle önlenebilir ve askeri yönetimin
harekete geçebilme yeteneği ancak bu şekilde yeniden sağlana­
bilirdi.
Oysa Hitler ve askeri danışmanları arasında büyük bir görüş

333
ayrılığı vardı. " Başkomutan" , ordu başkomutanının uygunsuz
taleplerini reddediyordu. B unun yerine, 1 8 Aralık'ta cephedeki
subaylara deklare edilen yeni bir emir kaleme aldırıyord u .
1 736/4 1 numaralı "Gizli Komuta Maslahatı" t a m b i r dehşete
yol açıyordu. " Führer" şu emri vermişti: "Komuta erkinin, ko­
mutanların ve subayların da bizzat katılımıyla, birlikler, bulun­
dukları mevzilerde yarılan düşmana karşı kanatlardan ve geri­
den fanatik bir direnişe zorunlu kılınacak."
Bu, Rusya seferi boyunca verilmiş en tartışmalı emirlerden
biriydi. O ana kadar askerlerini, askeri açıdan anlamsız olan
"karşı durmak ya da ölmek" parolası ile ölüme sürükleyen Sta­
lin 'di. Ş imdiyse Alman diktatörü bu çılgın yönteme başvuru­
yordu. Hitler, bu şekilde gereksinim duyduğu zamanı kazanma­
yı ve batıdan takviye kuvvetleri cepheye sürmeyi umuyordu.
Ancak bütün askeri uzmanlar, taze kuvvetlerin bölgeye sürül­
mesinin haftalar alacağı konusunda görüş birliği içindeydiler.
Bu da, doğu cephesindeki askerlerin, haftalarca sonunun belli
olmadığı bir savaşın ortasına düşmek zorunda kalacakları anla­
mına geliyordu. Hitler 'in kötü bir ün yapmış olan bu "Kal Em­
ri", Wehrrnacht'ın o ana dek verdiği en büyük kayıplara yol açı­
yordu. Hitler bir karış toprağı bile kaptırmak istemediğinden,
binlerce kişi, ileri kaydırılmış mevzilerinde ölüyorlardı.

" Herkes birazcık operasyon yönetebilir"

Hitler 'in söz konusu emri açıklandığı gün Feldmareşal Bra­


uchitsch de istifasını gönderiyordu. Hitler bu istifayı kabul edi­
yor ve başkomutanlığı bizzat kendisi üstleniyordu. B irliklerine
19 Aralık' ta gönderdiği son gündelik emrinde, Brauchitsch şu
açıklamayı yapıyordu: "Ftihrer bizi zafere taşıyacaktır. Çelik gi­
bi sağlam iradeli olun ve gözünüzü budaktan sakınmayın ! Her
şey Almanya için."
Propaganda B akanlığı 'nın resmi açıklamasında Hitler ile ge­
neralleri arasındaki anlaşmazlıktan hiç söz edilmiyordu. Goeb­
bels, Brauchitsch ' in görevinden ayrılmasını, "Führer 'in sorum­
luluğunun bilincinde bir edimi" olarak yansıtmayı uygun görü­
yordu: "Ayrıca o, devlet adamı Adolf H itler olarak kendinin

334
Heinrich Rotard, Asker

Aralık ortalm:!nda termometre geceleri eksi 15 dereceden eksi 33 derece­


ye düşüyordu. Ulkenin tamamında müthiş soğuklar baş göstermişti. Bu so­
ğuklarda işe yarayacak olan silah ve motor yağımız kalmamıştı. Tanklar,
gece soğuktan donarak çamura saplanıp kalıyorlar ve sabahları bir daha
yerlerinden kalkamıyorlardı . Aralık 1 94 1 ' de Belgrad Askeri Radyosu' nda
ilk kez Lifli Marleen şarkısını duyuyorduk. Akşamları sığınaklarda yatarken
telsizlerimizi açıyor ve saat 22 ' de Lale A ndersen' in o boğuk sesinde_n bu
parçayı dinliyorduk: "Kışlanın girişinde, büyük kapının önünde . . . " insan
böylece kısa bir süre için de olsa soğuğu, açlığı, şiddetli çarpışmaları ve
ölümü unutuyordu . . .

* Lilli Marleen şarkısı, İkinci Dünya Savaşı'nda her cephedeki her ülkeden

askerin şarkısı olmuştu. Sözleri, aslında Birinci Dünya Savaşı sırasında 1 9 1 5 yı­
lında Hans Leip adlı Alman askeri tarafından yazılmış olan şarkı, 1 937'de Nor­
beıt Schulze tarafından bestelenir. Lilli ve Marleen adlarında iki kıza yazılan bu
efsanevi şarkının sözlerinin 48 dile çevrildiği söyleniyor. Buradaki örneğinde de
olduğu gibi, şarkının sözleri yere ve koşullara göre de uyarlanmıştır. Nazi Pro­
paganda Bakanı Josef Goebbels bile 'kahramanca' bulmadığı bu şarkının yayıl­
masını engelleyemez ve propaganda malzemesi olarak kullanma yolunu seçer.
Ancak şarkı, yalnızca Alman askerlerinin şarkısı olmaktan çıkar ve düşmanlık­
ların, kanın, göz yaşının önüne geçerek enternasyonal bir asker türküsü haline
gelir (çev.)

335
başkomutanı olmaya karar verirken, içinden yükselen bir sese
kulak vermiş ve sorumluluk bilinciyle hareket etmiştir."
Yeni başkomutan, kendi adamlarının olduğu iç görüşmeler­
de yeni görevini ne kadar hafife aldığını saklamaya gerek gör­
müyordu: "Herkes birazcık operasyon yönetebilir" diyordu Hit­
ler. Ona göre ordu başkomutanı nasyonal sosyalist bir anlayışla
yetişmiş olmalıydı ve bu görev için bizzat kendisinden daha
iyisi olamazdı.
Brauchitsch görevinden uzaklaştırılan ilk general değildi.
Daha 1 2 Aralık'ta, Orta Ordular Grubu Komutanı Feldmareşal
Fedor von Bock da görevini Vyasma kuşatması kahramanı
Hans Günther von Kluge'ye devretmek zorunda kalmıştı. Hit­
ler'in, Moskova saldırısının başarısızlığını yükleyebileceği gü­
nah keçileri arayışı bunlarla da sınırlı kalmıyor, devam ediyor­
du.
Hitler 'in emirlerini itirazsız yerine getirmeyen görevinden
alınıyordu. Kırım ve Kertiş yarımadasının güneyindeki kıstak-

3 36
Feldmareşal von Brauchitsch azlinden hemen sonra.

ta.ki Alman birliklerine komuta eden General Sponeck'in başına


daha da kötüsü geliyordu. Sponeck, aralık ayı sonlarında birlik­
lerine durmalarını emrederek tümenlerini geri çekmiş ve bu as­
keri itaatsizliği sayesinde yok olmayı beraberinde getirecek
olan bir yenilginin önüne geçmiş ve hatta olası bir başarının ka­
pısını aralamıştı. Bunun sonucunda ise başkanlığını Feldmare­
şal Göring'in yaptığı askeri mahkeme onu idama mahkum et­
mişti. Hitler, protestoların ardından bu idam cezasını hapis ce­
zasına çevirmişti.
B ir diğer azletme olayı ise 20 Aralık'ta yaşanmıştı. Bu kez
kurban, bu seferin en ünlü kahramanlarından biriydi: Orgeneral
Gudeiran.
Guderian ikinci kez Hitler' i verdiği bir karardan caydırmaya
çabalamıştı. General, üç ay önce de "Führer"i Alman hücumla­
rının bir sonraki hedefinin Kiev değil, Moskova olması gerekti­
ği yönünde ikna etmeyi denemişti. Bu kez ise Guderian Hitler'e
açıkça karşı geliyordu. O zaman olduğu gibi General yine ilk

337
Bir A lman devriyesi, eksi 45
derece soğukta dış görevde
(üstte).
Esir olarak götürülen A lman
askerleri (solda).

Bir hava saldırısı sonrasında imha edilmiş Kızı/ordu araçları .

338
Wilhelm-Peter Engels, Topçu

1941 Noel' inden kısa bir süre önce geri çekilme emri
gelmişti. Kutsal Noel akşamı, isabet..almış bir evde açık bir
pencerenin önünde oturuyordum. Ustüm başım lime lime
yırtık dökük, aç susuz bir halde bir kuru ekmeğin kenarı
elimde ateşin önündeydim. Çok korkunç bir soğuk vardı.
Giysilerim kısmen paçavralardan oluşuyordu. Ayaklarımda
oldukça dar olan süvari çizmelerim vardı. Eğitim pantolo­
numun paçaları çizmelerimin içine sokuluydu. Bacağımlq_ pantolonumun
arasına ise soğuk nedeniyle kağıt topakları bastırmıştım. Uniformamın ce­
k-etinin üzerinde ince bir üniforma pardösüm vardı. Ellerimi ise yırtık olan
yün eldivenlerim ne kadar koruyabilirse o kadar koruyordu. Napolyon aklı­
ma geldi ve öngörü açısından ondan aşağı kalmayan bizim komuta mercile­
rine lanet okudum.

önce savaşmakta olan birliklerin durumu hakkında bilgi veriyor


ve kışlık giysi olmadığına dikkat çekiyordu. Hitler ise buna şu
sözlerle karşı çıkıyordu: "Bu doğru değil ! Genelkurmay ikinci
başkanı bana kışlık giysilerin gönderildiğini bildirdi."
Aslında H itler ' in söylediği doğruydu. Goebbels Almanya
genelinde büyük çaplı bir propaganda kampanyası başlatmış ve
cepheye kışlık malzeme yardımı çağrısında bulunmuştu. Ola­
naklar ölçüsünde astarlı cinsinden mest lastiği, çorap, uzun ço­
rap, ceket, bel kuşağı, göğüs ve ciğer koruyucuları aranan mal­
zemelerdi. Gerekli olan her şey toplandı, ki tümüne gereksinim
vardı. Toplanan malzemeler, Wehrmacht'ın bir kış seferine ha­
zır olma konusunda ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koyu­
yordu ve yardımda ne kadar geç kalındığının da bir gösterge­
siydi aynı zamanda.
Bununla beraber, Hitler bu sözlerinde haksızdı. Çünkü, top­
lanan malzeme Varşova'da bekliyor ve daha ileriye nakledile­
miyordu. Soğuklar, demiryolu ulaşımını da durdurmuştu.
Sonunda Guderian, ziyaretinin amacı olan asıl konuya geli­
yordu. Kurt İ n i ' ne, karşı karşıya bulundukları bu hezimetin
önüne geçebilmek için t�k çarenin kısaltılmış bir cephe hattına
geri çekilerek mevzi almak olduğuna Hitler' i ikna etmeye gel­
mişti.
Ü ç ay önce olduğu gibi, Hitler bu kez de bu en başarılı ge­
neralini dinliyor, ama Guderian 'ın önerisini yine bir kez daha

339
Pavel Ossipov

Almanların ayın 24' ünden 25' ine kadar Noel' i kutladıklarını biliyorduk.
Kurtarılan bölgelerde bulduğumuz Noel ağaçları ve haç şeklindeki takılar
bize buna dair ipucu veriyordu. Bu tür kutlamalar, doğal olarak karşı tarafa
teyakkuz imkanı sağlıyordu ve biz bu süre içerisinde hızla ilerlemeye çalışı­
yorduk. Ancqfç, günde 15 kilometre yol kat etmek birliklerimiz için oldukça
yorucuydu: Once ateş açıyor ve ardından kendimizi gizleyeceğimiz çukurlar
açıyorduk. Ardından, bir iki saat piyadenin gelmesini bekliyorduk. Piyade
geldiğinde onları takip ediyor, yeniden ateş ediyor ve yine siperlere çekili­
yorduk. Bu böyle tekrar edip gidiyordu. Yeni yıl gelmişti, ancak bizim kutla­
ma yapacak zamanımız yoktu. Yürürken sıkıca silahlarımıza yapışıyordıık
ve uyuma işini bile yürürken yapıyoı�duk. Moskova savunmasında askerler
işte böyle savaştılar.

reddediyordu: "Savunma hatları mutlaka korunacak. B irlikler,


toprağa tırnaklarını geçirip kazacak ve bir adım geri atmaya­
cak."
Hitler, " toprağa tırnaklarını geçirsinler" derken, B i rinci
Dünya Savaşı 'nda Flandem'de yaşadığı mevzi savaşını düşün­
müştü. O zamanlar Almanlar, kendine has hunileri içinden atış
yapan havan toplarının hunileri içine girerek siper almışlardı.
Ancak Rus kışı, toprağın derinlemesine donmasına neden olu­
yordu. Burada toplarla yapacak herhangi bir şey yoktu. Ama
Hitler, Guderian ' ın görüşlerine buna rağmen yine de onay ver­
medi. Ona göre, general bu uyanları, yalnızca askerlere acıdı­
ğından yapıyordu ve "Führer"in gözünde bu çok yanlış bir mer­
hamet duygusuydu: "Askerlerin acılarına kendinizi fazlaca kap­
tırıyorsunuz. Askerlere karşı merhamet duygularınız gereğin­
den fazla. Görevi buaksanız iyi olur."
Guderian, Prusya askeri geleneklerine uygun olarak düşünü­
yor ve gereksiz kayıplardan kaçınmaya çalışıyordu. Eğer bir
pozisyon daha fazla korunamıyorsa geri çekilmeli ve yeni kuv­
vetler toplanarak yeniden şansını denemeliydi.
"Ne pahasına olursa olsun karşı koymak", hatta kendi ope­
rasyon yeteneğini de yitirme pahasına bunu yapmak, Clause­
witz etkisi altındaki Prusyalı generallerin düşüncelerine aykı­
rıydı.
Hitler, Genelkurmay Başkanı Halder'e, "Bu adamı ikna ede­
medim" itirafında bulunuyordu. Hitler bu noktada haklıydı. Gu-

340
Savaşta verilen bir mola. Eve birkaç satır yazmak için uygun bir
zaman.

34 1
Memleketten uzaklarda. Cephede 1 941 asker Noeli.

Maria Mironova F. W. Christians

1 941 yılbaşı Rusya seferinin başarısızlıkla so­


çok kötüydü . nuçlanmasının tek n edeni tabii ki
Kutlama yapıl­ sert kış değildi. Kiev' den sonra Rus­
madı. Yalnızca ların yeniden nasıl toparlanıp ayağa
yaklaşmakta kalktıklarına şaşırdığımızı da teslim
o l a n zaferin etmek zorundayım. Budiyeni' nin -bu
şerefine biraz ad bizim aramızda da iyi tanınan bir
içmiştik, ama addı ve Ruslarda çok ünlüydü- büyük
ordusu, her defasında yeni birliklerle
bunun için da­
tazeleniyordu . Rusların bütün orga­
ha çok zaman gerektiğini bilmi­
nizasyonları ve yaratıcılık/arı bizi et­
yorduk. Fakat yeni yılın gelişi kilemişti. Bizim teknik yardıma ve
kutlanmadı. 1 941 yılı , yas yılı karmaşık işlemlere gereksinim duy­
olarak akıllarda kaldı . Savaş duğumuz yerlerde, onlar basit araç­
bizim için doğal bir afetti. Biz­ larla direniş gösteriyorlardı . Şimdi
de, bir depremin yaratacağı et­ bile -bunu Rusya seferi süresince de
kiyi yaratmıştı . Böyle durum­ hep düşünmüşümdür- Rusların bıça­
larda insanlar birbiri/erine ke­ ğın kemiğe dayandığı durumlarda bi­
netlenir. Pek konuşkan olama­ le yaratıcılıkları , fantezi güçleri ve
yan insanlar bile birbirlerine kafa yapılarıyla ne yapıp edip nasıl
yakınlaşmışlardı . Fakat her fe­ çıkış yolu bulabildiklerini düşünür
lakette bu böyledir. dururum.

342
.-· · ,.

Her iki taraftan ölümcül espriler:


1 941142 yıldönümü için "Top
mermisi postası " ile gönderilen
"yeni yıl selamı " (solda), Sovyet
Hava Kuvvetleri tarafından "Hit­
ler' e armağan" olarak gönderi­
len bir "selam iletisi" (üstte).

derian yumuşamıyordu. General, 2 1 Aralık'ta Hitler' in emri


hakkında yazdığı bir değerlendirme yazısında şöyle diyordu:
"Führer'in bu kesin emri, bizi, savunma için hiç de uygun ol­
mayan böyle bir zamanda düşman saldırılarına karşı koymaya
zorluyor. Bunun sonucunda, beklenen yedek güçler yetişeme­
den ordu yok olabilir. Bu nedenle, şu anki hattın korunması ta­
mamen imkansızdır. İ leri sürdüğüm bu düşünceler doğrultusun­
da bir emir verebilmek için yetki rica ediyorum."
Bu rica, tabii ki hiç de uygun bir rica değildi. Von Bock'un
yerine geçen Feldmareşal von Kluge, Hitler ile Guderian ara­
sındaki bu görüş ayrılığını, bu başarılı tankçı generalin azledil­
mesi yönünde kullanmaya çalışıyordu. Başarısızlıkla sonuçla­
nan görüşmeler, 1 94 1 Noel'inde Kurt İ ni'nde sonuçlarını gös­
termeye başlamıştı: 25 Aralık'ta Guderian görevinden ayrılmak
zorunda kalıyordu. Hitler, onun yerine General Schrnidt'i 2.
Tank Grubu 'nun komutanlığına getiriyordu.
Bundan kısa bir süre sonra ise benzer bir muameleye bir
başka başarılı tankçı general maruz kalıyordu: Erich Hoepner.
Hoepner, medeni cesaret örneği göstererek, anlamsız kayıplara
uğramadan kendilerini savunabilmeleri için, birliklerini, emre
karşı gelip geri çekmişti. O da, yine Kluge'nin oyunlarıyla or-

343
dudan yaka paça atılıyordu. Hitler, birkaç gün içerisinde doğu
cephesinin önemli ordu komutanları n ı değ i ştirmişti : Von
Rundstedt, Güney Ordular Grubu'nun komutanlığını bırakmak
zorunda kalıyor, von Bock ise Orta Ordular Grubu Komutanlı­
ğı 'ndan uzaklaştırılıyordu. İ ki başarılı tank generali, 2. ve 4.
tank gruplarının komutanları Hoepner ve Guderian azledilmiş,
35 kolordu ve tümen komutanı görevlerinden uzaklaştırılmış­
lardı. Ordular başkomutanlığını ise Hitler' in bizzat kendisi üst­
lenmişti.
Brauchitsch, Rundstet, Bock, Guderian, Hoepner gibi görev­
den alınan generallerin hepsi de Hitler'e, farklı biçimlerde de
olsa kesin olarak karşı çıkmışlardı. Yerlerine getirilenlerinse bu
özellikleri eksikti. "Führer"in emirlerini itirazsız yerine getiri­
yorlardı. Feldmareşal Kluge, Hitler' in bu büyük gürültü kopa­
ran "durma" emrine harfiyen uyulmasını istiyordu: " Herkes ol­
duğu yerde kalacak. Bunu yapma­
yan, cephede kapatılması imkansız
bir gedik açılmasına neden olur. Tü­
menlerden ayrılmak ancak benim ki­
şisel onayımla mümkündür."
Güney Ordular Grubu ' nun yeni
komutanı General von Reichenau
Hitler'e oldukça sadık bir görüntü
çiziyordu. "Nazi Generali " olarak
nam salan von Reichenau, askerlere
yaptığı Noel konuşmasında bu ününe
göz yaşartacak derecede layık ifade­
lere başvuruyordu: "Rusların iradesiz
birer aracı olan komiserleri, yeterin­
ce uzun bir süredir tanıyorsunuz. Her
tür kötülüğü yapacak karakterdedir­
ler. S izin de bunu tam olarak bilme­
Orgeneral Erich Hoepner.
Kayıp vermemek için niz açısından, bu kızıl vahşilerin eli­
birliklerine geri çekilme ne düştüğünüzde sizleri nelerin bek­
emri verdiğinden, Hitler lediği gerçeğini bildirmeye kendimi
tarafından yaka paça yükümlü hissediyorum. Çok sert de
ordudan atılmıştı. olsa, her çarpışmada bunu aklınızdan

344
F. W. Christians

Geceleri küçük köylü kulübelerine sığınmaya artık iyiden


iyiye alışmıştık. Sıcaklığın sıfırın altında otuz derecenin de
altına indiği bu hava koşullarında başka bir yerde hayatta
kalabilmek imkansızdı. Biz de devamlı büyük baba, anne,
baba, çocuklar, domuzlar, tavuklar ve bilumum hayvanla­
rıyla kışı taştan yapılma sıcak ocaklarının başında geçiren
ailelerin yanına gidiyorduk. Bu insanlar, yani dışarıda sa­
vaştığımız askerlerin anneleri, bize çok insanca davranıyorlardı . Bu bizim
açımızdan inanılmaz bir şeydi. Ve işte tam bu noktada, böylesi olağanüstü
koşullarda insanın nasıl da diğer insanlara sığınma gereksinimi duyduğunu
ve Alman askerinin aslında ne kadar duygusal olduğunu anlıyordum. O
günlerden özellikle aklımda kalmış bir anı var. Kulübenin birinde birkaç
ağaç dalıyla bir tür Noel ağacı yapmış ve küçük bir ilk yardım kutusundan
aldığımız birkaç pamuk parçası ile de bu Noel ağacını süslemiştik. Böylesi
k'!şullarda geçirilen Noel, biz Alman askerleri için duygu yüklü bir olaydı.
Ozel üniformalarımızı ve beyaz iç çamaşırlarımızı kutsal geceye hazır hale
getirmek için özel bir çaba harcamıştık. Küçük çıkın/arımızı açmış ve so­
ğuktan ufalanmış hale gelen Noel çöreklerimizi kaşıkla yemeye başlamıştık.
Ekmek bile yalnızca kaşıkla yenilebilecek haldeydi. Noel' in ikinci günüydü.
Çok geçmeden alarm verilmeye başladı . Sibiryalı keskin nişancılar bize
karşı saldırıya geçmişlerdi.

çıkarmayın ve yaşamınızı mümkün olduğunca pahalıya teslim


edin. Son kurşununuza kadar karşı koyun. Bu ruhla hareket etti­
ğiniz sürece, bu kızıl güruhun daha sonra yapacağı her saldırı,
bizim hatlarımızda kanlı bir biçimde sona erecektir."

" ... bugünkü ağır krize yol açtı"

Orta Ordular Grubu Komutanı, 7 Aralık'ta sebep-sonuç


araştırması yapmış ve notlarında şu saptamalara yer vermişti:
" Ü ç şey bugünkü ağır krize yol açtı:
1 . Bastıran sonbahar-çamur periyodu.
2. Yolların kullanılamayacak hale gelmesi.
3. Düşmanın direniş gücünün yanı sıra, yedek personel ve
materyallerinin hafife alınması."
İ lerlemeyi durduran "General Çamur" ve Japonya'nın sus­
ması, Stalin 'e, taze Sovyet birliklerini imparatorluğunun doğu­
sundan batı cephesine sürme olanağı sağlamıştı.

345
Albrecht Linsen, Piyade

Sisten çıkageliyorlar, bizimkiler çıkageliyor, geri çekilme


telaşındalar. Tamamen perişan durumdaki ölmüş eşek sürü­
sü korkuya batmış! Sıfırı tüketmiş durumdayız, cephe düşü­
yor! Kimi kaçmakta tereddüt ediyor, çoğu kör bir telaşla
karlarda debeleniyor. Bu güruhun önüne el kol hareketleri
yaparak yabancı bir subay çıkıyoı� tabancasını çekmek isti­
yor, neredeyse yıkılacak. Takım komutanımız, insanları dur-
durmak için hiçbir çaba harcamıyor. Bense hala koşmuyorum ve ağır adım­
larla uslu uslu ilerliyorum, kalbim küt küt atıyor. O an kalçamın sağ tarafı­
na bir darbe yiyorum. fazla acımıyor, arkadan sanırım bir tüfek namlusu ile
vurulan küçük bir darbe bu. Biliyorum ki, vurulmuşum ve birkaç saniye
geçmeden yine biliyorum ki, hareket etmeye devam edebilirim, bacağım o
kadar da kötü değil; daha 2 1 yaşında burada, Moskova önlerinde karın
içinde ölmek zorunda kalmam biliyorum. Dönüyorum ve şarjörü düşmanın
üzerine, ışık izi kümesine boşaltıyorum. Ardından, topallayarak teğmenin
yanına varıyorum ve yaralı olduğumu bildiriyorum. Pantolon donmuş, tene­
ke gibi kaskatı kesilmiş. Sancı giderek artıyor, ama ben devam ediyorum;
tüfeğe abanarak karın ortasında yavaş yavaş yürüyorum , fazla geri kalma­
maya bakıyorum, halen diğerlerini görebiliyorum. Bu birq,z cıkfrenlenen ka­
çışın ortasında yassı bir çiftçi kızağına rast geliyorum. Uzerinde yatmakta
olan üç dört kişinin arasına kendimi qırakıyorum, itiş kakış içerisinde, bul­
duğum o küçücük yere sıkıca tutunuyorum. Biri acıdan, ulaşamadığı taban­
casına sövüp sayıyor. Donmuş yollar, yol kenarlarına savrulmuş araçlar,
motor gürültüleri, gece vakti telaş içerisinde bir sürü adam. Bizi bir Rus gö­
türüyor. Sessizce sürdüğü bodur atı kırbaç şakırtılarıyla koşturuyor. Baca­
ğımdaki acı daha da şiddetleniyor, ama gerilerde karın üzerinde kalmadım
ya, önemli olan bu. Derken, kapkaranlık pencereleriyle bir köy. Beni, bir
köy odasında gözleri kamaştıracak derecede aydınlatılmış bir ameliyat ma­
sasına yönlendiriyorlar ve pantolonumu soyup çıkarıyorlar. "Kuşun delip
geçmiş", yara temizliği, sargı, tetanos iğnesi. Yaralı belgesini, bu harika ka­
ğıdı, tıpkı bir af belgesi gibi alıyorum elime.

Sonuçta, kışla birlikte Almanların donanımlarının yetersiz


oluşu saldırıların donma noktasına gelmesine yol açmış ve tüm
bu gelişmeler, kısmen propagandayla cilalanmış gerekçeleri ol­
sa da, Alman saldırısının başarısızlığa uğramasını beraberinde
getirmişti. Bu tür nedenler, kendi hatalarını görmeye de engel­
di. Feldmareşal von Bock bile "Barbarossa Harekatı"nın neden
başarısızlığa uğradığından, uğramak zorunda olduğundan söz
etmiyordu. Alman Wehrmacht'ı, uzunca bir süre çok az bir kuv­
vetle, ilerisi görülemeyen pozisyonlarda savaşmaya çalışmıştı.

146
Moskova önlerinde buz gibi soğukta kaskatı kesilen asker cesetleri.

Savaş yönetimi de, tıpkı siyaset gibi, eldeki olanakların kul­


lanılmasına dayanan bir sanattı . Oysa Hitler, imkansızı istiyor­
du ve Wehrmacht' ı gücünün üzerine çıkmaya zorlamıştı. Ken­
disi için iki ordunun çarpışmasından daha fazla önem taşıyan
ideolojik bir saplantı içerisinde bir savaş yürütmeye çalışıyor­
du: Her ne pahasına olursa olsun yürütmesi gerektiğine inandı­
ğı bir kavga, nasyonal sosyalist dünya görüşünün komünizme
karşı savaşıydı bu.
Bu kavga, daha Sovyet başkenti önlerine gelindiğinde yiti­
rilmiş olan bir kavgaydı. Böylece, Napolyon 'un "Muhteşem
Ordusu"ndan sonra ikinci kez yabancı bir kuvvetin işgal girişi­
mi Moskova önlerinde geri püskürtülmüş o luyordu. Napol­
yon 'dan 1 29 yıl sonra, bu kez Hitler'in Wehrmacht' ı Sovyet
başkentinin kapı l arından geri dönmek zorunda kalıyordu.
Kreml in kurtarılmıştı. Almanlar ilk yenilgilerini kabul etmek
zorunda kalıyorlardı. Ama, başarısızlık.la sonuçlanan yalnızca
"Tayfun Operasyonu" değildi. Kızılordu, Moskova önlerinde
Wehrmacht ' ın yenilmezlik ünvanını zedeliyor ve Almanların
nihai yenilgisinin koşullarını yaratmış oluyordu.

347
Sonun başlangıcı: Alman askerleri, kışı geçirecekleri mevzilerine
çekiliyorlar.

Ancak o güne ulaşılması için, Sovyet ve Alman halklarına


çok büyük acılara mal olacak üç buçuk yılın geçmesi gereki­
yordu. 8 Mayıs 1 945 'te teslim oluncaya kadar, yalnızca Alman
tarafında 7 milyon insan yaşamını yitiriyordu. Sovyetler B irli­
ği 'nin verdiği kurban sayısı ise 20 milyonu aşkındı. Bütün bun­
lara neden olan adam ise intihar ederek sorumluluklarından ka­
çacaktı. Moskova önlerindeki yenilginin gölgesinde Almanlara
son sözlerini ise yabancı bir konuğa şöyle ifade edecekti : "Eğer
Alman halkı, kendi öz varlığını koruma yönünde gerektiği ka­
dar güçlü ve kendi kanını akıtmaya yeterince hazır değilse, da­
ha güçlü olan diğer bir güç tarafından yok edilsin daha iyi. Al­
man halkı için bir damla göz yaşı akıtmayacağım."

348
Ölen askerlerin istirahatgahları - Savaşa karşı birer uyarı anıtı.

349
Sonsöz
Bu kitap, televizyon gece gündüz Körfez Savaşı 'ndan gö­
rüntüler geçerken oluştu. B u tüyler ürpertici bir paralellikti.
Ben tank saldınlarını yazıyor, esir konvoylarını ve dönemin sa­
vaş suçlarını anlatıyordum ve aynılarını bugünkü haber bülten­
lerinde izliyordum. Ancak, aynı olan yalnızca görüntülerdi, sa­
vaşın kendisi değil. "Barbarossa Harekatı", yapılan çarpışmalar
göz önüne alındığında, bugünküyle bir benzerlik taşımayan kri­
minal bir terör eylemiyken, buna karşılık; "operation desert
starın" (çöl fırtınası harekatı), bir ülkenin kurtarılması için BM
ile dayanışma içerisinde sınırlı bir zaman ve alanda yürütülen
bir savaştı.
Aslında Hitler ' in gamalı haçlı seferi de sınırlı olacaktı. Tem­
muz 1 94 1 'de Genelkurmay Başkanı Franz Halder gibi olaya
şüpheyle yaklaşanlar bile, "Barbarossa"nın en geç Noel'e kadar
mutlaka tamamlanmış olacağını hesaplıyorlardı. Ama gerçekte,
dünya tarihinin en uzqn, en kıyımlı savaşı oldu. Yeryüzünde
hiçbir savaş bu kadar kurbana mal olmamıştı ve bu katliam, on­
larca yıldır Ruslarla Almanlar arasında bir kan ve gözyaşı deni­
zi olarak duruyor. Ancak şimdi, 50 yıl sonra, bu iki halk bu sa­
vaşı ilk kez birlikte anlatacak duruma gelebildiler.
Tarih, ironinin büyükannesidir. Çünkü bu kitap, A lman­
ya'nın birleştiği, Sovyetler B irliği 'ninse parçalandığı bir sırada
oluşturuldu. Kaybeden devlet, bütün ekonomik sorunlara karşın
bir barışı kazanmış, dönemin o çok güçlü muzaffer gücü ise
çoktan kaybetmiş gibi görünüyor.
Ama, "zaferler" ve "yenilgiler" üzerine kurulu bir düşünce

350
tarzının bundan sonra fazla bir yardımı dokunamaz. Düne ait
bu paçavrayı, tarihin çöp sepetine atıyoruz.
Çünkü iki halkın birbirine yaklaşmasının, beraber olmasının
önünde hiçbir engel yok:
Ve aynı konu üzerine ve hatta "Barbarossa" konusunda, bu­
rayla orası arasında karşılıklı bilgi aktarımından daha doğal ne
olabilirdi ki? Silahlarla değil, sözlerle yapılan kavgalar barışa
hizmet eder, öyle değil mi?
Bu kitap, "Lanet Savaş" adlı altı bölümlük bir televizyon di­
zisi için yapılan araştırmalar, görüşmeler, röportajlar ve belge­
ler sonucunda ortaya çıkan gerçek bir Alman-Sovyet yapıtıdır.
Sovyet televizyonu ve Alman İ kinci Kanalı tarafından Aac­
hen 'dan Görlitz'e, Brest'ten Vladivostok'a milyonlarca izleyi­
ciye ilk kez birlikte ve ortaklaşa sunulan bu programda; savaşın
nasıl geliştiği, Hitler ' in ne istediği, hasmı Stalin'in nasıl defa­
larca bu saldırı için uyarıldığı ve bu uyarıları dikkate almadığı,
Alman Wehrmachtı 'nın nasıl ilk başlarda yıldırım harbi uygula­
dığı ve bunun sonucunda Aralık 1 94 1 'de Moskova önlerinde
tam da Kremlin'i namlunun ucuna hedef olarak almışken bir
daha asla telafi edemeyeceği bir yenilgiye sürüklendiği göste­
rildi. Böylelikle yalnızca Rusya savaşı bitmiş olmuyor, aksine
İkinci Dünya Savaşı da bütünüyle sona ermiş oluyordu. Hitler
de artık bir daha stratejik saldırı yapamaz duruma geliyordu.
'
Ama "savaş içinde savaş" biçimindeki asıl savaş, Temmuz
1 94 1 'den Aralık 1 94 1 'e kadarki yarım yıl içerisinde yaşanmış­
tı: Gaspçı Hitler için, İ kinci Dünya Savaşı asıl Sovyetler B irliği
saldırısı ile başlıyordu. Çünkü bu onun savaşıydı ve sivil dün­
yayı tamamen göz ardı ederek sürdürebileceğine inanıyordu.
Ulaşılacak amacın adı, "doğudaki Lebensraum" (doğudaki ya­
şam alanı) idi. Kullanılacak yöntem, Urallar 'a kadar uzanacak
olan bir "Büyük Cermen İ mparatorluğu" için toprak yağmala­
maktı. Hedeflenen, milyonlarca Rus, Beyaz Rus ve Ukraynalı­
nın ölmeleriydi. Ama Yahudilere uygulanan Holocaust'un aksi­
ne, bu burada o derece büyük çaplı gerçekleştirilemedi.
Filmin ve kitabın ağırlık noktasını, çoğu yaşamlarında ilk
kez o dönemi kamuoyu ile paylaşan, döneme ve olaylara tanık­
lık etmiş Ruslar ve Almanlar oluşturuyor: Adı sanı duyulmamış

35 1
eski askerlerin yanı sıra tanınmış yazarlar, iş adamları, siyaset­
çiler ve oyuncular. Almanya çapında yapılan bir çağrı ile elime
bugüne dek yayımlanmamış binlerce mektup, fotoğraf, günce
ulaştı. O dönemden hayatta kalmış bütün askerlere, kadınlara,
çocuklara bugüne kadar genellikle sakladıkları yazıları ve özel
anılarını açıkladıkları için teşekkür ediyorum. B unlar, onlarca
yıl bodrumlarda ve depolarda saklanmışlardı. Ö zellikle eski Al­
man Demokratik Cumhuriyeti'nde, bu tür belgelere sahip ola­
na, hele de alenen gösterene iyi gözle bakılmazdı. "Kırk yıl bo­
yunca güncelerimi çatıda saklamak zorunda kaldım" diye yazı­
yordu Chemnitz'ten bana, Wemer Z. Devamında, "Eh, artık o
yaşadığım korkunç şeyleri sadece kendime saklamaktan kurtu­
lacağım" diyordu.
Yüzlerce özel, hatta çok özel belge, savaşın insan yaşamına
nasıl saldırgan bir etkide bulunduğunun ve nasıl değiştirdiğinin
birer kanıtı. "Asil bir savaş" var mı acaba gerçekten? Bütün kir­
liliğine karşın, yüz binlerce kişi tersi için çabalasa da, buradaki
çarpışmalar "temiz" kalabilir mi?
Elimizde kurşuna dizilmeler, asılmalar ve işkencelere ilişkin
sarsıcı fotoğraf ve belgeler var. Ancak, Alman ve Sovyet insan­
larının karşılıklı ilişkilerinde savaşa rağmen insan kaldıklarına
ilişkin aktarımlar da var.
Mükemmel metin örneklerinden dolayı Rudolf Gültner 'e;
belgeler konusundaki özverili çalışmaları için Stefan Braubur­
ger'e, Angelica von Hase'ye ve Gabriella Toth 'a; deneyimlerin­
den süzerek getirdiği eleştirileri ve yardımları için Lev Bey­
menski 'ye ve özellikle de kendi yaşadıklarından yola çıkarak
yazdığı akıl dolu önsöz için Valentin Falin'e teşekkür ederim.
Son olarak dört saptama:
Bu bir önleyici tedbir savaşı mıydı?
Hayır. Elimizdeki bütün bilgilere dayanarak biliyoruz ki,
Stalin 1 942 ilkbaharınd an önce bir savaş olasılığını hesaba kat­
mamıştı. Sovyet diktatörünün orta ya da uzun vadede Alman
İmparatorluğu 'na yönelik bir saldırı planı olup olmadığı ise ta­
mamen spekülatif bir konu olarak kalmak durumunda. Bundan
bağımsız olarak, Hitler 'in Sovyetler B irliği'ne karşı savaşıysa
nasyonal sosyalizmin kan ve toprak politikasının ana hedefiydi.

352
"Barbarossa Harekatı" son derece tehlikeli bir oyun muydu?
Evet. B u , 1 94 1 Kasım' ından itibaren artık kazanı lması
mümkün olmayan zamana karşı bir yarıştı.
Hitler bu savaşı kazanabilir miydi?
Hayır. Moskova yaklaşık olarak Eylül 1 94 1 'de bile fethedil­
miş olsaydı, bu uzun vadede işe yaramayacaktı.
Rusların Moskova önlerinde başarılı olacağı önceden belli
miydi?
Evet. H itler, "point of no return" (geri çekilmeme nokta­
sı)'na kadar Wehrmacht'ın gücünü, cezasını sonradan çekecek
derecede abartmıştı.
Moskova yakınlarındaki bir ormanda hala bu savaştan kal­
ma enkazlar bulunmaktadır: Rus ve Alman tankları, onlarca yıl­
dan beri orada karşılıklı olarak çürümekteler. Sanki savaş daha
yeni başlamışçasına namlularını gökyüzüne dikmiş duruyorlar.
Aralık 1 94 1 'de Moskova için yapılan savaşta birbirlerine ateş
etmek zorunda kalan insanlar, bu tankların içerisinde öldüler;
halklarımızın tarihinde en acı verici bölüm olarak kalacak olan
bir savaşın adsız kurbanları olarak. Bu insanların ne bir mezarı
oldu, ne de bir anıtı. Bu kitap işte bu insanlara adandı.
Bu kitaptaki altı bölümde, sapkın düşüncelerin esiri olmuş
insanların neler yapabileceğini göstermek zorundaydım. İ nanı­
yorum ki, ölen bu tankçıların torunları artık birbirlerine ateş et­
mek zorunda kalmayacaklar. Şüphesiz, bu kitaptaki bazı fotoğ­
raflar kabuk bağlamış yaraları yeniden kanatacaktır. Ancak,
doğrulara dayalı tarih yazımı gerçeğe gözlerini kapayamaz.
Bu kitap, bir barışma nişanesi olarak çok yakında Sovyetler
Birliği ' nde yayımlanacak. Bu da yüreklendiriyor insanı.
Mesajlar: Bundan sonra artık Alman ve Sovyet halkları bir­
birine bir daha asla ateş etmesin. Bir daha asla kentler ve ülke­
ler yakılıp yıkılmasın, milyonlarca insan yerinden yurdundan
edilmesin, eziyet görmesin, katledilmesin. Yeryüzü yanmasın,
savaşlar olmasın.
Guido Knopp

353
KRONOLOJİ

1939
1 7.4. Alrnan-Sovyet ilişkileri diplomatik düzeyde başladı.
23.8. Aylarca süren gizli pazarlıklardan sonra, Alman-Sovyet
Saldınnazlık Sözleşmesi (Hitler-Stalin-Paktı) ek bir
protokolle imzalandı.
1 .9. Almanya Polonya'ya saldırdı ("Beyaz Harekat").
1 7.9. Kızılordu Polonya'ya girdi.
28.9. Alman-Sovyet Sınır ve Dostluk Sözleşmesi imzalandı,
Polonya'nın "yeni düzeni".
1940
1 1 .2. Alman-Sovyet Ekonomik Antlaşması imzalandı.
2.4. Hitler' in "Weserübung" Harekatı emri, Danimarka ve
Norveç ' in işgali.
9.5. Hitler'in batıya saldırı emri ("San Harekat"); Hollanda,
Belçika ve Fransa'ya girilmesi.
1 4:6. Alman birliklerinin Pari s ' i işgali.
22.6. Alman-Fransız Ateşkes Antlaşması Compiegne'de
imzalandı.
1 6.7. 16 Numaralı Talimat ("Denizkurdu Harekatı"), Büyük
Britanya 'ya çıkarına hazırlığı.
2 1 .7. Hitler'in Sovyetler Birliği'ne saldın hazırlıkları emri.
27.9. Alman İmparatorluğu, İtalya ve Japonya arasında üçlü
pakt imzalandı.
1 2. 1 0. Hitler " Denizkurdu Harekatı" çerçevesindekı planlan
askıya aldı, ingiltere 'ye yapılacak hava saldırısının
Luftwaffe açısından uygun olmadığına karar verildi.

354
29. 1 1 . Ordular Yüksek Komuta Kademesi'nde (OKH) Doğu
Seferi plan oyunları başladı, Komutan: General Paulus.
1 8 . 1 2. Hitler 2 1 Numaralı Talimat'ı imzaladı ("Barbarossa
Harekatı").
1941
1 1 .3 . Amerikan Ödünç ve Kiralama Yasası Başkan Roosvelt'in
imzasıyla yürürlüğe girdi.
30.3. Hitler iki yüz Wehrmacht komutarunın önünde ırk
ideolojisine dayanan doğuya yapılacak yok etme seferini
açıkladı.
6.4. Yugoslavya ve Yunanistan'a Alman saldırısı herhangi bir
savaŞ ilanı olmaksızın başladı.
5.6. H itler "Barbarossa Takvimi"ni onayladı, saldın için son
hazırlıklara başlandı.
6.6. Wehrmacht Yüksek Komuta Kademesi (OKW) "Komiser
Emri"ni çıkardı.
22.6. Sovyetler Birliği'ne Alman saldırısının resmi bir savaş
ilanı olmaksızın başlaması Wehrmacht 600 kilometre
genişliğindeki cephede 3 ordu grubu ile saldırıya geçti.
22./23.6. Romanya, İtalya ve Slovakya SSCB 'ye karşı savaşa
girdiler.
23.6. Grodno'nun alınışı.
24.6. Wilna'nın alınışı.
25./.26.6. Finlandiya ve Macaristan' ın SSCB'ye savaş ilanı.
26.6. Dünaburg' un alınışı.
29.6. SBKP Merkez Komitesi tarafından "anavatanı savunma"
savaşının ilanı.
30.6. Lemberg ' in alınışı.
1 .7. Bialistok kuşatma savaşı sona erdi.
6.7. Riga'nın alınışı.
8.7. Hitler Moskova'nın ve Leningrad'ın yerle bir edilmeleri
kararını açıkladı.
9.7. Minsk'teki kuşatma çarpışmaları sona erdi (Bialistok
savaşı ile birlikte toplam 324 bin Rus savaş esiri).
1 2.7. Almanya'ya karşı İngiliz-Sovyet Paktı.

355
1 6.7. Smolensk'in alınışı Hitler, Nazi parti yönetimine
SSCB'nin işgal edilen bölgelerinde paylaşım ve sömürü
planlarını açıkladı.
1 7.7. Alfred Rosenberg yönetiminde "İşgal Altındaki Dbğu
Bölgeleri İçin İmparatorluk Bakanlığı"nın oluşturuluşu.
1 8.7. Stalin, Büyük Britanya'dan ikinci bir cephe açmasını
rica etti.
2 1 ./22.7 Moskova'ya ilk hava saldırısı.
30.7. 34 Numaralı Talimat, Orta Ordular Grubu'nun savunmaya
çekilmesi öngörüldü.
2.8. Amerika'nın Sovyetler B irliği'ne malzeme yardımı
başladı.
5.8. Smolensk kuşatma savaşı sona erdi.
7.8. Stalin Sovyet Silahlı Kuvvetleri 'nin Başkomutanı.
8.8. Uman kuşatma savaşı sona erdi.
1 7.8. Novgorod ve Narva 'nın alınışı.
2 1 .8. OKH'da daha sonraki stratejiler konusunda görüş ayrılığı,
ordu komutanları Moskova'ya doğru ilerlenmesini
savunurken Hitler buna karşı çıkıyor.
25.8. Dinyeperopetrovsk'un alınışı.
28.8. Reval 'ın fethi.
1 5 .9. Leningrad'ın Sovyetler B irliği ile her türlü bağlantısı
kesiliyor.
1 6.9. Keitel 'ın işgal altındaki bölgelerde kurtuluş harekatının
acımasızca bastırılmasına ve tutsakların kurşuna
dizilmesine yönelik gizli emri.
1 9.9. Kiev 'in alınışı. 650 bin esir, Sovyet güneydoğu
cephesinin büyük bölümünün yok edilip tutsak alınması.
2 1 .9 . Stalino'nun alınışı.
29./30.9. Kiev yakınlarındaki Babi-Yar' da kitlesel katliam,
yaklaşık 35 bin Yahudi'nin SS özel komandoları
tarafından katledilmesi.
2. 1 0. Alman saldırılarının bütün bir doğu cephesinde yeniden
başlaması, Moskova saldırısının başlangıcı ("Tayfun"
Operasyonu) 1. Aşama.

356
7. 1 0. Hitler Moskova'nın herhangi bir teslim olma önerisinin
kabulünü yasakJıyor.
1 0. 1 0. Assowschen Denizi kıyısındaki savaşın bitişi. 1 0.0rdu
Başkomutanı Feldmareşal von Reichenau'nun doğu
bölgesindeki birliklerin hal ve davranışlarına ilişkin emri.
1 3 . 1 0. Vyasma kuşatma savaşı sona erdi.
1 6. 1 0. Sovyet yönetiminin idare merkezini Kuybişev'e taşıması
Odessa Olayı.
1 7 . 1 0. Bryansk'ın kuzeyindeki kuşatma savaşlarının sona ermesi.
25. 1 0. Harkov 'un alınışı.
7. l ı . Kınm'ın fethi tamamlandı, S ivastopol kuşatıldı.
1 5 ./ 1 7 . 1 ı . Moskova'ya saldırılar yeniden başlıyor, Sovyet
başkentine yönelik savaşın 2. aşaması.
16. l ı . Alman askeri birliklerinin Kerç ' i fethi.
1 7. l l . Usta savaş pilotu Orgeneral Emst Udet' in Alman hava
savaşının yönetimi konusundaki anlaşmazlık yüzünden
intihan.
25. l ı . Alman İmparatorluğu'nun Antikomintempakt'a
(Bulgaristan, Hırvatistan, Danimarka, Finlandiya, Çin -
Nanking-, Romanya ve S lovakya) katılması.
29. 1 l . Kızılordu' nun güneydoğu cephesindeki karşı saldırısı,
Rostov ' un geri alınışı.
30. 1 l . Stalin ' in Sovyet Genelkurmay Başkanı Mareşal
Şapoşnikov 'un Moskova önlerindeki karşı saldın
operasyon planını onayı.
6. 1 2. Almanların Moskova saldırısı başarısızlığa uğruyor.
Cephenin orta kesiminde Rus karşı saldırısı başlıyor.
8. 1 2. Japonya'nın ABD ve Büyük Britanya'ya savaş ilanı.
Pearl Harbour Çıkarması.
1 1 . 1 2. Alman İmparatorluğu'nun ABD'ye savaş ilanı.
1 9 . 1 2. Feldmareşal von Brauchitsch'in Hitler ile düştüğü görüş
ayrılığı nedeı;ıiyle Ordular Başkomutanlığından istifası.
Hitler, ordullın yönetme işini bizzat kendisi üstlendi.

357
AVRUPA
1 941 Arahk Başı

A T L A S O K YA N U S U

"Miğfer Güçleri"
li!lll Alman lmparatorlul)u ve imparatorluğa bağlı bölgeler

c::I Alman sivil d


i aresi altındaki bölgeler

(:�fü'Afü Alman imparatorluğu tarafından işgal edilmiş bölgeler

lıalya (Arnavutluk ve 1 938'de entegre edilen Libya)

ltalya tarafından işgal edilmiş bölgeler

"Miğfer Güçleri'nin müttefikleri

Finlandiya, Romanya, Macaristan ve Bulgaristan


tarafından işgal edilmiş bölgeler

LJ Tarafsız ve savaşa dahil olmayan devletler

"Müttefikler"
� Sovyetıer Birliği

l'•tt•I Batılı Müttefikler:

��Q'
Büyük Britanya ve kolonileri

Gl2El
Batılı Müttefikler tarafından
işgal edilmiş bölgeler

- 6. 12. 1941 itibarıyla cephe hattı

o 100 200 300 400 500


&<•�·ı
Cigt
ı f':

S O d - T effitorien

358
359
KAYNAKÇA

Accoce, P.!Quet, P.: Moskau wuBte alles. Die entscheidende Nachrichten


verbindung im Zweiten Weltkrieg von OKW über LUCY zu den
Alliierten; Zürich 1 966.
Archivfür Kunst und Geschichte (Hrsg.): Der Überfall. 152 erstmals
veröffentlichte Farbaufnahmen von Beginn des RuBlandsfeldzuges
bis Stalingrad; Berlin, Hamburg l 984.
Bartov, O.: The Eastem Front 1 94 1 - 1 945. German Troops and the
Barbarization of Warfare; London l 985.
Beer, A.: Der Fail Barbarossa. Untersuchungen zur Geschichte der
Vorbereitungen des deutschen Feldzuges gegen die Union der
sozialistischen Sowjetrepubliken, Diss.; Münster l 978.
Bereşkov, V. : leh war Stalins Dolmetscher; München 1 990.
Berghahn, V. R.: Der Streit um die weltanschaulische Führung in der
Wehrmacht 1 939- 1 943. In: Vierteljahreshefte für Zeitgeschichte,
Hft. l , Jg. 1 7, 1 969, s. 1 7-7 1 .
Besymenski, L.: Sonderakte "Barbarossa". Dokumente, Darstellung,
Deutung; Stuttgart 1 968.
Blank, A. S. : Die deutschen Kriegsgefangenen in der UdSSR; Köln 1 979.
Boelke, W. A. (Hrsg.): "Wolt iht den totalen Krieg?" Die geheimen
Goebbels-Konferenzen 1 939- 1 943; Stuttgart 1 967.
Boog, H. u . a.: Der Angriff auf die Sowjetunion; Stuttgart l 983.
Bracher, K.-D.: Die deutsche Diktatur. Entstehung, Struktur, Folgen des
Nationalsozialismus; Köln 1 980.
Buchbender, O . : Das tönende Erz. Deutsche Propaganda gegen die Rote
Armee im Zweiten Weltkrieg; Stuttgart 1 978.
Burda, F. (Hrsg.): Der Zweite Weltkrieg im B ild, Bd. l . Yon Nümberg bis
Stalingrad; Offenburg l 96 1 .
Carell, P.: Untemehmen B arbarossa. Der Marsch nach RuBiand;
Frankfurt/Main 1 973. (Barbarossa Harekatı, 1 94 1 - l 945 Alman
Sovyet Savaşı. Çeviren: Hüsnü Erentok. Sinan Yayınlan
İstanbul 1 973).
Carıier, R.: Der Zweite Weltkrieg, 2 Bde.; München 1 967.

360
Ceci/, R.: Hitlers Griff nach RuB!and; Graz, Wien, Kötn 1 977.
Charles de Beaulieu, W.: Der VorstoB der Panzertruppe 4 auf Leningrad
bis 1 94 1 ; Neckargemünd 1 96 1 .
Cooper, M.: The Nazi War Agaınst Soviet Partisans 1 94 1 - 1 944;
New York 1 979.
Czollek, R.: Faschismus und Okkupation. Wirtschaftspotitisiche
Zietsetzung und Praxis des faschistischen deutschen
Besatzungsregimes in den battischen Sowjetsrepubtiken
wlihrend des Zweiten Wettkrieges; Bertin (Üst) 1 974.
Dal/in, A.: Deutsche Herrscahft in RuB!and 1 94 1 - 1 945. Eine Studie über
Besatzungspotitik; Düssetdorf 1 958.
Deist, W./Messerschmidt, M.!Volkmann, H.-E./Wette, W. : Ursachen und
. Voraussetzungen der deutschen Kriegspotitik; Stuttgart 1 979.
Dulugoborski, W. (Hrsg.): Zweiter Wettkrieg und sozialer Wandel.
Achsenmlichte und besetzte Llinder; Göttingen t 98 l .
Erickson, J.: The Soviet High Command. A Mititary-Politicat History
1 9 1 8- 194 1 ; London, New York 1 962.
Erickson, J.: The Road to Statingrad; London 1 975.
Fleischhauer, ! . : Die Chance des Sonderfriedens. Deutsch-sowjetische
Geheimgesprliche 1 94 1 - 1 945; Bertin 1 986.
Förster, J.: The Wehrmacht and and the War of Extermination Against the
Soviet Union. in: Yad Vashem Studies, Bd. 1 4, 1 98 1 , S. 7-34.
Gosztony, P. : Hitlers fremde Heere. Das Schicksal der nicht-deutschen
Armeen im Ostfetdzug; Düsseldorf, Wien 1 976.
Gosztony, P.: Deutschlands Waffengefıihrten an der Ostfront 1 94 1 - 1 945;
Stuttgart 1 98 l .
Guderiaıı, H.: Erinnerungen eines Sotdaten; Neckargemünd 1 960.
Haldeı; F: Kriegstagebuch. Tligtiche Aufzeichnungen des Chefs des
Generatstabs des Heeres 1 939- l 942, 3 Bde.; Stuttgart t 962- 1 964.
Haupt, W.: Der Kampf im Nordabschnitt der Ostfront, Heeresgruppe
Nord 1 94 1 - 1 945; Bad Nauheim 1 967.
Haupt, W.: Krim, Statingrad, Kaukasus. Bitderbericht der Heeresgruppe
Süd 1 94 1 - 1 945; Friedberg t 977.
Heiber, H. (Hrsg.): Goebbets-Reden, Bd. 2, 1 939- 1 945); Düssetdorf 1 972.
Herwarth, Hans v.: Zwischen Hitler und Stalin. Ertebte Zeitgeschichte
1 93 1 - 1 945; Frankfurt, Bertin, Wien 1 982.
Hesse, E. : Der Sowjetrussische Partisanenkrieg im Spiegel deutscher
Kampfanweisungen und Befehte 1 94 1 - 1 944; Göttingen t 969.
Hildebrand, K.: Deutsche AuBenpolitik 1 933- 1945. Kalkül oder
Dogma?; Stuttgart 1 980.
Hillgruher, A.: Hitlers Strategie. Politik und Kriegsführung 1 940- 1 94 1 ;
Frankfurt/Main 1 970.

36 1
Hillgruber, A.: Die Zerstörung Europas. Beitrage zur Weltkriegsepoche
1 9 1 4 bis 1 945; Bertin 1 988.
Hillgruber, A.: Deutsche Grol3macht - und Weltpolitik im 19. und 20.
Jahrhundert; Düsseldorf 1 977.
Hillgruber, A.: Sowjetische Aul3enpolitik im Zweiten Weltkrieg;
Königstein{fş.: Püsseldorf 1 979.
Hofer, W. (Hrsg.): Der Nationalsozialismus. Dokumente 1 933- 1 945;
Frankfurt/Main 1 982.
Hubatsch, W. (Hrsg.): Hitlers Weisungen für die Kriegsführung 1 939-
1 945 . Dokumente des Oberkommandos der Wehrmacht;
Frankfurt/Main 1 962.
Jackobsen, H.-A. (Hrsg.): Kriegstagebuch des Oberkommandos der
Wehrmacht, Bd. 1 ; Frankfurt/Main 1 965 .
Jiicke/, E.: Hitlers Weltanschauung. Entwurf einer Herrschaft;
Stuttgart 1 986.
Jochmann, W. (Hrsg.): Adolf Hitler. Monologe im Führerhauptquartier
1 94 1 - 1 944. Die Aufzeichnungen Heinrich Heims;
Hamburg l 980.
Jukov, K. G . : Erinnerungen und Gedanken; Stuttgart 1 969. (Anılar ve
Düşünceler. Çeviren: İshak Atasever, Sinan Yayınlan;
İstanbul 1 97 1 ).
Kaıpov, V. : Rul31and im Krieg 1 94 1 - 1 945; Zürich 1988.
Keegan, J.: Der Fal! Barbarossa; München 1 98 1 .
Klee, E. / Dressen, W. (Hrsg.): "Gott mit uns." Der deutsche
Vemichtungskrieg im üsten 1 939- 1 945; Frankfurt/Main 1 989.
Koh/, P. : "leh wundere mich, dass ich !ebe". Sowjetische Augenzeugen
berichten; Gütersloh 1 990.
Krausnick, H.: Kommisarbefehl und "Gerichtsbarkeitserlass B arbarossa"
in: Vierteljahrshefte für Zeitgeschichte, Hft. 4, Jg. 25, 1 977,
s. 683-738.
Krausnick, H. / Wilhe/m, H.-H.: Die Truppe des Weltanschauungskrieges.
Die Einsatzgruppen der Sicherheitspolizei und des SD 1938-
1 942; Stuttgart 1 98 1 .
Leach, B. A.: German Strategy Against Russia 1 939- 1 94 1 ; Boulder 1 983.
Mayer, A . J.: Der Krieg als Kreuzzug. Das Deutsche Reich, Hitlers
Wehrmacht und die "Endlösung"; Hamburg 1 989.
Mende, E.: Das verdammte Gewissen. Zeuge der Zeit 1 92 1 - 1 945;
München, Berlin.
Middeldoıf, E.: Taktik im Russlandfeldzug. Erfahrungen und
Folgerungen; Dortmund 1 956.
Milward, A. S.: Der Zweite Weltkrieg. Krieg, Wirtschaft und Gesellschaft
1 939- 1 945; München 1 977.

362
Moritz, E. (Hrsg. ) : Fail Barbarossa. Dokumente zur Vorbereitung der
faschistischen Wehrmacht auf die Aggression gegen die
Sowjetunion 1940- 1 94 1 ; Berlin 1 970.
Mülleı; N. (Hrsg.): Deutsche Besatzungspolitik in der UdSSR 194 1 - 1 944;
Köln 1 980.
Nekriısclı, A.: Genickschuss. Die Rote Armee anı 22.6. 1 94 1 ; Wien 1 969.
Paııl, W. : Erfrorener Sieg. Die Schlacht um Moskau 1 94 1/42;
Esslingen 1 975.
Philippi, A. / Heim, F. : Der Feldzug gegen Sovjetrussland 1 94 1 - 1 945;
Stuttgart 1962.
Piekalkiewicz, J.: Der Zweite Weltkrieg; Düsseldorf, Wien 1 985.
Piekalkiewicz, J.: Die Schlacht um Moskau; Bergisch Gladbach 1 98 1 .
Reinhardt, K. : Die Wende vor Moskau. Das Scheitem der Strategie
Hitlers im Winter 1 94 1 /42; Stuttgart 1 972.
Reitlingeı; G.: Ein Haus auf Sand gebaut. Hitlers Gewaltpolitik in
Russland 1 94 1 - 1 944; Gütersloh 1 963.
Ruhi, K. J. (Hrsg.): Unsere verlorenen Jahre. Frauenalltag i n Kreigs- und
Nachkriegszeit 1 939- 1 949 in Berichten, Dokumenten und
B ildem; Darmstadt, Neuwied 1 985.
Salisbury, H. E.: Die üstfront. Der unvergessene Krieg 1 94 1 - 1 945. Eine
Bild-Text-Dokumantation; Wien 1 98 1 .
Samsonow, A . M . : Die grosse Schlacht vor Moskau 1 94 1 - 1 942;
Berlin (üst) 1 959.
Schofıeld, C. (Hrsg.): Russland im Krieg; Zürich 1988.
Schtemenko, S. M.: Im Generalstab; Berlin (Üst) 1 970.
Seaton, A.: Der russisch-deutsche Krieg 1 94 1 - 1 945; Frankfurt/ Main 1 973.
Sella, A.: "Barbarossa". Surprise Attack and Communication. In: Joumal
of Contemporary 1 3 , 1978.
Shiliıı, P. A.: Die wichtigsten Operationen des Grossen Vaterllindlischen
Krieg 1 94 1 - 1 945; Berlin 1 958.
Stadtmü/ler, G.: Geschichtliche Ostkunde Bd il; München 1 963.
Stalin, J.: Ü ber den Grol3en Vaterlandischen Krieg der Sowjetunion.
Sowjetische Militiirverwaltung in Deutschland; Berlin 1 945.
Steinert, M. G.: Hitlers Krieg und die Deutrschen. Stimmung und
Haltung der deutschen Bevölkerung im Zweiten Weltkrieg;
Düsseldorf 1970.
Streim, A.: Sowjetische Gefangene in Hitlers Vemichtungskrieg. Berichte
und Dokumente 1 94 1 - 1 945; Heidelberg 1 982.
Streiı, C.: Keine Kameraden. Die Wehrmacht und die sowjetischen
Kriegsgefangenen 1 94 1 - 1 945; Stuttgart 1 978.
Telpııchowski, B. S.: Die sowjetische Geschichte des Grol3en
Vaterlandaschen Krieges 1 94 1 - 1 945; Frankfurt 1 96 1 .

363
Ueberschö.ı� G. R. Si Wette, W. (Hrsg.): ''Untemehmen Barbarossa". Der
deutsche Überfall auf die Sowjetunion 1 94 1 . Berichte,
Analysen, Dokumente; Paderbom 1 984.
Wagener, C.: Moskau 1 94 1 . Der Angriff auf die russische Hauptstadt;
Bad Nauheim 1 965.
Weber, R. W.: Die Entstehungsgeschichte des Hitler-Stalin-Paktes 1 939;
Frankfurt/Main 1 980.
Werth, A.: Russland im Krieg 1 94 1 - 1 945 2 Cilt; München, Zürich 1 967.
Westwood, J. D.: Eastem Front. The Soviet-German War 1 94 1 - 1 945;
New York 1 984.
Whaley, B.: Codeword Barbarossa; Cambridge 1 973.
Yoımg, P. (Hrsg.): Der gro6e Atlas zum Zweiten Weltkrieg;
München 1 974.
Zentner, K.: Illustrierte Geschichte des Zweiten Weltkrieges;
München 1 963.
Zentner, K.: Nur einmal konnte Stalin siegen. Lehren und Bilder aus dem
RuBlandfeldzug; Hamburg l 952.
Zom, G.: Nach Ostland geht unser Ritt. Deutsche Eroberungspolitik
zwischen Germanisierung und Völkermord; Berlin 1 980.

Akten zur deutschen auswiirtigen Politik 1 9 1 8- 1 945; Bonn 1 964.


Eine Schuld, die nicht erlischt. Dokumente über deutsche
Kriegsverbrechen in der Sowjetunion; Köln 1 987.
Geschichte des GroBen Vaterlandischen Krieges der Sowjetunion in 6
Banden; Berlin (üst) 1 963.
Die Wehrmachtsberichte 1 939- 1 945, Bd. 1. l . September l 939 bis 3 1 .
Dezember 1 94 1 ; München 1 985.

364
FOTOÖRAF KAYNAKÇASI

C. Bertelsmann Yayınevi , bu kitabın hazırlanmasında kullanılmak


üzere fotoğraf ve belgelerine ulaşılmasına izin verdiklerinden ötürü bütün
arşivlere, fotoğraf ajanslarına, özel kişi ve ZDF'ye teşekkür eder.

Kısaltmalar: Ü stte (ü), altta (a), ortada (o), solda (s), sağda (sğ)

Emst Klee Arşivi:


1 36, 1 78 (as), 1 93 (ü).
Dönemsel Tarih Kütüphanesi, Stuttgart:
8 1 (üsğ), 8 1 (as), 8 1 (ao), 1 59, 279 (ü), 337.
Prusya Kültür Hazinesi Fotoğraf Arşivi:
23, 1 52, 1 64 (a), 1 77 (ü), 1 77 (a), 1 88 (a), 235 (ü).
Federal Arşiv, Koblenz:
79, 96, 1 07 (üs), 1 1 0 (üs), 1 1 0 (as), 1 1 0 (asğ), 1 1 8 (asğ), 1 24 (a), 1 26 (as),
1 30 (ü), 1 32, 1 34 (a), 1 35 (a), 1 44 (ü), 1 66 (a), 1 68 (o), 1 7 8 (üs), 1 78
(üsğ), 178 (os), 1 7 8 ( asğ), 246, 254, 257 (as), 267 (as), 272 (as), 272
(asğ) 328 (sğ),
Avrupa Fotoğraf Arşivi:
28 (a), 89 (a), 1 53 (a).
C. Heinrich:
88 (a), 1 08, 1 29, 1 67, 1 68 (ü), 1 82 (asğ), 1 99 (a), 2 1 0 (a), 288(a), 289 (ü),
293 (as), 293 (asğ), 295 (üs), 3 1 8, 326 (s).
Jürgens Fotoğraf Ajansı:
279 (a), 3 1 1 (ü), 3 1 2 (ü), 3 1 2 (a).
Keystone:
69, 1 34 (ü), 234.
J. Piekalkiewicz:
25, 26, 29 (ü), 32 (ü), 46 (a), 5 1 (a), 54, 55, 75 (ü), 75 (o), 75 (a), 8 1 (üs),
81 (üo), 81 (asğ), 88 (üsğ), 89 (ü), 95 (ü), 1 02 (üs), 1 02 (üo), 1 02 (a), 1 07
(üsğ), 1 1 4, 1 1 7, 1 1 8 (üs), 1 1 8 (as), 1 24 (ü), 1 25 (s), 1 26 (ü), 1 26 (asğ),

365
1 28 (a), 1 33 (ü), 1 33 (a), 135 (ü), 142 (a), 1 43 (ü), 143 (a), 1 44 (a), 145
(a), 1 47, 149, 1 54 (üsğ), 1 55 (a), 1 66 (üs), 1 68 (a), 1 73 (ü), 1 73 (as), 1 74
(ti), 1 74 (a), 1 75, 1 82 (üs), 1 82 (üsğ), 1 82 (as), 1 88 (ü). 1 9 1 , 1 93 (a), 1 98,
202 (ü), 202 (a), 206, 209 (a), 2 1 0 (il), 2 1 5 , 2 1 6 (a), 244 (il), 267 (asğ),
27 1 (ti), 27 1 (a), 272 (il), 277 (üs), 277 (os), 277 (as). 277 (ilsğ), 277
(asğ), 278 (ü), 278 (a), 280 (ti), 280 (a), 284, 288 (il), 302 (il), 302 (a),
303, 306 (a), 3 1 O (ü), 326 (asğ), 328 (s), 330, 33 1 (ti), 338 (üsğ), 338 (üs),
342 (ti), 343 (s), 344, 347, 348.
Sven Simon Basın Ajansı, Bonn:
8.
Özel Arşivler:
36, 38, 40, 45, 49, 5 1 (üs), 5 1 (osğ), 5 l (üsğ), 56, 58, 60 (ü), 60 (os), 60
(osğ), 60 (as), 60 (asğ), 61 (ti), 6 1 (o), 61 (a), 63, 70, 76 (ü), 80, 85, 90
(ti), 90 (a), 92, 98, 1 00, 1 03, 1 05, 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 6, 1 1 9, 1 20 (ti), 1 25 (üsğ),
1 25 (osğ), 1 25 (asğ), 1 27, 1 37 (üs), 1 37 (üsğ), 1 37 (a), 1 39, 147, 1 50, 1 54
(üs), 1 54(os), 1 54(as), 1 54(as), 1 54(asğ), 1 55, 1 60 (ti), 1 62, 1 64 (sğ), 1 69,
1 70, 1 79, 1 84, 1 92, 1 96 (s), 200, 20 1 , 2 1 2, 2 1 3 (a), 235 (a), 244 (a), 245
(a), 250, 252 (üs), 252 {asğ), 262, 264, 265, 26 1 , 266 (ü), 269 (ti), 275,
28 1 , 283 (a), 285 (ü), 289 (a), 298, 30 1 , 304, 306 (üs), 306 (üsğ), 307,
309 (ü), 320, 322 (s), 322 (sğ), 323, 327, 338 (a), 339, 345, 346.
Hans Schürer:
1 23, 209 (ü), 224, 252 (asğ), 257 (asğ), 293 (il), 295, 33 1 (a).
Süddeutscher Yayınevi:
65, 88 (üs), 1 07 (a), 1 65 (ü), 299, 3 2 1 (ü), 321 (a).
Ullstein Fotoğraf Servisi:
43, 50, 1 4 1 , 142 (ti), 145 (ü), 1 53 (ü), 1 65 (a), 1 66 (üsğ), 255, 266, 273,
325, 326 (ü).
ZDF (Alman İkinci Devlet Televizyonu) Arşivi:
22, 32 (a), 37, 52, 53, 67, 68, 73, 74, 76 (a), 82, 84 (ti), 84 (a), 9 1 , 94, 95
(a), 1 0 1 , 1 06, 1 1 3, 1 20 (a), 1 28 (ü), 1 30 (a), 1 3 1 , 1 56, 1 60 (a), 1 63, 1 64
(üs), 1 73 (asğ), 1 76, 1 9 1 , 1 96 (üsğ), 1 96 (osğ), 1 96 (asğ), 203, 2 1 1 , 2 13
(ü), 2 1 4, 2 1 6 (ü), 2 1 7, 2 1 8, 2 1 9 220, 22 1 , 222, 225, 226 Ü), 226 (a), 228
(ü), 228 A7, 230, 23 1 , 232, 233, 237, 239, 243 (ü), 243 (a), 245 (ü), 249,
256, 257 (ü), 258, 260, 267 (üs), 267 (üsğ), 268, 283 (ü), 285 (a), 287,
292, 294, 295 (as), 296 (ti), 296 (a), 3 1 0 (a), 3 1 1 (a), 3 1 3, 3 1 5, 3 1 6, 3 1 7,
336, 34 1 , 343 (üsğ), 349.

Haritalar: Adolf Böhm

366
Guido Knopp
STALİNGRAD -DERS VE UYARI
Çeviren: A. Önder Seçkin

1 9 A ğ u s tos ' t a A l m a n p a n ze r ve p iy a d e t ü me n l e r i n i n
Stalingrad' a geniş çaptaki saldırısı başladı. 8 Kasım'da Hitler
şunları söylüyordu:
"Volga ' y a gelmek istiyordum. Ancak belirli bir yere ve
şehire. Rastlantı olarak bu şehir Stalin adını taşıyor. Ancak sırf
bu nedenden dolayı oraya yürüdüğümü düşünmeyin. Çünkü
orası çok önemli bir noktadır. Onu almak istiyordum ve siz de
biliyorsunuz, biz buraya çağırıldık. Yani ona sahibiz. Orada
sadece birkaç küçük yer var."
Ancak "bu küçücük yerlerde" Kızılordu askerlerinin sert
d irenci y l e karş ı l aş t ıl ar. 1 9 K as ı m ' dan 22 K as ı m ' a kadar,
Kızılordu sokak savaşlarında tükenen 6. Ord u ' nun kanatlarını
yardı ve çembere aldı .. Hitler 'in emri: "Savunma mevzilerine
çekilmek . . . dayanmak! " olacaktı. Yetmiş beş gün boyunca bu
umutsuz savaş ev ev, sokak sokak devam etti.
Kasım ayında çember içine alınmış olan yaklaşık 250 bin
Alman askerinden 35 bin kadar yaralı ve hasta, nakledildi. 1 20
binden fazlası vuruldu ya da açlıktan öldü. 90 bini esir düştü.
Sadece 6 bini yurduna dönebildi.
B u kitabın ağırlık noktasında, yaşamlarında açıkça anılarını
anımsayan d ü z i nelerce tanık b u l u nuyor. B u nlar ara s ı nda o
zaman sıradan kadın, erkek - ve çocuk olan kişiler olduğu gibi,
tanınmış kişiler de var.
Stalingrad uyarıyor: B u lanet savaşta yenenler, yenilenler­
den daha az acı çekmedi. B ir zamanların Sovyetler B irliği'nde­
ki dul asker eşleri ve eski savaşçılar bu konuda pek çok trajik
öykü anlatırlar. Bu arada d ünyada Kab i l , D a ğ l ı k Karabağ
Bölgesi, Saraybosna, Güney Osetya, Filistin, Soweto vb. yeni
"Küçük Stalingrad"lar ortaya ç ıktı.
Abluka sırasında yürek parçalayıcı bir biçimde açlıktan ölen
Leningradlıların anısına Piskarov Mezarlığı 'nda bir yazıt bulun­
m a k t a d ı r. Bu yazıtta "Kimse unutmasın, hiçbir şey
unutulması n" yazıl ıdır. B u s ö z Stalingrad 'da ölen Sovyet ve
Alman vatandaşları için de geçerlidir. Bu kitap onların anısına
sunulmuştur.

367

You might also like