Professional Documents
Culture Documents
Basın
BİLİM KURGU - 09 / 02
ANDROİDLER RÜYALARINDA
HAYIR UZLAŞMAYALIM !
Son yıllarda, yazarlarımızın, objektiflere ve kameralara medya yıldızları gibi pozlar verdikleri hiç
dikkatinizi çekti mi?
Oysa eskiden, hafif mahçup bir ifade ile gözlerini kaçırırlardı , objektiflerden , kameralardan. Gerçi
o zamanlar, imagemaker lar, reklam kampanyaları, popülerlik gibi kavramlara uzaktılar. Objektiflerin
karşısında onları, aydın sorumluluğuyla, ortaya koydukları toplumsal pratiklerle görebilirdik.
21. yüzyılın başında Türkiye yazını, üç parçalı bir çıkışsızlık içinde: Yayınevi, yazar ve okur.
Yayınevlerinin tercihlerini sözde okurlar belirliyor. Oysa okurlar, basılıp, kendilerine ulaşabilen
ürünlerden, en çok reklamı yapılanlar içinden tercih yapma durumunda. Yazarlar ise, genelde
toplumdan, yaşadığı dünyadan ve okurdan neredeyse kopuk bir sanal alemde yaşamakta.
BBG evlerinin, paparazzi yaşamların, pop kültürün ve piyasanın herşeyi belirlediği bir ortamda
edebiyatın gerçekleri anlatmak için çok daha yenilikçi, radikal biçimler bulma sorumluluğu var.
Sanallaşan yaşamlardan okuru "gerçek" hayata çekmek, edebiyatın önünde etik bir görev olarak
bekliyor.
Uzun süredir, sahte uzlaşma, dialog, barış söylemleri medyanın bombardımanıyla egemen
söylemi oluşturdu. Kamusal alanın jönlerinin oynadığı bu komediyle, kitlelerin zihnine yönelik sürekli bir
güdüleme amaçlanmaktadır. Gerçekte, toplumun en ince dokusuna kadar uyumsuzluk, eşitsizlik ve
kaos hüküm sürerken uzlaşmadan, barıştan bahsetmek ve bunu çağdaş toplumun yapıtaşı ilan etmek
soytarılıktır!
Nesnellik haline getirilen kavramlarla uyuşmak, uzlaşmak yazarı çağının tanığı yapabilir mi?
Eleştirinin keskin uçlu kılıcını paslandırmak niye?
Benzer süreçlerde batıda egemenleşen palyaçoluklara karşı alt kültür bayrak açtı. Punk
örneğindeki gibi kısa sürse, egemen olamasa dahi, yarattığı saldırgan, kötümser, eleştirel ruhun etkisi
uzun döneme damgasını vurabilmiştir (her ne kadar çoğunluğu nihilizmi aşamamışsa da). Taklit etmeyi
önermiyoruz. Öncelikle kendi alternatif soluğumuzu oluşturacak araçları tespit etmeliyiz.
Egemen söyleminin güdümünde gelişen kültürel şaklabanlıklara karşı panzehir, tüm olası
dünyaların ve insanlık varoluşunun sorunlarını sırtlayan bilim kurgu sanatıdır.
Köy romanı, küçük burjuva romanı, küfür romanı, kitsh, postmodern oyun edebiyatı ve
benzerlerinin hepsi artık çöpe atılmalıdır! Genel beğenin hakkı sert bir tokattır!
Zamandan ve mekandan bağımsız olabilen bilim kurgu yapıtları dünyayı daha yaşanılır, mutlu ve
eşit hale getirmek için var olan olanakları ve olanaksızlıkları okura tartıştırarak , onları geleceğe yönelik
düşünce ve eyleme kışkırtırlar.
Geçmiş ve bugüne tutsaklık zincirini, gelecek felsefesi ve eylemine açılan bilim kurgu kıracaktır!
-2-
YAYIN DÜNYASINDAN BİLİM KURGUSAL HABERLER
-3-
OCAK 2001 : İzmir'in ilk bilim kurgu söyleşisi 21 katılımcı ile gerçekleştiriliyor. Gündem,
tanışma ve katılımcıların bilim kurgu ile ilk temasının öğrenilmesi. Bu ilk söyleşide gerek söyleşi
mekanı Fahrenheit 451 Kitap - Kafe' yi daimi olarak tahsis etmesi, gerekse birbirinden kopuk
bilimkurgu severlerle diyalog kurarak, ortak etkinlikte yanyana gelmelerine ön ayak olan Akil
Başyıldız' ın payı büyük. Başyıldız, Ankara'da Sezer Erkin Ergin ile kulüp çalışmalarında aktif
yeralmış ve öyküleri 70' li yıllarda X- Bilinmeyen bilim kurgu dergisinde yeralmıştı.*
ŞUBAT 2001 : Katılımcılar kendi bilimkurgu tanımlarını yaptılar. 2.söyleşi ile yazarların
katılımları da başladı. İzmir'li öykücü Gurur Ası katılımcılar arasına girdi. Ası' nın Cam Dünya adlı
öykü kitabı Atılgan yayınlarından çıkmış ve ayrıca öyküleri çeşitli dergilerde yeralmıştı.
2 MART 2001 : Gündem, yeni katkılarla bilim kurgu üzerine sohbet. Felsefe öğretmeni Zekiye
Keskin' in, günümüz kaosu ve bilimkurgunun misyonu üzerine açtığı tartışma gündemde ağırlıklı
olarak yer buluyor.
0
NİSAN 2001 : İlk "önceden hazırlıklı" gündem sunumu. Konu, Dünya Bilim Kurgu Kısa
0 Kronolojisi. Aktaran, Rafet Arslan. Söyleşi katılımları Can Eryümlü, "Alkışlı Yorum" adlı bilim
kurgu tiyatro oyunu ile ödül alan Deniz Yıldırım, çeşitli internet adreslerinde bilim kurgu üzerine
1 yazan Murat Göç ile büyüyor. Can Eryümlü, Le Guin ve F. Pohl çevirilerinin yanında bir öykü
kitabı ve iki romana imza atmıştı. Ayrıca gündemli her söyleşi için video kaydı başlatıldı.
- MAYIS 2001 : Gündem, Bilim Kurgu ve Postmodernizm. Aktaran Mustafa Suyolcu. Söyleşi
HAZİRAN 2001 : Gündem Türkiye Bilim Kurgu tarihi. Aktaran Cahit Orpak. Ayrıca Atılgan
0 bilim kurgu dergisinin kaptanı Bülent Akkoç' un aracılığıyla öykü çevirileri bilim kurgu dergilerinde
yeralan Cem Avcı söyleşi katılımcıları arasına giriyor. Her ayın son pazarı değişmez söyleşi tarihi
0 olarak netleşiyor.
2 TEMMUZ 2001 : Gündem Dünya Bilim Kurgu Sineması. Aktaran Mustafa Suyolcu. Akil
Başyıldız' ın Meiles' in 1905 tarihli Ay' a Yolculuk fiminden gösterdiği kısa parça naifliği ile
söyleşiye renk katıyor.
AĞUSTOS 2001 : Gündem Fransız Bilim Kurgu Edebiyatı ve Sineması. Aktaran Mersin
Operasından Asım Seyhan. Gündemin ardından 1968 tarihli ilk Maymunlar Gezegeni filmi izlenip,
İ tartışılıyor.
EYLÜL 2001 : Gündem Bilim Kurgu ve Teknoloji. Aktaran Efe Gökdoğan. Tüm söyleşi
Z katılımcılarının ücretsiz faydalanabileceği ortak bir kütüphane oluşturuldu.
M EKİM 2001 : İlk ortak gündemli söyleşi. Konu, Rus Bilim Kurgu Edebiyatı ve Sineması.
Aktaranlar Mustafa Suyolcu ve Rafet Arslan.
İ KASIM 2001 : Gündem Bilim Kurguda Kadın ve Kadın Bilim Kurgu Yazarları. Aktaranlar
R Alev Aksakal ve Hilal Demir. Söyleşide özellikle yapılan feminist bilim kurgu tanımı üzerinden
tartışma büyüyor.
ARALIK 2001 : Konu Bilim Kurgu ve Felsefe. Aktaranlar felsefe öğretmenleri Nur Pınar
Anlatıcı ve Zekiye Keskin. okulunda daha sonra idarece gereksiz bulunup kapatılan felsefe kulübü
etkinlikleri içinde Pınar Anlatıcı Arayış adlı fanzine imza atmıştı.
* İlk söyleşi katılımcı listesi : Ayben Ünal, Madran Burçak, Rafet Arslan, Caner Aydemir, Cahit Orpak,
Mustafa Suyolcu, Filiz Yurdakul, Gökhan Arslan, Efe Gökdoğan, Erkin Gezgin, Selahattin Umdu, Akil
Başyıldız, Yusuf Yurdakul, Belgin Başyıldız, Özden Koca, Nur Pınar Anlatıcı, İsmail Yıldız, Demet
Sümerlioğlu, Erkan Türk, Argun Başer, Ayşegül Başer, Hakan Bey.
-4-
OCAK 2002 : Konu bir yılın değerlendirilmesi ve yeni yılda yapılacak etkinlikler. Esmer Mavi
dergisini çıkaran Ubeyt Deniz söyleşiye katılıyor. Esmer Mavi dergisinin Kasım 2001 tarihli ilk
sayısında Rafet Arslan’ ın Bilim Kurgu Sineması üzerine bir makalesine, mart 2002 tarihli
B
sayısında ise Pınar Anlatıcı’ dan bir şiire, Akil Başyıldız’ ın Çift El, Asım Seyhan’ ın Ay Işığı Sonatı
adlı bilim kurgu öykülerine ve Rafet Arslan’ ın Bilim kurgunun misyonu üzerine bir makalesine yer
verilmişti. İ
Can Eryümlü 'nün Son Antlaşma adlı bilim kurgu romanı Alt kitap adlı internette yayıncılık
yapan sitede yayınlandı. Son Antlaşma bir Türk yazarın ilk e- kitabı ve aynı zamanda ilk bilim
kurgu e- roman.
L
ŞUBAT 2002 : Konu Philip K. Dick ve ilk olarak ikiden fazla katılımcı ortak bir sunum İ
hazırlıyor. Efe Gökdoğan, Mustafa Suyolcu, Cem Avcı ve Rafet Arslan P. K. Dick' in romanlarına
eğilirlerken, 9 Eylül sinema - televizyon bölümünden Ufuk bey de Blade Runner filmini inceledi. M
Atılgan bilim kurgu dergisinde öyküsü yayınlanmış Şenol Sert' de söyleşi katılımcıları arasına girdi.
MART 2002 : 03.02.2002 tarihinde, F 451 Kitap- Kafe'de Murat Şermet ve Halil İbrahim
Balkaş eserlerini İzmir' li bilim kurgu severlere tanıttılar. İbrahim Balkaş 1987 yılında çocuklara
yönelik bilim kurgu kitabı “Yedi İklimin Çocukları” na, 2001 yılının başında da “Yıldızlar Işıyacak”
K
adlı bilim kurgu romanına imza atmıştı. İzmir' li yazar Balkaş sürekli söyleşi katılımcıları arasına
girdi. Üç Bin Yıl öyküleri üçlemesinin ilk kitabı "İlk Özgürler" i 2000 yılında yayınlayan Murat
U
Şermet ise eserin bir roman, bilim kurgu yada ütopya olmaktan çok sürdürülebilirlik üzerine kurulu
bir gelecek seçeneği olduğunun altını çizdi. Ayrıca 20 kitabını söyleşi katılımcılarına hediye etti. R
Ay sonundaki söyleşide ise konu Jack London' ın bilim kurgu eserleriydi. Sunumu Gökhan
Arslan ve Atalay Yılmaz yaptılar. Yoğun geçen Mart ayının diğer bir sürpriz katılımcısı ise İzmir' li G
yayıncı - yazar Bülent Habora' nın söyleşi katılımcıları arasına girmesiydi. Habora 70' li yılların
başında Türkiye bilim kurgusunun öncüsü Sezer Erkin Ergin' in İstanbul' daki bilim kurgu U
severlerle temasını sağlamıştı. Ayrıca Habora' ya “X- Bilinmeyen Evren” dergisinin akıbeti soruldu.
NİSAN 2002 : Sürekli söyleşi katılımcılarından konservatuar hocası Mustafa Suyolcu' nun
dört öğrencisi dinleyicilere güzel bir gitar resitali verdi. Dinletiden sonra bilim kurgu üzerine
sohbete geçildi.
E
MAYIS 2002 : Bülent Habora ve Mustafa Suyolcu'nun bilim kurgu üzerine yazdığı metinler
T
okundu ve tartışıldı. Ayrıca bölgesel yayın yapan 93.5 Batı radyoda Akil Başyıldız'ın hazırlayıp
sunduğu bilim kurgu radyo programı fahrenheit 451 yayına başladı. Program her ayın son K
Cumartesi günü yayınlanıyor.
İ
HAZİRAN 2002 : Konu antiütopyalar , sunan Gözde Arıkut. Akil Başyıldız'ın hazırladığı ikinci
radyo programında bilim kurgu tarihi bölüm bölüm verilmeye başlandı ve Ayşegül Başer' in N
Dürremant' tan çevirdiği "Oğul" adlı öykü seslendirildi.
TEMMUZ 2002 : Bilim kurgu üzerine sohbet yapıldı. Bölgesel Yeni TV de bir programa
L
konuk olan H. İbrahim Balkaş eserlerini ve bilim kurgu söyleşilerini izleyicilere tanıttı. 3. radyo
programında Rafet Arslan ve Asım Seyhan, Akil Başyıldızın konuğu oldular. Ayrıca Asım
İ
Seyhan'ın kendi sesinden bir öyküsü dinleyicilere sunuldu.
K
AĞUSTOS 2002 : Bilim kurgu üzerine sohbet yapıldı.Ayrıca 28.08.2002 tarihinde
Ankara'dan Sezar Erkin Ergin İzmir'i ziyaret edip, bilim kurgucu dostlarıyla hasret giderdi ve yeni L
bilim kurgucularla tanıştı.
E
R
İ
-5-
YENİ BİR SANAT MI ?
Mustafa SUYOLCU
Daha da zoru tüm bunlardan sorumlu olan/lar kim/ler neden her şey böyle ? Beni yaşamaya, tüm
dert, tasa, endişe, sevgi, nefret, güzellik, çirkinlik vb soyut, somut her türlü duygu ve edimlerle birlikte
var olmaya ikna eden şey nedir ?
Yaşamımızın her anında bu ve benzeri sorulan hemen herkesin kendine sorduğunu, bunlara
cevaplar aradığını, şu veya bu biçimde de bulduğunu öğrenmem beni müthiş bir gurur ve aynı zamanda
da, büyük bir sıradanlık duygusuyla doldurmuştu. Zamanla, bu soruların mutlak cevaplarının, en
azından daha uzun bir süre için, olamayacağım öğrenmek de beni büyük şaşkınlıklara sürüklemişti
Birçok insan, çevresinde olan şeylerin neden öyle olduğunu, şu veya bu şeyin neden öyle yapıldığını
merak eder buna dair sorular sorar. Bazı insanlarsa, daha ileri giderek bu şeylerin nasıl yapılması
gerektiği üzerinde durur çözümler üretir daha yeni, daha zor sorular sorar. Bu döngü zekanın ve ilk
sorunun düşünülmesinden beri, giderek artan bir hızla sürmekte. Tüm bu ve şaşılası çokluk ve
zorluktaki soruları kendine iş edinen, bunları çözmek, en azından daha anlaşılır kılmak için uğraş veren
bir "sanat dalı" olduğunu öğrendiğim zaman, içim mutluluk ve o zamanlar pek adlandıramadığım,
şimdilerde çok emin olduğum, insanlık gururu ile dolmuştu.
Söz konusu "sanat dalı" BK. (Bilim-Kurgu). Sanat dalı tanımını kullanmanın, özellikle ilk anda,
oldukça yadırgatıcı olduğunun farkındayım. Ama şöyle yaklaşıyorum, en temel anlamda sanat, ince
duyguları, düşünceleri anlatmakta kullandığımız bir araç değimlidir ? Sanat dalları neler deyince hemen
hatırladıklarımız, müzik, resim, yazın, yontu, tiyatro, fotoğraf ve sinema. Bunlar doğal olarak her zaman
bu sayıda değildiler zaman içinde gelişen, değişen ince duygu ve düşünceler, teknoloji, yaşam tarzı bu
sanat dallarını oluşturdu. Yeni bir sanat dalının zamanı artık. Bu, yaşamımıza, teknolojimize,
uygarlığımıza daha uygun olan, bu zamanın ince duygu ve düşüncelerini diğer sanat dallarına göre
daha iyi yansıtabilen daha karmaşık bir yapıya sahip olan bir sanat dalı olmalı. Bünyesinde yazını,
müziği, tiyatroyu, sinemayı, yontuyu, fotoğrafı, resmi kendine özgü yöntemlerle işleyebilen dev bir yapı.
İnsanı, evreni var olan hemen her şeyi geçmişi, bugünü ile sorgulayan ve yarınını oluşturmada yol
gösterici olabilen bir sanat dalı. İnce duygu ve düşüncelerimizi sadece anlatmakla yetinmeyip onları
daha geliştirebilen, geçmişten, bugünden, yakın ve uzak gelecekten olası alternatiflerden bahsedebilen
bir sanat dalı olmalı. Bu BK.
Bu yazıyı düşünmeye / yazmaya başlarken ilk adımlarımı, ana akım, tür, alt tür gibi kavramlar
üzerine yoğunlaştırmaya çalışarak ve BK' yu salt yazın olarak gözlemeye, incelemeye çalışarak
atmıştım. Olmadı. Bu çerçeve içine sığdıramadım. Günümüz insanının yaşamı, sanatı, entellektüaliteyi
algılaması, yaşama geçirmesi o kadar farklı bir şekil ve yöntemler bütünü halinde ki eski anlayış ve
yaklaşımlar yerlerinde büyük huzursuzluklarla dalgalanmakta biçim, boyut içerik değiştirmekteler.
Eskinin mimari, müzik, tiyatro vb. anlayışları tümden değişti ve değişmekte, kişinin kendini,
düşüncelerini, toplumu ifadesinin en yeni yöntemlerinden biri olan sinema bile değişti ve değişmekte.
BK. tüm bu hareketliliği ve değişimleri hatta fazlasını, hem geçmiş hem de gelecek gerçeklik ve
alternatifleriyle, yaratarak, önererek ve birey, bireyler, toplum ve toplumlar düzeyinde ve onlar
tarafından yeniden üretmeye, geliştirmeye açık bir halde sunmakla. Hem sanatı hem yaşamı. Ve
ayrımsız olarak herkes için. Bunu gerçekleştirmek için gerekli tüm araçlara sahip ve yine herkes için.
Çünkü bunlar çok basit araçlar. Yaşananlar ve yaşamak istediklerimiz BK' nün temel araçlarıdır.
Yaşam, özellikle zeki yaşam evrenimizdeki en önemli ve vazgeçilmesi en olanaksız şeydir. Nasıl bir
yaşam istediğimizde. Bu nedenle yaşamı tasarlamak gerekir, kişileri toplumları dolu ve mutlu
kılabilecek bir edimdir tasarlama, ve zorlu bir uğraş. Geçmişte olanı şimdide olanı bilmeyi, sorgulamayı
- 6-
gerektirir, farkındalığı, umursamayı, önem vermeyi ve devasa bir hayal gücünü.
Yaşamı, özellikle zeki yaşamı sürdürmek, geliştirmek birbiriyle bağlantılı çok sayıda şeyin bir
arada bir bütün olarak varolmasıyla olanaklı. Bilim, sanat, teknoloji, toplumsal ilişkiler, din, ekonomi,
ekoloji vb. Tek bir bireyin tüm bu karmaşık yapıyı algılaması özümlemesi ve üretime geçmesi
düşünülemez. Birlikte ve uyum içinde hareket etmek bir zorunluluktur. Yaşamı tasarlamak bir
zorunluluktur, dev bir sanattır. Bu edimi gerçekleştirmek, daha önce de bahsettiğim araçları gerektirir.
Geçmişte olanlar bugünümüzü oluşturan olaylar hakkında yapabileceğimiz bir şey yok artık ancak
bizler geçmişimizin birikimleri ile şimdimizi oluşturmuş ve geleceğe doğru durmaksızın ilerleyen
varlıklarız. Nasıl bir gelecekte varolmak istediğimizi hesaplamak, kurmak, gerçekleştirmeye çalışmak
konusunda oldukça özgür sayılabiliriz. İşte bu noktada BK. yaşamımızdaki her şeyi tasarlamaya en
yetkin ve donanımlı araç olarak karşımıza çıkmakta. Sorgulamaları ve önerileri, geçmişi, şimdiyi
anlamaya geleceği tasarlamaya yönelik gereksinim duyduğumuz araçları bize sunmakta.
Bu düşüncelerim ve yaşamın, özellikle zekanın, doğası gereği her zaman geleceğe doğru
ilerleme zorunluluğu nedeniyle, BK. yu bir tür, alt tür veya ana akım olarak değerlendiremiyorum.
Şimdiden başlayarak bir az sonrayı, yarını, gelecek ayı, yılı, yüz yılı düşündüğümüz, tasarladığımız
sürece hepimiz birer BK. cu olarak varlığımızı sürdüreceğiz.
Yoculuğa Çağrı
C. BAUDELAIRE
Selahattin UMDU
-7-
İLK ÇİZGİ
Asım SEYHAN
Ağaçlar yuva oldu bir süre. Kovuklarda paylaştılar gecenin ıssızlığını, sözsüzlükleriyle.
Mide gurultuları sessizliklerini bastırdı. Birlikte avlandılar, yediler. Karanlık mağaraların
soğuğunda birlikte titrediler. Hayatta kalmayı öğeniyorlardı usul usul. Bir nehrin yatağını
açması gibi. Ateşin yakışını, buzun ürpertisini hissettiler, meraklıydılar. Öğreniyorlardı. Sürüne
sürüne, denize kavuşmaya çalışan nehrin çoşkusuyla. Baharda doğumu, yazda büyümeyi,
sonbaharda olgunlaşmayı, kışta derin uykuyu farkettiler; nererdeyse ölüme yakın.
Yağmur! Bitkilerin hasretini gördüler. Suya yakın bir yere yerleşmek, çok uygundu. Yeni
yuvalarını buraya kurdular. Ve toprağı döllediler. Beklediler; tohumdan daha sabırsızdılar.
Avlanıyorlardı, tuzağı icad ettiler. Canlı hayvanları beslediler. Böylesi daha iyiydi. Ama
daha iyi birşey oldu, hayvanlar ürediler. Avlanmanın tehlikesi ve eziyeti geride kalmaya
başladı. Yeni yuvaları birlikteliğin tadını kattı hayatlarına. Öğreniyorlardı. Artık, toprağı ekiyor,
hayvanları besliyorlardı. Doğayı dönüştürüyorlardı (hükmetmenin başlangıcı) yavaş yavaş.
Birlikteydiler, toprağı işlerken, hayvan yetiştirirken, tüketirken. Paylaştılar. Ta ki biri, toprağa bir
sınır çizene kadar! “Burası benim” in ilk çizgisi.
Sonra, ateş yakıldı, tekerlekler döndü, yazı yazıldı, yazılar okundu, yazan yakıldı, okuyan
ezildi, para basıldı, Spartaküs ayaklandı, Musa tabletleri kırdı, İsa diğer yanağını döndü,
Muhammed kılıç kuşandı. Tanrı yaratıldı, tanrı öldürüldü. Raskolnikov cinayet işledi,
Quasimodo bildiri bastı matbaada, Savaş ve Barış yazıldı, silahlara veda edilmedi. Bayraklar
dikildi, gezegen paylaşıldı, petrol paylaşılamadı. Külleri yağdı atom bulutlarından çocukların.
Alternatif akım bulundu, elektirikli sandalye yapıldı. Aya bayrak dikildi, küçük adımların, büyük
kibri yaşandı. Savaşlar soğudu, yüreklerde. Ta ki birileri cehennemin kapısını aralayana kadar.
“Gezegen’ in tapusu bizim” in doyurulamaz açlığı.
Şimdi, parlak paçavralarının sardığı vücüdunda, her türlü paraziti taşıyan insan (!),
türünden geriye kalan milyarlarca çürük kemik üzerinde, bir lokma yiyecek arıyor, ağaçtaki
atalarından bihaber.
-8-
Batı radyo’ da Akil Başyıldız’ ın hazırlayıp sunduğu Bilim Kurgu programından örnek bir bölüm
olarak 27 / 07 / 02 tarihli üçüncü programdan, bilim kurgunun türleri ile ilgili bölümü başlık ekleyerek
aynen yayınlıyoruz.
Akil BAŞYILDIZ
Bilim kurgucular niçin yazıyorlar? Dünya hep iyiye doğru mu gidiyor? Yolunda gitmeyen şeyler
varsa, bunlar gelecekteki bizleri ya da bizden sonraki nesilleri kötü etkileyebilir mi? Etkileri nasıl olur?
Ya da daha yaşanası bir dünya nasıl olur? Bu gibi ucu açık sorular, hep bilim kurgunun kapsamındaki
sorunlardır. Değişik bilim kurgu anlayışları vardır. Şöyleki ;
1- Yazar bugünkü asal bilimleri kurguyla geleceğe uzatır. Henüz varolmayan bilim ve teknoloji
temelli bir dünya kurar. Okunacak bu tür eserde bilimi ön planda hemen hissedersiniz. Bu eser bir bilim
kurgudur.
3- Ütopyalar : Düş ülkeler. M. Ö. 300 lerden Platon'un Devlet'inden beri yazılmış, her yazana göre
değişiklik gösteren ideal toplum yaşamı. Ütopyalar bilim kurgudurlar. Ayrıca ütopyalar, çölde seraptırlar.
Onları okumak az da olsa yüreğimize serinlik verir.
4- Karşı Ütopyalar : İp uçları şimdiki zamanda belli, var olan kötü gidişi tesbit eden yazarların
bunları gelecek boyutlarında işlemeleri. Görselliğin giderek artacağını ve kitap okumanın azalacağını
yıllar öncesinden gören F. 451' in yazarı Ray Bradbury gibi.
-9-
Gurur ASI
Çiş kokulu bir sabah
Karşı kaldırımında sokağın
Bir kadın, sessizce ağlıyordu
Yıl 2020
insanların gözünde koyun karası
Beklentiler inci gibi dizi dizi
Pespembe görülen bir düş müydü?
Karşı kaldırımında sokağın
Niçin, nasıl becerilecek
Ejderler kanatlarını soluklarıyla ne zaman sülfürleyecek
Beklediğim aşk biraz geç kalacak
Yıl 2020. Ne zaman ama ne zaman kendime acısam, kaşınıyorum. Kaşıntılarım azıyor, sulanıyor.
Ben de kendime acımayı bıraktım. Sordum bir gün, ya oğlum, hangisi sana daha çok koyuyor. Cevabım
-kaşıntı- oldu, kendime acımayı atlatabilirim. Ama o lanet olası kaşıntı. Uykumun en tatlı yerinde incecik
bir sızıyla başlayan bir karın ağrısı gibi, asla dokunamayacağım yerlerde, karınca yürüyormuş gibi
oluyor. O halde dedim oğlum bak acıma hastalıklı bir duygu zaten, bırak gitsin vur kıçına tekmeyi. Ve
gitti. Hiç bir şey yaşanmamış gibi aramızda, pılısını pırtısını toplayıp, kaşıntıyı da yanına alıp gitti.
Yıl 2020. Retinam gittikçe sakatlanıyor, artık renkleri ayırt edemiyorum. Her taraf, her şey siyah-
beyaz. Hoşuma gitmiyor değil. Renkleri görürken, maymun kıçı kırmızısı ruj sürmüş bir kadını öpmek
düşüncesi beni hasta ederdi. Şimdi etmiyor. Artık kırmızı diye 1şey bilmiyorum. Renkler yok, siyah-
beyaz var. Sadece ben varım. Yaşıyorum. Kendi kuyruğumu kesene kadar da yaşayacağım.
LAPA..
Gurur ASI
Beyni turuncudan lapaya dönmüştü, beynini patlatacaktı. Burnunu kaplattığı platin metal
yüzünden elektrik direklerinin altında geçemezdi. Vücudundaki tüm ayva tüyleri dikilir, kanı derisinin
yüzeyine doğru harekete geçerdi. Her elektrik direği sonrasında, masum yüzüne sinmiş bir şaşkınlık
ifadesi.
Kimi kimsesi yoktu, bir sokak köpeği vardı, peşinden ayrılmayan. Sadık bir itti. En azından ona
sadıktı. Nereden gelmişti bilmiyordu, gölge gibi, bir fantom gibi yanında bitivermişti bir gün. Midesi
sırtına yapışmış dilsiz bir köpekti, uzaydaki kara delikler gibi gözleri vardı, ona bakarsa, dikkatli bakarsa
kara deliğin çekim gücüne kapılacağım sanırdı, korkardı, bu yüzden köpeği severken hep kuyruğundan
sevdi. Parası boldu, evinde her türlü eşyası vardı, paketleri açılmamış, hepsi biraz sonra kaçıp
gidiverecekmiş gibi eğreti duran bir sürü eşya.
Sevmezdi onları, bu yüzden hoşgörülü davranmazdı onlara karşı. Krem rengi deri koltuklarının
geniş olanında incecik, pas rengi bir kan izi. Eve her girdiğinde sırıtarak karşılardı onu. Merhaba. Bu
zamanlarda kan lekelerine bile güvenilmezdi. Cevaplamazdı onu, kafasını çevirir, görmezliğe gelirdi.
Evinin göçmen kuşlara bakan penceresinden deniz görünürdü. Deniz sol kolunun, soluk şeffaf
derisinin altından seçilen, kirli kanı oradan buraya taşıyan damarlarının rengindeydi. Kopkoyu bir mavi,
iğneyle deşilmemiş koyu bir mavi.
Kafası en iyi maldan iyi olduğu zamanlarda, pencereyi açar, denizi avuçlar, kocaman avuçlar,
- 10 -
denizi alır kafasının içine sokar, beyninde koca denizin buz soğukluğunu hisseder, sonrada başını deli
gibi duvarlara vururdu, deniz patlardı kafasının içinde, fırtınalar kopardı, bir uğultu bir uğultu, köpek
krem rengi koltuğun altına siner, leke pas renginden kırmızıya doğru yanardı.
Uğruna şiirler okunmamış, şarkılar bestelenmemiş, kalın bacaklı, kalın belli, ince dudaklarının
üzeri kıllı yaşı geçkince bir kızoğlankız. Yamacın beli bükük sırtına kondurulmuş, allaha yan bakan
evlerden birinin kalın tahta panjurlu penceresinden gizlice yolunu gözleyen biri. Uğruna en koyu
büyüleri demleyen, mahallenin yavşak ağızlı kasabından eşek dili alan ve onları babasından gizli,
annesinin sırdaşlığında, beş yıldızlı Arçelik buzdolabının dipfrizinde donduran bir kız.
- COKAYNE -
- 11 -
PLANIMIZ KATLİAM VE BİLİM KURGUDA KÖKTENDİNCİ ANTİ-ÜTOPYALAR !
YA DA TÜRK BİLİM KURGUSUNUN SAĞCI ENTELLEKTÜELİ OLARAK
HALDUN AYDINGÜN
Rafet ARSLAN
Son yıllarda bilim kurgu Türkiye'de yazarı ve eseri az, eleştirmeni çok ama eleştirisi az, çevrilen
kitapları çok, fanları az, ilginç bir konuma geldi. Ülkemizde şimdiye kadar yazılmış bilim kurgu
romanlarının sayısı ellilere ulaşamıyor. Kendini bilim kurgu yazarı olarak ifade edenlerin sayısı ise iki
elin parmakları kadar. Son yıllarda bilim kurgu üzerine yazanların sayısındaki artış nedeniyle, yazar
sayısının iki üç katı bilim kurgu eleştirmeni ile karşı karşıyayız. Birkaç istisnayı saymazsak, ortada bilim
kurgu üzerine kuramsal denemeler ya da gerçek anlamda eleştiri üretenlere de rastlayamıyoruz. Çeşitli
internet adreslerinde genç kuşakta bilim kurgu öykü yazımında bir artış olduğu gözlemlenebiliyor. Fakat
kitap ya da dergi sayfalarında yer alan basılı ürünlerin sayısında önemli bir artış yok. 90'lı yılların
ortalarında birkaç yayınevinin cüretkar girişimleri ile, bir süre sonra önü fantazi salgınıyla kesilse de,
Türkiye için bir bilim kurgu roman rönesansı başlatıldı. 2000' li yıllara geldiğimizde, artık her yayınevi
bilim kurguya yönelik az ya da çok kitap yayınlamakta. Kitapların ard arda basılması belli bir okur
profiline işaret, fakat söyleşi, toplantı ve fan çalışmaları gibi aktivitelere katılım, gözlenen okur profili ile
karşılaştırıldığında oldukça yetersiz kalmakta. Taban insiyatifi ile gelişen bilim kurgu çalışmaları ( bir
istisnası hariç ) gündeme gelmiyor ve ne yazık ki düzenli yayınlanan bir bilim kurgu dergisine de sahip
değiliz. Günümüzün ve geleceğimizin ayrılmaz bir parçasını oluşturmakta olan İnternet denizinde de bu
aktivite ve üretim eksikliği yansımasını göstermekte. Bilim kurgu içerikli olduğu iddia edilen sitelere
baktığımızda, tamamen farklı bir yapı ve tabana sahip fantazi, mitoloji vb. konuların bilim kurguyu
boğup yok etme düzeyinde olduğu gerçeği ile karşılaşmaktayız. Üniversitelerdeki benzer içerikli
kulüplerde de aynı eğilim gözlenmekte.
İşte bu karmaşık ve olumsuz ortamda bilim kurgu severler için her bir yerli yazar yada roman
büyük önem arz eder hale geliyor. Ve bu yüzden, yerli bilim kurgu üretimlerine yönelik eleştiriler
genelde yumuşak tutuluyor ya da ağırlıklı olarak tanıtımlara yer veriliyor. Bilim kurguda köktendinci anti-
ütopyalar üzerine ele alacağım yazarımız, ülkemizde salt bilim kurgu üzerine yoğunlaşmış birkaç
isimden biri olan Haldun Aydıngün. İki öykü kitabı ve üç romanı ile Aydıngün Türkiye bilim kurgusunun
en üretken kalemlerinden biri. Ayrıca kendini rahat okutturan, hızlı anlatımıyla da öne çıkan bir isim.
Öncelikle inceleyeceğimiz “Planımız Katliam” romanını konu olarak sizlere kısaca hatırlatalım.
Romanda genelde taşlamacı eserlerde öne çıkan olayların geçtiği tarihler belirsiz bırakılarak
yapılan bir kurgu ile karşı karşıyayız. Kitabın merkezindeki Güney ülke ve komşusu Kuzey ülke dışında,
olayların geçtiği yer milletleri ve devletleri ile şu andaki dünyamız. Güney ülke, başkanlık sistemi ile
yönetilen bir devlet. Kuzey ülke ise ortodoks hrıstiyanlık öğretisine bağlı köktendinci bir rejime sahip. İki
ülkeninde diktatörlerinin yanında Amerika'da yetişmiş başdanışmanlar var. Ve her iki ülke de artan
nüfus, azalan kaynaklar ve toplumsal huzursuzluklarla, tam bir kriz ortamındadır. Bu krizlere çare olarak
iki danışman başkanlarına danışıklı dövüş temelinde gizli bir savaş planı sunarlar. Uygulanan bu
insanlık dışı plan baştan tutmuş gibi görünse de, Güney ülkedeki bazı yurtsever unsurlar bu planı bozar.
Ve bir noktadan sonra Güney ülkesi başkanının plan dışı hareketlere göz yumması sonucu, savaşı
Güney ülke kazanır ve Kuzey ülkenin köktendinci rejimi bir ayaklanma ile devrilir. Güney ülke
başkanının "artık demokrasiye geçebiliriz" talimatı ve birkaç sürprizle roman noktalanır.
Romanın yaşadığımız bölge gerçeklerini anlatmasında bir sorun yok. Ama bu durumu anlatırken
militarizm, savaş, demokrasi gibi kavramları romanın ele alış tarzı problem oluşturuyor. Çünkü yazarın
amacı yergi yoluyla, şovenist yada militarist anlayışları mahkum etmek olarak görünmüyor. “Planımız
Katliam”, bilim kurguya biçtiğimiz evrensel barış, hümanizm, demokrasi idealine bağlılık ruhuna karşıt
diyebileceğimiz bir roman. Edebiyat eserlerini birer politik bildirge olarak ele almak yanlıştır. Ama her
roman yazarın hayat karşısında duruşunu, dünya görüşünü yansıtır. Bu nedenle “Planımız Katliam” a
dair incelememiz romanın estetik yönüne değil, çok belirgin olan politik duruşuna yönelik olacaktır.
Öncelikle romanın demokrasi konusunda ileri sürdüğü yaklaşımın düşündürücü olduğunu belirtmeliyiz.
Romanda Güney ülke (ya da Türkiye) başkanına arka planda sempati ile bakılıyor. Son bölümde ise
başkanın ağzından diktatörlüklerin bazı durumlarda gerekliliği, demokrasiye ancak uygun zamanda ve
diktatörün insiyatifinde geçilebileceğinin altı çiziliyor. Başkanın diktatörlüğüne karşı bir halk hareketi
- 12 -
ihtimaline de yer verilmemiş. Başkana muhalefet edenler ise, eski genel kurmay başkanı ve çıkardığı
ingilizce gazete ile sadece dar bir kesime seslenen gazetecidir.
Yazarın kitabın sonundaki notunda ikinci dünya savaşı ve Japon kamikazelerin romana esin
kaynağı olduğunu belirtiyor. Amerikalı bilim kurgu yazarı P. K. Dick' te “Yüksek Şatodaki Adam”
eserinde ikinci dünya savaşını Japonların ve Almanların kazanması durumunda oluşacak dünyayı
kurgulamıştı. Karşımızda ikinci dünya savaşı vahşetinden esinlenerek yazılmış iki farklı roman var. Bu
fark sadece kurgu yada konularda değil, düşünsel yaklaşımda da ortaya çıkıyor. Dick "araştırmayı
bitirdikten sonra ise hayatımın geri kalan kısmında nefret edeceğim bir düşman yaratmıştım kendime:
Faşizm" * diyerek ikinci dünya savaşından önemli bir ders çıkartmıştı.
Başkan, danışmanı ve yönetimin diğer kademeleri dışında romanda öne çıkan dört karakter var.
Bu karakterler soğuk savaş döneminin militarizmi anti- komünizmle birleştiren tarzına benzer biçimde
ele alınmış. Savaş karşıtı, barış eylemcisi, solcu Tayfun - Nur çiftinin geçirdiği değişim romanın en
önemli temalarından biri.** Nur' un Kum Şehrinde komşu kadınlarla ilk teması, okura aydın kesimin
toplumdan ve insanı ilişkilerden kopuk kişiler olduğu izlenimini vermekte. İşten atılıp, kendini işe
yaramaz hisseden Tayfun ise gerçek mutluluğu orduda bulup, askerleşme sürecini "erkek olma, adam
olma" şeklinde yaşıyor. Eğitim sırasında Tayfun'un aklına William Reich’ ın "faşizmin kitle ruhu" adlı
kitabında okudukları ve bunlar karşısındaki kızgınlık ve eleştirileri dile getirilmekte ve aynı olayları
yaşarken ise nasıl bir zevk , tamlık, mutlluluk hissetiği anlatılarak yaşadıklarını olumlayan karşılaştırma
yapılmaktadır. Bu durum karşısında eşi Nur " en sonunda özlediğin davayı buldun galiba" diyerek doğru
yolu (?) okurun kafasında belirginleştiriyor.
Romanda öne çıkan diğer iki karakter ise Umutkent'de yanyana gelen iki ayrı sınıftan, iki kadındır.
Başkan danışmanının eski sevgilisi, burjuva aile ortamında yetişip, Amerikadan ülkesine destek için
dönen fedakar Ayşegül ve Umutkent'e örgütlenme yapmaya gelmiş, ama ortalıkta boş gezinip hiç bir
işe yaramaz görüntüsü veren solcu Lale. Uzun bir alıntı ve parantez içi yorumlarımızla güvensiz,
paranoyak, dağınık ve pis bir portrede çizilen Lale'nin tasvir edildiği satırlara bakalım.
"Lale, ince yapılı, uzun bakımsız siyah saçlı, kollarından ve bacaklarından kaslar çıkmış (proleter
figürü) , hiç bir ölçüye göre güzel sayılamayacak bir kızdı. Otuz yaşlarında bile değildi ama bakışları
onu çok daha yaşlı ya da olgun yapıyordu. (solculuğun yarattığı ruhsal çöküşün fiziksel tezahürü).
Düzensiz alınmış kaşları ve dudağının üstündeki bıyık denmeye dilin varamayacağı ama genede göze
takılan siyah tüyleri yüzüne bakıldığında ilk dikkati çeken özellikleriydi. (kadın bile olamayacak çirkin
bir mahluk)***
Daha önce değindiğimiz gibi romanın arka planında Kuzey ülkenin köktendinci rejimi ve onun
kamikaze olacak kadar beyni yıkanmış devrim muhafızlarının saldırıları var. “Planımız Katliamda” ki
köktendincilik tehlikesine karşı uyarıyı, daha önce ele almış bilim kurgu eserlerine de değinelim. Orhan
Duru'nun 1989 tarihli “Gerisin Geri İleri” kısa öyküsü islam devriminden kısa süre sonra ülkemizin
karanlık hali bir köktendinci gözüyle okura anlatır. Öykünün sonunda halife İstanbul'a gelir ve resmi dil
olarak Arapça benimsenir. İnci Aral'ın 1994 tarihli romanı “Yeni Yalan Zamanlar “(Özgür yayıncılık) da
karmaşık insan kişilikleri ve feminist yaklaşımı post modern ama öncü yaratıcılığa sahip bir anlatıyla
okura ulaştırır. Romanın arka fonunda ise şeriatçı karşı devrim tehlikesini ele alır. Bu tehdide karşı
sistem tarafından kurulan Eyigöz teşkilatı, aydın, yazar ve sanatçıları bir yere hapsederek, onlardan
ürün vermelerini talep eder. Amaç mecbur kalınan aydınlanma ile toplumun köktendinci akımdan
uzaklaştırılmasıdır. Ama bu girişimler romanın sonunda başarısız olur ve beklenen karşı devrim
gerçekleşir. İnci Aral bilim kurguya ait temaları ve köktendinci iktidar anti ütopyasını romanın bütünü
içinde çok sınırlı kullanır. Bir bakıma roman bilim kurgu kapısından içeri girer ama fazla ilerlemez.
Nevra Bucak'ın 1999 tarihli romanı “Kule” ise yurt dışında yaşayan bir kadın yazarın köktendinci Yeni
Devrim iktidarının başa geçtiği ülkesine dönme serüvenini anlatır. “Kule”, Aral'ın romanının edebi
yetkinliğine kıyasla zayıf kalan , mantığını okura kavratmakta başarısız bir anti - ütopya örneği. Baş
karakter Sahra'nın "yüceler yücesi önderimizin sevgili ulusunu ve ülkesini daha fazla böyle çağdışı bir
durumda görmeye gücüm kalmadığından geldim belkide" **** şeklinde açıkladığı ülke sebebi hiç
mantıklı değil. Gerçek hayatta aklı çalışan hiç kimse karşı devrimci iktidara adeta gönüllü teslim olarak,
Kule gerçeğini yaşamaya can atmaz. Bu abartılı anlatımlarla Sahra karakterinin savunduğu yaklaşımlar
sık sık okura batmakta. Bu açıdan romandaki Nesrin karakterinin mektup aracılığı ile ülke içinden
yaptığı aktarımlar daha oturmuş görünüyor.
Dünya bilim kurgu yazınında da köktendinci anti - ütopik örneklere sıkça rastlıyoruz. R. Heinlein
' in bizde birkaç kere çevirisi yapılmış “2100 Uzayda İhtilal” romanı kilise ve askeri bürokrasi
egemenliğinde bir baskı dünyasına ve ona karşı gerçekleştirilen ayaklanmayı anlatır. Edgar
Pangborn'un 1964 tarihli “Davy” romanında 34. yüzyılın dünyasında tüm güç kilisenin baskı düzeninin
eline geçmiştir. P. Jose Farmer 'in Türkçeye yeni kazandırılan “Aşıklar” romanının 3000'li yıllardaki
dünya düzeni her açıdan dine bağlı kurallarla yönetilmektedir. Margaret Atwood 'un “Damızlık Kızın
Öyküsü” köktendincilik tehlikesini farklı bir açıdan ele alır. Geleceğin Amerika'sında ordu köktendinci
müslümanların yarattığı tehdidi bahane ederek koyu bir baskı rejimi kurar. Köktendinci tehlikeleri ele
alan, neredeyse tüm anti- ütopyaların ortak özelliği olan kadınlara yönelen daha yoğun baskıyı,
“Damızlık Kızın Öyküsü” daha belirgin olarak ele alır. Karanlıklara mahkum olmamak için anti -
ütopyalar yanıbaşımızda "uyarı levhaları" olarak bekliyor. Aydınlık bir gelecek umuduyla !
- 14 -
Slythlar Symlemek Ýçindir Kaderimin farkına vardım. Herhangi bir
dinsel deneyimin ruhumu esir alabileceğinden
Roger Born daha öfkeli ve fanatik olarak! Bir Trantor olmak
Çev. U. BORA tüm kaderimdi. Bununla barışıktım.
Kaskı elime aldığımda artık her şeyi Ve aşıktım! Registerlarımı dolduran o hafif
biliyordum. Kaderimi, varoluş nedenimi, her şeyi. ışıklı üçgenler, ovoidler ve kareler bir sevgilinin
Pasaj karanlık ve felaket gürültülüydü. İçi, dokunuşundan daha tatlı ve daha güçlü biçimde
makinaların başında olabileceklerinin en iyisini beni kutsuyor ve bana şefkat gösteriyorlardı.
olmaya istekli insanlarla doluydu. Hiçbirşey, hiçkimse, bitmeksizin registerlarımı
dolduran bu ışıklı yapılardan daha çok beni
Buraya kazayla gelmiştim. Bilincimin yerine harekete geçiremez, çılgınca kıskanç hale
geldiği kısa zaman içinde, nerede ve neden getiremezdi.
varolduğum hakkında herşeyi özümsemeye
çalışmıştım. Şu ana kadar bulabildiğim şeylerin Çok geçmeden ortalık tenhalaştı. Yönetici
yalnızca sorular olduğunu biliyordum. arcade oyununun fişini çekmek için geldi. Trans
halimden çıkarak, bütün akşam boyunca o tek
Ben bir Trantordım. Tüm bu olanlar jetonla oynadığımı farkettim. Skora baktığımda,
esnasında bir yerde yaralanmıştım. Hayır! Bu önceki tüm skorları altettiğimi gördüm. Bana
düzenbaz dünyadan ayrılmak üzereyken kabaca ayrılmamı söylediğinde, bu gezegenin
saldırıya uğramıştım. Kim ya da neden, büyük tehlikede olduğunu anladım. Burada, bu
bilmiyordum. Artık önemli değildi. oyunda iyi olan yüzlerce -hayır!- binlercesi vardı.
Farkında olmadan Trantor haline geliyorlardı.
Kaskı alıp yarı-kapalı kumanda kabinine Onların alevler saçarak yukarıdaki göğe dalıp
oturarak, pasajın dışında topladığım jetonlardan Slythı arayabilecek pikeları yoktu. Bu yaratıklar
birini içeri yerleştirdim. Oynamaya başladım. ve kendi kaderleri hakkında bilgileri yoktu.
Hafif ışıklı sarı üçgenler simüle edilmiş Hepsi için ağladım. Bu gezegenin içinde
ekranın aşağısındaki slotlara dökülmeye başladı. bulunduğu tehlike nükleer bir savaşta kendi
Mavi ovoidler ve kırmızı kareler de onlarla birlikte kendini yoketme ya da kendi ekolojisini yoketme
akıyordu. Ekranın yukarısındaki hareketli olasılığı değildi. Hayır! Bir tür olarak yokolma
hedeflere ateş etmeye başladığımda, gittikçe tehlikesiyle karşı karşıyaydılar, çünkü Trantorlar
daha çok sayıda geldiler. Atışlarım her bir Slythla yapıyorlardı, olasılıkla iyilerini; ve Slythlardan
buluştuğunda, gittikçe daha ve daha hızlı olarak. haberleri yoktu!
Orada karanlıkta patlayışlarını izlerken herşeyi
anımsadım. Ben pikeımı boş ethere rod eden, her Gecenin içine doğru yürüdükçe, onlara
bir pis, kötü Slythı arayıp bulduğunda yokeden bir öğretmenin bana düştüğünü anladım. Savaşmak
Trantordım. Onlarla besleniyordum. için gereksinim duyacakları, özel ve gizli
lazerlerle silahlanmış pikelar yapmakla
Bir Slyth öldüğünde lazerimin bana yiyecek başlayacaktım. Yakında onların aralarındaki en
olarak geri döndürdüğü bir enerji bırakıyordu. iyi Trantorları pikeları uçurmaları için kaydetmeye
Buna symlemek diyorduk. Bir Slythı başlayabilecektim. O zaman bu gezegen
unutulmuşluğa symlemek! Slythların aileleri sonsuza dek Slythlardan kurtulmuş olacaktı!
yoktu. Bizim bildiğimiz gibi bir yaşamları yoktu.
Onlar yaşamı avlamak için vardı, herhangi bir Koşmaya başladığımda, acele etmem
yaşamı. Bir gemiyi sarıp tümüyle içine alarak, gerektiğini biliyordum. Hiçbir Trantor belli bir yaşı
içindeki tüm organik maddeyi emerek. geçtikten sonra uçmayı sürdüremezdi. Bu yaşa
Düşünmüyorlar ve hissetmiyorlardı, tümüyle bir kez ulaştıklarında Trantor olmayı
bilinçsiz, yalnızca beslenen organizmalardı. Her bırakıyorlardı. Başka birşey haline geliyorlardı.
yerde, her yaşamın kökünü kurutmak isteyen. Ölümcül değil, iyi huylu değil, yalnızca yararsız!
Her Trantor bu yaşta belleğini yitirirdi ve bir daha
Ve ben bir Trantordım. Onları yoketmek için uçmazdı. Nasıl olduğunu anımsayamazlardı. O
doğmuştum. Oradaki gürültülü karanlıkta oturup yaş onüçtü! Koşuyordum çünkü çoktan oniki
kendime gelerek gerçek bir pikeın simülasyonunu olduğumu biliyordum. Acele etmeliydim!
{{feed off}} ederken, bir bağımlı haline geldim.
{{Hard core}} bir bağımlı! Bu oyuna herhangi bir
ilaç ya da maddeden daha fazla bağlanmış.
- 15 -
İÇİNDEKİLER
Sayfa 1 = Başladığınız Yer Sayfa 2 = Manifesto
Amerikalı yazar T. PYNCHON 1963’ te ilk romanını yazdığından beri medyaya poz vermemekte,
röportaj yapmamakta ve verilen ödülleri kabul etmemektedir.
Sayfa 6-7= Yeni Bir Sanat mı Sayfa 8 = İlk Çizgi Sayfa 9 = Radyo
BİLİM KURGU - 11 / 02
HADİ DEĞİŞTİRELİM!
Geçmiş ve Bugünden Geleceğe Bakış
"BK geleceğin edebiyatıdır"
Çok değil, 25-30 yıl önce aydınlarımız, toplumumuzun geneli gibi, BK'yu (Bilimkurgu) neredeyse hiç
tanımıyordu. Bugün ise aydınlarımız, yine toplumumuz gibi, BK'yu tanıdığını düşünüyor. Oysa medyanın ve
popüler kültürün toplumun bütününe BK olarak sunduğu şeylerin, Albemuth' da anlatmaya çalıştığımız
gerçek BK sanatı ile bir bağını kurmak güç. Toplumu, oluşturulan bu yanlış bilinç.yüzünden eleştirme gibi bir
lüksümüz yok. Ama aydınlarımızın bahsedilen bu anlayışlardan öte yaklaşımlar geliştirmemesi, sadece
piyasa ve medyanın sundukları ile yetinmesi, tuhaf bir görüntü ortaya çıkarıyor.
BK'yu TV' de, sinemada, günlük gazetelerde, popüler dergilerde ve ev sinemalarında bizlere sıkça BK
olarak sunulan, ama BK'nun Uzay Operası olarak adlandırılmış bölümü ve UFO, ruhçuluk gibi BK ile ilgisi
olmayan tüketim ürünleriyle sınırlamanın, aydının araştırıcı, çözümleyici misyonuyla bir bağlantısı olabilir
mi?
Arada bu standart anlayışın biraz ötesine giden yaklaşımlar da söz konusu oluyor, Örneğin bazı aydın-
larımız BK'nun sadece gelecekte bizleri bekleyen felaketler konusunda uyarı ile yetindiğini, bugün yaşanılan
"yabancılaşma" ve "sefaleti" görmezden geldiğini düşünmektedir.
Oysa BK'nun bakış açısı, bu yaklaşım sahiplerinin düşündükleri kadar sığ değildir. BK sadece geleceği
değil, dünü ve bugünü de kendine dert edinir. Fakat, geçmiş ile ilgili yapabileceğimiz bir şey yok. Geçmişi
değiştirebilecek her hangi bir araca sahip değiliz. Bugünü ise, öncelikle ortak, ardından da bireysel çabalar-
la oluşturuyor ve insanlığın tarihini beraberce yazıyoruz. BK yazarları ve BK aktivist gruplarıda bugünü, daha
yaşanır kılmak için emek veriyorlar.
Dün, bugün ve gelecek üçlemesi içinde yönlendirme, değiştirme, geliştirme ve aşma olanağımızın en
güçlü olduğu yer ise gelecektir.
İşte bu nedenle, geleceğe yoğunlaşmak zorundayız. Çünkü değişen toplumlara paralel olarak, sanatsal
üretimler, gereksinimler değişmiştir. Yeni alt ve üst yapı kurumları eski tarzları, türleri ya da alt türleri yık-
mak, değiştirmek dönüştürmek ve yenilerin oluşturmak zorundadır.
Günümüzde yerli yerinde duruyor gibi gözüken edebi tarzları, gelecekteki konumlarına bakarak da gru-
plandırabiliriz. Acaba hangi edebi tarzlar geleceğe doğru evrilecek, hangileri sonlanacaktır ?
Bugünkü anamalcı sistemin aşılması ile gelecekte, tür, alt tür kapsamında ele alınan edebi tarzlar yok
olacak, ortada sadece geleneksel roman ve BK kalacaktır. Geleneksel romanın varlığını sürdürdüğü koşullar
da betimleyicilikle sınırlı kaldığından sıkıcı bulunup, okurunu bulmakta güçlük çekecektir. Korku türü ise, din-
sel, metafizik zorlamaların etkisinin bitmesi ile yok olma durumuyla karşı karşıyadır. Gelecekte bilinmeyen-
den korkmaya değil, onu, aydınlatmaya yönelen bir gerçek karşımızda olacaktır.
Bahsettiğimiz aydınlık gelecekte, fantazyaya kaçma ihtiyacı artık duyulmayacağından şu anki haliyle
fantazya yazını devamını sağlayamayacaktır.
Sevginin, aşkın her türlü yabancılaşmadan, önyargı ve yasaktan kurtulduğu dünyada pembe - beyaz dizi
tarzı popüler aşk edebiyatı da pornografi denilen sektör de yok olacaktır.
Geriye, sadece gelecek rehberi ve insanın bilinmeyenleri aydınlatma güdüsüne cevap verebilen BK
kalacaktır. Bugün BK sanatı dediğimiz merkez, var olan tüm kültürel, sanatsal araçları tıpkı bir kara delik gibi
içine katarak büyümekte, gelecekteki görevine hazırlanmaktadır.
Yukarıda çizdiğimiz tablo, olası bir aydınlık gelecek ihtimalinden yola çıkmıştır, gelecek için "olumluya,
aydınlığa, gelişmeye her zaman açıktır" diye kesin şart öne sürülemez.
-2-
Bir ütopya gerçekleşecekse, bu durağan olmayan, sürekli evrimsel ve devrimsel olarak gelişen bir içer-
iğe sahip olmalıdır. Ve bu ideal, aynı zamanda tutarlı, uygulanabilir ve sürdürülebilir olmak da zorundadır.
Bu saydıklarımızdan yoksun bir ütopya idealinin var olabilmesi ve kendini pratikte aşabilmesi mümkün
değildir.
İkinci şık ise, şu anki sitemde yaşamağa başladığımız ve böyle giderse türümüzün toptan imha riskini
de içinde taşıyan büyük bir tehlikedir. Yarının nasıl olacağını bugünden tam olarak kestiremiyoruz. Ama
nasıl olmaması için mücadele etmemiz şart. Dün, bugün ve gelecek adına.
diyebilmek adına
evlerin
yurtların
dünyaların
ve kosmosun kardeşliği adına
1961
Nazım Hikmet RAN
-3-
Yayın Dünyasından BK'sal Haberler
90'lı yılların ortasında Türkiye'de çeviri kitap basımı açısından bir BK Rönesansı başladığını bildirmiştik.
Bu çıkış 50'li yıllardaki Çağlayan, 70'li yıllardaki Okat ve 80'li yıllardaki Baskan BK serilerini, eser sayısı ve
etki gücü açısından aşan bir içeriğe sahipti.
Bu atılımın başlatıcısı olarak Metis ve Kavram yayınevleri öne çıktı. Ardlarından gelen Sarmal,
Altıkırkbeş, İletişim, İthaki başta olmak üzere birçok yayınevi benzer bir yolu izlemişti. Bugün baktığımızda
Kavram yayınları artık kitap yayınlamıyor, Sarmal yayınları ise uzun süreli bir suskunluğa girdi.
İletişim yayınları son olarak Eylül 2002'de yayınladığı "Fiyasko" romanı ile S. Lem külliyatına devam
ederken, arada Sturgatski kardeşler ve Mehmet Açar'dan birer BK romanı yayınladı. Altıkırkbeş kendi ritmi-
ni bozmadan başta P.K Dick usta olmak üzere BK serisine devam etmekte. Ayrıntı yayınları ise bazen "BK"
bazense "edebiyat" ibaresi ile BK çevirilerine yer vermeye devam ediyor. Yayınevinin 2002'de başlattığı
"Yeraltı Edebiyatı" serisinde Çarpışma, Kozmik Haydutlar, Dövüş Kulübü gibi BK'sal eserlere yer verilmişti
Önümüzdeki günlerde, seriden "Dövüş Kulübü' nün yazarı C. Palahniuk'un "Invincible Monsters" ve "Gösteri
Peygamberi" romanları da çevrilecek.
Kabalcı yayınları Kim Stanley Robinson'un "Kızıl Mars" ı ile BK edebiyatına giriş yaptı. Sel yayıncılık
Velerie Solanas'ın feminist bir ütopya taslağı olan "Erkek Doğrama Manifestosu" nu yayınladı. Kaos yayın-
ları da pratik bir ütopya önerisi olan "Bolo, Bolo" yu okurla buluşturdu. Everest yayınları Amerikan toplumu-
nun aykırı entelektüeli Susan Sontag'ın "Amerika'da" romanını yayınladı. Roman 1876 yılında Amerika'ya
ütopik bir komün kurmak için gelen Polonyalı sanatçı Maryna Zalezowka'nın gerçek yaşam öyküsünden kur-
gulanmış. Everest yayınları ayrıca, Sadık Yemni'nin "Metros" romanı ile BK yayıncılığına adım atacak. S.
Yemni'yi daha önce Metis yayınlarından çıkan polisiye "Amsterdam'ın Gülü" fantastik-korku "Muska" ve "Öte
Yer" romanlarından tanıyoruz.
90'lı yıllardaki atılımın öncülerinden Bülent Somay editörlüğündeki Metis BK dizisi son birkaç yıldır
büyük bir durgunluk içinde. 2000 yılının başından beri diziden çıkan roman sayısı, sadece dört. Metis yayın-
larının basına duyurduğu sonbahar dönemi yayın programında da BK dizisine ait yeni bir romana yer ver-
ilmemiş.
Şu anki durumda 90'ların BK Rönesansını en hareketli şekilde sürdüren yayınevi olarak, İthaki yayınları
öne çıkıyor. Ekim ayı başında yayınlanan A.E. Van Vogt'un "Uzay Tazısı'nın Yolculuğu" romanı ile BK serisi
42. kitaba ulaştı. Van Vogt 40'lı ve 50'li yıların Amerikan BK'sunda etkili olmuş bir isim. Büyük usta P.K. Dick
BK yazmaya başladığı dönemlerde Van Vogt'tan etkilendiğini söyler, çok kısa bir zamanda kendine özgü
evrenini oluşturan P.K.D.'nin Van Vogt ustaya saygısı yaşamının sonuna kadar devam etmiştir.
Hatırlanacağı gibi, şimdiye kadar Çağlayan ve Baskan BK serilerinden birer Van Vogt romanı Türkiyeli
okurla buluşmutu. Çağlayan serisinin üçüncü kitabı olan “Feza Canavarları” adlı kitap bugünlerde yeni
basılmış olan “Uzay Tazısı’nın Yolculuğu” adlı kitabın oldukça eksik bir çevirisiydi. Ayrıca Jules Verne'nin
bütün eserleri dizisi de art arda yapılan aslına uygun çevirilerle büyüyor. İthaki yayınlarını bu kararlı
yayıncılığından dolayı kutlayarak, devam eden çalışmalarının yerli yazarlarımızın BK eserleriyle
çeşitleneceğini umuyoruz.
-4-
ATLAR GÜVERCİNLER VE O GÜZEL İNSANLAR
Asım Seyhan
-Şarabı versene
-Al ama fazla götürme, Para yok şarap da az. Gerçi,yakında ikisine de ihtiyacımız kalmayacak ya.
Güvercinler sağdan soldan yağıyordu sanki. Yoldaki at dışkılarına bir iniyor, bir kalkıyorlardı. Dışkılardan
sindirilmemiş arpa, tohum ve benzeri şeyleri ayıklıyorlardı. Gariptir, alkolikler gibi davranıyorlar ve hayatları
pahasına da olsa o dışkılardan vazgeçmiyorlardı.
-Şuna bak! Minibüs bir güvercini ezdi.
-(Kendi kendine) Midemin içine etti, ama çare yok bundan başka içilebilecek şarap kalmadı. (Diğerine
dönerek) Haaa onlar mı? Onlarınki intihar. Doğrusu benden daha onurlular.Bokun içinden karınlarını doyu-
ruyorlar ama, ölüm her zaman hoş geldi sefa geldi.
-Sen fazla içme istersen, incilerin dökülmeye başladı yerlere.
-Bak bir tane daha ezildi. En ufak bir çabada harcamadı kurtulmak için. At bokunun içinde, bir tek arpa
tanesi uğruna. Al bir yudum.
-(Yüzünde mide bulantısı ve dehşeti ifadesiyle.) Dayanamayacağım gidelim buradan. Bu kaçıncı?
-(Hırıltılı bir sesle kendine söylenir gibi.) Biz kaçıncıyız? Hesabımızı tutan oldu mu?
-Bunun şarap olduğuna emin misin? Tursunol kağıdı gibi oldum.
-Şarap aşk' ın içeceğidir, her ikisinin tadına doyulmazları da vardır, ekşiyip asitleşmişleri de. Her ikis de
sarhoş eder ama, biri güneşten dahi vazgeçebileceğin bir baş ağrısı bırakır geriye, diğeri, kendinden bile
kurtulmak isteyeceğin kalp ağrısı. Biliyor musun? Aşk ince derimizdir, sivrisinek de en ince yerden kan emer.
-Filozoflar için her zaman bir fazla yudum vardır. Çek! (Çaresizce) Bir tane daha ezildi!.
-Onların hepsi kahin. Sonumuzu müjdeliyorlar.
-Ne? Anlamadım.
Geçmişten bir şeyler anımsamaya çalışıyorlardı. Tatlı birkaç kırıntı yeterdi onlara ama…
şehir hatları vapurları, sahildeki eğlence yerleri, sinemalar, kitapçılar, üstü asmayla örtülü baharat koku-
lu çarşılar.
Sigaralarından birer nefes çekip, havaya boca ettiler dumanı. Küçücük bir sis oluştu gözlerinin önünde.
Geçmişin güzel yüzlü hayaletleri dolaşıyordu o puslu grilikte. Vapur düdükleri, fırsatçı martılar, sinema
çıkışlarının ağır yürüyüşleri, baharat kokulu, balık pullu çarşılar…
-Geeeel geeeel sardalye ye gel !...
ama, küçük bir esinti: sis dağılıverdi. Köhne, çelimsiz düşlerini dağıtıp gitti rüzgar. Ateş gibi belirgin ve
yakıcı bir gerçeklik kaldı geriye.
-Kim anladı ki? Neyse işte. Artık ne at boku didikleyecek güvercinler kalacak ne de, pisleyecek atlar.
Yakıtsız kalan minibüsler geri dönemeyecek son duraklarından. Yaşam, seçilmişlerin kolonisiyle birlikte uza-
ydaki yeni cennetlerine gitti. Oraları da parselleyip cehenneme çevirmezlerse tabii. Ölüm de buraya , bize
kaldı. Öncekiler yeterince bitirememişti dünyayı ama biz, sanat haline geterdik yıkıcılığı, asalaklığı, aç
gözlülüğü ve sonuç: "O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler."
Son fırtı sen çek!..
Pratik Ütopyalar Tarihinden
-5-
Bir BK Başyapıtı Olarak Brazil' in Çıkış Noktaları ve Özgünlüğü
Rafet ARSLAN
Terry Gilliam'ın Brazil filmine nedense G. Orwell'in 1984'ünün kara mizah yorumu olarak bakıla gelmiştir.
Brazil'in çekimlerinin 1984 yılında yapılmasının bu yorumlardaki etkisi ise meçhul. Brazil filmini sadece bir
romanla özdeşleştirmek, ufkunu daraltmak anlamına geliyor.
Çünkü Brazil 20. yüzyılın tüm modernist, öncü sanat anlayışlarına saygı gösterisi sunan ve aynı zaman-
da özgün ve yaratıcı bir sinema dili yaratmayı da başaran bir başyapıt. G. Orwell' in 1984 romanı da biraz-
dan ele alacağımız Brazil'in geniş gönderme listesinde mevcut. Unutmamak gerekir ki Orwell'in totaliterlik
eleştirisinin merkezinde sosyalist sistem vardır. Oysa, Brazil' in yarattığı dis-ütopik dünya, kapitalist bir
dünyadır. Ve filmin eleştiri oklarının baş hedefi faşizmdir.
Brazil'le ilgili diğer bir yanlış kanı ise "filmin düşleri bir kaçış yolu olarak gösterdiği" yönünde. Bu yak-
laşım filmin rüya sahnelerinin, bütün ile birlikte ele alınmamasından ortaya çıkmaktadır. Filmi Sam Lavrey'in
burjuva aile hayatı, bürokrasi vb. baskı yaratan mekanizmalar ile, içindeki isyancı ruhun hesaplaşması şek-
linde ele aldığımızda, bu yaklaşımın ne denli hatalı olduğu ortaya çıkar.
Brazil T. Gilliam'ın yönetmenlik dehasını iyice belirginleştiren ve onun ender sayıda, geniş kitlelere yöne-
lik sanat filmi yapabilen sinemacılardan biri olduğunu gösteren bir örnektir. Filmin neredeyse bütün planların-
da ışık, gölge, müzik, kamera açıları usta işi klasik bir beste gibi bütünlük taşır. Ve Gilliam'ın sinema dilinde
yakaladığı melodi, gelişkin bilgisayar teknolojisinin imkanlarına değil, bir nevi zanaatkar uğraşlarına dayanır.
Frederick Jameson' un 1984' te yayınladığı "Postmodernizim = Geç kapitalizmin kültürel mantığı"
makalesinde ele aldığı nostalji (retro) akımına bağlı filmlerin, gerçek tarihsel zamanın ötesine geçiyormuş"
izlenimini yaratmayı amaçladığının altını çizer. Brazil'de nostalji filmleri gibi alternatif bir zamanda geçer.
Fakat "20. yüzyıla bir yer" anonsuyla başlayan filmin, postmodern sinemadan farkı, geçmiş, bugün ve gele-
ceği tek bir tarihsel süreçte birleştirmesidir.
BK sinemasında birçok yönetmenin düştüğü, BK'nun zaten özündeki yadırgatıcı tavrın, klasik katarsis-
ci anlatımı bertaraf edeceği yönündeki yanılgıya, Gilliam düşmez. Brecht'in epik tiyatrosundaki gibi, sürekli
yabancılaştırma tekniklerine başvurarak, Brazil izleyiciyi arınmaya değil, düşünmeye davet eder. Slovak
düşünür Zizek işkence, ölüm, zorbalık gibi belaların mizah tarzıyla anlatılmasını yanlış bularak, Brazil için
"totaliter bir toplumu iğrenç denecek ölçüde komik betimleyen bir film" demişti. Fakat, burada Zizek' in
kaçırdığı nokta Brazil' in mizahının eğlendirici değil, acıtıcı ve düşündürücü bir kara mizah olduğu ve tama-
men yadırgatıcı bir tarzda ele alındığıdır.
-6-
Filmdeki mizah anlayışının önde gelen esin
kaynaklarından klasik iki örnek olarak Rene
Clair'in "Özgürlük Bizimdir" ve Chaplin'in
"Modern Zamanlar" filmlerini gösterebiliriz.
Clair'in filmindeki fabrikada haberleşme için kul-
lanılan bir çeşit borular vasıtasıyla faks sistemi
ve Chaplin'in filminde kaytaran çalışanları
ekrandan takip eden müdür sahneleri, Brazil'de
Gilliam'ın yorumuyla yeniden ele alınır. Bu iki
filmin makineleşmenin yabancılaştırıcı etkisi
üzerine eleştirisinde kullandığı dişliler, montaj
bandı gibi teknolojileri Gilliam bilgisayar
teknolojisi, kameralar, robot "Big Brother" göz-
leri ile belirginleşen yüksek teknolojik (high-
tech) dönemin ürünleri ile birleştirerek ele alır.
Brazil'in yadırgatıcı kara mizahının diğer önem-
li ayağı ise, filme damgasını vuran Kafkaesk
ruhtur. Kafka'nın cehennemi iktidarı, grotesk karakterleri, filmin tümüne sinmiş bürokrasi eleştirisi ve giriş
sekansında Buttle ile Tuttle'ın, bir insan hayatına mal olmuş isim karışıklığına sebep olan böcek gibi tema
ve unsurlar Gilliam'ın Kafka ile ruh kardeşliğini ortaya koyar. Gölgeler yardımıyla aktarılan enformasyon
bürosunun dev kapısı (iktidarın gücünü temsilen) ve kapıdan içeri giren Lavrey'in boyunun küçüklüğü, (çare-
siz kılınmış, yalnız bireyi), Orson Wells'in sinema tarihindeki en sağlam Kafka uyarlaması olan Dava filmin-
deki dev mahkeme kapısı ile karşı karşıya kalan Bay K.'nin umutsuzluğu ile çakışır.
BK'sal açıdan filmin merkezinde yaratılan karanlık ütopya ve bu durumdan aydınlık bir ütopyaya
yönelme çabalarının gerilimi vardır. Bu baskıcı sisteme, karşı çabalar olarak Jill'in sivil hak arama mücade-
lesi, H. Tuttle'ın bireysel radikalizmi ve ortada gözükmeyen ihtilalci grupların gerçekleştirdiği söylenen pat-
lamalar öne çıkar. Tuttle'ın bireysel girişiminin çıkışsızlığı ve ütopik dönüşüme özlem, filmdeki 7. ve en uzun
düş bölümünde belirginleşir. Tuttle'ın devrimci bir organizasyon ile Enformasyon bakanlığına yaptığı baskın
ve burada J. Eisenstein'ın Rusya'daki 1905 ihtilalini konu alan Potemkin Zırhlısı filmindeki Odessa merdi-
venleri sahnesinin Gilliam'ca yinelenmesi, bu çıkışsızlık karşısında en azından Lavrey' in düşünde yanan bir
umut ışığının altını çizer. Blade Runner filminin sonunda karşımıza mutlu son gibi çıkan, doğaya kaçışın,
Brazil'in bu düş sekansında ne kadar işlevsiz olduğu gözler önüne serilir. Lavrey' in kaçalım önerisine, Jill
"kaçacak bir yer yok" sözleri ile karşılık verir. Yinede filmin sonunda bir nevi bitkisel hayata giren Lavrey' in
mırıldandığı filmin fon müziği, belli belirsizde olsa izleyiciye "umut ilkesini" anımsatır.
Brazil dün, bugün ve geleceği aynı potada eriten, tamamen çılgınca düş gücüne dayalı alternatif bir
dünya oluşturur. Sinema, edebiyat ve diğer sanat dallarında 20. yüzyıla damgasını vuran bütün önemli akım
ve türleri (gerçeküstücülük, dışavurumculuk, filmnoir vb.) tek bir filmde birleştiren bir yapı kurar. Brazil'in,
postmodernizm istilasının, sanatın artık yeniyi üretmediği tartışmalarının, öncü sanatın ölüm döşeğinde
olduğu iddialarının ve kitle kültürünün belirleyiciliğinin damgasını vurduğu bir dönemde yaratıcılığını ortaya
koyması, filmin önemini arttırmıştır. Gilliam, postmodern anlatımı yapıbozuma uğratarak, modernist ve
devrimci yeni bir anlatı oluşturur. Neredeyse tüm anlatım biçimlerinin tüketildiği bir dönemde Brazil eski
malzemelerden, düş gücü, hümanist felsefe, politik radikalizm ve yadırgatıcı bir duruş ile yepyeni ve özgün
yapıtlar üretilebileceğinin ispatı olmuştur.
-7-
Bir Bilimkurgu Sözlüğü Denemesi Mustafa SUYOLCU
Giriş
Sanal Gerçeklik (Virtual Reality)
-8-
Bilimkurguda Zaman (1)
Mustafa SUYOLCU
Bilimkurgu Sanatında en çok ele alınan konuların birinden bahsetmek istiyorum. Hemen herkesin, ister
bilimsel, sanatsal olarak, ister sıradan günlük yaşamımız sırasında çeşitli yön ve anlayışlarımızla zengin-
leştirdiğimiz bir kavram "ZAMAN".
Ata sözlerimize, deyimlerimize, gündelik yaşamımıza yerleşmiş, ondan bahsetmeden, bazen sevgi
bazense nefretle, bir günümüz yok. Çoklukla pek de önemsemeden, üzerinde çok durmadan bahsederiz
ondan. Nedense, mutlu, sevinçli olduğumuzda hızlı, dertli üzüntülü olduğumuzda yavaş aktığından dem
vururuz, yaşadığımız günleri tarif ederken, ne yazık ki mutlu ifadelerle ender andığımız, genel şikayetlerim-
iz arasında da" eski güzel günler" olarak geçirdiğimiz bir kavram "zaman" ve o kadar ayrılamaz bir bütün-
lüğe sahip ki yaşamdan, kaçınılmaz olarak sanatın, bilimin odak noktalarında, hatta en önemlilerinden, biri.
Zamanla ilgili, onu anlamaya, çözmeye yönelik bilimsel çabalar, çok uzun bir süredir varlar. Ve öyle
görülüyor ki daha uzun bir süre de var olmaya devam edecekler.
Biz burada zamanı sanatsal açıdan ele alıp inceleyen, işleyen, onu, dertlerini bizlere anlatmak için bir
araç olarak kullanan BK sanat ve sanatçılarını konu edineceğiz. Sizlere bu konuda eser vermiş kişileri biraz
da olsa tanıtmağa çalışacağız. Ancak bu konu çok uzun bir geçmişe sahip ve o kadar çok eser var ki tek bir
sayıda bunların hepsinden bahsetmemiz olanaksız. Yerimiz el verdiğince bu konudaki eserleri ve
yaratıcılarını sizlere tanıtacağız.
Ama, öncelikle bir sanat aracı olarak "Zaman" konusunu fantastik maceralar, doğaüstü yaklaşımlar
konusundan arındırmak gerek. Ne yazık ki BK'nun yazınsal ve sinemasal örnekleri incelenirken bu tür yak-
laşımlar, sanatçının anlatmaya çalıştığı atlanarak öne çıkarılabiliyor, hatta, bu bazen o kadar ileriye
götürülüyor ki BK'nun kendisini Fantastik bir öğe imiş gibi yansıtıyor. BK sanatında zaman'ın bir araç
olduğunu göz ardı etmemek gerek. Aksi takdirde sanatçının ele aldığı, iletmek istediği konu kolayca gözden
kaçabilir, hele sinemasal örneklerde görselliğin de etkisiyle konu tamamen ortadan kaybolup art arda gelişen
bir olaylar zinciri olarak algılanabilir.
Genellikle tek kişi bazen de küçük bir grubun çalışmasıyla ortaya çıkarılmış bilimsel temeli çok etraflıca
anlatılmamış aygıtlardır.
Zaman Makinesi sinemasal ve yazınsal örneklerin çoğunda yeni bir buluş olarak karşımıza çıkar.
Okuyucular ya da izleyiciler olarak olayın en başından izleme durumundayızdır.Yakın geçmişte sinemalar-
da gösterilen, büyük usta Wells'in aynı adlı romanından uyarlanan, ve pek de başarılı bulunmayan "Zaman
Makinesi" filmi bu tür bir yaklaşım sergilemekte. Yine eski bir dizi filmin yeni çekimi "Uzayda Kaybolanlar"
da bu türe güzel bir örnek.
Sevgili dost ve abimiz İzmirli mimar ve yazar Can Eryümlü'nün internet üzerinde yayıncılık yapmakta
olan, Alt Kitap'tan yayınlanan "Son Antlaşma" adlı kitabı da, bir grup çalışmasıyla oluşturulan zaman maki-
nesinin kullanımını anlatan sürükleyici ve heyecan verici bir kitap. İnternet'ten yararlanarak kolayca ve ücret-
siz olarak edinilebilecek bu kitabı öncelikle tüm BK ile ilgilenenlere ve okumayı seven herkese öneririm.
Kitabı www.altkitap.com adresinden ücretsiz olarak indirebilirsiniz.
Daha az rastlanan bir başka "Zaman Makinesi" örneği de büyük gruplar tarafından kullanılan gelişkin
yapıların tarif edildiği türlerdir. Ünlü Bilim adamı ve BK yazarı Isaac Asimov'un "Sonsuzluğun sonu" adlı
romanı da bu tür bir zaman makinesi yaklaşımını anlatır.
Bu örnekleri çoğaltmak olası ancak zamanımızın darlığı nedeniyle ve daha sonra bu örneklerden bah-
setmek üzere diğer maddeye geçelim.
-9-
24 Akil Başyıldız
dışarıda gün ortası olduğunu anlatmaktaydı. Bir
Tüm çevreni ılık bir sıvı ile kaplıydı.Bunun farkın- yatakta idi. Odanın kapısı ardından gelmekte olan su
da değilse de kendisine dinginlik veren bir ritmi sesi az sonra kesildi. Kapıda bir genç kız belirdi.
hissedebiliyordu. Açlık yoktu. Sürekli bir haz ve Giyinik, çantası omzunda. Yüreği hızla atmaya
güvende olma duygusu içindeydi. Mutluluk. Uyku. başladı. Kız ona yaklaştı ve dudaklarına bir öpücük
Karanlık... kondurdu. Doğruldu, tekrar kapıya yöneldi. Bir an
Bulunduğu ortamdan itilme, dışlanma hissiyle dönüp ona baktı, kapının ardında kayboldu. Az
gerildi. Gözleri aralandı; ışık. Şaşırdı ve korktu. sonra uzaklardan bir kapı kapanma sesi daha duyul-
Dudaklarından bir feryat yükseldi. Güvenli sıvı orta- du. Bu ses yataktan fırlamasına neden oldu. Dağınık
ma dönme istenciyle kuvvetle yumdu gözlerini. elbiseleri gördü. Alelacele giyindi. Kapıdan çıktı.
Karanlık... Koridor. Nihayetine vardı. Karşılıklı iki kapı. Birini
İlk kez açlık hissetmekteydi. İstemsiz bağırdı. açtı, geniş bir salon, boş,kapattı tekrar. Yerde
Gözlerini aralarken alıştığı ılık ortamın çok yakınında ayakkabılar gördü, geçirdi ayaklarına. Diğer kapıya
olduğunu algıladı. Önündeki kocaman yuvarlağa yönelirken yan tarafında bir hareket hissetti, döndü.
atıldı. Kendiliğindenlikle emmeye koyuldu. Duvardaki parlak yüzeyden bir genç kendisine bak-
Doygunluk sevincini tattı. Başı yana kayarken dingin- maktaydı. Geriledi, karşısındaki de. Bir an kımıl-
lik veren ritmi tekrar hissetti. Güvenlikteydi yine. damadan baktı bu görüntüye ve kapıyı açtı.
Gözleri kapandı yavaşça. Uyku. Karanlık... Sahanlık. Aşağı ve yukarı merdivenler. Aşağıya
Gözlerini açtığında kucağında kocaman hafif bir yöneldi, indi merdivenleri. Koridor, kapı, dışarıdaydı.
yuvarlaklık vardı. Uzattığı eli dokununca kaçmıştı. Güneş gözünü aldı bir an. Kaldırım ve iki yana uza-
Uzunca bir kovalamacadan sonra yakalayıp abandı yan sokak yolu. İlerde bir köşeyi dönmekte olan
üzerine. Patlayan küre gözlerini korkuyla yummasına birkaç insan. O yöne koşturdu, köşeyi döndü ve bir
neden oldu. Karanlık... cadde ile karşılaştı. Araç ve insan seli. Gözlerini
Gözlerini açtı. Geniş bir bahçedeydi. Gün ortası- insanların üzerinde gezdirdi. Kaldırımda koşmaya
na ulaşmamış olsa da güneş, ılık ışıklarıyla tenini başladı. Bazıları kısa bir an dönüp bakıyordu ona. Bir
okşuyordu. Neşeli sesler doldu kulaklarına. Çeşitli süre sonra nefes nefese kalmıştı. Durdu. Biraz soluk-
yönlere koşturmakta olan çocuklara aitti bu sesler. landı. Ev! Evet. Eve dönmeliydi. O, tekrar gelebilirdi.
Öylece ayakta durup izledi onları. Güdüleri tetikte. Geri döndü. Çıktığı sokağı anımsamaya çalışarak
Hafiften bir panik kabarmaktaydı içinde. Koşarak hızla yürümeye başladı. Arada bir koşuyordu.
yaklaşan bir kız durdu önünde. Elini uzattı ona. Bir an Caddeye açılan sokaklar; hepsi birbirine benziyordu.
tereddütten sonra uzatılan eli tuttu. Kız onu da Bir sokağa daldı, ilerledi, ilk köşeyi döndü. Acaba?
sürükleyerek artan bir hızla koşmaya başladı. Yürümeye devam ederken az gerisinde birisinin
Koştukça kızdan çıkan kahkahalara kendisininkinin olduğunu sezdi. Adımlarını ağırlaştırdı. Gerisindeki
de eşlik ettiğini fark etti. Tedirginlikleri aktı üzerinden. de yavaşlamıştı. Omzunun üzerinden kaçamakça
Hafiflemiş, koşmak uçmakla koşut bir duyguya baktı. Dikkat çekici bir bıyığa sahip olan gençten
dönüşmüştü. Bu an hiç bitmesin istedi. Hep biriydi yakın mesafede yürüyen. Tekrar başını önüne
sürsündü. Hiç durmasındı. Bir an kızın eli çözüldü, çevirdi, karşı kıyısına geçti sokağın. Yol uzunlaması-
kaydı parmaklarından. Kalabalıkta yitirmişti onu. na devam etmesine rağmen az ilerde bir dirsek de
Artan bir telaş ve hızla onu bulmak için koşturmaya veriyordu. Köşeye varınca döndü yan sokağa. Az
başladı. Ayağı bir yere takıldı. İleri doğru savrulurken ilerde bir ev ile kesiliyordu yol. Kenardaki çöp bido-
henüz sahip olduğu bir şeyi yitirme duygusuna korku nunun çevresinde dolanan birkaç kedi haricinde
eklendi. İstemsiz yumdu gözlerini. Karanlık... ıssızdı çıkmaz sokak. Çıkmalıydı buradan. Geriye
Sonsuzcasına bir haz okyanusunda yüzmektey- döndü; Az önceki bıyıklı, yanında birkaç kişi daha
di. Dalgalar, aldığı hazlarla beslenerek onu erişilme- kendisine doğru yaklaşmaktaydı. Ellerinde, telaşın-
zlere ulaştırıyordu. Daha yükseğe, daha yükseğe. dan ne olduklarını fark edemediği bir şeyler vardı.
Daha ötesinin olamayacağını hissettiği zirvelere. Yüreği göğsünden dışarı çıkmaya koyulmuştu sanki.
Eriştiği bu haz noktasında zaman dondu sanki. Gerilemeye başladı. Hızlanarak yaklaşanlar artık
Ancak geriye dönüş başlamıştı bile, eklenenler bir bir dokunacak mesafedeydiler handiyse. Ayağı bir şeye
eksilerek. Yavaşça, yumuşakça indi dalgaları sönen takıldı. Sırt üstü düşerken gözlerinin kapanması
denize tekrar. Dinginlik sardı her yanını. Uyku ve kaçınılmaz oldu. Karanlık...
uyanıklık arası gelgitlerde yüzdü bir süre. Gittikçe Önceleri mırıltıyı andıran sesler giderek normal
artan bir tedirginlik bedenini ürpertmeye konuşma perdesine yükseldi. Başını kolundan
başlamıştı.Gözleri aralandı. Önce çevresindeki kaldırdı. Dirseğini dayamakta olduğu masayı ve
beyaz çarşafları sonra da pencerenin beyaz tül üzerindeki bilgisayarı gördü. Geniş olmayan, üstü
perdelerini gördü. Işığın yoğunluğu ve gölgesizlik, açık, kare şeklinde bir mekandaydı. Hararetli konuş-
- 10 -
konuşmalar, telefon seslen, yürüyen insanların eşlik eden kımıl kımıl bir sevinç ve elinde tuttuğu
buzlu cam kaplı kapıdaki gölgeleri. Ayağa kalktı. kağıtla biraz daha uzaklaştı. Gökyüzü maviliğini
Bulunduğu yerin yüksekliği gözü hizasındaydı. yitirmekteydi. Işıklarını birer birer yakmaya başlayan
Çevresi benzer karelere bölünmüş bir labirent gibi mekanlar onu çekti. Bol ışıklı bir alışveriş merkezine
sonsuzcasına uzanmaktaydı. Aralarda dolaşan yaklaşırken önünden geçmekte olduğu dükkanın
insanlar bir şeylere geç kalmışçasına hareketlilik camında yürüyen yansımasını gördü. Orta yaşı çok-
Kapıya gitti, açtı. Yanından gelen geçenler. Bütün bu tan geride bırakmış adamı tanımakta zorlanmadıysa
bölmeleri saran yapının kendisine en yakın görünen da az önceki duygularından eser kalmamıştı.
duvarına doğru ilerledi. Bir kapıdan geçti. Geniş bir Yerlerini yeni ve kötü duyguların almasına fırsat
koridor, yürümeye devam etti. Etrafta birkaç insan. olmadı. Az ötesindeki marketten insanların birbirleri-
Bir kapı açıldı. Birisi dışarı çıkarken içerdeki parlak ni iterek, ezerek, bağırarak dışarı boşalmakta
beyazlığı fark etti. Durdu. Adam gitmiş, kapı kendil- olduğunu gördü. Birdenbire içerden dışarı camlan
iğinden kapanmıştı. Eliyle iterek içeriye girdi. Beyaz savuran büyük bir patlama duyuldu. Havanın sadme-
fayanslı duvarlar. Birkaç adım atmıştı ki, yan tarafın- siyle yere düşerken gözleri yumulmuştu çoktan.
da bir hareket sezdi. Döndü o yana. Tanıdık gelen Karanlık...
birisi kendisine bakmaktaydı. Belden aşağısı görün- Uyku uyanıklık arası bir rehavet içinde birtakım
meyen adamın bir yansıma olduğunu anlamıştı. Orta sesler duymaktaydı. Pek de niyeti olmadığı halde
yaşa yakın bu adam ve zihninin derinliklerinde bir gözlerini araladı. Önce karşı duvardaki oldukça
evin koridorundaki genç. Yabancısı olmayan panik büyük ekranı gördü. Sonra başını önüne eğdi ve
duygusu kıpırdanmaya başladı içinde. Geri döndü, rahat bir koltukta oturmakta olduğunu ama yalnız
çıktı kapıdan. Geldiği yönün aksine yürümeye devam olmadığını fark etti. Göz ucuyla baktı. Beyaz
etti. Geniş bir bölüme vardı. Karşısında camdan saçlarıyla yaşlı bir kadın az ötesinde oturuyor ekranı
kapılar. İnsanlar girip çıkmakta. Çıktı dışarıya. Bina izliyordu. Salonun kalın perdeleri örtük, akşamın geç
ile kaldırım arasındaki geniş merdivenlerin bir kenarı- bir vakti olduğunu gösteriyordu. Dingindi ama çok
na çökercesine oturdu. Kaldırımda yürüyen insanlar yorgun hissediyordu kendini. Yaşlı kadın ayaklan-
uzun gölgelerini sürüklemekteydiler peşlerinden. mıştı. Bir şeyler mırıldandı ve bir kapının ardında
Ağzının kurumasına neden olan korkuyu çıktığı yere kayboldu. Yalnız kalınca ayağa kalktı, daha
tıkıştırma savaşımı verirken insanları incelemektey- doğrusu buna çabaladı. Zorlukla doğrulabildi.
di. Epey ilerde yürümekte olan yüzünü yandan bakışlarını salonda gezdirdi. Duvarlarda bir çok
gördüğü bir kadın onu heyecanlandırdı. Acaba? fotoğraf olduğunu gördü. Ağır ağır bunlara yaklaştı.
Ayaklandı, merdivenleri üçer beşer atladı. Kaldırımı Gülen, neşeli insanlar ve çocuklar. Kendiliğinden bir
koşarak geçerken birkaç kişiyi sıyırdı. Kalabalıkta bir tebessüm yayıldı dudaklarına. Elini uzattı, dokundu
görünüp bir kaybolan kadınla arasında cadde çocukların fotoğraflarına. Bakışları eline kaydı,lekeli
olduğunu ve kadının karşı kaldırımda yürüdüğünü ve zayıftı. Hafif bir ürperti hissetti. Çok yorgundu.
anladığında caddenin yarısını aşmıştı. Üzerine hızla Yaşlı kadının çıktığı kapıya yürüdü, bir koridora girdi.
gelmekte olan arabayı gördü. Korunmak için kolunu En dipteki kapının buzlu camını, arkasından gelen
kaldırdığında gözlerini istemsiz yummuştu çoktan. hafif bir ışık aydınlatıyordu. Koridorda başka kapılar
Karanlık... da vardı. Birisini açtı, içerisi karanlıktı. Duvarın
Gözünü açtı. Karşısında bir kapı. Bir evin dış üstündeki düğmeye dokundu. Fayans kaplı duvarlar
kapısı. Bir şey düşünmeye fırsat bulamadan kapı aydınlandı. Lavabonun üstündeki aynaya yaklaştı,
açıldı. Orta yaşını az geçmiş bir kadın tebessümle baktı. Saf bir korku göğsüne yapıştı. Tanıdık gelen
karşısında durmaktaydı. Dudaklarına bir öpücük kon- yaşlı bir adam umutsuz bir ifadeyle kendisine bak-
durup eğilerek elindekini aldı. Elinde bir çanta maktaydı. Becerebildiğince çabuk çıktı banyodan.
taşıdığını o an fark etti. Çantayı bir eline alan kadın Dipteki ışıklı odaya yöneldi. Heyecanı daha da
diğer elindeki küçük bir kağıdı avucuna sıkıştırdı. bitkinleştirmişti onu. Kapıyı yavaşça araladı.
Nazlı bir eda ile onu omuzlarından tutup geriye çevir- Genişçe bir yatak odasına girdi sessizce. Çift kişilik
di. Sırtına vurduğu bir fiske ile onu hafifçe iterek yatağın bir tarafında yaşlı kadın sırt üstü yatmış
kapıyı kapattı. Önünde küçük bir bahçe ve kaldırıma uyuyordu. Diğer yana sürükledi kendisini ve oturdu.
kadar kısa yolu vardı. Biraz oyalandı, omzunun Dinlendi biraz. Solukları uyumakta olan kadınınki
üstünden kapıya baktı. Sonra yürüdü ve kaldırıma kadar değilse de, biraz düzeldiğinde ona dokun-
vardı. Eve bakarak kaldırımda yürümeye başladı. ma cesareti buldu. Parmaklarını kadının omzu-
Durdu. Geri dönüp eve ve çevresine baktı. Ev na dokundurdu. Tepkisi sırtını dönüp uykusuna
yerinde duruyordu. Biraz daha uzaklaştı. Tekrar devam etmek oldu yaşlı kadının. Kırıldı cesareti.
dönüp baktı. Ev hala oradaydı ve onu gözden yitirm- Dinlenmeye çok gereksinim duyuyordu. Uzandı
eye cesareti yoktu. Yine de evin çevresinde attığı kadının yanına. Kadının üstü örtüktü. O da örtünmek
turu genişletti. İçinde gelişmekte olan güven,ona istedi; korunmak ve sığınmak dürtüsüyle. Bir kısmı
- 11 -
istedi; korunmak ve sığınmak dürtüsüyle. Bir kısmı ayak-
larının ucunda kalan yorganın üzerini kaplamaya başlaması-
na şaşırdı. Ve onu gördü. Metal elleriyle üzerine yorganı çek-
mekte olan insan ebadındaki madeni oluşumu. Yuvarlak,
kocaman gözleriyle, kıpırtısız kendisine bakmakta. Bakıştılar
bir süre. Sonra, titreyen yorgun elini ona uzattı. Kısa bir an eli
havada kaldı. Metal bir el yavaşça yükseldi, hafifçe tuttu elini.
O an: zaman, bir sel gibi boşaldı beynine. Anılar tül katman-
larıyla yığıldılar üst üste. Bir pişmanlıklar silsilesi gibiydiler.
Acıları ve mutlulukları büyük bir hızla tadıyordu peş peşe.
Hafızasını doldurmaya devam eden bunca yıllar yaşanmış
mıydı gerçekten? Yoksa bir deneyin kurbanıydı da, yapay anı
mı yüklüyorlardı beynine? Yoksa ölüyordu da, yaşamı bir film
şeridi gibi gözlerinin önünden mi geçiyordu? Kendi isteğiyle
bir sanallığı mı yaşıyordu yoksa? Ya da normal genişlemekte
olan zaman, kendi bulunduğu noktada pırtlamış; her şeyi
herkesten önce yaşatmış ve pırtlayan baloncuğun esneyerek
geri dönüşünde normal akışındaki zamanla kesiştiği noktalar-
da kendisine bu oyunları mı oynamıştı? Tüm bu soruların
gerçekten bir yanıtı ve bu yanıtın da gerçekten bir önemi var
mıydı? Eğer yaşamının sonuna geldiyse neye yaramıştı bu
yaşam? İnsanın yaşam süresi uzun da olsa, yaşan-
mışlar hep geride kaldığından, her sabah yeniden başlayan
ve gecesinde biten bir tek günden ne farkı vardı? Eli yatağa düştü. Robot da indirdi elini. Robotun metal
omuzu üzerinden karşı duvardaki saati gördü : 23.59 Korku yoktu artık içinde. Yerini derin bir dinginliğe
bırakmıştı. Ancak yorgun göz kapaklarını yumarken, bir damla yaş süzüldü çorak yanaklarına. Karanlık...
00.00
- 12 -
Bekleme Odası Efe GÖKTOĞAN
için gelmiştim ya siz?" dedi.
Biyonik ortopedi bölümünün bekleme odasında Hüseyin bey ise "Benim sağ kolum bozuldu.
yalnızca iki hasta bekliyordu. İkisi de erkekti. Biri Halbuki ne de güzel gidiyorduk." dedi ve sanki bir
duvar monitörlerindeki eğitici görüntüleri izliyor, izle- şeyleri hatırlıyor gibi dalgın dalgın bakmaya başladı.
mekten sıkıldıkça odada dolaşmaya başlıyor odadan "Pardon, güzel giden neydi acaba?" diye sordu
iyice bunalınca dışarıya şöyle bir çıkmak istiyor, Hikmet bey.
lakin duvarlara gömülü hoparlörler aracılığıyla ana Daldığı yerden çıkması zaman alan Hüseyin bey
bilgisayarın ona gönderdiği "Sayın Hikmet Demir, "Bir yarışma. Eşimle katıldığımız bir yarışma." diye
bekleme salonunu terk etmeniz durumunda, odaya cevapladı.
dönene kadar bekleme sırasından çıkarılacaksınız!" "Bir bilgi yarışması mı?" diye sorularına devam
uyarısıyla itaatkar bir şekilde yerine oturuyordu. etti Hikmet bey.
Hikmet bey tüm bu sıkılma seansına iyiden iyiye "Hayır şu sıralar pek popüler olan seks yarış-
konsantre olmuşken beklemekte olan diğer hasta ne malarından birine katılmıştık. Eşler kategorisinde
odanın ortasındaki sehpanın üzerine bırakılmış elek- yarışıyorduk. Bizim katıldığımız yarışmada iki hafta
tronik dergilerle ne de duvarlarda oynamakta olan boyunca günde en azından dört saat seks yapıyor-
sağlık eğitimi görüntüleriyle ilgileniyordu. O sadece sunuz ve izleyicilerin puanlarıyla her gün bir çift
oturmuş mutsuz gözlerle hareketsiz duran sağ kolu- eleniyor son kalan iki çift ise eş zamanlı olarak canlı
na bakıyor, bakıyor, bakıyordu. Arada bir de bayağı yayında seks yapıyorlar ve birinci çifte büyük ödül
ağır bir küfrü homurtu formatında azad ediyordu. veriliyordu. Biz son dört çiftin arasındaydık, fakat
Tüm bu sıkıntılı dakikalar boyunca bekleme milyonlarca insanın önünde kolum bozuldu ve
odasına bir temizlik robotu girip yerleri temizleyip, elendik. Oysa ki kolum bozulduktan sonra tüm zor-
çöp kutularını boşaltmış, bir kaç pratisyen doktor da luğuna rağmen üç buçuk saat daha devam etmiştik
uzman doktorun yanına girmiş ve bir daha çık- sekse." diye cevapladı Hüseyin bey.
mamışlardı. "Sizin adınıza üzüldüm." diye belirtti Hikmet bey
Uzun ve boş dakikaların birinin tam ortasında Yine sessizlik içinde oturmaya başladılar. Ancak
genç doktor adaylarından biri uzman doktorun bu sefer sessizliği bozan pratisyen doktor değil
odasından çıktı ve elinde bir elektronik not defteriyle Hüseyin beyin cep telefonu oldu. Arayan karısıydı,
kucağında hareketsiz koluyla oturmakta olan (hatta üç boyutlu holografik görüntüsü heyecanlı ve
oturduğundan beri hiç kalkmamış olan) hasta doğru sabırsızdı.
yaklaştı ve "Hüseyin Şahin?" dedi. "Aşkım bizi beğenmişler, film teklif ettiler, konu
Hüseyin bey "Evet, benim." diye cevap verince, da sensin. Filmde kolu bozulduğu halde sevişmeye
pratisyen doktor elindeki not defterinde bir kaç yere devam eden kahraman bir adamı oynayacaksın."
dokundu. Hasta göremiyor olsa da not defterinin Hüseyin bey " Ya sen sevgilim?" diye sordu.
holografik ekranında bu dokunuşlarla menüler açılıp "Seni baştan çıkartan hizmetçiyi oynayacağım"
kapanıyor ve notlar alınıyordu. Genç, sivilceli ve tip- dedi.
siz semi-doktor tüm bu not alış prosesine bir anda "Güzeel..." derken keyiflendi Hüseyin bey.
son verip bir kelime etmeden bekleme odasını terk Görüşme bitince Hikmet bey "Yarışmadan bir
etti. ödül kazanmış sayılırsınız. Hem Devletin seks
Sırasının geldiği umuduna kapılıp o umudu yardımı kredilerinden de yararlanabileceksiniz.
aniden yitiren Hüseyin bey bu sefer ki küfrünü Tebrikler. " dedi.
pratisyen doktora güdümleyerek serbest bıraktı. "Çok teşekkürler." dedi Hüseyin bey.
Hikmet bey kendine bir soru dahi sorulmamış "Sizin gibi örnek vatandaşlarla tanışmak
olmasının verdiği "sıranın sonunda olma" komplek- herkese nasip olmuyor. Çocuklarımız için daha iyi
siyle sıkıntının sınırlarını iyice zorladı ve sıkıntıdan bir dünya istiyorsak sizin gibi pek çok örneğe ihtiy-
delirmemek için Hüseyin beye yaklaşarak "Merhaba acımız var. Hatırlıyorum da küçük oğlu bir türlü
ben Hikmet Demir." dedi. Ve tokalaşmak için sağ reklam izleme alışkanlığı kazanamamıştı. Bir
elini uzattı. seferinde "Bana neden bu reklamları izleyeyim ki
Karşılığında ise sadece soğuk bir bakış aldı. Eli benim zaten hepsinden var." demişti. Ne utançtı
öylece havada kaldı. Ancak bir süre sonra kendine ailemiz için. Daha sonra sağolsun öğretmenleri onu
geldi ve elini indirdi. Tam bu esnada " Ben de büyük sınıflara özendirmişlerdi de yola gelmişti bizim
Hüseyin Şahin. Tıpkı o salak doktor çömezinin de oğlan." dedi Hikmet bey.
belirttiği gibi." dedi Hüseyin bey.Ancak cesareti "Ya, ya, tabii ki çocuklar yapar böyle şeyler;
kırılmış olan Hikmet bey başıyla onaylamaktan ama hepsi bir gün akıllanır."
başka bir şey yapamadı.
Bir süre sessizlik hakim oldu odaya.
Daha sonra Hikmet bey "Ben standart kontroller
-13 -
Futurianlar
Futurianlar 1938-1945 yılları arasında New York merkezli BK
aktivistleri grubunun ismidir. Grubun içinde çeşitli tarihlerde
Donald Wollheim, Frederick Pohl, Cyril Kornbluth, David Kyle,
Isaac Asimov, Damon Knight, John Michel gibi BK yazarları bulun-
muştur. İngiltere' de de 1938-40 yılları arasında Micheal
Rosenblum editörlüğünde "The Futurian" adlı bir fanzin yayınlan-
mıştır. 1950' li yıllarda Amerika ve İngiltere' de pre-futurians, new
futurians gibi gruplarla bu gelenek devam etmiştir.
J. Michel'in 1937' deki ABD'nin ilk ulusal BK. Kongresinde yaptığı "Mutasyon ya da Ölüm" adlı konuşma
genç futurianlar arasında destek buldu ve Michelism adlı, sosyalist görüşle BK' yu birleştiren bir akım gelişti.
Fakat Mc Cartney döneminin cadı avlarında futurian' lar izlenmeye alındılar, yer yer tutuklanmalar yaşadılar.
Pohl - Kornbluth ikilisinin ülkemizde Metis yayınlarından çıkan "Hukuk Gladyatörü" ve "Uzay Tacirleri"
romanları cesur siyasal eleştirileri, çılgınca düş gücü ve mizahla futurian yazınına iki iyi örnek oluşturmak-
tadır. Futurian' lar bir bakıma 60 ve 70'li yılların özgürlükçü New Wave BK yazınının öncüsü olmuşlardır.
Geleceğin Sesleri
(Notes of the Future)
"Dinleyin çocuklarım, duyacaksınız
Adımlarımızın sesini
Sesini yarınlarımızın…
Ne bilinmeyen var
Ne önemsenmeyen
Ne değersiz çabalar
Ne unutulmuş iyilikler.
Hepimizin var, tekrar tekrar anlatıcak hikayesi
Yanan bir iplik olacaklar insanlık kumaşında,
Yürüyecek çocuklar sokaklarda
Renkleri getirecekler yanlarında
Diyetlerini ödedikleri
Kalplerinin devrimci kanıyla"
Patti SMITH
- 14 -
Tanrıların Renkleri
J.E. Barber
Çev: Efe GÖKTOĞAN
"Evrenin, insan hırslarıyla mükemmel uyum Etrafı aydınlatamayacak kadar güçsüz, küçücük
içinde olmaya gereksinimi yoktur." bir ışık huzmesi sonsuz karanlığa sanki o bir hiçmiş
Carl Sagan gibi kafa tuttu. Mağara duvarındaki çatlaktan
süzülen ışık, ona bakan çocuklar ve onları izleyen
Lera'nın küçük ve çevik elleri mağara duvar- iki yetişkinden hatta onların tüm uygarlığından da
larını tarıyordu. Elleri onun soluk ve çıplak siluetine önce orada olduğu için, o Tanrılara ait bir şey
mağaranın tünel ve deliklerinde rehberlik ediyordu. olmalıydı.
Görmüyordu ve mağaraların sonsuz karanlığında Kalabalığa ani bir sessizlik çöktü. Toprakta
görmeye de gereksinimi yoktu. Tüneller boyunca ki hissedilen bir hareket. Derinden bir sallanma. İçin-
ilerlemesinin rehberi farkında olmadığı anılarıydı. den gelen bir duygu Lera'ya ışığa daha yakından
Annesinin, bir köşede büzüşüp durduğu, zifiri bakmasını söylüyordu. Çocukları ve yetişkinleri yol-
karanlık içindeki daha geniş mağaraya geçti. Lera, undan iteleyerek, ışığın geldiği yere yaklaştı ve
arka planda diğer anne ve çocukların konuşma ve ışığın geldiği yeri büyük bir dikkatle açtı. Kendinden
fısıltılarını duyuyordu. geçerken karanlık onu sardı.
Lera'nın annesi ayağa kalktı "Çocuk" Kaba eli Kendine gelirken, üstü başı kirlenmişti ve
ile Lera'nın pürüzsüz yüzünü okşayarak, "sana yanağından kan damlıyordu. Bir şeylerin yanlış
dokunmak her zaman çok güzel". olduğunu hissetti. Çevresinde yere serilmiş vücutlar
"Dans ediyorum, anne! Hissediyor musun?" vardı. Ayaklarının dibinde bir yetişkinin varlığını his-
Lera dans edip, zıplayarak annesinin etrafında setti.
dönüyordu. Küçük yarık artık daha parlaktı ve Lera onun
"Evet canım, yarattığın titreşimi hissediyorum. ışığından, gözlerini korumaya çalıştı. Bir içgüdüyle
Çok hoş." yarığın çevresini genişletmeye başladı. Onu yön-
"Dans et anne! Ve şarkı söyle!" lendiren meraktı. Arkasından titrek, kuru bir ses,
"Lera, ilgilenmek zorunda olduğum başka şeyler "Yapmamalısın! Orası Tanrıların boyamadığı
var." yer." dedi.
"Hala mı? Orada daha ne kadar oturacaksın?" "Ama bu cennete giden yol." diye karşı çıktı
"Anlayana kadar." Lera.
"Düşündüklerini hissedebiliyorum." "Hayır, değil. O boşluk, hiçlik. Ona gitmemelisin.
"Büyüyorsun Lera." Orası tanrıların dansetmemizi istemedikleri yer."
"Kafamda bir gong gibi. Gürültüsüne "Ama çok parlak. Orası gerçekten boyanmış,
dayanamıyorum." yoksa boşluk nasıl bu kadar güzel olabilir ki?"
Annesi kızının başını ovdu. "Bu geçici bir Kazmaya devam etti. Duvardan kayalar ve tozlar
durum" dedi. düşüyordu.
Lera sonsuz karanlıktaki büyük mağara içinde "Tanrılar böyle renkler kullanmaz! Bak bizim
dolaştı. Bu mağara birkaç ailenin yaşadığı yerdi. rengimizi nasıl da bozuyor! Böyle zıt renkler karışa-
Burası onların doğup, yiyip, uyuyup, düşünüp, maz. Hayır çocuk! Bu başka, kötücül bir tanrının
öldükleri yerdi. Yakınında küçük birinin varlığını his- mağarası! Hayır!"
setti. Hissedebiliyordu, çünkü etrafındaki hava "ger- Oradaki herkes korku ve dehşet içinde
ilmişti". Soluna döndü. kaçarken, Lera büyük bir hızla kazmaya devam
"Mari, benimle dans et." ediyordu. Bu yeni rengin parlaklığı ve yoğunlunun
Ona yaklaşan küçük kız, sadece sesi sayesinde verdiği acıyla bağırarak elleriyle gözlerini kapattı.
görülüyordu.
"Şimdi olmaz Lera, Tanrıların dünyayı kendi Koştu, koştu, koştu…
renkleriyle boyamadığı yere gidelim."
Lera ve Mari orada olduğunu hissettikleri
mağara duvarına doğru ilerlediler ve elleriyle büyük
mağarayı ve salonlarını taradılar.
Her zaman olduğu gibi küçük kovuk çok kala-
balıktı. Odacık içerdeki pek çok çocuğun soluğuyla
ılık ve nemliydi. Çevrelerinin vücutlar tarafından
sarıldığını hissedene kadar aralarına sokuldular ve
Tanrıların boyamayı durdurdukları yere baktılar.
- 15 -
Can BARSLAN
Sayfa 9 Zaman
Sayfa 14 Futurianlar
BİLİM KURGU - 12 / 02
Selahattin UMDU
KİTAPLARIN YAKILMASI
İktidar emrettiğinde, zararlı bilgilerle dolu kitaplar
Ortalık yerde yakılacak diye. Her yerde
Sürü davranışları zorlandı. Kitaplarla dolu arabalar
Fahrenheit 451, 70’ li
Odun yığınlarına doğru taşındı. Bulundu gözden
yıllarda Okat yayınevi
düşmüş
uzay serisinden, 80’li
Bir şair, en iyisinden. Yakılacaklar listesi incelendi,
yıllarda Baskan Kurgu
Onun kitaplarının unutulmuş olmasından korkularak.
Bilim dizisinden, 90’lı ve
Şair koştu yazı masasına öfkeyle ve bir
2000’li yıllarda İthaki
Mektup yazdı iktidara:
yayınları Bilimkurgu
Yakın beni! Yazdı kalemi uçarcasına, yakın beni!
dizisinden olmak üzere
Bana bunu yapmayın! Yok edin beni! Kitaplarımda
birçok defa Türkiye’de
Her zaman gerçeği yazmadım mı? Şimdi ise bana
yayınlanmıştır.
Bir yalancı gibi davranıyorsunuz! Size emrediyorum:
Yakın beni!
B. BRECHT
-3-
Rafet ARSLAN
PROTESTO YILLIKLARI
1500 'lerden itibaren aydınlanmacı yazarlar dünyanın tam bir haritası çıkarılamadığı, ortak küresel bir kültür,
bilgi birikimi oluşturulamadığı koşullarda dünyanın uzak ve gizil köşelerine düşsel seyahatler düzenlediler.
Bu tip yapıtlar düş ufkunu açan bir serüven yazını yaratıyor ve yazarlarının gönlündeki felsefi, dinsel,
toplumsal görüşleri aktarmalarını sağlıyordu. Pusulanın keşfi, uzun ve zorlu yolculuklara dayanıklı gemilerin yapımı
ile gerek pratik keşif serüveni, gerekse de onu ateşleyen kurgu anlayışı gelişti. Bilimsel dünya görüşünün
gelişmediği, kilise dogmalarının egemenliğini koruduğu bir dönemde, uzak bilinmez diyarları anlatan metinler
metaforik bir anlam da kazanmaktaydı. Bu bilinmeyen diyarlar More 'un "Ütopya"sı ya da Campnella'nın "Güneş
Ülkesi " romanlarındaki gibi, yazarların ideallerindeki ileri toplumsal projelerin özendirici örnekleri olabiliyordu. Ya da
Swift' in Gülliver dizisinde olduğu gibi, mevcut toplumsal düzeni yeren taşlamacı bir eleştiriye dönüşmekteydi.
Özellikle 18. yy'dan itibaren gelişen kapitalizm, dünyayı tek bir ekonomik bütünün parçası haline getirdi.
Burjuvazi "eşitlik, kardeşlik, özgürlük" şiarlarıyla geniş işçi ve köylü kitlelerinin gücünü arkasına alarak yaptığı
devrimi sonuna kadar götürmeyip, kendi hegemonya sistemine dönüştürdü. Keşif ruhu, fetih ruhuna dönüşerek
dünyanın bilinmeyen her köşesine ulaşıldı ve oradaki vahşilere uygarlık (!) öğretildi. Kilisenin gelişme önünde zincir
teşkil eden dogmaları kırılarak, yerine teknik akıl, sistem yararına bilimsel çalışma ruhu ve tüketim getirildi. Uzak
diyarlarda Pagan inanışlı cemaat toplumları dışında devler, canavarlar, yaratıklar olmadığı açığa çıkıp, dünya
haritasının O. Wilde 'in düşünden farklı biçimde-içinde ütopyaya yer bırakılmayarak - çizilmesi ile fantastik düş
gücünün yaratıcılık sınırlarının yanında, dünyanın sınırları dar gelmeye başladı. Yine bu dönemde aydın,
entelektüel kesimler tutucu, gerici, inançlara karşı gelişmeyi ateşleyen bilimsel-teknik devrimle iç içe bir gelişim
gösterdiler. Bilimle dünyanın tüm gizlerinin çözüleceğini, teknikle daha ileri toplumlara açılacaklarını düşündüler.
Ayrıca bilimsel devrimin gelişme hızı, sıradan insanların aklının alacağından çok daha hızlı bir şekilde gelişip, düş
gücüne yeni imkanların kapılarını aralamaktaydı. Böylece kurgusal yazında yeni bilimsel-teknik keşiflerin sınırsız
dünyasına doğru kayıyordu. Jules Verne 'de görüldüğü gibi denizlerin dipsiz derinliklerine, yer kürenin içlerine,
balonla göklere ve nihayetinde aya düşsel geziler düzenlendi. Yelkenliler, buharlı gemiler vazifelerini tamamlamış,
dünyanın nerede ise tam olarak keşfedildiği düşünülmeye başlanmıştı. Artık sınırsızca gelişen bilim-teknik ve onun
düş gücüne ilhanı veren kurgu için dünyanın sınırları yetersiz kalmıştı. 20.yy' a yaklaşıldığında tek hedef uzaya
açılmaktı.
Gerçi önceki dönemlerde Lucianos, Cyrano, Voltaire örneklerindeki gibi, dış uzaya açılan fantastik gezi
kurguları yapılmıştı. Fakat bu üç yazarın yapıtlarında dönemleri için insanın hayal gücü sınırlarını aşan, merak ve
korku gibi hisleri uyandıran uzayı anlatma cüretinin payı büyüktü. Fakat ne Lucianos ve Cyrano 'nun dış uzay
yolculuklarında ne de Voltaire'nin dünya dışı iki ziyaretçisinin serüvenlerinde bilimsel yada mantıksal dayanaklara
(doğal olarak) rastlanmaz. Metaforik yanın kuvvetli olduğu bu eserlerden, Lucianos 'unki eğlenceli serüvene, Cyrano
'nunki yergiye, Voltaire'inki ise felsefeye ağırlıklı yer veriyordu.
Uzaya açılma düşlerini bir kenara bırakıp, yarım kalmış Aydınlanma hareketinin hararetli günlerine geri
dönelim. Burjuva aklın doğa ve ilkel topluluklar karşısında, batılın, büyünün kökünü kazıma çabasına tepki olarak
mitsel ve romantik bir tepki gelişti. Bu tepkiyi modernliğin kendine göre ilkelliği kılıçla uygarlaştırma girişimi
karşısında, bastırılmaya çalışılan "Öteki"nin geri dönüşü olarak da açıklayabiliriz. Özellikle İngiltere'de Viktorya
çağına damgasını vuran katı ahlakçılık, cinselliğe karşı soğuk yaklaşım, bilimsel teknik gelişimin fetişleştirilmesi,
ilerleme adına sömürgeci mantığın yüceltilmesi; arkasında derin bir toplumsal kriz yaratmaktaydı. Modernleşme
süreci ile edebiyatta yoğunlaşan ürkünç, tekinsiz, kötücüllüğü yüceltici, ahlaki yargıları alt üst edici tarz; kilisenin
uyumlu, kuralcı, insanları bir arada tutan düzeninden kopuşla gelişen sürecin korkularının, çelişkilerinin ve artan
yabancılaşmanın izlerini taşıyordu. Kırsaldan göç ile kalabalık kentlerde, makineleşmiş baskı ve sömürü düzeninin
dişlileri altında ezilen, inanç dünyası sarsılmış kitlelerde umutsuzluk, korku, şüphecilik eğilimleri artmaktaydı.
Aydınlık ütopyalarla yola çıkılan bir süreçte, anti-ütopyanın cisimleşmiş hali olan dev, makineleşmiş kentlerdeki
burjuva dünyanın karabasanları, Marx 'ın ifadesi ile kendi gün ışığı altındaki hayat tarzından doğuyordu. Romantik
tepki, Walpole, Sade, Rimbaud, Lautreamont 'da kötümserlik ve karanlık, Rousseau'da ise ruhu öldüren teknik,
rasyonel akla karşı doğal yaşamın savunulması ile ortaya çıkıyordu.
Bu dönemde gotik edebiyatın kuşkusuz en önemli ismi Edgar Allen Poe'dur. öykülerinde sanayileşmekte olan
toplumun meşru sınırları dışına kayan, yabancılaşmış, tuhaf insanlarının; bu kasvetli dünyanın bilinmeyen
yerlerinde yaşadığı ve yaşattığı terörü anlatır. "Altın Böcek" öyküsünde görüldüğü gibi gizemli olayların arkasında,
tamamen aklı, mantığı ve araştırmacı ruhu öne çıkardığı yapıtlar da vermiştir. Örneğin, ilkel dünyadan gelen bir
gorilin yarattığı dehşeti konu alan "Morg Sokağı Cinayetleri" 'ni aydınlanma (ya da modernlik) öncesine dönüş
korkusu yada modern dünyadan batılın aldığı intikamı yüceltme; veyahut üçüncü bir okuma olarak tüm bu kötücül
gizem karşısında aydınlanmacı aklı temsil eden "Dupont" karakterinin zaferi olarak da yorumlamak mümkündür.
Fakat şurası kesindir ki, Poe'nun insan ruhunu ve dünyanın karanlık köşelerini aktardığı yapıtları, polisiyeden
korkuya, bilimkurgudan ruh bilime kadar geniş bir yelpazeyi etkilemektedir. Poe'nun mirasının takipçisi, Amerikan
gotik türü yazarı H.P. Lovecraft, özellikle bilimkurgunun kendi başına bir akım olarak yaygınlaşmadığı bir süreçte
yazdığı, uzaydan gelip dünyada insandan önce yaşayan korkunç türleri anlatan Ctulhu'nun Çağrısı ve Deliliğin
Dağlarında yapıtları ile gotik korkuyu, kozmik kurgu ile birleştirmiştir. Bu örnekler tam bilim kurgu sayılamayacak
olsa da, Lovecraft ve öncülü Poe'nun bir çok yapıtı 20. yy. bilim kurgusunda etkili olmuştur. Poe'nun "Kızıl Ölümün
-4-
Maskesi" öyküsünde öne çıkan çıkışsızlık, yıkım, klostofobi gibi kavramlar Amerikan anti-ütopik kurgusunun gözde
temalarına dönüşecektir.
Aydınlanmanın çelişkilerini, gotik mirası, gelecekte dış uzayın fethinde uygulanan sömürgeciliği ve ona karşı
özgürlükçü tepkileri tek bir eserde birleştiren Ray Bradbury 'nin bilim kurgu klasiği "Mars Yıllıkları" romanını ele
almak istiyoruz. Bradbury'nin birbirine bağlı öykülerden oluşan "Mars Yıllıkları " romanı, eser verdiği üç daldaki
(bilim kurgu, gotik, fantezi) yazım ustalığını, şiirsel ve melankolik bir anlatımla ortaya koyuyor. Daha önce 80 'li
yıllarda Başkan bilim kurgu dizisinde "Gümüş Çekirgeler" adıyla yayınlanan bu önemli klasik, birkaç sene önce de
İthaki yayınları tarafından gerçek adıyla okurla buluşturulmuştu. Özellikle 40-50'li yıllarda, Amerikan bilim kurgu
yazınındaki sömürgeci- teknik aklı öne çıkaran "space opera " tarzı, ucuz bilim kurgu anlayışına karşı tepkiyi de
Mars Yıllıkları ortaya koyar. Roman, Mars'ın uzay gemileriyle çekirgeler gibi işgal edilmesini anlatır. Atom bombası
tehdidi, iletişimsizlik, yabancılaşma, doğanın tahribi, soğuk savaşın cadı avları ve buna karşı gelişen özgürlükçü
tepkiler gibi bir çok güçlü temayı da okura aktarır. Romanda Mars'ı fetih için yapılan ilk üç sefer hüsranla sonuçlanır.
İkinci seferde astronotlar görünüşünü değiştirebilen, telepati yeteneği gelişmiş ve dünyada yaşam olasılığını "deli
saçması " olarak gören Marslılar tarafından ciddiye alınmayıp, tımarhaneye kapatılırlar. Üçüncü girişimde ise
Marslılar işgalcilere karşı artık hazırlıklıdırlar. Mars'ın bir bölgesinde, geçmişe (1928 'e) ait bir Amerikan kasabası
ve ölmüş yakınlarıyla karşılaşan astronotların kafası bir hayli karışır. (Nedense tekinsizde kendimizi evimizde
hissederiz). Mars'lıların uyguladığı, işgalcilerin en zayıf yönlerine (anılar, düşler, yitip giden sevilenler) karşı
kullanan bir çeşit gerilla taktiğidir. Geceyi huzurla, sevdikleriyle geçiren 16 kaşifin, sabah cenazeleri törenle kaldırılır.
Dördüncü ekipte hain, gönüllü Mars yandaşı olan Spender; ekibini bırakıp Mars 'ın kentlerini dolaşıp, uygarlıklarına
hayran olur. Ardından Amerika 'nın pislikleri ile Mars 'ı doldurarak, savaşlar çıkaracağını, atom bombasını Mars 'a
taşıyacağım düşünüp, kendi arkadaşlarına savaş açar. Çatışmaya girdiği arkadaşlarından, gemi kaptanına
söyledikleriyle Spender, tarihsel bağı kurar: Cortez ve arkadaşları Meksika 'ya ne yapmışlarsa, Mars 'ı bekleyen
kaderde odur.
Romandaki en ilginç bölüm, hiç kuşkusuz Bradbury 'nin başta Poe olmak üzere, gotik kurgu geleneğiyle güçlü
bağlarını ortaya koyan Usher 2 öyküsüdür. The fail of the house of Usher (Usher evinin çöküşü)'nün yazarı Poe,
"Usher evi planladı, yapıldı...Bay Poe 'nun hoşuna gidecek mi acaba " sözleriyle onore edilir. Sürgit devam ettirilen
soğuk savaşın ve Mc. Carthy cadı avının sonucunda, 1975 yılında büyük bir baskı dalgasının yaşanacağı ve
kitapların Nazi Almanya 'sında olduğu gibi meydanlarda yakılacağı eserde kurgulanır. Politik eserler yanında, çizgi
romanlar, Poe'nun, Hawthorne'nun, Lovecraft'ın eserlerinin de yakılmasını intikamı; Mars 'ta yapılan Usher 2 evinde
alınacaktır. Eve çağrılan sözde bilim adamları, politikacılar, kitap yakıcılar, katı ahlakçılar, fanteziyi önleme derneği
üyeleri; canavar gorilin, Armentillado 'nun ve Poe 'nun yarattığı diğer dehşet figürlerinin robotlarınca öldürülür.
"Her zaman bir şeylerden korkan azınlık vardır. Büyük çoğunluk ise ...kendisinden, gölgesinden korkan hale
geldi. Politika sözünden bile korkarlar, çünkü bu söz pek çok muhalif için komünizm sözü ile eş anlamlıdır. Her gün
sürü halinde birçoklarını getiriyorsun, sanki leşe konan sinekler gibi. Ama size göstereceğim. Size dünyada Bay Poe
'ya yaptığınızı yapacak, güzel bir ders vereceğim. "Bradbury sömürgeci, anti-komünistlikten gözü dönmüş, baskıcı
sisteme ve onun bilim kurgu edebiyatındaki uzantılarına karşı, bitmez bir öfke ve cüretle kalemiyle saldırıya geçer.
Amerikan bilim kurgusuna bir dönem egemen olan, soğuk savaş uzantısı, uzaylı canavarlarla komünistleri ve diğer
"öteki" leri eşitleyen bu anlayış, yıllarca Bradbury'i dışlamış, dergilerinden bile uzaklaştırmıştır. Onlara göre
teknokrasiden uzak, romantik, protest tavrıyla Bradbury bir bilim kurgu yazarı, bile değildir. Tüm bu dışlama
çabalarına rağmen Bradbury, gotik ve fantezinin yanında, bilim kurgu yazmaya da ağırlık verir. Mars yıllıklarını
yayınlandığı 1951 yılında yazılan "Fireman " adlı kısa öyküsü, iki yıl sonra büyük bir bilimkurgu klasiği olan
"Fahrenheit 451 " romanına dönüşecek ve Bradbury'nin ismini bilim kurgu tarihinde ölümsüzleştirecektir. Onu
dergilerinde bile barındırmayanların; bugün Bradbury'i "ordinaryüs yazar " seçmeleri ve onun adına Nebula ödülü
dağıtmaları; büyük yazarın 40-50 'lı yıllarda verdiği savaşım haklılığını gösteriyor. Fakat Bradbury yazınının anti-
sömürgeci, özgürlükçü, isyankar yanları ne kadar kuvvetliyse de, din kavramına bakışı ise zayıftır. Bradbury,
burjuva aydınlanmanın mantığına eleştirisini ileriye doğru değil geriye, metafizik huzur ve uyuma doğru yöneltir.
Romanda Darwin ve Freud 'un açtığı yolun, sanatı, dini, olumlu değerleri öldürdüğü söylenir. Oysa Aydınlanmanın
bir sınıfın tahakkümüne dönüştürüldüğünü söyleyen Frankfurt okulu (Adorno ve Horkheimer) bu tespitlerine ağırlıklı
olarak Freud 'un "Uygarlığın Huzursuzluğu "yapıtına dayandırır. Önce "Bir Yanılsamanın Geleceği " yapıtında, din
konusunun karanlıkta kalan yönlerini aydınlatan Freud, ardından gelen "Uygarlığın Huzursuzluğu" yapıtında
Goethe'nin dizelerini anıp, sırtımıza yüklenen hayatın ağırlığından, acı ve hayal kırıklıklarından kurtulmak için
insanın yarattığı diğer yanılsamaları da araştırır. Goethe 'nin "kim, bilim ve sanata sahipse sahiptir dine. Kim
yoksunsa ikisinden de sarılmalıdır dine " dizeleri Bradbury 'de dünyayı anlama anlayışına dönüşerek, bir bakıma
ideoloji halini almaktadır. Bradbury'nin formülü sanat ve bilimin, dinin yüceliğiyle harmanlanmasıdır.
Romanın sonunda,2005 yılının dünyasında ortaya çıkan yeni bir paylaşım savaşını ve patlayan atom
bombalarını "Mars Yıllıkları" tam bir anti-ütopik kıyamet olarak yansıtıp, ütopyaya kapılarını kapatmaz. Mars 'ta
insanların, kalan mutantların ve robotların yeniden ve daha iyiye doğru yaratacakları bir dünyanın özlemi ve
inancıyla roman noktalanır. Aslında tüm politik duruşu yanında roman, bilim kurgunun romantizme, şiirsellikle,
melankoliyle nasıl bütünleşebileceğine dair ders alınacak bir örnektir. Ve ardından gelen P.K. Dick, G.J. Ballard gibi
usta yazarlarla bu tarz gelişmiş ve iyi BK 'nun aslında iyi edebiyat olduğu, herkes tarafından kabul edilen bir gerçek
halini almıştır.
-5-
Barış DEMİRÖZ
Afyon Dünyası
Kuş cıvıltılarını dinlemek için pencereyi açtım. Ne de güzel ötüyorlar... Ama şimdi başka güzellikleri
yaşamaya gitmeliyim. Çok sevdiğim işime gitmek için, evden çıktım. Evim işime yakın olduğundan yürümeyi
tercih ediyorum. Ayrıca sabahları temiz hava beni kendime getiriyor. Yürümeye başladım. Az sonra, her
sabah olduğu gibi, yolumun üzerinde olan, o güler yüzlü, centilmen polis memuru ile selamlaşacağım. Ah,
işte polis memuru. "İyi günler. İyi çalışmalar memur bey.". Hey! Neler oluyor? Hava neden birden karardı?
Güneş nereye gitti? Çevrem birden iğrenç görünmeye başladı. O tertemiz sokaklar şu an çöp yığınlarıyla
dolu. Etrafta yoğun duman... Yeni görünen evler, yıkıntıdan farksız... Polis memuruna döndüm. Aman
Tanrım! İstemsizce bir, iki adım geriledim. Gördüğüm 'gerçek' mi? Metal zırhlara bürünmüş karşımda, garip
bir makineyi andıran insana benzer siluet... Başım dönüyor, kendimi iyi hissetmiyorum. Polis memuru(!?)
metalik bir sesle iyi olup olmadığımı soruyor. Cevap veremiyorum. Yoldan geçen insanlar da garip
görünüyor, kiminin yüzünün yarısı erimiş, hepsi pis ve biçimsiz. Hemen yanı başımdaki, apartmanın
merdivenlerine çökmek zorunda kaldım. Bütün bunların anlamı ne? Bir süre sonra "Pek iyi değilim" çıkıyor
ağzımdan, zorla. Her şey allak bullak oldu. Bir saniye önce hiçbir şey böyle tiksindirici değildi. Başımı
kaldırıp çevreye bakamıyorum, korkuyorum. Önümde polis memurunun ayakları var. İki kişi daha geldi. Yeni
gelen insanlara bakmak için kafamı kaldırdığımda, olduğum yerde sıçradım. Yeni gelen iri yarı iki adamın
da sol gözleri yerine, kırmızı metalik birer 'şey' var. "Korkma" diyor içlerinden biri, çirkin bir sesle. Ve ekliyor:
"Bizler sağlık görevlisiyiz. Algı çipin bozulmuş. Telaşlanacak bir şey yok."
Sağlık hizmeti dediğin böyle olmalı işte. Daha sorun çıkalı bir dakika olmadı, hemen müdahale
ediyorlar. Gerçi, altı aydır akciğerimde sorun var ama eminim bir aksilik çıktığından gelemediler.
Diğer sağlık görevlisi, cebinden, silah gibi tuttuğu, yumuşak hatlı, metalik, ufak dikiş makinesine
benzer bir alet çıkardı.
"Bunun adı iknaedici. Seni tedaviye götürürken çevreden zarar görmemeni sağlamak için."
Garip aletin düğmesine bastığında birden içimi garip bir duygu kaplıyor. Sağlık görevlilerinin ardından
gitme düşüncesi beliriyor kafamda. Tabi, böyle yapmalıyım. Sağlık görevlileri başlıyor yürümeye. Ben de
onların arkasından. Ezilmiş bir kediye basıyorum, ama önemli değil. Görevlilerin peşinden gitmem lazım.
Çevredeki garip dumandan ciğerlerim yanmaya başladı.
Biçimsiz,paslı bir minibüse gelince duruyoruz. Minibüsün bagajını açıyor sağlık görevlilerinden biri.
İçerisinde ışıklı göstergeler, kablolar, tanımlayamadığım araçlar var. Sağlık görevlisi bileğimi tutuyor ve
bagajdan çıkardığı kablolardan birini, kolumda ilk defa gördüğüm bir deliğe sokuyor.
Uyandığımda etraf yine aydınlık. Burası hastane olmalı. Demek hastane dedikleri böyle bir yermiş.
Etraf eskisi gibi pırıl pırıl, ferah bir odadayım. Açık pencereden kuş cıvıltıları ve güneş ışığı geliyor. Kar
beyaz üniformalı, hoş bir bayan içeri giriyor.
"Uyandınız demek."
Evet uyanmıştım, kendimi de eskisi gibi iyi hissediyordum... Ayrıca işime gitmek için de can atıyorum.
O kırmızı, şekere benzeyen, adam boyunda, plastik oyuncak kürelerden üretmek istiyorum. Bu daireler ne
yapılıyormuş biliyor musunuz? Ülkemizdeki gönüllü gruplar tarafından Vietnam'daki küçük çocuklara hediye
edilmeye gönderiliyormuş...
İskoçya'daki New Lanark fabrikasını satın alan Robert Owen, bu bölgedeki çalışma ve yaşam
koşullarını iyileştiren köklü reformlara gitmişti (1800 - 1829). Özellikle çocukların ve gençlerin eğitimine
önem veren Owen anaokullarının bulucusu ve ilk uygulayıcısı olmuştur. Owen'a göre insanları küçük
yaşlarda çevrenin zararlı etkilerinden uzakta, eğlenceyle birleşmiş bir eğitimden geçirmek gerekiyordu.
Üretim, verim ve bölüşüm konusunda küçük bir alternatif toplum modeline dönüşen New Lanark'ın
nüfusu 2500 kişiye ulaşmıştı. O dönem rakip fabrikalarda 14 saat mesai uygulanırken New Lanark' ta 10
saat çalışılıyordu, üretim yapılmayan dönemlerde de işçilere ücretleri ödeniyordu. Yaşamı ile ütopik
sosyalizmin, sendikal hareketin ve kooperatifçiliğin öncülerinden biri durumuna gelen Owen' in çalışmalarını
Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Yeni Toplum Görüşü" kitabında ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
-6-
Mustafa SUYOLCU
Bilimkurguda Zaman (2)
Fredric Brown
Zamanda Kabus
Cahit ORPAK
- 13 -
POSTA KUTUSU bkzine@hotmail.com
- 14 -
Rafet ARSLAN
Nerede Kalmıştık ?
BK (Bilimkurgu) insanlığın geleceği için etik sorumluluğa sahip bir sanattır. Dünyanın çeşitli
yerlerindeki BK'cular bu etik sorumluluğun bilinci ile üretimlerini, etkinlik ve aktivitelerini
şekillendirmektedirler.
Türkiye için aktivist ruha sahip, üretken ve genişleyen, sağlam bir BK geleneği yaratmayı hedefliyoruz.
Böyle bir çaba tek tek öne çıkan bireylerle değil, ancak kalıcı ve sürekli dinamik ruha sahip taban inisiyatifleri
ile mümkün olacaktır.
Bunun için geçmişe bakmalı, onu bilmeli insanlara öğretmeliyiz. Ve bugünü nesnel bir şekilde tespit
ederek, yolun neresinde olduğumuz belirlenmelidir. Elbette bahsettiğimiz yol, sonsuz bir gelişme
potansiyelindedir. Ama hem kısa, hem uzun dönem hedeflerle bu yolun bazı çizgileri belirginleştirilebilir.
Geleceğe uzanan bu zahmetli bayrak yarışında eleştirel ve kuramsal çalışmalar en az öykü, roman,
illüstrasyon, şiir gibi üretimler kadar önemlidir. Nesnel eleştiriler ve araştırmaya yönelik çabalar uzun vadede
kuramsal yaklaşımları oluşturacaktır. Bugün BK'ya dair sağlam düşünsel yaklaşımların azlığından dolayı,
Türkiye'de BK'ya yönelik önyargılar, bilgisizlikler ve yanlış tanımalar varlığını sürdürmektedir. Bu durum
Kültür-Sanat dünyası ve aydın çevrelerde BK'ya yönelik bilgi ve araştırma eksikliği olarak yaygın şekilde
gözlemlenmekte. Bu sağlıksız ortamda BK adına konuşan, üreten insanların sorumluluğu, bir kat daha
artmakta. Çünkü Ufoculuk, ruhçuluk, reenkarnasyonculuk vb. BK ile ilgisi olmayan kavramların, BK içinde
anılmasının tek sorumlusu BK' dan uzak insanlar olamaz, bu sorumluluk daha çok BK ile ilgilenen, ona gönül
veren insanlarındır. Bu yüzden doğru ve keskin eleştirinin yanında, "eleştirinin de eleştirisine"
yoğunlaşmalıyız. Toplumu bu alanda yanlış bilgilendiren, soğutan metinlere cevap vermeyi kendimize görev
saymalıyız. Sağlam kuramsal çalışmaların ve nesnel eleştirinin belirleyici olduğu bir ortamda bu yanlış ya
da eksik yaklaşımlar kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Bahsettiğimiz gelişimin önündeki bir diğer engel ise zaten dar olan BK camiasında sürekli bölünme,
kavga gibi olumsuzluklarla karşılaşılmasıdır. Bizce bu olumsuzluklara tek çare, yapılan her aktivitenin en
geniş anlamda tüm katılımcılara mal edilmesi ve insanların inisiyatiflerini duyuracağı oluşumların
yaratılmasıdır.
Gündeme getirdiğimiz yaklaşım, son birkaç yıldır gelişen bir duruşun, şimdiden belirginleşen ilk
adımlarıdır. Taban inisiyatifinin hakim olduğu alternatif söyleşiler, radyo çalışmaları, yeni üretimler ile birlikte,
Albemuth'da bu sürecin bir parçasıdır.
İYİLİK
NEYE
YARAR?
1.
İyilik neye yarar, Öldürülürse iyiler çarçabuk, ya da
iyilik görenler?
Özgürlük neye yarar, yaşarsa bir arada özgürlerle
tutsaklar?
Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese, akıl
neye yarar?
2.
İyi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı.
iyilik beklenmesin!
Özgür insan olacağınıza, öyle bir yere götürün ki
dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes, özgürlük sevgisi
geçersiz olsun!
Akıllı insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı.
akılsızlık zararlı olsun!
B.BRECHT
Selçuk ERDEM
- 15 -
ALBEMUT Özgür
Basın
BİLİM KURGU - 12 / 02
Maya BAŞYILDIZ
Elimizde TV, Sinema ve Renkli Basından
Başka birşey kalmadı.
ALBEMUTH Özgür
Basın
BİLİM KURGU - 03 / 03
Gamze GÜÇKIRAN
Syro yataktan kalktı. Saate baktığında vardı- ve değişik olasılıkları birbirine kaynaştırarak
yaşamdaki 7500' üncü gününe başlamak için çok farklı dünyalar yaratırdı. Bu dünyalar bazen bir oyun
geç kaldığını farketti. Hemen yataktan fırlayıp bahçesine, -ki bunu çoğu zaman iyi vakit geçirmek
aceleyle bugün için hazırlanmış özel kıyafetlerini için yapardı- fakat çoğunlukla bir savaş alanına
üzerine geçirmeye başladı. Tam tamına 7500 gündür benzerdi. Elindeki aynı materyallerle hem güzel hem
bu odadaydı ve işte bugün dışarı çıkabilirdi. de berbat bir dünya yaratabildiğine kendi de
şaşırırdı. Tarih Çelişkisi öğretmeni (aynı zamanda
Bir görevi vardı. Pek çok şey için hazırlıklıydı Olasılık öğretmeniydi de) farklı dünyalarına şöyle bir
ama dışarı çıktığında neyle karşılaşabileceğine dair göz atar, elini Syro' nun omzuna koyar ve "Açıkla"
hiçbir şey söylenmemişti ona. Tek bildiği, daha derdi. "Neden güzel?" veya "Neden insanlar aç?"
doğrusu tahmin ettiği, varolan dünyanın artık yaşamı veya "Şimdi de çözüm üret bakalım. Ne yapılmalı?"
besleyecek gücünün kalmadığıydı. En zor kısmı bu olurdu işin. Syro sorulanları
cevaplama heyecanıyla günlerce süren bir strateji
Syro bu programın ilk adaylarındandı. karmaşasının içinde bulurdu kendini.
Program tam 7532 gün önce yönetim tarafından acil
durum ilan edilmesiyle birlikte yürürlüğe konulmuştu. 6000'inci günlerinde artık biraz biraz
anlamaya başlamıştı. Olumlu dünyalar yaratırken
Geniş ve sert yatağına oturdu ve odasına çok zorlanıyordu çünkü elindeki örnekler hep daha
şöyle bir göz attı. Burada olduğu süre içinde pek çok kötüsüne sürüklüyordu onu. Gelecek hep geçmişten
şey öğrendiğini düşündü. Gerçek yaşama daha karanlıktı. Siyasi ideolojilerin hepsini
karışamamış, ama teknik bilgi biriktirmişti. Bir sürü incelemişti. Kağıt üzerinde insancıl ve tutarlı görünen
yabancı dil öğrenmiş, bir sürü kitap okumuş, pek çok pek çok yönetim biçimi, uygulamaya konulduğunda
mantık ve matematikle ilgili oyunlar oynamış, dönüşüm geçirmiş, insanların bencillik ve
meditasyon yapmayı öğrenmiş, tartışmış, dinlemiş, açgözlülükleri sonucunda işlemez hale gelmişti.Ve
eleştirmiş, kabul etmiş, kısacası bu dört duvar sonuç olarak hesaplarına göre şu anda dünya ya
arasında iyi vakit geçirmişti. Bebekliğinden bu yana kapitalizmle, ya da ona çok yakın kan emicilikte adını
Syro özel bir amaç için yetiştirilen, seçilmiş bir çocuk bilmediği başka bir sistemle yönetiliyor olmalıydı. Bu
olduğunu biliyordu. Fakat bu fikrin ona yardımcı da aydınlık bir dünya hayal etmesini çok
olmadığı, hatta üzerinde çok baskı kurduğu zamanlar zorlaştırıyordu. "Yönetici olmaya hazır mıyım?"
da olmuştu. Bazen -özellikle gelişme dönemlerinde- Kendine odasındaki ekrandan gösterdikleri dev
kendini kapana kısılmış hissetmiş, yaşıtlarından Yönetim Binasını düşündü. "Evet. Yapabilirim." Artık
farklı olma hissi kaldıramayacağı kadar ağır gelmişti. zamanın geldiğini hissetti. Kafasında ki bazı
Köşedeki boy aynasına baktı. Vücudu ilk parçaların artık bir zemine oturması gerekiyordu. Ve
değişimlerini göstermeye başladığında - Cinsellik o zemine de ancak Yönetim Binası'nda ki verilerle
öğretmeninin söylediklerine rağmen - ne kadar sahip olabilirdi. Sabırsızca yatağında kıpırdandı.
korktuğunu ve ağladığını hatırladı. Gülümsedi. Nasıl bir manzarayla karşılaşacaktı? Doğal
Kendini yalnız hissettiği çok zaman olmuştu ama kaynakların tamamen yok olmamış olmasını
okuduğu kitaplar, dışarıdaki insanların da aslında umuyordu.Çünkü eğer öyleyse, dünya nüfusunun
yalnız olduğunu anlamasını sağlamıştı. Odasının %80'i açlık sınırının da altında, hatta ölmek
duvarlarının dörtte üçünü kaplayan kitaplarına baktı. üzereydi.Tam bulaşıcı hastalıklarla ilgili olasılıklarını
Hepsini burada bırakmak zorunda olduğu için kendini düşünmeye başlamışken kapı açıldı."Haydi Syro,gel
üzgün hissetti. Sadece 2002 yılına kadar yazılmış dışarı çıkalım." Bolgux' a korkuyla baktı. Bolgux,
olan kitapları okumasına izin vermişlerdi. Ne güncel programın yaratıcısı ve aynı zamanda da Topluluk
kitapları okuyabilmiş, ne gazetelere göz atabilmiş, ne Psikolojisi öğretmeniydi. Syro onu çok severdi ve bu
de televizyon izleyebilmişti. Bu onun, içinde kadar gerginken onun o artık yaşlanmış yüzünü
bulunduğu zamana olan merakını daha da arttırmıştı. görmek onu biraz olsun rahatlattı. Birlikte odadan
Fakat merak yeterli değildi. Öğretmenleri, güncel çıktılar.Syro şaşkınlıkla etrafına bakındı.Bütün
etkileşimlerden uzak ve tabii ki tarih verilerinin duyuları dış dünyayı algılamak için çalışıyordu
tutarsızlıklarını da karşılaştırarak, bir dünya görüşü şimdi.Koridorda pek çok insan ona gülümseyerek
edinmesi, bugün ki yaşamın nasıl olduğuna veya bakıyordu.Hepsinin bakışlarında bir çaresizlik mi
olması gerektiğine dair, kendisinin bir fikir üretmesi vardı?Yavaşça yürüdüler. Program binasının büyük
gerektiğini söylemişlerdi. Bu çok eğlenceli bir şeydi. çıkış kapısının önüne geldiklerinde Bolgux bir adım
Odasında tek başına olduğu zamanlarda geri çekildi."Evet Syro.Sıra sende…" Ve kapı ağır
bilgisayarının başına geçer - bilgisayarını sadece ağır açıldı.
daktilo ve hesap makinesi olarak kullanmasına izin
-4-
SİZ Mİ TV. Yİ AÇIP KAPATIYORSUNUZ Asım SEYHAN
TV. Mİ SİZİ?
YA DA EVREN:KAOSUN MÜKEMMEL DÜZENİ
Yeni dünya düzenine (yukarıdaki adlardan
istediğinizi seçebilirsiniz) göre, insanlık için olup
"Bilimkurgu, bilimsel buluşların, teknolojik
olabilecek en iyi sistem bu, daha ötesi yok. Ve artık
gelişmelerin, gelecekteki olay ve toplumsal
yeni şeyler düşünmek, söylemek, geliştirmek ve
değişimlerin insanlar üzerindeki etkilerini araştırıp,
uygulamak gibi beyhude uğraşlara girişmemeliyiz.
yansıtan sanat akımıdır diyebiliriz. Geleceğin
Yevgeni Zamyatin'i anımsayanınız var mı? Biraz
arkeolojisi olarak da tanımlanabilir."
kurcalayın hafızanızı. Zamyatin'in uzun yıllar önce
bir uyarısı vardı sanki! Eyvah! Yoksa Seattle'dakiler
Tarih, elbette kendi kendini yazmaz. Öyle
O'nu mu anımsadı?
üst üste yığılmış, gelişmelerin, olayların,
değişimlerin dondurulup saklandığı buzdolabı da
Bakın şimdi birden, Dragan Babic'in "Son
değildir. Tarihin yazılması gibi bir eylemden söz
Sürgün" kitabı aklıma geldi. Kitap basımının
ediyorsak, bunun nedeni, geçmişin
yasaklanması ya da toplatılması ve dahi ola ki,
devingenliğindedir. Buna dayanarak şöyle bir sav
basılıp toplatılmasa da okunmasının
ileri sürülebilir: "Tarihi, aykırılar yazar,
yasaklanmasını duyup, görmüştük. Ama mahkeme
statükoculuğun üstüne."
bu sefer kitabın ''imha'' sına karar verdi. Eyvah ki
ne eyvah! Başımıza bir de Ray Bradbury çıktı
Statükoculuğun isteği, tarihin hiç
şimdi.
değişmeden kalması yani bitmesidir. Böylece,
toplumsal dönüşümlerin (diyalektik yasalara göre )
Daha çok üreyin ki sizin için ürettiklerimizi
gerçekliği ve geçerliliği tarihle birlikte sonlanacak,
(!) daha çok tüketebilesiniz. (Adı ''PİYASA
''değişmeyen tek şey, değişimin kendidir'' yasası,
EKONOMİSİ'' olan bir üretim tarzı, nasıl insan için
kulağa hoş gelen felsefi bir cümle olarak kalacak.
üretim yapar pek anlayamadım ama? Neyse işte.)
Çoğalın, çoğalın, devam edin ...Ne? Harry Harrison
Globalleşme ya da yeni dünya düzeni (1789
mu? Neyin nesi, kimin fesi bu adam?
Fransız Devrimi ile politik olarak doğan, 1800'lerin
başlarında İngiltere'de sanayi devrimi ile ekonomik
Kar ve güç tutkusu, acımasızca yapılan
olarak olgunlaşan sistem günümüz için nasıl bir
yarışmacılık, silahlanma çılgınlığı, hastalıklı bir
yeniliktir? ) ya da yükselen yeni değerler her ne ise
toplumdaki bireylerin çaresizliği ve karanlıkta doğru
adını siz koyun, artık tarihin sonunun geldiğini
yolu bulmaya çalışmaları. Hadi söyle söyle, şimdi
müjdeliyor bizlere. Aman ne mutlu! Bundan sonra
kimi yumurtlayacaksın bakalım? Strugatski
tarih gibi bir derdimiz yok. Ama statükoculuğun bir
kardeşler mi? E aferin yani, hiç boşun yok.
derdi var: Aykırılar!
Bugünün dünyası, insanların çabasıyla
Aykırı deyince, uzlaşmazlığı bir giysi (imaj)
ortaya çıkmasına karşın, yine insanlar tarafından
olarak kullanan, çıplak kaldığında genel geçerle
anlaşılamamaktadır. Nedir insanı insan yapan ya
sabunlanıp, bal tutan parmağını yalarlar durulanan,
da insanı insanlıktan çıkaran şeyler? Yanıtı basit
gemisini kurtaran kaptandırlar kurulananları
sorularmış gibi geliyor ilk bakışta. Ancak,
kastetmiyorum. Söz gümüşse sükut tenekedir, ben
yanıtlarını vermeye başladığınızda yeni sorularla
yanmazsam sen yanmazsan biz yanmazsak
karşılaşıyorsunuz (her şey birbirine bağlıdır, tez,
diyebilenlerden söz ediyorum. Ya da en güzelini
antitez, sentez, sentezin antitezi...)BK'nun makro
Sokrat söylüyor:
evrenden mikro evrene, insana, yaşama dair
Sokrat ölüme mahkum edildiğinde,
sorulara yanıt arayışı, gelecek için ütopya önerileri
Eşi : Haksız yere öldürülüyorsun ,diye ağlamaya
ya da anti ütopya uyarıları herhalde onu
başlayınca
vazgeçilmez kılıyor. Çünkü, BK yaşamamızın
Sokrat: Ne yani, demiş. Bir de haklı yere mi
içinde her yanımızda."BK yaşamın ta kendisi.
öldürülseydim?
Vazgeçilmez olarak ."
"Tek kutuplu post modern dünya" modeli,
suya sabuna dokunmadan iktidar düşünü ''nasıl Gerçek, siz ona inanmaktan vazgeçinceye
olsa karşıtım (çelişenim) yok" üzerine kurarken, kadar devam eden herhangi bir şeydir.
diyalektiğin "zıtların birliği" yasası da tozlu raflarda P.K.DICK
yerini almış oluyor (mu?)
-5-
BİLİMKURGU TÜRLERİ(NE) EK Akil BAŞYILDIZ
Değerli yazar abim Bülent Habora'nın aylık 1900 yılı 2 Milyar. İki Dünya savaşına
söyleşilerden birinde bana yaptığı teklifle Radyoda rağmen 50 yılda yine katlandı.
Bilimkurgu programını başlatmıştım. Albemuth 1950 de 4 Milyar oldu. Şu an 2000 li
dergisi, 'Radyoda Bilimkurgu'ya örnek olması için yılların başlarındayız.
yukarıdaki başlığı koyarak ; İzmir merkezli 93.5 Batı 2000(3) 7 Milyara gidiyor Dünya.
Radyo'da her ayın üçüncü pazarı 11-13 saatları arası 2010 larda 10 Milyarı çoktan aşmış olacak
hazırlayıp sunduğum 'Fahrenheit 451' adlı programın insanlar. Nüfusun iki kat artışları için gereken
birindeki konuşmamın bir bölümünü sarı sayfalı yüzyıllar, elli yıllar, onlu yıllara indi. Nüfus başlı
sayısına almıştı. Temel olarak dört başlıkta ele başına sorun değil mi?
aldığım Bilimkurgu anlayışları ile ilgili söylemimin
radyodaki devamını aktararak yarım kalmışlığı 1966 da Harry Harrison, "Yer açın! Yer
tamamlamak gereğini duydum. Dergide yayınlanan açın!" isimli romanının ön iç kapağında : "Çocuklar,
sınıflandırma özetle şöyleydi : umarım bu bir kurgu eseri olur." Temennisinde
1- Bilim ağırlıklı BK (Bilimkurgu). Mustafa bulunmuştur. Dünya nüfusunun gidişatı pek de kurgu
Suyolcu bir başka Albemuth sayısında 'Saltık BK' gibi görünmüyor, ne dersiniz?
olarak incelemiştir.
2- Uzay Operası : Macera ağırlıklı BK'lar. Karşı ütopyalar insanlığın önünde geleceğe
Uzay savaşları, yaratıklar, aşk, gerilim, korku, doğru akan yolun uyarı levhalarıdırlar. Ufukta gözden
vahşet, tekmili birden. kaybolan yolda bizleri nelerin beklediğini bilmiyoruz.
3- Ütopya : Düş ülke. Olmayan yer. İdeal Ama insanlığın sahip olduğu Karşı ütopya yazarları
toplum. En mükemmel yaşam. Çölde serap üzerinde ilerlediğimiz yolu çok iyi inceleyip hemen
yüreklerimizi serinleten. önümüze işaretleri dikiyorlar. "Dikkat! Yolun bu
4- Karşı ütopya : İp uçları şimdiki zamanda yapısına göre ilerde keskin bir viraj olabilir. Ve
görünen kötü gidişatların gelecek boyutlarında elimizdeki bu araçlarla o viraja varmak insanlık için
işlenmeleri. tehlikeli olabilir,"gibi. Ve ben umarım ki fren yapma
Radyodan devamla ; Genel olarak insanın fırsatımız olur diyorum. Umarım firenler de tutar. Bu
geleceğini konu edinen Bilimkurgu tanımlarının araçları bizler kullanıyoruz. Şu anı paylaşan tüm
çokluğu, onun sınırlarının çok geniş olmasından insanlar. Ama elimizdeki araçlarla geleceğe yol
kaynaklanıyor. alırken tüm dünyanın çocuklarını da bu araçlarda
taşıdığımızı unutmamalıyız.
Ne demek istediğimizi örnekleyerek
anlatmaya çalışalım : Kitabevine gidip bir ana akım (Ek'e) ek;
yazarının, yani konusu günümüzde yada geçmişteki Yeryüzünün (düş) cennetleri : Ütopyalar
herhangi bir dönemde geçen bir eser alıp
okuduğumuzda yazarın ele aldığı belirli bir dönemin, Ütopyalar az yazılır. Çünkü (herkes için
belirli bir yörenin, belirli insanlarının yaşam ve geçerli) en iyiyi düşlemek çok zordur. Birinin cenneti
karakterlerini izleyerek, yeni kişilikler tanıyarak bilgi diğerinin cehennemi olmasa da uymayabilir. Oysa
ve duygularımızı zenginleştiriyoruz. Bu konuya daha herkese uyacak temel bazları ele almak çıkış noktası
çok şey ilave edilebilir. Ama kısaca ; yaşamı olarak yeterlidir. Kimsenin kimseyi öldürmediği,
kavramamızda kaçınılmazdırlar. Onlarsız sömürmediği aksine yardımlaştığı bir dünya.
yapamayız. Bir Bilimkurgu sever de her kitap okuru Toplumbilimcilerin saptadığı beş temel insani
gibi bunlardan nasibini alır. Ancak bununla yetinirse gereksinimin herkes için sağlandığı bir dünya :
hep eksik kalan bir şeyleri hissedecektir. Dünü ve Herkese ev, aş, iş, sağaltım ve kültür, eğlence
bugünü bilmek, insanı ve Dünya'yı kavramaya olanağı. Açın olmadığı, tüm hastaların acılarının
çalışmak iyi de ; Nereye gidiyoruz? Ya da Dünyamız, dindirildiği, ağlayan tek çocuğun kalmadığı, çocuk
üzerinde taşıdıklarıyla nasıl bir gelecek(ler) haklarının, kadın haklarının, insan haklarının,hayvan
olasılıklarına doğru zamanda yarınlara yolculuk haklarının Evrensel Beyannamelerinin yürürlükte
yapıyor? olduğu bir dünya.
Nüfusla ilgili olarak bir örnek vermek Böylesi bir geleceğe bugünden, bugün
istiyorum : gerçeklerinden yola çıkarak nasıl ulaşabileceğimiz
1650 yıllarında Dünya nüfusu : 500 Milyon. konusu işlenmiyor. Aslında Ütopyanın kendisi değil
İki katına ancak iki yüzyıl sonra 1850 de ulaştı. de, ona gidecek olan yol ele alınmalı bence.
1850 de 1 Milyar olan insanın iki katına Ütopyalarda bu yoktur. Ne olduysa olmuş bir ütopya
çıkmasına 50 yıl yetti. gerçekleşmiştir. Ve o Ütopyanın neye benzediği
-6-
anlatılır kitap boyunca. Dünyanın güncel gerçekleri Kara(Karşı) Ütopyalara benzemişken, savaşlar sürüyor
ve binlerce çocuk ölecekken Ütopyaları, okumakta olduğum değil, okuyacağım kitaplar sırasına koyabilirim
ancak. Ömrüm yeterse okuyacağım ve Ütopyalardan Ütopyalar seçeceğim. Hatta belki beşinci sosyal
gereksinimimden biri olan eğlence hakkımı da kullanıp Fantazya bile okuyabilirim o zamanlar geldiğinde!
HABER NİTELİĞİNDE
Türkiye'nin ilk Bilimkurgu Fanzinini ve sonra da ilk BK dergisini yayımlayan; 1974 lerden beri yakın
dostum Sezar Erkin Ergin 16 Ocakta TÜBİTAK'ta düzenlenen TBD Bilişim Dergisi Bilimkurgu Öykü
Yarışması Ödül Töreni Davetlileri arasındaydı. Ayrıca Sezar E. Ergin, bir telefon görüşmemizde Yazın
İzmir'e geleceğini belirtmiş ve İzmir'deki Bilimkurgucu dostlarına selamlarını iletmiştir.
***
Zühtü Bayar'ın Mart 2003' te başlattığı Bilimkurgu Ansiklopedisi tamamlanana dek her ay Bilim ve
Ütopya dergisinden takip edilebilir. Abecesel olması nedeniyle ilk tefrikadaki dört sayfada Albemuth fanzini
de yer almıştır. Yeri gelmişken Albemuth'un bir yıldız sisteminin ve ünlü BK yazarı P.K. Dick'nin bir
romanının adı (Albemuth Özgür Radyosu) olduğundan da söz etmek isterim. Ansiklopedinin "Android"
maddesinde sözü edilen "Altı Milyon Dolarlık Adam" dizisinden, belki bir dizgi hatası nedeniyle, "Beş Milyon
Dolarlık Adam" olarak bahsedildiği dikkatimi çekti.
Mustafa Suyolcu'nun kasım 2002 tarihinde başlattığı "Bir Bilimkurgu Ansiklopedik Sözlük Denemesi"
Albemuth'un ileriki sayılarında da devam edecek gibi görünüyor.
Albemuth fanzini şu an için Türkiye'de varolan BK dergi ve fanzin boşluğunda tek başınalığını
(umuyorum geçici olarak) sürdürüyor.
-7-
programına mı ait olduğunu belirleyecek. Şimdi -"Son bir kelime daha" dedi Fredrick.
hazırsanız başlayabiliriz." Bilgisayar ekranına baktılar son bir kez. Kelime
ekranda intikam alırmışçasına göründü : İKTİDAR.
Sandalyesine oturdu ve o da diğerleri gibi
zihnin algılarını istenmeyen dış etkenlerden koruyarak Bitirdiler bir çırpıda yazmayı ve korku ile
zihnin istenen konuya yoğunlaşmasını ve zihinsel birbirlerine baktılar: OTORİTE, PAYLAŞIM, DOĞAL
verimin artırılmasını sağlayan zihin yoğunlaştırıcı SÜREÇ, KONTROL.
gözlüklerini taktı. Bu gözlükler onları kendi
tasarladıkları zihin kirlenmelerinin ve bilgi Hepsi de tükenmişlik içinde arkalarına
saptırmalarının dışında, zihinlerinin gerisinde yaslandılar ve gözlüklerini çıkardılar. Kelimelerin tümü
çocukluk çağlarının kirlenmemiş anlam dünyasına de vakti ile şartlandırma programlarına kendi elleri ile
götürecek ve ekranda gördükleri kelimenin girdikleri kelimelerdi, gerçek değillerdi, belirli bir
duygulanımlar ve kişisel anılarla bezenmiş anlamına amaçla, sığlaştırmak, korkutmak, tek tipleştirmek,
ulaştıracaktı. yabancılaştırmak üzere tasarlanmış kelimelerdi;
yıllardan beridir bilinçaltına hükmeden sesli ve
Masanın tam ortasındaki halojen ekranda ilk görüntülü mesajlarla, okullar, televizyon programları,
kelime göründü: SAVAŞ. kitaplar yoluyla kalabalıkları şartlandırmada kullanılan
kelimelerdi; düşünmeyen, paylaşmayan, risk
Dördü de dudaklarında anlamlı bir gülümseme almayan, sorgulamayan yığınlar içindi; öyleyse onlara
ile kağıtlarına döndüler. 5 saniye geçmeden hepsi de ne olmuştu. Sistemin kontrolünü ellerinde tutuyorlardı;
kafalarını kaldırarak birbirlerine merakla baktılar. peki onların kontrolü kimdeydi ?
"Evet, ilk kim başlıyor" dedi Theodor.
"Ben başlayayım" dedi Jean. "Benim kelimem Rahatsızlık içinde kalktı sandalyesinden
BARIŞ." Theodor. Bilgi ve Kontrol Merkezinin tüm şehre hakim
"Benimkisi ise KAHRAMANLIK" dedi Fredrick. penceresinden dışarıya baktı. Dışarıda hayat son
"İTAAT" diye tamamladı Karl. derece uyum içinde, sessiz ve sakin akıp gidiyordu.
"Ben ise KAZANÇ yazmıştım" dedi Theodor. "Nerede benim zihnim" diye sordu kendi kendine;
Hepsi de şaşkınlık ve ümitsizlik içinde birbirlerine binlerce kez sorulmuş bir soruydu bu belki de ama
baktılar. gariptir Theodor ilk defa soruyordu.
"Durun hemen karartmayın yüzlerinizi. Bu
daha ilk kelime, öyle değil mi?" dedi Jean gülmeye
çalışarak. Gözlük ilk kelimede başarısız olmuştu. PRATİK ÜTOPYALARDAN
Bulunan kelimelerden hiçbirisi kendi kelimeleri değildi. Hasan El Sabah ve Alamut Kalesi.
Onlar değildi o kelimeleri oraya yazan.
Günümüzde Junk, köktendincilik söylemleri
Bir kelime daha göründü ekranda: SEVGİ. ile ele alınan Hasan Sabah efsanevi bir kişilik haline
Kolay bir kelime olduğunu düşünerek sevindiler. gelmiştir. 11. yüzyılda, Kahire'deki Fatimi halifeliği
Hemen kelimelerini söylediler ardı ardına: yoksul Müslüman halka, Kuzey Afrika' nın Hıristiyan
KARŞILIKLILIK, YÜCELTME, ÖZSEVİ, ve Yahudi nüfusuna ağır baskı ve zulüm politikası
SAHİPLENME. güdüyordu.
Yine olmamıştı, bir türlü kelimenin gerçekte ne İsmaililerin bir kolu, halifeliliğin bu baskı ve
anlama geldiğini hatırlayamamışlardı. Huzursuz bir zulmüne karşı isyan ederek direnişe geçtiler. Hasan
yüzle bilgisayar ekranına baktılar. Yeni kelime çoktan Sabbah'ın çevresinde toplanan bir grup direnişçi
görünmüştü bile ekranda: TELEVİZYON Alamut kalesini ele geçirdi. Kale çevresinde
oluşturdukları otonom bölgede, ortaklaşmacı bir
Hepsi de bitirdiler hemen ve bu sefer hayat kurdular. Despot merkezli iktidara karşı
çaresizlik içinde tekrarladılar kelimelerini: EĞLENCE, Alamut kalesini bir "Yeryüzü Cenneti" haline
BİLGİ, ÖZGÜRLÜK, İLETİŞİM. getirmeye çalışmışlardır.
Bir tek kelime bile etmeden bilgisayarın İngiliz şair ve Frankestein'in yazarı Mary
sonraki kelimeyi göstermesi talimatını verdiler. Kelime Shelly'in eşi P. Shelley'in 1814'te yazmaya
alay eder gibi göründü ekranda: PARA başladığı tamamlanmamış "Suikastçiler"
Hızlıca yazıp yüksek sesle okudular ütopyasının esinini Alamut deneyimininden almıştır.
kelimelerini, seslerinde umuttan eser yoktu, daha çok Hasan Sabbah'ı geleceğe taşıyan bir BK örneği
Sisyphus'un anlamsız inadı: REFAH, GÜÇ, EŞİTLİK, olarak, Zelazny' in "Bu Ölümsüz" romanı ele
AMAÇ. alınabilir.
-8-
Bir Bilimkurgu Mustafa SUYOLCU
Ansiklopedik Sözlük Denemesi
Bilimsel adı Einstein-Rosen Köprüsü olan bu
(III)
kavram yaygın olarak "Solucan Deliği" olarak
kullanılmaktadır. Birçok BK öykü, roman ve filmde
Işık Hızı
çok uzak mesafeleri aşmak için kullanılan bir
yolculuk yöntemi olarak işlenmiştir. Uzay-zamanda
Fizik bilgilerimize göre, evrenimizde
birbirinden uzak iki nokta arasında hemen hemen hiç
ulaşılabilecek en yüksek hız. Yaklaşık 300.000 km.
zaman harcamadan ve normal hızlarda (işık hızının
/sn. lik bu hız, ilk anda olağanüstü yüksek ve her yere
altında) yolculuk etme gibi bir olanak sunan kavram
ulaşmaya yeter bir izlenim bırakmakla birlikte bu
astronomik uzaklıklarala başetmek için mükemmel
tanımın özellikle ikinci kısmına inanmak artık
bir olanak olmuştur. Ünlü TV dizisi Stargate (Yıdız
mümkün değil. Işık hızı ile kendi güneş sistemimiz
Kapısı) bu kavram çerçevesinde ortaya çıkmıştır.
içinde bile gerek ulaşım gerekse haberleşme ile ilgili
Solucan deliklerinin çalışma prensibi basit olarak
sorunlar olacağı açıktır. Bu düşünceyi evren
şöyle anlatılabilir. Düz bir yüzeyi, örnekle bir mektup
boyutlarına taşıdığımız zaman ise haberleşme
kağıdını uzay olarak düşleyin, kağıdımızın uzak iki
ve/veya ulaşımın ne kadar olanaksız olacağı açıktır.
köşesini kıvırarak olabildiğince birbirine yaklaştırın,
BK’da ışık hızı, tüm bu yetersizliklerine rağmen uzay
en uzak iki uç şimdi üstüste. Bu yakınlıkta bir uçtan
yolculukları için oldukça sık kullanılmış ve
diğerine küçük bir hareketle geçmek mümkün. Geçiş
kullanılmaktadır. Uzak yıldız sistemlerine yolculuklar
işleminden sonra kağıdımızı eski düz haline getirelim
için ışık hızına oldukça yakın hızlarda hareket eden
işte neredeyse hiç zaman harcamadan olası en uzak
ve kendine yeter bir eko sistem ile donatılmış yıldız
mesafeye ulaştık. Solucan deliği, örneğimizdeki
gemileri, hatta çok daha yavaş hareket eden ama
kıvrılan kağıt gibi evrendeki iki noktayı bükerek böyle
neredeyse küçük bir gezegen boyutlarında yapılar
bir geçişe olanak vermektedir.
BK’nun sevilen ilgi gören temalarıdırlar.
Kara Delik
Işık hızı ile yapılan yolculukların bir diğer
dezavantajı da zaman ile ilgili sorunlardır. Bu hızda
İnanılması güç büyüklükte çekim gücüne
hereket etmekte olan bir nesne ve içindekiler için
sahip bölgeler, çekim gücü o kadar güçlüdür ki
zaman, örnekle dünyada kalan diğerleri için çok
evrenimizde bilinen en büyük hız (işık hızı yaklaşık
daha ağır geçmektedir. Pratikte bu sorun ışık hızıyla
300.000 km./s) bile ondan kaçamamaktadır. Bu
yolculuk yapan kişi veya kişilerin yolculuklarının
muazzam çekim kuyularına "Kara Delik" denmesinin
sonunda dünya ya döndüklerinde, tanıdıkları
nedeni de budur. Günümüzde kabul edilen teorilere
bildikleri kimseyi bulamayacakları anlamına
göre bir kara delik nükleer yakıtını tüketmiş, belirli bir
gelmektedir. İkizler paradoksu olarak tanımlanan bu
kütleye sahip yıldızın kendi üzerine çökmesiyle
olgu için henüz hiçbir çözüm bulunamamıştır.
oluşmaktadır. BK’da kara delikler çok sık kullanılan
öğeler. Varlıklarıyla uzay-zamanı çarpıtan, büken bu
Hiper Uzay
çekim kuyularından yaralanılarak çok hızlı seyahatler
ama daha da önemlisi zaman seyahatleri ortaya
İçinde varlığımızı sürdürdüğümüz,
konmuştur. Bir diğer kullanım yolu da bir evrenden
algıladığımız, bildiğimiz herşeyi barındıran
başka bir evrene açılan kapılar olarak kullanımlarıdır.
evrenimizden daha farklı fizik kurallarının geçerli
olduğu kabul edilen yer. Bu kavram, uzayın
Warp Hızı
büyüklüğü karşısında, mesafelerle başa çıkmak için
ortaya atılmış ışıktan hızlı yolculuk etme
BK’daki en yüksek hızla yolculukta kullanılan
kavramlarının en ünlülerinden biridir. Amerikalı
ölçme birimi. Hiper uzay veya solucan deliği
bilimkurgu yazarı Isaac Asimov'un "Robot" ve "Vakıf"
yöntemlerinden farklı olarak yolculuklar bildiğimiz
seri kitaplarında kullanılan yolculuk yöntemi budur.
uzay ortamında gerçekleştirilmektedir. Bugünkü fizik
Binlerce hatta yüz binlerce ışık yılı uzaklıkların konu
araç ve anlayışlarımız açısından Warp hızı sadece
edildiği bu romanlarda, uzaklıklar hemen hemen hiç
teorik bir konudur. BK’da ünlü “Star Trek” dizisinde
zaman almayan bu yöntemle geçilmektedir. Bu
kullanılan bu kavram şimdilerde gerçek yaşamda yer
arada 1 Işık yılı yaklaşık 9.471.168.000.000 Km.lik
alacak gibi görünmemektedir. Bahsettiğimiz dizilerde
bir uzaklığı ifade etmektedir. Hiper Uzay yolculuğu
bu hız Warp 1 den 9.999999’a kadar kullanılmaktadır
bu devasa uzaklıkların çok kısa bir zamanda
Warp 10 sonsuz hız olarak tanımlanır. Rakamlar
geçilmesini sağlamaktadır.
arasındaki ilişki ise geometrik değildir. Örnekle Warp
1 ışık hızına eşitken Warp 2 ışık hızının 10 katı Warp
Solucan Deliği (Worm Hole)
3 ise 39 katı olarak kabul görür.
-9-
TERAS Gözde GENÇ
12 yaşındayım. Bir yıldır hayatımda YoProM'a hazırlık
Kaçtım. Annemle babam beni o berbat yere
programının seviyelerinden başka şeyler var. Dile var.
göndereceklerdi, biraz olsun çocukluğunun farkına
Bir arkadaşım var, o benim için her şeyden daha
varma şansı olan hiçbir çocuk orada bir gün
değerli, onunla başka kimseyle yapamayacağımız
yaşayamaz. Son üç yıldır er geç gideceğimi biliyordum
şeyler yapıyoruz. Biz, oynuyoruz...
ama bu günün geleceğini sanmıyordum sanırım. Hazır
değilim, gitmek istemiyorum. Neden benden kurtulmayı
Dile sitenin dışında bir evde oturuyor. Bazı
bu kadar çok istediklerini anlamıyorum. Hiçbir zaman
geceler, zaman kazanmak için bilgisayarımda bir
çok kötü bir şey yapmadım.
moleküler simülasyon programı çalıştırıyorum. Annem
ağda projeden projeye geçerken beni yoklar,
Annesinin ya da babasının Q-testi sonuçları
monitörümü uyku modunda yakalarsa ne yaptığımı
16.0'ın üstünde olan bütün çocukların gönderildiği yere
merak edebilir. Yine de riski göze alıp mutfağa
gideceğim, bir Evrensel Eğitim Sistemi Yoğun Program
kaçıyorum. Tezgahın üstünde, karanlıkta oturup
Merkezi'ne, annemle babam bunun benim için en iyisi
Dile'lerin uzaktan görünen evlerine doğru bakıyorum.
olduğunu düşünüyorlar. Gideceğim YoProM çok uzak,
Dile'lerin ışığı hep yanar, annesi dikiş diker. Dile'yi ve
daha çok çaba gösterseydim durumun farklı
annesini hayal ederek camdan bakmak için yalnızca
olabileceğini, şu andaki puanımla ancak oraya
yarım saatim olur. Her altı saate bir, hazırlık merkezine
gidebileceğimi söylüyorlar. Oysa daha hazırlık
bir e-ödev göndermek zorundayım. En az altı saatte
programını bitilmedim, beklemek istemiyorlar, hemen
bir... Çünkü hazırlık programında hız önemli. Programı
gitmemi istiyorlar. Ve olabildiğince uzak olmamı
kaç saatte bitirdiğinizi sayıyorlar. İlk iki yıl çok
istiyorlar. Bundan eminim. Onları hayal kırıklığına
hızlıydım, programın çok önündeydim. O hızla devam
uğrattım. Üzgün olduğum doğru, ama hiç pişman
etseydim şimdiye kadar çoktan SerProM'a
değilim.
kapatılmıştım. Son üç aydır yalnızca geceleri
çalışıyorum. Annem çok kızgın, gündüz hiç bir şey
Ne olursa olsun, ben artık bir YoProM'da
yapmadığımı düşünüyor, ona söyleyebileceğim bir şey
yaşamak istemiyorum. Hapishaneden farksız. Oradaki
yok, istediğini düşünmesine izin veriyorum. Gündüzler
çocuklar birer kalıcı programa kayıtlı görünüyorlar ama
bana lazım.
12 yaşından sonra farklı ilgi alanlarında birçok
'evrensel' bilimsel projeye katılıyorlar. Hiç kimse
Gündüzler oyun içindir.
katıldığı bir projeden çıkamıyor, ama ilgi alanı
değiştikçe yeni projelere kaydoluyorlar. Geçici
Oyun çok basit. Hemen her gün oynarız ama
sürelerle farklı projeler üzerinde çalışıyorlar, herkesin
en iyi sonuçlan güneşli ve rüzgarsız günlerde alıyoruz.
her an ilgi alanı değişebiliyor, bu da projelerin canlı ve
Skorlarımızı hava koşullarına göre değerlendirebiliriz,
esnek kalmasını sağlıyor. Hayatları dev bir ağa bağlı
bir rüzgargülümüz, ışık için de bir şiddet-ölçerimiz var.
bir terminalin başında geçiyor, binlerce kişinin yıllarca
Barometre de var ama ona pek aldırmıyoruz. Asıl
oluşturduğu birikimi kısa sürede edinip, üstüne kendi
hazinemiz kronometremiz.
birikiminizi koyup, ağa geri veriyorsunuz. Buna iletişim
Dile'lerin evinin çatısında oynarız. Teras'ta. Sun Teyze
deniyor, evrensel bilginin dinamik akışı, dev bilgi
ve Dile oraya Teras derler. Burası sitenin 800'er
denizine yağan damlalar... Hayatlarında bir kez olsun
dairelik binalarına hiç benzemiyor. Dört katlı. İlk iki kat
birbirlerini görmedikleri halde günlerinin 20 saatini aynı
boş. Üçüncü katta evsahibi oturuyor. Dördüncü kat ve
interaktif monitörde harcayan milyarlarca küçük insan,
Teras Dile'lerin. Evleri küçücük, yalnızca bir ev, ağa
o anda yaptıkları şeyden başka hiç bir şey
bağlı bile değil. Bu o kadar güzel bir şey ki, Dile'nin ve
düşünmeyen kafalar ve yalnızca detayları görebilen
annesinin bir terminalleri olmadığına uzun zaman
gözler. Sun Anne 'mum çocuklar' diyor. Her bunu
inanamadım, ama yok işte. Q-testine hiç girmemişler.
söyleyişinde annemin son zamanlarda ne kadar sık
Onlar özgür. Hazırlık programları, e-ödevler, saat
beni mum etmekten bahsettiği geliyor aklıma.
saymalar, sıralamalar Dile'nin umranda bile değil.
Annesinin de değil. Evlerinde Sun Anne'nin
'Evrensel' olmayan projeler gizli. Sifrelerle ve
gençliğinden kalan kitaplar var. İçlerinde sınırlı bilgiler
gard-prolarla korunuyorlar, onları seçemiyorsunuz,
var, ve aslında her bakımdan yetersizler. Hatta
ama eğer seçilirseniz YoProM'dan alınıp SerProM'a
bazılarında bilgi bile yok, sadece biri bir şey anlatmış,
gönderiliyorsunuz. Herkes bunun muhteşem birşey
canı ne isterse onu. Ne kadar kalın olursa olsun bir
olduğunu düşünüyor, bense tamamen kaybolmak
kitaba çok az şey sığıyor, üstelik ne anlattığını anlamak
olduğunu biliyorum. Dile'nin annesi, Sun Anne böyle
için baştan sona okumak gerekiyor, bu da uzun
düşünüyor, ve kim ne derse desin, bence haklı.
sürüyor, yine de kabul etmeliyim ki güzel kokuyorlar.
Bir yıl önce olsaydı YoProM'a biran önce
Biz küçük odada kitapları karıştırırken Sun
gitmek için can atıyor olurdum. Ama şimdi her şey
Anne içeride dikiş diker. Orası sihirli bir dünya, her
farklı. Artık çok geç. Artık burada bir hayatım var.
- 10 -
yerde iğneler, boncuklar, makaralar, kumaş parçaları var. Sun Anne'nin makinası kumaşın üzerinde koşarken
çılgın takırtılar çıkarır. Bazı günler Sun Anne bize hayatımda hiç benzerini görmediğim kekler pişirir. Dile'ler hep
böyle şeyler yerler. Bunların tadını çok severim ama en çok pişerken çıkan kokuyu severim. Sun Anne çok
eskiden sebze ve meyvelerin yerden çıktığını ve sokaklarda bile satıldığını söyledi, ama o şaka yaparken bile
yüzü ciddidir, o yüzden doğru olup olmadığına karar veremedim. Her neyse, şimdi laboratuarda üretildiklerini
biliyorum, annem bu projede çalışıyor. O yüzden eve kimsenin varlığını bile bilmediği yeni sebzeler getirir bazen.
Ama bizim evde asla yiyecek kokusu olmaz. Dilelerin evinde her şey çok güzeldir, her şeyin tadı, kokusu,
gürültüsü vardır. Yine de en güzel şey Teras'tır.
Çünkü oyunun oynanabileceği tek yer Teras'tır. Teras'ın duvarına çıkarız. Çapraz iki köşede dururuz.
Sonra birer çığlık koparıp koşmaya başlarız. Başladığımız köşelere döndüğümüzde tekrar haykırırız, bütün
gücümüzle. Sonra, yüreğimiz ağzımızda, duvardan atlayıp terasın ortasında yerde duran kronometreye bakmak
için koşarız.
Kronometre iki luplu, biri benim diğeri Dile'nin ses frekansına ayarlı. Bunu babamla yapmıştık. Dile bu
aleti oyuncak bebeği gibi sever, onu okşadığı, öptüğü, mendiline sardığı, geceleri yastığının altına koyup
uyuduğu olur. Onun için gizemli bir kutu, haykırınca çalışan bir ışık oyunu, bir oyuncak. Benim için öyle değil,
tüm ayarlarını silip yeniden yapabilirim, frekans aralıklarını, rezonans toleranslarını ezbere biliyorum. Yine de
bunların hiç önemi yok. Ne olursa olsun, bir tur koştuğumuzda, bütün bu aptalca hesaplamalar, çalışma
prensipleri ve hassas ayarlar kafamdan uçup gider. Kronometrenin nasıl çalıştığının hiç bir önemi kalmaz. O
duvardan atlayıp, son çığlıklarımızın çetelesini görmek için koşarken kafamda hiçbir şey yoktur, yalnızca
göğsümde çılgınlık dolu bir çarpıntı, ayaklarımın altından hızla kayan yükseklik duygusu, üstümde içimdeki açlık
kadar geniş gökyüzü ve gözümün ucunda, karşımdan koşarak gelirken mat, sarı, upuzun saçları havada uçuşan
Dile vardır.
Burası gerçekten yaşadığım tek yer. Mutfağı kek ve ekmek kokan bu ev, Teras duvarları'nın -düşmekle
ölmek arasındaki belirsizliğinin- kışkırtıcı yüksekliği, Dile'nin keskin çığhğıyla havada uçan saçları, Sun Anne'nin
iğne batınca kanayan işaret parmağını emişi ve ben, biz gerçek dünyayız.
Yarın YoProM'a gitmeyeceğim. Biraz önce evden kaçtım. Yanıma eşya bile almadım, yalnızca bir
yastıkla bir battaniye. Burada olduğumu Dile bile bilmiyor. Beni bulmaları uzun sürmez, bunun farkındayım. Yine
de, geçirebildiğim her dakikayı burada geçirmek istiyorum. Burada bir hayatım var.
- 11 -
ideolojisini besleyen kaynaklar nedeniyle, Ali Şimşek'in biçimlerinin (egemen ideolojinin) dışına çıkar. Bunu
de belirttiği gibi, entelektüel uğraşlara hevesi, eğilimi yaparken de okuyucuyu dış gerçekliğe yabancılaştırır.
olmasıdır. Böylece, yeni orta sınıfın "okuma" gizli Sonuç olarak, orta sınıfa arzu edebileceği bir gelecek
gücünden söz etmek mümkün. perspektifi yarattırır. Böylece orta sınıfa
sorumluluklarını hatırlatır, boş vermişliğine çomak
BK'nın oturduğu yer sokar.
Söz ettiğimiz bu "okuma" gizli gücü sonucunda, BK'nın nitelikleri, onu ideolojik kuşatmayı kıracak yazın
yeni orta sınıf "Çok sağlam tribi var abi." olana, "hem türüne çevirir. Egemen ideolojiye sadece karşı
çağdaşım, hem de bohemim" fikrini üretene durmakla yetinmek istemeden de olsa düzen içine
yöneliyor.Dolayısıyla, Dostoyevskiler, Steinbeckler bir çekilmeye açılan yoldur, çünkü yerine başka bir şey
grup meraklı orta sınıf dışında ilgi görmüyor. Kuşkusuz koymadığımız sürece kendimizi egemen ideoloji
Klasik roman hala geçerlidir, fakat işlevini yitirmiştir. üzerinden tanımlamış oluruz. BK bize dayatılan
Tam da burada BK devreye giriyor. BK yeri geldiğinde normaları, kültürleri yıkmakla kalmaz ona alternatiftir!
"tribal" olabiliyor, görünüşte kimsenin başıboşluğuna BK metafizik olmadığı için okurunu gerçek hayata
laf etmiyor. Aslında BK alışılmış duygu ve düşünce çeker. Güzel günler görmek için illa ki Bilimkurgu.
Bilimkurgu yayıncılığı tarihi bir çok inişlere ve ve büyülerle örülmüş hikayeler üzerine kurulmuştu.
çıkışlara ve daha çok gönüllü maceraperestlerin ve
cefakar bilimkurgu severlerin omuzlarında yükselmiş Hugo Gernsback'ın SCIENCE AND
bir çok çabaya sahne olmuştur. Bu karmaşık tarih INVENTION dergisi bilimkurgu hikayelere ve
içinde bilimkurgu dergilerinin tarihi, en azından bu makalelere ağırlık veren ilk gerçek bilimkurgu dergisi
alana baş koymuş insanların anısını canlandırmak sayılabilir. Özellikle Ağustos 1923 sayısı sadece
adına, incelenmeye değerdir. Bu yazıda, elden bilimkurguya ayrılmıştı. 1924'te SCIENTIFICTION adı
geldiğince bilimkurgu dergiciliğinin tarihini anlatmaya, verilecek bir dergi için abonelik ilanı vermişti. bu dergi
önemli dergilerin ve bu alanda çaba göstermiş hayata geçmedi ancak Gernsback'ın bulduğu terim
insanların isimlerini anmaya ve bilimkurgu dergisi saltık bilimkurgu yazarlarının eserlerini tanımlamak
çıkartmaya niyetli atılgan kahramanlara yol göstermeyi için uzun süre kullanıldı. Nisan 1926'da AMAZING
amaçlıyoruz. Dergicilik tarihinde yer alan STORIES yayınlanmaya başladı. Gernsback'ın
dalgalanmaların sebepleri ve dergilerin içerik ve çıkardığı bir başka dergi AMZ içerik açısından çok
yapılarındaki değişimlerin incelenmesi çok daha derin başarılı sayılmasa da 100.000 i aşan satış
bir analiz gerektirdiği için bu yazının kapsamı dışında rakamlarıyla özellikle gençler arasında bilimkurgunun
bırakılmıştır. Kaynakların sınırlı olması ve yeterince yayılmasına katkıda bulundu. Gernsback 1929 yılında
yayın olmaması sebebi ile araştırma Amerika Birleşik iflas ederek bu dergiyi kapattı ancak AMAZİNG
Devletleri ile sınırlandırılmak zoruna kalınmıştır. STORİES QUARTERLY ve WONDER STORİES
QUARTERLY ile kendine has bilimi öne çıkartan saltık
Bilimkurgu dergilerinin tarihi, amatör / yarı- bilimkurgu görüşünü pekiştirme fırsatı buldu.
profesyonel yazarların kısa hikayelerini Gernsback'ın bu çabalarına bir karşılık Clayton dergi
yayınlayabilmesi, bilim ve bilimkurgusal yapıtlar zincirlerinin çıkardığı ASTOUNDİNG SCİENCE
üzerine yapılan inceleme ve araştırma yazılarına yer FİCTİON (ASF) ile geldi. ASF macera hikayelerini ve
verebilmesi ve bilimkurgunun sayısı neredeyse seveni süper kahramanları önce çıkararak bilimi ikinci plana
kadar çok olan tanımına uygun olarak birbirinden farklı itti; böylelikle kaçınılmaz olarak içerik kalitesinden
alt kültürlere hitap eden birbirinden farklı içerik ve ödün verdi ve bilimkurgu kategorisinden uzaklaştı.
yapıda yayınlanabilmesi sebebiyle neredeyse ASF, AMZ ve WONDER STORİES dergileri 1939'a
bilimkurgu tarihi kadar eskidir ve her dönemde bir kadar bir çok el değiştirseler de, diğer kısa süreli bk
şekilde yaşamını sürdürebilmiş ve popülerliğini dergilerinin aksine varlıklarını sürdürdüler ve Amerikan
yitirmemiştir. bk dergiciliğine damgasını vurdular.
20. yüzyılın başında basın sektöründe görülen Bilimkurgu dergiciliğinin 30'lu yıllarda niceliksel
gelişmeye paralel olarak bilimkurgu dergileri de yükselişinin ardında, Büyük bunalım yıllarında
kendini göstermeye başlamıştır. Bu dönemde basılan sıkıntılar içinde yaşayan ve sığınacak kahramanlar ya
ARGOSY ve ALL-STORY dergileri bilimkurgu olarak da uzak hayal dünyaları arayan kitlelere ucuz bir
tanımlanabilecek öyküleri yayınlayan ilk dergiler olarak eğlence olanağı sunması yatmaktadır. Asıl patlama on
anılabilir. İngilizce de basılan ve ilk önemli bilimkurgu yılın sonunda, 1938 yılında MARVİN SCIENCE
dergileri sayılabilecek yayınlar THRILL BOOK (1919) STORIES ve hemen ardından 1939 yılında
ve WEIRD TALES (1923) dir. Ancak ne var ki bu UNKNOWN (Bilinmeyen) ile yaşandı. Kadrosunda
dergilerin yayın politikası bilimkurgudan ziyade korku Sturgeon, Vogt ve Heinlein gibi yazarları barındıracak
- 12 -
olan UNKNOWN dergisi bilimkurgu dergiciliğinde değildi daha önce de, 1955 yılında Frederik Pohl
büyük bir adım oldu ve Amerikanın savaşla ve savaşın STAR SCIENCE FICTION STORIES'in editörlüğünü
getirdiği sıkıntılar ve sınırlandırmalarla boğuştuğu yapmıştı, ancak Orbit serisi, dağıtım ve okuyucu
1940'lı yıllarda, DYNAMIC SCIENCE STORIES, sorunu yaşayan dergicilik sektörüne karşın kitap
FUTURE FICTION, PLANET STORIES, SCIENCE formatında daha seyrek çıkan ve böylelikle belirli bir
FICTION, STRANGE STORIES, FAMOUS okuyucu yoğunluğuna sahip kitap-dergi formatı
FANTASTIC MYSTERIES, ASTONISHING STORIES, alternatifinin başarılı bir örneğini sundu. Bilimkurgu
CAPTAIN FUTURE, COMET, SCIENCE FICTION dergilerinin yerini INFINITY, NEW DIMENSIONS,
QUARTERLY, SUPER SCIENCE STORIES, NOVA, QUARK, UNIVERSE ve DANGEROUS
FANTASTIC NOVELS, COSMIC STORIES ve VISIONS gibi önemli örneklerini sayabileceğimiz
STIRRING SCIENCE STORIES gibi bir dolu derginin antolojiler aldı.
yolunu açtı.Asimov, James Blish, Damon Knight, C.M.
Kornbluth, Robert A.W. Lownders, Frederik Pohl ve 1970'li ve 1980'li yıllar Amerikan bilimkurgu
Donald A. Wollheim gibi yazarlar ve neredeyse tüm dergileri için pek iyi geçmedi. Önce IF kardeş dergi Gal
fütüryanlar kariyerlerine bu dergilerde başlangıç ile 1975 yılında birleşti ve daha sonra 1980'lerde
yaptılar. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir çok dergi tamamen yayını durdurdular. Fantastic Ekim 1980'de
ekonomik sebeplerle yayınına son verdi ve ancak yayınına son verdi, AMZ, Analog ve FSF ise
birkaç dergi 1950'li yılları görebildi. Bunlardan en yayınlarına zorlukla devam ettiler. Ancak gittikçe
önemlisi ASF, daha çok yeni yetmelere hitap eden güçlenen antoloji yayıncılığına inat yeni dergiler yayın
diğer dergilerin aksine hedef okuyucu kitlesini hayatlarına başladılar. VERTEX, ODYSSEY,
yetişkinler arasından belirledi. Bu seçim derginin GALILEO, COSMOS SCIENCE FICTION AND
görünüşü ve içeriğini büyük ölçüde belirledi; FANTASY MAGAZINE, UNEARTH ve SHAYOL gibi
kapağında robotlar ve uçan daire resimlerinin yerini dergiler 1970'li yıllar boyunca yayınlarını sürdürdü
uzaylılar tarafından tehdit edilen "cins-i latifler" ancak yayınları 1980'li görecek kadar uzun sürmedi.
kaplamaya başladı. ASF'nin artan tirajına ve Bu dergiler arasında Isaac ASIMOV'un SCIENCE
içeriğindeki değişime AMZ eskisine oranla daha FICTION MAGAZINE özel bir yere sahiptir. 1977'de
okültist bir içerikle karşılık verdi. yayınına başlayan dergi dağıtım ve okuyucu
kapasitesi anlamında Analog, FSF ve AMZ gibi uzun
1940'ların zor şartları ve değişen okur yapısına yılların deneyimi ve mali desteği arkasına alan büyük
uyum göstermekte zorlanan bilimkurgu dergilerine dergilerle rekabet edebildi hatta çoğu zaman bu üç
savaş sonrasında bir çok yeni dergi eklendi. Savaş ana dergiyi kalite anlamında geçebildi. Asimov'un
sonrasının görece refahı ve özgürlük ortamı hem THE dergisinin başarısını Penthouse dergisi ile aynı
MAGAZINE OF FANTASY AND SCIENCE FICTION yayınevinden çıkan Omni tekrarladı; 800.000 sattığı
ve GALAXY SCIENCE FICTION gibi ASF'nin elinde zamanlar oldu Omni'nin ki bu sayı en iyi satan
tuttuğu yetişkin okuyucu potansiyelini hedefleyen bilimkurgu dergisinin 8 katı kadardı.
büyük bütçeli dergileri hem de FSF ve Gal gibi edebi
özellikleri daha çok öne çıkan ve bilimkurgunun 1980'ler bilimkurgu dergiciliğinin iyice dibe
bilimsel yanından ziyade toplumsal eleştiri ve hiciv vurduğu yıllar oldu çünkü televizyonun imkanları
yanını öne çıkaran dergileri yarattı ve bu üç derginin çoğalmıştı, dergiler kablo kanalları, video kasetleri ve
piyasa hakimiyeti neredeyse 1970'lere kadar sürdü. sinema endüstrisi ile rekabet edemez hale geldi. Buna
rağmen, büyük yayıncılar yerine bir grup
1950'li yıllarda özellikle televizyonun ortaya maceraperest tarafından dergicilik omuzlanmaya
çıkışı ve ucuz dergicilik sektörünün genel anlamda çalışıldı. JOURNAL WIRED, NEW PATHWAYS,
çökmesi ile birlikte sayıca çok ama ömürleri kısa bir STRANGE PLASMA ve SCIENCE FICTION EYE
çok bilimkurgu dergisi sahnede bir göründü ve hemen 1980'li yıllarda kısa süreli yayınlanan bilimkurgu
ardından kayboldu. Weird Tales 1954'te, Famous dergileriydi. 1990'lı yılların başında 20.000 tirajını aşan
Fantastic Mysteries 1953'te, TWS, Startling Stories ve bilimkurgu dergileri Aboriginal SF, Analog, IASFM,
Planet Stories dergileri 1955'te yayına hayatlarına son FSF ve Omni idi ve yalnızca Analog, IASFM ve Omni
verdi. 1930'lu yılların ünlü dergileri içinde yalnızca 70.000 rakamına ulaşabiliyordu. Bilimkurgu dergiciliği
AMZ bu hengame içinde varlığını sürdürebildi. AMZ yayıncılık açısından karlı bir alan olmaktan çıkmıştır.
dışında 1960'lı yıllara gelebilen nadir bilimkurgu Öyküleri daha derli toplu veren antolojilerle, video,
dergileri ASF (ismi Analog olarak değiştirilmişti), televizyon ve sinema gibi kitlesel eğlence sektörleriyle
Fantastic, FSF, Gal ve IF olarak sıralanabilir. rekabet edememiş, okuyucuyu peşinden
Bunlardan Gal ve IF dergilerinin editörlüğünü Frederik sürükleyememiş ve sadık bir okuyucu kitlesi
Pohl yaptı ve daha çok bilimkurgu macera öykülerine yaratamamıştır. Mevcut durumun sebeplerinin
yer veren IF ardarda üç Hugo ödülü aldı. 1966 yılında tartışılması başta da belirtildiği gibi, bu yazının
Orbit antoloji serilerinin yayınlanışı bilimkurgu kapsamı dışında kaldığından burada sebepler ayrıntısı
dergiciliğine yeni bir bakış açıcı getirdi. Antoloji bir ilk ile incelenmeyecektir.
- 13 -
SİMÜLASYON ÜSTÜNE Efe GÖKTOĞAN
Deliler, çobanlar, körler... Görmedikleri için gözleri diğer filmlerden biraz farklı bir yere sahip Dark City.
açıldı.
Bireyler uzaylılar tarafından yaratılmış ve
İlgimi çeken pek çok konuya daldığım gibi değiştirilmekte de olsa fiziki bir şehirde yaşıyorlar. Ve
simülasyon ve sanal gerçeklik konusuna da müthiş anlık algıları gerçek. Yani bir uzaylı gelip de
bir iştahla girişmiştim. Fakat daha önce başıma gelen hafızasını değiştirene kadar, bir insan neredeyse
bir şey bu sefer eksikti. Üstüne kafa yorduğum diğer gerçek bir hayat yaşıyor.
konularda giderek daha eski tarihli metinlere
göndermeler, antik çağdan, mitolojiden, günümüze Sahte gerçeklik, anıların değiştirilmesiyle
dek tarihi örnekler ve ucu bucağı olmayan tartışmalar başlıyor. Bireyin o güne dek yaşadığı hayat elinden
içinde kaybolup durmuştum. alınıyor; anıları silinip yeni anılar şırınga ediliyor ve
şahıs yeni hayatındaki rolünde olması gereken fiziki
Simülasyon ve sanal gerçeklik kavramlarının ve sosyal konuma yerleştiriliyor. Tüm bu değişiklikler,
üstüne yazılıp çizilmiş pek çok metnin gösterdiği yol uzaylıların günlük şehir boyu hipnotizma ve kentsel
ilk başta (az önce bahsettiğim) detaylar bataklığına rekreasyon seansı sırasında gerçekleşiyor.
çıkacakmış gibi görünse de gerçekte, bataklığın
yanından geçip çok ilgisiz bir yere varıyor. Kişi bu hipnotizma durumundan uyanınca,
Simülasyon kuramı ve kuramla ilgili tüm tartışmaların kaldığını zannettiği yerden, kendine ait olduğunu
felsefi ve takiben (kaçınılmaz olan) sosyolojik sandığı hayatı yaşamaya başlıyor. Bir yadırgama hali
açılımları, kimsenin kafasında "ne yapmalı?" gibi bir söz konusu değil çünkü, eski anıları tamamen elinden
soru uyandırmıyor. Kuram sadece açıklama ve alınmış, yerine de eski anıları kadar gerçekçi başka
örnekleme işlevine sahip. (Uzun polemiklerle başka anılar konmuş durumda.
işlevlere de sahip olduğu iddia ediliyor, ancak
dediğim gibi iddia sahipleri bu iddiayı sadece uzun Hipnotize edilmeden önceki gerçekliğe göre
polemikler hipnotizması eşliğinde inandırıcı yeni gerçeklik sanal olmasa da yapay bir gerçeklik
kılabiliyorlar.) hali oluşturuyor. Dark City'nin diğer alakalı filmlerden
ikinci farkı ise bu yapay gerçekliğin oluşturulması için
Hal böyleyken konunun açılımı için herhangi kullanılan temel aracın algıların yanıltılması değil,
bilimsel veya edebi metini temel almaya, şahsen, anıların değiştirilmesi oluşu.
ihtiyaç duymuyorum. Konuyu incelemek için ilk adım
olarak örneklemeleri konuya değinen filmlerden " Matrix
yapıp, konuyu daha çekilebilir bir hale sokmaya Dark City'den daha meşhur bir film olan
çalışacağım. Başlayalım... Matrix'de yer alan Simülasyon dijitaldir. Gerçek
dünya vardır. En azından filmdeki karakterlerin
Nasıl kandrı(lı)rız? gerçek olduğunu varsaydığı bir dünya vardır.
Bir bireyi, gerçek olmayan şeylerin gerçek Kandırma fonksiyonu ise dijital dünyanın en
olduğuna nasıl inandırırız? Kolay. iyi becerdiği şekilde yani, algıların yanıltılması ile
gerçekleşir. Matrix'e bağlı olduğunuz zaman ("Deja
Bireyi birey yapan mekanizma iki parçalıdır. vu" durumları, ajanlar ve kurtarıcılarımız dışında) tüm
Birinci kısım anılardır. Anılar, bireyi diğer bireylerden uyaranlar, insan algılarını sorunsuzca ve
farklı kılan birikimdir. İkinci kısım ise algılardır. Algılar derinlemesine kandıracak bir siber gerçeklik
ise ayırt etmeyi ve anılar biriktirmeyi sağlayan oluşturmaktadır.
mekanizmadır.
Görebildiğimiz kadarıyla sistem anılara
Bireyin algılarına sunduğumuz simülasyonun dokunmamaktadır. Anıları değiştirme gücü mevcuttur
sahteliği, algılar tarafından anlaşılmıyorsa ve yeni (Morpheus'un hap seçimi, Cypher'ın döneklik ödülü)
biriktirilen anılar eski anılarla çelişmiyorsa, birey ancak kullanmak için fazla bir neden yoktur. Her şey
kandırılmış demektir. Örneklerle açıklayalım: fazla fazla gerçekçidir ve sistem uzun süredir
mevcuttur. Bireyler kendi anılarına sahip olarak
" Dark City. sorunsuz bir hayat yaşamakta ve sırf bu anıları
Pek meşhur bir film olan Dark City'de şehir korumak için bile uyanmamak isteyebilmektedirler.
ahalisinin hafızaları uzaylılar tarafından devamlı
olarak değiştirilmekte. İnsanların içinde yaşadığı yer " On Üçüncü Kat
dijital bir dünya değil. Bu nedenle ele alacağımız Filmde olan iki simülasyon katmanı mevcut.
- 14 -
Biri kahramanımızın çalıştığı firmanın yarattığı Filmin finalinde varılan simülasyon katmanı
1940'lar Amerikasının simülasyonu, diğeri ise ise filmde o ana kadar gözüken gerçeklikler arasında
kahramanımızın içinde yaşadığı simülasyon. gerçeğe en yakın olanıdır. Ancak bu katmanın
gerçekliğini sınamak için Ash ve film boyunca aradığı
Simülasyon dijital. Bağlananlar Matrix'dekine eski takım arkadaşı enteresan bir yol izlerler...
özdeş bir gerçeklik içine dalıyorlar. Filmin Matrix'den
bir farkı ise, simülasyondaki nüfusu fiziksel bir vücuda Avalon, senaryosu mitolojik göndermelerle
sahip olmadan sadece bu simülasyonda var olan dolu bir film. Tüm bu göndermelerin en önemlisi,
bireylerin oluşturuyor olması. Bu bireyler gerçek Avalon adasının ölen kahramanların ruhlarının gittiği
insanlar gibi yaşıyorlar ancak sadece bir parça veri yer oluşu. Filmde "gerçek" olduğuna emin olduğumuz
yığınından oluşuyorlar. (Burada biraz kurcalarsak hiçbir katman bulunmadığı için, gerçeğe ulaşmanın
yapay zekanın, yaratılabilir özgür iradenin olasılığı sadece ölüm ile mümkün olduğu sonucuna
gibi çok daha Cyberpunk olgulara varabiliriz ancak varabiliriz. Ya da hayaleti yakalayarak...
kurcalamıyoruz.)
(On Üçüncü Kat' ta simülasyonda kendiniz Bu köpek bize bişey anlatmaya çalışıyor...
olarak yer alamıyorsunuz. Simülasyona bağlanmak
için simülasyonda sizinkine özdeş bir (dijital) beden Metod ne olursa olsun, sonuç aynı. Kıt
bulup, o bedenin zihnini işgal etmeniz gerekiyor.) algılarımızla, gerçekçi bir rüyayı gerçekten ayırt
edemezken, bir simülasyon sisteminden
On Üçüncü Kat' ta algılar yanıltılıyor demek kurtulabilmemiz ne nebze mümkündür ki? Bu soruya
pek doğru olmaz. Çünkü simülasyona dahilken vereceğimiz yanıt ne kadar umut taşıdığımızın bir
zihninizin vücudunuzla herhangi bir bağlantısı göstergesi olabilir. Umudumuz ne kadar olursa olsun
kalmıyor. Dijital bir bedenin algılarının varlığı ise yine de dikkat etmemiz gereken birkaç şey var.
ancak spekülatif bir olgu olabilir(henüz) .
Uyuyanları uyandıran fakat daha sonra
" Existence onların dünyasını "daha iyi" olacak şekilde değiştirme
Filmin değindiği şeylerden biri sanal yetkisini kendinde bulan psişik ustalarına ya da
gerçekliğin dijital teçhizatlar kullanmadan da uyuyanlara özgürlüklerini bağışlayan Mesihlere
yaratılabileceği. Filmde biyolojik aletlere bağlanarak pabuç bırakmamak gerekir. Yeterince tepinirseniz,
simülasyona dahil olmak olası. içinde yüzdüğünüz akvaryumu siz de kırabilirsiniz.
- 15 -
4
No 1 Gamze GÜÇKIRAN
İnsanlık tarihinin belkide en karanlık çağındayız. Çünkü, umut hiç bukadar içi boş, aptal avuntusu bir kavram
durumuna düşmemişti. Yaşadığımız, etik bir çöküntü, tinsel bir sefalet halidir. En sinik filozoflar bile bu kadar
acınası bir insanlık portresi çizmemişlerdi. Geçmişten günümüze insana biçilen olumlu özellikler değerler hiç
bu denli kara mizaha dönüşmemişti.
Oysa, aydınlık düşlerle yola çıkmıştı insanlık ailesi. Orta çağ karanlığını; Rönesans, Reform aydınlanma
hamleleriyle aşıp, modern uygarlığın temelleri atılmıştı. Yeni gelişen sosyalist, anarşist , sosyal demokrat,
liberal hareketler geleceğe güvenle bakıyorlardı. Bilimsel gelişimde sürekli devrim dönemine girilmiş; akıl,
batılın önünde kesin zaferler kazanmıştı. 20. yüzyıla girerken alternatif ütopyalar, insanlığın yakın
geleceğinin parlak olacağını müjdelemekteydiler.
Ama, 20. yy dünyanın paylaşılmasına yönelik iki dünya savaşı , faşizm, bürokrasi, atom silahlarının
oluşturduğu yıkım, kan, sömürü ve gözyaşı ile geçip gitti. Aşırılıklar çağı olarak anılan 20. yy'daki en büyük
kayıp, insanlığın geleceğinin olumlu anlamda değiştirilebileceğine yönelik umudun yok olmasıydı. Aşırılıklar
çağı 20.yy'dan, barbarlık çağı 21.yy' a adım atan insanlığın, ütopyalara hiç bu kadar gereksinimi olmamıştı.
Oysa, tüm o iyimser hava içinde, bizleri bekleyen keskin karanlığı disütopyalar önceden tespit edip, insanlığı
kötücül gidişe karşı uyarmışlardı. Yevgeni Zamyatin'in "Biz" romanı herşeyi teknik akılla ele alan
rasyonalizmin, insanları basit birer numaraya dönüştüreceğini; Sadık Hidayet'in "SGLL" adlı uzun
öyküsünde, tinsel sefalet içindeki insanlığın, umudu ölümde arayacağı öncüllenmişti. Jack London, "Demir
Ökçe"de önü alınmayan tekelleşmenin, insanlığa baskıcı diktatörlükler ve dünya savaşları getireceğini
işlemişti. George Orwell "1984" romanında, denetim, gözetleme ve baskı üçgeninde ezilecek insanlığın acı
bir portresini daha 1948 yılında çizmişti. Aldus Huxley, insanların güdülenmesi için açık baskı yerine, planlı
genetik üretim ve eğlencenin (uyuşturucu, seçmesiz seks ve her türden haz arayışı) yeterli olabileceğini
"Cesur Yeni Dünya" yapıtında ortaya koymuştu. Sürekli artan dünya nüfusunun, dar kaynaklarla varlığını
sürdüremeyeceği uyarısının olağanüstü güzel bir biçimde ele alındığı Harry Harrison'un "Yer Açın Yer Açın"
romanına rağmen, insan nüfusu hesapsızca, çığ gibi büyümekte. Frederick Pohl ve Cybil Kornbluth, "Uzay
Tacirleri" romanında, doğal yaşamın yok edilmesinin aslında insanın kendisini yok etmek olduğunun altını
çizmişlerdi.
Disütopyaların tüm bu uyarılarına rağmen; insanlık, yıkıma, savaşa, sömürü ve aç gözlülüğe aralıksız
devam etti. Karşımızda, teşhir, tatmin, haz, şöhret, mevki, gençlik, konfor peşinde koşup sürekli tüketen bir
insanlık var. "Mal"dan çok simge, imaj üretip-tüketen bir dünya.... insanların yaşadıkları kıyımları yıkımları
istatistiki veri olarak ele alındığı bir dünya. Bırakalım başkalarının yaşadıklarını, kişisel çöküntü, acı ve
çıkışsızlıklarını bile bilinç seviyesine çıkartamayan, düşünmeyi boş bir iş olarak ele alan zombileşmiş
insanlar topluluğu.
Yaşananları kanıksamadaki bilinçsiz uzmanlık, yabancılaşma, simülatif yaşam, şeyleşme gibi çok önemli
kavramları bile işlevsiz hale getirdi. Havayı, denizleri, ormanları, kendi dahil tüm hayvansal yaşamı yok oluşa
sürükleyen hastalıklı bir dünya, dünyamız...Artık, ya bizleri tümden yok edecek bir entropiye teslim olacağız,
ya da başka bir dünyanın hala mümkün olduğuna inanıp, bir şeyleri değiştirmek için yola çıkacağız. Belki
de hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimizi bile bile; gerekirse inadına...
Eğer, ikinci yola inanıyorsak disütopyalar bizi bekleyen karanlık yolda uyarılarını sürdürmelidir. Her şeyin
dibe vurduğunu görüp "haydi eğlenelim" diyen sado-mazoşist kanıksama ruhu, uzun süredir disütopyaların
üretimini oldukça azalttı. "Anlatılacak ne cehennem kaldı" demeyip, yaratıcı bir sabırla yaşanan ve
yaşanacak barbarlıkları insanlara anlatmaya devam etmek gerekmekte. Yüzlerce yıllık deneyim ve
birikimlerin oluşturduğu anlamlar, artık anlamsızlığa büründü. Bu nedenle, önümüzde bizleri bekleyen en
karmaşık problem uygulanabilir, sürdürülebilir ve kendini aşma dinamizmine sahip yeni ütopyaları
üretebilmektir.
Çıkış?....
-2-
Bir Bilimkurgu Mustafa SUYOLCU
Ansiklopedik Sözlük Denemesi
yapılmakta olunanlar ve gelecekte yapılması
(IV)
planlanılanlardır.
Zaman
b) Bir önceki gibi zamanı yine sabit bir an olarak
anlayan ancak zamanda ilerlemeyi ekleyen ve her
BK’nun üzerinde en çok durulan kavramlarından biri.
anın farklı bir zaman bütünlüğü olarak ve birbirine
Geçmişe, geleceğe yapılan yolculuklar, zamanı
temas ettiğinin öngörüldüğü anlayış. Bu anlayışa
kontrol eden varlık veya gruplar, ölümsüzlük ve tüm
göre zaman birbiri ardına sıralanmış anlardan oluşan
bunlara bağlı olarak ortaya çıkan zaman anlayış ve
bir yapı sergilemektedir.
tanımları. Tümünü değil ama en yaygın olanları
sizlere tanıştırmak istiyorum.
5- Zaman’ın kontrol edilebildiği, isteğe göre
yönlendirilebildiği yaklaşım. Bu tür yaklaşımlarda
1- Klasik anlayış ; zamanın geleceğe doğru tek yönlü
geçmişten geleceğe doğru aktığı kabul edilen
bir akış olduğunu kabul eden yaklaşım.
zaman’a ve zaman da oluşun olaylara müdahale
Zamanı temel olarak ele almayan hemen tüm BK
edilerek, ön görülen sonuçlara ulaşılmaya çalışan bir
eserlerinde bu yaklaşımı görebiliriz. Olaylar zamanın
kişi veya gruplardan bahsedebiliriz.
alışılagelmiş hızında, görece olağan biçimde gelişim
gösterir.
-4-
Hayalet Efe GÖKTOĞAN
Sebastian Hayalete inanmıyordu, fakat son iki haftadır muhabbet ediyor ve normal bir insan gibi evinden işine,
başına gelenler onu inanmanın eşiğine getirmişti. işinden evine gidiyor ve normal bir insan gibi işi dışında
Hayalet anı kayıtlarında esasen var olmayan biriydi ve kimseyle konuşmuyordu. Neredeyse mutluydu. Ta ki...
zaman zaman, birileri ona rastladığını iddia ederdi. Rüyasında bir çocuktu ve göl kenarındaki bir
(Fakat her nedense hiç bir zaman Hayalet'e dair kanıt bankta oturuyordu . Yanında yaşlı bir adam vardı. Yaşlı
bulunamazdı.) Anılar ise neredeyse son yüz elli yıldır fakat cüssesinden bir şey kaybetmemiş olan bu adam
pek çok kişiye ek gelir sağlayan bir teknolojiydi. bir pipoyu zahmetsizce içiyor, Sebastian da elindeki
İnsanlar beyinlerine yerleştirilen bir çip sayesinde tüm pamuk helvayı iştahla yiyordu. Bir süre, başka bir şey
anılarını kaydedebiliyor ve anılarını satarak para yapmaksızın, pipo içerek ve pamuk helva yiyerek
kazanabiliyorlardı. Fakat son elli yıldır insanların oturdular.
hayatlarının giderek tekdüzeleşmesi ilgiyi eski anılara Sonra yaşlı adam piposunu temizleyip kaldırdı.
çekiyordu. Sebastian ise bitmiş pamuk helvasının çubuğuyla
İki hafta kadar önce sentetik içkiyi fazla oynuyordu. Yaşlı adam bir süre Sebastian'ın
kaçırdığı bir gece ağa girmişti. Bir kaç anıya bağlanmış oynamasını izledi, fakat Sebastian izlendiğini anlayınca
ve abuk subuk şeyler görmüştü. O an gördüklerini oynamayı bıraktı ve o da yaşlı adama bakmaya
içkinin etkisine bağlamıştı, ancak iki haftadır süren başladı. Yaşlı adam sonunda konuşmaya başladı.
acayip rüyalar şimdi başka türlü düşünmesine sebep "Savaşlar, savaşçılar, kılıçlar ve kavgalar
oluyordu. geçmişte kalmış gibi Sebastian. Artık iyi bir savaşçı ya
Sebastian iki haftadır gördüğü rüyalarda pek da iyi bir avcı olamayız. Artık sadece normal olabiliriz.
çok insan olduğunu hatırlıyordu. Bu insanlarla birlikte Başarı ölüyor. Kurallara uymayan dehalara ve gerçek
yürüdüğü oluyordu, onlarla kavga ettiği, onlarla birlikte liderlere artık dünyada yer yok gibi. Sen ve senin gibi
şarkı söylediği ya da onlardan kaçtığı. Eğer rüyasında çağının normali olan herkes; siz sadece yaşıyorsunuz.
yalnızsa bu sefer de olamayacak ıssız bir yerde Kazandıklarınız ya da kaybettikleriniz gerçek değiller.
görüyordu kendini. Bir dağa tırmanırken, bir denizin Sen gerçek misin Sebastian?"
ortasında yüzerken ya da bir ormanda gezinirken. Yaşlı adamın yuvarlak suratı, esmer teniyle,
Normal bir insanın hayatı boyunca, ilişki tenindeki kırışıklarla, kırlaşmış uzun ve geniş sakalıyla,
kurduğu beş on kişi olurdu. Onlar da insanın işiyle ilgili yana taranmış eski moda saçlarıyla birleşince ona
olurdu. Akıllı binalar bir insanın tüm ihtiyaçlarını çağından çok önce yaşamış bir adamın dünyada
karşılamaya yeterdi. Üstelik diğer insanlarla yapmak dolaşan hayaletini anımsatıyordu.
isteyebileceğin her şeyi ağ üstünden, odandan bile Ve Sebastian yanıtladı:
çıkmadan yapabilirdin. Ayrıca normal bir insan asla "Ben gerçeğim. Öyle değil mi?"
şehirden çıkmazdı; çıkması gerekmezdi. Asit "Bilmiyorum Sebastian. İnsanlar için, sanal
yağmurlarına dayanıklı iş robotları uzak mesafelerdeki dünyanızı oluşturan mağaranın duvarlarına düşen bir
işleri insanların kontrolünde gerçekleştirlerdi. Yine asit gölgesin sen. Diğerlerinin gölgelerden başka gerçek
yağmurları yüzünden kimse açık havada öyle uzun bilmeyişi seni gerçek yapar mı?
süreler geçirmezdi. Varolmasına tabii ki varsın. Benden daha
İşte bu nedenlerden ötürü bu rüyalar her normal gerçeksin üstüne üstlük. Fakat var olmak gerçekleri
insanı rahatsız edeceği gibi Sebastian'ı da rahatsız görmeye yetmez."
ediyordu. "Ne yapmam gerekir gerçekleri görebilmek
Neler döndüğünü bulmak için iki hafta önce için?"
bağlandığı tüm anılara tekrar bağlandı. Fakat bu sefer "Uyanman gerekir Sebastian."
hiç bir şey olmadı. Çoğu saçma sapan anılardı. Ve sebastian uyandı. Fakat bu sabah yirmisekiz
Sebastian gördüklerinin içkinin yan etkisi olduğuna yaşında, yalnız ve hayatını boşa harcadığını hisseden
kendini ikna etti ve araştırmayı kesti. biri olarak uyandı. İlk iş olarak bilgisayarı açtı ve
İki gün sonra bir elektronik gazetede Hayalete başlığını taktı. Zihinsel virüs tarayıcı programı çalıştırdı.
dair bir habere rastladı. Onun başına gelene çok Gözlerini kapadı ve arkasına yaslandı. Program
benzer bir olay dünyanın bir ucunda başka birinin çalıştıkça hayatını düşündü, dünyayı ve geleceği
başına da gelmişti ve bu sefer ki adam Hayaleti düşündü.
gördüğünü söylüyordu, güya Hayalet adamla Sonra program şu sesli mesajı verdi:
konuşmuştu. "Zihninizin F-180920-KM-38702603 nolu
Sebastian bu habere pek inanmadı; kendini de sektörünün 13b67t98 nolu fragmanında bir virüs tespit
fazla sıkmadı ve hayatına devam etti. Sıradan bir edilmiştir. Virüs temizleme prosedürünü çalıştırmanız
teknisyen ve gayet normal bir insandı Sebastian. önerilir. Virüs temizleme işleminin yol açabileceği
Sabahları normal bir insan gibi uyandı ve bilgisayar travma ve hafıza kayıplarından şirketimiz sorumlu
fabrikasındaki işine gitti. Akşamları ya sanal seks değildir.
aletiyle oynadı ya da anılara takılmaya devam etti. Artık Virüs temizlensin mi?"
rüyaları da normale dönmüştü. Ağdaki arkadaşlarıyla Sebastian yanıtladı: "Hayır."
-5-
SİBERPUNK BİLİMKURGU HAREKETİ Oğuzhan ERSÜMER
Bilimkurgu edebiyatı, kökleri milattan muna neden olan gelişmelerin sadece bir bölümüdür.
öncelere giderken, akacağı asıl yatağı nasıl 20.yy
içinde bulduysa, Siberpunk bilimkurguları da kendini Sibernetik ile punk'ın bir bireşiminden mey-
1980'li yılların ruhunda bulur. Kişisel bilgisayarlar ve dana gelen, ilk kez B.Berthke'in öyküsünde (1983)
internetin gündelik yaşama girişiyle yaygınlık kullanıldığına ittifak olunan Siberpunk (Cyberpunk)
kazanan dijital dünya algısı, popüler kültürün ileri sözcüğü, bugün her ne kadar hareketin adı olarak
teknoloji ürünleriyle kaynaşması, küreselleşme, anılıyor olsa da, kendisine Radikal Bilim Kurgu,
çokuluslu kapitalizmin yükselişi, her alan ve anlamda Yasadışı Teknologlar, Seksenler Akımı,
sınırların birbirine karışıp, ortadan kalkmaya başla- Neuromantikler, Aynagözlükler (Mirrorshades)
ması bu ruhun, seksenlerin fütüristik ve metaforik bir Grubu gibi birçok ad önerilmiştir. Buna bakarak, bir
modeli olarak Siberpunk'ın içini doldurur.Yakın bir Siberpunk edebiyatı gerçekten var mı? Ticari bir gir-
gelecekte geçen öykülerinde siberpunk, değişen işim mi, yoksa estetik bir açılım mı? şeklinde yıllarca
toplumsal gerçekliğe yeni bir algısal gerçeklikle; sürdürülecek tartışmaların, daha hareketin adı
kendinden geçme ve dehşeti birarada, aynı anda, itibariyle başlatıldığı görülebilir.
zamanın ruhunu (zeitgeist) yaşatacak teknoloji-insan
bütünleşmeleriyle cevap verir. Siberpunk edebiyatı öncülleri arasında;
Bernard Wolfe "Limbo" (1952), Alfred Bester
İçerik ve estetik sınırlarını büyük ölçüde belir- "Kaplan! Kaplan!" (1956), Anthony Burgess
lemiş olmasıyla William Gibson, hareketin edebi "Otomatik Portakal" (1962), K. J. Jeter "Dr.Adder"
yükünü neredeyse tek başına taşır. (1972), James Tiptree Jr "The Girl who was Plugged
"Neuromancer"(1984) adlı romanı ile kazandığı In" (1973), John Brunner "Şok Dalgası Süvarisi"
Hugo, Nebula ve Philip K. Dick ödülleri aracılığıyla (1975), Ted Mooney "Easy Travel to Other Planets"
ardına aldığı rüzgar harekete hızını vermiş, saygınlık (1981), Vernor Vinge "True Names" (1981) isimlerini,
kazandırmıştır. Bruce Sterling ise, hareketin ikinci Philip K. Dick, William Burroughs ve J.G. Ballard'ın
adamıdır. Basın sözcüsü, ideologu ve adeta birçok eserini, yine çeşitli katkılarıyla Thomas
avukatıdır. En az söylemleri kadar tartışmalı ve ünlü Pyncon, Samuel Delany, Harlan Ellison, John Varley,
olan "Mirrorshades Siberpunk Antolojisi"(1986)'nde, Norman Spinrad gibi yazarları saymak mümkün.
W.Gibson ve Lewis Shiner'la birlikte yazdıkları Bilimkurgu türü dışından, hard boiled dedektiflik ede-
yanısıra John Shirley, Greg Bear, James Patrick biyatından Dashiel Hammet ve Raymond Chandler
Kelly, Paul Di Flippo, Tom Maddox ve Rudy benzeri yazarların da Siberpunk üzerinde önemli bir
Rucker'ın öykülerini biraraya getirmiştir. 1990'lı yıllar- etkisi olduğunu belirtmeliyiz. Ayrıca punk rock, uyuş-
da edebi etkinliğini yitirip, bir altkültür haline gelecek turucu ve hacker altkültürü, MTV rock videoları,
olan Siberpunk, Richard Kadrey, Kim Newman, Neal Heavy Metal çizgi romanları, video oyunları, George
Stephenson, Kathy Acker, Greg Egan, Jeff Noon, Romero, David Cronenberg, John Carpenter, Ridley
Jack Womack gibi yazarların ürünlerinde çeşitli Scott filmleri...Geçmiş, şimdi ve geleceği aynı potada
biçimlerde yaşamaya devam edecektir. eritmek isteyen fütüristler, nesnelerin tüm boyut-
larının aynı anda görülmesini isteyen kübistler ve bil-
William Gibson'ın "Johnny Mnemonic" (1981) inç ile bilinçaltının aynı anda algılanmasını isteyen
adlı öyküsüyle siberpunk'ın edebi ana hatları belir- gerçeküstücülerin düşüncelerini bir araya getiren
lenmişse de, bir harekete dönüşmesi zaman almıştır. Pop Art da, Siberpunk'ın estetik kurgusunda en az
"Behind the Mirrorshade: A Look at Punk SF" (1982) edebiyat kadar pay sahibi olmuştur.
benzeri paneller, P.K.Dick'in "Do Androids Dream of
Electric Sheep?"(1968) adlı öyküsünün sinemaya Hard Bilimkurgu ile New Wave akımımın
uyarlanışı (Blade Runner, 1982), Bruce Sterling'in içinde bulunduğu Soft Bilimkurgu arasında bir yerde
çıkartmaya başladığı (1983) tek sayfalık 'Cheap duran Siberpunk öyküleri, bir yandan ayrıntılı ve
Truth' fanzininde, daha sonra hareket dahil edilecek okuyucuyu yoracak derece yoğun bilimsel(imsi) açık-
isimleri tanıtması ve öne çıkarması, "Amazing lamalar yaparken, bir yandan da atmosferin ruhunu,
Science Fiction Stories"de, oluşmaya başlayan kahramanlarının iç dünyası ve zihinsel süreçlerini
hareketin isimlerinden bağımsız olarak Bruce yakalamaya çalışan bir 'iç uzay' anlatımı tutturmaya
Bethke'in "Cyberpunk"1983) adlı öyküsünün yayın- çalışır. Tekrar eden temaları, zihin ve beden isti-
lanışı, Washington Post yazarı ve editör Gardner lasıdır (invasion). Sterling'in bir özetiyle protez
Dozois'in Neuromancer'ın basımının ardından organlar, kozmetik ameliyatlar ve genetik dönüşüm-
William Gibson, Bruce Sterling, Lewis Shiner, Rudy ler...İnsan benliği ve doğasını radikal bir şekilde
Rucker gibi bir grup yazara Cyberpunks/Siberpunklar yeniden tanımlayan beyin-bilgisayar arabirimleri,
diye hitap edişi (1984), siberpunk hareketinin oluşu- yapay zeka ve nörokimya teknikleri.
-6-
Ortalama bir Siberpunk öyküsü, çürümüşlük the Future of Narrative" (1989) konferansına çağırıl-
duygusu taşıyan grotesk bir kentsel ortamın veya masını, Bruce Sterling'in onu siberpunk ilan etme
egzantirik bir uzay istasyonunun mekan edildiği, şey- hatasına borçlu olduğunu düşünürken, 'Aslına
tani bir iktidara karşı (çokuluslu şirket, yapay zeka bakılırsa, siberpunk ilginç bir sosyal fenomen. Büyük
vb.), ideolojiden çok, kişisel motivasyonlar uğruna, bir tartışma konusu. Belki içinden derin bir şeyler
nihilist bir ahlak ve değer anlayışıyla kanun tanımak- çıkarılabilir' diyen Greg Bear'larla, siberpunk bil-
sızın savaşan, çeşitli makinelerle organik bir biçimde imkurgu hareketi, evet bir fenomen olmuştur. Tom
bütünleşmekten bir düzeyde hoşnut, maço ruhlu, asi Maddox da, enformasyonun karmaşıklık ve yoğun-
ve bir altkültür temsilcisi ('acayip' cinsel alışkanlıklar, luk olarak kritik bir hale geldiği bir çağda, siber-
uyuşturucu ve rock...) gençlerin birçoğu sanal punk'ın bu 'kritik durum'u seslendirdiğini söyler. Bu
gerçeklikte geçen disütopik maceralarından oluşur. anlamda, kritiklik nâmında, herşey yeni başlamıştır.
Bu fenomen, bu ses, duyulmaya devam edecektir.
Kentsel ortamı, teknolojik ve kapitalist
gelişkinliği, Amerika'yı siberpunk hareketinin ana
vatanı yapmıştır. Bu yüzden, kültürel kodlarında
Amerikan tarzı egemendir. Örneğin, öncü-western-
lerin bir devamı olarak suç edebiyatı, özellikle de,
Kuzey Amerikan kent yaşamının acımasız sokak-
larında, kendi onur ve ideallerinden tavizsiz hayatta
kalma mücadelesi verirken, varoluşçu bir eda takı-
nan karakterleriyle hard boiled dedektiflik edebiyatı,
Neuromancer'ın 'siberuzay kovboyları'yla tek vücut-
tur. Burada ayrıca kentsel atmosfer özelinde, ölüm
tehlikesinin sürekliliğinden doğan güvensizlik ortamı
ve dış koşulların uyum sağlanamayacak hızdaki
değişiminin, siberuzay kovboylarının
zihinsel/psikolojik durumuna bir damga vurduğu
söylenebilir: Denetimsiz bir evrende sıkışmışlık duy-
gusu, paranoya, varoluşsal bir endişe (angst) ve
gotik estetiğe göz kırpan bir korku hâli.
Odanın kadifeyle kaplıymış gibi yumuşak ve kaygan görünen gül kurusu duvarlarında gölgeler çırpınır.
Kadın çekinerek şömineye yaklaşır. Önünde durduğu gösterişli kütüphanenin içine bir göz atar, ateşin
ışığının erişemediği kitapların sırtı karanlığa gömülmüştür, ellerini ne yapacağını bilmez bir tavırla kaldırıp
ateşe uzatır.
"Zevklerin hiç değişmiyor."
"Değişiyor," der adam. 17. yüzyıldan kalma gül rengi bir koltukta rahat bir tavırla oturmuş gözlerini kadına
dikmiştir. "Değişmeyen alışkanlıklarım. Ne istiyorsun?"
"Düşündüm ki... Biraz konuşabiliriz diye düşündüm." Vahşi bakışları odada dolaşır. "Keyfin yerinde olmalı."
Sesinde acı bir kinaye vardır. "Olan biten hiçbir şey seni etkilemiyor, ne güzel."
"Ben bunların dışındayım," der adam. "Ben seyirciyim."
"Ve sebep oldukların umurunda değil!"
"Yine başlamayalım."
Kadın bir süre sessiz kalır. Neden sonra başını kaldırır, "Buraya bunun için gelmedim. Asıl konuşmak
istediğim..."
Adam bekler.
"Neler olduğunun farkındasın değil mi? Bu hale gelmesine neden izin verdin? İnsanlıktan çıktılar. Bunu
söylemek bana düşmez belki ama... Artık insan değiller. Ben bile..." Hıçkırdı.
"Ne yapabilirdim ki?" Adamın sesinde belirgin bir yumuşama sezilir.
"Sen.. Sen onların Lord'usun. İzin vermeyebilirdin. Önleyebilirdin. Adamlarını gönderirdin. Bilmiyorum... Bir
şeyler yapabilirdin." Hıçkırıklara boğulur. "Böyle olmamalıydı."
"Neden? Gayet iyi idare ediyorlar. Bana büyük bir sorun varmış gibi gelmedi."
Kadın gözleri dehşetten büyüyerek kesik bir çığlık atar. Eliyle ağzını kapatır. Sonra elinin pisliğinden ve
yıpranmışlığından utanıp hemen indirir.
"İyi idare ediyorlar ha... Ne halde olduklarını görmüyor musun? Hepsi birbirinin aynı. Bitkiler gibi yaşıyorlar.
Renksiz, suni süs bitkileri oldular. Hiçbir işe yaramazlar."
"Ne işe yaramalarını istiyorsun?"
"Eskiden çalışırlardı, öyle değil mi? Mücadele ederlerdi. İnsanların seçimleri olurdu, ve bu çok önemliydi.
Günahkarlar ve azizler vardı. Ah ne kadar güzeldi. Günahlar ve bedeller fedakarlıklar ve ödüller. Bütün
bunların bir anlamı vardı."
"Evet ama bu da onların seçimi."
"Hayır, değil. Artık seçme şansları yok. Şartlandırma merkezlerinde neler olduğu hakkında en küçük bir fikrin
var mı acaba? Yalan bir dünyada yaşıyorlar. Hiçbir sorumlulukları yok. Tüy kadar hafifler. Zavallı kuklalar.
Yanlışlık yok, pişmanlık yok, acı çekmek yok. Duygulanmıyorlar bile. Her şeylerini kaybettiler. O kanunlar
ruhlarını kuruttu."
" Öjenik tedbirler?"
"Ah evet, adı her neyse. İki nesil. Düşünebiliyor musun, yalnızca iki nesil içinde her şey değişti. Seni hiç
rahatsız etmiyor mu bu?"
"Hayır. Niye etsin ki?"
"Böyle olmasını istediğini söyleyemezsin ama öyle değil mi? Sen, bunu istemiş olamazsın."
"Bu kadar kötü olan nedir, söylesene Llorona? "
Llorona canlı adımlarla yaklaşır, Lord'un karşısındaki koltuğa oturacak olur, vazgeçer. Dönüp bir an için
hayranlıkla koltuğu seyreder. "Les os de moutons," diye mırıldanır Lord, "Haklı olabilirsin, artık XIV. Louis
zamanındaki gibi koltuklar yapmıyorlar." Llorona paramparça olmuş çamurlu eteklerini toplayıp yere, adamın
dizlerinin dibine oturur. Sızlanarak, "Yok yapmıyorlar. Hiçbir şey yapmıyorlar. Herşeyi makineler ve robotlar
yapıyor," der. "Ama asıl önemlisi..." diye ekler acı dolu gözlerini Lord'a kaldırır, "Aşık olmuyorlar."
Lord boş bakışlarla kadehini çalkalar. "Öyle mi? Bana gayet aşık göründüler. Özellikle sağlıklı yaşam
merkezlerinde..."
-8-
"Hayır, hayır..." diye telaşla bağırır Llorona, "Ben çiftleşmekten bahsetmiyorum. Ben, aşktan bahsediyorum.
Bu aşk değil." Yüzünde umutsuz bir ifade belirir. "Bu onlar için sadece spor. Hiçbir şey paylaşmıyorlar.
Çocukları bile olmuyor. Zaten en kötüsü de bu, seçme ve yerleştirme merkezinin belirlediği çiftlerin
çocuklarına verdikleri tek şey birkaç hücre. Hepsi bu! Tüpte oluşan ceninlerden insan olmaları nasıl
beklenebilir? Tüpten çıktıklarında da şartlandırma merkezleri ruhlarını yıkıyor. İnsanlıktan temizlenmiş
ergenler olarak sağlıklı yaşam merkezlerine girdiklerinde de hepsi tıpatıp birbirine benzeyen düzineler
dolusu yapma insanla karşılaşıyorlar. Bütün o şarkılı yürüyüşler, aptal vücut gösterileri, sonra şu dayanışma
dedikleri soytarılık, bunları sevgi sanıyorlar."
"Evet ama," der Lord şefkatli bir gülümsemeyle, "Aşk eskiden neydi ki?"
"Eskiden böyle değildi. Temiz bir aşkla sevmek diye bir söz olduğunu hatırlıyorum, çocuklara aşkın meyvesi
derlerdi. Ölesiye sevmek diye bir şey vardı." Bakışları karardı, "Öldüresiye sevmek de vardı." İç geçirir.
"Yasak aşklar, günah kurbanları..."
"İyi ama sevgili yavrum," der Lord sükunetle, "Aşk yine aynı aşk. Çekim ve hormonlar. Sadece
standardizasyon toplumsal çalkantıları ortadan kaldırdı. Yasak ve günah kaldırılınca aşkın neden olduğu
sorunlar kendiliğinden kayboldu. Değişen tek şey bu. Her şey ... düzenlendi.."
"Hayır!" diye bir çığlık atar Llorona. "Aşkın ne olduğunu bana anlatma. Ben aşkın ne olduğunu bilirim.
Başıma gelen şeyin bu resmi geçit töreni kılıklı soytarılıkla hiç ilgisi yok."
"Yoğunluğu farklı olabilir tabii. Pek çok nedeni var. Her türlü rekabet hırsı körükler, ve tabii bastırılmış
duyguların açığa çıkışı..."
-9-
"Rekabet mi? Bu kadar basit mi? Nasıl söylersin? Ne cüretle... Bütün yaptıklarımdan sonra... Bu sence
sadece... Tanrım..." Gözyaşlarına boğulur.
Lord hafif bir öksürükle boğazını temizler. "Evet, bunu yapmamalıydın."
"Ben.. Her şeyi yapabilirdim... Her şeyi..." Sarsılarak ağlar.
"Kabul etmeliyiz ki hiç de mantıklı değildi.
"O kadar, o kadar çok... Canım yandı. Bir şey yapmak zorundaydım... Bir şey... Kurtulmak için... Tanrım..."
Çamur içindeki eteklerini bir çekişte koparıp yüzüne bastırır. Hıçkırıklara boğularak, kesik kesik konuşur,
artık ne dediği anlaşılmaz, birden hırlayarak üstünü başını parçalamaya girişir, sonunda kendi saçlarına
yapışır ve bu halde inleyerek yere devrilir.
"Mantıksızlık, çılgınlık, hırs... Hayır, bunu başka hiçbir kelime anlatamaz. Bu aşktı. İnsana neler yaptırırdı o...
Ama artık yok. Öldü. Ve sen bana hiçbir zaman varolmadığını söylüyorsun, sen bile! O halde gerçekten yok
oldu. Hepsi, hepsi bir hiç içinmiş... " Yine boğulurcasına ağlamaya başlar. "Bunun basit bir düzensizlik
olduğunu söyleyemezsin bana, anlıyor musun? Birkaç düzenlemenin her şeyi bu kadar basitleşeceğini... "
"Aşırı tepki gösteriyorsun."
"Ben mi aşırı tepki gösteriyorum? Tanrım, inanamıyorum, çok duyarsızsın." Birden sakinleşir. Kendini toplar.
Lord'un uzattığı pelerine sarınıp odada aşağı yukarı yürümeye başlar. "Ben..." durur, Lord'a döner,
"Gerçekten kapılmıştım. Çok güçlüydü. Çok..." Başını kaldırıp Lord'un yüzüne bakar. "Kötüyüm değil mi?"
"Yaptıkların iyi şeyler değildi Llorona. Bunlar olmamalıydı."
"Ama kötü şeyler yapamaz hale gelmemiz iyiliği de ortadan kaldırmaz mı? Evet ben kötüydüm. Ama artık
kimse iyi değil."
"Ama herkes memnun."
"Ama mutlu değiller."
"Evet ama dünyada ıstırap yok artık."
"Ama neyi kaybettiklerini bilmiyorlar, mutsuzluk feda edilmeden mutluluk olamaz. Ve bazen tam tersi de
mutluluktur. Diyebilirim ki, o insanlardan daha çok mutlu oldum."
"Çok değişmişsin."
"Hiç değilse değişme şansım var. Onlardan daha şanslıyım." Gözleri duvardaki barok aynaya takılır, yüzü
sapsarıdır, gözlerinin çevresinde koyu renk halkalar vardır, avurtları çökmüştür, saçları çöp çöp başından
sarkmaktadır, korkunç bir haldedir, gülümseyince ağzı karanlık bir deliğe dönüşür.
"Yine de daha şanslıyım."
Lord başını eline dayamıştır, eliyle bezgin bir hareket yapar.
"En azından karar verebiliyorum. O zamanlar iyiliği feda ettiğim gibi, şimdi kötülüğümden dönebilirim. Hala
bana aitim."
Lord başını sallar.
"Ben artık iyi bir kadın olacağım."
"Tabii, neden olmasın."
"Ben iyi bir kadın olacağım," diyerek ayağını yere vurur. "Her şeyi telafi edebilirim. Eğer aşk yoksa, hiç
olmadıysa, bütün olanlar aslında olmamış demektir. O halde, yıllarca boşu boşuna acı çektim. Suçluluk
duymamalıyım, bütün olanlar, sadece düzensizlikti. Ben büyük bir haksızlığa uğradım."
"Ben olsam bu sonucu çıkarmazdım."
"Bir çocuk istiyorum. Bu kez iyi bir anne olacağım."
"Korkarım geç kaldın."
"Olacağım. Ve bu yanlışlığı düzelteceğim. İnsanlar görmeli."
"Bu halinle şehrin sınırlarından adımını bile atamazsın. Zaten atsan bile, işler artık eskisi gibi yürümüyor,
biliyorsun."
"Ama sen, sen bunu yapabilirsin. Benim için değil, insanlar için. Seçme şansları olmalı. Başka türlü
olabileceğini bilmeliler."
Lord başını sallar. "Unut bunu. Mümkün değil."
"Daha önce yapmıştın."
"Durum farklıydı."
Llorona'nın kaşları çatılır. "Ben sana göre bir gelin değilim, bunu mu söylemek istiyorsun?"
"Sorun bu değil."
"Sorun ne o zaman?"
Lord bıkkınlıkla ellerini sandalyesinin kollarına bırakır. "Bak Llorona," der, "Onlar artık benim halkım falan
değil. Benden kurtuldular, ama daha da önemlisi, ben onlardan kurtuldum. Artık onlarla uğraşmak
istemiyorum. Zaten..." sıkıntıyla yüzünü buruşturur, "bir babalık davasına daha bulaşmak istemiyorum. Bir
önceki iki bin küsür yıl başımı ağrıttı. Üstelik o bakireye elimi bile sürmemiştim..."
- 10 -
Uzay Çalışmalarını Durdurun! Efe Göktoğan
diğer kirpilere zarar vermemek için değil de, salt
Çağımızın tüketim alışkanlıkları ve üretim yöntemleri
kendi iyilikleri için sakin duracaklardır; çünkü her
yüzünden uzay çalışmaları durdurulmalıdır. Yaşam
hareket ettiklerinde kendi canları da yanacaktır.
şeklimiz (kapitalizm) yaşam ortamımızla (dünya) hiç
Uzaya açılmak ise bu kirpilerin kutusuna dışarı
uyuşmamaktadır. Süregelen bu yaşam şekli maddi
çıkabilecekleri bir delik açmaktır. Hiçbir sorunun
olarak sınırlandırılmış herhangi bir yaşam ortamıyla
nedenine inilmeden, hiçbir art niyetten kurtulmadan,
uyuşmayacaktır. Çünkü kapitalizm süregelen
yani hiçbir gelişme göstermeden varılacak bir
şekliyle, kendi devamı için, yayılmacı olmak
rahatlama durumudur uzaya açılmak.
zorundadır. Henüz olgunlaşamamış, daha kötüsü
(Uzay çalışmalarına harcanan paranın
giderek yozlaşmakta olan, bir türün dayandığı
insanlığın dertlerinin pek çoğuna nasıl da derman
sınırları (dünya) aşıp da pisliğini bu sınırların ötesine
olacağına ilişkin herhangi bir şey söylemeye ihtiyaç
(uzay, diğer gezegenler) saçması sorumsuzluk
bile duymuyorum. Ayrıca böylesi bir beklentiye
olacaktır. Tam da bu sorumsuzluğa izin vermemek
girmenin de saflık olacağını düşündüğüm için
adına uzay çalışmaları durdurulmalıdır.
insanlıktan tüm umabildiğim uzay çalışmalarına karşı
Toy insanlıka
bir kamuoyu oluşmasıdır.)
Hikaye ortaçağda başlıyor. Dağınık Avrupa
Uzay çalışmaları yapabilen ülkelerin güçlü
uygarlığı coğrafi olarak ve teknik olarak içinde
ülkeler olduğu da gözden kaçırılmaması gereken bir
bulunduğu durağanlığı tüm ortaçağ boyunca
noktadır. Uzaya ilk olarak çıkmanın bu ülkelere
sürdürüyor. Bu sınırlandırmalar onun rönesansa
kazandıracağı şeylerle bu ülkeler daha palazlanıp
gebe kalmasını sağlıyor. Bireyler ve insan toplulukları
yerlerini sağlama alacaklardır. Daha da uzun vadede
eğer sınırlandırılmazlarsa herhangi bir konuda
yerleşilebilir gezegenlerin de bu ülkeler tarafından
belirgin bir ilerleme göstermeden var olan durumlarını
parsellenmesi galaktik bir emperyalizmin tohumlarını
koruma eğilimine giriyorlar. (Çünkü asıl olan atalettir.)
atacaktır.
Ortaçağın tüm sınırlandırmalarından sonra çağının
Peki önerilen uzaya açılmama durumu başlı
en belirgin ilerleme hamlesine girişen Avrupa'nın
başına bir durağanlık haline mi sürükler insanlığı? Hiç
diğer uygarlıklardan belirgin bir şekilde öne
zannetmiyorum. Uzay çalışmalarındaki başarılar,
geçmesini sağlıyor.
şimdiye kadar, toplumların genelinde bir sevinç
Benzer bir şekilde kuzey Amerika'da
dalgası ya da sıradan insanın hayatında büyük bir
göçmenler tüm topraklara yayılıp da, yeni gelenler
değişiklik yaratmaktan uzak olmuştur. (Bu durumun
yüzünden yaşanan sorunlar sınırlandırıcı bir durum
dışında kalan tek örnek ise iletişim alanında uyduların
yaratınca devletleşme hareketi alevlenmiştir. Bu
yarattığı değişikliklerdir.) Oysa ki, geçici bir süreyle
sınırlandırıcı durum ortaya çıkıncaya kadar, yani
de olsa, iç dünyasına yönelip kendi içinde reformlar
herkesin daha fazlasını çaba göstermeden elde etme
uygulayan insanlık gelmiş geçmiş en hatırlanası
ümidi varken Avrupa'dan gelmiş bu göçmenler
günlerini yaşayacaktır.
çağdaşları Avrupalılardan çok daha barbar bir hayat
Ak mı, kara mı?
sürmüşlerdir.
Altov ve Juravlevanın "Evrenin Türküsü"nde
Bugün de insanlık sınırlandırılmıştır, hem
çizdikleri tabloda insanlık gözü pek, düzenli ve
coğrafi, hem de iktisadi olarak. Çok uluslu firmaların
çalışkandı. Evrene yayılırken temkinli, düşünerek
ele geçirme kavgasına gireceği yeni pazarlar
adım atan ve uzaya açılma hamlesini mantıksal bir
kalmamıştır. Satabileceği her şeyi satabildiği herkese
idealizm içerisinde gerçekleştiren bir insanlıktı
satmaktadır. İkinci dünya savaşından sonraki
evrenin türküsünü söyleyen insanlık. Oysa Frank
teknolojik ve sosyal hareketlilik giderek ivme
Herbert'in Dune serisinde insanlık derebeyliklere
kaybetmiştir. İnsanlığın önünde durağanlığın hakim
özdeş bir dağılımla evreni paylaşmış ve evrenin her
olacağı bir süre vardır. Ve sistemin bu durağanlığı
yerinde toprak, iktidar ve güç için dünyadakinden
kırmak için vereceği mücadelelerden en büyüğü de
sadece ölçekçe farklı savaşlara girişmiştir. Bu olası
büyük olasılıkla uzay çalışmaları alanında olacaktır.
gelecek vizyonlarından hangisine varacağımız bu
Çünkü askeri alanda teknoloji geliştirmenin bir koşulu
gün yapmakta olduğumuz seçimlerle çok yakından
geliştirilen teknolojilerin deneneceği savaşlar
etkili.
başlatma zorunluluğudur. Ve çağımızın terörizm çağı
Dünyaya sıkışmış insanlık gözüme bir
olduğu düşünülürse Orwelist stille (askeri
tohumun içine sıkışmış olan koca bir ağaç gibi
harcamalarla) artı değeri çöpe atma mekanizmasının
gözüküyor. (Tabii ki bu tohumun içinden bir katil
yerini artı değeri uzaya atma mekanizması alacaktır.
sarmaşık çıksın isteyenler de olabilir.) Evrenin yüce
Durağanlık çağı mı?
bir ırkı olmakla, samanyolundan gelen veba olmak
İnsanlığı küçücük bir kutuya tıkılmış bir grup
arasındaki farkı yaratanlar bizleriz. Seçim zamanı
"art niyetli" kirpi gibi düşünürsek herşey daha net
gelecek değil, bugün.
anlaşılabilir. Kirpiler bir kısım debelenmeden sonra,
- 11 -
AD SORUNSALI ÜZERİNE Mustafa SUYOLCU
anılmaya başlamış bir süre sonra. Ancak bu sözcük
Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerni
te kavram olarak karşılamamış BK yu, yeni arayışlar,
kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel
öneriler olmuş zamanla, örnekle Yarınsama,
tasarım, mefhum, nosyon. Sözlüklere bakınca
Önceleme denmiş. Bu karmaşa bir süre devam
Kavram, sözcüğünün karşılığı olarak böyle bir
ettikten sonra 1973 de sayın Orhan Duru tarafından
tanımla karşılaşıyoruz. Gerçekten hoş tamamlayıcı
Türk Dili Dergisi BK. özel sayısında Bilimkurgu (BK)
bir yaklaşım. Kavram dan beklenen şey gerçekten de
olarak önerilmiş ve o zamandan bu zamana büyük
budur. Örnekle kimse "Bugün arkadaşlarla beraber
kabul görmüş (bazen Kurgubilim olarak da anılmış)
birçok insanın bilet alıp girdiği, içinde film oynatılan,
ve neredeyse tam olarak kabul görmüş.
koltuklarla dolu binaya gideceğiz. "demez, "Bugün
"Neredeyse", işte bu yazının yazılmasına neden olan
arkadaşlarla sinemaya gideceğiz." der, hemen
kelime. "Neredeyse" yani herkes tarafından bir
herkes de bunun ne anlama geldiğini anlar.
nedenle kabul görmemiş, görememiş.
Örneğimizdeki "sinema" kavramı hemen herkes
tarafından kabul görmüş ve yanlış anlamaya olanak
BK üzerine düşünen, kafa yoran ben ve
tanımayan bir kavramdır. Bu biçimiyle
benim gibi birkaç arkadaşımın özellikle ilgisini çeken
değerlendirdiğimizde kavramların insan yaşamında
bir olayla karşı karşıyayız bu sıralar. Ancak oraya
ne kadar önemli bir yer tuttuğunu anlayabiliriz.
geçmeden önce birkaç saptamadan bahsetmek
Kavramlar olmasaydı hayatımız sürekli olarak
istiyorum. Öncelikle "Kavramlar" önemlidir. Onlarsız
birilerine var olan herşeyi tanımlamaya çalışmakla
yaşamımız karman çorman hale gelir. "Sinema"
geçerdi ve konuşmalarımız da anlamsız bir biçimde
örneğinde olduğu gibi, bir kavramın herkes
şimdi olduğundan çok daha uzun olurdu. Zaten
tarafından kabul edilmesi ve aynı biçimde
somut şeyleri tanımlamak ve onları kavramlar haline
kullanılması özellikle yaşamı kolaylaştıran bir öğedir.
sokmakda o kadar zorlanmayız, ancak felsefe, sanat
Aksi halde bir karmaşa, anlaşmazlık, kaos ortamı
gibi soyut kavramlarla ilgili konuşmaya geldimi işler
doğar. Kimse kimsenin ne dediğini tam anlayamaz,
biraz karışıyor. O kadar ki elimize kendilerinin toplum
bunalır. İkinci olarak, konuya ilişkin yayın yapan
tarafından anlaşılmadığını iddia etmekte olduğunu
yayınevlerinin kitaplarının başında uzun zamandır
sezdiğimiz, ne dediğini gerçekten anlayamadığımız
"Bilimkurgu" ibaresini görmekteyiz. Öyle anlaşılıyorki
yazılarla çok sık karşılaşıyoruz. Hiçbir anlaşılma
bu kavram ciddi olark kabul görmüş ve yaygın
gayreti içinde olmayan bu tür yazılar bizlere
biçimde kullanılmaktadır. Şimdi gelelim kafamızın
kavramların ne kadar gerekli olduğunu daha da
karışmasına neden olan olaya.
belirgin bir biçimde vurgulayarak anlatmakta.
Anlaşılacağı gibi bir kavram oluşturmak bunu kabul
Sevenleri, ilgilileri takip etmektedirler, bende
ettirmek herzaman kolay bir iş değildir hatta çok çok
bu gruba dahilim, Bilim ve Ütopya dergisinde bir
zor bir iştir. Eğer bir kavramı oluşturan nesne ya da
süredir sayın Zühtü Bayar'ın hazırladığı bir BK
olayları yaratan sizseniz sorun yoktur, ancak var olan
Ansiklopedik sözlüğü yayınlanmakta. Gerçekten
bir dizgeyi kullanmak isterseniz iş daha da karmaşık
yapılması önemli ve gerekli olan değerli bir çalışma
ve zorlu hale gelecektir.
olduğuna inanmaktayım. Öyle ki BK fanzini olarak
yayınlanmakta olan Albemuth'un her sayısında
Konumuz BK, zaten fanzinimizin başlığında
bende bu konuda bir sayfa hazırlamaktayım. Bu
da bu ibareyi görmüşsünüzdür. Burda BK'nun ne
noktada sayın Zühtü Bayar'ın BK başlığı altında
olduğundan, neleri kapsadığından filan
birçok yazı, makale, öykü ve romanlarının
bahsetmeyeceğim. Ama, bu kavramın tarihçesinden
basıldığından da bahsetmek gerek. Ancak burda bir
biraz söz etmek istiyorum. Ünlü Amerikalı yazar ve
karışıklık bizleri bayağı şaşırtmakta. Bilim ve Ütopya
BK nun babası sayılan Hugo Gernsback'in verdiği ilk
dergisinde yayınlanmakta olan Ansiklopedik sözlük
isim "scientifiction" dır (1923). Kısa bir süre sonra da
harf sırasına göre "A" dan başlayarak epey ilerledi,
"Science Fiction" olarak yerini bulup kabul
arada bize göre bazı eksikler var olmasına karşın bu
görmüştür. Ülkemizde de bu yeni sanat dalı kabul
başka bir konu ve zaman içinde tekrar gözden
görüp yayılmaya başladığı zaman türkçe bir kavrama
geçirmeler ve hatta yeni, özgün bir baskı söz konusu
gerek duyulmuş olmalı ki, ilgilenenleri sevenleri
olduğunda elden geçirilip genişletileceğine
aramaya başlamışlar. İlk kullanılan sözcükler, sayın
inanmaktayım. Ama bir şeyi kafa karıştırıcı olarak
Akil Başyıldız' ın Mayıs 2002 tarihindeki radyo
bulmaktayım.
programında da bahsettiği gibi "Fenni Roman" olmuş
kısa bir süre sonra değişen dil nedeni ile olsa gerek
"Bilimkurgu Ansiklopedisi" adı taşıyan bu
"İlmi Roman" denmiş bir süre, ancak gerek içeriği
çalışma, hemen başlangıçtaki girişte "Bilimkurgu"
gerekse kurguya dayalı yapısı nedeniyle pek
sözcüğü ile "Bilimge" sözcüğünü eşanlamlı olarak
karşılamamış olsa gerek ki "Hayal Bilim" adıyla
- 12 -
kullandığını açıklayan bir bildirge ile kafamızı bir ödüle sahip olduğunu hatırlayalım. Üretimin ne ile
karıştırmaya başlıyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi ilgili olduğu ilk bakışta anlaşılan - evrensel olarak - bir
1973 yılında İngilizce Science Fiction sözcüğünün başlığa sahip olmasının önemli olduğunu
yerine önerilen ve Türk Dil Kurumu tarafından da düşünmekteyim.
kabul edilen Bilimkurgu sözcüğünün yerine burda
yeni bir kavramla karşılaşıyoruz. Neden? Öyle ya bu Evet, kavramlar önemlidir hem de çok
çalışmanın bir adı var zaten "Bilimkurgu önemlidir, öyle ki, onlarsız yaşamı hayal bile
Ansiklopedisi". Maddeleri okudukça bu kafa edemiyorum. Genel olarak tüm insanların, daha özel
karıştırıcı durum iyice belirginleşmeye başlıyor, o ve önemli olarak da sanat ve bilimle uğraşan
kadar ki, aynı madde içinde hem bilimkurgu hem insanların, kavramlara çok önem vermesi onlar
bilimge sözcüklerinin kullanıldığını görüyoruz. üzerine konuşması, tartışması gerektiğine
Örnekle "Bilimkurgu Tanımları" maddesi. Konu inanıyorum. Ancak var olan, yaygın olarak
üzerinde düşünmüş, yazmış bazı yazarların kullanılmaktaki bir kavramın yerine onu daha da
tanımlarının aktarıldığı pasajlarlardan oluşan bu geliştirmeyen bir kavramda ısrar etmenin iyi bir
maddede, Bilimkurgu ve Bilimge sözcüklerinin yaklaşım olduğunu sanmıyorum.
karışık bir sırayla kullanılmasıyla, sanki okuyucuyu
şaşırtmak üzere düzenlenmiş gibi. Örnekler
çoğaltılabilir. Biliyoruz ki Science-Fiction sözcüğüne
karşılık olmak üzere zaman içinde birçok sözcük
önerilmiştir. TDK'nun 1942 yılı tarihli "Batı Kaynaklı
Sözcüklere Türkçe Karşılıklar" adını taşıyan bir
kitapçıkta, o tarihten bu yana önerilen sözcükleri
bulmak olası, Ve gerçekten de birçok öneri yapılmış.
- 14 -
Yayın Dünyasından Altın Kitaplar, ünlü yazar
P.K Dick’in, bir kısım
Ayrıntı yayınları,İngiliz yeni öyküsünü “Hesaplaşma”
dalga Bilimkurgusunun adlıyla bir araya getirdi.
öncüsü G.J Ballard’ın Derlemeye adını veren
yapıtlarının basımına “Süper öykü, geçtiğimiz sezonda
Kent” ve “Beton Ada” sinemalarda gösterilen
romanlarıyla devam etti. “Paycheck”
Süper Kent, Ballard’ın klasik
dedektif romanınını yapı 6.45 yayınları da Dick’in en
bozuma uğratıp, kendine ünlü yapıtları arasında kabul
özgü yakın gelecek edilen “Simulakra” adlı
Bilimkurgusuyla birleştirdiği romanını Türkçe’ye
üçlemenin ikinci kitabı. kazandırdı.
Dizinin ilk kitabı “Kokain Geceler” 2001 yılında, yine
Ayrıntı yayınlarında okurla buluşmuştu. Dizinin son 90’lı yıllarda Sarmal
kitabı, “Millenium People” da Ayrıntının yayın Yayınevi William Gibson’ın
programına alındığını duyuralım. “Spawl” üçlemesinin ilk iki
kitabı “Neuromancer” ve
I. Asimovun ünlü “Count Zero” (Sıfır Noktası)
robotlar serisinin ilk kitabı adlı romanlarını
olan “I Robot” (Ben Robot) yayınlamıştı. Bilimkurgu
içindeki öykülerden biri, severler dizinin üçüncü
değişikliklere uğratılarak kitabı “Mona Lisa Overdrive”
aynı adla Alex Proyas ı yıllarca hararetle
tarafından sinemaya beklemişlerdi. Bu uzun
aktarıldı. İthaki yayınları bu bekleyiş Altın kitabların
arada büyük ustanın seriyi yeniden ve bu kez tam
eserlerini “Vakıf” serisi ile olarak basmasıyla
başlayarak yeniden basıyor. sonuçlandı. Kitablar yayınevinden Matrix Avcısı
(Neuromancer), Kont Sıfır (Count Zero) ve Mona
Lisa (Mona Lisa Overdrive) adlarıyla yayınlandı.
Şimdi bilimkurgu severler Gibson’ un Cyberpunk
Yine İthaki yayınları, türünü oluşturan diğer önemli yapıtlarınında dilimize
“Cesur Yeni Dünya” ve çevrilmesini bekliyorlar.
“Ada” romanlarının ardından
A. Huxley’in “Maymun ve
Öz” adlı bilimkurgu
yapıtınıda ilk defa türkçede
yayınladı.3. dünya savaşı
sürecini ele alan bu
apokaliptik eserde, Huxley
teknolojinin yaşam daki
rolünü sorguyor.
Albemuth’dan
Albemuth, düzensiz yayın faaliyetinin ikinci yılını bitirip, üçüncü yılına yeni bir sayının hazırlıklarıyla girdi.
İnternet ve yazılı basından dikkate değer birçok yaklaşımla karşılaştıksa da nedense fanzini alan/okuyan
kişilerle yeterince temas kuramadığımız düşüncesindeyiz. Fanzin’in başladığı dönemlerde var olan İzmir
Kollektif Bilimkurgu Etkinlikleri’ne yer vermemiz belkide okurların kafasında yerel bir hareketle karşı karşıya
oldukları fikrinin oluşmasına neden oldu. Oysa, bilimkurgu gibi evrensel bir sanatı konu alan Albemuth’un il,
ilçe, bölge gibi kavramlarla sınırlamak hem olası değil hem de kendine karşı olurdu. Bu yüzden okurlarımızı
her konuda (üretim, öneri, eleştiri vb.)bizlere ulaşmaya çağırıyoruz. Motto’muzdaki “Özgür Basın” ibaresini
hisseden okurlar, zaten bizlerin belli mekan kurum ya da kuruluşlardan bağımsız olduğumuzu biliyorlar.
Metinlerinizle, görüşmek üzere.
- 15 -
ALBEMUTH ÖZGÜR BASIN
ALBEMUTH Özgür
Basın
Tommaso CAMPANELLA
“Gelinim olur musun?”un Semra Hanımı, anti-reyting tugaylarına bağlı bir milis grubunca kaçırılır.
Meclis, acil oturum çağrısıyla toplanır. Özgür medya bu vandalist eylemi lanetler. Tüm yurttaki Semra Hanım
yanlısı gösterilerde yedi milyon insan biraraya gelir. Ordu, yöne…
Merak etmeyin, en azından Albemuth sayfalarında böyle bir öykü ile karşılaşmayacaksınız.
Yukarıdaki öyküyü, biri tiyatrocu diğeri çizer olan arkadaşlarımla bir sohbet sırasında uyduruverdim.
Arkadaşlarla Albemuth’un 5. sayısındaki “Çıkış” başlıklı metin üzerine konuşmak isterken konuyu Semra
Hanım, Ata, Sinem şeytan üçgeni ve oradan toplum ve medya eleştirisine getirmeleri üzerine ben de
senaryomu yazdım. BBG, Dokun Bana, Ünlüler Çiftliği, Gelinim olur musun?, vb. reality TV programları son
beş yıldır hayatımızın her yönünü işgal ettiler. Geldiğimiz noktada yazarlar, akademisyenler, entellektüeller
TV’lerde, basında, internette bu medyatik tartışmaların içine girmiş durumdalar. Bahsettiğimiz grupların, bu
tür “Reality Show”larla topluma dayatılan kurban-cellat sanal kahramanlara ve gündemlere eleştirel olarak
dahil olmaları, sistemin düşünen insanları kendine ekleme çabasının bir parçası değilmidir?
Zaten, düşün ve sanat dünyası sadece tartışma tarafı olarak bu medyatik manipülasyonun bir parçası
haline gelmedi; bu yönde yapıtlar üretildi ya da üretilenler desteklendi, yaygınlaşmaları sağlandı. Fransanın
itibarlı çağdaş sanat dergilerinden “Art Pres” in editörü Catherine Millet, tüm cinsel hayatının dökümünü
sunduğu “Catherine M.’nin cinsel hayatı” adlı otobiyoğrafik-romanını yayınlandığında bir skandal olarak
karşılansa da, satış rekorları kırmıştı. Şimdi ise 18 yaşındaki İspanyol Melissa P’nin ,16 yaşındaki karmaşık
cinsel yaşamını teşhir ettiği romanı “Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi” tüm dünyada ve ülkemizde ilgi
görüyor. Jenifer Ringley adlı genç kız yıllarca tüm ev hayatını ‘jennycam.org’ adlı web adresinden sergiliyeli
çok olmadı. Gerçek-üstücülük gibi ütopik öncü sanat hareketlerinin unutturulduğu günümüzde, ingiliz sanatçı
Tracey Emin’in kendi çıplak bedeni parçası haline getirdiği yapıtları yüksek sanat sınıfında ele alınıyor.
Gerçek-üstücülüğün öncülerinden Andre Breton’un “Najda” adlı romanını, yaşamındaki öznel deneyimleri
üzerine kurgulamıştı. Alman düşünür Walter Benjamin, gerçek-üstücülük üzerine yazdığı incelemede
Breton’un tavrını “bir camekanda yaşamak kusursuz bir devrimci erdemdir. Bu da bir sarhoşluk hali, çok
ihtiyaç duyduğumuz bir ahlaki teşhirciliktir…” sözleriyle olumlar. Oysa, geldiğimiz noktada özel hayatımızı ve
bağımsız varoluş çabamızı sonuna kadar saklı tutmak bir görev haline geldi.
Nazilerin eline düşmektense intiharı seçen W. Benjamin bugün yaşasaydı, bu
teşhircilik histerisine karşı özel hayatın gizliliğinin savunusunu yapardı.
Hayatlarımızı işgal eden müstehcen teşhir ile iktidarların metropolleri
çevreleyen kameralarla, retina taramalarıyla, genetik yapı sınıflandırmalarıyla,
eski model fişlemelerle oluşturduğu tam denetim ve gözetim çabasının
paralelliğine dikkat çekerdi. Tıpkı ilk popüler gerçek hayat şovunun adının,
George Orwell’ın bilimkurgu klasiği “1984”ün totaliter denetim toplumunun
temel kavramı “Big Brother”dan alınması gibi (“1984” Benjamin’in ölümünden
sonra 1948 yılında yayınlanmıştı). Benjamin “Parıltılar” adlı yapıtında Paul
Scheerbart ’ın tüm yaşamların şeffaf ve mutlu olduğu “Cam Mimarisi”(1914)
ütopyasından da bahseder. Yalansız, cinayetsiz, suçsuz bir dünyada herşeyin
cam saydamlığıyla yaşanmasında hiçbir sakınca yoktur. Bu tema Thomas
-2-
Moore’un “Ütopya” romanından, yine Benjamin’in sıkça andığı Charles Fourier’in “Phalange” temelli uyum
dünyasına; ütopik kurguların temel kavramlarından biri halindeydi… Şimdi, Scheerbart’ın “insanı tamamıyla
değiştirecek” dediği cam dünyasından, Cyberpunk’ın ayna camlı disütopya dünyasına geçmiş durumdayız.
Oysa, Benjamin “Cam Mimarisi” romanında bir şeye sahip olmanın ya da içinde iz bırakmanın zorlaşacağı
bir dünya uyarısında da bulunmuştu. Camekan kişisel yaşantıyı ötekinin bakışına açık hale getirerek,
denetime açık hale getirmektedir.Artık gizlenmek, kitlesel histeri karşısında bireysel etik duruşa sarılmak,
sistemin kitleleştirme hareketlerine karşı bağımsız varoluşumuza sımsıkı sarılmak durumundayız. “Dahil
değilim!” demenin bedeli, mutlak yalnızlıkta olsa da.
Yokuştaki Salyangozlar
Sistem, yüzlerce sahte medyatik gündem oluşturarak entellektüelleri, yazarları, düşünürleri bir tür
özel “sürgün”lük payesi ile başbaşa bırakır. Aydın istediği kadar önemli fikirler ya da yapıtlar üretsin,
medyatik gündemlere bulaşmadığı sürece kültür endüstrisince yok sayılmakla cezalandırılır. Burada şeytani
bir ayartma buyruğu işbaşındadır: Popüler, manipülatif bütün dışında yaptığın üretimin hiçbir değeri yok;
varolacaksan bir şekilde matrix’in bir parçasına tutunman şart… Sahte gündemlerin bir parçası olursan
TV’de, büyük gazete, dergilerde yer alabilir, düşünce ve yapıtlarını gündeme taşıyabilirsin. Bu, “Big Brother”
ın kaba baskı önlemlerinden daha geçerli, avantajlı ve ayartıcı bir şantajdır. “Dahil değilim!” dersen seni
bekleyen mutlak bir yalnızlık ve aidiyetsizlik halidir; tıpkı Sovyet bilimkurgu yazarlarının en önemlilerinden biri
olan Sturgatski kardeşlerin avant-garde bilimkurgusu “Yokuştaki Salyangoz”un kahramanlarından Pepper
gibi.
“Yokuştaki Salyangozlar”ın kent bölümü, bilimsel şüphecilik ve araştırma ruhuyla dolu, kendi etik
yalnızlığını seçmek durumundaki Pepper’in yaşadığı çelişkiler üzerine kuruludur. Pepper, bilinmeyen gizemli
ormana gidip, gizemine vakıf olmak isteyen bir entellektüelken; romanın, orman bölümünün kahramanı
Candide, ormanı araştırma grubunun üyesiyken helikopterinin düşmesi sonucu içine düştüğü bir cemaat
toplumunun ayrıksı bir parçasını oluşturur. Romanda, kent bürokratik ve teknokratik yönetime bağlı yoz bir
kitle toplumuyken; orman, aydınlanma öncesi hurafelerle iç içe bir kabile ortamı sergiler. Kentten ormana
gitme idealine bağlanmış Pepper’e karşı, orman’dan ait olduğu kente gitme çabasındaki Candide; roman bu
diyalektik çelişme üstüne kurulur.
Toplumun temelinin oluşturan tüketime, yozluğa, zamanı boş geçiren alışkanlıklara, durağanlığa,
bürokratik işleyişe karşı nefreti sonucu, Pepper yalnızlığı tercih etmiştir. Pepper “Bu yalnızca cehalet. Hayır,
ortada ne kışkırtma ne de kin var, bunu ciddiye almamalıyım. Bu yalnızca cehalet…” diye düşünür. Kentin
bir parçası olan şoför Acey ise ona “Senden başka kimse gitmek istemiyor” der. Ama Pepper gitmelidir;
çünkü “insanlar düşünmenin vakit geçirmek değil bir görev olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaklardır”;
çünkü “kavramaktansa inanmak daha kolaydır.” Bu yüzden Pepper, sürekli yöneticilere ulaşıp, ormana
gitmek talebini duyurmaya çalışır, ama karşılaştığı tamamıyla
Kafkaesk çıplak bürokrasidir. “ama kimse ormana girmeme izin
vermedi. Ben bir sanatçıyım. Sanatçılara, yazarlara, filozoflara
yönetimde yer yoktur. Beni işin dışında tutmakta haklılar…” diye
düşünür. Ancak, kenti terk etmek ve ormana girebilmek için giriştiği
bir muhatap bulma, anlaşılma çabası onu da içten içe
değiştirecektir. Yönetici tüm çalışanlara aynı anda ve tek tek kişisel
olarak telefonla seslenecektir. Herkesin aranacağı bir telefon
varken, çılgınca çabalamasına rağmen, Pepper bir telefon
bulamaz. Kafka’nın, şatoya girmek isteyen ya da davasının
konusunu bilmek için mahkemeye erişmeye çalışan kahramanları
gibi, yönetime ulaşma çabası Pepper’i çok farklı bir seçime
sürükleyecektir. Yalnızlığın Pepper’i sürüklediği bir çeşit çıkışsız
nihilizmdir. “Özgürlük diye bir şey kesinlikle yoktur, bütün kapılar
açık bile olsa her şey aptallıktan ve kaostan ibaretti; sadece
yalnızlık vardı.” Bu çıkışsızlık silsilesinde orman ve onun temsil
ettiği şeyler de Pepper için önemini yitirir. Sistem ayartıcı teklifini
tam da içine düştüğü bu tinsel kriz anında yapar ve Pepper şeytana
uyar. Ödülü; karşı olduğu sistemin parçasına değil kendisine
dönüşmektir.
-3-
Çıkış ?
Pepper’in seçimi bir çıkış değil; çıkışsızlıktı. Entelektüelleri, düşünenleri, yazanları bekleyen en büyük
tehlike medyanın, kültür endüstrisinin, kitle toplumunun ayartmalarını kabullenmektir. Bu yüzden ütopyalara,
disütopyalara ihtiyacımız var, sözünü yineleyip duruyoruz. Bilimkurgunun dışarıdan bakan, yadırgatıcı,
bilişsel tavrının altını çiziyoruz.
Belki de “Yokuştaki Salyangoz”, “1984” ya da “Fahrenheit 451”’in dünyalarından daha karanlık bir
çağdayız. Albemuth’un bir önceki sayısında, (Kasım 2004) Spartacus üzerinden 21. yüzyıl başındaki kölelik
uygulamalarından bahsetmiştim. Güney Asya’daki doğal afet sonrası, felaket mağdurlarının başına gelen
kölelik ve küçük çocuklara kadar varan seks ticaretinin vardığı boyutlar, bizi yeniden düşünmeye zorluyor.
Ayrıca, teşhir çılgınlığının başkalarının özgürsüzlüğü üzerinden dünyaya yansıdığı Irak’taki Ebu Garib
toplama kampında çekilip, dünyaya internet üzerinden yayılan fotoğraflar ve ona paralel olarak el kaide
destekli ıraklı milislerin kafa kesme görüntüleri üzerinden...Düşünmek, konuşmak, tartışmak, yazmak
zorundayız; yapayalnız görünsek bile. Kimse bize düşünmenin, bilmenin bedelinin mutluluk olduğunu
söylemedi. Bilme çabasının bedeli heryerde aynıdır. Acı....Teslim olmamış Pepper’in dediği gibi “boş zaman
geçirmek” için değil etik, bağımsız varlığımız için düşünmeye, tartışmaya ve yazmaya devam ediyoruz...
İthakaya Yolculuk YOLDAN GEÇEN KADIN : Beni yargılamalarına izin
vermezsin. Bir yargıç karşısına çıkmanın gereği yok.
..... Ayrılan bölge buradan beş yüz, bilemedin yedi yüz
İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman adım.
dile ki uzun sürsün yolculuğun GÖZETİCİ : Göz göre göre yaş sınırı yasalarına aykrı
serüven dolu, bilgi dolo ulsun. hareket ettiği şüphesi uyandıran seni eğer biri fark
edip gözetlemişse, ben de hiçbir şey yapmayıp
Hiç aklından çıkarma İthaka’yı YOLDAN GEÇEN KADIN : Yapabilirsin, yap öyleyse.
oraya varmak senin başlıca yazgın. Başını derde sokmak istemem. Biliyorsun,
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın. yaşamama ya da ölmeme karar vereceksin.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi; GÖZETİCİ : Anladık anladık. Ben başka tarafa
Sonunda kocamış biri olarak demir at ada’na, bakıyormuş gibi yapacağım. Çabuk ol. Ama
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin, koşmadan yürü. Kendini belli etme.
İthaka’nın sana zenginlik vermesini ummadan.
Hâlâ böyle yaşlı kadınlar olduğunu bilmiyordum.
Sana bu yolculuğu verdi İthaka. Sağlığa zararlı bir şey. Kamu sağlığı açısından,
O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın kadını görünce insan bir fena oluyor. Hem şişman
ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka... hem de iri. Galiba kusacağım.
Biz Ra mahallesinde o yaşlardan uzağızdır. Herkes
K. KAVAFİS ya gençtir ya da yeni baştan biçimlendirilmiştir. Edep
SINIRLARIN ÖTESİNDE diye bir şey vardır bizde. Yoksa bir daha toplum içine
Henri Michaux çıkmayız. Neden hâla Fo gibi mahalleler vardır ki?
Düşünüyorum da, belki burada da kimi yaşlıları
GÖZETİCİ : Ne yapıyorsun burada? saklıyorlardır. Ne amaçla? Bilmem. Öyle tuhaf
YOLDAN GEÇEN KADIN : Yolumu kaybettim delikanlı ve genç kızlar var ki, belki de onlar böyle
yolumu. kalıntılara bağlıdırlar ve onları yok etmeye karar
GÖZETİCİ : Evrakın. Var olma hakkın yanında mı? veremiyorlardır. Sorumluluklarım üstlenmesini
Göster. Onu üstünde taşımalısın. Yenilenmiş mi? bilmeyen hainler, illetin saklanarak mücadeleye
Bayağı yaşlısın sen. Yalan söyleme. Elli yaşındasın, devam ettiği, böylece bizim sırtımızdan yaşamını
eminim. Elli beş varsın sen. sürdürdüğü bu yerleri daha çok gözetlemek gerek.
YOLDAN GEÇEN KADIN : Elli altı yaşa hâlâ izin
verilen bir mahallede oturuyorum, Fo'da. Fo
mahallesinin öbür ucunda bile altmışa kadar iznimiz
var.
Hemen oraya döneceğim. Bırak gideyim, ne olur.
GÖZETİCİ : Fo'nun sınırlarının dışında yasaları
deldiği görülen erkek (ya da kadın) tutuklanacak,
sonra da yargılanacaktır.
-4-
Bilimkurgu Kitaplarında Kahraman, Antikahraman ve diğerleri (1)
Mustafa SUYOLCU
BK’da gerek insan gerekse insan olmayan çeşitli kahramanlarla / anti kahramanlarla hep karşılaşırız. Bu
kahraman ve antikahramanları biraz tanımanın BK okuru açısından ilginç olduğunu düşünerek bu yazıyı
hazırladım bir diğer hedefim ise okuyucularımız arasına bu yazıyla birlikte yeni okurlar da kazandırabilmek.
Bu yazıya başlarkan en büyük sıkıntım nasıl bir sıra takip edeceğimle ilgili oldu. İlgilenenlerin bildiği üzre
Türkiye’ mizde BK kitapları her zaman çok düzenli bir biçimde basılmadı. Bu nedenle de zaman zaman aynı
kitabın farklı isimlerle basılması ya da önce yazılan bir eserin ona atıf yapan birçok başka kitabın
basılmasından sonra basılması epey karışıklığa neden oluyor. Bu oldukça karışık ve sırasız durumda kolay
bir yol bulmak da tabi çok zor oluyor. Bu nedenle vakitten kazanmak için Türkiyede basılmışlık sırasına
uymaya çalışarak bu küçük rehberi yazmaya başlıyorum.
Benim bulabildiğim en eski baskılar. Çağlayan yayınlarının “Yeni Dünyalarda” serisinde basılan 10 kitap.
Kasım 1954’ te yayınına başlanan ve 15 günde bir çıkan bu serinin, Mart 1955 teki 10’ uncu sayısından
sonra yayınına devam edilmemiştir.
Ne yazık ki bu serinin tüm kitaplarını elde edebilmek bugün çok güç, hatta belki de olanaksız. Bu nedenle
kütüphanesinden yararlanmamıza izin veren dostumuz sayın Akil BAŞYILDIZ’ a burdan teşekkür etmek
istiyorum.
Merihten Saldıranlar (The Puppet Masters) Kainat Fatihi (The Currents of Space) Isaac
(Robert HEINLEIN) ASIMOV.
Sam: Eserin baş kahramanı hakkında söylenecek Rik: Uzay analizcisi. Bilim insanı. Yaptığı araştırma
pek birşey yok oldukça sıradan bir karakter. Güçlü, sonuçlarını açıklamaya çalışırken başı derde giren bir
yakışıklı, akıllı, sadık. kahraman
Mari: Eserin kadın kahramanı güzel, akıllı, sadık. Terens: Yanlışı, yanlışla düzeltmeye çalışan bunu
Diğerleri: İyiler ve kötüler sağlamak için bir çok şeyi ve kişiyi harcayabilen hırslı
bir memur.
Seyyareler Çarpışıyor (The Star Kings) (Edmond Lona: Esir bir dünyanın sıradan bir üyesi Sevgi ve
HAMILTON) bağlılığın sıradan bir kişinin ne kadar önemli
Con Gordon: Oldukça sıradan bir kahraman olabileceğini gösteren bir role sahip.
hakkında söylenecek pek birşey yok. Güçlü, yakışıklı, Diğerleri: Kişisel güç kazanma çalışmalarının insan
akıllı. ve insanlığa neler yapabileceğini örnekleyen
Liliana: Eserin Kadın kahramanı kesinlikle çok karakterler. Çeşitli düzeyde olumlu ve olumsuz
sıradan. nitelikler sergiliyorlar.
Diğerleri: İyiler ve kötüler
İntikam Roketi
Feza Canavarları (The Voyage of Space Beagle) Klark: Sıradan bir karakter, akıllı güçlü yakışıklı.
(A. E. van VOGT) Bücek: Uzak zamanların bir güzeli.
Elyot Grov: Giderek uzmanlaşan ve kendine dönen Diğerleri: İyiler ve kötüler
bilim dalları arasında bağ kurmak ve birlikte çalışma
ortamı oluşturmak için kurulan bir bölümün üyesi olan Boşluk Korsanları (Murray LEINSTER)
kahramanımız, değişik durumlarda bu işlevini yerine Jim Berent: Sıradan bir karakter, akıllı güçlü yakışıklı.
getirerek sorunların çözülmesine katkıda bulunuyor. Kit: Sıradan bir güzel.
Körl: Canlıların “İd” leri ile beslenen çok güçlü ve zeki Diğerleri: İyiler ve kötüler
bir yaratık.
Rim Halkı: Kuşa benzeyen kısıtlı teknolojili ama Mazisiz Adam (The Sun Smasher) (Edmond
telepat denebilecek özelliklere sahip bir ırk.Kötü HAMILTON)
niyetli değil ancak fark etmeden zarar verebilir. Nil Banning - (Kayla Valkar): Dünyaya sürgün
İkstil: Uzay boşluğunda yaşamını sürdürebilen, gönderilen ve taraftarları tarafından kurtarılan
evreni ele geçirmeye çalışan (tek başına) enerjiyi sıradan güçlü yakısıklı kahraman.
doğrudan kullanabilen bir yaratık. Taranya: Güzel, güçlü sıradan diğer bir kadın
Diğerleri: Genellikle bilim adamları ancak her biri kahraman.
insan doğasının kötü özelliklerini sergilemek için Diğerleri: Bu dönem yazılan tüm uzay operalarında
oluşturulmuşlar gibi. olduğu gibi günümüz deyimiyle konu mankenleri.
-5-
KIRÇIL FARE
Gözde GENÇ
“Ben ölünce,” diyor annem, “Sakın evden çıkmayın. Sakın!”
Başımı sallıyorum. Bunu o kadar çok söyledi ki artık anlamını kaybetti. Artık bunu söylediğinde
gözümün önüne ölüsü gelmiyor. Kızardeşime bakıyorum, o dönüp bakmıyor bile. Çamur sıvalı pencereden
dışarı bakıyor. Sanki bir şey görebilirmiş gibi. O pencereye bakmak, bizden kaçmak demek. Ona kızıyorum.
İnadına “Peki,” diyorum, “Peki Anne.” Kızkardeşime bakıyorum, istiyorum ki incinsin, annesinin artık benim
annem olduğunu düşünüp üzülsün, ne de olsa benden önce sadece onun annesiydi. Ama aldırdığı falan yok,
domuz gibi pencereye bakıyor sadece.
Sessizlik içinde oturuyoruz.
“Eskiden olsa,” diye mırıldanıyor kızkardeşim, “sıkılınca dışarı çıkardık.”
“Nereye?”
“Gezmeye, hava almaya...”
Hep böyle şeyler söylüyor. Nedense sürekli dışarı çıkmak istiyor. Ne varsa dışarıda? Oysa burası
dışarıdan daha güzel. Her yerden daha güzel.
Annem kalkıp yanına gidiyor, saçlarını okşamak istiyor, ama o öyle aptal ki... Hemen ağlamaya
başlıyor. “Ne zaman?” diye ağlıyor, “Ne zaman buradan çıkabileceğiz?”
“Annem, “Bilmiyorum,” diyor. “Yakında... Böyle sürüp gitmeyecektir, yakında düzelir. Merak etme,
yakında...” Susup iç geçiriyor, “Ne yapabiliriz ki,” diyor.
İşimize dönüyoruz. Ben güzel çalışıyorum, kızkardeşim hiç bir işe yaramıyor. Annem onun nesini
seviyor bilmiyorum. Hep sorun çıkarıyor, hep mutsuz, hep şikayetçi. Her zaman dışarı çıkmak istiyor, varsa
yoksa dışarısı. Keşke annem bıraksa da çıkıp görse gününü. Dışarı çıkan herkes ölüyor mu acaba
gerçekten, hem onu da anlamış oluruz.
“Ben ölünce,” diyor annem... “Biliyoruz,” diyor kızkardeşim, “Ne yapacağımızı biliyoruz anne, sus
artık.” Yine ağlamaya başlıyor. O olmasa annemle çok daha mutlu olurduk.
Annem de üzgün ama o un bittiği için üzgün. Müşterimiz bu gece de gelmezse yarın yine yiyecek bir
şey olmayacak. O nasıl ölmeden gelebiliyor buraya kadar, demek dışarısı o kadar da kötü değil...
Annem başını iki elinin arasına aldı gene, hep başı ağrıyor. Kızkardeşim bu kadar çok ağlamasa
ağrımaz. “Anne,” diyorum. “Ya adam bir daha gelmezse? Yani öldüyse...”
“Yerine başkası gelir. Umarım öyle olur...” Bu adamı hiç görmedik. Hep gece geliyor, paketleri alıyor,
bize un bırakıyor, sonra da gidiyor. Yerine başkası gelse anlamayız, birileri geldiği sürece sorun olmaz. Tabii
annem yaşadığı sürece. Annem iç geçiriyor, “Adam ölürse, işi başkasına kalacak. Ben ölürsem bu işin size
kalacağı gibi. İyi bir iş bu, böyle yaşayabilirsiniz.”
“Ölmek böyle yaşamaktan daha iyi.” Kızkardeşim yine saçmalıyor. Annem üzülecek.
“Belki de öyledir,” diyor annem, “ama yine de ecelinle ölmek iyidir.”
“Ecelinle ölmek mi?”
Annem bana bakıyor, beni kızkardeşimi sevdiği gibi sevmiyor, ama olsun, “Kendiliğinden yani,” diyor.
Bu kendiliğinden ölmek meselesi kafamı karıştırıyor. Özellikle geceleri. Geceleri çalışamıyoruz. Işık
yok. Yapacak hiç bir iş olmadığında, karanlıkta sessizce yatıp düşünüyorum. Eski günleri biraz hatırlıyorum,
dışarı çıktığımız zamanları. Eski evimi, onu çok az hatırlıyorum. Kızkardeşimle oraya giderdik, uzun
zamandır gidemedik. Orayı severdi, ben istemezdim ama hatırı için giderdim. Onun için terminali açar
parolaları girerdim, o ağda oyalanırken ben de eski eşyaları karıştırıp ben yokken neler olduğunu tahmin
etmeye çalışırdım. Bazen hoşumuza giden şeyleri buraya getirmek için yanımıza alırdık. Bozuk bir telefor,
bir elektron mikroskopu, küçük renkli şişelerde çeşit çeşit katalizörler, bir mikroreaktör, portatif bir damıtma
kolonu, artık hiç bir işimize yaramayan bir mutfak koteri, bir sürü ıvır zıvır. Bir de moleküler tarayıcı
getirmiştik, bunun ne işe yaradığını bilmiyordum ama nasıl çalıştığını biliyordum. İlk zamanlar saçlarımızın,
yara kabuklarımızın, sümüğümüzün molekül haritalarını çıkarıp eğlenmiştik ama sonra sıkıldık. O zamanlar
eğlenirdik. Dışarı çıkabildiğimiz zamanlar. Şimdi de yapabiliriz aslında, burada ya da orada, ne farkeder ki,
ama artık olmuyor. Neden böyle oldu bilmiyorum. Ama değişen o, ben değilim. Boynu inceldi, yüzünde tuhaf
lekeler var. Sürekli somurtmaktan yüzü uzadı. Kolları bacakları o kadar beyaz ki dokunsam moraracak gibi.
Çok çirkinleşti. Artık biribirimize sarılıp yatmıyoruz. Saçları da güzel kokmuyor.
Annemin kokusunu çok seviyorum ama. Eskiden de öyleydi. Gerçek annem de güzel kokardı. Bunu
çok iyi hatırlıyorum, çünkü son gidişimizde eski evden kokusunu getirdim. Ama o farklıydı. İşte, o artık yok,
sadece kokusu burada, bu şişenin içinde, ne kadar garip, yüzünü hiç hatırlamıyorum. Oysa annem, şimdiki
annem, benim ve kızkardeşimin annesi olan annemiz hamur gibi kokuyor. Ama bana çok güzel geliyor, şu
parfümden bile güzel. Yeni unlar böyle kokmuyor. Hiç kokmuyor.
-6-
Merak ediyorum, gerçek annem eceliyle öldü mü acaba? Yani, kendiliğinden...
Annem usul usul müşterisiyle konuşuyor. “Ben öldüğüm zaman” diyor, nedense bu ölüm meselesini
kafasına taktı, “böyle devam etmemesi için hiç bir neden yok. Kızlar siparişleri hazırlamaya devam
edecekler. Sorun çıkmayacak. Ben...,” duraksıyor, sesi titriyor, “size güvenmek istiyorum.”
Adamın ne dediğini duyamıyorum. Fısıldıyor.
“Biliyorum,” diyor annem. “Çok kötü, çok kötü, hiç bir şey yapamazlar.Herşey böyle kalmalı.”
Adam yine bir şeyler fısıldıyor.
“Orasını düşünmek istemiyorum,” diyor annem. Kapı kapandıktan sonra ağlıyor. Bir bu eksikti...
Buzluktan kazıdığımız buz parçalarını eritip kaplara doldurduk. Annem alt kattaki yaşlı adamın sudan
öldüğünden emin, o yüzden tek güvenilir su kaynağının hava olduğuna karar verdi. Donan hava nemini
idareli kullanmalıyız. Tadı çok bayat ama insan çok susayınca umursamıyor. Su dolu kaplara azar azar
sentetik un atıyoruz. Anında şişiyorlar. Kokusuz hamurdan küçük parçalar koparıp elimizde top top
yapıyoruz. Hamur toplarını ağzımıza atıyoruz. Dilimizle ezip çiğnemeden yutuyoruz. Bazen eski günleri
özlüyorum, şimdi pek fazla özlemiyorum, onun yerine kaygılanıyorum. Annem de kızkardeşim de çok az
yiyorlar. Annem ikide bir de bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açıyor, sonra vazgeçiyor. Kızkardeşim
sonunda kalkıp içeri gidiyor, çok işimiz var. Ben de arkasından gidiyorum.
Odanın ortasında durmuş kımıldamadan bakıyor. Masanın üstündeki yaratığı görüyorum. Canlı.
Etrafı koklayarak duvarın dibine kadar gidiyor, orada durup ön ayaklarını kaldırıyor, o da bize bakıyor. Burnu,
bıyıkları oynuyor. İnanamıyorum, böyle bir şeyi hayatımda ilk kez görüyorum. Canlı bir hayvan.
Dile çığlık atıyor. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Ne zamandır bu kadar yüksek bir ses duymamıştım, garip
hissediyorum.
Annem koşarak geliyor. Yüzü karışmış. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Fare kaçmış bile.
“Fare,” diyorum. “Evde fare var.”
Annem rahatlıyor. “Ah, o mu?” elini göğsüne bastırıyor, “Kırçıl mıydı?”
“Nasıl?”
“Bir tane var, biliyorum. Kırçıl gri, çok yaşlanmış artık. O muydu acaba?”
“Rengine bakmadım,” diyorum.
“Kırçıldı galiba, evet,” diyor kızkardeşim. “Ne yapacağız şimdi?”
Annem gülüyor. “Hiç.” diyor. “Bir şey yapmamız gerekmez.”
“Eskiden fare görenler ne yaparlardı?”
“Öldürürlerdi.”
“A? Yenir mi o?”
Annem güldü, “Değmez.”
“Neden öldürürlerdi o zaman?”
Annem omuz silkiyor, “Bilmem ki, fareleri öldürmek çok normaldi. Öldürmemek için hiç bir neden
yoktu da ondan herhalde.” Tuhaf bir gülüşle gülüyor, “Aslında bakıyorum da, değişen tek şey... ” Yüzü hala
çok tuhaf. “Aslında değişen bir şey yok sanırım...”
Yüzüne bakıp bir şey söylemesini bekliyoruz.
Kızkardeşim, “Ne yapacağız şimdi?” diyor.
“Hiç,” diyor annem.
“Biz öldürmeyecek miyiz?” diyorum.
“Hayır,” diyor Sun Annem. “Biz asla öldürmeyeceğiz.” Sesinde ürkütücü bir kesinlik var. “Eceliyle
ölmesini bekleyeceğiz.”
-7-
NEUROMANCER
Kaosta Bulunmuş Düzen Oğuzhan ERSÜMER
Seksenlerin başında, birkaç parlak öyküsüyle
henüz sadece bilimkurgu çevrelerinde tanınan
William Gibson, dalgalanışını bugün de
gözleyebildiğimiz bir bilimkurgu hareketi başlatacak
ilk romanı, Neuromancer’ı yazmıştı (1984). Çerçevesi
bu romanda çizilmiş olan bir edebi tarz ve onun yol
açtığı harekete ise, “siberpunk” etiketi yapıştırıldı.
Neuromancer yapay zeka, teknolojik beden
dönüşümleri ve fütüristik araç gereçler gibi BK
türünün birçok motifini yetkin biçimde kullanmıştı.
Bununla birlikte romanın bilimkurgusal varlığı gotik,
romantik ve fantastik hikayelerin yanısıra polisiye,
gizem, kovboy ve mitik kahraman hikayeleriyle de
yakın bir temas halindeydi. Bu temas, onun BK
edebiyatının en önemli ödüllerini cebe indirişini
engellememişti.
Roman, bilgisayar ağlarının her yeri kapladığı
bir yakın gelecekte; dev kent Sprawl, Chiba,
Amsterdam, Paris, İstanbul ve dünya yörüngesine
bağlı bazı yerleşim bölgelerini içine alan küresel bir
mekanda geçer. Ana kahramanı Case, siberuzayda
en hızlı program kıran hackerlardan biri, yazarın rengine bürünmüştür. Beden, bilimin en sevdiği yap
deyimiyle bir konsol kovboyudur. Fakat hataların boz oyuncaklardan biri haline gelmiştir. Biocerrahi
büyüğünü yapmış, patronundan çalmıştır. Bu elindeki bedenler her türlü protez, nakil, hormon
nedenle, siberuzaya girişi, bedenine uygulanan bir ayarı ve kesip biçmeyle gerçeküstü bir tuvale
takım yıkıcı biyolojik işlemlerle engellenerek dönüştürülebilmektedir. Neuromancer’da kent
cezalandırılmıştır. Siberuzayda yeniden bedensiz yaşamı, hızlandırılmış bir sosyal darwinizm deneyine
yolculuklar yapmak arzusuyla yanıp tutuşan Case’nin benzetilir. Karakterlerin motivasyonu aşkın
şansı, son derece tehlikeli ama hayır diyemeyeceği değerlerden çok güdüler, zorunluluklar ve kişisel
bir teklifle geri döner. O çok arzu ettiği yolculuğa çıkarlar tarafından belirlenmekte, deneye uyum
çıkabilmesi için eski yeteneğine kavuşturulacaktır, göstermeyenler; dikkatsiz ve tembeller ölüm adı
ancak buna karşılık ondan, ölümlerden geçme verilen şerefsizlik ünvanıyla ödüllendirilmektedir.
pahasına, matrix’te zincirlenmiş bir yazılımı serbest Teknolojide hangi yerleşim bölgesinin yüksek
bırakması istenecektir. Kahramanımız böylece, seviyelerde dolaştığını ise, içlerindeki veri akışının
teknolojik sinir uçlarının karmaşık bağlarla ördüğü bir yoğunluğu göstermektedir.
ağda, siberuzayda, karanlık entrikaların, plan içinde “Bilimkurgu, geleceği tasvir ederken bile
planların içine düşecek, aşırı veri yoğunluğunun yol yazıldığı günü anlatır” düşüncesinde olan Gibson,
açtığı yönsüzlükte yolunu bulmaya çalışacaktır. romandaki gelecek dünyasını bir tür naturalist
Neuromancer evreninde gerçeklik, bir video bakışla, kahramanlarının dışsal ve içsel koşullarını
klip görüntüsü gibi parçalara ayrılır. Rüya, uyuşturucu sıkı sıkıya betimleyerek canlandırır. Stilistik ve şiirli
hayalleri, sanal gerçeklik, siberuzay, elektronik zihin anlatım, daha o ilk cümlede –iskelenin üstündeki
kayıtları ve teknolojik yöntemlerle hafızadan çağırılan gökyüzü, boş bir kanalı gösteren televizyon ekranı
anılar bu gerçekliğin parçaları arasındadır. Belirsizlik rengindeydi- kendini belli eder. Fakat yalnız bu
ve paranoya, sözkonusu parçalanmışlığın doğal bir cümleyle değil. Örneğin, “Freeside, bir genelev,
yan etkisi olur. Karşısındakinin gözlerini görmeye bankacılık şebekesi, zevk kubbesi, serbest liman,
çalışan insana kendi görüntüsünü geri yansıtan sınır şehri ve kaplıcadır. Freeside, Las Vegas’tır,
aynagözlükler, bu evrendeki belirsizlik duygusunu Babil’in cennet bahçesidir, yörüngesel bir Cenevre,
arttıran aksesuarlardan biridir. Matrix orada dünyaya, uzun yıllardır süregelen bir ailenin, titizlikle arıtılmış
aynagözlüklerin yaptığına benzer bir oyun endüstiriyel bir klan olan Tessier-Ashpool’un evidir.”
oynamakta, ona kendi iç dünyasını yansıtmaktadır. “Peki ya skor ne?” Böyle sorar Case romanın
Bu evrende doğa, tümden yeniden düzenlenmiş veya sonunda, macerasını tamamlamak üzere olmanın
imha edilmiştir. Mesela Chiba şehrinde gökyüzü mavi rahatlığıyla. Biz de şöyle soralım şimdi, ya Gibson’ın
değildir. Çünkü artık, bugüne dek sayılamayacak skoru ne? Bu konuda öncelikle şu ifade edilebilir:
kadar çok alıntılanmış olan, kitabın o ilk cümlesindeki Yazar zorunlu bir reçete önermiyor. Öğretici olmayan
bu tavrı, en açık şekilde teknolojiyi sunma biçiminde
-8-
gözlenebiliyor. Öyle ki, teknolojiyi insan onda tıpkı oksijen gazı gibi soluyor. Yeteri kadarı yaşamsal, biraz
fazlası sarhoş edici, aşırıysa öldürücü oluyor. Gerçekliği bütüncül bir yapı olarak gören Gibson’ın, bilincin
tüm katlarını, yani altını üstünü tek bir havuzda birleştirmekteki ustalığını da onun genel skoruna ekleyebiliriz.
Bunun yanında, metne “yazınsal büyük patlama” yakıştırması yapıldığı da hatırlatılabilir. Ancak, böylesinin
gerçekten büyük bir patlama olduğu düşünülecek olursa, benzetmeyi bir çöp patlamasına indirgeyerek bu
iddiayı biraz küçültmek mümkün. Evet, bir çöp patlaması. Çünkü bu metin, kültürel atıkların klişe
çöplüğünden, patlamaya yol açacak kadar çok popüler motifi bünyesine katıyor ve yeni bir yazınsal tat böyle
bir patlamanın alevinde kavruluyor. Hepsinden önemlisi, bir “büyük patlama” değilse de, kuşku götürmez bir
yazınsal patlamanın sahibi olan bu siberpunk tanrısı, tıpkı Neuromancer’ın siberuzayında birleştirdiği yapay
zekalar gibi, şu kaotik evrenimizde, bir roman aracılığıyla, bütünlük taşıyan ve gerçekten yeni olan bazı
düşünce yapıları oluşturabiliyor. Hem sonuçta, “yazmak realitede bir mantık bulma uğraşı değildir de nedir?
Kaosta düzeni aramak. Kendi realiteni kurmak. Kendi realitenle karşılaşmak.”* Gibson, asıl bunu başarıyor
işte. Belki bir insanın ulaşabileceği en büyük skor... Anlam yaratıyor.
*David Cronenberg
SİBER
Murat Göç
Oğuzhan’a
PUNK
Duchamp nasıl bezediyse gelinini makine ve pompalarla
Uyarırken bizi hiçbir şeyin kutsal olmadığına, mutluluğun da
sex pistols da yırtarak kıçını haykırdı
kutsalın ve geleceğin ancak hiçlik olduğunu
ancak bir yandan da göz kırparak şöhrete ve paraya
bir nevi spice girls yani ama ağzında mutluluğu demir leydiyle
dalaşmanın uzaktan uzağa
SİBERPUNK
siberpunk bir sonuç değil bir durum
ama şu ki söylediği bize
gelecek yok
geleceğin inkarı en büyük hayal
ancak gerçekten kaçarak bulursun gerçeği
kazırsan altındaki yaldızları kazanamazsın
ancak acıtır
çünkü gerçek şu an aslında ve hiçbir yere gitmiyor
sen hangi sensin
that is the question.
-9-
Bilimkurgu ve Dedektiflik (1)
Mustafa SUYOLCU
Özünde, gerçeği arama, sorgulama, ortaya çözüme kavuşturmaktadır. Kitap, polisiye olmaktan
koyma olan BK, bu öz nedeniyle dedektiflik ve çok, geleceğin giderek daha çok teknoloji hatta robot
polisiye yaklaşımlarında birçok örneğe sahiptir. ağırlıklı olarak gelişmesi olası toplumlara olumlu bir
Dahası, kriminal araştırma tekniklerinin günümüzde mesaj niteliği taşıyan, çoklukla akıl yürütme, olaylara
birçok kişiye bilimkurgusal gibi gelen bir yanı da değişik açılardan bakarak değerlendirme ağırlıklı
vardır hep. Onlarca yıl önce işlenen bir suçun modern araştırmacı dedektiflik örnekleri içerir.
tekniklerle yeniden arştırılıp sonuca bağlanması
gerçekten de insana kolayca bilimkurgusal bir izlenim Ünlü Robot üçlemesi ise robotları tamamen
verir. TV. lerin belgesel kanallarında konuya ilişkin kabul etmiş (dış dünyalar) ve robotları reddeden
örneklere rastlamamış izleyici kaldığını hiç (dünya) ancak her iki halde de robotlarla birlikte
sanmıyorum. Doğal ki günümüzde, kullanılan bu yaşayan iki uç noktadaki toplumun güçlülükleri,
teknikleri artık bilimkurgusal olarak tanımlamıyoruz. zayıflıkları ele alınarak işlenen dedktiflik
Tüm şaşırtıcı sonuçları bilimsel verilerle desteklenen romanlarıdırlar.
bu yöntemlere şaşmakla birlikte, yaşamımızın bir
uzantısı olarak algılayıp kabul ediyoruz.. Her üç romanın baş kahramanları insan
dedektif Elijah (Lije) Baley (dünyalı) ile ona
Konu dedektiflik / polisiye olunca, dediğimiz araştırmalarında yardımcı olmak üzere
gibi BK bir hazinedir. Çeşitli örneklerinde polisiye programlanmış dış uzaylı robot Daneel Olivaw dır.
olayların gündelik yaşam içinde karşılaşabileceğimiz Her kitap farklı bir dünyada geçer. İnsanlar ve
türlerinden uzak geleceğe ait olayların çözülmesinde robotların oluşturduğu suçları inceleyerek çözüme
ve bunlarda kullanılan tekniklere ilişkin öngörülere kavuşturan iki dedektifin araştırdığı olaylar en az root
rastlamak olası. Türk okuru tarafından da oldukça iyi kullanan yer olan dünya, en çok kullanan Solaria ve
bilinen bir isim olan Isaac Asimov (1920-1992) bu dış dünyaların lideri durumunda olan Aurora’ da
konuda en çok yapıt bırakan yazarlardan biridir. geçer.
Yüzlerce eseri arasında çok sayıda polisiye nitelikli
roman, öykü bulunan yazarın bu eserlerinin Her üç örnekte de sonuca sosyoloji, insan
tümünden bahsetmek olası değil. Ancak, aralarından psikolojisi, robot davranış ve programlanması
bazılarını söz konusu etmeden geçmekte olası değil. bilgilerinin dedektiflik yaklaşımlarla ile ulaşılır.
Merihten Saldıranlar.
Gizli servis altı ajanının kaybolması ile ilgili bir araştırma başlatır. Bu
araştırma sırasında dünyanın Merihten gelen istilacılar tarafından saldırıya
uğradığı ortaya çıkar. Saldırı silahlarla değil, insanların zihinsel olarak ele
geçirilmesi ile gerçekleşmektedir. Birçok şaşkınılık ve başarısızlıktan
sonra, zayıf tarafları keşfedilen işgalciler yokedilirler.
Seyyareler Çarpışıyor.
Uzak gelecekteki galaksi imparatorunun
oğlunun, günümüzden bir kişiyle, Con
Gordon, zihinlerini değiştirmesiyle
macera başlar. Kahramanımız, yeni
geldiği bu evrende kısa bir süre
kalacaktır, ancak imparatorluğun en
büyük düşmanının ani bir saldırısyla,
dönüş işlemini gerçekleştirecek olan kişi
öldürülür. Gordon istemeden de olsa İmparatorun oğlu görevini üstlenir,
binlerce yıllık geri kalmışlığını çabucak gidererek ortama uyum sağlar. Bu
arada, karşılaştığı güçlükleri, yeni bulduğu sevgilisininde yardımıyla kolayca
çözerek İmparatorluğun kötü insanların eline düşmesine engel olur.
Sonuçta dünyada kalan gerçek prens ile yer değiştirerek eski dünyasına
kavuşur. Ancak aşkını terkettiği için mutsuzdur. Gelecekteki dostlarının onu
fiizksel olarak geleceğe taşıyabilecekleri haberi ile roman sona erer.
Feza Canavarları ile kendini ve bilim dalının önemliliğini
Birbirine küçük köprülerle bağlanmış kanıtlayacaktır. Devasa bir uzay
üç ana öyküden oluşan roman, tek gemisi ve oldukça kalabalık bir
bir kahraman üzerine kurulmuş mürettebatla yola çıkan araştırma
olmasına karşın yardımcı grubunun ilk durağı, üzerinde canlı
karakterlerde hoş bir tad verecek yaşamının neredeyse tamamen yok
kadar renkli. olduğu ve bulunan kalıntılardan bir
Romanımızın kahramanı, değişik zamanlar gelişmiş bir teknolojiye
bilim dallarının birarada çalışması sahip olduğu anlaşılan bir
gibi zorlu bir görev üstlenmiş, gezegendir. Mürettebat gezegende
öngörülü bir bilim adamı. Yeni canlıların “İd” leri ile beslenen zeki
oluşturulmuş bir dal olması ancak kötücül bir yaratıkla karşılaşır.
nedeniyle, diğer bilim adamlarınca iki cins arasında geçen savaşım,
pek hoş görülmemektedir. Ancak kahramanımızın öngörüleri ile
kahramanımız, karşılaşılan olaylar insanlar lehine sonuçlanır. İkinci
ve bunların çözümündeki önderliği öyküye geçiş insan zaaflarının güzel
işlendiği küçük bir köprü ile gerçekleştirilir. Hırslı bir bilim adamı yasal boşlukları kullanarak kahramanımızı
sindirmek amacıyla ona ait olan laboratuvarları işgal etmeye girişir. Kahramanımız bu haksızlığı çözmeğe
çalışırken uzay gemisi mürettebatının hayaller görmeye, hipnotize olmaya ve uykusuzluk sorunları
yaşamasına neden olan bir tür saldırıya uğrar. Çözüm yine kahramanımız tarafından gelir, saldırıya neden
olan halkla iletişim kurmayı başaran kahramanımız soruna yaklaşılan bir gezegendeki telepat canlıların
neden olduğunu ortaya çıkarır. Amaç, saldırı değildir tam tersine dostça bir karşılama çabasıdır, sorun farklı
yapıdaki canlıların birbirini anlamasından kaynaklanan bir yanlış anlaşılmadır ve iletişim kurulduktan sonra
sorun kolayca halledilmiştir. Üçüncü öykü boşlukta yaşayan ve enerjiyi doğrudan kullanabilen bir yaratıkla
başlar. Yaratık çok uzaklardan geçen gemiyi sezer ve yaydığı radyasyonu takip ederek ona ulaşır.
Araştırmacılarımız bu ilginç yaratığı incelemek isterken oluşturduğu tehlikeyi farkederler, ancak yaratık da
karşısındakileri biraz öğrenmiştir. Evreni ele geçirme planları için onlardan yararlanabilecektir. Hedefi bir
miktar insanın içine yumurtalarını bırakıp, gemiyi kullanarak en yakın gezegene inmek ve çoğalarak evreni
ele geçirmektir.
- 11 -
Kainat Fatihi
Yeni gelişen galaksi imparatorluğu henüz tüm galaksiye yayılabilmiş
değildir, birçok gezegen veya gezegenler birliği, bağımsızlıklarını
sürdürmelerine karşın gelişen imparatorluğa karşı temkinli
davranmaktadırlar. Bu bağımsız gruplardan birinin elinde tüm galaksiye
dağıtlan “Kört” adlı bir bitki üretilmektedir ve bu bitki başka hiçbir yerde
yetiştirilememektedir. Tüm galaksiye Kört sağlayan bu gezegen çok sıkı ve
adil olmayan yöntemlerle yönetilmekte, gezegenin halkı cahil bırakılarak
köle gibi kullanılmaktadır. Günün birinde bir uzay analizcisi (romanın
kahramanı Rik), yaptığı analizler sonucunda gezegenin yok olacağına
ilişkin bilgiler elde eder. Bunu haber vermek için gezegene gider ancak
yönetimdeki boşluklardan yararlanarak mesajı eline geçirip bu bilgiden
yararlanmak isteyen bir kişinin eline düşer. Roman bundan sonra bir
kaçma, kovalamaca, araştırma düzleminde zeki yaklaşımlar ortaya
koyarak sürer. Sonuçta gezegen kurtarılamaz ama insanları ve Kört
üretimine ait sır ortaya çıkar ve mutlu sona ulaşılır.
İntikam Roketi
Olağanüstü şartlar, olağanüstü buluşlar ve çok büyük bir güce karşı tek
kişinin zaferi olarak özetlenebilecek bir roman. Askeri bir pilot olan
kahramanımız, çok hızlı uçabilen ve manyetik tutunma özelliğine sahip bir
uçakla dünyayı incelemekte olan bir uçan daireye girerek yabancı bir
dünayaya esir olarak gider. Yeni geldiği bu dünyada aynı gece hükümdarın
güzel eşiyle birlikte olan kahramanımız kendisini bir komplonun içinde
bulur.Göz açıp kapayıncaya kadar kendine dostlar ve düşmanlar edinir.
Dostları tarafından kurtarılan ve gezegenlerine götürülen kahrramanımız
burda hayatının aşkı ile karşılaşır. Derhal nişanlanırlar ancak kötü taraf
kahramanımızın nişanlısını kaçırır. Hemen arkasından kahramanımız
nişanlısını kurtarma harekatına girişir ve başarır da. Daha sonra iyi güçler
birleşerek kötü güçleri yok edip mutlu sona ulaşlır.
- 14 -
yurduna kaldırılmıştı. Ardından o daireyi on yıl boyunca burnu ve yaşının verdiği sert hatların izleri yüzünden ilk
tutacak bir kiracının çıkmadığını anımsayabiliyorum. seçilenlerdi. Ardından akli dengesinin bozulmuş
Medya her zamanki gibi işe el atmış, kadıncağızın olduğundan, yalnızlık çektiğinden bahsedilirken, az önce
gelmişi, geçmişi toplu teşhire çıkarılmıştı. İyi bir eğitim gördüğüm fotoğraftaki yüzde delilik izleri aradım ve
almış, maddi durumu kötü değilmiş vs...Nasıl böyle akıl bulamadım. İmgelemimde saklı kalan kendi halinde
almaz pisliklere el atmıştı, neden evini temizleyenlere babacan bir adamdı. Kendi iyiliği için hastahaneye sevk
karşı çıkıp görevlilere direnmişti? Psikologlar göreve edildiğini dinlerken sinirlerime hakim olamayıp, küfrü
çağrıldı. Kadın önce nevrotik, ardından paranoit-şizofren bastım. Kontrol ve bakım işini belediye hastahanesi
ilan edilmiş ve olay kapatılmıştı. üstüne almıştı. Nedendir bilmem ama bu ihtiyarı kendime
yakın hissederek onun için kaygılandım. Gizemli bir olay
Fakat otoriteler bu işin peşini uzun bir süre yıllar sonra tekrarlanıyordu ve içimde büyük bir heyecan
bırakmadılar. Aylar boyunca ard arda yeni yıkıntı ve merak vardı.
arkeolojileri ortaya çıkarılmıştı. Medya bu tuhaf daire ya
da evlere "çöp ev" ismini taktı ve sağlığımız için bu Çöp ev operasyonunun üstünden beş gün
konuda vatandaşları göreve çağırdı. O dönem medya geçmişti. Bu konudaki haberler medyada azalarakta olsa
eşliğinde en az on ev ortaya çıkartılıp temizlendi. Bir devam etti. Gizemli komşumun evi boşaltılıp
okadarınında işi sessiz sedasız halledildi. Pislik ortadan temizlenmiş, toplanan çer-çöp fabrikalarda imhaya
kalkmış, topluma ruhsal ve bedensel tehlıke yaratan götürülmüştü. Haberler temizlik işini ücretsiz üstlenen,
duruma son verilmişti. Ve kimseler düşünmemişti, yaşları Alman firmasından övgüyle söz etti. Ekranlarda gözüken
birbirine yakın insanların, birbirine benzer dairelerinde daire sahibi bundan sonra herkesin kiracı seçerken daha
çer-çöp biriktirme niyetlerini. Nasıl eş zaman dilimlerinde dikkatli olmasını öğütledi. Bültenin sonunda da emekli
birbirlerinden habersiz insanlar, aynı garip alışkanlığa öğretmen Mehmet Tekin'in yatırıldığı hastahanede kalp
kapılabilir ve toplumca iğrenç bulunan bir uğraşa krizinden öldüğünden bahsedildi. Zaten yaşlı ve hasta bir
girebilirlerdi? Yoksa aralarında bir bağlantımı vardı? adamdı... psikolojisi de git gide bozulmuş ve tüm
Varsa nasıl kurulmuştu? Birbirinden ayrıltılmış, atomize çabalara rağmen kurtarılamamıştı. Birden anlaşılmaz bir
bir toplumda herkesten habersiz ortak bir çabaya nasıl üzüntü bulutu üstüme çöktü. O da ölmüştü en sonunda.
girişmişlerdi? Tanımasamda gizemli koleksiyoncunun yitişi bunaltmıştı
beni. Ve onun amacını, çabasını hiç bir zaman
Neden herkes çöp olarak gördüklerini atıp, öğrenemeyecektim. Yıllardır ne buluyorsa topluyor ve
görevlilerde onları imha ederken; o insanlar toplama ve kimsenin haberi olmasın diye taktırdığı havalandırma
saklama yolunu seçmişlerdi? Bu yüzden hiç birinde sistemi sayesinde şüphe çekmiyordu. Artık
büyük bir sağlık sorunu çıkmamıştı. Duyu ötesi algı önemsenmesede gizil kalan anlamlar, amaçlar benim
güçleriylemi haberleşiyorlardı? Ya da aynı anda farklı için değerliydi. Başkalarının yüzündeki iğrenti bende
yerlerde, aynı şeyleri bilmeden mi yapıyorlardı? Bu melankolik bir hüzne dönüşüyordu. Tüm bu garip
soruların hiç biri üzerinde düşünülmeden, çoktan estetiğin, bu insansal zaman tortusu koleksiyonlarının bir
unutulup gitmişti. Sanırım üzerinden geçen 25 yıla amacı olduğuna inanıyordum. Bu seferde aynı
rağmen çocuk merakı cezbedilen benim dısımda, o geçmiştekiler gibi anlaşılamadı ve düğüm çözülemedi.
olayları hatırlayan pek kimse kalmamıştı. Zaten daha o Ama bir gün mutlaka çözülecek ya da çözülmesi
yıllarda bu evlerden ürküntü ve iğrenti ile bahseden gerekiyor. Şimdi son koleksiyoncu ile aynı binada
büyüklerimi anlayamamıştım. Ama insanlar hafıza yaşayıp, aynı havayı soluyup yabancı kalmanın hüznü
kaybına, adına ahlak adı verilen ve normaliteyi sarıyor tüm benliğimi. Belki tanışma imkanım olsaydı,
belirleyen kurallara uymayan her şeyi ortadan kaldırırlar tüm bu bilmeceyi çözebilecek kodları bulma şansımın
ve unuttururlardı. Üzerine yüklenen programların dışına yitimine üzülüyorum.
çıkamayan düzeneklere git gide daha fazla
benzemekteydik. Kozmos'un boşluğundan zamanın ve insan yaşantısının
çetelesini tutmaya gönderilmiş bir maddi zaman
Bütün günü bu karmaşık anımsama ve düşünce ansiklopedicisi olabilirdi. İnsan yaşayışının, tüm
yumağıyla boğuşarak dairemde geçirdim. Bir kaç bira alışkanlık ve zevklerinin zamansal bilançosunu çıkaran
yuvarlayıp kafamı açmaya çalıştım. Olayın TV'lerde nasıl bir zaman koleksiyoncusu. Belkide, biz insanoğullarının
yansıyacağını düşünerek beklemeye başladım. İki haber evrendeki son koleksiyoncusu. ELVEDA...!!!
arasında sanat ansiklopedisi disketlerindeki pop-art ve
diğer anti-sanat yapıtlarıyla, sabahki görüntüden
imgelemim de kalanlarla karşılaştırdım. Bilmediğimiz bir
çeşit tuhaf estetiksel bütünle karşı karşıya olduğumu
düşündüm. 17:00 haberlerinde ev sahibinin Mehmet
Tekin adlı emekli bir psikoloji öğretmeni olduğunu
öğrendim. Bülten ayrıca şehir dışında yaşayan üç
çocuğu olduğunu, emekli maaşına ve bankada mütevazi
bir hesaba sahip olduğunu aktardı. Ekrana yansıyan
yakın tarihli resmine baktım.55-60 yaşlarında düzgün
traşlı, ince çerçeveli gözlüğü olan bir adamdı. Kemerli
- 15 -
Sayfa 1 KAPAK
Sayfa 2 - 3 - 4 Ağır yazımız :) Rafet Arslan yazdı ilaveten bir şiir ve kısa çeviri öykü
Birçok insan uykusunda kabus görmüştür, bazı talihsiz olanlarımız ise yaşamda kabusla
karşılaşmıştır ister uykuda ister yaşamda olsun kabus rahatsız edici ürkütücü bir deneyimdir. Herhalde
kabusları da derecelendirmek olasıdır ama en iyisini yine de yaşayan yada onla karşı karşıya olan
anlayacaktır.
Uyanınca rüyadaki kabus sona erer ve siz rahatlarsınız, yaşamda karşılaştığımız felaketleri ise
olanaklarımız ölçüsünde atlatmaya veya onla başa çıkmaya çalışarak geçiririz. Hele maddi veya fiziki
zararlarla karşılaştığımızda olağanüstü zorlanır, umutsuzluğa kapılır, hatta intihar etmeyi bile düşünebiliriz.
Bereket ki bu tür kabuslar ender karşımıza çıkmakta. Benim bahsetmek istediğim çok daha basit kolay başa
çıkılır görünen ama diğerlerinden farklı olarak neredeyse yaşam boyu sürebilecek bir kabusla başa çıkmak.
Düşününki bir toplulukta yada aile toplantısında, komşu ziyaretlerinden birinde eş dost oturmuş tatlı
tatlı sohbet etmektesiniz, konular hemen herkesce malum, AB’ ye girecekmiyiz, girsekmi iyi girmesekmi,
genel politika, siyaset, tanıdıklarla ilgili bilgiler yenilikler vb. Buraya kadar herşey iyi sorun yok ancak bir süre
sonra konuşmalar bireylere yönelir ne yapıyorsun, nelerle ilgileniyorsun gibi. Sıkça görüştüğünüz kişiler
zaten sizi tanıyor ilgi odaklarınızı da biliyorlardır ama yeni tanıştığınız yada uzun zaman görmemiş
olduğunuz dostlarda muhakkak vardır ve eğer bilimkurgu gibi birşeyle ilgileniyorsanız o andan itibaren
bitmeyen ve bitmeyecek kabusunuz başlar.
Ve buna benzer daha nice, belki kötücül belki iyicil ama neredeyse hakaret, küçümseme dolu
yaklaşımlar. İnsanlar belki farkındalar belki değiller ama bilimkurguyu ciddiye alan biri açısından bu
yaklaşımlar böyle görülüyor.
Sakın kabahat sizde kendinizi anlatamıyorsunuz demeyin lütfen. İşte bitmeyen kabus tam burda
başlıyor çünkü. Siz kimbilir kaç kez yaptığınız benzer konuşmalardan birine başlamak zorunda kalıyorsunuz.
Bilimkurgunun kolayca fantezi ile karıştırılabildiğini oysa pek benzemediğini, temelini gerçeklere dayadığını,
geçmişi inceleyip bugünü anlayıp geleceğe göndermeler yapma sanatı olduğunu yüzlerce değişik örnek
vererek anlatırsınız. Diyeceksiniz ki “ E tamam daha ne olsun fırsat bulmuş kendini anlatıyorsun işte”, yok
öyle değil öyle olsaydı kabus değil ütopya olurdu. Bu konuşmalar hemen herzaman ilginç tartişmalar ve
bölünmeler, toparlanma ve kendini anlatma savaşı halini alır. Ve sonunda nedense, UFO ların olduğuna /
olmadığına, küçük yeşil adamların varlığına / yokluğuna, başka dünyalarda hayat olup / olmadığına karar
vermeye çalışan bir grup insanın ortasında derdini bir türlü anlatamayan bir kişi halini alırsınız.
Ve ama bazen, kesinlikle çok ender olarak, kenarda bir yerde birinin sizi müthiş bir ilgiyle dinlediğini
farkedersiniz, içiniz mutlulukla sevinçle dolar birini kazandığınızı hissedersiniz. Müthiş bir zevk duyarsınız.
Ama unutmamak gerek kabus her zaman sizin yanı başınızda varlığını sürdürür...
-7-
Bilimkurgu Haberleri
Yasin BAŞARAN
Yanılmıyorsam ilk önce bir mail grubunda, büyük olasılık da 6.45’inkinde adını duymuştum Orko’nun.
Göz atmak için girdiğimdeyse, ancak 2. sayısına yetişebilmiştim. Evet, aylık fanzin ya da başka bir deyişle
webzin Orko, “Herkes çocuktur” sloganıyla karşılıyor ziyaretçilerini. Sayfanın ortalarına doğru bir yerde de
Efendi Yoda göze çarpıyor elindeki ışın kılıcıyla.
Tasarımı da oldukça sade. Bir broşür şeklinde; sayfanın tümünü değil de, sadece sol tarafını
kaplamakta. Sağdaki geniş alandaysa bir Superman logosu. Tasarımdaki garip bir nokta; yazıların belirli
kategorilere ayrılmamış olması. Yazıların linkleri sağa sola fırlatılmış duruyor; mesela, ilk sayfadaki
hikayeleri okumak için tekrar ilk sayfaya dönmek zorundasınız. Ya da aşağıda bahsedeceğim H.G.Wells
makalesinin linkini de ancak Ünsal Oskay’ın yazısına tıkladıktan sonra görebiliyorsunuz.
Bu 2. sayıda, birkaç makale ve birkaç da hikaye bulunmakta. Ünsal Oskay’ın daha önce Çağdaş
Fantazya Derneği’nce yayınlanmış Yıldız Savaşları’nın Dünyamıza Bakışı adlı makalesi de bunlardan biri.
Eleştirisini öncelikle Star Wars filmlerine karşı gerçekleştiren, Oskay, yazısının sonlarına doğru hem eleştiri
dozajını arttırıyor, hem de eleştirisinin çapını yavaşça tüm bilim kurgu alanına doğru genişletiyor. Ömer
Alanka’nın Corto Maltese üzerine yazısı Existentialist Yalnızlığın Düşsel Dışavurumu: Corto Maltese,
Mehmet "spidey" Fatih’ten Duygusal Robotlar Işığında İnsan, Ozan Toptaş’tan Büyü Yapım Türlerı Üzerıne
Birkaç Kelam da bu sayıdaki diğer makaleler. Ayrıca, Baskan ‘kurgu-bilim’ serisinden bir kitap olan H. G.
Wells imzalı Dünyalar Savaşı (The War of the Worlds) kitabının girişinde yer alan, H. G. Wells üzerine
bir yazıya da ulaşılabiliyor.
Çoğunlukla Kayıp Dünya’da yayınladığı hikayeleriyle internetin tanınan bilim kurgu yazarlarından biri
haline gelmiş Mehmet Emin Arı’dan bilgisayar virüsleri, dolayısıyla yapay zeka üzerine bir hikaye; Bul Beni
Bebek, Ozan Toptaş’tan 2012, Teloskrizos’dan yine duygusal bir sanal alem çalışması Meyilsiz E-mail,
Erkan “Scorpion” Bayol’dan Keman ve Geçmişe Açılan Pencere bu sayıda ulaşabileceğiniz hikayeler.
Hikayelerden Bul Beni Bebek’in akıcı anlatımı, ve okuyucuya vermeyi başardığı merak duygusuyla hikayeler
arasında öne çıktığı açık. Son olarak, Orko’da yazmak isterseniz editor@orko.org ‘a danışabileceğinizi
hatırlatalım.
http://www.orko.org
Son olarak Kabalcı yayınevi tek tek bastığı seriyi tek bir ciltte toplayarak okurlara
bir bütün halinde sunmuştur.
VE BİR GÜLÜMSEYİŞ
Hiçbir zaman tam karanlık değil gece
Çünkü vardır söylüyorum işte işte mühür
basıp onaylıyorum.
Her acının ucunda, her elemin
Açık bir pencere vardır
Doyum bekleyen bir arzu, doyum
bekleyen bir açlık
Cömert bir yürek vardır
Uzanmış bir el, açılmış bir el
PAUL ELUARD
-9-
ÖZÜR DİLERİM, SANIRIM BEN ARADIĞINIZ KİŞİ DEĞİLİM
Murat GÖÇ
Usulca kapattı sanal sohbet hologramını ve süreden beri giyilmediği belli olan ve aslına
bir süre holografik sohbet arkadaşlarının birer birer bakarsanız biraz da komik duran bir takım elbise
boşalttığı odanın gerçek nesnelerle dolu gerçek vardı. Adam da kendisi gibi garip bir şekilde gözlerini
görüntüsüne alışmak için gözlerini kırpmadan kırpıyor, sanki görünenin çok ötesindeki bir boşluğa
bekledi. Yavaşça döndü oturduğu (ya da uzandığı mı amaçsızca bakıyordu. Belli ki yıllarca sadece
demeli) koltukta ve neredeyse hiç hareket hologram görmekten yorulan gözler şimdi kendilerini
etmiyormuş gibi dingin bir şekilde kapıya doğru baktı. gerçek bir insanın görüntüsüne alıştırmaya
“Daha yavaş hareket etmeliyim” diye düşündü, çalışıyorlardı.
“yoksa kalbim yerinden fırlayacak. Daha sakin
olmalıyım, ve kalbim de deli gibi çarpmaktan
vazgeçmeli. Kapı çalıyor. Ne yapacağım şimdi ben?”.
Kapının çalması, hele içinde insan bulunan bir
evin kapısının çalması belki siz okura son derece
doğal gelecektir, ancak bundan yıllarca önce, isadan
sonra 2031. ve Büyük Yıkım’dan sonraki 27. yılda,
yani henüz serpintinin insanları evlerine hapsettiği
zamanlarda, bir evin kapısının çalması ancak
dehşetengiz simülasyonlarda yer alabilecek
derecede inanılmaz bir olaydı. O yıllarda herkes
yalnız yaşar, yalnız yer, yalnız uyurdu. Hükümet
insanların sebebi ne olursa olsun evden çıkışını
yasaklamış, savaş sonrası radyasyonundan
korunmak için panjurların kapatılmasını ve internet
ağının sürekli açık tutulmasını emretmişti. Tüm
ihtiyaçlar pnömatik sistemler sayesinde evlere
gönderiliyor, karşılığı insanların internet ağı
üzerinden yaptıkları işlerle kazandıkları kredilerden
düşülüyordu. Tüm insani ilişkilere, yakınlarla iletişim,
romantik akşam yemekleri, okul arkadaşları ile
kaçamaklar ve sekse internet ağı ile bulabileceğiniz
holografik simülasyonlar vasıtası ile ulaşılabiliyordu.
İşte o zamanlarda, Büyük Yıkım başladığında
henüz anne babası ile yaşayan ve öldükleri günden “Merhaba” dedi adam tutuk bir şekilde. “kaç
bu yana henüz hiçbir gerçek insan görmemiş ve gündür evlerin kapılarını çalıp durduğumu söylesem
duymamış olan kahramanımız dehşet içinde kapıya inanmazsın”. Hala inanamıyordu olanlara zaten,
bakıyordu. En ufak bir ses çıkarsa yada nefes alsa karşısında kendisi gibi konuşan, terleyen,
kapıdan bir el uzanıp onu kaçamadan heyecandan ve belki de korkudan titreyen birisi vardı.
yakalayacakmış gibi öylece hareketsiz kendini Hologram değil, yazılım değil, kurgu değil gerçek bir
ölümcül korkunun insanı varlığından endişeye sokan insan, ne söyleyeceği, ne düşüneceği, ne yapacağı
ellerine bırakmıştı. Ne yapacağını yada daha önceden belli olmayan tekinsiz bir varlık.
yapabileceğini bilmiyordu, sadece belirli belirsiz sesin “Muhtemelen benim gerçek olup olmadığımı
dinmesini ve kapıyı çalan her kim ya da her ne ise bir merak ediyorsun” diye devam etti karşıdaki. “Haklısın
an önce vazgeçmesini diliyordu. Ama kapı tekdüze da aslında. Bu öteki simülasyon yazılımlardan birisi
bir ısrarla çalmaya devam etti. Sonunda, içindeki ya da bir rüya olabilir. Gerçekten sorulması gereken
insancıl tarafın yok oluşa götüren merakı hayvani soru şu an yazılımı kimin kullandığı veya kimin
tarafının hayatta kalma üzere kurulu endişe ve rüyasında olduğumuz belki de. Sence fark eder mi?”
korkusunu yenmeyi başardı. Kalktı yerinden Yanıt alamayınca kendisi cevabını verdi. “Aslında
ve yıllarca kullanılmadığı için artık neredeyse duvara benim için fark etmez de. Bunu bilemeyecek kadar
sabitlenen kapının kilidini zorlukla çevirdi. Kapıyı çok uzakta kaldı gerçek”.
açarken çıldıracak gibiydi, bir taraftan hemen o anda İçeriye gir demek istedi ama diyemedi. Diğeri
yok olmak istiyor, diğer taraftan göreceği şeyin de hiçbir hamle yapmıyordu aslında içeri girmek için.
merakı ile içi içine sığmıyordu. Kapıyı açtı, geriye İkisi de bu kadar yıldan sonra canlı birisini görmenin
çekildi ve dezenfektan spreyin yarattığı dumanın şaşkınlığı ve ne yapacağını bilememezliğin verdiği
dağılmasını bekledi biraz. Şimdi dumanların arasında donuklukla öylece duruyorlardı.
30lu yaşlarda bir adam duruyordu, üzerinde çok uzun “Günlerden beri evimin dışındayım” diye
- 10 -
ısrarla konuştu kapıdaki. “Bunun nasıl bir duygu çekmece yığınlarını andırıyor. Dışarıda bir yerde
olduğunu asla bilemezsin. Serpinti olduğunu ya da mutlaka öldü sanılıp da morga konan bir sürü insan
kaldığını hiç sanmıyorum. Eğer hükümetin her gün var. Haydi gel ve bu dünyanın yeni Adem ve
söylediği gibi olsaydı ne ben ne de yolda, orada Havvaları olmamıza izin ver”.
burada gördüğüm hayvanlar canlı kalabilirdi. Beri Bir an durdu ve düşündü. Hakikaten de cazip
yandan artık ben bir hükümetin varlığından bile olabilirdi dışarıda olma fikri. “Ama” diye düşündü yine.
şüphe ediyorum. Günlerden beri açık bir şekilde “Dışarıda keşfedecek ne var ki”. Evinde bir uydu seti,
kanunları çiğniyorum, dışarıdayım, önüme gelenin sürekli internet bağlantısı, istediği an tüm ihtiyaçlarını
kapısını çalıyorum ama hiç kimse gelip de bana görebileceği bir simülasyon arşivi ve hiç uğraşmadan
müdahale etmedi. Belki de, olur ya, hükümet bile yiyeceğini, giysilerini ve hatta gazeteyi ayağına
kendinin gereksizliğini anlamış ve her şeyi otomatik getiren bir havalandırma sistemi vardı. Dünyaya
bir sisteme, kendi kendine işleyen bir yazılıma gitmesine ve onu yeniden keşfetmesine gerek yoktu
devretmiştir. Bu kadar yazılımı zaten olsa olsa başka çünkü dünya zaten oradaydı, tüm hayatını geçirdiği
bir yazılım bir arada tutabilir bana sorarsan”. 20 metre karelik odasındaydı. Ve güvenliydi,
kapıdakine morg çekmecesi kadar soğuk gelen ona
ama rahmi kadar sıcak geliyordu. Başta hayvani
endişelerine üstün gelen insani merak yerini hayvani
güvenlik duygusuna bırakmıştı yine. “Hayatta
kalmalıyım” dedi kendi kendine derinlerde bir yerden.
“sadece evimde iken güvenliyim. Başkaları benim
ölümüm olabilir ancak. Evim bana bunu sağlıyor.
Sonsuza kadar mutlu ve güvende olabileceğim bir
hayat.” Ve ilk kez, kapıyı açtığı ve davetsiz misafirini
gördüğü ilk andan itibaren ilk kez ağzını açtı ve biraz
da ürkekçe “Özür dilerim” dedi. “Sanırım ben
aradığınız kişi değilim.”
kurtarır. Romandaki tek ilginç şey geminin ışıktan hızlı yol almasını sağlayan “Sürvites” kavramını getirmesi
ve alışılmadık kapalı dar bir ortamda, üzerinde durmadan, insan psikolojisine değinmesi.
Uzayda İsyan: Dünya henüz uzayda yolculuk yapma teknolojisine sahip
değildir ancak dünyalılar farkınsda olmadan yabancı bir ırk tarafından
ziyaret edilmektedirler. Bu ziyaretlerden birinde uzaylılar bir dünyalıyı
kendilerinden biri sanarak onla iletişim kurarlar, çevreindeki insanlardan
oldukça farklı bir yapıda olan kahramanımız bir test pilotudur. Kendine
çok benzettiği bu insanlarla olan karşılaşması onu çok meraklandırır ve
onları takip eder. Sonuçta dev bir uzay gemisiyle karşılaşır ve bu
insanların isteksiz davetlisi olarak gemiye alınır ancak soruno kadar
basit değildir uzayda yüksek hızlarda seyahat edilebilmesi için vucudun
olağanüstü hızların oluşturduğu basınca dayanabilmesi gerekmektedir
ve bu kaybolmuş ve özellikle de yasaklanmış bir teknoloji ile mümkün
olabilmektedir. Kahramanımız bu teknoloji ile geliştirilmiş bir soydan
gelmektedir ve yolculuğu başarır. Romanın sonrasında binlerce yıl önce
kaybolmuş bu teknolojini aranması ortaya çıkarılması ve tüm evrtene
yayılmasının öyküsü anlatılmaktadır. Çok yaratıcı olmayan dünya ve
uygarlık tasarımlarına karşı akıcı ve kolay okunan bir roman.
Robot X-81: Güneş sisteminin uçlarına kadar gelen insanlık, artık yeni
dünyalar keşfetmek üzere derin uzaya açılmaya çalışmaktadır. Bunun
için Pluto gezegeninde bir üs kurmuş ve burda yeni bir uzay gemisi ve
bunu yönetecek yeni bir robot üzerinde çalışmaktadır. Ancak bu
gelişmelerden hoşnut olmayan yabancı bir ırk vardır ve bu ırk insanların
uzaya açılmasına engel olmaya çalışmaktadır. Olağanüstü bir beyin
gücüne sahip olan u ırkı insanlık durdurma yetisinden uzaktır ve
neredeyse korumasız bir haldedir. İnsanlara o ırka ait bir kişi yardım
etmektedir. Gerek uzay gemisinin gerekse robotun tasarımları da zaten
bu kişiye aittir. Üstün bir beyin gücüne sahip olan bu kişiyi de durdurmak
çok zordur ancak yabancı ırk elektronik bir araç yardımıyla kendi gücünü
arttırarak saldırıya geçmek üzereyken benzer bir güçle donatılmış olan
robot harekete geçerek yabancı ırkı durdurur ve insanlığın uzaya açılma
yolunudaki bu engeli ortadan kaldırır. Yapay zekanın, özgür irade
kullanarak taraf tutmasını anlatan bu roman bu özelliğiyle gerçekten
dikkat çekiyor.
- 12 -
Maymunlar Gezegeni: Seyahat ettikleri uzay gemisinin zorlu bir iniş
yapmasıyla başlayan macera, geldikleri gezegenin maymunlar
tarafından yöntildiği gerçeğiyle karşılaşan kahramanlarımızı şok
etmiştir. Yaşadıkları birçok zorlumaceradan sonra indikleri gezegenin
dünya oduğunu öğrenmeleri ise bu şoku daha da artırmıştır. Roman
zekanın tanımlanmasındaki güçlüğü ele alıp oldukça ilginç bir tezi
işlemektedir. Maymunların insanları taklit ederek oluşturdukları toplum
ve insanların bu toplum içindeki zeka yoksunu varlıkları, günümüz
insanının da uygarlığını başka bir uygarlıktan taklit ederek aldığı savını
anıştırmaktadır. Yazar zekanın kırlıganlığı üzerinde durmakta ve buna
dayalı olarak kurduğumuz uygarlığımızın kolayca kaybolabileceğini
hatırlatmaktadır. İnsan uygarlığının üzerine onu taklt ederek maymunlar
tarafından kurulan uygarlık çok renkli bir biçimde betimlenmiştir. Bu
özellikleriyle Bilimkurgu okuru tarafından çok beğenilen bu romanın
fimleri de yapılmıştır. 1968 ile 1973 yılları arasında romana sdayalı 5 film
yapılmıştır. 2001 yılında ise ilk romana dayanan bir yeniden çevrim
gösterime girmiştir.
YARIN ASLA!
bkzine@hotmail.com