You are on page 1of 112

ALBEMUTH Özgür

Basın

BİLİM KURGU - 09 / 02
ANDROİDLER RÜYALARINDA

ELEKTRİKLİ KOYUN DÜŞLERLERMİ ?


MANİFESTO

HAYIR UZLAŞMAYALIM !

Son yıllarda, yazarlarımızın, objektiflere ve kameralara medya yıldızları gibi pozlar verdikleri hiç
dikkatinizi çekti mi?

Oysa eskiden, hafif mahçup bir ifade ile gözlerini kaçırırlardı , objektiflerden , kameralardan. Gerçi
o zamanlar, imagemaker lar, reklam kampanyaları, popülerlik gibi kavramlara uzaktılar. Objektiflerin
karşısında onları, aydın sorumluluğuyla, ortaya koydukları toplumsal pratiklerle görebilirdik.

21. yüzyılın başında Türkiye yazını, üç parçalı bir çıkışsızlık içinde: Yayınevi, yazar ve okur.
Yayınevlerinin tercihlerini sözde okurlar belirliyor. Oysa okurlar, basılıp, kendilerine ulaşabilen
ürünlerden, en çok reklamı yapılanlar içinden tercih yapma durumunda. Yazarlar ise, genelde
toplumdan, yaşadığı dünyadan ve okurdan neredeyse kopuk bir sanal alemde yaşamakta.

BBG evlerinin, paparazzi yaşamların, pop kültürün ve piyasanın herşeyi belirlediği bir ortamda
edebiyatın gerçekleri anlatmak için çok daha yenilikçi, radikal biçimler bulma sorumluluğu var.
Sanallaşan yaşamlardan okuru "gerçek" hayata çekmek, edebiyatın önünde etik bir görev olarak
bekliyor.

Okurun tüketiciye, yayıncının tüccara, yazarın girişimciye dönüşüp, edebiyatın metalaştığı bu


ortamda, en önemli görev eleştiriye düşüyor. Oysa birkaç istisna hariç, eleştiri, uzlaştırma ve menkibe
yazma işine dönüşmüş durumda.

Uzun süredir, sahte uzlaşma, dialog, barış söylemleri medyanın bombardımanıyla egemen
söylemi oluşturdu. Kamusal alanın jönlerinin oynadığı bu komediyle, kitlelerin zihnine yönelik sürekli bir
güdüleme amaçlanmaktadır. Gerçekte, toplumun en ince dokusuna kadar uyumsuzluk, eşitsizlik ve
kaos hüküm sürerken uzlaşmadan, barıştan bahsetmek ve bunu çağdaş toplumun yapıtaşı ilan etmek
soytarılıktır!

Bugünün yeni dünya düzeni koşullarında ve koşullandırılmalarında sahte barış, özgürlük


hayaletleri dolaştırılmaktadır. Bu koşullar altında yazarın görevi nedir?

Nesnellik haline getirilen kavramlarla uyuşmak, uzlaşmak yazarı çağının tanığı yapabilir mi?
Eleştirinin keskin uçlu kılıcını paslandırmak niye?

Benzer süreçlerde batıda egemenleşen palyaçoluklara karşı alt kültür bayrak açtı. Punk
örneğindeki gibi kısa sürse, egemen olamasa dahi, yarattığı saldırgan, kötümser, eleştirel ruhun etkisi
uzun döneme damgasını vurabilmiştir (her ne kadar çoğunluğu nihilizmi aşamamışsa da). Taklit etmeyi
önermiyoruz. Öncelikle kendi alternatif soluğumuzu oluşturacak araçları tespit etmeliyiz.

Görev ; statükoya saldırmak, zorlamak, sahte dengeleri kırmaktır.

Egemen söyleminin güdümünde gelişen kültürel şaklabanlıklara karşı panzehir, tüm olası
dünyaların ve insanlık varoluşunun sorunlarını sırtlayan bilim kurgu sanatıdır.

Köy romanı, küçük burjuva romanı, küfür romanı, kitsh, postmodern oyun edebiyatı ve
benzerlerinin hepsi artık çöpe atılmalıdır! Genel beğenin hakkı sert bir tokattır!

Zamandan ve mekandan bağımsız olabilen bilim kurgu yapıtları dünyayı daha yaşanılır, mutlu ve
eşit hale getirmek için var olan olanakları ve olanaksızlıkları okura tartıştırarak , onları geleceğe yönelik
düşünce ve eyleme kışkırtırlar.

Geçmiş ve bugüne tutsaklık zincirini, gelecek felsefesi ve eylemine açılan bilim kurgu kıracaktır!

-2-
YAYIN DÜNYASINDAN BİLİM KURGUSAL HABERLER

Genelde realist romanlarıyla tanınan İngiliz yazar E. M. Forster’in bütün


öyküleri İletişim’den yayınlanmaya başlandı. Serinin ilk kitabı “Cennet
Dolmuşu” ile Forster’in “Makina Durdu” öyküsü Türkiye okuru ile buluşuyor.
Forster’in 1909’da H. G. Wells’in “Yeni Ütopya” romanının teknolojik
iyimserliğine tepki olarak yazdığı öykü, H. G. Wells’in “When Sleeper
Awakes” (1899) ve S. Butler’ in “Erewhon Revisted” (1901) eserleriyle
birlikte distopya türüne öncülük etmişti.

Amerikan bilim kurgusuna uzun süre egemen olan cinselliği


kurgulardan dışlayan mantığı yıkan Philip Jose Farmer’ın “Aşıklar”
romanı İthaki yayınlarınca okurla buluşturuldu.

Sosyalist zanaatkar, düşünür ve eylemci William Morris’ in


ülkemizde atlanan romanı “News From Nowhere” (1890) Ayrıntı
yayınlarınca okurla buluşturuldu. Morris’in eseri ideal toplumu bir adaya
değil, yapılan devrimle geleceğe taşıması ve geçiş sürecine eğilmesi ile
öncü bir bilim kurgu romanı. Bu çeviriden dolayı kutladığımız Ayrıntı
yayınları nedense romanı “Gelecekten Anılar” adıyla çevirerek, Morris’in
Yunanca’dan ,“Olmayan Ülke” olarak türetilmiş “Ütopya” sözcüğüne
bulduğu, karşılığı da atlama hatasına düştü. Diğer ilginç bir ayrıntı da
romanın sadece “Edebiyat” ibaresi ile ayınlanması. “Bilim Kurgu” ibaresi
ile eserler yayınlamasına rağmen, Ayrıntı yayınları bazı bilim kurgu
romanlarını (örneğin, G. J. Ballard’ın “Cennete Bir Koşu”, A.V. Fiqueroa’nın
“Yeni Tanrılar”, V. Nabakov’un “İnfaza Çağrı”, v.b.) geçmişte de “Edebiyat”
ibaresi ile yayınlamıştı

P. K. Dick ustanın ölüm - yaşam ve manipülasyon üzerine klasiği


Ubik 6.45’ den yayınlandı. Ayrıntı vererek tadını kaçırmadan, Dick’ in yine
gerçeklik algısı üzerine bir kabus yarattığını belirtelim. Bu arada, aslında
aylardır yönetim krizleri çeken ülkemize Ubik’ te pratik çözümler de var.
Otel odasına çıkan basamakları kemikleri kırılarak, etleri dökülerek çıkan
kahramanımız Ubik spreyle bir anda sapasağlam hale geliyor. Darısı diğer
20-25 basamak hesabı yapanlara!

H. G. Wells’in, Zaman Makinası’nın torununun çocuğu tarafından


sinemaya tekrar uyarlandığını duyduğumda, kan çeker hesabı aslına
uygun bir filmle karşılaşabileceğimiz umuduna kapılmıştım. Ne yazık
Simon Wells büyükdedesinin baş karakterine bilimsel gözlemci
sorumluluğu biçtiği roman yerine, zaman seyyahını kötülerin bezdirdiği
kasabayı kurtaran western kahramanına dönüştüren 1960 tarihli Micheal
Pal’ in filmini referans seçmiş. Ne çare, Hoolywood’un gişe hırsı aile
mirasının üzerine çıkıyor. Yeni Zaman Makinası’nın aksiyonuna kanı
uyuşmayan bilim kurgu severlere H.G. Wells’in romanının 2000 yılında
İthaki yayınlarınca basılan çevirisinin kitapçı raflarında bulunabildiğini
hatırlatalım.

-3-
OCAK 2001 : İzmir'in ilk bilim kurgu söyleşisi 21 katılımcı ile gerçekleştiriliyor. Gündem,
tanışma ve katılımcıların bilim kurgu ile ilk temasının öğrenilmesi. Bu ilk söyleşide gerek söyleşi
mekanı Fahrenheit 451 Kitap - Kafe' yi daimi olarak tahsis etmesi, gerekse birbirinden kopuk
bilimkurgu severlerle diyalog kurarak, ortak etkinlikte yanyana gelmelerine ön ayak olan Akil
Başyıldız' ın payı büyük. Başyıldız, Ankara'da Sezer Erkin Ergin ile kulüp çalışmalarında aktif
yeralmış ve öyküleri 70' li yıllarda X- Bilinmeyen bilim kurgu dergisinde yeralmıştı.*

ŞUBAT 2001 : Katılımcılar kendi bilimkurgu tanımlarını yaptılar. 2.söyleşi ile yazarların
katılımları da başladı. İzmir'li öykücü Gurur Ası katılımcılar arasına girdi. Ası' nın Cam Dünya adlı
öykü kitabı Atılgan yayınlarından çıkmış ve ayrıca öyküleri çeşitli dergilerde yeralmıştı.

2 MART 2001 : Gündem, yeni katkılarla bilim kurgu üzerine sohbet. Felsefe öğretmeni Zekiye
Keskin' in, günümüz kaosu ve bilimkurgunun misyonu üzerine açtığı tartışma gündemde ağırlıklı
olarak yer buluyor.
0
NİSAN 2001 : İlk "önceden hazırlıklı" gündem sunumu. Konu, Dünya Bilim Kurgu Kısa
0 Kronolojisi. Aktaran, Rafet Arslan. Söyleşi katılımları Can Eryümlü, "Alkışlı Yorum" adlı bilim
kurgu tiyatro oyunu ile ödül alan Deniz Yıldırım, çeşitli internet adreslerinde bilim kurgu üzerine
1 yazan Murat Göç ile büyüyor. Can Eryümlü, Le Guin ve F. Pohl çevirilerinin yanında bir öykü
kitabı ve iki romana imza atmıştı. Ayrıca gündemli her söyleşi için video kaydı başlatıldı.
- MAYIS 2001 : Gündem, Bilim Kurgu ve Postmodernizm. Aktaran Mustafa Suyolcu. Söyleşi

2 ardından Roger Vadim' in Barbarella filminin gösterimi yapılıyor.

HAZİRAN 2001 : Gündem Türkiye Bilim Kurgu tarihi. Aktaran Cahit Orpak. Ayrıca Atılgan
0 bilim kurgu dergisinin kaptanı Bülent Akkoç' un aracılığıyla öykü çevirileri bilim kurgu dergilerinde
yeralan Cem Avcı söyleşi katılımcıları arasına giriyor. Her ayın son pazarı değişmez söyleşi tarihi
0 olarak netleşiyor.

2 TEMMUZ 2001 : Gündem Dünya Bilim Kurgu Sineması. Aktaran Mustafa Suyolcu. Akil
Başyıldız' ın Meiles' in 1905 tarihli Ay' a Yolculuk fiminden gösterdiği kısa parça naifliği ile
söyleşiye renk katıyor.

AĞUSTOS 2001 : Gündem Fransız Bilim Kurgu Edebiyatı ve Sineması. Aktaran Mersin
Operasından Asım Seyhan. Gündemin ardından 1968 tarihli ilk Maymunlar Gezegeni filmi izlenip,

İ tartışılıyor.

EYLÜL 2001 : Gündem Bilim Kurgu ve Teknoloji. Aktaran Efe Gökdoğan. Tüm söyleşi
Z katılımcılarının ücretsiz faydalanabileceği ortak bir kütüphane oluşturuldu.

M EKİM 2001 : İlk ortak gündemli söyleşi. Konu, Rus Bilim Kurgu Edebiyatı ve Sineması.
Aktaranlar Mustafa Suyolcu ve Rafet Arslan.
İ KASIM 2001 : Gündem Bilim Kurguda Kadın ve Kadın Bilim Kurgu Yazarları. Aktaranlar
R Alev Aksakal ve Hilal Demir. Söyleşide özellikle yapılan feminist bilim kurgu tanımı üzerinden
tartışma büyüyor.

ARALIK 2001 : Konu Bilim Kurgu ve Felsefe. Aktaranlar felsefe öğretmenleri Nur Pınar
Anlatıcı ve Zekiye Keskin. okulunda daha sonra idarece gereksiz bulunup kapatılan felsefe kulübü
etkinlikleri içinde Pınar Anlatıcı Arayış adlı fanzine imza atmıştı.

* İlk söyleşi katılımcı listesi : Ayben Ünal, Madran Burçak, Rafet Arslan, Caner Aydemir, Cahit Orpak,
Mustafa Suyolcu, Filiz Yurdakul, Gökhan Arslan, Efe Gökdoğan, Erkin Gezgin, Selahattin Umdu, Akil
Başyıldız, Yusuf Yurdakul, Belgin Başyıldız, Özden Koca, Nur Pınar Anlatıcı, İsmail Yıldız, Demet
Sümerlioğlu, Erkan Türk, Argun Başer, Ayşegül Başer, Hakan Bey.

-4-
OCAK 2002 : Konu bir yılın değerlendirilmesi ve yeni yılda yapılacak etkinlikler. Esmer Mavi
dergisini çıkaran Ubeyt Deniz söyleşiye katılıyor. Esmer Mavi dergisinin Kasım 2001 tarihli ilk
sayısında Rafet Arslan’ ın Bilim Kurgu Sineması üzerine bir makalesine, mart 2002 tarihli
B
sayısında ise Pınar Anlatıcı’ dan bir şiire, Akil Başyıldız’ ın Çift El, Asım Seyhan’ ın Ay Işığı Sonatı
adlı bilim kurgu öykülerine ve Rafet Arslan’ ın Bilim kurgunun misyonu üzerine bir makalesine yer
verilmişti. İ
Can Eryümlü 'nün Son Antlaşma adlı bilim kurgu romanı Alt kitap adlı internette yayıncılık
yapan sitede yayınlandı. Son Antlaşma bir Türk yazarın ilk e- kitabı ve aynı zamanda ilk bilim
kurgu e- roman.
L
ŞUBAT 2002 : Konu Philip K. Dick ve ilk olarak ikiden fazla katılımcı ortak bir sunum İ
hazırlıyor. Efe Gökdoğan, Mustafa Suyolcu, Cem Avcı ve Rafet Arslan P. K. Dick' in romanlarına
eğilirlerken, 9 Eylül sinema - televizyon bölümünden Ufuk bey de Blade Runner filmini inceledi. M
Atılgan bilim kurgu dergisinde öyküsü yayınlanmış Şenol Sert' de söyleşi katılımcıları arasına girdi.

MART 2002 : 03.02.2002 tarihinde, F 451 Kitap- Kafe'de Murat Şermet ve Halil İbrahim
Balkaş eserlerini İzmir' li bilim kurgu severlere tanıttılar. İbrahim Balkaş 1987 yılında çocuklara
yönelik bilim kurgu kitabı “Yedi İklimin Çocukları” na, 2001 yılının başında da “Yıldızlar Işıyacak”
K
adlı bilim kurgu romanına imza atmıştı. İzmir' li yazar Balkaş sürekli söyleşi katılımcıları arasına
girdi. Üç Bin Yıl öyküleri üçlemesinin ilk kitabı "İlk Özgürler" i 2000 yılında yayınlayan Murat
U
Şermet ise eserin bir roman, bilim kurgu yada ütopya olmaktan çok sürdürülebilirlik üzerine kurulu
bir gelecek seçeneği olduğunun altını çizdi. Ayrıca 20 kitabını söyleşi katılımcılarına hediye etti. R
Ay sonundaki söyleşide ise konu Jack London' ın bilim kurgu eserleriydi. Sunumu Gökhan
Arslan ve Atalay Yılmaz yaptılar. Yoğun geçen Mart ayının diğer bir sürpriz katılımcısı ise İzmir' li G
yayıncı - yazar Bülent Habora' nın söyleşi katılımcıları arasına girmesiydi. Habora 70' li yılların
başında Türkiye bilim kurgusunun öncüsü Sezer Erkin Ergin' in İstanbul' daki bilim kurgu U
severlerle temasını sağlamıştı. Ayrıca Habora' ya “X- Bilinmeyen Evren” dergisinin akıbeti soruldu.

NİSAN 2002 : Sürekli söyleşi katılımcılarından konservatuar hocası Mustafa Suyolcu' nun
dört öğrencisi dinleyicilere güzel bir gitar resitali verdi. Dinletiden sonra bilim kurgu üzerine
sohbete geçildi.
E
MAYIS 2002 : Bülent Habora ve Mustafa Suyolcu'nun bilim kurgu üzerine yazdığı metinler
T
okundu ve tartışıldı. Ayrıca bölgesel yayın yapan 93.5 Batı radyoda Akil Başyıldız'ın hazırlayıp
sunduğu bilim kurgu radyo programı fahrenheit 451 yayına başladı. Program her ayın son K
Cumartesi günü yayınlanıyor.
İ
HAZİRAN 2002 : Konu antiütopyalar , sunan Gözde Arıkut. Akil Başyıldız'ın hazırladığı ikinci
radyo programında bilim kurgu tarihi bölüm bölüm verilmeye başlandı ve Ayşegül Başer' in N
Dürremant' tan çevirdiği "Oğul" adlı öykü seslendirildi.

TEMMUZ 2002 : Bilim kurgu üzerine sohbet yapıldı. Bölgesel Yeni TV de bir programa
L
konuk olan H. İbrahim Balkaş eserlerini ve bilim kurgu söyleşilerini izleyicilere tanıttı. 3. radyo
programında Rafet Arslan ve Asım Seyhan, Akil Başyıldızın konuğu oldular. Ayrıca Asım
İ
Seyhan'ın kendi sesinden bir öyküsü dinleyicilere sunuldu.
K
AĞUSTOS 2002 : Bilim kurgu üzerine sohbet yapıldı.Ayrıca 28.08.2002 tarihinde
Ankara'dan Sezar Erkin Ergin İzmir'i ziyaret edip, bilim kurgucu dostlarıyla hasret giderdi ve yeni L
bilim kurgucularla tanıştı.
E
R
İ

-5-
YENİ BİR SANAT MI ?

Mustafa SUYOLCU

İnsan niye var ?


Yaşam nedir?
Dünya nedir ?
Gezegenler, yıldızlar, galaksiler ?
Ya evren nedir?
Neden, kim ya da kimler için varlar ?

Daha da zoru tüm bunlardan sorumlu olan/lar kim/ler neden her şey böyle ? Beni yaşamaya, tüm
dert, tasa, endişe, sevgi, nefret, güzellik, çirkinlik vb soyut, somut her türlü duygu ve edimlerle birlikte
var olmaya ikna eden şey nedir ?

Yaşamımızın her anında bu ve benzeri sorulan hemen herkesin kendine sorduğunu, bunlara
cevaplar aradığını, şu veya bu biçimde de bulduğunu öğrenmem beni müthiş bir gurur ve aynı zamanda
da, büyük bir sıradanlık duygusuyla doldurmuştu. Zamanla, bu soruların mutlak cevaplarının, en
azından daha uzun bir süre için, olamayacağım öğrenmek de beni büyük şaşkınlıklara sürüklemişti
Birçok insan, çevresinde olan şeylerin neden öyle olduğunu, şu veya bu şeyin neden öyle yapıldığını
merak eder buna dair sorular sorar. Bazı insanlarsa, daha ileri giderek bu şeylerin nasıl yapılması
gerektiği üzerinde durur çözümler üretir daha yeni, daha zor sorular sorar. Bu döngü zekanın ve ilk
sorunun düşünülmesinden beri, giderek artan bir hızla sürmekte. Tüm bu ve şaşılası çokluk ve
zorluktaki soruları kendine iş edinen, bunları çözmek, en azından daha anlaşılır kılmak için uğraş veren
bir "sanat dalı" olduğunu öğrendiğim zaman, içim mutluluk ve o zamanlar pek adlandıramadığım,
şimdilerde çok emin olduğum, insanlık gururu ile dolmuştu.

Söz konusu "sanat dalı" BK. (Bilim-Kurgu). Sanat dalı tanımını kullanmanın, özellikle ilk anda,
oldukça yadırgatıcı olduğunun farkındayım. Ama şöyle yaklaşıyorum, en temel anlamda sanat, ince
duyguları, düşünceleri anlatmakta kullandığımız bir araç değimlidir ? Sanat dalları neler deyince hemen
hatırladıklarımız, müzik, resim, yazın, yontu, tiyatro, fotoğraf ve sinema. Bunlar doğal olarak her zaman
bu sayıda değildiler zaman içinde gelişen, değişen ince duygu ve düşünceler, teknoloji, yaşam tarzı bu
sanat dallarını oluşturdu. Yeni bir sanat dalının zamanı artık. Bu, yaşamımıza, teknolojimize,
uygarlığımıza daha uygun olan, bu zamanın ince duygu ve düşüncelerini diğer sanat dallarına göre
daha iyi yansıtabilen daha karmaşık bir yapıya sahip olan bir sanat dalı olmalı. Bünyesinde yazını,
müziği, tiyatroyu, sinemayı, yontuyu, fotoğrafı, resmi kendine özgü yöntemlerle işleyebilen dev bir yapı.
İnsanı, evreni var olan hemen her şeyi geçmişi, bugünü ile sorgulayan ve yarınını oluşturmada yol
gösterici olabilen bir sanat dalı. İnce duygu ve düşüncelerimizi sadece anlatmakla yetinmeyip onları
daha geliştirebilen, geçmişten, bugünden, yakın ve uzak gelecekten olası alternatiflerden bahsedebilen
bir sanat dalı olmalı. Bu BK.

Bu yazıyı düşünmeye / yazmaya başlarken ilk adımlarımı, ana akım, tür, alt tür gibi kavramlar
üzerine yoğunlaştırmaya çalışarak ve BK' yu salt yazın olarak gözlemeye, incelemeye çalışarak
atmıştım. Olmadı. Bu çerçeve içine sığdıramadım. Günümüz insanının yaşamı, sanatı, entellektüaliteyi
algılaması, yaşama geçirmesi o kadar farklı bir şekil ve yöntemler bütünü halinde ki eski anlayış ve
yaklaşımlar yerlerinde büyük huzursuzluklarla dalgalanmakta biçim, boyut içerik değiştirmekteler.
Eskinin mimari, müzik, tiyatro vb. anlayışları tümden değişti ve değişmekte, kişinin kendini,
düşüncelerini, toplumu ifadesinin en yeni yöntemlerinden biri olan sinema bile değişti ve değişmekte.

BK. tüm bu hareketliliği ve değişimleri hatta fazlasını, hem geçmiş hem de gelecek gerçeklik ve
alternatifleriyle, yaratarak, önererek ve birey, bireyler, toplum ve toplumlar düzeyinde ve onlar
tarafından yeniden üretmeye, geliştirmeye açık bir halde sunmakla. Hem sanatı hem yaşamı. Ve
ayrımsız olarak herkes için. Bunu gerçekleştirmek için gerekli tüm araçlara sahip ve yine herkes için.
Çünkü bunlar çok basit araçlar. Yaşananlar ve yaşamak istediklerimiz BK' nün temel araçlarıdır.
Yaşam, özellikle zeki yaşam evrenimizdeki en önemli ve vazgeçilmesi en olanaksız şeydir. Nasıl bir
yaşam istediğimizde. Bu nedenle yaşamı tasarlamak gerekir, kişileri toplumları dolu ve mutlu
kılabilecek bir edimdir tasarlama, ve zorlu bir uğraş. Geçmişte olanı şimdide olanı bilmeyi, sorgulamayı
- 6-
gerektirir, farkındalığı, umursamayı, önem vermeyi ve devasa bir hayal gücünü.

Yaşamı, özellikle zeki yaşamı sürdürmek, geliştirmek birbiriyle bağlantılı çok sayıda şeyin bir
arada bir bütün olarak varolmasıyla olanaklı. Bilim, sanat, teknoloji, toplumsal ilişkiler, din, ekonomi,
ekoloji vb. Tek bir bireyin tüm bu karmaşık yapıyı algılaması özümlemesi ve üretime geçmesi
düşünülemez. Birlikte ve uyum içinde hareket etmek bir zorunluluktur. Yaşamı tasarlamak bir
zorunluluktur, dev bir sanattır. Bu edimi gerçekleştirmek, daha önce de bahsettiğim araçları gerektirir.
Geçmişte olanlar bugünümüzü oluşturan olaylar hakkında yapabileceğimiz bir şey yok artık ancak
bizler geçmişimizin birikimleri ile şimdimizi oluşturmuş ve geleceğe doğru durmaksızın ilerleyen
varlıklarız. Nasıl bir gelecekte varolmak istediğimizi hesaplamak, kurmak, gerçekleştirmeye çalışmak
konusunda oldukça özgür sayılabiliriz. İşte bu noktada BK. yaşamımızdaki her şeyi tasarlamaya en
yetkin ve donanımlı araç olarak karşımıza çıkmakta. Sorgulamaları ve önerileri, geçmişi, şimdiyi
anlamaya geleceği tasarlamaya yönelik gereksinim duyduğumuz araçları bize sunmakta.

Bu düşüncelerim ve yaşamın, özellikle zekanın, doğası gereği her zaman geleceğe doğru
ilerleme zorunluluğu nedeniyle, BK. yu bir tür, alt tür veya ana akım olarak değerlendiremiyorum.
Şimdiden başlayarak bir az sonrayı, yarını, gelecek ayı, yılı, yüz yılı düşündüğümüz, tasarladığımız
sürece hepimiz birer BK. cu olarak varlığımızı sürdüreceğiz.

Bana göre BK. yaşamın ta kendisi. Vazgeçilmez olarak.

Yoculuğa Çağrı

Bir ülke var olağanüstü güzel.

Düşler ülkesi denen bir ülke....

Gerçek bir düşler ülkesi, herşey


güzel herşey zengin, herşey dingin
ve dürüst orada...

Gidip orada yaşamalı, gidip orda


ölmeli...

C. BAUDELAIRE

Selahattin UMDU
-7-
İLK ÇİZGİ

Asım SEYHAN

Ağaçlar yuva oldu bir süre. Kovuklarda paylaştılar gecenin ıssızlığını, sözsüzlükleriyle.
Mide gurultuları sessizliklerini bastırdı. Birlikte avlandılar, yediler. Karanlık mağaraların
soğuğunda birlikte titrediler. Hayatta kalmayı öğeniyorlardı usul usul. Bir nehrin yatağını
açması gibi. Ateşin yakışını, buzun ürpertisini hissettiler, meraklıydılar. Öğreniyorlardı. Sürüne
sürüne, denize kavuşmaya çalışan nehrin çoşkusuyla. Baharda doğumu, yazda büyümeyi,
sonbaharda olgunlaşmayı, kışta derin uykuyu farkettiler; nererdeyse ölüme yakın.

Bitkiler! Onlardan yararlanmak avlanmaktan daha pratikti artık taban


aşındırmayacaklardı. Öğreniyorlardı. Bir nehir gibi kıvrıla kıvrıla, toprağı öperek yollarını
açtılar.

Yağmur! Bitkilerin hasretini gördüler. Suya yakın bir yere yerleşmek, çok uygundu. Yeni
yuvalarını buraya kurdular. Ve toprağı döllediler. Beklediler; tohumdan daha sabırsızdılar.

Avlanıyorlardı, tuzağı icad ettiler. Canlı hayvanları beslediler. Böylesi daha iyiydi. Ama
daha iyi birşey oldu, hayvanlar ürediler. Avlanmanın tehlikesi ve eziyeti geride kalmaya
başladı. Yeni yuvaları birlikteliğin tadını kattı hayatlarına. Öğreniyorlardı. Artık, toprağı ekiyor,
hayvanları besliyorlardı. Doğayı dönüştürüyorlardı (hükmetmenin başlangıcı) yavaş yavaş.
Birlikteydiler, toprağı işlerken, hayvan yetiştirirken, tüketirken. Paylaştılar. Ta ki biri, toprağa bir
sınır çizene kadar! “Burası benim” in ilk çizgisi.

Sonra, ateş yakıldı, tekerlekler döndü, yazı yazıldı, yazılar okundu, yazan yakıldı, okuyan
ezildi, para basıldı, Spartaküs ayaklandı, Musa tabletleri kırdı, İsa diğer yanağını döndü,
Muhammed kılıç kuşandı. Tanrı yaratıldı, tanrı öldürüldü. Raskolnikov cinayet işledi,
Quasimodo bildiri bastı matbaada, Savaş ve Barış yazıldı, silahlara veda edilmedi. Bayraklar
dikildi, gezegen paylaşıldı, petrol paylaşılamadı. Külleri yağdı atom bulutlarından çocukların.
Alternatif akım bulundu, elektirikli sandalye yapıldı. Aya bayrak dikildi, küçük adımların, büyük
kibri yaşandı. Savaşlar soğudu, yüreklerde. Ta ki birileri cehennemin kapısını aralayana kadar.
“Gezegen’ in tapusu bizim” in doyurulamaz açlığı.

Şimdi, parlak paçavralarının sardığı vücüdunda, her türlü paraziti taşıyan insan (!),
türünden geriye kalan milyarlarca çürük kemik üzerinde, bir lokma yiyecek arıyor, ağaçtaki
atalarından bihaber.

Muhteşem uygarlığının sırtına vurduğu sonsuz budalalığı ve guruldayan midesiyle, o


kadar ihtiyacı var ki, bir ağacın gölgesine, meyvesine.

Yüzyıllarca önce şair not düşmüştü tarihe;

“Bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine”

Çizgi silinmişti ama, ne bir ağaç kalmıştı geriye, ne de bir kardeş.

-8-
Batı radyo’ da Akil Başyıldız’ ın hazırlayıp sunduğu Bilim Kurgu programından örnek bir bölüm
olarak 27 / 07 / 02 tarihli üçüncü programdan, bilim kurgunun türleri ile ilgili bölümü başlık ekleyerek
aynen yayınlıyoruz.

BİLİM KURGU TÜRLERİ

Akil BAŞYILDIZ

Bilim kurgucular niçin yazıyorlar? Dünya hep iyiye doğru mu gidiyor? Yolunda gitmeyen şeyler
varsa, bunlar gelecekteki bizleri ya da bizden sonraki nesilleri kötü etkileyebilir mi? Etkileri nasıl olur?
Ya da daha yaşanası bir dünya nasıl olur? Bu gibi ucu açık sorular, hep bilim kurgunun kapsamındaki
sorunlardır. Değişik bilim kurgu anlayışları vardır. Şöyleki ;

1- Yazar bugünkü asal bilimleri kurguyla geleceğe uzatır. Henüz varolmayan bilim ve teknoloji
temelli bir dünya kurar. Okunacak bu tür eserde bilimi ön planda hemen hissedersiniz. Bu eser bir bilim
kurgudur.

2- Yazarın amacı, okuyucuyu serüvenlere sürüklemektir. Maceraları bir solukta okursunuz.


Filmlerde de bolca izleyebilirsiniz. Uzay savaşları, Dünya dışı kötü niyetli yaratıklar, aşk, korku, gerilim,
uzak doğu dövüş tekniklerinin sergilendiği çok uzatılmış kavga sahneleri, kovboyun altı patları yerine
ışın tabancaları, yıldızlar arasında kendi mahallemizde dolaşırcasına rahat tur atmalar, ışınlanmalar ve
bunun gibi hemen tüket zihniyetinin ucuz pembe dizi ya da uzay westerni diyebileceğimiz, adı da
konmuş "uzay operaları" denen kitap ve filmler de bilim kurgudur. Burada ne yazık ki demekten kendimi
alamayacağım.

3- Ütopyalar : Düş ülkeler. M. Ö. 300 lerden Platon'un Devlet'inden beri yazılmış, her yazana göre
değişiklik gösteren ideal toplum yaşamı. Ütopyalar bilim kurgudurlar. Ayrıca ütopyalar, çölde seraptırlar.
Onları okumak az da olsa yüreğimize serinlik verir.

4- Karşı Ütopyalar : İp uçları şimdiki zamanda belli, var olan kötü gidişi tesbit eden yazarların
bunları gelecek boyutlarında işlemeleri. Görselliğin giderek artacağını ve kitap okumanın azalacağını
yıllar öncesinden gören F. 451' in yazarı Ray Bradbury gibi.

Selçuk ERDEM - Leman

-9-
Gurur ASI
Çiş kokulu bir sabah
Karşı kaldırımında sokağın
Bir kadın, sessizce ağlıyordu
Yıl 2020
insanların gözünde koyun karası
Beklentiler inci gibi dizi dizi
Pespembe görülen bir düş müydü?
Karşı kaldırımında sokağın
Niçin, nasıl becerilecek
Ejderler kanatlarını soluklarıyla ne zaman sülfürleyecek
Beklediğim aşk biraz geç kalacak

Oysa yıl 2020 ve benim hiç zamanım yok.


Yıl 2020. Umutsuz bir vakayım ben. Dün geç saatlerde öğrendim ki organ nakli için beklediğim
retina, artık BENİM RETİNAM değilmiş. Başkasına -cebi çil çil mangır dolu bir adama- satılmış.
Utanmamışlar satarken. Doğal. Ne diyeyim. Kör olmama üç saniye var desem, kimin ……indeki.

Yıl 2020. Ne zaman ama ne zaman kendime acısam, kaşınıyorum. Kaşıntılarım azıyor, sulanıyor.
Ben de kendime acımayı bıraktım. Sordum bir gün, ya oğlum, hangisi sana daha çok koyuyor. Cevabım
-kaşıntı- oldu, kendime acımayı atlatabilirim. Ama o lanet olası kaşıntı. Uykumun en tatlı yerinde incecik
bir sızıyla başlayan bir karın ağrısı gibi, asla dokunamayacağım yerlerde, karınca yürüyormuş gibi
oluyor. O halde dedim oğlum bak acıma hastalıklı bir duygu zaten, bırak gitsin vur kıçına tekmeyi. Ve
gitti. Hiç bir şey yaşanmamış gibi aramızda, pılısını pırtısını toplayıp, kaşıntıyı da yanına alıp gitti.

Yıl 2020. Retinam gittikçe sakatlanıyor, artık renkleri ayırt edemiyorum. Her taraf, her şey siyah-
beyaz. Hoşuma gitmiyor değil. Renkleri görürken, maymun kıçı kırmızısı ruj sürmüş bir kadını öpmek
düşüncesi beni hasta ederdi. Şimdi etmiyor. Artık kırmızı diye 1şey bilmiyorum. Renkler yok, siyah-
beyaz var. Sadece ben varım. Yaşıyorum. Kendi kuyruğumu kesene kadar da yaşayacağım.

LAPA..

Gurur ASI

Beyni turuncudan lapaya dönmüştü, beynini patlatacaktı. Burnunu kaplattığı platin metal
yüzünden elektrik direklerinin altında geçemezdi. Vücudundaki tüm ayva tüyleri dikilir, kanı derisinin
yüzeyine doğru harekete geçerdi. Her elektrik direği sonrasında, masum yüzüne sinmiş bir şaşkınlık
ifadesi.

Kimi kimsesi yoktu, bir sokak köpeği vardı, peşinden ayrılmayan. Sadık bir itti. En azından ona
sadıktı. Nereden gelmişti bilmiyordu, gölge gibi, bir fantom gibi yanında bitivermişti bir gün. Midesi
sırtına yapışmış dilsiz bir köpekti, uzaydaki kara delikler gibi gözleri vardı, ona bakarsa, dikkatli bakarsa
kara deliğin çekim gücüne kapılacağım sanırdı, korkardı, bu yüzden köpeği severken hep kuyruğundan
sevdi. Parası boldu, evinde her türlü eşyası vardı, paketleri açılmamış, hepsi biraz sonra kaçıp
gidiverecekmiş gibi eğreti duran bir sürü eşya.

Sevmezdi onları, bu yüzden hoşgörülü davranmazdı onlara karşı. Krem rengi deri koltuklarının
geniş olanında incecik, pas rengi bir kan izi. Eve her girdiğinde sırıtarak karşılardı onu. Merhaba. Bu
zamanlarda kan lekelerine bile güvenilmezdi. Cevaplamazdı onu, kafasını çevirir, görmezliğe gelirdi.

Evinin göçmen kuşlara bakan penceresinden deniz görünürdü. Deniz sol kolunun, soluk şeffaf
derisinin altından seçilen, kirli kanı oradan buraya taşıyan damarlarının rengindeydi. Kopkoyu bir mavi,
iğneyle deşilmemiş koyu bir mavi.

Kafası en iyi maldan iyi olduğu zamanlarda, pencereyi açar, denizi avuçlar, kocaman avuçlar,
- 10 -
denizi alır kafasının içine sokar, beyninde koca denizin buz soğukluğunu hisseder, sonrada başını deli
gibi duvarlara vururdu, deniz patlardı kafasının içinde, fırtınalar kopardı, bir uğultu bir uğultu, köpek
krem rengi koltuğun altına siner, leke pas renginden kırmızıya doğru yanardı.

Biterdi, yiterdi ve dalar giderdi.

Elbiseleri tertemiz ve düzenliydi, pahalı yumuşatıcının kokusu, ruhunun pis kokusunun


kamuflajıydı. Gözlerinde tatlı, kuvvet dolu bir ifade. Ama elleri, o güzel, ince zarif onun gibi bir erkeğe
yakışmayan küçük elleri onun ne denli güçsüz olduğunu iyot gibi açığa çıkarırdı.

Seveni var mıydı ? Belki.

Uğruna şiirler okunmamış, şarkılar bestelenmemiş, kalın bacaklı, kalın belli, ince dudaklarının
üzeri kıllı yaşı geçkince bir kızoğlankız. Yamacın beli bükük sırtına kondurulmuş, allaha yan bakan
evlerden birinin kalın tahta panjurlu penceresinden gizlice yolunu gözleyen biri. Uğruna en koyu
büyüleri demleyen, mahallenin yavşak ağızlı kasabından eşek dili alan ve onları babasından gizli,
annesinin sırdaşlığında, beş yıldızlı Arçelik buzdolabının dipfrizinde donduran bir kız.

Uyar mı, uymaz.

PRATİK ÜTOPYALAR TARİHİNDEN

- SİMAV KADISI ŞEYH BEDRETTİN -

Bedrettin, siyasi iktidar boşlukları, yüksek vergiler,


inançlara baskı ve geniş halk kitlelerine zulmün
damgasını vurduğu karanlık fetret devri (1402-1420)
döneminde çeşitli inanç ve milli kökenden gelen insanları
kardeşlik bayrağı altında toplamıştı.
Bedrettin'e göre insana yakışır bir düzen sosyal
adalet ilkeleri ve hükümetlerin seçimle belirlenmesi ile
mümkündü. Şeyhliğini tarikatlardan değil, fıkıh ve
tasavvuf ilimlerindeki çalışmalarından almıştır.
Bedrettin ve onunla ayaklanan halkın isyanı kanla
bastırılmıştır.

(karaburun sivil insiyatifi bülteninden kısaltılarak


alınmıştır.)

- COKAYNE -

Ortaçağ halk Ütopya’ larına örnek olan


Cokayne 14. YY da İngiltere’ sinde şiir ve şarkı
olarak insanların arzularını dile getiren tipik bir
anonim eserdir.

“Ne kavga var, ne de savaş;


sonsuz bir yaşam aldı ölümün yerini.
Yiyecek bol, giyecekte.
İster genç, ister yaşlı, ister güçlü, ister güçsüz;
ister gözüpek, ister boynubükük olsun;
herşeyi ortaklaşa paylaşıyor herkes arasında.”

- 11 -
PLANIMIZ KATLİAM VE BİLİM KURGUDA KÖKTENDİNCİ ANTİ-ÜTOPYALAR !
YA DA TÜRK BİLİM KURGUSUNUN SAĞCI ENTELLEKTÜELİ OLARAK
HALDUN AYDINGÜN

Rafet ARSLAN

Son yıllarda bilim kurgu Türkiye'de yazarı ve eseri az, eleştirmeni çok ama eleştirisi az, çevrilen
kitapları çok, fanları az, ilginç bir konuma geldi. Ülkemizde şimdiye kadar yazılmış bilim kurgu
romanlarının sayısı ellilere ulaşamıyor. Kendini bilim kurgu yazarı olarak ifade edenlerin sayısı ise iki
elin parmakları kadar. Son yıllarda bilim kurgu üzerine yazanların sayısındaki artış nedeniyle, yazar
sayısının iki üç katı bilim kurgu eleştirmeni ile karşı karşıyayız. Birkaç istisnayı saymazsak, ortada bilim
kurgu üzerine kuramsal denemeler ya da gerçek anlamda eleştiri üretenlere de rastlayamıyoruz. Çeşitli
internet adreslerinde genç kuşakta bilim kurgu öykü yazımında bir artış olduğu gözlemlenebiliyor. Fakat
kitap ya da dergi sayfalarında yer alan basılı ürünlerin sayısında önemli bir artış yok. 90'lı yılların
ortalarında birkaç yayınevinin cüretkar girişimleri ile, bir süre sonra önü fantazi salgınıyla kesilse de,
Türkiye için bir bilim kurgu roman rönesansı başlatıldı. 2000' li yıllara geldiğimizde, artık her yayınevi
bilim kurguya yönelik az ya da çok kitap yayınlamakta. Kitapların ard arda basılması belli bir okur
profiline işaret, fakat söyleşi, toplantı ve fan çalışmaları gibi aktivitelere katılım, gözlenen okur profili ile
karşılaştırıldığında oldukça yetersiz kalmakta. Taban insiyatifi ile gelişen bilim kurgu çalışmaları ( bir
istisnası hariç ) gündeme gelmiyor ve ne yazık ki düzenli yayınlanan bir bilim kurgu dergisine de sahip
değiliz. Günümüzün ve geleceğimizin ayrılmaz bir parçasını oluşturmakta olan İnternet denizinde de bu
aktivite ve üretim eksikliği yansımasını göstermekte. Bilim kurgu içerikli olduğu iddia edilen sitelere
baktığımızda, tamamen farklı bir yapı ve tabana sahip fantazi, mitoloji vb. konuların bilim kurguyu
boğup yok etme düzeyinde olduğu gerçeği ile karşılaşmaktayız. Üniversitelerdeki benzer içerikli
kulüplerde de aynı eğilim gözlenmekte.

İşte bu karmaşık ve olumsuz ortamda bilim kurgu severler için her bir yerli yazar yada roman
büyük önem arz eder hale geliyor. Ve bu yüzden, yerli bilim kurgu üretimlerine yönelik eleştiriler
genelde yumuşak tutuluyor ya da ağırlıklı olarak tanıtımlara yer veriliyor. Bilim kurguda köktendinci anti-
ütopyalar üzerine ele alacağım yazarımız, ülkemizde salt bilim kurgu üzerine yoğunlaşmış birkaç
isimden biri olan Haldun Aydıngün. İki öykü kitabı ve üç romanı ile Aydıngün Türkiye bilim kurgusunun
en üretken kalemlerinden biri. Ayrıca kendini rahat okutturan, hızlı anlatımıyla da öne çıkan bir isim.
Öncelikle inceleyeceğimiz “Planımız Katliam” romanını konu olarak sizlere kısaca hatırlatalım.

Romanda genelde taşlamacı eserlerde öne çıkan olayların geçtiği tarihler belirsiz bırakılarak
yapılan bir kurgu ile karşı karşıyayız. Kitabın merkezindeki Güney ülke ve komşusu Kuzey ülke dışında,
olayların geçtiği yer milletleri ve devletleri ile şu andaki dünyamız. Güney ülke, başkanlık sistemi ile
yönetilen bir devlet. Kuzey ülke ise ortodoks hrıstiyanlık öğretisine bağlı köktendinci bir rejime sahip. İki
ülkeninde diktatörlerinin yanında Amerika'da yetişmiş başdanışmanlar var. Ve her iki ülke de artan
nüfus, azalan kaynaklar ve toplumsal huzursuzluklarla, tam bir kriz ortamındadır. Bu krizlere çare olarak
iki danışman başkanlarına danışıklı dövüş temelinde gizli bir savaş planı sunarlar. Uygulanan bu
insanlık dışı plan baştan tutmuş gibi görünse de, Güney ülkedeki bazı yurtsever unsurlar bu planı bozar.
Ve bir noktadan sonra Güney ülkesi başkanının plan dışı hareketlere göz yumması sonucu, savaşı
Güney ülke kazanır ve Kuzey ülkenin köktendinci rejimi bir ayaklanma ile devrilir. Güney ülke
başkanının "artık demokrasiye geçebiliriz" talimatı ve birkaç sürprizle roman noktalanır.

Romanın yaşadığımız bölge gerçeklerini anlatmasında bir sorun yok. Ama bu durumu anlatırken
militarizm, savaş, demokrasi gibi kavramları romanın ele alış tarzı problem oluşturuyor. Çünkü yazarın
amacı yergi yoluyla, şovenist yada militarist anlayışları mahkum etmek olarak görünmüyor. “Planımız
Katliam”, bilim kurguya biçtiğimiz evrensel barış, hümanizm, demokrasi idealine bağlılık ruhuna karşıt
diyebileceğimiz bir roman. Edebiyat eserlerini birer politik bildirge olarak ele almak yanlıştır. Ama her
roman yazarın hayat karşısında duruşunu, dünya görüşünü yansıtır. Bu nedenle “Planımız Katliam” a
dair incelememiz romanın estetik yönüne değil, çok belirgin olan politik duruşuna yönelik olacaktır.
Öncelikle romanın demokrasi konusunda ileri sürdüğü yaklaşımın düşündürücü olduğunu belirtmeliyiz.
Romanda Güney ülke (ya da Türkiye) başkanına arka planda sempati ile bakılıyor. Son bölümde ise
başkanın ağzından diktatörlüklerin bazı durumlarda gerekliliği, demokrasiye ancak uygun zamanda ve
diktatörün insiyatifinde geçilebileceğinin altı çiziliyor. Başkanın diktatörlüğüne karşı bir halk hareketi
- 12 -
ihtimaline de yer verilmemiş. Başkana muhalefet edenler ise, eski genel kurmay başkanı ve çıkardığı
ingilizce gazete ile sadece dar bir kesime seslenen gazetecidir.

Romanın en önemli mesajı, kurtuluşun kışlalardan geleceği yönündedir. Ve burada savaş,


öldürme, disiplin gibi konuları ele alış tarzıyla militarist bir mantık göstermektedir. Bu açıdan roman
dünya bilim kurgusunda örneklerine Robert Heinlein' in verdiği tarza uygun bir anlayış izliyor.
Romandaki "hepsini biçin, gebertin,sağ ele geçirmeyin, esirleri de infaz edin" sözleri zorunlu, karşı
konulmaz bir savaşın acı sonuçlarını değil, faşizan bir söylemin izlerini taşıyor. Bu durum ne yazık ki,
W. Benjamin'in Savaş ve Savaşçı incelemesinde ele aldığı nazilerin savaşı estetize etme uğraşlarını
çağrıştırmakta.

Yazarın kitabın sonundaki notunda ikinci dünya savaşı ve Japon kamikazelerin romana esin
kaynağı olduğunu belirtiyor. Amerikalı bilim kurgu yazarı P. K. Dick' te “Yüksek Şatodaki Adam”
eserinde ikinci dünya savaşını Japonların ve Almanların kazanması durumunda oluşacak dünyayı
kurgulamıştı. Karşımızda ikinci dünya savaşı vahşetinden esinlenerek yazılmış iki farklı roman var. Bu
fark sadece kurgu yada konularda değil, düşünsel yaklaşımda da ortaya çıkıyor. Dick "araştırmayı
bitirdikten sonra ise hayatımın geri kalan kısmında nefret edeceğim bir düşman yaratmıştım kendime:
Faşizm" * diyerek ikinci dünya savaşından önemli bir ders çıkartmıştı.

Başkan, danışmanı ve yönetimin diğer kademeleri dışında romanda öne çıkan dört karakter var.
Bu karakterler soğuk savaş döneminin militarizmi anti- komünizmle birleştiren tarzına benzer biçimde
ele alınmış. Savaş karşıtı, barış eylemcisi, solcu Tayfun - Nur çiftinin geçirdiği değişim romanın en
önemli temalarından biri.** Nur' un Kum Şehrinde komşu kadınlarla ilk teması, okura aydın kesimin
toplumdan ve insanı ilişkilerden kopuk kişiler olduğu izlenimini vermekte. İşten atılıp, kendini işe
yaramaz hisseden Tayfun ise gerçek mutluluğu orduda bulup, askerleşme sürecini "erkek olma, adam
olma" şeklinde yaşıyor. Eğitim sırasında Tayfun'un aklına William Reich’ ın "faşizmin kitle ruhu" adlı
kitabında okudukları ve bunlar karşısındaki kızgınlık ve eleştirileri dile getirilmekte ve aynı olayları
yaşarken ise nasıl bir zevk , tamlık, mutlluluk hissetiği anlatılarak yaşadıklarını olumlayan karşılaştırma
yapılmaktadır. Bu durum karşısında eşi Nur " en sonunda özlediğin davayı buldun galiba" diyerek doğru
yolu (?) okurun kafasında belirginleştiriyor.

Romanda öne çıkan diğer iki karakter ise Umutkent'de yanyana gelen iki ayrı sınıftan, iki kadındır.
Başkan danışmanının eski sevgilisi, burjuva aile ortamında yetişip, Amerikadan ülkesine destek için
dönen fedakar Ayşegül ve Umutkent'e örgütlenme yapmaya gelmiş, ama ortalıkta boş gezinip hiç bir
işe yaramaz görüntüsü veren solcu Lale. Uzun bir alıntı ve parantez içi yorumlarımızla güvensiz,
paranoyak, dağınık ve pis bir portrede çizilen Lale'nin tasvir edildiği satırlara bakalım.

"Lale, ince yapılı, uzun bakımsız siyah saçlı, kollarından ve bacaklarından kaslar çıkmış (proleter
figürü) , hiç bir ölçüye göre güzel sayılamayacak bir kızdı. Otuz yaşlarında bile değildi ama bakışları
onu çok daha yaşlı ya da olgun yapıyordu. (solculuğun yarattığı ruhsal çöküşün fiziksel tezahürü).
Düzensiz alınmış kaşları ve dudağının üstündeki bıyık denmeye dilin varamayacağı ama genede göze
takılan siyah tüyleri yüzüne bakıldığında ilk dikkati çeken özellikleriydi. (kadın bile olamayacak çirkin
bir mahluk)***

Eleştirdiğimiz bu yaklaşımlar Aydıngün'ün diğer dört kitabında karşımıza çıkmamıştı. Belki de bu


yaklaşım şeriatçı saldırılar ve ona bağlı körüklenen paranoyaların tüm toplumu sardığı bir dönemde
(kitap 1995'de yazılmış) ulusalcı bir entellektüelin kurtuluşu militarizmde arama çabası olarak da ele
alınabilir. Sivas katliamı ve diğer köktendinci saldırıların hatırasının canlı olduğu ülkemizde bu
yaklaşıma sıcak bakanlar da olacaktır. 80'li yıllarda malum sebeplerle körüklenen siyasal islamcı
akımlar için 90'lı yıllar gelişme ve tehdide yönelme dönemleri oldu. Muhalefetin bastırıldığı dönemde
köktendinciler geniş yoksul ve eğitimsiz kitleleri solun sloganlarını da kullanarak etkilemeyi
başarmışlardı. Sivas yangının bir film gibi izleyen ülke, nedense bir anda şeriat tehlikesi paranoyasına
girdi. Özellikle medya bombardımanıyla laik- müslüman çelişkisi , toplumun temel çelişkisi haline
getirildi. Din görevlilerinin devlet memuru olduğu, tek bir dinin mezhebinin öğreniminin okullarda
yapıldığı bir ülkede, bu dönem popüler hale gelen "Türkiye laik’ tir, laik kalacak" sloganının kendisi bile
özünde ironik bir yan taşıyordu. Yaşanılan bu gerilimde köktendinci ve ona karşı olan otoritelerce
toplum bir tür saflaşmaya itildi. Duruşların, birlikteliklerin zemininin kaydığı bu sürecin ağır mirasını hala
- 13 -
taşımaktayız. Bu yönüyle “Planımız Katliam”, yayıncının iddia ettiği gibi 11 Eylül saldırılarının değil, 90'
lı yılların ortalarından itibaren yaşamaya başladığımız postmodern balans ayarı sürecinin romanı.

Daha önce değindiğimiz gibi romanın arka planında Kuzey ülkenin köktendinci rejimi ve onun
kamikaze olacak kadar beyni yıkanmış devrim muhafızlarının saldırıları var. “Planımız Katliamda” ki
köktendincilik tehlikesine karşı uyarıyı, daha önce ele almış bilim kurgu eserlerine de değinelim. Orhan
Duru'nun 1989 tarihli “Gerisin Geri İleri” kısa öyküsü islam devriminden kısa süre sonra ülkemizin
karanlık hali bir köktendinci gözüyle okura anlatır. Öykünün sonunda halife İstanbul'a gelir ve resmi dil
olarak Arapça benimsenir. İnci Aral'ın 1994 tarihli romanı “Yeni Yalan Zamanlar “(Özgür yayıncılık) da
karmaşık insan kişilikleri ve feminist yaklaşımı post modern ama öncü yaratıcılığa sahip bir anlatıyla
okura ulaştırır. Romanın arka fonunda ise şeriatçı karşı devrim tehlikesini ele alır. Bu tehdide karşı
sistem tarafından kurulan Eyigöz teşkilatı, aydın, yazar ve sanatçıları bir yere hapsederek, onlardan
ürün vermelerini talep eder. Amaç mecbur kalınan aydınlanma ile toplumun köktendinci akımdan
uzaklaştırılmasıdır. Ama bu girişimler romanın sonunda başarısız olur ve beklenen karşı devrim
gerçekleşir. İnci Aral bilim kurguya ait temaları ve köktendinci iktidar anti ütopyasını romanın bütünü
içinde çok sınırlı kullanır. Bir bakıma roman bilim kurgu kapısından içeri girer ama fazla ilerlemez.
Nevra Bucak'ın 1999 tarihli romanı “Kule” ise yurt dışında yaşayan bir kadın yazarın köktendinci Yeni
Devrim iktidarının başa geçtiği ülkesine dönme serüvenini anlatır. “Kule”, Aral'ın romanının edebi
yetkinliğine kıyasla zayıf kalan , mantığını okura kavratmakta başarısız bir anti - ütopya örneği. Baş
karakter Sahra'nın "yüceler yücesi önderimizin sevgili ulusunu ve ülkesini daha fazla böyle çağdışı bir
durumda görmeye gücüm kalmadığından geldim belkide" **** şeklinde açıkladığı ülke sebebi hiç
mantıklı değil. Gerçek hayatta aklı çalışan hiç kimse karşı devrimci iktidara adeta gönüllü teslim olarak,
Kule gerçeğini yaşamaya can atmaz. Bu abartılı anlatımlarla Sahra karakterinin savunduğu yaklaşımlar
sık sık okura batmakta. Bu açıdan romandaki Nesrin karakterinin mektup aracılığı ile ülke içinden
yaptığı aktarımlar daha oturmuş görünüyor.

Dünya bilim kurgu yazınında da köktendinci anti - ütopik örneklere sıkça rastlıyoruz. R. Heinlein
' in bizde birkaç kere çevirisi yapılmış “2100 Uzayda İhtilal” romanı kilise ve askeri bürokrasi
egemenliğinde bir baskı dünyasına ve ona karşı gerçekleştirilen ayaklanmayı anlatır. Edgar
Pangborn'un 1964 tarihli “Davy” romanında 34. yüzyılın dünyasında tüm güç kilisenin baskı düzeninin
eline geçmiştir. P. Jose Farmer 'in Türkçeye yeni kazandırılan “Aşıklar” romanının 3000'li yıllardaki
dünya düzeni her açıdan dine bağlı kurallarla yönetilmektedir. Margaret Atwood 'un “Damızlık Kızın
Öyküsü” köktendincilik tehlikesini farklı bir açıdan ele alır. Geleceğin Amerika'sında ordu köktendinci
müslümanların yarattığı tehdidi bahane ederek koyu bir baskı rejimi kurar. Köktendinci tehlikeleri ele
alan, neredeyse tüm anti- ütopyaların ortak özelliği olan kadınlara yönelen daha yoğun baskıyı,
“Damızlık Kızın Öyküsü” daha belirgin olarak ele alır. Karanlıklara mahkum olmamak için anti -
ütopyalar yanıbaşımızda "uyarı levhaları" olarak bekliyor. Aydınlık bir gelecek umuduyla !

* Roll , sayı 62, mart 2002 , syf. 46-47


** Bkz. Syf: 54,62,63,110,126,158
*** Bkz. Syf: 274,275,276
**** Cumhuriyet kitapları , syf : 110

- 14 -
Slythlar Symlemek Ýçindir Kaderimin farkına vardım. Herhangi bir
dinsel deneyimin ruhumu esir alabileceğinden
Roger Born daha öfkeli ve fanatik olarak! Bir Trantor olmak
Çev. U. BORA tüm kaderimdi. Bununla barışıktım.

Kaskı elime aldığımda artık her şeyi Ve aşıktım! Registerlarımı dolduran o hafif
biliyordum. Kaderimi, varoluş nedenimi, her şeyi. ışıklı üçgenler, ovoidler ve kareler bir sevgilinin
Pasaj karanlık ve felaket gürültülüydü. İçi, dokunuşundan daha tatlı ve daha güçlü biçimde
makinaların başında olabileceklerinin en iyisini beni kutsuyor ve bana şefkat gösteriyorlardı.
olmaya istekli insanlarla doluydu. Hiçbirşey, hiçkimse, bitmeksizin registerlarımı
dolduran bu ışıklı yapılardan daha çok beni
Buraya kazayla gelmiştim. Bilincimin yerine harekete geçiremez, çılgınca kıskanç hale
geldiği kısa zaman içinde, nerede ve neden getiremezdi.
varolduğum hakkında herşeyi özümsemeye
çalışmıştım. Şu ana kadar bulabildiğim şeylerin Çok geçmeden ortalık tenhalaştı. Yönetici
yalnızca sorular olduğunu biliyordum. arcade oyununun fişini çekmek için geldi. Trans
halimden çıkarak, bütün akşam boyunca o tek
Ben bir Trantordım. Tüm bu olanlar jetonla oynadığımı farkettim. Skora baktığımda,
esnasında bir yerde yaralanmıştım. Hayır! Bu önceki tüm skorları altettiğimi gördüm. Bana
düzenbaz dünyadan ayrılmak üzereyken kabaca ayrılmamı söylediğinde, bu gezegenin
saldırıya uğramıştım. Kim ya da neden, büyük tehlikede olduğunu anladım. Burada, bu
bilmiyordum. Artık önemli değildi. oyunda iyi olan yüzlerce -hayır!- binlercesi vardı.
Farkında olmadan Trantor haline geliyorlardı.
Kaskı alıp yarı-kapalı kumanda kabinine Onların alevler saçarak yukarıdaki göğe dalıp
oturarak, pasajın dışında topladığım jetonlardan Slythı arayabilecek pikeları yoktu. Bu yaratıklar
birini içeri yerleştirdim. Oynamaya başladım. ve kendi kaderleri hakkında bilgileri yoktu.

Hafif ışıklı sarı üçgenler simüle edilmiş Hepsi için ağladım. Bu gezegenin içinde
ekranın aşağısındaki slotlara dökülmeye başladı. bulunduğu tehlike nükleer bir savaşta kendi
Mavi ovoidler ve kırmızı kareler de onlarla birlikte kendini yoketme ya da kendi ekolojisini yoketme
akıyordu. Ekranın yukarısındaki hareketli olasılığı değildi. Hayır! Bir tür olarak yokolma
hedeflere ateş etmeye başladığımda, gittikçe tehlikesiyle karşı karşıyaydılar, çünkü Trantorlar
daha çok sayıda geldiler. Atışlarım her bir Slythla yapıyorlardı, olasılıkla iyilerini; ve Slythlardan
buluştuğunda, gittikçe daha ve daha hızlı olarak. haberleri yoktu!
Orada karanlıkta patlayışlarını izlerken herşeyi
anımsadım. Ben pikeımı boş ethere rod eden, her Gecenin içine doğru yürüdükçe, onlara
bir pis, kötü Slythı arayıp bulduğunda yokeden bir öğretmenin bana düştüğünü anladım. Savaşmak
Trantordım. Onlarla besleniyordum. için gereksinim duyacakları, özel ve gizli
lazerlerle silahlanmış pikelar yapmakla
Bir Slyth öldüğünde lazerimin bana yiyecek başlayacaktım. Yakında onların aralarındaki en
olarak geri döndürdüğü bir enerji bırakıyordu. iyi Trantorları pikeları uçurmaları için kaydetmeye
Buna symlemek diyorduk. Bir Slythı başlayabilecektim. O zaman bu gezegen
unutulmuşluğa symlemek! Slythların aileleri sonsuza dek Slythlardan kurtulmuş olacaktı!
yoktu. Bizim bildiğimiz gibi bir yaşamları yoktu.
Onlar yaşamı avlamak için vardı, herhangi bir Koşmaya başladığımda, acele etmem
yaşamı. Bir gemiyi sarıp tümüyle içine alarak, gerektiğini biliyordum. Hiçbir Trantor belli bir yaşı
içindeki tüm organik maddeyi emerek. geçtikten sonra uçmayı sürdüremezdi. Bu yaşa
Düşünmüyorlar ve hissetmiyorlardı, tümüyle bir kez ulaştıklarında Trantor olmayı
bilinçsiz, yalnızca beslenen organizmalardı. Her bırakıyorlardı. Başka birşey haline geliyorlardı.
yerde, her yaşamın kökünü kurutmak isteyen. Ölümcül değil, iyi huylu değil, yalnızca yararsız!
Her Trantor bu yaşta belleğini yitirirdi ve bir daha
Ve ben bir Trantordım. Onları yoketmek için uçmazdı. Nasıl olduğunu anımsayamazlardı. O
doğmuştum. Oradaki gürültülü karanlıkta oturup yaş onüçtü! Koşuyordum çünkü çoktan oniki
kendime gelerek gerçek bir pikeın simülasyonunu olduğumu biliyordum. Acele etmeliydim!
{{feed off}} ederken, bir bağımlı haline geldim.
{{Hard core}} bir bağımlı! Bu oyuna herhangi bir
ilaç ya da maddeden daha fazla bağlanmış.
- 15 -
İÇİNDEKİLER
Sayfa 1 = Başladığınız Yer Sayfa 2 = Manifesto

Elif ŞAFAK Orhan PAMUK Vivet KANETTI *Thomas PYNCHON

Amerikalı yazar T. PYNCHON 1963’ te ilk romanını yazdığından beri medyaya poz vermemekte,
röportaj yapmamakta ve verilen ödülleri kabul etmemektedir.

Sayfa 3 = Kitap Dünyası Sayfa 4-5 = İzmir Bilim Kurgu Etkinlikleri

Sayfa 6-7= Yeni Bir Sanat mı Sayfa 8 = İlk Çizgi Sayfa 9 = Radyo

Sayfa 10-11 = ....... - Lapa

Sayfa 12-13-14 = Planımız Katliam

Sayfa 15= Slythlar Symlemek İçindir

Sayfa 16= Baktığınız Yer


ALBEMUTH Özgür
Basın

BİLİM KURGU - 11 / 02

İnsanlığın böyle gelişeceğini iddia edenler var.


Kimbilir belki de doğrudur!

HADİ DEĞİŞTİRELİM!
Geçmiş ve Bugünden Geleceğe Bakış
"BK geleceğin edebiyatıdır"

Philip K. Dick. Albemuth Özgür Radyosu

Çok değil, 25-30 yıl önce aydınlarımız, toplumumuzun geneli gibi, BK'yu (Bilimkurgu) neredeyse hiç
tanımıyordu. Bugün ise aydınlarımız, yine toplumumuz gibi, BK'yu tanıdığını düşünüyor. Oysa medyanın ve
popüler kültürün toplumun bütününe BK olarak sunduğu şeylerin, Albemuth' da anlatmaya çalıştığımız
gerçek BK sanatı ile bir bağını kurmak güç. Toplumu, oluşturulan bu yanlış bilinç.yüzünden eleştirme gibi bir
lüksümüz yok. Ama aydınlarımızın bahsedilen bu anlayışlardan öte yaklaşımlar geliştirmemesi, sadece
piyasa ve medyanın sundukları ile yetinmesi, tuhaf bir görüntü ortaya çıkarıyor.

BK'yu TV' de, sinemada, günlük gazetelerde, popüler dergilerde ve ev sinemalarında bizlere sıkça BK
olarak sunulan, ama BK'nun Uzay Operası olarak adlandırılmış bölümü ve UFO, ruhçuluk gibi BK ile ilgisi
olmayan tüketim ürünleriyle sınırlamanın, aydının araştırıcı, çözümleyici misyonuyla bir bağlantısı olabilir
mi?

Arada bu standart anlayışın biraz ötesine giden yaklaşımlar da söz konusu oluyor, Örneğin bazı aydın-
larımız BK'nun sadece gelecekte bizleri bekleyen felaketler konusunda uyarı ile yetindiğini, bugün yaşanılan
"yabancılaşma" ve "sefaleti" görmezden geldiğini düşünmektedir.

Oysa BK'nun bakış açısı, bu yaklaşım sahiplerinin düşündükleri kadar sığ değildir. BK sadece geleceği
değil, dünü ve bugünü de kendine dert edinir. Fakat, geçmiş ile ilgili yapabileceğimiz bir şey yok. Geçmişi
değiştirebilecek her hangi bir araca sahip değiliz. Bugünü ise, öncelikle ortak, ardından da bireysel çabalar-
la oluşturuyor ve insanlığın tarihini beraberce yazıyoruz. BK yazarları ve BK aktivist gruplarıda bugünü, daha
yaşanır kılmak için emek veriyorlar.

Dün, bugün ve gelecek üçlemesi içinde yönlendirme, değiştirme, geliştirme ve aşma olanağımızın en
güçlü olduğu yer ise gelecektir.

İşte bu nedenle, geleceğe yoğunlaşmak zorundayız. Çünkü değişen toplumlara paralel olarak, sanatsal
üretimler, gereksinimler değişmiştir. Yeni alt ve üst yapı kurumları eski tarzları, türleri ya da alt türleri yık-
mak, değiştirmek dönüştürmek ve yenilerin oluşturmak zorundadır.

Günümüzde yerli yerinde duruyor gibi gözüken edebi tarzları, gelecekteki konumlarına bakarak da gru-
plandırabiliriz. Acaba hangi edebi tarzlar geleceğe doğru evrilecek, hangileri sonlanacaktır ?

Bugünkü anamalcı sistemin aşılması ile gelecekte, tür, alt tür kapsamında ele alınan edebi tarzlar yok
olacak, ortada sadece geleneksel roman ve BK kalacaktır. Geleneksel romanın varlığını sürdürdüğü koşullar
da betimleyicilikle sınırlı kaldığından sıkıcı bulunup, okurunu bulmakta güçlük çekecektir. Korku türü ise, din-
sel, metafizik zorlamaların etkisinin bitmesi ile yok olma durumuyla karşı karşıyadır. Gelecekte bilinmeyen-
den korkmaya değil, onu, aydınlatmaya yönelen bir gerçek karşımızda olacaktır.

Bahsettiğimiz aydınlık gelecekte, fantazyaya kaçma ihtiyacı artık duyulmayacağından şu anki haliyle
fantazya yazını devamını sağlayamayacaktır.

Sevginin, aşkın her türlü yabancılaşmadan, önyargı ve yasaktan kurtulduğu dünyada pembe - beyaz dizi
tarzı popüler aşk edebiyatı da pornografi denilen sektör de yok olacaktır.

Geriye, sadece gelecek rehberi ve insanın bilinmeyenleri aydınlatma güdüsüne cevap verebilen BK
kalacaktır. Bugün BK sanatı dediğimiz merkez, var olan tüm kültürel, sanatsal araçları tıpkı bir kara delik gibi
içine katarak büyümekte, gelecekteki görevine hazırlanmaktadır.

Yukarıda çizdiğimiz tablo, olası bir aydınlık gelecek ihtimalinden yola çıkmıştır, gelecek için "olumluya,
aydınlığa, gelişmeye her zaman açıktır" diye kesin şart öne sürülemez.

-2-
Bir ütopya gerçekleşecekse, bu durağan olmayan, sürekli evrimsel ve devrimsel olarak gelişen bir içer-
iğe sahip olmalıdır. Ve bu ideal, aynı zamanda tutarlı, uygulanabilir ve sürdürülebilir olmak da zorundadır.
Bu saydıklarımızdan yoksun bir ütopya idealinin var olabilmesi ve kendini pratikte aşabilmesi mümkün
değildir.

İkinci şık ise, şu anki sitemde yaşamağa başladığımız ve böyle giderse türümüzün toptan imha riskini
de içinde taşıyan büyük bir tehlikedir. Yarının nasıl olacağını bugünden tam olarak kestiremiyoruz. Ama
nasıl olmaması için mücadele etmemiz şart. Dün, bugün ve gelecek adına.

-Kosmosun Kardeşliği Adına


Kosmosta bizden başka düşünen var mı
Var
bize benzer mi
bilmiyorum
belki bizden güzeldir
bizona benzer meselâ ama çayırdan nazik
belki de akarsuyun şavkına benzer
belki çirkindir bizden
karıncaya benzer meselâ ama traktörden iri
belki de kapı gıcırtısına benzer
belki ne güzeldir bizden ne de çirkin
belki tıpatıp bize benzerler
hangisinde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
Tovariş diyecek
Söze bu sözle başlayacak biliyorum
Tovariş diyecek
ne üs kurmaya geldim yıldızına
ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe
Koko-kola satacak da değilim
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerle mutlu dinlenmeler adına
"yarin yanağından gayrı heryerde her şeyde
hep beraber"

diyebilmek adına
evlerin
yurtların
dünyaların
ve kosmosun kardeşliği adına
1961
Nazım Hikmet RAN

Pratik Ütopyalar Tarihinden


Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek Kazıcılar
Atom bahçelerine yürüyünce aydınlık,
1949' da Londra'nın St George' s tepesini işgal ederek,
Yalnız meraklıları değil, bütün insanlık ekip biçmeye başlayan köylülerin yönettiği hareketin
Şiirin aynasında kendini seyredecek ismidir. Bu hareketin fikirsel önderliğini "Yeni Dürüstlük
Yasası" bröşürünü ve "Özgürlük Yasası" kitabını yazan
Aralık 1959 Gerrard Winsteyley'di. Toprak ortak mülk kabul edilmesi
N. H. RAN üzerine şekillenen bu pratik ütopya hareketi, demokratik
seçim talebinin altını çizer. Kazıcılar hareketi de egemen-
lerce zorla bastırılmıştır.

-3-
Yayın Dünyasından BK'sal Haberler
90'lı yılların ortasında Türkiye'de çeviri kitap basımı açısından bir BK Rönesansı başladığını bildirmiştik.
Bu çıkış 50'li yıllardaki Çağlayan, 70'li yıllardaki Okat ve 80'li yıllardaki Baskan BK serilerini, eser sayısı ve
etki gücü açısından aşan bir içeriğe sahipti.

Bu atılımın başlatıcısı olarak Metis ve Kavram yayınevleri öne çıktı. Ardlarından gelen Sarmal,
Altıkırkbeş, İletişim, İthaki başta olmak üzere birçok yayınevi benzer bir yolu izlemişti. Bugün baktığımızda
Kavram yayınları artık kitap yayınlamıyor, Sarmal yayınları ise uzun süreli bir suskunluğa girdi.

İletişim yayınları son olarak Eylül 2002'de yayınladığı "Fiyasko" romanı ile S. Lem külliyatına devam
ederken, arada Sturgatski kardeşler ve Mehmet Açar'dan birer BK romanı yayınladı. Altıkırkbeş kendi ritmi-
ni bozmadan başta P.K Dick usta olmak üzere BK serisine devam etmekte. Ayrıntı yayınları ise bazen "BK"
bazense "edebiyat" ibaresi ile BK çevirilerine yer vermeye devam ediyor. Yayınevinin 2002'de başlattığı
"Yeraltı Edebiyatı" serisinde Çarpışma, Kozmik Haydutlar, Dövüş Kulübü gibi BK'sal eserlere yer verilmişti
Önümüzdeki günlerde, seriden "Dövüş Kulübü' nün yazarı C. Palahniuk'un "Invincible Monsters" ve "Gösteri
Peygamberi" romanları da çevrilecek.

Kabalcı yayınları Kim Stanley Robinson'un "Kızıl Mars" ı ile BK edebiyatına giriş yaptı. Sel yayıncılık
Velerie Solanas'ın feminist bir ütopya taslağı olan "Erkek Doğrama Manifestosu" nu yayınladı. Kaos yayın-
ları da pratik bir ütopya önerisi olan "Bolo, Bolo" yu okurla buluşturdu. Everest yayınları Amerikan toplumu-
nun aykırı entelektüeli Susan Sontag'ın "Amerika'da" romanını yayınladı. Roman 1876 yılında Amerika'ya
ütopik bir komün kurmak için gelen Polonyalı sanatçı Maryna Zalezowka'nın gerçek yaşam öyküsünden kur-
gulanmış. Everest yayınları ayrıca, Sadık Yemni'nin "Metros" romanı ile BK yayıncılığına adım atacak. S.
Yemni'yi daha önce Metis yayınlarından çıkan polisiye "Amsterdam'ın Gülü" fantastik-korku "Muska" ve "Öte
Yer" romanlarından tanıyoruz.

90'lı yıllardaki atılımın öncülerinden Bülent Somay editörlüğündeki Metis BK dizisi son birkaç yıldır
büyük bir durgunluk içinde. 2000 yılının başından beri diziden çıkan roman sayısı, sadece dört. Metis yayın-
larının basına duyurduğu sonbahar dönemi yayın programında da BK dizisine ait yeni bir romana yer ver-
ilmemiş.

Şu anki durumda 90'ların BK Rönesansını en hareketli şekilde sürdüren yayınevi olarak, İthaki yayınları
öne çıkıyor. Ekim ayı başında yayınlanan A.E. Van Vogt'un "Uzay Tazısı'nın Yolculuğu" romanı ile BK serisi
42. kitaba ulaştı. Van Vogt 40'lı ve 50'li yıların Amerikan BK'sunda etkili olmuş bir isim. Büyük usta P.K. Dick
BK yazmaya başladığı dönemlerde Van Vogt'tan etkilendiğini söyler, çok kısa bir zamanda kendine özgü
evrenini oluşturan P.K.D.'nin Van Vogt ustaya saygısı yaşamının sonuna kadar devam etmiştir.
Hatırlanacağı gibi, şimdiye kadar Çağlayan ve Baskan BK serilerinden birer Van Vogt romanı Türkiyeli
okurla buluşmutu. Çağlayan serisinin üçüncü kitabı olan “Feza Canavarları” adlı kitap bugünlerde yeni
basılmış olan “Uzay Tazısı’nın Yolculuğu” adlı kitabın oldukça eksik bir çevirisiydi. Ayrıca Jules Verne'nin
bütün eserleri dizisi de art arda yapılan aslına uygun çevirilerle büyüyor. İthaki yayınlarını bu kararlı
yayıncılığından dolayı kutlayarak, devam eden çalışmalarının yerli yazarlarımızın BK eserleriyle
çeşitleneceğini umuyoruz.

-4-
ATLAR GÜVERCİNLER VE O GÜZEL İNSANLAR

Asım Seyhan

-Şarabı versene
-Al ama fazla götürme, Para yok şarap da az. Gerçi,yakında ikisine de ihtiyacımız kalmayacak ya.
Güvercinler sağdan soldan yağıyordu sanki. Yoldaki at dışkılarına bir iniyor, bir kalkıyorlardı. Dışkılardan
sindirilmemiş arpa, tohum ve benzeri şeyleri ayıklıyorlardı. Gariptir, alkolikler gibi davranıyorlar ve hayatları
pahasına da olsa o dışkılardan vazgeçmiyorlardı.
-Şuna bak! Minibüs bir güvercini ezdi.
-(Kendi kendine) Midemin içine etti, ama çare yok bundan başka içilebilecek şarap kalmadı. (Diğerine
dönerek) Haaa onlar mı? Onlarınki intihar. Doğrusu benden daha onurlular.Bokun içinden karınlarını doyu-
ruyorlar ama, ölüm her zaman hoş geldi sefa geldi.
-Sen fazla içme istersen, incilerin dökülmeye başladı yerlere.
-Bak bir tane daha ezildi. En ufak bir çabada harcamadı kurtulmak için. At bokunun içinde, bir tek arpa
tanesi uğruna. Al bir yudum.
-(Yüzünde mide bulantısı ve dehşeti ifadesiyle.) Dayanamayacağım gidelim buradan. Bu kaçıncı?
-(Hırıltılı bir sesle kendine söylenir gibi.) Biz kaçıncıyız? Hesabımızı tutan oldu mu?
-Bunun şarap olduğuna emin misin? Tursunol kağıdı gibi oldum.
-Şarap aşk' ın içeceğidir, her ikisinin tadına doyulmazları da vardır, ekşiyip asitleşmişleri de. Her ikis de
sarhoş eder ama, biri güneşten dahi vazgeçebileceğin bir baş ağrısı bırakır geriye, diğeri, kendinden bile
kurtulmak isteyeceğin kalp ağrısı. Biliyor musun? Aşk ince derimizdir, sivrisinek de en ince yerden kan emer.
-Filozoflar için her zaman bir fazla yudum vardır. Çek! (Çaresizce) Bir tane daha ezildi!.
-Onların hepsi kahin. Sonumuzu müjdeliyorlar.
-Ne? Anlamadım.
Geçmişten bir şeyler anımsamaya çalışıyorlardı. Tatlı birkaç kırıntı yeterdi onlara ama…
şehir hatları vapurları, sahildeki eğlence yerleri, sinemalar, kitapçılar, üstü asmayla örtülü baharat koku-
lu çarşılar.
Sigaralarından birer nefes çekip, havaya boca ettiler dumanı. Küçücük bir sis oluştu gözlerinin önünde.
Geçmişin güzel yüzlü hayaletleri dolaşıyordu o puslu grilikte. Vapur düdükleri, fırsatçı martılar, sinema
çıkışlarının ağır yürüyüşleri, baharat kokulu, balık pullu çarşılar…
-Geeeel geeeel sardalye ye gel !...
ama, küçük bir esinti: sis dağılıverdi. Köhne, çelimsiz düşlerini dağıtıp gitti rüzgar. Ateş gibi belirgin ve
yakıcı bir gerçeklik kaldı geriye.
-Kim anladı ki? Neyse işte. Artık ne at boku didikleyecek güvercinler kalacak ne de, pisleyecek atlar.
Yakıtsız kalan minibüsler geri dönemeyecek son duraklarından. Yaşam, seçilmişlerin kolonisiyle birlikte uza-
ydaki yeni cennetlerine gitti. Oraları da parselleyip cehenneme çevirmezlerse tabii. Ölüm de buraya , bize
kaldı. Öncekiler yeterince bitirememişti dünyayı ama biz, sanat haline geterdik yıkıcılığı, asalaklığı, aç
gözlülüğü ve sonuç: "O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler."
Son fırtı sen çek!..
Pratik Ütopyalar Tarihinden

Etienne Cabet (1788 - 1856) ve Genç İkaria


Komünü.
Fransız düşünürü Cabet' in 1842 yılında yayınladığı
"İkaria'ya Yolculuk" ütopik romanı geniş kitleleri etk-
ilemişti. "İkaria'ya Yolculuk" mülkiyet ortaklığının, aklın ve
adaletin egemen olduğu bir düş ülkeyi anlatıyordu.
Dönemin karmaşık, adaletsiz toplumsal işleyişine karşı
Cabet her şeyin hesaplandığı ve kurallara bağlandığı bir
toplumun özlemini duymuştur. Cabet, 500 taraftarı ile
1847 yılında Yeni Dünya Amerika'da görüşlerini pratiğe
dökme şansına kavuşmuştu. "Genç İkaria" adlı bu ütopik
komün Cabet'in ölümünün ardından, komüncülerin tüm
özverili çabalarına rağmen kalıcı olamamıştır.

-5-
Bir BK Başyapıtı Olarak Brazil' in Çıkış Noktaları ve Özgünlüğü

Rafet ARSLAN

Terry Gilliam'ın Brazil filmine nedense G. Orwell'in 1984'ünün kara mizah yorumu olarak bakıla gelmiştir.
Brazil'in çekimlerinin 1984 yılında yapılmasının bu yorumlardaki etkisi ise meçhul. Brazil filmini sadece bir
romanla özdeşleştirmek, ufkunu daraltmak anlamına geliyor.

Çünkü Brazil 20. yüzyılın tüm modernist, öncü sanat anlayışlarına saygı gösterisi sunan ve aynı zaman-
da özgün ve yaratıcı bir sinema dili yaratmayı da başaran bir başyapıt. G. Orwell' in 1984 romanı da biraz-
dan ele alacağımız Brazil'in geniş gönderme listesinde mevcut. Unutmamak gerekir ki Orwell'in totaliterlik
eleştirisinin merkezinde sosyalist sistem vardır. Oysa, Brazil' in yarattığı dis-ütopik dünya, kapitalist bir
dünyadır. Ve filmin eleştiri oklarının baş hedefi faşizmdir.

Brazil'le ilgili diğer bir yanlış kanı ise "filmin düşleri bir kaçış yolu olarak gösterdiği" yönünde. Bu yak-
laşım filmin rüya sahnelerinin, bütün ile birlikte ele alınmamasından ortaya çıkmaktadır. Filmi Sam Lavrey'in
burjuva aile hayatı, bürokrasi vb. baskı yaratan mekanizmalar ile, içindeki isyancı ruhun hesaplaşması şek-
linde ele aldığımızda, bu yaklaşımın ne denli hatalı olduğu ortaya çıkar.

Brazil T. Gilliam'ın yönetmenlik dehasını iyice belirginleştiren ve onun ender sayıda, geniş kitlelere yöne-
lik sanat filmi yapabilen sinemacılardan biri olduğunu gösteren bir örnektir. Filmin neredeyse bütün planların-
da ışık, gölge, müzik, kamera açıları usta işi klasik bir beste gibi bütünlük taşır. Ve Gilliam'ın sinema dilinde
yakaladığı melodi, gelişkin bilgisayar teknolojisinin imkanlarına değil, bir nevi zanaatkar uğraşlarına dayanır.
Frederick Jameson' un 1984' te yayınladığı "Postmodernizim = Geç kapitalizmin kültürel mantığı"
makalesinde ele aldığı nostalji (retro) akımına bağlı filmlerin, gerçek tarihsel zamanın ötesine geçiyormuş"
izlenimini yaratmayı amaçladığının altını çizer. Brazil'de nostalji filmleri gibi alternatif bir zamanda geçer.
Fakat "20. yüzyıla bir yer" anonsuyla başlayan filmin, postmodern sinemadan farkı, geçmiş, bugün ve gele-
ceği tek bir tarihsel süreçte birleştirmesidir.

BK sinemasında birçok yönetmenin düştüğü, BK'nun zaten özündeki yadırgatıcı tavrın, klasik katarsis-
ci anlatımı bertaraf edeceği yönündeki yanılgıya, Gilliam düşmez. Brecht'in epik tiyatrosundaki gibi, sürekli
yabancılaştırma tekniklerine başvurarak, Brazil izleyiciyi arınmaya değil, düşünmeye davet eder. Slovak
düşünür Zizek işkence, ölüm, zorbalık gibi belaların mizah tarzıyla anlatılmasını yanlış bularak, Brazil için
"totaliter bir toplumu iğrenç denecek ölçüde komik betimleyen bir film" demişti. Fakat, burada Zizek' in
kaçırdığı nokta Brazil' in mizahının eğlendirici değil, acıtıcı ve düşündürücü bir kara mizah olduğu ve tama-
men yadırgatıcı bir tarzda ele alındığıdır.

-6-
Filmdeki mizah anlayışının önde gelen esin
kaynaklarından klasik iki örnek olarak Rene
Clair'in "Özgürlük Bizimdir" ve Chaplin'in
"Modern Zamanlar" filmlerini gösterebiliriz.
Clair'in filmindeki fabrikada haberleşme için kul-
lanılan bir çeşit borular vasıtasıyla faks sistemi
ve Chaplin'in filminde kaytaran çalışanları
ekrandan takip eden müdür sahneleri, Brazil'de
Gilliam'ın yorumuyla yeniden ele alınır. Bu iki
filmin makineleşmenin yabancılaştırıcı etkisi
üzerine eleştirisinde kullandığı dişliler, montaj
bandı gibi teknolojileri Gilliam bilgisayar
teknolojisi, kameralar, robot "Big Brother" göz-
leri ile belirginleşen yüksek teknolojik (high-
tech) dönemin ürünleri ile birleştirerek ele alır.
Brazil'in yadırgatıcı kara mizahının diğer önem-
li ayağı ise, filme damgasını vuran Kafkaesk
ruhtur. Kafka'nın cehennemi iktidarı, grotesk karakterleri, filmin tümüne sinmiş bürokrasi eleştirisi ve giriş
sekansında Buttle ile Tuttle'ın, bir insan hayatına mal olmuş isim karışıklığına sebep olan böcek gibi tema
ve unsurlar Gilliam'ın Kafka ile ruh kardeşliğini ortaya koyar. Gölgeler yardımıyla aktarılan enformasyon
bürosunun dev kapısı (iktidarın gücünü temsilen) ve kapıdan içeri giren Lavrey'in boyunun küçüklüğü, (çare-
siz kılınmış, yalnız bireyi), Orson Wells'in sinema tarihindeki en sağlam Kafka uyarlaması olan Dava filmin-
deki dev mahkeme kapısı ile karşı karşıya kalan Bay K.'nin umutsuzluğu ile çakışır.

BK'sal açıdan filmin merkezinde yaratılan karanlık ütopya ve bu durumdan aydınlık bir ütopyaya
yönelme çabalarının gerilimi vardır. Bu baskıcı sisteme, karşı çabalar olarak Jill'in sivil hak arama mücade-
lesi, H. Tuttle'ın bireysel radikalizmi ve ortada gözükmeyen ihtilalci grupların gerçekleştirdiği söylenen pat-
lamalar öne çıkar. Tuttle'ın bireysel girişiminin çıkışsızlığı ve ütopik dönüşüme özlem, filmdeki 7. ve en uzun
düş bölümünde belirginleşir. Tuttle'ın devrimci bir organizasyon ile Enformasyon bakanlığına yaptığı baskın
ve burada J. Eisenstein'ın Rusya'daki 1905 ihtilalini konu alan Potemkin Zırhlısı filmindeki Odessa merdi-
venleri sahnesinin Gilliam'ca yinelenmesi, bu çıkışsızlık karşısında en azından Lavrey' in düşünde yanan bir
umut ışığının altını çizer. Blade Runner filminin sonunda karşımıza mutlu son gibi çıkan, doğaya kaçışın,
Brazil'in bu düş sekansında ne kadar işlevsiz olduğu gözler önüne serilir. Lavrey' in kaçalım önerisine, Jill
"kaçacak bir yer yok" sözleri ile karşılık verir. Yinede filmin sonunda bir nevi bitkisel hayata giren Lavrey' in
mırıldandığı filmin fon müziği, belli belirsizde olsa izleyiciye "umut ilkesini" anımsatır.

Brazil dün, bugün ve geleceği aynı potada eriten, tamamen çılgınca düş gücüne dayalı alternatif bir
dünya oluşturur. Sinema, edebiyat ve diğer sanat dallarında 20. yüzyıla damgasını vuran bütün önemli akım
ve türleri (gerçeküstücülük, dışavurumculuk, filmnoir vb.) tek bir filmde birleştiren bir yapı kurar. Brazil'in,
postmodernizm istilasının, sanatın artık yeniyi üretmediği tartışmalarının, öncü sanatın ölüm döşeğinde
olduğu iddialarının ve kitle kültürünün belirleyiciliğinin damgasını vurduğu bir dönemde yaratıcılığını ortaya
koyması, filmin önemini arttırmıştır. Gilliam, postmodern anlatımı yapıbozuma uğratarak, modernist ve
devrimci yeni bir anlatı oluşturur. Neredeyse tüm anlatım biçimlerinin tüketildiği bir dönemde Brazil eski
malzemelerden, düş gücü, hümanist felsefe, politik radikalizm ve yadırgatıcı bir duruş ile yepyeni ve özgün
yapıtlar üretilebileceğinin ispatı olmuştur.

...işler, atom reaktörleri, işler işler, atom reaktörleri, işler


yapma aylar geçer güneş doğarken yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken ben bir geceyi, ve güneş doğarken hiç umut yok mu?
bir uzun geceyi gene uykusuz Umut, umut, umut,
ağrılar içinde geçirmişimdir. Umut insanda…
Düşünmüştüm hasretliği, ölümü
Seni, memleketi düşünmüşümdür, 1958
Seni, memleketi ve dünyamızı. N. H. RAN

-7-
Bir Bilimkurgu Sözlüğü Denemesi Mustafa SUYOLCU
Giriş
Sanal Gerçeklik (Virtual Reality)

Bilgisayar tarafından oluşturulan, gerçeğe uygun


Saltık Kurgubilim (Hard Science Fiction)
çevre. Günümüz gerçeğinde hemen her an
karşımıza çıkan ve günlük yaşamımıza giren bu
Bilimsel olasılık ve olabilirlik çerçevesi içinde
kavram bilimkurgunun en çok işlediği konular arasın-
kalmaya dikkat edilerek yazılan BK eselerine genel
dadır. Akla gelebilecek hemen her tür insan profilin-
olarak verilen isim. Bu eserlerde, yazar bilinçli bir
in, psikolojik yapının işlendiği bu tür yapıtlar
şekilde doğa bilimler ve teknolojiyi ön plana
günümüzde özellikle öne çıkmaktadır. Sinemadaki
çıkararak gerçekçi, gelişmiş, bilimsel ve teknolojik bir
en eski örnek olarak "Tron" filmi kabul edilir. Sanal
yapı ortaya çıkarmayı hedefler. Bazı örneklerinde
gerçeklikte sıkışıp kalan bir karakterin maceralarını
astronomik ve fiziksel olaylara oranla karakter
anlatan filmin neredeyse tamamı bilgisayar grafikleri
geliştiriminin ikincil düzeyde kaldığı gözlense de,
kullanarak yapılmıştır. Bu özelliği ile de "İlk" kabul
özellikle iyi yazarların oluşturduğu eserlerde insan
edilir. Matrix, Avalon, Exsistance (Varoluş), John
faktörü ön planda yer almaktadır. Her iki durumda da
Menemonic, Dark City (Karanlık Şehir) filmleri bu
esas olarak, Saltık Bilimkurgu teknolojiyi ele alıp
konuyu işleyen filmler olarak karşımıza çıkmıştır.
işleme eğilimindedir. Yazarlar eserlerini tutarlı bilim-
Yazın dünyasında da yerini alan Sanal Gerçeklik,
sel verilere dayandırarak oluşturmakta ve yayınla-
William Gibson'un ünlü eseri Neuromancer'de
maktadırlar. Hal Clement, Arthur C. Clark, Larry
doruğa ulaşmıştır. Bilimkurgu'nun büyük ustaların-
Niven gibi yazarların eserleri Saltık Bilimkurgu'ya
dan P.K. Dick de kitaplarında bu konuyu olağanüstü
örnek gösterilebilir.
bir biçimde işlemiştir. Özellikle Gökteki Göz ve Ubik
ustanın bu konuyu ele aldığı kitaplardır.
Hafif Kurgu Bilim (Soft Science Fiction)
Cyberpunk
Kişi veya toplumların doğal fenomenler veya
teknolojik gelişimin ortaya çıkardığı durumlar
Dijital toplumun yokoluşçu (nihilist) yönünü anlat-
karşısındaki aldığı tavrı konu alır. Psikolojik ve sosy-
mak için kullanılan terim. Cyperpunk ta olaylar
olojik analizler konusuna odaklanıp, teknolojinin,
gerçek zamanda ve siberuzayda geçer, gerçek ile
araç gerecin, fizik yasalarının ayrıntılarını arka plan-
sanal arasındaki çizgi belirsizdir. Tipik özelliği insan
da bırakır. Ray Bradbury, Ursula K. Le Guin, Nancy
beyni ile bilgisayar sisteminin birbirine bağlan-
Kress gibi yazarların eserleri Hafif Bilimkurgu' ya
masıdır. Cyperunk'ta tarif edilen dünyalar karanlık,
örnek gösterilebilir.
kötücül ve çoklukla yaşamın her yönünün bilgisayar
tarafından kontrol edildiği ortamlardır. Bu türün en
Yeni Dalga (New Wave)
ünlü yazarları Alfred Bester-(The Stars My
Destination [Tiger! Tiger] ) Kaplan! Kaplan!,
Yukarıda bahsettiğimiz iki ana başlığın hemen
P.K.Dick-Ubik, John Brunner-(The Schokwave
aynı zamanlarda ortaya çıktığı kabul edilmektedir.
Rider) Şokdalgası Süvarileri),Vernor Winge-(True
Günümüzde, Saltık Bilimkurgu tanımına uygun bir
Names) Gerçek İsimler, William Gibson-
biçimde ve daha gelişerek varlığını sürdürmektedir,
Neuromancer olarak sayılabilir.
buna karşın Hafif Bilimkurgu kavramındaki içerik ve
anlayışındaki değişiklik ve farklılıklar Yeni Dalga adı
verilen bir değişikliğe neden olmuştur. Yeni
Dalga'cılar (1960'lı yıllarda) Hafif Kurgubilimde kul-
lanılan geleneksel temaların ötesine geçerek, daha
deneysel eserler ortaya koymuşlardır. Daha önce hiç
ele alınmamış, hatta Bilimkurgu'nun dışında tutulmuş
uyuşturucu, nüfus kalabalıklığı, seks gibi konuları ele
alıp işlemişlerdir. Akımının başlatıcısı olarak,
İngiltere' de "New World's Science Fiction" dergisinin
editörlüğünü yapmış olan Michael Moorcock kabul
edilir. Bu akımın en ünlü yazarları Brian Aldiss, J.G.
Ballard, Thomas Disch, M. John Harrison ve Michael
Moorcock olarak sayılabilir. Bazı kaynaklarda Ray
Bradbury ve Alferd Bester bu akımın öncüsü olarak
da gösterilir.

-8-
Bilimkurguda Zaman (1)
Mustafa SUYOLCU

Bilimkurgu Sanatında en çok ele alınan konuların birinden bahsetmek istiyorum. Hemen herkesin, ister
bilimsel, sanatsal olarak, ister sıradan günlük yaşamımız sırasında çeşitli yön ve anlayışlarımızla zengin-
leştirdiğimiz bir kavram "ZAMAN".

Ata sözlerimize, deyimlerimize, gündelik yaşamımıza yerleşmiş, ondan bahsetmeden, bazen sevgi
bazense nefretle, bir günümüz yok. Çoklukla pek de önemsemeden, üzerinde çok durmadan bahsederiz
ondan. Nedense, mutlu, sevinçli olduğumuzda hızlı, dertli üzüntülü olduğumuzda yavaş aktığından dem
vururuz, yaşadığımız günleri tarif ederken, ne yazık ki mutlu ifadelerle ender andığımız, genel şikayetlerim-
iz arasında da" eski güzel günler" olarak geçirdiğimiz bir kavram "zaman" ve o kadar ayrılamaz bir bütün-
lüğe sahip ki yaşamdan, kaçınılmaz olarak sanatın, bilimin odak noktalarında, hatta en önemlilerinden, biri.

Zamanla ilgili, onu anlamaya, çözmeye yönelik bilimsel çabalar, çok uzun bir süredir varlar. Ve öyle
görülüyor ki daha uzun bir süre de var olmaya devam edecekler.

Biz burada zamanı sanatsal açıdan ele alıp inceleyen, işleyen, onu, dertlerini bizlere anlatmak için bir
araç olarak kullanan BK sanat ve sanatçılarını konu edineceğiz. Sizlere bu konuda eser vermiş kişileri biraz
da olsa tanıtmağa çalışacağız. Ancak bu konu çok uzun bir geçmişe sahip ve o kadar çok eser var ki tek bir
sayıda bunların hepsinden bahsetmemiz olanaksız. Yerimiz el verdiğince bu konudaki eserleri ve
yaratıcılarını sizlere tanıtacağız.

Ama, öncelikle bir sanat aracı olarak "Zaman" konusunu fantastik maceralar, doğaüstü yaklaşımlar
konusundan arındırmak gerek. Ne yazık ki BK'nun yazınsal ve sinemasal örnekleri incelenirken bu tür yak-
laşımlar, sanatçının anlatmaya çalıştığı atlanarak öne çıkarılabiliyor, hatta, bu bazen o kadar ileriye
götürülüyor ki BK'nun kendisini Fantastik bir öğe imiş gibi yansıtıyor. BK sanatında zaman'ın bir araç
olduğunu göz ardı etmemek gerek. Aksi takdirde sanatçının ele aldığı, iletmek istediği konu kolayca gözden
kaçabilir, hele sinemasal örneklerde görselliğin de etkisiyle konu tamamen ortadan kaybolup art arda gelişen
bir olaylar zinciri olarak algılanabilir.

Bu küçük uyarıdan sonra "zamandan" BK da ne şekillerde bahsedildiğine kısaca bakalım.

1-Zaman'da yolculuğu sağlayan çeşitli makineler.

Genellikle tek kişi bazen de küçük bir grubun çalışmasıyla ortaya çıkarılmış bilimsel temeli çok etraflıca
anlatılmamış aygıtlardır.

Zaman Makinesi sinemasal ve yazınsal örneklerin çoğunda yeni bir buluş olarak karşımıza çıkar.
Okuyucular ya da izleyiciler olarak olayın en başından izleme durumundayızdır.Yakın geçmişte sinemalar-
da gösterilen, büyük usta Wells'in aynı adlı romanından uyarlanan, ve pek de başarılı bulunmayan "Zaman
Makinesi" filmi bu tür bir yaklaşım sergilemekte. Yine eski bir dizi filmin yeni çekimi "Uzayda Kaybolanlar"
da bu türe güzel bir örnek.

Sevgili dost ve abimiz İzmirli mimar ve yazar Can Eryümlü'nün internet üzerinde yayıncılık yapmakta
olan, Alt Kitap'tan yayınlanan "Son Antlaşma" adlı kitabı da, bir grup çalışmasıyla oluşturulan zaman maki-
nesinin kullanımını anlatan sürükleyici ve heyecan verici bir kitap. İnternet'ten yararlanarak kolayca ve ücret-
siz olarak edinilebilecek bu kitabı öncelikle tüm BK ile ilgilenenlere ve okumayı seven herkese öneririm.
Kitabı www.altkitap.com adresinden ücretsiz olarak indirebilirsiniz.

Daha az rastlanan bir başka "Zaman Makinesi" örneği de büyük gruplar tarafından kullanılan gelişkin
yapıların tarif edildiği türlerdir. Ünlü Bilim adamı ve BK yazarı Isaac Asimov'un "Sonsuzluğun sonu" adlı
romanı da bu tür bir zaman makinesi yaklaşımını anlatır.

Bu örnekleri çoğaltmak olası ancak zamanımızın darlığı nedeniyle ve daha sonra bu örneklerden bah-
setmek üzere diğer maddeye geçelim.

-9-
24 Akil Başyıldız
dışarıda gün ortası olduğunu anlatmaktaydı. Bir
Tüm çevreni ılık bir sıvı ile kaplıydı.Bunun farkın- yatakta idi. Odanın kapısı ardından gelmekte olan su
da değilse de kendisine dinginlik veren bir ritmi sesi az sonra kesildi. Kapıda bir genç kız belirdi.
hissedebiliyordu. Açlık yoktu. Sürekli bir haz ve Giyinik, çantası omzunda. Yüreği hızla atmaya
güvende olma duygusu içindeydi. Mutluluk. Uyku. başladı. Kız ona yaklaştı ve dudaklarına bir öpücük
Karanlık... kondurdu. Doğruldu, tekrar kapıya yöneldi. Bir an
Bulunduğu ortamdan itilme, dışlanma hissiyle dönüp ona baktı, kapının ardında kayboldu. Az
gerildi. Gözleri aralandı; ışık. Şaşırdı ve korktu. sonra uzaklardan bir kapı kapanma sesi daha duyul-
Dudaklarından bir feryat yükseldi. Güvenli sıvı orta- du. Bu ses yataktan fırlamasına neden oldu. Dağınık
ma dönme istenciyle kuvvetle yumdu gözlerini. elbiseleri gördü. Alelacele giyindi. Kapıdan çıktı.
Karanlık... Koridor. Nihayetine vardı. Karşılıklı iki kapı. Birini
İlk kez açlık hissetmekteydi. İstemsiz bağırdı. açtı, geniş bir salon, boş,kapattı tekrar. Yerde
Gözlerini aralarken alıştığı ılık ortamın çok yakınında ayakkabılar gördü, geçirdi ayaklarına. Diğer kapıya
olduğunu algıladı. Önündeki kocaman yuvarlağa yönelirken yan tarafında bir hareket hissetti, döndü.
atıldı. Kendiliğindenlikle emmeye koyuldu. Duvardaki parlak yüzeyden bir genç kendisine bak-
Doygunluk sevincini tattı. Başı yana kayarken dingin- maktaydı. Geriledi, karşısındaki de. Bir an kımıl-
lik veren ritmi tekrar hissetti. Güvenlikteydi yine. damadan baktı bu görüntüye ve kapıyı açtı.
Gözleri kapandı yavaşça. Uyku. Karanlık... Sahanlık. Aşağı ve yukarı merdivenler. Aşağıya
Gözlerini açtığında kucağında kocaman hafif bir yöneldi, indi merdivenleri. Koridor, kapı, dışarıdaydı.
yuvarlaklık vardı. Uzattığı eli dokununca kaçmıştı. Güneş gözünü aldı bir an. Kaldırım ve iki yana uza-
Uzunca bir kovalamacadan sonra yakalayıp abandı yan sokak yolu. İlerde bir köşeyi dönmekte olan
üzerine. Patlayan küre gözlerini korkuyla yummasına birkaç insan. O yöne koşturdu, köşeyi döndü ve bir
neden oldu. Karanlık... cadde ile karşılaştı. Araç ve insan seli. Gözlerini
Gözlerini açtı. Geniş bir bahçedeydi. Gün ortası- insanların üzerinde gezdirdi. Kaldırımda koşmaya
na ulaşmamış olsa da güneş, ılık ışıklarıyla tenini başladı. Bazıları kısa bir an dönüp bakıyordu ona. Bir
okşuyordu. Neşeli sesler doldu kulaklarına. Çeşitli süre sonra nefes nefese kalmıştı. Durdu. Biraz soluk-
yönlere koşturmakta olan çocuklara aitti bu sesler. landı. Ev! Evet. Eve dönmeliydi. O, tekrar gelebilirdi.
Öylece ayakta durup izledi onları. Güdüleri tetikte. Geri döndü. Çıktığı sokağı anımsamaya çalışarak
Hafiften bir panik kabarmaktaydı içinde. Koşarak hızla yürümeye başladı. Arada bir koşuyordu.
yaklaşan bir kız durdu önünde. Elini uzattı ona. Bir an Caddeye açılan sokaklar; hepsi birbirine benziyordu.
tereddütten sonra uzatılan eli tuttu. Kız onu da Bir sokağa daldı, ilerledi, ilk köşeyi döndü. Acaba?
sürükleyerek artan bir hızla koşmaya başladı. Yürümeye devam ederken az gerisinde birisinin
Koştukça kızdan çıkan kahkahalara kendisininkinin olduğunu sezdi. Adımlarını ağırlaştırdı. Gerisindeki
de eşlik ettiğini fark etti. Tedirginlikleri aktı üzerinden. de yavaşlamıştı. Omzunun üzerinden kaçamakça
Hafiflemiş, koşmak uçmakla koşut bir duyguya baktı. Dikkat çekici bir bıyığa sahip olan gençten
dönüşmüştü. Bu an hiç bitmesin istedi. Hep biriydi yakın mesafede yürüyen. Tekrar başını önüne
sürsündü. Hiç durmasındı. Bir an kızın eli çözüldü, çevirdi, karşı kıyısına geçti sokağın. Yol uzunlaması-
kaydı parmaklarından. Kalabalıkta yitirmişti onu. na devam etmesine rağmen az ilerde bir dirsek de
Artan bir telaş ve hızla onu bulmak için koşturmaya veriyordu. Köşeye varınca döndü yan sokağa. Az
başladı. Ayağı bir yere takıldı. İleri doğru savrulurken ilerde bir ev ile kesiliyordu yol. Kenardaki çöp bido-
henüz sahip olduğu bir şeyi yitirme duygusuna korku nunun çevresinde dolanan birkaç kedi haricinde
eklendi. İstemsiz yumdu gözlerini. Karanlık... ıssızdı çıkmaz sokak. Çıkmalıydı buradan. Geriye
Sonsuzcasına bir haz okyanusunda yüzmektey- döndü; Az önceki bıyıklı, yanında birkaç kişi daha
di. Dalgalar, aldığı hazlarla beslenerek onu erişilme- kendisine doğru yaklaşmaktaydı. Ellerinde, telaşın-
zlere ulaştırıyordu. Daha yükseğe, daha yükseğe. dan ne olduklarını fark edemediği bir şeyler vardı.
Daha ötesinin olamayacağını hissettiği zirvelere. Yüreği göğsünden dışarı çıkmaya koyulmuştu sanki.
Eriştiği bu haz noktasında zaman dondu sanki. Gerilemeye başladı. Hızlanarak yaklaşanlar artık
Ancak geriye dönüş başlamıştı bile, eklenenler bir bir dokunacak mesafedeydiler handiyse. Ayağı bir şeye
eksilerek. Yavaşça, yumuşakça indi dalgaları sönen takıldı. Sırt üstü düşerken gözlerinin kapanması
denize tekrar. Dinginlik sardı her yanını. Uyku ve kaçınılmaz oldu. Karanlık...
uyanıklık arası gelgitlerde yüzdü bir süre. Gittikçe Önceleri mırıltıyı andıran sesler giderek normal
artan bir tedirginlik bedenini ürpertmeye konuşma perdesine yükseldi. Başını kolundan
başlamıştı.Gözleri aralandı. Önce çevresindeki kaldırdı. Dirseğini dayamakta olduğu masayı ve
beyaz çarşafları sonra da pencerenin beyaz tül üzerindeki bilgisayarı gördü. Geniş olmayan, üstü
perdelerini gördü. Işığın yoğunluğu ve gölgesizlik, açık, kare şeklinde bir mekandaydı. Hararetli konuş-

- 10 -
konuşmalar, telefon seslen, yürüyen insanların eşlik eden kımıl kımıl bir sevinç ve elinde tuttuğu
buzlu cam kaplı kapıdaki gölgeleri. Ayağa kalktı. kağıtla biraz daha uzaklaştı. Gökyüzü maviliğini
Bulunduğu yerin yüksekliği gözü hizasındaydı. yitirmekteydi. Işıklarını birer birer yakmaya başlayan
Çevresi benzer karelere bölünmüş bir labirent gibi mekanlar onu çekti. Bol ışıklı bir alışveriş merkezine
sonsuzcasına uzanmaktaydı. Aralarda dolaşan yaklaşırken önünden geçmekte olduğu dükkanın
insanlar bir şeylere geç kalmışçasına hareketlilik camında yürüyen yansımasını gördü. Orta yaşı çok-
Kapıya gitti, açtı. Yanından gelen geçenler. Bütün bu tan geride bırakmış adamı tanımakta zorlanmadıysa
bölmeleri saran yapının kendisine en yakın görünen da az önceki duygularından eser kalmamıştı.
duvarına doğru ilerledi. Bir kapıdan geçti. Geniş bir Yerlerini yeni ve kötü duyguların almasına fırsat
koridor, yürümeye devam etti. Etrafta birkaç insan. olmadı. Az ötesindeki marketten insanların birbirleri-
Bir kapı açıldı. Birisi dışarı çıkarken içerdeki parlak ni iterek, ezerek, bağırarak dışarı boşalmakta
beyazlığı fark etti. Durdu. Adam gitmiş, kapı kendil- olduğunu gördü. Birdenbire içerden dışarı camlan
iğinden kapanmıştı. Eliyle iterek içeriye girdi. Beyaz savuran büyük bir patlama duyuldu. Havanın sadme-
fayanslı duvarlar. Birkaç adım atmıştı ki, yan tarafın- siyle yere düşerken gözleri yumulmuştu çoktan.
da bir hareket sezdi. Döndü o yana. Tanıdık gelen Karanlık...
birisi kendisine bakmaktaydı. Belden aşağısı görün- Uyku uyanıklık arası bir rehavet içinde birtakım
meyen adamın bir yansıma olduğunu anlamıştı. Orta sesler duymaktaydı. Pek de niyeti olmadığı halde
yaşa yakın bu adam ve zihninin derinliklerinde bir gözlerini araladı. Önce karşı duvardaki oldukça
evin koridorundaki genç. Yabancısı olmayan panik büyük ekranı gördü. Sonra başını önüne eğdi ve
duygusu kıpırdanmaya başladı içinde. Geri döndü, rahat bir koltukta oturmakta olduğunu ama yalnız
çıktı kapıdan. Geldiği yönün aksine yürümeye devam olmadığını fark etti. Göz ucuyla baktı. Beyaz
etti. Geniş bir bölüme vardı. Karşısında camdan saçlarıyla yaşlı bir kadın az ötesinde oturuyor ekranı
kapılar. İnsanlar girip çıkmakta. Çıktı dışarıya. Bina izliyordu. Salonun kalın perdeleri örtük, akşamın geç
ile kaldırım arasındaki geniş merdivenlerin bir kenarı- bir vakti olduğunu gösteriyordu. Dingindi ama çok
na çökercesine oturdu. Kaldırımda yürüyen insanlar yorgun hissediyordu kendini. Yaşlı kadın ayaklan-
uzun gölgelerini sürüklemekteydiler peşlerinden. mıştı. Bir şeyler mırıldandı ve bir kapının ardında
Ağzının kurumasına neden olan korkuyu çıktığı yere kayboldu. Yalnız kalınca ayağa kalktı, daha
tıkıştırma savaşımı verirken insanları incelemektey- doğrusu buna çabaladı. Zorlukla doğrulabildi.
di. Epey ilerde yürümekte olan yüzünü yandan bakışlarını salonda gezdirdi. Duvarlarda bir çok
gördüğü bir kadın onu heyecanlandırdı. Acaba? fotoğraf olduğunu gördü. Ağır ağır bunlara yaklaştı.
Ayaklandı, merdivenleri üçer beşer atladı. Kaldırımı Gülen, neşeli insanlar ve çocuklar. Kendiliğinden bir
koşarak geçerken birkaç kişiyi sıyırdı. Kalabalıkta bir tebessüm yayıldı dudaklarına. Elini uzattı, dokundu
görünüp bir kaybolan kadınla arasında cadde çocukların fotoğraflarına. Bakışları eline kaydı,lekeli
olduğunu ve kadının karşı kaldırımda yürüdüğünü ve zayıftı. Hafif bir ürperti hissetti. Çok yorgundu.
anladığında caddenin yarısını aşmıştı. Üzerine hızla Yaşlı kadının çıktığı kapıya yürüdü, bir koridora girdi.
gelmekte olan arabayı gördü. Korunmak için kolunu En dipteki kapının buzlu camını, arkasından gelen
kaldırdığında gözlerini istemsiz yummuştu çoktan. hafif bir ışık aydınlatıyordu. Koridorda başka kapılar
Karanlık... da vardı. Birisini açtı, içerisi karanlıktı. Duvarın
Gözünü açtı. Karşısında bir kapı. Bir evin dış üstündeki düğmeye dokundu. Fayans kaplı duvarlar
kapısı. Bir şey düşünmeye fırsat bulamadan kapı aydınlandı. Lavabonun üstündeki aynaya yaklaştı,
açıldı. Orta yaşını az geçmiş bir kadın tebessümle baktı. Saf bir korku göğsüne yapıştı. Tanıdık gelen
karşısında durmaktaydı. Dudaklarına bir öpücük kon- yaşlı bir adam umutsuz bir ifadeyle kendisine bak-
durup eğilerek elindekini aldı. Elinde bir çanta maktaydı. Becerebildiğince çabuk çıktı banyodan.
taşıdığını o an fark etti. Çantayı bir eline alan kadın Dipteki ışıklı odaya yöneldi. Heyecanı daha da
diğer elindeki küçük bir kağıdı avucuna sıkıştırdı. bitkinleştirmişti onu. Kapıyı yavaşça araladı.
Nazlı bir eda ile onu omuzlarından tutup geriye çevir- Genişçe bir yatak odasına girdi sessizce. Çift kişilik
di. Sırtına vurduğu bir fiske ile onu hafifçe iterek yatağın bir tarafında yaşlı kadın sırt üstü yatmış
kapıyı kapattı. Önünde küçük bir bahçe ve kaldırıma uyuyordu. Diğer yana sürükledi kendisini ve oturdu.
kadar kısa yolu vardı. Biraz oyalandı, omzunun Dinlendi biraz. Solukları uyumakta olan kadınınki
üstünden kapıya baktı. Sonra yürüdü ve kaldırıma kadar değilse de, biraz düzeldiğinde ona dokun-
vardı. Eve bakarak kaldırımda yürümeye başladı. ma cesareti buldu. Parmaklarını kadının omzu-
Durdu. Geri dönüp eve ve çevresine baktı. Ev na dokundurdu. Tepkisi sırtını dönüp uykusuna
yerinde duruyordu. Biraz daha uzaklaştı. Tekrar devam etmek oldu yaşlı kadının. Kırıldı cesareti.
dönüp baktı. Ev hala oradaydı ve onu gözden yitirm- Dinlenmeye çok gereksinim duyuyordu. Uzandı
eye cesareti yoktu. Yine de evin çevresinde attığı kadının yanına. Kadının üstü örtüktü. O da örtünmek
turu genişletti. İçinde gelişmekte olan güven,ona istedi; korunmak ve sığınmak dürtüsüyle. Bir kısmı

- 11 -
istedi; korunmak ve sığınmak dürtüsüyle. Bir kısmı ayak-
larının ucunda kalan yorganın üzerini kaplamaya başlaması-
na şaşırdı. Ve onu gördü. Metal elleriyle üzerine yorganı çek-
mekte olan insan ebadındaki madeni oluşumu. Yuvarlak,
kocaman gözleriyle, kıpırtısız kendisine bakmakta. Bakıştılar
bir süre. Sonra, titreyen yorgun elini ona uzattı. Kısa bir an eli
havada kaldı. Metal bir el yavaşça yükseldi, hafifçe tuttu elini.
O an: zaman, bir sel gibi boşaldı beynine. Anılar tül katman-
larıyla yığıldılar üst üste. Bir pişmanlıklar silsilesi gibiydiler.
Acıları ve mutlulukları büyük bir hızla tadıyordu peş peşe.
Hafızasını doldurmaya devam eden bunca yıllar yaşanmış
mıydı gerçekten? Yoksa bir deneyin kurbanıydı da, yapay anı
mı yüklüyorlardı beynine? Yoksa ölüyordu da, yaşamı bir film
şeridi gibi gözlerinin önünden mi geçiyordu? Kendi isteğiyle
bir sanallığı mı yaşıyordu yoksa? Ya da normal genişlemekte
olan zaman, kendi bulunduğu noktada pırtlamış; her şeyi
herkesten önce yaşatmış ve pırtlayan baloncuğun esneyerek
geri dönüşünde normal akışındaki zamanla kesiştiği noktalar-
da kendisine bu oyunları mı oynamıştı? Tüm bu soruların
gerçekten bir yanıtı ve bu yanıtın da gerçekten bir önemi var
mıydı? Eğer yaşamının sonuna geldiyse neye yaramıştı bu
yaşam? İnsanın yaşam süresi uzun da olsa, yaşan-
mışlar hep geride kaldığından, her sabah yeniden başlayan
ve gecesinde biten bir tek günden ne farkı vardı? Eli yatağa düştü. Robot da indirdi elini. Robotun metal
omuzu üzerinden karşı duvardaki saati gördü : 23.59 Korku yoktu artık içinde. Yerini derin bir dinginliğe
bırakmıştı. Ancak yorgun göz kapaklarını yumarken, bir damla yaş süzüldü çorak yanaklarına. Karanlık...
00.00

İZMİR BİLİMKURGU ETKİNLİKLERİ


27-09-2002: Albemuth yayına başladı. İzmir, hçesinin 18. yüzyıldaki bölümünü, Cahit ORPAK
Denizli, Manisa, Aydın, Mersin, Adana, Ankara, Arthur C. Clarke biyografisini, Rafet ARSLAN
Eskişehir, Bursa ve İstanbul”daki BK ve edebiyat Ademden Önce BK romanı ve Mustafa SUYOLCU
severlerle buluştu. Başta Leon olmak üzere BK eserlerinde zaman fenomeninin işlenişi konu-
Albemuth’a katkı sağlayan herkese teşekkürler. larını dinleyicilere aktardı.

28-09-2002: Batı Radyo’da Fahrenheit 451 27-10-2002: Aylık BK söyleşilerinin 22’incisi


Bilimkurgu programının dördüncüsü yayınlandı. gerçekleşti. Gündem “Bilimkurgu ve İdeoloji”,
Programda BK Tarihinin aktarımına devam edildi ve sunumu yapan Murat GÖÇ. Konunun genişliği
BK öyküleri seslendirildi. sebebiyle öncelikle Sinema ayağı ele alınarak işle-
nen gündem, çeşitli örnekler ve karşılıklı görüş
29-02-2002: Aylık BK söyleşilerinin bu ayki gün- alışverişiyle sürdürüldü. Aynı konunun Edebiyat
demi Hugo ve Nebula ödüllerini alan, Mülksüzler ve ayağı söyleşinin bir sonraki gündemini oluşturacak.
Bitmeyen Savaş adlı eserlerdi. Sunum, söyleşilerin
sürekli katılımcılarından Argun BAŞER tarafından
yapıldı.
Merih' e giden kosmos gemisinde turistler
Ekim ayının hoş bir sürprizi ise Fahrenheit 451 Yeryüzüyce yazılmış şiirler okuyacak.
ve Albemuth’un etkinliklerini destekleyen İsviçre Her sözü beste beste, renk renk, kat kat açarak
yaşamlı Ünal BUDAK’ın İzmir’de bulunmasıydı. En sırlı çekirdeğe ulaşabilecekler.
20-10-2002: Beşinci BK radyo programı yayın- Aralık 1959
landı. Girişte Akil BAŞYILDIZ ilk çağlardan F-451’e N. H. RAN
kitap ve kitaplıkların yakılış trajedisini özetledi.
Programda Asım SEYHAN, Akil BAŞYILDIZ, Rafet
ARSLAN ve W. HILTON - YOUNG’ın birer BK
öyküsü seslendirildi. Ayrıca Akil BAŞYILDIZ BK tari-

- 12 -
Bekleme Odası Efe GÖKTOĞAN
için gelmiştim ya siz?" dedi.
Biyonik ortopedi bölümünün bekleme odasında Hüseyin bey ise "Benim sağ kolum bozuldu.
yalnızca iki hasta bekliyordu. İkisi de erkekti. Biri Halbuki ne de güzel gidiyorduk." dedi ve sanki bir
duvar monitörlerindeki eğitici görüntüleri izliyor, izle- şeyleri hatırlıyor gibi dalgın dalgın bakmaya başladı.
mekten sıkıldıkça odada dolaşmaya başlıyor odadan "Pardon, güzel giden neydi acaba?" diye sordu
iyice bunalınca dışarıya şöyle bir çıkmak istiyor, Hikmet bey.
lakin duvarlara gömülü hoparlörler aracılığıyla ana Daldığı yerden çıkması zaman alan Hüseyin bey
bilgisayarın ona gönderdiği "Sayın Hikmet Demir, "Bir yarışma. Eşimle katıldığımız bir yarışma." diye
bekleme salonunu terk etmeniz durumunda, odaya cevapladı.
dönene kadar bekleme sırasından çıkarılacaksınız!" "Bir bilgi yarışması mı?" diye sorularına devam
uyarısıyla itaatkar bir şekilde yerine oturuyordu. etti Hikmet bey.
Hikmet bey tüm bu sıkılma seansına iyiden iyiye "Hayır şu sıralar pek popüler olan seks yarış-
konsantre olmuşken beklemekte olan diğer hasta ne malarından birine katılmıştık. Eşler kategorisinde
odanın ortasındaki sehpanın üzerine bırakılmış elek- yarışıyorduk. Bizim katıldığımız yarışmada iki hafta
tronik dergilerle ne de duvarlarda oynamakta olan boyunca günde en azından dört saat seks yapıyor-
sağlık eğitimi görüntüleriyle ilgileniyordu. O sadece sunuz ve izleyicilerin puanlarıyla her gün bir çift
oturmuş mutsuz gözlerle hareketsiz duran sağ kolu- eleniyor son kalan iki çift ise eş zamanlı olarak canlı
na bakıyor, bakıyor, bakıyordu. Arada bir de bayağı yayında seks yapıyorlar ve birinci çifte büyük ödül
ağır bir küfrü homurtu formatında azad ediyordu. veriliyordu. Biz son dört çiftin arasındaydık, fakat
Tüm bu sıkıntılı dakikalar boyunca bekleme milyonlarca insanın önünde kolum bozuldu ve
odasına bir temizlik robotu girip yerleri temizleyip, elendik. Oysa ki kolum bozulduktan sonra tüm zor-
çöp kutularını boşaltmış, bir kaç pratisyen doktor da luğuna rağmen üç buçuk saat daha devam etmiştik
uzman doktorun yanına girmiş ve bir daha çık- sekse." diye cevapladı Hüseyin bey.
mamışlardı. "Sizin adınıza üzüldüm." diye belirtti Hikmet bey
Uzun ve boş dakikaların birinin tam ortasında Yine sessizlik içinde oturmaya başladılar. Ancak
genç doktor adaylarından biri uzman doktorun bu sefer sessizliği bozan pratisyen doktor değil
odasından çıktı ve elinde bir elektronik not defteriyle Hüseyin beyin cep telefonu oldu. Arayan karısıydı,
kucağında hareketsiz koluyla oturmakta olan (hatta üç boyutlu holografik görüntüsü heyecanlı ve
oturduğundan beri hiç kalkmamış olan) hasta doğru sabırsızdı.
yaklaştı ve "Hüseyin Şahin?" dedi. "Aşkım bizi beğenmişler, film teklif ettiler, konu
Hüseyin bey "Evet, benim." diye cevap verince, da sensin. Filmde kolu bozulduğu halde sevişmeye
pratisyen doktor elindeki not defterinde bir kaç yere devam eden kahraman bir adamı oynayacaksın."
dokundu. Hasta göremiyor olsa da not defterinin Hüseyin bey " Ya sen sevgilim?" diye sordu.
holografik ekranında bu dokunuşlarla menüler açılıp "Seni baştan çıkartan hizmetçiyi oynayacağım"
kapanıyor ve notlar alınıyordu. Genç, sivilceli ve tip- dedi.
siz semi-doktor tüm bu not alış prosesine bir anda "Güzeel..." derken keyiflendi Hüseyin bey.
son verip bir kelime etmeden bekleme odasını terk Görüşme bitince Hikmet bey "Yarışmadan bir
etti. ödül kazanmış sayılırsınız. Hem Devletin seks
Sırasının geldiği umuduna kapılıp o umudu yardımı kredilerinden de yararlanabileceksiniz.
aniden yitiren Hüseyin bey bu sefer ki küfrünü Tebrikler. " dedi.
pratisyen doktora güdümleyerek serbest bıraktı. "Çok teşekkürler." dedi Hüseyin bey.
Hikmet bey kendine bir soru dahi sorulmamış "Sizin gibi örnek vatandaşlarla tanışmak
olmasının verdiği "sıranın sonunda olma" komplek- herkese nasip olmuyor. Çocuklarımız için daha iyi
siyle sıkıntının sınırlarını iyice zorladı ve sıkıntıdan bir dünya istiyorsak sizin gibi pek çok örneğe ihtiy-
delirmemek için Hüseyin beye yaklaşarak "Merhaba acımız var. Hatırlıyorum da küçük oğlu bir türlü
ben Hikmet Demir." dedi. Ve tokalaşmak için sağ reklam izleme alışkanlığı kazanamamıştı. Bir
elini uzattı. seferinde "Bana neden bu reklamları izleyeyim ki
Karşılığında ise sadece soğuk bir bakış aldı. Eli benim zaten hepsinden var." demişti. Ne utançtı
öylece havada kaldı. Ancak bir süre sonra kendine ailemiz için. Daha sonra sağolsun öğretmenleri onu
geldi ve elini indirdi. Tam bu esnada " Ben de büyük sınıflara özendirmişlerdi de yola gelmişti bizim
Hüseyin Şahin. Tıpkı o salak doktor çömezinin de oğlan." dedi Hikmet bey.
belirttiği gibi." dedi Hüseyin bey.Ancak cesareti "Ya, ya, tabii ki çocuklar yapar böyle şeyler;
kırılmış olan Hikmet bey başıyla onaylamaktan ama hepsi bir gün akıllanır."
başka bir şey yapamadı.
Bir süre sessizlik hakim oldu odaya.
Daha sonra Hikmet bey "Ben standart kontroller
-13 -
Futurianlar
Futurianlar 1938-1945 yılları arasında New York merkezli BK
aktivistleri grubunun ismidir. Grubun içinde çeşitli tarihlerde
Donald Wollheim, Frederick Pohl, Cyril Kornbluth, David Kyle,
Isaac Asimov, Damon Knight, John Michel gibi BK yazarları bulun-
muştur. İngiltere' de de 1938-40 yılları arasında Micheal
Rosenblum editörlüğünde "The Futurian" adlı bir fanzin yayınlan-
mıştır. 1950' li yıllarda Amerika ve İngiltere' de pre-futurians, new
futurians gibi gruplarla bu gelenek devam etmiştir.

Din, politika, cinsellik gibi temalar, Gensbeck - Campbell


çizgisinin hakimiyetindeki Amerikan bilimkurgusunda uzun süre el
atılmayan konular olarak kaldılar. Oysa Nazizim vahşeti karşısın-
da, özellikle Yahudi kökenli genç entelektüeller politik eleştiriyi
merkeze koyan yeni bir BK anlayışı geliştiriyordu. Bu çalışmalar
Frederick Pohl'un "Super SF", D. Wolheim' in "Cosmic Stories" gibi
futurian dergilerinde kendilerine yer buldular. Futurianlarla, BK H.
G. Wells'in ütopya ya da disütopyaları felsefi, sosyo-politik sorgu-
lamalar için ele alan yaklaşımı yeniden canlandırmış oldu. Asimov
adının futurianlar arasında görülmesi birçok BK severe ilginç
gelebilir, fakat yazarlığının başlarındaki genç Asimov bir futuriandı.
Ama kısa bir süre sonra Gensbeck ekolüne transfer
olmuştu.Futurianlar kendi içlerinde dayanışmacı bir anlayış
geliştirmişlerdi. Yayınlanan öykülerden yazarlar para talep etmiyorlardı. Amerikanın ilk kadın BK yazarları
da bu grup içinden çıkmıştır.

J. Michel'in 1937' deki ABD'nin ilk ulusal BK. Kongresinde yaptığı "Mutasyon ya da Ölüm" adlı konuşma
genç futurianlar arasında destek buldu ve Michelism adlı, sosyalist görüşle BK' yu birleştiren bir akım gelişti.
Fakat Mc Cartney döneminin cadı avlarında futurian' lar izlenmeye alındılar, yer yer tutuklanmalar yaşadılar.

Pohl - Kornbluth ikilisinin ülkemizde Metis yayınlarından çıkan "Hukuk Gladyatörü" ve "Uzay Tacirleri"
romanları cesur siyasal eleştirileri, çılgınca düş gücü ve mizahla futurian yazınına iki iyi örnek oluşturmak-
tadır. Futurian' lar bir bakıma 60 ve 70'li yılların özgürlükçü New Wave BK yazınının öncüsü olmuşlardır.

Geleceğin Sesleri
(Notes of the Future)
"Dinleyin çocuklarım, duyacaksınız
Adımlarımızın sesini
Sesini yarınlarımızın…
Ne bilinmeyen var
Ne önemsenmeyen
Ne değersiz çabalar
Ne unutulmuş iyilikler.
Hepimizin var, tekrar tekrar anlatıcak hikayesi
Yanan bir iplik olacaklar insanlık kumaşında,
Yürüyecek çocuklar sokaklarda
Renkleri getirecekler yanlarında
Diyetlerini ödedikleri
Kalplerinin devrimci kanıyla"

Patti SMITH

- 14 -
Tanrıların Renkleri
J.E. Barber
Çev: Efe GÖKTOĞAN

"Evrenin, insan hırslarıyla mükemmel uyum Etrafı aydınlatamayacak kadar güçsüz, küçücük
içinde olmaya gereksinimi yoktur." bir ışık huzmesi sonsuz karanlığa sanki o bir hiçmiş
Carl Sagan gibi kafa tuttu. Mağara duvarındaki çatlaktan
süzülen ışık, ona bakan çocuklar ve onları izleyen
Lera'nın küçük ve çevik elleri mağara duvar- iki yetişkinden hatta onların tüm uygarlığından da
larını tarıyordu. Elleri onun soluk ve çıplak siluetine önce orada olduğu için, o Tanrılara ait bir şey
mağaranın tünel ve deliklerinde rehberlik ediyordu. olmalıydı.
Görmüyordu ve mağaraların sonsuz karanlığında Kalabalığa ani bir sessizlik çöktü. Toprakta
görmeye de gereksinimi yoktu. Tüneller boyunca ki hissedilen bir hareket. Derinden bir sallanma. İçin-
ilerlemesinin rehberi farkında olmadığı anılarıydı. den gelen bir duygu Lera'ya ışığa daha yakından
Annesinin, bir köşede büzüşüp durduğu, zifiri bakmasını söylüyordu. Çocukları ve yetişkinleri yol-
karanlık içindeki daha geniş mağaraya geçti. Lera, undan iteleyerek, ışığın geldiği yere yaklaştı ve
arka planda diğer anne ve çocukların konuşma ve ışığın geldiği yeri büyük bir dikkatle açtı. Kendinden
fısıltılarını duyuyordu. geçerken karanlık onu sardı.
Lera'nın annesi ayağa kalktı "Çocuk" Kaba eli Kendine gelirken, üstü başı kirlenmişti ve
ile Lera'nın pürüzsüz yüzünü okşayarak, "sana yanağından kan damlıyordu. Bir şeylerin yanlış
dokunmak her zaman çok güzel". olduğunu hissetti. Çevresinde yere serilmiş vücutlar
"Dans ediyorum, anne! Hissediyor musun?" vardı. Ayaklarının dibinde bir yetişkinin varlığını his-
Lera dans edip, zıplayarak annesinin etrafında setti.
dönüyordu. Küçük yarık artık daha parlaktı ve Lera onun
"Evet canım, yarattığın titreşimi hissediyorum. ışığından, gözlerini korumaya çalıştı. Bir içgüdüyle
Çok hoş." yarığın çevresini genişletmeye başladı. Onu yön-
"Dans et anne! Ve şarkı söyle!" lendiren meraktı. Arkasından titrek, kuru bir ses,
"Lera, ilgilenmek zorunda olduğum başka şeyler "Yapmamalısın! Orası Tanrıların boyamadığı
var." yer." dedi.
"Hala mı? Orada daha ne kadar oturacaksın?" "Ama bu cennete giden yol." diye karşı çıktı
"Anlayana kadar." Lera.
"Düşündüklerini hissedebiliyorum." "Hayır, değil. O boşluk, hiçlik. Ona gitmemelisin.
"Büyüyorsun Lera." Orası tanrıların dansetmemizi istemedikleri yer."
"Kafamda bir gong gibi. Gürültüsüne "Ama çok parlak. Orası gerçekten boyanmış,
dayanamıyorum." yoksa boşluk nasıl bu kadar güzel olabilir ki?"
Annesi kızının başını ovdu. "Bu geçici bir Kazmaya devam etti. Duvardan kayalar ve tozlar
durum" dedi. düşüyordu.
Lera sonsuz karanlıktaki büyük mağara içinde "Tanrılar böyle renkler kullanmaz! Bak bizim
dolaştı. Bu mağara birkaç ailenin yaşadığı yerdi. rengimizi nasıl da bozuyor! Böyle zıt renkler karışa-
Burası onların doğup, yiyip, uyuyup, düşünüp, maz. Hayır çocuk! Bu başka, kötücül bir tanrının
öldükleri yerdi. Yakınında küçük birinin varlığını his- mağarası! Hayır!"
setti. Hissedebiliyordu, çünkü etrafındaki hava "ger- Oradaki herkes korku ve dehşet içinde
ilmişti". Soluna döndü. kaçarken, Lera büyük bir hızla kazmaya devam
"Mari, benimle dans et." ediyordu. Bu yeni rengin parlaklığı ve yoğunlunun
Ona yaklaşan küçük kız, sadece sesi sayesinde verdiği acıyla bağırarak elleriyle gözlerini kapattı.
görülüyordu.
"Şimdi olmaz Lera, Tanrıların dünyayı kendi Koştu, koştu, koştu…
renkleriyle boyamadığı yere gidelim."
Lera ve Mari orada olduğunu hissettikleri
mağara duvarına doğru ilerlediler ve elleriyle büyük
mağarayı ve salonlarını taradılar.
Her zaman olduğu gibi küçük kovuk çok kala-
balıktı. Odacık içerdeki pek çok çocuğun soluğuyla
ılık ve nemliydi. Çevrelerinin vücutlar tarafından
sarıldığını hissedene kadar aralarına sokuldular ve
Tanrıların boyamayı durdurdukları yere baktılar.

- 15 -
Can BARSLAN

Sayfa 1 KAPAK - Argun BAŞER çizdi. Şiirler Nazım Hikmet


Ran, Karikatürler
Derya Sayın’dan
Sayfa 2-3 Geçmiş ve Bugünden Geleceğe Bakış
............. mıştır.

Sayfa 4 Yayın Dünyasından BK’sal Haberler. Not: Daha açık da


olmaz.
Sayfa 5 Öykü. Asım SEYHAN yazdı.

Sayfa 6-7 Sinema Kritik “Brazil”

Sayfa 8 Sözlük Denemesi. Ne sözlüğü mü?

Sayfa 9 Zaman

Sayfa 10-11-12 Öykü Akil BAŞYILDIZ yazdı ve etkinliklerden haberdar olun.

Sayfa 13 Yine Öykü, Efe GÖKTOĞAN yazdı

Sayfa 14 Futurianlar

Sayfa 15 Çeviri Öykü. Efe çevirdi. biz yardım ettik.

Sayfa 16 Hep olacağı gibi BAKTIĞINIZ YER


ALBEMUT Özgür
Basın
Ederi 1.250.000

BİLİM KURGU - 12 / 02

Selahattin UMDU

Ben geleceği tahmin etmeye çalışmıyorum. Yalnızca


böyle bir geleceği engellemek için elimden geleni
yapıyorum.
Ray Bradbury
YAZILI İNSANLIK TARİHİ BOYUNCA FAHRENHEIT 451'LER
F 451 : Kitap kağıtlarının parlayıp tutuştuğu,
yandığı anda oluşan sıcaklık derecesidir.
İnsanların yeryüzü evriminde yazıya ulaştıkları zamanın beş bin yılını geride bıraktık. Beş bin yılda
Dünyanın herhangi bir yerinde, savaşın olmadığı günlerin sayısı 365'e erişemiyor. Beş bin yıl içinde insanların
günlük, bildik uğraşlarla geçirdikleri günlerin toplamı bir yıl bile değil. Yazılı tarihin hemen her gününde bir
yerlerde mutlak insanlar insanları öldürmeye devam ediyor.
Bu savaşların bir kısmı karşısındaki toplumu tümden ortadan kaldırmaya yöneliktir,soykırım olarak da
adlandırılan. Küçük, savaş aletleri yetersiz topluluklar için geçerli gibi görünse de çoğu zaman bu toplu katliam
pek de başarı sağlamamış yada olanaklı olduğu halde yenileni köleleştirmek tercih edilmiştir.
Bu durumda o toplumun sahip olduğu kültür mutlak ortadan kaldırılmalıdır, yeniden hortlamaması için.
O halde hedef; içinde o insanlara ait tüm bilgi birikimlerini içeren kitaplar ve dolayısıyla kitapları bünyesinde
toplu halde barındıran kitaplıklardır. Bu; işin en kolay ve belki de gerçekleştirenler için en eğlenceli bölümü
olsa gerek.Kolaydır. Çünkü bir kitaba küçücük bir ateş yaklaştırırsınız. Kitap F 451 derecede yanmaya
başlar.Kitaplıklarda omuz omuza duran kitaplar çaresiz ateşi birbirlerine iletirler. Az sonra tümü tutuşmuştur.
Kitaplıkta yok olan kültür birikiminin çatırtıları, dışarıda öldürülen insanların feryatlarına karışır.
Günümüze ulaşabilen en eski yazılar Sümer uygarlığına aittir. Zamanımıza kalanlar haricindekilerin
başlarına neler geldiğine dair tarih sırasına göre bir anımsatma yapalım.
İsa'dan önce
İ.Ö .663 yılında; Ninova'daki Asurbanipal kitaplığında bulunan 25 bin kil tabletin çok azı kalmıştır
günümüze. Kil tablet olmasaydı bunlar,Mezopotamya hakkında fazla bir şey öğrenilemeyecekti.
İ.Ö. 333 yılında; bilim ve sanatsever Büyük İskender öç alma duygusuna yenilerek İran'daki Persepolis
kitaplığını yakma emrini verdi.
İ.Ö 213 de Çin imparatoru Tsin Che Hoang Ti ; kitapların içindeki düşüncelerle insanlara kötülük verdiği
zihniyetiyle ve halkını bunlardan korumak (iyiniyetli) gayesiyle ülkesindeki tüm kitapları yaktırmaya çalıştı.
İ.Ö.146 Romalılar Kartaca kitaplığını ateşe verdi.
İ.Ö. 88 Atina'da bilinen en zengin özel kitaplık Psitratüs koleksiyonu yakıldı.
İ.Ö. 48 Dünyanın en ünlü kitaplığının ilk yakılış tarihi. Sezar, Mısır'ın 700 bin papirüs tomarlık
İskenderiye kütüphanesini yakma emrini verdi. Daha sonraları da tekrar tekrar kuruldu ve yakıldı.
İ.Ö. 42 Anadolu'da Bergama kitaplığının yakılması ile İsa'dan önceki dönem kapanıyor. Ancak kitap
yakmak durmuyor.
Autodafe
İsa'dan Sonra(İ.S) 263 Efes'de, Bergama kitap yakımından sonra kurulan Celsus ve Diana tapınağı
kütüphaneleri Got'ların saldırısında yakıldı, son kitabına kadar.
İ.S 273 iskenderiye kitaplığı ikinci yakılışı. Bu kez Hıristiyanlar tarafından. Kilise kendisininkinden başka
düşünceleri asla kabul etmiyor, bağnaz karanlığı ile ülkelere yayılıyordu. Kilise adına Engizisyonun baskısı
kitaplar kadar yazana da yöneliyordu. Dine ters düşecek düşünce üreten yazarların bir çoğu fikirlerini içeren
kitaplarıyla birlikte yakıldı. Ateşte yakılarak öldürülme cezasına "Autodafe" adı verilmişti. Ancak bir anlamı
daha vardı : Kitapların yakılması.
391 yılı, yok edilen İskenderiye kütüphanesinin yakınındaki Mısır Serapis Tapınağı kitaplığı da yakıldı.
VII. yüzyıl içinde bir Kelt papazı İrlanda'da dinsiz diye 10 bin dana derisine yazılı yapıtı yaktı.
646 yılı. İskenderiye kütüphanesini Hıristiyanların yakması yetmemişti. Arap orduları bir kez daha yaktı.
(2002 yılında tekrar kuruldu.)
VIII. yüzyılda Uardan'da Peter Sicard adlı bir papaz tarihi değere sahip birçok papirüsü tutuşturdu.
1109 yılında Haçlılar Trablus kitaplığında bulunan 100 bin elyazması kitabı yaktılar.
1221'de Cengiz Han Gürgenç'de 10 büyük kitaplığı yaktırdı.
1250 Papalık, Fransa'da Kathar mezhebi kitaplarının yakılmasını emretti.
Gutenberg
1453' de Sultan Mehmet İstanbul'u alırken, Gutenberg matbaayı icat etti. Ve Dünyanın değişimini
hızlandırdı. Kitap her insanın ulaşabileceği mesafedeydi artık.
1562 İspanyol papazlar Güney Amerika'da Maya uygarlığına ait tüm kitapları yaktılar.
1566 Pachacuti muz kabuklarına yazılı İnka Antolojilerini yaktı.
Heinrich Mann
Avrupa'da artık matbaa devrede olduğundan yakılan kitaplardan söz etmek burada gerekmiyor. Kitap
elbette yakılmaya devam ediyor. Ancak artık amaç yok etmek değil, çünkü yok edemeyeceklerini biliyorlar.
Böylece egemenler, kitap yakmayı bireylere yönelttiler, yani yazarlara. Onları yıldırmak, gözdağı vermek için.
Hitler meydanlarda kitap dağları yaktırdı, yok edemeyeceğini bile bile. Nazilerin kitapları yakılacaklar listesine
aldığı Heinrich Mann şunları söylemişti : "Kitapların yakıldığı yerde, insanlar da yakılır.”
-2-
Akil BAŞYILDIZ
Ray Bradbury
1945 yılı, 2. büyük savaşı bir atom bombasıyla bitirmiş, yerini Dünyanın ne zaman yok edileceğini
düşünen tedirgin halklarla dolu soğuk savaş dönemine bırakmıştı.Sinema salonları kalabalıklarla dolup
taşmasına rağmen insanlar nihayet kitap okumaya da ısınıyorlardı. Derken insanların evlerine henüz içinden
ne çıkacağı belli olmayan bir kutu yerleşmeye başladı. Radyoların yanına konan bir yüzü beyaz camla kaplı
bu yeni eğlence kutusu bir başka yerde yakalanan görüntü ve sesleri insanların rahat koltuklarının önüne
kadar taşıyordu.
"Eyvah!" dedi Ray Bradbury. 1950 yılında Amerika'da 30 yaşındayken, evlerin ve apartmanların
çatılarında televizyon antenlerinin yükselip sayılarının da hızla arttığını gördüğünde : "Eyvah! Ya insanlar artık
kitap okumazlarsa?" Endişeyle satın almaya parasının yetmediği daktiloyu, o zamanlar yaygın olan Daktilo
evlerinden birinde saatlik ücret karşılığı kiralayarak günlerce, açılma saatini kapıda bekleyerek, kapatıldığı
zamana kadar çıkmamacasına hapsederek yazmaya başladı.
R.Bradbury'nin endişesi sadece 'kitap okumanın' yerini 'seyretmenin' almasıyla sınırlı değildi. Düzenin,
iktidarların, egemenlerin eline yeni ve acıtmayan, hatta eğlendirirken özgür düşünceyi (daha palazlanmadan)
boğabilecek bir silah geçtiğini fark etmişti. İnsanların artık yaşamı seyreden, birey ve toplum olmaktan çıkarak,
sunulan etkilere aynı (edilgen) tepkileri gösteren kitleler haline dönüştürülebileceği korkusuna kapıldı. Buna
paralel olarak semt dükkanlarını ezerek devasa kent marketleri kurulmaya başlanmıştı. Egemenler artık
ürettikleri her şeyi satabilirlerdi. Çünkü televizyonlarda 24 saat sunulan kısa, çarpıcı 'tanıtım' filmleri insanlara
neleri satın alırlarsa daha mutlu olacaklarını bilinç altlarını şartlandırarak pompalamaya başlamıştır. 5 bin yıldır
biriken ( F 451' lerden kalabilen ) bilgileri kitaplardan ememeyen insan, nasıl bir gelecek inşa edecek acaba?
R.B.'nin F 451 romanındaki saptamaları, yarım yüzyıl önceden bugüne ve görünüşe göre yarınlara da
doğruluğunu koruyarak kalacak gibi. Bu kara ütopyanın romandaki gibi gerçekleşmemesini dilerim
Fahrenheit 451 Romanı
Gelecekteki bir zamanda itfaiyecilerin görevi yangın söndürmek değil, kitap yakmaktır. Kitap okuyanları
hazır bir tehlike olarak gören baskıcı bir düzende yaşayan insanlara kitap okumak yasaklanmıştır. Ancak
henüz bütün evler kitaplardan arındırılmış olmadığından, bazı insanlar evlerinde ustalıkla sakladıkları kitapları
gizlice okumaktadırlar. İtfaiyeciler yapılan ihbarları değerlendirerek içinde kitap bulunan evleri basmakta ve
buldukları kitapları yakmaktadırlar.
Romanın kahramanı Montag bir itfaiyecidir. Kitap yakmak için gittiği evlerden ceketinin içine saklayarak
evine getirdiği kitapları (merak ve yasak cazibesi ile) gizlice okumaktadır. Karısı tarafından ihbar edilir. Çaresiz
kalarak şefini öldürmüş ve kaçmaya başlamıştır. Şehirden uzaklaşır ve kendisi gibi (kitap okuduğu için)
kaçmak zorunda kalan insanların yaşadığı bir yere ulaşır. Burada polislerce öldürülüşünü izleyecektir.
Böylelikle egemenler halkın gözünde düzeni koruyarak güçlerini sağlama almışlardır. Öldürülen kişi suçsuz
biridir. Uzak çekimler ve kamera oyunlarıyla halkın,öldürülenin Montag olduğu sanmaları sağlanmıştır. Asayiş
berkemaldir.
Asıl sürpriz bundan sonradır. Merak edenlerin romanı okumasını yada aynı adlı filmi izlemesini öneririm.
Ellerimizi ısıtan kitaplar tutuştursun yüreklerimizi, kavursun F 451 derecelerde.

KİTAPLARIN YAKILMASI
İktidar emrettiğinde, zararlı bilgilerle dolu kitaplar
Ortalık yerde yakılacak diye. Her yerde
Sürü davranışları zorlandı. Kitaplarla dolu arabalar
Fahrenheit 451, 70’ li
Odun yığınlarına doğru taşındı. Bulundu gözden
yıllarda Okat yayınevi
düşmüş
uzay serisinden, 80’li
Bir şair, en iyisinden. Yakılacaklar listesi incelendi,
yıllarda Baskan Kurgu
Onun kitaplarının unutulmuş olmasından korkularak.
Bilim dizisinden, 90’lı ve
Şair koştu yazı masasına öfkeyle ve bir
2000’li yıllarda İthaki
Mektup yazdı iktidara:
yayınları Bilimkurgu
Yakın beni! Yazdı kalemi uçarcasına, yakın beni!
dizisinden olmak üzere
Bana bunu yapmayın! Yok edin beni! Kitaplarımda
birçok defa Türkiye’de
Her zaman gerçeği yazmadım mı? Şimdi ise bana
yayınlanmıştır.
Bir yalancı gibi davranıyorsunuz! Size emrediyorum:
Yakın beni!

B. BRECHT

-3-
Rafet ARSLAN
PROTESTO YILLIKLARI
1500 'lerden itibaren aydınlanmacı yazarlar dünyanın tam bir haritası çıkarılamadığı, ortak küresel bir kültür,
bilgi birikimi oluşturulamadığı koşullarda dünyanın uzak ve gizil köşelerine düşsel seyahatler düzenlediler.
Bu tip yapıtlar düş ufkunu açan bir serüven yazını yaratıyor ve yazarlarının gönlündeki felsefi, dinsel,
toplumsal görüşleri aktarmalarını sağlıyordu. Pusulanın keşfi, uzun ve zorlu yolculuklara dayanıklı gemilerin yapımı
ile gerek pratik keşif serüveni, gerekse de onu ateşleyen kurgu anlayışı gelişti. Bilimsel dünya görüşünün
gelişmediği, kilise dogmalarının egemenliğini koruduğu bir dönemde, uzak bilinmez diyarları anlatan metinler
metaforik bir anlam da kazanmaktaydı. Bu bilinmeyen diyarlar More 'un "Ütopya"sı ya da Campnella'nın "Güneş
Ülkesi " romanlarındaki gibi, yazarların ideallerindeki ileri toplumsal projelerin özendirici örnekleri olabiliyordu. Ya da
Swift' in Gülliver dizisinde olduğu gibi, mevcut toplumsal düzeni yeren taşlamacı bir eleştiriye dönüşmekteydi.
Özellikle 18. yy'dan itibaren gelişen kapitalizm, dünyayı tek bir ekonomik bütünün parçası haline getirdi.
Burjuvazi "eşitlik, kardeşlik, özgürlük" şiarlarıyla geniş işçi ve köylü kitlelerinin gücünü arkasına alarak yaptığı
devrimi sonuna kadar götürmeyip, kendi hegemonya sistemine dönüştürdü. Keşif ruhu, fetih ruhuna dönüşerek
dünyanın bilinmeyen her köşesine ulaşıldı ve oradaki vahşilere uygarlık (!) öğretildi. Kilisenin gelişme önünde zincir
teşkil eden dogmaları kırılarak, yerine teknik akıl, sistem yararına bilimsel çalışma ruhu ve tüketim getirildi. Uzak
diyarlarda Pagan inanışlı cemaat toplumları dışında devler, canavarlar, yaratıklar olmadığı açığa çıkıp, dünya
haritasının O. Wilde 'in düşünden farklı biçimde-içinde ütopyaya yer bırakılmayarak - çizilmesi ile fantastik düş
gücünün yaratıcılık sınırlarının yanında, dünyanın sınırları dar gelmeye başladı. Yine bu dönemde aydın,
entelektüel kesimler tutucu, gerici, inançlara karşı gelişmeyi ateşleyen bilimsel-teknik devrimle iç içe bir gelişim
gösterdiler. Bilimle dünyanın tüm gizlerinin çözüleceğini, teknikle daha ileri toplumlara açılacaklarını düşündüler.
Ayrıca bilimsel devrimin gelişme hızı, sıradan insanların aklının alacağından çok daha hızlı bir şekilde gelişip, düş
gücüne yeni imkanların kapılarını aralamaktaydı. Böylece kurgusal yazında yeni bilimsel-teknik keşiflerin sınırsız
dünyasına doğru kayıyordu. Jules Verne 'de görüldüğü gibi denizlerin dipsiz derinliklerine, yer kürenin içlerine,
balonla göklere ve nihayetinde aya düşsel geziler düzenlendi. Yelkenliler, buharlı gemiler vazifelerini tamamlamış,
dünyanın nerede ise tam olarak keşfedildiği düşünülmeye başlanmıştı. Artık sınırsızca gelişen bilim-teknik ve onun
düş gücüne ilhanı veren kurgu için dünyanın sınırları yetersiz kalmıştı. 20.yy' a yaklaşıldığında tek hedef uzaya
açılmaktı.
Gerçi önceki dönemlerde Lucianos, Cyrano, Voltaire örneklerindeki gibi, dış uzaya açılan fantastik gezi
kurguları yapılmıştı. Fakat bu üç yazarın yapıtlarında dönemleri için insanın hayal gücü sınırlarını aşan, merak ve
korku gibi hisleri uyandıran uzayı anlatma cüretinin payı büyüktü. Fakat ne Lucianos ve Cyrano 'nun dış uzay
yolculuklarında ne de Voltaire'nin dünya dışı iki ziyaretçisinin serüvenlerinde bilimsel yada mantıksal dayanaklara
(doğal olarak) rastlanmaz. Metaforik yanın kuvvetli olduğu bu eserlerden, Lucianos 'unki eğlenceli serüvene, Cyrano
'nunki yergiye, Voltaire'inki ise felsefeye ağırlıklı yer veriyordu.
Uzaya açılma düşlerini bir kenara bırakıp, yarım kalmış Aydınlanma hareketinin hararetli günlerine geri
dönelim. Burjuva aklın doğa ve ilkel topluluklar karşısında, batılın, büyünün kökünü kazıma çabasına tepki olarak
mitsel ve romantik bir tepki gelişti. Bu tepkiyi modernliğin kendine göre ilkelliği kılıçla uygarlaştırma girişimi
karşısında, bastırılmaya çalışılan "Öteki"nin geri dönüşü olarak da açıklayabiliriz. Özellikle İngiltere'de Viktorya
çağına damgasını vuran katı ahlakçılık, cinselliğe karşı soğuk yaklaşım, bilimsel teknik gelişimin fetişleştirilmesi,
ilerleme adına sömürgeci mantığın yüceltilmesi; arkasında derin bir toplumsal kriz yaratmaktaydı. Modernleşme
süreci ile edebiyatta yoğunlaşan ürkünç, tekinsiz, kötücüllüğü yüceltici, ahlaki yargıları alt üst edici tarz; kilisenin
uyumlu, kuralcı, insanları bir arada tutan düzeninden kopuşla gelişen sürecin korkularının, çelişkilerinin ve artan
yabancılaşmanın izlerini taşıyordu. Kırsaldan göç ile kalabalık kentlerde, makineleşmiş baskı ve sömürü düzeninin
dişlileri altında ezilen, inanç dünyası sarsılmış kitlelerde umutsuzluk, korku, şüphecilik eğilimleri artmaktaydı.
Aydınlık ütopyalarla yola çıkılan bir süreçte, anti-ütopyanın cisimleşmiş hali olan dev, makineleşmiş kentlerdeki
burjuva dünyanın karabasanları, Marx 'ın ifadesi ile kendi gün ışığı altındaki hayat tarzından doğuyordu. Romantik
tepki, Walpole, Sade, Rimbaud, Lautreamont 'da kötümserlik ve karanlık, Rousseau'da ise ruhu öldüren teknik,
rasyonel akla karşı doğal yaşamın savunulması ile ortaya çıkıyordu.
Bu dönemde gotik edebiyatın kuşkusuz en önemli ismi Edgar Allen Poe'dur. öykülerinde sanayileşmekte olan
toplumun meşru sınırları dışına kayan, yabancılaşmış, tuhaf insanlarının; bu kasvetli dünyanın bilinmeyen
yerlerinde yaşadığı ve yaşattığı terörü anlatır. "Altın Böcek" öyküsünde görüldüğü gibi gizemli olayların arkasında,
tamamen aklı, mantığı ve araştırmacı ruhu öne çıkardığı yapıtlar da vermiştir. Örneğin, ilkel dünyadan gelen bir
gorilin yarattığı dehşeti konu alan "Morg Sokağı Cinayetleri" 'ni aydınlanma (ya da modernlik) öncesine dönüş
korkusu yada modern dünyadan batılın aldığı intikamı yüceltme; veyahut üçüncü bir okuma olarak tüm bu kötücül
gizem karşısında aydınlanmacı aklı temsil eden "Dupont" karakterinin zaferi olarak da yorumlamak mümkündür.
Fakat şurası kesindir ki, Poe'nun insan ruhunu ve dünyanın karanlık köşelerini aktardığı yapıtları, polisiyeden
korkuya, bilimkurgudan ruh bilime kadar geniş bir yelpazeyi etkilemektedir. Poe'nun mirasının takipçisi, Amerikan
gotik türü yazarı H.P. Lovecraft, özellikle bilimkurgunun kendi başına bir akım olarak yaygınlaşmadığı bir süreçte
yazdığı, uzaydan gelip dünyada insandan önce yaşayan korkunç türleri anlatan Ctulhu'nun Çağrısı ve Deliliğin
Dağlarında yapıtları ile gotik korkuyu, kozmik kurgu ile birleştirmiştir. Bu örnekler tam bilim kurgu sayılamayacak
olsa da, Lovecraft ve öncülü Poe'nun bir çok yapıtı 20. yy. bilim kurgusunda etkili olmuştur. Poe'nun "Kızıl Ölümün
-4-
Maskesi" öyküsünde öne çıkan çıkışsızlık, yıkım, klostofobi gibi kavramlar Amerikan anti-ütopik kurgusunun gözde
temalarına dönüşecektir.
Aydınlanmanın çelişkilerini, gotik mirası, gelecekte dış uzayın fethinde uygulanan sömürgeciliği ve ona karşı
özgürlükçü tepkileri tek bir eserde birleştiren Ray Bradbury 'nin bilim kurgu klasiği "Mars Yıllıkları" romanını ele
almak istiyoruz. Bradbury'nin birbirine bağlı öykülerden oluşan "Mars Yıllıkları " romanı, eser verdiği üç daldaki
(bilim kurgu, gotik, fantezi) yazım ustalığını, şiirsel ve melankolik bir anlatımla ortaya koyuyor. Daha önce 80 'li
yıllarda Başkan bilim kurgu dizisinde "Gümüş Çekirgeler" adıyla yayınlanan bu önemli klasik, birkaç sene önce de
İthaki yayınları tarafından gerçek adıyla okurla buluşturulmuştu. Özellikle 40-50'li yıllarda, Amerikan bilim kurgu
yazınındaki sömürgeci- teknik aklı öne çıkaran "space opera " tarzı, ucuz bilim kurgu anlayışına karşı tepkiyi de
Mars Yıllıkları ortaya koyar. Roman, Mars'ın uzay gemileriyle çekirgeler gibi işgal edilmesini anlatır. Atom bombası
tehdidi, iletişimsizlik, yabancılaşma, doğanın tahribi, soğuk savaşın cadı avları ve buna karşı gelişen özgürlükçü
tepkiler gibi bir çok güçlü temayı da okura aktarır. Romanda Mars'ı fetih için yapılan ilk üç sefer hüsranla sonuçlanır.
İkinci seferde astronotlar görünüşünü değiştirebilen, telepati yeteneği gelişmiş ve dünyada yaşam olasılığını "deli
saçması " olarak gören Marslılar tarafından ciddiye alınmayıp, tımarhaneye kapatılırlar. Üçüncü girişimde ise
Marslılar işgalcilere karşı artık hazırlıklıdırlar. Mars'ın bir bölgesinde, geçmişe (1928 'e) ait bir Amerikan kasabası
ve ölmüş yakınlarıyla karşılaşan astronotların kafası bir hayli karışır. (Nedense tekinsizde kendimizi evimizde
hissederiz). Mars'lıların uyguladığı, işgalcilerin en zayıf yönlerine (anılar, düşler, yitip giden sevilenler) karşı
kullanan bir çeşit gerilla taktiğidir. Geceyi huzurla, sevdikleriyle geçiren 16 kaşifin, sabah cenazeleri törenle kaldırılır.
Dördüncü ekipte hain, gönüllü Mars yandaşı olan Spender; ekibini bırakıp Mars 'ın kentlerini dolaşıp, uygarlıklarına
hayran olur. Ardından Amerika 'nın pislikleri ile Mars 'ı doldurarak, savaşlar çıkaracağını, atom bombasını Mars 'a
taşıyacağım düşünüp, kendi arkadaşlarına savaş açar. Çatışmaya girdiği arkadaşlarından, gemi kaptanına
söyledikleriyle Spender, tarihsel bağı kurar: Cortez ve arkadaşları Meksika 'ya ne yapmışlarsa, Mars 'ı bekleyen
kaderde odur.
Romandaki en ilginç bölüm, hiç kuşkusuz Bradbury 'nin başta Poe olmak üzere, gotik kurgu geleneğiyle güçlü
bağlarını ortaya koyan Usher 2 öyküsüdür. The fail of the house of Usher (Usher evinin çöküşü)'nün yazarı Poe,
"Usher evi planladı, yapıldı...Bay Poe 'nun hoşuna gidecek mi acaba " sözleriyle onore edilir. Sürgit devam ettirilen
soğuk savaşın ve Mc. Carthy cadı avının sonucunda, 1975 yılında büyük bir baskı dalgasının yaşanacağı ve
kitapların Nazi Almanya 'sında olduğu gibi meydanlarda yakılacağı eserde kurgulanır. Politik eserler yanında, çizgi
romanlar, Poe'nun, Hawthorne'nun, Lovecraft'ın eserlerinin de yakılmasını intikamı; Mars 'ta yapılan Usher 2 evinde
alınacaktır. Eve çağrılan sözde bilim adamları, politikacılar, kitap yakıcılar, katı ahlakçılar, fanteziyi önleme derneği
üyeleri; canavar gorilin, Armentillado 'nun ve Poe 'nun yarattığı diğer dehşet figürlerinin robotlarınca öldürülür.
"Her zaman bir şeylerden korkan azınlık vardır. Büyük çoğunluk ise ...kendisinden, gölgesinden korkan hale
geldi. Politika sözünden bile korkarlar, çünkü bu söz pek çok muhalif için komünizm sözü ile eş anlamlıdır. Her gün
sürü halinde birçoklarını getiriyorsun, sanki leşe konan sinekler gibi. Ama size göstereceğim. Size dünyada Bay Poe
'ya yaptığınızı yapacak, güzel bir ders vereceğim. "Bradbury sömürgeci, anti-komünistlikten gözü dönmüş, baskıcı
sisteme ve onun bilim kurgu edebiyatındaki uzantılarına karşı, bitmez bir öfke ve cüretle kalemiyle saldırıya geçer.
Amerikan bilim kurgusuna bir dönem egemen olan, soğuk savaş uzantısı, uzaylı canavarlarla komünistleri ve diğer
"öteki" leri eşitleyen bu anlayış, yıllarca Bradbury'i dışlamış, dergilerinden bile uzaklaştırmıştır. Onlara göre
teknokrasiden uzak, romantik, protest tavrıyla Bradbury bir bilim kurgu yazarı, bile değildir. Tüm bu dışlama
çabalarına rağmen Bradbury, gotik ve fantezinin yanında, bilim kurgu yazmaya da ağırlık verir. Mars yıllıklarını
yayınlandığı 1951 yılında yazılan "Fireman " adlı kısa öyküsü, iki yıl sonra büyük bir bilimkurgu klasiği olan
"Fahrenheit 451 " romanına dönüşecek ve Bradbury'nin ismini bilim kurgu tarihinde ölümsüzleştirecektir. Onu
dergilerinde bile barındırmayanların; bugün Bradbury'i "ordinaryüs yazar " seçmeleri ve onun adına Nebula ödülü
dağıtmaları; büyük yazarın 40-50 'lı yıllarda verdiği savaşım haklılığını gösteriyor. Fakat Bradbury yazınının anti-
sömürgeci, özgürlükçü, isyankar yanları ne kadar kuvvetliyse de, din kavramına bakışı ise zayıftır. Bradbury,
burjuva aydınlanmanın mantığına eleştirisini ileriye doğru değil geriye, metafizik huzur ve uyuma doğru yöneltir.
Romanda Darwin ve Freud 'un açtığı yolun, sanatı, dini, olumlu değerleri öldürdüğü söylenir. Oysa Aydınlanmanın
bir sınıfın tahakkümüne dönüştürüldüğünü söyleyen Frankfurt okulu (Adorno ve Horkheimer) bu tespitlerine ağırlıklı
olarak Freud 'un "Uygarlığın Huzursuzluğu "yapıtına dayandırır. Önce "Bir Yanılsamanın Geleceği " yapıtında, din
konusunun karanlıkta kalan yönlerini aydınlatan Freud, ardından gelen "Uygarlığın Huzursuzluğu" yapıtında
Goethe'nin dizelerini anıp, sırtımıza yüklenen hayatın ağırlığından, acı ve hayal kırıklıklarından kurtulmak için
insanın yarattığı diğer yanılsamaları da araştırır. Goethe 'nin "kim, bilim ve sanata sahipse sahiptir dine. Kim
yoksunsa ikisinden de sarılmalıdır dine " dizeleri Bradbury 'de dünyayı anlama anlayışına dönüşerek, bir bakıma
ideoloji halini almaktadır. Bradbury'nin formülü sanat ve bilimin, dinin yüceliğiyle harmanlanmasıdır.
Romanın sonunda,2005 yılının dünyasında ortaya çıkan yeni bir paylaşım savaşını ve patlayan atom
bombalarını "Mars Yıllıkları" tam bir anti-ütopik kıyamet olarak yansıtıp, ütopyaya kapılarını kapatmaz. Mars 'ta
insanların, kalan mutantların ve robotların yeniden ve daha iyiye doğru yaratacakları bir dünyanın özlemi ve
inancıyla roman noktalanır. Aslında tüm politik duruşu yanında roman, bilim kurgunun romantizme, şiirsellikle,
melankoliyle nasıl bütünleşebileceğine dair ders alınacak bir örnektir. Ve ardından gelen P.K. Dick, G.J. Ballard gibi
usta yazarlarla bu tarz gelişmiş ve iyi BK 'nun aslında iyi edebiyat olduğu, herkes tarafından kabul edilen bir gerçek
halini almıştır.
-5-
Barış DEMİRÖZ
Afyon Dünyası
Kuş cıvıltılarını dinlemek için pencereyi açtım. Ne de güzel ötüyorlar... Ama şimdi başka güzellikleri
yaşamaya gitmeliyim. Çok sevdiğim işime gitmek için, evden çıktım. Evim işime yakın olduğundan yürümeyi
tercih ediyorum. Ayrıca sabahları temiz hava beni kendime getiriyor. Yürümeye başladım. Az sonra, her
sabah olduğu gibi, yolumun üzerinde olan, o güler yüzlü, centilmen polis memuru ile selamlaşacağım. Ah,
işte polis memuru. "İyi günler. İyi çalışmalar memur bey.". Hey! Neler oluyor? Hava neden birden karardı?
Güneş nereye gitti? Çevrem birden iğrenç görünmeye başladı. O tertemiz sokaklar şu an çöp yığınlarıyla
dolu. Etrafta yoğun duman... Yeni görünen evler, yıkıntıdan farksız... Polis memuruna döndüm. Aman
Tanrım! İstemsizce bir, iki adım geriledim. Gördüğüm 'gerçek' mi? Metal zırhlara bürünmüş karşımda, garip
bir makineyi andıran insana benzer siluet... Başım dönüyor, kendimi iyi hissetmiyorum. Polis memuru(!?)
metalik bir sesle iyi olup olmadığımı soruyor. Cevap veremiyorum. Yoldan geçen insanlar da garip
görünüyor, kiminin yüzünün yarısı erimiş, hepsi pis ve biçimsiz. Hemen yanı başımdaki, apartmanın
merdivenlerine çökmek zorunda kaldım. Bütün bunların anlamı ne? Bir süre sonra "Pek iyi değilim" çıkıyor
ağzımdan, zorla. Her şey allak bullak oldu. Bir saniye önce hiçbir şey böyle tiksindirici değildi. Başımı
kaldırıp çevreye bakamıyorum, korkuyorum. Önümde polis memurunun ayakları var. İki kişi daha geldi. Yeni
gelen insanlara bakmak için kafamı kaldırdığımda, olduğum yerde sıçradım. Yeni gelen iri yarı iki adamın
da sol gözleri yerine, kırmızı metalik birer 'şey' var. "Korkma" diyor içlerinden biri, çirkin bir sesle. Ve ekliyor:
"Bizler sağlık görevlisiyiz. Algı çipin bozulmuş. Telaşlanacak bir şey yok."
Sağlık hizmeti dediğin böyle olmalı işte. Daha sorun çıkalı bir dakika olmadı, hemen müdahale
ediyorlar. Gerçi, altı aydır akciğerimde sorun var ama eminim bir aksilik çıktığından gelemediler.
Diğer sağlık görevlisi, cebinden, silah gibi tuttuğu, yumuşak hatlı, metalik, ufak dikiş makinesine
benzer bir alet çıkardı.
"Bunun adı iknaedici. Seni tedaviye götürürken çevreden zarar görmemeni sağlamak için."
Garip aletin düğmesine bastığında birden içimi garip bir duygu kaplıyor. Sağlık görevlilerinin ardından
gitme düşüncesi beliriyor kafamda. Tabi, böyle yapmalıyım. Sağlık görevlileri başlıyor yürümeye. Ben de
onların arkasından. Ezilmiş bir kediye basıyorum, ama önemli değil. Görevlilerin peşinden gitmem lazım.
Çevredeki garip dumandan ciğerlerim yanmaya başladı.
Biçimsiz,paslı bir minibüse gelince duruyoruz. Minibüsün bagajını açıyor sağlık görevlilerinden biri.
İçerisinde ışıklı göstergeler, kablolar, tanımlayamadığım araçlar var. Sağlık görevlisi bileğimi tutuyor ve
bagajdan çıkardığı kablolardan birini, kolumda ilk defa gördüğüm bir deliğe sokuyor.
Uyandığımda etraf yine aydınlık. Burası hastane olmalı. Demek hastane dedikleri böyle bir yermiş.
Etraf eskisi gibi pırıl pırıl, ferah bir odadayım. Açık pencereden kuş cıvıltıları ve güneş ışığı geliyor. Kar
beyaz üniformalı, hoş bir bayan içeri giriyor.
"Uyandınız demek."
Evet uyanmıştım, kendimi de eskisi gibi iyi hissediyordum... Ayrıca işime gitmek için de can atıyorum.
O kırmızı, şekere benzeyen, adam boyunda, plastik oyuncak kürelerden üretmek istiyorum. Bu daireler ne
yapılıyormuş biliyor musunuz? Ülkemizdeki gönüllü gruplar tarafından Vietnam'daki küçük çocuklara hediye
edilmeye gönderiliyormuş...

Pratik Ütopyalar Tarihinden

Robert Owen (1771 - 1858) ve New Lanark Deneyi

İskoçya'daki New Lanark fabrikasını satın alan Robert Owen, bu bölgedeki çalışma ve yaşam
koşullarını iyileştiren köklü reformlara gitmişti (1800 - 1829). Özellikle çocukların ve gençlerin eğitimine
önem veren Owen anaokullarının bulucusu ve ilk uygulayıcısı olmuştur. Owen'a göre insanları küçük
yaşlarda çevrenin zararlı etkilerinden uzakta, eğlenceyle birleşmiş bir eğitimden geçirmek gerekiyordu.

Üretim, verim ve bölüşüm konusunda küçük bir alternatif toplum modeline dönüşen New Lanark'ın
nüfusu 2500 kişiye ulaşmıştı. O dönem rakip fabrikalarda 14 saat mesai uygulanırken New Lanark' ta 10
saat çalışılıyordu, üretim yapılmayan dönemlerde de işçilere ücretleri ödeniyordu. Yaşamı ile ütopik
sosyalizmin, sendikal hareketin ve kooperatifçiliğin öncülerinden biri durumuna gelen Owen' in çalışmalarını
Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Yeni Toplum Görüşü" kitabında ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

-6-
Mustafa SUYOLCU
Bilimkurguda Zaman (2)

Doğal fenomenlerden yararlanarak yapılan zaman yolculukları.


Bu doğal fenomenlerin başında, fizik biliminin de en çok araştırdığı konulardan biri ile karşılaşıyoruz.
Kara Delikler. Doğanın bu olağanüstü yapılarının ne olduğundan, en azından günümüz biliminin kabul ettiği
biçimde, kısaca bir bahsetmek gerek. Kara delik, nükleer yakıtını tüketmiş, belli büyüklükte bir yıldızın kendi
üzerine çökmesi ile ortaya çıkan ve olağanüstü büyük bir çekim gücüne sahip doğal bir fenomendir. Bilindiği
gibi uzayımızdaki her maddenin, kütlesi ile orantılı olarak sahip olduğu bir çekim gücü vardır. Örnekle dünya
üzerinde uzaya savrulmadan durabilmemizi sağlayan bu güçtür. Ve dünyadan ayrılmak istersek bu gücün
tutabileceğinden daha hızlı hareket etmemiz gerekir ki bu da yaklaşık olarak saniyede 11 metrelik bir hızdır.
Yani eğer saniyede 11 metrelik bir hızla sıçrayabilirsek dünyanın gücü bizi tutmaya yetmez ve uzaya fırlarız.
Işığın hızı saniyede, yaklaşık 300 bin kilometre. Biraz önce kara deliklerin olağanüstü bir çekim gücü
olduğundan bahsetmiştik, işte bu güç o kadar büyük ki saniyede 300 bin kilometre hızla hareket eden ışık
bile bu güçten kurtulamaz. Zaten kara delik adı da bu özelliğinden gelmektedir, çekim gücü nedeniyle ışığın
bile kaçamadığı bu oluşumlar doğal olarak görünememekte, çevrelerine yaptıkları etkilerden dolaylı olarak
saptanabilmekteler.
BK'nun bazı zaman yolculukları da böyle bir fenomenden yararlanılarak yapılmakta. Dayanağını ünlü
İngiliz teorik fizikçisi Stephen Hawking'in bazı kara delik teorilerinden almakta olan bu yaklaşım da oldukça
popülerdir. 1997 Yapımı "Olay Ufku" adlı sinema filmi ve ülkemizde uzun yıllar gösterimde kalan ünlü "Uzay
Yolu" dizisinin sinema filmlerinden dördüncüsü "Eve Dönüş" bu yaklaşımdan yararlanarak zaman yolculuğu
yapar. Yine ünlü BK yazarı Frederic Pohl'un "Hiçi Destanı" adlı üç kitaptan oluşan dev romanında da bu
yaklaşımdan yararlanılmıştır.
Bir diğer zaman yolculuğu yaklaşımı ise günümüz teknolojilerinden yararlanarak gerçekleştirilen
yolculuklardır.
Ancak bu teknolojilerden yaralanarak yapılan yolculuklar genel olarak tek yöne, ileri zamanlara doğru
yapılabilmekte. Sizlerin de hemen aklınıza geldiği gibi "dondurulma" dan bahsediyorum. Ya da daha çok
kullanılan adıyla "Kışlama". Bu yöntemle, tek yönlü bile olsa geleceğe bir bakış olanağı ortaya çıkmakta.
"Daima Genç" adlı sinema filminde bu yaklaşımın bir örneğini görebilirsiniz.
Bahsettiğimiz bu yöntemlerin hepsinde olayların kahramanlarının zamanda fiziksel olarak hareketi ön
görülmektedir. Kahramanlarımız şu ya da bu nedenle zamanda ileriye veya geriye giderek maceralarını
yaşamakta ve bizlere yaşatmaktadırlar. Daha doğru bir söylemle sanatçılar bizlere anlatmak istediklerini bu
kahramanlar ve onlara yaşattıklarıyla anlatmaya çalışmaktadırlar. Bu yöntemlerin dışında kalan ve daha az
kullanılan Zamanda Yolculuk yaklaşımları da vardır. Bunların en ilginçlerinden biri de hiç kuşkusuz, bir telsiz
aracılığıyla geçmişteki babası ile konuşan kahramanın yer aldığı "Frekans" filmi. Yine bir başka ilginç zaman
yolculuğu yaklaşımı da Asimov'dan, zamanda fiziksel olarak hareket etmeyi değil ama geçmiş veya geleceği
gözlemeği önermekte. Daha önce bahsettiğimiz "Sonsuzluğun Sonu" adlı romanında bu yaklaşımı da
işlemiş büyük usta.
Doğal ki BK'sal sanat eserlerinde gerçekleştirilmiş olan tüm zaman yolculuklarını ve çeşitlerini burada
konu etmedik. Bu örnekler, çok kullanılan yaklaşımlar arasından seçilmiş olanlar. Ve daha da önemlisi
bunların hemen hiçbiri "Zaman Yolculuğu"nu salt "Zaman Yolculuğu" olarak ele alıp işlemiş eserler değiller.
Günümüz ekonomik, etik, felsefi sorunlarını ele alıp bunları işleyen, biz izleyici ve okurlara bu evrensel
sorunlara ait taze, yeni bir bakış açısı sağlamaya yönelik çalışmalar.
Bizlere düşense belli. Bu eserleri, içerdikleri yaklaşımları kavramak, kendi yaşamımız, etiğimiz,
varoluşumuz çerçevesinde, eleştirel bir yaklaşımla inceleyip özümsemek. Ve doğal ki bir insan olarak
kendimize mal ettiğimiz, edebildiğimiz her bir yaklaşımı yaşamımıza katıp onu zenginleştirmek, kendimizi
zenginleştirmek. Yaşamı şimdikinden daha güzel daha iyi yapmak için uğraşmak.

Dolaşan yıldızlar, benim sizin yörüngelerinize girdiğimi görünüz,


çünkü yalnız siz bana özgürlüğün yollarını açıyorsunuz.
Sizin lütfunuz bana uykunun çift kapısını bir açsa,
kendimi uzayın boşlıuklarına fırlattığım zaman.
Zaman örtüleri cimrice sarsa,
ve bana bunu karanlıklardan neşeli ışığın içine taşımama izin verse!
zayıf ruh, zaman böyle bir sunuya layık olmadığı için,
böylesine yüce bir yapıtı gerçekleştirmekten korkacakmısın?
Giordano BRUNO
-7-
Murat GÖÇ
BENİ KATEGORİZE ETME

Sürgülü kapı açıldı ve koltuğunda düşüncelere gömülmüş Piedro'nun yüzüyle karşılaştım.


- "Acil çağrı aldım. Önemli bir şey mi oldu?"
- "Evet, bunu senin de görmeni istedim. İki gün önce Alfa 352 gezegeninden topladığımız kaya
numunelerinde bir sorun var."
- "Hani Kızıl Vadiden toplananlar mı?"
- "Evet, aynı gün toplanan tüm diğer numunelerle rutin tanımlama ve kataloglama deneylerini
yapıyordum. Ama Kızıl Vadiden topladığımız taşlarla yapılan deneylerde bir sorun var, hepsi de başarısız
sonuçlar veriyor."
Bir terslik olduğu belliydi zira Piedro'yu 13 yıldan beri tanıyordum. Uluslararası Uzay Bilimleri
Konvansiyonunda saygı duyulan ve güvenilen bir bilim adamıydı. Güneş sistemi dışına yapılan insanlı ilk
uzay görevine öncelikle davet edilen uzmanlardan birisiydi ve numune toplama ve kataloglama birimi
başkanıydı. Şu ana kadar bilimsel yöntemin dışına çıktığına ya da hata yaptığına tanık olan çıkmamıştı ve
bu da şu anki durumu daha vahim kılıyordu.
- "Tamam sakin ol"dedim hiç düşünmeden. Nasıl sakin olunacağını ben de bilmiyordum aslına
bakarsanız. "Aletlerin hassaslık derecelerinde bir sorun yok değil mi ?"
- "Hayır, kontrol ettim, hepsi düzgün çalışıyor."
- "Birisi izinsiz laboratuara girmiş ve sonuçlarla oynamış olabilir mi ?"
- "Hayır son 48 saatten beri laboratuarı terk etmedim ve izinsiz de kimse girmedi içeriye ?"
- "O zaman nedir sorun tam olarak ?"
- "Kızıl vadiden topladığımız süngersi yapıdaki taşlar -ya da başta öyleydiler- üzerinde rutin yapısal ve
kimyasal tanımlama ve sınıflama işlemlerini yürütüyordum. Ancak yaptığım her deneyde sonuçlar değişik
geliyor. Gerçek sorun ölçüm yöntemlerinde değil aslına bakarsan, taşlar gerçekten de yapısal değişiklik
gösteriyor. Kendin gör, bunlar iki gün önce topladığımız taşlara benziyor mu sence ?"
Deney için ufak kesitlere ayrılmış taşları avucuna alarak gösterdi. Gerçekten de iki gün önce
beraberce topladığımız taşlara benzemiyorlardı. Renkleri değişmişti, yapıları değişmişti ve daha da
önemlisi, bu değişim neredeyse sürekli gerçekleşiyordu. Tam bu taş parçalarını tanımlayacakken ya da
bilinen bir kaya yapısı ile kıyaslamak üzereyken şekil ve renk değiştirerek sizi başka bir tanım arayışına
zorluyordu.
- "Sanki tanımlanmamak için direniyor" deyiverdim.
- "Evet, benim de aklımda olan tam da bu. Sanki düşüncelerimizi okuyor ve onu bildiğimiz ölçütlerle
tanımlamamıza ve benzer yapıda olanlarla aynı kategoriye sokmamıza izin vermiyor."
- "Sence mümkün mü bu ? Yani bu taş parçaları akıllı canlılar mı ?"
- "Hayır, onu da test ettim ve bildiğimiz canlı türlerinin hiçbirisinin özelliklerini göstermiyorlar."
Bir an ikimiz de sustuk ve birbirimize bakamadık. Bu son derece ciddi bir sorundu ve arada derin
uyuma döneminde geçen yılları saymazsak, tam 22 aydan beri sürdürülen dünya dışı maddeleri tanımlama
ve kataloglama görevinin başarısızlıkla sonlanması anlamına geliyordu.
-" Bir ihtimal daha var" diyerek sessizliği bozdu Piedro. "Bir bilim adamı olarak tüm ihtimalleri göz
önüne almak zorundayım ve ne kadar bilimdışı görünse de şu an için tek bir mantıklı açıklama kalıyor
geriye".
- "Ne demek istiyorsun" dedim irkilerek. Piedro bilimsel yönteme tapardı ve her şeyin bilimsel bir
açıklaması olduğuna inananlardandı.
- "Bence asıl sorun bizde, yani yaptığımız bu işte, nesneleri tanımlama çılgınlığımızda. Bu gezegenler,
gezegenlerin üzerinde canlı cansız tüm varlıklar bizden önce de bizden sonra da kendilerine has isimlerle
var oldular, var olacaklar. Onları kendilerimize göre isimlendirmemiz, bildiğimiz türlere uygun bir şekilde
tanımlayıp, sınıflamamız onların varlığına ne bir şey katıyor ne de bir şey eksiltiyor. Aksine her tanım, her
sınıflama hem tanımladığımız nesneyi hem de bizi, varoluşa dair bilgimizi kısıtlıyor, kısırlaştırıyor."
- "Ama neresi garip ki bunun? Tüm bilimsel yöntemimiz neredeyse bunun üzerinde yükseliyor.
Descartes'tan bu yana,dünyada bulunan canlı, cansız tüm varlıkları sınıfladık ve etiketledik ve tüm varlık
bilgimizi bunun üzerine kurduk. Aynı şeyi uzayda yapmanın ne sakıncası olabilir ki?"
- "Ancak bir yeri atlıyorsun. Bilimsel bir deneyde de olsa, her tanım öncelikle tanımlayanı tanımlar.
Yaptığımız her tanım öncelikle bizim tanımımızdır. Her tanım, bize, kişisel geçmişimize, fiziksel
yetersizliklerimize ve ruhsal zaaflarımıza, toplumsal yargılarımıza ya da beğenilerimize dair bir şeyleri miras
alır ve bu sebeple bir nesneyi isimlendiren biz olsak bile her seferinde, bu nesneyi tanımlayışımız bir
öncekine göre değişmiş olur. Etrafımızı çevreleyen ve hayatımızı anlamlandıran nesneler değil sadece, bizi
-8-
biz yapan tüm duyguları ve ilişkileri de tanımlarız kendimizce, bu sebeple de tüm dünyayı, sevdiklerimizi ve
böylelikle de kendimizi ötekileştiririz. Her şey, bizi çevreleyen her şey değişken, kaygan tanımlara dönüşür
ve gerçekle bağımız kopar. Acı olansa tüm bu tanımları hayatımızı gerçekle bir şekilde bağlaştırabilmek
üzere yapmamız."
- "Fiziki gerçekliği yadsıyor musun yoksa ? Burada ve bu andaki varlığımızın bir anlamı yok mu sana
göre?"
- Hayır, hayır tabii ki yadsımıyorum. Seninle konuştuğumu ve bu deneyleri yaptığımı ve bu masaya
dokunduğumu biliyorum ama asıl sorun bunu algılamamızda belki de. Bak, Hugo, insanoğlunun dünyada
varolduğu ilk yıllardan şimdi tam da burada bu uzay gemisinde yaptığımız deneye kadar değişmeyen iki şey
var. Birincisi, kim ya da ne olduğumuza dair çıldırtan merakımız. İkinci mirasımız ise mağaralardan bize
kalan, biz konuşmasak bile beynimizin içinde bir yerlerde sürekli konuşan, ve hatta yazının ve konuşmanın
olmadığı zamanlarda bile orada olan, etrafımızdaki nesneleri tanımlayan, bizi ve diğerlerini yargılayan,
yaftalayan ve mahkum eden iç sesimiz. Merakımızın önüne geçebilir miyiz bilmiyorum Hugo ama bu gemide
geçirdiğim onca zamandan sonra anladım ki kendimize dair bir şeyler öğrenmek istiyorsak öncelikle
yapmamız gereken tanımlama merakından vazgeçmek ve susmak, ve içimizdeki sesi de bir süreliğine olsa
susturmak. Evrenin dili sessizliktir Hugo, baksana dışarıya, ne kadar huzur verici bir karanlık ve ne kadar
mutlak bir sessizlik var. Her varlık kendince var ve her şeye hükmeden sessizlik bir varlığın diğerini öylece
kabul etmesini emrediyor. Önce söz vardı diye başlıyor kutsal İncil. Ben yazmış olsaydım o kitabı önce
sessizlik vardı ve hep sessizlik olmalı derdim."
Döndü ve laboratuarın penceresinden dışarıya, dış uzaya, karanlığın ve sessizliğin, huzurun ve
kabullenmenin mutlak ülkesine doğru baktı. "Ah, Piedro" dedim içimden iç sesimle kendi kendime"bazen ne
de anlaşılmaz oluyorsun".

Isaac Asimov gökgürültüsü ve güneşi lekeleyen bir gölgeyle


Hayalülke bölündü. Şaşkınlık içinde yukarıya doğru baktı ve
bunun bulutlara değen bir insan yüzü olduğunu fark
13 yaşına geldiğinde, Edward Keller 4 yıldır edebildi. Clara Teyzeydi bu. Bir canavar gibi uzun
kendini bilimkurguya adamış durumdaydı. Galaktik boylu, sesi anlaşılmayacak bir gürültü ile gırtlaktan
bir coşkuyla dolup taşıyordu. çıkarak, gemi direğine benzer işaret parmağı
Ölen dinine bağlı kız kardeşinin anısına onu yukarıya kalkmış tembih eder gibi ona doğru eğildi.
kurallara uygun bir şekilde yetiştiren teyzesi, hoşgörü Eddie döndü ve panik içinde koştu. Başka bir
ve sinirden deliye dönmek arasında gelip gidiyordu. Clara teyze canavarı sesi gürleyerek önüne
Onu böyle hayaller arasında yitip gitmiş görmek onu dikiliverdi.
endişelendiriyordu. Yine döndü, tökezleyerek, soluk soluğa, ileriye
"Gerçekle yüzleş" derdi, kızgın bir şekilde. doğru, ileriye doğru kaçarak.
Başını sallardı ama devam ederdi "Ve rüyamda Tepeye ulaştı ve korkuyla durdu. Uzakta bir
Marslıların beni takip ettiğini gördüm, anladın mı? yerde, yüz tane Clara teyze askerler gibi
Özel bir ölüm ışınım vardı ama atomik güç ünitesi yürüyorlardı. Her bir sıra önünden geçtiğinde, her
çok düşüktü ve-" sıradaki Clara teyzeler başlarını keskin bir hareketle
Her bir kahvaltı, yumurtalardan, tosttan, sütten ona doğru çeviriyor ve gök gürültüsüne benzer kalın
ve böylesi hayallerden oluşuyordu. gümbürdeme sözlere dönüşüyordu.
Clara Teyze dedi ki, ciddi bir şekilde "Şimdi, "Gerçekle yüzleş Eddie. Gerçekle yüzleş,
Eddie, bu gecelerin birisinde rüyandan Eddie."
uyanamayacaksın. Orada sıkışıp kalacaksın. Sonra Eddie kendini ağlayarak yere attı. Lütfen uyan,
ne olacak ? diye yalvardı kendi kendine. Bu rüyada sıkışıp
Köşeli yüzünü onunkine yaklaştırdı ve ona kalma.
baktı. Eğer uyanmamış olsaydı, olabilecek en kötü
Eddie garip bir şekilde teyzesinin uyarılarından bilimkurgusal kıyamet onu ele geçirecekti. Devimsi
etkilendi. Karanlığa gözlerini dikerek, yatağın içinde teyzelerin dünyasında, sıkışıp, sıkışıp kalacaktı.
uzandı. Bir rüyada sıkışıp kalmak istemezdi. Çok da
geç olmadan uyanmak her zaman çok güzeldi. Çev: Murat GÖÇ
Mesela dinozorlar tam peşindeyken-.
Birden yatağından dışarı, oradan evin dışına Gerçeği yönlendirmenin en basit aracı, sözcükleri
ve çimenliğe çıktı ve bunun da başka bir rüya yönlendirmektir. Kelimelerin anlamlarını kontrol
olduğunu anladı. edebilirseniz, kelimeleri kullanmak zorunda olan
Düşüncesi, belli belirsiz duyulan bir insanları da kontrol edebilirsiniz.
Philip K. Dick
-9-
Bir Bilimkurgu Mustafa SUYOLCU
Ansiklopedik Sözlük Denemesi
( II ) bir kavramdır. Eğer bir sınırı varsa bu durumda
sınırın ötesinede bir başka, farklı evrene aiti yerler
Ütopya (Utopia) olacaktır.
Farklı Çokluevren anlayışları vardır, bunların
Mükemmel Yer, Hayal Ülke, Olmayan Yer en yaygın iki tanesinden biraz bahsedelim.
olarak çevrilebilir. Daha sağlıklı, iyi bir toplumu tarif Bunlardan birincisi günümüzde birçok evren bilimci
etmek için kullanılan kavram. Hem, sanatçıların tarafından da kabul gören Kuantum Çokluevren
kurdukları teorileri anlatmak, hem de bu teorilerin yaklaşımı. Bu yaklaşımda sonsuz sayıda ve
pratik uygulamaları için kullanılmaktadır. Ütopya evrenimizdeki aynı fizik yasalarının geçerli olduğu bir
kavramında bir iyicillik, bugünden daha güzel, daha Çokluevren anlayışı hakimdir.
iyi, sağlıklı ortamların özlemi vardır. Günün Farklı bir Çokluevren anlayışı da "M-Teorisi"
gerçeklerinden hareketle geleceğin kurulmasına olarak adlandırılan, "Düğüm Teorisi"nin bir uzantısı
yönelik tasarımlar içerir ve daha da önemlisi sona olan 11 boyutlu evren anlayışıdır. Bu yaklaşımda
erdirilmiş bir çalışma değildir asla. Ütopya sürekli "Kuantum Çokluevren" anlayışının tersine sonsuz
evrim gereksinimi olan bir kavramdır. Evrim sayıdaki evrenlerin fizik yasaları tamamen
olmadan, ütopya sınırlı ve kendi üzerine çökecek bir birbirinden farklıdır ve her şey olanaklıdır.
entropi olabilir ancak. Doğası gereği ütopya en fazla Çokluevren kavramı, birçok BK eserinde
gönüllü katılımını gerektiren bir yapıya sahiptir. önemli bir yer kaplamaktadır. Çokluevren kurguları
Yoksa gerçekleştirilemez. Belki de bu nedenle, arasında Michael Moorcock'un "Alternatif Evren"
ütopya örneği eserler oldukça az, olanlarsa öyküleri çok popüler olmuşlardır. Çağlayan
çoğunluğu tatmin edemeyecek kadar sınırlı alanlar yayınlarından Türkçe'ye kazandırılan Frederic
içinde kalmış. Ernest Callenbach'ın Ekotopya, Brown'un Hücum (What Mad Universe) romanı da
Jonathan Swift'in Gülliverin Maceraları, Ursula K. Le konuyu en güzel işleyen romanlardan biridir. Yine
Guin' in Mülksüzleri ve isim babası Thomas More' un ünlü "Uzay Yolu" dizisinin "Ayna, Ayna" (Mirror,
Utopia adlı eserlerini örnek olarak verebiliriz. Mirror) bölümünde de kahramanlarımızın barbar ve
kötücül bir yaşam sürdürdükleri bir Çokluevren
Disütopya (Dystopia) işlenmektedir. Geçtiğimiz günlerde izlediğimiz
sinema filmi "The One" da Çokluevrenlerin arasında
Birçok nedenle, istenmeyen gelişimlerin yol alarak benzerlerini öldürüp güç kazanmaya
oluştuğu ortamların anlatıldığı eserler. çalışan bir antikahramanın öyküsü anlatılmaktadır.
Disütopyaların, genel olarak yarınlarımız adına bizi
uyarmaya yönelik eserler olduklarını kabul edebiliriz.
İçinde yaşadığımız dünyadan hareketle, Uzay Operası (Space Opera)
oluşturduğumuz yıpratıcı, yok edici eylemlerin,
sürdürüldükleri takdirde nasıl bir kabus dünyasına Özellikle Uzayda geçen maceraların söz
sürüklediğimizi, can acıtacak bir açıklıkla önümüze konusu edildiği ve genel olarak Saltık Bilimkurgu’nun
seren eserler. Elimizi attığımız hemen her yerde bir oldukça hafife alınarak gerçekleştirilen roman,
disütopya örneğine rastlamamız da ayrıca acı veren sinema ve TV dizilerine verilen genel ad. Bu türün en
bir gerçek. Ütopya kavramının tam karşısında yer önemli özelliği izleyici ya da okuyucuyu
olan bu anlayış için örnek bulmak ne yazık ki çok düşündürmek, araştırmaya yöneltmek, bilgi
kolay. George Orwell "1984", Yevgeny vermekten çok, hızlı bir eğlenme ve katharsis
Zamyatin"Biz", Ray Bradbury "Fahrenheit 451", Kurt duygusu yaratmaktır. Uzay Operalarında, bilimsel
Vonnegut "Otomatik Piyano", Margret Atwood gelişmelerden söz edilmekle birlikte, bunların
"Damızlık Kızın Öyküsü" vb. üzerinde hemen hiç durulmadan geçilir. Karakterler
ise en az teknoloji kadar hafife alınan öğelerdirler.
Çokluevren (Multiverse) Olaylar, olağanüstü yetenekli ana kahramanın
çevresinde gelişip, eserin sonunda onun lehine
Kendi evrenimizi de içeren, zaman içinde olası olarak sona erer.
tüm evrenleri anlatmak için kullanılan kavram. En iyi örnekleri, görsellikle zenginleştirilmiş
Günümüzde, çokluevren kavramının gerçek sinema ve TV dizilerinde görülür. Uzayda
olduğunu ait bilimsel bir kanıt henüz bulunamamıştır, Kaybolanlar, Andromeda, Uzay Yolu serialleri Uzay
ancak, bu kavram, zaman zaman "Alternatif operası kavramı içinde ele alınabilirler.
Evrenler" olarak da bahsedilir, teorik fizikçiler
tarafından önerilmektedir Çokluevren, "Evrenimiz Başka hiçbir edebiyat dalı gerçekle ilgilenmez.
sonsuz mu?" sorusu merkez alınarak oluşturulmuş Arthur C. Clarke
- 10 -
Pembe Kurt’un Yolculuğu Asım SEYHAN
Delice koşuyordu,uzaktaki sirenleri duydukça. Kendini kahraman gibi hissediyordu. Onun da
Yüreği ağzına geliyor, kenetlenmiş dişlerini açsa sorumlu olduğu bir kuzusu vardı, bir kadını
dışarı fırlayacak sanıyordu.Giysileri, daha doğrusu ..."Yüreğimin ev sahibisin" dedi ona. Sen hep orada
paçavraları iyiden iyiye çıplak bırakmıştı onu. Su yaşayacaksın ve asla üşümeyeceksin. Aralarında
birikintileri ve çöp yığınlarıyla dolu bir sokağa daldı. konuşma geçmiyordu çünkü burada kimse
Cılız lamba puslu havayı delmeye çalışıyordu konuşmuyordu. Hayvan, insan, bitki ayrımı yoktu
umutsuz bir inatla. Kendini kuytudaki çöp sadece canlılar vardı ve hepsini anlayabiliyordu.
yığınlarında birine attı. Huzurun, mutluluğun ve pembiş sevgisinin kuştüyü
Vücudunun bir çok yeri kesik içindeydi ve sol döşeğine yatırıyordu ruhunu. Kaynağından fışkıran
kolunda muhtemelen kırık vardı .Gözlerini, çatıların su gibi duru, coşkulu hissediyordu .
arasında kalan daracık gökyüzüne gitti. Yıldızsız Birden canhıraş sesler gelmeye başladı.
gecenin mürekkebi, yalnızlığını yazıyordu, şehrin Kulaklarına çivi gibi saplanan karma karışık ölümcül
kasvetli sokaklarına. Bin bir acıyla kalktı yerinden. feryatlar. Elleriyle kulaklarını tıkadı, olmadı sesler
Adımları yara izi gibi kalıyordu ıslak asfaltta.Yaralıydı beyninden geliyordu. Dayanılmaz bir acıyla başını
da.Yara nasıl olsa iyileşirdi, etindeki kesikler kabuk sağa sola sallamaya başladı, gözlerini sımsıkı
bağlar, şişlikler iner, kırık kemik kaynardı. Ama ya yummuş, kafasının içindeki matkapları
ruhundakiler? (Hayatın köşeleri jilet gibidir, sevginizi durdurabilmek için, iki eliyle kulaklarının üzerinden
dilim dilim doğrar. Savunmasız yüreğiniz örsle balyoz başını sıkıştırıyordu. Neler olduğunu anlamak için
arasında kalıverir. Ve hiç çekmemeye başlar canınız gözlerini açtığında, dehşetten boğazından boğuk bir
hayatı.)Yıkımların adamını rüyası kurtarabiliyordu hırıltı çıkabildi sadece. Bağırmak istiyordu ama sesini
sadece. Suçu da buydu zaten; " rüya görmek"!. kaybetmişti. Bir mezbahadaydı! Çıplak ayaklarıyla
Gerçi hep aynı rüyayı görüyordu ama, beynine kaygan zeminde zor duruyordu. Her yanına kan
ekilen kabuslara inat öyle bir demir atmıştı ki sıçramıştı, saçlarından süzülen kan çenesinden
"abyss"in zeminindeki inci tanesi gibiydi. Nefesleri damlıyordu. Ayağının hemen yanında küçük bir
yetmezdi o kadar derine dalmaya. Ele geçmemişti olukta sıcak kan akıyordu ve nefes aldıkça kanın
rüya. Surları ağır hasar görse de, kale düşmemişti. buharını içine çekmek zorunda kalıyordu. Midesi
"Onlar her şeylerini yüklediklerinde size / Bazılarınız ağzına gelmişti ki, cehennem gibi bir manzarayla
sendeleyip düşüyor, her şeye rağmen kolay değil / karşılaştı. Nemli,küflü bir duvarın dibinde, yüzülmüş
Yüreğinizi korumak sapıklara karşı "* kuzu ve insan derileri ve bir zamanlar bu derilere ait
Onu büyüten yaşlı "rüyacının" anlattığı olan kesik başlar bir tepe oluşturmuştu. Kaçıp gitmek
masallardan birinin kırıntıları mıydı yoksa kendi istiyordu ama ayakları yere mıhlanmış gibiydi.
yarattığı bir imgelem mi ? Bilmiyordu. Hiç değişmese Ağlayamıyordu, bağıramıyordu, kanı damarlarında
de, rüyanın verdiği mutluluk, Yağmurda ıslanan donmuş bedeni taşlaşmıştı. Kesik başları gözleri
toprak kokusu gibiydi hep. gözlerine dikilmiş, soran bakışlarla onu seyrediyordu.
Pembe bir kuzu görüyordu. Küçücük pembe bir O anda ateş kusan ejderha gibi ağzını açtı ve
kuzu. Zıplaya zıplaya ormanda dolaşıyor, her ciğerlerindeki tüm havayla gırtlağında
toprağa dokunuşunda orayı pembeye boyuyordu. oluşturabileceği en korkunç sesi bütün gücüyle fırlattı
Böylece pembe bir yol çiziyordu minik kuzu, onun .-AAAAAAAaaaaaaaGGGGGGGGhhhhhHHHHH!...
gibi minicik pembe bir patika. O da kuzucuğun Başını köprü ayağının soğuk betonuna çarptı.
ardından yürüyordu. Nereye gittiklerini bilmiyordu Sanki on dakikadır suyun altındaydı, ciğerleri
ama, o pembe patikada kuzuyu izlemek yüreğini patlamak üzereydi. Bedeni körük gibi inip kalkıyor,
kabartıyor, göğüs kafesine sığmaz oluyordu. Sonra, derin derin soluk alıyor. Boğazı kurumuş, ciğerleri
bir yere varıyorlardı (oraya Pembelik Ütopyası oksijenden yanmaya başlamıştı.Yavaş yavaş nefes
diyordu kendince) ritmi düzeldi. Biraz kendine gelir gibi oldu, yerinden
Cam göbeği mavisi bir gölün kıyısında, kalkıp nehrin buz gibi suyuyla yüzünü ve boynunu
başlarında çiçekten taçlar olan insanlar karışılıyordu yıkadı.
onları. Kalabalığın arasında bir kadın görüyordu. "Rüya dedektörleri " dedi kendi kendine.
Kadının pembe kuzu olduğundan emindi, onu Sonra, rüyanın kabusa dönüşmesini anladı .
buraya getiren kuzucuktu o. Minicik elleri ve ayakları "Kabus vericisi" çok yakındaydı. Yerini
vardı, boynunda kelebekler uçuşarak dolanıyordu. belirlemiş olabilirdiler ya da kısa bir süre sonra
Yüzü ay gibiydi, yüreciği güneş gibi. Ama çok belirleyeceklerdi. Bir an önce kaçmalıydı, ama hangi
üşüyordu kuzu, titrediğini görünce gidip sarıldı yöne? Aklına nehre dalmak geldi ama bu soğukta
ısıtmak için. Sarılır sarılmaz o da pembeye boyandı. ancak bir-iki dakika suyun altında kalabilirdi, üstelik
Pembe kuzu ona "Pembe kurt" adını verdi. "Artık nefes almak için yüzeye çıkması gerekirdi. Bu
üşümeme hiç izin vermeyeceksin değil mi?" dedi. durumda da birkaç saniye bile olsa, beyni düşünce
- 11 -
dalgaları yayacak başına yerleştirdikleri verici (aynı onu seyrediyordu.Baş ucunda bir erkek sesi geldi.
zamanda kabus alıcısı) bunları radar sinyaline --Kötü haber rüyacı ,burası cennet değil.İyi
çevirip yayınlamaya başlayacaktı. Nefes almak için haberse ölmedin.
başını çıkardığında hiçbir şey düşünmemeliydi ki bu Gözlerini soluna doğru kaydırdı.Bu bir doktor
olanaksızdı. Hiçbir şey düşünmemek için, olmalıydı .Sonra duvar tarafındakileri iyice
düşünmemeyi düşünmesi gerek. görebilmek için başını biraz kaldırdı.Ve ,ense
Aceleyle nehir kıyısı boyunca kaçmaya karar kökünden ayak parmaklarına doğru yıldırım gibi bir
verdi. Tam davranıyordu ki köprü ayağındaki yazıyı acı yayıldı .
gördü :"Hey Sen! Sakın dövüşmeden teslim olma --Ağır ol bakalım.Kafandaki prangayı yeni
onlara / birlikte ayaktayız bölündük mü yıkılırız" ** çıkardık bir süre başın ağrıyacak ama oldukça iyi
Hem karşı çıkış hem de sanki bir çağrı vardı yazıda. durumdasın .Bu seni kendine getirir.
Acaba kim yazmıştı? Doktor pompalı enjektörü koluna bastırdı,gazlı
Belki de gizli bir örgüttü. Bunları düşünecek içecekleri açarken çıkan fısıltı gibi bir ses çıktı.
zamanı yoktu, kıyı boyunca bir koşu tutturdu. --Aramıza hoş geldin rüyacı.
Nefes nefese kalmıştı, soluklanmak için Bu bir kadın sesiydi. Duvar tarafındakilerden
durduğunda tepesinde bir vınlama duydu ."Örs ve biri, yattığı yere doğru yaklaştı. Kelebek zarafetiyle
Çekiç Gücü " hava devriyesi akbaba özeniyle yatağın köşesine ilişti. Ama bu kadın ...O ...o muydu
"Rüyacı" yı arıyordu. İçgüdüsel bir hareketle kendini ? Yoksa, sürekli git geller yaşayan bilinci hafızasıyla
soğuğun cehennemine attı. Ve sanki milyonlarca oyun mu oynuyordu? Kulağına tonu kadife, ritmi su
iğne saplandı bedenine. Suyun içinde avazı çıktığı şırıltısı gibi bir ses akmaya başladı.
kadar bağırdı, ciğerlerindeki bütün hava boşaldı ve -Merhaba. Adım ELFİLISA. Kabus evinden
su yutmaya başladı. Her iki biçimde de ölüm kaçtığından beri seni bulmaya çalışıyorduk. Bize en
kaçınılmaz görünüyordu. O halde dövüşerek çok yardımı da örs ve çekiç gücünün rüya
ölecekti. Ciğerlerine dolan suyu kusarak kıyıya attı dedektörleri sağladı. Onlar olmasaydı seni çok zor
kendini. Bayılmak üzereydi, birden burnunun dibinde bulurduk. Şansın varmış son anda "kartal pençesi"
bir çift postal belirdi. kaptı getirdi seni. Yoksa örs ve çekicin arasında
-Hadi kalk! Acele et yoksa örsle çekicin kalıyordun. Burası bizim sığınaklarımızdan biri.
arasında kalacaksın. -Bu..yazı?
Mengene gibi iki el omzundan yakaladı ve -Ah evet o yazı. O çok eski bir şarkı sözüdür.
sürüklemeye başladı. Bu günkü şehrin güneyindeki çöl, çok eskiden
-Hadi kaldır şu kıçını rüyacı, yoksa kabusların savaştan önce yani oldukça önemli bir ticaret ve
gerçeğe dönüşecek. kültür kentiymiş. Örgütü ilk kurduğumuz zamanlar
Bulanıklaşan bilinciyle, şehrin varoşlarından oradaki harabelerde saklanıyorduk .Benim mangam
birinin yakınlarında olduklarını anlayabildi. Berbat bir devasa bir kütüphane yıkıntısına yerleşti. O
koku vardı etrafta rutubet, küf, lağım, çürümüş leş haldeyken bile, binlerce sağlam kitap bulduk.
karışımı bir şey. Lağım fareleri cirit atıyordu. İri yarı Kitapları sonradan daha güvenli olan yer altı
adamın boynuna asılmış, adam da presi andıran sığınaklarına taşıdık. Onları arasından 20. yüzyılda
koluyla onu koltuk altından kavramıştı. Yağmurla yaşamış bir müzik grubunun şarkı sözlerini bulduk.
balçıklaşan toprağa lağım da eklenince, iğrenç bir İşte sloganımız o kitaptan çıktı.
bulamaçta güç bela ilerliyorlardı. Ne yöne gittiklerini -Çok...anlam..lı bir...slogan ELFİ...LISA
anlamak için başını kaldırmak istedi ama son gücünü pemb..e kuzu
de buna harcadı ve her şey karardı. -?...
Bulanık görüntüler ve uğultulu sesler anaforu -Örg...güt ne...için kur...uldu?ne..zaman?
biraz durulunca, ilk algıladığı sıcak bir yerde -Sen oldukça uzun süredir kabus evindesin
olduğuydu. Kısılmış göz kapaklarını biraz araladı, anlaşılan. Örgüt kurulalı 11 yıl kadar oluyor
gözlerini karşıdaki duvara odaklamaya çalıştı. Sanki -Ben ...yaşım on..üçtü kaç...yıl bilmiyo...rum.
birileri duvarı sağa sola çekiyor ya da çok yaklaştırıp -Biz, yani rüya görebilenler, önce sadece
görüntüyü bulandırıyor sonra birden uzaklaştırıp hayatta kalabilmek için bir araya geldik. Sonra bir
karanlığa götürüyor gibiydi. Zar zor gözünde duvarı gücümüz olduğunun farkına vardık. Böylece ufak
sabitleştirdi. Bir yazı vardı, harfler iç içe geçiyor, gruplar halinde şehre baskınlar düzenleyip yiyecek,
uzuyor kısalıyor bir türlü yerlerinde durmuyorlardı. giyecek ve bulabilirsek silah çalmaya başladık.
Duvarla oynadığı oyunda iyice yorulan gözlerini Silahlarımız ve tecrübemiz artıkça sürekli savaş
kapadı sonra ağır ağır açtı. Köprü ayağındaki yazıyı durumuna geçtik. Bir ideal oluşmuştu. Hissedebilen
okudu.Ölümün soğuk avuçlarından tül gibi kayarak, ama dokunamayan bilgisayarların, ruhsuz soğuk
yazıdaki çağrıya gelmişti . cyborg ların ve ruhu soğuk insanların oluşturduğu
-Ner...nerde...yim? "TATLI KABUS DEVLETİ" ne karşı, rüyanın
Baş ucunda biri vardı,Duvara yakın iki kişi de özgürlüğü yada özgürlüğün rüyası için kurtuluşa
- 12 -
kadar savaş.
-Örgütün adı ne ELFİLISA...pembe kuzu?
-Hala bir adımız yok. Ama ben bize "YOLCU" diyorum.
-Yolcu?
-Evet şöyle düşündüm; Yollar hep aynıdır, orada öylece dururlar, başka yönlere uzasalar da.
Yolcularsa sürekli giderler, değişkendirler. Amaç, tutulan yolun doğruluğunu, yolu kat ederek göstermektir.
Yol kendinin iyi mi kötü mü olduğunu bilmez, ona o anlamı yolcu yükler. İşte böyle.
-Güzel..düşünce ELFİLISA...pembe...kuzu.
-Konuşman düzelmeye başladı. İyi gidiyorsun. Neden bana pembe kuzu deyip duruyorsun? Nedir bu
pembe kuzu?
-Yolcu, yola anlam yükler ELFİLISA pembe kuzu. O bir masal kahramanı benim masalımın.
-Peki senin bir adın var mı?
-Pembe kurt.
-O da mı masal kahramanı?
-Kahraman mı? Bilmiyorum. Ama "Pembe patika yolu" arıyordu, şimdi onu buldu. ELFİLISA!..
Adsız bir örgütün, romantik savaşçısı. Bu da bir bakıma rüyaya benziyordu. Artık yürüdüğü yolu bir
anlamı vardı. Yolculuğu bir rüyaya doğruydu."Tatlı Kabus'un, Örs ve Çekicin kabusçularına, kabus evlerine
karşı "Pembelik Ütopyasına "yolculuk. Evet bu gerçekten rüyaydı ve "imkansızı istemek" gibi bir "gerçekliğe"
sahipti. Herkesin rüya görme özgürlüğü vardır, yola çıkmaktan korkmadığı sürece . Yoksa kabuslarını hak
etmiş olur. Kanatlarınız varsa, bütün uçurumlar sizindir ve uçmayı öğrenmek için aşağı atlamanız gerekir.

* Pink Floyd "Out Sıde The Wall" THE WALL


** Pink Floyd "Hey you" THE WALL

Fredric Brown
Zamanda Kabus

Profesör Jones zaman teorisi


üzerinde yıllardan beri çalışıyordu.
"Ve anahtar eşitliği
buldum" dedi bir gün kızına.
"Zaman bir alan. Yaptığım bu
makine zamanı yönlendirebilir-
hatta tersine çevirebilir."
Konuşurken bir yandan da
bir düğmeye basarak dedi ki
"Bununla zaman geriye akmalı
geriye zaman bununla" ki dedi
basarak düğmeye bir da yandan
bir konuşurken.
"Çevirebilir tersine hatta
yönlendirebilir zamanı bu makine
yaptığım. Alan bir zaman" kızına
gün bir dedi. "Buldum eşitliği
anahtar ve."
Çalışıyordu beri yıllardan
üzerinde teorisi zaman Jones
Profesör.
Çev: Murat GÖÇ

Cahit ORPAK
- 13 -
POSTA KUTUSU bkzine@hotmail.com

Sayın Rafet Arslan,


Birkaç saat önce dostum Metin Demirhan'ın dükkanında (Atılgan) derginiz Albemuth'un Eylül sayısı ile
tanıştım ve tahmin edeceğiniz gibi benim ve romanım hakkında yazdıklarınızı büyük bir ilgi ile okudum. Her
şeyden önce kitabı anlamaya gayret gösterip okuduğunuz için teşekkür ederim. Aynı sizin de yazının başında
dediğiniz gibi yurdumuzda edebiyat eleştirmenliği kurumu sadece adı Orhan Pamuk olan veya birkaç yazar
için çalışıyor. Benim de içinde bulunduğum yüzlerce yazar büyük eleştirmenlerimiz tarafından okunmaya
değmeyecek kadar aşağılarda, Yaşar Kemal gibi üstatlar da erişilemeyecek kadar yukarda kaldıkları için
eleştirmenlerimizin emek harcayıp, kitaplar okuması gerekmiyor. Ahmet Altan'ın da son kitabında eğlenerek
şahit olduğumuz gibi aceleyle "onu eleştirile!" komutu geldiğinde ise zaten okumuş olmak da gerekmiyor.
Bu tür bir eleştirinin bana faydası da (eleştirinin iyi niyetle yapıldığı konusunda hiçbir tereddüdüm
olmadığı için) aklımda tasarladığım bazı sahnelerin, kurguların, kişilerin ve komploların başka okuyucular
tarafından nasıl (farklı) algılanabileceklerini görebilme olanağını sağlaması. Bu yüzden eleştirinizin bazı
yerlerini gerçekten zevkle ve ibretle okudum.
Kitabın hangi Türkiye koşullarında oluştuğu ve 92'deki Madımak yangınının sağladığı ortamdan
filizlendiği şeklindeki yorum çok ilgi çekici geldi, ama ben kendimde hikayenin yıllar içinde nasıl geliştiğini
bildiğim için, eleştiriye yanıt kabilinden değil de, BK meraklısı bir dostla sohbet babından anlatmak istiyorum.
Kitabın arka kapağında söz edilen Kamikaze'lerin komutanıyla ilişkisini anlayabilmek için kalkıp bu
adamın hayat öyküsünü bulup okumak gerekirdi (ölme eşeğim ölme!). Bu öyküyü 1980 ya da 81 senesinde
okumuş ve çok etkilenmiştim.
Gelelim Kuzey Ülke'nin köktendinciliğine. Aslında öyküyü tamamen Türkiye ve Suriye olarak yazmayı
düşünmüştüm. Haliyle de o zaman savaş Güney Doğu'da geçecekti. Ama o şekilde öykünün hiç
hesaplamadığım feci bir etnik mesajı olacaktı; yani Türkiye aslında Kürtlerini yok etmek için savaşa girmiş gibi
olacaktı ve bunu da kesinlikle istemiyordum. Dikkat ettiyseniz Güney ülkenin içinde en ufak bir etnik ayrım yok.
Yazmaya Güney Amerika'da iki hayali ülke olarak başladım, Ancak Pablo, Carlos, Zongo Bongo gibi isimler
uydurarak devam etmek çok sıkıcı geldi ve epeyce bir sayfayı silip yeniden yazmaya başladım. Hiç yoktan bir
düşman ülke yaratmalıydım, sonunda Rusya ile İran karışımı bir yerde karar kıldım ve onu kuzeye
yerleştirdim. Bu noktada "kötü" ülkenin dini bir ideolojisi olması Madımak süreciyle ilgili olabilir.
Kitabın ana konusu iki noktadan kaynaklandı; bunlardan birincisi, savaş tarihlerinde on milyonlarca
insan akıl almaz derecede salakça kararlar yüzünden tavuk gibi boğazlandı. Eğer Yanlış bir tarihte
Sarıkamış'da Türk ordusunda askerseniz ve yarın aşırı hırslı bir Enver Paşa sizi yazlık giysilerle karlı dağları
aşırarak düşmana baskın yapmanızı emredecekse, üç gün içinde öleceksiniz. Hiç kurtuluşunuz yok (istatistik
anlamda söylüyorum). Kırım savaşından Vietnam'a kadar her savaşı ayrıntılarıyla okuyorum ve işin ne kadar
büyük bir insan ziyanlığı olduğunu aklım dura dura daha çok anlıyorum. Bu nedenle insanların salakça bir
nedenden tavuk gibi doğrandığı bir savaş tasarladım. Ama bana inanın 1914-18 Avrupa Batı cephesinin
gerçeği benim uydurabileceğim her türlü kurgudan bin kez daha salakçaydı.
İkinci kaynak da 80'li yıllarda ülkeye hükmeden ve her şeyi mühendisçe çözme iddiasındaki zihniyet idi.
Rıfat aslında Özal'ın yakınındaki prenslerden herhangi biri ya da hepsiydi. Bu insanlar insan, kültür, adalet
faktörlerini bir kenara itip mühendisçe optimize ettikleri her türlü uygulamayı topluma dayatabileceklerini
düşünüyorlardı. Bu da bir tür toplum mühendisliği idi. Romanımdaki kurgusal koşullarda aslında Rıfat'ın projesi
sonuna kadar kusursuz işledi ve sonuç istendiği gibi ülke ekonomisi açısından olumlu oldu. Ama Rıfat ısrarla
olayın insani boyutu görmemekte direniyordu. Ve bence de burada tartışılmaya açılması gereken çok ciddi bir
felsefi bir sorun var: Daha büyük bir kurtuluş için belli sayıda insanı feda etmeye (onların rızasını almadan)
karar verebilir misiniz? Gerçek hayatta bunu tartışmak zordur ama romanın kurgusal atmosferi içinde herkese
her şeyi söyletebilirsiniz.
Eleştiriyi okurken gerçekten sarsıldığım en önemli nokta ise, diğer tüm BK kitaplarımda olduğu gibi,
benim kullandığım ironinin yerine ulaşmadığını görmek oldu. İroni yurdumuzda çok az kullanılan bir yazım
tarzı. Çünkü bizde ironi denince taşlamanın ve kafa kırmanın bir yöntemi olarak düşünülüyor ve eğer küfür
etmekten daha fazla acı verecekse ironiye baş vuruluyor. Kitap (bence) başından sonuna kadar ironi üzerine
kurulu. Ama eğer ironinin hiç olmadığı farz edilirse ve bazı kelimeler yazıldığı gibi algılanıyorsa o zaman
eleştirilerin bir bölümü haklı gibi durmaya başlıyor. Bu nokta benim açımdan çok önemli. Demek ki (hadi tam
deyimleriyle söyleyeyim) pazara uygun mal sunamıyorum ve Türk tüketicisini memnun edemiyorum. Eğer bu
dilde yazmaya devam edeceksem ürünlerimde bayağı bir tasarım değişikliği yapmam gerekecek.

Çalışmalarınızda başarılar, görüşmek dileğiyle,


Haldun Aydıngün - 12/11/2002

- 14 -
Rafet ARSLAN
Nerede Kalmıştık ?

BK (Bilimkurgu) insanlığın geleceği için etik sorumluluğa sahip bir sanattır. Dünyanın çeşitli
yerlerindeki BK'cular bu etik sorumluluğun bilinci ile üretimlerini, etkinlik ve aktivitelerini
şekillendirmektedirler.
Türkiye için aktivist ruha sahip, üretken ve genişleyen, sağlam bir BK geleneği yaratmayı hedefliyoruz.
Böyle bir çaba tek tek öne çıkan bireylerle değil, ancak kalıcı ve sürekli dinamik ruha sahip taban inisiyatifleri
ile mümkün olacaktır.
Bunun için geçmişe bakmalı, onu bilmeli insanlara öğretmeliyiz. Ve bugünü nesnel bir şekilde tespit
ederek, yolun neresinde olduğumuz belirlenmelidir. Elbette bahsettiğimiz yol, sonsuz bir gelişme
potansiyelindedir. Ama hem kısa, hem uzun dönem hedeflerle bu yolun bazı çizgileri belirginleştirilebilir.
Geleceğe uzanan bu zahmetli bayrak yarışında eleştirel ve kuramsal çalışmalar en az öykü, roman,
illüstrasyon, şiir gibi üretimler kadar önemlidir. Nesnel eleştiriler ve araştırmaya yönelik çabalar uzun vadede
kuramsal yaklaşımları oluşturacaktır. Bugün BK'ya dair sağlam düşünsel yaklaşımların azlığından dolayı,
Türkiye'de BK'ya yönelik önyargılar, bilgisizlikler ve yanlış tanımalar varlığını sürdürmektedir. Bu durum
Kültür-Sanat dünyası ve aydın çevrelerde BK'ya yönelik bilgi ve araştırma eksikliği olarak yaygın şekilde
gözlemlenmekte. Bu sağlıksız ortamda BK adına konuşan, üreten insanların sorumluluğu, bir kat daha
artmakta. Çünkü Ufoculuk, ruhçuluk, reenkarnasyonculuk vb. BK ile ilgisi olmayan kavramların, BK içinde
anılmasının tek sorumlusu BK' dan uzak insanlar olamaz, bu sorumluluk daha çok BK ile ilgilenen, ona gönül
veren insanlarındır. Bu yüzden doğru ve keskin eleştirinin yanında, "eleştirinin de eleştirisine"
yoğunlaşmalıyız. Toplumu bu alanda yanlış bilgilendiren, soğutan metinlere cevap vermeyi kendimize görev
saymalıyız. Sağlam kuramsal çalışmaların ve nesnel eleştirinin belirleyici olduğu bir ortamda bu yanlış ya
da eksik yaklaşımlar kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Bahsettiğimiz gelişimin önündeki bir diğer engel ise zaten dar olan BK camiasında sürekli bölünme,
kavga gibi olumsuzluklarla karşılaşılmasıdır. Bizce bu olumsuzluklara tek çare, yapılan her aktivitenin en
geniş anlamda tüm katılımcılara mal edilmesi ve insanların inisiyatiflerini duyuracağı oluşumların
yaratılmasıdır.
Gündeme getirdiğimiz yaklaşım, son birkaç yıldır gelişen bir duruşun, şimdiden belirginleşen ilk
adımlarıdır. Taban inisiyatifinin hakim olduğu alternatif söyleşiler, radyo çalışmaları, yeni üretimler ile birlikte,
Albemuth'da bu sürecin bir parçasıdır.

İYİLİK
NEYE
YARAR?

1.
İyilik neye yarar, Öldürülürse iyiler çarçabuk, ya da
iyilik görenler?
Özgürlük neye yarar, yaşarsa bir arada özgürlerle
tutsaklar?
Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese, akıl
neye yarar?

2.
İyi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı.
iyilik beklenmesin!
Özgür insan olacağınıza, öyle bir yere götürün ki
dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes, özgürlük sevgisi
geçersiz olsun!
Akıllı insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı.
akılsızlık zararlı olsun!
B.BRECHT
Selçuk ERDEM
- 15 -
ALBEMUT Özgür
Basın

BİLİM KURGU - 12 / 02

Maya BAŞYILDIZ
Elimizde TV, Sinema ve Renkli Basından
Başka birşey kalmadı.
ALBEMUTH Özgür
Basın

BİLİM KURGU - 03 / 03

Gamze GÜÇKIRAN

Sakın Kimselere Doğal Zenginliklerinizin


Neler Olduğundan Bahsetmeyiniz!
Düşününüz!
Yerin Kulağı Vardır!
Hatırlayınız!
ZAMANSIZ HATIRALAR Rafet ARSLAN
DENİZİNE DALMAK
Parlamentosu insanları daha ne kadar süre tek bir
Son 5-6 yıldır fantezi, polisiye gibi türlerin ortak ideal çevresinde tutabilirdi ? " sorularından yola
yanında bilim kurgu yazınında da bir patlama çıkarak yapıyor. İletişim Yayınlarından çıkan
yaşandığını söylemek yanlış olmaz. Art arda bilim romanında M. Açar, sinema ve edebiyatta
kurgu çevirilerinin yayınlanması ile başlayan süreç önemsediği yapıtlara sıkça göndermeler yapıyor.
neredeyse her yayın evinin bir bilim kurgu dizisi Kitaba temel olan Kafka'nın Şato, Lem' in Solaris,
başlatmasına neden oldu. Selma Mine, Orhan Duru, King' in Medyum yapıtları daha önce sinemaya
Zühtü Bayar gibi eski kuşak yazarlarımızın yanında uyarlanmıştı. M. Açar' ın kendini Kubrick 'in Medyum
bilim kurgu türünde de yapıtlar veren Süreyya Evren, romandan uyarladığı Shining filminden çok, romana
Haldun Aydıngün gibi yazarların eklenmesi yakın hissettiği anlaşılmakta . Tarkovski tarafından
sevindirici bir gelişme oldu. Çevirilerin yanında, yerli sinemaya uyarlanan Solaris ise mistik-felsefi
yazarlarımızın da bilim kurgu kapsamında açılımlarıyla M. Açar'ın dünyasına daha yakın
yapıtlarının basılması ve alıcı bulması, Türkiye duruyor. M. Açar, 20. y.y.' ın en önemli romanı olarak
bilim kurgusundaki gelişimde önemli bir noktayı nitelendirdiği Solaris' in gizemli gezegeni ile , King' in
işaret ediyor.Artık Müfit Özdeş gibi yıllarca gizli gizli tekinsiz otelini birleştirerek, geniş felsefi ve sosyolojik
üreten yazarlarımız okurla buluşabilmekte. alt yapıya sahip bir metin oluşturmuş. Açar, yarattığı
bu birleşimi Kafkaesk, bilimkurgu polisiyesi olarak
Bu gelişim sürecinde, genç kuşak yazarlar adlandırıyor.
arasında gerek kaleminin yetkiliği, gerekse rahat
okunan akıcı dili ile dikkat çeken önemli bir isimse Bir televizyon röportajında M. Açar
Mehmet Açar. Dikkatli okurların ilgisini Mehmet Açar, "bilimkurguda çok hoş bir yön var, Ballard'ın dediği
ilk önce "Hayalet Gemi" dergisinde çıkan öyküleriyle gibi , bilim kurgu ile aslında bu günü anlatıyoruz"
çekti. Gerçi sinema tutkunları Mehmet Açar'ın film görüşünü ortaya koyuyordu. Bu bakış günümüzün
eleştirilerini uzun süredir takip ediyorlardı. 1998 global tüketim kapitalizmine eleştiriler ve bu sisteme
yılında Açar'ın 10 öyküsü İletişim Yayınlarınca " karşı var olacak alternatiflerin araştırılmasıyla
Anarşik Rehavet" adı ile basıldı. Kitapta yer alan romanın temel yapı taşlarından biri halini alıyor. Bu
Cressville öyküsündeki "Kafka müptelasıydık, açıdan Siyah Hatıralar Denizi, son dönem Türkiye
Borges'e tapıyorduk ve İflah olmaz bilimkurgu edebiyatındaki üç ütopik romandan biri . Alev Alatlı'
tutkunuyduk" satırları M. Açar'ın edebiyat zevkini ve nın üçlemesinin ilk iki kitabı Schrödinger' in Kedisi ve
bilim kurgu ile olan bağını yansıtıyordu. Bu tutku Rüya romanları vahşi global kapitalizmin varacağı
Gaip Cinayetleri, On bir, Kristal Çağının Işıkları, tehlikeli noktaları aktaran birer anti-ütopya örneğidir.
Dalgın Yağmurlar Mevsimi öykülerinde okurla Cem Akaş'ın Olgunluk Çağı Üçlemesi ise kıyamet
buluşur. Her şeyin bilgisayar denetiminde olduğu sonrası yarı komünal bir küreselleşme yaşayan
geleceğin tekno dünyasında geçen Gaip Cinayetleri dünyayı, ütopya/anti-ütopya çelişkisi üzerinden
polisiye bilimkurgu'ya güzel bir örnektir. Kristal aktaran bir romandır. M. Açar' ın romanını açıkça
Çağının Işıkları ise Ballard'ın kaleminden çıkmışa bilim kurgu olarak tanımlamasıyla, diğer iki yazardan
benzer imgelerle dolu, etkileyici bir öykü . Laf farklı bir duruş sergiler. Nedense Alev Alatlı romanını
aramızda rüyaların kayıt edilip, izlenebildiği yakın bilim kurgu olarak tanımlamaktansa anti-ütopya
geleceğe dair bir öykü ile uğraşırken Kristal Çağının demeyi tercih ediyor. Cem Akaş ise romanını " bilim
Işıkları ile karşılaşan biri olarak aklımdaki fikrin kurgu olmayan bir gelecek romanı" olarak
benzer tema ile dile gelmesine ve öykünün nitelendiriyor. Bu durum dünya edebiyatında söz
sağlamlığına sevinirken; biraz da gıpta ettim. sahibi birçok edebiyatçının yazdıkları bilim kurgu
romanlarını, bilimkurgu içinde tanımlamaktan
M. Açar' ın bilimkurgu öyküleri arasında dikkat kaçınmasını anımsatıyor.
çeken bir diğeri ise, kıyamet sonrası kurulan
rasyonel dünyadaki gizemli Hicran köyünü anlatan, MEHMET AÇAR YAZININDA
Dalgın Yağmurlar Mevsimi öyküsüydü . 2000 AYDINLANMA VE GİZEM
yılında, büyük salgınlar devri sonrasında kurulan
Birleşik Federasyonların komünal-küresel Aydınlanma çağıyla yaygınlaşan burjuva
dünyasından yola çıkan M. Açar Siyah Hatıralar rasyonalist-pozitivist anlayışlara karşı felsefi temelli
Denizi romanını yarattı. Romanın başlangıcını, eleştiriler yanında, romantik, gotik gibi sanatsal
Hicran öyküsünün sonundaki "Yer yüzü nasıl bir tepkiler de gündeme gelmişti. Son yirmi yılda
geleceğe doğru gidiyordu? Son birkaç yıldaki muhalif yaygınlaşan modernizm / post-modernizm
akımlar dünyayı yeniden o eski vahşet çağlarına tartışmalarıyla birlikte, aydınlanma döneminde
döndürebilir miydi? Birleşik Federasyonlar yaşanan bu çelişkiler düşünce dünyasının gündemini
-2-
yeniden belirliyor. Siyah Hatıralar Denizi romanının örnek teşkil ediyor. Hatta, Siyah Hatıralar Denizinin
alt metininde bilinmeyenleri akıl ile aydınlatma edebiyatımızda şimdiye kadar yazılmış en yetkin
çabası ve bu çabaya karşın tam çözümlenemeyen bilim kurgu romanı olduğunu da söyleyebiliriz. Bazı
gizemlerin yarattığı çelişkiler öne çıkar. Romanda eleştirmenlerin genç kuşak bilimkurgu yazarlarından,
Birleşik Federasyonlar Parlamentosunun komünal ille de özgür temalar isteme anlayışının yetersizliğini
dünyasındaki, Hicran köyü gibi rasyonel bütünden de açığa vuruyor. Bir çok bilimkurgu metnine gerek
ayrık , gizemli Nordvest kentinin soğuk istasyon diye göndermeler, gerek esinlenmelerle yeni bir yapıtın
bilinen bölgesindeki iki intihar vakasını araştırmak çıkarılabildiğini bizlere gösteriyor (tıpkı Yokuştaki
üzere gönderilen gizli servis elemanının Kafkaesk Salyangoz, Küvette Bulunan Günce v.b. dünya bilim
öyküsü anlatılmaktadır. Zaman, uzay, gerçeklik gibi kurgusundaki benzer yapıtlar gibi). Özgünlüğün
kavramların sorgulanmasının merkezinde, 200 yıllık temada değil, edebi dilde olduğunu kabul eden
tuhaf Ennoia oteli vardır. Fakat otel, romanın esin değerlendirmelerle, yerli bilimkurgu yazınımız daha
kaynaklarından Kafka'nın Şatosu gibi karanlık ve sağlıklı ve verimli noktalara gelebilecektir.
tahakkümcü bir güç yerine, daha çok çeşitli garip
işaretlerlerle iletişim kurmaya çalışan Lem' in Solaris
gezegenine benzeyen bir şekilde ele alınmakta. Lem' Saltık bilimkurgunun
in Solaris üstüne tartışmaları ve bilgi yığınını aktaran belki de en çok tanınan
yaklaşımı gibi,romandaki Kongre Grubu da Ennoia yazarlarından Clarke’ ın
oteline bilişsel-mantıklı bir açıklama getirme dilimize kazandırılan
arayışındadır. Tıpkı Solaris romanındaki gibi görece eski bir romanı.
Gibarian'ın intiharı bilinmeyeni anlamaya, Clarke okurları bu
anlamlandırmaya yönelik düşünsel bir süreci kitapta biraz şaşırıp
başlatır. Bu açıdan otelde yaşanan tüm esrarengiz , hayal kırıklığına
hortlakımsı olaylar King'in Amerikan ailesi ve uğrayabilirler.
toplumunun bilinçaltını metafizik bir anlatımla Clarke’da alışagelinen
aktardığı Medyum romanına değil, tüm mistik netlik, çözüm ve
görünümüne rağmen Solaris ile benzeşen bilişsel bir önerilerden uzak kalmış
konumda duruyor. Çünkü M. Açar gizemli, doğaüstü bir kitap. Ancak yine de
olayları daha çok insani yanı dışlayan katı pozitivizm Clarke gizemciliğini,
anlayışına karşı, eleştirel anlamda kullanmakta. teknoloji tarif ve
kullanımılarını zevkle
M. Açar yapıtlarında mistik ve fantastik izleyip, öğrenecek, merak edecek şeyler
unsurlara da yer vermekte. Fakat bu açıdan M. Açar bulunacağından eminim.
günümüzde gitgide yoğunlaşan örneklerin aksine,
bilim kurgu ile fantazyayı birbirinden ayıran sorumlu
bir duruş sergiliyor. Cressville öyküsündeki " bu bir Kendini anlayamadığı
bilim kurgu değil fantezi ... Hayır , bir ütopya değildi bir karmaşann içinde
bu sadece bir hayaldi ... "sözleri, Açar'ın bu bulan ve eğitimi
yaklaşımına bir örnektir. sayesinde elde ettiği
olağanüstü güçleri
Romanda mutlaka eleştirilecek yerler de kullanarak kimliğini
bulunabilir. Bazı bölümlerin gereğinden fazla bulmaya çalışan
uzatılması yada politik açılımların kısırlaştığı noktalar kahramanımızın
gibi . Örneğin, yazar liberalizmi eleştirirken , yer yer başından geçenlerin
komünal sistemi de sadece son elli yılın bürokratik, akıcı ve sorgulayıcı bir
soğuk savaşın yarışına ve teknokrasiye kendini tarzda aktarıldığı
kaptırmış, yozlaşmış sosyalizm yorumuyla değişik bir ütopya.
özdeşleştirebiliyor . Dünya, Venüs, galaktik
toplum ve ölümsüzlük
Roman, dış uzaya ve onun zeki varlıklarına anlayışı. Bu dört öğenin
naif göndermeler ve insanoğlunun gizemleri çözme birbiri ile olan ilişkilerinin grift bir biçimle anlatılmaya
çabasıyla noktalanıyor. Lem' in Solaris' in çalışıldığı okuması çok zevkli bir kitap. “Uzay
kapanışında dediği gibi "hiçbir şey bilmiyordum, ama Tazısının Yolculuğu” adlı kitabı ile tanıdığımız
amansız mucizeler çağının hala geçmediği yazarın BK okuyucuları tarafından giderek daha çok
inancında direterek". M. Açar'ın romanı ağırlıklı beğenilip benimseneceğine inanıyorum.
olarak öykücülük üzerinde var olan Türkiye Mustafa SUYOLCU
bilimkurgusunun, romanlara açılmasında olumlu bir
-3-
7500 Tuba GÜNVAR

Syro yataktan kalktı. Saate baktığında vardı- ve değişik olasılıkları birbirine kaynaştırarak
yaşamdaki 7500' üncü gününe başlamak için çok farklı dünyalar yaratırdı. Bu dünyalar bazen bir oyun
geç kaldığını farketti. Hemen yataktan fırlayıp bahçesine, -ki bunu çoğu zaman iyi vakit geçirmek
aceleyle bugün için hazırlanmış özel kıyafetlerini için yapardı- fakat çoğunlukla bir savaş alanına
üzerine geçirmeye başladı. Tam tamına 7500 gündür benzerdi. Elindeki aynı materyallerle hem güzel hem
bu odadaydı ve işte bugün dışarı çıkabilirdi. de berbat bir dünya yaratabildiğine kendi de
şaşırırdı. Tarih Çelişkisi öğretmeni (aynı zamanda
Bir görevi vardı. Pek çok şey için hazırlıklıydı Olasılık öğretmeniydi de) farklı dünyalarına şöyle bir
ama dışarı çıktığında neyle karşılaşabileceğine dair göz atar, elini Syro' nun omzuna koyar ve "Açıkla"
hiçbir şey söylenmemişti ona. Tek bildiği, daha derdi. "Neden güzel?" veya "Neden insanlar aç?"
doğrusu tahmin ettiği, varolan dünyanın artık yaşamı veya "Şimdi de çözüm üret bakalım. Ne yapılmalı?"
besleyecek gücünün kalmadığıydı. En zor kısmı bu olurdu işin. Syro sorulanları
cevaplama heyecanıyla günlerce süren bir strateji
Syro bu programın ilk adaylarındandı. karmaşasının içinde bulurdu kendini.
Program tam 7532 gün önce yönetim tarafından acil
durum ilan edilmesiyle birlikte yürürlüğe konulmuştu. 6000'inci günlerinde artık biraz biraz
anlamaya başlamıştı. Olumlu dünyalar yaratırken
Geniş ve sert yatağına oturdu ve odasına çok zorlanıyordu çünkü elindeki örnekler hep daha
şöyle bir göz attı. Burada olduğu süre içinde pek çok kötüsüne sürüklüyordu onu. Gelecek hep geçmişten
şey öğrendiğini düşündü. Gerçek yaşama daha karanlıktı. Siyasi ideolojilerin hepsini
karışamamış, ama teknik bilgi biriktirmişti. Bir sürü incelemişti. Kağıt üzerinde insancıl ve tutarlı görünen
yabancı dil öğrenmiş, bir sürü kitap okumuş, pek çok pek çok yönetim biçimi, uygulamaya konulduğunda
mantık ve matematikle ilgili oyunlar oynamış, dönüşüm geçirmiş, insanların bencillik ve
meditasyon yapmayı öğrenmiş, tartışmış, dinlemiş, açgözlülükleri sonucunda işlemez hale gelmişti.Ve
eleştirmiş, kabul etmiş, kısacası bu dört duvar sonuç olarak hesaplarına göre şu anda dünya ya
arasında iyi vakit geçirmişti. Bebekliğinden bu yana kapitalizmle, ya da ona çok yakın kan emicilikte adını
Syro özel bir amaç için yetiştirilen, seçilmiş bir çocuk bilmediği başka bir sistemle yönetiliyor olmalıydı. Bu
olduğunu biliyordu. Fakat bu fikrin ona yardımcı da aydınlık bir dünya hayal etmesini çok
olmadığı, hatta üzerinde çok baskı kurduğu zamanlar zorlaştırıyordu. "Yönetici olmaya hazır mıyım?"
da olmuştu. Bazen -özellikle gelişme dönemlerinde- Kendine odasındaki ekrandan gösterdikleri dev
kendini kapana kısılmış hissetmiş, yaşıtlarından Yönetim Binasını düşündü. "Evet. Yapabilirim." Artık
farklı olma hissi kaldıramayacağı kadar ağır gelmişti. zamanın geldiğini hissetti. Kafasında ki bazı
Köşedeki boy aynasına baktı. Vücudu ilk parçaların artık bir zemine oturması gerekiyordu. Ve
değişimlerini göstermeye başladığında - Cinsellik o zemine de ancak Yönetim Binası'nda ki verilerle
öğretmeninin söylediklerine rağmen - ne kadar sahip olabilirdi. Sabırsızca yatağında kıpırdandı.
korktuğunu ve ağladığını hatırladı. Gülümsedi. Nasıl bir manzarayla karşılaşacaktı? Doğal
Kendini yalnız hissettiği çok zaman olmuştu ama kaynakların tamamen yok olmamış olmasını
okuduğu kitaplar, dışarıdaki insanların da aslında umuyordu.Çünkü eğer öyleyse, dünya nüfusunun
yalnız olduğunu anlamasını sağlamıştı. Odasının %80'i açlık sınırının da altında, hatta ölmek
duvarlarının dörtte üçünü kaplayan kitaplarına baktı. üzereydi.Tam bulaşıcı hastalıklarla ilgili olasılıklarını
Hepsini burada bırakmak zorunda olduğu için kendini düşünmeye başlamışken kapı açıldı."Haydi Syro,gel
üzgün hissetti. Sadece 2002 yılına kadar yazılmış dışarı çıkalım." Bolgux' a korkuyla baktı. Bolgux,
olan kitapları okumasına izin vermişlerdi. Ne güncel programın yaratıcısı ve aynı zamanda da Topluluk
kitapları okuyabilmiş, ne gazetelere göz atabilmiş, ne Psikolojisi öğretmeniydi. Syro onu çok severdi ve bu
de televizyon izleyebilmişti. Bu onun, içinde kadar gerginken onun o artık yaşlanmış yüzünü
bulunduğu zamana olan merakını daha da arttırmıştı. görmek onu biraz olsun rahatlattı. Birlikte odadan
Fakat merak yeterli değildi. Öğretmenleri, güncel çıktılar.Syro şaşkınlıkla etrafına bakındı.Bütün
etkileşimlerden uzak ve tabii ki tarih verilerinin duyuları dış dünyayı algılamak için çalışıyordu
tutarsızlıklarını da karşılaştırarak, bir dünya görüşü şimdi.Koridorda pek çok insan ona gülümseyerek
edinmesi, bugün ki yaşamın nasıl olduğuna veya bakıyordu.Hepsinin bakışlarında bir çaresizlik mi
olması gerektiğine dair, kendisinin bir fikir üretmesi vardı?Yavaşça yürüdüler. Program binasının büyük
gerektiğini söylemişlerdi. Bu çok eğlenceli bir şeydi. çıkış kapısının önüne geldiklerinde Bolgux bir adım
Odasında tek başına olduğu zamanlarda geri çekildi."Evet Syro.Sıra sende…" Ve kapı ağır
bilgisayarının başına geçer - bilgisayarını sadece ağır açıldı.
daktilo ve hesap makinesi olarak kullanmasına izin
-4-
SİZ Mİ TV. Yİ AÇIP KAPATIYORSUNUZ Asım SEYHAN
TV. Mİ SİZİ?
YA DA EVREN:KAOSUN MÜKEMMEL DÜZENİ
Yeni dünya düzenine (yukarıdaki adlardan
istediğinizi seçebilirsiniz) göre, insanlık için olup
"Bilimkurgu, bilimsel buluşların, teknolojik
olabilecek en iyi sistem bu, daha ötesi yok. Ve artık
gelişmelerin, gelecekteki olay ve toplumsal
yeni şeyler düşünmek, söylemek, geliştirmek ve
değişimlerin insanlar üzerindeki etkilerini araştırıp,
uygulamak gibi beyhude uğraşlara girişmemeliyiz.
yansıtan sanat akımıdır diyebiliriz. Geleceğin
Yevgeni Zamyatin'i anımsayanınız var mı? Biraz
arkeolojisi olarak da tanımlanabilir."
kurcalayın hafızanızı. Zamyatin'in uzun yıllar önce
bir uyarısı vardı sanki! Eyvah! Yoksa Seattle'dakiler
Tarih, elbette kendi kendini yazmaz. Öyle
O'nu mu anımsadı?
üst üste yığılmış, gelişmelerin, olayların,
değişimlerin dondurulup saklandığı buzdolabı da
Bakın şimdi birden, Dragan Babic'in "Son
değildir. Tarihin yazılması gibi bir eylemden söz
Sürgün" kitabı aklıma geldi. Kitap basımının
ediyorsak, bunun nedeni, geçmişin
yasaklanması ya da toplatılması ve dahi ola ki,
devingenliğindedir. Buna dayanarak şöyle bir sav
basılıp toplatılmasa da okunmasının
ileri sürülebilir: "Tarihi, aykırılar yazar,
yasaklanmasını duyup, görmüştük. Ama mahkeme
statükoculuğun üstüne."
bu sefer kitabın ''imha'' sına karar verdi. Eyvah ki
ne eyvah! Başımıza bir de Ray Bradbury çıktı
Statükoculuğun isteği, tarihin hiç
şimdi.
değişmeden kalması yani bitmesidir. Böylece,
toplumsal dönüşümlerin (diyalektik yasalara göre )
Daha çok üreyin ki sizin için ürettiklerimizi
gerçekliği ve geçerliliği tarihle birlikte sonlanacak,
(!) daha çok tüketebilesiniz. (Adı ''PİYASA
''değişmeyen tek şey, değişimin kendidir'' yasası,
EKONOMİSİ'' olan bir üretim tarzı, nasıl insan için
kulağa hoş gelen felsefi bir cümle olarak kalacak.
üretim yapar pek anlayamadım ama? Neyse işte.)
Çoğalın, çoğalın, devam edin ...Ne? Harry Harrison
Globalleşme ya da yeni dünya düzeni (1789
mu? Neyin nesi, kimin fesi bu adam?
Fransız Devrimi ile politik olarak doğan, 1800'lerin
başlarında İngiltere'de sanayi devrimi ile ekonomik
Kar ve güç tutkusu, acımasızca yapılan
olarak olgunlaşan sistem günümüz için nasıl bir
yarışmacılık, silahlanma çılgınlığı, hastalıklı bir
yeniliktir? ) ya da yükselen yeni değerler her ne ise
toplumdaki bireylerin çaresizliği ve karanlıkta doğru
adını siz koyun, artık tarihin sonunun geldiğini
yolu bulmaya çalışmaları. Hadi söyle söyle, şimdi
müjdeliyor bizlere. Aman ne mutlu! Bundan sonra
kimi yumurtlayacaksın bakalım? Strugatski
tarih gibi bir derdimiz yok. Ama statükoculuğun bir
kardeşler mi? E aferin yani, hiç boşun yok.
derdi var: Aykırılar!
Bugünün dünyası, insanların çabasıyla
Aykırı deyince, uzlaşmazlığı bir giysi (imaj)
ortaya çıkmasına karşın, yine insanlar tarafından
olarak kullanan, çıplak kaldığında genel geçerle
anlaşılamamaktadır. Nedir insanı insan yapan ya
sabunlanıp, bal tutan parmağını yalarlar durulanan,
da insanı insanlıktan çıkaran şeyler? Yanıtı basit
gemisini kurtaran kaptandırlar kurulananları
sorularmış gibi geliyor ilk bakışta. Ancak,
kastetmiyorum. Söz gümüşse sükut tenekedir, ben
yanıtlarını vermeye başladığınızda yeni sorularla
yanmazsam sen yanmazsan biz yanmazsak
karşılaşıyorsunuz (her şey birbirine bağlıdır, tez,
diyebilenlerden söz ediyorum. Ya da en güzelini
antitez, sentez, sentezin antitezi...)BK'nun makro
Sokrat söylüyor:
evrenden mikro evrene, insana, yaşama dair
Sokrat ölüme mahkum edildiğinde,
sorulara yanıt arayışı, gelecek için ütopya önerileri
Eşi : Haksız yere öldürülüyorsun ,diye ağlamaya
ya da anti ütopya uyarıları herhalde onu
başlayınca
vazgeçilmez kılıyor. Çünkü, BK yaşamamızın
Sokrat: Ne yani, demiş. Bir de haklı yere mi
içinde her yanımızda."BK yaşamın ta kendisi.
öldürülseydim?
Vazgeçilmez olarak ."
"Tek kutuplu post modern dünya" modeli,
suya sabuna dokunmadan iktidar düşünü ''nasıl Gerçek, siz ona inanmaktan vazgeçinceye
olsa karşıtım (çelişenim) yok" üzerine kurarken, kadar devam eden herhangi bir şeydir.
diyalektiğin "zıtların birliği" yasası da tozlu raflarda P.K.DICK
yerini almış oluyor (mu?)
-5-
BİLİMKURGU TÜRLERİ(NE) EK Akil BAŞYILDIZ

Değerli yazar abim Bülent Habora'nın aylık 1900 yılı 2 Milyar. İki Dünya savaşına
söyleşilerden birinde bana yaptığı teklifle Radyoda rağmen 50 yılda yine katlandı.
Bilimkurgu programını başlatmıştım. Albemuth 1950 de 4 Milyar oldu. Şu an 2000 li
dergisi, 'Radyoda Bilimkurgu'ya örnek olması için yılların başlarındayız.
yukarıdaki başlığı koyarak ; İzmir merkezli 93.5 Batı 2000(3) 7 Milyara gidiyor Dünya.
Radyo'da her ayın üçüncü pazarı 11-13 saatları arası 2010 larda 10 Milyarı çoktan aşmış olacak
hazırlayıp sunduğum 'Fahrenheit 451' adlı programın insanlar. Nüfusun iki kat artışları için gereken
birindeki konuşmamın bir bölümünü sarı sayfalı yüzyıllar, elli yıllar, onlu yıllara indi. Nüfus başlı
sayısına almıştı. Temel olarak dört başlıkta ele başına sorun değil mi?
aldığım Bilimkurgu anlayışları ile ilgili söylemimin
radyodaki devamını aktararak yarım kalmışlığı 1966 da Harry Harrison, "Yer açın! Yer
tamamlamak gereğini duydum. Dergide yayınlanan açın!" isimli romanının ön iç kapağında : "Çocuklar,
sınıflandırma özetle şöyleydi : umarım bu bir kurgu eseri olur." Temennisinde
1- Bilim ağırlıklı BK (Bilimkurgu). Mustafa bulunmuştur. Dünya nüfusunun gidişatı pek de kurgu
Suyolcu bir başka Albemuth sayısında 'Saltık BK' gibi görünmüyor, ne dersiniz?
olarak incelemiştir.
2- Uzay Operası : Macera ağırlıklı BK'lar. Karşı ütopyalar insanlığın önünde geleceğe
Uzay savaşları, yaratıklar, aşk, gerilim, korku, doğru akan yolun uyarı levhalarıdırlar. Ufukta gözden
vahşet, tekmili birden. kaybolan yolda bizleri nelerin beklediğini bilmiyoruz.
3- Ütopya : Düş ülke. Olmayan yer. İdeal Ama insanlığın sahip olduğu Karşı ütopya yazarları
toplum. En mükemmel yaşam. Çölde serap üzerinde ilerlediğimiz yolu çok iyi inceleyip hemen
yüreklerimizi serinleten. önümüze işaretleri dikiyorlar. "Dikkat! Yolun bu
4- Karşı ütopya : İp uçları şimdiki zamanda yapısına göre ilerde keskin bir viraj olabilir. Ve
görünen kötü gidişatların gelecek boyutlarında elimizdeki bu araçlarla o viraja varmak insanlık için
işlenmeleri. tehlikeli olabilir,"gibi. Ve ben umarım ki fren yapma
Radyodan devamla ; Genel olarak insanın fırsatımız olur diyorum. Umarım firenler de tutar. Bu
geleceğini konu edinen Bilimkurgu tanımlarının araçları bizler kullanıyoruz. Şu anı paylaşan tüm
çokluğu, onun sınırlarının çok geniş olmasından insanlar. Ama elimizdeki araçlarla geleceğe yol
kaynaklanıyor. alırken tüm dünyanın çocuklarını da bu araçlarda
taşıdığımızı unutmamalıyız.
Ne demek istediğimizi örnekleyerek
anlatmaya çalışalım : Kitabevine gidip bir ana akım (Ek'e) ek;
yazarının, yani konusu günümüzde yada geçmişteki Yeryüzünün (düş) cennetleri : Ütopyalar
herhangi bir dönemde geçen bir eser alıp
okuduğumuzda yazarın ele aldığı belirli bir dönemin, Ütopyalar az yazılır. Çünkü (herkes için
belirli bir yörenin, belirli insanlarının yaşam ve geçerli) en iyiyi düşlemek çok zordur. Birinin cenneti
karakterlerini izleyerek, yeni kişilikler tanıyarak bilgi diğerinin cehennemi olmasa da uymayabilir. Oysa
ve duygularımızı zenginleştiriyoruz. Bu konuya daha herkese uyacak temel bazları ele almak çıkış noktası
çok şey ilave edilebilir. Ama kısaca ; yaşamı olarak yeterlidir. Kimsenin kimseyi öldürmediği,
kavramamızda kaçınılmazdırlar. Onlarsız sömürmediği aksine yardımlaştığı bir dünya.
yapamayız. Bir Bilimkurgu sever de her kitap okuru Toplumbilimcilerin saptadığı beş temel insani
gibi bunlardan nasibini alır. Ancak bununla yetinirse gereksinimin herkes için sağlandığı bir dünya :
hep eksik kalan bir şeyleri hissedecektir. Dünü ve Herkese ev, aş, iş, sağaltım ve kültür, eğlence
bugünü bilmek, insanı ve Dünya'yı kavramaya olanağı. Açın olmadığı, tüm hastaların acılarının
çalışmak iyi de ; Nereye gidiyoruz? Ya da Dünyamız, dindirildiği, ağlayan tek çocuğun kalmadığı, çocuk
üzerinde taşıdıklarıyla nasıl bir gelecek(ler) haklarının, kadın haklarının, insan haklarının,hayvan
olasılıklarına doğru zamanda yarınlara yolculuk haklarının Evrensel Beyannamelerinin yürürlükte
yapıyor? olduğu bir dünya.

Nüfusla ilgili olarak bir örnek vermek Böylesi bir geleceğe bugünden, bugün
istiyorum : gerçeklerinden yola çıkarak nasıl ulaşabileceğimiz
1650 yıllarında Dünya nüfusu : 500 Milyon. konusu işlenmiyor. Aslında Ütopyanın kendisi değil
İki katına ancak iki yüzyıl sonra 1850 de ulaştı. de, ona gidecek olan yol ele alınmalı bence.
1850 de 1 Milyar olan insanın iki katına Ütopyalarda bu yoktur. Ne olduysa olmuş bir ütopya
çıkmasına 50 yıl yetti. gerçekleşmiştir. Ve o Ütopyanın neye benzediği

-6-
anlatılır kitap boyunca. Dünyanın güncel gerçekleri Kara(Karşı) Ütopyalara benzemişken, savaşlar sürüyor
ve binlerce çocuk ölecekken Ütopyaları, okumakta olduğum değil, okuyacağım kitaplar sırasına koyabilirim
ancak. Ömrüm yeterse okuyacağım ve Ütopyalardan Ütopyalar seçeceğim. Hatta belki beşinci sosyal
gereksinimimden biri olan eğlence hakkımı da kullanıp Fantazya bile okuyabilirim o zamanlar geldiğinde!

HABER NİTELİĞİNDE

Türkiye'nin ilk Bilimkurgu Fanzinini ve sonra da ilk BK dergisini yayımlayan; 1974 lerden beri yakın
dostum Sezar Erkin Ergin 16 Ocakta TÜBİTAK'ta düzenlenen TBD Bilişim Dergisi Bilimkurgu Öykü
Yarışması Ödül Töreni Davetlileri arasındaydı. Ayrıca Sezar E. Ergin, bir telefon görüşmemizde Yazın
İzmir'e geleceğini belirtmiş ve İzmir'deki Bilimkurgucu dostlarına selamlarını iletmiştir.
***
Zühtü Bayar'ın Mart 2003' te başlattığı Bilimkurgu Ansiklopedisi tamamlanana dek her ay Bilim ve
Ütopya dergisinden takip edilebilir. Abecesel olması nedeniyle ilk tefrikadaki dört sayfada Albemuth fanzini
de yer almıştır. Yeri gelmişken Albemuth'un bir yıldız sisteminin ve ünlü BK yazarı P.K. Dick'nin bir
romanının adı (Albemuth Özgür Radyosu) olduğundan da söz etmek isterim. Ansiklopedinin "Android"
maddesinde sözü edilen "Altı Milyon Dolarlık Adam" dizisinden, belki bir dizgi hatası nedeniyle, "Beş Milyon
Dolarlık Adam" olarak bahsedildiği dikkatimi çekti.

Mustafa Suyolcu'nun kasım 2002 tarihinde başlattığı "Bir Bilimkurgu Ansiklopedik Sözlük Denemesi"
Albemuth'un ileriki sayılarında da devam edecek gibi görünüyor.

Albemuth fanzini şu an için Türkiye'de varolan BK dergi ve fanzin boşluğunda tek başınalığını
(umuyorum geçici olarak) sürdürüyor.

Lull dergisi Ocak 2003 sayısında Albemuth'dan övgüyle söz etmiştir.

NEREDE BENİM ZİHNİM ? Murat GÖÇ


hepimizin bildiği gibi bir süreden beridir yaşadığımız
Dördü de bir masanın etrafına toplandılar. dünyanın ve hayatlarımızın bize ait olmadığına dair
Gözlerinde apaçık görülebilen sıkıntı ve zihinlerini yoğun şüphelerimiz ve gördüğümüz anlamsız rüyalar
kemiren sorulara verilemeyen cevapların yarattığı sonucu bir toplantı yapmaya ve hayatlarımıza yön
huzursuzluk ile önlerindeki boş kağıtlara baktılar. veren kelimelerin gerçek anlamlarını bulmaya karar
verdik. Toplantıyı Jean'ın ofisinde yapmanın iyi
Hepsi de uykusuzluğun verdiği boşluk ve olacağını düşündük zira bize yardımcı olabilecek
temassızlık hissi ile birbirlerine bakmaya, birbirlerine bilgisayarlara merkezi ağ denetimine yakalanmadan
dokunmaya korkuyorlardı. Bir süreden beridir dördü bağlanmanın en kolay yolu buydu. Bu merkez,
de, Bilim ve Kontrol Merkezi'nin teknik yapılandırma kavramların anlamlarını ve dili yeniden şekillendirerek
bölümüne yıllardır emek veren dört uzman yönetici de toplumumuzu daha barışçı ve daha refah dolu bir
benzer rüyalar görüyorlardı. Kış vakti buz tutmuş bir toplum haline getirme görevini 27 yıldan bu yana
yolda yürüyorlar, derken buz kırılıyor ve yol onları başarılı bir şekilde yürütüyor. Hepimiz de bu sistemin
içine alıyordu; gözlerini açtıklarında -rüyalarında- kurulmasında ya da sürdürülmesinde bir şekilde
uçsuz bucaksız bir denizde kökünden kopmuş bir görev aldık. Ancak sorun şu ki, biz bu sistem içinde
nilüfer yaprağının üzerinde yol alıyorlardı; uzayın eğitilmedik. Mümkün olduğunca kendi yarattığımız
derinliklerinde kendilerini bir uzay mekiğinin içinde bilgi ve zihin kirlenmesinden uzak durmaya çalıştık.
buluyorlar, ne söylenirse onu yapan, ne yaptığının Ama artık biz bile kelimelerin ve kavramların gerçek
farkında olmayan ve kendine öğretilen komutlardan anlamlarını hatırlayamaz durumdayız. Diyebiliriz ki
başkaca bir komutu anlayamayan uzay maymunları yığınların hayatlarına egemen olan barışçıl
oluveriyorlardı; birden tropik bir adada uyanıyorlar ve yüzeysellik ve boşluk duygusu bizi de esir aldı.
etraflarında "Karuna, Karuna -Dikkat! Dikkat!-" diye
bağrışan yüzlerce binlerce papağan görüyorlardı; bir Şimdi bilgisayar rasgele yöntemle bizlere birer
çocuk bakımevinde uyanıyorlar, çocuk onlarla garip kelime seçecek. 5 saniye içinde beyin fırtınası ile
bir dilde konuşuyor ancak hiçbiri de konuşulanın kelimenin çağrıştırdığı ilk kelimeyi kağıtlara yazıp
hangi dil olduğunu ya da kelimelerin ne anlama birbirimize okuyacağız. Daha sonra bilgisayar bu
geldiğini anlamıyorlardı. İlk sözü Fredrick aldı. çağrışımların standart beyin kontrolü ve kavram
biçimlendirme programında yer alıp almadığını, başka
- "Arkadaşlar, fazlaca uzatmayacağım, bir deyişle anlamların bize mi yoksa standart eğitim

-7-
programına mı ait olduğunu belirleyecek. Şimdi -"Son bir kelime daha" dedi Fredrick.
hazırsanız başlayabiliriz." Bilgisayar ekranına baktılar son bir kez. Kelime
ekranda intikam alırmışçasına göründü : İKTİDAR.
Sandalyesine oturdu ve o da diğerleri gibi
zihnin algılarını istenmeyen dış etkenlerden koruyarak Bitirdiler bir çırpıda yazmayı ve korku ile
zihnin istenen konuya yoğunlaşmasını ve zihinsel birbirlerine baktılar: OTORİTE, PAYLAŞIM, DOĞAL
verimin artırılmasını sağlayan zihin yoğunlaştırıcı SÜREÇ, KONTROL.
gözlüklerini taktı. Bu gözlükler onları kendi
tasarladıkları zihin kirlenmelerinin ve bilgi Hepsi de tükenmişlik içinde arkalarına
saptırmalarının dışında, zihinlerinin gerisinde yaslandılar ve gözlüklerini çıkardılar. Kelimelerin tümü
çocukluk çağlarının kirlenmemiş anlam dünyasına de vakti ile şartlandırma programlarına kendi elleri ile
götürecek ve ekranda gördükleri kelimenin girdikleri kelimelerdi, gerçek değillerdi, belirli bir
duygulanımlar ve kişisel anılarla bezenmiş anlamına amaçla, sığlaştırmak, korkutmak, tek tipleştirmek,
ulaştıracaktı. yabancılaştırmak üzere tasarlanmış kelimelerdi;
yıllardan beridir bilinçaltına hükmeden sesli ve
Masanın tam ortasındaki halojen ekranda ilk görüntülü mesajlarla, okullar, televizyon programları,
kelime göründü: SAVAŞ. kitaplar yoluyla kalabalıkları şartlandırmada kullanılan
kelimelerdi; düşünmeyen, paylaşmayan, risk
Dördü de dudaklarında anlamlı bir gülümseme almayan, sorgulamayan yığınlar içindi; öyleyse onlara
ile kağıtlarına döndüler. 5 saniye geçmeden hepsi de ne olmuştu. Sistemin kontrolünü ellerinde tutuyorlardı;
kafalarını kaldırarak birbirlerine merakla baktılar. peki onların kontrolü kimdeydi ?
"Evet, ilk kim başlıyor" dedi Theodor.
"Ben başlayayım" dedi Jean. "Benim kelimem Rahatsızlık içinde kalktı sandalyesinden
BARIŞ." Theodor. Bilgi ve Kontrol Merkezinin tüm şehre hakim
"Benimkisi ise KAHRAMANLIK" dedi Fredrick. penceresinden dışarıya baktı. Dışarıda hayat son
"İTAAT" diye tamamladı Karl. derece uyum içinde, sessiz ve sakin akıp gidiyordu.
"Ben ise KAZANÇ yazmıştım" dedi Theodor. "Nerede benim zihnim" diye sordu kendi kendine;
Hepsi de şaşkınlık ve ümitsizlik içinde birbirlerine binlerce kez sorulmuş bir soruydu bu belki de ama
baktılar. gariptir Theodor ilk defa soruyordu.
"Durun hemen karartmayın yüzlerinizi. Bu
daha ilk kelime, öyle değil mi?" dedi Jean gülmeye
çalışarak. Gözlük ilk kelimede başarısız olmuştu. PRATİK ÜTOPYALARDAN
Bulunan kelimelerden hiçbirisi kendi kelimeleri değildi. Hasan El Sabah ve Alamut Kalesi.
Onlar değildi o kelimeleri oraya yazan.
Günümüzde Junk, köktendincilik söylemleri
Bir kelime daha göründü ekranda: SEVGİ. ile ele alınan Hasan Sabah efsanevi bir kişilik haline
Kolay bir kelime olduğunu düşünerek sevindiler. gelmiştir. 11. yüzyılda, Kahire'deki Fatimi halifeliği
Hemen kelimelerini söylediler ardı ardına: yoksul Müslüman halka, Kuzey Afrika' nın Hıristiyan
KARŞILIKLILIK, YÜCELTME, ÖZSEVİ, ve Yahudi nüfusuna ağır baskı ve zulüm politikası
SAHİPLENME. güdüyordu.

Yine olmamıştı, bir türlü kelimenin gerçekte ne İsmaililerin bir kolu, halifeliliğin bu baskı ve
anlama geldiğini hatırlayamamışlardı. Huzursuz bir zulmüne karşı isyan ederek direnişe geçtiler. Hasan
yüzle bilgisayar ekranına baktılar. Yeni kelime çoktan Sabbah'ın çevresinde toplanan bir grup direnişçi
görünmüştü bile ekranda: TELEVİZYON Alamut kalesini ele geçirdi. Kale çevresinde
oluşturdukları otonom bölgede, ortaklaşmacı bir
Hepsi de bitirdiler hemen ve bu sefer hayat kurdular. Despot merkezli iktidara karşı
çaresizlik içinde tekrarladılar kelimelerini: EĞLENCE, Alamut kalesini bir "Yeryüzü Cenneti" haline
BİLGİ, ÖZGÜRLÜK, İLETİŞİM. getirmeye çalışmışlardır.

Bir tek kelime bile etmeden bilgisayarın İngiliz şair ve Frankestein'in yazarı Mary
sonraki kelimeyi göstermesi talimatını verdiler. Kelime Shelly'in eşi P. Shelley'in 1814'te yazmaya
alay eder gibi göründü ekranda: PARA başladığı tamamlanmamış "Suikastçiler"
Hızlıca yazıp yüksek sesle okudular ütopyasının esinini Alamut deneyimininden almıştır.
kelimelerini, seslerinde umuttan eser yoktu, daha çok Hasan Sabbah'ı geleceğe taşıyan bir BK örneği
Sisyphus'un anlamsız inadı: REFAH, GÜÇ, EŞİTLİK, olarak, Zelazny' in "Bu Ölümsüz" romanı ele
AMAÇ. alınabilir.

-8-
Bir Bilimkurgu Mustafa SUYOLCU
Ansiklopedik Sözlük Denemesi
Bilimsel adı Einstein-Rosen Köprüsü olan bu
(III)
kavram yaygın olarak "Solucan Deliği" olarak
kullanılmaktadır. Birçok BK öykü, roman ve filmde
Işık Hızı
çok uzak mesafeleri aşmak için kullanılan bir
yolculuk yöntemi olarak işlenmiştir. Uzay-zamanda
Fizik bilgilerimize göre, evrenimizde
birbirinden uzak iki nokta arasında hemen hemen hiç
ulaşılabilecek en yüksek hız. Yaklaşık 300.000 km.
zaman harcamadan ve normal hızlarda (işık hızının
/sn. lik bu hız, ilk anda olağanüstü yüksek ve her yere
altında) yolculuk etme gibi bir olanak sunan kavram
ulaşmaya yeter bir izlenim bırakmakla birlikte bu
astronomik uzaklıklarala başetmek için mükemmel
tanımın özellikle ikinci kısmına inanmak artık
bir olanak olmuştur. Ünlü TV dizisi Stargate (Yıdız
mümkün değil. Işık hızı ile kendi güneş sistemimiz
Kapısı) bu kavram çerçevesinde ortaya çıkmıştır.
içinde bile gerek ulaşım gerekse haberleşme ile ilgili
Solucan deliklerinin çalışma prensibi basit olarak
sorunlar olacağı açıktır. Bu düşünceyi evren
şöyle anlatılabilir. Düz bir yüzeyi, örnekle bir mektup
boyutlarına taşıdığımız zaman ise haberleşme
kağıdını uzay olarak düşleyin, kağıdımızın uzak iki
ve/veya ulaşımın ne kadar olanaksız olacağı açıktır.
köşesini kıvırarak olabildiğince birbirine yaklaştırın,
BK’da ışık hızı, tüm bu yetersizliklerine rağmen uzay
en uzak iki uç şimdi üstüste. Bu yakınlıkta bir uçtan
yolculukları için oldukça sık kullanılmış ve
diğerine küçük bir hareketle geçmek mümkün. Geçiş
kullanılmaktadır. Uzak yıldız sistemlerine yolculuklar
işleminden sonra kağıdımızı eski düz haline getirelim
için ışık hızına oldukça yakın hızlarda hareket eden
işte neredeyse hiç zaman harcamadan olası en uzak
ve kendine yeter bir eko sistem ile donatılmış yıldız
mesafeye ulaştık. Solucan deliği, örneğimizdeki
gemileri, hatta çok daha yavaş hareket eden ama
kıvrılan kağıt gibi evrendeki iki noktayı bükerek böyle
neredeyse küçük bir gezegen boyutlarında yapılar
bir geçişe olanak vermektedir.
BK’nun sevilen ilgi gören temalarıdırlar.
Kara Delik
Işık hızı ile yapılan yolculukların bir diğer
dezavantajı da zaman ile ilgili sorunlardır. Bu hızda
İnanılması güç büyüklükte çekim gücüne
hereket etmekte olan bir nesne ve içindekiler için
sahip bölgeler, çekim gücü o kadar güçlüdür ki
zaman, örnekle dünyada kalan diğerleri için çok
evrenimizde bilinen en büyük hız (işık hızı yaklaşık
daha ağır geçmektedir. Pratikte bu sorun ışık hızıyla
300.000 km./s) bile ondan kaçamamaktadır. Bu
yolculuk yapan kişi veya kişilerin yolculuklarının
muazzam çekim kuyularına "Kara Delik" denmesinin
sonunda dünya ya döndüklerinde, tanıdıkları
nedeni de budur. Günümüzde kabul edilen teorilere
bildikleri kimseyi bulamayacakları anlamına
göre bir kara delik nükleer yakıtını tüketmiş, belirli bir
gelmektedir. İkizler paradoksu olarak tanımlanan bu
kütleye sahip yıldızın kendi üzerine çökmesiyle
olgu için henüz hiçbir çözüm bulunamamıştır.
oluşmaktadır. BK’da kara delikler çok sık kullanılan
öğeler. Varlıklarıyla uzay-zamanı çarpıtan, büken bu
Hiper Uzay
çekim kuyularından yaralanılarak çok hızlı seyahatler
ama daha da önemlisi zaman seyahatleri ortaya
İçinde varlığımızı sürdürdüğümüz,
konmuştur. Bir diğer kullanım yolu da bir evrenden
algıladığımız, bildiğimiz herşeyi barındıran
başka bir evrene açılan kapılar olarak kullanımlarıdır.
evrenimizden daha farklı fizik kurallarının geçerli
olduğu kabul edilen yer. Bu kavram, uzayın
Warp Hızı
büyüklüğü karşısında, mesafelerle başa çıkmak için
ortaya atılmış ışıktan hızlı yolculuk etme
BK’daki en yüksek hızla yolculukta kullanılan
kavramlarının en ünlülerinden biridir. Amerikalı
ölçme birimi. Hiper uzay veya solucan deliği
bilimkurgu yazarı Isaac Asimov'un "Robot" ve "Vakıf"
yöntemlerinden farklı olarak yolculuklar bildiğimiz
seri kitaplarında kullanılan yolculuk yöntemi budur.
uzay ortamında gerçekleştirilmektedir. Bugünkü fizik
Binlerce hatta yüz binlerce ışık yılı uzaklıkların konu
araç ve anlayışlarımız açısından Warp hızı sadece
edildiği bu romanlarda, uzaklıklar hemen hemen hiç
teorik bir konudur. BK’da ünlü “Star Trek” dizisinde
zaman almayan bu yöntemle geçilmektedir. Bu
kullanılan bu kavram şimdilerde gerçek yaşamda yer
arada 1 Işık yılı yaklaşık 9.471.168.000.000 Km.lik
alacak gibi görünmemektedir. Bahsettiğimiz dizilerde
bir uzaklığı ifade etmektedir. Hiper Uzay yolculuğu
bu hız Warp 1 den 9.999999’a kadar kullanılmaktadır
bu devasa uzaklıkların çok kısa bir zamanda
Warp 10 sonsuz hız olarak tanımlanır. Rakamlar
geçilmesini sağlamaktadır.
arasındaki ilişki ise geometrik değildir. Örnekle Warp
1 ışık hızına eşitken Warp 2 ışık hızının 10 katı Warp
Solucan Deliği (Worm Hole)
3 ise 39 katı olarak kabul görür.

-9-
TERAS Gözde GENÇ
12 yaşındayım. Bir yıldır hayatımda YoProM'a hazırlık
Kaçtım. Annemle babam beni o berbat yere
programının seviyelerinden başka şeyler var. Dile var.
göndereceklerdi, biraz olsun çocukluğunun farkına
Bir arkadaşım var, o benim için her şeyden daha
varma şansı olan hiçbir çocuk orada bir gün
değerli, onunla başka kimseyle yapamayacağımız
yaşayamaz. Son üç yıldır er geç gideceğimi biliyordum
şeyler yapıyoruz. Biz, oynuyoruz...
ama bu günün geleceğini sanmıyordum sanırım. Hazır
değilim, gitmek istemiyorum. Neden benden kurtulmayı
Dile sitenin dışında bir evde oturuyor. Bazı
bu kadar çok istediklerini anlamıyorum. Hiçbir zaman
geceler, zaman kazanmak için bilgisayarımda bir
çok kötü bir şey yapmadım.
moleküler simülasyon programı çalıştırıyorum. Annem
ağda projeden projeye geçerken beni yoklar,
Annesinin ya da babasının Q-testi sonuçları
monitörümü uyku modunda yakalarsa ne yaptığımı
16.0'ın üstünde olan bütün çocukların gönderildiği yere
merak edebilir. Yine de riski göze alıp mutfağa
gideceğim, bir Evrensel Eğitim Sistemi Yoğun Program
kaçıyorum. Tezgahın üstünde, karanlıkta oturup
Merkezi'ne, annemle babam bunun benim için en iyisi
Dile'lerin uzaktan görünen evlerine doğru bakıyorum.
olduğunu düşünüyorlar. Gideceğim YoProM çok uzak,
Dile'lerin ışığı hep yanar, annesi dikiş diker. Dile'yi ve
daha çok çaba gösterseydim durumun farklı
annesini hayal ederek camdan bakmak için yalnızca
olabileceğini, şu andaki puanımla ancak oraya
yarım saatim olur. Her altı saate bir, hazırlık merkezine
gidebileceğimi söylüyorlar. Oysa daha hazırlık
bir e-ödev göndermek zorundayım. En az altı saatte
programını bitilmedim, beklemek istemiyorlar, hemen
bir... Çünkü hazırlık programında hız önemli. Programı
gitmemi istiyorlar. Ve olabildiğince uzak olmamı
kaç saatte bitirdiğinizi sayıyorlar. İlk iki yıl çok
istiyorlar. Bundan eminim. Onları hayal kırıklığına
hızlıydım, programın çok önündeydim. O hızla devam
uğrattım. Üzgün olduğum doğru, ama hiç pişman
etseydim şimdiye kadar çoktan SerProM'a
değilim.
kapatılmıştım. Son üç aydır yalnızca geceleri
çalışıyorum. Annem çok kızgın, gündüz hiç bir şey
Ne olursa olsun, ben artık bir YoProM'da
yapmadığımı düşünüyor, ona söyleyebileceğim bir şey
yaşamak istemiyorum. Hapishaneden farksız. Oradaki
yok, istediğini düşünmesine izin veriyorum. Gündüzler
çocuklar birer kalıcı programa kayıtlı görünüyorlar ama
bana lazım.
12 yaşından sonra farklı ilgi alanlarında birçok
'evrensel' bilimsel projeye katılıyorlar. Hiç kimse
Gündüzler oyun içindir.
katıldığı bir projeden çıkamıyor, ama ilgi alanı
değiştikçe yeni projelere kaydoluyorlar. Geçici
Oyun çok basit. Hemen her gün oynarız ama
sürelerle farklı projeler üzerinde çalışıyorlar, herkesin
en iyi sonuçlan güneşli ve rüzgarsız günlerde alıyoruz.
her an ilgi alanı değişebiliyor, bu da projelerin canlı ve
Skorlarımızı hava koşullarına göre değerlendirebiliriz,
esnek kalmasını sağlıyor. Hayatları dev bir ağa bağlı
bir rüzgargülümüz, ışık için de bir şiddet-ölçerimiz var.
bir terminalin başında geçiyor, binlerce kişinin yıllarca
Barometre de var ama ona pek aldırmıyoruz. Asıl
oluşturduğu birikimi kısa sürede edinip, üstüne kendi
hazinemiz kronometremiz.
birikiminizi koyup, ağa geri veriyorsunuz. Buna iletişim
Dile'lerin evinin çatısında oynarız. Teras'ta. Sun Teyze
deniyor, evrensel bilginin dinamik akışı, dev bilgi
ve Dile oraya Teras derler. Burası sitenin 800'er
denizine yağan damlalar... Hayatlarında bir kez olsun
dairelik binalarına hiç benzemiyor. Dört katlı. İlk iki kat
birbirlerini görmedikleri halde günlerinin 20 saatini aynı
boş. Üçüncü katta evsahibi oturuyor. Dördüncü kat ve
interaktif monitörde harcayan milyarlarca küçük insan,
Teras Dile'lerin. Evleri küçücük, yalnızca bir ev, ağa
o anda yaptıkları şeyden başka hiç bir şey
bağlı bile değil. Bu o kadar güzel bir şey ki, Dile'nin ve
düşünmeyen kafalar ve yalnızca detayları görebilen
annesinin bir terminalleri olmadığına uzun zaman
gözler. Sun Anne 'mum çocuklar' diyor. Her bunu
inanamadım, ama yok işte. Q-testine hiç girmemişler.
söyleyişinde annemin son zamanlarda ne kadar sık
Onlar özgür. Hazırlık programları, e-ödevler, saat
beni mum etmekten bahsettiği geliyor aklıma.
saymalar, sıralamalar Dile'nin umranda bile değil.
Annesinin de değil. Evlerinde Sun Anne'nin
'Evrensel' olmayan projeler gizli. Sifrelerle ve
gençliğinden kalan kitaplar var. İçlerinde sınırlı bilgiler
gard-prolarla korunuyorlar, onları seçemiyorsunuz,
var, ve aslında her bakımdan yetersizler. Hatta
ama eğer seçilirseniz YoProM'dan alınıp SerProM'a
bazılarında bilgi bile yok, sadece biri bir şey anlatmış,
gönderiliyorsunuz. Herkes bunun muhteşem birşey
canı ne isterse onu. Ne kadar kalın olursa olsun bir
olduğunu düşünüyor, bense tamamen kaybolmak
kitaba çok az şey sığıyor, üstelik ne anlattığını anlamak
olduğunu biliyorum. Dile'nin annesi, Sun Anne böyle
için baştan sona okumak gerekiyor, bu da uzun
düşünüyor, ve kim ne derse desin, bence haklı.
sürüyor, yine de kabul etmeliyim ki güzel kokuyorlar.
Bir yıl önce olsaydı YoProM'a biran önce
Biz küçük odada kitapları karıştırırken Sun
gitmek için can atıyor olurdum. Ama şimdi her şey
Anne içeride dikiş diker. Orası sihirli bir dünya, her
farklı. Artık çok geç. Artık burada bir hayatım var.
- 10 -
yerde iğneler, boncuklar, makaralar, kumaş parçaları var. Sun Anne'nin makinası kumaşın üzerinde koşarken
çılgın takırtılar çıkarır. Bazı günler Sun Anne bize hayatımda hiç benzerini görmediğim kekler pişirir. Dile'ler hep
böyle şeyler yerler. Bunların tadını çok severim ama en çok pişerken çıkan kokuyu severim. Sun Anne çok
eskiden sebze ve meyvelerin yerden çıktığını ve sokaklarda bile satıldığını söyledi, ama o şaka yaparken bile
yüzü ciddidir, o yüzden doğru olup olmadığına karar veremedim. Her neyse, şimdi laboratuarda üretildiklerini
biliyorum, annem bu projede çalışıyor. O yüzden eve kimsenin varlığını bile bilmediği yeni sebzeler getirir bazen.
Ama bizim evde asla yiyecek kokusu olmaz. Dilelerin evinde her şey çok güzeldir, her şeyin tadı, kokusu,
gürültüsü vardır. Yine de en güzel şey Teras'tır.

Çünkü oyunun oynanabileceği tek yer Teras'tır. Teras'ın duvarına çıkarız. Çapraz iki köşede dururuz.
Sonra birer çığlık koparıp koşmaya başlarız. Başladığımız köşelere döndüğümüzde tekrar haykırırız, bütün
gücümüzle. Sonra, yüreğimiz ağzımızda, duvardan atlayıp terasın ortasında yerde duran kronometreye bakmak
için koşarız.

Kronometre iki luplu, biri benim diğeri Dile'nin ses frekansına ayarlı. Bunu babamla yapmıştık. Dile bu
aleti oyuncak bebeği gibi sever, onu okşadığı, öptüğü, mendiline sardığı, geceleri yastığının altına koyup
uyuduğu olur. Onun için gizemli bir kutu, haykırınca çalışan bir ışık oyunu, bir oyuncak. Benim için öyle değil,
tüm ayarlarını silip yeniden yapabilirim, frekans aralıklarını, rezonans toleranslarını ezbere biliyorum. Yine de
bunların hiç önemi yok. Ne olursa olsun, bir tur koştuğumuzda, bütün bu aptalca hesaplamalar, çalışma
prensipleri ve hassas ayarlar kafamdan uçup gider. Kronometrenin nasıl çalıştığının hiç bir önemi kalmaz. O
duvardan atlayıp, son çığlıklarımızın çetelesini görmek için koşarken kafamda hiçbir şey yoktur, yalnızca
göğsümde çılgınlık dolu bir çarpıntı, ayaklarımın altından hızla kayan yükseklik duygusu, üstümde içimdeki açlık
kadar geniş gökyüzü ve gözümün ucunda, karşımdan koşarak gelirken mat, sarı, upuzun saçları havada uçuşan
Dile vardır.

Burası gerçekten yaşadığım tek yer. Mutfağı kek ve ekmek kokan bu ev, Teras duvarları'nın -düşmekle
ölmek arasındaki belirsizliğinin- kışkırtıcı yüksekliği, Dile'nin keskin çığhğıyla havada uçan saçları, Sun Anne'nin
iğne batınca kanayan işaret parmağını emişi ve ben, biz gerçek dünyayız.

Yarın YoProM'a gitmeyeceğim. Biraz önce evden kaçtım. Yanıma eşya bile almadım, yalnızca bir
yastıkla bir battaniye. Burada olduğumu Dile bile bilmiyor. Beni bulmaları uzun sürmez, bunun farkındayım. Yine
de, geçirebildiğim her dakikayı burada geçirmek istiyorum. Burada bir hayatım var.

İDEOLOJİ, YENİ/POSTMODERN ORTA SINIF ve BK Barış DEMİRÖZ


oluşan yeni orta sınıf profilini Ali Şimşek bir yazısında
Hakim sınıflar, ezilen sınıfların en seçkin üyelerini şöyle tanımlıyor:
asimile edebildikleri ölçüde, tahakkümleri daha istikrarlı "[Yeni orta sınıfın özelliklerinin, - B.E.D] Öncelikle ironi
ve tehlikeli hale gelir. (alay) ve daha sert haliyle de parodi (dalga geçmek) olduğunu
-Karl Marx, Kapital söyleyebiliriz. Ele avuca gelmez bu ironik tavıra yeri geldiğinde
Orta sınıf dendiği zaman, arzu ettiğimiz buz gibi bir mesafe (cool) ve hırçınlık, kayıtsızlık (kinizm), haz
gelecek 'kurgu'suna ulaşmak için gösterdiğimiz düşkünlüğü, entelektüel faaliyetlere karşı "doymaz" bir ilgi ve
dünyanın bütün renklerine açıklık (çokkültürlülük) da
çabada, ideoloji ayağı ağır basıyor. Çünkü herhangi bir eklenmelidir. Bu haliyle cahil ve ciddi yuppielerle
akım, orta sınıflar üzerinden meşruiyetini sağlamak karşılaştırıldığında bu jestlerde liberalizmden 60'larm karşı kültür
durumundadır. Bu sağladığı meşruiyet üzerinden alt hareketlerine Woody Allen'in ince ve şehirli mizahından Pop
sınıfları ikna eder (Tabii ki alt sınıfları ikna etmek için Art'a birçok kaynaktan etkilenme görmek mümkün.
tek başına orta sınıf üzerinden sağlanan meşruiyet ironik tavır öncelikle toplumun diğer sınıflarına (özellikle altta
yetmez, ama gereklidir.). Orta sınıflar tarihte her olanlara) karşı farklılığını korumak için başvurulan bir stratejidir.
İroni adlandırarak ve kod çözerek ilerler. Dışlayıcı değil "samimi
zaman ilericiliğin motoru, aydın adayı olmuşlardır. ve kucaklayıcı" bir izlenim verir, özellikle kendisinin de bağrından
Kabaca bir analiz yapacak olursak, alt sınıflar kadar çıktığı orta sınıfın bütün alışkanlıklarını (habitus), jestlerini,
'yoğun' değillerdir ve üretim ilişkilerinde üst sınıfların gündelik rutinlerini, onların yaşadığı, sıkıldığı ama "söylemediği"
sahip olduğu yere de sahip değillerdir. Bu gerilimin her şeyi "üzerinde konuşulur" duruma getirir. Daha teknik bir
sonucunda, verili olan kalıpların dışında idrak ve düşün kavramla ifade etmek gerekirse sürekli bir "söylem çözme"
faaliyeti içinde bulunmak, "ben seni çözdüm "ün güveni ve
çıkar. Sonunda, bu doğal niteliğinden dolayı ilericilik imtiyazıyla bakmak söz konusudur."
potansiyeline ulaşırız. Orta sınıfların bu istenmeyen
işleri yapmaktan alıkoyacak yegane şey ideolojidir, Yeni orta sınıf ideolojisi(zliği)nin beslendiği
egemenler de bunu kullanmaktan geri durmazlar. kaynaklar çok yönlüdür: ekşi sözlük(internet), cnbc-e
(tv), fantastik-kurgu (kitap) alanlarında verilebilecek en
Yeni orta sınıf ne yapıyor? keskin örneklerdir. Bütün bunların özünde yatan ise
Kapitalizmin yeniden yapılanmasıyla beraber, postmodernizmdir. Burada kritik olan yeni orta sınıfın,

- 11 -
ideolojisini besleyen kaynaklar nedeniyle, Ali Şimşek'in biçimlerinin (egemen ideolojinin) dışına çıkar. Bunu
de belirttiği gibi, entelektüel uğraşlara hevesi, eğilimi yaparken de okuyucuyu dış gerçekliğe yabancılaştırır.
olmasıdır. Böylece, yeni orta sınıfın "okuma" gizli Sonuç olarak, orta sınıfa arzu edebileceği bir gelecek
gücünden söz etmek mümkün. perspektifi yarattırır. Böylece orta sınıfa
sorumluluklarını hatırlatır, boş vermişliğine çomak
BK'nın oturduğu yer sokar.
Söz ettiğimiz bu "okuma" gizli gücü sonucunda, BK'nın nitelikleri, onu ideolojik kuşatmayı kıracak yazın
yeni orta sınıf "Çok sağlam tribi var abi." olana, "hem türüne çevirir. Egemen ideolojiye sadece karşı
çağdaşım, hem de bohemim" fikrini üretene durmakla yetinmek istemeden de olsa düzen içine
yöneliyor.Dolayısıyla, Dostoyevskiler, Steinbeckler bir çekilmeye açılan yoldur, çünkü yerine başka bir şey
grup meraklı orta sınıf dışında ilgi görmüyor. Kuşkusuz koymadığımız sürece kendimizi egemen ideoloji
Klasik roman hala geçerlidir, fakat işlevini yitirmiştir. üzerinden tanımlamış oluruz. BK bize dayatılan
Tam da burada BK devreye giriyor. BK yeri geldiğinde normaları, kültürleri yıkmakla kalmaz ona alternatiftir!
"tribal" olabiliyor, görünüşte kimsenin başıboşluğuna BK metafizik olmadığı için okurunu gerçek hayata
laf etmiyor. Aslında BK alışılmış duygu ve düşünce çeker. Güzel günler görmek için illa ki Bilimkurgu.

BİLİMKURGU DERGİCİLİĞİ Murat GÖÇ

Bilimkurgu yayıncılığı tarihi bir çok inişlere ve ve büyülerle örülmüş hikayeler üzerine kurulmuştu.
çıkışlara ve daha çok gönüllü maceraperestlerin ve
cefakar bilimkurgu severlerin omuzlarında yükselmiş Hugo Gernsback'ın SCIENCE AND
bir çok çabaya sahne olmuştur. Bu karmaşık tarih INVENTION dergisi bilimkurgu hikayelere ve
içinde bilimkurgu dergilerinin tarihi, en azından bu makalelere ağırlık veren ilk gerçek bilimkurgu dergisi
alana baş koymuş insanların anısını canlandırmak sayılabilir. Özellikle Ağustos 1923 sayısı sadece
adına, incelenmeye değerdir. Bu yazıda, elden bilimkurguya ayrılmıştı. 1924'te SCIENTIFICTION adı
geldiğince bilimkurgu dergiciliğinin tarihini anlatmaya, verilecek bir dergi için abonelik ilanı vermişti. bu dergi
önemli dergilerin ve bu alanda çaba göstermiş hayata geçmedi ancak Gernsback'ın bulduğu terim
insanların isimlerini anmaya ve bilimkurgu dergisi saltık bilimkurgu yazarlarının eserlerini tanımlamak
çıkartmaya niyetli atılgan kahramanlara yol göstermeyi için uzun süre kullanıldı. Nisan 1926'da AMAZING
amaçlıyoruz. Dergicilik tarihinde yer alan STORIES yayınlanmaya başladı. Gernsback'ın
dalgalanmaların sebepleri ve dergilerin içerik ve çıkardığı bir başka dergi AMZ içerik açısından çok
yapılarındaki değişimlerin incelenmesi çok daha derin başarılı sayılmasa da 100.000 i aşan satış
bir analiz gerektirdiği için bu yazının kapsamı dışında rakamlarıyla özellikle gençler arasında bilimkurgunun
bırakılmıştır. Kaynakların sınırlı olması ve yeterince yayılmasına katkıda bulundu. Gernsback 1929 yılında
yayın olmaması sebebi ile araştırma Amerika Birleşik iflas ederek bu dergiyi kapattı ancak AMAZİNG
Devletleri ile sınırlandırılmak zoruna kalınmıştır. STORİES QUARTERLY ve WONDER STORİES
QUARTERLY ile kendine has bilimi öne çıkartan saltık
Bilimkurgu dergilerinin tarihi, amatör / yarı- bilimkurgu görüşünü pekiştirme fırsatı buldu.
profesyonel yazarların kısa hikayelerini Gernsback'ın bu çabalarına bir karşılık Clayton dergi
yayınlayabilmesi, bilim ve bilimkurgusal yapıtlar zincirlerinin çıkardığı ASTOUNDİNG SCİENCE
üzerine yapılan inceleme ve araştırma yazılarına yer FİCTİON (ASF) ile geldi. ASF macera hikayelerini ve
verebilmesi ve bilimkurgunun sayısı neredeyse seveni süper kahramanları önce çıkararak bilimi ikinci plana
kadar çok olan tanımına uygun olarak birbirinden farklı itti; böylelikle kaçınılmaz olarak içerik kalitesinden
alt kültürlere hitap eden birbirinden farklı içerik ve ödün verdi ve bilimkurgu kategorisinden uzaklaştı.
yapıda yayınlanabilmesi sebebiyle neredeyse ASF, AMZ ve WONDER STORİES dergileri 1939'a
bilimkurgu tarihi kadar eskidir ve her dönemde bir kadar bir çok el değiştirseler de, diğer kısa süreli bk
şekilde yaşamını sürdürebilmiş ve popülerliğini dergilerinin aksine varlıklarını sürdürdüler ve Amerikan
yitirmemiştir. bk dergiciliğine damgasını vurdular.

20. yüzyılın başında basın sektöründe görülen Bilimkurgu dergiciliğinin 30'lu yıllarda niceliksel
gelişmeye paralel olarak bilimkurgu dergileri de yükselişinin ardında, Büyük bunalım yıllarında
kendini göstermeye başlamıştır. Bu dönemde basılan sıkıntılar içinde yaşayan ve sığınacak kahramanlar ya
ARGOSY ve ALL-STORY dergileri bilimkurgu olarak da uzak hayal dünyaları arayan kitlelere ucuz bir
tanımlanabilecek öyküleri yayınlayan ilk dergiler olarak eğlence olanağı sunması yatmaktadır. Asıl patlama on
anılabilir. İngilizce de basılan ve ilk önemli bilimkurgu yılın sonunda, 1938 yılında MARVİN SCIENCE
dergileri sayılabilecek yayınlar THRILL BOOK (1919) STORIES ve hemen ardından 1939 yılında
ve WEIRD TALES (1923) dir. Ancak ne var ki bu UNKNOWN (Bilinmeyen) ile yaşandı. Kadrosunda
dergilerin yayın politikası bilimkurgudan ziyade korku Sturgeon, Vogt ve Heinlein gibi yazarları barındıracak

- 12 -
olan UNKNOWN dergisi bilimkurgu dergiciliğinde değildi daha önce de, 1955 yılında Frederik Pohl
büyük bir adım oldu ve Amerikanın savaşla ve savaşın STAR SCIENCE FICTION STORIES'in editörlüğünü
getirdiği sıkıntılar ve sınırlandırmalarla boğuştuğu yapmıştı, ancak Orbit serisi, dağıtım ve okuyucu
1940'lı yıllarda, DYNAMIC SCIENCE STORIES, sorunu yaşayan dergicilik sektörüne karşın kitap
FUTURE FICTION, PLANET STORIES, SCIENCE formatında daha seyrek çıkan ve böylelikle belirli bir
FICTION, STRANGE STORIES, FAMOUS okuyucu yoğunluğuna sahip kitap-dergi formatı
FANTASTIC MYSTERIES, ASTONISHING STORIES, alternatifinin başarılı bir örneğini sundu. Bilimkurgu
CAPTAIN FUTURE, COMET, SCIENCE FICTION dergilerinin yerini INFINITY, NEW DIMENSIONS,
QUARTERLY, SUPER SCIENCE STORIES, NOVA, QUARK, UNIVERSE ve DANGEROUS
FANTASTIC NOVELS, COSMIC STORIES ve VISIONS gibi önemli örneklerini sayabileceğimiz
STIRRING SCIENCE STORIES gibi bir dolu derginin antolojiler aldı.
yolunu açtı.Asimov, James Blish, Damon Knight, C.M.
Kornbluth, Robert A.W. Lownders, Frederik Pohl ve 1970'li ve 1980'li yıllar Amerikan bilimkurgu
Donald A. Wollheim gibi yazarlar ve neredeyse tüm dergileri için pek iyi geçmedi. Önce IF kardeş dergi Gal
fütüryanlar kariyerlerine bu dergilerde başlangıç ile 1975 yılında birleşti ve daha sonra 1980'lerde
yaptılar. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir çok dergi tamamen yayını durdurdular. Fantastic Ekim 1980'de
ekonomik sebeplerle yayınına son verdi ve ancak yayınına son verdi, AMZ, Analog ve FSF ise
birkaç dergi 1950'li yılları görebildi. Bunlardan en yayınlarına zorlukla devam ettiler. Ancak gittikçe
önemlisi ASF, daha çok yeni yetmelere hitap eden güçlenen antoloji yayıncılığına inat yeni dergiler yayın
diğer dergilerin aksine hedef okuyucu kitlesini hayatlarına başladılar. VERTEX, ODYSSEY,
yetişkinler arasından belirledi. Bu seçim derginin GALILEO, COSMOS SCIENCE FICTION AND
görünüşü ve içeriğini büyük ölçüde belirledi; FANTASY MAGAZINE, UNEARTH ve SHAYOL gibi
kapağında robotlar ve uçan daire resimlerinin yerini dergiler 1970'li yıllar boyunca yayınlarını sürdürdü
uzaylılar tarafından tehdit edilen "cins-i latifler" ancak yayınları 1980'li görecek kadar uzun sürmedi.
kaplamaya başladı. ASF'nin artan tirajına ve Bu dergiler arasında Isaac ASIMOV'un SCIENCE
içeriğindeki değişime AMZ eskisine oranla daha FICTION MAGAZINE özel bir yere sahiptir. 1977'de
okültist bir içerikle karşılık verdi. yayınına başlayan dergi dağıtım ve okuyucu
kapasitesi anlamında Analog, FSF ve AMZ gibi uzun
1940'ların zor şartları ve değişen okur yapısına yılların deneyimi ve mali desteği arkasına alan büyük
uyum göstermekte zorlanan bilimkurgu dergilerine dergilerle rekabet edebildi hatta çoğu zaman bu üç
savaş sonrasında bir çok yeni dergi eklendi. Savaş ana dergiyi kalite anlamında geçebildi. Asimov'un
sonrasının görece refahı ve özgürlük ortamı hem THE dergisinin başarısını Penthouse dergisi ile aynı
MAGAZINE OF FANTASY AND SCIENCE FICTION yayınevinden çıkan Omni tekrarladı; 800.000 sattığı
ve GALAXY SCIENCE FICTION gibi ASF'nin elinde zamanlar oldu Omni'nin ki bu sayı en iyi satan
tuttuğu yetişkin okuyucu potansiyelini hedefleyen bilimkurgu dergisinin 8 katı kadardı.
büyük bütçeli dergileri hem de FSF ve Gal gibi edebi
özellikleri daha çok öne çıkan ve bilimkurgunun 1980'ler bilimkurgu dergiciliğinin iyice dibe
bilimsel yanından ziyade toplumsal eleştiri ve hiciv vurduğu yıllar oldu çünkü televizyonun imkanları
yanını öne çıkaran dergileri yarattı ve bu üç derginin çoğalmıştı, dergiler kablo kanalları, video kasetleri ve
piyasa hakimiyeti neredeyse 1970'lere kadar sürdü. sinema endüstrisi ile rekabet edemez hale geldi. Buna
rağmen, büyük yayıncılar yerine bir grup
1950'li yıllarda özellikle televizyonun ortaya maceraperest tarafından dergicilik omuzlanmaya
çıkışı ve ucuz dergicilik sektörünün genel anlamda çalışıldı. JOURNAL WIRED, NEW PATHWAYS,
çökmesi ile birlikte sayıca çok ama ömürleri kısa bir STRANGE PLASMA ve SCIENCE FICTION EYE
çok bilimkurgu dergisi sahnede bir göründü ve hemen 1980'li yıllarda kısa süreli yayınlanan bilimkurgu
ardından kayboldu. Weird Tales 1954'te, Famous dergileriydi. 1990'lı yılların başında 20.000 tirajını aşan
Fantastic Mysteries 1953'te, TWS, Startling Stories ve bilimkurgu dergileri Aboriginal SF, Analog, IASFM,
Planet Stories dergileri 1955'te yayına hayatlarına son FSF ve Omni idi ve yalnızca Analog, IASFM ve Omni
verdi. 1930'lu yılların ünlü dergileri içinde yalnızca 70.000 rakamına ulaşabiliyordu. Bilimkurgu dergiciliği
AMZ bu hengame içinde varlığını sürdürebildi. AMZ yayıncılık açısından karlı bir alan olmaktan çıkmıştır.
dışında 1960'lı yıllara gelebilen nadir bilimkurgu Öyküleri daha derli toplu veren antolojilerle, video,
dergileri ASF (ismi Analog olarak değiştirilmişti), televizyon ve sinema gibi kitlesel eğlence sektörleriyle
Fantastic, FSF, Gal ve IF olarak sıralanabilir. rekabet edememiş, okuyucuyu peşinden
Bunlardan Gal ve IF dergilerinin editörlüğünü Frederik sürükleyememiş ve sadık bir okuyucu kitlesi
Pohl yaptı ve daha çok bilimkurgu macera öykülerine yaratamamıştır. Mevcut durumun sebeplerinin
yer veren IF ardarda üç Hugo ödülü aldı. 1966 yılında tartışılması başta da belirtildiği gibi, bu yazının
Orbit antoloji serilerinin yayınlanışı bilimkurgu kapsamı dışında kaldığından burada sebepler ayrıntısı
dergiciliğine yeni bir bakış açıcı getirdi. Antoloji bir ilk ile incelenmeyecektir.

- 13 -
SİMÜLASYON ÜSTÜNE Efe GÖKTOĞAN

Deliler, çobanlar, körler... Görmedikleri için gözleri diğer filmlerden biraz farklı bir yere sahip Dark City.
açıldı.
Bireyler uzaylılar tarafından yaratılmış ve
İlgimi çeken pek çok konuya daldığım gibi değiştirilmekte de olsa fiziki bir şehirde yaşıyorlar. Ve
simülasyon ve sanal gerçeklik konusuna da müthiş anlık algıları gerçek. Yani bir uzaylı gelip de
bir iştahla girişmiştim. Fakat daha önce başıma gelen hafızasını değiştirene kadar, bir insan neredeyse
bir şey bu sefer eksikti. Üstüne kafa yorduğum diğer gerçek bir hayat yaşıyor.
konularda giderek daha eski tarihli metinlere
göndermeler, antik çağdan, mitolojiden, günümüze Sahte gerçeklik, anıların değiştirilmesiyle
dek tarihi örnekler ve ucu bucağı olmayan tartışmalar başlıyor. Bireyin o güne dek yaşadığı hayat elinden
içinde kaybolup durmuştum. alınıyor; anıları silinip yeni anılar şırınga ediliyor ve
şahıs yeni hayatındaki rolünde olması gereken fiziki
Simülasyon ve sanal gerçeklik kavramlarının ve sosyal konuma yerleştiriliyor. Tüm bu değişiklikler,
üstüne yazılıp çizilmiş pek çok metnin gösterdiği yol uzaylıların günlük şehir boyu hipnotizma ve kentsel
ilk başta (az önce bahsettiğim) detaylar bataklığına rekreasyon seansı sırasında gerçekleşiyor.
çıkacakmış gibi görünse de gerçekte, bataklığın
yanından geçip çok ilgisiz bir yere varıyor. Kişi bu hipnotizma durumundan uyanınca,
Simülasyon kuramı ve kuramla ilgili tüm tartışmaların kaldığını zannettiği yerden, kendine ait olduğunu
felsefi ve takiben (kaçınılmaz olan) sosyolojik sandığı hayatı yaşamaya başlıyor. Bir yadırgama hali
açılımları, kimsenin kafasında "ne yapmalı?" gibi bir söz konusu değil çünkü, eski anıları tamamen elinden
soru uyandırmıyor. Kuram sadece açıklama ve alınmış, yerine de eski anıları kadar gerçekçi başka
örnekleme işlevine sahip. (Uzun polemiklerle başka anılar konmuş durumda.
işlevlere de sahip olduğu iddia ediliyor, ancak
dediğim gibi iddia sahipleri bu iddiayı sadece uzun Hipnotize edilmeden önceki gerçekliğe göre
polemikler hipnotizması eşliğinde inandırıcı yeni gerçeklik sanal olmasa da yapay bir gerçeklik
kılabiliyorlar.) hali oluşturuyor. Dark City'nin diğer alakalı filmlerden
ikinci farkı ise bu yapay gerçekliğin oluşturulması için
Hal böyleyken konunun açılımı için herhangi kullanılan temel aracın algıların yanıltılması değil,
bilimsel veya edebi metini temel almaya, şahsen, anıların değiştirilmesi oluşu.
ihtiyaç duymuyorum. Konuyu incelemek için ilk adım
olarak örneklemeleri konuya değinen filmlerden " Matrix
yapıp, konuyu daha çekilebilir bir hale sokmaya Dark City'den daha meşhur bir film olan
çalışacağım. Başlayalım... Matrix'de yer alan Simülasyon dijitaldir. Gerçek
dünya vardır. En azından filmdeki karakterlerin
Nasıl kandrı(lı)rız? gerçek olduğunu varsaydığı bir dünya vardır.

Bir bireyi, gerçek olmayan şeylerin gerçek Kandırma fonksiyonu ise dijital dünyanın en
olduğuna nasıl inandırırız? Kolay. iyi becerdiği şekilde yani, algıların yanıltılması ile
gerçekleşir. Matrix'e bağlı olduğunuz zaman ("Deja
Bireyi birey yapan mekanizma iki parçalıdır. vu" durumları, ajanlar ve kurtarıcılarımız dışında) tüm
Birinci kısım anılardır. Anılar, bireyi diğer bireylerden uyaranlar, insan algılarını sorunsuzca ve
farklı kılan birikimdir. İkinci kısım ise algılardır. Algılar derinlemesine kandıracak bir siber gerçeklik
ise ayırt etmeyi ve anılar biriktirmeyi sağlayan oluşturmaktadır.
mekanizmadır.
Görebildiğimiz kadarıyla sistem anılara
Bireyin algılarına sunduğumuz simülasyonun dokunmamaktadır. Anıları değiştirme gücü mevcuttur
sahteliği, algılar tarafından anlaşılmıyorsa ve yeni (Morpheus'un hap seçimi, Cypher'ın döneklik ödülü)
biriktirilen anılar eski anılarla çelişmiyorsa, birey ancak kullanmak için fazla bir neden yoktur. Her şey
kandırılmış demektir. Örneklerle açıklayalım: fazla fazla gerçekçidir ve sistem uzun süredir
mevcuttur. Bireyler kendi anılarına sahip olarak
" Dark City. sorunsuz bir hayat yaşamakta ve sırf bu anıları
Pek meşhur bir film olan Dark City'de şehir korumak için bile uyanmamak isteyebilmektedirler.
ahalisinin hafızaları uzaylılar tarafından devamlı
olarak değiştirilmekte. İnsanların içinde yaşadığı yer " On Üçüncü Kat
dijital bir dünya değil. Bu nedenle ele alacağımız Filmde olan iki simülasyon katmanı mevcut.

- 14 -
Biri kahramanımızın çalıştığı firmanın yarattığı Filmin finalinde varılan simülasyon katmanı
1940'lar Amerikasının simülasyonu, diğeri ise ise filmde o ana kadar gözüken gerçeklikler arasında
kahramanımızın içinde yaşadığı simülasyon. gerçeğe en yakın olanıdır. Ancak bu katmanın
gerçekliğini sınamak için Ash ve film boyunca aradığı
Simülasyon dijital. Bağlananlar Matrix'dekine eski takım arkadaşı enteresan bir yol izlerler...
özdeş bir gerçeklik içine dalıyorlar. Filmin Matrix'den
bir farkı ise, simülasyondaki nüfusu fiziksel bir vücuda Avalon, senaryosu mitolojik göndermelerle
sahip olmadan sadece bu simülasyonda var olan dolu bir film. Tüm bu göndermelerin en önemlisi,
bireylerin oluşturuyor olması. Bu bireyler gerçek Avalon adasının ölen kahramanların ruhlarının gittiği
insanlar gibi yaşıyorlar ancak sadece bir parça veri yer oluşu. Filmde "gerçek" olduğuna emin olduğumuz
yığınından oluşuyorlar. (Burada biraz kurcalarsak hiçbir katman bulunmadığı için, gerçeğe ulaşmanın
yapay zekanın, yaratılabilir özgür iradenin olasılığı sadece ölüm ile mümkün olduğu sonucuna
gibi çok daha Cyberpunk olgulara varabiliriz ancak varabiliriz. Ya da hayaleti yakalayarak...
kurcalamıyoruz.)

(On Üçüncü Kat' ta simülasyonda kendiniz Bu köpek bize bişey anlatmaya çalışıyor...
olarak yer alamıyorsunuz. Simülasyona bağlanmak
için simülasyonda sizinkine özdeş bir (dijital) beden Metod ne olursa olsun, sonuç aynı. Kıt
bulup, o bedenin zihnini işgal etmeniz gerekiyor.) algılarımızla, gerçekçi bir rüyayı gerçekten ayırt
edemezken, bir simülasyon sisteminden
On Üçüncü Kat' ta algılar yanıltılıyor demek kurtulabilmemiz ne nebze mümkündür ki? Bu soruya
pek doğru olmaz. Çünkü simülasyona dahilken vereceğimiz yanıt ne kadar umut taşıdığımızın bir
zihninizin vücudunuzla herhangi bir bağlantısı göstergesi olabilir. Umudumuz ne kadar olursa olsun
kalmıyor. Dijital bir bedenin algılarının varlığı ise yine de dikkat etmemiz gereken birkaç şey var.
ancak spekülatif bir olgu olabilir(henüz) .
Uyuyanları uyandıran fakat daha sonra
" Existence onların dünyasını "daha iyi" olacak şekilde değiştirme
Filmin değindiği şeylerden biri sanal yetkisini kendinde bulan psişik ustalarına ya da
gerçekliğin dijital teçhizatlar kullanmadan da uyuyanlara özgürlüklerini bağışlayan Mesihlere
yaratılabileceği. Filmde biyolojik aletlere bağlanarak pabuç bırakmamak gerekir. Yeterince tepinirseniz,
simülasyona dahil olmak olası. içinde yüzdüğünüz akvaryumu siz de kırabilirsiniz.

Filmde kandırma fonksiyonu, algıların Özgürlük adına yeterince çabaladınız ve


yanıltılması üstüne odaklı değil. Konu daha çok, uyanmanın zamanıdır dediniz. Ancak sizi çevreleyen
simülasyonla gerçeğin ayırt edilemezliği üstüne camdan hapishane kırılıp döküldüğünde kendinizi ait
kurulu. Filmde "gerçek" diyebileceğimiz hiçbir katman olmadığınız bir gerçeklik içinde bulacaksınız. Bu biir.
mevcut değil. Anıların muğlaklığı, benliklerle rollerin İkincisi, anılarınızın sahte oluşu, hatta kendinizin bile
karışması simülasyon kuramının zihinsel ve teknik sahte olma olasılığı sizi üzebilir; hazırlıklı olun.
yanından çok sosyolojik yanına göndermeler olarak
ele alınmalı. Yok ben halimden memnunum diyorsanız, o
zaman da sizi yine de birkaç sürpriz bekliyor olabilir.
" Avalon Bu durumda tavsiyem uzun mesafeli yolculuklara
Belki de ele almakta olduğum filmler arasında çıkmamanızdır. Eğer çıkarsanız, yaşadığınız
en komplike olanıdır Avalon. (Film etkileyici şehirden birkaç yüz km. sonra fena halde dijitize bir
senaryosu, harika görüntü yönetmenliği ile bir klasik doğa manzarasıyla karşılaşabilirsiniz. Neyin içinde
adayı.) olduğunuzu bilseniz bile bu durum insanın keyfini
fazlasıyla kaçırabilir. Daha genel konuşursak, sistemi
Kahramanımız olan "Ash"isimli bayan, Avalon çok zorlamamanız ve pek soru sormamanız
isimli, sanal gerçeklik temelli bilgisayar oyununun en gerekmektedir.
iyi oyuncularından biridir. Ancak filmin sonunda
anladığımız gibi Ash de bir simülasyonda Son olarak:
yaşamaktadır. Bu simülasyonun varlığı bize deja vu Simülasyonlar illa ki dijitize ortamlarda ya da
hissiyle dolu sahnelerle, Ash'in köpeğinin yok kurgusal geleceklerde var olacak diye bir kural yok.
olmasıyla, tüm sahnelerdeki tek düzelik ve insan Henüz değinmemiş olsak da pekala günümüzde,
sayısının azlığıyla haber verilse de emin olabilmek fiziksel dünya dahilinde de pek çok simülatif duruma
için filmin finali beklenmek zorundadır. dahil oluyoruz. Bu durumlara dergimizin gelecek
sayılarında değinmek eğilimindeyim.

- 15 -
4
No 1 Gamze GÜÇKIRAN

No 2-3 Rafet ARSLAN - Zamansız Hatıralar Denizine Dalmak

No 4 Tuba GÜNVAR - 7500


Isaac ASIMOV

No 5 Asım SEYHAN - Siz mi TV. yi Açıp Kapatıyorsunuz TV. mi Sizi

No 6-7 Akil BAŞYILDIZ - Bilimkurgu Türleri(ne) Ek

No 7-8 Murat GÖÇ - Nerede Benim Zihnim?

No 9 Mustafa SUYOLCU - Bir Bilimkurgu Ansiklopedik Sözlük Denemesi

No 10-11 Gözde GENÇ - Teras

No 11-12 Barış DEMİRÖZ İdeoloji, Yeni/Postmodern Orta Sınıf ve BK

No 12-13 Murat GÖÇ - Bilimkurgu Dergiciliği

No 14-15 Efe GÖKTOĞAN - Simülasyon Üzerine


Çıkış?........

İnsanlık tarihinin belkide en karanlık çağındayız. Çünkü, umut hiç bukadar içi boş, aptal avuntusu bir kavram
durumuna düşmemişti. Yaşadığımız, etik bir çöküntü, tinsel bir sefalet halidir. En sinik filozoflar bile bu kadar
acınası bir insanlık portresi çizmemişlerdi. Geçmişten günümüze insana biçilen olumlu özellikler değerler hiç
bu denli kara mizaha dönüşmemişti.

Oysa, aydınlık düşlerle yola çıkmıştı insanlık ailesi. Orta çağ karanlığını; Rönesans, Reform aydınlanma
hamleleriyle aşıp, modern uygarlığın temelleri atılmıştı. Yeni gelişen sosyalist, anarşist , sosyal demokrat,
liberal hareketler geleceğe güvenle bakıyorlardı. Bilimsel gelişimde sürekli devrim dönemine girilmiş; akıl,
batılın önünde kesin zaferler kazanmıştı. 20. yüzyıla girerken alternatif ütopyalar, insanlığın yakın
geleceğinin parlak olacağını müjdelemekteydiler.

Ama, 20. yy dünyanın paylaşılmasına yönelik iki dünya savaşı , faşizm, bürokrasi, atom silahlarının
oluşturduğu yıkım, kan, sömürü ve gözyaşı ile geçip gitti. Aşırılıklar çağı olarak anılan 20. yy'daki en büyük
kayıp, insanlığın geleceğinin olumlu anlamda değiştirilebileceğine yönelik umudun yok olmasıydı. Aşırılıklar
çağı 20.yy'dan, barbarlık çağı 21.yy' a adım atan insanlığın, ütopyalara hiç bu kadar gereksinimi olmamıştı.

Oysa, tüm o iyimser hava içinde, bizleri bekleyen keskin karanlığı disütopyalar önceden tespit edip, insanlığı
kötücül gidişe karşı uyarmışlardı. Yevgeni Zamyatin'in "Biz" romanı herşeyi teknik akılla ele alan
rasyonalizmin, insanları basit birer numaraya dönüştüreceğini; Sadık Hidayet'in "SGLL" adlı uzun
öyküsünde, tinsel sefalet içindeki insanlığın, umudu ölümde arayacağı öncüllenmişti. Jack London, "Demir
Ökçe"de önü alınmayan tekelleşmenin, insanlığa baskıcı diktatörlükler ve dünya savaşları getireceğini
işlemişti. George Orwell "1984" romanında, denetim, gözetleme ve baskı üçgeninde ezilecek insanlığın acı
bir portresini daha 1948 yılında çizmişti. Aldus Huxley, insanların güdülenmesi için açık baskı yerine, planlı
genetik üretim ve eğlencenin (uyuşturucu, seçmesiz seks ve her türden haz arayışı) yeterli olabileceğini
"Cesur Yeni Dünya" yapıtında ortaya koymuştu. Sürekli artan dünya nüfusunun, dar kaynaklarla varlığını
sürdüremeyeceği uyarısının olağanüstü güzel bir biçimde ele alındığı Harry Harrison'un "Yer Açın Yer Açın"
romanına rağmen, insan nüfusu hesapsızca, çığ gibi büyümekte. Frederick Pohl ve Cybil Kornbluth, "Uzay
Tacirleri" romanında, doğal yaşamın yok edilmesinin aslında insanın kendisini yok etmek olduğunun altını
çizmişlerdi.

Disütopyaların tüm bu uyarılarına rağmen; insanlık, yıkıma, savaşa, sömürü ve aç gözlülüğe aralıksız
devam etti. Karşımızda, teşhir, tatmin, haz, şöhret, mevki, gençlik, konfor peşinde koşup sürekli tüketen bir
insanlık var. "Mal"dan çok simge, imaj üretip-tüketen bir dünya.... insanların yaşadıkları kıyımları yıkımları
istatistiki veri olarak ele alındığı bir dünya. Bırakalım başkalarının yaşadıklarını, kişisel çöküntü, acı ve
çıkışsızlıklarını bile bilinç seviyesine çıkartamayan, düşünmeyi boş bir iş olarak ele alan zombileşmiş
insanlar topluluğu.

Yaşananları kanıksamadaki bilinçsiz uzmanlık, yabancılaşma, simülatif yaşam, şeyleşme gibi çok önemli
kavramları bile işlevsiz hale getirdi. Havayı, denizleri, ormanları, kendi dahil tüm hayvansal yaşamı yok oluşa
sürükleyen hastalıklı bir dünya, dünyamız...Artık, ya bizleri tümden yok edecek bir entropiye teslim olacağız,
ya da başka bir dünyanın hala mümkün olduğuna inanıp, bir şeyleri değiştirmek için yola çıkacağız. Belki
de hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimizi bile bile; gerekirse inadına...

Eğer, ikinci yola inanıyorsak disütopyalar bizi bekleyen karanlık yolda uyarılarını sürdürmelidir. Her şeyin
dibe vurduğunu görüp "haydi eğlenelim" diyen sado-mazoşist kanıksama ruhu, uzun süredir disütopyaların
üretimini oldukça azalttı. "Anlatılacak ne cehennem kaldı" demeyip, yaratıcı bir sabırla yaşanan ve
yaşanacak barbarlıkları insanlara anlatmaya devam etmek gerekmekte. Yüzlerce yıllık deneyim ve
birikimlerin oluşturduğu anlamlar, artık anlamsızlığa büründü. Bu nedenle, önümüzde bizleri bekleyen en
karmaşık problem uygulanabilir, sürdürülebilir ve kendini aşma dinamizmine sahip yeni ütopyaları
üretebilmektir.

Umut ya da hayal adına değil. Gerçek adına.

Çıkış?....

-2-
Bir Bilimkurgu Mustafa SUYOLCU
Ansiklopedik Sözlük Denemesi
yapılmakta olunanlar ve gelecekte yapılması
(IV)
planlanılanlardır.
Zaman
b) Bir önceki gibi zamanı yine sabit bir an olarak
anlayan ancak zamanda ilerlemeyi ekleyen ve her
BK’nun üzerinde en çok durulan kavramlarından biri.
anın farklı bir zaman bütünlüğü olarak ve birbirine
Geçmişe, geleceğe yapılan yolculuklar, zamanı
temas ettiğinin öngörüldüğü anlayış. Bu anlayışa
kontrol eden varlık veya gruplar, ölümsüzlük ve tüm
göre zaman birbiri ardına sıralanmış anlardan oluşan
bunlara bağlı olarak ortaya çıkan zaman anlayış ve
bir yapı sergilemektedir.
tanımları. Tümünü değil ama en yaygın olanları
sizlere tanıştırmak istiyorum.
5- Zaman’ın kontrol edilebildiği, isteğe göre
yönlendirilebildiği yaklaşım. Bu tür yaklaşımlarda
1- Klasik anlayış ; zamanın geleceğe doğru tek yönlü
geçmişten geleceğe doğru aktığı kabul edilen
bir akış olduğunu kabul eden yaklaşım.
zaman’a ve zaman da oluşun olaylara müdahale
Zamanı temel olarak ele almayan hemen tüm BK
edilerek, ön görülen sonuçlara ulaşılmaya çalışan bir
eserlerinde bu yaklaşımı görebiliriz. Olaylar zamanın
kişi veya gruplardan bahsedebiliriz.
alışılagelmiş hızında, görece olağan biçimde gelişim
gösterir.

2- Çeşitli yöntemlerle, geçmişe veya geleceğe


yolculuk yapmaya olanak veren, kabul gören bilimsel
yaklaşımlardan yararlanarak ve sanatçının düş
gücüyle oluşturulan zaman anlayışı.
Çoklukla zamanı ve zamanda yolculuğu temel olarak
ele alan, zaman yolculuğu gerçekleştiği takdirde
ortaya çıkabilecek sorunları irdeleyen eserlerde
gözlemlediğimiz bir yaklaşım. Zamanı geçmişten
geleceğe uzanan tek bir yol olarak kabul eden bu tür
eserler zaman yolculuğu fikrinin ilk ortaya atıldığı
çağın ürünüdürler. Bu yaklaşımın basitçe ele alındığı Düşler Ülkesi
yapıtlar, süreç içerisinde çok eleştirilmiş ve William BLAKE
neredeyse parçalara ayrılarak incelenmiştirler. Tüm
bu eleştiri ve incelemeler sonucunda yeni bir zaman Uyan benim yavrucuğum uyan
anlayışı ortaya çıkmıştır. Annenin tek sevinç kaynağısın sen,
Neden ağlıyorsun tatlı uykunda
3- Kırılgan ve çok yönlü zaman anlayışı. Uyan! Bak baban seni korumakta.
Bu anlayışta zaman içinde yolculukları öngören,
ancak 2. madde de ortaya çıkan eleştirilerden Hangi topraklar bu düşler ülkesi?
kendini muaf tutabilen bir yapı öngörür. Geçmişe Nelerdir dağlan ve nehirleri,
veya geleceğe yapılan yolculuklar, ki bunların herbiri Baba! Annemi gördüm orada
bir müdahale olarak kabul edilmektedir, varılan Suyun yanında, zambaklar arasında.
noktadan itibaren zamansal bir çatallaşma
oluşturmakta ve zaman çizgilerinin herbiri ayrı ayrı Ak ak koyunlar, kuzular içinde
gelişmekte ve kesişmemektedir. Bu anlayış hem Tatlı tatlı yürüyordu Thomas'ı ile,
zaman yolculuğu, hem de çoklu evren anlayışı fikrini Ağladım sevinçten, yaslı bir kumru gibi
bir arada tutmaya olanak veren yaklaşımlar ortaya Ah! Ne zaman döneceğim geri?
çıkarmıştır.
Ben de tüm gece, sevgili çocuğum
4- Akışsız zaman. Düşler ülkesinde gezindim durdum,
a) Geçmiş veya gelecek diye bir kavramı ön Fakat bu sessiz, ılık suların
görmeyen, daha doğrusu gidilebilecek bir geçmiş Öteki yakasına varamadım.
veya gelecek olmadığını öngören zaman anlayışı.
Bu anlayışa göre zaman, belirli bir anda sabitlenmiş Baba, baba! Ne işimiz var burada?
gibi düşünülmekte hatta yok kabul edilebilmektedir. İnançsızlığın, korkunun toprağında,
Buna göre herşey o sabit anda olmuş, olmakta ve Düşler ülkesi daha uzakmış
olacaktır. Geçmiş yaşanmışların hatırlanması, şimdi Sabah yıldızının ışığından da.
-3-
Pratik Ütopyalar Tarihinden
Rafet ARSLAN
Spartaküs ve Güneş Devleti Ütopyası
2
Trakyalı bir çoban olan Spartaküs, asker kaçağı
olarak Roma kuvvetleri tarafından yakalanıp, köle 0
olarak gladyatör oyunlarını düzenleyenlere satıldı. 0
Spartaküs bu insanlıkdışı, vahşi zevkin kurbanı
olmaktansa, beraberindeki 77 arkadaşını 4
ayaklandırdı. Nola, Nuceria gibi girdiği birçok savaş
ve ulaştığı bölgelerde özgürleştirip saflarına giren
kölelerle kurduğu ordu yüz bin kişiye ulaştı.
D
Ü
Roma imparatorluğunun zulmünün ulaşmadığı
Alp'lerde özgür kölelerin cumhuriyeti Güneş Devletini
N
kurmayı amaçladı. Tehlikenin ciddiyetine varan Y
imparatorluk İ.Ö. 71 yılında büyük bir kuvvetle Kuzey A
Lucania'da kuşattiği özgür öle ordusunu yoketti.
Spartaküs ve binlerce savaşçı yokedildi, altı bin Jeanine 13 yaşında. Çamaşır yıkıyor, ev temizliği
tutsak korkunç işkencelere uğrayarak çarmıha yapıyor, yemek pişiriyor, bulaşık yıkıyor ve çocuklara
gerilidi. bakıyor. Bütün bunları ücretsiz yapıyor.
“Okula gidip okuma yazma öğrenmek isterdim.
Çalışmayı sevmiyorum. Bana para ödememeleri normal
Ve İmparatorluk otoriteye karşı ayaklanmanın değil ama bana yatacak yer ve yiyecek veriyorlar. Yerde
nafileliğini, olanca vahşeti ile ilan etti. Ama Spartaküs yatıyorum. Daha fazla oyun oynamak isterdim. İşimi
ve arkadaşlarının özgürlük meşalesi sönmedi; bitirdiğimde oynamama izin veriyorlar. Ama genelde işim
yüzyıllardır dünyanın çeşitli yerlerinde ayaklanan bitmiyor. Güneş doğarken kalkıyorum, elimi yüzümü
yıkayıp çalışmaya başlıyorum. Myrline’ni (bakıcılığını
mülksüzler Spartaküs'ü bayrak etti. 21. yy'ın
yaptığı çocuk) yıkıyorum, geceden kalan bulaşıkları
başlarında dünyayı saran yeni ve çok daha kötücül yıkıyorum, yatakları yapıyorum, ortalığı silip
imparatorluğa karşı Spartaküs düşü hala capcanlı. süpürüyorum. Sonra yemek yapıyorum.”

Spartaküs'ün yaşamı yüzlerce sanat eserine konu Spartaküs Üzerine Fragman


olduysa da, BK severler açısından ütopya-disütopya Ya da Kurşun Askerin Gerçekleşmeyen Kaçışı
gerilimini yapıtlarının merkezine alan Stanley
Kubrik'in Spartaküs filmi ve Arthur Koestler'in Kopan akşam alacasında, ayaklarını uçurumun kıyısına
Spartaküs romanı ayrıcalıklı konumda bulunuyor. uzatıp, uçurum gibi derin iç dünyasına dalmıştı.
Ardındaki ateşin başına öbeklenmiş dostları, neşe ile
1920 yılında Çek usta Carel Çapek'in sahneye zaferlerini kutluyorlardı. Devasa şarap galonları bir
koyduğu R.U.R. adlı tiyatro eseri Spartaküs'ün açık açılıyor, bir boşalıyordu. Yakındaki köyden gelen
dansözlerin sıcak kahkahaları, soytarı ve hokkabazların
izlerini taşır. Geleceğin robotları köle haline getiren
tiz çığlıklarına karışıyordu.
dünyasına karşı ayaklanan robotları konu alan bu
Neşeli gruptan bir savaşçı elindeki şarap galonu ve
önemli eserle Çekçe "Zorunlu iş" anlamına gelen
ağırsarhoş adımlarıyla uçuruma yaklaştı.
robot sözcüğü insanlığın ortak kullanımına girmiştir. "Ey Spartaküs, yiğit liderimiz. Bu bayramı en çok sen
Başta Demir Ökçe, Hukuk Gladyatörü, Flow My hakettin." Uçurumun kıyısındaki adam onlara dönerek,
Tears, Policeman Said, Blade Runner, Metropolis yüzyıllarca sürmüş esaretin ağırlığını taşıyan gözlerini
olmak üzere pekçok BK eserinde Spartaküs'ün etkisi dikerek "Liderlere, efendilere ihtiyacımız oldukça, asla
sezilebilir. Rudy Rucker, Netware (1982) ve Software kölelik zincirlerini kırıp özgür olamayacağız" dedi.
(1988) adlı Cyberpunk seri romanlarında, geleceğin Bu sözlerle neşeli kalabalığın üzerine bir ağırlık çöktü.
Ay kolonisinde robotların gerçekleştirdiği Kahkahalar ve ve naralar kesildi. Şikayet belirten sözler
ayaklanmayla kurdukları anarko-sosyalisit bir sarfetmeye çalışan birkaçını yaşlı, eski köleler
toplumu, dikkat çekici bir şekilde işlemiştir. susturdu.
Spartaküs, kararan şafağın yalçın dağlar üstünde
Bilimkurgu, gerçekten geleceğin sosyolojik oluşturduğu tabloya dönüp, derin düşüncelere daldı.
Yendiği kadar yenilmiş, yenildiği kadar yenmişti.
çalışmasıdır....
Özgürlük bir gölge gibiydi. Ona doğru her adımda
uzaklaşıyordu. Önlerinde uzun, dolambaçlı, çetin bir yol
Ray Bradbury
vardı. Belki de umut, ankanın kanatlarında saklıydı.

-4-
Hayalet Efe GÖKTOĞAN
Sebastian Hayalete inanmıyordu, fakat son iki haftadır muhabbet ediyor ve normal bir insan gibi evinden işine,
başına gelenler onu inanmanın eşiğine getirmişti. işinden evine gidiyor ve normal bir insan gibi işi dışında
Hayalet anı kayıtlarında esasen var olmayan biriydi ve kimseyle konuşmuyordu. Neredeyse mutluydu. Ta ki...
zaman zaman, birileri ona rastladığını iddia ederdi. Rüyasında bir çocuktu ve göl kenarındaki bir
(Fakat her nedense hiç bir zaman Hayalet'e dair kanıt bankta oturuyordu . Yanında yaşlı bir adam vardı. Yaşlı
bulunamazdı.) Anılar ise neredeyse son yüz elli yıldır fakat cüssesinden bir şey kaybetmemiş olan bu adam
pek çok kişiye ek gelir sağlayan bir teknolojiydi. bir pipoyu zahmetsizce içiyor, Sebastian da elindeki
İnsanlar beyinlerine yerleştirilen bir çip sayesinde tüm pamuk helvayı iştahla yiyordu. Bir süre, başka bir şey
anılarını kaydedebiliyor ve anılarını satarak para yapmaksızın, pipo içerek ve pamuk helva yiyerek
kazanabiliyorlardı. Fakat son elli yıldır insanların oturdular.
hayatlarının giderek tekdüzeleşmesi ilgiyi eski anılara Sonra yaşlı adam piposunu temizleyip kaldırdı.
çekiyordu. Sebastian ise bitmiş pamuk helvasının çubuğuyla
İki hafta kadar önce sentetik içkiyi fazla oynuyordu. Yaşlı adam bir süre Sebastian'ın
kaçırdığı bir gece ağa girmişti. Bir kaç anıya bağlanmış oynamasını izledi, fakat Sebastian izlendiğini anlayınca
ve abuk subuk şeyler görmüştü. O an gördüklerini oynamayı bıraktı ve o da yaşlı adama bakmaya
içkinin etkisine bağlamıştı, ancak iki haftadır süren başladı. Yaşlı adam sonunda konuşmaya başladı.
acayip rüyalar şimdi başka türlü düşünmesine sebep "Savaşlar, savaşçılar, kılıçlar ve kavgalar
oluyordu. geçmişte kalmış gibi Sebastian. Artık iyi bir savaşçı ya
Sebastian iki haftadır gördüğü rüyalarda pek da iyi bir avcı olamayız. Artık sadece normal olabiliriz.
çok insan olduğunu hatırlıyordu. Bu insanlarla birlikte Başarı ölüyor. Kurallara uymayan dehalara ve gerçek
yürüdüğü oluyordu, onlarla kavga ettiği, onlarla birlikte liderlere artık dünyada yer yok gibi. Sen ve senin gibi
şarkı söylediği ya da onlardan kaçtığı. Eğer rüyasında çağının normali olan herkes; siz sadece yaşıyorsunuz.
yalnızsa bu sefer de olamayacak ıssız bir yerde Kazandıklarınız ya da kaybettikleriniz gerçek değiller.
görüyordu kendini. Bir dağa tırmanırken, bir denizin Sen gerçek misin Sebastian?"
ortasında yüzerken ya da bir ormanda gezinirken. Yaşlı adamın yuvarlak suratı, esmer teniyle,
Normal bir insanın hayatı boyunca, ilişki tenindeki kırışıklarla, kırlaşmış uzun ve geniş sakalıyla,
kurduğu beş on kişi olurdu. Onlar da insanın işiyle ilgili yana taranmış eski moda saçlarıyla birleşince ona
olurdu. Akıllı binalar bir insanın tüm ihtiyaçlarını çağından çok önce yaşamış bir adamın dünyada
karşılamaya yeterdi. Üstelik diğer insanlarla yapmak dolaşan hayaletini anımsatıyordu.
isteyebileceğin her şeyi ağ üstünden, odandan bile Ve Sebastian yanıtladı:
çıkmadan yapabilirdin. Ayrıca normal bir insan asla "Ben gerçeğim. Öyle değil mi?"
şehirden çıkmazdı; çıkması gerekmezdi. Asit "Bilmiyorum Sebastian. İnsanlar için, sanal
yağmurlarına dayanıklı iş robotları uzak mesafelerdeki dünyanızı oluşturan mağaranın duvarlarına düşen bir
işleri insanların kontrolünde gerçekleştirlerdi. Yine asit gölgesin sen. Diğerlerinin gölgelerden başka gerçek
yağmurları yüzünden kimse açık havada öyle uzun bilmeyişi seni gerçek yapar mı?
süreler geçirmezdi. Varolmasına tabii ki varsın. Benden daha
İşte bu nedenlerden ötürü bu rüyalar her normal gerçeksin üstüne üstlük. Fakat var olmak gerçekleri
insanı rahatsız edeceği gibi Sebastian'ı da rahatsız görmeye yetmez."
ediyordu. "Ne yapmam gerekir gerçekleri görebilmek
Neler döndüğünü bulmak için iki hafta önce için?"
bağlandığı tüm anılara tekrar bağlandı. Fakat bu sefer "Uyanman gerekir Sebastian."
hiç bir şey olmadı. Çoğu saçma sapan anılardı. Ve sebastian uyandı. Fakat bu sabah yirmisekiz
Sebastian gördüklerinin içkinin yan etkisi olduğuna yaşında, yalnız ve hayatını boşa harcadığını hisseden
kendini ikna etti ve araştırmayı kesti. biri olarak uyandı. İlk iş olarak bilgisayarı açtı ve
İki gün sonra bir elektronik gazetede Hayalete başlığını taktı. Zihinsel virüs tarayıcı programı çalıştırdı.
dair bir habere rastladı. Onun başına gelene çok Gözlerini kapadı ve arkasına yaslandı. Program
benzer bir olay dünyanın bir ucunda başka birinin çalıştıkça hayatını düşündü, dünyayı ve geleceği
başına da gelmişti ve bu sefer ki adam Hayaleti düşündü.
gördüğünü söylüyordu, güya Hayalet adamla Sonra program şu sesli mesajı verdi:
konuşmuştu. "Zihninizin F-180920-KM-38702603 nolu
Sebastian bu habere pek inanmadı; kendini de sektörünün 13b67t98 nolu fragmanında bir virüs tespit
fazla sıkmadı ve hayatına devam etti. Sıradan bir edilmiştir. Virüs temizleme prosedürünü çalıştırmanız
teknisyen ve gayet normal bir insandı Sebastian. önerilir. Virüs temizleme işleminin yol açabileceği
Sabahları normal bir insan gibi uyandı ve bilgisayar travma ve hafıza kayıplarından şirketimiz sorumlu
fabrikasındaki işine gitti. Akşamları ya sanal seks değildir.
aletiyle oynadı ya da anılara takılmaya devam etti. Artık Virüs temizlensin mi?"
rüyaları da normale dönmüştü. Ağdaki arkadaşlarıyla Sebastian yanıtladı: "Hayır."

-5-
SİBERPUNK BİLİMKURGU HAREKETİ Oğuzhan ERSÜMER
Bilimkurgu edebiyatı, kökleri milattan muna neden olan gelişmelerin sadece bir bölümüdür.
öncelere giderken, akacağı asıl yatağı nasıl 20.yy
içinde bulduysa, Siberpunk bilimkurguları da kendini Sibernetik ile punk'ın bir bireşiminden mey-
1980'li yılların ruhunda bulur. Kişisel bilgisayarlar ve dana gelen, ilk kez B.Berthke'in öyküsünde (1983)
internetin gündelik yaşama girişiyle yaygınlık kullanıldığına ittifak olunan Siberpunk (Cyberpunk)
kazanan dijital dünya algısı, popüler kültürün ileri sözcüğü, bugün her ne kadar hareketin adı olarak
teknoloji ürünleriyle kaynaşması, küreselleşme, anılıyor olsa da, kendisine Radikal Bilim Kurgu,
çokuluslu kapitalizmin yükselişi, her alan ve anlamda Yasadışı Teknologlar, Seksenler Akımı,
sınırların birbirine karışıp, ortadan kalkmaya başla- Neuromantikler, Aynagözlükler (Mirrorshades)
ması bu ruhun, seksenlerin fütüristik ve metaforik bir Grubu gibi birçok ad önerilmiştir. Buna bakarak, bir
modeli olarak Siberpunk'ın içini doldurur.Yakın bir Siberpunk edebiyatı gerçekten var mı? Ticari bir gir-
gelecekte geçen öykülerinde siberpunk, değişen işim mi, yoksa estetik bir açılım mı? şeklinde yıllarca
toplumsal gerçekliğe yeni bir algısal gerçeklikle; sürdürülecek tartışmaların, daha hareketin adı
kendinden geçme ve dehşeti birarada, aynı anda, itibariyle başlatıldığı görülebilir.
zamanın ruhunu (zeitgeist) yaşatacak teknoloji-insan
bütünleşmeleriyle cevap verir. Siberpunk edebiyatı öncülleri arasında;
Bernard Wolfe "Limbo" (1952), Alfred Bester
İçerik ve estetik sınırlarını büyük ölçüde belir- "Kaplan! Kaplan!" (1956), Anthony Burgess
lemiş olmasıyla William Gibson, hareketin edebi "Otomatik Portakal" (1962), K. J. Jeter "Dr.Adder"
yükünü neredeyse tek başına taşır. (1972), James Tiptree Jr "The Girl who was Plugged
"Neuromancer"(1984) adlı romanı ile kazandığı In" (1973), John Brunner "Şok Dalgası Süvarisi"
Hugo, Nebula ve Philip K. Dick ödülleri aracılığıyla (1975), Ted Mooney "Easy Travel to Other Planets"
ardına aldığı rüzgar harekete hızını vermiş, saygınlık (1981), Vernor Vinge "True Names" (1981) isimlerini,
kazandırmıştır. Bruce Sterling ise, hareketin ikinci Philip K. Dick, William Burroughs ve J.G. Ballard'ın
adamıdır. Basın sözcüsü, ideologu ve adeta birçok eserini, yine çeşitli katkılarıyla Thomas
avukatıdır. En az söylemleri kadar tartışmalı ve ünlü Pyncon, Samuel Delany, Harlan Ellison, John Varley,
olan "Mirrorshades Siberpunk Antolojisi"(1986)'nde, Norman Spinrad gibi yazarları saymak mümkün.
W.Gibson ve Lewis Shiner'la birlikte yazdıkları Bilimkurgu türü dışından, hard boiled dedektiflik ede-
yanısıra John Shirley, Greg Bear, James Patrick biyatından Dashiel Hammet ve Raymond Chandler
Kelly, Paul Di Flippo, Tom Maddox ve Rudy benzeri yazarların da Siberpunk üzerinde önemli bir
Rucker'ın öykülerini biraraya getirmiştir. 1990'lı yıllar- etkisi olduğunu belirtmeliyiz. Ayrıca punk rock, uyuş-
da edebi etkinliğini yitirip, bir altkültür haline gelecek turucu ve hacker altkültürü, MTV rock videoları,
olan Siberpunk, Richard Kadrey, Kim Newman, Neal Heavy Metal çizgi romanları, video oyunları, George
Stephenson, Kathy Acker, Greg Egan, Jeff Noon, Romero, David Cronenberg, John Carpenter, Ridley
Jack Womack gibi yazarların ürünlerinde çeşitli Scott filmleri...Geçmiş, şimdi ve geleceği aynı potada
biçimlerde yaşamaya devam edecektir. eritmek isteyen fütüristler, nesnelerin tüm boyut-
larının aynı anda görülmesini isteyen kübistler ve bil-
William Gibson'ın "Johnny Mnemonic" (1981) inç ile bilinçaltının aynı anda algılanmasını isteyen
adlı öyküsüyle siberpunk'ın edebi ana hatları belir- gerçeküstücülerin düşüncelerini bir araya getiren
lenmişse de, bir harekete dönüşmesi zaman almıştır. Pop Art da, Siberpunk'ın estetik kurgusunda en az
"Behind the Mirrorshade: A Look at Punk SF" (1982) edebiyat kadar pay sahibi olmuştur.
benzeri paneller, P.K.Dick'in "Do Androids Dream of
Electric Sheep?"(1968) adlı öyküsünün sinemaya Hard Bilimkurgu ile New Wave akımımın
uyarlanışı (Blade Runner, 1982), Bruce Sterling'in içinde bulunduğu Soft Bilimkurgu arasında bir yerde
çıkartmaya başladığı (1983) tek sayfalık 'Cheap duran Siberpunk öyküleri, bir yandan ayrıntılı ve
Truth' fanzininde, daha sonra hareket dahil edilecek okuyucuyu yoracak derece yoğun bilimsel(imsi) açık-
isimleri tanıtması ve öne çıkarması, "Amazing lamalar yaparken, bir yandan da atmosferin ruhunu,
Science Fiction Stories"de, oluşmaya başlayan kahramanlarının iç dünyası ve zihinsel süreçlerini
hareketin isimlerinden bağımsız olarak Bruce yakalamaya çalışan bir 'iç uzay' anlatımı tutturmaya
Bethke'in "Cyberpunk"1983) adlı öyküsünün yayın- çalışır. Tekrar eden temaları, zihin ve beden isti-
lanışı, Washington Post yazarı ve editör Gardner lasıdır (invasion). Sterling'in bir özetiyle protez
Dozois'in Neuromancer'ın basımının ardından organlar, kozmetik ameliyatlar ve genetik dönüşüm-
William Gibson, Bruce Sterling, Lewis Shiner, Rudy ler...İnsan benliği ve doğasını radikal bir şekilde
Rucker gibi bir grup yazara Cyberpunks/Siberpunklar yeniden tanımlayan beyin-bilgisayar arabirimleri,
diye hitap edişi (1984), siberpunk hareketinin oluşu- yapay zeka ve nörokimya teknikleri.

-6-
Ortalama bir Siberpunk öyküsü, çürümüşlük the Future of Narrative" (1989) konferansına çağırıl-
duygusu taşıyan grotesk bir kentsel ortamın veya masını, Bruce Sterling'in onu siberpunk ilan etme
egzantirik bir uzay istasyonunun mekan edildiği, şey- hatasına borçlu olduğunu düşünürken, 'Aslına
tani bir iktidara karşı (çokuluslu şirket, yapay zeka bakılırsa, siberpunk ilginç bir sosyal fenomen. Büyük
vb.), ideolojiden çok, kişisel motivasyonlar uğruna, bir tartışma konusu. Belki içinden derin bir şeyler
nihilist bir ahlak ve değer anlayışıyla kanun tanımak- çıkarılabilir' diyen Greg Bear'larla, siberpunk bil-
sızın savaşan, çeşitli makinelerle organik bir biçimde imkurgu hareketi, evet bir fenomen olmuştur. Tom
bütünleşmekten bir düzeyde hoşnut, maço ruhlu, asi Maddox da, enformasyonun karmaşıklık ve yoğun-
ve bir altkültür temsilcisi ('acayip' cinsel alışkanlıklar, luk olarak kritik bir hale geldiği bir çağda, siber-
uyuşturucu ve rock...) gençlerin birçoğu sanal punk'ın bu 'kritik durum'u seslendirdiğini söyler. Bu
gerçeklikte geçen disütopik maceralarından oluşur. anlamda, kritiklik nâmında, herşey yeni başlamıştır.
Bu fenomen, bu ses, duyulmaya devam edecektir.
Kentsel ortamı, teknolojik ve kapitalist
gelişkinliği, Amerika'yı siberpunk hareketinin ana
vatanı yapmıştır. Bu yüzden, kültürel kodlarında
Amerikan tarzı egemendir. Örneğin, öncü-western-
lerin bir devamı olarak suç edebiyatı, özellikle de,
Kuzey Amerikan kent yaşamının acımasız sokak-
larında, kendi onur ve ideallerinden tavizsiz hayatta
kalma mücadelesi verirken, varoluşçu bir eda takı-
nan karakterleriyle hard boiled dedektiflik edebiyatı,
Neuromancer'ın 'siberuzay kovboyları'yla tek vücut-
tur. Burada ayrıca kentsel atmosfer özelinde, ölüm
tehlikesinin sürekliliğinden doğan güvensizlik ortamı
ve dış koşulların uyum sağlanamayacak hızdaki
değişiminin, siberuzay kovboylarının
zihinsel/psikolojik durumuna bir damga vurduğu
söylenebilir: Denetimsiz bir evrende sıkışmışlık duy-
gusu, paranoya, varoluşsal bir endişe (angst) ve
gotik estetiğe göz kırpan bir korku hâli.

Siberpunk hareketi serpilirken, ticari amaçlar


ve sıradan okuyucu tatminini sağlamak adına, kısa
süre içinde kendini tekrar eden çok sayıda ürünün
ortaya çıkması, klişeleşmeyi beraberinde getirmiş,
bilimkurgu çevreleri, bu nedenle, siberpunk öykü-
lerinin yapısını -'ortalama bir siberpunk öyküsü'-
basit bir formüle dayanmakla eleştirmiştir.
Klişeleşme gerçekten de siberpunk'ın polemik,
altkültür, sinema ve sosyal teori alanından değilse
de, edebiyat alanından çekilmesine neden olan
önemli unsurlardan biri olmuştur. Son teknoloji ve
genelde zamanın ruhunu takip eden doğasıyla, hızla
kayan zemin üzerine oturmuş olan bir fantazya, kum-
dan kaleler gibi yıkılma mahkumiyetini baştan kabul
etmelidir zaten. Bu kaygan zeminde, siberpunk
yazarlarının Viktoryen dönemde geçen alternatif bir
bilimkurgu tarzına; Steampunk'a, ya da bambaşka
kıyılara yelken açtıkları da olur bu yüzden.

New Wave akımından sonra en çok konuşu-


lan bilimkurgu konusu olmuş, bu çevreye bir 'heye-
can' getirmiştir Siberpunk. Yeni bir bilimkurgu
tarzının 'gümbür gümbür' geldiğini, Gibson'ı okuyun-
ca anlayıp hayalgücünü ona göre uzatan, 'siberpun-
klar' içinde anılınca, 'benim bunlar içinde ne işim var'
diyen Lewis Shiner ve "Fiction 2000/Cyberpunk and
-7-
ETİMOLOJİK BİR SERBEST DÜŞÜŞ
ya da
AŞKIN KÜLLERİ
Gözde GENÇ
La Llorona, Güney Amerika'da yaygın bir inanışa göre
La Llorona (Ağlayan Kadın) bir soyluyla evlenebilmek
için çocuklarını boğduktan sonra aklını kaçırmış ve kendini
öldürmüş. Hayaletinin hala ağlayarak dolaştığı ve su
birikintilerine yaklaşan çocukları boğduğu rivayet edilir.

Odanın kadifeyle kaplıymış gibi yumuşak ve kaygan görünen gül kurusu duvarlarında gölgeler çırpınır.
Kadın çekinerek şömineye yaklaşır. Önünde durduğu gösterişli kütüphanenin içine bir göz atar, ateşin
ışığının erişemediği kitapların sırtı karanlığa gömülmüştür, ellerini ne yapacağını bilmez bir tavırla kaldırıp
ateşe uzatır.
"Zevklerin hiç değişmiyor."
"Değişiyor," der adam. 17. yüzyıldan kalma gül rengi bir koltukta rahat bir tavırla oturmuş gözlerini kadına
dikmiştir. "Değişmeyen alışkanlıklarım. Ne istiyorsun?"
"Düşündüm ki... Biraz konuşabiliriz diye düşündüm." Vahşi bakışları odada dolaşır. "Keyfin yerinde olmalı."
Sesinde acı bir kinaye vardır. "Olan biten hiçbir şey seni etkilemiyor, ne güzel."
"Ben bunların dışındayım," der adam. "Ben seyirciyim."
"Ve sebep oldukların umurunda değil!"
"Yine başlamayalım."
Kadın bir süre sessiz kalır. Neden sonra başını kaldırır, "Buraya bunun için gelmedim. Asıl konuşmak
istediğim..."
Adam bekler.
"Neler olduğunun farkındasın değil mi? Bu hale gelmesine neden izin verdin? İnsanlıktan çıktılar. Bunu
söylemek bana düşmez belki ama... Artık insan değiller. Ben bile..." Hıçkırdı.
"Ne yapabilirdim ki?" Adamın sesinde belirgin bir yumuşama sezilir.
"Sen.. Sen onların Lord'usun. İzin vermeyebilirdin. Önleyebilirdin. Adamlarını gönderirdin. Bilmiyorum... Bir
şeyler yapabilirdin." Hıçkırıklara boğulur. "Böyle olmamalıydı."
"Neden? Gayet iyi idare ediyorlar. Bana büyük bir sorun varmış gibi gelmedi."
Kadın gözleri dehşetten büyüyerek kesik bir çığlık atar. Eliyle ağzını kapatır. Sonra elinin pisliğinden ve
yıpranmışlığından utanıp hemen indirir.
"İyi idare ediyorlar ha... Ne halde olduklarını görmüyor musun? Hepsi birbirinin aynı. Bitkiler gibi yaşıyorlar.
Renksiz, suni süs bitkileri oldular. Hiçbir işe yaramazlar."
"Ne işe yaramalarını istiyorsun?"
"Eskiden çalışırlardı, öyle değil mi? Mücadele ederlerdi. İnsanların seçimleri olurdu, ve bu çok önemliydi.
Günahkarlar ve azizler vardı. Ah ne kadar güzeldi. Günahlar ve bedeller fedakarlıklar ve ödüller. Bütün
bunların bir anlamı vardı."
"Evet ama bu da onların seçimi."
"Hayır, değil. Artık seçme şansları yok. Şartlandırma merkezlerinde neler olduğu hakkında en küçük bir fikrin
var mı acaba? Yalan bir dünyada yaşıyorlar. Hiçbir sorumlulukları yok. Tüy kadar hafifler. Zavallı kuklalar.
Yanlışlık yok, pişmanlık yok, acı çekmek yok. Duygulanmıyorlar bile. Her şeylerini kaybettiler. O kanunlar
ruhlarını kuruttu."
" Öjenik tedbirler?"
"Ah evet, adı her neyse. İki nesil. Düşünebiliyor musun, yalnızca iki nesil içinde her şey değişti. Seni hiç
rahatsız etmiyor mu bu?"
"Hayır. Niye etsin ki?"
"Böyle olmasını istediğini söyleyemezsin ama öyle değil mi? Sen, bunu istemiş olamazsın."
"Bu kadar kötü olan nedir, söylesene Llorona? "
Llorona canlı adımlarla yaklaşır, Lord'un karşısındaki koltuğa oturacak olur, vazgeçer. Dönüp bir an için
hayranlıkla koltuğu seyreder. "Les os de moutons," diye mırıldanır Lord, "Haklı olabilirsin, artık XIV. Louis
zamanındaki gibi koltuklar yapmıyorlar." Llorona paramparça olmuş çamurlu eteklerini toplayıp yere, adamın
dizlerinin dibine oturur. Sızlanarak, "Yok yapmıyorlar. Hiçbir şey yapmıyorlar. Herşeyi makineler ve robotlar
yapıyor," der. "Ama asıl önemlisi..." diye ekler acı dolu gözlerini Lord'a kaldırır, "Aşık olmuyorlar."
Lord boş bakışlarla kadehini çalkalar. "Öyle mi? Bana gayet aşık göründüler. Özellikle sağlıklı yaşam
merkezlerinde..."

-8-
"Hayır, hayır..." diye telaşla bağırır Llorona, "Ben çiftleşmekten bahsetmiyorum. Ben, aşktan bahsediyorum.
Bu aşk değil." Yüzünde umutsuz bir ifade belirir. "Bu onlar için sadece spor. Hiçbir şey paylaşmıyorlar.
Çocukları bile olmuyor. Zaten en kötüsü de bu, seçme ve yerleştirme merkezinin belirlediği çiftlerin
çocuklarına verdikleri tek şey birkaç hücre. Hepsi bu! Tüpte oluşan ceninlerden insan olmaları nasıl
beklenebilir? Tüpten çıktıklarında da şartlandırma merkezleri ruhlarını yıkıyor. İnsanlıktan temizlenmiş
ergenler olarak sağlıklı yaşam merkezlerine girdiklerinde de hepsi tıpatıp birbirine benzeyen düzineler
dolusu yapma insanla karşılaşıyorlar. Bütün o şarkılı yürüyüşler, aptal vücut gösterileri, sonra şu dayanışma
dedikleri soytarılık, bunları sevgi sanıyorlar."
"Evet ama," der Lord şefkatli bir gülümsemeyle, "Aşk eskiden neydi ki?"
"Eskiden böyle değildi. Temiz bir aşkla sevmek diye bir söz olduğunu hatırlıyorum, çocuklara aşkın meyvesi
derlerdi. Ölesiye sevmek diye bir şey vardı." Bakışları karardı, "Öldüresiye sevmek de vardı." İç geçirir.
"Yasak aşklar, günah kurbanları..."
"İyi ama sevgili yavrum," der Lord sükunetle, "Aşk yine aynı aşk. Çekim ve hormonlar. Sadece
standardizasyon toplumsal çalkantıları ortadan kaldırdı. Yasak ve günah kaldırılınca aşkın neden olduğu
sorunlar kendiliğinden kayboldu. Değişen tek şey bu. Her şey ... düzenlendi.."
"Hayır!" diye bir çığlık atar Llorona. "Aşkın ne olduğunu bana anlatma. Ben aşkın ne olduğunu bilirim.
Başıma gelen şeyin bu resmi geçit töreni kılıklı soytarılıkla hiç ilgisi yok."
"Yoğunluğu farklı olabilir tabii. Pek çok nedeni var. Her türlü rekabet hırsı körükler, ve tabii bastırılmış
duyguların açığa çıkışı..."

-9-
"Rekabet mi? Bu kadar basit mi? Nasıl söylersin? Ne cüretle... Bütün yaptıklarımdan sonra... Bu sence
sadece... Tanrım..." Gözyaşlarına boğulur.
Lord hafif bir öksürükle boğazını temizler. "Evet, bunu yapmamalıydın."
"Ben.. Her şeyi yapabilirdim... Her şeyi..." Sarsılarak ağlar.
"Kabul etmeliyiz ki hiç de mantıklı değildi.
"O kadar, o kadar çok... Canım yandı. Bir şey yapmak zorundaydım... Bir şey... Kurtulmak için... Tanrım..."
Çamur içindeki eteklerini bir çekişte koparıp yüzüne bastırır. Hıçkırıklara boğularak, kesik kesik konuşur,
artık ne dediği anlaşılmaz, birden hırlayarak üstünü başını parçalamaya girişir, sonunda kendi saçlarına
yapışır ve bu halde inleyerek yere devrilir.
"Mantıksızlık, çılgınlık, hırs... Hayır, bunu başka hiçbir kelime anlatamaz. Bu aşktı. İnsana neler yaptırırdı o...
Ama artık yok. Öldü. Ve sen bana hiçbir zaman varolmadığını söylüyorsun, sen bile! O halde gerçekten yok
oldu. Hepsi, hepsi bir hiç içinmiş... " Yine boğulurcasına ağlamaya başlar. "Bunun basit bir düzensizlik
olduğunu söyleyemezsin bana, anlıyor musun? Birkaç düzenlemenin her şeyi bu kadar basitleşeceğini... "
"Aşırı tepki gösteriyorsun."
"Ben mi aşırı tepki gösteriyorum? Tanrım, inanamıyorum, çok duyarsızsın." Birden sakinleşir. Kendini toplar.
Lord'un uzattığı pelerine sarınıp odada aşağı yukarı yürümeye başlar. "Ben..." durur, Lord'a döner,
"Gerçekten kapılmıştım. Çok güçlüydü. Çok..." Başını kaldırıp Lord'un yüzüne bakar. "Kötüyüm değil mi?"
"Yaptıkların iyi şeyler değildi Llorona. Bunlar olmamalıydı."
"Ama kötü şeyler yapamaz hale gelmemiz iyiliği de ortadan kaldırmaz mı? Evet ben kötüydüm. Ama artık
kimse iyi değil."
"Ama herkes memnun."
"Ama mutlu değiller."
"Evet ama dünyada ıstırap yok artık."
"Ama neyi kaybettiklerini bilmiyorlar, mutsuzluk feda edilmeden mutluluk olamaz. Ve bazen tam tersi de
mutluluktur. Diyebilirim ki, o insanlardan daha çok mutlu oldum."
"Çok değişmişsin."
"Hiç değilse değişme şansım var. Onlardan daha şanslıyım." Gözleri duvardaki barok aynaya takılır, yüzü
sapsarıdır, gözlerinin çevresinde koyu renk halkalar vardır, avurtları çökmüştür, saçları çöp çöp başından
sarkmaktadır, korkunç bir haldedir, gülümseyince ağzı karanlık bir deliğe dönüşür.
"Yine de daha şanslıyım."
Lord başını eline dayamıştır, eliyle bezgin bir hareket yapar.
"En azından karar verebiliyorum. O zamanlar iyiliği feda ettiğim gibi, şimdi kötülüğümden dönebilirim. Hala
bana aitim."
Lord başını sallar.
"Ben artık iyi bir kadın olacağım."
"Tabii, neden olmasın."
"Ben iyi bir kadın olacağım," diyerek ayağını yere vurur. "Her şeyi telafi edebilirim. Eğer aşk yoksa, hiç
olmadıysa, bütün olanlar aslında olmamış demektir. O halde, yıllarca boşu boşuna acı çektim. Suçluluk
duymamalıyım, bütün olanlar, sadece düzensizlikti. Ben büyük bir haksızlığa uğradım."
"Ben olsam bu sonucu çıkarmazdım."
"Bir çocuk istiyorum. Bu kez iyi bir anne olacağım."
"Korkarım geç kaldın."
"Olacağım. Ve bu yanlışlığı düzelteceğim. İnsanlar görmeli."
"Bu halinle şehrin sınırlarından adımını bile atamazsın. Zaten atsan bile, işler artık eskisi gibi yürümüyor,
biliyorsun."
"Ama sen, sen bunu yapabilirsin. Benim için değil, insanlar için. Seçme şansları olmalı. Başka türlü
olabileceğini bilmeliler."
Lord başını sallar. "Unut bunu. Mümkün değil."
"Daha önce yapmıştın."
"Durum farklıydı."
Llorona'nın kaşları çatılır. "Ben sana göre bir gelin değilim, bunu mu söylemek istiyorsun?"
"Sorun bu değil."
"Sorun ne o zaman?"
Lord bıkkınlıkla ellerini sandalyesinin kollarına bırakır. "Bak Llorona," der, "Onlar artık benim halkım falan
değil. Benden kurtuldular, ama daha da önemlisi, ben onlardan kurtuldum. Artık onlarla uğraşmak
istemiyorum. Zaten..." sıkıntıyla yüzünü buruşturur, "bir babalık davasına daha bulaşmak istemiyorum. Bir
önceki iki bin küsür yıl başımı ağrıttı. Üstelik o bakireye elimi bile sürmemiştim..."
- 10 -
Uzay Çalışmalarını Durdurun! Efe Göktoğan
diğer kirpilere zarar vermemek için değil de, salt
Çağımızın tüketim alışkanlıkları ve üretim yöntemleri
kendi iyilikleri için sakin duracaklardır; çünkü her
yüzünden uzay çalışmaları durdurulmalıdır. Yaşam
hareket ettiklerinde kendi canları da yanacaktır.
şeklimiz (kapitalizm) yaşam ortamımızla (dünya) hiç
Uzaya açılmak ise bu kirpilerin kutusuna dışarı
uyuşmamaktadır. Süregelen bu yaşam şekli maddi
çıkabilecekleri bir delik açmaktır. Hiçbir sorunun
olarak sınırlandırılmış herhangi bir yaşam ortamıyla
nedenine inilmeden, hiçbir art niyetten kurtulmadan,
uyuşmayacaktır. Çünkü kapitalizm süregelen
yani hiçbir gelişme göstermeden varılacak bir
şekliyle, kendi devamı için, yayılmacı olmak
rahatlama durumudur uzaya açılmak.
zorundadır. Henüz olgunlaşamamış, daha kötüsü
(Uzay çalışmalarına harcanan paranın
giderek yozlaşmakta olan, bir türün dayandığı
insanlığın dertlerinin pek çoğuna nasıl da derman
sınırları (dünya) aşıp da pisliğini bu sınırların ötesine
olacağına ilişkin herhangi bir şey söylemeye ihtiyaç
(uzay, diğer gezegenler) saçması sorumsuzluk
bile duymuyorum. Ayrıca böylesi bir beklentiye
olacaktır. Tam da bu sorumsuzluğa izin vermemek
girmenin de saflık olacağını düşündüğüm için
adına uzay çalışmaları durdurulmalıdır.
insanlıktan tüm umabildiğim uzay çalışmalarına karşı
Toy insanlıka
bir kamuoyu oluşmasıdır.)
Hikaye ortaçağda başlıyor. Dağınık Avrupa
Uzay çalışmaları yapabilen ülkelerin güçlü
uygarlığı coğrafi olarak ve teknik olarak içinde
ülkeler olduğu da gözden kaçırılmaması gereken bir
bulunduğu durağanlığı tüm ortaçağ boyunca
noktadır. Uzaya ilk olarak çıkmanın bu ülkelere
sürdürüyor. Bu sınırlandırmalar onun rönesansa
kazandıracağı şeylerle bu ülkeler daha palazlanıp
gebe kalmasını sağlıyor. Bireyler ve insan toplulukları
yerlerini sağlama alacaklardır. Daha da uzun vadede
eğer sınırlandırılmazlarsa herhangi bir konuda
yerleşilebilir gezegenlerin de bu ülkeler tarafından
belirgin bir ilerleme göstermeden var olan durumlarını
parsellenmesi galaktik bir emperyalizmin tohumlarını
koruma eğilimine giriyorlar. (Çünkü asıl olan atalettir.)
atacaktır.
Ortaçağın tüm sınırlandırmalarından sonra çağının
Peki önerilen uzaya açılmama durumu başlı
en belirgin ilerleme hamlesine girişen Avrupa'nın
başına bir durağanlık haline mi sürükler insanlığı? Hiç
diğer uygarlıklardan belirgin bir şekilde öne
zannetmiyorum. Uzay çalışmalarındaki başarılar,
geçmesini sağlıyor.
şimdiye kadar, toplumların genelinde bir sevinç
Benzer bir şekilde kuzey Amerika'da
dalgası ya da sıradan insanın hayatında büyük bir
göçmenler tüm topraklara yayılıp da, yeni gelenler
değişiklik yaratmaktan uzak olmuştur. (Bu durumun
yüzünden yaşanan sorunlar sınırlandırıcı bir durum
dışında kalan tek örnek ise iletişim alanında uyduların
yaratınca devletleşme hareketi alevlenmiştir. Bu
yarattığı değişikliklerdir.) Oysa ki, geçici bir süreyle
sınırlandırıcı durum ortaya çıkıncaya kadar, yani
de olsa, iç dünyasına yönelip kendi içinde reformlar
herkesin daha fazlasını çaba göstermeden elde etme
uygulayan insanlık gelmiş geçmiş en hatırlanası
ümidi varken Avrupa'dan gelmiş bu göçmenler
günlerini yaşayacaktır.
çağdaşları Avrupalılardan çok daha barbar bir hayat
Ak mı, kara mı?
sürmüşlerdir.
Altov ve Juravlevanın "Evrenin Türküsü"nde
Bugün de insanlık sınırlandırılmıştır, hem
çizdikleri tabloda insanlık gözü pek, düzenli ve
coğrafi, hem de iktisadi olarak. Çok uluslu firmaların
çalışkandı. Evrene yayılırken temkinli, düşünerek
ele geçirme kavgasına gireceği yeni pazarlar
adım atan ve uzaya açılma hamlesini mantıksal bir
kalmamıştır. Satabileceği her şeyi satabildiği herkese
idealizm içerisinde gerçekleştiren bir insanlıktı
satmaktadır. İkinci dünya savaşından sonraki
evrenin türküsünü söyleyen insanlık. Oysa Frank
teknolojik ve sosyal hareketlilik giderek ivme
Herbert'in Dune serisinde insanlık derebeyliklere
kaybetmiştir. İnsanlığın önünde durağanlığın hakim
özdeş bir dağılımla evreni paylaşmış ve evrenin her
olacağı bir süre vardır. Ve sistemin bu durağanlığı
yerinde toprak, iktidar ve güç için dünyadakinden
kırmak için vereceği mücadelelerden en büyüğü de
sadece ölçekçe farklı savaşlara girişmiştir. Bu olası
büyük olasılıkla uzay çalışmaları alanında olacaktır.
gelecek vizyonlarından hangisine varacağımız bu
Çünkü askeri alanda teknoloji geliştirmenin bir koşulu
gün yapmakta olduğumuz seçimlerle çok yakından
geliştirilen teknolojilerin deneneceği savaşlar
etkili.
başlatma zorunluluğudur. Ve çağımızın terörizm çağı
Dünyaya sıkışmış insanlık gözüme bir
olduğu düşünülürse Orwelist stille (askeri
tohumun içine sıkışmış olan koca bir ağaç gibi
harcamalarla) artı değeri çöpe atma mekanizmasının
gözüküyor. (Tabii ki bu tohumun içinden bir katil
yerini artı değeri uzaya atma mekanizması alacaktır.
sarmaşık çıksın isteyenler de olabilir.) Evrenin yüce
Durağanlık çağı mı?
bir ırkı olmakla, samanyolundan gelen veba olmak
İnsanlığı küçücük bir kutuya tıkılmış bir grup
arasındaki farkı yaratanlar bizleriz. Seçim zamanı
"art niyetli" kirpi gibi düşünürsek herşey daha net
gelecek değil, bugün.
anlaşılabilir. Kirpiler bir kısım debelenmeden sonra,

- 11 -
AD SORUNSALI ÜZERİNE Mustafa SUYOLCU
anılmaya başlamış bir süre sonra. Ancak bu sözcük
Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerni
te kavram olarak karşılamamış BK yu, yeni arayışlar,
kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel
öneriler olmuş zamanla, örnekle Yarınsama,
tasarım, mefhum, nosyon. Sözlüklere bakınca
Önceleme denmiş. Bu karmaşa bir süre devam
Kavram, sözcüğünün karşılığı olarak böyle bir
ettikten sonra 1973 de sayın Orhan Duru tarafından
tanımla karşılaşıyoruz. Gerçekten hoş tamamlayıcı
Türk Dili Dergisi BK. özel sayısında Bilimkurgu (BK)
bir yaklaşım. Kavram dan beklenen şey gerçekten de
olarak önerilmiş ve o zamandan bu zamana büyük
budur. Örnekle kimse "Bugün arkadaşlarla beraber
kabul görmüş (bazen Kurgubilim olarak da anılmış)
birçok insanın bilet alıp girdiği, içinde film oynatılan,
ve neredeyse tam olarak kabul görmüş.
koltuklarla dolu binaya gideceğiz. "demez, "Bugün
"Neredeyse", işte bu yazının yazılmasına neden olan
arkadaşlarla sinemaya gideceğiz." der, hemen
kelime. "Neredeyse" yani herkes tarafından bir
herkes de bunun ne anlama geldiğini anlar.
nedenle kabul görmemiş, görememiş.
Örneğimizdeki "sinema" kavramı hemen herkes
tarafından kabul görmüş ve yanlış anlamaya olanak
BK üzerine düşünen, kafa yoran ben ve
tanımayan bir kavramdır. Bu biçimiyle
benim gibi birkaç arkadaşımın özellikle ilgisini çeken
değerlendirdiğimizde kavramların insan yaşamında
bir olayla karşı karşıyayız bu sıralar. Ancak oraya
ne kadar önemli bir yer tuttuğunu anlayabiliriz.
geçmeden önce birkaç saptamadan bahsetmek
Kavramlar olmasaydı hayatımız sürekli olarak
istiyorum. Öncelikle "Kavramlar" önemlidir. Onlarsız
birilerine var olan herşeyi tanımlamaya çalışmakla
yaşamımız karman çorman hale gelir. "Sinema"
geçerdi ve konuşmalarımız da anlamsız bir biçimde
örneğinde olduğu gibi, bir kavramın herkes
şimdi olduğundan çok daha uzun olurdu. Zaten
tarafından kabul edilmesi ve aynı biçimde
somut şeyleri tanımlamak ve onları kavramlar haline
kullanılması özellikle yaşamı kolaylaştıran bir öğedir.
sokmakda o kadar zorlanmayız, ancak felsefe, sanat
Aksi halde bir karmaşa, anlaşmazlık, kaos ortamı
gibi soyut kavramlarla ilgili konuşmaya geldimi işler
doğar. Kimse kimsenin ne dediğini tam anlayamaz,
biraz karışıyor. O kadar ki elimize kendilerinin toplum
bunalır. İkinci olarak, konuya ilişkin yayın yapan
tarafından anlaşılmadığını iddia etmekte olduğunu
yayınevlerinin kitaplarının başında uzun zamandır
sezdiğimiz, ne dediğini gerçekten anlayamadığımız
"Bilimkurgu" ibaresini görmekteyiz. Öyle anlaşılıyorki
yazılarla çok sık karşılaşıyoruz. Hiçbir anlaşılma
bu kavram ciddi olark kabul görmüş ve yaygın
gayreti içinde olmayan bu tür yazılar bizlere
biçimde kullanılmaktadır. Şimdi gelelim kafamızın
kavramların ne kadar gerekli olduğunu daha da
karışmasına neden olan olaya.
belirgin bir biçimde vurgulayarak anlatmakta.
Anlaşılacağı gibi bir kavram oluşturmak bunu kabul
Sevenleri, ilgilileri takip etmektedirler, bende
ettirmek herzaman kolay bir iş değildir hatta çok çok
bu gruba dahilim, Bilim ve Ütopya dergisinde bir
zor bir iştir. Eğer bir kavramı oluşturan nesne ya da
süredir sayın Zühtü Bayar'ın hazırladığı bir BK
olayları yaratan sizseniz sorun yoktur, ancak var olan
Ansiklopedik sözlüğü yayınlanmakta. Gerçekten
bir dizgeyi kullanmak isterseniz iş daha da karmaşık
yapılması önemli ve gerekli olan değerli bir çalışma
ve zorlu hale gelecektir.
olduğuna inanmaktayım. Öyle ki BK fanzini olarak
yayınlanmakta olan Albemuth'un her sayısında
Konumuz BK, zaten fanzinimizin başlığında
bende bu konuda bir sayfa hazırlamaktayım. Bu
da bu ibareyi görmüşsünüzdür. Burda BK'nun ne
noktada sayın Zühtü Bayar'ın BK başlığı altında
olduğundan, neleri kapsadığından filan
birçok yazı, makale, öykü ve romanlarının
bahsetmeyeceğim. Ama, bu kavramın tarihçesinden
basıldığından da bahsetmek gerek. Ancak burda bir
biraz söz etmek istiyorum. Ünlü Amerikalı yazar ve
karışıklık bizleri bayağı şaşırtmakta. Bilim ve Ütopya
BK nun babası sayılan Hugo Gernsback'in verdiği ilk
dergisinde yayınlanmakta olan Ansiklopedik sözlük
isim "scientifiction" dır (1923). Kısa bir süre sonra da
harf sırasına göre "A" dan başlayarak epey ilerledi,
"Science Fiction" olarak yerini bulup kabul
arada bize göre bazı eksikler var olmasına karşın bu
görmüştür. Ülkemizde de bu yeni sanat dalı kabul
başka bir konu ve zaman içinde tekrar gözden
görüp yayılmaya başladığı zaman türkçe bir kavrama
geçirmeler ve hatta yeni, özgün bir baskı söz konusu
gerek duyulmuş olmalı ki, ilgilenenleri sevenleri
olduğunda elden geçirilip genişletileceğine
aramaya başlamışlar. İlk kullanılan sözcükler, sayın
inanmaktayım. Ama bir şeyi kafa karıştırıcı olarak
Akil Başyıldız' ın Mayıs 2002 tarihindeki radyo
bulmaktayım.
programında da bahsettiği gibi "Fenni Roman" olmuş
kısa bir süre sonra değişen dil nedeni ile olsa gerek
"Bilimkurgu Ansiklopedisi" adı taşıyan bu
"İlmi Roman" denmiş bir süre, ancak gerek içeriği
çalışma, hemen başlangıçtaki girişte "Bilimkurgu"
gerekse kurguya dayalı yapısı nedeniyle pek
sözcüğü ile "Bilimge" sözcüğünü eşanlamlı olarak
karşılamamış olsa gerek ki "Hayal Bilim" adıyla
- 12 -
kullandığını açıklayan bir bildirge ile kafamızı bir ödüle sahip olduğunu hatırlayalım. Üretimin ne ile
karıştırmaya başlıyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi ilgili olduğu ilk bakışta anlaşılan - evrensel olarak - bir
1973 yılında İngilizce Science Fiction sözcüğünün başlığa sahip olmasının önemli olduğunu
yerine önerilen ve Türk Dil Kurumu tarafından da düşünmekteyim.
kabul edilen Bilimkurgu sözcüğünün yerine burda
yeni bir kavramla karşılaşıyoruz. Neden? Öyle ya bu Evet, kavramlar önemlidir hem de çok
çalışmanın bir adı var zaten "Bilimkurgu önemlidir, öyle ki, onlarsız yaşamı hayal bile
Ansiklopedisi". Maddeleri okudukça bu kafa edemiyorum. Genel olarak tüm insanların, daha özel
karıştırıcı durum iyice belirginleşmeye başlıyor, o ve önemli olarak da sanat ve bilimle uğraşan
kadar ki, aynı madde içinde hem bilimkurgu hem insanların, kavramlara çok önem vermesi onlar
bilimge sözcüklerinin kullanıldığını görüyoruz. üzerine konuşması, tartışması gerektiğine
Örnekle "Bilimkurgu Tanımları" maddesi. Konu inanıyorum. Ancak var olan, yaygın olarak
üzerinde düşünmüş, yazmış bazı yazarların kullanılmaktaki bir kavramın yerine onu daha da
tanımlarının aktarıldığı pasajlarlardan oluşan bu geliştirmeyen bir kavramda ısrar etmenin iyi bir
maddede, Bilimkurgu ve Bilimge sözcüklerinin yaklaşım olduğunu sanmıyorum.
karışık bir sırayla kullanılmasıyla, sanki okuyucuyu
şaşırtmak üzere düzenlenmiş gibi. Örnekler
çoğaltılabilir. Biliyoruz ki Science-Fiction sözcüğüne
karşılık olmak üzere zaman içinde birçok sözcük
önerilmiştir. TDK'nun 1942 yılı tarihli "Batı Kaynaklı
Sözcüklere Türkçe Karşılıklar" adını taşıyan bir
kitapçıkta, o tarihten bu yana önerilen sözcükleri
bulmak olası, Ve gerçekten de birçok öneri yapılmış.

Şimdi, karşımızda özellikle BK'sal yaratıları


ve yazılarıyla Türkiye'de uzun bir süredir tanınan,
bana göre kendini kanıtlamış, bir yazar, zaten
oldukça karmaşık ve anlaşılması için çok titiz
davranılması gerektiğine inandığım, oturmuş bir
kavram için neden böyle bir yaklaşımda bulunuyor?
Üstelik kendi eserleri de bu kabul görmüş kavram
olan BK adı altında yayınlanmışken. İşte bunu Bilimkurgucunun Rüyası
anlamakta çok zorlanıyorum, hatta anlamıyorum. Mustafa SUYOLCU
Özellikle, içinde bulunduğumuz bilgi çağında her bir
konu alt dallara, onların da kendi alt dallarına ve Şiir yazmak istiyorum , dedi şair
daha da alt dallara bölünüp çoğalırken ortaya çıkan Roman yazmak istiyorum, dedi yazar
yeni kavramlarla dolu bir bugün ve gelecekte, var Bestelemek istiyorum, dedi besteci
olan, anlaşılan bir kavram yerine farklı bir kavram Yontular gerek bize dedi, yontucu
önermek neden? Bir sözcüğün, o kavramın karşılığı Resimsiz olmaz dedi, ressam
olamadığı durumlarda bu çok güzel bir yaklaşımdır.
Film yapmalıyım dedi, yönetmen
Örnekle "İlmi Roman" sözcüğü BK kavramını
karşılayamıyordu, insanın aklına hemen bilimsel bir
kavram ya da kavramların açıklamasının olduğu bir Her şey yazıldı, çizildi, yönetildi, yapıldı
yapı geliveriyordu. Daha sonra önerilen "Önceleme" Bize ne kaldı, diye sızlandılar
ve "Yarınsama" da öyle, bu sözcükler de sadece
geleceğe ait izlenimi bırakmakta. Oysa yapısı gereği, O zaman bana gelin, dedi Bilimkurgucu
BK geleceği olduğu kadar geçmişi ve alternatif Ben geçmişten, bugünden ve gelecekten
geçmiş ve gelecekleri de irdeleyen bir sanat dalıdır. Olmuştan, olandan ve olacaktan
Tüm bunların yanında BK sözcüğünün tüm dünyada Gerçekler kurarım size
benzer bir biçimde kullanıldığı da akılda tutulmalıdır. O zaman hiçbirşey
Yani "Bilim" ve "Kurgu" sözcüklerinin yan yana Yazılmamış, çizilmemiş, yönetilmemiş,
getirilmesiyle. Eğer bir konuda üretim yapacaksanız,
yapılmamış olur
yaptığınız üretimin ne üzerine olduğunun ilk bakışta
anlaşılması önemlidir, konumuza ilişkin olarak, sayın
Sezar Erkin Ergin tarafından 1971 de fanzin olarak Taze demlerle, yeniden başlarız o zaman
ve "Science-Fiction" başlığı ile çıkarılan,1974 de hayata ve yaşama...
dergi olarak yayınını sürdüren Antares'in uluslararası
- 13 -
YALNIZLIGA YAZGILI ADALININ ÖYKÜSÜ Rafet ARSLAN
uzak duran adalı, mütevazi bir hayat sürdügü yeni
Kaçış, yalnızlık, huzursuzluk kavramları modern
adasında çalışan bir kadınla sevgili hayatına başlar.
dünyanın insanının hayatını etkileyen temel problem-
Yaşadıkları aşktan çok bedensel doyum üzerinde
lerdendir. D.H. Lawrence'in "Adaları Seven Adam"
yükselen sorunlu bir birlikteliktir. Yeni adasında
uzun öyküsü bu problemleri Ütopya-Disütopya
yeterlilik ve huzurla dolan adalı için bu ilişki yeni
kavramlarının birleşimleri ve karşıtlıkları üzerinden
buhranlara sebep olur. Çocukları olacağı haberiyle
ele alan önemli bir yapıt.
kadınla evlenir, varını yokunu ona bırakır ve satın
alabildiği küçük bir taş parçası olan üçüncü adasına
Adalara sevdalı baş kişi öncelikle anakaraya yakın
tek başına yerleşir. Artık yakından geçen tekneler
büyük bir ada satın alır. 'Tek yumurtalık bir yuva'
bile insanları anımsattığı için ona katlanılmaz
düşüncesi ile bir başına yerleştigi adasında kısa
gelmektedir. Adaya aldığı koyunlar ve bir kedi bile
sürede kaçtıgı dünya ile bağ kurmak zorunda kalır.
fazlalık haline geeelmiştir. Tek arzusu, doyum kay-
Tek başına kaldığı sürede kaçtığı uygarlığın toplum-
nağı mutlak yalnızlıktır. Kulübesindeki uygar dünyayı
sal bilinçaltındaki hayaletleri peşini bırakmaz.
anımsatan her şeyi yok eder. İnsanlar, canlılar,
Yalıtılmış zamandışı dünyasında düşlerini kanlı
kültür; dış dünyaya ait şeyler ona tiksinti vermektedir.
rahipler, korsanlar gibi ürkünç figürler kaplar. Adalı
Yalnızlık tutkusu gönüllü tecride, küçük ada ise ana
girdigi hastalıklı süreçten kurtulmak için adasına çok
rahmine dönüşür. Fakat aniden çıkan kar fırtınası
sayıda çalışan alır. Artık amacı küçük bir yeryüzü
adasının onun için bir tabuta dönüştüğü gerçeğiyle
cenneti yaratmaktır. Kısa sürede ada hayvanlar,
onu yüzleştirir. Uygar dünyaya kaçmaya yönelik
tekneler, insanlarlarla dolar taşar. Adalı kaçtıgı kentin
çabaları boşa çıkar. Artık ona eşlik edecek tek şey
küçük bir kopyasını kendi elleriyle kurmaktadır.
ölümdür.
Adalının sahsında uygarlıktan kaçma düşü bir çeşit
iktidar itkisine dönüşür. Artık sahibi çalışanların efen-
Robinsonad ile ütopik edebiyat arasında kalan bu
disidir. Görünüşte her şey iyi gitmektedir. Hizmetliler
öykü Lawrence'in önemli eserlerindendir ve bu
çalışkan, uyumlu, vefalı; efendi ise hoşgörülüdür.
yönüyle bilim kurgunun geniş evreninde değer-
Fakat çıkar ve bencillik üzerine kurulu bu pembe
lendirilmesi yalnış olmaz. Yazar bir romana yayabile-
rüya kısa sürede yerini kabusa bırakır. Hayvanlar
cegi öyküyü bir ada gibi sınırlamıştır. Bu sayede
telef olur, çalışanlar adayı terketmeye başlar, sürekli
uzun karekter tahlillerine değil, evren ve insan üzer-
kabaran faturalardan efendinin ekonomisi gittikçe
ine kısa ama vurucu tespitler yapma imkanı bulur. İlk
bozulur. Adalı beşinci yılın sonlarında adayı satmak
ada, adalının düzenlediği öznel bir dünyadır. İkinci
zorunda kalır. Adalı dış dünyaya geri dönmek yerine
ada ise sadaece bir tür sığınaktır ancak. Üçüncü ada
hala kendisine ait olan daha küçük diğer adaya beş
ise gönüllü bir sürgün mekanı. Bu üç ada aynı
çalışanı ile taşınır. Kurdugu kitaplık ile çiçekler üzer-
zamanda adalının yaşadığı kişilik yarılmasının ve
ine yazmağa başladığı kitabına yogunlaşır. Artık yeni
derinleşen ruhsal sorunlarının katmanlarınıda oluştu-
adanın efendisi degildir. Kendi yemeğini pişirir,
rur. Bir ada kadar yalnız olan adalı, burjuva bireyin
çalışanları ona adı ile hitap ederler. İlk adasında güç
tükenişinin izdüşümüdür aynı zamanda.
ve iktidar duygusunun doygunlugu ile cinsellikten

- 14 -
Yayın Dünyasından Altın Kitaplar, ünlü yazar
P.K Dick’in, bir kısım
Ayrıntı yayınları,İngiliz yeni öyküsünü “Hesaplaşma”
dalga Bilimkurgusunun adlıyla bir araya getirdi.
öncüsü G.J Ballard’ın Derlemeye adını veren
yapıtlarının basımına “Süper öykü, geçtiğimiz sezonda
Kent” ve “Beton Ada” sinemalarda gösterilen
romanlarıyla devam etti. “Paycheck”
Süper Kent, Ballard’ın klasik
dedektif romanınını yapı 6.45 yayınları da Dick’in en
bozuma uğratıp, kendine ünlü yapıtları arasında kabul
özgü yakın gelecek edilen “Simulakra” adlı
Bilimkurgusuyla birleştirdiği romanını Türkçe’ye
üçlemenin ikinci kitabı. kazandırdı.
Dizinin ilk kitabı “Kokain Geceler” 2001 yılında, yine
Ayrıntı yayınlarında okurla buluşmuştu. Dizinin son 90’lı yıllarda Sarmal
kitabı, “Millenium People” da Ayrıntının yayın Yayınevi William Gibson’ın
programına alındığını duyuralım. “Spawl” üçlemesinin ilk iki
kitabı “Neuromancer” ve
I. Asimovun ünlü “Count Zero” (Sıfır Noktası)
robotlar serisinin ilk kitabı adlı romanlarını
olan “I Robot” (Ben Robot) yayınlamıştı. Bilimkurgu
içindeki öykülerden biri, severler dizinin üçüncü
değişikliklere uğratılarak kitabı “Mona Lisa Overdrive”
aynı adla Alex Proyas ı yıllarca hararetle
tarafından sinemaya beklemişlerdi. Bu uzun
aktarıldı. İthaki yayınları bu bekleyiş Altın kitabların
arada büyük ustanın seriyi yeniden ve bu kez tam
eserlerini “Vakıf” serisi ile olarak basmasıyla
başlayarak yeniden basıyor. sonuçlandı. Kitablar yayınevinden Matrix Avcısı
(Neuromancer), Kont Sıfır (Count Zero) ve Mona
Lisa (Mona Lisa Overdrive) adlarıyla yayınlandı.
Şimdi bilimkurgu severler Gibson’ un Cyberpunk
Yine İthaki yayınları, türünü oluşturan diğer önemli yapıtlarınında dilimize
“Cesur Yeni Dünya” ve çevrilmesini bekliyorlar.
“Ada” romanlarının ardından
A. Huxley’in “Maymun ve
Öz” adlı bilimkurgu
yapıtınıda ilk defa türkçede
yayınladı.3. dünya savaşı
sürecini ele alan bu
apokaliptik eserde, Huxley
teknolojinin yaşam daki
rolünü sorguyor.

Albemuth’dan

Albemuth, düzensiz yayın faaliyetinin ikinci yılını bitirip, üçüncü yılına yeni bir sayının hazırlıklarıyla girdi.
İnternet ve yazılı basından dikkate değer birçok yaklaşımla karşılaştıksa da nedense fanzini alan/okuyan
kişilerle yeterince temas kuramadığımız düşüncesindeyiz. Fanzin’in başladığı dönemlerde var olan İzmir
Kollektif Bilimkurgu Etkinlikleri’ne yer vermemiz belkide okurların kafasında yerel bir hareketle karşı karşıya
oldukları fikrinin oluşmasına neden oldu. Oysa, bilimkurgu gibi evrensel bir sanatı konu alan Albemuth’un il,
ilçe, bölge gibi kavramlarla sınırlamak hem olası değil hem de kendine karşı olurdu. Bu yüzden okurlarımızı
her konuda (üretim, öneri, eleştiri vb.)bizlere ulaşmaya çağırıyoruz. Motto’muzdaki “Özgür Basın” ibaresini
hisseden okurlar, zaten bizlerin belli mekan kurum ya da kuruluşlardan bağımsız olduğumuzu biliyorlar.
Metinlerinizle, görüşmek üzere.
- 15 -
ALBEMUTH ÖZGÜR BASIN
ALBEMUTH Özgür
Basın

BİLİM KURGU - MART / 2005

PLATON İDEAL DEVLETİNDE FİLOZOFLARI KRAL İLAN EDERKEN, ŞAİRLERİ KOVMUŞTU!


Altın Çağ

Mutlu bir altın çağ olduysa eskiden


Niçin bir kez daha olmasın?
Her şey dönüp dolaşıp
gelmiyor mu eski yerine?
Düşündüğüm, öğütlediğim gibi benim
paylaşsaydı insanlar
yararları, mutluluğu ve ahlakı
cennet olurdu dünya...
uyanık, temiz sevgiler gelirdi diyorum
azgın, kör sevgiler yerine
Yalan dolan, bilgisizlik yerine
Gerçek bilgi gelirdi
ve kardeşlik zorbalığın yerine.

Tommaso CAMPANELLA

Evrensel tarih hem tasarlanmalý hemde yadsýnmalýdýr. Ýnsanlýðýn


baþýna gelen ve daha gelecek olan felaketleri göz önüne
aldýðýmýzda, daha iyi bir dünya planýnýn tarihte tezahür ettiðini
ve tarihi bütünleþtirenin de böyle bir plan olduðunu öne
sürmenin, insanlarla alay etmek olduðunu görürüz. Yine de,
tarihin süreksiz, kopuk, parçalanýp gitmiþ anlarýný ve evrelerini
birleþtiren bir bütünlük vardýr: Doða üzerindeki denetimle
baþlayýp, insanlar üzerindeki tahakkümle devam eden ve sonunda
insanýn iç doðasýný denetim altýna almaya yönelen çabanýn getirdiði
bir bütünlüktür bu. Vahþetten insanca hayata giden bir evrensel
tarih yoktur, ama sapandan megaton bombaya ulaþan bir tarihin
olduðu söylenebilir.
Theodor W. ADORNO
ÇIKIŞA DAİR NOTLAR
Rafet ARSLAN
Müstehcen

“Gelinim olur musun?”un Semra Hanımı, anti-reyting tugaylarına bağlı bir milis grubunca kaçırılır.
Meclis, acil oturum çağrısıyla toplanır. Özgür medya bu vandalist eylemi lanetler. Tüm yurttaki Semra Hanım
yanlısı gösterilerde yedi milyon insan biraraya gelir. Ordu, yöne…
Merak etmeyin, en azından Albemuth sayfalarında böyle bir öykü ile karşılaşmayacaksınız.
Yukarıdaki öyküyü, biri tiyatrocu diğeri çizer olan arkadaşlarımla bir sohbet sırasında uyduruverdim.
Arkadaşlarla Albemuth’un 5. sayısındaki “Çıkış” başlıklı metin üzerine konuşmak isterken konuyu Semra
Hanım, Ata, Sinem şeytan üçgeni ve oradan toplum ve medya eleştirisine getirmeleri üzerine ben de
senaryomu yazdım. BBG, Dokun Bana, Ünlüler Çiftliği, Gelinim olur musun?, vb. reality TV programları son
beş yıldır hayatımızın her yönünü işgal ettiler. Geldiğimiz noktada yazarlar, akademisyenler, entellektüeller
TV’lerde, basında, internette bu medyatik tartışmaların içine girmiş durumdalar. Bahsettiğimiz grupların, bu
tür “Reality Show”larla topluma dayatılan kurban-cellat sanal kahramanlara ve gündemlere eleştirel olarak
dahil olmaları, sistemin düşünen insanları kendine ekleme çabasının bir parçası değilmidir?

Oysa, bilimkurgu okurları bugün yaşadıklarımızın yaşanacağını önceden uyaran anti-ütopyalar


sayesinde gelişmelere hazırlıklı. Daha 1954 yılında P.K. Dick gerçek sandığı ortamın tamamen sanal bir
dünya olduğunun farkına varan bir karakter üzerine “Time Out of Joint” (1959) romanını kurgulamıştı. Ray
Bradbury’nin “Fahrenheit 451” romanında insanlar; TV, yatıştırıcılar, toplumsal baskı araçları ile
uyuşturulmuş durumdadır. “Fahrenheit 451”’in TV kölesi haline gelmiş insanları sadece izleyici değildir.
İnteraktif bağlantı sayesinde her izleyici aynı zamanda TV programının kendisine dönüşmüştür. 1990’lı
yıllarda ise Avustralyalı yönetmen Peter Weir’in yönettiği, başrolünde Jim Carrey’nin yeraldığı “Truman
Show”(1998) filminin kahramanı, tüm hayatının bir “reality show” programı olduğunun farkında değildir.
“Truman Show” bir bilimkurgu filmi olarak çekilse de filmin hemen ardından “Big Brother” gibi gerçek yaşamı
TV şovuna çeviren programlar art arda bütün dünya televizyonlarında başlamasıyla kısa sürede bir gerçek
haline dönüştü. Eskiden anti-ütopyalar, Ray Bradbury’nin deyişiyle, “gerçekleşmemesi için mücadele edilen”
cehennemlerken, bugünün postmodern kültürün belirleyici olduğu küresel tüketim toplumunda anti-ütopyalar
acilen hayata geçirilmesi gereken hedefler haline geldi.

Zaten, düşün ve sanat dünyası sadece tartışma tarafı olarak bu medyatik manipülasyonun bir parçası
haline gelmedi; bu yönde yapıtlar üretildi ya da üretilenler desteklendi, yaygınlaşmaları sağlandı. Fransanın
itibarlı çağdaş sanat dergilerinden “Art Pres” in editörü Catherine Millet, tüm cinsel hayatının dökümünü
sunduğu “Catherine M.’nin cinsel hayatı” adlı otobiyoğrafik-romanını yayınlandığında bir skandal olarak
karşılansa da, satış rekorları kırmıştı. Şimdi ise 18 yaşındaki İspanyol Melissa P’nin ,16 yaşındaki karmaşık
cinsel yaşamını teşhir ettiği romanı “Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi” tüm dünyada ve ülkemizde ilgi
görüyor. Jenifer Ringley adlı genç kız yıllarca tüm ev hayatını ‘jennycam.org’ adlı web adresinden sergiliyeli
çok olmadı. Gerçek-üstücülük gibi ütopik öncü sanat hareketlerinin unutturulduğu günümüzde, ingiliz sanatçı
Tracey Emin’in kendi çıplak bedeni parçası haline getirdiği yapıtları yüksek sanat sınıfında ele alınıyor.
Gerçek-üstücülüğün öncülerinden Andre Breton’un “Najda” adlı romanını, yaşamındaki öznel deneyimleri
üzerine kurgulamıştı. Alman düşünür Walter Benjamin, gerçek-üstücülük üzerine yazdığı incelemede
Breton’un tavrını “bir camekanda yaşamak kusursuz bir devrimci erdemdir. Bu da bir sarhoşluk hali, çok
ihtiyaç duyduğumuz bir ahlaki teşhirciliktir…” sözleriyle olumlar. Oysa, geldiğimiz noktada özel hayatımızı ve
bağımsız varoluş çabamızı sonuna kadar saklı tutmak bir görev haline geldi.
Nazilerin eline düşmektense intiharı seçen W. Benjamin bugün yaşasaydı, bu
teşhircilik histerisine karşı özel hayatın gizliliğinin savunusunu yapardı.
Hayatlarımızı işgal eden müstehcen teşhir ile iktidarların metropolleri
çevreleyen kameralarla, retina taramalarıyla, genetik yapı sınıflandırmalarıyla,
eski model fişlemelerle oluşturduğu tam denetim ve gözetim çabasının
paralelliğine dikkat çekerdi. Tıpkı ilk popüler gerçek hayat şovunun adının,
George Orwell’ın bilimkurgu klasiği “1984”ün totaliter denetim toplumunun
temel kavramı “Big Brother”dan alınması gibi (“1984” Benjamin’in ölümünden
sonra 1948 yılında yayınlanmıştı). Benjamin “Parıltılar” adlı yapıtında Paul
Scheerbart ’ın tüm yaşamların şeffaf ve mutlu olduğu “Cam Mimarisi”(1914)
ütopyasından da bahseder. Yalansız, cinayetsiz, suçsuz bir dünyada herşeyin
cam saydamlığıyla yaşanmasında hiçbir sakınca yoktur. Bu tema Thomas
-2-
Moore’un “Ütopya” romanından, yine Benjamin’in sıkça andığı Charles Fourier’in “Phalange” temelli uyum
dünyasına; ütopik kurguların temel kavramlarından biri halindeydi… Şimdi, Scheerbart’ın “insanı tamamıyla
değiştirecek” dediği cam dünyasından, Cyberpunk’ın ayna camlı disütopya dünyasına geçmiş durumdayız.
Oysa, Benjamin “Cam Mimarisi” romanında bir şeye sahip olmanın ya da içinde iz bırakmanın zorlaşacağı
bir dünya uyarısında da bulunmuştu. Camekan kişisel yaşantıyı ötekinin bakışına açık hale getirerek,
denetime açık hale getirmektedir.Artık gizlenmek, kitlesel histeri karşısında bireysel etik duruşa sarılmak,
sistemin kitleleştirme hareketlerine karşı bağımsız varoluşumuza sımsıkı sarılmak durumundayız. “Dahil
değilim!” demenin bedeli, mutlak yalnızlıkta olsa da.

Yokuştaki Salyangozlar

Sistem, yüzlerce sahte medyatik gündem oluşturarak entellektüelleri, yazarları, düşünürleri bir tür
özel “sürgün”lük payesi ile başbaşa bırakır. Aydın istediği kadar önemli fikirler ya da yapıtlar üretsin,
medyatik gündemlere bulaşmadığı sürece kültür endüstrisince yok sayılmakla cezalandırılır. Burada şeytani
bir ayartma buyruğu işbaşındadır: Popüler, manipülatif bütün dışında yaptığın üretimin hiçbir değeri yok;
varolacaksan bir şekilde matrix’in bir parçasına tutunman şart… Sahte gündemlerin bir parçası olursan
TV’de, büyük gazete, dergilerde yer alabilir, düşünce ve yapıtlarını gündeme taşıyabilirsin. Bu, “Big Brother”
ın kaba baskı önlemlerinden daha geçerli, avantajlı ve ayartıcı bir şantajdır. “Dahil değilim!” dersen seni
bekleyen mutlak bir yalnızlık ve aidiyetsizlik halidir; tıpkı Sovyet bilimkurgu yazarlarının en önemlilerinden biri
olan Sturgatski kardeşlerin avant-garde bilimkurgusu “Yokuştaki Salyangoz”un kahramanlarından Pepper
gibi.

“Yokuştaki Salyangozlar”ın kent bölümü, bilimsel şüphecilik ve araştırma ruhuyla dolu, kendi etik
yalnızlığını seçmek durumundaki Pepper’in yaşadığı çelişkiler üzerine kuruludur. Pepper, bilinmeyen gizemli
ormana gidip, gizemine vakıf olmak isteyen bir entellektüelken; romanın, orman bölümünün kahramanı
Candide, ormanı araştırma grubunun üyesiyken helikopterinin düşmesi sonucu içine düştüğü bir cemaat
toplumunun ayrıksı bir parçasını oluşturur. Romanda, kent bürokratik ve teknokratik yönetime bağlı yoz bir
kitle toplumuyken; orman, aydınlanma öncesi hurafelerle iç içe bir kabile ortamı sergiler. Kentten ormana
gitme idealine bağlanmış Pepper’e karşı, orman’dan ait olduğu kente gitme çabasındaki Candide; roman bu
diyalektik çelişme üstüne kurulur.

Toplumun temelinin oluşturan tüketime, yozluğa, zamanı boş geçiren alışkanlıklara, durağanlığa,
bürokratik işleyişe karşı nefreti sonucu, Pepper yalnızlığı tercih etmiştir. Pepper “Bu yalnızca cehalet. Hayır,
ortada ne kışkırtma ne de kin var, bunu ciddiye almamalıyım. Bu yalnızca cehalet…” diye düşünür. Kentin
bir parçası olan şoför Acey ise ona “Senden başka kimse gitmek istemiyor” der. Ama Pepper gitmelidir;
çünkü “insanlar düşünmenin vakit geçirmek değil bir görev olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaklardır”;
çünkü “kavramaktansa inanmak daha kolaydır.” Bu yüzden Pepper, sürekli yöneticilere ulaşıp, ormana
gitmek talebini duyurmaya çalışır, ama karşılaştığı tamamıyla
Kafkaesk çıplak bürokrasidir. “ama kimse ormana girmeme izin
vermedi. Ben bir sanatçıyım. Sanatçılara, yazarlara, filozoflara
yönetimde yer yoktur. Beni işin dışında tutmakta haklılar…” diye
düşünür. Ancak, kenti terk etmek ve ormana girebilmek için giriştiği
bir muhatap bulma, anlaşılma çabası onu da içten içe
değiştirecektir. Yönetici tüm çalışanlara aynı anda ve tek tek kişisel
olarak telefonla seslenecektir. Herkesin aranacağı bir telefon
varken, çılgınca çabalamasına rağmen, Pepper bir telefon
bulamaz. Kafka’nın, şatoya girmek isteyen ya da davasının
konusunu bilmek için mahkemeye erişmeye çalışan kahramanları
gibi, yönetime ulaşma çabası Pepper’i çok farklı bir seçime
sürükleyecektir. Yalnızlığın Pepper’i sürüklediği bir çeşit çıkışsız
nihilizmdir. “Özgürlük diye bir şey kesinlikle yoktur, bütün kapılar
açık bile olsa her şey aptallıktan ve kaostan ibaretti; sadece
yalnızlık vardı.” Bu çıkışsızlık silsilesinde orman ve onun temsil
ettiği şeyler de Pepper için önemini yitirir. Sistem ayartıcı teklifini
tam da içine düştüğü bu tinsel kriz anında yapar ve Pepper şeytana
uyar. Ödülü; karşı olduğu sistemin parçasına değil kendisine
dönüşmektir.
-3-
Çıkış ?

Pepper’in seçimi bir çıkış değil; çıkışsızlıktı. Entelektüelleri, düşünenleri, yazanları bekleyen en büyük
tehlike medyanın, kültür endüstrisinin, kitle toplumunun ayartmalarını kabullenmektir. Bu yüzden ütopyalara,
disütopyalara ihtiyacımız var, sözünü yineleyip duruyoruz. Bilimkurgunun dışarıdan bakan, yadırgatıcı,
bilişsel tavrının altını çiziyoruz.

Belki de “Yokuştaki Salyangoz”, “1984” ya da “Fahrenheit 451”’in dünyalarından daha karanlık bir
çağdayız. Albemuth’un bir önceki sayısında, (Kasım 2004) Spartacus üzerinden 21. yüzyıl başındaki kölelik
uygulamalarından bahsetmiştim. Güney Asya’daki doğal afet sonrası, felaket mağdurlarının başına gelen
kölelik ve küçük çocuklara kadar varan seks ticaretinin vardığı boyutlar, bizi yeniden düşünmeye zorluyor.
Ayrıca, teşhir çılgınlığının başkalarının özgürsüzlüğü üzerinden dünyaya yansıdığı Irak’taki Ebu Garib
toplama kampında çekilip, dünyaya internet üzerinden yayılan fotoğraflar ve ona paralel olarak el kaide
destekli ıraklı milislerin kafa kesme görüntüleri üzerinden...Düşünmek, konuşmak, tartışmak, yazmak
zorundayız; yapayalnız görünsek bile. Kimse bize düşünmenin, bilmenin bedelinin mutluluk olduğunu
söylemedi. Bilme çabasının bedeli heryerde aynıdır. Acı....Teslim olmamış Pepper’in dediği gibi “boş zaman
geçirmek” için değil etik, bağımsız varlığımız için düşünmeye, tartışmaya ve yazmaya devam ediyoruz...
İthakaya Yolculuk YOLDAN GEÇEN KADIN : Beni yargılamalarına izin
vermezsin. Bir yargıç karşısına çıkmanın gereği yok.
..... Ayrılan bölge buradan beş yüz, bilemedin yedi yüz
İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman adım.
dile ki uzun sürsün yolculuğun GÖZETİCİ : Göz göre göre yaş sınırı yasalarına aykrı
serüven dolu, bilgi dolo ulsun. hareket ettiği şüphesi uyandıran seni eğer biri fark
edip gözetlemişse, ben de hiçbir şey yapmayıp
Hiç aklından çıkarma İthaka’yı YOLDAN GEÇEN KADIN : Yapabilirsin, yap öyleyse.
oraya varmak senin başlıca yazgın. Başını derde sokmak istemem. Biliyorsun,
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın. yaşamama ya da ölmeme karar vereceksin.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi; GÖZETİCİ : Anladık anladık. Ben başka tarafa
Sonunda kocamış biri olarak demir at ada’na, bakıyormuş gibi yapacağım. Çabuk ol. Ama
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin, koşmadan yürü. Kendini belli etme.
İthaka’nın sana zenginlik vermesini ummadan.
Hâlâ böyle yaşlı kadınlar olduğunu bilmiyordum.
Sana bu yolculuğu verdi İthaka. Sağlığa zararlı bir şey. Kamu sağlığı açısından,
O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın kadını görünce insan bir fena oluyor. Hem şişman
ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka... hem de iri. Galiba kusacağım.
Biz Ra mahallesinde o yaşlardan uzağızdır. Herkes
K. KAVAFİS ya gençtir ya da yeni baştan biçimlendirilmiştir. Edep
SINIRLARIN ÖTESİNDE diye bir şey vardır bizde. Yoksa bir daha toplum içine
Henri Michaux çıkmayız. Neden hâla Fo gibi mahalleler vardır ki?
Düşünüyorum da, belki burada da kimi yaşlıları
GÖZETİCİ : Ne yapıyorsun burada? saklıyorlardır. Ne amaçla? Bilmem. Öyle tuhaf
YOLDAN GEÇEN KADIN : Yolumu kaybettim delikanlı ve genç kızlar var ki, belki de onlar böyle
yolumu. kalıntılara bağlıdırlar ve onları yok etmeye karar
GÖZETİCİ : Evrakın. Var olma hakkın yanında mı? veremiyorlardır. Sorumluluklarım üstlenmesini
Göster. Onu üstünde taşımalısın. Yenilenmiş mi? bilmeyen hainler, illetin saklanarak mücadeleye
Bayağı yaşlısın sen. Yalan söyleme. Elli yaşındasın, devam ettiği, böylece bizim sırtımızdan yaşamını
eminim. Elli beş varsın sen. sürdürdüğü bu yerleri daha çok gözetlemek gerek.
YOLDAN GEÇEN KADIN : Elli altı yaşa hâlâ izin
verilen bir mahallede oturuyorum, Fo'da. Fo
mahallesinin öbür ucunda bile altmışa kadar iznimiz
var.
Hemen oraya döneceğim. Bırak gideyim, ne olur.
GÖZETİCİ : Fo'nun sınırlarının dışında yasaları
deldiği görülen erkek (ya da kadın) tutuklanacak,
sonra da yargılanacaktır.
-4-
Bilimkurgu Kitaplarında Kahraman, Antikahraman ve diğerleri (1)
Mustafa SUYOLCU
BK’da gerek insan gerekse insan olmayan çeşitli kahramanlarla / anti kahramanlarla hep karşılaşırız. Bu
kahraman ve antikahramanları biraz tanımanın BK okuru açısından ilginç olduğunu düşünerek bu yazıyı
hazırladım bir diğer hedefim ise okuyucularımız arasına bu yazıyla birlikte yeni okurlar da kazandırabilmek.

Bu yazıya başlarkan en büyük sıkıntım nasıl bir sıra takip edeceğimle ilgili oldu. İlgilenenlerin bildiği üzre
Türkiye’ mizde BK kitapları her zaman çok düzenli bir biçimde basılmadı. Bu nedenle de zaman zaman aynı
kitabın farklı isimlerle basılması ya da önce yazılan bir eserin ona atıf yapan birçok başka kitabın
basılmasından sonra basılması epey karışıklığa neden oluyor. Bu oldukça karışık ve sırasız durumda kolay
bir yol bulmak da tabi çok zor oluyor. Bu nedenle vakitten kazanmak için Türkiyede basılmışlık sırasına
uymaya çalışarak bu küçük rehberi yazmaya başlıyorum.

Benim bulabildiğim en eski baskılar. Çağlayan yayınlarının “Yeni Dünyalarda” serisinde basılan 10 kitap.
Kasım 1954’ te yayınına başlanan ve 15 günde bir çıkan bu serinin, Mart 1955 teki 10’ uncu sayısından
sonra yayınına devam edilmemiştir.

Ne yazık ki bu serinin tüm kitaplarını elde edebilmek bugün çok güç, hatta belki de olanaksız. Bu nedenle
kütüphanesinden yararlanmamıza izin veren dostumuz sayın Akil BAŞYILDIZ’ a burdan teşekkür etmek
istiyorum.

Merihten Saldıranlar (The Puppet Masters) Kainat Fatihi (The Currents of Space) Isaac
(Robert HEINLEIN) ASIMOV.
Sam: Eserin baş kahramanı hakkında söylenecek Rik: Uzay analizcisi. Bilim insanı. Yaptığı araştırma
pek birşey yok oldukça sıradan bir karakter. Güçlü, sonuçlarını açıklamaya çalışırken başı derde giren bir
yakışıklı, akıllı, sadık. kahraman
Mari: Eserin kadın kahramanı güzel, akıllı, sadık. Terens: Yanlışı, yanlışla düzeltmeye çalışan bunu
Diğerleri: İyiler ve kötüler sağlamak için bir çok şeyi ve kişiyi harcayabilen hırslı
bir memur.
Seyyareler Çarpışıyor (The Star Kings) (Edmond Lona: Esir bir dünyanın sıradan bir üyesi Sevgi ve
HAMILTON) bağlılığın sıradan bir kişinin ne kadar önemli
Con Gordon: Oldukça sıradan bir kahraman olabileceğini gösteren bir role sahip.
hakkında söylenecek pek birşey yok. Güçlü, yakışıklı, Diğerleri: Kişisel güç kazanma çalışmalarının insan
akıllı. ve insanlığa neler yapabileceğini örnekleyen
Liliana: Eserin Kadın kahramanı kesinlikle çok karakterler. Çeşitli düzeyde olumlu ve olumsuz
sıradan. nitelikler sergiliyorlar.
Diğerleri: İyiler ve kötüler
İntikam Roketi
Feza Canavarları (The Voyage of Space Beagle) Klark: Sıradan bir karakter, akıllı güçlü yakışıklı.
(A. E. van VOGT) Bücek: Uzak zamanların bir güzeli.
Elyot Grov: Giderek uzmanlaşan ve kendine dönen Diğerleri: İyiler ve kötüler
bilim dalları arasında bağ kurmak ve birlikte çalışma
ortamı oluşturmak için kurulan bir bölümün üyesi olan Boşluk Korsanları (Murray LEINSTER)
kahramanımız, değişik durumlarda bu işlevini yerine Jim Berent: Sıradan bir karakter, akıllı güçlü yakışıklı.
getirerek sorunların çözülmesine katkıda bulunuyor. Kit: Sıradan bir güzel.
Körl: Canlıların “İd” leri ile beslenen çok güçlü ve zeki Diğerleri: İyiler ve kötüler
bir yaratık.
Rim Halkı: Kuşa benzeyen kısıtlı teknolojili ama Mazisiz Adam (The Sun Smasher) (Edmond
telepat denebilecek özelliklere sahip bir ırk.Kötü HAMILTON)
niyetli değil ancak fark etmeden zarar verebilir. Nil Banning - (Kayla Valkar): Dünyaya sürgün
İkstil: Uzay boşluğunda yaşamını sürdürebilen, gönderilen ve taraftarları tarafından kurtarılan
evreni ele geçirmeye çalışan (tek başına) enerjiyi sıradan güçlü yakısıklı kahraman.
doğrudan kullanabilen bir yaratık. Taranya: Güzel, güçlü sıradan diğer bir kadın
Diğerleri: Genellikle bilim adamları ancak her biri kahraman.
insan doğasının kötü özelliklerini sergilemek için Diğerleri: Bu dönem yazılan tüm uzay operalarında
oluşturulmuşlar gibi. olduğu gibi günümüz deyimiyle konu mankenleri.

-5-
KIRÇIL FARE
Gözde GENÇ
“Ben ölünce,” diyor annem, “Sakın evden çıkmayın. Sakın!”
Başımı sallıyorum. Bunu o kadar çok söyledi ki artık anlamını kaybetti. Artık bunu söylediğinde
gözümün önüne ölüsü gelmiyor. Kızardeşime bakıyorum, o dönüp bakmıyor bile. Çamur sıvalı pencereden
dışarı bakıyor. Sanki bir şey görebilirmiş gibi. O pencereye bakmak, bizden kaçmak demek. Ona kızıyorum.
İnadına “Peki,” diyorum, “Peki Anne.” Kızkardeşime bakıyorum, istiyorum ki incinsin, annesinin artık benim
annem olduğunu düşünüp üzülsün, ne de olsa benden önce sadece onun annesiydi. Ama aldırdığı falan yok,
domuz gibi pencereye bakıyor sadece.
Sessizlik içinde oturuyoruz.
“Eskiden olsa,” diye mırıldanıyor kızkardeşim, “sıkılınca dışarı çıkardık.”
“Nereye?”
“Gezmeye, hava almaya...”
Hep böyle şeyler söylüyor. Nedense sürekli dışarı çıkmak istiyor. Ne varsa dışarıda? Oysa burası
dışarıdan daha güzel. Her yerden daha güzel.
Annem kalkıp yanına gidiyor, saçlarını okşamak istiyor, ama o öyle aptal ki... Hemen ağlamaya
başlıyor. “Ne zaman?” diye ağlıyor, “Ne zaman buradan çıkabileceğiz?”
“Annem, “Bilmiyorum,” diyor. “Yakında... Böyle sürüp gitmeyecektir, yakında düzelir. Merak etme,
yakında...” Susup iç geçiriyor, “Ne yapabiliriz ki,” diyor.
İşimize dönüyoruz. Ben güzel çalışıyorum, kızkardeşim hiç bir işe yaramıyor. Annem onun nesini
seviyor bilmiyorum. Hep sorun çıkarıyor, hep mutsuz, hep şikayetçi. Her zaman dışarı çıkmak istiyor, varsa
yoksa dışarısı. Keşke annem bıraksa da çıkıp görse gününü. Dışarı çıkan herkes ölüyor mu acaba
gerçekten, hem onu da anlamış oluruz.
“Ben ölünce,” diyor annem... “Biliyoruz,” diyor kızkardeşim, “Ne yapacağımızı biliyoruz anne, sus
artık.” Yine ağlamaya başlıyor. O olmasa annemle çok daha mutlu olurduk.
Annem de üzgün ama o un bittiği için üzgün. Müşterimiz bu gece de gelmezse yarın yine yiyecek bir
şey olmayacak. O nasıl ölmeden gelebiliyor buraya kadar, demek dışarısı o kadar da kötü değil...
Annem başını iki elinin arasına aldı gene, hep başı ağrıyor. Kızkardeşim bu kadar çok ağlamasa
ağrımaz. “Anne,” diyorum. “Ya adam bir daha gelmezse? Yani öldüyse...”
“Yerine başkası gelir. Umarım öyle olur...” Bu adamı hiç görmedik. Hep gece geliyor, paketleri alıyor,
bize un bırakıyor, sonra da gidiyor. Yerine başkası gelse anlamayız, birileri geldiği sürece sorun olmaz. Tabii
annem yaşadığı sürece. Annem iç geçiriyor, “Adam ölürse, işi başkasına kalacak. Ben ölürsem bu işin size
kalacağı gibi. İyi bir iş bu, böyle yaşayabilirsiniz.”
“Ölmek böyle yaşamaktan daha iyi.” Kızkardeşim yine saçmalıyor. Annem üzülecek.
“Belki de öyledir,” diyor annem, “ama yine de ecelinle ölmek iyidir.”
“Ecelinle ölmek mi?”
Annem bana bakıyor, beni kızkardeşimi sevdiği gibi sevmiyor, ama olsun, “Kendiliğinden yani,” diyor.

Bu kendiliğinden ölmek meselesi kafamı karıştırıyor. Özellikle geceleri. Geceleri çalışamıyoruz. Işık
yok. Yapacak hiç bir iş olmadığında, karanlıkta sessizce yatıp düşünüyorum. Eski günleri biraz hatırlıyorum,
dışarı çıktığımız zamanları. Eski evimi, onu çok az hatırlıyorum. Kızkardeşimle oraya giderdik, uzun
zamandır gidemedik. Orayı severdi, ben istemezdim ama hatırı için giderdim. Onun için terminali açar
parolaları girerdim, o ağda oyalanırken ben de eski eşyaları karıştırıp ben yokken neler olduğunu tahmin
etmeye çalışırdım. Bazen hoşumuza giden şeyleri buraya getirmek için yanımıza alırdık. Bozuk bir telefor,
bir elektron mikroskopu, küçük renkli şişelerde çeşit çeşit katalizörler, bir mikroreaktör, portatif bir damıtma
kolonu, artık hiç bir işimize yaramayan bir mutfak koteri, bir sürü ıvır zıvır. Bir de moleküler tarayıcı
getirmiştik, bunun ne işe yaradığını bilmiyordum ama nasıl çalıştığını biliyordum. İlk zamanlar saçlarımızın,
yara kabuklarımızın, sümüğümüzün molekül haritalarını çıkarıp eğlenmiştik ama sonra sıkıldık. O zamanlar
eğlenirdik. Dışarı çıkabildiğimiz zamanlar. Şimdi de yapabiliriz aslında, burada ya da orada, ne farkeder ki,
ama artık olmuyor. Neden böyle oldu bilmiyorum. Ama değişen o, ben değilim. Boynu inceldi, yüzünde tuhaf
lekeler var. Sürekli somurtmaktan yüzü uzadı. Kolları bacakları o kadar beyaz ki dokunsam moraracak gibi.
Çok çirkinleşti. Artık biribirimize sarılıp yatmıyoruz. Saçları da güzel kokmuyor.
Annemin kokusunu çok seviyorum ama. Eskiden de öyleydi. Gerçek annem de güzel kokardı. Bunu
çok iyi hatırlıyorum, çünkü son gidişimizde eski evden kokusunu getirdim. Ama o farklıydı. İşte, o artık yok,
sadece kokusu burada, bu şişenin içinde, ne kadar garip, yüzünü hiç hatırlamıyorum. Oysa annem, şimdiki
annem, benim ve kızkardeşimin annesi olan annemiz hamur gibi kokuyor. Ama bana çok güzel geliyor, şu
parfümden bile güzel. Yeni unlar böyle kokmuyor. Hiç kokmuyor.
-6-
Merak ediyorum, gerçek annem eceliyle öldü mü acaba? Yani, kendiliğinden...

Annem usul usul müşterisiyle konuşuyor. “Ben öldüğüm zaman” diyor, nedense bu ölüm meselesini
kafasına taktı, “böyle devam etmemesi için hiç bir neden yok. Kızlar siparişleri hazırlamaya devam
edecekler. Sorun çıkmayacak. Ben...,” duraksıyor, sesi titriyor, “size güvenmek istiyorum.”
Adamın ne dediğini duyamıyorum. Fısıldıyor.
“Biliyorum,” diyor annem. “Çok kötü, çok kötü, hiç bir şey yapamazlar.Herşey böyle kalmalı.”
Adam yine bir şeyler fısıldıyor.
“Orasını düşünmek istemiyorum,” diyor annem. Kapı kapandıktan sonra ağlıyor. Bir bu eksikti...

Buzluktan kazıdığımız buz parçalarını eritip kaplara doldurduk. Annem alt kattaki yaşlı adamın sudan
öldüğünden emin, o yüzden tek güvenilir su kaynağının hava olduğuna karar verdi. Donan hava nemini
idareli kullanmalıyız. Tadı çok bayat ama insan çok susayınca umursamıyor. Su dolu kaplara azar azar
sentetik un atıyoruz. Anında şişiyorlar. Kokusuz hamurdan küçük parçalar koparıp elimizde top top
yapıyoruz. Hamur toplarını ağzımıza atıyoruz. Dilimizle ezip çiğnemeden yutuyoruz. Bazen eski günleri
özlüyorum, şimdi pek fazla özlemiyorum, onun yerine kaygılanıyorum. Annem de kızkardeşim de çok az
yiyorlar. Annem ikide bir de bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açıyor, sonra vazgeçiyor. Kızkardeşim
sonunda kalkıp içeri gidiyor, çok işimiz var. Ben de arkasından gidiyorum.
Odanın ortasında durmuş kımıldamadan bakıyor. Masanın üstündeki yaratığı görüyorum. Canlı.
Etrafı koklayarak duvarın dibine kadar gidiyor, orada durup ön ayaklarını kaldırıyor, o da bize bakıyor. Burnu,
bıyıkları oynuyor. İnanamıyorum, böyle bir şeyi hayatımda ilk kez görüyorum. Canlı bir hayvan.
Dile çığlık atıyor. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Ne zamandır bu kadar yüksek bir ses duymamıştım, garip
hissediyorum.
Annem koşarak geliyor. Yüzü karışmış. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Fare kaçmış bile.
“Fare,” diyorum. “Evde fare var.”
Annem rahatlıyor. “Ah, o mu?” elini göğsüne bastırıyor, “Kırçıl mıydı?”
“Nasıl?”
“Bir tane var, biliyorum. Kırçıl gri, çok yaşlanmış artık. O muydu acaba?”
“Rengine bakmadım,” diyorum.
“Kırçıldı galiba, evet,” diyor kızkardeşim. “Ne yapacağız şimdi?”
Annem gülüyor. “Hiç.” diyor. “Bir şey yapmamız gerekmez.”
“Eskiden fare görenler ne yaparlardı?”
“Öldürürlerdi.”
“A? Yenir mi o?”
Annem güldü, “Değmez.”
“Neden öldürürlerdi o zaman?”
Annem omuz silkiyor, “Bilmem ki, fareleri öldürmek çok normaldi. Öldürmemek için hiç bir neden
yoktu da ondan herhalde.” Tuhaf bir gülüşle gülüyor, “Aslında bakıyorum da, değişen tek şey... ” Yüzü hala
çok tuhaf. “Aslında değişen bir şey yok sanırım...”
Yüzüne bakıp bir şey söylemesini bekliyoruz.
Kızkardeşim, “Ne yapacağız şimdi?” diyor.
“Hiç,” diyor annem.
“Biz öldürmeyecek miyiz?” diyorum.
“Hayır,” diyor Sun Annem. “Biz asla öldürmeyeceğiz.” Sesinde ürkütücü bir kesinlik var. “Eceliyle
ölmesini bekleyeceğiz.”
-7-
NEUROMANCER
Kaosta Bulunmuş Düzen Oğuzhan ERSÜMER
Seksenlerin başında, birkaç parlak öyküsüyle
henüz sadece bilimkurgu çevrelerinde tanınan
William Gibson, dalgalanışını bugün de
gözleyebildiğimiz bir bilimkurgu hareketi başlatacak
ilk romanı, Neuromancer’ı yazmıştı (1984). Çerçevesi
bu romanda çizilmiş olan bir edebi tarz ve onun yol
açtığı harekete ise, “siberpunk” etiketi yapıştırıldı.
Neuromancer yapay zeka, teknolojik beden
dönüşümleri ve fütüristik araç gereçler gibi BK
türünün birçok motifini yetkin biçimde kullanmıştı.
Bununla birlikte romanın bilimkurgusal varlığı gotik,
romantik ve fantastik hikayelerin yanısıra polisiye,
gizem, kovboy ve mitik kahraman hikayeleriyle de
yakın bir temas halindeydi. Bu temas, onun BK
edebiyatının en önemli ödüllerini cebe indirişini
engellememişti.
Roman, bilgisayar ağlarının her yeri kapladığı
bir yakın gelecekte; dev kent Sprawl, Chiba,
Amsterdam, Paris, İstanbul ve dünya yörüngesine
bağlı bazı yerleşim bölgelerini içine alan küresel bir
mekanda geçer. Ana kahramanı Case, siberuzayda
en hızlı program kıran hackerlardan biri, yazarın rengine bürünmüştür. Beden, bilimin en sevdiği yap
deyimiyle bir konsol kovboyudur. Fakat hataların boz oyuncaklardan biri haline gelmiştir. Biocerrahi
büyüğünü yapmış, patronundan çalmıştır. Bu elindeki bedenler her türlü protez, nakil, hormon
nedenle, siberuzaya girişi, bedenine uygulanan bir ayarı ve kesip biçmeyle gerçeküstü bir tuvale
takım yıkıcı biyolojik işlemlerle engellenerek dönüştürülebilmektedir. Neuromancer’da kent
cezalandırılmıştır. Siberuzayda yeniden bedensiz yaşamı, hızlandırılmış bir sosyal darwinizm deneyine
yolculuklar yapmak arzusuyla yanıp tutuşan Case’nin benzetilir. Karakterlerin motivasyonu aşkın
şansı, son derece tehlikeli ama hayır diyemeyeceği değerlerden çok güdüler, zorunluluklar ve kişisel
bir teklifle geri döner. O çok arzu ettiği yolculuğa çıkarlar tarafından belirlenmekte, deneye uyum
çıkabilmesi için eski yeteneğine kavuşturulacaktır, göstermeyenler; dikkatsiz ve tembeller ölüm adı
ancak buna karşılık ondan, ölümlerden geçme verilen şerefsizlik ünvanıyla ödüllendirilmektedir.
pahasına, matrix’te zincirlenmiş bir yazılımı serbest Teknolojide hangi yerleşim bölgesinin yüksek
bırakması istenecektir. Kahramanımız böylece, seviyelerde dolaştığını ise, içlerindeki veri akışının
teknolojik sinir uçlarının karmaşık bağlarla ördüğü bir yoğunluğu göstermektedir.
ağda, siberuzayda, karanlık entrikaların, plan içinde “Bilimkurgu, geleceği tasvir ederken bile
planların içine düşecek, aşırı veri yoğunluğunun yol yazıldığı günü anlatır” düşüncesinde olan Gibson,
açtığı yönsüzlükte yolunu bulmaya çalışacaktır. romandaki gelecek dünyasını bir tür naturalist
Neuromancer evreninde gerçeklik, bir video bakışla, kahramanlarının dışsal ve içsel koşullarını
klip görüntüsü gibi parçalara ayrılır. Rüya, uyuşturucu sıkı sıkıya betimleyerek canlandırır. Stilistik ve şiirli
hayalleri, sanal gerçeklik, siberuzay, elektronik zihin anlatım, daha o ilk cümlede –iskelenin üstündeki
kayıtları ve teknolojik yöntemlerle hafızadan çağırılan gökyüzü, boş bir kanalı gösteren televizyon ekranı
anılar bu gerçekliğin parçaları arasındadır. Belirsizlik rengindeydi- kendini belli eder. Fakat yalnız bu
ve paranoya, sözkonusu parçalanmışlığın doğal bir cümleyle değil. Örneğin, “Freeside, bir genelev,
yan etkisi olur. Karşısındakinin gözlerini görmeye bankacılık şebekesi, zevk kubbesi, serbest liman,
çalışan insana kendi görüntüsünü geri yansıtan sınır şehri ve kaplıcadır. Freeside, Las Vegas’tır,
aynagözlükler, bu evrendeki belirsizlik duygusunu Babil’in cennet bahçesidir, yörüngesel bir Cenevre,
arttıran aksesuarlardan biridir. Matrix orada dünyaya, uzun yıllardır süregelen bir ailenin, titizlikle arıtılmış
aynagözlüklerin yaptığına benzer bir oyun endüstiriyel bir klan olan Tessier-Ashpool’un evidir.”
oynamakta, ona kendi iç dünyasını yansıtmaktadır. “Peki ya skor ne?” Böyle sorar Case romanın
Bu evrende doğa, tümden yeniden düzenlenmiş veya sonunda, macerasını tamamlamak üzere olmanın
imha edilmiştir. Mesela Chiba şehrinde gökyüzü mavi rahatlığıyla. Biz de şöyle soralım şimdi, ya Gibson’ın
değildir. Çünkü artık, bugüne dek sayılamayacak skoru ne? Bu konuda öncelikle şu ifade edilebilir:
kadar çok alıntılanmış olan, kitabın o ilk cümlesindeki Yazar zorunlu bir reçete önermiyor. Öğretici olmayan
bu tavrı, en açık şekilde teknolojiyi sunma biçiminde
-8-
gözlenebiliyor. Öyle ki, teknolojiyi insan onda tıpkı oksijen gazı gibi soluyor. Yeteri kadarı yaşamsal, biraz
fazlası sarhoş edici, aşırıysa öldürücü oluyor. Gerçekliği bütüncül bir yapı olarak gören Gibson’ın, bilincin
tüm katlarını, yani altını üstünü tek bir havuzda birleştirmekteki ustalığını da onun genel skoruna ekleyebiliriz.
Bunun yanında, metne “yazınsal büyük patlama” yakıştırması yapıldığı da hatırlatılabilir. Ancak, böylesinin
gerçekten büyük bir patlama olduğu düşünülecek olursa, benzetmeyi bir çöp patlamasına indirgeyerek bu
iddiayı biraz küçültmek mümkün. Evet, bir çöp patlaması. Çünkü bu metin, kültürel atıkların klişe
çöplüğünden, patlamaya yol açacak kadar çok popüler motifi bünyesine katıyor ve yeni bir yazınsal tat böyle
bir patlamanın alevinde kavruluyor. Hepsinden önemlisi, bir “büyük patlama” değilse de, kuşku götürmez bir
yazınsal patlamanın sahibi olan bu siberpunk tanrısı, tıpkı Neuromancer’ın siberuzayında birleştirdiği yapay
zekalar gibi, şu kaotik evrenimizde, bir roman aracılığıyla, bütünlük taşıyan ve gerçekten yeni olan bazı
düşünce yapıları oluşturabiliyor. Hem sonuçta, “yazmak realitede bir mantık bulma uğraşı değildir de nedir?
Kaosta düzeni aramak. Kendi realiteni kurmak. Kendi realitenle karşılaşmak.”* Gibson, asıl bunu başarıyor
işte. Belki bir insanın ulaşabileceği en büyük skor... Anlam yaratıyor.

*David Cronenberg
SİBER
Murat Göç
Oğuzhan’a

Tam şu an demişti prophet (yani gelecekten haber veren)


aslında siber alemdeyiz, telefonda konuşurken
ve hatta internette tanır, savaşır ve sevişirken bile
hiç görmediğimiz hayali prens ve prenseslerle
yani bir anlamda makineleşmek istiyordu ya hikmet
dum trak trum tak tiki tak
al iste olduk makine her tarafımız kablo, pil
bıçak sırtında yaşarken her gün ama
Leon uyandırıyor bizi fısıldayarak kulağımıza
“wake up, time to die”

PUNK
Duchamp nasıl bezediyse gelinini makine ve pompalarla
Uyarırken bizi hiçbir şeyin kutsal olmadığına, mutluluğun da
sex pistols da yırtarak kıçını haykırdı
kutsalın ve geleceğin ancak hiçlik olduğunu
ancak bir yandan da göz kırparak şöhrete ve paraya
bir nevi spice girls yani ama ağzında mutluluğu demir leydiyle
dalaşmanın uzaktan uzağa

SİBERPUNK
siberpunk bir sonuç değil bir durum
ama şu ki söylediği bize
gelecek yok
geleceğin inkarı en büyük hayal
ancak gerçekten kaçarak bulursun gerçeği
kazırsan altındaki yaldızları kazanamazsın
ancak acıtır
çünkü gerçek şu an aslında ve hiçbir yere gitmiyor
sen hangi sensin
that is the question.

-9-
Bilimkurgu ve Dedektiflik (1)
Mustafa SUYOLCU
Özünde, gerçeği arama, sorgulama, ortaya çözüme kavuşturmaktadır. Kitap, polisiye olmaktan
koyma olan BK, bu öz nedeniyle dedektiflik ve çok, geleceğin giderek daha çok teknoloji hatta robot
polisiye yaklaşımlarında birçok örneğe sahiptir. ağırlıklı olarak gelişmesi olası toplumlara olumlu bir
Dahası, kriminal araştırma tekniklerinin günümüzde mesaj niteliği taşıyan, çoklukla akıl yürütme, olaylara
birçok kişiye bilimkurgusal gibi gelen bir yanı da değişik açılardan bakarak değerlendirme ağırlıklı
vardır hep. Onlarca yıl önce işlenen bir suçun modern araştırmacı dedektiflik örnekleri içerir.
tekniklerle yeniden arştırılıp sonuca bağlanması
gerçekten de insana kolayca bilimkurgusal bir izlenim Ünlü Robot üçlemesi ise robotları tamamen
verir. TV. lerin belgesel kanallarında konuya ilişkin kabul etmiş (dış dünyalar) ve robotları reddeden
örneklere rastlamamış izleyici kaldığını hiç (dünya) ancak her iki halde de robotlarla birlikte
sanmıyorum. Doğal ki günümüzde, kullanılan bu yaşayan iki uç noktadaki toplumun güçlülükleri,
teknikleri artık bilimkurgusal olarak tanımlamıyoruz. zayıflıkları ele alınarak işlenen dedktiflik
Tüm şaşırtıcı sonuçları bilimsel verilerle desteklenen romanlarıdırlar.
bu yöntemlere şaşmakla birlikte, yaşamımızın bir
uzantısı olarak algılayıp kabul ediyoruz.. Her üç romanın baş kahramanları insan
dedektif Elijah (Lije) Baley (dünyalı) ile ona
Konu dedektiflik / polisiye olunca, dediğimiz araştırmalarında yardımcı olmak üzere
gibi BK bir hazinedir. Çeşitli örneklerinde polisiye programlanmış dış uzaylı robot Daneel Olivaw dır.
olayların gündelik yaşam içinde karşılaşabileceğimiz Her kitap farklı bir dünyada geçer. İnsanlar ve
türlerinden uzak geleceğe ait olayların çözülmesinde robotların oluşturduğu suçları inceleyerek çözüme
ve bunlarda kullanılan tekniklere ilişkin öngörülere kavuşturan iki dedektifin araştırdığı olaylar en az root
rastlamak olası. Türk okuru tarafından da oldukça iyi kullanan yer olan dünya, en çok kullanan Solaria ve
bilinen bir isim olan Isaac Asimov (1920-1992) bu dış dünyaların lideri durumunda olan Aurora’ da
konuda en çok yapıt bırakan yazarlardan biridir. geçer.
Yüzlerce eseri arasında çok sayıda polisiye nitelikli
roman, öykü bulunan yazarın bu eserlerinin Her üç örnekte de sonuca sosyoloji, insan
tümünden bahsetmek olası değil. Ancak, aralarından psikolojisi, robot davranış ve programlanması
bazılarını söz konusu etmeden geçmekte olası değil. bilgilerinin dedektiflik yaklaşımlarla ile ulaşılır.

BK okurları tarafından en çok bilinenlerden Günümüz teknolojisinin Robot üretmekle ilgili


biriyle başlamak istiyorum “Ben Robot” (I, Robot). oldukça sıkı bir politikası olduğu ve önümüzdeki
Kitabın hemen başında ünlü üç robot kuralının günlerde ilk örneği olarak kabul edilen ve Asimov’a
aktarılmasıyla başlayan bir öykü demeti. Öykülerin atıfla “Asimo” olarak adlandırılan, insansı robotları
herbiri ilk bakışta bu üç robotik kuralın dışına giderek yayılacağı düşünülürse, bu öyküler ve onu
taşıyormuş gibi görülen olay veya olayların takip eden romanlar, eskiye oranla daha ilginç ve
çözümlenmesin anlatıyor. Öykülerde, bildiğimiz, çekici bir özellik kazanıyorlar. BK okurlarının
kabul edilen anlamıyla bir suç unsuru olmamakla yakından tanıdığı bu öyküleri tüm polisiye
birlikte, tutku suçları, gelir elde etmek amacıyla tutkunlarınada gönül rahatlığıyla okumalarını
işlenen suçlar ya da güç elde etmek için işlenen önerebilirim. Bu arada geçtiğimiz günlerde vizyona
suçlar gibi, çözümlerin tam bir dedektiflik çalışması giren “Ben Robot” adlı filmin öyküsünün aynı adla
olduğu kuşku götürmez. Çok sıkı bir koşullar yayınlanan öyküler kitapçığında olmadığını da
kümesiyle oluşturulan yapılarda bile ortaya hatırlatalım.
çıkabilecek sorunlar ve bunların çözümüne ilişkin
öneriler gerçekten kayda değer bir ustalıkla Meraklıları için yazalım. Filmin senaryosu
sergilenmiş ve çözülmüş. Asimov, daha sonra “Ben Robot” kitapçığındaki “Kaçak” adlı öykü ile Altın
yazdığı Robot Üçlemesini de Üç Robot Kuralına bağlı Kitaplar Yayınevi’nden çıkan “Güneşin Tanrıları” adlı
kalarak kaleme almış ve “Zeroth” yasası olarak romandaki cinayet öyküsüne yine Asimova ait ve
adlandırdığı bir dördüncü kuralı da ekleyerek daha onun hümanist anlayışını sergileyen yapay zeka
kapsayıcı bir küme oluşturmuştur. (robotlar) ile doğal zekannın (insanlar) bir arada
uyum içinde var olabilecekleri inancıyla birleştirilmesi
Robot öykülerinin anlatıldığı tüm öykü ve ile ortaya çıkmış. Ancak izlemesi keyifli polisiye bir
romanlar birer dedektiflik öyküsü sunmaktadırlar. İlk film olarak ortaya çıkan “Ben Robot” un konusunu
kitap kabule dilebilecek “Ben Robot”, robotik aldığı öykü ve kitaplarla karşılaştırılmaması gerek.
kuralların özellikle insanları olumsuz yönde
etkilemesi olası senaryoları ele alıp işlemekte ve
- 10 -
ÇAĞLAYAN - Yeni Dünyalarda Serisi
Mustafa SUYOLCU

Merihten Saldıranlar.
Gizli servis altı ajanının kaybolması ile ilgili bir araştırma başlatır. Bu
araştırma sırasında dünyanın Merihten gelen istilacılar tarafından saldırıya
uğradığı ortaya çıkar. Saldırı silahlarla değil, insanların zihinsel olarak ele
geçirilmesi ile gerçekleşmektedir. Birçok şaşkınılık ve başarısızlıktan
sonra, zayıf tarafları keşfedilen işgalciler yokedilirler.
Seyyareler Çarpışıyor.
Uzak gelecekteki galaksi imparatorunun
oğlunun, günümüzden bir kişiyle, Con
Gordon, zihinlerini değiştirmesiyle
macera başlar. Kahramanımız, yeni
geldiği bu evrende kısa bir süre
kalacaktır, ancak imparatorluğun en
büyük düşmanının ani bir saldırısyla,
dönüş işlemini gerçekleştirecek olan kişi
öldürülür. Gordon istemeden de olsa İmparatorun oğlu görevini üstlenir,
binlerce yıllık geri kalmışlığını çabucak gidererek ortama uyum sağlar. Bu
arada, karşılaştığı güçlükleri, yeni bulduğu sevgilisininde yardımıyla kolayca
çözerek İmparatorluğun kötü insanların eline düşmesine engel olur.
Sonuçta dünyada kalan gerçek prens ile yer değiştirerek eski dünyasına
kavuşur. Ancak aşkını terkettiği için mutsuzdur. Gelecekteki dostlarının onu
fiizksel olarak geleceğe taşıyabilecekleri haberi ile roman sona erer.
Feza Canavarları ile kendini ve bilim dalının önemliliğini
Birbirine küçük köprülerle bağlanmış kanıtlayacaktır. Devasa bir uzay
üç ana öyküden oluşan roman, tek gemisi ve oldukça kalabalık bir
bir kahraman üzerine kurulmuş mürettebatla yola çıkan araştırma
olmasına karşın yardımcı grubunun ilk durağı, üzerinde canlı
karakterlerde hoş bir tad verecek yaşamının neredeyse tamamen yok
kadar renkli. olduğu ve bulunan kalıntılardan bir
Romanımızın kahramanı, değişik zamanlar gelişmiş bir teknolojiye
bilim dallarının birarada çalışması sahip olduğu anlaşılan bir
gibi zorlu bir görev üstlenmiş, gezegendir. Mürettebat gezegende
öngörülü bir bilim adamı. Yeni canlıların “İd” leri ile beslenen zeki
oluşturulmuş bir dal olması ancak kötücül bir yaratıkla karşılaşır.
nedeniyle, diğer bilim adamlarınca iki cins arasında geçen savaşım,
pek hoş görülmemektedir. Ancak kahramanımızın öngörüleri ile
kahramanımız, karşılaşılan olaylar insanlar lehine sonuçlanır. İkinci
ve bunların çözümündeki önderliği öyküye geçiş insan zaaflarının güzel
işlendiği küçük bir köprü ile gerçekleştirilir. Hırslı bir bilim adamı yasal boşlukları kullanarak kahramanımızı
sindirmek amacıyla ona ait olan laboratuvarları işgal etmeye girişir. Kahramanımız bu haksızlığı çözmeğe
çalışırken uzay gemisi mürettebatının hayaller görmeye, hipnotize olmaya ve uykusuzluk sorunları
yaşamasına neden olan bir tür saldırıya uğrar. Çözüm yine kahramanımız tarafından gelir, saldırıya neden
olan halkla iletişim kurmayı başaran kahramanımız soruna yaklaşılan bir gezegendeki telepat canlıların
neden olduğunu ortaya çıkarır. Amaç, saldırı değildir tam tersine dostça bir karşılama çabasıdır, sorun farklı
yapıdaki canlıların birbirini anlamasından kaynaklanan bir yanlış anlaşılmadır ve iletişim kurulduktan sonra
sorun kolayca halledilmiştir. Üçüncü öykü boşlukta yaşayan ve enerjiyi doğrudan kullanabilen bir yaratıkla
başlar. Yaratık çok uzaklardan geçen gemiyi sezer ve yaydığı radyasyonu takip ederek ona ulaşır.
Araştırmacılarımız bu ilginç yaratığı incelemek isterken oluşturduğu tehlikeyi farkederler, ancak yaratık da
karşısındakileri biraz öğrenmiştir. Evreni ele geçirme planları için onlardan yararlanabilecektir. Hedefi bir
miktar insanın içine yumurtalarını bırakıp, gemiyi kullanarak en yakın gezegene inmek ve çoğalarak evreni
ele geçirmektir.

- 11 -
Kainat Fatihi
Yeni gelişen galaksi imparatorluğu henüz tüm galaksiye yayılabilmiş
değildir, birçok gezegen veya gezegenler birliği, bağımsızlıklarını
sürdürmelerine karşın gelişen imparatorluğa karşı temkinli
davranmaktadırlar. Bu bağımsız gruplardan birinin elinde tüm galaksiye
dağıtlan “Kört” adlı bir bitki üretilmektedir ve bu bitki başka hiçbir yerde
yetiştirilememektedir. Tüm galaksiye Kört sağlayan bu gezegen çok sıkı ve
adil olmayan yöntemlerle yönetilmekte, gezegenin halkı cahil bırakılarak
köle gibi kullanılmaktadır. Günün birinde bir uzay analizcisi (romanın
kahramanı Rik), yaptığı analizler sonucunda gezegenin yok olacağına
ilişkin bilgiler elde eder. Bunu haber vermek için gezegene gider ancak
yönetimdeki boşluklardan yararlanarak mesajı eline geçirip bu bilgiden
yararlanmak isteyen bir kişinin eline düşer. Roman bundan sonra bir
kaçma, kovalamaca, araştırma düzleminde zeki yaklaşımlar ortaya
koyarak sürer. Sonuçta gezegen kurtarılamaz ama insanları ve Kört
üretimine ait sır ortaya çıkar ve mutlu sona ulaşılır.

İntikam Roketi
Olağanüstü şartlar, olağanüstü buluşlar ve çok büyük bir güce karşı tek
kişinin zaferi olarak özetlenebilecek bir roman. Askeri bir pilot olan
kahramanımız, çok hızlı uçabilen ve manyetik tutunma özelliğine sahip bir
uçakla dünyayı incelemekte olan bir uçan daireye girerek yabancı bir
dünayaya esir olarak gider. Yeni geldiği bu dünyada aynı gece hükümdarın
güzel eşiyle birlikte olan kahramanımız kendisini bir komplonun içinde
bulur.Göz açıp kapayıncaya kadar kendine dostlar ve düşmanlar edinir.
Dostları tarafından kurtarılan ve gezegenlerine götürülen kahrramanımız
burda hayatının aşkı ile karşılaşır. Derhal nişanlanırlar ancak kötü taraf
kahramanımızın nişanlısını kaçırır. Hemen arkasından kahramanımız
nişanlısını kurtarma harekatına girişir ve başarır da. Daha sonra iyi güçler
birleşerek kötü güçleri yok edip mutlu sona ulaşlır.

Boşluk Korsanları gemiyi ele geçirerek kurtarır.


Maceramız, bilmemeleri gerek Yocuları en yakın gezegene
birşeyleri öğrendikleri için hedef indirerek, baba ve genç kızı da
haline gelen bir baba ve kızının yanına alarak, merkeze dönerek
öldürülmeleri için, yıldızlararası sefer rapor verir. Baba ile kızın
yapan bir geminin sabotajı ile başlar. öğrendikleri, gezegenleri, halklarını
ancak gemide yıldızlararası emniyet yok ederek soyan korsanların
teşkilatının genç, yakışıklı, güçlü bir olabileceği bir bağımsız gezegendir.
elemanı da bulunmaktadır kahramanımız ve sevgilisi bu
(kahramanımız). Gemideki anormal gezegene gidip ipucu bulmak üzere
olayların farkına varan genç görevlendirilirler. Birbiri ardına çok
kahramanımız olaya el koyarak kötü hızlı gelişen olaylar sırasında hem
güçlerin yolcuları ve özellikle dost hem de düşman kazanan
bilmemeleri gereken şeyleri gençler, dostlarının yardımıyla,
öğrenmiş baba ve genç kızı (ki gezegenleri soyan korsan gezegen
kahramanımızın sevgilisi olacaktır) ve müttefiklerini saptarlar. Bunun
sonrasında iyi ve kötü güçler arasında müthiş bir savaş meydana gelir ve sonucunda iyi güçler, kahraman
gençlerin de yardımıyla başarıya ulaşırlar. kötü güçler yok edilir ve iyilik bir kez daha kazanır.
Oldukça sıradan bir öykü barındıran bu romanda belkide en ilginç şey, korsanların bir gezegenden başka bir
gezegene, günümüzün ünlü Stargate (Yıldız kapısı) adlı TV dizisindekine benzer bir aygıtın yardımıyla
geçtiklerinin anlatıldığı bölümler. Sekiz yıldır süren Stargate adlı TV dizisi tamamen bu kavram üzerine
kurulmuş ve izleyiciler tarafından çok beğenilmektedir. bu nedenle olsa gerek Aynı dizinin devamı niteliğinde
yeni bir TV dizisi de geçtiğimiz yıl yayına başlamıştır Stargate Atlantis. Meraklılarına duyurulur.
- 12 -
Mavi Ölüm
Kıyamet sonrası senaryosunun anlatıldığı roman yanlış tarafta kısılıp
kalmış bir askerin gözünden anlatılmaktadır. Eğlenmek için gittiği kasabada
kaldığı bir gecenin sonunda Gari, bambaşka bir dünyaya gözlerini açar.
Dünya kimliği bilinmeyen güçlerce atom bombaları ve virüs bombalarıyla
saldırıya uğramıştır. Amerika da bu saldırıdan nasibini almıştır.
Kahramanımız hayatta kalmış ancak bulunduğu bölge hastalıkla dolu
olduğu için temiz kısma geçememektedir. Çeşitli başarısız denemelerden
sonra karşıya geçmekten ümidini kesince, karantinaya alınan bölgeyi
dolaşmaya karar verir. Yazar bu dolaşmalar sırasında, sıkışıp kalmış
insanların, giderek vahşileşen hayat kavgalarını Gari araclığı ile bize
aktarır. Romanın sonlarına doğru bulunduğu bölgede yaşayan herkesin
temiz tarafta kalanlarca birer düşman ajanı olduğu propagandasıyla
karşılaşınca ne yapıp edip karşı tarafa geçer. Ancak o bir hastalık
taşıyıcısıdır ve gittiği heryere ölüm taşımaktadır. Özlediği yaşamı bulması
olanak dışıdır. Temiz bölgede geçirdiği kısa sürede bunu kavrayan Gari,
yaşamının geri kalanını geçirmek üzere bulaşık bölgeye geri döner.
Mazisiz Adam
Bir iş için doğduğu kasabaya giden Nil Banning kendisini hayal bile
edemediği bir durum karşısında bulur. Hatırladığı hiçbir şey gerçek değildir
ve hiç kimse onu ya da ailesini tanımamaktadır hatta kayıtları bile yoktur.
Bu anlaşılmaz durumu çözmeye çalışırken hapse düşer ve burdan
kendisine imparator muamelesi yapan garip biri tarafından kurtarılır. Ve
aslında bir dünyalı değil büyük bir galaksi imparatorluğunun varisi
olduğunu öğrenir. Belleği silinmiş ve sürgüne gönderilmiştir. Kahramanımız
kendine sadık güçlerin başına geçerek efsanevi bir silahı arayıp bulur. Bu
silah ve arkadaşlarının yardımıyla düşmanlarını alt ederek imparatorluğunu
tekrar ele geçirir ve roman mutlu sonla biter.
Çildıran Dünya
Bir kaza sonucu, iki yıl kalmak zorunda
kaldığı gezegenden dünyaya dönen Pol
Şanon. Dünyanın uzaydan gelen ve ne
oldukları tam olarak anlaşılmayan “Küp”
adı verilmiş nesnlerle işgal edilmiş bulur. Küpler kendilerine yaklaşan
insanları sakin yaradışlı her deneni yapmaya yönelik aşırı pasif insanlar
haline sokmaktadır. Dünya, bu değişikliklerden memnun olan ve olmayan,
başlıca iki büyük grubun iktidar savaşına sahne olmaktadır.Bu büyük
gruplara dahil olmayan ve dünyadaki uygarlğın sonuna gelmiş olduğuna
inanan seçkin bir grup ise daha sağlıklı bir yaşam kurmak üzere dünyadan
kaçma hazırlıkları yapmaktadır. Kahramanımız hem kendini korumak hem
küpler hakkında bilgi toplamaya
çalışırken, gelişen olaylar onu küçük
grupla birlikte kaçmaya yönlerdirir. Dünya
artık mahvolmuştur, küçük grup
insanlığın geri kalanıdır ve yeni bir gelecek oluşturmak için farklı bir yere
gitmektedir.
Hücum
Olağanüstü bir rastlantı sonucu kendini paralel evrende bulan Tom Karper,
tüm gücüyle buradan kurtlup kendi evrenine dönmeye çalışmaktadır.
Bulunduğu paralel evrende dünya ile Arktrurus arasında bir uzay savaş
sürmektedir, dünya adına bu savaşı yürüten Mekki olarak bilinen bir yapay
zekadır. Birçok inanılmaz macera yaşayan kahramanımız Mekki’nin de
yardımıyla hem dünyaya bu savaşında yardımcı olmak hem de kendi
evrenine dönmek olanağı bulur. Ancak, Tom Karper ayrıldığı evren yerine,
kendisi için çok daha uygun olan bir evrene geçiş yapar ve roman mutlu
sonla biter.
- 13 -
Son Kolleksiyoncu
Rafet ARSLAN
Gördüklerim Andy Warhol'un gün ışığına attığımızda gördüklerimden beynime ard arda iletilen
çıkmamış eserleri üzerine bir çeşitleme uyarılar kafamın içinde dondu kaldı. Evet, evet,bu o
olmalıydı.Bunların hepsi birbirlerini hiç tanımayan, hatta evlerden biri olmalıydı.25 yıl öncenin bendeki bellek
görmüşlüğü bile olmayan insanların apartmanımızdaki kayıtları canlandı. O zamanlar hayatımız fiber-optik
tuhaf gününden bir anıydı bende. ağlarla çevrilmemiş, silikonla kaplanmamıştı.Hafızamda
canlanan, o eski çocukluğun saflığını taşıdığını
Zaten o gün benim için ters başlamıştı.Gece saat düşündüğüm eşyalardı.
4'lere kadar bilgisayarın başından kalkmamış,ardından
öğleye kadar derin bir uyku tasarlamıştım. Huzurlu bir Seyrettiğim büyük salonun her tarafı gazeteler,
hafta sonu belki de tek dileğimdi. Sürekli çalan zilin cam, bez parçaları, kasetler, kalemler, kablolar, kitaplar,
sesiyle panikle yataktan fırlayınca tüm tasarılarım öfkeyle eski püskü kıyafetler...Ve akla gelebilecek ne kadar çer-
tuz buz olmuştu. Pijamalarımla kapıya koşup karşımda çöp varsa doldurulmuştu. Sanki gizemli bir elin özenle
androit kapıcı XT2'yi görünce birden bütün sinirlerim yanyana getirdiği, bir çeşit sanat eserine benziyordu.
boşaldı. Androit donuk yüzüne sevimli bir ifade vermeye Özellikle yayıntı kalabalığının ortasındaki büyük ekranlı
çalışarak; televizyon tüpü manzaranın odak noktasını
-Çöplerinizi almaya geldim efendim, dedi. oluşturuyordu. Sürreal bir kafadan çıkmış, karmaşık pop-
Sinirli hareketlerle dezenfekte paketlerdeki art kompozisyonu olmalıydı. Tam bu sırada üzerime
atıkları, hızla XT2'ye verirken "iyi günler efendim" doğru gelen haşin bakışlı bir kaç görevli tarafından, yaka
sözlerine cevap bile vermedim. İyi bir gün mü bırakmıştı paça kapı dışına atıldım. Ardından kapı kapatılıp,
kafasız makine. Bir süre daha bu gerilimi yaşadıktan kalabalığın dağılması buyruldu.
sonra, bu aptal makinenin pazar keyfini nereden
bilebileceğini düşünüp sakinleştim. Yinede doğal Evet yine başladı, dedim. Kendi kendime. Yine
olmayan inceliklerinden nefret ediyordum. Tam herşey başladı. Acaba gördüğüm bir çeşit kütüphane mi, yoksa
normale dönüyor diye düşünmeye başladığım sırada bir sanat sergisimiydi? Herşey gibi onlarda unutulup
başlayan anlaşılmaz gürültülerle kendimi yeniden gitmişti. Bu toplumun toplu amnezi nöbetlerinin kurbanı
kapının önünde buldum. Nereden çıktığı belli olmayan bir olmuşlardı. Tüm bu çer-çöp, pislik; aslında gösteriş,
kalabalığın yan yana gelmesiyle, müthiş bir telaş, panik imaj, rüküş ,parıltı, pudra ve moda simülasyonu altında
havası esiyordu; 37 katlı binanın uzun koridor ve gizlenen makinenin işleyişinin yansısıydı. İlk ortaya
merdivenlerinde. İlk defa toplu olarak tüm bina çıktıklarında yeni bir yüzyıla evrilen gezegene, kendi
sakinlerinlerini aynı heyacanla, ortak şeyleri yapar ülkemizden kopup gelmiş bir binyıl sonu çığlıydılar, oysa.
görünce bir çeşit şatafatlı toplu tanışma partisi Tüm ülke, yaşanılan hayat, yaşadı görülen toplum;
düzenlendiğini düşündüm. aslında o yıkıntı arkeolojisinin içindeydi. Gazete dergi
yığınlarındaki haber karmaşası tarihin yakalanamamış
Herkes yüzünü iğrenti ile buruşturarak 11. kattan küçük anlarının yanılsamalarını gizliyorlardı.Yıllar
bahsediyor, bir garip koşuşturma sürgit devam ediyordu. boyunca toplumun tercihi olan yada öyle zorlanan
Bir kısım apartman ahalisi olduğunu tahmin ettiğim insan tüketim maddelerinin hepsi, o tuhaf kalabalığın içinde
asansörlere atlarken, bende merdivenleri tırmanan insan birbirine karışmıştı.
yığınına karıştım. Telaşlı bir koşuşturmacayla 11. kata
vardığımızda, etraf medya kameraları ve resmi "Metalar toplu gösterimi, seanslar devamlıdır,
görevlilerden geçilmiyordu. Zaten medyanın her zaman, lütfen görevliye bozuk para veriniz..."
herşeyden önce haberi olur ve ilk önce olay yerine
damlarlardı. Kendi evinizin içinde bile haber değeri Eski püskü kıyafet yığınları moda denen şeyi,
gördükleri bir şey olsa, sizden önce haberleri olur ve yani insanların örtünme, saklanma dürtülerinin istatistik
müdahale ederlerdi. Ve size sadece şaşırıp kalmak dökümünü oluşturuyorlardı. Konserve, ilaç kutuları,
düşerdi. paslanmış gazoz kapakları...Hepsi birden bir çeşit pop-
art sergisini tamamlamaktaydı. Bir toplumun kültür,
Benimde içinde bulunduğum bu meraklı politika, meta, paparazzi, moda artıklarının yan yana
kalabalık vuku bulan olayın, ne olduğunu anlama çabası toplandığı bir çeşit toplumsal tarih müzesiydi.
içindeydi. Çevredeki gürültüden anlayabildiğim kadarıyla
46.daireye yapılan bir ihbardı bu çılgınlığın sebebi.46. Ve o ilk müzenin sergilediği gerçeklikten
dairede kim yada kimler yaşardı, nasıl birileriydi, neler çekinenler, toplumsal bir sarsıntı yaşanmasın diye
yaparlardı; aslında kimsenin haberi yoktu. Sadece karşı duruma el koymuşlardı. Bütün bu pislik kaldırılmalıydı.
dairenin kapısından koku, pislik, düzen , toplu yaşam Yoksa insanrın yaşadıkları bu çürümüşlük toplamının
gibi tam anlıyamadığım ve yanyana koyup farkına varma tehlikeleri vardı. Belediyeler adliye, kolluk
birleştiremediğim sözleri avaz avaz bağıran yaşlı bir güçleri müdahaleyi görev sayıp, hemen temizliğe
kadın vardı.Kalabalığı yararak, telaşla ordan oraya girişmişlerdi. Tüm bu yığıntı ortadan kaldırıldı, çöp
koşuşturan görevlileri atlatıp, içeriye daldığımda fabrikalarında yakıldı; işe yarıyanlar hizmete geri
şaşkınlık, merak ve heyecan içimi sarıyordu.İçeriye adım döndürüldü. İlk tespit edilen evdeki yaşlı kadın düşkünler

- 14 -
yurduna kaldırılmıştı. Ardından o daireyi on yıl boyunca burnu ve yaşının verdiği sert hatların izleri yüzünden ilk
tutacak bir kiracının çıkmadığını anımsayabiliyorum. seçilenlerdi. Ardından akli dengesinin bozulmuş
Medya her zamanki gibi işe el atmış, kadıncağızın olduğundan, yalnızlık çektiğinden bahsedilirken, az önce
gelmişi, geçmişi toplu teşhire çıkarılmıştı. İyi bir eğitim gördüğüm fotoğraftaki yüzde delilik izleri aradım ve
almış, maddi durumu kötü değilmiş vs...Nasıl böyle akıl bulamadım. İmgelemimde saklı kalan kendi halinde
almaz pisliklere el atmıştı, neden evini temizleyenlere babacan bir adamdı. Kendi iyiliği için hastahaneye sevk
karşı çıkıp görevlilere direnmişti? Psikologlar göreve edildiğini dinlerken sinirlerime hakim olamayıp, küfrü
çağrıldı. Kadın önce nevrotik, ardından paranoit-şizofren bastım. Kontrol ve bakım işini belediye hastahanesi
ilan edilmiş ve olay kapatılmıştı. üstüne almıştı. Nedendir bilmem ama bu ihtiyarı kendime
yakın hissederek onun için kaygılandım. Gizemli bir olay
Fakat otoriteler bu işin peşini uzun bir süre yıllar sonra tekrarlanıyordu ve içimde büyük bir heyecan
bırakmadılar. Aylar boyunca ard arda yeni yıkıntı ve merak vardı.
arkeolojileri ortaya çıkarılmıştı. Medya bu tuhaf daire ya
da evlere "çöp ev" ismini taktı ve sağlığımız için bu Çöp ev operasyonunun üstünden beş gün
konuda vatandaşları göreve çağırdı. O dönem medya geçmişti. Bu konudaki haberler medyada azalarakta olsa
eşliğinde en az on ev ortaya çıkartılıp temizlendi. Bir devam etti. Gizemli komşumun evi boşaltılıp
okadarınında işi sessiz sedasız halledildi. Pislik ortadan temizlenmiş, toplanan çer-çöp fabrikalarda imhaya
kalkmış, topluma ruhsal ve bedensel tehlıke yaratan götürülmüştü. Haberler temizlik işini ücretsiz üstlenen,
duruma son verilmişti. Ve kimseler düşünmemişti, yaşları Alman firmasından övgüyle söz etti. Ekranlarda gözüken
birbirine yakın insanların, birbirine benzer dairelerinde daire sahibi bundan sonra herkesin kiracı seçerken daha
çer-çöp biriktirme niyetlerini. Nasıl eş zaman dilimlerinde dikkatli olmasını öğütledi. Bültenin sonunda da emekli
birbirlerinden habersiz insanlar, aynı garip alışkanlığa öğretmen Mehmet Tekin'in yatırıldığı hastahanede kalp
kapılabilir ve toplumca iğrenç bulunan bir uğraşa krizinden öldüğünden bahsedildi. Zaten yaşlı ve hasta bir
girebilirlerdi? Yoksa aralarında bir bağlantımı vardı? adamdı... psikolojisi de git gide bozulmuş ve tüm
Varsa nasıl kurulmuştu? Birbirinden ayrıltılmış, atomize çabalara rağmen kurtarılamamıştı. Birden anlaşılmaz bir
bir toplumda herkesten habersiz ortak bir çabaya nasıl üzüntü bulutu üstüme çöktü. O da ölmüştü en sonunda.
girişmişlerdi? Tanımasamda gizemli koleksiyoncunun yitişi bunaltmıştı
beni. Ve onun amacını, çabasını hiç bir zaman
Neden herkes çöp olarak gördüklerini atıp, öğrenemeyecektim. Yıllardır ne buluyorsa topluyor ve
görevlilerde onları imha ederken; o insanlar toplama ve kimsenin haberi olmasın diye taktırdığı havalandırma
saklama yolunu seçmişlerdi? Bu yüzden hiç birinde sistemi sayesinde şüphe çekmiyordu. Artık
büyük bir sağlık sorunu çıkmamıştı. Duyu ötesi algı önemsenmesede gizil kalan anlamlar, amaçlar benim
güçleriylemi haberleşiyorlardı? Ya da aynı anda farklı için değerliydi. Başkalarının yüzündeki iğrenti bende
yerlerde, aynı şeyleri bilmeden mi yapıyorlardı? Bu melankolik bir hüzne dönüşüyordu. Tüm bu garip
soruların hiç biri üzerinde düşünülmeden, çoktan estetiğin, bu insansal zaman tortusu koleksiyonlarının bir
unutulup gitmişti. Sanırım üzerinden geçen 25 yıla amacı olduğuna inanıyordum. Bu seferde aynı
rağmen çocuk merakı cezbedilen benim dısımda, o geçmiştekiler gibi anlaşılamadı ve düğüm çözülemedi.
olayları hatırlayan pek kimse kalmamıştı. Zaten daha o Ama bir gün mutlaka çözülecek ya da çözülmesi
yıllarda bu evlerden ürküntü ve iğrenti ile bahseden gerekiyor. Şimdi son koleksiyoncu ile aynı binada
büyüklerimi anlayamamıştım. Ama insanlar hafıza yaşayıp, aynı havayı soluyup yabancı kalmanın hüznü
kaybına, adına ahlak adı verilen ve normaliteyi sarıyor tüm benliğimi. Belki tanışma imkanım olsaydı,
belirleyen kurallara uymayan her şeyi ortadan kaldırırlar tüm bu bilmeceyi çözebilecek kodları bulma şansımın
ve unuttururlardı. Üzerine yüklenen programların dışına yitimine üzülüyorum.
çıkamayan düzeneklere git gide daha fazla
benzemekteydik. Kozmos'un boşluğundan zamanın ve insan yaşantısının
çetelesini tutmaya gönderilmiş bir maddi zaman
Bütün günü bu karmaşık anımsama ve düşünce ansiklopedicisi olabilirdi. İnsan yaşayışının, tüm
yumağıyla boğuşarak dairemde geçirdim. Bir kaç bira alışkanlık ve zevklerinin zamansal bilançosunu çıkaran
yuvarlayıp kafamı açmaya çalıştım. Olayın TV'lerde nasıl bir zaman koleksiyoncusu. Belkide, biz insanoğullarının
yansıyacağını düşünerek beklemeye başladım. İki haber evrendeki son koleksiyoncusu. ELVEDA...!!!
arasında sanat ansiklopedisi disketlerindeki pop-art ve
diğer anti-sanat yapıtlarıyla, sabahki görüntüden
imgelemim de kalanlarla karşılaştırdım. Bilmediğimiz bir
çeşit tuhaf estetiksel bütünle karşı karşıya olduğumu
düşündüm. 17:00 haberlerinde ev sahibinin Mehmet
Tekin adlı emekli bir psikoloji öğretmeni olduğunu
öğrendim. Bülten ayrıca şehir dışında yaşayan üç
çocuğu olduğunu, emekli maaşına ve bankada mütevazi
bir hesaba sahip olduğunu aktardı. Ekrana yansıyan
yakın tarihli resmine baktım.55-60 yaşlarında düzgün
traşlı, ince çerçeveli gözlüğü olan bir adamdı. Kemerli
- 15 -
Sayfa 1 KAPAK

Sayfa 2 - 3 - 4 Ağır yazımız :) Rafet Arslan yazdı ilaveten bir şiir ve kısa çeviri öykü

HABER: Bu kitabın çizgi filmi yapımda, eli kulağında bitmek


üzere. SAKIN KAÇIRMAYIN

Sayfa 5 BK’da kahramanlar serisinin birincisi

Sayfa 6-7 Öykü: Kırçıl Fare

Sayfa 8 - 9 Siberpunk’ cılar için güzel bir yazı ve şiir

Sayfa 10 BK ve Dedektilik Sayfa 11-12-13 On kitabın tanıtımı

Sayfa 14 -15 Son Kolleksiyoncu (Öykü)

Sayfa 16 ve işte burdasınız

e-posta : bkzine@hotmail.com ederi: 1.50 YTL


ALBEMUTH Özgür
Basın

BİLİMKURGU - EKİM / 2005


USULCA SANDIĞA KALDIRILAN DEVRİM Rafet ARSLAN

‘yaşamın bir bedeni vardı umut geriyordu yelkenini


ışıl ışıldı uyku düşlerle ve gece
güvenli bakışlardan bir şafak vaadediyordu’
Le Phenix - Paul Eluard
Çok değil, 10-15 sene önce ‘tarihin’, ‘ideolojilerin’, ‘yoksulluğun’ sonu ve yeni küresel bilgi çağının
başlangıcı ilan ediliyordu. Tek yapmamız gereken küresel imparatorluğun önümüzde açtığı yeni geleceğe
hazırlanmaktı
Dediklerini yaptık.. yıl 2005… gezegen dünya… yeni liberalizmin teknolojik devrimi ve küresel pazar
planları gerçekleşti ve hala gerçekleşiyor. Fakat karşılaştığımız, bugüne sızan gelecek profili ise
kapkaranlık.
Bizden ‘devrim’ fikrini usulca evlerimizin en gizli sandıklarına kaldırmamızı ve üstünü iyice
kilitlememizi istemişlerdi, yaptık.. yeni bin yılla her çok daha iyi olacaktı
Bu değişim döneminde sadece ekonomik küreselleşme sağlanmadı. Cyberpunk kurgularda
karşılaştığımız küresel mafya ve diğer suç organizasyonlarıyla tanıştık. Yeniden popülerleşen kölelik ve
insan kaçakçılığı faaliyetlerini gördük. Uzak okyanus sularında yeniden dirilen korsanlık eylemlerine biraz
şaşırdık. Bağdat şehrinin 4-5 yıl arayla havai fişek gösterisi haline çevrilen bombalanışını evlerimizden
izledik.
“1984”, “Cesur Yeni dünya”, “Fahreinheit 451”, “Biz”, “Damızlık Kızın öyküsü”…. Yüzlerce bilimkurgu
eseri anlatmıştı, gelecekte insan türünü bekleyen, kendi kendini kapatacakları hapishaneleri. Foucault’un
hapishanelerin fabrikalara, okullara, kışlalara, hastahanelere ve bütün bunların da hapishanelere artık
benzediği uyarısı da unutuldu. Ama “Panoptikon”’dan korkunç “Gunatanamo” ve “Ebu Garip”’lerle tanıştık.
Gizli toplama kampları ve hayalet esirler artık sadece P.K. Dick gibi adı deliye çıkmış bilimkurgu yazarının
karanlık kabusları değildi.
J.G. Ballard’ın suç üçlemesinin ilk ikisini oluşturan “Kokain Geceleri” ve “Süper-Cannes”
romanlarında sık sık karşımıza çıkan güçlünün, elitin şiddeti uygulaması ve bunu filme çekerek uzun vadeli
bir tüketim ayini haline getirilmesi, Irak yada Afganistan’daki öldürdükleri insanların görüntülerini porno siteye
üye olmak için takas eden ABD askerlerince kısa sürede gerçeğe dönüştürüldü. Tıpkı “Süper-Cannes”
romanın psikopat doktoru Winder Penrose’un ‘bu yeni türde bir pornografidir ve aslında kendileri de zavallı
bir kurban olan suçlular için ‘delilik bir tedavidir’ tespitini doğrularcasına. Bu tedavinin sonuçlarını kameralı
telefonlarla çekilip küresel tüketime sunulan Irak’taki manzaralardan görülebilir. Tüm dünya cinnet nöbetine
girmişken peki devrim nerede? “Hiçbir Yerden Haberle”r, “Demir Ökçe”, “Hukuk Gladyatörü”, “Ekotopya”…
dönüştürülecek geleceğe yönelik Ütopya nerede?
Evet, yaşanan toplu bir cinnet nöbetidir ve suçlu da sadece ulu orta önümüze dikilen bildik failler
değil, tüm insanlıktır. ‘bu böyle giderse varılacak karanlık yer’ bu gün bulunduğumuz yerdir. Ama yeni
milenyumun insanları daha fazla haz, daha fazla tüketim, daha fazla şöhret, daha fazla zenginlik, daha fazla
gençlik peşindeler ve bizlerin bu tip mecralardan yazdığımız metinlerle ya da anlatmaya çabaladığımız
gerçeklerle ilgilenmemektedir.
İşte bu yüzden J.G. Ballard’ın kriminal üçlemesinin son kitabı Milenyum İnsanları’nı yenik doğmaya
mahkum bir devrim öyküsü olarak kurgular. Tıpkı 19.yüzyılın Paris komünü gibi. Ama roller değişmiş
devrimin öncülüğünü yeni proleterya yani orta sınıf almıştır….’yeni bir devrim gerçekleşiyordu; öyle
alçakgönüllü ve iyi huylu bir şeydi ki hemen hemen kimse farkına varmamıştı’ sözleriyle açılan kitap
umursamaz, robotlaşmış kamusal alan karşısında var edilmeye çalışılan yeni bir ütopik çabayı konu alır. Bir
taraftan toplumsal değişim talebinin ayartıcılığı, sistemin her zamanki bastırma tedbirleri ve diğer taraftan
günümüz dünyasında El Kaide tipi grupların sergilediği amaçsız şiddetinin sorgulanması. Ballard son 30
yılda yinelediği gibi soluğunu ensemizde hissettiğimiz bir çok yakın gelecek tablosu oluşturur. Baskıcı
olmayan her ütopya gibi ikircikli ve insan denilen tuhaf şey’in derin iç uzayını kaplayan tüm aydınlık ve
karanlık yönlerini yansıtarak. Roman ‘ama aslında başka bir zamanı düşünüyorum o anda, Chelsea
Marina’nın gerçekten bir vaatler ülkesi olduğu kısacık dönemi; genç bir çocuk doktorunun halkını özgür bir
cumhuriyet, sokak işaretleri olmayan bir şehir, cezaları olmayan olaylar ve gölgesi olmayan bir güneş
yaratmaya ikna ettiği o kıssacık zamanı düşünüyorum’ sözleri ve geleceğe yönelik bir dönüşüm çiçeğinin
filizlenen ilk tomurcuklarıyla biter. Ballard’ın romanını da tıpkı Londra metrosunda patlayan terörist bombalar
gibi hepimizin geleceğine yönelik bir uyarı olarak okunmalıdır. Suçun, acının, şiddetin yada sömürünün
bitmesine yönelik niyetler hipnotik bir bekleyişe yenik düştüğü sürece güneş üzerindeki gölge daha da
artacaktır. Belki de herkesin evlerinin en gizli köşesine tıkıştırdığı sandığı açığa çıkartma ve Pandora’nın
kutusu gibi açma vakti, değişimi…
-2-
BİLİMKURGUCU BANA BAK SENİNLE POLEMİĞE GİRMEK İSTİYORUM
Murat GÖÇ
Bu yazının yazılması olabildiğince geciktirildi bölünmüş, her sınıfın kendi kültürü sanatı olmuş, parası
tarafımdan zira bu yazı ile yapmak istemediğim iki şeye olan ana akım sanatı biçimlendirmiş, zenginleştirmiş,
zemin hazırlayabileceğimi düşünüyordum. Birincisi, hiç olmayan ve parası olanların o kadar parası olmamasını
de olmadığım halde bir bilimkurgu, ve hatta Türkiye de isteyenler de kendilerine göre alttan alta bir kültür sanat
bilimkurgu, uzmanı olarak anlaşılıp bunun üzerinden biçimi geliştirmişlerdir. Bilimkurgu işte bu hiç üste çıkıp
eleştirilmek, ikincisi de yazının içeriğindeki bazı da sevinemeyen misyoner pozisyonlarının mutsuz
noktalar sebebi ile bir tür cenaze merasimi muhatabı olmuştur. Bilimkurgu bir yer altı tecrübesidir,
düzenlediğimin düşünülüp “hayır bilimkurgu ölmedi, yerüstünün gönüllü terki durumudur ki bu öyle kolay
ölemez” nidaları ile karşılanmak. Ama hayır kolay hazmedilecek bir olay değildir, en başta üç beş
hasbelkader bu yazı ile buluşan okuyucu; Brütüs ün de kişiden fazlasını kaldırmaz hemen bölünür sonra yine
-bilimkurgu okusaydı- diyeceği gibi ben buraya bölünür ki çok büyüyüp de yer altından taşmasın, yer
bilimkurguyu gömmeye değil övmeye geldim. üstünün rahatına ve konforuna alışmasın. Ama canım
Ama önce böylesi bir abuklamaya niçin ihtiyaç Türkiyem gibi yer altı ile yerüstünün bir birine karıştığı,
duyuldu onu özetle anlatalım. Bu derginin de sıklıkla göz kırpıştığı ve balkon flörtü yaşadığı hiç
doğmasına sebep İzmir kaynaklı bilimkurgu modern olamadan postmodernleşmiş vatan
oluşumunun temelleri bundan birkaç yıl önce birkaç köşelerinde öncelikle belki bir alt kültür nedir, ne
cidden çok iyi adam tarafından atıldı. Her ayın son değildir onu konuşmak halletmek gerekecektir. Alt
pazarı bin bir zahmet ve çile ile insanlar bir araya geldi kültür olayını ana bana zengin kolej çocuklarına
bilimkurgu okudu ve bilimkurgu tartıştı. Toplantıya bir bırakırsanız, sora maazallah ilk fırsatta kola şenliklerine
şekilde gelip gidenlerin sayısı yüz kusuru buldu, ufacık müsamereci olur, aslında canon dediğimiz olayın bir
kitapçı dükkanında oturacak yerin bulunamadığı fotoğraf makinesi markasından ibaret olduğunu söyler,
toplantılardan son zamanlarda birkaç üyenin bir araya sanatsal üretimin her şeyden önce ve nihayetinde bir
geldiği ufak toplantıcıklara gelindi. Ve bir süre sonra üretim olduğunu ve temel üretim tüketim ilişkilerinden
toplanmanın bir amacının kalmadığı ve bir müddet ara azade olamayacağını unutarak (ve belki de hiç
verilmesi gerektiği konusunda hüzünlü ama sessiz bir duymadığından) fırsat eşitliğinden ve çok çalışarak
uzlaşmaya varıldı. İzmir de olanlar ilk değil, son da kapıları zorlayabileceğinizden bahsetmeye başlar.
olmayacak muhtemelen. Yıllar önce Ankara da benzer Bilimkurgucu, elbette hayal kurar ve soytarı misali
toplantıların olduğunu ve zaman içinde son bulduğunu gerçekliğin yap bozu ve alt üst edimi ile iktidarı zorlar.
biliyoruz. İstanbul da ısrarla toplanan bilimkurgu Ama alt kültürün altta kaldığı sürece kültürlü olacağını
sevenlerin eski heyecanının kalmadığını ve bilir ve bu sebeple de boş hayale karnı toktur,
toplantıların tadının kaçtığını duyuyoruz. Peki nedir o çoğalmayı yayılmayı amaçlamaz, herkesin bilimkurgu
zaman bu veba korkusu, bu fakirleşmenin sebebi, okuyacağı bir gelecek düşlemez, aslına bakarsanız
aman yarabbi yoksa her şeyin sonunun geldiği geç herkes de okumasın ister onun okuduğunu. Çünkü
modern zamanlarda bilimkurgunun da mı sonu geldi küçük harfle kültür dediğimiz şey ne kadar toplumsal bir
demeyelim yazının sonuna kadar sabredelim. varlık gibi görünse de temel de kişiseldir. kültürün
Bu konuda kiminle konuşsanız dertli ama kişisel kişiselliğidir onu kalıcı yapan. Bilimkurgu bu sebeple de
çekişmelerin, uzlaşmazlıkların, amaç birliksizliğinin çok en kişisel kültür ürünüdür ve öyle çok paylaşmaya
az rolü olduğunu düşünüyorum ben bu işlerde. gelmez.
Öncelikle ve en başta şuna inanıyorum, bilimkurgu Çok uzatmadan toparlayalım. Bilimkurgu
yalnız insanların sığınağıdır, bilimkurgu yazan da macerası bu ülkenin isteriz ki uzun soluklu olsun. Çok
okuyan da yalnızdır. Ama öyle böyle bir yalnızlık değil basılsın çok okunsun çok seyredilsin. Ama bilimkurgu
bu, kalabalık arttıkça etrafta, insanın kalbini okuyan da ne okuduğunu bilsin. Biraz terbiyeli olsun
burkarcasına artan bir yalnızlık. Birlik olundukça, bir susanna tamarro ile leo buscaglia ile aynı rafa
araya gelindikçe, insanın sığınmak istediği sıcacık bir koymasın okuduklarını. Herkes gidiyor benim neyim
yalnızlık bu. Gerçek ile uzlaşamayan, gerçek gibi eksik diye matrix kuyruklarına girmesin saatlerce, o
görünenden köşe bucak kaçan bir yalnızlık. Sadece adam kara kostümler içinde niye hırıltılı konuşuyor
kendi kendisi ile paylaşan, paylaştıkça yalnızlığını demesin filmden çıkınca. Bir araya elbette gelsin ama
çoğaltan, yalnızlığı ile çoğalan bir grup huzursuz ruh çok şey beklemesin çünkü bilsin ki mutlu aşk zaten
bilimkurgu okuyanlar. Bu sebeple de bir araya yoktur ve bilimkurgu topluluklarının da rotary
gelmemesi, bir araya gelip de büyüyü bozmaması kulüplerinden bir farkı vardır. Her var olan zaten yok
gerekir hakiki bilimkurgucunun. Yoksa hiçbir bilimkurgu olmak üzere kurulmuştur ve bir zamanlar akil adamların
seven yoktur ki şöyle arkadaşlarla bir pazar piknik söylediği gibi bilimkurgu yok oluşunun ayırtına vardığı
yapalım mangalları getirelim, top getirip maç yapalım derecede var olabilir ancak. Bu sebeple çok yaşasın
diyesi olsun. bilimkurgu ama bilsin ki ölüm yakındır ve birlikte
Sonra bilimkurgu dünyanın neresine paylaşılan her an gözyaşlarının yağmura karıştığı gibi
bakarsanız bir alt kültür meselesidir. Yani zamanında zamana karışacaktır.
türlü türlü ecnebi memleketlerde halk sınıf sınıf
-3-
AKLIN YOLU
Gözde GENÇ
Şu ışın kafesini neden kullanamıyormuşuz bulmasına da, sahneye sabitlemek konusunda
onu anlamadım. Sekiz yüz bin yeni lira ödenekle ışın sahibinden izin alabilir miyiz bilemiyorum? Zor iş.
kafesi yapmayacağız da ne yapacağız, pardon? Belki bir çocuk. Ne dersin dostum, şöyle eciş bücüş
Bak kardeşim, bunlar eni konu teknik bir şey bulabilir miyiz?
meseleler. Olmaz deyince anlamıyorsunuz, Kafes ne olacak kafes? Işın olmaz
fotonikçiyi mi çağırıp anlattırayım şimdi, konuştuk diyorsunuz, içi görünmeyen bir kafes olacaksa boşu
olmuyormuş. boşuna uzaylı aramayalım. Sadece kafes. Kapalı
“Bilişimin parladığı anlar” da mis gibi olmuştu kutu, yani muamma!
ama. Anti-katilin küçülerek sönen ışın kafesiyle
sahnenin ücra uzay köşesine savruluşunda kopan
çığlıklar, şahane bir şeydi. Ne sahneydi ama...
Halogram başka.. Halogram başka. Hani
canlı oyun yapıyorduk, hani tiyatro tarihinin üç yüz
yıldır bu anı bekleyen dondurulmuş ruhunu
uyandırıyorduk. Capcanlı oyuna şimdi halogram mı
sokalım.
Hayır canım, ucuz numaralardan bahseden
kim, gerçeğini yapalım diyorum. O halogram parçası
milleti telef etmişti, gerçeği kimbilir ne yankılar
uyandırır. Değil mi ya?
Olmuyor güzel kardeşim. Gerçeği olamıyor.
Işığı kaynağından salınca az gidip durmuyor işte. Bir
sürü manyetik alanla karşı akımlar yaratmak falan
lazımmış. Elektron bombardımanı altında rol kesecek
kaç oyuncun var senin, şahsen bende bir tane bile
yok.
Bende de yok. Tesla gibi bir tane adamım
olsaydı şimdi, ne devrimler yapardık sahnede...
Geçelim efendim. Tesla yok, ışın kafesi yok. Biz
uzaylıya dönelim. Merkezkaç fikri güzel, oyunun
başından sonuna kadar adamımız tam merkezde
duruyor, olaylar etrafında savruluyor.
Çok özgün. Harikulade. Ya kafes ya uzaylı diyorsan... Ama bize ikisi
Olay akışı belli, uzaylının gezegende ilk de lazım, ikisi de. Başta tabi uzaylı kafeste
belirdiği an, savrulan olaylar, ele geçirilişi, savrulan olmayacak. Sonra, kafese alınmasından sonra,
olaylar, mahkeme ve idam. kendisi nasıl görünecek? Görünmeyebilir, o da bir
İdam demek doğru mu? İdam edilemedi ki. seçenek.
İdam edilemeyişi sırasında savrulan olaylar, Olmaz, insanlar uzaylı görmeye gelecek.
nihayetinde uzaya döndürülüş, kısaca idam Kıyameti koparmak istiyorsan oyunun en canalıcı
deyiverdim. görüntüsünü gözden uzak tutamazsın. Şuna bir bak.
Ha, tamam. Nerden başlıyoruz? Şu idam Gördüm. İğrenç.
kısmı çok zorlayacak. Olayları savurmak yani, Bu üzerindeki derisi mi, giysisi mi?
adamın, pardon uzaylının, öldürülmeye çalışılıp Bilinmiyor. Örnek alınamamış.
öldürülemediği nasıl bir kareografiyle aktarılabilir Bence giysi. Uzaydan çırçıplak gelmiş olamaz
seyirciye, kuramıyorum. ya. Nasıl yapacağız? Bir insana bu kostüm
Kareografi daha sonraki iş. Zaten temada giydirilebilir fakat görüntüsünü benzeteceksek, bir
ciddi boşluklarımız var. Önce onları halletmemiz hayvanı bunun içinde tutamayız.
lazım. Maket kullanılamaz mı? Nasıl olsa
Katılıyorum. En başta uzaylı var. Konseptimiz kımıldamayacak ve konuşmayacak. Sadece duracak.
gereği bunu bir aktöre oynatmalıyız ama gerçeklere Olmaz. Başrol oyuncumuz canlı olmalı.
bağlı kalmak güç tabii bu durumda. Bir hayvana Canlılığı olmazsa asla etkisi olmaz. Orada biri olmalı.
oynatsak? Boyutların gerçekliği açısından diyorum. Çünkü uzaylı oradaydı. O giysinin içinde yaşayan,
Mesela bir şempanze. istenci olan ve kendisine yaklaşan herkesi etkisi
Özel amaçlı hayvanlar koleksiyoncularından altına alan doğaüstü güçleri olan bir şey vardı. Seyirci
tam şempanze olmasa da benzer bir hayvan buluruz varlığını hissetmeli.
-4-
Üzerinde göz olan giysi mi olur? güvenlik görevlileri aniden girsin, orada bir keskinlik
Gözler, tabii bu çok önemli. Gözleri seyirciye yaratmak lazım. Dört taraftan birer panel ile yaklaşıp
vermeliyiz. uzaylıyı kafese alacaklar. Gerçekte kurşun bir
Senin fotonikçi ne diyor? muhafaza kullanılmış. Tam yalıtımlı, altı santim
Diyor ki, fotoğrafta böyle görünüyormuş eninde dökme kurşun levha. Uzaya gönderilişine
çünkü bizim ışık spektrumunda böyle bir dalgaboyu kadar uzaylı bunun içinde kalmış. Yani onu bir daha
yokmuş. Ama halledecek. gören yok. Ama biz onu kapatırsak, en büyük görsel
Nasıl? unsurumuzu kaybetmiş olacağız. O yüzden sembolik
Bize girdap hissi verecek şekilde dönen mor bir kafes kullanalım diyorum. Uzaylı görünsün.
ve siyah bir ışıkoyunu hazırlayacak. Boşluk hissini, Görüntüden öteye geçilebilir. Salona
ürküntüyü yakalayacağız. Güzel, güzel, merak etme. kokusunu verebiliriz.
Halogram olmasın? Hatta sembolik olarak sesini verelim.
Değil. Üzerinde çalışıyor, gerçek olacak. Sesi yok ki?
Yani, aslına benzemeyecek tabii, ama zaten aslının Var. İçsesi var. Fısıltı ve hışırtı şeklinde
neye benzediğini bilen kimse yok, en azından neye insanlara onu hissettirmeliyiz. Şeffaf bir kafese koyar,
benzediğini anlatabilecek durumda olan kimse yok. kapatıldığı anda sahne merkezinde bir kontrast
Bak o önemli. Vurgulamak için çok iyi bir yaratıp gözleri vurgularız, kokuyu ve sesi keseriz.
anlatım bulmamız lazım. Böylece cam kafesin anlamı sembolik olarak dilsiz
Nasıl bir çılgınlık yapalım? anlatım yoluyla yerleştirilmiş olur. Bunun gibi birkaç
canalıcı gösteren bulsak, tiyotroyu kuru dilden
kurtarmanın yolunu bile açabiliriz.
İçses ne anlatacak peki? İçsese kelime
söyletmeden uzaylının çıldırtan mesajını da kitleye
vermenin yolunu bulmak lazım değil mi?
Gürültünün müziği dostum, gıcırtının,
takırtının, hışırtının müziği. Kelimelere ihtiyacımız
yok.
Tabii ki, ama senin gürültün tıpkı korku veren
müzik, gerilimli müzik, tehlike müziği , epik müzik, ve
bunların içeriğini oluşturan her türlü ses gibi
insanların önden koşullandırılmış hafızalarına
konuşacak, ki bu seslerin her türlü kombinasyonu
önceden kelimelerle, son derece kesin anlamlarla
anlamlandırılmış. Uzaylını nasıl bir müzikle
konuşturacaksın da oyunu dilden kurtaracaksın,
buyur yap görelim?
Sırf uzaylıyla olmaz tabii, ama tüm oyuncuları
Bilemiyorum. Bir çeşit travma tabii. Bu güne dilsizleştirirsek bu kaydadeğer bir girişim olur. Burası
kadar kurbanlardan düzelen olmamış. Ama bulgular önemli. Dilsiz bir oyun yapabiliriz ve yapmalıyız.
sahne açısından çok çarpıcı değil. Şöyle bir izlek Ne demek dilsiz? Kelimeleri aşmak
düşünüyorum: Uzaylıya ilk yaklaşan insanlar, dostça konusunda hemfikrim ama dili tümden reddetmekten
bir tavırla, hediyeler ve ikramlarla yaklaşacak, bahsetmiyoruz değil mi?
kadınlar ve çocuklar, ve aile babaları. Sade ve iyi Neden olmasın? Dili tümden reddedelim.
insanlar, burada jestler önemli. Ve hepsi iletişime Sahneyi dokulara, ışığa, şiirsel sessizliğe bırakalım.
girdikleri ilk birkaç dakika içinde değişmeye Hışırtılara ve kendinden geçişlere. Çılgınlığın bakir
başlıyorlar. topraklarına terkedelim.
Bunu yapabiliriz, ağızlar çarpılır, gözler sabit Peki olaylar? Onlar nasıl savrulacak?
bakar, robot adımlarıyla yürürler,o kısım kolay. Olaylar! Olay dediğin nedir ki? Kişilerin ve
Evet bunu sahnede verebiliriz, canlı, neşeli, eşyaların çeşitli kombinasyonlarının bir eksende
hayat dolu insanların zombilere dönüşümü. Olay dizilimi. Sahneyi döndürelim. Soyut değil, somut bir
gerçekte ilk altı saat içinde gerçekleşiyor, oyunun merkezkaç. Ve uzaylı, çılgınlığın kalbi. Sessiz
akışı içinde süreç belirlememiz lazım. Bence bu şiirimiz. Kurtarıcımız! Bunu yapabiliriz değil mi?
bölüm yirmi dakikadan az olursa gerçeklik hissini Sahneyi görüntüleri savuracak hızda döndürecek
kaybedebiliriz, daha uzun olursa seyirciyi para var! Sahnenin çevresini açar, karartılmış zemini
kaybedebiliriz. minder kaplatırız. Heyecandan titriyorum üstad,
Yirmi dakika iyi, dolduracak malzeme var. başdöndürücü bir şey olur.
Sonra sahne ağır ağır, fazla hissedilmeden boşalsın, Ama o zaman asıl amaçtan sapıyoruz. Bu çok
-5-
yoruma açık bir tema olur. metafizik bir vaka olduğunu görmüyorsun! Bu dili
İstediğimiz de bu! aşmak için ilk ve tek fırsatımız. Ve biz bu eşsiz temayı
Cık. İstediğimiz hiç de bu değil. Daha doğrusu cümlelere boğarak bataklığın dibine göndermek
bizden istenen bu değil. İstediğimiz gerçek bir tiyatro. üzereyiz!
Gerçek herkes için aynı olan şeydir, yoruma açık Fakat tematik olarak...
değildir. Zrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr!
Yapma azizim. Gerçek diye bir şey yoktur ki. Bu ne?
Gerçek diye bir şey olmayabilir ama gerçek olduğu Zil. Görevden alındık.
öne sürülen iddialar vardır, şimdi bu dil soyutlaması Ne diyorsun? Ne zili?
her şeyi baştan aşağı değiştiriyor. Ortada şöyle bir Boşalt zili. Projeden alındık. Ödeneğimiz
yadsınamaz gerçek var ki, bir uzaylı bu gezegende düşürüldü.
bizim kanunlarımızla yargılandı ve idama mahkum Nasıl olur?
edildi. Şimdi sessizliğin şiirinin içinde suç nasıl Bal gibi olur. Ya halogramcılara ya
gösterilecek? Kelimeler yoksa bir sanık neyle antropologlara kaptırmışızdır. Ya da kaydadeğer
suçlanabilir? gelişme gösterememişizdir.
Suçlanamaz. Sessizliğin şiirsel akışında Valla düşünüyorum da bu defa kavramsal
delilik alevlendirilebilir, bu bir kriz olur, kaos olur, sakıncalar kapsamında inceleme öngörülmüş bile
oyunun doruk noktasına kadar dönüş ve çılgınlık, olabilir...
birbirine ayak uydururcasına gitgide artar, artar, Ama... Nasıl?
sonunda son hızla dönen sahne bu çılgınlığı savurur. Üzmeyin canınızı üstad. Zaten bizim
Tıpkı üstadın dediği gibi, oyun coşkusal ve aynı toplumumuz bu tür radikal değişimlere hazır değil.
zamanda vebasal bir yokediciliği ve aynı zamanda Evet, oluyor böyle şeyler. Müsadenizle ben
saflaştırıcılığı temsil eder. Kötülük son kertede kaçıyorum, onbeş dakika sonra tema sunumum var.
arınmaya ulaşır, kaotik dönüşün son hızında herşey Endişelenmeyin canım, bu güne kadar incelemeye
savrulur, sahne boşalmış ve bir anlamda kurtarılmış alınan hiçbir kavram resmi olarak sonuçlandırılmadı.
olur, tam bir katarsis! Açık dosyaları üstüste koysak Ay’a asansör tertibatı
Seyircilerin başı döner, fenalık geçirenler bile kurmak gerekmezdi.
olur. Aman tanrım. Derhal Sigma Tauri’ye
Bir kere yaparız, sadece finalde... dönüyorum. Bu gezegende özgür sanat yapılamaz.
Sonrası; sessizlik... Sahne karartılır. Sonsuz Dönemeyecek olursanız haberleşelim üstad,
boşluk. fikirlerinizden etkilenmemek mümkün değil.
Evet, uzaylı artık boşluktadır. İnfaz Ne demek dönemeyecek olursam...
gerçekleşmiş, ve bir anlamda da sonsuza dek Herhangi bir sebeple demek istedim.
gerçekleşememiştir. Bürokratik engeller falan. Yanlış anlamayın.
En büyük kötülüğün ve yutucu boşluğun Nasıl olur canım öyle şey?
temsilcisi ve aynı zamanda kefareti bedeniyle ödeyen Evet efendim, saygılar.
uzaylı, boşluğa karışır. Son derece mistik.
Ve gerçek.
Evet. Her şey böyle oldu gerçekten.
Peki anlaşılacak mı? “Odissea’nın binbirinci
günü”nün akibetine uğramıyalım.
Bir içerik metni dağıtılabilir.
Haydaa! Dilden kurtuluş ne olacak peki?
Teslim bayrağımızı savura savura savaşa gidişimizin
resmidir!
Saçmalıyorsun gene azizim. Şimdi dağa
savaş mı açalım? Dilsizliği öge olarak kullanmaya
karşı değilim ama bu kadar sivri yaklaşımlar bizi
batırır. Baştan beri anlamsız buluyorum bu çabayı
zaten. Dilden kurtuluşumuz yoktur, bundan üçyüz yıl
önce de yoktu, üçyüz yıl sonra da olmayacak.
Anlamıyorsun! Anlamıyorsun çünkü, çok
üzülerek söylemek zorundayım, mankafasın. Bunun
üç yüz yıldır beklediğimiz fırsat olduğunu, nihayet
sanata karşıt salt mantığın en birincil silahının
tahtından indirilmesi için ele geçen en muhteşem
örnek olduğunu, çünkü bunun gerçek ve aynı anda
-6-
Bilimkurgucunun Anlaşılmama Kabusu
Mustafa SUYOLCU

Birçok insan uykusunda kabus görmüştür, bazı talihsiz olanlarımız ise yaşamda kabusla
karşılaşmıştır ister uykuda ister yaşamda olsun kabus rahatsız edici ürkütücü bir deneyimdir. Herhalde
kabusları da derecelendirmek olasıdır ama en iyisini yine de yaşayan yada onla karşı karşıya olan
anlayacaktır.

Uyanınca rüyadaki kabus sona erer ve siz rahatlarsınız, yaşamda karşılaştığımız felaketleri ise
olanaklarımız ölçüsünde atlatmaya veya onla başa çıkmaya çalışarak geçiririz. Hele maddi veya fiziki
zararlarla karşılaştığımızda olağanüstü zorlanır, umutsuzluğa kapılır, hatta intihar etmeyi bile düşünebiliriz.
Bereket ki bu tür kabuslar ender karşımıza çıkmakta. Benim bahsetmek istediğim çok daha basit kolay başa
çıkılır görünen ama diğerlerinden farklı olarak neredeyse yaşam boyu sürebilecek bir kabusla başa çıkmak.

Düşününki bir toplulukta yada aile toplantısında, komşu ziyaretlerinden birinde eş dost oturmuş tatlı
tatlı sohbet etmektesiniz, konular hemen herkesce malum, AB’ ye girecekmiyiz, girsekmi iyi girmesekmi,
genel politika, siyaset, tanıdıklarla ilgili bilgiler yenilikler vb. Buraya kadar herşey iyi sorun yok ancak bir süre
sonra konuşmalar bireylere yönelir ne yapıyorsun, nelerle ilgileniyorsun gibi. Sıkça görüştüğünüz kişiler
zaten sizi tanıyor ilgi odaklarınızı da biliyorlardır ama yeni tanıştığınız yada uzun zaman görmemiş
olduğunuz dostlarda muhakkak vardır ve eğer bilimkurgu gibi birşeyle ilgileniyorsanız o andan itibaren
bitmeyen ve bitmeyecek kabusunuz başlar.

İ lginç ve sıradan yaklaşımlar vardır ve ne deseniz


nedense hiçkise anlamaz yada anlamamak için gayret
gösterir. Örnekle karşılaşacağınız ciddi, yarı ciddi ve hatta
ciddiyetsiz yaftalardan birkaç örnek verelim.
- Valla hiç sorma yakında marslılar onu aramızdan
alacaklar.
- Skati onu birazdan isınlayacak.
- Selam ne var ne yok senin küçük yeşil yaratıklar bugün
piyasaya çıkmadı anlaşılan.
- Sen seversin geçenlerde ........ yazarın bir kitabını okudum
adam kılıç büyücü ne varsa kullanmış ama harika bir bak
istersen.
- Yahu hem bilimkurgucuyum diyorsun hemde UFO lar filan
yok diyorsun anlamadım gitti nasıl oluyor bu.
- Bence en büyük bilimkurgu filmi Star Wars hele son filimler bir harika, sen dersin usta bu daha çok senin
ilgi alanına giriyor.

Ve buna benzer daha nice, belki kötücül belki iyicil ama neredeyse hakaret, küçümseme dolu
yaklaşımlar. İnsanlar belki farkındalar belki değiller ama bilimkurguyu ciddiye alan biri açısından bu
yaklaşımlar böyle görülüyor.

Sakın kabahat sizde kendinizi anlatamıyorsunuz demeyin lütfen. İşte bitmeyen kabus tam burda
başlıyor çünkü. Siz kimbilir kaç kez yaptığınız benzer konuşmalardan birine başlamak zorunda kalıyorsunuz.
Bilimkurgunun kolayca fantezi ile karıştırılabildiğini oysa pek benzemediğini, temelini gerçeklere dayadığını,
geçmişi inceleyip bugünü anlayıp geleceğe göndermeler yapma sanatı olduğunu yüzlerce değişik örnek
vererek anlatırsınız. Diyeceksiniz ki “ E tamam daha ne olsun fırsat bulmuş kendini anlatıyorsun işte”, yok
öyle değil öyle olsaydı kabus değil ütopya olurdu. Bu konuşmalar hemen herzaman ilginç tartişmalar ve
bölünmeler, toparlanma ve kendini anlatma savaşı halini alır. Ve sonunda nedense, UFO ların olduğuna /
olmadığına, küçük yeşil adamların varlığına / yokluğuna, başka dünyalarda hayat olup / olmadığına karar
vermeye çalışan bir grup insanın ortasında derdini bir türlü anlatamayan bir kişi halini alırsınız.

Ve ama bazen, kesinlikle çok ender olarak, kenarda bir yerde birinin sizi müthiş bir ilgiyle dinlediğini
farkedersiniz, içiniz mutlulukla sevinçle dolar birini kazandığınızı hissedersiniz. Müthiş bir zevk duyarsınız.

Ama unutmamak gerek kabus her zaman sizin yanı başınızda varlığını sürdürür...
-7-
Bilimkurgu Haberleri
Yasin BAŞARAN

Yanılmıyorsam ilk önce bir mail grubunda, büyük olasılık da 6.45’inkinde adını duymuştum Orko’nun.
Göz atmak için girdiğimdeyse, ancak 2. sayısına yetişebilmiştim. Evet, aylık fanzin ya da başka bir deyişle
webzin Orko, “Herkes çocuktur” sloganıyla karşılıyor ziyaretçilerini. Sayfanın ortalarına doğru bir yerde de
Efendi Yoda göze çarpıyor elindeki ışın kılıcıyla.

Tasarımı da oldukça sade. Bir broşür şeklinde; sayfanın tümünü değil de, sadece sol tarafını
kaplamakta. Sağdaki geniş alandaysa bir Superman logosu. Tasarımdaki garip bir nokta; yazıların belirli
kategorilere ayrılmamış olması. Yazıların linkleri sağa sola fırlatılmış duruyor; mesela, ilk sayfadaki
hikayeleri okumak için tekrar ilk sayfaya dönmek zorundasınız. Ya da aşağıda bahsedeceğim H.G.Wells
makalesinin linkini de ancak Ünsal Oskay’ın yazısına tıkladıktan sonra görebiliyorsunuz.

Bu 2. sayıda, birkaç makale ve birkaç da hikaye bulunmakta. Ünsal Oskay’ın daha önce Çağdaş
Fantazya Derneği’nce yayınlanmış Yıldız Savaşları’nın Dünyamıza Bakışı adlı makalesi de bunlardan biri.
Eleştirisini öncelikle Star Wars filmlerine karşı gerçekleştiren, Oskay, yazısının sonlarına doğru hem eleştiri
dozajını arttırıyor, hem de eleştirisinin çapını yavaşça tüm bilim kurgu alanına doğru genişletiyor. Ömer
Alanka’nın Corto Maltese üzerine yazısı Existentialist Yalnızlığın Düşsel Dışavurumu: Corto Maltese,
Mehmet "spidey" Fatih’ten Duygusal Robotlar Işığında İnsan, Ozan Toptaş’tan Büyü Yapım Türlerı Üzerıne
Birkaç Kelam da bu sayıdaki diğer makaleler. Ayrıca, Baskan ‘kurgu-bilim’ serisinden bir kitap olan H. G.
Wells imzalı Dünyalar Savaşı (The War of the Worlds) kitabının girişinde yer alan, H. G. Wells üzerine
bir yazıya da ulaşılabiliyor.

Çoğunlukla Kayıp Dünya’da yayınladığı hikayeleriyle internetin tanınan bilim kurgu yazarlarından biri
haline gelmiş Mehmet Emin Arı’dan bilgisayar virüsleri, dolayısıyla yapay zeka üzerine bir hikaye; Bul Beni
Bebek, Ozan Toptaş’tan 2012, Teloskrizos’dan yine duygusal bir sanal alem çalışması Meyilsiz E-mail,
Erkan “Scorpion” Bayol’dan Keman ve Geçmişe Açılan Pencere bu sayıda ulaşabileceğiniz hikayeler.
Hikayelerden Bul Beni Bebek’in akıcı anlatımı, ve okuyucuya vermeyi başardığı merak duygusuyla hikayeler
arasında öne çıktığı açık. Son olarak, Orko’da yazmak isterseniz editor@orko.org ‘a danışabileceğinizi
hatırlatalım.

Orko, Superman’den, Master Yoda’dan ve de Orko’nun ta kendisinden aldığı destekle ziyaretçilerini


selamlayan, hayal edenlerin ve hayal etmeyi sevenlerin kayıtsız kalmaması gereken bir mekan…

http://www.orko.org

A Sound of Thunder: Bradbury’nin aynı adlı hikayesi daha


önce de, geçen sene izlediğimiz The Butterfly Effect
(Kelebek Etkisi) adlı filme esin kaynaklığı etmişti. Bu seferde,
daha önceleri Clarke yazdığı 2010, ve Van Damme’lı
Timecop olmak üzere iki bilimkurgu filmine imza atmış Peter
Hyams yönetmenliğinde hikayenin kendisi uyarlanıyor.
Gelecekte, Time Safari Inc. adında bir şirket, zaman
makinesi ayarındaki bir bilgisayarı aracılığıyla, insanlara,
prehistorik döneme gitme ve (tarihin akışını değiştirmemek
için) halihazırda ölmek üzere olan çeşitli dinazorları
öldürerek bir nevi “canlı oyun” oynama şansı tanımaktadır.
Fakat, oyundakilerden biri bir kelebeği öldürünce, gelecekteki insan ırkı yokolma tehlikesiyle karşı karşıya
kalır (adı üzerinde; kelebek etkisi). Bunu engellemek için de bir grup uzman tekrar geçmişe yollanır.
Oyuncular; Edward Burns, Ben Kingsley ve Catherine McCormack. Vizyon tarihi belirsiz.
-8-
Minority Report (Azınlık Raporu) ve Paycheck’in (Hesaplaşma) ardından iki tane daha Dick uyarlaması
geliyor.
A Scanner Darkly: Artık (maalesef ?) Hollywood'un senaryo
madeni haline gelen Dick'in iki kitabı daha yapım
aşamasında. Ülkemizde 6.45 tarafından, Karanlığı Tanımak
adıyla yayınlanmış Dick’in aynı adlı kitabından uyarlanan A
Scanner Darkly’nin çekimleri devam etmekte. Yönetmense
Waking Life, Before Sunset ve Before Sunrise'dan tanığımız
Richard Linklater. Filmde yönetmenin daha önce Waking
Life’ta da uyguladığı, oyuncuların performanslarıyla elde
edilmiş video görüntülerinin tek tek boyanmasıyla
(rotoscoping)
elde edilen
görüntüler kullanılmakta, örnek olarak Reeves ve Ryder’ın
bu şekilde üretilmiş fotoğraflarına bir göz atabilirsiniz. Çift
hayata sahip narkotik polisini Keanu Reeves canlandırırken,
diğer rollerde Winona Ryder, Woody Harrelson ve Robert
Downey Jr.’ı görüyoruz. Senaryo ise yönetmenin kendisine
ait. Daha önce hınzır senarist Charlie Kaufman da bu film
için bir senaryo hazırlamış, fakat proje el değiştirdikten sonra
yönetmen Linklater’ın yazdığı senaryo kullanılmış. Film
2006’da vizyonda.
Next: Diğer uyarlama da kendisinin The Golden Man adlı öyküsünden yapılmakta ve ismi için de Next uygun
görülmüş. Along Came a Spider (Örümceğin Maskesi), şimdilik son Bond filmi Die Another Day (Başka Gün
Öl) ve xXx: State of the Union’ı yönetmiş Lee Tamahori filmi yönetmesi için seçilen isim, ki bu da bizce
şimdiden filmin geleceğinden ya da Dick’in hikayesindeki özgün konuya ve temaya ne kadar sadık
olacağından şüphelenmemiz için yeterli. Filmde, geleceği görebilen ve onu istediği şekilde değiştirebilen bir
adamın (Nicolas Cage) bir hükümet kuruluşundan kaçışı ve bu sırada ileride çocuğunun annesi olduğunu
gördüğü bir kadının (Juliette Lewis) aşkını kazanmaya çalışması anlatılıyor. Büyük ihtimalle (aksiyon
anlamında) Paycheck ayarında bir filmle karşılacağız, gerisi ise meçhul. 2006’da.
The Hitchhiker's Guide to the Galaxy: Douglas Adams’ın ülkemizde önce
Sarmal, sonra da Kabalcı tarafından, Otostopçu’nun Galaksi Rehberi adıyla
yayınlanan ve iyi bilinen kitabı, 2005 yapımı bir uyarlamada karşımıza çıkıyor.
Film, bu filmden önce sadece video klipler yönetmiş Garth Jennings’in ilk uzun
metrajLı (yine şüphe, yine şüphe…). Sam Rockwell, Zaphod Beeblebrox’ı, Bill
Nighy, Slartibartfast’i ve John Malkovich de Humma Kavula’yı oynuyor, Alan
Rickman ise paranoid android Marvin’i seslendiriyor.

Birçok roman uyralamasında karşılaştığımız romanın anlatabildiklerine karşı


filmin eksiklikleri, teknolojinin sunduğu görsel efektlerle kapatılmaya çalışılmış.
Herşeye rağmen film özellikle Douglas Adams okurlarının görmekten zevk
alacakları, keyifle izleyip eğlenecekleri bir seyirlik.

Son olarak Kabalcı yayınevi tek tek bastığı seriyi tek bir ciltte toplayarak okurlara
bir bütün halinde sunmuştur.

VE BİR GÜLÜMSEYİŞ
Hiçbir zaman tam karanlık değil gece
Çünkü vardır söylüyorum işte işte mühür
basıp onaylıyorum.
Her acının ucunda, her elemin
Açık bir pencere vardır
Doyum bekleyen bir arzu, doyum
bekleyen bir açlık
Cömert bir yürek vardır
Uzanmış bir el, açılmış bir el
PAUL ELUARD
-9-
ÖZÜR DİLERİM, SANIRIM BEN ARADIĞINIZ KİŞİ DEĞİLİM
Murat GÖÇ
Usulca kapattı sanal sohbet hologramını ve süreden beri giyilmediği belli olan ve aslına
bir süre holografik sohbet arkadaşlarının birer birer bakarsanız biraz da komik duran bir takım elbise
boşalttığı odanın gerçek nesnelerle dolu gerçek vardı. Adam da kendisi gibi garip bir şekilde gözlerini
görüntüsüne alışmak için gözlerini kırpmadan kırpıyor, sanki görünenin çok ötesindeki bir boşluğa
bekledi. Yavaşça döndü oturduğu (ya da uzandığı mı amaçsızca bakıyordu. Belli ki yıllarca sadece
demeli) koltukta ve neredeyse hiç hareket hologram görmekten yorulan gözler şimdi kendilerini
etmiyormuş gibi dingin bir şekilde kapıya doğru baktı. gerçek bir insanın görüntüsüne alıştırmaya
“Daha yavaş hareket etmeliyim” diye düşündü, çalışıyorlardı.
“yoksa kalbim yerinden fırlayacak. Daha sakin
olmalıyım, ve kalbim de deli gibi çarpmaktan
vazgeçmeli. Kapı çalıyor. Ne yapacağım şimdi ben?”.
Kapının çalması, hele içinde insan bulunan bir
evin kapısının çalması belki siz okura son derece
doğal gelecektir, ancak bundan yıllarca önce, isadan
sonra 2031. ve Büyük Yıkım’dan sonraki 27. yılda,
yani henüz serpintinin insanları evlerine hapsettiği
zamanlarda, bir evin kapısının çalması ancak
dehşetengiz simülasyonlarda yer alabilecek
derecede inanılmaz bir olaydı. O yıllarda herkes
yalnız yaşar, yalnız yer, yalnız uyurdu. Hükümet
insanların sebebi ne olursa olsun evden çıkışını
yasaklamış, savaş sonrası radyasyonundan
korunmak için panjurların kapatılmasını ve internet
ağının sürekli açık tutulmasını emretmişti. Tüm
ihtiyaçlar pnömatik sistemler sayesinde evlere
gönderiliyor, karşılığı insanların internet ağı
üzerinden yaptıkları işlerle kazandıkları kredilerden
düşülüyordu. Tüm insani ilişkilere, yakınlarla iletişim,
romantik akşam yemekleri, okul arkadaşları ile
kaçamaklar ve sekse internet ağı ile bulabileceğiniz
holografik simülasyonlar vasıtası ile ulaşılabiliyordu.
İşte o zamanlarda, Büyük Yıkım başladığında
henüz anne babası ile yaşayan ve öldükleri günden “Merhaba” dedi adam tutuk bir şekilde. “kaç
bu yana henüz hiçbir gerçek insan görmemiş ve gündür evlerin kapılarını çalıp durduğumu söylesem
duymamış olan kahramanımız dehşet içinde kapıya inanmazsın”. Hala inanamıyordu olanlara zaten,
bakıyordu. En ufak bir ses çıkarsa yada nefes alsa karşısında kendisi gibi konuşan, terleyen,
kapıdan bir el uzanıp onu kaçamadan heyecandan ve belki de korkudan titreyen birisi vardı.
yakalayacakmış gibi öylece hareketsiz kendini Hologram değil, yazılım değil, kurgu değil gerçek bir
ölümcül korkunun insanı varlığından endişeye sokan insan, ne söyleyeceği, ne düşüneceği, ne yapacağı
ellerine bırakmıştı. Ne yapacağını yada daha önceden belli olmayan tekinsiz bir varlık.
yapabileceğini bilmiyordu, sadece belirli belirsiz sesin “Muhtemelen benim gerçek olup olmadığımı
dinmesini ve kapıyı çalan her kim ya da her ne ise bir merak ediyorsun” diye devam etti karşıdaki. “Haklısın
an önce vazgeçmesini diliyordu. Ama kapı tekdüze da aslında. Bu öteki simülasyon yazılımlardan birisi
bir ısrarla çalmaya devam etti. Sonunda, içindeki ya da bir rüya olabilir. Gerçekten sorulması gereken
insancıl tarafın yok oluşa götüren merakı hayvani soru şu an yazılımı kimin kullandığı veya kimin
tarafının hayatta kalma üzere kurulu endişe ve rüyasında olduğumuz belki de. Sence fark eder mi?”
korkusunu yenmeyi başardı. Kalktı yerinden Yanıt alamayınca kendisi cevabını verdi. “Aslında
ve yıllarca kullanılmadığı için artık neredeyse duvara benim için fark etmez de. Bunu bilemeyecek kadar
sabitlenen kapının kilidini zorlukla çevirdi. Kapıyı çok uzakta kaldı gerçek”.
açarken çıldıracak gibiydi, bir taraftan hemen o anda İçeriye gir demek istedi ama diyemedi. Diğeri
yok olmak istiyor, diğer taraftan göreceği şeyin de hiçbir hamle yapmıyordu aslında içeri girmek için.
merakı ile içi içine sığmıyordu. Kapıyı açtı, geriye İkisi de bu kadar yıldan sonra canlı birisini görmenin
çekildi ve dezenfektan spreyin yarattığı dumanın şaşkınlığı ve ne yapacağını bilememezliğin verdiği
dağılmasını bekledi biraz. Şimdi dumanların arasında donuklukla öylece duruyorlardı.
30lu yaşlarda bir adam duruyordu, üzerinde çok uzun “Günlerden beri evimin dışındayım” diye
- 10 -
ısrarla konuştu kapıdaki. “Bunun nasıl bir duygu çekmece yığınlarını andırıyor. Dışarıda bir yerde
olduğunu asla bilemezsin. Serpinti olduğunu ya da mutlaka öldü sanılıp da morga konan bir sürü insan
kaldığını hiç sanmıyorum. Eğer hükümetin her gün var. Haydi gel ve bu dünyanın yeni Adem ve
söylediği gibi olsaydı ne ben ne de yolda, orada Havvaları olmamıza izin ver”.
burada gördüğüm hayvanlar canlı kalabilirdi. Beri Bir an durdu ve düşündü. Hakikaten de cazip
yandan artık ben bir hükümetin varlığından bile olabilirdi dışarıda olma fikri. “Ama” diye düşündü yine.
şüphe ediyorum. Günlerden beri açık bir şekilde “Dışarıda keşfedecek ne var ki”. Evinde bir uydu seti,
kanunları çiğniyorum, dışarıdayım, önüme gelenin sürekli internet bağlantısı, istediği an tüm ihtiyaçlarını
kapısını çalıyorum ama hiç kimse gelip de bana görebileceği bir simülasyon arşivi ve hiç uğraşmadan
müdahale etmedi. Belki de, olur ya, hükümet bile yiyeceğini, giysilerini ve hatta gazeteyi ayağına
kendinin gereksizliğini anlamış ve her şeyi otomatik getiren bir havalandırma sistemi vardı. Dünyaya
bir sisteme, kendi kendine işleyen bir yazılıma gitmesine ve onu yeniden keşfetmesine gerek yoktu
devretmiştir. Bu kadar yazılımı zaten olsa olsa başka çünkü dünya zaten oradaydı, tüm hayatını geçirdiği
bir yazılım bir arada tutabilir bana sorarsan”. 20 metre karelik odasındaydı. Ve güvenliydi,
kapıdakine morg çekmecesi kadar soğuk gelen ona
ama rahmi kadar sıcak geliyordu. Başta hayvani
endişelerine üstün gelen insani merak yerini hayvani
güvenlik duygusuna bırakmıştı yine. “Hayatta
kalmalıyım” dedi kendi kendine derinlerde bir yerden.
“sadece evimde iken güvenliyim. Başkaları benim
ölümüm olabilir ancak. Evim bana bunu sağlıyor.
Sonsuza kadar mutlu ve güvende olabileceğim bir
hayat.” Ve ilk kez, kapıyı açtığı ve davetsiz misafirini
gördüğü ilk andan itibaren ilk kez ağzını açtı ve biraz
da ürkekçe “Özür dilerim” dedi. “Sanırım ben
aradığınız kişi değilim.”

Öyle çok konuşuyordu ki adam artık rahatsız


bile olmaya başladığını düşündü. Birden bu komik
geldi çünkü uzun yıllardan sonra ilk defa gerçek bir
insan görüyordu ve o anda bile sessizliği ve yalnızlığı
özlediğini hissetti. Bu bir sohbet ya da toplantı
simülasyonı olsa tüm katılımcıları yazılımın
içerisinden seçebilir ve böylece bu sabah kapısına GÖZLE GÖRÜLEBİLEN BEŞİNCİ ŞİİR
dayanan gevezeler gibi sürprizlere karşı hazırlıklı ……………………………………..
olurdun. “İnsanoğlu” diye düşündü kendi kendine ve Hesabını veriyorum yaşamanın
son derece içinden. “ne kadar da rahatsız edici Hesabını veriyorum bugünün
olabiliyor bazen. Belki de yazılım işi o kadar da kötü Ve yarının
değil. Belki de gerçekten başkalarına ihtiyacımız yok Sınır ve sınırsızlık üstüne
varolmak için ve istediğin her şeyi tasarlayabildiğin ve Ateş üstüne duman üstüne
istemediklerini sonsuza kadar unutabildiğin bir dünya Akıllılık üstüne delilik üstüne
ancak bu şekilde mümkün olabiliyor. Belki de Ölüme inat daha az gerçek olan yeryüzüne inat
karşımdakinin distopya dediği benim ütopyam.” Ölümün sayısız görüntüsü üstüne
“Haydi ne duruyorsun” diye böldü Yeryüzündeyim ve her şey benimle yeryüzünde
düşüncelerini kapıdaki heyecanla. “Sen de gel Yıldızlar gözlerimin içinde ve ben gizemler
dışarıya. Birlikte gezelim ve keşfedelim bu cesur yeni yaratıyorum
dünyayı. Kim bilir bizim gibi kimler var bu dünyada Alabildiğince yeryüzünün
öylece birilerinin kapılarını çalmasını bekleyen. Belleğin umudun sınırları değildir gizemler
Biliyor musun neyi fark ettim. Dışarıdan bakınca Kurar ama bugünün yarının yaşamını.
yaşadığımız bu binalar morgda ölülerin yattığı Paul Eluard
- 11 -
OKAT Uzay Serisi
Mustafa SUYOLCU
Uzayda Büyük Siçrayış: Büyük bir şirket yıldızlararası yolculuk üzerine
yaptığı çalışmalar sonucu, bir uzay gemisini uzaya göndermiştir. Daha
önce yapılmaya çalışılan yolculukların aksine bu gemii yolculuğu
tamamlayarak dünyaya geri dönmeyi başarır, ancak mürettebattan
sadece biri geri dönebilmiştir ve o da yaşamla yaşam arasında sıkışıp
kalmış bir durumdadır. Romanın ahramanı Commy’nin bir arkadaşı da
bu mürettebat içinde yolculuğa katılmış ancak geri gelmemiştir. Geri
gelen mürettebat ile iletişimi de sadece Commy kurmuştur. Şirket
değerli madenlerin olduğu anlaşılan bu gezegene yeni bir sefer
düzenleyecektir. Commy’ de bu sefere katılır. Ulaşılan gezegen ilk
bakışta bir cennet gibidir ve Commy de arkadaşını burda bulur ancak
arkadaşı neredeyse kendini bile tanımayacak bir bilinç
gösterebilmektedir. Tamamen farklı bir gücün etkisi altındadır, bilincini
kazanmaya başladığı bir sırada herkesin ordan gitmesi uyarısında
bulunur, ancak değerli madenleri elde etmekte kararlı olan şirket bu
uyarıya kulak vermez. Bunun sonucunda çok az bir mürettebat ve
kahramanımız güç şartlarda dünyaya geri dönmeyi başarark hayatını

kurtarır. Romandaki tek ilginç şey geminin ışıktan hızlı yol almasını sağlayan “Sürvites” kavramını getirmesi
ve alışılmadık kapalı dar bir ortamda, üzerinde durmadan, insan psikolojisine değinmesi.
Uzayda İsyan: Dünya henüz uzayda yolculuk yapma teknolojisine sahip
değildir ancak dünyalılar farkınsda olmadan yabancı bir ırk tarafından
ziyaret edilmektedirler. Bu ziyaretlerden birinde uzaylılar bir dünyalıyı
kendilerinden biri sanarak onla iletişim kurarlar, çevreindeki insanlardan
oldukça farklı bir yapıda olan kahramanımız bir test pilotudur. Kendine
çok benzettiği bu insanlarla olan karşılaşması onu çok meraklandırır ve
onları takip eder. Sonuçta dev bir uzay gemisiyle karşılaşır ve bu
insanların isteksiz davetlisi olarak gemiye alınır ancak soruno kadar
basit değildir uzayda yüksek hızlarda seyahat edilebilmesi için vucudun
olağanüstü hızların oluşturduğu basınca dayanabilmesi gerekmektedir
ve bu kaybolmuş ve özellikle de yasaklanmış bir teknoloji ile mümkün
olabilmektedir. Kahramanımız bu teknoloji ile geliştirilmiş bir soydan
gelmektedir ve yolculuğu başarır. Romanın sonrasında binlerce yıl önce
kaybolmuş bu teknolojini aranması ortaya çıkarılması ve tüm evrtene
yayılmasının öyküsü anlatılmaktadır. Çok yaratıcı olmayan dünya ve
uygarlık tasarımlarına karşı akıcı ve kolay okunan bir roman.

Robot X-81: Güneş sisteminin uçlarına kadar gelen insanlık, artık yeni
dünyalar keşfetmek üzere derin uzaya açılmaya çalışmaktadır. Bunun
için Pluto gezegeninde bir üs kurmuş ve burda yeni bir uzay gemisi ve
bunu yönetecek yeni bir robot üzerinde çalışmaktadır. Ancak bu
gelişmelerden hoşnut olmayan yabancı bir ırk vardır ve bu ırk insanların
uzaya açılmasına engel olmaya çalışmaktadır. Olağanüstü bir beyin
gücüne sahip olan u ırkı insanlık durdurma yetisinden uzaktır ve
neredeyse korumasız bir haldedir. İnsanlara o ırka ait bir kişi yardım
etmektedir. Gerek uzay gemisinin gerekse robotun tasarımları da zaten
bu kişiye aittir. Üstün bir beyin gücüne sahip olan bu kişiyi de durdurmak
çok zordur ancak yabancı ırk elektronik bir araç yardımıyla kendi gücünü
arttırarak saldırıya geçmek üzereyken benzer bir güçle donatılmış olan
robot harekete geçerek yabancı ırkı durdurur ve insanlığın uzaya açılma
yolunudaki bu engeli ortadan kaldırır. Yapay zekanın, özgür irade
kullanarak taraf tutmasını anlatan bu roman bu özelliğiyle gerçekten
dikkat çekiyor.

- 12 -
Maymunlar Gezegeni: Seyahat ettikleri uzay gemisinin zorlu bir iniş
yapmasıyla başlayan macera, geldikleri gezegenin maymunlar
tarafından yöntildiği gerçeğiyle karşılaşan kahramanlarımızı şok
etmiştir. Yaşadıkları birçok zorlumaceradan sonra indikleri gezegenin
dünya oduğunu öğrenmeleri ise bu şoku daha da artırmıştır. Roman
zekanın tanımlanmasındaki güçlüğü ele alıp oldukça ilginç bir tezi
işlemektedir. Maymunların insanları taklit ederek oluşturdukları toplum
ve insanların bu toplum içindeki zeka yoksunu varlıkları, günümüz
insanının da uygarlığını başka bir uygarlıktan taklit ederek aldığı savını
anıştırmaktadır. Yazar zekanın kırlıganlığı üzerinde durmakta ve buna
dayalı olarak kurduğumuz uygarlığımızın kolayca kaybolabileceğini
hatırlatmaktadır. İnsan uygarlığının üzerine onu taklt ederek maymunlar
tarafından kurulan uygarlık çok renkli bir biçimde betimlenmiştir. Bu
özellikleriyle Bilimkurgu okuru tarafından çok beğenilen bu romanın
fimleri de yapılmıştır. 1968 ile 1973 yılları arasında romana sdayalı 5 film
yapılmıştır. 2001 yılında ise ilk romana dayanan bir yeniden çevrim
gösterime girmiştir.

Kan Damarlarında Yolculuk: Ülkesinden kaçarak Amerika’ya


iltica eden bilim adamı, bir suikasta uğrayarak ağır biçimde
yaralanır. Beyindeki bir kan pıhtısı hayatını tehdit etmektedir. Yeni
geliştirilen bir küçültme aygıtı yardımıyla bilim adamının beynine
giderek bu kan pıhtısı yok edilecektir. Bir denizaltı ve mürettebatı
küçültülerek vücuda konur. Bu andan sonra yazarın bir iç uzay
olarak ortaya koyduğu insan vücudunu, damarlarda yolculuk
yaparak bize çok canlı ve güçlü betimlemelerle tanıtmasını
okuyoruz. Romanın akışı içinde vucudun çeşitli fonksiyonları
bunların çalışma biçimi ve etkileri etkileyici biçimde ve bir komplo
kurgusu içinde aktarılmakta. Kahramanlarımız çeşitli sabotaj
girişimleri ile başa çıkarak ameliyatı gerçekleştirir ve komplocuyu
da ortaya çıkararak roman sona erer. I. Asimov’un hem yazar hem
de bilimci yönlerinin net biçimde ortaya konduğu sürekleyici bir
biyoloji dersi akışındaki roman sinemacıların da oldukça ilgisini
çekmiş ve romana dayalı filmler yapılmıştır

Yaratılan Dünya: Bilinmeyenin gelişi, genetik, var olan uygarlığı


koruma çabası, çaresizlik ve buna bağlı olarak umutsuzluk, hala
umudu olanların savaşı. Tüm bunları bu kitabta ve olağanüstü bir
kurguyla bulabilirsiniz. P.K.D in kısa ama olağanüstü romanı bir yıl
sonrayı görebilen korkmuş bir yeteneği, bir başka dünyanın doğal
şartlarına uyabilecek genetik değiştirme yoluyla oluşturulmuş
insansıları ve tüm bu karmaşa içinde sıradan ve sıradan olmayan
insanların ilişkilerini anlatıyor. Uzaydan dünyaya düşen ne olduğu
tam anlaşılamayan cisimler tüm dünyayı paniğe sürüklemiştir.
Gizli servis paniğin yayılmasına engel olmaya çalışmakta ve bilim
adamları da geelcek dünyanın umudunu taşıyan projelerini
yaşama geçirmeye çalışmaktadırlar. Tüm bu karmaşa içinde
kahramanlarımız hem dünyayı hem de projeyi korumak için
ellerinden gelen her çabayı göstermektedirler. Ancak çabalr tam
bir başarıyla sona ermez bazı şeyler korunmuş bazılarıysa yok
olmuştur ancak insanlık için yeni bir gelecek yolu açık
tutulabilmiştir.
- 13 -
Fatem Alışveriş Merkezinde İndirim Günü
Rafet ARSLAN
Çok büyük bir fırsattı. Kalabalık, Çaktırmadan ardındaki kalabalığa bakıp, haince
hipermarketin önünü kapamıştı. Dışarıdaki sırıttı.
dondurucu soğuğa rağmen, kitlenin dağılmaya niyeti
yoktu. Hemen arabalardan birinin direksiyonuna
geçerek hızla reyonlara daldı. Rakip arabaların
Ahmet Kırçal, kalabalığa karışmasına muhalefetiyle hızı kesilince, önündeki kalabalığın
rağmen, daha içeri girmeyi başaran şanslı yurttaşlar duyabileceği bir sesle “girişe yeni konan %50 indirimli
arasına katılamamıştı. Sağ taraftaki yaşlı çiftin ürünleri gördünüz mü?” diye bağırdı. Bir grup insan
bulunduğu yönde zinciri kıracak küçük bir boşluk girişe doğru şiddetli bir hamle yaptı. “Yine başarılısın
olabileceğini düşünüp, yüklendi. Kıpırdatamamıştı. oğlum” diyerek kendinle gururlandı.Açtığı boşluktan
Yaşlı çift kol kola girip sağlam bir barikat seri hareketlerle ilerleyerek reyonlara ulaştı.
oluşturmuştu. Adamın, kalkan bastonundan
kurtulmak için süratle geri kaçtı. Yılbaşı indiriminden İndirim oranına göre, arabayı telaşla
faydalanma şansı azalan Ahmet, stresölçerine baktı. doldurmaya başladı. Az sonra önünde düğümlenen
İbre 92’yi gösteriyordu. Acilen yaratıcı bir yöntem kalabalığa yaklaşırken, sol taraftaki açıklıktan da et
geliştirmeliydi. %35’lere varan bu indirim şansını reyonunu görmeye çalıştı. Paket piliçlerden sadece
kaçıramazdı. ”Fatem İndirim Günleri” başlayalı bir tane kaldığını üzüntüyle gördü. Aynı anda hemen
gediklisi olmuştu. Her Türk girişimcisi gibi, yanı başındaki bir gencin de kalan pilici kestiğini
yaratıcılığıyla övünen Ahmet, alışveriş merkezinin farkına varıp, hırsla öne atıldı. Ahmet’ in atağını
aşağısındaki parka yöneldi. Bankların altlarını, gören genç de gaza bastı.Yarış başlamıştı.
ağaçların diplerini taradı. Az ilerdeki bir çöp
tenekesinde bulduğu, uzun tahta parçasıyla amaçsı Önündeki meşrubat rafına bir dirsek savuran
görünen çabası, bir anlama büründü. Oyununda Ahmet rakibinin önüne birkaç kutu düşürdü. Gencinin
gerekli olacak diğer unsurları hızla düşünüp, kesilen hızının verdiği güvenle, arabasının üstüne
harekete geçti. atlayıp direksiyona geçti. Zarif bir hareketle sola
kıvrılıp son pilici övünçle arabasına yerleştirdi. İşte
zafer!.. Büsküvi ve çikolata reyonlarına doğru dümen
kırdı. 8-10 gofret alıp çikolatalara yönelirken önünü iki
genç kız kapattı. Ortak olmalıydılar. Karşılıklı raflara
abanmışlardı. Yolu tıkayan kalçaları birbirine
sürttükçe keyfi alıyor gibiydiler. “İşte Wilma ve Betty”
diye düşündü. Ama onlarla kaybedecek vakti yoktu.
Arabayı iki bedenin ortasına sürdü. Birbirinden
ayırdığı kızların, ardından savurdukları küfürlere
gülerek elektronik malzeme bölümünü geldi. Buradan
da verimli bir alışveriş çıkardı.

Daha ulaşmadığı bölümler vardı. Ve


birçoğuna yetişmeden ürünler tükenecekti. İçini
basan sıkıntıyı atmak için “kendini toparla şu an da
elde ettiğin ganimet bile çok iyi” diye düşündü.

Reyon düzenini gösteren ekrana bakarak


indirimli diğer bölümleri hızla inceledi. İnsanları iterek
cola reyonuna yöneldi. Onunla beraber üç tüketici de
aynı yöne hamle yaptı. Rafta kalan üç büyük şişeyi
Alışveriş merkezinin önünde dizili uzun almaya çalışan bir adama “dur!” diye bağırdı.
kortejin ucuna dayandı. Kalabalık koltuk değnekli Şaşkınlaşan adamın bir anlık duraksamasından
yurttaşın geçişine yardımcı oldu. Sakat bir insana istifadeyle Ahmet ve diğer iki kişi rafa yumuldu, Üç
kolaylık göstermek milli ananelerimizdendi. Koltuk kararlı adam arasında, üç ekonomik boy cola için
değnekli adam “Allah razı olsun” dilekleriyle ağır ağır büyük bir mücadele başlamıştı. İteklemelerle süren
ilerleyerek kapıya yaklaştı. bu mücadele kısa sürede büyük bir savaşa dönüştü.
Sonunda birer şişe kaparak dağıldılar.
İçeri adımını atan Ahmet aceleyle koltuğunun
altındaki tahtayı atıp, sessiz bir zafer narası attı. Ahmet saatine baktı, mağaza önüne geleli
- 14 -
beş saat olmuştu. Acıktığını ve yorulduğunu hissetti. türlerden, bizlere benzeyen kanatlı bir takım canlılarla
Reyonlarda durarak hızını kesmiyor, elini raflara birlikte ben de içeri girdim. Görünüşe göre bu bina
daldırıp uygun malları arabaya atıyordu. dev yaratıklara ait bir mabet. Yaratıklar sunaklardaki
kutsal semboller önünde bir çeşit günah çıkarma
Artık rafların sonlarına gelmişti. Ufukta ayinine katılıyorlar. Ama itiş-kakış düzensiz bir ayin.
kasalar görünüyordu. Bulunduğu dahil tüm kasaların Bunun sebebi günahkar fazlalığına ve arınamama
önündeki yoğunluk çok fazlaydı. Çaresiz sırasını durumunda uğrayacakları gazabın korkusu olabilir.
bekleyecekti. Çeşitli boy ve şekillerdeki kutsal semboller büyük bir
olasılıkla işlenen suçun ölçüsüne göre düzenlenmiş.
Bir süre önce Şifre Alışveriş Merkezi Çoğunun üstünde suçla ilgili tövbe ve arınma duaları
açılışında benzer bir mahşeri kalabalığın ortasına olduğunu düşündüğüm sureler yazılı.
düşmüştü. Ödeme sırası için kurnazlık yapmaya
çalışan bir adama, genç bir kızın arasındaki çekici Önümde, kutsal sembollere ulaşmak için üç
fırlattığı aklına gelince kendine sabırlı olmayı telkin yaratık birbiriyle cebelleşiyor. Ve bunlardan ikisi
etti. ritüelin verdiği metafizik coşkuyla kendilerini yere
Az ilerde Wilma ve Betty’ nin de sırada attılar.
olduğunu görüp onlara doğru gülümsedi. Sıra
yavaşça ilerlerken daha önce bakmaya fırsat Günahkarların bağışlanmak içini olanca
bulamadığı stres ölçerine göz attı, 54 civarındaydı. güçleriyle tepinmelerine rağmen, batıl dinlerinin
Artık sakinleşmeye başladığı sırada önünde birkaç mantıksızlığı gözümden kaçmadı. Bu manzara
kişi kalmıştı. Az sonra dışarıdaydı. İyi bir alışverişin karşısında efendimiz yüce Kartok’ a şükredip
tatlı yorgunluğu içindeydi. Artık tek isteği biran önce gözyaşlarıyla dua etmek geçiyor içimden.
eve gitmekti. Bu gün yılbaşıydı. .............
Bir çocuk elindeki katlanmış dergiyle alacağı
cornflakes’ in üstüne tünemiş sineğe hamle yaptı.
GÖZLEMCİ Sinek yere düştü, çocuk yarım kalan işi kalın tabanlı
Merkeze Raporu: botuyla tamamladı.
Gezegenin merkezi bir bölgesindeyim. .............
Sınırlıda olsa akıllı yaşam belirtisi yüksek. Şu an Uzaklardaki bir alıcıya ulaşan kısa süreli
çevresinde büyük bir kalabalığın toplandığı devasa parazit yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. İndirim
bir yapıya yaklaşıyorum. Bu yaratıklar bizim beden devam ediyordu,
formumuzdan oldukça iri. Gezegende yaşayan diğer

YARIN ASLA!

Denizi çevreleyen sis,


Sisin içinde kuleler.
Tüm kurulanlar tek tek yıkılıyor,
Ele geçiriyor her şeyi entropi.

Sürekli kulağımı tırmalayan bir


cızırtı
Gelecek yok, yok gelecek,
yok………

Denizin etrafında sis,


Sisin içinde hücreler
Güzel bir düş kurmak istiyorum
Ama peşimi bırakmıyor
Cassandra kompleksi.
RAFET ARSLAN
Kay SAGE: (1898 - 1963) Sürrealist devrımın pek öne çıkmamış
"I have built an ivory tower of despair...
ressamlarındandır. Hitler faşizminin Avrupayı esir aldığı günlerde
I scream, I scream...
eşi Y. Tanguy ile Amerika’ya göç etmiştir. eserlerinde De Chrico’nun
In my ivory tower."
etkileri sezilebilen Sage diğer sürrealist ressamların aksine,
geleceğe yönelik bilimkurgu kavramı ile anılabilecek yapıtlar da -- Kay Sage, 1957
vermiştir.
- 15 -
eğer bize ulaşmak isterseniz her zaman
Sayfa 1 Kapak - Cahit ORPAK
bu adresi kullanabilirsiniz, hani eğer
isterseniz, olur a belki birşey dersiniz
filan....

bkzine@hotmail.com

Sayfa 2 Ağır yazımız Rafet’ ten

Sayfa 3 Murat’tan Polemiğe davet var

Sayfa 4-5-6 Gözde Genç ten mizahi bir öykü

Sayfa 7 Gerçek kabus örnekleri

Sayfa 8-9 Bazı küçük tefek haberler

Sayfa 10-11 Aranan siz olmayınca böyle


bir öykü çıkıyor işte

Sayfa 12-13 Altı kitabın tanıtımı

Sayfa 14-15 Tanıdık (?) alışveriş manzaralarından bir öykü

Ederi: 150 Ykrş Sayfa 16 Herzamanki gibi “ Bulunduğunuz Yer”

You might also like