You are on page 1of 2

Evrimsel psikologlara göre bilişsel kapasiteler belirli bir ortama adaptasyon içindir, bu yüzden

mantık yürütmenin sınırlarını ve gelişimini anlamak için evrildikleri ortamın kısıtlamalarını


incelememiz gerektiğini düşünürler. Fakat onlara göre bu evrimleştiğimiz ilk ortamla şimdiki
ortamımız arasında önemli farklılıklar vardır ve bu değişimlerin hızı bizim onlara adapte olma
hızımızı aşmıştır (genome lag hypothesis)
Onlara göre organ, işlevi yerine getirmek için vardır, yani mental kapasiteler algoritmiktir. Bu
işlevleri yürütebildiğimiz sürece bir bilgisayarın mı bunu yaptığı yoksa bir beynin mi yaptığı
önemsizdir. Yani organ farklı bir tane mekanizmayla değiştirilebilir. İşlevselciler organın
biyolojik formunun ne tür maddeden yapıldığının önemli olmadığını düşünürler. Önemli olan
girdiler (çevreden aldığımız bilgiler) ve çıktılardır (onları yorumlamamız). Bu yüzden sinir
sisteminin organizasyonu, beynin nöronlardan oluşması vs. önemli değildir, bunların hepsi
başka tür birimlerle değiştirilebilir. Önemli olan beynin işlevidir. Eğer böyleyse ve bizim
anatomimiz “necessary” bir faktör değilse, farkındalık ve öznel deneyim bir bilgisayarda da
açığa çıkabilir demektir. Herhangi algoritmik bir işlemci bilinçli olabilir.Aramızdaki fark
işlevselci görüşe göre açıklanamaz. Ayrıca bu görüşte duygular ve rasyonellik arasındaki
ilişki de açıklanamaz. Algoritmalarda sonuç zaten baştan bellidir, çünkü programın
kısıtlamaları ve ne girdinin ne sonuç vereceği zaten bellidir. Ama makaleye göre bizim evrim
sürecimiz teleolojik değildir, şartlara bağlıdır ve sonucu öngörülemez. Bizim algoritmamızın
dizaynı önceden verili değildir, o da şartlara göre değişmektedir, bu yüzden programımız çok
önceden belirlenmiş değildir, bizim çıktılarımız da aynı şekilde şans faktöründen
etkilenmektedir.
McGuire ve bu görüşü tutanlar nihai ve yaklaşık neden diye ayrıma giderler. Buna göre
yaklaşık nedenler zaten seçilmiş olan davranışların birbiriyle nasıl etkileştiğini ve deneyimin
nasıl şekillendiğini açıklamak için kullanılırken nihai nedenler uzak geçmiş ile ilgilenir. Nihai
nedenler tür bazında bazı davranışların evrimsel olarak neden seçildiğini ve diğerlerine
tercih edildiğini açıklar. Fakat yine bunları yaparken biyolojik kısıtlamaları göz önünde
bulundurmazlar. Oysa bu sınırlamalar ve şartlar bütün biyolojik süreçlerin temelinde yatar.
Onlara göre bu davranışların nasıl bir organda var olduğu önemsizdir (embodiment’ı
önemsemiyorlar yani).
—------------------- o ----------------------------- o —------------------ o —----------------------------
Evrimsel psikoloji ve psikiyatri, adaptasyonun Darwin’de doğal seçilimin zorunlu
prensiplerinden olmadığını unutmuşlardır. Adaptasyon bir bireyin daha fazla yavru vermesi
ile alakalı iken doğal seçilim daha çok kalıtsallıktan bahseder. Aynı zamanda bu kalıtsallık
içinde şans unsuru da bulunmaktadır, ve sonucunda daha adaptif özelliklere yol açabileceği
gibi na-adaptif özelliklerin de aktarılmasına yol açabilir. Bu şekilde düşününce kölelik savaş
gibi yıkıcı kolektif davranış örüntülerinin bizim için nasıl adaptif olduğunu açıklamaya
çalışmak yerine adaptif olmayabileceklerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Bu yıkıcı
özelliklere sahip olan insanlar gerçekten daha fazla yavru bırakırlar mı ya da ilk başta, bu
özellikler kalıtsal olarak aktarılabilir mi?
Bu özellikleri fitness ile açıklamaya çalışıyoruz çünkü insanın nasıl çevresini modifiye
ettiğinden bahsetmiyoruz. Oysa problemler çevreye içkin değildir, insanlar bu sorunları
yaratır ve daha sonrasında çözer. Bunu yaparken çevreyi de değiştirir, hatta çevreyi
kendilerine adaptif hale getirirler. Yani önce sosyal bir davranış şekli ortaya çıkabilir, ve
sonrasında çevre bunu destekleyebilir.
Aynı şekilde hastalıklar da adaptif olmak zorunda değillerdir. Burada psikiyatrik hastalıkların
adaptif olduğu görüşü iki varsayıma dayanır: ilkinde bu hastalığın evrimsel olup olmadığı
sorgulanmadan evrimsel olduğu varsayılır, geriye düşen bunun nasıl olduğu hakkında post
hoc bir analiz yapmaktır. Evrimselse bile her kalıtımla aktarılan özellik adaptif olacak
anlamına gelmez. Adaptif özellikler evrimle aktarılan özelliklerin bir alt kümesidir; bunun
zorunlu olarak varsayılması ise evrimin aktif bir süreç olduğunu öne sürer. Oysa Darwin
evrimin bir şeye karar vermediğinin, bir amacı olmadığının altını çizmiştir.
Buna karşılık, belki de atalarımızdan 20lik dişler gibi artık fitness’ımıza bir yarar sağlamayan
özellikler taşıyor olabiliriz. Metinde bunların davranışsal ya da mental olanlarından Fixed
Action Patterns (FAP) olarak bahsediyor. Bunlar Gardner’ın bilinçaltına atılmış ve türe ait,
daha önceki dönemlere ait olan davranış patternleri görüşü ile karşılaştırılıyor. Belirlenmiş
Aksiyon Örüntüleri (FAP)nin bireyin adaptibilitesini arttırmakla bir alakası yok, bir kere
bireyler arası bir değişiklik yok bunların ortaya çıkışında; tersine stereotipikler ve
stimulasyona bağlı olarak ortaya çıkıyorlar. Bu demektir ki depresyon gibi hastalıklar FAP
örneği ise, benim depresyonumun ortaya çıkışı ile iki nesil üstümün depresyonu
deneyimleme hali birbirine benzer, çünkü daha uzak geçmişte zaten bu örüntü sabitlendi, ve
adaptibiliteden ayrı bir şey olmaya başladı. Bu aynı zamanda şunu da gösterebilir (benim
naçizane görüşüm) popülasyondaki depresyon oranları nesiller arasında değişmiyor olabilir
(çevresel faktörleri dışladığımızda, ya da sosyal buhranları tabii ki) çünkü depresyonu olan
bireyler ne daha az ne de daha fazla ürüyor/adaptibiliteden bağımsız olarak, 20lik dişler
misali aktarılıyorlar.
—-------------------------- o —------------------------------ o —-------------- o —--------------------------
Önceleri afektif sistemlerin evrimsel olarak gelişiminin durduğu, limbik sistemin primatif
kaldığı ve kognitif kapasitelerin geliştiği düşünülmüş olsa da son araştırmalarda (Armstrong)
kültürün gelişimi için duygusal beyin sistemlerinin durması gerekmediği görülmüştür. Bu ikisi
beyinde birbirine dolanmıştır, yani kültür rasyonel değildir hatta daha iyisi rasyonel olan aynı
zamanda afektiftir de. Bunu açıklamak için beynin plastisitesinden örnekler veriliyor (Hebb
yasaları) ve “hard wired reflexes” olarak düşünülenlerin bile değişime açık olduğu
gösteriliyor. Yani evrimsel yasaların yanı sıra bir bireyin içinde de rapid oranda değişim
olabildiği ve bunların da iki stimülasyonun beraber enkode edilip edilmediğine bağlı olduğunu
anlıyorum ben. Bu da yine adaptif paradigmanın daha dışında, deneyime ve şansa bağlı
oluyor.

Aynı zamanda atalarımızın zamanında bile aslında çok primatif, otomatik ve tamamen doğa
yasalarına bağlı değiliz. Şarta bağlı değişkenlerle başa çıkma kapasitemiz her zaman var ve
illa nesiller arası bir değişimle gözükmek zorunda değil (kendi yaşam deneyimimiz içinde de
değişiyoruz). Kapalı, algoritmik bir yapımız yok, bir network tarafından işlenen bir bilgi onu
nelerin etkilediğine çok bağlı ve bunlardan bazılarının anatomik ve biyolojik kökenleri var
(sinaptik ve hücresel). Aynı nöral network birden fazla devrede işlev veriyor bu yüzden onları
anatomik olarak belli bir sonuca bağlamak da mümkün değil, kimyasal ve hormonal
konfigürasyonlar da önemli. Örnek olarak şizofrenik belirtileri olan hastalar ileriki zamanlarda
afektif patolojiler de gösterebiliyorlar, ya da afektif bir hastalık şizofreniye yol açabiliyor.
Burada hangi bileşenin adaptif olduğu ve altında ne gibi bir evrimsel neden olduğu
muğlaklaşıyor.
Sonuç olarak algoritmik anlayışın tersine, beyin yakın tarihteki olaylara ve koşullara göre
kendini yeniden şekillendirme kapasitesine sahip. Eğer algoritmik şekilde bilgi işlemcisi
olsaydık, algoritmamızın sınırları çok önceden belli olması gerekirdi ve belirli girdilerle belirli
çıktılar elde ederdik, bunun da değişmesi çok mümkün olmazdı. Ama 5. bölümde verdiği
deney örneklerinde nöronlar de-aktive edilince nasıl yakınındaki nöronlarda yeni bir
düzenlemeye gidildiği ve eksik işlevlerin paylaşıldığı anlatılıyor, aynı şekilde bu kısıtlama
kalkınca beyin eski haline de dönebiliyor. Bu da bizim çoktan belirli bir doğamız olmadığını
ama yeni deneyimlerle doğamızı yaratıp dönüştürebildiğimizi gösteriyor.

You might also like