You are on page 1of 1

Hasan Akkuş

Tanıdık Bir Simanın Yabancı Gözleri

Paslanmış menteşelerin cızırtılı sesini duymayalı bir hayli zaman olmuştu. Arabalar,
kaldırımlar, çimenlikler farklı yüzler ve daha nicesi. Uzun zaman olmuştu görmeyeli.
Ağır adımlarla elindeki bavulu peşinden sürükleyip yürümeye başladı adam. Elindeki
küçük bir kâğıda yazılı olan adrese taksiyle ulaştı. Her şey çok değişmişti, normal
karşılıyordu. Kapıya ulaşınca zile basmak istedi. Fakat kapının açık olduğunu fark edince
içeri doğru yürüdü. Harabe dört duvar arasında buldu kendini. Hiç kimse yoktu evde. Karısı,
çocukları hepsi gitmişti. Uzun süreli bir ayrılık olmalıydı ki, örümcekler ağlarını örmüş,
kuşlar yuvalarını yapıp tekrar yıkmış, fareler kendi hâllerinde bir dolambaç oluşturmuşlardı,
duvarlar arasında. Şaşkın ve üzgün bir yüz ifadesiyle evini boş gözlerle süzmeye devam etti.
Bir an gözü duvarda hâlâ asılı olan tüfeğine takıldı. Geçmişi, beyin hücrelerini kemiriyordu;
geçmiş daha tam anlamıyla geçmemiş, kapı gibi yüzüne çarpıyordu. Uğruna, bir heves, bir
şaka, bir hiç uğruna hayatının en güzel yıllarını dört duvar arasında geçirmişti. Mazi birden
canlandı gözlerinde, dalıp gitti olduğu yerde...
Takvimler gençliğini, yollar seçeneklerini, güneş en görkemli ışığını, yıldızlar
parlaklığını, mevsimler güzelliğini ve yarınlar pişmanlığı gösteriyordu. Saatler akreple
yelkovanın birbirini tamamladığı, tabiattın suskunluğa gömüldüğü bir şafak vakti idi. Adam
yorgun bir şekilde eve girdi, hızlı adımlar atarak odasına yönelip dinlenmeye başladı. Ellerini
yıkamayı unutmuş, uyuyakalmıştı yatağında. Birden sıçradı uyuduğu yerden ve derin derin
nefes almaya başladı. Yatağının bir köşesinde onu izleyen küçük çocuğunu fark etmedi
öncesinde...
Ayağa kalkıp duvarda asılı olan, yeni aldığı tüfeğini yağlama düşüncesine girdi.
Tüfeğini söküp, yağladıktan sonra şarjörünü doldurup nişan almaya başladı. Çocuğu masum
bir şekilde babasını izliyordu. Adam tüfeğini bir an çocuğuna doğrultu. Kurma kolunu hızlı
bir şekilde çekti; çocuk, korku dolu bakışlarla kalakaldı olduğu yerde. Adamın niyeti
şakalaşmaktı. Yan odadan eşinin ve diğer çocuklarının sesi geliyordu. Elini tetiğe götürdü ve
bir anda tetiği çekti...
Evdeki sesleri büyük bir sessizlik almış, son duyulan ses bir “ah” olmuştu. O günden
sonra adam bir daha hiç yıldızları seyredip, güneşi görmedi.
Her şey tam olarak burada sona ermişti. Aslında o gün orada iki tane hayat sona
ermişti. Biri fiziksel, biri ruhsal... Bir tarafta daha çocukluğunu yaşayamamış bir beden, bir
tarafta kirli ellerini kendinden bile saklamaya çalışan bir adam.
Faili meçhul bir cinayet, gayrimeşru bir hatayla sonuçlanıyordu.
Sonra devam etti adam yürümeye. Hemen tüfeğin yanında asılı duran, eski ve
çiziklerle dolu aynayla karşı karşıya geldi. Aynanın bir köşesinde duran gençlik fotoğrafı ile
dağılmıştı.
Bir karede simsiyah olan saçlarını görürken, bir karede siyahtan eser kalmamıştı.
Siyahın yerini ak,
Sevginin yerini kan,
Affedilmenin yerini intikam,
Umutların yerini intihar almıştı.
Kitap raflarının yerini tüfekler, renkli kalemlerin yerini mermiler, sevginin yerini
nefret ve sadakatin yerini ihanet alıyordu.
Adam gözlerini alamıyordu aynadan, bir ses duyuluyordu uzaktan, bir çocuk
doğuyordu meraklı gözler arasından, bir adam ölüyordu kimseye hissettirmeyip,
kıpırdamadan…

You might also like