You are on page 1of 2

Nurgül Bektaş Yakın

Tüfeği Omzunda Kadınlar

Göğüs göğse çarpışmaya alışık insanlar tüfekle karşılaşınca eski mert günlerini
özleyerek “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” diye söylemişlerdir herhalde. İnsanoğlu nefis
mücadelesine düştüğü günden beri, birbirini acımasızca uzaktan, arkadan, kalleşçe vurmuyor
mu? Tüfeğin icadından çok önceleri Roma imparatoru Sezar ne demişti şaşkınlıkla en
güvendiği adamına: “Sen de mi Brütüs?” Mertliğin bozulması Habil ile Kabil’in kavgasına
dayanır vesselam…
Dışarıda çamaşır yıkayan eşini kapı aralığından vurup “Tüfeğimi temizlerken
yanlışlıkla vurdum.” diyen eşleri ya da “Al şu tüfeği, namusunu temizle!” diyen adamları
görmedik mi? Veyahut pompalı tüfek vahşeti diye kaç haber okuduk. Ne hikmetse hep
tüfekler temizlenirken eşler vurulur, tüfek temizlerken anasını babasını vuranı pek görmedik
ya, neyse…
Dil yarası, gönül yarası açanlar öldürmüyor mu bizi? Ya sevdiklerimizin açtığı
yaralar? Her neyse, ben sizlere üç Anadolu kadınının gizli kalmış kahramanlık öyküsünü
kısaca anlatmak istiyorum. Kahramanlık deyince, savaş kahramanı sandınız değil mi? Bana
göre, var olma mücadelesi veren her kadın kahramandır. Onları anlatmadan geçmem büyük
haksızlık olurdu.
İnsaf, namı diğer İzzem… Annemin babaannesi… Yirmi yaşında genç ve güzel bir
gelin… Saçları topuklarında, bizim buraların deyimiyle “karayağız keklik” gibi genç bir
kadın. Kocası Kurtuluş Savaşı’nda şehit olunca, iki oğluyla baş başa kalmış. Dağ köyünde
yaşıyorlarmış. O zamanlar genç yaşta kocası ölen ya da boşanan kadınlar, aile büyükleri
tarafından, istemese bile laf söz olmasın diye evlendirilirmiş. İzzem evlenmemiş. İki oğluna
babasız olduklarını hissettirmemek için tüfek omzunda tarla sürmüş, ekin biçmiş, hayvan
beslemiş. Kapısının önünden kimse destursuz geçemezmiş.
Oğulları büyüyünceye kadar, misafirlerine koçu kendisi keser, yüzer, pişirir, ikram
edermiş. Zamanla köylüler alışmış, onun bir kadın olduğunu fark etmemeye başlamışlar.
Hakkında hiç dedikodu çıkmamış. “Şehit karısı” kimliğini, yiğitliği ve gözü karalığıyla
pekiştirmiş. Oğullarını vakitlice evlendirmiş. Hem köyünün hem de ailesinin akıl danışılan
kişilerinden olmuş. Büyük oğlu, Hasan emmimiz ölünce, onun karısına ve çocuklarına da
bakmış.
Yüz yıl yaşamış İzzem…
Altı yaşındaydım İzzem’i kaybettiğimizde... Dedemin köydeki evinin yanında post
üzerinde otururdu. Cebinde, “kınalı şeker” dediğimiz şekerlerden olurdu. O şekerlerden
alabilmek ve hatıralarını dinleyebilmek için ne iş buyursa yapardık. Ailenin koca çınarıydı.
Omzundan hiç çıkarmadığı tüfeğini, odasının başköşesinde duvarda asılı bırakarak sessizce
gitti. Aklımda kalan resmi; koyu renk kıyafetleri, yüz yaşına rağmen yemenisinin altında
upuzun, yere kadar uzanan ak saçları, duvarda asılı tüfeği ve dedemin, üzerinde ölene kadar
namaz kıldığı postu, o öldükten sonra hiç yemediğim kınalı şekerler… İzzem’den bize miras
kalan ise gurur duyduğumuz bir nine modeli, sandığında sakladığı örgülü saçları, şimşir
tarağı, bir post ve bir tüfekti. Az kalsın unutuyordum. Şeker gibi bir de dede bırakmıştı.
Emine; anneannem... Hani “Gelin, kaynana toprağı olur” denir ya; işte o cinsten.
İzzem’in yerini aratmayan gelini... Belki de kaynanasının gözü pekliği, ebeme sirayet etmişti.
Ebem, babasının tek kızıymış. Annesi ölünce, babası yeniden evlenmiş. İki kardeşi olmuş.
Abdurrahman ve Osman… Eskiden kızlar erken evlendirildiği için mi yoksa üvey anne
olduğu için mi bilemiyorum ama ebem erken evlendirilmiş. İzzem’in gelini olmuş. Kısa bir
süre sonra babası evin eyvanında, dayılarımız Abdurrahman ve Osman’la uyurken, iki
evladının yanında Muhittin dedemizi vurmuşlar. Hani şu mertliği bozan tüfekle…
Ebemin evli olduğu köyle babasının köyü bitişik köylerdi. Düşmanlarının kim
olduğunu bulamamışlar. Her gece yaz kış demeden bir köyden diğerine gider, üvey annesini
ve kardeşlerini korumak için babasının evinin karşısında kapıyı görecek şekilde mevzilenir,
sabaha kadar gözünü kırpmadan tüfekle nöbet tutarmış. Uzun yıllar bu böyle devam etmiş. Ne
dedem, ne de İzzem bu duruma müdahale etmemişler. Çünkü ebemin kardeş sevgisi tarif
edilebilecek türden bir sevgi değildi. Onlar da anlamış olacaklar ki, yardımcı olmuşlar.
Dayılarımız ergenlik dönemine gelince, düşman bulma arayışına girmesinler diye şehre
göçmüşler.
Ebemin kardeş sevgisi bununla da kalmamış. Kardeşi, Abdurrahman dayımız
Karaköse’de (Ağrı) askerlik yaparken, kardeşim karda kışta nöbet tutuyor diye kendisi de
soğukta dışarı işlerini yaparmış. İşinin olmadığı zamanlarda da nöbet tutarmış.
Ebemin de tüfekle haşır neşirliği ölene kadar sürdü. Tabi dedemi tüfekle
korkutmalarını size anlatmıyorum bile…
Ayşe, babaannem... Sarışın, uzun boylu, köyünün parmakla gösterilen geliniymiş.
Dedem, onu çeşme başında görmüş. Evli mi bekâr mı diye sormadan ve fikrini almadan atının
terkisine atarak kaçırmış. Akşamüzeriymiş. Köye gelinceye kadar gece yarısı olmuş.
Karanlıkta dedemin yüzünü görememiş. Ertesi gün babaannem, dedemi tanımadığı için
odasına girdi diye tüfek çekmiş. Dedem “Ben seni kaçırdım!” deyince tanışmışlar. Her neyse,
bir anlık acizlikle kaçırılmış babaannem.
Dedem, keskin hatları olan esmer, gözleri mavi, yaşı geçkin bir adammış. Babaannem
istemese de kaderine razı gelmiş. Tabi kaçıran “Komolar” olunca kimse korkusundan bir şey
diyememiş. Kocasının yaşı geçkin olduğu için yüzüne ocak karası sürermiş, kimse
heveslenmesin, bakmasın diye kendince tedbir alırmış. İki kızı, altı oğlu olmuş. Çocukları
küçükken dedemi kaybetmiş. Yirmi beş ile dokuz yaş arası sekiz çocukla bir başına kalmış.
Ekin tarlalarını, pancar tarlalarını zarar gelmesin diye gece gündüz beklerdi.
Mezarlık yanında bir tarlamız, tarlanın tam ortasında kocaman bir armut ağacımız
vardı. Armut ağacının yayvan dallarının arasını hayme yapmıştı. Yatağı üzerinde serili
dururdu. Gece gider, orada beklerdi. İnsanlar, tarlanın yanından geçerken seslenirlerdi;
babaannem oradaysa mezarlıktan korkmazlardı. Bazen sırf kötü niyetli insanları korkutmak ve
ben buradayım mesajı vermek için seslenir ya da havaya iki el ateş ederdi. Emmilerim de pek
akıllı uslu sayılmazlardı. Halalarımın eşleri de pek tekin değillerdi. Kadıncağız ne yapsın,
korkutarak gününü geçiriyordu. Hani şu mertliği bozan tüfekle…
Aklı başında bir anne baba asla kızını aciz yetiştirmez. Her zaman hayata karşı
hazırlıklı ve tetikte olmayı öğretir. Belki duvarda asılı tüfeklerimiz yok ama biz o yiğit
kadınların torunlarıyız.
Hayatımızda keskin izleri olan bu üç muhteşem kadını rahmet ve minnetle anıyorum.
Ha… Bir de unutmadan söyleyeyim; tüfeklerinizi kadınlardan ve çocuklardan uzakta
temizleyin ve yağlayın!

You might also like