Professional Documents
Culture Documents
ETİKTE NESNELLİK VE ÖZNELLİK TARTIŞMASI DR Tez
ETİKTE NESNELLİK VE ÖZNELLİK TARTIŞMASI DR Tez
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE (SİSTEMATİK FELSEFE VE MANTIK)
ANABİLİM DALI
Doktora Tezi
Berfin KART
Tez DanıĢmanı
Ankara-2013
i
Babama…
ii
TEŞEKKÜR
Uzun ve zorlu bir süreci geride bırakırken hayatın renklerini gökkuĢağı misali yansıtan
olaylardan bir demet kaldı elimde… Ardıma dönüp baktığımda gördüklerim ve gelecekte
anımsayacaklarımın oluĢturduğu bu rengârenk zaman dilimine varlığıyla ve yokluğuyla
renk katan özel ve değerli insanlara tüm içtenliğimle teĢekkürlerimi sunmak isterim.
ÖZET
olduğu ele alınmaya çalıĢılacaktır. Söz konusu tartıĢmanın merkezinde yer alan
ikilem, tartıĢmanın ana savları ile uzlaĢan ya da çatıĢan temel kuramlar ortaya
sorusuna yanıtı içeren ontolojik bir sorun; “moral olguları nasıl biliyoruz?” sorusuna
ortaya koymaya çalıĢan belli baĢlı Eskiçağ düĢünürlerinin bilgi, varlık ve etik
görüĢlerine birbirleriyle olan bağlantısı göz önünde tutularak yer verilmiĢtir. Böylece
çalıĢılmıĢtır. Bilginin kesinliği, doğruluğu ile varlık türleri ve varlık tarzları iliĢkisi
gösterilmeye çalıĢılmıĢtır.
olan sıkı bağına, ayrıca etikte “nesnellik”ten söz edebilmenin yeni ölçütü olarak ileri
göreciliği ve onun türleri olarak kabul edilen normatif görecilik ve metaetik görecilik
Sonuç olarak, günümüz etik düĢüncesinde etikte nesnellik öznellik sorunun, doğal ve
ahlaksal olgular arasındaki ontolojik farkları görmekle, yani etik olguları doğal
öznel olduğu iddia edilen Ģeylerin aynı Ģeyler olmadığının, bu ayrımlar yapıldığında
getirilmektedir.
ABSTRACT
This thesis studies the problem of objectivity and subjectivity in ethics within the
context of main questions which should be answered. This thesis focuses on the
dilemma of objectivity which lies in the center of this discussion and the claims of
main theories which argue for objectivity or subjectivity in ethics. The problem of
problem. This is an ontological problem, because it looks to the question that “Do
moral facts really exist?” and also an epistemological problem because it looks to the
question that “How do we know moral facts?” and also it is a motivational problem
because of moral beliefs seem to be necessarily motivating for our moral actions.
These problems are tackled from the Ancient philosophy to the contemporary
The first chapter is about the ontological and epistemological attitudes in Ancient
a broad sense. In this way, it explains the ground of the problem in the history of
philosophy by showing the relations of the truth of knowledge with the forms of
beings in ethics.
The second chapter of this study deals with the concept of “objectivity” and its strict
relation with moral realism and also it tries to employ a new objectivity criterion in
ethics which may be called “objective utilitarianism”. In the third chapter of this
vi
study it is dealt with the concept of “subjectivity”” in ethics and its relation with
moral relativism and its different forms like normative moral relativism, metaethical
Finally, it is argued that the problem of objectivity and subjectivity in ethics may be
revealed by identifying moral facts as are unfamiliar with physical facts which are
facts may make possible to contend that the questions about objectivity subjectivity
Subjectivity.
vii
İÇİNDEKİLER
ADAMA........................................................................................................................ i
TEġEKKÜR ................................................................................................................. ii
ÖZET.......................................................................................................................iii-iv
II. 3. Etikte Nesnellik Ġçin Yeni Bir Ölçüt: Nesnel Faydacılık ........................ 104-105
GİRİŞ
etmektedir. Söz konusu sorunun, yalnızca epistemolojik temele iliĢkin yanıtsız kalan
alınmasında fayda görmektedir: (1)“Etik bilgi ya da etikte bilgi diye bir şey var
mıdır?” (2) “Etik olgular var mıdır?”(Rachels, 1998: 2-3). Etikte nesnellik-öznellik
temel soru üzerinde odaklanır: Bunlardan ilki, “Ahlak olguları gerçekten var mıdır?”
sorusu etrafında dönen ontolojik sorundur. Bu soruyla ilgisinde, yanıt bekleyen ikinci
temel sorun “Ahlak olguları söz konusu olduğunda da benzer biçimde „iyi‟ ya da
güdülemek için gerekli gibi görünmesinden kaynaklanan, ahlaksal inanç ile ahlaksal
güdü arasında ne türden bir içsel bağ olduğu, ahlaksal inançlar ile olgusal inançlar
arasında ne türden bir iliĢki olduğu üzerinde durmaktadır (Rachels, 1998: 2-3).
Felsefede bilgi, felsefe tarihi boyunca tartıĢılagelen ana sorunlardan biri olmuĢtur.
Bilginin ne olduğu, kesin ve/veya doğru bilginin, etikte bilginin olanaklı olup
dair ortaya konulan temel kabuller, hem epistemolojinin hem de etik ve ontoloji gibi
Yüzyılda Husserl‟in felsefeyi kesin bir bilim olarak kurma çabasında olduğu gibi
türden sorunlar yer almıĢ, özellikle etiğin epistemolojik temellerine iliĢkin sorularla
karĢı karĢıya kalınmıĢtır. Etiğin epistemolojik temellerine iliĢkin “Etik bilgi mümkün
doğru olduklarını göstermeye yarayacak bir ölçüt var mıdır?” gibi sorular etikteki
Nesnesi insanlar arası iliĢkilerdeki eylemler olan, “eylem” kavramından çok eylemin
nesnesi izin verdiği ölçüde de bilgi ortaya koymak istemektedir. Etik, insanın yapıp-
Antikçağ‟dan günümüze dek gelen „iyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟ gibi kavramları da
bakımından birbirleriyle kimi zaman uzlaĢan kimi zaman ise birbirine ters düĢen yeni
yeni soruların ortaya çıkmasına neden olduğu düĢünülmektedir. Bunun sonucu olarak
Filozofların karĢı karĢıya kaldığı etikteki farklı türden epistemoloji temelli sorunlar,
baĢta dile getirdiğimiz “Etik olgular var mıdır?”, “Etik bilgi diye bir Ģey var mıdır?”
normatif etik-meta etik arasında kesin bir sınır çizmek isteyen “normatiflik ikilemi”;
dünyada etik fenomenlerin ya da etik olguların var olduğuna ve doğal ile moral
farklılığını öne çıkaran “nesnellik ikilemi”; son olarak da, moral bir yargının
doğruluğu ya da yanlıĢlığından söz etmeyi mümkün kılan bir yetinin olup olmadığına
Öte yandan bilgi türlerini belirleyen Ģeyin bilgiye konu olan nesnenin varlıksal
söylenebilir. Esasında bilginin hep bir şeye iliĢkin olduğu, düĢünülürse, Analitik
ölçütüne iliĢkin sorunları ele alırken bunu göz ardı ederek epistemoloji yapmalarının,
olarak bilgi sorununa verilen yanıtlar, etiğe iliĢkin sorular için de yol gösterici
olacaktır. Bir felsefe disiplini olarak etikten söz edilebiliyorsa, etik bilginin mümkün
olabilirliğinden de söz edilebilmelidir. Felsefi bilgi diye bir Ģey varsa, etik bilgi de
ortaya koyabilen, bu bilgiyi de etik fenomenler olarak etik sorunları nesne edinerek
Sakson düĢünürleri arasında bir uzlaĢmadan söz edilebilir. Bunun bir sonucu olarak
giriĢmiĢlerdir. “Bir kısım felsefeciler, etiğin bilgisel olmadığını, felsefenin içinde yer
bir etik kurmaya çalıĢmıĢlar (çünkü etiğin, felsefenin bir alanı olması –ya da kalması-
noktası kabul eden bir etik kurmaya giriĢmiĢlerdir”1 (Tepe, 1992: 2).
Etiğin nesnelliğine duyulan Ģüphenin artıĢına paralel bir artıĢ doğa bilimlerinin
eleĢtirenlere göre, hiç Ģüphesiz ki nesnel olan doğa bilimleridir. Fizik nesneler, bizim
dediklerimiz, fizik nesneler gibi dünyanın bir parçası değildir. Baktığımızda onları
görebilir, gösterebilir miyiz? Bir dinozorun kalıntısından onun varlığına, daha önceki
ölçebilir; kansere yakalanma nedeninin sigara olduğunu test edip, sınayarak bilebilir
kadar mümkündür?
1
Bu düĢünürlerden kimilerine göre, etik önermelerin doğrulanıp yanlıĢlanabilecek
Doğa bilimlerine duyulan sonsuz güvene karĢılık, etik öznelciler, etik ilkelerin,
„yanlıĢ‟, „değerli‟, „değersiz‟ gibi kavramlar ve bunlara dair yargılar -etik alandaki
mümkün değildir. Bu nedenle, etikte genel geçerlikten söz etmeyi sağlayacak bir
ölçüt, akla dayalı bir yöntem de olamayacaktır. Bununla birlikte etiğin, deneysel bir
üzerinde uzlaĢılabilir olgulara dayanması nedeniyle, etikten daha çok kabul gördüğü
geliĢtirerek öznelci bakıĢa karĢı çıkarlar. Bir eylemi –bir cinayet eylemini-
incelediğimizde, gördüğümüz Ģey yalnızca bıçaklı bir adam, bıçağı saplayan bir
adam, düĢen bir kurban, kanın akması ve sonrasında da cansız bir bedendir. Bu
ahlaksal durumu doğrudan bir olguya iĢaret etmeyip yalnızca bir sözcüğe iĢaret ettiği
kendini gösteren olgu ve değer ayrımı görüĢü buna karĢı çıksa da, değerlerin, iyi,
edilebilir. Dünyada etik fenomenler -etik olgular- vardır. Aristoteles ve Kant‟ın etik
2006: 4). Ġnsanın bilme yetisi, aklı, moral olguları da tıpkı diğer olgular gibi
verdiğimizi, tercih ettiğimizi görürüz. Bu, yaĢamda her insan için kaçınılmaz olandır.
Çünkü insan, eyleyen, karar veren, tercihte bulunan, yapıp eden bir varlıktır. Ġnsanın
yaĢam alanı, bizim etik insanın yapısal özelliklerini bulduğumuz yerdir. YaĢanan etik
arka planını oluĢturan epistemolojik ve ontolojik görüĢler ele alınacaktır. Sorunun art
9
verebilmek için, etik öznelcilik tartıĢması baĢlığı altında öznellikle neyin kastedildiği
ortaya konulduktan sonra; nesnel değerlerin olmadığını açıkça ifade eden John Leslie
vermeye çalıĢan David Owen Brink‟in görüĢleri ele alınarak sorun tartıĢmaya
açılmaktadır. TartıĢmanın her iki yanının görüĢlerinin ortaya konularak bir sonuca
BÖLÜM I
önemli payı olduğunu söylemek mümkündür. Söz konusu tartıĢmada adı geçen
düĢünürlerden bir olan Rachels‟in “Etik bilgi ya da etikte bilgi diye bir şey var
mıdır?”ve “Etik olgular var mıdır?” (Rachels, 1998: 2-3) sorularından ilki
epistemolojik, ikincisi ise ontolojik bir problemin varlığına açıkça iĢaret etmektedir.
önemlidir.
11
söylenen Platon‟un bilgi görüĢü, “moral olguları nasıl biliyoruz?” sorusuna bir yanıt
gerçekten var mıdır?” sorusuna yanıt verebilmek içinse, Aristoteles‟in varlık ve etik
günümüze kadar olan süreçte filozoflar üzerinde oldukça etkili olan ve ontolojinin
ele almaktadır. Ġnsanın bilgiyle bağını varlıksal yönden ele alan Aristoteles, yalnızca
kalmayıp, aynı zamanda söz konusu moral olguları kavrayan bir yetinin varlığını da
hiç olanaklı mıdır?” (Kant, 1995b: 21), “Sentetik a priori bilgiler nasıl olanaklıdır?”
tartıĢması bağlamında, “Etik bilgi olanaklı mıdır?” ve “Nesnel bir etikten söz etmek
nasıl olanaklıdır?” sorularına yanıt vermede yardımcı olabileceği düĢünülen bir baĢka
önemli düĢünürdür. Üçünde de ortak olan akıl temelli ve bilgiyle içeriklendirilmiĢ bir
etik anlayıĢı ve var olanlara da bakarak bir bilgi kuramı ortaya koymalarıdır.
12
“Varolanları nasıl biliyoruz?” sorusuna yanıt arayan Platon'un yanıtı, aynı zamanda
sorusuna da dolaylı bir yanıttır. Platon, bilginin kesinliği ve bilgi nesnesinin ontik
(kavrananlar) olmak üzere iki alana ayırmakla iĢaret eder. Böylelikle, hem iki varlık
alanı hem de iki bilgi türü arasındaki bağıda açıkça göstermektedir: duyulur ve
dayanarak farklı bilgi türleri ve bilme yollarının bulunduğunu ileri süren Platon, etik
2
Adına “doğurtma yöntemi” (maieutike) denilen yöntemle, Menon diyalogunda köle
nasıl ki bir geometri sorusunu uygun soruları sorarak çözebiliyorsa, benzer biçimde
olduklarının bilgisinin aynı yolla ortaya konulması mümkündür. Ġyi, kötü, güzel,
çirkin, ölçülü, cesur dediklerimizin bilgisine, erdemlere iliĢkin bilgiyi ortaya koymak
kavrama geçip yeniden bir kavrama varan, dialektikle elde edilen ideaların bilgisi en
açık olandır (Platon, 1999: 180-181 510b; 511 a-e). Platon‟un varlığı bütün aydınlığı
Dialektik yürüyüĢle edinilen ideaların bilgisine en yakın bilgi türü ise bilimlerin
bilgisidir ve bu bilgi yalnızca bir “çıkarıştır” (Platon, 1999: 182 511 e). Bilimler,
gerçek varlığın yalnızca bir yanını yakalarlar. Oysaki dialektik bilimlerin doruğu,
tacıdır (Platon, 1999: 201 534e). Tek tek Ģeylerin özünü -tek Ģeyde ideayı- görmek,
gerçek varlıkla ilintilerini geniĢ bir görüĢle kavramak ancak böylesi bir yolu
geçmektedir. Mağara mitosunda en son adımda güneĢi görüp, onun her Ģeyin kaynağı
gibi bir dialektik yürüyüĢü tamamladığında tek tek Ģeylerin neliğini ve bütünü
bilebilecektir (Kuçuradi, 1997: 104). „Ġyi‟, „kötü‟, „güzel‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟, „değerli‟,
felsefi bilgi metafizik bir bilgidir. DüĢünüĢle, dialektik yürüyüĢün sonunda edinilen
elindedir.
etik bilgi diye bir Ģeyin varlığından söz etmenin nasıl mümkün olabileceğine iĢaret
etmektedir. Bilgiyle doğrudan bağlantılı olan „erdem‟ kavramının neliğine iliĢkin bir
yoksa değil midir?” “Güzel diye bir Ģey var mıdır?” “Ġyi diye bir Ģey var mıdır?” “Ġyi
nesnelere iliĢkin bir bilgi değildir; erdemler ve etik değerlerde vardır ve bilinebilir.
15
Söz konusu tartıĢmanın ontolojik yanını oluĢturan “Etik olgular gerçekten var
önemlidir. Felsefede “ontolojik bakıĢ” ile ilgili tartıĢmalarda günümüze kadar olan
bakarak bilgi ayrımı yapmakla Platon‟dan farklı bir yol izleyen Aristoteles‟e göre de
bilgi bir erdemdir. Bir erdem olan bilgi (episteme), ancak hakkında olduğu nesnenin
izin verdiği ölçüde kesinlik taĢıyabilecektir. Bilginin kesinliğini aramak söz konusu
olduğunda, her bir alanda ancak konunun doğal yapısı izin verdiği ölçüde kesinlik
“Kesinliği her şeyde aynı şekilde aramamak, her bir şeyde konu
Tüm varolanların aynı varlıksal yapıya sahip olamayacağını ileri süren Aristoteles,
tarzından söz edilebilir3. Birbirinden farklı bu üç varlık tarzının ele aldıkları ilke ve
bulunanda- olan, insan eylemleriyle oluĢmuĢ bir alandır. Pratik bilimlerin konusu
1140b8). Eylemde aklın yaptığı bir tercih söz konusudur. Siyaset, etik, retorik,
3
Bunlardan dynamei, olanak halinde varolanlara iliĢkin varolma tarzıdır ve
Aristoteles‟e göre madde (hyle) olanak halinde vardır. Amacını kendinde taĢıyarak
varolanlara iliĢkin olan varolma tarzı ise entelekheia olup (örneğin idealar ya da bir
Ģeyin neliği anlamındaki eidoslar), ouisanın ikinci anlamıyla iliĢkilidir. Son olarak,
varolanlar hem maddeye (hyle) hem de forma (eidos) sahip olanlar, yani teklerdir.
Maddenin (hyle) formuna (eidos) sahip olmasıyla gerçekleĢen oluş süreci sonundaki
her tek, yani her nesne bir synolon, birto de ti‟dir, proteousia‟dır (ilk olandır, önce
üstteki bilimdir. Bu en üst pratik bilim ise siyasettir, çünkü diğer bilimlerce
amaçlarına ulaĢmak için izlenir4. Amacı hakikat olan, konularının doğasına göre
varlık ve varlık tarzlarının farklılığına bağlı olarak üçe ayrılır: devinimin, değiĢimin
ilkesini kendi içinde taĢıyan (duyulur ousialar) ve maddeden ayrı baĢına varolabilen
olan, ancak maddeden ayrı baĢına da varolabilen nesneleri konu edinen Felsefe
theoretik bilimlerdendir.
4
Aristoteles, ilk ilkeleri, nedenleri ele alan bu bilime Metafizik diyecektir. Theoretik
pratik bilimlerde ise yapmaktır. „Ġnsansal iyi‟yi gerçekleĢtirmek için en uygun bilim
Bilgelik, ilk ilkelerin, nedenlerin bilimidir (Aristototeles, 1996a: 1059 a18). Bilmek
ilk ilkeleri, nedenleri bilmektir. Asıl anlamda bilgi de ilk ilke ve nedenlerin bilgisidir.
bakımından özel nesneler değildir, bu özel nesnelerden her birinin bir varlık olması
Aristoteles‟in pratik ve teorik bilimler sınıflamasının nesnel bir etikten söz etmenin
ise etik olguların varlığına iliĢkin sorunun yanıtını verebilmek için önemli bir
taĢıyarak varolan, varlık tarzı entelekheia olan eidoslar tek tek Ģeylere yüklenebilir
anlamında (birincil) ousia olarak varolduğunu dile getirmekle “etik olgular var
huy erdemin eidosu, düĢünce ve karakter erdemleri ise erdemin eidosları olacaktır.
Huy, “yalnızca sağ akla uygun değil, aynı zamanda sağ akılla birlikte giden bir huy”
olan erdemin eidosudur. Hiçbiri bizde doğa vergisi olarak bulunmayıp (Aristoteles,
1998a: 1103a 20), alıĢkanlığa bağlı olarak oluĢan, “uygun Ģartlar bir araya geldiğinde
5
Aristoteles erdemi, Nikomakhos‟a Etik‟te, “tercihlere iliĢkin bir huy: akıl tarafından
ve aklı baĢında insanın belirleyeceğiyle belirlenen, bizle ilgili olarak orta olanda
bulunma huyu” (Aristoteles, 1998a:1106b 37), birisi aĢırılık diğeri ise eksiklik olmak
üzere iki kötülüğün ortası olarak tanımlar. “Sağ akılla birlikte gelen bir huydur
erdem” (Aristoteles, 1998a:1244b 27). Cesur olma, adil olma, ölçülü olma ya da
doğru yargılama, bilge olma olanağı her tek kiĢinin kendinde taĢınmakta olup,
2001: 17) olarak adil, ölçülü, cömert, cesur olma gibi karakter erdemleri -ya da etik
erdemler- ile daha çok eğitimle oluĢan ve geliĢen, bu nedenle de deneyim ve zaman
(phronesis) gibi düĢünce erdemleri de tek tek kiĢilere yüklenebilen, övülen bir huy
göre, bedenin değil, ruhun erdemi olan insansal dediğimiz erdem (Aristoteles,1998a:
21 1102a 15), ruhun akıldan pay alan yanına iliĢkindir6. Biri, ilkeleri baĢka türlü
6
Aristoteles, ruhu akıl sahibi ve akıldan yoksun yan olmak üzere ikiye ayırır. Bu
yanlardan, akıldan yoksun yan bitkisel yan ve iĢtah duyan yan olarak ayrılır. Bitkisel
yanın iĢlevi beslenme ve büyümedir. Ancak, insansal erdemden pay almayıp bitkisel
yanla birlikte akla sahip olmayan ama akıldan bir biçimde pay da alan bir yan daha
vardır. Aklın sözünü dinleyip, akla boyun eğmekle akla bir Ģekilde katılan bu yana
Aristoteles arzulayan ya da iĢtah duyan yan demektedir. Akıldan pay alan yan da
ruhta akıldan yoksun kısmın bir bölümü, bitkilerle de ortak olan ve insansal erdemde
payı olmayan bitkisel bir yan ile akıl sahibi olmamasına rağmen akıldan pay alan,
arzulayan ve iĢtah duyan bir yana sahiptir. Erdemler de ruhun bu bölümlemesinde ele
alınır: Doğru yargılama, bilgelik, aklı baĢındalık (phronesis) gibi kimi erdemler
20
olamayacak nesnelere bakan yan; diğeri, ilkeleri baĢka türlü olabilecek nesnelere
bakan yan olmak üzere ikiye ayrılan ruhun akıldan pay alan yanının kullandığı iki tür
baĢka türlü olabilecek türdeki varlıkları konu edinen her bilim ise dialektik akıl
düĢünce erdemleri; ölçülülük, cömertlik, cesaret gibi kimi erdemler ise karakter
genel kabul gören kanılara dayanıyorsa bu tür akıl yürütmeler diyalektik akıl
Fizik, apodeiktik akıl yürütme ile beraber dialektik akıl yürütmeyi de kullanır, çünkü
kurulmasıyla ulaĢılan ve diğer bilgi türlerinden çok daha kesin olan ideaların
için kendi dıĢında bir Ģeye dayanmayan, ideaları noesisle görmekle edinilen
olan bilgidir. Aristoteles ise epistemeyi her ne kadar genel olarak bilimi karĢılamak
kanıtlanamaz ilkeler İlk Felsefenin konusudur. Kanıtlamaya dayalı bir bilim olmayan
kitapta Protagoras‟ın göreliliğe iliĢkin söylediklerine karĢı çıkarak, her Ģeyin doğru
olduğunu veya her Ģeyin yanlıĢ olduğunu söyleyenlere karĢı bilginin doğruluğu veya
yanlıĢlığına iliĢkin Ģunu dile getirecektir: Ġster çıkarsamalı düĢünce -Platon bu terimi
kabullere iliĢkin kullanır- ister sezgi söz konusu olsun her türlü düĢünce doğru veya
bağladığında yanlıĢı ifade edecektir (Aristoteles, 1996a: 1012 a4-7). Kabul ve sanı bu
durumda insanı yanlıĢa götürebilir (Aristoteles, 1998a: 1139 b17). Aynı nesne söz
konusu olduğunda hem bilmeyi hem de yanılmayı engelleyen bir Ģey yoktur
Aristoteles‟e göre bir erdem olan bilgi (episteme), hakkında olduğu nesnenin izin
Nesnelerdeki ortak özellikleri, nesneyi o nesne yapanı -erdemi erdem yapanı, insanı
insan yapanı- ideaları düĢünmek ve bilmek, tek tek Ģeylerin özünün, etik olguların
olduğunu söylemek, Platon‟daki gibi, Aristoteles‟te de nousa, ruhun akıldan pay alan
ilkeleri baĢka türlü olabilecek nesnelere bakan yanının yetilerinin iĢi olduğunu
görmektir. Bu bağlamda, ruhun akıldan pay alan yanının erdemleri olan nous ve
Aristoteles‟e göre, ruhun akıldan pay alan yanının olduğundan baĢka türlü
olamayacak olanlarla, değiĢmeden, hep aynı kalacaklarla ilgili yanı söz konusu
olduğunda kesinlik burada bir zaten bir sorun olmayacaktır. Buna karĢı, akıldan pay
23
alan yanın olduğundan baĢka türlü olabilecek Ģeylerle, tercihe8 bağlı değiĢmesi söz
konusu olan yanı söz konusu olduğunda, varlıksal yapıları ve bunları inceleyen
kesinliğini aramak ise bir hata olacaktır. Aristoteles olduğundan baĢka türlü
olabilecek Ģeyleri ayırırken, nesnenin varlığa geliĢ tarzına bakar ve olduğundan baĢka
türlü olabilecek nesneleri yapılan ya da yaratılan bir Ģey olarak ayırır. Aristoteles‟e
hangi taleplerle ortaya çıkılacağını bilmek gerekir (Aristoteles, 1996a: 995a 13-
17).Amacı “bilme” değil yapma olan ve nesnesi olduğundan baĢka türlü olabilecek
bir problemi ya da önermeyi ele alıĢı, nedenlerin theoretik bilimlerdeki kadar açık
8
Aristoteles, duygulanımlarla ve eylemlerle ilgili olduğunu dile getirdiği erdemi,
“tercihlere iliĢkin bir huy: Akıl tarafından ve aklı baĢında insanın belirleyeceğiyle
belirlenen, bizle ilgili olarak orta olanda bulunma huyudur” (Aristoteles, 1998a:
1106b 37) biçiminde tanımlar. Bu bağlamda erdem, akıl aracılığıyla, enine boyuna
düĢünerek, “gerektiği zaman, gereken kiĢilere karĢı, gerektiği için, gerektiği gibi”
(Aristoteles, 1998a: 1106b 20), belirli her bir tek durumda bir eylemi yapmayı ya da
yapmamayı tercih etme olacaktır. Böylelikle, her bir tek Ģeyde -kiĢiler, yapıp etmeler
söz konusu olduğunda- doğru yargıda bulanacak, doğru ya da iyi olanı görecek olan,
kime, niçin, ne zaman, ne kadar, nasıl davranacağını bilen kiĢi de erdemli bir kiĢi
olacaktır.
24
olmaması, akıldan pay alan ve olduğundan baĢka türlü olabilecek olanlara iliĢkin
kullanılan bir terim olup, etik olguların bilinme yolu olarak Aristoteles‟in etik
baĢındalığın (phronesisin) insansal iyilerle ilgili, akılla giden, doğru, uygulayıcı bir
huy olması zorunludur. Bir erdem olduğu açık olan aklıbaĢındalık (phronesis), ruhun
akıldan pay alan ve baĢka türlü olabilecek Ģeylerle ilgili olan yanı ile ilgili bir
erdemdir (Aristoteles, 1998a: 118 1140b 19-27). Bir bilim ya da sanat değildir. Bilim
9
Aklı baĢındalık (phronesis) “iyi ve kötü Ģeylerle ilgili, akılla giden, uygulayıcı,
doğru bir huy”dur (Aristoteles, 1998a: 1140b 5). Bir erdem olarak, ilkeleri baĢka
türlü olabilecek nesnelere bakan yana özgü olan, amacı neyi yapmak ya da
(Aristoteles, 1998a: 1142a 15) aklı baĢındalık (phronesis), iyi ve yararlı olan
kendisi amaç olan iyi eylem hakkında akıl yürütmeyi sağlayan bir erdemdir.
durumda iyi ve yararlı olan konusunda enine boyuna düĢünmekle kazanılan bir
erdem olan aklı baĢındalık (phronesis), bize her durumda neyi yapıp neyi yapmamak
içinde önemli bir yeri olan aklı baĢındalık, etik olguları ve onların doğruluğunu
varlığını bilme, kavrama ve nesnel bir etikten söz edebilmenin mümkün olabilirliğini
temellendirmede akıl denilen yetiye dayalı bir bilgi ve etik anlayıĢı ortaya koyan
Kant‟ın bilgi görüĢü, aynı zamanda etik tarihinde de Kant‟ın bir dönüm noktası
olarak kabul edilmesinin nedenidir. Ahlaksal eylemi akıl sahibi bir varlık olarak
insanla ilgisinde nesne edinen ve ahlak yasasının insanın varlıksal yapısıyla iliĢkisini
önemli soruyu Prolegomena‟da sorar: “Metafizik hiç olanaklı mıdır?” (Kant, 1995b:
21), “Sentetik a priori bilgiler nasıl olanaklıdır?” (Kant, 1995b: 27). ĠĢte bu iki
mıdır?” ve “Nesnel bir etikten söz etmek nasıl olanaklıdır?” sorularının yanıtlarını
Analitik yargılardan farklı olan, genel geçer sentetik a priori yargıların yalnızca
matematik ve doğa bilimlerinde değil, aynı zamanda bir bilim olan felsefede de var
(Kant, 1964: 93) diyerek tüm bilgimizi iki Ģeye dayandırmaktadır: duyusallığın bize
sağladığı görüler ve anlama yetisi. Saf Aklın EleĢtirisi‟nin giriĢinde saf bilgi ile
empirik bilgiyi ayıran Kant, empirik bilginin değil, deneyden gelen hiçbir Ģeyin
26
karıĢmamıĢ olduğu saf bilgiyi a priori olarak ifade ederek, duyularla edinilen tüm
izlenimlerden bağımsız olan saf a priori bilgilerin kesinlik ve genel geçerliğe sahip
priori olan saf aklın bilgisi olarak ikiye ayıran Kant kökenleri deneye dayanmayacak,
göstermek ister.
Metafiziğin asıl iĢi olan sentetik a priori önermelerin nasıl olanaklı olabileceklerini
göstermek, “Saf matematik nasıl olanaklıdır?” “Saf doğa bilimi nasıl olanaklıdır”
sorularının yanı sıra “Metafizik genel olarak nasıl olanaklıdır?” ve “Bilim olarak
olanaklılığını kanıtlamakla beraber Kant, diğer bilimlerdeki gibi bir gerçekliğin olup
önemli olan, deneysel zemine dayanmayan ahlak yasalarının bütün akıl sahibi
sorunun çözülmesidir.
kesinliği söz konusu olduğunda bir sorun oluĢturmaz görünmektedir. Peki sentetik a
olacaktır?
Kant‟a göre tüm bilgimiz ne sadece empirik görünün nesnesinin anlama yetisinin
Ģeylerdir. Kant‟ın aklın teorik kullanımının sınırları içerisinde yapılmıĢ olan fenomen
felsefesine geçiĢ için bir tür hazırlık niteliğindedir. Kant‟ın nesnenin bilgisi açısından
olana bağlı bir bilgiden söz edilemeyecek olan pratik felsefe alanında gerçeklik
kazanabilecekleri de yadsınmamaktadır.
28
bir etikten söz etmenin olanaklılığına dair soruların yanıtlarının bulunacağı yer de
pratik akıldır. Kant‟ın “pratik akıl” olarak adlandırdığı yeti etik olguları kavrayan da
yetidir. Akıl, aynı zamanda, etik olguları doğal olgular gibi kavramaya çalıĢmaktan
yasa koyabilecek olan aklı, “saf akıl” olarak adlandıran Kant‟a göre “saf akıl kendi
başına pratiktir ve insana ahlak yasası diye adlandırdığımız genel bir yasa verir”
(Kant, 1999: 36). Bu genel yasayı -ahlak yasasını, belirleyecek olan duygu değil,
akıldır. Akıl, ahlaklılığın ilkesini “tüm akıl sahibi varlıklar” için ilan eder. Akıl ve
“Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda genel bir
Tüm akıl sahibi varlıklar için geçerli olan bu yasa, sadece saf bir isteme 10 olmadığı
için buyruk biçimindedir. Kant‟a göre, yalnızca akıl sahibi bir varlığın, yasaların
10
Akıl tarafından hem de aklın ortaya koyduğu nesnel yasa tarafından eyleme
zorlanan istemeyi Kant, ancak akıl sahibi varlıklarda rastlanan, belirli bir yasa
tasarımına uygun bir Ģekilde kendini eyleme belirleme yetisi olarak betimler (Kant,
1995a: 44). Ġstemenin yasa tarafından belirlenmesinin adının “saygı” olduğunu ifade
eden Kant ahlak yasasına duyulan saygının bir duygu olmadığının, duygu olsa bile
29
tasarımına göre, yani ilkelere göre eylemde bulunma yetisi vardır (Kant, 1995a: 29).
noumen ikiliğine bizi geri götürmektedir11. Ġnsanın dual bir varlık oluĢu, onun hem
etkilenmekle duyulan bir duygu olmadığının altını özellikle çizmek ister. “Saygı” adı
değildir. Aklın bir kavramı aracılığıyla kendi kendine yaĢanan bir duygudur.
özneye etkisi olan saygı, yalnızca yasaya saygıdır ve yasanın özneye etkisidir. Ben
sevgisini ve diğer öznel güdüleri bastırmakla duygu üzerinde önce negatif etkide
eğmektedir. Bu bağlamda, böylesi bir saygı duygusuna dayanarak bir eylemi yapmak
Aklın burada ödevi, hedefi insanın mutluluğudur. Oysa Kant, aklın ödevinin,
hedefinin insanın mutluluğu değil, iyi bir istemeyi açığa çıkartmak olduğunu ileri
sürmektedir. Ona göre, “aklın hakiki belirlenimi, baĢka herhangi bir amaç için araç
olarak iyi olanı değil, aklın mutlaka gerekli olduğu kendi baĢına Ġyi bir istemeyi
ortaya çıkarmak olmalıdır”(Kant, 1995a: 11). Bu bağlamda akıl -saf akıl-, ödevini -
30
fenomenler alanının hem de noumen alanının bir üyesi olması, istemelerinin de iki
ayrı neden tarafından belirlenmesinin nedenidir. Fenomen alanın bir üyesi olarak
gereken fizyolojik ihtiyaçları, eğilimleri vardır. Ancak, insan, noumen alanın bir
üyesi olarak sadece ahlak yasası tarafından da belirlenip, böyle bir yasaya göre de
istemenin belirleyicisi “akıl”dır. Pratik aklın ortaya koyduğu “öyle eyle ki…” ile
baĢlayan buyruk biçimindeki bu genel ahlak yasası, tüm yapıp etmelerimizin ardında
yatan istemenin bir belirleyicisi olarak nesnel bir etikten ya da etik olguların
nesnelliğinden söz etmenin yolunu açacak olandır. Söz konusu yasa öznel değil,
nesneldir. Her tek kiĢi için ve her tek durumda eylemlerimiz ve eylemlerimizin
ardındaki istememiz için nesnel bir ölçüttür. Kimi durumlarda nasıl eyleyeceğimizi
Nesnel olmak zorunluluğu taĢıyan pratik yasaya göre eylemek her tek kiĢi için de
olanaklıdır. Yasa, her akıl sahibi varlık için bir ödevdir. Aklı ve istemesi olan herkes
için geçerlidir. Kant‟a göre iyinin kötünün, doğru ya da yanlıĢ eylemin ne olduğunu,
belirli bir durumda ne yapmak gerektiğini belirleyecek olan ahlak yasası, belirli tek
ardındaki istememizin tek gerçek nesnel belirleyicisidir. KiĢi ben sevgisine ya da bir
nesnel yasalara bağlı olan iyi istemeyi açığa çıkarma ödevini- yerine getirebilmek
bir saygı duygusuna dayanarak bir eylemi yapmak ya da yapmamak, moral yargıda
Doğal olanın bilgisi ile moral olanın bilgisini birbirinden ayrı ĢeylermiĢ gibi de
görüler kördür” (Kant, 1964: 93) demekle tüm bilgimizi iki Ģey, duyusallık ve
anlama yetisine, dayandıran Kant‟a göre, sentetik ve a priori yargıların ve bir bilim
duyu deneyine dayalı olanı deneysel olguları değil, aynı zamanda sentetik ve a priori
ve düĢünüĢe bağlı olan etik olguları da kavramaya yeterlidir. Duyusal olanın ve etik
olguların neliğini ve bunlara dair bilgiyi açıklığa kavuĢturan yeti olarak akıl,
olabilirliğini de pratik yanın, yine aklın (saf aklın), ortaya koyduğu ahlak yasası
aracılığıyla sağlayabilecek olan bir yeti olarak etik bilginin ve etikte nesnelliğin
Platon‟un ontoloji temelli bilgi kuramı ve Aristoteles‟in ontoloji temelli bilgi görüĢü
yasasının insanın varlıksal yapısıyla iliĢkisini ortaya koyan bilgi ve etik görüĢü
savunulmak istenir. Felsefi bilgi ve etik bilginin nesnesinin değiĢken olmayıp, oluĢ
etik olguların ve yargıların bilgisine ve varlığına iliĢkin bir tartıĢma olmasının, etik
istenmesinin yanı sıra, söz konusu tartıĢmada doğa bilimlerindeki gibi bir “nesnellik”
Platon, Aristoteles ve Kant‟ın kuramlarında bilgiye iliĢkin kesinliği her Ģeyde aynı
yapılabileceği dile gelir. Kesin bilgi, yalnızca duyu organlarıyla algılanabilen, doğa
33
olguları değil, aynı zamanda sentetik ve a priori ve düĢünüĢe bağlı olan etik olguları
Kant baĢta olmak üzere, kimi 18. yüzyıl düĢünürlerinin felsefi dizgelerinde de
nasıl kesin bir bilim olabileceğine, genel geçer bilgiyi nasıl ortaya koyabileceğine,
olarak da bilinen 18. yüzyılda bilginin kaynağının ne olduğuna iliĢkin soruya ağırlıklı
olarak deneye dayalı olduğu biçiminde bir yanıtın verildiği, ancak “akıl” denilen
deneyci bir düĢünür olarak, özellikle birincil ve ikincil nitelikler ayrımını içeren bilgi
“İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme” adlı çalıĢmasıyla Locke, Platon‟dan 18. yüzyıla
kadar olan süreçte bilginin ne olduğu, doğru bilginin olanaklı olup olmadığı, doğru
olmak üzere iki kaynaktan birinden geldiğini belirtir (Locke, 1996: 86). Bilginin giriĢ
kapısının algılama12 (Locke, 1996: 115) olduğunu vurgulayan Locke‟a göre bilgi,
arasında kesin bir sınır çizen Locke‟a göre, bilgi edinmede ide-nitelik-algı arasındaki
1996: 105)
12
Algılamayı aĢan bilgi söz konusu değildir. Bilgi idelerimiz arasındaki uyuĢma ya
Duyulur tikel nesnelerden ide üretme gücü olarak tanımladığı üç tür niteliğin
varlığından söz eden Locke birincil nitelikleri, cisim ne Ģekilde bulunursa bulunsun
ondan sonuna dek ayrılmaz olan nitelikler olarak; ikincil nitelikleri ise, cisimlerin
etkisiyle ide üretme gücü olarak tanımlar (Locke, 1996: 105-106)13. Locke‟un
özelliklerinin ne olduğu ve “moral özellikler” ile nasıl bir iliĢkisi bulunduğuna dair
özellikler ile ikincil nitelikler arasında nasıl bir iliĢki ya da bir analoji vardır?”
aranan temel sorular arasında yerini almıĢtır. „Ġyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟, „adil‟,
bağımsız olarak, süreklilik gösterir bir varoluĢa sahip olup olmadıklarına da yanıt
13
Üçüncül nitelikler ise, bu iki niteliğin dıĢında ateĢte kurĢunu, güneĢte mumu eriten
güç ya da güçler olarak, birincil niteliklerin özel yapısına bağlı olarak cisimde
bulunan ve baĢka bir cismin oylum, kılık, doku, deviminde değiĢime yol açarak,
cesaretin bir erdem olduklarının, Locke‟un deyiĢiyle bilginin giriĢ kapısı olarak
14
Locke tikel duyulur nesneler aracılığıyla bizde üretilen idelere baktığımızda
bunlardan sadece oylum, kılık, devim, sayı, durum, durgunluk gibi idelerin bizim
Bununla birlikte bizim duyumlarımızdan birini özel biçimde etkileyerek bizde ses,
tat, renk, koku vb. ideleri üreten güçler olan ikincil nitelikler cisimlerde gerçekten
Locke‟a göre, ateĢin belirli bir uzaklıkta bizde sıcaklık duyumunu uyandırırken, daha
yakın bir mesafede sıcaklıktan tamamen farklı bir duyum olan acıyı uyandırabilmesi;
bunları Locke ikincil nitelikler olarak ifade eder. AteĢin, Ģekerin, somaki taĢının
oylumu, sayı, kılık, devimi bir kimsenin duyularının onları algılamasından bağımsız
olarak o cisimlerde vardır ve de bunlar gerçek niteliklerdir; ama ıĢık, sıcaklık, acılık,
tatlılık, kırmızılık, aklık, soğukluk göz görmez, damak tatmazsa yokturlar, cisimlerde
de gerçekten bulunmazlar.
37
1996: 310) Locke, ahlaksal olanın bilgisinin de tanıtlamalı bir bilgi türü olduğunu
arasındadır (Locke, 1996: 316). Locke‟a göre, buradaki sorun, ahlaksal idelerin,
matematik gibi bilimlerde olağan biçimde ele alınan idelerden çok daha karmaĢık
sorun nedeniyle, duyulur imler ortaya konup, temsil edilebilen nicelik idelerinin
matematikte üçgen idesindeki üç açının iki dik açıya eĢit olduğu, nerede varolursa
olsun gerçekten varolan her üçgen için doğruysa, matematikçinin bu ideyle ilgili
ilgili olmayıp, yine de idelere bağlı olarak yaptıkları tanıtlamalar dünyada bir kare ya
da daire olsa da olmasa da aynıdır. Aynı Ģekilde, Locke‟a göre, ahlaksal söylemlerde
ahlak idelerinin tanıtlama, yani uslama yoluyla bilgisini edinmede zihnin uyuĢma ya
da uyuĢmamayı sağlayan ara ideleri uygun biçimde bir araya getirebilmesidir. Zihin
nasıl ki üçgenin üç açısının eĢit olduğunu bulup, bunların iki dik açıya eĢitliğini
görüp de üçgenin içi açılarının iki dik açıya eĢit olduğunun bilgisini edinebiliyorsa,
„adaletsizlik‟ adı verilen idenin, bir Ģey üzerindeki hak anlamındaki iyelik idesine
Adalet, cesaret, iyi, kötü, doğru gibi etik olguların bilgisini edinmenin yolu
tanıtlamadan (uslamlama), kanıtlara bağlı olan, bir kuĢkunun ardından gelen, her
adımında yine de sezgisel apaçıklığın gerekli olduğu, niceliklerle sınırlı olmayan bir
39
yoldan geçmektedir. Locke‟a göre uslamlama yoluyla edinilmiĢ karmaĢık ide moral
sağlayan aracı idelerin matematikteki gibi ahlak söz konusu olduğunda da değiĢken
olmamaları mümkündür.
Bizde aklık, tatlılık idelerini uyandırabilen Ģekerin bazı durumlarda –örneğin hasta
olduğumuzda- acılık idesini üretiyor olabilse de Ģekeri Ģeker yapan gerçek özelliği
yok değildir. Üçgenin üç açısının iki dik açıya eĢit olması ya da iyeliğin bulunmadığı
danıĢılacak olan yine akıldır. Akıl, hem bilgiyle hem de kanıyla ilgili olan ve
kavrayıĢı, sonuç çıkarmayı içeren bir yetidir. “Us bizim son yargıcımız ve her Ģey
için son yol göstericimizdir” (Locke, 1996: 403) diyen Locke‟un bilgikuramsal
dizgesinde de akıl, bize etik yargıda bulunma konusunda yol gösterecek olandır. Bu
bilgi ile sanı arasındaki sınırları da çizmek gerekir. Sanı ve bilgi arasındaki sınırları
arayarak, kesin bilgimiz olmayan Ģeyler konusundaki onayımızı neye göre, hangi
bulmalıdır (Locke, 1996: 60). Esas amacının, zihnin fiziksel yönüyle ilgilenmek
çalıĢmanın baĢında vurgulayan Locke ahlakı nasıl daha açık kılabileceği, ahlak
371).
geldiğini ileri süren 18. yüzyılın bir baĢka deneyci düĢünürü de David Hume‟dur.
İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma adlı yapıtında, insanın anlama
çabasında bilimin, bilginin, kesin bilginin, daha yerinde bir deyiĢle “aklın
ideler- (Hume, 1976: 14) arasındaki bağlantıyı kuran bir yetidir. Tüm bilgimizin
kaynağının izlenimlerimiz –güçlü, canlı, sınırları kesin olarak belli olan algılarımız-
sürerek Locke gibi, idelerin yoktan var edilemeyeceği, aklın da olmayan bir ideyi
Etikte nesnellik-öznellik tartıĢmasında önemli bir yere sahip olan ve akıl temelli
etikten duygu temelli etiğe, dolayısıyla duyguculuğa bir tür geçiĢ dönemi düĢünürü
olarak kabul edilebilecek olan David Hume‟un kuramı söz konusu tartıĢmanın
karĢılaĢtırmasını yapabilmek adına önemli bir geçiĢtir. Akıl temelli etiği sonlandıran
ve akıl temelli etik anlayıĢının yerini duyguları merkeze alan bir döneme bırakmıĢtır.
konusunu oluĢturmaktadır.
Olgulara iliĢkin doğruluk ve bilginin kesinliğini hareket noktası olarak alan Hume‟a
göre “insan aklının ya da soruĢturmasının bütün objeleri tabii olarak iki cinse
42
düĢünen Hume‟a göre, “olgu sorunları hakkında emin olmamızı sağlayan delilin”
içyapısının ne olduğunu meraka değer bir soru olarak araĢtırma konusu yapılmalıdır
(Hume, 1976: 23). Ġnsan aklının tüm objelerini idea iliĢkileri ve olgu sorunları olarak
iki türe ayıran Hume‟a göre, “yarın güneĢ doğacak önermesi”nin “yarın güneĢ
konusunda emin olmamızı sağlayan delilin içyapısı neden-etki iliĢkisine, aynı Ģeyleri
1976: 14). Bu bağlamda, bir nesneyi diğerine bağlayan, birini diğerinin kaçınılmaz
sonucu kılan bir özellik ya da güç ve zorunlu bağlantı ideamız yoktur. Hiç bir zaman
bağlı olduğunu sayıltı olarak kabul ederler. Olgu sorunu veya gerçek varoluĢa iliĢkin
15
Hume‟a göre, tecrübe bize, olayları birbirine bağlayan ve onları ayrılmaz kılan
gizli bağlantı konusunda bilgi vermeksizin, sadece bir olayın bir baĢkasını düzenli
her türlü inanç, bellek ya da duyulara verilmiĢ olan bir objeden ve objeyle baĢka bir
gene aynı ideaları dile getirir. Bir oval hiç bir zaman bir daireyle
Hume‟a göre, moral bilimlere üstün olan matematik bilimlerde ilerlemeye engel olan
tek Ģey, sonuca götüren uzun çıkarımlar ya da düĢüncenin yayılımlı olmasıdır; ancak
geliĢmiĢtir. Hume, moral bilimlerdeki güçlükleri aĢmak için daha fazla dikkat ve
karĢı çıktığı Hume‟a göre moral olgular ya da moral bilimler ve bu bilimlerde elde
olgunun bilgisini edinmemizin bir baĢka yolu daha yoktur. Her defasında ortada olan
bir olgu ve ondan çıkarılan bir bağ olduğu varsayılmaktadır (Hume, 1976: 24).
Hume‟a göre önemli olan Ģu sorunun yanıtı olmalıdır: Tersi de mümkün olabilen
Hume‟a göre bu pek de mümkün görünmemektedir. Ġyi, kötü, bilge, akıllı, doğru,
yanlıĢ gibi ideler zihnin düĢünmesi sonucu elde edilirler. Bunların nesnel olarak
iliĢkin tüm akıl yürütmelerimiz, üzerine kurulduğu neden-etki iliĢkisi sayesinde duyu
ve bellekten uzak kalan objeler hakkında bir güvene bizi ulaĢtırabilir. Ġnsanların olgu
Hume, yalnızca 18.yüzyılda ortaya koyduğu bilgi kuramı bakımından önem taĢıyan
bir düĢünür değildir, aynı zamanda etik düĢünce açısından da çok önemli bir dönüm
noktasındadır. Onun etik kuramı ne “Nasıl yaĢamalıyız?” sorusuna bir yanıt arar ne
çözümlenmesine çabalar. Onun amacı, ahlak olgularına iliĢkin bilimsel bir açıklama
arasındaki ayrımdan yola çıkmalıdır. Moral alanla ilgili soruĢturmamız söz konusu
Hume, moral olandan, moral iyi ya da kötünün olanaklılığını irdelerken akıl denilen
Hume, akıl ve tutku arasındaki bitmeyen kavgada aklın, idea iliĢkileri ya da olgu
sorunları söz konusu olduğunda eylemin baĢlatıcısı olamayacağını ifade eder. Akıl,
davranıĢımız üzerinde iki Ģekilde etkide bulunabilir: “ya bir tutkunun uygun bir
nesnesi olan Ģeyin varoluĢu bizi bilgilendirip tutkuyu uyardığı zaman; ya da bize bir
tutkuyu uygulama imkânı sunacak bir Ģekilde neden-sonuç bağlantısı ortaya çıkardığı
zaman” (Hume, 2009: 309). Akıl, moral eylemlerimiz üzerinde tek baĢına etkili
olamadığı için moral iyi ve kötüyü birbirinden ayıramaz. DüĢünme yetisi ve anlığın
Hume‟a göre, kimi felsefeciler ahlakın tanıtlamaya açık olduğunu düĢünseler de, onu
geometri ya da cebir ile eĢit düzeye getirebilme, erdem ve erdemsizliği belli türden
olmadığı gibi, moral olanın da bir tek aklın çıkarımlarıyla keĢfedilmesi olanaksızdır.
değildir. Moral olan akıldan türetilemeyecektir. Ahlak, aklın bir nesnesi değildir ve
“Erdemsiz sayılan bir eylemi ele alın, örneğin kasten cinayet. Onu
bilmemizi, övgü ya da yergimizi dile getirmemizi sağlayanın bir tür duygu, his
olduğunu düĢünür. Moral olan duygu ya da hisle ilgili birĢeydir. Hume bu hise ya da
ilkeye “duygudaşlık” adını verir. Ġnsan doğasının en güçlü ilkesi (Hume, 2009: 409)
olarak duygudaĢlık, moral ayrımların baĢlıca kaynağıdır. BaĢka bir ilkeye gereksinim
duygu hareket ettirici neden, ilk motif; akıl da değerlendirme yapabilme yetisi olsa
da insanın doğası gereği sahip olduğu bir suçlama duygusu ya da hissi olmalıdır.
ne kadar fizikteki gibi, kılgı üzerinde çok az ya da hiç denebilecek bir etkiye sahip
48
olsa da, yine fizikteki diğer keĢifler gibi, kurgulamalı bilimlerde önemli bir ilerleme
belirleyici erdem olarak adlandırılmayı hak eden bilgelik, ölçülülük, sağduyu, sebat,
kararlılık gibi yetilerin övülmelerinin ilk nedeninin “kişiye yararlı olma eğilimleri”
(Hume, 2009: 405) olarak belirlemesi, söz konusu tartıĢma bağlamında bakıldığında,
nesnel bir etikten söz etmenin olanağını ortadan kaldırmaktadır. Yargı ve moral
övgünün belirleyicisi olacak kadar temel olan faydalılık ve duygudaĢlık nesnel bir
etikten ziyade öznel bir etikten söz edilmesini mümkün kılmaktadır. KiĢiyi
güdüleyen his ya da duygu ne kadar değiĢken olabilecekse; aynı biçimde genel iyi ya
faydalı değil yargısına varmamızda rol oynuyorsa bu durumda genel geçer moral bir
etmenin de ancak “idea iliĢkileri” ya da akıl yürütmeyle bilgi ortaya konulan bir
görüĢü ve etik olguların varlığını aklın nesnesi olarak değil de duygunun nesnesi olan
olgular olmakla kabul eden etik anlayıĢı, olgu-değer uçurumunu içeren, günümüzde
önemli bir rol oynamaktadır. Etik olguların ya da değerlerin var olduğunun ve etik
oluĢturmuĢtur.
kesin olabilirliğinin olanağını yadsıyarak, meta ve normatif yanları olan bir etikten
Etiği normatif bir alan olarak gören, değerlere iliĢkin bilginin olanağını nesnel moral
Değerlere iliĢkin bilginin olanağını yadsıyan Ayer, etiğin temel iĢlevinin moral
ardında belirli bir uslamlama süreci yatan tümcelerdir. Metafizikçinin yola çıktığı
öncüllerin ise böyle bir temeli olması beklenir. Metafizik anlamsızdır; çünkü
uymak zorunda olduğu koĢullara uygun değildir”ler (Ayer, 1998: 13). Bununla
nokta var”, “Ġki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu uygun koĢullarda tepkimeye
girerse bir su molekülü oluĢur” vb. önermeler pratik olarak doğrudan ya da çaba
sadece olgu bilgisi, deneyim kaynaklı bilgi olduğunu düĢünen Ayer‟e göre, etik
sanmak ise büyük bir yanılgıdır. Ayer, Kant baĢta olmak üzere “geleneksel”
felsefede adı geçen her filozofun ya da hemen her okulun evrensel bir ahlakın
ve yöntemi ne olmalıdır?” temel sorunları çerçevesinde, nesnel bir etikten söz edilip
16
Moral simgeleri betimleyici ve normatif olmak üzere iki gruba ayıran Ayer‟e göre,
duygucu gelenek içine yerleĢtirilen Ayer etik bir kuram oluĢturmayı da amaçlamaz.
temelinde ölçüt ve yöntem sorununun yattığını düĢünen Ayer‟e göre, filozofun iĢi
duyular dünyasının ötesindeki bir gerçeği aklıyla görmek değil, “belirli bir
doğrulanabilirliktir. Dünya üzerinde ne bilimsel yasa altına girmeyen bir deney alanı
mümkündür, ne de bilimin gücü dıĢında kalan bir bilgi türünün olması olanaklıdır
önermeleri nitelik bakımından olgusal değil yalnızca dilsel -yani fiziksel- olup,
Ayer‟e göre etikle ilgilenen filozofların sıklıkla yaptıkları hata, etik terimleri bir ya
sık görünen örneği “iyi”dir. Ayer de „iyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟ gibi terimler baĢta
tümcelerle hiçbir durumda eĢdeğer olamayacaklarını (Ayer, 1998: 82) dile getiren
olduklarını ifade eder. Moral simgeleri betimleyici ve normatif olmak üzere iki gruba
ayıran Ayer‟e göre, “X yanlıĢtır” biçimindeki bir karmaĢık im, belli tipten bir
davranıĢla ilgili bir moral yargıyı anlatan bir tümce ya da belli tipten bir davranıĢın
belli bir toplumun ahlâk duygusuna karĢıt olduğunu anlatan bir tümce olabilir (Ayer,
1998: 82). Ġlk durumda, “yanlıĢ” imi normatif bir moral simgedir; ikinci durumda
“yanlıĢ” imi betimleyici bir moral simgedir. Normatif moral kavramların deneysel
çalmak yanlıĢtır,” gibi normatif bir yargı evrensel olarak kabul edilebilir olsa da
para çalmanın belirli bir toplumda yanlıĢ olduğunu moral bir tümce ile imlediğimizde
felsefenin değil, sosyoloji biliminin verebileceği bir bilgiden söz edilmiĢ olunacaktır.
Ayer‟e göre, bir önermede etik bir simgenin bulunuĢu, onun olgusal içeriğine hiçbir
iĢe baĢlamak anlamını taĢımaktadır (Ayer, 1998: 83). Zira içinde normatif etik bir
sağlayacak bir ölçüt yoktur. Bir eylemin doğru ya da “yanlıĢ” olduğunu söylemek, o
eyleme iliĢkin yeni bir bildirim sunmak anlamına da gelmemektedir. Bu tür bir ek,
eylemin olgusal içeriğine dair bilgi vermez. Varsayalım ki birisi bir cinayete karıĢtı.
KiĢinin bu cinayeti iĢlemesine iliĢkin geçerli pek çok nedeni de var. Bu nedenleri
vardır. Birer olgu sorunu olan bu güdüleri ise ancak içe bakıĢla bilmek mümkündür.
davranıĢın nedenlerini daha ayrıntılı bir açıklamasını sunmak, bilinçli güdüler için ya
54
etik yargıların geçerliliğini belirlemek için bir ölçüt -ya da nesnel bir ölçüt- bulmak
olanaklı değildir. Ayer‟e göre, moral terimler ve moral yargılar nesnel ve genel geçer
doğru ya da yanlıĢ davrandığını söylemek söz konusu olaya yeni bir Ģey eklemek
Moral terimlerin iĢlevi moral duyguları anlatmaktır ve nesnel bir doğruluk değeri
taĢımaları da söz konusu değildir. Ayer‟e göre iĢlevi tamamen “duygusal” olan moral
sözcük nesneler hakkında bir savlamada bulunmak için değil, o nesneler üzerinde
duygu anlatmak için kullanılmıĢtır” (Ayer, 1998: 84). Moral terimler kimi duyguları
“Doğruyu söylemek ödevinizdir”, tümcesi hem doğrulukla ilgili bir moral duygunun
iyidir,” tümcesinde buyruk ise öğüt vermeyi çok az aĢmaktadır. Böylelikle Ayer,
terimlerin üzerine yapılan tartıĢmaların temelinde olgu sorunu vardır. Moral alanda
55
kılmaktadır. Bir etik değer bildiriminin doğası gereği normatif olduğunu düĢünen
Ayer, normatif bir simge içeren bir önermenin herhangi bir deneysel önerme içeren
betimleyici ve normatif olarak gruplayan Ayer‟e göre, normatif etik simgeleri olgusal
terimlerle tanımlamak mümkün değildir. Etik alanla ilgilenen filozoflar etik terimleri
benzer duyguları uyandırarak eyleme yönlendirmenin bir aracı olan moral terimler ya
Söz konusu duygusal anlam ise nesnel bir ölçüte dayandırılması mümkün
Sonuç olarak, genel ve özel değer yargılarının dilsel çözümlemesi olan moral
Doğa bilimlerindeki gibi etikte de pek çok Ģey üzerinde uzlaĢıldığı açıktır: cinayet,
noktada, tüm bunların doğruluklarını ya da erdem olduklarını kabul etmeyen pek çok
kiĢinin olabileceği söylense de bilimlerde de pek çok kiĢinin itiraz edeceği tartıĢmalı
tartıĢmalar ilke ve nedenlerde temelini bulur. Örneğin “John kötü biridir” demekle
57
kiĢiyi ikna etmeye çalıĢan birine, bir baĢkasının John‟un yalan söylediğini, hırsızlık
yanıltıcı ve sıkıntı yaratıcı olan Ģey, etikte kanıt olmayıĢıdır. Ancak doğa bilimlerinde
bazı etik öznelcilik biçimlerine karĢıt bir tez olarak da kullanılmıĢ; etikteki basit
öznelcilik görüĢüne karĢı getirilen eleĢtiriler sayesinde yeni bir öznelcilik yorumunu
açıklanmaya çalıĢılmıĢtır.
kimi etik terimlerin çözümlemesini yapmaya bizi iter. Etiği bütünüyle normatif
sorulardan oluĢan bir alan olarak gören Stevenson‟ın amacı, “iyi,” “doğru,” “adil”
gibi “etik terimler”i çözümlemektir (Stevenson, 1944: 1). Birinin “yanlıĢ” dediğine
bizim de “yanlıĢ” diyebilmemiz -ya da tam tersi-, “iyi” dediğimize bir baĢkasının
17
20.Yüzyılın ortalarında etikte oldukça etkili olmuĢ, Mantıkçı Pozitivistler, M.
döndüğü görülür. Gündelik hayatta karĢılaĢılan pek çok uzlaĢmazlık daha çok
inançlarla ilgili olup, Stevenson‟a göre felsefe tarihinde de söz konusu etik
bağlamda, her iki türden uzlaĢmazlığın birbirinden ayrılması felsefe tarihinde, etikle
olarak görebileceğimiz Stevenson‟ın da nesnel değil, ancak öznel bir etikten söz
öngörebiliriz.
insanın aynı bilgiye ya da inanca sahip olamaması durumunda ortaya çıkar ve ancak
çeliĢik inançlarla ilgili olmayıp, aynı Ģeye iliĢkin birbirinden ayrı ya da birbirine
59
karĢıt tutumlara sahip olan iki insandan birinin diğerinin tutumunu sorun edip,
Stevenson‟un uzlaĢmazlıklar arasında ikili bir ayrım yapsa da bunların birbiriyle sıkı
tutumlarımız ve uzlaĢmazlık türlerimiz arasında sıkı bir iliĢki vardır. Tutum ve inanç
uzlaĢmazlıkları arasındaki iliĢki ise mantıksal değil olgusaldır. Biri olmaksızın diğeri
olabilir. Bununla birlikte her bu iki tür uzlaĢmazlıktan biri diğeri için yol gösterici de
tutumlara sahip olan bireylerde o nesneye iliĢkin inançça bir anlaĢmazlık da söz
kaynaklanan tutumca farklılıklar olabildiği gibi; kimi zaman inançça uzlaĢma olduğu
Stevenson‟a göre etik terimler ya da moral yargılar özel bir anlama sahiptirler.
öncelikli soru “Bir moral yargıyı bilimsel bir yargıdan ayıran Ģey nedir?” olmalıdır.
çözümünde belirli bir akıl yürütme türü var mıdır?” sorusu da yanıt bulunmaya
doğru olmayacağını düĢünen Stevenson, hem bir buyruk hem de betimsel bir
iĢleyiĢin söz konusu olduğunu düĢünür. Moral yargılarımız hem betimseldir hem de
tutumca uzlaĢmazlık ve uzlaĢmayla sıkı bir iliĢkisi olduğunu ve normatif etiğin doğa
Etikteki tümceler, buyruk olmaları nedeniyle ancak kısmen kanıtlamaya uygun olan
(Stevenson, 1944: 26). Stevenson‟a göre, etikte kanıt yoksa, etik “öznelerarası
geçerlikten” ve “ussal bir temelden” yoksun kalacaktır (Stevenson, 1944: 26). Etikte
etiğe ussal bir zemin sağlayabilmenin yolunu da açacak olan adımdır. Ussal
yönlü ve bilinçli bir etkiye sahip buyrukların daha esnek biçimde etkide
Dili kullanırken duygularımızı kimi zaman betimsel kimi zaman da dinamik bir
iter. “Ancak ve ancak bir tek doğru anlam” olduğu düĢüncesinin tüm soruĢturmalar
için önemli bir engel teĢkil ettiğini düĢünen Stevenson‟a göre, hurafe olarak
söylendiği andaki psikolojik neden ve etkiler arasında iliĢki kurmaya eğilim olarak
tutumları doğrudan dile getirme eğilimi olduğunu ifade eder. Etik bildirimler,
(Stevenson, 1944: 33). Bir sözcüğe eklenen uzun yıllardan sonra ve sıkça
(Stevenson, 1944: 33). Hem betimsel hem de duygusal anlama sahip olabilen simge,
bağlamda yaygın kullanılan kimi simgeler -„iyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟ gibi- hem
Felsefe tarihinde özellikle “iyi”18 sözcüğünün analiz edilme çabası pek çok kavramın
duygusal Ģiddetinin “etik uzlaĢmazlıklar”ın çözümünde bir yol olarak sunduğu “ikna
etme yöntemi”ni kullanmada etkin olduğunu düĢünür. Ġkna etmenin bir baĢka yolu da
18
“Değer” anlayıĢını, “iyi” üzerinde konumlandırır: özce iyi ve araç olarak iyi
ayırmaz. Normatif etiğe özgü bir ayrım olduğunu ileri sürdüğü özce ve araç olarak
Tanımlamanın amacı, alıĢılmıĢ belirsizliğinin sınırları içinde ona daha kesin bir
iletiĢim ortamında karĢı karĢıya gelmiĢ iki insanın tutumca anlaĢmazlıkları olan etik
Burada kiĢi karar verme sorunu yaĢar. ÇatıĢan tutumlardan hangisini seçeceği
tutumları karĢısında kiĢi, farklı soruĢturma alanlarının bilgisini gerektiren bir akıl
yürütme yöntemi kullanır. “Ahlâki bir karar verme durumuyla yüz yüze kalan insan
almaktadır. Ona göre de „iyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟ gibi terimlerin anlamı ya da
olanın sınırlarını daha açık çizmek ve birbirlerinden ayrılan yanlarını ortaya koymak
mümkün olabilecektir.
ve saygınlığını artırırken, buna ters orantılı olarak felsefeye duyulan güvenin de aynı
oranda ve daha hızlı bir biçimde azalmasına yol açmıĢtır. Mantıkçı Pozitivizmin
yapısı doğabilimden farklı olan felsefe, tarih, toplumbilim gibi kimi bilimlerde
iliĢkin meta bir etik olarak görme çabası, metaetiğin anlamla ilgili soruları, etik
iliĢkin bir soruĢturmayı da beraberinde getirmiĢtir. „Ġyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟ gibi
Ludwig Wittgenstein‟dır.
66
ortaya koyduğu ikilemlerin yarattığı sıkıntıların art alanında da böylesi bir gözden
söz ettiği, etik olguların bunun sonucu olarak da etikte hiçbir önermenin
değil, olgu bağlamlarının bilgisini verir. Dünya, olduğu gibi olan herĢeydir, olgudur
açıklığıdır. Felsefe bir öğreti değil, bir etkinliktir (Wittgenstein, 2001: 58-59 4.111-
Felsefenin dünyaya iliĢkin bir Ģey söylemesi ya da olguları dile getirmesini beklemek
yanlıĢtır. Felsefe yalnızca dildedir, dille yapılır ve dünya sorunlarıyla da ancak dilin
izin verdiği ölçüde, dile yansıdıkları biçimiyle ilgilenebilir. Dünya dilde vardır,
belirler:
6.53)
Wittgenstein‟a göre „iyi‟, „kötü‟, „değer‟ gibi etik terimler dildedir. Olgular vardır,
ancak “etik olgu” diye bir Ģeyin varlığından söz etmek ise olanaklı değildir.
“Dünyanın anlamı dıĢında yatsa gerek. Dünyanın içinde herĢey nasılsa öyledir, her
Ģey nasıl olup bitiyorsa öyle olup biter; içinde hiçbir değer yoktur –olsaydı da hiçbir
değer taĢımazdı. Bu yüzden etikte hiçbir tümce bulunamaz. Açık ki, etik söylenmeye
gelmez. Etik aĢkındır. (Etik ile estetik birdir)” (Wittgenstein, 2001: 165 6.41, 6.42,
doğabilimlerinin dıĢında, doğaüstü olan olarak kalacağı için ancak doğaüstü olanı
dile getirebilecektir. Bir sözcükle adlandırılan her olgu, dilin mantığı içerisinde
Dünyayı ancak dil yoluyla resmederiz. Gerçeklikten ancak doğa bilimleri söz
dilin iĢlevinin yalnızca olguları resmetmek olmadığı ve farklı amaçlarla, farklı Ģeyleri
yaptırmak için çok çeĢitli kullanımlarının da olabileceği dile getirilir. “Dil” yerine
“diller”den, dil oyunlarından söz eden Wittgenstein, dilin kullanım çeĢitliliğinden söz
etmek için “oyun” terimini kullanır. Artık, dil oyunları çokluğu vardır.
Wittgenstein, dil ile dilin örüldüğü eylemlerden oluĢan bütüne dil oyunları der. “Dil-
oyunu” terimi, dili konuĢmanın, bir etkinliğin ya da bir yaĢam biçiminin parçası
olduğu olgusunu öne çıkarma anlamına gelir… Emirler vermek ve onlara uymak, bir
bir nesne oluĢturmak (bir çizim), bir olayı bildirmek, bir olaya iliĢkin spekülasyon
söylemek, bilmeceler çözmek, bir Ģaka yapmak; anlatmak, bir pratik aritmetik
problemini çözmek, bir dili bir diğer dile çevirmek, sormak, teĢekkür etmek, sövüp
bir dil oyunudur, dilin farklı kullanımlarından yalnızca biridir. “Etik dil kullanımı da
dilin farklı kullanımlarından biridir. Etik bir dil oyunudur. Belirli bir yaĢam
biçiminin ifadesi olan bir dildir etik dili. Böylece etik aĢkın bir alan olarak görülmez.
yanlıĢlanabilir önermelerden oluĢan bir bilgi alanı olmadığı yönünde görüĢler ileri
(Wittgenstein, 2001: 131 5.6), etik ise üzerinde hiç konuĢulamaz bir alandır ve
Wittgenstein. Ancak, ikinci döneminde Wittgenstein biraz daha ılımlı bir tavır
takınır, belirli bir çerçeve dahilinde ancak üzerinde konuĢulabilen bir alan olarak
etiği ele alır. Ancak bu defa da “anlam kullanımdadır” ve moral bir terim ancak
olacağı için bu durumda da bir Ģeye “değerli” ya da “iyi” dediğimizde, Ģeylerin kendi
istenir. Etik bir dil oyunudur, etik terimler ya da yargılar da -„iyi‟, „kötü‟, „doğru‟,
„yanlıĢ‟, „güzel‟, „değerli‟ gibi- ancak bu oyun içerisinde anlam kazanabilir, o dil
etik doğabilimlerinden biri olmasa da, „değerli‟, „iyi‟ ya da „kötü‟ dediğimize fizik
baktığımızda, insanın olduğu her yerde bir etik fenomen, moral olguyla
karĢılaĢmamız olasıdır. Ġnsanın yaĢam alanı, bizim etik fenomenleri, moral olguları
bulduğumuz yerdir. YaĢanan etik sorunlar, insanın yaĢadığı sorunlardır ve bize etik
geçerliliğiyle ilgili bir sorun iken, kimi zaman da değerlerin ontolojik (varlıksal)
durumlarına iliĢkin bir tartıĢma olarak karĢımıza çıkmaktadır. Söz konusu sorun,
72
değerlerin kiĢilerin zihinleri dıĢında var olup olmadıkları, kendi baĢına varlıklarının
bilgiye varlıksal ve insansal açıdan bakan bilgi ve etik kuramı “nesnelci” birer kuram
varlığından söz etmenin mümkün olabildiği savunulmak istenir. Felsefi bilgi ve etik
mümkün olamayacağı, normatif önermelerden oluĢan bir alan olarak etiğin temel
iĢlevinin yalnızca „iyi‟ „doğru‟ „adil‟ gibi etik terimlerin ya da yargıların anlam
bir değer taĢımayıp bir duyguyu anlatan, baĢkalarında da aynı duyguyu uyandıran ve
onları da eyleme yönlendiren „iyi‟ „kötü‟ „doğru‟ „yanlıĢ‟ gibi etik terimler betimsel
bağımsız bir etik bilgiden ya da etik olguların varlığından söz etmek mümkün
ve etik görüĢü, Kant‟ın bilgiye varlıksal ve insansal açıdan bakabilen bilgi kuramı ve
kaynaklanan bir sorun olarak görülmekte, doğal ve moral olgular arasındaki ontolojik
Platon, Aristoteles ve Kant‟ın akıl temelli etiğinin dönemi kapanmıĢ, yerini duyguları
BÖLÜM II
baĢlıkları altındaki soruların yanı sıra moral ilkelere iliĢkin soruların da “nesnellik”
kavramının olmadığına rastlamak olasıdır. Oysa ki, nesnellikten anlaĢılan Ģey ortaya
Felsefi ve tarihsel bir olgu sorunu olarak kabul gören nesnellik sorunu ya da
kıyaslandığında, güncelliğini koruyan bir sorundur. Nesnel bir etikten söz etmenin
olanaklılığı tek baĢına tartıĢılan bir sorun olmayıp özellikle doğa bilimleri ve sosyal
istemek aynı zamanda böyle bir nesnellikten söz edebilmenin olanaklılığının bir
açan David Brink‟in sorusu önemlidir. Etikte nesnellik sorunu üzerine yazılanların,
oldukça önemli bir karĢılaĢtırmalı soruna odaklandıklarını ifade eden Brink‟e göre,
(Brink, 1989: 5 )
Söz konusu tartıĢmada nesnelci bir düĢünür olarak konumlandırılabilecek olan Brink,
yeniden masaya yatırmak gerektiğini düĢünür. Fizik, kimya, biyoloji gibi doğa
gerçekçi bir bakıĢ açısı olarak kabul edilir. D. Brink, metaetikteki tartıĢmalar
Kimilerine göre yalnızca bilime iliĢkin gerçekçilikten söz edilebilecek, ancak etik söz
göreciler bu durumu savunan görüĢler arasında sayılırlar. Kimilerine göre ise, hem
bilime hem de etiğe iliĢkin gerçeklikten söz etmek mümkündür. Etikte de nesneldir
Bilimin nesnelliğine iliĢkin ortak kanı naiftir. Biz, bilimde nesnelliğin elde edilebilir
oluĢunu anlayabiliriz. Peki ya etik? Etik, bilimlerdeki kadar nesnel olmayı baĢarır mı
olarak ele alınan temel sorular vardır: Ahlaklılık ne anlamda nesneldir? Ahlaksal
olgular (moral facts) ya da hakikatler (truths) gibi şeyler var mıdır? Eğer ahlaksal
davranışa ne anlamda yol göstericidir? (Brink, 1989: 1) Bunlardan ilk ikisi özsel
moral sorunlar, diğer ikisi ise moral kuram ya da ilkelere iliĢkin sorunlar olarak
içeriğini yalnızca bu sorulara verilen yanıtlarda aramak yerine, moral değer, moral
„Nesnellik‟ nesnenin bir özelliği midir yoksa bilginin bir özelliği midir?” “Nesnellik
neliğine iliĢkin yanıt bekleyen sorular, yalnızca nesnellik kavramının değil onun
bilginin, yöntemin, tutumun birer özelliğiymiĢ gibi ele alınmıĢ ya da yalnızca bir
79
nesnelliğini (Nagel, 1986: 25) imlemek için kullanılan bir sıfat olmuĢtur. Bir sıfat
olarak sıkça kullanılan nesnelliğin ne olduğunu araĢtırırken, nesnenin bir özelliği mi,
olarak tanımlanan Ģeyle benzer türden bir nesnellik olup olmadığı sorusu, doğa
Kimilerine göre nesnellik, yalnızca varlığını saptadığımız Ģeyler için söz konusudur
ve yalnızca tek bir “nesne”nin özelliği olarak kabul edilir. Bir “nesne”ye bağlı olarak
kararlı olarak kalan Ģeyi ve o Ģeyin özelliği”ni anlamak olarak kabul edilir (Sözer,
1995: 65). Nesnelliği, nesnenin değil de bilginin bir özelliği olarak kabul edenlere
edilebileceği düĢünülür.
19
“Nesnellik, bilimsel nesnellik olarak tanımlananla benzer türden bir nesnellik
onlar da öznelse) ya da öznel olan beğeni sorununun öznelliği gibi bir öznellik
midir?” “Öznellik ya da nesnellik sorunu hakkında belirli bir görüĢü savunan bir
Nesnellik, kavrayıĢın bir yolu olarak da tanımlanır. Bir tür kavrayıĢ metodudur
ulaĢmanın bir yoludur. Nesnelliği hem savunan hem de eleĢtiren Nagel‟e göre, her
ikisini de yapmak gerekir. “Nesnellik” ya da “nesnel olma” kimi düĢürlere göre ise
önemli bir erdemdir (Jacobs, 2002: 2). Böylesi bir erdeme sahip olmakla, bir
20
KiĢilerin nesnel olduklarını söylemekle, onların önyargılı olmadıklarını, kanıtlarla
içerecektir (Jacobs, 2002: 1). Moral yargının doğasına iliĢkin iddialar ortaya koyan
açıklamasından bir farkının olup olmadığının, eğer var ise, nasıl bir farklılığa sahip
“Moral değer, belirli türden moral olmayan olgulara ya da özelliklere bağlı mıdır,
değil midir?” ya da “Moral değer özerk bir duruşa sahip midir, değil midir; -eğer
alınan temel sorulardandır. Bu sorulara yanıt verebilmek için yola çıkılabilecek temel
hareket noktalarından biri, bu sorulara yanıt veren bir kuramın “moral değerler
olduğuna dair bir tartıĢmada esas sorun, moral değerin nesnelse hangi anlamda
nesnel, öznelse hangi anlamda öznel olduğunun belirlenmesidir. Bu ise yine doğa
olduklarını farz etmek, söz konusu nesnelliğin bilimsel olarak tanımlananla benzer
türden bir nesnellik olup olmadığına açıklık kazandırmaktır. Tüm nesnelciler, moral
değerin, moral yargıların biliĢsel yargılar oldukları –yani onların gerçekten doğru
82
veya yanlıĢ oldukları- anlamında nesnel oldukları konusunda uzlaĢırlar. Ancak tüm
gerçekten var mıdır?” ya da bu sorudan türetilen yan sorular olan “Moral olgular söz
sorularına nesnelciler “nesnel moral olgular vardır” ya da “olgu, nesnel bir olgudur”
cevabını verirler.
Sorun yalnızca moral değerin nesnel olup olmadığı sorunu değil, aynı zamanda
moral değerin nesnelliğini sağlayacak Ģeyi hangi ölçütle, nasıl karakterize ettiğimizle
gösterici olabildikleri ve eğer ki moral olgular var ise, bu moral olguların, eyleyenin
kaynağıdır. Kimilerine göre nesnel olguları keĢfetmenin nesnel bir yöntemine sahip
metafizik bir iĢle uğraĢmaktır. Oysa burada önemli olan, doğal ve moral olgular
bir ölçütünün, akla dayalı bir yönteminin olduğunu görebilmektir. „Ġyilik‟, „kötülük‟,
yanlıĢlanabilir bilgiler ortaya koymayı sağlayan bir yeti vardır. Ġnsanın bilme yetisi,
dayanarak sorduğu “Etik, diğer disiplinlere benzer yolla, örneğin sosyal bilimler ya
mi?” (Brink, 1989: 5) sorusuna verilecek yanıt açıktır. Brink‟in sorduğu “Kürtaj
haklı görülebilir mi, eğer haklı görülebilirse hangi koĢullar altında?” “Ölüm cezası
belirli türden suçlar için ceza olarak kabul edilmeli midir?” sorularına verilecek
yanıta giden yolla, “cinayet kötüdür”, “sözünü tutmak iyidir” yargısına varmak ya da
yanlıĢlanabilir bilgi ortaya koymayı sağlayan bir yetiye- dayalı bir yoldur. Varolan
her Ģeyin yalnızca duyulara verili olmasını bekleyen bir perspektifin dıĢında
kalabilen bir alanın varlığını akıl aracılığıyla görmek, doğal ve moral olgular
beraberinde getirir.
Metafizik ailenin içinde kara bir leke gibi durduğu düĢünülen ahlak gerçekçiliğine
olmadığı, neyi nesne edindiği, neyi değerli kabul ettiği, kavramın içeriklendirilmesini
savunduğumuz diğer moral inanıĢlarla nasıl mümkün olabilir?” “Bu ahlaksal olgular
22
Moral inanıĢlarımız arasındaki tutarlılık bu inanıĢların nesnelliğine kanıtı olabilir.
Bu türden tutarlı bir epistemoloji gerçekçi bir etik anlayıĢla aynı yerde bulunmaz gibi
görünür.
86
edilebilir, çünkü ahlak hem bir olgular dünyasıyla uğraĢır hem de ahlaksal yargılar
doğru ya da yanlıĢ olabilir. Ayrıca bu nesnellik yalnızca ahlakın belirli bir olgular
erdemsiz, iyi, kötü, adil gibi kavramların fiziksel olgular gibi dünyada karĢılık
yargıların olduğunu ileri süren bir görüĢ olarak (Cengiz, 2003: 144) ahlak
gerçekçiliğini savunanlara göre, ahlaksal olgular da tıpkı fiziksel olgular gibi vardır.
metafizik konumuna iliĢkin bir sav olduğu ileri sürülür (Brink, 1989: 7). Ahlak
metafizik sav olup; bizim doğru ya da yanlıĢ olana iliĢkin inanıĢımızdan bağımsız bir
iliĢkin bir düĢünceyi içerdiği ileri sürülür (Brink, 1989: 14). Temellendirmenin
doğası ve inançların doğası hakkında mevcut genel bir görüĢ vardır ve ahlak
12)23.
Ahlak gerçekçiliğinin neliğini ortaya koymak üzere kavramı ele alan düĢünürlerin
ulaĢılmak istenmektedir.
Ahlak gerçekçiliğinin neliğini ortaya koymak üzere kavramı ele alan en önemli
bağlı oldukları gibi bir düĢünceyi reddeder; şeylerin -belirli aktiviteler ve iliĢkilerin-,
olduklarını iddia eder. Öznelci bir değer kuramı, değer yargılarının, değer biçenin
23
Ahlak gerçekçiliği, metafiziksel düĢüncenin özel bir durumu olarak ele alarak
görüĢle birbirine karĢıtlık içinde karakterize etmek mümkün görünür (Brink, 1989:
14).
88
için iyidir‟ olarak ele alınması gerektiğini söyler (Cengiz, 1996: 117). Nesnelci bir
psikolojik durumuna bağlı olmadığını iddia eder. Bir Ģeyin değerinin hem bireylerin
nesnellik” olarak tanımlananla benzer türden bir nesnellik olup olmadığı; moral
da öznel olan beğeni meselesinin öznelliği gibi bir öznellik olup olmadığı tartıĢılır.
edilemeyeceği; moral değerin, eğer ki dünyada bir yerdeyse nerede olduğu, belirli
türden moral olmayan olgulara ya da özelliklere bağlı olup olmadığı, özerk bir
duruşa sahip olup olmadığı nesnel bir değer kuramının içeriğini oluĢturmada önem
taĢımaktadır.
Brink gibi değerlerin nesnelliğini savunan kimi nesnelci düĢünürlere göre, değerler
nesnellik ile gerçekçilik karĢıtlığı ve öznellik arasındaki iliĢkiyi tarafsız bir ahlak
gerçekçiliği anlayıĢıyla ele alan bir değer kuramı üzerinde düĢünülmelidir (Brink,
çalıĢmak yerine „iyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟, „adil‟, „cesur‟, „aklıbaĢında‟ gibi
89
açıklayabilmelidir.
Etik hakkındaki gerçekçi görüĢ, etiğe iliĢkin moral olguların ve doğru moral
önermelerin mümkün olduğunu iddia eder (Brink, 1989: 14). Ahlak gerçekçiliği,
metafizik ifadelerini ele almak ve akla daha az uygun olan, ancak doğa ve sosyal
24
Gerçekçilik, moral olguların doğasına iliĢkin bir tartıĢmadır. Ahlak gerçekçiliği
ise, bizim moral olgu sorununa iliĢkin doğalcı bir bakıĢı kabul etmemizle daha akla
uygun olacak gibi görünür. Etik doğalcıya göre, moral olgular ve özellikler doğaldır
(doğa bilimleri ve sosyal bilimler gibi). Peki, bu durum, bizim doğal olandan moral
terimleri savunabilir miyiz? Eğer öyleyse, etik doğalcılık, “dır (is)” dan “malısın
bizim tarafımızdan kabul edilen doğa ve sosyal bilimlerde moral olmayan disiplinler
bilimin bize, dünyaya iliĢkin daha baĢarılı ve daha tam bilgi sunduğu genel
konusu bilimsel terimlerin, her ne kadar dünyanın gerçek özelliklerinden söz ettiği ve
bilimin bize, dünyaya iliĢkin daha baĢarılı ve daha tam bir bilgi sunduğu genel ve
yaygın olarak kabul görse de; ahlak gerçekçilerine göre ya da ahlak gerçekçiliğine
göre, bilimsel olanla kıyaslandığında daha Ģüpheli bakılan etiğe iliĢkin doğru
süregeldiğini söylerler. Bir kısım ahlak gerçekçisine göre, bir özellik, o özelliğin
deneyimlenmeyi bekleyen bir özellik ise ancak o nesnenin gerçek özelliği olabilir.
argümanın karĢısında daha güçlü ve hatta daha popüler bir tezi savunan kimi ahlaksal
25
Berkeley bunu, “ var olmak (to esti) baĢka Ģeydir, algılanmıĢ olmak baĢka Ģey”
de insan içinci olduğu iddia edilirken; kimilerince ise, moral kavramların insan içinci
olmadıkları çünkü bu moral özelliklerin, insanın kendi doğası gereği bir tepkisinin
92
Moral özelliklerin gerçek nitelikler olup olamayacağını ele almanın bir yolunun da
moral özellikler ile Locke‟un ikincil nitelikleri arasında bir analoji kurmak
üzerine ve bir özelliği o nesnenin gerçek özelliği yapan Ģeyin ne olduğu üzerine
Moral özellikler, ancak Locke‟un ikincil nitelikler dediği türden özelliklere karĢılık
gelebilir. Nasıl ki ateĢ yalnızca belirli bir uzaklıkta bizde sıcaklık duyumunu
uyandırıp, daha yakın bir mesafede sıcaklıktan tamamen farklı bir duyum olan acıyı
1998: 229).
93
olduğumuzda acılık idesini üretiyorsa; „iyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟, „adil‟, „cesur‟,
Moral özelliklerin varlığını Locke‟un ikincil nitelikleriyle bir analoji kurmakla ortaya
niteliklermiĢ gibi görülse de, Locke, moral özelliklerin ikincil nitelikler olduklarını
(Locke, 1996: 106), ancak bu yolla varolabilirler diye düĢünülür. Varolmak için bir
duyumun değil düĢünümün nesneleri oldukları, bu nedenle Locke ve pek çok deneyci
özelliklerin de böylesi bir nesnenin sahip olduğu özellikler olduğu kabulü, moral
söz etmeyi olanaksız kılmaktadır. Moral özellikleri somut olarak bir nesnede
ve bu olgular ve doğrular onlar için verilen kanıttan bağımsızdır (Brink, 1989: 17).
kabul edilip, doğal olgulardan ayırtedilseler de, doğal olgular gibi moral olguların da
korur.
Böylesi bir tutumla, deneysel bilgisine sahip olamayacağımız ve bilginin ilk adımı
onlara geçici bir yer göstermektir. Moral yargıların birincil nitelikler olduklarını
yalnızca duyulur dünyaya iliĢkin bir varlık ve bilgi de yalnızca duyulur dünyanın
bilgisi değildir. Ancak ve yalnızca beĢ duyudan biriyle algılanan bir nesnenin
varlığından ya da ona iliĢkin deneysel bilginin nesnelliğinden söz etmeyi genel geçer
bir sav olarak kabul etmek, „iyi‟ ve „kötü‟yü kartopunun beyazlığı ya da soğukluğu
(Brink, 1989: 15). Gerçekçiler, bizim kendilerine iliĢkin herhangi bir kanıtımızdan
bağımsız olarak belirli türden olguların varolduklarına iliĢkin metafizik tez üzerinde
vardır, ve (2) bu olgular ve doğrular onlar için verilen kanıttan bağımsızdır (Brink,
1989: 17).
gerçekçiliğin özel bir türü olduğu düĢünülür (Brink, 1989: 14). Gerçekçilik karĢıtı
iddia edilen ahlak gerçekçiliği karĢıtı bazı kuramları iki ana grupta toplamak
doğruların varlığını inkâr eden görüĢlerdir. BiliĢselci olmayanlara göre, moral olgular
içeriği olduğu savıyla biliĢselci bir yaklaĢım sergilerler” (Cengiz, 2003: 147). Etikte,
olmayan realist anlayıĢları, ahlaki yargıların bilgi içeriği olduğu savıyla biliĢselci bir
Brink, etiğin nesnelliğinin, etik ve olgu sorunları iliĢkisine önemle bağlı olduğunu
dile getirir. Etik olgularla ilgili olduğu kadar nesnel de olabilecek ve moral iddiaların
sorunlarını ele alma anlamında nesnel olup, herhangi birinin doğru ya da yanlıĢ olana
iliĢkin inanıĢından bağımsız olgularla ilgili olduğunu düĢünen (Cengiz, 1996: 39)
ahlak gerçekçiliği, etiğin baĢka bir anlamda nesnelliği olduğunu iddia edecektir: Etik
28
“BiliĢselci yaklaĢıma göre, doğru ya da yanlıĢ olduklarına karar verilebilen ahlak
olarak kabul edilen nihilistler; „iyi‟ „adil‟ „yanlıĢ‟ gibi moral yüklemlerin gerçek
gerçekçilik karĢıtı bir duruĢ sergilediklerini düĢünürler. Gerçekçilik karĢıtı pek çok
veya “betimleyici olmayan” kuramlara göre, etik ve değer yargılarının farklı bir
mantık, anlam ve kullanımı vardır (Tepe, 1992: 34). Ahlak gerçekçiliğine karĢıt olan,
98
bu kuramlara göre etik ve değer yargıları daha çok duygu ifadeleridir, emirler ya da
kuramlar meta bir etikten söz etmenin akla uygunluğunu ve olanaklılığını göstermek
isterler. Etik olgu yargılarının diğer olgu yargılarından farklı olduğunu düĢünen
gerektiğini farklı savlarla dile getirerek ortaya koymaya çalıĢırlar. „Ġyi‟, „kötü‟,
terimlerin veya „yükümlü‟, „gerekli‟, „-meli‟ gibi buyurucu etik terimlerin tanım veya
anlamını ortaya koymaya çalıĢan, bu kavram veya terimlerle oluĢan etik ve değer
kuramlarda (Tepe, 1992: 31) etiği bilimselleĢtirme esas amaç gibi görünmektedir.
Bilgisel etik sorunları yanıtlamaya çalıĢmak yerine anlam, doğruluk, yöntemle ilgili
olguların varlığından söz edebilmenin, “ahlaksal olgular da tıpkı fiziksel olgular gibi
vardır” diyebilmenin yalnızca bir anlam veya tanım sorgulamasına bağlı olmadığı
çözümlendiği bir alan değildir, insanlararası iliĢkilere iliĢkin bilgi ortaya koymaya,
bu bilgilerle etik sorunları yanıtlamaya çalıĢan, hayatla ve olan bitenle bağlantılı bir
alandır. Bilgi yalnızca deneyime dayanan olguların bilgisi değildir. Moral olguların
olduğunu varsaymak ya da doğru eylemin ölçütünün tek bir ölçüt olabileceğini iddia
etmek tartıĢmalı gibi görünür. Doğru eylemin tek bir ölçütünün olabileceği ve moral
değerin nesnelliğinden söz edebilmek için tek bir moral ilke, tek bir temel değerin
29
Ahlak yasasının –kategorik imperatifin- doğru eylem için tek ölçüt olduğu ve “iyi”
kuramlarda moral değerin nesnelliğinden söz etmek için tek bir moral ilkenin, tek bir
Çoğulculuk ise, kendileri uğruna peĢinden gittiğimiz farklı amaçlar, farklı erdemler
tümü) olarak tanımlanır (Jacobs, 2002: 16). Çoğulcu kuramlar, tüm yükümlülüğe
iliĢkin çatıĢmaları karara bağlayacak veya belirli bir durumda ya da yargı vermede
bir yargı ya da bir duruma iliĢkin tüm değerlerin önemini belirlemeyi sağlayan tek bir
Ahlaksal olarak x‟i y‟ye ya da y„yi z‟ye yapmaya yükümlü olduğumuz eylemlerimiz
vardır. Kimi zaman da x‟i, y‟yi ya da z‟yi yapmayı arzularız. Kimileri de herhangi
bir arzuya sahip olmaksızın belirli bir eylemi yaparlar. Kimi zaman birden çok
yükümlülüğümüz olur: hem sözümüzü tutmamız gerekir hem de ihtiyacı olan birine
yardım etmemiz. Bunlar kimi zaman aynı anda karĢılaĢılan iki tür ödev ya da
eylemin tek ölçütünün fayda olduğunu, pek çok hazdan söz edilse de moral olarak
doğru eylemin peĢi sıra gidenin “iyi” olduğunu ve tek bir temel moral ilkenin
Nikomakhos‟a Etik‟in 10. kitabında Aristoteles, insan için en iyi olandan söz ederken
düĢünceye dalmıĢ bir yaĢamla pratik olana dalmıĢ bir yaĢamdan söz etmekle
yükümlülüktür. Bazen öyle bir durumla karĢı karĢıya kalınır ki, yardıma ihtiyacı olan
birine yardım etmek gerekirken aynı zamanda verilen sözün de tutulamayacağı bir
varlığı çözüm bekleyen bir ikilem olarak görülür. Bu bağlamda Ģunu sormak gerekir
eyleyenin arzularına bağlı mıdır, değil midir? Arzularımız akla uygun mudur, değil
amaçlarımız var mıdır? Hangi tür amaçlarımız değerlidir? Bu tür amaçlar niçin
sorular ahlak gerçekçilerinin doğru eyleme iliĢkin bir ölçüt ortaya koyabilmek adına
Etik ikilemlerle çoğu zaman karĢı karĢıya kaldığımız, söz verip de tutmak
çıkmayı ve karar vermeyi sağlayan bir ölçütün olmadığından söz edilemez. Doğru
eylemden söz edebilmenin bir ölçütü olmalıdır. Ahlak gerçekçileri böylesi bir
102
güdülerimizle mi yoksa rasyonel bir yetiyle mi ilgili olduğunu en iyi bulduğumuz yer
ahlaklı olması için ne olması gerektiğinin yanıtını ahlak yasasıyla vermiĢtir. Kant‟a
göre, akla uygun olmayan, kimi arzularımız vardır ve bunlar eylemlerimiz için
olabilir. Eylemin nedenleri eyleyenin arzularına bağlı olmayabilir. Kant eylem için
ileri sürdüğünde bir eylemi yapmak için arzuya ya da güdüye sahip olmakla bir
31
Ahlak gerçekçiliği, gerçekçilik ve gerçekçilik-karĢıtlığı arasındaki tartıĢma gibi
ontolojik temelli bir epistemolojinin etik ve değerler söz konusu olduğunda mümkün
nedene sahip olmak arasındaki fark açıklık kazanır. Söz konusu farkındalıkla Kant,
eylemi belirleyen iki neden olduğunu ileri sürer: güdülerimiz, arzularımız ya da saf
Ahlak yasası, iyinin kötünün, doğru ya da yanlıĢ eylemin ne olduğunu, belirli bir
istememizin tek gerçek nesnel belirleyicisidir. KiĢi ben sevgisine ya da bir baĢka
öznel güdüye danıĢmaksızın yasaya boyun eğmektedir. Moral olarak x‟i y‟ye ya da
y„yi z‟ye yapmaya yükümlü olduğunun farkındadır. X‟i, y‟yi ya da z‟yi yapmayı
arzulamıĢ olsa da a priori ahlak yasasına duyduğu saygıya dayanarak bir eylemi
farkındadır. Eyleyenin, moral olanı yapması için saf akla duyulan saygıdan dolayı
gelen bir nedeni vardır. Eyleyen, arzu ya da eğilimlerinden dolayı değil sırf ahlak
yasasına duyduğu saygıdan dolayı, içsel bir nedene bağlı olarak, herhangi birinin
"Bir takım ilkeler bazı durumlarda iĢ görebildikleri halde bir eylemin doğru, yanlıĢ
veya yükümlülük olduğuna karar vermede bu ilkelerin tek baĢına yeterli olamayacağı
alarak bir eylemin değerlendirilmesi -doğru bulunması- her zaman mümkündür. Ama
bunu genelleyerek, bir eylem türünü böyle bir ölçüt ya da ilkeye dayanarak
eylemin koĢulları: eylemi yapan, eylemin yöneldikleri, eyleme yol açan istemenin
Etikte nesnellik öznellik tartıĢmasına bir çözüm olarak faydacı kuram önerilir.
Ancak, bu faydacı kuram bilinenden daha farklı bir biçimde içeriklendirilen “nesnel
faydacı kuram”dır. Nesnel bir etikten mi yoksa öznel bir etikten mi söz edilebileceği
olarak ortaya konulan bir kuramın çözüm olup olamayacağı tartıĢılır. Nesnel
32
Nesnelcilerin yeni bir ölçüt olarak dile getirdikleri “nesnel faydacılık” kuramını
faydacılığın moral bir kuram olup olmadığı ya da niçin moral bir kuram olması
gerektiği sorgulanır.
Doğru eyleme iliĢkin nesnel bir ölçüt sundukları düĢünülen ve tekçi olarak
edilir. Kant‟ın etik görüĢü “nesnel” bir ölçütten söz etse de ahlaksal realistler ya da
hakkında karar vermeyi sağlayan ölçüt bakımından ondan ayrılan bir kuramdır.
(Tepe, 1992: 25). Diğeri, „son amacın en fazla iyiyi elde etmek‟ olduğunu savunan
KiĢi için „iyi‟ olanı değil de herkes için „iyi‟yi, “doğrunun, yanlıĢın ve
yükümlülüğün tek ve son ölçütünün fayda ve yarar ilkesi” (Tepe, 1992: 26) olduğunu
getireceğini konu edinen “kural faydacıları” olarak ayrılırlar (Tepe, 1992: 26). Etikte
Bu türden faydacılık taraftarları, pek çok alternatif kuralın kabul edilmesi yerine,
yanadırlar. Böylece kural faydacılığı sıradan ahlaklılıkla görüĢ birliği içindedir ve bir
kiĢinin her durumda kendi çıkarını, mümkün olan en üst düzeye çıkarabileceğini
yadsıyarak, eylem faydacılığına karĢı çıkar” (Slote, 1992: 59). BaĢka bir deyiĢle,
eylemin kiĢinin kendi çıkarını maksimize etmesi değil de, tek bir kurala ya da ilkeye
de benzer bir çabanın varlığına iĢaret ediyor denilebilir. Burada da tek bir ilkeye göre
gerekliliği, kural faydacılığının pek çok alternatif kural yerine sonucu iyi olacak
107
örtüĢtürülebilir.
Kimi faydacı kuramcılar tarafından, doğrudan faydacılığın bir türü olan eylem
doğrudan olmayan faydacılığın bir türü olan kural faydacılığına tercih edilir. Eylem
olan ile ussal olan bu ilkenin neresindedir?”, “doğru olan ile ussal olan arasında bir
öncelik sonralık iliĢkisi var mıdır?”, “bir eyleyenin neyi yapması doğru ya da neyi
ahlaki bir görüĢ veya kuram olarak görülmektedir. Fayda ilkesi, eylem-faydacılığının
değiĢmez ve sabit görüĢü olan neyin doğru ve neyin yanlıĢ olduğunu ortaya koyar,
ancak neyin ussal olduğunu veya ussal olmadığına iliĢkin söyleyeceği bir Ģey
33
“Doğru” olan ve “ussal” olan kavramlarının faydacılıkla iliĢkisini ortaya
koyabilmek için eylem faydacılığı da biri “gerçekçi”, diğeri ise “beklenebilir olan”
eylem faydacılığı olmak üzere iki gruba ayrılır. Bu ayrım, “bir eylemin, yalnız ve
yalnız en iyi olan için yapılmıĢsa doğru, yalnız ve yalnız en iyi olması beklenebilir
Aksi takdirde, iyilik için yapılan bir eylemin çok kötü sonuçları olma ihtimali de
olduğu göz önüne alındığında, o zaman o eylemin doğru ya da yanlıĢ olmasına karar
Temel savlarından biri, ahlaksal yargının ussal olması ve öznel iyilik içermemesi
gerektiği olan eylem faydacı görüĢler, “yalnız ve yalnız insan mutluluğu için
alternatiften ahlaksal olarak daha iyi olduğu konusunda hem fikirdirler” (Slote, 1992:
açısıyla, eyleyene (gerektiğinden fazla) zarar veren ve baĢka hiç kimseyi etkilemeyen
bir eylem yanlıĢ olarak nitelendirilir. Bu eylemin genel anlamda mutluluğu arttırıp
Kuram
için eleĢtirirler. Burada eylemin gerçek sonucu bakımından değil de, eyleyenin
kuramlarını da göz önünde bulundurarak yeni bir faydacı kuram oluĢturmak isterler.
kavramlarını da göz ardı etmezler. Önemli olan Ģey, iyi olan eylemlerin değerini
arttırmak için bir doğruluk ölçütünün ve eylemin gidiĢ yönünü belirleyebilecek bir
Nesnel bir sonuççu, doğru eylemi, “fiili olarak iyi sonuçlar ortaya koyan eylem”
biçiminde tanımlar.
Nesnel sonuççuluğun karĢısına konulan öznel bir sonuççuluk ise, “bir eylemin
(Driver, 2001: XIV). Öznel sonuççuluk, “kiĢi ne zaman bir eylem tercihiyle yüz yüze
vermesi ve daha sonra buna göre eylemesi” (Driver, 2001: 68) gerektiği düĢüncesini
içerir. Kantçı sistemde olduğu gibi, içselci sayılan sonuççuluğun öznel biçimleri de
erdem, beklenilen iyiyi maksimize etmeye veya iyiyi en üst düzeye çıkarmaya
yönelik bir eğilim” (Railton, 1984: 152) olarak tanımlanır. Buradan hareketle, öznel
sonuççuluğun ve Kantçı etiğin de aynı türden etik kuramlar olduğu iddia edilir.
Kant‟ın eksiği, iyi istemenin ahlaksal niteliğinin içsel olduğunu, dıĢ faktörlerden,
2001: 68). „DıĢ dünyaya ait değerlendirmeci dıĢsalcılık‟, “bir kiĢinin eyleminin ya da
ahlaksal niteliğinin eyleyene yönelik içsel faktörlerce belirlendiği, örneğin bir kiĢinin
ya da sadece içsel faktörlere iliĢkin bir Ģey değildir. Doğru eylem, erdemli eyleyenin
ya da alt türleri olarak dile getirilir. Doğrudan olmayan sonuççuluğun bir türü olarak
“kural sonuççuluğu”, “bir eylemin ahlaksal niteliğinin eyleme yol gösteren kuralın
34
Ahlak gerçekçiliğinin savunucularından Brink, bu “iyi” ye “insansal iyi” diyerek,
sonuççuluğun bir baĢka formu olan “erdem sonuççuluğu” ise, “bir eylemin ahlaksal
eğer eylem erdemden dolayı meydana gelmiĢse doğru, kötülükten dolayı meydana
ise, erdem değerlendirilmesi için bir çatıdır, karakter özellikleri sonuççulukla iliĢkisi
bağlamında eylemler gibi değerlendirilebilir. “Ġyi bir karakterin en iyi kanıtı iyi
farklılık aslında çok önemlidir. Erdemli eylemler arasında bir çatıĢma görüldüğünde,
2001: 73). Bu durumda bir yakınlıktan ötürü mü, yoksa ahlaksal olarak eylemin
Böylelikle hem yol gösterici bir ilkenin olduğu, hem de eyleyen ve eyleyenin erdemli
eyleminin yer aldığı bir tür faydacı kuram ortaya konulmuĢ olur. Artık erdem de,
faydacı bakıĢ açısına göre, doğru eylem için geçerli bir ölçüt olarak görülür.
karakter özelliği olduğu kabul edilerek, bu açıkça ifade edilir. Böylelikle, hem hangi
eylemin en çok fayda sağlayacağına, hem de belirli bir durumda herkesin aynı eylemi
Erdemin, doğru eylemi, daha iyi olanı ne kadar üretebildiğine, toplumsal iyiyi ne
sürdürebilmek için iyiyi üretme yatkınlığına, yani erdeme sahip olmak gerekir. Bu
112
Böylelikle hem öznelliği hem de nesnelliği bir arada ele alan bir ölçüt ortaya konmuĢ
olur. Nesnel faydacı bir kuram, eyleyenin karakter özellikleri ve eylemin sonucu
eylem için doğru ya da yanlıĢ yargısını verebilmenin nesnel bir ölçütüdür. Kant‟ın
değer oluĢu bakımından eylemin sonucuyla ilgilendiği, eyleyeni göz ardı ettiği
Ahlak gerçekçiliğine yönelik itirazlara nesnel faydacı bir kuramı çözüm önerisi
gerçekçi formu, ahlaklılığın pratikte olan bitene yol gösterici karakteri ya da pratik
teleolojik olmayan kuramlardan farklı olarak, bir tür teleolojik kuram geliĢtirmek
iyi ve en yüksek iyiyi içeren doğruluk. Brink‟in “nesnel faydacılık” olarak belirlediği
nesnel bir insansal iyi kavramını kendinde kapsayan, hazzın değeri ya da tercihin
tatminiyle iliĢkili olan bir “değer” anlayıĢını ise kapsamayan bir kuram olmalıdır35.
35
BaĢkalarına karĢı hem zayıf hem de sıkı bir faydacılık ayrımından söz etmek
114
Nesnellik öznellik tartıĢmasında adı geçen ve nesnel bir etikten söz edilebileceğini
savunan Brink‟in sözünü ettiği nesnel faydacı kuram, alıĢılagelen geleneksel faydacı
aldıklarına bağlayan türdeki bir faydacı kuramdan –ve öznel sonuççu kuramlardan
da- ayrılır.
ister. Burada, moral bir inanıĢın, toplumun tüm üyelerinin yararına mı yoksa
kuramı savunanlar, değerli bir yaĢamın belirli türden karakter özelliklerine sahip
belirli iliĢkilere sahip olunmasına bağlı olduğunu iddia ederler. Hem kiĢisel hem de
toplumsal yararı gözeten nesnel bir değer anlayıĢı faydacı bir etik anlayıĢı içerisinde
oluĢturulabilir (Cengiz, 1998: 38) Brink‟e göre, nesnel faydacılık kuramının iki
önemli unsuru vardır: Bunlardan biri, söz konusu kuramın, insansal refahla ne kadar
ilgili olduğu, insansal iyiyi ne kadar gerçekleĢtirdiği; diğeri ise nesnel faydacılığın
“değerli bir yaĢam”ın oluĢturulmasında nasıl bir rol oynadığı. Bu bağlamda yanıt
aranması gereken soru, nesnel faydacılığın “insansal refahın doğası”na nasıl bir
mümkündür. Eyleyenin baĢkalarına karĢı belirli bir vaadi içeren, senet mahiyetinde
Nesnel faydacılık, insansal refahın nesnel içeriğinde bulunan çeĢitli iyiler arasındaki
iliĢkinin kabaca açıklanıĢıdır. Ġyi‟nin nesnel kavrayıĢı, nesnel faydacı kuramın ortaya
konulmasıdır (Brink, 1989: 237). Nesnel faydacı bir kuramın insansal iyi ve
olarak iyi sonuçlar ortaya koyan bir eylem ise, bu sonuçların insansal iyi ve
insansal iyiyle iliĢkili olan ve en azından kimi deneysel disiplinlere bazı bakımlardan
bağlı olan olgulardır. Nesnel faydacılığa göre moral olgular ve daha üst-düzendeki
36
Nesnel faydacılığın bir türü olan “nesnel faydacı doğalcılık kuramı” da moral
olguların doğal olgulara dayandığı, yani insansal iyiye katkısı olan doğal ve sosyal
bilimsel olgulara dayandığını iddia eder (Brink, 1989: 238). Nesnel faydacılığın
doğalcı türüne göre moral olgular, ekonomik, sosyal, psikolojik ve biyolojik olgular
gerekir. Eylem faydacı kuram bağlamında bir eylem, insansal refah için, en azından
eyleyenin elinde mevcut alternatif bir eylem sağlayabiliyorsa doğrudur (Brink, 1989:
belirlenmesi gerekir. Önemli olan insanın refahı ve onu ortaya koymayı sağlayacak
bir eylemde bulunabilmektir. Bir eyleyenin, X gibi bir eylemi kiĢinin yararı ya da
Önemli olan eylemin kiĢinin kendi yararına mı, kendi iyiliğine mi yoksa baĢka bir
eyleyenin insansal iyiyi maksimize eden Ģeyi yapmasına gereksinim duyar. Nesnel
hakkındaki talepleri yerine getirmek için nedenleri var mıdır?” (Brink, 1989: 240) Bu
kendi savlarının, peĢinden gittiği kiĢisel iliĢkilere destek olacak olan kimi
Eyleyenin kendi için daha değerli projeleri ve savları olmasına rağmen baĢkalarına
Pek çok sosyal bileĢeni içeren bir insansal iyi kavramından söz etmek gerektiğini
savunan Brink‟e göre, “iyi”nin nesnel bir kavranıĢı ortaya konulup savunulmalıdır.
Bir kimsenin kendi tasarıları diğer Ģeylerden daha değerli olabilir, eyleyenin iyiliği
KiĢisel ve sosyal iliĢkiler, bir eyleyenin iyiliğinin parçası olabilir. Bir eyleyenin
iyiliği belirli bakımlardan baĢkalarının iyiliğiyle doğrudan ilgili olabilir. Birisi bir
baĢkasının refahına katkıda bulunulduğunda, daha iyi olabilir, bir baĢkasının iyiliğini
artırabilir; benzer biçimde bir baĢkası acı çektiğinde acı çeker ve baĢkalarının
acılarının nedeni olabilir (Brink, 1989: 243). Eyleyenin kendi iyisi içsel olarak
değerlidir, baĢkalarının iyisi dıĢsal olarak değerlidir. Bir eyleyenin kendi tasarılarının
peĢinden gitmesi için, baĢkalarının yararına olduğundan emin olması beklenir. Çünkü
118
baĢkalarının iyiliğini desteklemek için bir nedeni vardır. “Ġyi” kavramı bağlamında
Faydacılığın nesnel bir biçiminin bireysel olarak akla uygun olduğunu düĢünen
Brink‟e göre, faydacılık eleĢtirisi, karar verme süreci ve doğruluk ölçütü arasında her
nesnel faydacılığı, karar verme süreci olarak değil de, doğruluk ölçütü olarak
tutmak” değerlidir. “Sözünü tutman gerekir” ilkesi ve bu ilkeye yönelik güdüler bazı
etmez. Burada “bu durumlar hangi durumlardır” diye sormak gerekir. Bazen “sözünü
tutmak gerek” moral ilkesi diğer moral ilkelerin faydacı bir temellendirmesini de
teĢebbüs etmesi gereken eylemlerinde, “sözünü tutmak gerek” moral ilkesi, diğer
faydacının vaad edilmiĢ yükümlülüğünün temelini sarsmaz; çünkü hiç kimse vaad
Faydacı bir kuramın hem bireysel hem de toplumsal faydanın farkındalığını içeren
insan refahının nesnel bir kuramını ortaya koyabileceği düĢünülür (Cengiz, 1996:
140). Brink‟e göre, faydacılıkla uyumlu nesnel bir değer kuramı, faydacılıkla uyumlu
119
olan ya da olmayan öznel değer kuramları ve nesnel değer kuramlarına göre akla
daha yatkındır. Bu türden nesnel faydacı kuram iki bakımdan değerlidir: Ġlki, onun
türden bir faydacı kuram, akla uygundur. Tutarlı bir epistemoloji, bu faydacı kuramla
birleĢtirilmiĢ moral kuramların lehine olacak bir varsayım ortaya koyabilir. Dahası,
bize sağlayan moral akıl yürütmenin bir modeli olarak görür ve insanın refahın
doğasının nesnel bir anlamını önceden hazır bulursak, faydacılığa yönelik standart
37
Nesnel faydacılığın, faydacılığa karĢı yapılan moral itirazları savunabilmesi için
ve tercihler ile değerler arasındaki bağlantı ele alınmalıdır. Değerli olanın farkında
olan ve onun peĢinden gidenler vardır, ancak değerli olanın diğer insanlara saygı
duymayı ya da zarar vermemeyi içermesi beklenir. Nesnel bir yararcı kuram, hem
kiĢisel hem de toplumsal iyiliğin en üst derecede sağlanmasıdır (Cengiz, 1998: 38).
120
BÖLÜM III
düĢünürler arasında sayılan Mackie, etikte nesnel değerlerin olmadığı kabulüyle yola
çıkarken; bir baĢka öznelci Harman ise, “etikte gözlemsel sınanabilirlik”in olanaklı
Değerlerin nesnel olamayacağı iddiası yalnızca sorunlu bir sav olmakla kalmayıp,
yoktur” (Mackie, 1998: 58) savına değerlere iliĢkin ifadelerin doğru ya da yanlıĢ
121
söylemek, yalnızca moral iyiliğin değil -ki bu moral değerle neredeyse eĢ anlamlı
görülebilir-, aynı zamanda doğruluk, yanlıĢlık, ödev, yükümlülük, bir eylemin moral
38
Bu iddiayla ilgisinde “öznellik” ya da “etik öznelcilik”, “etik Ģüphecilik”,
doldurmadan önce Ģunu yanıtlamakta fayda vardır: moral skeptisizm neden yanlıĢ
ilki, moral skeptik olarak adlandırılan kiĢinin kim olduğuyla ilgili yanlıĢ
belirlenimden dolayı; ikincisi ise, moral değerlerin dünyamıza nerede ve nasıl dahil
dünyamıza dahil oluĢ biçimi ve yeri ise moral değerlerin statüsüne ve moral
122
yerine alternatif olarak sunulabilecek bir “etik öznellik” anlayıĢı ortaya koymak
isterler.
olarak gören en temel normatif görüĢ diye düĢünülür (Mackie, 1998: 60). Bu,
öznellik, daha genel bir ifadeyle, moral yargıların, konuĢmacının kendi duygu ve
değerlendirmenin doğasına iliĢkin bir sorundur. Burada tartıĢılması gereken soru ise
Ģudur: Birinin kaba ve kibar eylemleri arasında belirgin bir farkın olduğu ya da cesur
kaba eylemlerden birini ötekinden ayırmak her ne kadar zor gibi görünse de pratikte
kendi duygu ve tutumlarının bilgisine denk gelen moral yargı, „ben bu eylemin
iĢaret etmeye çalıĢtığı, etik terimlerin kullanımı ve anlamına iliĢkin bir tür iĢlev ve
anlam sorunu olarak karĢımıza çıkan “etikte nesnellik sorunu”, bizi, etik ifadelerin
olsaydı, o zaman nesnel moral değerlerin olmadığı savını izlerdik. Bunun farkına
varmıĢ olsaydık, onlar hakkında bir Ģeyler söyleyebilirdik. Bu anlamda, bu tür bir
öznellik moral skeptisizmi de gerektirirdi. Ancak bunun aksi yönünde bir gereklilik
görüĢleri inkâr etmek anlamına gelmemektedir. Hiç Ģüphesiz, eğer, moral değerler
düĢünür olarak kendini ifade eden Mackie‟ye göre burada asıl tartıĢılması gereken
onun önerilen ikincil önemdeki görüĢlere iliĢkin söyledikleri, yani moral terimlerin
ya da ifadelerin anlamları üzerine savlardır. Ona göre buradaki moral sorunlar etik
etik bağlamların analizi sorunudur. Bu sorunlar ise bizi moral ifadelerin mantığı
124
sorun esasında çözülemez değildir. Öznelcilere göre, çözüm için uzlaĢtırıcı bir
kabul edilen kimi Ģeylerin olduğu ya da böylesi bir nesnelliğin kabul edilmesi
40
Evrensel ilkelerin, genel geçer ölçütlerin ya da değerlerin olmadığını, yokluğunu
“öznelerarasıcılık” kavramı öznel ve nesnel olanı uzlaĢtırma çabasının bir ürünü gibi
görünmektedir.
genel bir yasamanın ilkesi olarak geçerli olabilmeleriyle, genel geçer olabilecek
ahlak yasasının formüle edildiği kategorik buyrukta dile getirilen arasında bir
kavrama yüklediği uzlaĢtırıcı rol, Kant‟ın öznel ilkeleri olan maksimlere yüklediği
ödevi gibidir. Mackie‟ye göre de salt öznel olmak, tek bir özneye göre olmak değil,
Mackie‟nin bu yorumu, onun tam olarak bir öznelci olmadığına iĢaret eder. Mackie
çabası, bir ölçüt bulma çabası olarak görülebilir. Ona göre de bir eylemi adil ya da
adaletsiz yapan, doğru ya da yanlıĢ kılan, bir Ģeye iyi ya da kötü demeyi sağlayan
126
yönlendirici veya eyleme yol gösterici olmakla nesnel olduklarını kabul eden,
değerleri kendinde buyurucu ve nesnel olarak kabul eden bir moral geleneğin varlığı
kimi öznelci düĢünürler için inkâr edilemez bir gerçektir. Felsefe tarihine
bakıldığında (Kant ve Platon gibi) pek çok düĢünür değerlerin nesnel olarak
sorunu, betimleyici bir sorun olmaktan çok ontolojik bir sorunmuĢ gibi görülür:
Değerlerin nesnelliği sorunu bir anlam sorunu mu yoksa yalnızca ontolojik bir sorun
kaygının “nesnel değerler için bir yer bulma kaygısı” olduğu düĢünülür: değerler
nerededir?
iliĢkin güçlü bir temellendirmenin yapılması gerekir. Platon‟un ideaları, Kant‟ın saf
pratik akılla yapmaya çalıĢtığı Ģeyin, değerlerin nesnelliğine iliĢkin savlarını sağlam
127
Mackie kendisi buna iliĢkin iki örnek verir. Ona göre, pek çok alanda eylemlerin
değerlendirilmesinde kullanılan nesnelliğe dayalı bir ayrım vardır. Örneğin adil olma
ya da olmama söz konusu olduğunda bunu açıkça görmek mümkündür. Bir Ģeyin adil
olduğu ya da olmadığına nasıl karar verebiliriz? Örneğin, mahkeme bir suçu suçlu
olmayan birine yüklerse, bunun adil bir karar olmadığını biliriz. Bir baĢka örnekle,
bir dalgıcın performansı bir diğer dalgıçla karĢılaĢtırıldığında, dalıĢ için belirlenen
„adil olma‟ ya da „adil olmama‟ üzerinde uzlaĢım sağlandığı açıktır. Her iki örnekte
de böylesi bir uzlaĢımı sağlayan nesnel bir ölçütün olması beklenir. Her iki örnekteki
uygulanmasında öznel öğeler olsa bile, burada “adil olmayan Ģeyden kaçınıp, adil
olan Ģeye yönelmek gerek” yargısının nesnel bir gerekliliğe dayandığını düĢünmek
varabileceğimiz değere iliĢkin ifadelerin olabileceğini düĢünür. Ona göre hem estetik
128
hem de moral alanda söz edilen türden ölçütleri bulmak mümkündür (Mackie, 1998:
66).
konumlarına iliĢkin iki tez ileri sürülür: Ġlk olarak, etik terimler, geleneksel olarak,
Ġkinci olarak, etik terimler, anlam bakımından betimleyicidir (Mackie, 1998: 71).
Mackie‟ye göre, biz esasında Ģuna inanmaya oldukça eğilimliyizdir: “etik, biliĢsel-
olmayan çözümlemenin onayladığından daha az bir karar verme sorunu, ondan daha
çok bir bilgi sorudur” (Mackie, 1998: 71). “Etik, karar verme sorunu değil, bir bilgi
aykırı olup olmadığı ya da hazdan çok sıkıntı doğuran bir eylem olup olmadığı
kararına ya da tercihine iliĢkin bir sorun olmayacaktır” (Mackie, 1998: 71). Moral
Mackie‟ye göre moral yargılar bundan daha fazlasını söylüyor gibi görünür. Etik
önermelerin, eylemleri, durumları nesnel bir olgu gibi sunan tarzda önermeler değil,
dünyayı anlamada en iyi yolun, bize sunulan en iyi resmin, pozitif bilimler tarafından
verilebileceği ileri sürülür. Moral bilimler tarafından sunulan dünya resmine etik
Etik olguların bilimsel olgularla iliĢkisi bağlamında bazı soruların yanıtlarını aramak
bağlamda, esas soru Ģu olmalıdır: “Etik ilkeler, bilimsel ilkelerdeki gibi sınanabilir ya
Örneğin, bir hastanenin acil bölümünde çalıĢan bir doktor olduğumuzu varsayalım.
Acil bölümüne gelen, kazada yaralanmıĢ altı kiĢi olsun. Bu kiĢilerden birinin durumu
diğerlerine göre çok daha kötü, hatta bu kiĢi ölmek üzere. Diğerleri ise yeterli ve
uygulanması gereken tıbbi müdahaleyi ve daha fazlasını ölmek üzere olan kiĢiye
kurtarmanın mümkün olduğu kiĢiler için mi tüm çabanızı harcarsınız? Bir baĢka
130
örnek üzerinde düĢünecek olursak: Bir hastanenin 306 numaralı odasında son derece
sağlıklı olan ve rutin kontrolleri için hastaneye gelmiĢ, sağlıklı bir hastanız
bulunuyor. Bir baĢka odada ise yaĢamını sürdürebilmek için farklı organlara ihtiyaç
bulunuyor. 306 numaralı odada yatan hastanızın tetkikleri onun oldukça sağlıklı
olduğunu ve doku olarak da diğer beĢ hastanızla uyuĢtuğunu gösteriyor. Diğer beĢ
hastanın yaĢayabilmesi için son derece sağlıklı olan bu hastanın organlarına ihtiyaç
yaĢamına mı devam etmesini mi, yoksa diğer beĢ kiĢinin hayatını kurtarıp bir kiĢinin
yaĢamına son verilmesini mi tercih edersiniz? Her iki örnekte de iki durumdan birini
tercih etmeniz gerekmektedir: BeĢ kiĢinin yaĢaması, bir kiĢinin ölmesi ya da bir
kiĢinin yaĢaması, beĢ kiĢinin ölmesi. Ġlk örnekte mevcut ilke bize beĢ kiĢinin hayatını
kurtarmak pahasına sağlıklı bir kiĢinin organlarını almamızı söylese de, böyle bir
durumda moral ilkemiz bize “sağlıklı kişiyi kurban etmemek gerek” der. Bu moral
ilke, sınanmıĢ ve onaylanmıĢ bir ilkedir. Bu ilke, Harman‟ın “düĢünce deneyi” 41 adı
41
Felsefede “düşünce deneyi” bir bilgiye ulaĢma veya argümantasyon yöntemi
önermeye verilen addır. DüĢünce deneyinin amacı, deneyin olası sonuçlarını önceden
uygulanır olsa bile deneyi gerçekleĢtirme isteği var olmayabilir. Fizikte bilincin
(gözlemin) rolünü öne çıkarmasıyla bir devrim niteliğinde olan Kopenhag Yorumu,
deneyi örnekleridir.
131
verilen bir ilkeyle sınanmıĢtır. Moral ilke, sınanmıĢ ve doğrulanmıĢ bir “düĢünce
deneyi”dir. Burada var olan ilke, uzun soluklu bir çalıĢmanın sonucu olarak
kazanılmıĢ bir duygudur. Bir fizikçi, uzun soluklu bir çalıĢmanın sonunda Ģimdiki
kuramında kullanmak üzere bir duyguyu edinmiĢ olabilir. Bazı ilkeleri, mevcut
dünyanın dıĢında yaptığı gözlemlerle elde etmiĢ de olabilir. Peki ya moral ilkeler?
Bir kediyi ateĢe veren gençlerin yaptıkları Ģeyin yanlıĢ olup olmadığını ya da yanlıĢ
Etik öznelci bir düĢünür olarak Harman, moral ilkeleri sınamanın yolunu Ģu soruların
yanıtlarını arayarak ortaya koymaya çalıĢır: Bir fizikçinin sınama yolunu kullanarak,
benzer biçimde moral ilkelerimiz de sınanabilir mi? Biz, birinin yapıp ettiklerini
dolayı mıdır, yoksa moral bir duygunun basit bir yansıması mıdır; belki de almıĢ
olduğumuz moral terbiyenin bir sonucu olarak kazanılmıĢ bir “duygu”dur. Tepki
göstermemizin gerçek nedeni nedir? Çocukken öğretilmiĢ moral bir duygu mu?
Yoksa o eylemin gerçekten yanlıĢ olması mıdır? Eğer moral bir duyguysa ne türden
bir duygudur?
Kedinin üzerine saf gaz dökerek onu ateĢe veren çocukları gören biri pek çok Ģeyin
kedinin etçil mi otçul mu bir hayvan olduğu vs. gibi pek çok türden bilgiyi önceden
132
algıladığımızda, algıladığımız Ģeye dair bilgimizin büyük bir kısmını önceden zaten
edinmiĢizdir. Kedi örneğinde söz konusu olan yalnızca retinaya yansıyan basit bir
1998: 86).
durumda moral öneriler ile diğer kuramsal öneriler arasında bir fark
bulunmamaktadır. Her ikisi de algılanabilir olmalıdır. Eğer burada bir fark var ise,
Harman‟a göre, o farkı baĢka bir yerde aramak gerekir (Harman, 1998: 87).
Harman‟a göre, “gözlem kurama bağlıdır, çünkü algı, bir Ģeyin gözlemlenmesinin
doğrudan bir sonucu olarak bir inancın biçimleniĢini gerektirir” (Harman, 1998: 87).
içini biz onlarla ilgili olan baĢka bazı kavramlarla, kuramlarla iliĢkilendirerek
düĢünülürse -ısınma, tahrip etme, sigara içme, ateĢ vb. gibi- o zaman bu kavram içi
133
boĢ bir kavram olacaktır. Aynı Ģekilde, bir inancı ya da moral ilkeye iliĢkin
benimsediği mevcut kuramda belli bir yere sahiptir. Moral kavramlar, bağlamları
nedeniyle moral olan kavramlardır. Eğer ki gözlemin, algının doğrudan sonucu olan
bir düĢünceyi oluĢturduğunu iddia edersek, bu durumda söz konusu gözlemin, moral
bir gözlem olabileceğini de kabul etmemiz gerekir. Böylesi bir düĢünce moral bir
doğrulamamak için kullanmıĢ olur. Kendi kendimizin bilinçli bir biçimde belirlediği
zorunda kalabiliriz.
Etik öznelcilere göre, etikte de, bilimde olduğu gibi, bazen bir kuramı seçip
değiĢtiririz. Hem bilimde hem de etikte, genel ilkelere belirli durumları açıklamak
için baĢvurulur ve bu nedenle hem bilimde hem de etikte genel ilkelerin, Ģeylerin
134
doğru ya da yanlıĢ, adil olan ya da adil olamayan gibi belirli türden yargılara
Ancak yine de, “gözlem, bilimde, etiktekinden farklı bir rol oynar” (Harman, 1998:
87). Moral durum ve bilimsel durum birbirinden farklıdır. Hem etik alanda hem de
bilimsel alanda bir role sahip olan gözlemin, bilimsel alandaki rolü, etik
oluĢumunu açıklamaya yönelik herhangi bir moral olgu hakkındaki varsayım ortaya
koymaya ihtiyacımız yoktur. Bununla birlikte bilimsel alanda, söz konusu bilimsel
durumda, kuramın tek bir kiĢi için sınanması değil, tüm dünyaya karĢı sınanabilmesi
önemlidir. Oysaki moral alanda, belirli bir moral olgunun dayandığı gözlemde
olmakla kalmayıp, dünyaya iliĢkin varsayımlar için kiĢinin ortaya koyduğu akla
uygun gözlemleri açıklamak içindir (Harman 1998: 88). Bilinçli bir akıl yürütme
Gözlemlenen kedi örneğinde “çocuklar kediyi ateĢe attıkları için hatalıdır” yargısına
üzere olan 1 hastayı kurtarmak için sağlıklı olan 5 hastayı kesmesi yanlıĢtır”
Harman burada iki tür yargıda bulunmayı karĢılaĢtırır. Ġlki, gözlemlediğimiz bir olay
ve bu olaya iliĢkin bilinçli bir akıl yürütme sonucunda ortaya konan moral akıl
yürütmedir. Ġkincisi ise, bilinçli bir akıl yürütme olmaksızın, karĢılaĢtığımız bir olay
karĢısında birden bire ortaya konan moral yargımızdır. Ancak ikinci durumda da
Harman‟a göre, her iki örnekte de moral olgularla ilgisinde yapılanın yanlıĢ
olduğunu söylememiz için açıkça savunulmuĢ bir neden yoktur. O halde, her iki
tarafımızdan ortaya konan bir yargının açıklamasıyla ilgili değildir. Söz konusu
sezgimizle de ilgili değildir. Olaylara iliĢkin gözlemlerimiz bize bilimsel bir kuramın
doğruluğunun, akla uygun bir açıklamasına dayanacak biçimde bilimsel bir kuramın
aleyhine ya da lehine olacak türden bir kanıttır. Gözlem sonucu elde edilen kanıt,
bize, gözlemin yapılıĢ nedeninin akla uygun bir açıklamasını verebilir. Moral
bir açıklamasıyla bütünüyle ilgili değilmiĢ gibi de görünebilir. Her iki sonuca da
136
hemencecik gördüğümüz olay karĢısında, aniden ama net biçimde: “bu yanlıĢtır”
yargıya varabiliyoruz.
Harman‟a göre burada gözleme iliĢkin iki durumdan söz edilebilir. Birincisi, yapılan
gözlem, çocukların yanlıĢ yaptığı Ģeye iliĢkindir. Ġkincisi ise, yapılan gözlem eylemin
ancak moral ilkeler, kiĢinin „bu yanlıĢtır‟ düĢüncesini açıklamaya yardımcı olamaz.
açıklayamaz. Burada ilk anlamda „gözlem‟de söz konusu olan, moral ilkelerin
Bilimsel alanda, bilimin ortaya koyduğu ilkeler, bir kimsenin gözlemine iliĢkin
yargısını açıklamada kanıt niteliğinde olabilir; ancak moral durum söz konusu
kanıt gibi görünmez. Fiziksel kuram, gözlemini açık ve anlaĢılır kılabilir, ama moral
ilkelere için aynı Ģey söz konusu değildir. Ġlkeden gözleme doğru giden açıklama
137
zinciri ahlaklılıkta kırılmıĢtır. Moral ilke, sanki kediyi ateĢe atmanın çocuklar için
kırılıyor.
Bir eylemin gerçekten yanlıĢ olduğunun açıklandığı yerde bir tür açıklama zinciri
da doğruluğu onların bu eylemi niçin yaptıklarıyla ilgili bir Ģey taĢımayıp, bir inançla
Harman‟a göre, “gözlemsel kanıt”, bilimde bir parça rol oynuyor gibi görünse de,
etikte kısmen de olsa böyle bir role sahip değildir. Bilimsel ilkeler, eninde sonunda
göre, “moral ilkeler aynı yolla temellendirilemiyor gibi görünüyor” (Harman, 1998:
arasındaki açıklayıcı zincire benzer bir açıklayıcı zincir bulunamaz. “Açıklayıcı bir
mahrum bırakılıyor gibi görünüyor” (Harman, 1998: 90). Ancak Ģu da var ki,
Harman‟a göre, her bilimsel hipotez, doğrudan gözleme dayalı sınamaya yatkın
hipotezler, teoriler vs. olsa da yine de bilim ve etik arasındaki fark kolay idrak
edilebilir türdendir. Bilim krallığı, gözlem ile herkesin ulaĢabileceği türden bir Ģey
iken, moral krallık öyle değildir. Harman bunu Ģöyle ifade eder: “Moraller krallığı
90).
Harman‟a göre, etik, hem fizik bilimden hem de matematikten ayrılır. Matematikteki
doğrudan olmayan gözlemler, en azından fizik gibi diğer bilimler için bir kanıt sunar
–ki bu kanıt gözlem yoluyla sınamaya dayanır. Ancak etikteki “gözleme dayalı temel
moral ilkeler”, moral varsayımlar, olgular, ilkeler için bir kullanım alanı
tutman gerekir‟ gibi bir moral ilke, „5+7=12 eder‟ gibi bir matematiksel ilke ile aynı
42
Örneğin kara delikler dediğimiz Ģey de doğrudan gözlemle sınanabilir türden bir
Ģey değildir. Uzayın derinliklerinde, herhangi bir iĢaret vermeyen Ģeylerdir. Peki,
oynayamıyor ise matematikte de bir rol oynayamaz, ancak fizikte önemli bir rol
ilkelere gereksinim duyulması halindedir. Bir gözlem onu en iyi açıklayan Ģey için
algılarımız üzerinde daha çok etkide bulunsa da, hiçbir zaman bir kuramın
doğrudan olmayan gözlemsel bir kanıtı sunamazlar. Etik yalnızca fizikten farklı gibi
beklediği düĢünülür. Bunun aksine, elbette ki etik ile bilimler arasında fark olduğunu
inkâr edenler de olacaktır. Ve onlar, iddia edildiği gibi etiğin gözlem yoluyla
alan iki sorudan biri olan “Etik olgular var mıdır?” sorusuna etik nesnelciler açıkça
“evet, vardır” olarak yanıt vermiĢlerdir. Etik olguların varlığını ve etik olgulara
açıklamaya çalıĢırken, öznelciler bu soruya üzeri daha kapalı bir yanıt vererek yine
dönemlerinden bu güne dek her dönemde karĢımıza çıkan bir ayrıma iĢaret
etmektedir. Söz konusu ayrım, günümüz analitik felsefecileri tarafından etik öznellik
Etik tarihine bakıldığında, etik göreciliğin ilk temsilcisi Sofistler olarak bilinir. Bilge
kiĢi, bilgili kiĢi anlamına gelen “sophistes” kendi felsefelerini de geliĢtiren, ancak
yaĢamlarını kazanmak için “bilgelik satan” kiĢiler olarak bilinirler. Doğa felsefesini
Protagoras‟ın o ünlü “insan her Ģeyin ölçüsüdür” Ģiarı altında, doğayı merkeze alan
ve her Ģeyin ölçüsü olarak kabul eden anlayıĢ yerini insanın merkeze alındığını ve
her Ģeyin ölçüsü olarak kabul edildiği bir anlayıĢa bırakır. Doğadan insana yönelen
141
felsefi bakıĢ açısı etik görecilik tartıĢmasını ve bu tartıĢmayla beraber pek çok etik
herkes için genel geçer olan, evrensel bir ölçütten değil de insanlararası genel
geçerliliğinden söz edilebilen, ancak insana göreli olan bir ölçütten söz etmek
insanlararası bir genel geçerlilik kabul görmektedir. Ġnsana göre, haz, yarar, zarar,
ne olduğunu sorgulamayıp aynı zamanda tüm insanlar için geçerli olan, aynı anlama
değerlerden söz edilebilir mi, yoksa değerler öznel midir, kiĢiden kiĢiye, toplumdan
topluma, kültürden kültüre değiĢir mi?” sorusuna yanıt ararlar. Bu soruya verilecek
olan yanıt aynı zamanda bilginin göreciliğinden, doğru ya da yanlıĢ, iyi ya da kötü
içerecektir.
43
Sokrates ve Platon ise felsefe tarihinde etik evrenselciliğin savunucuları olarak
ölçütüne ulaĢmanın bir yoludur. „Ġyi‟, „doğru‟, „erdem‟, „cesaret‟ gibi kavramların
evrenselliğinden söz etmek mümkündür. Her bir kavramın özsel içeriğinde bir uzlaĢı
bulmak mümkündür. Evrensellik söz konusu olduğunda ölçüt, bilgidir. Bilgi, doğru
Ġnsanı her Ģeyin ölçüsü olarak görmek gerektiği savından hareketle, rüzgârın kimine
soğuk gelirken kimine sıcak gelmesi kendince doğru söyleyen kiĢilere “göreci”
düĢüncesiyle Protagoras, nesnel anlamda bir doğrudan ve genel geçer bir bilgiden ya
Protagoras‟ın yanı sıra, bir baĢka önemli Sofist olarak bilinen Gorgias‟ın ise
ortaya çıkıĢında büyük payı olan Gorgias, hiçbir Ģeyin var olmadığı, olsaydı da
kendinin birer ölçüt olduğunu savunarak bütünüyle ve kesin bir biçimde öznelliğin
varacak bir durumda olmadığını ve Ģu ana kadar böyle yargılara varmak için nesnel
geçerli olan yargıların varlığını reddeden evrenselcilik karĢıtı bir görecilik; tek ve
bütün bir kanıta dayandırılarak geçerliliği kabul edilmiĢ yargıların varlığını reddeden
temelci bir görecilik; nesnel bir gerçekler alanına dayandırılarak geçerliliği kabul
edilmiĢ yargıların varlığını reddeden nesnelci bir göreciliğin bulunduğu iddia edilir
(Harre ve Krausz, 1996: 25). Bu üç görecilik türü, nesnel bir etikten söz etmenin
karĢıtlığını içeren daha kapsamlı bir görecilik savunusu ortaya koymak isterler.
“nesnel faydacı kuram” olduğunu dile getirmesine benzer biçimde göreciliğin türleri
de bir tür ölçüt ortaya koyma çabasına iĢaret eder gibidir. Anlamın dile göreciliğini
ölçüt bulma kaygılarının ürünü olan bir sınıflandırma çabası gibi görünür. Bununla
toplanan savlara iliĢkindir. Semantik göreciliğe göre, sözcükler, her biri farklı
mıdır?” “Bir sözcüğe iliĢkin evrensel bir “anlam”dan söz etmek mümkün müdür?”
sözcüğün birbirinden farklı anlamları olsa da evrensel bir anlamdan, o sözcüğe dair
genel geçer bir anlamdan söz etmek, evrensel bir anlam oluĢturmak mümkündür.
Doğal olguları betimleme ve açıklamanın aracı olarak kullandığımız dil ile toplumsal
eylemleri hayata geçirme araçları olarak kullandığımız diller arasında var olan
kullanılabilecek bir araçlar kümesi olarak kabul etmek, olağan bir durum olarak
Dilde hem bireysellik hem de toplumsallık vardır. Dilde, hem yerleĢik bir dizge hem
de bir evrim –yani dün ve bugün- bir aradadır. Toplumsal bir ürün olarak düĢünülen
dil, “toplumdan topluma değiĢir. Onun için bir tek dille değil, birçok dille karĢı
karĢıyayız” (Vardar, 1971: 52). Ancak bu onun evrenselliğinden söz etmeye engel
değildir. Bireyden bağımsız bir bütünlük olarak duran dil, zaman dıĢıdır, kendi
baĢına iĢleyen bir yapı olup, evrenseldir. Öznel olan, bireyin nezdinde ortaya çıkan
zamanlıdır. Toplumsal nitelikli dil (langue) ve söz (parole) karĢıtlaĢır (Vardar, 1971:
37).
44
St. Augustine‟den Russell‟e kadar kimi kuramcıların, dili, temel olarak çeĢitli
durum zorlu felsefi problemlere yol açmıĢtır. „Araç‟ metaforunun ardından dilin
insanlara çeĢitli görevleri yerine getirtmenin bir yolu olarak hizmet ettiği öne sürülür.
147
nesnellikten söz edilebilecekken, her tek sözcük söz konusu olduğunda ancak
kullanıldıkları bağlamda nesnel bir anlamdan söz edilebilecekken, belirli bir dilin ya
göreciliğin aynı zamanda nesnel de bir yan taĢıdığını “dil” kavramıyla anlatmak
isterler.
ilaveten “ontolojik görecilik” adıyla bir tür olarak ele aldığı bir sorundur. Moral
Bir takımyıldız onu oluĢturan yıldızlar olduğu sürece mi oradadır yoksa seçildiğinde
mi var olmuĢtur? Takımyıldızın herhangi bir yorumu olmadan önce her zaman orada
olduğu anlamına mı gelir? (Harre ve Krausz, 1996: 115). Benzer biçimde „bakteriler
Pasteur için vardır fakat Aristoteles için yoktur‟ ile „bakteriler her zaman vardır,
Ontolojik göreciler için bu örneklerde dikkati çekmesi beklenen iki önemli farklılık
ve bir de ölçüt vardır. Burada dikkati çeken farklılık „… var olma‟ ve „… için var
anımsatır. Tüm var oluĢ elbette ki „… için var oluş‟ değildir. Öyle olduğunu iddia
eden bir tezin çok sağlam ve güçlü bir savının da olması beklenir. Dilbilgisel açıdan
farklı olan „… var olma‟ ve „… için var olma‟ birbirinin yerine kullanılamayan ve
149
birbirlerini kapsamayan iki farklı durumdur. “ „Var olma‟, „için var olma‟ kavramını
kapsamaz. „İçin var olma‟ da „var olma‟ kavramını kapsamaz” (Harre ve Krausz,
1996: 124). Aynı Ģeyin hem var olduğundan hem de için var olduğundan ayrı ayrı
söz etmek mümkündür. Bir Ģeyin bir A kiĢisinin gözlemlemesiyle ancak var
dair bir inanç savunulmamaktadır. Ontolojik görecilere göre bu düĢünceyi bir baĢka
örnekle daha açıklamak mümkündür. Örneğin, doğurgan bir balık var ise Aristoteles
için var olabilir ya da olmayabilir. Bu, Aristoteles‟in zamanının bir kısmını Midilli
nedenlerimiz vardır (Harre ve Krausz, 1996: 123). Ancak burada Ģunu sormak
gerekir: Aristoteles‟in gözlemlediği için var olduğuna inandığı bir Ģeyin varlığına
inanmalı mıyız? Aristoteles için bu anlamda var olan bir Ģeyden bizim için var olan
bir Ģeye giden yol oldukça karmaĢıktır, çünkü „ne olarak var‟ sorusuyla karĢılaĢırız.
Büyük Athena heykeli Aristoteles için Atinalı kimliğinin bir sembolü olarak vardır.
Fakat o baĢkası için bu Ģekilde var değildir. Aynı heykel, bir anlamda, Aristoteles
baĢkaları içinse tarihsel bir meraktır. Bir Ģeye iliĢkin birden fazla yorumdan,
semantik görecilerin yaptığı ayrımla benzer bir amaç içindir. Erdemler, moral
değerler, moral olgular için de „…var olma‟ ve „…için var olma‟ söz konusu olabilir.
olma‟ ve „…için var olma‟ ayrımına iliĢkin soruların yanıtını, yine Aristoteles‟in
Ontolojik göreciler, var olduğunu bildiğimiz olguların mümkün olabilmesi için bazı
etmekle, esasında bir Ģeyin var olduğunu ya da olmadığını söyleyebilmenin bir tür
kaldırıldığında bu kategoride bulunan Ģey yok olur mu? Balinaların balık olmadığına
(Harre ve Krausz 1996: 117). Kategoriler esasında „…var olma‟ ve „…için var olma‟
sınıflarına iliĢkin nesnelerin varoldukları bir kez saptandığında bir daha varoluĢun
45
Aristoteles‟in kategorilerini düĢündüğümüzde bu hiyerarĢi tam olarak nerededir ve
nasıldır? Erdemler, moral değerler arasında da bir tür hiyerarĢi var mıdır?
46
Dünyanın ilerlemesine katkıda bulunma ve ilerlemeci bilgiye ulaĢma olasılığına
kuramların kimilerinin daha iyi ya da daha kötü oldukları arasında ayrım yapılır.
hareketle bir yakınlaĢma olduğu düĢünülür” (Harre ve Krausz, 1996: 136). Ontolojik
göreli olduğunu söylemek, ne de insani herhangi bir Ģeyden oldukça bağımsız var
bazı yönleri arasındaki benzerlik açısından, bir doğruluk kuramına sadık kalabilir ve
hiçbir yargıda bulunma yolunun olmadığını kabul edebilir (Harre ve Krausz, 1996:
bütün bilgiler geçici olarak kabul edilmiĢ olup, yeterlilik koĢullarına bağlı olarak
savunurlar.
gerçeklik yorumuna göreci olarak varolduğu, ancak farklı bir gerçeklik yorumuna
göreci olarak var olmadığı bilimsel olarak anlamlıysa tutarlı olduğu düĢünülür. Bilim
ya da daha yerinde bir ifadeyle doğa bilimi söz konusu olduğunda, görecilikten değil
bağlamda “ortak bir anlamlar sisteminin varlığı”nı kabul etmek ya da “ortak bir
anlamın varlığında uzlaĢmak” bir çözüm yolu olabilir mi? sorusuna yanıt aranır47.
biri için, yani bir içselci için, bu kategorileri, incelenmesinden bağımsız olarak var
epistemolojik arasındaki keskin ayrılık, pek çoğunun dile getirdiği gibi bilimsel
153
Ġnsanoğlu için var olan Ģeyin sahip oldukları kavramlara ve kültürlerinin onlara
sağladığı araĢtırma yöntemlerine göreli olduğuna, farklı kültürler için var olanların
da, tek bir dünya kavramı olabileceği düĢüncesine karĢı çıkılır. Var olduğu
söylenenlerin, sadece o kültür için var olabileceklerini savunanlar olsa da, birileri
için var olan ancak baĢkaları için varolmayan Ģeyler arasında da uzlaĢımdan ya da
isterler. Bilgi türlerini belirleyen Ģeyin bilginin hakkında olduğu nesnenin varlıksal
yorumlanmasına iliĢkin kesin bir peĢin hükümle bağlantılıdır: Eğer gerçek, hiçbir
açıktır. Esasında açık olan ve gözden kaçırılan ya da gözardı edilen Ģudur ki; bilgi
kendinde varlığı da taĢır. Ancak bu varlık metafizik bir yan değildir. Ontoloji
olanın birlikteliğinin ve bu birlikte bir varolan olarak “nesne” olanın ele alınmasının
öneminin gözden kaçırılmaması gerekir. Varolan her Ģeyin duyulara verili olmasını
bekleyen bir perspektifin dıĢında kalabilen bir alanın varlığı yadsınamazdır. Analitik
Günümüzde etikte egemen bakıĢ olarak kabul edilen analitik felsefenin ve mantıkçı
ettiği düĢünülen “etik olgular var mıdır?” sorusunun yanı sıra epistemolojik problemi
dile getiren “etik bilgi diye bir Ģey var mıdır?” sorusunun da tartıĢılması gerektir.
Göreciler de etik bilginin göreci olduğu, ancak mutlak ve kesin bir doğruluk ya da
çalıĢırlar. Bu bağlamda, bilginin göreci olduğunu iddia ederler. O halde Ģunu sormak
48
Göreciler burada ikili bir ayrımdan söz ederler: Bir kimsenin bir konuda farklı
konuda farklı inanıĢları olabilir. Ġçinde bulunulan koĢullar, sahip olunan kavramsal
gerçekten olan Ģey arasındaki ayrım boĢuna bir ayrımdır, geçmiĢte ya da gelecekte,
nihai ve mutlak bir bilgiye sahip olamayız. Sahip olunabilecek Ģey temellendirilmiĢ
edilebilirlik bir kavramı kullanmayı kabul etmekle zayıf bir epistemik görecilik
yanlıĢlık her zaman bir koĢula bağlı olduğundan, biz „mantıksal olarak kabul
yetinmekteyiz.
156
içindekilerin yanı sıra bunlar arasında yer alan bu dünyanın bir baĢka oluĢturucusu da
dünyası” (Güzel, 1998: 120). Popper‟ a göre, bir örümceğin ağı nasıl ki onun doğal
bir ürünüyse, dünya üç de insanın da doğal bir ürünüdür. Nesnel olan ve ikinci ve
birinci dünya üzerine de etki eden dünya üç ile etkileĢim kurmak için insan dili
dünya kuramı” diyebileceğimiz bir görüĢ geliĢtirir. Üç dünya kuramı nesnel anlamda
bilgi ya da düĢünce ile öznel anlamda bilgi ya da düĢünce arasındaki ayırıma dayanır.
Geleneksel felsefe hep öznel anlamda bilgi ile ilgilenmiĢ, bilgiyi özel bir tür inanç
(bir ikinci dünya öğesi) olarak ele almıĢtır. Oysa bu, Popper‟ a göre bilimsel bilginin
felsefeci, üçüncü dünya öğelerinin insan ürünü olduğu halde, nisbi bir gerçekliğe ve
değerlendirememiĢtir. Üçüncü dünyanın öyle bir takım özellikleri vardır ki, bunlar
diğer dünyaların özellikleri ile açıklanamaz. Bu bakımdan üçüncü dünya bir anlamda
Platonik bir dünyadır, ama kesinlikle insan ürünüdür. O nedenle değiĢmez değil
49
Popper‟ı en çok dünya 3‟ ün özerkliği ile ilgili eleĢtirenler onun bu tezinin dünyayı
reddedilmesini isterler.
157
uzanmaya çalıĢan; ulaĢtığı bilgiyi yalnızca geçici bir süre için güvenilir bilgi olarak
kabul eden, bununla da yetinmeyip hep daha fazlasını arayan insandır” (Popper,
1998: 18). Ona göre, bir araĢtırmacı, evreni, bildiği Ģeyleri sorgulayabilmeli, yanlıĢın
Yapması gereken, “baĢka bir deyiĢle, kuramını sorgulaması, bulduğunu sandığı yeni
ve gerektiğinde bunu yüksek sesle dile getirmesidir” (Popper, 1998: 18). Ancak bu
durumda o, evrenin herhangi bir yerinde siyah bir kuğunun da var olabileceği
kuĢkusunu taĢır. Bir kuramcı ya da belki de bir görecinin de yapması gereken budur.
Bir kuramcı hep arayacak, ancak hiçbir zaman da kesin bilgiye ulaĢamayacaktır;
50
Popper, deneysel ya da bilimsel olarak bir dizgenin kabul edebilmesinin, o
gerektiğini ileri sürer (Güzel, 1998: 51). Ona göre yeni ufuklar açacak olan, doğruyu
emin olamayız. Popper‟ ın yanlıĢlamacı yaklaĢımının bütün özü budur” (Irzık, 1990:
yapmalıdır.
eleĢtirir. Etik olgulara iliĢkin farklılıkların, farklı toplumlar, farklı zamanlar, farklı
düĢünürler. Görecilik karĢıtı kimi savlar, göceciliği tutarsız bir tez olarak
içinde bulunduğu grubun ilkelerine uygun olarak hareket etmesi gerektiğini iddia
Her yerde moral yargılar vardır, ahlaklılıktan söz edilebilir, ancak görecilere göre
evrensel bir ahlaklılık standardından, evrensel ölçütlerden söz etmek pek de mümkün
değildir. Ahlak göreciliğinin savunucularına göre, moral olarak kimin iyi insan ya da
kötü insan olarak, hangi eylemin erdemli ya da kötü eylem olarak, hangi karakterin
iyi ya da kötü karakter olarak kabul edildiğinin ayrımı içinde bulunulan kültüre
evrensel olabilir, yani bütün ahlak görecileri tarafından varsayılır, ancak önemli olan
da bir ortaklık olması beklenir, aksi halde orada sözü edilecek olan Ģey yalnızca
eder. Aynı zamanda, bir eylem, belirli bir moral terminolojiden bağımsız olarak
tanımlandığında, kimi moral ölçütlerine göre iyi, doğru ve moral olarak değerlidir,
kimi moral ölçütlerine göre ise yanlıĢ, moral olarak değersizdir (Harre ve Krausz,
1996: 155).
bazı yönleri, bir kültürde ayrıntılandırılır ve hayat biçimini farklı bir yerde
ayrıntılandıran baĢka bir kültürde görmezden gelinir. Moral açıdan merkezi kabul
olduklarıdır.
varan konuĢmacının görüĢüne bağlıdır. Bu ise dar anlamda bir tür bireyciliktir: “Ben
160
benim için doğru olanın tek yasal yargıcıyım, çünkü kendi eylemlerimin ve bana
düĢünceyi içerir (Harre ve Krausz, 1996: 161). Kimi moral görecilere göre ise, bu
görecilik, onura dayalı ahlaklılık -insanın onurlu bir varlık olduğunu farz eden bir
ahlaklılık düĢüncesini- içerir. Farklı insanların farklı moral talepleri olabilir, ancak
nihai kurallarda uzlaĢılır. “Onura dayalı ahlaklılık” düĢüncesi, insanın ahlaklı bir
eylemde bulunabilecek değerli bir varlık oluĢu ve bu nedenle de bir araç olarak değil
Ahlak görecilerinin etik evrenseciler olarak adı geçen düĢünürler arasında en çok
aldıkları düĢünürlerin baĢında Immanuel Kant ve onun etik kuramı gelir. Kant‟ın
yalnızca etik kuramı değil, esasında etik tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul
edilen bilgi kuramı da görecilerin eleĢtirilerine maruz kalmaktadır. Etik eylemi akıl
sahibi bir varlık olarak insanla ilgisinde nesne edinen ve ahlak yasasının insanın
yanıtlamasını beklediği “Metafizik hiç olanaklı mıdır?” (Kant, 1995b: 21), “Sentetik
a priori bilgiler nasıl olanaklıdır?” (Kant, 1995b: 27) sorularının yanıtı, etikte
yarayacaktır. Kant etik bilgiden söz etmenin olanaklılığının pratik aklın ortaya
koyduğu “öyle eyle ki…” ile baĢlayan buyruk biçimindeki bu genel ahlak yasasına
duyulan saygının bilincinden dolayı, yasa uğruna eylemi yapıyor olmakla ve aynı
161
zamanda “insanları yalnız araç olarak değil aynı zamanda amaç olarak görmek”
yasası, tüm yapıp etmelerimizin ardında yatan istemenin bir belirleyicisi olarak
nesnel bir etikten ya da moral olguların nesnelliğinden söz etmenin yolunu açacak
görünür. Öznel değil, nesnel olan ve nesnel olma zorunluluğunu kendinde taĢıyan
pratik yasa, her akıl sahibi varlık için bir ödevdir. Aklı ve istemesi olan her tek kiĢi
için nesnel bir ölçüttür. Ahlak görecileri, en çok da, Kant‟ın evrensel olduğu kabul
nesnellik-öznellik sorununun ölçüte iliĢkin bir sorun olduğunu, nesnel bir ölçütten
değil de ancak kiĢiye göreli olabilecek öznel bir ölçütten söz edilebileceğini
bırakırlar.
Ahlak görecilerine göre, Kantçı ölçütleri kabul ediyorsak, bunu da bir norm sistemi
normatif sistemlerin kiĢileri moral olarak koruyan evrensel bir ilke içermesi
162
anladıklarını sormak bu bağlamda yerinde olacaktır: Kantçı dizge iddia edildiği gibi
aslında göreciliği savunan kimi analitik düĢünürlerin yaptığı gibi farklı ahlak
görecilik, insanların eyleyenler olarak farklı temel moral taleplere tabi olduklarını
iddia eden; moral yargı göreciliği, moral yargıların söz söyleyene veya baĢka bir
kiĢiye veya bir gruba veya bir ya da baĢka bir moral standartlar kümesine gönderme
yaptıklarını kabul eden; meta-etik görecilik ise, özel bir durum hakkında birbiriyle
çeliĢen moral yargıların ikisinin de doğru olabileceğini ifade eden ahlak göreciliği
da ilke var mıdır, varsa nedir? Doğru ya da yanlıĢ olana karar vermek için temel ilke
163
ya da ölçüt var mıdır, varsa nedir? Belirli bir eylem, hem eyleyen hem de diğer ilgili
rehberlik etmektir (Tepe, 1992: 22). Sadece eyleyenler olarak değil aynı zamanda
kiĢinin belli bir durumda (kendisi veya baĢkası, bir grup veya bir toplumun tümü
için) ahlaksal olarak yapması gerekenin veya yapması doğru olanın ne olduğu
konusunda nasıl karar vermemiz veya onu nasıl belirlememiz gerekir ya da nasıl
Ġki kiĢi farklı moral taleplere tabi olabilir, ancak içinde bulundukları koĢullara
bakıldığında daha temel bir talebe tabi olmayabilir diye düĢünen normatif ahlak
(Harman, 2000: 21). Ya da “Ġngiltere‟de 1977‟de John yolun sol tarafında araba
kullanmalıdır. Fransa‟da Mary sağda kullanmalıdır” (Harman, 2000: 21). Ġlk örnekte
genel olarak geçerli olsa da biri için geçerli diğeri için değildir; ikincisinde ise genel
ilke hukuka uygunlukla ilgilidir, ancak içinde bulunulan toplumun koĢullarına göre
Normatif ahlak göreciliği, herkesin tabi olduğu ortak bir moral talebin olmadığını
talepler vardır ve böyle bir moral talebe bağlı olmayı açıklayacak daha temel bir
talebe bağlı olmayan iki kiĢi olabilir. Birbirine benzer koĢullar, durumlar olsa da bir
eyleyen ya da bir toplum için doğru ya da yanlıĢ, iyi ya da kötü olan Ģey bir baĢka
eyleyen ya da toplum için söz konusu olmayabilir. Ġki durum arasında moral açıdan
moral talebi Ģöyle tanımlar: “Verili bir D talebi, sadece A‟nın durumu dikkate
alındığında A‟nın D‟ye tabi olmasını açıklayan baĢka bir moral talebin (D) olmadığı
durumlarda bir eyleyen A (eyleyen) için temel moral taleptir” (Harman, 2000: 21).
Eyleyenin tabi olması gereken ve baĢka bir moral talebin olmasına ihtiyaç olmaksızın
A ve B olmak üzere iki kiĢi bir D moral talebinde bulunabilir, öyle ki;
açıklama getiren hem A‟nın hem de B‟nin tabi olduğu bir talep D* yoktur
ayıplanası olduğu düĢünülen bir Ģeyin yanlıĢ ya da ayıplanası olduğunu iddia eden
bir görüĢü ifade etmek için51 kullanıldığını da dile getirerek bunun formülasyonunu
51
Harman‟ın dile getirdiği bu formülasyon Brandt‟a aittir. Bu da Harman‟ın
Harman‟ın ifade ettiği formülasyonlar, normatif ahlak göreciliği, iki insanın farklı
moral taleplere tabi olabileceğini ve farklı durumları dikkate alndığında buna (farklı
moral taleplere tabi olmalarına) açıklık getirmeyen daha temel bir talebe ise tabi
iliĢkin ele alınmak istenir. Bir eylemi doğru ya da yanlıĢ olarak nitelendirmeyi
düĢünülür.
Ahlaksal yargı göreciliğine göre ahlaksal yargılar, konuĢmacıya veya baĢka bir kiĢiye
veya bir gruba veya bazı ahlaki standartlara dolaylı bir gönderme içeren yargılardır
(Harman, 2000: 22). Görecilere göre, özünde ben-merkezci terimlerin -ben, bana, bu,
(Harman, 2000: 22). „Hırsızlık yapmak yanlıĢtır‟ yargısının „benim hırsızlık yapmam
konusunda hemfikirdirler (Harman, 2000: 23). Bütün ahlaksal yargılar için bunun
Ahlaksal yargı göreciliğinin baĢka bir yorumu da ahlaksal yargıların herhangi bir
ahlaklılığa dolaylı olarak göreli olduğu düĢüncesidir. Ahlaksal yargıların sadece bir
olduğunu) savunulur. Bir Ģey belirli bir ahlaklılığa göre doğru olabilir, ama baĢka bir
karĢılaĢılan türde yargılardır. Belirli bir topluma, gruba, kültüre göre ahlaksal
moral bir yargının doğru ya da yanlıĢ olduğuna iliĢkin bir sorgulamayı içerir. Moral
bir eylem için herhangi bir moral ilke ya da amaç önermeyen metaetik, görecilikle
ilgisinde birbiriyle çeliĢen moral yargılar söz konusu olduğunda normatif ahlak
Metaetik görecilik, belirli bir durum hakkında birbiriyle çeliĢen moral yargıların
ikisinin de doğru olabileceğini savunur (Harman, 2000: 24). Belirli bir durumda
52
Harman, bu yorumu pekiĢtirmek için fiziksel özelliklere dayanan bir
değiĢir, görelidir. A kiĢisi bir sınıfta uzun olabilir fakat bir baĢka sınıfta uzun
olmayabilir. A kiĢisi, bir erkek için uzun olabilir, ama bir basketbol oyuncusu için
olması gerekir (Harman, 2000: 24); iki yargı da tamamen doğru olmalıdır. Söz
Her zaman tek bir ahlaksal değerlendirmenin olduğunu reddeden görecilere göre, eĢit
Metaetik göreciliğe göre bir yargı bir konuĢmacı için tamamen doğrudur, karĢıt yargı
baĢka bir konuĢmacı için tamamen doğrudur ve iki konuĢmacı için de diğer yargıya
ulaĢmak doğru olmayacaktır (Harman, 2000: 24). Hem görecilerin hem de göreci
isteyen Harman, çeliĢen iki etik yargının eĢit düzeyde geçerli olduğunu iddia ederek,
metaetik göreciliği tanımlamak ister (Harman, 2000: 25). Birbiriyle çeliĢen normatif
olmadığı gerekçesiyle itiraz edilir. Bir yargının doğru olduğunu söylemek onunla
hemfikir olmak anlamına mı gelmektedir? Bir kuramcı çeliĢen iki yargının ikisiyle de
hem fikir olabilir mi? Harman‟a göre, metaetik göreci her ikisiyle de tutarsız
olmalıdır. Bir metaetik göreci iki yargının da doğru olduğunu söylüyorsa bu hem
169
yanlıĢ olduğu hem de yanlıĢ olmadığı anlamına gelen çeliĢkili bir sonuca iĢaret eder53
(Harman, 2000: 29). Ġki yargının doğru olduğunu söylerken metaetik göreciler
Farklı ahlaksal gerekliliklere uymak için farklı nedenlere sahip olunduğu düĢüncesi
normatif „olması gereken‟ “-böyle yapmaları kötü bir Ģeydir” ve moral „yapması
moral yargıların söz konusu olabileceği gösterilmek istenir. Birine suikast planının
53
Harman‟a göre, A‟nın kürtajın yanlıĢ olduğunu iddia ettiğini ve B‟nin de kürtajın
yanlıĢ olmadığını iddia ettiğini varsayalım ve bunun gerçek bir anlaĢmazlık olduğu -
haberini alan bir dedektifin suikastı düzenleyecek olanı beklerken „biraz sonra
gelmesi gerek‟ demesi, onun beklentiyle ilgili bir „gereken‟i ifade etmesi
kullandığında ussallıkla ilgili bir „gereken‟i dile getirmiĢ olduğu ancak her ikisinin de
kullanılan, olması gereken ancak olmamıĢ olana iĢaret eden normatif „olması
gereken‟e iliĢkindir.
olduğu bir eylemle ilgilidir. Önemli olan eyleyen ve eylem arasındaki iliĢkidir.
söylemek mümkündür54. Bir eylemde bulunmak için nedenleri olduğunu söyleyen bir
54
Harman‟a göre, ahlaksal „gereklilik‟ yargıları „içsel yargılar‟ın bir türüdür. Böyle
yargılara, sadece yargıların dayandırıldığı ahlaksal talepleri kabul ettiği (veya kabul
etmek için nedenlere sahip olduğu) varsayılan kiĢiler hakkında varılabilir. Ahlaksal
yargıların, ahlaksal taleplerle bağlantılı olan göreci yargılar olsalar da bütünüyle içsel
bilgisini ele alan felsefenin temel disiplinlerinden biri olduğu göz ardı edilmek
istenir. Etiği bir tür “gereklilikler” ya da “yükümlülükler” alanı olarak görme, onu,
eylem için bir moral ilke ya da amaç öneren bir alan, bir Ģeyin iyi, kötü, yükümlülük,
belirli bir eylemi yapması gerekliliğinden söz edildiğinde baĢka bir eyleyenin de
varılmalı mıdır?” (Harman, 2000: 50). Bu bağlamda bir eyleyenin ahlaksal olarak
Belirli bir durumda “…gerekir” yargısında bulunmak tek baĢına yeterli değildir diye
düĢünülür. Harman‟a göre, bu gerekliliğin ardında yatan neden çoğu zaman cümlenin
yargıyı ifade etmek için, bir talepte, istekte bulunmak için de kullanılmıĢ olabilir.
172
belirli bir eylemi yapması gerektiği ifade edildiğinde, benzer koĢullarda aynı eylemi
kendinin de yapması gereklidir ve bir kiĢiye belirli bir Ģekilde davranmanız gerektiği
ifade edildiğinde moral olarak önemli bir fark olmadıkça kendinin de baĢkasına aynı
davranıĢının ahlaksal bir gerekliliği koĢullu bir gereklilik değildir. Kant‟ın ahlak
değildir. Burada eyleyenin gereklilik içeren bir ifadeyi bir eyleyene karĢı
değer yargılarını olgu yargılarından tamamen ya da kısmen farklı gören bir bakıĢ, “-
“kesin buyruğu”nun bir eyleme doğru ya da yanlıĢ demek için gerekli olduğu, ancak
altına almak” (Kant, 1995a: 14) birer ödev olup, “insanları yalnız araç olarak değil
saygının bilincinden dolay bir eylemi yapma gerekliliğini taĢımaktadır. Yasa uğruna
eyleme iliĢkin bir gereklilikten hem de hem de eyleyen ve eylem arasındaki iliĢkiye
dair bir gereklilikten eĢzamanlı söz edilebilir. Yasa, her tek kiĢi için ve her tek
ölçüttür. Nesnel olmak zorunluluğu taĢıyan pratik yasaya göre eylemek her tek kiĢi
SONUÇ
olgular gerçekten var mıdır?” sorusunun yanıtını içeren ontolojik problem ve “Etik
iliĢkin sorunları ele alırken bilgi nesnesini göz ardı etmelerinin, ontolojiyi bir yana
bırakan bir epistemoloji geliĢtirmelerinin, bugün etiğin karĢı karĢıya kaldığı soruna,
Etiğin doğa bilimleri ya da diğer bazı sosyal bilimlerdeki disiplinler gibi nesnel olup
aranmıĢtır. Sorunun 20. yüzyılda tartıĢmaya açılmasına ve güncel bir sorun olmasına
Eskiçağda belirli bir varlık görüĢüne dayanan bilgi görüĢleriyle karĢılaĢılırken, 18.
yüzyılda “akıl” kavramını öne çıkararak akıl-duygu çatıĢmasını ele alan bilgi
pek çok tartıĢmanın çıkıĢ noktası olarak kabul edilen düĢünürlerin bilgi, varlık ve etik
175
kuramları ile Kant‟ın “akıl”a dayanan etik kuramları ikilemin çözüm noktaları, aynı
indirgediğimizde farklı da olsa ortak bir paydada birleĢen bir yanıt verildiğini
“pratik akıl” kavramıyla ulaĢtığı, “akıl” ortak paydasında birleĢen bir bilgi ve etik
“ahlak olguları”nın- nasıl bilgi nesnesi yapılabileceği sorusuna dolaylı da olsa belirli
bir yanıtı içerdiği düĢüncesi, onun “nesnelci” bir düĢünür olarak sınıflandırılmasına
“Varlık nedir?” sorusunun yanıtının “Etik olgular var mıdır?” sorusunun cevabını
içerdiğini düĢünen günümüz nesnelci düĢünürlerine göre, bir erdem olan bilginin
nesnel olanın bilgisine ulaĢabilmek akıl denilen yetiden, Kant‟ın da pratik akıl adını
tartıĢmasında önemli bir yerde olduğu düĢünülür. Doğal ve moral olanı doğrudan
kesin sınırlarla birbirinden ayırmayan, doğal olanın bilgisi ile moral olanın bilgisini
birbirinden ayrı ĢeylermiĢ gibi düĢünmeyen Kant‟ın akıl denilen yetinin sınırlarını
mümkündür.
sorusu kadar önemlidir. Kimi nesnelcilere göre, öznel bir etik anlayıĢını
oldukça önemlidir.
177
öznel ya da göreli bir etikten söz edilebileceğini savunan düĢüncelerin izleri de yine
terimlerin somut bilgilerinin edinilmesinin olanaklı olmadığı onların ancak dilde var
olabilecekleri, moral olanın bir duygu ya da hisle ilgili bir Ģey olduğu
düĢünür olarak görülen Hume‟un, aklın moral olguların nesnelliğini belirlemede tek
bitmeyen kavgayı da baĢlatmıĢ olduğu, söz konusu ikilemin ortaya çıkıĢı bakımından
görülür. Amacı moral olguların bilimsel bir açıklamasını sunmak olan Hume, erdem
aklın, idea iliĢkileri ya da olgu sorunları söz konusu olduğunda eylemin baĢlatıcısı
tarafından da ileri sürülür. Olgu ve değer ayrımından hareketle, bilginin sadece deney
kaynaklı olgu bilgisi olduğunu, etiğin ise temel iĢlevinin yalnızca duyguları anlatan
moral tümce ve önermelerin, “iyi,” “doğru,” “adil” gibi “etik terimler” anlamlarını
178
birbirinden ayıran duygucu gelenek de etikte aklın yeri olmadığını söyler. Dilin ve
öznellik sorununun da temelinde yer alan moral fenomenlerin yapısı ile doğa bilimsel
Tractatus‟unda ileri sürdüğü temel savlardan biridir. Wittgenstein da, Hume gibi,
kuramında olgu ve değer ayrımını ele alır. Olguları dile getirmenin doğabilimi
aĢkın olduğunu dile getirdiği yer Tractatus'tur. Wittgenstein‟a göre etik olgular
yoktur. Felsefe dünya sorunlarıyla ancak dilin izin verdiği ölçüde, dile yansıdıkları
biçimiyle ilgilenebilecektir. Bu düĢünceye göre de, „iyi‟, „kötü‟, „değer‟ gibi etik
(Wittgenstein, 2001: 131 5. 6). Etik ise aĢkındır, söylenmeye gelmez (Wittgenstein,
2001: 165 6.41, 6.42, 6.421). Ne felsefenin ne de etiğin bir bilim olmadığını, tüm
felsefe -bu arada etik de-tümcelerinin da hiçbir betimleme yapmayan sözde yargılar
olgu” diye bir Ģeyin varlığından söz etmenin ise olanaklı olmadığını dile getiren
dizgesi “etik öznellik” düĢüncesini savunanlar için de temel bir dayanak olarak kabul
da etiğin, doğa bilimlerindeki gibi kesin ve genel geçer bilgi ortaya koyamayacağını
dile getiren söz konusu dizgelerin kendilerini öznelci olarak adlandıran günümüz
söylenebilir.
bağlantılıdır?
180
Kimileri “etik nesnellik” denildiğinde etik sorunların çözümünde yönteme iliĢkin bir
sorunu dile getirmiĢ; kimileri ahlaksal olguların dünyanın bir parçası olduğunu ve
“iyi”, “doğru” gibi ahlaksal yüklemlerin Ģeylerin gerçek nitelikleri olduklarını dile
getirmiĢ; kimileri bir eylemi adil ya da adaletsiz yapan, doğru ya da yanlıĢ kılan, bir
sorunu iliĢkilendirmiĢ; kimileri ise bu sorunu kendi baĢına varolan nesnelerle ilgili
bir sorun olarak sosyal bilimler ya da doğa bilimlerinde olduğu gibi bir nesnellikten
yönelimiyle varolan Ģeyler olarak gören öznelciler ise nesnel değerlerin olduğunun
söz edilemeyeceğini etik olguların ise doğal olgular gibi kavranılamayacağını, etik
eyleme iliĢkin nesnel bir ölçütü ortaya koymakla söz konusu ikilemi aĢabileceklerini
nesnelcilik, nesnelliği tek bir ölçütte birleĢtiren Yeni Faydacı kuramı çözüm olarak
dolayı meydana gelmiĢse yanlıĢ olduğunu kabul ederler. “Etik olgular gerçekten var
mıdır?” sorusuna üzeri daha kapalı bir yanıt veren öznelciler ise „görecilik‟
bağlayacak veya belirli bir durumda ya da yargı vermede değeri belirleyecek tek bir
ölçütün veya standardın olmadığını dile getirirler. Ġnsana göre, haz, yarar, zarar, iyi,
olanın ya da neyin nesnel, neyin öznel olması gerektiğinin tam olarak açıklığa
edilmektedir? Ele alınan ilkelerin mi, olguların mı, değerlerin mi, moral yargıların
nesnelliği, değerlerin fiziksel nesneler gibi dünyamızın bir parçası olup olmadığının
tartıĢıldığı bir ikilem olarak ifade edilir. Etik normların evrenselliği ya da genel
nesnellik-öznellik sorunu, değerlerin kendi baĢına, kiĢilerin zihni dıĢında var olup
olmadıkları sorusu etrafında ele alınır. Kimilerince moral terimler, savlar ya da moral
biri olarak kabul edilen Brink, ahlaksal gerçekçilik ya da etik nesnellik tartıĢmasının
21). Brink, felsefi ve tarihsel bir olgu sorunu olarak kabul gören nesnellik sorununun
yolunu açabileceğini düĢünerek bir temel sorunu yeniden masaya yatırmak ister:
“Etik, diğer disiplinlere benzer yolla, örneğin sosyal bilimler ya da doğa bilimlerinin
olduğu ya da olabildiği gibi nesnel midir ya da nesnel olabilir mi? … Doğa bilimleri
ya da sosyal bilimler eşit biçimde nesnel midir? (Brink, 1989: 5 ). Brink‟in bilim ve
183
savların içeriğine iliĢkin bir sorgulamayı beraberinde getirmektedir (Jacobs, 2002: 1).
„Nesnellik‟in nesnenin bir özelliği mi yoksa bilginin bir özelliği mi olduğu, „değer
ahlaksal olguların varlığına iliĢkin, etik ve olgu sorunları iliĢkisine bağlı bir
da “olgu, nesnel bir olgudur”. Etikte sıkça kullandığımız değerli, değersiz, erdemli,
erdemsiz, iyi, kötü, adil gibi kavramların fiziksel olgular gibi dünyada karĢılık
nesnelliğini, ahlaksal olguların da tıpkı fiziksel olgular gibi var olduklarını savunan
bir ayrım yapmak yerine gerçekçilik ve nesnellik ile gerçekçilik karĢıtlığı ve öznellik
184
arasındaki iliĢkiyi tarafsız bir ahlak gerçekçiliği anlayıĢıyla ele alan bir değer kuramı
Brink‟e göre nesnellik-öznellik sorunu yalnızca moral değerin nesnel olup olmadığı
olamayacağına bizi ulaĢtıran yol, akıl denilen yetiye -moral olguları kavramayı,
doğrulanabilir yanlıĢlanabilir bilgi ortaya koymayı sağlayan bir yetiye- dayalı bir
yoldur. Brink, etikte nesnellik öznellik tartıĢmasına bir çözüm olarak “değerli bir
olduğu, “nesnel faydacı bir kuram” ortaya konarak gösterilmeye çalıĢılır. Söz konusu
kuram, “fayda” ve “baĢkalarına karĢı sorumluluk” arasındaki bağı ele alan, nesnel bir
iliĢkili olan, bir “değer” anlayıĢını ise kapsamayan bir kuramdır. Brink‟e göre,
insansal refahın nesnel içeriğinde bulunan çeĢitli iyiler arasındaki iliĢkinin kabaca
1989: 237). Söz konusu kuram, öznelliği ve nesnelliği tek bir ölçütte birleĢtirecek,
yanıtını verebilecektir.
185
anlamada en iyi yolun, bize sunulan en iyi resmin, pozitif bilimler tarafından
verilebileceğini ileri sürerler. Moral bilimler tarafından sunulan dünya resmine etik
olguların yerleĢtirilmesi ise oldukça güçtür diye düĢünürler (Rachels, 1998: 10).
“nesnel değerler yoktur” (Mackie, 1998: 58) savı ve bir baĢka öznelci düĢünür
yer almadıklarını söylemek, bir anlamda, ahlaksal iyiliğin, doğruluk, yanlıĢlık, ödev,
olmadıklarını iddia etmektir (Mackie, 1998: 58). “Etikte nesnellik sorunu”nun, etik
terimlerin kullanımı ve anlamına iliĢkin bir tür iĢlev ve anlam sorunu, etik
etik ifadelerin mantığı hakkındaki soruna iĢaret eder. Mackie‟ye göre burada asıl
olgusal analizinin mümkün olup olmadığıdır. Mackie‟nin sözünü ettiği öznellik, aynı
186
ya da yanlıĢ kılan, bir eyleyeni adil ya da adaletsiz yapan, bir Ģeye iyi ya da kötü
Mackie de, Brink ve bazı nesnelci düĢünürler gibi, etik öznelcilik sorununun yalnızca
Etik öznelcilere göre, “gözlemsel kanıt”, her ne kadar bilimde belirli bir rol oynuyor
gibi görünse de, etikte kısmen de olsa böyle bir role sahip değildir diye düĢünülür.
değildir (Harman, 1998: 90). „Sözünü tutman gerekir‟ gibi bir moral ilkenin,
„5+7=12 eder‟ gibi bir matematiksel ilke ya da “suyun kaynama sıcaklığı 100
olmadığı söylenir. „Ġyi‟, „kötü‟, „doğru‟, „yanlıĢ‟ gibi eylemleri ya da etik yargıları
insanlararası bir genel geçerliliğin kabul gördüğü; evrensel bir ölçütten değil de
insana göreli olan bir ölçütten söz edilebileceği savunulur. Ġnsana göre, haz, yarar,
ararlar: “Evrensel değerlerden söz edilebilir mi, yoksa değerler öznel midir, kiĢiden
edilemeyeceği gibi görünmektedir. Ancak öznel bir etikten söz edebilmenin mümkün
olduğunu savunan etik öznelciler ise, Hume ile baĢlayıp Wittgenstein‟a kadar olan
savunurlar. Etik, “iyi” “kötü”, “erdem”, “değer” gibi etik terimlerin, Duygucuların da
düĢünülmektedir.
188
tartıĢmasında önemli payı olduğu söylenebilir. Bilgi her zaman varolan birĢeyin
bilgisidir. Bilinecek olan olgulardır. Etik olguların varlığı sorunu varlık türleri
iliĢkin bir sav ileri sürmektedir. Etikte de böyle önermelerin olduğunu görmek güç
değildir.
olgular arasındaki ontolojik farkları görmek, yani farklı varolma tarzlarının farkında
aydınlatılabilir.
eylemin ahlaksal durumunun doğrudan bir olguya iĢaret etmeyip yalnızca bir
olabileceği düĢüncesini savunan günümüz öznelcileri iyi kötü, doğru yanlıĢ, erdemli,
adil gibi sözcüklere önceden belirlenmiĢ bir anlam yüklemektedir. Oysaki değer,
anlam, iyi, kötü, erdem, doğru, yanlıĢ insan dünyasının olgularıdır. Dünyaya anlam
anlamlandırmada hem özne hem de nesnedir, hem anlamı gören hem de anlamlı
ya da bilgisinden de ancak insanın olduğu bir dünyada söz edilebilir. Değerler insan
özelliği arasında bir bağ bulunduğu yadsınamayacak kadar açıktır. Etik olguların
fenomenler olarak etik sorunları nesne edinerek ortaya koyabilen bir disiplindir.
bilme yetisi, aklı, moral olguları da tıpkı diğer olgular gibi kavrayabilir. YaĢama
görürüz. Bu, yaĢamda her insan için kaçınılmaz olandır. Çünkü insan, eyleyen, karar
veren, tercihte bulunan, yapıp eden bir varlıktır. Ġnsanın yaĢam alanı, bizim etik
KAYNAKÇA
Yayınları, 1996a.
1998a
1998b.
1997b.
AYER, Alfred Jules. Dil, Doğruluk ve Mantık, çev: Vehbi Hacıkadiroğlu, Ġstanbul:
BRINK, David Owen. Moral Realism and the Foundations of Ethics, Cambridge:
BERKELEY, George. Hylas ile Philonous Arasında Üç Konuşma, çev. K.Sahir Sel,
1996.
CENGĠZ, Erdal. Nesnel Bir Ahlak Olanaklı Mı? Felsefe Dünyası, Sayı: 23, 1997,
sf. 218-226.
CENGĠZ, Erdal. Törebilimde Değer ve Ölçüt Sorunu, , Doğu Batı, Sayı: 4, 1998,
sf. 25-40.
CENGĠZ, Erdal. “Ahlaki Realizm”, Felsefe Ansiklopedisi, Etik, edit: Ahmet Cevizci,
DANCY, Jonathan. Practical Reality, New York: Oxford University Press, 2000.
193
GÜZEL, Cemal (der.- çev.). Sağduyu Filozofu: Popper, Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları, 1998.
Objectivity, James Rachels (ed.), New York: Oxford University Press, p: 85-
91, 1998.
HUME, David. İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, çev. Oruç Aruoba,
Ankara, 1976.
HUME, David. İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, çev. Ergün Baylan, Ankara:
Yayınları, 1999.
KANT, Immanuel. Immanuel Kant‟s Crıtıque of Pure Reason, trans.: Norman Kemp
LOCKE, John. İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, çev: Vehbi Hacıkadiroğlu,
MACKIE, John Leslie. Ethics, Inventing Right and Wrong, New Zealand: Penguin
Books, 1986.
NAGEL, Thomas. The View From Nowhere, United States: Oxfod University Press,
1986.
2010a.
196
Basım, 2010b.
Basım, 2010c.
1999.
SLOTE, Michael. From Morality to Virtue, New York: Oxford University Press,
1992.
STEVENSON, Charles Leslie, Ethics and Language, United States: Yale University
Press, 1944.
197
TEPE, Harun. Etik ve Metaetik, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 1992.
Kuçuradi, Sevgi Ġyi (Guest Editor), Journal Of Turkish Studies, Volume: 25,
TEPE, Harun. “Değer ve Anlam: Değerler Anlamlı Mıdır?” FLSF Felsefe ve Sosyal
TEPE, Harun. “Günümüzde Etiğin Beli Başlı Teorik ve Pratik Sorunları”, Etik, edt:
(ed.), Skeptisism and Moral Principles, Chicago: New University Press, 1973.
Company, 1998.