You are on page 1of 657

Siyer Yayınları: 104

Siyer: 75
Eser Adı
İslâm Tarihi ve Medeniyeti -3- Emevîler
Proje Yürütücüsü ve Genel Editörü
Prof. Dr. Mehmet Şeker
Proje Yürütücüsü Yardımcıları
Prof. Dr. Adnan Demircan
Prof. Dr. Rıza Savaş
Doç. Dr. Tahsin Koçyiğit
Cilt Editörü
Prof. Dr. Adnan Demircan
Yazarlar
Prof. Dr. Âdem Apak, Prof. Dr. Adnan Demircan, Prof. Dr. Ahmet Önkal,
Prof. Dr. Ali Aksu, Prof. Dr. Casim Avcı, Prof. Dr. Hasan Kurt, Prof. Dr. İrfan Aycan,
Prof. Dr. İsmail Hakkı Atçeken, Prof. Dr. Mehmet Mahfuz Söylemez,
Prof. Dr. Mevlüt Koyuncu, Prof. Dr. Nadir Özkuyumcu, Prof. Dr. Nuh Arslantaş,
Prof. Dr. Ramazan Altınay, Prof. Dr. Ünal Kılıç, Doç. Dr. Fatih Erkoçoğlu,
Doç. Dr. Gülgûn Uyar, Doç. Dr. Mustafa Özkan
Yayın Editörü
Muhammed Ali Alioğlu
Kapak
Furkan Murat Buruneren
İç Tasarım
Mevlüt Sami Ertem
Son Okuma
Ar. Gör. Ömer Aras, Ar. Gör. İbrahim Konak
Muhammed Ensâr Sözgen
Baskı & Cilt
GÜL MAT MATBAACILIK YAYINCILIK SAN. TIC. LTD. ŞTI.
Maltepe mah. Fazlı Paşa cd. No:8/4 Topkapı-İstanbul
Tel: 0212 577 79 77 Sertifika No: 34712
1. Baskı: Ekim 2018
Takım Numarası: 978-605-2375-38-9 (Tk)
ISBN: 978-605-2375-41-9 (3.c)

Eserde yer alan metinlerin ilmî, akademik, dil, yazım ve üslup sorumlulukları bölüm yazarlarına aittir.

Bağlar Mh. 24. Sk. No: 10/A Güneşli Bağcılar/İstanbul


Tel & Fax: (0212) 544 76 96 – (0212) 544 58 46 • Gsm: (0554) 930 07 04
Sertifika No: 22574 www.siyerkitap.com | satıs@siyeryayinlari.com
İ�slâm Tarihi ve Medeniyeti
3

EMEV�LER
I�ÇI�NDEKI�LER

KISALTMALAR............................................................................................................11
CI�LT EDI�T� R� NDEN / Prof. Dr. Adnan Demircan..............................................13

GI�RI�Ş: EMEVÎ� DÖ� NEMI�YLE İ�LGI�LI� BELLI� BAŞLI KAYNAKLAR


VE ARAŞTIRMALAR / Prof. Dr. Adnan Demircan.................................15
A. .Yazılı Kaynaklar...............................................................................................15
1. Temel Eserler...............................................................................................16
a. Tarih, Kültür, Medeniyet ve
Kurumlar Tarihiyle �lgili Eserler...................................................18
b. Diğer İ�limlere Ait Eserler..................................................................22
2. Arapça Dışındaki Dillerde Yazılan Kitaplar.....................................24
B. .Araştırmalar ve Çağdaş Çalışmalar.........................................................24
1. İ�slâm Dünyasında Yapılan Çalışmalar...............................................24
2. Batıda Yapılan Çalışmalar.......................................................................29
C. .Arkeolojik Kalıntılar......................................................................................30

I. EMEVÎ�LERİ�N Sİ�YASÎ� TARİ�Hİ� / Prof. Dr. İsmail Hakkı Atçeken....................33


A. .Emevî� Devleti’nin Kuruluşuna Kadar Ü� meyyeoğulları...................33
B. . Emevî� Devleti Siyasî� Tarihine Genel Bir Bakış..................................39
C. .Aile İ�çi İ�ktidar Mücadeleleri.......................................................................49
1. Emevî� Ailesinde İ�ktidar Mücadelesinin Ortaya Çıkışı................49
2. Muâviye b. Yezî�d‘in Ö� lümünden Sonraki Hilâfet Tartışmaları...52
3. Mervânî� Halifeleri Döneminde Emevî�
Ailesi İ�çindeki İ�ktidar Mücadeleleri..................................................57
D. .Emevî�ler Dönemiyle İ�lgili Bazı Değerlendirmeler............................65
E. .Emevi Halifeleri ve İ�ktidar Yılları.............................................................70

II. MUHALEFETLE İ�Lİ�ŞKİ�LER VE ÇATIŞMALAR..........................................71


A. .Emevî� Devleti’nde Muhalefet Hareketleri / Prof. Dr. Ünal Kılıç.......71
B. .Ehl-i Beyt ve Taraftarları.............................................................................79
1. Hucr b. Adî� Hareketi / Prof. Dr. Mehmet Mahfuz Söylemez................79
2. Kerbela Olayı / Prof. Dr. Ünal Kılıç...........................................................93
5
a. Hz. Hüseyin’in Sorumluluğu......................................................... 106
b. İ�bn Ziyâd ve Komutanlarının Sorumluluğu............................ 107
c. Kûfelilerin Sorumluluğu................................................................. 108
d. Yezî�d’in Sorumluluğu....................................................................... 108
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

3. Tevvâbûn Hareketi / Prof. Dr. Ünal Kılıç....................................................................111


4. Muhtâr es-Sekafî� İ�syanı / Doç. Dr. Gülgûn Uyar......................................................119
5. Zeyd b. Ali İ�syanı / Doç. Dr. Gülgûn Uyar...................................................................127
a. Zeyd b. Ali’nin Haksız Mal İ�ktisabı ile Suçlanması.....................................130
b. Zeyd b. Ali ile Hasanî�ler Arasında Sadakaların/
Vakıfların İ�daresi Konusu....................................................................................131
C. .Hâricî�ler / Prof. Dr. Adnan Demircan................................................................................141
1. Kûfe Hâricî�leri.................................................................................................................141
2. Basra Hâricî�leri...............................................................................................................144
3. Yemâme Hâricî�leri.........................................................................................................152
4. Cezî�re ve Musul Hâricî�leri..........................................................................................154
5. Güney Arabistan Hâricî�leri........................................................................................156
6. Kuzey Afrika Hâricî�leri................................................................................................158
7. Umân Hâricî�leri..............................................................................................................159
D. .Abdullah b. Zübeyr Ayaklanması / Doç. Dr. Fatih Erkoçoğlu..................................161
E. .Abdullah b. Hanzale ve Harre Olayı / Prof. Dr. Ahmet Önkal..................................175
F. . Abdurrahman b. el-Eş’as İ�syanı / Doç. Dr. Fatih Erkoçoğlu.....................................185
G. .Yezî�d b. Mühelleb İ�syanı / Doç. Dr. Fatih Erkoçoğlu...................................................199

III. KOMŞU DEVLETLERLE İ�Lİ�ŞKİ�LER VE FETİ�HLER....................................................209


A. .Bizans Devletiyle İ�lişkiler / Prof. Dr. Casim Avcı.........................................................209
B. .Mâverâünnehir Bölgesinde Fetihler / Prof. Dr. Hasan Kurt...................................223
1. Akınlar Dönemi...............................................................................................................224
2. Fetih ve Hâkimiyet Dönemi.......................................................................................229
3. Karışıklık ve İ�syanlar Dönemi..................................................................................235
4. İ�ktidar ve İ�slâmlaşma Dönemi.................................................................................237
C. .Kafkasya ve Hazar Fetihleri / Prof. Dr. Mevlüt Koyuncu............................................239
D. .İ�frî�kıyye ve Endülüs’te Fetih Hareketleri / Prof. Dr. Nadir Özkuyumcu..............253
1. Abdullah b. Sa’d b. Ebî� Serh’in Birinci
İ�frî�kıyye Seferi: Gazvetü’l-Abâdile..........................................................................254
2. Abdullah b. Sa’d’ın İ�kinci İ�frî�kıyye Seferi.............................................................256
3. Muâviye b. Hudeyc’in İ�frî�kıyye Seferi....................................................................257
4. Ukbe b. Nâfî� el-Fihrî�’nin İ�frî�kıyye Seferleri.........................................................258
a. 41-43 (661-663) Yılları Arasındaki Askerî� Faaliyetleri...........................259
b. Ukbe b. Nâfî�’nin 46-55(666-675) Yılları Arasındaki Askerî�
Faaliyetleri ve Kayrevân’ı Kurması/ Kayrevân’ın Kurulması .............260
c. Ukbe b. Nâfî�’nin 50-55 (670-675) Yılları Arasında Kayrevân’ı
Kurması ve Birinci Ifrikıyye Valiliği / Kayrevân’ın Kurulması
ve Birinci Ifrikıyye Valiliği...................................................................................261
5. Ebü’l-Muhâcir Dinar’ın İ�frî�kıyye’deki Fetih Hareketleri...............................263
6. Ukbe b. Nâfî�’nin İ�kinci İ�frî�kıyye Valiliği................................................................264
a. Mağrib Fetihleri’nin Başlaması...........................................................................264
b. Ukbe b. Nâfî�’nin Şehid Edilmesi ve İ�frî�kıyye’de
6 Berberî� Küseyle Hâkimiyeti................................................................................267
7. Züheyr b. Kays el-Belevî�’nin İ�frî�kıyye Komutanlığı.........................................269
8. Hassân b. en-Nu’mân el-Gassânî�
ve İ�frî�kıyye Fetihlerinin Tamamlanması...............................................................270
İçindekiler ■

a. Kartaca’nın Fethi.......................................................................................................271
b. Kâhine’ye Yenilmesi ve İ�frî�kıyye’de Berberî� Kâhine Hâkimiyeti.........272
c. Hassân b. en-Nu’mân’ın İ�kinci İ�frî�kıyye
Seferi ve Fetihlerin Tamamlanması.................................................................274
d. Mûsâ b. Nusayr ve Târık b. Ziyâd’ın Endülüs’ü Fethi................................275

IV. EMEV�LER D� NEM�NDE TOPLUMSAL YAPI...............................................................279


A. .Emevî�lerin Kabile (Asabiyet) Siyaseti / Prof. Dr. Âdem Apak................................279
1. Yönetim-Kabile İ�lişkisi.................................................................................................280
2. Kabileler Arası İ�lişkiler................................................................................................288
a. Irak..................................................................................................................................288
b. Horasan........................................................................................................................292
c. Şam ve Cezî�re..............................................................................................................297
B. .Emevî�ler Döneminde Arap-Mevâlî� İ�lişkisi ve İ�slâmlaşma
Prof. Dr. Âdem Apak.................................................................................................................301
C. .Gayrimüslimler / Prof. Dr. Nuh Arslantaş.......................................................................309
1. Hukuki Statü: Devlet İ�çinde Devlet.........................................................................310
2. Zimmî� Grupların Yönetimi.........................................................................................315
3. Adlî� İ�şlemler.....................................................................................................................320
4. Bir Arada Yaşamaya Dair Ö� rnekler.........................................................................324
5. Gayrimüslimlerin İ�skânı.............................................................................................326
6. Gayrimüslimlerin Resmî� Görevlerde İ�stihdamı................................................329
7. Gayrimüslimlerin Dinî� Hayatı...................................................................................337
8. Gayrimüslimlerin Dönemin Bilimsel Faaliyetlerine Katkısı........................342
9. Gayrimüslimlerin Ekonomik Faaliyetleri ...........................................................346
10. Ö� dedikleri Vergiler.....................................................................................................352
a. Cizye...............................................................................................................................352
b. Harâc..............................................................................................................................355
a. Ticaret Malları Vergisi (Uşur).............................................................................358
b. Diğer Vergiler.............................................................................................................359
c. Vergilerin Tahsili.......................................................................................................361
11. İ�syanlar ve Ayrılıkçı Dinî� Gruplar.........................................................................363

V. EMEVÎ�LERDE EĞ� İ�Tİ�M-Ö� Ğ� RETİ�M / Prof. Dr. M. Mahfuz Söylemez...............................369


A. .Eğitim Kurumları................................................................................................................374
1. İ�lk Ö� ğretim: Küttâb........................................................................................................374
2. Mabetler.............................................................................................................................378
a. Mescitler.......................................................................................................................378
b. Kiliseler........................................................................................................................387
c. Ateşgedeler..................................................................................................................389
3. Müzik Eğitimi Veren Kurumlar................................................................................389
4. Felsefe ve Tıp Eğitimi Veren Kurumlar.................................................................391
5. Saray....................................................................................................................................392
7
a. Sarayda İ�lk Ö� ğretim.................................................................................................393
a. Sarayda Kültürel Faaliyetler................................................................................396
6. Emevî�ler Döneminde Ulema ve Ö� ğretmenler....................................................398
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

B. .Eğitim ve Ö� ğretim Yapılan Diğer Mekânlar.............................................................401


1. İ�lim Adamlarının Evleri ve İ�ş Yerleri.....................................................................401
2. Pazarlar..............................................................................................................................403
3. �lim Meclisleri..................................................................................................................404
4. Çöl.........................................................................................................................................404

VI. EMEVÎ�LERDE İ�LMÎ� HAYAT / Prof. Dr. İrfan Aycan.........................................................409


A. .Emevî�ler Dönemi Kültür Hayatında Dinî� İ�limlerin Tarihsel Gelişimi...........409
1. Kur’ân ve Tefsiri..............................................................................................................411
2. Hadis Çalışmaları...........................................................................................................414
3. Tarih Çalışmaları............................................................................................................417
4. Hukuk Çalışmaları.........................................................................................................423
5. Kelâmî� Tartışmalar........................................................................................................427
B. .Emevî�ler Dönemi Kültür Hayatında Bazı
Beşerî� İ�limlerin Tarihsel Gelişimi................................................................................433

VII. EMEVÎ�LERDE Dİ�NÎ� HAYAT / Doç. Dr. Mustafa Özkan..................................................441


A. .İ�slâm Toplumunda Dinî� Hayata Dair Tezâhürler...................................................441
B. .İ�ktidar-Ulemâ İ�lişkisi........................................................................................................445
1. İ�ktidarın Kuruluş Şekli.................................................................................................446
2. Ziyâd b. Ebih’in, Muâviye’nin Nesline İ�lhakı.......................................................446
3. Hucr b. Adî�’nin Ö� ldürülmesi......................................................................................446
4. Veliahtlık Sisteminin İ�kâme Edilmesi....................................................................447
5. İ�ktidarın Kerbelâ Politikası........................................................................................447
6 İ�ktidarın Mevâlî�ye Yönelik Ayrımcı Politikası....................................................448
7. Ehl-i Beyt’e Yönelik Baskıcı Politika......................................................................448
C. .Dinî� Akımların Ortaya Çıkışı..........................................................................................451
1. Hâricî�lik..............................................................................................................................452
2. Cebrî�ye................................................................................................................................453
3. Mürcie.................................................................................................................................454
4. Mu’tezile.............................................................................................................................456

VIII. EMEVÎ�LER DÖ� NEMİ�NDE GÜ� NDELİ�K HAYAT / Prof. Dr. Ramazan Altınay.........459
A. .Gündelik Hayat ve Kurumlar..........................................................................................459
1. Şurta (Emniyet Müdürlüğü) ve Ases (Gece Bekçiliği)....................................460
2. Hâciplik (Ö� zel Kalem Müdürlüğü / Sekreterlik)..............................................461
B. .Gündelik Hayatın Dî�nî�, İ�darî� ve İ�ktisadî�/Ticarî� Mekânları...............................462
1. Cami.....................................................................................................................................462
2. Dârü’l-İ�mâra (Saray).....................................................................................................465
3. Çarşı Pazar........................................................................................................................468
C. .Gündelik Hayatın Eğlenme, Dinlenme ve Vakit Geçirme Mekânları..............471
1. Meyhaneler.......................................................................................................................471
8 2. Beytü’l-Kıyânlar (Gazinolar/Pavyonlar)..............................................................472
3. Şarkıcı Evleri....................................................................................................................473
4. Kulüpler.............................................................................................................................473
5. Eşrâf Konakları...............................................................................................................473
İçindekiler ■

6. Piknik / Mesî�re Yerleri.................................................................................................473


7. Hipodromlar.....................................................................................................................474
8. Manastırlar.......................................................................................................................474
D. .Eğlence Kültürü...................................................................................................................474
1. Müzik...................................................................................................................................474
2. Şiir........................................................................................................................................476
3. Gece sohbetleri...............................................................................................................476

IX. DEVLETİ�N YENİ�DEN YAPILANDIRILMASI / Doç. Dr. Fatih Erkoçoğlu...................479


A. .Abdülmelik b. Mervan Döneminde İ�darî� ve Malî� Alanda Yenilikler..............479
B. .Ö� mer b. Abdülaziz’in Maliye Politikası......................................................................493

X. EMEVÎ�LERDE İ�MÂ� R FAALİ�YETLERİ� / Doç. Dr. Fatih Erkoçoğlu.................................503


A. .Şehirler ...................................................................................................................................504
B. .Camiler ve Mescitler..........................................................................................................505
C. .Dârü’l-imâreler....................................................................................................................508
D. .Saraylar...................................................................................................................................510
E. .Hamamlar..............................................................................................................................514
F. . Kaleler.....................................................................................................................................515
G. .Tersaneler..............................................................................................................................518
H. .Çarşı ve Pazarlar.................................................................................................................521
I. . Hastaneler..............................................................................................................................522
J. . Hapishaneler.........................................................................................................................522
K. .Mezarlıklar............................................................................................................................523
L. .Kanallar, Setler ve Köprüler...........................................................................................524
M. Menzil, Dâru’z-Zuyûf, Funduk.......................................................................................529

XI. EMEVÎ� DEVLETI�NI�N YIKILIŞI VE TEMEL Ö� ZELLI�KLERI� / Prof. Dr. Ali Aksu.....531
A. .Emevî� Devletinin Yıkılışı..................................................................................................531
1. Veliahtlık Mücadelesi...................................................................................................534
2. Kabile Asabiyeti Çekişmeleri....................................................................................538
3. Arapçılık Taassubu ve Emevî� Devleti’nin Mevâlî� Politikası.........................543
4. Siyasî� İ�htilaflar ve İ�syanlar.........................................................................................543
5. Bazı Halifelerin Sorumsuz Yaşantıları...................................................................545
6. Devletin Sınırlarının Genişlemesi...........................................................................546
B. .Emevî� Devletinin Temel Ö� zellikleri.............................................................................547

KRONOLOJİ / Prof. Dr. Adnan Demircan.............................................................................555


KAYNAKÇA.......................................................................................................................................583
D�Z�N..................................................................................................................................................639

9
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

HARİTA-RESİM-PLAN-ŞEKİL

Harita 1: Miladi 750’ye kadar İslâm fetihlerinin yayıldığı bölgeler ......................................32


Harita 2: 1916 tarihli Kerbela ve çevre bölgelerine ait bir harita ...................................... 104
Harita 3: Abdulmelik b. Mervân dönemi muhaliflerinin bölgesel dağılımı ..................... 160
Harita 4: Mâverâünnehir ve Horasan Bölgesi............................................................................... 224
Harita 5: Kuteybe b. Müslim ve Muhammed b. Kâsım’ın fetih güzergahları................... 230
Harita 6: Emeviler Dönemi Kafkas ve Hazar Bölgesi Fetih Güzergahları......................... 240
Harita 7: Tarık b. Ziyâd’ın Endülüs Fetihleri ................................................................................ 277
Harita 8: Horasan bölgesinin günümüz haritasındaki konumu........................................... 293
Harita 9: Bilâdü’s-Şam bölgesi. M.9-10. yüzyıl.............................................................................. 298

Resim 1: Celi Sülüs Pençe-i Al-i Aba Levhası.Hat:Kazasker Mustafa İzzet Efendi.............80
Resim 2: Matrakçı Nasûh’a (ö. 971/1564) ait Kerbela minyatürü ........................................97
Resim 3: Hüseyin ve kardeşi Abbas b. Ali’nin Kerbela’daki türbeleri. ............................... 110
Resim 4: İstanbul’un ortaçağa ait bir tasviri. ............................................................................... 210
Resim 5: Grek ateşinin (Greuva) 7.yüzyıla ait bir tasviri ......................................................... 213
Resim 6: Antik Kartaca’nın tasvîrî bir resmi.................................................................................. 273
Resim 7: İbn Havkal’in el-Mesâlik ve’l-Memâlik adlı
eserinde Horasan bölgesini gösteren harita............................................................... 295
Resim 8: Müsned yazısı ile oluşturulmuş bir tablet kalıntısı................................................... 370
Resim 9: Hicri 1.yüzyıla ait Hicazi hatla yazılmış Kur’an parşömeni................................ 371
Resim 10: Kûfe camii, 1915 tarihli fotoğraf................................................................................... 385
Resim 11: Miladi 1. yüzyılda yapıldığı sanılan Annaias Şapeli, Şam................................... 388
Resim 12: Ateşgede tapınağı kalıntıları, Şiraz-İran.................................................................... 390
Resim 13: 8.yüzyıl Emevi dönemi bir saray kalıntısı. Eriha-Filistin.................................... 395
Resim 14: Miladi 720-50 dönemlerine ait erken
dönem Kufi hattı Kur’an parşömeni............................................................................. 412
Resim 15: Tarihî bilim merkezi Cündişapur şehrinin günümüzdeki kalıntıları.............436
Resim 16: Emevi döneminin meşhur saraylarından Mşatta’nın Bergama müzesinde
sergilenen bir cephesi............................................................................................................ 467
Resim 17: Abdulmelik b. Mervan’ın resminin bulunduğu dinarın ön ve arka yüzü......490
Resim 18: Abdülmelik Dönemi İslâm Dinarı.................................................................................. 491
Resim 19: Medinetü’l-Ancere................................................................................................................ 504
Resim 20: Rüsâfe........................................................................................................................................ 505
Resim 21: Şam Emevî Camii.................................................................................................................. 507
Resim 22: Kubbetu’s-Sahra.................................................................................................................... 508
Resim 23: Busra Ömer Camii................................................................................................................ 509
Resim 24: Kusayru Amra........................................................................................................................ 510
Resim 25: Hamamu’s-Sarah.................................................................................................................. 514
Resim 26: Manastır Ribatı...................................................................................................................... 516
Resim 27: Suriye’nin Kanavât Şehrinde bulunan bir sarnıç.................................................... 525

10 Plan 1: Mescid-i Nebevî’nin Genişletilmesi, Emevîler Devri..................................................... 506


Plan 2: Kubbetu’s-Sahra.......................................................................................................................... 508

Şekil 1: Ümeyyeoğulları şeceresi............................................................................................................31


KISALTMALAR

(a): aleyhisselâm
AÜİFD: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
b.: ibn (oğlu)
Bk.: Bakınız
bt.: bt. (kızı)
byy: basım yeri yok
c.: cilt
CÜ� İ�FD: Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
DÜİFD: Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
DİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
ed.: editör
EJd: Encyclopedia Judaica
göz. geç.: gözden geçiren
haz.: Hazırlayan
HUCA: Hebrew Union College Annual
İA: Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi
İAD: İ�slâmî� Araştırmalar Dergisi
İ�İ�D: İslâmî İlimler Dergisi
İSTEM: İslâm Sanat, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi
JESHO: Journal of the Economic and Social History of the
Orient
JLA : The Jewish Law Annual
JQR n.s.: Jewish Quarterly Review, New Series
JQR o.s.: Jewish Quarterly Review, Old Series 11
m.ö.: milattan önce
nşr.: neşreden
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

OMÜ� İ�FD: Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi


REJ : Revue des Etudes Juives
s.: sayfa
(sas) : sallallahu aleyhi vesellem
sad.: sadeleştiren
SAÜİFD: Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
SDÜİFD: Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
SI: Studia Islamica
SÜİFD: Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
sy. : sayı
şrh.: şerh eden
T.: Türkçe tercümesi
thk. tahkik
tlk.: talik
trc.: tercüme
tsz.: basım tarihi yok
tsh.: tashih
vd.: ve diğerleri, ve devamı
vdd.: ve devamının devamı

12
CI�LT EDI�T� R� NDEN

Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN


İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İ�slâm Tarihi’nin erken dönemlerinde geniş bir coğrafyaya hâ-


kim olan Emevî�ler, İ�slâm Tarihi ve Medeniyeti’ne damga vuran
devletlerden biridir. 89 yıl devam eden Şam Emevî�leri iktidarın-
da gerçekleştirilen fetihler, İ�slâm’ın yayılması, yeni milletlerle
ve medeniyetlerle karşılaşma sonucunda ortaya çıkan etkileşim,
sadece Müslümanların siyasî� ve ekonomik hayatlarında değişim
getirmedi, aynı zamanda fikrî� ve dinî� tartışmalara da zemin ha-
zırladı. Emevî�ler dönemi bu açıdan oldukça zengindir.
Ü� meyyeoğulları’ndan Hz. Osman ve Hâlid b. Saî�d gibi İ�slâmî�
tebliğin erken dönemlerinde Müslüman olanlar vardı. Ancak
Hz. Peygamber’in (sas) Yesrib’e hicretinden sonra Mekkelilerle
aralarında meydana gelen çatışmaların birçoğunda Ü� meyyeo-
ğulları ve mensubu oldukları Abdüşems ön plana çıktı. Bunun
en önemli sebeplerinden biri Mekkelilerin kıyâde [komutanlık]
görevinin Cahiliye döneminde Abdüşems’in elinde bulunmasıy-
dı. Mekkeliler bir ordu gönderdiklerinde ya da bir ticarî� kafile
çıkardıklarında buna Abdüşems’ten biri komutanlık yapıyordu.
Bundan dolayı Bedir ve sonrasında Hz. Peygamber’le Mekkeli
müşrikler arasında meydana gelen çatışmalarda Abdüşems’in
en güçlü kolu olan Ü� meyyeoğulları öne çıkmıştır. Bu tutumları
sebebiyle Ü� meyyeoğulları’nın Hz. Peygamber’le özellikle mü-
cadeleyi misyon edindikleri şeklinde bir imaj oluşmuştur. Oysa
ailenin elindeki kıyâde görevi, onların bu gelişmelerdeki konu-
munu belirlemiştir.
Ü� meyyeoğulları’nın önemli bir kısmı geç bir dönemde,
Mekke’nin fethinden sonra Müslüman oldu. Ebû Süfyân, fetih-
ten sonra Mekke’nin eski önemini yitirdiğini erkenden fark ede-
rek ailesini alıp Medine’ye gitti. Hz. Peygamber vefat ettiğinde
Ü� meyyeoğulları’ndan -başta Ebû Süfyân olmak üzere- birkaç
kişinin özellikle zekât âmili olarak görevli olduğunu biliyoruz.
Hz. Ebû Bekir’in hilafet döneminde başlayan ve Hz. Ö� mer 13
döneminde zirveye ulaşan fetih sürecinde bizzat Ebû Süfyân
Şam cephesine gönderilen orduya katıldı. İ�ki oğlu Yezî�d ve Muâ-
viye ise komutan sıfatlarıyla etkin görevler üstlendiler.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Dımaşk Valisi Yezî�d b. Ebî� Süfyân’ın Hz. Ö� mer döneminde meydana


gelen Amvâs Vebası’nda vefatından kısa bir süre sonra Muâviye, Hz. Ö� mer
tarafından Dımaşk valiliğine atandı ve vefatına kadar bu görevde kaldı.
Ü� meyyeoğulları’na mensup olan Hz. Osman halife olunca ailenin nü-
fuzu ve gücü daha da arttı. Hz. Osman’ın akrabalarına karşı müşfik tutu-
mu ve akrabalarına duyduğu güven sebebiyle aile mensuplarından etkin
kişilerin önemli valiliklere atanması Ü� meyyeoğulları’nın iktidara yürüyüş
serüvenlerinde önemli bir duraktır.
Muâviye’nin Hz. Ali’ye karşı Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılma-
sını istemek üzere takındığı muhalif tutum ve Hz. Ali’nin bir Haricî� tara-
fından suikasta uğramasının akabinde iktidara gelen Hz. Hasan’ın hilafet
hakkından Muâviye lehine vazgeçmesi Ü� meyyeoğulları ailesinin tarihinde
yeni bir sayfa açmıştır.
Merkezi Şam olmak üzere Muâviye’nin kurduğu devlet h. 41-132
(m. 661-750) yılları arasında iktidarı Ü� meyyeoğulları’nın elinde bulun-
durmalarını sağlamıştır. Ancak Muâviye ve oğlu Yezî�d’in iktidarlarından
sonra hâkimiyet Mervân b. el-Hakem ve onun soyundan gelenlerin eline
geçmiştir. Şam Emevî� Devleti yıkıldıktan birkaç yıl sonra kurulan Endülüs
Emevî�leri Devleti ise 275 yıl Endülüs’te hükümran olmuştur (138-422/
756-1031).
Elbette Emevî�lerin birçok alternatiflerini devre dışı bırakarak ikti-
dara nail olmaları ve iktidarı hanedanın mülkü haline getirmeleri, birçok
muhalif unsurun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hem iktidarı ellerinde
bulundurmaya karşı çıkanlar hem de bazı dinî�, siyasî� ve ekonomik karar
ve tutumlarına muhalefet eden birçok grup ve kişiler onlara karşı isyan
etmişlerdir. Bundan dolayı Emevî�ler tarihi bir bakıma isyanlar tarihidir.
İ�syanlar ve tepkiler üç kıta üzerinde kurulmuş olan Şam Emevî� Dev-
leti’nin zamanla zayıflamasına ve özellikle mevalinin desteğini alan Hz.
Abbâs’ın ahfadı tarafından yıkılmasına sebep olmuştur. Bu isyan ve tepki-
ler, kendi meşruiyet zeminini oluşturmuş ve dönemin dinî�, siyasî�, hukukî�,
ekonomik ve kültürel birikimi etkileyen unsurlardan biri olmuştur.
Hz. Peygamber’in (sas) vefatından 30 yıl sonra kurulan Emevî�ler Dev-
leti’nin İ�slâm Tarihi ve medeniyetindeki konumu ve etkisini alanında uz-
man olan değerli hocalarımız ele aldılar. Sadece siyasî� tarih anlatmak yeri-
ne dönem, önemli gelişmeleri ve kurumsal yapılarıyla da değerlendirildi.
Bu çalışmaya katkıda bulunan değerli hocalarıma ve meslektaşları-
14 ma teşekkür ediyorum. Çalışmamızın Emevî�ler döneminin İ�slâm Tarihi ve
medeniyetindeki yerinin ve öneminin anlaşılmasına katkıda bulunmasını
ve yeni çalışmalara vesile olmasını niyaz ediyorum.
GI�RI�Ş

Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN


İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

EMEVÎ� DÖ� NEMI�YLE İ�LGI�LI� BELLI� BAŞLI


KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR

D oksan yıl kadar (41-132/661-750) devam eden Emevî� ik-


tidarı, İ�slâm kültür ve medeniyetine ait eserlerin yeni yeni
şekillendiği bir dönemdir. Ö� mer b. Abdülaziz gibi yöneticiler, ha-
dislerin derlenmesini teşvik ettikleri gibi bu dönemde tamamen
sivil bir faaliyet olarak âlimler tarafından hadis, tefsir ve siyer
gibi ilim dallarında önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu dönemde
yazılan kitapların orijinalleri genellikle günümüze ulaşmadığı
için onlardan ancak daha sonraki yıllarda bu eserlerden yapılan
nakiller sayesinde yararlanabiliyoruz.

Emevî� dönemi arşiv belgeleri günümüze ulaşmadığı için bu


dönem için arşive dayalı çalışma yapmak mümkün olmamakla
birlikte dönemin bazı belgeleri, tarih, edeb, emval ve harac türü
eserlerde yer almaktadır.

Emevî�ler dönemine ait kaynakları yazılı kaynaklar ve arke-


olojik bulgular olarak ayırmak mümkündür.

A. Yazılı Kaynaklar

İ�lk dönemde kaleme alınmış İ�slâmî� alandaki eserlerin he- 15


men hepsinin Emevî�ler dönemi tarih, kültür ve medeniyeti ala-
nında yapılacak çalışmalar için kaynak olma özelliğine sahip ol-
duğunu söylemek mümkündür.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

1. Temel Eserler

Emevî�ler dönemi, ilmî�, fikrî� ve siyasî� açıdan çok hareketli bir dönem-
dir. Bu dönemde kaleme alınıp günümüze ulaşan kitap sayısı az olsa da
İ�slâmî� ilimlerin temelleri bu dönemde atılmış; daha sonraki dönemlerde
yazılmış eserlere kaynaklık eden birçok kitap yazılmıştır. Abbâsî�ler döne-
minde ilmî� gelişmenin zirvede olduğu dönemde, Emevî�ler zamanında telif
edilen eserler en önemli kaynaklar olarak kullanılmıştır.
Emevî� Devleti’nin kuruluş süreci, Cahiliye döneminde Ü� meyyeoğulla-
rı’nın Hâşimoğulları’na rakip olmalarıyla başladıkları dönemle başlatıla-
bilir. Aile, Râşid Halifeler döneminden itibaren tarih sahnesinde ağırlığını
hissettirmeye başlamış; Hz. Osman’ın halifeliğinde ise siyasî� nüfuzunu ol-
dukça artırmıştır. Bu sebeple, devletin kuruluşu her ne kadar Muâviye’nin
hilafetiyle başlasa da Muâviye ve Mervân gibi halifelerin, daha önceki yıl-
larda da önemli siyasî� aktörler oldukları unutulmamalıdır.
Emevî�ler tarihi için birinci derecede kaynak olarak kullanacağımız
eserlerin önemli bir kısmı Abbâsî�ler döneminde kaleme alındığı için bu
dönemde yazılan eserlerin mevcut iktidarı meşrulaştırmak ve destekle-
mek amacıyla geçmişi karalamaya ne kadar başvurduklarını kestirmek
zor ise de Emevî�lere saldırının Abbâsî�ler döneminde iktidara yanaşma
yollarından biri olarak kullanıldığını unutmamak gerekir. Emevî�lere yö-
nelik eleştiri anlayışı, sonraki dönemlerde yaygınlaşarak devam etmiştir.
Bunun sebepleri arasında Abbâsî�lerin, -Bağdat’ın Moğolların eline geçme-
sine kadar 500 yıldan fazla, Memlûk devletinin yıkılışına kadar da 250 yıl-
dan fazla- 750 yıldan uzun bir zaman hilafeti ellerinde tutmaları olmuştur.
Abbâsî� halifeleri her zaman siyasî� nüfuzlarını muhafaza edememişlerse
de konumları, sahip oldukları resmî� tarih anlayışının âlimlerin çoğu ta-
rafından desteklenmesi için yeterli olmuştur. Süyûtî� (911/1505), Abbâsî�
hilafetinin yıkılışından iki buçuk asır sonra Mısır’da yaşadığı halde, muh-
temelen buradaki Abbâsî� halifesinin ağırlığının da etkisiyle Halifeler hak-
kında yazdığı kitabının başına Emevî�lerin hilafeti hususunda uyarıcı ve
Abbâsî�lerin hilafetini müjdeleyici hadisleri koymayı ihmal etmemiştir.[1]
Ö� te yandan Emevî�ler dönemi, siyasî� ve dinî� muhalefetin güçlü olduğu
bir dönem olarak dikkat çekmektedir. İ�lmî� alanda mevâlî�nin söz sahibi ol-
duğu, onların çoğunun ise Emevî�lere muhalif olarak tanındığı dikkate alı-
nırsa daha Emevî�ler zamanında oluşturulan literatürün –bazı iddiaların
aksine- devlet eliyle değil çoğunlukla muhalifler tarafından oluşturulduğu
16
söylenebilir.

[1] es-Süyûtî�, Târîhu’l-hulefâ (thk. Kâsım eş-Şemmâ’î� er-Rufâ’î�, Muhammed el-Osmanî�),


Dâru’l-kalem, Beyrut 1406/1986, s. 20-26.
Giriş / Emevî Dönemiyle İlgili Belli Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar ■

Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesi, Harre Olayı, Mekke’nin iki


defa muhasara edilmesi, bazı siyasî� muhaliflerin -âdil yargılamayla suçlu
oldukları tespit edilmeden- öldürülmesi, devleti adeta bir kurt gibi kemi-
ren kabile asabiyeti, devlet gelirlerinin paylaşımında hakkaniyet ölçüsüne
riayet edilmemesi gibi sebeplerle her dönemde güçlü bir muhalefete sa-
hip olmaları sebebiyle Emevî�lerin kendi tarihlerini istedikleri gibi yaza-
bildiklerini söylemek zordur.

Emevî�ler döneminde güçlü bir muhalefetin mevcudiyeti, hâdiselerin


Emevî� iktidarı zaviyesinden değerlendirilmediği, toplumu yönlendirme-
dikleri anlamına gelmez. Tahrif ve yönlendirmelerin onlar tarafından da
fazlasıyla yapılmış olduğu muhakkaktır. Ö� rneğin bir dönem Abdullah b.
ez-Zübeyr adına Hâricî�lerle savaşırken daha sonra Abdülmelik’in em-
rine girerek onun adına yıllarca Hâricî�lerle mücadele eden komutan ve
vali Mühelleb b. Ebî� Sufre’nin Hâricî�ler aleyhine propaganda aracı olarak
hadis uydurulmasını sağlamaktan dahi geri durmadığı söylenir.[2] Ancak
unutulmaması gereken bir husus şudur ki, Emevî�ler devletinin yıkılışı-
nın ardından kurulan Abbâsî� Devleti, Emevî� dönemine karşı topyekûn bir
imhaya girişmiş; bu sert tutumdan -Ö� mer b. Abdülaziz’inki hariç- Emevî�
halifelerinin mezarları bile nasibini almıştır. Asırlar boyunca devam eden
Abbasî� iktidarının güçlü etkisi, Emevî�lerin bakış açısını yansıtan kaynak-
ların muhaliflerin ürettiği kaynaklar kadar güçlü bir şekilde günümüze
gelmesine engel olmuştur.

Emevî�lere muhalif olanlar, sadece mevâlî� ya da onları destekleyen


kimseler değildi. Araplar arasında da muazzam bir Emevî� karşıtlığı var-
dı. Hanedan mensuplarının siyasî� istikballeri için Arap kabilelerinin sahip
oldukları gücü kullandıkları, bunun da zaman zaman iç savaşlara sebep
olduğu hatırlanırsa Emevî�ler hakkında bu kanaldan da yerici bilgiler gel-
miş olması muhtemeldir.

Bütün bunları dikkate aldığımızda kaynaklardaki bilgilerin nasıl


kullanılacağı sorusu önem arz eder. Zaman zaman işi Emevî�lerin din
anlayışlarını sorgulamaya kadar götüren rivayetlerle karşılaştığımızda
bunları, dönemin siyasî� anlayışının yansımaları olarak değerlendirip
ihtiyat kaydını elden bırakmamanın daha isabetli bir tutum olduğu söy-
lenmelidir. İ� lginçtir ki, bizim kaynaklarımızda Muâviye’nin Müslüman
olarak ölmeyeceğine dair hadislerin yanı sıra onun cennetlik olduğunu
müjdeleyen hadisler de mevcuttur.[3] Bu rivayetler, bize tarihî� gerçekliği 17
[2] Ahmed Emî�n, Fecrü’l-İslâm, 11. basım, Beyrut 1975, s. 261.
[3] Rivayetler ve değerlendirmesi hakkında bk. Aycan, İ�rfan, Saltanata Giden Yolda
Muâviye b. Ebî Süfyân, Fecr Yayınevi, Ankara 1990, s. 48-62.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

manipüle etmenin tek taraflı olmadığını, hem iktidar yanlılarının hem


de muhaliflerin propaganda amacıyla her imkânı kullanabildiklerini
göstermektedir.

Emevî�ler dönemiyle ilgili rivayetlerin önemli bir kısmı, İ�slâm dün-


yasının iktidar mücadelelerinin yoğun olarak yaşandığı Irak bölgesinde
nakledildiği için bu rivayetlerin buradaki tartışmalardan etkilenmesi ka-
çınılmaz bir durumdur. Bu hususun eldeki bilgilerin incelenmesi sırasın-
da göz ardı edilmemesi ve rivayetlerin nakledildiği bölgeler ve dönemler
dikkate alınarak farklı bölgelerin rivayetleriyle karşılaştırmalı bir şekilde
okunması, sağlıklı değerlendirmeler yapmak için gereklidir.

Kuşkusuz tarihî� olguları, günümüz tartışmalarının konusu haline ge-


tirmek yanlış algı ve anlayışların devamına hizmet etmekten başka bir işe
yaramaz. Bundan kaçınmanın yolu bize gelen rivayetlerin ön yargılardan
kaçınarak, tutarlı bir yöntemle tahlil edilmesiyle mümkün olabileceğini
unutmamak gerekir.

a. Tarih, Kültür, Medeniyet ve Kurumlar Tarihiyle İlgili Eserler

Emevî�ler döneminde ilmî� disiplinlerin birbirlerinden tam olarak ay-


rıldığını söylemek zordur. Yine de özellikle tarihle ilgili önemli bir kısmı
sözlü gelenek içinde oluşan bir bölümü de yazılı olan bir literatürün bu
dönemde şekillenmeye başladığı söylenmelidir. Dönem kaynaklarının bir
kısmı genel tarih tarzında yazılmıştır.

Emevî�ler dönemi, Hz. Peygamber (sas) döneminden yaklaşık otuz yıl


sonra başlamasına rağmen dönemin bazı aktörlerinin Hz. Peygamber dö-
neminde de yaşamış olmaları, bu dönemi de Emevî�ler tarihini anlamak
açısından önemli hale getirmektedir. Resûlullah döneminin temel kay-
nakları olan İ�bn İ�shak’ın (151/768) Siyer’i, -İ�bn İ�shak’ın kitabını önemli
ölçüde muhafaza ederek günümüze ulaşmasını sağlayan- İ�bn Hişâm’ın
(218/833) es-Sîretü’n-nebeviyyesi ve el-Vâkıdî�’nin (207/822) Kitâbü’l-Me-
ğâzî’si gibi eserlerde Emevî�ler tarihini doğrudan ya da dolaylı olarak ilgi-
lendiren birçok bilgiye ulaşmak mümkündür.[4]

Emevî�ler hakkında eser telif eden müelliflerden biri Emevî� dönemini


idrak etmiş olan ve Şiî� olarak bilinen Ebû Mihnef Lût b. Yahya (157/773-
774) olup Ahbârü’l-Ümeviyyîn [Leiden 1972] adlı eseri Fuat Sezgin tara-
fından yayımlanmıştır.[5]
18
[4] Râşid Halifeler dönemi temel kaynakları ile Emevî�ler dönemi temel kaynaklarının
pek çoğu aynı olduğu için kaçınılmaz tekrarlar olmaktadır. Bundan dolayı okuyucu-
larımızın bizi mazur göreceklerini umuyoruz.
[5] Başaran, Selman, “Ebû Mihnef”, DİA, İ�stanbul 1994, X, 189.
Giriş / Emevî Dönemiyle İlgili Belli Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar ■

Döneme kaynak olması açısından elimizdeki kitapların en kıymetlile-


ri döneme yakın zamanda telif edilmiş olanlardır. Bunların başında Halî�fe
b. Hayyât’ın (240/854) Târîh’i gelir. Muhtasar olmasına rağmen Emevî�ler
dönemine en yakın zamanda telif edilen ve hâdiseleri yıllara göre tanzim
eden günümüze ulaşan bir kitap olmasının yanı sıra halifelerin dönem-
lerinin sonunda kurumlarla ilgili bilgi vermesi de onun kitabını önemli
kılmaktadır. Yine çok geniş olmamakla birlikte dönemin anlaşılması için
ihmal edilmemesi gereken kitaplardan biri İ�bn Kuteybe’nin (276/889)
el-Maârif’idir. Çok yönlü velut bir yazar olan İ�bn Kuteybe, bu kitabında
dönemin önemli gelişmelerine ışık tutacak bazı rivayetlere yer vermiştir.
Emevî� tarihi için vazgeçemediğimiz kitaplardan biri ise Ebû Hanî�fe ed-Dî�-
neverî�’nin (282/895) el-Ahbâru’t-tıvâl’ıdır. Ebû Hanî�fe, kitabının önemli
bir kısmını İ�slâm öncesi İ�ran tarihine ayırmışsa da Emevî�ler döneminde
meydana gelen önemli olaylara da genişçe yer ayırmıştır. Dönem açısın-
dan muhtasar olan bir başka kaynak ise mutedil bir Şiî� olduğu ifade edilen
el-Ya’kûbî�’nin (284/897) Târîh’idir.

et-Taberî�’nin (310/922) Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk (ya da Târîhu’l-ru-


sül ve’l-mülûk) adlı kitabı, -olgular hakkında kendisine ulaşan rivayetleri
kaydetme hususunda gösterdiği hassasiyet sebebiyle ayrıca- değerli bir
kitaptır. Bugün dönem hakkında iyi-kötü değerlendirmeler yapabiliyor-
sak kuşkusuz bunu Taberî�’nin sözünü ettiğimiz eserine borçluyuz. Bu-
nunla birlikte onun kaynaklarının siyasî� ya da mezhebî� tarafgirlikle şe-
killenmiş olabileceği ihtimalinden dolayı bize ulaştırdığı rivayetlere ilmî�
ihtiyatla yaklaşmamız gerekmektedir. Ö� rneğin önemli kaynaklarından
biri, Emevî�ler döneminde de yaşamış olan Ebû Mihnef olup, Şiî� bir müellif
olarak bilinir. Ebû Mihnef’in Hz. Hüseyin’in öldürülmesiyle ilgili müsta-
kil bir kitabı mevcut olup bu kitabın önemli bir kısmına Taberî�’nin nak-
lettiği rivayetler sebebiyle sahibiz. Bununla birlikte -hadiste olduğu gibi
hassasiyet gösterilmese de- klasik usulde râvileri zikretmesi ve kitabının
başında ortaya koyduğu telif metodu sebebiyle nakle çok önem vermesi,
Taberî�’nin kitabını vazgeçilmez kılmaktadır.

Ö� nemli eserler telif eden bir Şiî� olduğu söylenen[6] el-Mes’ûdî�’nin


(346/956) Mürûcü’z-zeheb ve me’âdinü’l-cevher ile Kitâbü’t-Tenbîh ve’l-iş-
râf adlı eserleri de önemli kaynaklardandır. Bir diğer önemli kitap, el-Mak-
disî�’nin (355/966’dan sonra) kapsamlı muhtevasıyla dikkat çeken el-Bed’
ve’t-târîh adlı eseridir.

Bundan sonra yazılmış bazı muahhar kaynaklar da Emevî�ler dönemi 19


için vazgeçilmez eserlerdir. İ�bnü’l-Cevzî�’nin (597/1201) el-Muntazam’ı,

[6] Avcı, Casim, “Mes’ûdî�”, DİA, Ankara 2004, XXIX, 353.


İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

onun çağdaşı olan İ�bnü’l-Esî�r’in (630/1232) el-Kâmil fi’t-târîh’i ile İ�bn


Kesî�r’in (774/1372) el-Bidâye ve’n-nihâye’si bunlardandır.

Emevî� halifeleri hakkında bazı müstakil eserlerin erken dönemde


yazıldığını görüyoruz. Bunlardan İ�mâm Mâlik’in önde gelen öğrenci-
lerinden İ�bn Abdülhakem’in [Abdullah] (214/829) Ö� mer b. Abdülaziz
hakkında yazılan ilk eser olan Sîretü (Menâkıbü) Ömer b. Abdilazîz alâ
mâ revâhü’l-İmâm Mâlik b. Enes ve ashâbüh [(thk. Ahmed Ubeyd), Ka-
hire 1346/1927][7] ve daha geç dönemde telif edilen İ�bnü’l-Cevzî�’nin
(597/1201) Sîretü ve Menâkıbu Ömer b. Abdülaziz: el-Halîfetü’z-zâhid
[(thk. Naî�m Zerzûr), Beyrut 1984] adlı kitapları zikredilebilir.

Kronolojik şekilde verilmemiş olsa da biyografik eserlerde Emevî�-


ler dönemine ilişkin önemli bilgilere ulaşılabilir. el-Vâkıdî�’nin öğrencisi
İ�bn Sa’d’ın (230/844) Kitâbü’t-t-Tabakâti’l-kebîr adlı eseri dönem açı-
sından çok kıymetli bilgiler ihtiva etmektedir. el-Belâzürî�’nin (279/892)
Ensâbü’l-eşrâf adlı eseri de dönem hakkında geniş malumata ulaşabile-
ceğimiz temel kaynaklardan biridir. Bunların dışında İ�bn Abdülber’in
(463/1071) el-İsti’âb fî ma’rifeti’l-ashâb’ı, İ�bnü’l-Esî�r’in (630/1232)
Ü� sdü’l-gâbe fî� ma’rifeti’s-sahâbe’si ve İ�bn Hacer’in (852/1448) el-İsâbe
fî temyîzi’s-sahâbe’si gibi sahabî� biyografisi eserlerinde döneme ışık tu-
tacak bilgilere ulaşmak mümkündür. ez-Zehebî�’nin (748/1347) Siyeru
a’lâmi’n-nübelâ’sı da geniş muhtevasıyla müracaat edilebilecek muahhar
kaynaklardandır. Bununla birlikte bu tarz eserlerin nispeten geç dönemde
telif edilmiş olduğunu, eserlerde yer alan rivayetlerin ciddi bir tetkikten
geçirildikten sonra kullanılması gerektiği unutulmamalıdır.

Araplar için nesebi bilmenin ve kabile mensubiyetinin önemi, ih-


mal edilmemesi gereken bir husustur. Hişâm b. Muhammed el-Kelbî�’nin
(204/819) Cemheretü’n-neseb’i, ez-Zübeyrî�’nin (236/850) Kitâbü nesebi
Kureyş’i, İ�bn Habî�b’in (245/860) el-Münemmak fî nesebi Kureyş’i, ez-Zübeyr
b. Bekkâr’ın (256/870) Cemhretü nesebi Kureyş ve ahbâruhâ adlı kitabı er-
ken dönemde telif edilen eserlerdendir. İ�bn Hazm’ın (456/1064) Cemhe-
retü ensâbi’l-Arab’ı, es-Sem’ânî�’nin (562/1166) el-Ensâb’ı, İ�bn Kudâme’nin
(620/1223) et-Tebyîn fî ensâbi’l-Kureşiyyîn adlı eserleri ise daha geç dö-
nemde telif edilmiş eserlerdendir. Bir kısmını zikrettiğimiz bu kitaplardan
Emevî�lerin soyları, evlilikleri ve çocukları hakkında malumatın yanı sıra dö-
nemin önemli olaylarıyla ilgili bilgilere de ulaşmak mümkündür.
20 Şehirler hakkında yazılmış müstakil eserler, geniş malumat bulabi-
leceğimiz kaynaklar arasında zikredilmelidir. Bunlardan İ�bn Şebbe’nin

[7] Köse, Saffet, “İ�bn Abdülhakem”, DİA, İ�stanbul 1999, XIX, 276.
Giriş / Emevî Dönemiyle İlgili Belli Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar ■

(262/876) Kitâbü Târîhi’l-Medineti’l-Münevvera’sı, Hatî�b el-Bağdâdî�’nin


(463/1071) Târîhu Bağdâd’ı ile İ�bn Asâkir’in (571/1176) Târîhu Medineti
Dımaşk’ını zikredebiliriz.

Fütuhatla ilgili kitaplarda Emevî�ler döneminde yapılan fetihler hak-


kında önemli malumat buluyoruz. Bu alanda telif edilmiş en eski kaynak-
lardan biri, İ�bn Abdülhakem’in [Ebü’l-Kâsım] (257/871) Fütûhu Mısr ve
ahbâruhâ adlı eseridir. el-Belâzürî�’nin (279/892) Fütûhu’l-büldân’ı da bil-
gi bulabileceğimiz önemli kaynaklardan biridir. Hz. Ali başta olmak üzere
Şiî� imamlarını ve onları destekleyenleri öven, Muâviye ve oğlu Yezî�d ile di-
ğer Emevî�leri ve Abbâsî�leri yeren Şiî� bir müellif olan İ�bn A’sem el-Kûfî�’nin
(320/932’den sonra) el-Fütûh’u Râşid Halifeler ve Emevî�ler dönemi için
kaynak olan eserlerdendir. Ancak isnat usulüne riayet etmeyen ve mezhep
tarafgirliğinden uzak kalamamış olan bu gibi kaynaklarda yer alan riva-
yetleri dikkatli kullanmak gerekir.[8]

Halifeler Tarihi hakkında yazılmış kitaplardan İ�bn Kuteybe’ye


(276/889) ait olmadığı hususunda güçlü deliller ileri sürülen[9] el-İmâme
ve’s-siyâse adlı kitap diğer bazı kaynaklarda bulamayacağımız bilgiler açı-
sından önemlidir. Ö� te yandan muahhar bir kitap olmasına rağmen es-Sü-
yûtî�’nin (911/1505) Târîhu’l-hulefâ’sı dönem hakkında özlü bilgi veren
kitaplardan biridir.

Emevî�ler döneminde meydana gelen bazı önemli hâdiseler hakkın-


da müstakil kitaplar da yazılmıştır. Belirli olaylarla ilgili müstakil eserler
yazan Şiî� bir müellif olan Ebû Mihnef Lût b. Yahya’nın (157/773-774)
Kerbela olayını anlattığı Maktelü’l-Hüseyin adlı kitabı günümüze ulaşan
ilk örneklerdendir. Bir başka Şiî� olan Nasr b. Müzâhim el-Minkarî�’nin
(212/827-828) Kitâbü Vak’ati Sıffîn adlı kitabı, günümüze ulaşan, Hz. Ali
döneminde meydan gelen Sıffî�n Savaşı’nın anlatıldığı en eski kaynaklar-
dan biridir.[10]

Genel kültür kitaplarından ilk akla gelenler İ�bn Habî�b’in (245/860)


Kitâbü’l-Muhabber’i ve İ�bn Kuteybe’nin (276/889) Uyûnül-ahbâr’ıdır.
el-Müberred’in (285/898) el-Kâmil’i ile İ�bn Abdürabbih’in (328/939) el-
İkdü’l-ferîd’i de Emevî�ler dönemine ışık tutacak, başka kaynaklarda pek
rastlamadığımız bilgiler ihtiva etmektedirler.

[8] Bk. Fayda, Mustafa, “İ�bn A’sem el-Kûfî�”, DİA, İ�stanbul 1999, XIX, 325-326.
[9] Bk. Varol, M. Bahaüddin, “el-İmâme ve’s-siyâse İ�simli Eserin Müellifi İ�bn Kuteybe
midir?”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, Ankara 2003, s. 308-321 21
[10] Nasr b. Müzâhim’in günümüze ulaşmayan diğer kitapları, Kitâbü’l-Gârât, Maktelü
Hucr b. Adî, Kitâbü’l-Cemel, Maktelü’l-Hüseyn b. Ali, Ahbârü’l-Muhtâr es-Sekafî, Kitâbü’l-
Menâkıb, Ahbâru Muhammed b. İbrahim ve Ebi’s-Serâyâ, Kitâbü’n-Nehrevân’dır (Terzi,
Mustafa Zeki, “Nasr b. Müzâhim”, DİA, İ�stanbul 2006, XXXII, 415).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Emevî�ler dönemi, kurumlaşma açısından önemli bir yere sahip oldu-


ğu için kurumlar hakkında yazılmış olan eserlerde dönemle ilgili değer-
li malumata sahibiz. el-Vekî�’in (306/918) Kitâbü’l-Kudât’ı, el-Kindî�’nin
(350/961) Kitâbü’l-Vulât ve’l-kudât’ı ve el-Mâverdî�’nin (450/1058)
el-Ahkâmü’s-sultâniyye’si zikredilebilecek kitaplardandır. Ö� te yandan
Ebû Yusuf’un (182/798) Kitâbü’l-Hârac’ı, Yahya b. Â� dem’in (203/818)
Kitâbü’l-Harâc’ı, Ebû Ubeyd’in (224/833) Kitâbü’l-Emvâl’i, İ� bn Zence-
veyh’in (251/865) Kitâbü’l-Emvâl’i ve Kudâme b. Câfer’in (337/948 [?])
Kitâbü’l-Harâc ve sınâatü’l-kitâbe’si gibi kitaplarda dönemin vergi uygu-
lamaları, ekonomik ve malî� alandaki düzenlemeler hakkında bilgi sahibi
oluyoruz.

b. Diğer İlimlere Ait Eserler

Emevî�ler dönemi hakkında sadece tarih alanında yazılmış kitaplar-


da değil, diğer ilimlerin temel kaynaklarında da kıymetli bilgilere ulaşı-
yoruz. Başta hadis, tefsir, fıkıh ve kelâm gibi dinî� sahada yazılmış eserler
olmak üzere birçok alanda yazılmış kitapta Emevî� dönemi gelişmelerine
ışık tutacak bilgilere ulaşmak mümkündür. Ö� te yandan bilim tarihi açısın-
dan Emevî�ler dönemi önemli bir yere sahiptir. Ö� mer b. Abdülaziz’in ilim
adamlarını desteklemesi, hadislerin toplanması için çalışma başlatması,
bazı bilginlerin halifeler tarafından korunması, dönemle ilgili bazı uygu-
lamalar hakkındaki bilgilerin, farklı alanlarda telif edilmiş eserlerde yer
almasını sağlamıştır. Hanedana mensup Hâlid b. Yezî�d’in bizzat kimya ile
ilgili çalışmalar yapması ve bazı kitapların Arapçaya çevrilmesini sağla-
ması da bilim tarihi açısından önemli bir gelişmedir.

Allah Resûlü’nün söz, fiil ve takrirlerini nakletmek üzere ortaya çıkan


hadisin temel kaynakları, Ashab dönemi olması hasebiyle Emevî�ler döne-
mi gelişmeleri hakkında dağınık da olsa bilgi ihtiva etmektedir.

Kur’ân-ı Kerî�m’in daha iyi anlaşılması amacıyla ortaya çıkan tefsir


dalının ilk örneklerinde, Kur’ân’ın Kur’ân’la ya da hadisle tefsiri ilkesin-
den hareketle rivayetleri toplamak hedeflenmiştir. Bu alanda yazılmış
eserlerde Emevî�ler dönemi hakkında önemli bilgilere ulaşıyoruz. Ö� zel-
likle Emevî�ler döneminin en önemli kaynağı olan tarih kitabının da ya-
zarı olan et-Taberî�’nin (310/922) Câmiü’l-beyân an te’vili âyi’l-Kur’ân
adlı değerli tefsiri rivayet tefsiri alanında zikre değer eserlerin başında
gelmektedir.
22
Fıkhın temel kaynaklarında, özellikle mühtediler, zimmet ehli, muha-
liflere karşı takınılan tutum sebebiyle dönem hakkında bilgilere ulaşmak
mümkündür.
Giriş / Emevî Dönemiyle İlgili Belli Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar ■

Kelâm alanında yazılmış eserlerde özellikle Mu’tezile, Kaderiyye, Ceh-


miyye, Cebriyye, Müşebbihe, Mürcie gibi mezheplerin Emevî�ler dönemin-
de ortaya çıkması sebebiyle geniş malumat bulmak mümkündür. Ancak bu
alandaki eserlerin Emevî�ler döneminden sora telif edilmiş olması ve -bir
kısmını- zikrettiğimiz akım ya da mezheplerin eserlerinin günümüze ulaş-
maması sebebiyle onların görüşlerini muhaliflerinden öğrendiğimizi söy-
lemek gerekir. Eş’arî�lerden İ�mam el-Eş’arî�’nin (324/935-6) Kitâbü’l-Lü-
ma’ fi’r-reddi alâ ehli’z-zeyğ ve’l-bida’; el-Bâkıllânî�’nin (403/1013) Kitâbü
Temhîdi’l-evâil ve telhîsi’d-delâil; Abdülkâhir el-Bağdâdî�’nin (429/1037)
Kitâbü Usûli’d-dîn; Mâturidî�lerden Pezdevî�’nin (493/1100) Usûlü’d-dîn
ve Ebü’l-Mu’î�n en-Nesefî�’nin (508/1114) Tabsiretü’l-edille fî usûli’d-dîn
alâ tarîkati’l-İmâm Ebî Mansûr el-Mâturîdî adlı eserlerinde dağınık da
olsa bazı bilgiler bulmak mümkündür. Ö� te yandan Emevî� iktidarını Ehl-i
Beyt’in haklarını gasp eden zorba bir yönetim olarak değerlendiren Şiî�le-
rin ve Abbâsî�ler döneminde bir ara devletin resmi mezhebi haline gelen
Mu’tezile’nin de dönemin gelişmeleri hakkında bakış açılarını yansıtan
malumatı kaynaklarında muhafaza ettiklerini söylemek gerekir.

Emevî�ler döneminde irili ufaklı onlarca isyanla devleti meşru kabul


etmediklerini gösteren Hâricî�ler hakkında erken dönemden itibaren eser-
ler telif edilmiş olmasına rağmen bu kitaplar günümüze ulaşmamış; ancak
bunlardan yapılan nakiller, değişik kaynaklar vasıtasıyla bize ulaşmıştır.[11]

İ�slâm dünyasında ortaya çıkan mezhepler üzerine kaleme alınmış;


büyük bir kısmı kendi mezheplerini savunmak amacıyla telif edilmiş eser-
lerde mevcut olan bilgileri ihtiyatla kullanmalıyız. el-Eş’arî�’nin (324/935-
6) Makâlâtu’l-İslâmiyyîn ve ihtilâfu’l-musallîn ve el-İbâne an usûli’d-diyâne;
Abdülkâhir el-Bağdâdî�’nin (429/1037) el-Fark beyne’l-fırak; İ�bn Hazm’ın
(456/1064) Kitâbü’l-fasl fi’l-milel ve’l-ahvâi ve’n-nihal, eş-Şehristânî�’nin
(548/1153) Kitâbü’l-Milel ve’n-nihal adlı kitapları bu alanda telif edilmiş
eserlerden birkaçıdır.
Edebiyat kitaplarında Emevî�ler hakkında zengin bilgilere ulaşmak
mümkündür. Mu’tezile’nin önemli bilginlerinden biri olan el-Câhiz’in
(255/869) el-Beyân ve’t-tebyîn’i, Şiî� olan el-İ�sfahânî�’nin (356/966)

[11] Haricî�ler hakkında telif edilen, ancak günümüze ulaşmayan eserler arasında Câbir
b. Yezî�d b. el-Hâris el-Cu’fî�’nin (128/746) Kitâbü’n-Nehrevân, Ebû Mihnef Lût b.
Yahyâ’nın (157/774) Kitâbü Ehli’n-Nehrevân ve’l-Havâric, el-Vâkıdî�’nin (207/822)
Kitâbü’s-Sünne ve’l-cemâa ve zemmi’l-hevâ ve terki’l-Havâric, el-Heysem b. Adî�’nin
(207/822) Kitâbü’l-Havâric, Nasr b. Muzâhim el-Minkarî�’nin (212/827) en-Neh- 23
revân, el-Medâinî�’nin (235/850) Kitâbü’n-Nehrevân ve Kitâbu’l-Havâric, Ebû İ�shâk
İ�brâhî�m b. Muhammed b. Sa’î�d b. Hilâl es-Sekafî�’nin (283/896) Kitâbü’n-Nehrevân,
Ebü’l-Kâsım el-Munzir b. Muhammed b. el-Munzir b. Sa’î�d el-Kâbûsî�’nin (IV./X. y.y.
başları) Kitâbü’n-Nehrevân adlı kitaplar zikredilebilir.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

edebiyat ve kültür ansiklopedisi mahiyetindeki el-Eğânî’si Emevî� dönemi


hakkında diğer kaynaklarda ulaşamayacağımız bilgilere ulaşmamızı sağ-
lamaktadır. Ö� zellikle el-Eğânî, Emevî�ler dönemi eğlence hayatı hakkında
bilgi sahibi olmak için mutlaka başvurulması gereken kaynaklardandır.
Dönemin sosyal, siyasî� ve kültürel hayatı açısından unutulmaması ge-
reken bir diğer önemli kaynak da Ahtal (92/710), Ferezdak (114/732)
ve Kumeyt (126/743) gibi şairlerin divanlarıdır. Bu divanlarda, gündelik
yaşamdan sosyal ilişkilere, siyasî� mücadelelerden kabile çatışmalarına
kadar çok farklı konularda dağınık bilgilere ulaşmak mümkündür.

2. Arapça Dışındaki Dillerde Yazılan Kitaplar


Emevî�ler dönemi hakkındaki temel eserler Arapça olmakla birlik-
te geniş bir coğrafyaya ve birçok medeniyetin ortaya çıktığı bir bölgeye
hâkim olmaları sebebiyle komşu devletlerde yazılan eserlerde Emevî�ler
hakkında bilgilere ulaşmak mümkündür. Ö� zellikle Bizans kronikleri, Sür-
yanî� ve Ermeni tarihçilerin yazdıkları önem arz etmektedir. Kuşkusuz bu
kaynaklar dışarıdan bakışı yansıtsa da İ�slâm literatüründeki malumatla
karşılaştırılmak suretiyle istifade edilebilir.

B. Araştırmalar ve Çağdaş Çalışmalar


Emevî�ler dönemi, hem İ�slâm dünyasında hem de batıda birçok araş-
tırmacının ilgisini çekmiş; Halifelerin iktidar dönemleri hakkında çalışma-
lar yapıldığı gibi dönemin belli başlı olayları, kurumları, muhalif grupları,
çevre devletlerle ilişkiler hakkında kitap, makale, tebliğ, yüksek lisans,
doktora ve doçentlik tezi türlerinde birçok çalışma yapılmıştır.

1. İslâm Dünyasında Yapılan Çalışmalar


Emevî�ler dönemiyle ilgili son yıllarda yapılan çalışmaların sayısında
önemli bir artış gözlemlenmektedir. Türkiye’deki artışın İ�lahiyat Fakülte-
lerinin sayısının artmasına ve buna bağlı olarak akademik çalışmaların sa-
yısında ciddi bir artışın ortaya çıkmasıyla ilgili olduğu söylenebilir. Nitekim
Türkiye’de hazırlanan çalışmaların %87’sinin Yükseköğretim Kurulu’nun
(YÖ� K) kuruluşundan sonra gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.[12] Konya, An-
kara, Marmara ve Uludağ Ü� niversiteleri’nde bulunan akademisyenlerimiz
başta olmak üzere Emevî�ler dönemini ihtisas alanı olarak seçen tarihçile-
rimizin hazırladıkları çalışmalarla yönettikleri tezler, Emevî�ler hakkında
24 yapılan çalışmaların büyük bir kısmını oluşturmaktadır.

[12] Demircan, Adnan, “Cumhuriyet Döneminde (1923-2010) Emeviler Hakkında


Yapılan Çalışmalar”, İSTEM: İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, 2011,
cilt: 9, sy. 17, s. 51.
Giriş / Emevî Dönemiyle İlgili Belli Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar ■

Türkiye’de Emevî�ler döneminin tamamını ele alan müstakil çalışma


oldukça azdır. İ�rfan Aycan ile İ�brahim Sarıçam’ın[13] kitabı bunlardandır.
Bir diğeri de İ�hsan Süreyya Sırma’nın[14] kitabıdır. Türkçe’ye çevrilen ki-
taplardan biri Wellhausen’in[15] diğeri son yıllarda çevrilen Sallabi’nin[16]
kitaplarıdır.

Emevî� halifeleri hakkında müstakil birçok akademik çalışma yapıl-


mıştır. Bugüne kadar Muâviye b. Ebî� Süfyân ve dönemi hakkında bir dok-
tora,[17] iki yüksek lisans tezi;[18] Yezî�d b. Muâviye ve dönemi hakkında bir
doktora tezi;[19] Yezî�d döneminde meydana gelen Kerbela olayı hakkında
bir doktora,[20] iki yüksek lisans tezi;[21] Mervân b. el-Hakem ve dönemi
hakkında iki yüksek lisans tezi;[22] Abdülmelik b. Mervân ve dönemi hak-
kında bir doktora tezi;[23] Velî�d[24] ve Süleyman[25] hakkında birer yüksek

[13] Aycan, İ�rfan- Sarıçam, İ�brahim, Emevîler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara
1993 (2. Basım, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1999).
[14] Sırma, İ�hsan Süreyya, Hilafetten Saltanata Emevîler Dönemi, İ�stanbul 1991 (3.
Basım, İ�stanbul 1991; 6. Basım, Beyan Yayınları, İ�stanbul 1993; 9. Basım, Beyan
Yayınları, İ�stanbul 1997).
[15] Wellhausen, J., Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara Ü� niversitesi
İ�lahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1963.
[16] Sallabi, Ali Muhammed, Emevîler Dönemi I, Ravza Yayınları, İ�stanbul 2009; Sallabi,
Ali Muhammed, Emevîler Dönemi II, Ravza Yayınları, İ�stanbul 2010.
[17] Aycan, İ�rfan, Muâviye b. Ebi Süfyân Hayatı ve Devlet Politikası, Danışman: Prof. Dr.
Hüseyin Gazi Yurdaydın, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
1990 (Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebi Süfyân, Fecr Yayınevi, Ankara 1990; 2.
Basım, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001).
[18] Çakır, Durmuş Ali, Hz. Muâviye’nin Rivayetler, Danışman: Prof. Dr. Ramazan Ayvallı,
Marmara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 2006; Dural, Osman
Nuri, Muâviye b. Ebî Süfyân’a Yöneltilen Eleştiriler, Danışman: Doç. Dr. İ�smail Hakkı
Atçeken, Selçuk Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2007
[19] Kılıç, Ü� nal, Yezîd b. Muâviye, Danışman: Prof. Dr. Mehmet Ali Kapar, Selçuk
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1999 (Tartışmaların Odağındaki
Halife Yezîd b. Muâviye, Kayıhan Yayınları, İ�stanbul 2001).
[20] Çağlayan, Bünyamin, Kerbela Mersiyeleri, Danışman: Prof. Dr. Mustafa İ�sen, Gazi
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1997.
[21] Azizova, Elnure, Kerbela Vak’ası, Danışman: Prof. Dr. Mustafa Fayda, Marmara
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 2001; Orak Ergölen, Nuray, İ�slâm
Tarih ve Geleneğinde Kerbela, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Hacettepe
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2002.
[22] Kılıç, Ü� nal, Mervân b. el-Hakem, Danışman: Prof. Dr. Ziya Kazıcı, Marmara
Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 1995; Şulul, Faruk, Mervân b. el-Ha-
kem, Danışman: Doç. Dr. Adnan Demircan, Harran Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Şanlıurfa 1997.
[23] Erkoçoğlu, Fatih, Abdülmelik b. Mervân ve Dönemi (65-86/685-705), Danışman: Prof.
Dr. İ�rfan Aycan, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2006 (Emevî
Devletinin Dönüm Noktası: Abdülmelik b. Mervân, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara 2011). 25
[24] İ�slâmoğlu, Niyazi, Velîd b. Abdülmelik ve Dönemi, Danışman: Doç. Dr. Adnan
Demircan, Harran Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Şanlıurfa 1999.
[25] Ongunyurt, Erol, Süleyman b. Abdülmelik ve Zamanı (96-99/715-717), Danışman: Prof.
Dr. İ�smail Yiğit, Marmara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 2001.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

lisans tezi; Ö� mer b. Abdülaziz ve dönemi hakkında bir doktora,[26] beş


yüksek lisans tezi,[27] Yezî�d b. Abdülmelik ve dönemi hakkında bir yüksek
lisans tezi;[28] Hişâm b. Abdülmelik ve dönemi hakkında iki doktora tezi;[29]
Mervân b. Muhammed ve dönemi hakkında bir doktora[30] ve bir yüksek
lisans tezi[31] hazırlanmıştır. Ayrıca dönemin çeşitli yönleriyle el alındığı
çalışmalar da yapılmıştır.[32] Bunlardan başka halifeler ve dönemleri hak-
kında birçok kitap, makale ve tebliğ yayımlanmıştır.

[26] Koyuncu, Mevlüt, Emevî Halifesi Ömer b. Abdülaziz ve Devri (717-720), Danışman:
Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, İ� stanbul Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İ� stanbul 1987 (=İkinci Hazreti Ömer (Ömer bin Abdülaziz), Boğaziçi Yayınları,
� stanbul 1996).
[27] Işık, Abdülkadir, Ömer b. Abdülaziz›in Genel Politikası ve Aşağı Türkistan,
Danışman: Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Selçuk Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya 1991; Harbi, Osman, Ömer b. Abdülaziz’in Devlet İdaresi,
Danışman: Prof. Dr. Ali Yılmaz, Sakarya Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Sakarya 1997; Duman, Mustafa, Ö� mer b. Abdülaziz ve Zühd Anlayışı, Danışman:
Doç. Dr. Bünyamin Solmaz, Selçuk Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya
2003; Tokgöz, Murat, Emevî Halifelerinden Ömer b. Abdülaziz’in Hâricî ve Şiî
Mezhep Akımlarına Yönelik Siyaseti, Danışman: Doç. Dr. Metin Bozkuş- Doç. Dr.
Ü� nal Kılıç- Doç. Dr. Metin Ö� zdemir, Cumhuriyet Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Sivas 2009; Ö� zdemir, Hatice, Ö� mer b. Abdülaziz’in Siyâsî� ve Sosyal
Gruplarla İ� lişkileri, Danışman: Prof. Dr. Ali Aksu, Cumhuriyet Ü� niversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sivas 2010;.
[28] Fidan, M. Akif, Emevî Halifelerinden Yezîd b. Abdülmelik ve Dönemi (IX. Emevî
Halifesi), Danışman: Doç. Dr. İ�rfan Aycan, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 2000.
[29] Atçeken, İ�smail Hakkı, Hişam b. Abdülmelik’in Halifeliği (105-125/724-743) ve
Şahsiyeti, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Ö� nkal, Selçuk Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya 1997 (=Devlet Geleneği Açısından Hişam b. Abdülmelik, Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 2001); Süslü, Â� dem, Hişam b. Abdülmelik’in Orta Asya
Politikası ve Türkler, Danışman: Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Selçuk Ü� niversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2001.
[30] Delice (Aksu), Ali, Mervân b. Muhammed ve Emevî Devletinin Yıkılışı, Danışman:
Prof. Dr. Ahmet Ö� nkal, Selçuk Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1999
(=Emevî Devleti’nin Yıkılışı, Kitabevi, İ�stanbul 2007).
[31] Teke, Cuma, Mervân b. Muhammed ve Dönemi, Danışman: Doç. Dr. Adnan Demircan,
Harran Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Şanlıurfa 1997.
[32] Emevî�ler döneminin değişik yönleriyle ele alındığı doktora tezlerinden bazı-
ları şunlardır: Yiğit, İ�smail, Emevîler Devrinde İlmi Hareket (41/132-661/750),
Marmara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 1981; Erkal, Mehmet,
İslâm Vergi Hukuku (Hulefâ-yi Raşidîn ve Emevîler Devri), Danışman: Prof. Dr. Salih
Tuğ, Atatürk Ü� niversitesi İ�slâmî� İ�limler Fakültesi, Erzurum 1981; Akyüz, Vecdi,
Emevîlerin Kuruluş Devrinde İslâm Amme Hukuku’nun Gelişmesi, Danışman: Doç.
Dr. Hayreddin Karaman, Marmara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul
1989 (=Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, Emevîler’in Kuruluş Devrinde İslâm Kamu
Hukuku, Dergâh Yayınları, İ�stanbul 1991); Demircan, Adnan, Hariciler’in Siyasî
Faaliyetleri, Danışman: Doç. Dr. Ahmet Ö� nkal, Selçuk Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
26 Enstitüsü, Konya 1993 (=Hariciler’in Siyasî Faaliyetleri, Beyan Yayınları, İ�stanbul
1996); Söylemez, M. Mahfuz, Emevîler Döneminde Kûfe, Danışman: Doç. Dr.
İ�rfan Aycan, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000 (=Bedevilikten
Hadariliğe Kûfe Ankara 2001); Altınay, Ramazan, Emevîler Dönemi Merkezi
Şehirlerde Müslümanların Gündelik Hayatı, Danışman: Prof. Dr. İ�rfan Aycan, Ankara
Giriş / Emevî Dönemiyle İlgili Belli Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar ■

Hakkında en fazla çalışma yapılan Emevî� halifelerinden biri Muâ-


viye’dir. Onunla ilgili telif edilen kitapların bir kısmı savunmacı yakla-
şımla kaleme alınırken bir kısmı ise yergi amaçlıdır. Ayrıca Emevî�ler
dönemi siyasî� tarihi, bu dönemdeki fetihler, dönemin ünlü simalarının
hayatı ve faaliyetleri, sosyal hayat, dinî� hayat, bölge ve şehir tarihleri,
kültür hayatı, bu dönemdeki kurumlar, ekonomik hayat, imar, mimari
ve musiki hakkında birçok çalışma yapılmıştır.[33] Türkiye’de İ� slâm ta-
rihçilerinin hakemli tek ihtisas dergisi olan İSTEM: İslâm Sanat, Tarih,
Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi’nin 8. sayısı “Emevî�ler Ö� zel Sayısı” olarak
yayımlanmıştır.

Arap dünyasında Emevî�ler hakkında birçok çalışma yapıldığını görü-


yoruz. Muhammed Hudarî� Bek,[34] Yusuf el-Işş,[35] Abdüşşâfî� Muhammed
Abdüllatî�f,[36] Nebî�h Â� kil,[37] Abdülemî�r Abd Hüseyin Dixon,[38] Ali Hubey-
be,[39] Muhammed Süheyl Takkuş,[40] Muhammed Tayyib Neccâr[41] ve Ab-
dulmun’im Mâcid[42] Emevî�ler dönemini ele alan müelliflerden bazılarıdır.
Emevî� halifeleri Muâviye b. Ebî� Süfyân,[43] Yezî�d b. Muâviye,[44] Abdülmelik

Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2004 (=Emevîlerde Günlük Yaşam,


Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2006); Çakırtaş, Mehmet, Emevîler Dönemi Şiddet
Hareketleri, Danışman: Prof. Dr. İ�rfan Aycan, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 2007; Ö� zkan, Mustafa, Emevîler Döneminde İktidar-Ulema İlişkisi,
Danışman: Prof. Dr. İ�rfan Aycan, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara 2007 (=Emevîler Döneminde İktidar-Ulema İlişkisi, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara 2008); Kara, Cahid, İslâm Coğrafyasında Mecûsîler (Emevîler’in Sonuna
Kadar), Danışman: Prof. Dr. İ�brahim Sarıçam, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 2007.
[33] Geniş bilgi için Demircan, “Cumhuriyet Döneminde (1923-2010) Emeviler Hakkında
Yapılan Çalışmalar”, İSTEM: İslâm Sanat, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, 2011,
cilt: 9, sy. 17, s. 49-97.
[34] Muhâdarât târîhu’l-Ümemi’l-İslâmiyye: ed-Devletü’l-Ümeviyye, Beyrut 1986.
[35] ed-Devletü’l-Ümeviyye ve’l-ehdâsu’lleti sabakatuha ve mehhedet lehâ ibtidâen min
fitneti Osman, Dımaşk 1406/1985.
[36] el-Âlemü’l-İslâmî fi’l-Asri’l-Ümevî, Kahire, 1984
[37] Hilâfetü Benî Ümeyye, Beyrut 1983.
[38] el-Hilafetü’l-Ümeviyye 65-86/684-705: Dirâse Siyâsiyye, Beyrut 1973.
[39] Devletü’l-Ümeviyyîn, Kahire 1978.
[40] Târîhu’d-devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1996/1416.
[41] Târîhu’l-Alemi’l-İslâmî: ed-Devletü’l-Ümeviyye fi’ş-Şark, Riyad 1985.
[42] et-Târîhu’s-siyâsî li’d-devleti’l-Arabiyye: Asru’l-hulefâi’l-Ümeviyyîn, 7. basım,
Kahire 1982.
[43] Abbas Mahmud Akkad, Muâviye fi’l-mîzân, Beyrut ts.; Bessâm el-Aselî�, Muâviye b.
Ebî Süfyân, Beyrut 1985; Abu al-Nasr, Muâviyah b. Ebî Süfyân ve asruh: The Caliph
Muâviyah and his Times, Beyrut 1962; Ö� mer Süleymân Akî�l, Hilâfetu Muâviye b. Ebî
Süfyân Riyad 1984; Bessam Aselî�, Muâviye b. Ebî Süfyân 6. basım, Beyrut 1986; Ali
Muhammed Sallâbî�, Muâviye b. Ebî Süfyân: Şahsiyyetuhu ve asruhu ed-devletü’s-Süf- 27
yâniyye, Darü’l-Ma’rife, Beyrut 1427/2006.
[44] Hezzâ b. İ�d eş-Şemrî�, Yezîd b. Muâviye: el-Halîfetü’l-müfterâ aleyh, Riyad 1993;
Abdullah b. Mahmûd el-Hedî�b el-Feryâl, Sûretü Yezîd b. Muâviye fi’r-rivâyeti’l-ede-
biyye, Riyad 1995.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

b. Mervân,[45] Ö� mer b. Abdülaziz,[46] Hişâm b. Abdülmelik,[47] Velî�d b. Yezî�d[48]


ve Mervân b. Muhammed[49] hakkında -bir kısmı akademik çalışma olan-
birçok kitap yayımlanmıştır. Ayrıca Hüseyn Atvân gibi bazı yazarlar, döne-
mi çeşitli yönleriyle ele almışlardır.[50]

Ü� meyyeoğulları ailesi, Emevî�ler döneminde muhalefetle ilişkiler,


özellikle Hâricî�ler hakkında birçok çalışma yapılmıştır.[51] Emevî�ler dö-
nemi İ�slâm toplumu,[52] mevâlî� ile ilişkiler de araştırmacıların dikkatini çeken

[45] Muhammed Ziyâuddin Rayyis, Abdülmelik b. Mervân: Muvahhidü’d-devleti’l-


Arabiyye, Kahire 1962; Ö� mer Ebü’n-Nasr, Abdülmelik b. Mervân, Beyrut 1962;
Abdülemir Abduhüseyin Dixon, The Umayyad Caliphate 65-86/684-705 (A
Political Study), Londra 1971 [doktora tezi, University of London] (Arapça çe-
virisi: el-Hilâfetü’l-Ümeviyye 65-86/684-705 (Dirâse siyâsiyye), Beyrut 1973;
Bessam Aselî�, Abdülmelik el-kâid, 2. basım, Beyrut, 1988; Şehâde Ali Nâtur,
Tecdîdü’d-devleti’l-Ümeviyye fî ahdi’l-Halîfe Abdülmelik b. Mervân, İ� rbid (Ü� rdün)
1996; Mahmûd Şâkir, Abdülmelik b. Mervân ve usretuh, Beyrut-Dımaşk-Amman
1998.
[46] İ�mâduddin Halî�l, Melâmihu’l-inkılâbi’l-İslâmî fî hilâfeti Ömer b. Abdülaziz, 7. basım,
Beyrut 1985 (İ�mâduddin Halî�l, Ömer b. Abdülaziz ve İslâm İnkılabı (trc. Ubeydullah
Dalar), İ�stanbul 1984); Abdüssettar Şeyh, Ömer b. Abdülaziz: Hâmisu’l-Hulefâi’r-
Râşidîn, Dımaşk 1992; Vehbe Zuhaylî�, el-Halîfetü’r-Râşid el-Âdil Ömer b. Abdülaziz, 2.
basım, Beyrut 1992; Hâlid Muhammed Hâlid, Mu’cizetu’l-İslâm: Ömer b. Abdülaziz,
4. basım, Kahire 1993.
[47] Awad Muhammad Khleifat, The Caliphate of Hisham b. Abd al-Malik: 105-125/724-
743 (doktora tezi, 1973, University of London); Abdülmecid M. Sâlih el-Kübeysî�,
Asru Hişâm b. Abdilmelik 105-125/724-743, Bağdat 1975; Ali Abdurrahman Amr,
Hişâm b. Abdülmelik ve’d-devletü’l-Ümeviyye, 2. basım, byy. 1992; Khalid Yahya
Blankinship, The End of the Jihad State The Reign of Hisham İbn Abd al-Malik, New
York 1994.
[48] İ�brahim el-Ebyârî�, Velîd b. Yezîd: ed-Devletü’l-Ümeviyye, Mısır 1956.
[49] Sa’dî� Ebû Ceyb, Mervân b. Muhammad ve esbâbu sukûti’d-devleti’l-Ümeviyye,
Beyrut 1972; Faruk Ö� mer, el-Halîfetü’l-mukâtil Mervân b. Muhammed, Beyrut,
ts.
[50] Sîretü Velîd b. Yezîd min kütübi’t-târîh ve’l-edeb, Kahire 1980; Şuarâu’d-
devleteyn: el-Ümeviyye ve’l-Abbâsiyye, Beyrut 1981; el-Fıraku’l-İslâmiyye fî bilâ-
di’ş-Şâm fi›l-asri›l-Ümevî, Beyrut 1986; el-Ümeviyyûn ve’l-hilâfe, Beyrut 1986;
er-Rivâyetü’t-târîhiyye fî bilâdi’ş-Şâm fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1986; el-Coğraf-
ya’t-târîhiyye li-Biladi’ş-Şam fi’l-asri’l-Ümevî, Dârü’l-Cil, Beyrut 1987; eş-Şûrâ fi
asri›l-Ümevî, Beyrut 1990; Nizâmu velâyeti’l-ahd ve virâseti’l-hilâfe fi’l-asri’l-Ü-
mevî, Beyrut 1991.
[51] Fâtıma Mustafa Â� mir, Târîhü’l-üsreti’t-Tâlibiyye fi’l-Medîne fi’l-asri’l-Ümevî,
Mektebetü’l-Enclo’l-Mısriyye, 1977; N. Mahmud Marûf, el-Havâric fi’l-asri’l-Ümevî
neş’etuhum, târîhuhum, akâiduhum, edebuhum, 2. basım, Beyrut 1981; İ�brahim
28 Beydûn, ed-Devletü’l-Ümeviyye ve’l- mu’ârada, 2. basım, Beyrut 1985; Riyâd İ�sa, en-
Nizâ beyne efrâdi’l-beyti’l-Ümevî ve devruhu fî sükûti’l-hilâfeti’l-Ümeviyye, Dımaşk
1985; Muhammed Casim Hammadî� el-Meşhedânî�, Mevaridü’l-Belâzurî ani’l-üsre-
ti’l-Ümeviyye fi Ensâbi’l-eşrâf, Mekke 1989.
[52] Ü� seyme el-Azm, el-Müctema fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1996.
Giriş / Emevî Dönemiyle İlgili Belli Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar ■

konulardandır.[53] İ�darî� yapı ve kurumlar,[54] siyaset,[55] dış ilişkiler,[56] şiir ve ede-


biyat[57] ve şehir tarihleri[58] alanları da araştırmacıların ilgi duydukları araştır-
ma konularından bazılarıdır.
Kuşkusuz Arap dünyasında Emevî�ler hakkında yapılan çalışmalar ve
çalışma konuları bunlardan ibaret değildir. Ancak bizim amacımız litera-
türün tamamı hakkında bilgi vermek değil, kısaca belli başlı konulara de-
ğinmektir.
İ�slâm dünyasında yapılan çalışmaların çokluğuna rağmen dönemi de-
rinlemesine inceleyen tahlilî� çalışmaların sayısı çok değildir.

2. Batıda Yapılan Çalışmalar


Batılı araştırmacıların ilgi duydukları ve çokça kalem oynattıkları
alanlardan biri olan Emevî�ler dönemiyle ilgili birçok makale ve bazı ki-
taplar telif edilmiştir.
Leiden’de iki ayrı neşri tamamlanan ve üçüncü neşri devam etmekte
olan The Encyclopaedia of Islam’ın (İslâm Ansiklopedisi) Emevî�lerle ilgi-
li bazı maddelerinde oryantalistlerin bakış açısını ve değerlendirmele-
rini görmek mümkündür. Batıda Emevî�lerle ilgili yayımlanmış müstakil

[53] Muhammed Bedî� Şerî�f, es-Sırâ’ beyne’l-Mevâlî ve’l-Arab, Mısır 1954; Cemî�l Abdullah
Muhammed el-Mısrî�, el-Mevâlî mevkıfu’d-Devleti’l-Ümeviyye minhum, Ammân
1408/1988; Mahmud Mikdad, el-Mevâlî ve nizâmu’l-velâ mine’l-câhiliyyeti ilâ evâ-
hiri’l-asri’l-Ümevî, Dımaşk 1988; Cemâl Cevde, el-Avdâ’u’l-ictimâ’iyye ve’l-iktisâdiyye
li’l-Mevâlî fî sadri’l-İslâm, Ammân 1409/1989; Abdülaziz Muhammed el-Lumeylim,
Vad’u’l-Mevâlî fi’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1414/1993.
[54] Necde Hammâş, el-İdâre fi’l-asri’l-Ümevî, Dımaşk 1980; Hâlid Câsim el-Cenâbî�,
Tanzîmâtü’l-ceyşi’l-Arabî el-İslâmî fi’l-asri’l-Ümevî, Irak 1984.
[55] İ�brahim Harekât, es-Siyâse ve’l-müctema fi’l-asri’l-Ümevî, Muhammediyye (Mağrib)
1990.
[56] Vesam Abdülaziz Ferec, Cüzeyf Nesim Yusuf, el-Alâkât beyne’l-İmbaraturiyyeti’l-Bi-
zantiyye ve’d-Devletü’l-Ümeviyye: hatta müntasıfı’l-karni’s-sâmin el-mîlâdî, el-Hey’e-
tü’l-Mısriyyetü’l-Amme li’l-Kitâb [Kahire] 1981; İ�brahim Ahmed el-Adevî�, el-Üme-
viyyûn ve’l-Bizantiyyûn, Feyyûm, 1994; Ula Abdülaziz Ebû Zeyd, el-Alâkâtü’d-devliyye
fî’l-İslâm: ed-Devletü’l-Ümeviyye devletü’l-fütuhat 41-132 H/661-750 M., el-Ma’he-
dü’l-Alemi li’l-Fikri’l-İ�slâmî�, Kahire 1996.
[57] Kalemavî�, Süheyr, Edebü’l-Havâric fi’l-asri’l-Ümevî, Matbaatü’l-Lecneti’t-Te’lif, 1945;
İ�hsan Nus, el-Asabiyyetü’l-kabeliyye ve eseruha fi’ş-şi’ri’l-Ümevî, Dârü’l-Yakdati’l-
Arabiyye, Beyrut 1964; Ahmed Muhammed el-Hûfî�, Edebü’s-siyâse fi’l-asri’l-Ümevî,
Beyrut, 1965 (?); Şevki Dayf, et-Tatavvur ve’t-tecdîd fi’l-şi’ri’l-Ümevî, Kahire 1973;
Abdülmüeymin Mahmûd Ahmed Ebü’l-Asl, Tatavvuru’ş-şi’r fî bilâti Abdülmelik
b. Mervân, Kahire 1394; Mikdad, Mahmud, Kıraat fi edebi’l-asri’l-Ümevî, Dımaşk
1413/1993; Seci’ Cemil Cebili, el-Beytü’s-Süfyânî fî’ş-şi’ri’l-Ümevî, el-Mektebetü’l-As- 29
riyye, Beyrut 1998/1419.
[58] Şurrab, Muhammed Muhammed Hasan, el-Medîne fî’l-asri’l-Ümevî, Dımaşk 1984;
Hammaş, Necdet, eş-Şâm fî sadri’l-İslâm mine’l-feth hattâ sukûti hilâfeti Benî
Ümeyye, Dımaşk 1987.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kitap sayısı çok değildir. Gerlof Van Vloten (1903),[59] Julius Wellhausen
(1918),[60] Henri Lammens (1937),[61] G. R. Hawting[62] ve R.W. Hamilton[63]
gibi müelliflerin Emevî�ler dönemi ya da Emevî� halifeleriyle ilgili müstakil
kitapları vardır.
Wellhausen’in Emevî� dönemi siyasî� çatışmaları bağlamında Hâricî�ler-
le Şiî�ler hakkındaki kitabı da önemlidir.[64] Patricia Crone’un mevâlî�yi ele
aldığı doktora tezi yayımlanmıştır.[65]
Bunlardan başka Emevî�ler dönemi hakkında önemli makaleler ya-
yımlayan ya da çalışmalarında Emevî�ler dönemini ele alan birçok araştır-
macı vardır. Bunlardan Leone Caetani (1935),[66] G. Levi Della Vida (1967),
H. A. R. Gibb (1971), Laura Veccia Vaglieri (1989), W. Montgomery Watt
(2006), C. E. Bosworth ve Lawrence I. Conrad gibi oryantalistler ilk akla
gelenlerdendir.

C. Arkeolojik Kalıntılar

Emevî�ler döneminde yapılan eserlerden günümüze ulaşanların çoğu


büyük değişiklikler geçirmiştir. Bununla birlikte şehirlerin dışında kalan
bazı yapıların büyük bir kısmı yıkılmış olarak günümüze ulaştığını görü-
yoruz.
Emevî� döneminin önemli merkezleri olan Şam, Kûfe, Basra, Fustât
(Kahire), Vâsıt, Rüsâfe gibi şehirlerde yapılacak kazılardan elde edile-
cek bulgular, dönemin sosyal hayatı, gündelik yaşamı ve mimarisi gibi

[59] Recherches sur La Domination arabe, le Chiitisme et les Croyanees messianiques


sous le Khalifat des Omayades (Amsterdam 1894). Kitabın Türkçe çevirisi: Emevî
Devrinde Arap Hâkimiyeti, Şîa ve Mesîh Akidesi Üzerine Araştırmalar (trc. M. Said
Hatiboğlu), Ankara 1986.
[60] Das arabische Reich und sein Sturz (1902). Kitabın Türkçe çevirisi: Arap Devleti ve
Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara Ü� niversitesi İ�lahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara
1963. İ�ngilizce çevirisi: The Arab Kingdom and its Fall (1927). Arapça çevirisi:
Târîhu’d-devleti’l-Arabiyye: min zuhûri’l-İslâm ilâ nihâyeti’d-devleti’l-Ümeviyye (çev.
Muhammed Abdülhâdi Ebû Rî�de, Hüseyin Mu’nis, Kahire 1968.
[61] Etudes sur le regne du calife Omeyyede Moawia, Leibzig 1908; Etudes sur le siècle des
Omeyyades, Beyrut 1930; Le Califat de Yazid, Beyrut 1921.
[62] The First Dynasty of Islam: The Umayyad Caliphate A. D. 661-750, Carbondale 1987.
[63] Walid and His Friends: An Umayyad Targedy, Oxford 1988.
[64] Die religiös-politischen Oppositionsparteien im alten Islam (Abhandlungen der kö-
niglichen Gesellschaft der Wissenschaften zu Göttingen, Philologisch-Historische
klasse, Neue Folge, Band V, No: 2, Berlin 1901). Kitabın Türkçe çevirisi: İslâmiyetin
30 İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1989.
[65] Doktora tezi: The Mawali in the Umayyad Period, Cambridge University Press,
Cambridge 2002. Kitabın adı: Slaves on Horses: The Evolution of the Islamic Polity,
Cambridge University Press, Cambridge 2002.
[66] Chronographia Islamica, Paris 1912.
Giriş / Emevî Dönemiyle İlgili Belli Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar ■

konularda önemli bilgiler elde edilmesini sağlayabilecektir. Nitekim Kûfe


gibi bazı şehirlerde kazı çalışmaları yapılmıştır.
Ö� te yandan Emevî�lerin hâkim oldukları ya da ilişkili bulundukları
bölgelerde o dönemden kalan paraların ve kalıntıların dönem hakkında
fikir verebilecek önemli belgeler olduğu unutulmamalıdır. Emevî�ler dö-
neminden kalan sikkeler de önemli tarihî� belgelerdir.


Kusay

Abduddâr Abdumenâf Abduluzza Abdukusay

Abdüşems Nevfel Hâşim Muttalib

Ümeyye Abdülmuttalib

Ebü’l-Âs Harb Abdullah Ebû Tâlib

Ebû Süfyân Muhammed (s) Ali


Affân Hakem

Muâviye (1)
Osman Mervân (4)

Muhammed Abdülmelik (5) Abdülaziz Yezîd (2)


Mervân (14) Velîd (6) Süleyman (7) Yezîd (9) Hişâm (10) Ömer (8) Muâviye (3)

İsimleri koyu yazılanlar halifelik yapmış aile mensuplarıdır. İsimlerin


İbrahim (13) Velîd (11) yanındaki rakamlar ise hilafete geliş sıralarını göstermektedir.
Yezîd (12)
Tabloda şahısların bütün çocukları gösterilmemiştir.

Şekil 1: Ümeyyeoğulları şeceresi.


[Hazırlayan: Prof Dr. Adnan Demircan]

31
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Harita 1: Miladi 750’ye kadar İslâm fetihlerinin yayıldığı bölgeler


[Malise Ruthven, Azim Nanji, Historical Atlas of Islam, s. 28-29]

32
Prof. Dr. İsmail Hakkı ATÇEKEN
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

I. EMEV�LER�N S�YAS� TAR�H�

A. Emevî Devleti’nin Kuruluşuna


Kadar Ümeyyeoğulları

İ�slâm tarihinde Hulefâ-yi Râşidî�n devrinden sonra başlayan


Emevî�ler döneminin kurucusu olan Muâviye b. Ebî� Süfyân ve di-
ğer Emevî� halifeleri Ü� meyyeoğulları (Benî� Ü� meyye) kabilesinden
gelmektedir. Ü� meyyeoğulları Abdüşems b. Abdümenâf’ın Ü� mey-
ye adlı iki oğlundan büyüğünün neslidir. Buna “Ü� meyye el-Ek-
ber” denilmektedir. Ü� meyye’nin ecdadı şu şekildedir: Ü� meyye b.
Abdişems b. Abdümenâf b. Kusay. Benî� Ü� meyye ile Benî� Hâşim‘in
şeceresi Abdümenâf b. Kusay’da birleşmektedir.[1] Adını Ü� meyye
b. Abdüşems’ten alan Benî� Ü� meyye kabilesi Câhiliye dönemin-
de Mekke idaresinde önemli bir yere sahipti. Şehrin ve Kâbe‘nin
idaresiyle ilgili olarak kabileler arasında dağıtılan görevlerin en
önemlilerinden olan kıyâde (başkomutanlık) vazifesi bu kabile
tarafından yürütülüyordu. Hac için Mekke’ye gelen Araplara su
ve yiyecek temini (sikâye, rifâde) görevleri ise Hz. Peygamber’in
kabilesi Benî� Hâşim’in uhdesinde bulunuyordu.

Hâşim’e nispet edilen Benî� Hâşim ile kardeşi Abdüşems’in


oğlu Ü� meyye’ye nispet edilen Benî� Ü� meyye arasında Mekke‘nin
yönetiminde söz sahibi olma konusunda bir rekabet ve çekiş-
me mevcuttu. İ�slâm öncesi dönemde bu iki kabile arasında kanlı
bir savaş olmamışsa da, daha çok sözlü mücadeleler ve anlaş-
mazlıklar ortaya çıkmıştı. Ö� te yandan Abdülmuttalib b. Hâşim
ile Harb b. Ü� meyye arasında da bir çekişme yaşanmıştı. Hâşimo-
ğulları’nın yürüttükleri görevler onlara Arap toplumu üzerinde 33

[1] Sarıçam, İ�brahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri (İslâm Öncesinden Abbâsîler’e


Kadar), Ankara 1997, s. 80.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

önemli bir manevî� nüfuz sağlamıştı. Buna karşılık Ü� meyyeoğulları maddî�


nüfuzu temsil ediyorlardı.

Bu iki kabile arasındaki rekabet İ�slâmî� dönemde farklı bir boyut ka-
zandı. Hâşimî�ler Hz. Muhammed’e (sas) diğer kabilelere göre daha olumlu
davrandılar. İ�çlerinden bazıları ilk Müslümanlar arasında yer alırken yeni
dine girmekte gecikenler de -amcası Ebû Leheb hariç- onu desteklediler.
Hz. Peygamber’in diğer amcası Ebû Tâlib başta olmak üzere Hâşimî�ler,
Mekke dönemi boyunca onun yanında bulundular. Mekke’nin fethine ka-
dar Müslüman olmamakta direnen Emevî�lerin büyük çoğunluğu fetih es-
nasında Ebû Süfyân başta olmak üzere İ�slâmiyet’i kabul ettiler.[2]

Ü� meyyeoğulları içinde Hz. Osman gibi İ�slâm’a ilk girenler arasında


yer alanlar bulunmakla birlikte bunların sayıları azdı. Ü� meyye ailesi ileri
gelenleri, Hz. Peygamber’in İ�slâm’a açık davetinin ilk günlerinden itibaren
halkın müslüman olmasını engellemeye çalıştılar. Bu hususta diğer müş-
rik liderlerle birlikte hareket ettiler; hatta şehirdeki nüfuzları sebebiyle
bu hareketin elebaşısı oldular. İ�slâm davetini önleme faaliyetini Ü� meyyeo-
ğulları ile nüfuz bakımından onlardan sonra gelen Mahzûmoğulları’nın li-
derleri yönlendiriyordu. Nitekim Hz. Peygamber’in Medine‘ye hicretinden
sonra Müslümanlarla müşrikler arasında cereyan eden savaşlarda müş-
riklerin kumandanlığını Emevî� liderleri yapmışlardı. Bedir Gazvesi’nde
Abdüşemsoğulları’ndan Utbe b. Rebî�a, Uhud ve Hendek gazvelerinde ise
Emevî�lerden Ebû Süfyân bu görevi yürütmüştü. Mekke‘nin fethine kadar
İ�slâm dinine girmeyen Emevî�lerin büyük çoğunluğu, fetih esnasında baş-
ta reisleri Ebû Süfyân olmak üzere diğer müşriklerle birlikte İ�slâmiyet’i
kabul etti. Emevî�lerin ileri gelenleri İ�slâm’a katılma hususunda geç kalmış
olmakla birlikte idarî� konularda tecrübeli oldukları için erken tarihlerden
itibaren çeşitli mevkilere getirildiler. Hz. Peygamber tarafından görevlen-
dirilen Emevî� gençleri arasında kâtiplik vazifesi verilen Muâviye b. Ebî�
Süfyân da bulunuyordu.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Muâviye’nin babası Ebû Süfyân


b. Sahr b. Harb’ın hayatı, Hz. Peygamber dönemi ve sonrasındaki durumu
hakkında kısaca bilgi vermek uygun olacaktır. Ebû Süfyân Mekke’nin önde
gelen şahsiyetlerinden birisi olarak bilinmektedir. O, hicretten elli yedi yıl
önce (M.565) yılında Mekke’de doğdu. Annesi, Hz. Peygamber’in hanımı
Meymûne’nin halası olan Safiyye bint Hazm el-Hilâliyye, babası ise Kureyş
34 kabilesi ileri gelenlerinden Harb b. Ü� meyye’dir. Çocukluğu Mekke’de refah

[2] Benî� Ü� meyye ile Benî� Hâşim arasındaki mücadele ve çekişme konusunda bk.
Makrî�zî�, en-Nizâ ve’t-tehâsum fîmâ beyne Benî Ümeyye ve Benî Hâşim (thk. Hüseyin
Mu’nis), Kahire 1988, s. 27-59.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

içinde geçen Ebû Süfyân’ın en yakın çocukluk arkadaşı Hz. Peygamber’in


amcası Abbas b. Abdulmuttalib’tir. Babası Harb b. Ü� meyye gibi ticaretle
uğraşan Ebû Süfyân, kısa sürede kendini kabul ettirerek görüşüne baş-
vurulan, sözüne güvenilen bir Kureyş büyüğü konumuna geldi. Okuma
yazma bilen az sayıdaki Mekkeliden birisiydi. Hz. Peygamber’e nübüvvet
görevi verilmesinden sonra diğer bazı sebeplerle birlikte Benî� Ü� meyye ile
Benî� Hâşim arasındaki eskiden beri devam eden rekabetin bir sonucu ola-
rak diğer Kureyş ileri gelenleri gibi o da İ�slâm dinine ve Hz. Peygamber’e
cephe aldı. Ebû Tâlib’le yeğeni Hz. Muhammed hakkında görüşmek üzere
giden heyette yer aldı. Hicret öncesi Hz. Peygamber’in evinde öldürülmesi
kararı alanlardan birisiydi. Buna rağmen hicret öncesinde Hz. Peygam-
ber’e ve müslümanlara fiilî� olarak eziyet edenler arasında bulunmadı. Hz.
Peygamber Mekke’de şehrin sokaklarında hakaretlere, kötü muameleye
ve eziyetlere maruz kaldığı zaman Ebû Süfyân’ın evine iltica ettiğinde hi-
maye görüyordu. O zaman İ�slâmiyet’in karşısında olan Ebû Süfyân’ın bu
hareketini Hz. Peygamber unutmadı. Mekke’nin fethi gerçekleşince şehri
teslim aldığı sırada bir bildiri yaymıştır: “Silahlarını bırakanlar ve Ebû Süf-
yân’ın evine sığınanlar emniyettedir.”[3]

Ebû Süfyân Bedir Savaşı’nda başta Ebû Cehil olmak üzere birçok Ku-
reyş büyüğünün ölmesiyle Mekke müşriklerinin reisi oldu. Uhud, Hendek
gibi büyük savaşlar dahil olmak üzere Mekke’nin fethine kadar liderlik gö-
revini üslendi. Mekke’nin fethiyle birlikte Ebû Süfyân ve ailesi müslüman
oldu.[4]

Hz. Peygamber’in Ebû Süfyân ve ailesi ile yakınlaşması Ü� mmü Habî�be


ile evliliği ile olmuştur. Ebû Süfyân’ın kızı olan Ü� mmü Habî�be ilk müslü-
manlardandı ve kocası Ubeydullah b. Cahş ile Habeşistan’a göç etmişlerdi.
Orada kocası irtidat ederek Hıristiyan oldu ve kısa bir süre sonra öldü.
Kocasının kendisine yaptığı baskıya rağmen müslüman kalan Ü� mmü Ha-
bî�be’nin bu sebâtını haber alan Hz. Peygamber husûsî� bir elçiyi ona gön-
derdi. Bu elçinin görevi razı olduğu takdirde Ü� mmü Habî�be ile Hz. Pey-
gamber’in nikâhını kıymak ve Ü� mmü Habî�be’yi Medine’ye getirmekti. Bu
teklifi kabul eden Ü� mmü Habî�be Hz. Peygamber’in zevcesi olma şerefine
ermiş oldu. Bu vesile ile Hz. Peygamber ile Ebû Süfyân ailesi arasında ak-
rabalık bağı kurulmuş oldu.

Müslüman olduktan sonra katıldığı Huneyn Gazvesi’nin ilk safha-


sında Müslüman öncü birliklerin yenilmesine sevinmesi daha sonra ta-
35
rihçiler tarafından eleştirilmiş ve İ�slâmiyet’i gönülden kabul etmediği

[3] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İ�stanbul, 1990, I, 99.
[4] Aycan, İ�rfan, “Ebû Süfyân”, DİA, İ�stanbul, 1994, X, 231.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

eleştirilerine maruz kalmıştır. Hz. Peygamber, bu savaşta elde edilen gani-


metleri paylaştırırken müellefe-i kulûbdan olan Ebû Süfyân’a yüz deve ve
kırk ukiyye gümüş verdi. Oğulları Muâviye ve Yezî�d de bu gruptan kabul
edilerek kendilerine yüzer deve verildi. Ebû Süfyân katıldığı Taif muhasa-
rasında bir gözünü kaybetti.[5] Hz. Ebû Bekir’in halifeliği zamanında 70 ya-
şında iken Sûriye’ye giden orduya katıldı. Yermuk Savaşı’nda oğlu Yezî�d’in
idaresinde savaştı ve askerleri cesaretlendirmek için gayret sarfetti.[6] Ebû
Süfyân 31/651-652 yılında Medine’de vefat etti.

Ebû Süfyân’ın oğlu ve Emevî� devletinin kurucusu olan Muâviye b. Ebî�


Süfyân’ın tam ismi Muâviye b. Ebî� Süfyân b. Sahr b. Harb b. Ü� meyye b. Abdi-
şems b. Abdimenaf b. Kusay’dır. Künyesi Ebû Abdurrahman’dır.[7] Ne zaman
doğduğuna dair net bir bilgi mevcut olmamakla birlikte onun doğumu ile il-
gili bilgiler kaynaklarda geçen vefat ettiği tarih ve vefat ettiği yaş üzerinden
hesaplanarak ortaya konulmaktadır. H.60 yılı Recep ayında vefat ettiğine
dair genelde ittifak vardır.[8] Ama vefat ettiğinde kaç yaşında olduğuna dair
rivâyetler çeşitlilik göstermektedir. Bu sebeple onun Miladi 602 veya 603
yılında doğduğu belirtilmekle[9] birlikte 608 yılını tercih edenler de mevcut-
tur.[10] Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın annesi Hind bint Utbe, babası Utbe ve annesi
Safiyye bint Ü� meyye tarafından Hz. Peygamber ile aynı soydan gelir.[11]

Muâviye, Mekke’nin fethinden yaklaşık iki yıl sonra vefat eden Hz.
Peygamber’le uzun süre birlikte olamadı. Bu kısa süre içinde Hz. Peygam-
ber’in meclisinde bulunarak Hz. Peygamber’in tedrisinden geçti. Hz. Pey-
gamber döneminde onun en önemli faaliyeti kâtiplik görevinde bulunma-
sıdır. O zamanki Mekke ve Medine toplumundaki okur-yazar oranındaki
azlığı göz önünde bulundurursak Muâviye’nin Hz. Peygamber’e kâtiplik
yapması normal bir hadisedir. Hz. Peygamber okur-yazarlara büyük önem
vermekteydi. Bu yönde istidadı olanları teşvik ederdi. Bedir esirleri içe-
risinde okur-yazar olanların Medineli çocuklara okuma-yazma öğretme
karşılığında serbest bırakılması okur-yazarlara verilen önemi ortaya koy-
maktadır. Hz. Peygamber’in İ�slâm’ın yayılması amacıyla komşu ülke yöne-
ticilerine mektuplar gönderdiği bilinmektedir. Bu mektupları yazan kâtip-
ler içerisinde Hz. Muâviye’nin de bulunması muhtemeldir.

[5] Belâzurî�, Fütûhu’l-Büldân, çev. Mustafa Fayda, Ankara, 1987, s. 691


[6] Aycan, İ�rfan, “Ebû Süfyân”, DİA, X, 231.
[7] İ�bn Kuteybe, el-Meârif, Beyrut, 1987, s.197; İ�bn Abdülber, el-İstiâb fî Ma’rifeti’l-
Ashâb, thk. Ali Muhammed el-Becavî�, Kahire, trz., III, 1416; Zehebî�, Siyeru Aʻlâmin-
36 Nubelâ, thk. Şuayb el-Arnavût, Beyrut, 1988, III, 119.
[8] İ�bn Kuteybe, el-Meârif, s.197.
[9] Aycan, İ�rfan, Saltanaya Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara, 1990, s. 35.
[10] Aselî�, Bessam, Muâviye bin Ebî Süfyân, Beyrut, 1996, s. 11.
[11] Kandemir, M. Yaşar, “Hind bint Utbe”, DİA, İ�stanbul, 1998, XVIII, 64.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

Gençliğinin ilk devresinde babasının Mekke liderliği ve nüfûzu do-


layısıyla geniş imkânlara sahip olan Muâviye, müslüman olduktan sonra
da okuma-yazma bilmesi, yetenekli ve kabiliyetli olması sebebiyle de Hz.
Peygamber’e yakın olmuş, onun yönetimini yakından izleme fırsatını elde
etmiştir. Bir taraftan yeni hükümet sisteminin bütün müesseselerini öğ-
renirken diğer taraftan da sonradan birlikte çalışacağı Hz. Ebû Bekir, Hz.
Ö� mer veya muhalefet edeceği Hz. Ali gibi kimseleri yakından tanımış ol-
du.[12] Bu iki cepheli yetişme tarzı genç yaştaki Muâviye’ye bazı tecrübeler
kazandırmış ve onu istikbal için hazırlamıştır.

Ü� meyyeoğulları ve özellikle Muâviye b. Ebî� Süfyân Hulefâ-yi Râşidî�n


döneminde de etkinliklerini sürdürdüler. Hz. Osman’ın hilâfeti sırasında
Ü� meyyeoğulları valilik, komutanlık ve devlet memurluklarına getirilmiş-
lerdir. Hz. Ebû Bekir döneminde Bizans toprakları üzerine gönderilecek
birliklerin komutanlarından birisi de Muâviye’nin kardeşi Yezî�d b. Ebî�
Süfyân’dı. Yezî�d’in öncü kuvvetlerinin başında kardeşi Muâviye görev yap-
maktaydı ve sancağı o taşıyordu.[13] Hz. Ö� mer döneminde 14/634 yılında
Şam fethedildi. Şehrin muhasarası esnasında Yezî�d b. Ebî� Süfyân şehrin
küçük kapısını tuttu. Muâviye b. Ebî� Süfyân ise Yezî�d’in öncü kuvvetleri-
nin başında görev yapmaktaydı. Sûriye bölgesi fetih hareketlerinde yıldızı
parlayan ve başarıları ile ön plana çıkan Muâviye b. Ebî� Süfyân 17/638
yılında Hz. Ö� mer tarafından Ü� rdün ve civarına idareci olarak tayin edildi.[14]
Amevas vebasına yakalanan Yezî�d b. Ebî� Süfyân, Ebû Ubeyde ve Muaz b.
Cebel gibi salgın hastalık sonucu vefat etti. Halife Ö� mer Yezî�d b. Ebî� Süf-
yân’ın vefatı üzerine onun sorumlu olduğu bölgenin idaresini Muâviye b.
Ebî� Süfyân’a verdi.[15] Bu karar Ebû Süfyân ailesini memnun etmiştir.

Şam bölgesi fetihlerini tamamlayan Hz. Muâviye, Halife Hz. Ö� mer’e


mektup yazarak hem fetihleri bildirdi, hem de Şam sahillerine yakın olan
Kıbrıs adasının fethi için izin istedi. Deniz seferleri hakkında fazla bilgisi
olmayan Halife Hz. Ö� mer, Amr b. el-Â� s’a haber göndererek deniz seferleri
hakkında bilgi istedi. Amr b. el-Â� s da halifeye denizin tehlikelerinden ve
seferin zorluklarından bahseden bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Ha-
life Hz. Ö� mer Müslüman askerlerin denizde can güvenliklerinin olmayaca-
ğı gerekçesiyle Muâviye’nin Kıbrıs Seferi’ne izin vermedi.

Hz. Osman halife olduktan sonra devletin en önemli kademelerine


kendi kabilesi olan Benî� Ü� meyye’ye mensup şahısları getirmeye başladı.
Hz. Ö� mer döneminde Şam valisi olan Muâviye’yi bu görevinde bırakmakla
37
[12] Lammens, H., “Muâviye”, İA, İ�stanbul, 1964, VIII, 438.
[13] Belâzurî�, Futûhu’l-büldân, s.157
[14] Aselî�, Bessam, s. 38; Aycan, İ�rfan, s. 58.
[15] İ�bn Abdülber, III, 1417.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kalmayıp, bütün Sûriye vilayetlerinin idaresini ona verdi.[16] Sonunda Ü� r-


dün, Hıms, Hama, Filistin, Şam (Dımaşk), Lazkiye bölgeleri Şam Eyaletleri
adı altında Mûaviye b. Ebî� Süfyân’ın idaresine verildi. Muâviye, Sûriye’nin
fethinden kısa bir süre sonra Akka’da Bizanslılara ait olan tersaneleri ele
geçirdi ve bu tesisleri İ� slâm donanmasını meydana getirmek için kul-
landı.[17] Muâviye halifeden gerekli izni alarak Kıbrıs adasını fethetti. Hz.
Osman’ın son altı yılındaki iç karışıklık ve fitne olaylarında diğer valiler
gibi o da halifeye askeri birlik gönderme veya halifeyi Şam’a götürme
tekliflerinde bulunmuşsa da Hz. Osman bunları kabul etmedi. Hz. Osman
evinde muhasara altına alındığında Muâviye Şam’daydı. Halifenin muha-
sara altında tutulduğunu öğrendiğinde onu bu durumdan kurtarmak üze-
re Habî�b b. Mesleme komutasında bir birlik gönderdi. Ancak bu birlik Hz.
Osman’ın isyancılar tarafından öldürüldüğünü Vadi’l-Kurâ’da öğrenince
geri döndü.[18]

Muâviye, Hz. Osman hakkında ilgisiz kaldığını ve suç ortağı olduğu


isyancıları ordusunda barındırdığını ileri sürerek Hz. Osman’ın yerine
Medine‘de halife seçilen Hz. Ali’ye biat etmedi. Hatta yeni halifeye isyan
etmekle kalmayıp Hz. Osman’ın yakın akrabası olarak hukuken onun ka-
nını dava etme hakkına sahip olduğunu söyledi ve bunu gerçekleştirmek
şartıyla Şam halkından biat aldı. Daha sonra Mekke‘de Hz. Â� işe, Talha ve
Zübeyr üçlüsü etrafında, haksız yere öldürülen halifenin kanını dava et-
mek için toplanan gruplarla, katillerin cezalandırılması hususunda ace-
le edilmemesi gerektiği görüşünde olan Hz. Ali arasındaki mücadelenin
sonucunu beklemeyi tercih etti. Cemel Savaşı’nda galip gelen Hz. Ali’nin
kendisini tekrar itaate davet etmesi karşısında ona Hz. Osman’ın katil-
lerini kendisine teslim etmesini ve halifeliği bırakarak şûra tarafından
yeni bir halife seçilmesi işini sağlamasını teklif etti. Onun bu tavrı iki
tarafı Sıffin’de karşı karşıya getirdi. Aralıklarla üç ay süren savaşın son
gününde çarpışmaların Hz. Ali lehine sona ermek üzere olduğunu gören
Muâviye, Amr b. el-Â� s‘ın teklifiyle mızrakların ucuna Kur’ân sayfaları
taktırarak savaşın durdurulmasını ve işin hakemlere havale edilmesini
sağladı. Böylece ordusunu kesin mağlûbiyetten kurtardığı gibi işin ha-
kemlere havale edilmesini temin ederek Hz. Ali’nin ordusunun parça-
lanmasına ve sayıları 12.000’i bulan Hâricî�lerin ortaya çıkmasına zemin
hazırladı. Tahkî�m Olayı[19] problemleri çözmek bir yana işleri daha kar-
maşık hale getirdi.

38 [16] İ�bn Abdülber, III, 1418.


[17] Hitti, Philip K., Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1989, II, 307.
[18] İ�bnü’l Esî�r, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1965, III, 160.
[19] Tahkim Olayı hakkında geniş bilgi için bk. Ö� nkal, Ahmet, “Tahkim Olayı Ü� zerine Bir
Değerlendirme”, İSTEM, yıl: 1, sy. 2, Konya 2003, s. 33-68.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

Muâviye, Hâricî�ler yüzünden büyük kuvvet kaybına uğrayan Hz.


Ali’nin asker toplamakta zorluk çekmesinden istifade ederek durumunu
daha da güçlendirdi. Mısır başta olmak üzere halifeye bağlı bazı önem-
li yerleşim merkezlerini hâkimiyeti altına alan Muâviye, Hz. Ali’nin 40
(660-661) yılında bir Hâricî� tarafından şehit edilmesinden sonra Sûriye
halkından “Emî�ru’l-Mü’minî�n” unvanıyla biat aldı. Hz. Ali’nin yerine halife
seçilen Hz. Hasan’ın Irak ordusuna güvenememesi ve diğer bazı sebep-
lerle mücadeleden vazgeçerek kendi hakkından feragat edip Muâviye ile
anlaşma yapmasından sonra 41/661 yılı Rebî�ülevvel ayının sonlarında İ�s-
lâm dünyasının tamamını hâkimiyeti altına aldı. Böylece yaklaşık doksan
yıl Müslümanları idare edecek olan Emevî� Devleti’ni kurmuş oldu.[20]

Muâviye’nin halifeliğini resmî� olarak Tahkî�m Olayı’nın ardından veya


Hz. Ali‘nin ölümünden sonra ilan ettiği hususunda farklı rivayetler bu-
lunmaktadır. Ancak genelde kabul gören görüş, onun halifeliğinin Hz. Ha-
san’ın kendisine biatinden sonra geçerlilik kazandığını kabul eder.

B. Emevî Devleti Siyasî Tarihine Genel Bir Bakış

Hulefâ-yi Râşidî�n döneminden sonra Sûriye‘nin merkezi Dımaşk‘ta


kurulan İ�slâm tarihinin ilk hanedan devleti, adını kurucusu Muâviye b. Ebî�
Süfyân‘ın mensup olduğu Benî� Ü� meyye (Ü� meyyeoğulları, Emevî�ler) kabi-
lesinden almıştır. Muâviye ve ondan sonraki iki halife olan Yezî�d b. Muâvi-
ye ve Muâviye b. Yezî�d (II. Muâviye) bu kabilenin Süfyânî� kolundan, diğer
on bir halife ise Mervân b. Hakem‘e nispetle aynı ailenin Mervânî� kolun-
dandır.[21] Emevî�ler dönemi, Muâviye b. Ebî� Süfyân‘ın H. 41 yılı Rebî�ülevvel
ayının 25’inde (29 Temmuz 661) Şam‘da halktan biat aldığı gün ile başlar
ve Mervân b. Muhammed‘in H. 132 yılı Zilhicce ayının 27’sinde (6 Ağustos
750) öldürülmesi ile sona erer. Emevî�lerin toplam saltanat süreleri (hicrî�
olarak) 91 yıl 9 aydır.[22] Milâdî� yıl hesabıyla ise 89 yıldır.

Emevî�ler dönemiyle ilgili Türkiye’de, İ�slâm dünyasında ve Batı’da bir-


çok çalışma yapılmıştır.[23] Bu araştırmaların bir kısmı doğrudan Emevî�
halifeleriyle ilgili hazırlanmıştır. Çoğunluğu siyasî� ve askerî� olmak üzere

[20] Geniş bilgi için bk. İ�bn Kuteybe, el-Maârif, s. 194-197; Muhammed Hudarî�, ed-Dev-
letü’l-Ümeviyye, Beyrut, ts., II, 96-100; el-’Işş, Yusuf, ed-Devletü’l-Ümeviyye, 3. basım,
Dımaşk 1994, s. 129-135; Abdüşşâfî� Muhammed Abdüllatî�f, el-Âlemü’l-İslâmî fi’l-as-
ri’l-Ümevî, Kahire 1984, s. 104; Aycan, İ�rfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî
Süfyân, s. 99-179; Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, Dİ�A, İ�stanbul 1995, XI, 87-88.
[21] Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, DİA, XI, 87. 39
[22] Muhammed Hudarî�, ed-Devletü’l-Ümeviyye, II, 99.
[23] Emevî�ler dönemiyle ilgili yapılan araştırmalar hakkında bk. Atçeken, İ�smail Hakkı,
“Emevî�ler Dönemi Bibliyografyası”, İSTEM, yıl: 4, sy. 8, Konya, 2006, s. 283-308;
Türkiye’de yapılan çalışmalar için bk. Demircan, Adnan, “Cumhuriyet Döneminde
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bu dönemin dinî�, sosyal, ekonomik, kültürel vb. alanlarıyla ilgili olarak


yapılan çalışmalar da mevcuttur. Emevî�ler döneminde Muâviye b. Ebî�
Süfyân (41-60/661-680), Abdülmelik b. Mervân (65-86/685-705), Velî�d
b. Abdülmelik (86-96/705-715) ve Hişâm b. Abdülmelik (105-125/724-
743) dönemleri hem hilâfet sürelerinin uzunluğu, hem de önemli olaylara
ve fetihlere sahne olmaları bakımından dikkat çekicidir. Emevî� Devleti, I.
Muâviye’nin dehâsı ve siyasetiyle kurulmuş, Abdülmelik b. Mervân ile mü-
esseseleşmiş, Velî�d b. Abdülmelik ile gelişip yayılmış, son dönemlerinde
ise Hişâm b. Abdülmelik ile 20 yıl ayakta kalmıştır.

Muâviye, halife olduktan sonra 20 yıl vali olarak bulunduğu Şam şeh-
rini hilâfet merkezi yaptı. Devletin kuruluş yıllarında Amr b. el-Â� s‘ı Mısır,
Muğî�re b. Şu’be‘yi Kûfe, Ziyâd b. Ebî�h‘i Basra valiliğine tayin ederek iç hu-
zuru sağlamaya çalıştı. Muâviye ile birlikte saydığımız bu kişiler tarihte
“Duhâtu’l-Arab“ (Arap dâhîleri) olarak anılmaktadır. Muâviye, becerikli
valilerinin aldığı sert önlemlerle ülkede bozulan asayişi yeniden sağladı.
İ�ç istikrar sağlandıktan sonra uzun süredir durmuş olan fetih hareketleri
yeniden başladı. Bizans üzerine ve İ�stanbul‘a seferler düzenlendi. Hora-
san, Maverâünnehir, Sind ve Kuzey Afrika bölgelerine çeşitli akınlar yapıl-
dı. 49 (669) yılında kara ve deniz kuvvetleri ilk İ�stanbul kuşatmasını ger-
çekleştirildi. Rodos ve diğer bazı adalar fethedildi. Doğuda Horasan’ın bir
kısmı, Toharistan ve Kuhistan zaptedildi. Ceyhun‘u geçen birlikler Buhara
ve Semerkant‘ı ele geçirdiler. Muâviye, kendisine samimi bir şekilde bağlı
olan Sûriye ordusunun gayretleriyle birçok yeni bölge fethetti.

Muâviye, gayrimüslimlere karşı çok iyi davranarak onların gönülle-


rini kazanmıştır. Müşavirlerinden Sercûn b. Mansûr Hıristiyandı. Kuzey
Afrika seferlerine katılan Ukbe b. Nafî� başarılı yönetimiyle Berberî�lerin
İ�slâm’a girmesini hızlandırdı. Muâviye ölmeden önce oğlu Yezî�d’i veliaht
tayin etmişti. Muğî�re b. Şu’be‘nin teklifiyle bu işe girişen Muâviye, bu ko-
nuda birçok tepkiye maruz kalmıştır. Medine‘de Hz. Hüseyin, Abdullah b.
Zübeyr, Abdullah b. Ö� mer, Abdurrahman b. Ebî� Bekir gibi önde gelen sa-
habî�ler onun bu uygulamasını istişârî� hilafeti saltanata çevirmek olarak
değerlendirdiler ve karşı çıktılar.

Muâviye dönemi, Emevî� Devleti’nin kuruluş ve gençlik dönemidir.


Muâviye iş başına geldiğinde kendi dönemine kadar meydana gelen bazı
olaylar sosyal yapıyı olumsuz yönde etkilemiş ve siyasî� birlik bozulmuştu.
Muâviye siyasî� dehâsını göstererek, Arap kabilecilik anlayışına dayanarak
40
birliği tesis etmiştir.

(1923-2010) Emevî�ler Hakkında Yapılan Çalışmalar”, İSTEM, yıl: 9, sy. 17, Konya
2011, s. 49-97.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

Muâviye’nin 60 (680) yılında vefatından sonra Medine dışındaki


bölgeler Yezî�d b. Muâviye‘ye biat ettiler. Daha önce Yezî�d’e veliaht olarak
biat etmeyenlerden Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr Mekke‘ye gittiler.
Onların bu hareketiyle Muâviye zamanında kontrol altında tutulan muha-
lefet harekete geçti. Kûfeliler Hz. Hüseyin’i kendi şehirlerine davet eden
mektuplar gönderdiler. Hz. Hüseyin’in Kûfe‘ye gönderdiği amcasının oğlu
Müslim b. Akî�l, vali Ubeydullah b. Ziyâd tarafından yakalanıp öldürüldü.
Hz. Hüseyin, gitmemesi için yapılan tüm ikazlara rağmen yaklaşık 100 ki-
şilik bir kafileyle yola çıktı. Ubeydullah b. Ziyâd’ın kuvvetleri, onu Kûfe’ye
sokmayarak Kerbelâ‘da durdurdular. Ö� mer b. Sa’d, Hz. Hüseyin’e teslim
olmasını ve Yezî�d’e biat etmesini söyledi. Hz. Hüseyin, Yezî�d’e biat etmeyi
reddetti ve üç ayrı teklif öne sürdü. Bunların kabul edilmemesi üzerine
yapılan savaşta 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) Hz. Hüseyin ve berabe-
rindekilerin çoğunluğu katledildi. İ�slâm tarihinin en büyük facialarından
birisi olan bu olay, Emevî�lere karşı olan grupları birleştiren önemli bir ha-
dise olmuştur.

Yezî�d döneminde meydana gelen önemli olaylardan birisi de Harre


Vakası‘dır.[24] 63 (683) yılında Abdullah b. Hanzale başkanlığındaki Medi-
neli bir heyetin Şam‘da Yezî�d’i ziyareti esnasında onun saraydaki yaşan-
tısı, olumsuz kişiliği, sarhoşluğu vb. olumsuz özelliklerini halk arasına
yaymaları sonucu bir ayaklanma başlamıştı. Medinelilerin isyanında yıl-
lardır devletten gerekli yardımı alamamaları gibi ekonomik sebepler de
söz konusudur. Yezî�d bölgedeki isyanı bastırmak ve Kerbelâ olayından
sonra Hicâz‘da sarsılan Emevî� otoritesini yeniden tesis etmek için Medine
üzerine 12.000 kişilik bir ordu gönderdi. Müslim b. Ukbe komutasındaki
ordu ile Medine halkı “Harre” mevkiinde çarpıştılar. Abdullah b. Hanzale
başta olmak üzere birçok Medineli öldürüldü. Sûriyeli askerler üç gün Me-
dine’yi yağmaladılar. Daha sonra Mekke üzerine giden ordu, şehri muha-
sara etti ve Kâbe‘ye mancınıkla taş atıldı. Bu esnada Yezî�d’in ölüm haberi
ulaşınca kuşatma kaldırıldı. Devlet işlerinden daha fazla eğlence âlemle-
riyle meşgul olan Yezî�d, Hz. Hüseyin‘in öldürülmesi, mukaddes şehirlerin
yağmalanması gibi icraatları sebebiyle Emevî� siyasî� tarihinin en çok tenkit
edilen halifelerinden birisi olarak tarihe geçmiştir.

Muâviye’den sonraki Yezî�d b. Muâviye (60-64/680-684), Muâviye b.


Yezî�d (64/684) ve Mervân b. Hakem (64-65/684-685) dönemleri genel
olarak iç karışıklığın sürdüğü dönemlerdir. Yezî�d b. Muâviye’nin ölümün-
den sonra yerine oğlu Muâviye b. Yezî�d (64/684) geçti. Ancak rahatsız-
41
lığı sebebiyle 40 gün veya 3 ay sonra herhangi bir veliaht bırakmadan

[24] Harre olayıyla ilgili rivayetlerin değerlendirmesi için bk. Ö� nkal, Ahmet, “İ�slâm
Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İAD, sy. 6, Ankara 1992, s. 189-197.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

halifelikten ayrıldı. Tarihçiler, Şam halkına yaptığı ilginç ve önemli konuş-


masıyla tarihe geçen II. Muâviye’nin salih, dindar ve iyi huylu bir genç ol-
duğunu belirtirler.[25] Onun ölümünden sonra Şam’da iki grup ortaya çıktı.
Bir grup Mervân b. Hakem’in, diğer bir grup ise Hicâz‘da halifeliğini ilan
eden Abdullah b. Zübeyr‘in tarafını tuttular. Mücadelelerin sonunda Mer-
vân b. Hakem halife oldu, Şam ve Mısır‘ın biatini aldı. Hicâz ve Irak bölgesi
ise Abdullah b. Zübeyr’i halife olarak tanımıştı. Böylece ülkeyi iki halife
idare etti. Mervân ölmeden önce oğlu Abdülmelik’i veliaht tayin etti.

65/685 yılında halife olan Abdülmelik dönemi, Emevî�lerin iç istikra-


rının sağlandığı ve kurumsallaşmanın gerçekleştirildiği dönemdir. Emevî�-
lerin en büyük hükümdarlarından birisi olarak kabul edilen Abdülmelik
bir taraftan iç ve dış düşmanlarıyla mücadele ederken diğer taraftan dev-
letin ilerlemesini sağlayan yeni bazı tedbirler almıştır. İ�ç karışıklıklarla ge-
çen Yezî�d b. Muâviye, Muâviye b. Yezî�d ve Mervân b. Hakem döneminden
sonra işbaşına gelen Abdülmelik b. Mervân dönemi (65-86/685-705);
oynayan taşların yerine oturtulduğu, iç istikrarın sağlandığı, kurumsallaş-
ma faaliyetine hız verildiği bir devredir. Ö� nce Abdullah b. Zübeyr taraftarı
olan, ancak daha sonra aşırı fikirleri sebebiyle onun yanından uzaklaşıp
Irak‘ta Hz. Ali taraftarlarıyla işbirliği yapan Muhtâr es-Sekafî�, üzerine ge-
len orduyu yenmişti. Abdullah b. Zübeyr için de bir tehlike oluşturan Muh-
târ’ın üzerine Mus’ab b. Zübeyr komutasında bir ordu gönderildi. Mus’ab,
Muhtâr’ı yendi ve onu öldürdü (67/687).

Abdülmelik’in halifeliğini kabul etmeyen Abdullah b. Zübeyr‘e karşı


Haccâc b. Yusuf es-Sekafî� komutasında bir ordu gönderen halife bu tehli-
keden kurtulmak istemişti. Haccâc, Mekke‘yi yedi ay kuşatarak mancınıkla
Kâbe‘yi taş yağmuruna tuttu. Sonunda Mekke’ye girerek Abdullah b. Zü-
beyr’i öldürdü. Böylece dokuz yıldan beri devam eden Abdullah b. Zübeyr’in
halifeliğine son vermiş oldu (73/692). Hâricî� isyanlarının bastırılması ve
devlet otoritesinin sağlanmasında büyük emeği olan Haccâc’ın aşırı sertliği,
devletin temellerini sarsan bir isyana yol açtı. Haccâc tarafından Sicistan
valiliğine tayin edilen ve bölgenin fethiyle görevlendirilen Abdurrahman
b. Muhammed b. el-Eş’as 81 (700) yılında önce Haccâc’a, ardından Ab-
dülmelik’e karşı isyan bayrağını açtı. Kinde krallarının soyundan gelen İ�b-
nü’l-Eş’as daha sonra isyanına dinî� bir hareket süsü vererek mevâlî� ve diğer
muhalif grupların desteğini sağladı. Haccâc’ın baskısından bunalan mevâlî�-
nin yanı sıra iktidarın meşrû olmadığına inanan Irak âlimlerinin çoğunlu-
ğu İ�bnü’l-Eş’as’a destek vermişlerdi. Askerinin sayısını gittikçe arttıran İ�b-
42
nü’l-Eş’as Basra ve Kûfe‘yi ele geçirdi. Irak bölgesinin Sûriye‘ye başkaldırışı

[25] Muâviye b. Yezî�d hakkında bk. Atçeken, İ�smail Hakkı, “Muâviye b. Yezî�d Ü� zerine Bir
Araştırma”, SÜİFD, sy. 7, Konya 1997, s. 411-430.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

olarak da tavsif edilen bu isyan Irak’ta Emevî� iktidarını sona erdirmek üze-
reyken Haccâc, Deyrülcemâcim Savaşı’nda İ�bnü’l-Eş’as’ı büyük bir yenilgiye
uğrattı, ardından da onu tamamen bertaraf etti.

20 yıldan fazla süren Abdülmelik döneminde (65-86/685-705) dev-


let hâkimiyeti yeniden tesis edilmiştir. Abdülmelik b. Mervân dönemine
kadar etkisini sürdüren iç anlaşmazlıklar, bu halifenin ilk yedi yıllık siyasî�
icraatı sonunda hafifledi. Abdülmelik, devletin hâkimiyetini yeniden te-
sis etti, birçok dâhilî� reformun fâili oldu.[26] Vergi işlerini düzene koydu.
Devletin millileştirilmesi (Araplaştırılması) siyasetine önem verdi. Di-
van kayıtlarını Rumca ve Farsça’dan Arapça’ya tercüme ettirdi; üzerinde
Kur’ân’dan ifadelerin yer aldığı paralar bastırdı. Abdülmelik’in yirmi yıllık
hilâfeti süresince yönetim, bilhassa devlet menfaatinden başka bir şey dü-
şünmeyen ve bu uğurda zulme başvurmaktan dahi çekinmeyen Haccâc‘ın
desteğiyle merkeziyetçi bir özellik kazanmıştı.

Abdülmelik’ten sonra halife olan Velî�d b. Abdülmelik dönemi (86-


96/705-715) Emevî� tarihinin altın çağı ve zirvesi olarak değerlendirilir.
Bu zirve dönemini Abdülmelik’in halifeliği ile başlatan tarihçiler de vardır.
Babasından her bakımdan kuvvetli ve istikrarlı bir devlet devralan Velî�d,
başta Irak umumi valisi Haccâc olmak üzere bu başarıda payları olan va-
lileri görevlerinde bıraktı. Onların tecrübelerinden faydalandı ve İ�slâm
tarihinin ikinci büyük fetih harekâtını başlattı. Velî�d döneminde devletin
sınırları Orta Asya ve İ�spanya‘da genişledi. İ�çeride bir refah devleti oluştu-
rulmaya çalışıldı. Bu dönemde kurumlar, kültürel hayat ve sanat gelişme
gösterdi. Velî�d döneminde Emevî� Devleti en güçlü konumuna ulaşmıştı.
Mûsâ b. Nusayr ve Târık b. Ziyâd‘ın üstün gayretleriyle İ�spanya (Endülüs)
fethedildi (92/711).[27] Kuteybe b. Müslim‘in faaliyetleri sonucu Mâver-
râünnehir bölgesinde Beykent, Buhara, Semerkant, Fergana Emevî�lerin
eline geçti. Muhammed b. Kâsım da Sind bölgesinde fetih hareketlerinde
bulundu. Bu fetihler sayesinde ülkenin sınırları Türkistan‘dan Fransa içle-
rine, Anadolu‘dan Hindistan sınırlarına kadar genişlemişti. Emevî� Devleti,
onun zamanında askeri gücünün zirvesinde bulunuyordu. Müslümanlar
dünya hâkimiyetine doğru önemli bir mesafe kat etmişti. Bu dönemde
gerçekleştirilen fetihlerle İ�slâm tarihi boyunca Müslümanların hâkim ol-
dukları en geniş coğrafyaya ulaşılmıştır.

Velî�d’den sonra Emevî� Devleti bir süre duraklama ve zayıflama yolu-


na girdi. Süleyman b. Abdülmelik döneminde (96-99/715-717), halifenin 43
[26] Mantran, Robert, İslâm’ın Yayılış Tarihi, s. 105.
[27] Endülüs‘ün fethi hakkında geniş bilgi için bk. Atçeken, İ�smail Hakkı, Endülüs’ün
Fethi ve Mûsâ b. Nusayr, Ankara 2002.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kardeşi Mesleme b. Abdülmelik komutasında karadan ve denizden İ�stan-


bul‘a ordu gönderildi. İ�stanbul önlerine kadar ulaşan ordu, Rum ateşi ve
kışın sert geçmesi nedeniyle ağır kayıplar verdi (99/717). Süleyman b. Ab-
dülmelik döneminde fetih hareketleri fetret dönemine girdi. Bu dönemde
halife Süleyman meşhur Arap komutanları ile çekişme ve anlaşmazlıklara
girince bazı isyanlar meydana geldi. Bu isyanlar sonucu Kuteybe b. Müs-
lim ve Muhammed b. Kâsım öldürüldü, Mûsâ b. Nusayr ise Süleyman’ın
hışmına uğrayarak cezalandırıldı.

Süleyman’dan sonra halife olan Ö� mer b. Abdülaziz‘in hilafet dönemi


(99-101/717-720) Emevî�lerin en önemli dönemlerinden birisidir. Emevî�
Devleti iki buçuk yıl kadar süren bu devirde bir barış dönemi yaşadı. Ö� mer
b. Abdülaziz, Râşid Halifeler dönemindeki nizam ve idarenin prensiplerini
uygulamaya çalıştı. Sâlih ve dindar bir halife olan Ö� mer b. Abdülaziz’e “II.
Ö� mer” ve “Beşinci Râşid Halife” de denilir. II. Ö� mer, bitkin durumda olan
ordunun İ�stanbul kuşatmasını kaldırdı. Hazarlarla mücadeleye girişti ve
onları yenmeyi başardı. Ancak Ö� mer b. Abdülaziz, İ�slâm’ı fetihlerle değil
sulh yoluyla yaymayı düşündüğü için onun zamanında fetih olayları genel-
likle durmuştur. O, herkesten gücü nispetinde vergi aldı, adaletli davran-
mayan valilerini değiştirdi. İ�slâm dinini kabul edenlerden cizyeyi kaldırdı.
İ�sraftan ve gereksiz harcamalardan kaçındı.[28]

Ö� mer b. Abdülaziz, halka zulmeden ve halk tarafından sevilmeyen


vali ve diğer önemli devlet memurlarından büyük bir kısmını görevden
alarak yerlerine bilgili, dindar, dürüst ve güvenilir kimseler tayin etti. Ha-
life, suçlu olduklarını söylemekten çekinmediği selefleri tarafından haksız
yere el konulmuş eşya ve malları hazineye devretti. Toplumun her kesimi-
ne haklarını vererek onları memnun etmek isteyen halife, yönetime mu-
halif gruplarla barışmanın yollarını aradı. Çeşitli unsurları birbirleriyle
kaynaştırmaya çalıştı. Hz. Ali evlâdına ve onları destekleyenlere karşı çok
iyi davrandı. Emevî� hanedanının özel mülkü haline getirilmiş olan Fedek
arazisini Ali evlâdına iade etti. Hâricî�lere karşı ikna yoluyla mücadeleyi
prensip edindi. Onların temsilcilerini çağırarak ihtilaf sebeplerini fikrî�
tartışma ile çözmeye çalıştı. Hâricî�leri bütünüyle ikna edemediyse de is-
yanlarını geçici olarak durdurmayı başardı. Devletin kuruluşundan beri
önemli bazı sıkıntılar yaşayan mevâlî� adı verilen gayr-i Arap Müslüman-
lardan alınan haksız vergileri kaldırarak bütün Müslümanları eşit hale ge-
tirdi. Gayrimüslimlerin hukukuna da riayet eden halife İ�slâm hukukunun
44
onlara tanıdığı bütün haklarını vermeye çalıştı.

[28] el-Amr, Ali Abdurrahman, Hişâm b. Abdülmelik ve’d-Devletü’l-Ümeviyye, 2. basım,


byy 1992, s.20.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

Ü� lkede yaşayan diğer din mensupları arasında İ�slâm dinini yaymak


için faaliyet gösteren Ö� mer b. Abdülaziz bu vazifeyi tebliğ heyetleriyle yü-
rüttü. Onun bu çalışmaları sayesinde bilhassa Kuzey Afrika‘da Berberî�ler,
doğuda Mâverâünnehir ve Sind bölgelerinde Türkler arasında İ�slâmiyet
yayılmaya başladı. Bazı mahallî� hükümdarlar halklarıyla birlikte İ�slâm
dinine girdiler. Böylece Abdülmelik zamanında temelleri atılan ve oğlu
Velî�d döneminde gerçekleştirilen büyük fetihler sonucunda ele geçirilen
bölgeler, halklarının tamamına yakınının İ�slâm’a girmesiyle yeni bir ma-
hiyet kazandı. Bazı tarihçiler tarafından beşinci râşid halife olarak kabul
edilen Ö� mer b. Abdülaziz’in halifeliği yaklaşık iki buçuk yıl sürdü. Hilâfeti
istişârî� mahiyete çevirmek ve ehil olan birinin istişârî� yolla halife seçilme-
si sistemini yeniden başlatmak isteyen Ö� mer b. Abdülaziz, Emevî� ailesinin
şiddetle karşı çıktığı bu arzusunu gerçekleştiremeden ancak bir veliaht
da tayin etmeden vefat etti. Yerine daha önce Süleyman tarafından veliaht
tayin edilmiş olan Yezî�d b. Abdülmelik geçti ve hilâfet yeniden saltanata
dönüştü.

Ö� mer b. Abdülaziz‘den sonra halife olan Yezî�d b. Abdülmelik (101-


105/720-724) selefinin siyasetinin aksine davrandı. Müslüman olan
gayr-i Arap unsurlara cizye vergisini tekrar koydu. Bu da özellikle Horasan
ve Maverâünnehir bölgelerinde mevâlî�nin hoşnutsuzluğuna yol açtı. Yezî�d
b. Abdülmelik’in siyaset adamı olmaması, zayıf ve dikkatsiz oluşu, eğlence
ve içki düşkünlüğü sonucu toplumsal dengeler bozulmuş, (Mudarî�) Kay-
sî�-Yemenî� (Kuzeyli-Güneyli) şeklinde tezahür eden eski Arap asabiyeti ve
kabileciliği yeniden ortaya çıkmıştır.

Emevî� halifelerinin en başarısızlarından biri olarak kabul edilen II.


Yezî�d’in saltanatı, devletin bünyesini sarsan ve Irak bölgesinde Yemen
asıllı Ezd ve Rebî�a kabileleriyle Kuzey Araplarından Temî�m ve Kays ka-
bilelerini şiddetli savaşlara sevk eden Yezî�d b. Mühelleb isyanıyla başla-
dı. II. Yezî�d, Haccâc‘ı destekleyenlerdendi ve onun yeğeniyle evlenmişti.
Haccâc’ın yakınlarını ortadan kaldıran ve o sırada Ö� mer b. Abdülaziz ta-
rafından hapsedilmiş olan Yezî�d b. Mühelleb, hapisten kaçarak Ezd ve Re-
bî�a kabilelerinin desteğiyle Basra‘yı ele geçirdi. Şiddetli çarpışmalardan
sonra bastırılan bu isyanın ardından Emevî� Devleti’ne üstün hizmetler
vermiş olan Mühelleb b. Ebî� Sufreoğulları kılıçtan geçirildi. Daha sonra
Irak valiliğine getirilen Ö� mer b. Hübeyre‘nin de Yemenlilere karşı kötü
muamelede bulunması, Ö� mer b. Abdülaziz zamanında küllenmiş olan ka-
bilecilik hareketini alevlendirdi. Yezî�d b. Ö� mer b. Hübeyre’nin bu göreve 45
getirilmesi ise devletin en önemli dayanağı olan Yemen asıllı kabilelerin
düşmanca tavır almalarına sebep oldu. Halifelik makamına yakışmayacak
ölçüde hafifmeşrep bir tabiata sahip olan II. Yezî�d ise zamanının büyük
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kısmını Habbâbe ve Sellâme adlı iki gözde cariyesiyle birlikte geçiriyor,


yakınlarının uyarısına aldırmıyordu. O’nun ölümünden sonra yerine kar-
deşi Hişâm b. Abdülmelik geçti.

Hişâm b. Abdülmelik dönemi[29] (105-125/724-743) Emevî� hane-


danının üçüncü ikbal ve yükselme devri olarak tavsif edilir. Tarihçilerin
çoğu Hişâm’ı, Muâviye ve Abdülmelik’ten sonra Emevî�lerin üçüncü büyük
halifesi olarak kabul ederler. Emevî�lerin duraklama döneminde işbaşına
gelen Hişâm, 20 yıllık uzun hilafet devresinde siyasî� ve askerî� icraatlarıyla
dikkat çekmiştir. İ�çte çıkan Zeyd b. Ali isyanı (122/740), Berberî� isyanla-
rı (122-125/740-743), Hâris b. Süreyc isyanı (116-120/734-738), Mısır
Kıptî�lerinin isyanı (107/726) gibi ayaklanmaları bastıran Hişâm, dışta
da ülkenin sınırlarını korumuş ve birtakım fetih hareketlerine girişmiş-
tir. Mâveraünnehir bölgesinde Türkler, Kafkasya‘da Hazarlar, Anadolu‘da
Bizanslılar, İ�spanya‘da Franklar ile çarpışmalar yapılmıştır. Abdurrahman
el-Gâfikî� kumandasında Pireneleri geçen İ�slâm ordusu, güney Fransa‘da
Tours ve Poitiers arasında Charles Martel kumandasındaki Frank ordu-
suna yenildi (114/732). Puvatya (Balâtü’ş-Şühedâ) Savaşı olarak tarihe
geçen bu önemli savaşı bazı Batılı tarihçiler “Hıristiyanlığın bir zaferi ve
Avrupa‘nın İ�slâm tehlikesinden kurtulduğu gün” olarak tavsif etmekte-
dirler.[30] Hişâm dönemi öncesinde devletin sınırları batıda Atlas Okyanu-
su’na, doğuda Çin‘e kadar uzanmıştır. Bu geniş coğrafyada bazen üzücü
askerî� felaketler de yaşanmıştır. Hişâm’ın otoritesi ve idarî� dehası saye-
sinde devletin sınırları korunmuş, özellikle Bizans ve Hazar cephelerinde
bazı yeni şehirler fethedilmiştir.

Cimriliği ve elinin sıkılığı nedeniyle halk tarafından fazla sevilmedi-


ği nakledilen Hişâm, geliştirdiği malî� projelerle devletin hazinesini dol-
durmuştur. O, iç ve dış tehditlerin yoğunlaştığı bu dönemde duraklama
dönemine giren devleti 20 yıl ayakta tutmuştur. Ciddi bir devlet adamı ve
dindar bir halife olan Hişâm, devlet işleriyle bizzat ilgilenmiş ve eğlenceye
fazla itibar etmemiştir. Hişâm dönemindeki bazı olumsuzluklara rağmen
ülkede istikrarı büyük ölçüde korumuştur. Ancak gittikçe gücünü arttıran
ve mevâlî� tarafından da desteklenen Abbâsî� daveti ve Hâricî� muhalefeti
önemli bir problem olmaya devam etmiştir.

Hişâm’dan sonra işbaşına gelen II. Velî�d olarak bilinen Velî�d b. Yezî�d
(125-126/743-744), amcası Hişâm’ın aksine eğlence düşkünü ve sorum-
suz birisiydi. Hişâm’ın tüm valilerini azletmiş ve onun dolu olarak bıraktığı
46
[29] Hişâm b. Abdülmelik‘in halifeliği, icraatları ve kişiliği hakkında bk. Atçeken, İ�smail
Hakkı, Devlet Geleneği Açısından Hişâm b Abdülmelik, Ankara 2001.
[30] Atçeken, İ�smail Hakkı, “Puvatya (Balâtü’ş-Şühedâ) Savaşı ve Etkileri Ü� zerine Bir
Araştırma”, SÜİFD, sy. 8, Konya 1998, s. 256 vd.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

hazineyi birkaç ay içinde boşaltmıştı. Bu dönemde Arap kabileleri arasın-


daki mücadele çok kızıştı. II. Velî�d’in olumsuz icraatları sonucu halk, saray
çevresi ve akrabaları hoşnutsuz oldu. Devletin idaresiyle meşgul olmayı
bir tarafa bırakıp günlerini içki âlemleri ve av partileriyle geçirdi. Her tür-
lü kötülüğe müsait bir yapıda olduğu ve mukaddes değerlerle alay ettiği
nakledilen II. Velî�d, kısa bir süre sonra Emevî� ailesinden pek çok kişinin
de yer aldığı kuvvetli bir muhalefetle karşılaştı. Emevî� ailesi kendi içeri-
sinde de parçalanmıştı. Hişâm dönemindeki Irak valisi Hâlid b. Abdullah
el-Kasrî�‘nin yeni Irak valisi Yusuf b. Ö� mer es-Sekafî� tarafından hapiste iş-
kence ile öldürülmesi, Yemen asıllı kabilelerin II. Velî�d’e düşman kesilme-
sine yol açtı. Onun kişiliğine ve yönetimine karşı gittikçe yaygınlaşan bu
hoşnutsuzluk, Emevî� ailesinden III. Yezî�d b. Velî�d b. Abdülmelik‘in liderlik
ettiği bir isyana sebep oldu. II. Velî�d sarayında öldürülerek (126/744) ye-
rine III. Yezî�d halifeliğe getirildi.

Yezî�d b. Velî�d (III. Yezî�d), otoritesini ülkenin yalnızca bir bölümüne


kabul ettirebildi. Irak‘ta Yemenî� unsuru destekleyen selefinin artırdığı
maaşları Hişâm zamanındaki seviyeye indirmekle işe başlayan ve bu se-
beple “Nâkıs” diye adlandırılan III. Yezî�d, idarede Ö� mer b. Abdülaziz‘i ör-
nek alacağını açıklayarak işe başlamıştı. Ancak o, tercihini iktidarını borç-
lu olduğu Yemen asıllı kabileler lehine kullandı. Horasan ve Azerbaycan
valilerinin itaatini alamadan yaklaşık altı ay halifelik yaptıktan sonra vefat
etti. (126/744).

III. Yezî�d’in veliahtı olarak yerine geçen kardeşi İ�brahim b. Velî�d iş


başına geldiği sıralarda iç karışıklıklar iyice artmış bulunuyordu. Ancak
onu Şam’dan başka hiçbir bölge halkı halife olarak tanımamıştır. Onun ha-
lifeliğini kabul etmeyen İ�rmî�niyye ve Azerbaycan valisi Mervân b. Muham-
med, II. Velî�d’in çocuklarının halifelik hakkını müdafaa maksadıyla Sûriye
üzerine yürüdü. Mervân uzun süre kaldığı bu görevi esnasında kendisine
bağlı güçlü bir ordu kurarak Bizans‘a karşı başarılı savaşlar yapmıştı. Kar-
şısına çıkan kuvvetleri mağlûp ederek Dımaşk‘a geldi. Şehri ele geçirdi ve
haklarını savunduğu II. Velî�d’in çocuklarının öldürülmesinden de faydala-
narak kendisini halife ilan ettirdi. İ�brahim’i teslim aldıktan sonra affetti.

127-132 (744-750) tarihleri arasında Emevî�lerin son halifesi Mervân


b. Muhammed iş başında kaldı. O sırada ülkenin içinde bulunduğu şart-
lar son derece ağırdı. Emevî�ler arasındaki aile birliği bozulmuş, aynı ai-
leden çeşitli kişiler halifeliği ele geçirmek maksadıyla isyanlara teşebbüs
etmeye başlamıştı. Mervân, hilafet merkezini Harran şehrine taşıdı. Emevî� 47
saltanatının devamını sağlayan Sûriyeli askerler de II. Mervân’a düşman
kesilmişler ve ekseriyetle isyancıların yanında yer almışlardı. Harran’a
çekilmesinden sonra Sûriye‘de çıkan isyanları haber alan II. Mervân
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

derhal bölgeye gitti. Kınnesrî�n‘de isyan eden Emevî� ailesinden Süleyman


b. Hişâm‘ı mağlûp etti, ardından Hıms isyanını bastırdı. Aynı sıralarda
Kûfe bir Şiî� isyanına sahne oldu. İ�syanın bastırılmasının ardından şehri bu
defa Dahhâk b. Kays eş-Şeybânî� liderliğindeki Hâricî�ler ele geçirdi. Baş-
ta Emevî�lerin Irak valisi ve Süleyman b. Hişâm olmak üzere bazı Emevî�
gençleri de Dahhâk’a katıldılar. Bu isyanlar karşısında cepheden cepheye
koşmak zorunda kalan II. Mervân, Dahhâk’ı ortadan kaldırmaya muvaffak
oldu. Halifeliğini tanımayan Irak bölgesine, Hz. Ali taraftarlarına ve Hâri-
cî�lere karşı seferler düzenledi. Ancak Sûriye ve Irak bölgelerinde cereyan
eden bu olaylar onun asıl büyük tehlikeyi görmesini engellemişti.

Ö� mer b. Abdülaziz‘in halifeliği zamanında gizli bir şekilde başlayan


Abbâsî� daveti özellikle Horasan bölgesinde gizlice devam etmiş ve son
Emevî� halifesi Mervân döneminde daha da artmıştı. Emevî� yönetimin-
den memnun olmayan gruplar, özellikle İ�ran ve Türk asıllı mevâlî� ile Ehl-i
Beyt taraftarları Abbâsî� bayrağı altında toplandılar. Horasan valisi Nasr
b. Seyyâr‘ın bütün ikazlarına rağmen Mervân’ın ilgilenemediği bu tehlike
gün geçtikçe büyüyordu. Horasan ve civarında yaşayan halkın yönetime
muhalif bütün unsurlarını bir araya toplayan Ebû Müslim el-Horasanî�,
İ�mam İ�brahim‘in gönderdiği siyah bayrağı açarak Abbâsî� isyanını başlat-
tı (129/747). 30 yıla yakın gizlice devam eden Abbâsî� daveti artık açık
davet ve isyan devresine girdi. İ�syancılar önce Horasan ile Fars eyaletini,
ardından Irak bölgesini ele geçirdiler. Araplarla mevâlî� arasında eşitlik
sağlamayı vadeden, halkı Hz. Peygamber sülâlesinin etrafında toplanma-
ya çağıran ve “Ehl-i Beyt’ten Rızâ’ya davet” parolasıyla taraftar toplayan
Abbâsî�ler, Kûfe‘nin ele geçirilmesinden sonra birdenbire meydana çıkarak
Ebü’l-Abbâs es-Seffâh‘ı halife ilan ettiler.

Ebü’l-Abbâs‘ın kuvvetleri, Zap Suyu kenarında mağlûp ettiği son


Emevî� halifesi II. Mervân’ın peşini bırakmadı. el-Cezî�re‘ye ve ardından
Sûriye‘ye kaçan Mervân en sonunda Mısır‘da öldürüldü. Onun ölümüyle
artık Emevî� Devleti tarihe karışmış oluyordu. Emevî� ailesi mensuplarının
tamamını ortadan kaldırmak isteyen Abbâsî�ler, Kuzey Afrika‘ya kaçıp ora-
dan gizlice Endülüs‘e geçerek birkaç yıl sonra Endülüs Emevî� Devleti’ni
kuracak olan Abdurrahman b. Muâviye b. Hişâm dışındakilerinin birçoğu-
nu katlettiler. Daha önce ölen bazı Emevî� halifelerinin kabirlerinin açılıp,
cesetlerinin yakıldığı da nakledilir.[31]

48

[31] Aksu, Ali, “Emevî�ler’in Abbâsî�ler Tarafından Soykırıma Uğratılması ve Ebü’l-


Abbâs‘ın Bu Soykırımdaki Yeri”, CÜ� İ�FD, sy. 4, Sivas 2000, s. 259-268.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

C. Aile İçi İktidar Mücadeleleri

Yaklaşık 90 yıl kadar devam eden Emevî�ler döneminde işbaşına gelen


halifeler Ü� meyyeoğulları’nın Süfyânî�ler ve Mervânî�ler kolundan gelmek-
tedir. İ�lk üç halife olan Muâviye b. Ebî� Süfyân, oğlu Yezî�d b. Muâviye ve
torunu Muâviye b. Yezî�d (II. Muâviye) Ebû Süfyân‘a nispetle bu ailenin Süf-
yânî� kolundan, daha sonra gelen on bir halife ise Mervân b. Hakem‘e nis-
petle aynı ailenin Mervânî� kolundandır. Bazı halifeler döneminde Emevî�
ailesinin bu iki kolu arasında, bazen de aynı aile fertleri arasında veliaht
tayini, veliahtlıktan azletme veya değiştirme konularında çekişmeler ve
problemler ortaya çıkmıştır.

Bazı Emevî� halifelerinin kendilerinden sonra peşpeşe halifeliğe geç-


mek üzere iki veliaht tayin etme siyaseti, Emevî� ailesi fertleri arasında
rekabet çıkmasına sebep olmuştur. Bu durum Ü� meyyeoğulları arasında
zamanla ayrılık ve düşmanlık tohumları ekmiştir. Emevî�lerin zayıflama-
sında bu siyasetin etkili olduğu kabul edilmektedir. Ö� len halifenin oğulla-
rından birisi hilafet makamına geçtikten sonra fırsat kollamaya başlıyor
ve kendisinden sonra halife olacak olan diğer veliahtı bu makamdan uzak-
laştırmaya ve onun yerine kendi oğullarından birisini geçirmeye uğraşı-
yordu. Bu şekilde hanedan üyeleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlık ve
çekişmenin, hanedan ailesi fertleri arasında kalmayıp komutan ve valilere
de sirayet etmesi bu uygulamanın vehametini daha da artırıyordu. Çünkü
bazı komutan ve valiler işbaşındaki halifenin bu isteğine destek verirken,
bazıları da muhalefet ediyordu. Hatta ikinci aday, halifelik makamına gel-
meyi başarırsa, kendisinden önceki halifenin adamlarından intikam alı-
yor ve onları devlet makamlarından uzaklaştırıyordu. İ�leride söz konusu
edilecek olan Süleyman b. Abdülmelik döneminde yaşanan iç olaylar, bu-
nun en çarpıcı örneklerinden birisidir.

Muâviye b. Ebî� Süfyân ve Yezî�d b. Muâviye dönemlerinde Emevî� ailesi


fertleri arasında bazı küçük anlaşmazlıklar çıkmışsa da asıl problemlerin
3. Emevî� halifesi Muâviye b. Yezî�d‘in hilafetinden itibaren başladığı kabul
edilir.

1. Emevî Ailesinde İktidar Mücadelesinin Ortaya Çıkışı

Yezî�d b. Muâviye‘den sonra yerine geçen oğlu Muâviye b. Yezî�d‘in çok


kısa süren hilafetinde ve özellikle onun ölümünden sonra Emevî� ailesi 49
içinde önemli bir karışıklık ortaya çıkmıştır. Yezî�d b. Muâviye’nin ölümün-
den sonra iki ayrı bölgede kendilerine halife olarak biat edilen iki ayrı kişi
söz konusudur: Muâviye b. Yezî�d, Şam‘da; Abdullah b. Zübeyr Hicâz ve
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

diğer bazı bölgelerden biat alarak halifeliğini ilan etmişti. II. Muâviye’ye
Şam’da biat edildikten sonra İ�bn Zübeyr ve Mekke halkının dışındaki böl-
gelerin biatleri Şam’a ulaştı. Buna karşılık II. Muâviye’nin halife olduktan
sonra Şam dışındaki bölgelerin biatlerini istemek için çeşitli bölgelere
mektuplar gönderdiği, ancak ölünceye kadar geçen kısa sürede cevapların
gelmediği belirtilir. Yirmi bir yaşında halife olduğu ve hastalığı sebebiyle
en fazla üç ay bu makamda kaldığı nakledilen Muâviye b. Yezî�d döneminde
Sûriye‘de iç karışıklıklar başlamıştı. Ö� zellikle Yezî�d b. Muâviye’den sonra
fitneler, kabile asabiyetçiliği ve iç çekişmeler Ü� meyyeoğulları’nın Süfyânî�
kolunun hükmünün sona ermesinde rol oynamıştır.[32]

Gerek Irak‘taki ve Sûriye‘deki iç huzursuzluklar, gerekse Emevî�ler


arasındaki Mervânî�-Süfyânî� çekişmesi iç siyaseti olumsuz etkilemiştir.
Dî�neverî�, bu dönemdeki iç karışıklıklar hakkında teferruatlı bilgiler ver-
mektedir.[33] Sûriye’deki iç karışıklıklar özellikle Mezopotomya’da Fırat
Nehri’nin iki yakasında Kınnesrî�n, Karkısiyye ve Harran‘da oturan Kays-
lılardan çıkmıştır. Bütün Sûriyeliler arasında yalnız bunlar II. Muâviye’ye
biat etmemişlerdi. Kayslılar, her ikisinin anneleri Kelbli olan Yezî�d ve
oğlu tarafından Kelbî� kişilerin tercihli muamele görmelerine kızıyorlar-
dı. Yezî�d’in dayısı olan Hassân b. Mâlî�k b. Bahdal el-Kelbî�, devlette önemli
bir mevki işgal ediyordu. II. Muâviye’nin en önemli siyasî� destekçisi oydu.
Hassân’ın kardeşi Saî�d ise Kınnesrî�n valisiydi. Kendi şehirlerinde bir Kelb-
li tarafından idare edilmek Kayslılara büsbütün acı geliyordu. Onu şehir-
den kovmakla işe başladılar. Bu iş Züfer b. Hâris el-Kilâbî� komutasında
yapıldı. Züfer daha önce İ�bn Zübeyr‘in ordusunda Yezî�d b. Muâviye‘nin
ordusuyla çarpıştı.[34]

Muâviye b. Yezî�d‘in halife olduktan kısa bir süre sonra halkı camiye
toplayıp onlara bir konuşma yaptığı bildirilmektedir. İ�lk dönem İ�slâm
tarihi kaynaklarında II. Muâviye’nin halka yaptığı konuşma ile ilgili ola-
rak farklı bilgiler verilmektedir. Bir rivayete göre Muâviye, bir gün halkı
camiye topladı. Allah’a (cc) hamd ve senâ ettikten sonra şunları söyledi:
“Ey insanlar! Ben zayıf birisi olmama rağmen sizin idarenizi yüklendim,
sizi idare konusunda âciz kaldım. Sizin için Ebû Bekir‘in halifeliğe aday
gösterdiği Ö� mer b. el-Hattâb gibi birisini aradım, ancak bulamadım. Ara-
larından halifenin seçileceği Ö� mer’in bıraktığı altı kişilik şûra heyeti gibi
kişiler aradım, onları da bulamadım. Bu durumda sizler bu işe daha uy-
gunsunuz, sizin işinizi kendinize bırakıyorum. İ�stediğiniz kişiyi kendiniz
50
[32] Rıyâd Î�sa, en-Nizâ beyne efrâdi’l-beyti’l-Ümevî ve devruhu fî sükûti’l-hilâfeti’l-Üme-
viyye, Dımaşk 1985, s.77.
[33] Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdulmun’im Â� mir), Bağdat, ts., s. 258-261.
[34] Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 80.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

seçin, işlerinizi düzeltecek birisini başınıza getirin.”[35] Bu konuşmadan


sonra evine kapandı ve ölünceye kadar halkın huzuruna çıkmadı.

Muâviye b. Yezî�d‘in halka konuşmasını farklı bir şekilde nakleden ta-


rihçiler vardır. Belâzürî� bu konuda şu konuşmayı nakletmektedir: “Ey in-
sanlar! Şayet bu hilâfet işinde bir hayır ve iyilik varsa Ebû Süfyânoğulları
ona ulaştılar. Eğer şer varsa uygun olanı onu terk etmektir. Allah’a yemin
olsun ki dünyalık bir şeyle ahirete gitmek istemiyorum. Size Hassân b. Mâ-
lik namaz kıldırsın. Hilâfet işini aranızda müşâvere edin.”[36]

Ya’kûbî�, diğer kaynaklarda bulunmayan daha uzun bir konuşmayı


nakletmiştir. Buna göre II. Muâviye halka şöyle hitap etmiştir: “Ey insan-
lar! Biz sizinle imtihan olunduk, siz de bizimle imtihan olundunuz. Bizi
kerih görüşünüzü ve hakkımızda kötü düşündüğünüzü biliyoruz. Dikkat
edin! Dedem Muâviye b. Ebî� Süfyân, Resûlullah’ın yakını olan, ilk Müslü-
manlardan, ilk iman edenlerden, Allah Resulü’nün amcasının oğlu ve son
peygamberin torunlarının babası olan birisiyle (Ali b. Ebî� Tâlib) hilafet ko-
nusunda çekişmiştir. O bildiğiniz şeyleri size yükledi, sonunda ona ameli-
nin rehini olarak ölüm geldi. Daha sonra bu işi babam (Yezî�d b. Muâviye)
yüklendi ki, o da hayırlı birisi değildi. Hevâsına göre hareket etti, hataları-
nı güzel olarak gördü. Hayattan beklentileri çoktu, emeli her şeyin önüne
geçti. Ancak ömrü yetmedi, kuvveti azaldı ve süresi bitti. Kabrinde günah-
larının esiri, suçlarının rehini olarak yatıyor.” Muâviye konuşmasının bu-
rasında ağladı ve daha sonra şöyle devam etti: “Bu işlerin içinde bize en
ağır geleni onun yattığı yerin kötü bir yer olduğunu bilmemizdir. O, Resû-
lullah’ın Ehl-i Beyt‘ini öldürdü, haramı mübah kıldı ve Kâbe‘yi yaktırdı.
Ben sizin bu kötü işlerinizi yüklenemem, sizin idareciniz de olamam. İ�şini-
zi size havale ediyorum. Allah’a yemin olsun ki, eğer dünyada bir zenginlik
varsa biz nasibimize düşeni aldık. Eğer şer varsa, Ebû Süfyânoğulları’nın
nesline isabet eden onlara yeter.”[37]

Bu rivayet diğer kaynaklarda mevcut değildir. Ya’kûbî� (292/904) Ab-


bâsî� dönemi tarihçilerindendir. Şiî�liğe temâyülü olan birisidir. Dolayısıyla
onun bu rivayetinin diğer ilk dönem kitaplarında bulunmaması, bu ko-
nuşmanın II. Muâviye’ye ait olduğu konusunda bazı şüpheler ortaya çıkar-
mıştır. Çağdaş yazarlardan M. Ziyauddin Rayyis, eserinde bu rivayetin ilk

[35] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil IV, 130; İ�bn Tiktaka, el-Fahrî fî adabi’s-sultaniyye ve’d-düve-
li’l-İslâmiyye, Beyrut, ts., s.118; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1990, VIII,
238. 51
[36] Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf, Bağdat 1936, IV, 64.
[37] Ya’kûbî�, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut 1960, II, 254. Ayrıca benzer bir rivâyet için bk. İ�bn
Ebi’d-Dem, et-Târîhu’l-İslâmî (thk. Hamid Zeyyân Ganim Zeyyân), Kahire 1989, s.
217-218.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kısmını verdikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Bu pek aklın


yatabileceği türden bir rivayet değildir. Şiî�lerce ve Emevî� düşmanlarınca
uydurulmuş olduğu açıktır. Amaç, devletin kurucularının, torun ve oğul
tarafından kötülendiğini göstermektir. Akıllı biri nasıl olur da babası ve
dedesine ağır sözler söyleyebilir? Yoksa O (II. Muâviye) Ali b. Ebî� Tâlî�b’in
taraftarları arasında mı yer almıştı? Böyle bir şey olsa kuşkusuz çevresi ve
Şamlılar ona başkaldırırdı.”[38]

Julius Wellhausen’e göre, Muâviye b. Yezî�d‘in ölmeden önce hilâfet-


ten istifa ettiğine dâir Avâne ve Belâzürî�’nin sözleri, Emevî� hanedanının
daha eski kolu olan Süfyânî�lerin Mervânî�ler tarafından haksız olarak mev-
kiinden atılmış olduğu olayını karanlıkta bırakmak gayretiyle alakalıdır.[39]
Muâviye b. Ebî� Süfyân, hilafette veraset usulünü uygulayan Emevî� halife-
lerinin ilkidir. İ�ki oğlu için biat alma usulünü tatbik edenlerin öncüsü de
Mervân b. Hakem‘dir.[40]

2. Muâviye b. Yezîd‘in Ölümünden Sonraki Hilâfet Tartışmaları

Muâviye b. Yezî�d defnedildikten sonra Ü� meyyeoğulları onun kabrinin


başında bulunduğu sırada Mervân b. Hakem şöyle dedi: “Kimi gömdüğü-
nüzü biliyor musunuz?” Etrafındakiler: “Muâviye b. Yezî�d!” deyince Mer-
vân: “Bu, Ebû Leyla‘dır” dedi ve şairin şu şiirini terennüm etti:
“Kazanları kaynayan bir fitne görüyorum. Ebû Leyla‘dan sonra hü-
kümdarlık galip olanındır.”

Çağdaş tarihçilerden Rıyad Î�sa’ya göre, Mervân b. Hakem‘in Muâvi-


ye b. Yezî�d hakkındaki tahkî�r edici ve onu acizlikle suçlayıcı sözü aslında
Mervânî� propagandasına bir örnektir.[41] Belâzürî� ise, II. Muâviye hakkın-
da Fezâreoğulları’ndan birisinin şu şiiri söylediğini nakletmektedir: “Sa-
kın aldanmayın. Çünkü bu iş sizin bildiğiniz gibi değildir, değişiktir. Ebû
Leyla‘dan sonra hükümdarlık galip olanındır.”[42]

Muâviye b. Yezî�d‘in vefat etmesinden sonra kimin halife olacağı hak-


kındaki tartışmalar artmıştır. Halifeliğin kendisinde kalmasını isteyen
Velî�d b. Utbe b. Ebî� Süfyân, Muâviye b. Yezî�d’in cenaze namazını kıldı-
rırken, namazı tamamlayamadan veba hastalığı nedeniyle vefat etmiştir.

[38] Rayyıs, M. Ziyauddin, İslâm’da Siyasî Düşünce Tarihi (trc. Ahmet Sarıkaya), İ�stanbul
1990, s. 266.
52 [39] Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükutu, s. 80.
[40] Hasan İ�brahim Hasan, Siyasî, Dinî, Kültürel, Sosyal İslâm Tarihi (trc. İ�smail Yiğit,
Sadreddin Gümüş), İ�stanbul 1987, II, 288-290.
[41] Rıyâd Î�sa, en-Nizâ, s. 80.
[42] Belâzürî�, Ensâb, IV, 62.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

Bunun üzerine hilâfet merkezi olan Dımaşk‘ta halifelik konusunda üç ana


eğilim ortaya çıkmıştır:
Mekke‘de bulunan ve hilâfetini daha önce ilan eden Abdullah b. Zü-
beyr‘e biat edilmesini isteyenler: Kaysî�lerin lideri konumunda bulunan ve
halife seçilinceye kadar halifeliğe vekâlet eden Dahhâk b. Kays, Abdullah
b. Zübeyr’e biat edilmesi gerektiğini düşünüyordu.
Kelb kabilesinin lideri ve Muâviye b. Yezî�d‘in dayısı olan Filistin valisi
Hassân b. Mâlik yeğeni Hâlid b. Yezî�d‘in halife seçilmesini istiyordu.
Bazıları o dönemde Emevî�lerin en yaşlı ve tecrübelisi olan Mervân
b. Hakem‘in halife seçilmesini destekliyordu. Her ne kadar Mervân b. Ha-
kem’in başlangıçta Abdullah b. Zübeyr‘e biat etme eğiliminde olduğu ifade
edilmekte ise de onu bu düşüncesinden vazgeçireceklerdir.
Muâviye b.Yezî�d’in üç ay kadar kısa süren halifeliği, hilafetten çekil-
mesi ve kısa bir müddet sonra ölmesi, Emevî� Devleti’nin kuruluşundan
beri devam eden hilâfet mücadelesinin yeniden ateşlenmesine yol açmış-
tır. Bu dönemde buhran ve kararsızlık hâkim olmuş, kimin halife seçilece-
ği hususunda korkunç bir bunalım baş göstermiştir. İ�slâm’da ikinci bir iç
savaş ortaya çıkmış, Araplar arasında büyük ölçüde bir kabileler mücade-
lesi başlamıştır.[43]
Bu sırada Abdullah b. Zübeyr, faaliyetlerine devam etmekte ve bazı
bölgelere kendisine biati temin etmek için valiler tayin etmektedir. Bu
amaçla Dahhâk b. Kays‘ı Şam‘a tayin etmişti. Dahhâk b. Kays, İ�bn Zübeyr‘e
itaat etmişti ve Şam’da el altından İ�bn Zübeyr lehine propaganda yapıyor-
du. İ�bn Zübeyr, Numân b. Bişr’i Hıms‘a, Züfer b. Hâris’i Kınnesrî�n‘e, Nâtil b.
Kays b. Zeyd’i Filistin bölgesine göndererek buraların biatini temin etmiş-
ti. Aynı şekilde Mısır‘a Abdurrahman b. Utbe b. Cahdem el-Fihrî�’yi gönder-
di.[44] Dolayısıyla Şam ve Ü� rdün dışındaki Hicâz, Yemen, Irak, Horasan ve
Mısır bölgeleri Abdullah b. Zübeyr’e biat etmişlerdi.

Buna karşılık Emevî� sülâlesinde kararsızlık ve şaşkınlık hâkimdi. Hâ-


lid b. Yezî�d o sıralarda küçük yaşlarda bir çocuk olduğu için ileri gelen
bazı komutanlar onun halife olmasına karşı çıkıyorlardı. Emevî�lerin önde
gelenlerinden ve en yaşlılarından biri olan Mervân b. Hakem ise bu sülâ-
lenin talihinden ümidini kesmiş bir halde idi ve Mekke‘ye gidip Abdullah
b. Zübeyr‘e biat etme düşüncesindeydi. Mervân b. Hakem, bu düşüncesini
gerçekleştirmek için beraberinde Emevî�lerden bir grup ile yola çıkmıştı.
53
[43] Lewis, Bernard, Tarihte Araplar (trc. Hakkı Dursun Yıldız), İ�stanbul 1978, s. 78;
Rayyıs, M. Ziyauddin, İslâm’da Siyasî Düşünce Tarihi, s. 267.
[44] Belâzürî�, Ensâb, V, 126; Ya’kûbî�, Târîh, II, 255; Süyûtî�, Târîhu’l-hulefâ, Mısır 1964, s.
212
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Bu grup Medine‘ye yaklaşırken Azriat bölgesinde[45] Ubeydullah b. Ziyâd‘la


karşılaşmışlardı. Durumu öğrenen Ubeydullah, Mervân’a: “Böyle bir şeyi
yapmaktan senin yerine ben utanırım. Sen Kureyş’in büyüğü ve efendisi-
sin. İ�bn Zübeyr‘in yanına gidip ona biat edeceksin öyle mi?” demişti. Bu
şekilde Ubeydullah, Mervân’ı İ�bn Zübeyr’e biattan vazgeçirmişti. Amr b.
Saî�d de Ubeydullah’ın sözlerini tasdik etmiş ve Mervân’ın fikrinin değiş-
mesinde rol oynamıştır.[46] Bir başka rivayette ise, Mervân, İ�bn Zübeyr’e
biata gitmek için hazırlanırken Ubeydullah Şam‘a giderek Mervân’a “Sen
Abdümenâfoğulları’nın ulususun, acele etme ve bekle!” diyerek onu bu iş-
ten caydırmıştır.[47]

Mervân b. Hakem‘in etrafında Ü� meyyeoğulları ve Yemenlilerden Kel-


bî�ler toplanmışlardı. Dahhâk b. Kays başta olmak üzere Şam komutanla-
rından bir bölümü İ�bn Zübeyr‘e biat edilmesini isterken, Ubeydullah b.
Ziyâd, Yemenlilerin önderi Hassân b. Mâlik ve bazı komutanlar buna karşı
çıkmışlardı. Bu tartışmalar büyüdü ve Şam altı ay halifesiz kaldı. Dahhâk
b. Kays halife seçilinceye kadar Şam’ın idaresini yürütmek için görevlen-
dirilmişti. Bu arada İ�bn Zübeyr, Şam halkına bir mektup göndererek onları
kendisine biata çağırmıştı.

İ�bn Zübeyr‘i destekleyenler Şam‘da şöyle diyorlardı: “Abdullah b. Zü-


beyr hilâfete en lâyık kişidir. Çünkü o Resûlullah’ın havarisi, mazlum ola-
rak öldürülen Hz. Osman‘ın kanının talibi, cesur, tecrübeli ve faziletli biri-
sidir.”[48] Hassân b. Mâlik, Filistin valisi idi ve Ü� meyyeoğulları taraftarıydı.
Filistin’e İ�bn Zübeyr’in gönderdiği Nâtil b. Kays geldikten sonra Ü� rdün‘e
giderek Hâlid b. Yezî�d‘e biat edilmesi için propaganda yapmıştı. Hassân b.
Mâlik, Dahhâk b. Kays‘a bir mektup göndererek Ü� meyyeoğulları ve onla-
rın karşılaştıkları sıkıntılar karşısındaki tutumlarını övmüş, İ�bn Zübeyr’in
iki halifeye karşı itaatsizlik ettiğini belirterek onu yermişti. İ�kinci bir mek-
tup yazarak onu da elçisine vermişti. Dahhâk b. Kays Şam’da bu mektubu
okumayınca Hassân b. Mâlik’in elçisi ayağa kalkarak mektubu okumuş-
tu. Bunun üzerine camide bulunan Kayslılar ile Ü� meyyeoğulları arasında
kavga çıkmış ve birbirlerine girmişlerdi.[49]

Sonunda Ü� meyyeoğulları hilâfete getirilecek kişiyi belirlemek ve


görüşmelerde bulunmak üzere Şam ile Ü� rdün arasındaki Câbiye‘de top-
lanmaya karar verdiler. Dahhâk b. Kays ve etrafındakiler buraya gitmek

[45] Brockelmann, Carl, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi (trc. Neşet Çağatay), Ankara
54 1992, s. 63.
[46] İ�bnül-Esî�r, el-Kâmil, IV, 145
[47] Mes’ûdî�, Mürûcü’z-zeheb (thk. M. Muhyiddin Abdülhamid), Beyrut 1987, III, 94-95.
[48] Belâzürî�, Ensâb, V, 128;
[49] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, IV, 146.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

için yola çıkmışlarsa da yarı yoldan geri dönerek Dımaşk yakınlarındaki


Merc-i Râhıt mıntıkasında konaklayıp sonucu beklemeye başladılar.[50]

Câbiye‘de Hassân b. Mâlik b. Bahdal, Husayn b. Numeyr, Mâlik b. Hü-


beyre, Ravh b. Zinbâ gibi Emevî�lerin ileri gelenleri ve taraftarları toplan-
dılar. Sonradan Mervân b. Hakem, Hâlid b. Yezî�d ve Amr b. Saî�d b. el-Â� s da
Câbiye’ye gittiler. Burada toplanan Emevî�ler’e Hassân b. Mâlik kırk gün
namaz kıldırdı.[51] Toplantıya katılanlar öncelikle adayların isimlerini söy-
lediler ve bunlar hakkındaki görüşlerini bildirdiler. Abdullah b. Ö� mer‘in
adı gerek İ�slâm’da önceliği ve gerekse ihtiyatlı kişiliği dolayısıyla büyük
ilgi gördüyse de, zayıflığı sebebiyle uygun görülmedi. Abdullah b. Zübeyr,
erdemleri ve üstünlükleri sıralanarak aday gösterildiğinde ise, onun iki
halifenin biatına katılmayışı, Muâviye ile Yezî�d’i hal etmiş oluşu halifeli-
ğinin onaylanmamasının sebepleri olarak gösterildi. Hassân b. Mâlik ve
Mâlik b. Hübeyre’nin halife olmasını istediği Hâlid b. Yezî�d’e yaşının kü-
çüklüğü dolayısıyla karşı çıkıldı.[52]

Görüşmeler bu şekilde uzayıp giderken bir gün atının üzerinde elinde


Kur’ân okur bir vaziyette Mervân b. Hakem toplantı yerine geldi. İ�bn Idah
el-Eş’arî� Ü� meyyeoğulları’na şöyle seslendi: “Ey cemaat! Bizim durumumu-
zu düzeltecek olan Mervân’dır. O, halife Hz. Osman‘ın amcasının oğludur,
Kureyş’in ileri gelenlerinden tecrübeli birisidir.” Hassân b. Mâlik, halkın
Mervân’a büyük teveccüh gösterdiğini görünce ayağa kalktı ve şöyle dedi:
“Mervân, Kureyş’in büyüklerindendir, olgundur. Mazlum olarak öldürülen
Hz. Osman’ın amcasının oğludur, O’nun kanını talep etmektedir. Mervân,
Hz. Osman’ın mirasına daha lâyıktır. Hilâfet işinde İ�bn Zübeyr‘den daha
fazla hak sahibidir.[53] Hassân b. Mâlik, Hâlid b. Yezî�d‘i halife seçtirmek için
Câbiye‘ye gelmişken görüldüğü gibi Mervân b. Hakem tarafına geçmiştir,
İ�bn Zübeyr’e biat etmektense Mervân’ı halife seçtirmek istemiştir.

Ravh b. Zinba da Ü� meyyeoğulları’na şu şekilde hitap etmiştir: “Ey


Şam halkı! İ�şte Kureyş’in ileri gelenlerinden, Hz. Osman‘ın kanını isteyen,
Ali b. Ebî� Tâlib ile Cemel ve Sıffî�n‘de savaşan Mervân b. Hakem. Büyük
olana biat edin, küçük olanı (Hâlid b. Yezî�d) veliaht yapın. Ondan sonra da
Amr b. Saî�d veliaht olsun.”[54]

Bu konuşmalardan sonra Mervân b. Hakem‘e biat edildi. Câbiye top-


lantısında Mervân’dan sonra sırasıyla Hâlid b. Yezî�d ve ondan sonra da

[50] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, IV, 146. 55


[51] Belâzürî�, Ensâb, V, 128.
[52] Rayyıs, M. Ziyauddin, İ�slâm’da Siyasî� Düşünce Tarihi, s. 267.
[53] Belâzürî�, Ensâb, V, 129.
[54] Ya’kûbî�, Tarîh, II, 256.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Amr b. Saî�d b. el-Â� s’ın halife olması kararlaştırılmış, bu hususta Mer-


vân’dan söz alınmıştır.

M. Ziyauddin Rayyıs, Câbiye toplantısının bir yönüyle Sakî�fe toplantı-


sına benzediğini öne sürmüştür. O’na göre Şam‘ın hilâfet merkezi oluşun-
dan dolayı toplantıya katılanların sadece Şamlılardan oluşması normaldir.
Sakî�fe günü Medine başkentti; o günlerde ise Şam hilâfet merkezidir. Yine
Rayyıs’a göre Mervân b. Hakem şûra tarafından seçilmiş bir halifedir. Top-
lantıya katılanlar ise halife seçebilecek olan Ehlü’l-Hal ve’l-Akd idiler. Yal-
nız Şamlıların katılmasına karşılık bu toplantı, halife seçimlerinde izlene-
cek yolu belirleme açısından bir anayasa ilkesi haline gelmiştir.[55] Ancak
burada gözden uzak tutulmaması gereken bazı noktalar vardır: Ö� ncelikle
Sakî�fe günü orada toplanan ashâb arasında ensâr ve muhacirlerin ileri
gelenleri mevcuttu. Câbiye toplantısında ise sadece Emevî�ler ve taraftar-
ları bir araya gelmiş ve bunun tabiî� sonucu olarak Mervân halife seçilmiş-
tir. Bir diğer husus Şam dışındaki bölgeler İ�bn Zübeyr‘e biat etmişken,
Şam’daki Emevî�lerın seçtiği Mervân’ın şûra tarafından seçildiğini iddia
etmek uygun değildir.

Mervân b. Hakem, Câbiye‘de kendisine biat aldıktan sonra etrafında


taraftarları olduğu halde Şam‘a doğru yola çıktı. Şam ile Ü� rdün arasında
ve Şam’ın kuzeyinde bir ova olan Merc-i Râhıt’ta Dahhâk b. Kays ve grubu
beklemekteydi. Mervân’ın yanında önce 6.000 kişi varken, sonradan Şam
halkı ve diğer bölgelerden gelen yardımlarla birlikte 13.000 kişiye ulaştı.
Buna karşılık Dahhâk, İ�bn Zübeyr taraftarı komutanların da yardımıyla
etrafına 30.000 veya 60.000[56] kişi toplamıştı.

Her iki tarafın da savaş hazırlıkları tamamlanınca çarpışma başladı.


Bu savaş, İ�bn Zübeyr taraftarları ile Ü� meyyeoğulları taraftarlarının savaşı
idi. Ayrıca bu savaş, iki Arap kabilesinin (Kelb ve Kays) savaşıydı. Bu sa-
vaş, aynı zamanda Şam ve Hicâz siyasetinin savaşıydı. Bir başka deyişle bu
savaş, büyük menfaatlerin ve tarih içerisinde birikerek gelen rekabet ça-
tışmalarının savaşı idi.[57] Neticede İ�slâm tarihinin önemli iç savaşlarından
biri yaşanmış, bu yönüyle de 2. Sıffin Savaşı olarak nitelendirilmiştir. Ri-
vayete göre bu savaşta Kaysî�lerden üç bin kişi öldürülmüştü.[58] Kaysî�lerin
ileri gelenlerinden seksen kişi bu ölenler arasındaydı. Bazı Yemen kabile-
leri Mervân’ın etrafında toplandığı için Mervân’ın taraftarlarına Yemeniy-
ye; Dahhâk b. Kays, İ�bn Zübeyr’e tâbi olduğu için onun etrafında toplanan-
lara da Kaysiyye adı verildi. Savaşın sonunda Dahhâk b. Kays öldürüldü ve
56
[55] Bk. Rayyıs, M. Ziyauddin, İ�slâm’da Siyasî� Düşünce Tarihi, s. 267.
[56] Belâzürî�, Ensâb, V, 136.
[57] el-Işş, Yusuf, ed-Devletü’l-Ümeviyye, s. 190.
[58] Lammens, H. “Merc-i Râhıt”, İA, İ�stanbul 1964, VII, 755.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

ordusu mağlup oldu. Bu kanlı savaştan sonra yeni halife Mervân b. Hakem,
Şam’a gitti.

3. Mervânî Halifeleri Döneminde Emevî Ailesi


İçindeki İktidar Mücadeleleri

Şimdiye kadar Süfyânî� Emevî� halifeleri dönemindeki iç karışıklıklar


ve Emevî� ailesi içindeki çekişmeleri ana hatlarıyla inceledik. Bu başlık al-
tında Mervân b. Hakem dönemiyle başlayıp Emevî�lerin yıkılışına kadar
devam edecek olan Mervânî� halifeler dönemlerindeki Emevî� ailesi için-
deki veliahtlık tartışmaları, iç çekişmeler ve iktidar mücadelelerini ele
alacağız. Bu konularda kaynak ve araştırmalarda belli bir başlık altında
derli toplu bilgiler yerine genelde dağınık ve iç içe girmiş karışık nakillere
rastlamak mümkündür.

Mervân b. Hakem‘in halife seçildiği Câbiye toplantısında Mervân’dan


sonra Hâlid b. Yezî�d‘in, ondan sonra da Amr b. Saî�d b. el-Â� s’ın halife olması
kararlaştırılmıştı. Mervân b. Hakem, bu karara ve bu konuda verdiği söze
rağmen Mısır seferi dönüşü Şam‘da iki oğlu Abdülmelik ve Abdülaziz’i ve-
liaht tayin etmiş, onlar için biat almıştır. Bu olay şöyle olmuştur: Amr b.
Saî�d b. el-Â� s, Abdullah b. Zübeyr‘in kardeşi Mus’ab’ı yenilgiye uğrattıktan
sonra Şam’da bulunan Mervân b. Hakem’in yanına dönmüştü. Mervân,
Amr’ın: “Mervân’dan sonra bu iş (hilâfet) benim olacak.” dediğini haber
alınca Hassân b. Mâlik’i yanına çağırarak kendisinden sonra iki oğlu Ab-
dülmelik ve Abdülaziz’e biat almak istediğini söylemişti. Mervân, Amr’ın
söylediği sözleri de ona bildirmişti. Bunun üzerine Hassân b. Mâlik, Mer-
vân’a: “Amr’ın işini bana bırak.” dedi. Akşam olduktan sonra Mervân’ın sa-
rayında toplanıldığında Hassân ayağa kalkıp şöyle dedi: “Bazı kimselerin
bir takım temennilerde bulunduklarını haber almış bulunuyoruz. Haydi
kalkın! Abdülmelik ve Abdülaziz’i Mervân’dan sonra başa geçirmek üzere
onlara biat edin.” Bu söz üzerine orada bulunanların hepsi Abdülmelik ve
Abdülaziz’e veliaht olarak biat ettiler.[59]

Mervân b. Hakem, Hâlid b. Yezî�d‘i Şam halkının gözünden düşürmek


için ona kötü sözler söylemekten çekinmemiştir. Bir gün Mervân, Şam’ın
ileri gelenlerinden bir grup ile oturup konuşurken Hâlid onun yanına gir-
mişti. Mervân, Hâlid’e: “Allah’a yemin ederim ki sen ahmağın birisin. Gel
buraya ey kötü kadının (fahişenin) oğlu!” demişti.[60] Bu söz üzerine Hâ-
lid’in, Mervân’a: “Sen kendisine güvenilen hain birisisin.” dediği nakledilir. 57
[59] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, IV, 189-190.
[60] el-İmâme ve’s-siyâse (İ�bn Kuteybe’ye nispet edilmektedir) (thk. Halî�l el-Mansûr),
Beyrut 1992, s. 192; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 191.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Bir başka rivayete göre ise Hâlid, Mervân’a bir şey demeden onun yanın-
dan çıkmış ve annesi Fâhite’nin yanına giderek olanları anlatmıştı. Fâhite:
“Bu sözü benden başka kimse duymasın. O’nun hakkından ben gelirim.”
demişti.[61]

Rivayete göre karısı Fâhite bt. Ebû Hâşim b. Utbe, Mervân’ı bir yastık-
la boğarak öldürmüştür. Fâhite, Mervân’ın, oğlu Hâlid’in veliahtlığından
vazgeçip kendi oğullarına biat alması ve Hâlid’e çirkin sözler söylemesini
hazmedemeyerek yanında uyuduğu bir gün Mervân’ın yüzüne bir yastıkla
sıkıca bastırmış ve onu boğarak öldürmüştür.[62] Farklı bir rivayete göre
karısı Fâhite, Mervân’a zehirli süt içirerek onu öldürmüştür.[63] Mervân’ın
sadece oğlu Abdülmelik’i veliaht tayiniyle kalmayarak bir diğer oğlu olan
Abdülaziz’i de veliahtın veliahtı olarak tayin etmesi ve her ikisine biat al-
ması hukukî� bakımdan güçlüklerle dolu bir tasarruf şekli ve karmaşık bir
durumdur.[64]

Emevî� Devleti’ni âdeta ikinci defa kurarak güçlü bir devlet hale geti-
ren ve uzun saltanatı sırasında mutlak bir hükümdar özelliğine bürünen
Abdülmelik b. Mervân, babasının yaptığı gibi halifeliği kendi oğullarına
bırakmak istiyordu. Bu amacına ulaşmak için, babası Mervân tarafından
kendisinden sonra yerine geçmek üzere ikinci veliaht tayin edilmiş olan
kardeşi Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân’ı veliahtlıktan feragat etmeye
zorladı. Abdülaziz, Abdülmelik’in bu isteğine olumsuz cevap verince iki
kardeş birbirine düşmek üzere iken Abdülaziz öldü. Abdülmelik bunun
üzerine oğulları Velî�d ve Süleyman’ı veliaht tayin etti.[65] Kendisinden son-
ra dört oğlu halife olduğundan, Abdülmelik’e “Ebü’l-Mülûk” (hükümdarlar
babası) denilmiştir.

Velî�d b. Abdülmelik döneminde, Süleyman b. Abdülmelik dışında


Emevî� ailesiyle ilişkilerde önemli bir problem gözükmemektedir. Bu dö-
nemde fetih hareketleri ve askerî� seferler ön planda olduğu için Velî�d, kar-
deşleri Mesleme b. Abdülmelik ve Hişâm b. Abdülmelik‘i Bizans toprakla-
rına yapılan seferlerde komutan olarak görevlendirmiştir. Hişâm 87/706
yılında Bizanslılarla yapılan bir savaşa katılmış ve Bulak, Ahzem, Bûlis
ve Kamkam kalelerini fethetmiştir.[66] On yıllık iktidarı döneminde Emevî�
Devleti’ni zamanın en büyük devleti haline getiren Velî�d, dedesi Mervân
ve babası Abdülmelik gibi tahtını oğluna bırakmak arzusuna kapılmıştı.

[61] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, IV, 191.


58 [62] Mes’udî�, Mürûc, III, 97; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, IV, 192.
[63] Mes’udî�, Mürûc, III, 98.
[64] Hitti, Philip K., II, 433, 434.
[65] Rıyad İ�sa, en-Niza’, s. 103-104.
[66] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, IV, 528.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

Bunun için de babasının ikinci veliaht tayin ettiği kardeşi Süleyman’ı bu


makamdan uzaklaştırması gerekiyordu. Kardeşinin veliahtlık hakkından
feragat etmeye yanaşmaması Velî�d’in bu arzusuna ulaşmasını engelledi.
Süleyman’ı zorla yola getirmeyi düşünen Velî�d, bu konuda Haccâc b. Yusuf
ve meşhur kumandanı Kuteybe b. Müslim‘in desteğini sağladıysa da iste-
ğini gerçekleştiremeden vefat etti.

Süleyman b. Abdülmelik halifelik makamına gelince ilk icraat olarak


Haccâc‘ın tayin ettiği bütün yöneticileri görevlerinden uzaklaştırdı. İ�ş-
lerinde amcaoğlu Ö� mer b. Abdülaziz‘in yardımına başvururdu. Doğuda,
kudretli genel vali Haccâc b. Yusuf, 95’te (714) ölmüştü. Süleyman, Hac-
câc’ın adamlarından intikamını aldı. Hindistan‘ın ilk fatihi olan, Haccâc’ın
himayesindeki Muhammed b. Kasım ve Mâverâünnehir fatihi Kuteybe b.
Müslim Süleyman’ın tepkisinden paylarına düşeni aldılar. Muhammed,
alındıktan sonra çeşitli kabahatlarla suçlanarak idam edildi. Kuteybe,
azledileceğini hissederek üssü durumundaki Merv‘de başarısız bir isyan
örgütledi ve dolaylı olarak aynı akibete uğradı. Ayrıca Endülüs‘ü Târık b.
Ziyâd‘la birlikte fetheden Mûsâ b. Nusayr da Süleyman’ın hışmına uğra-
yanlardan birisi oldu.

Yeni halifenin, en güzide komutanları aynı zamanda, anlamsız bir şe-


kilde idam ettirmesi, imparatorluğun geleceği üzerinde yıkıcı ve telafisi
zor bir etki bıraktı. Bu hareketlerin altında yatan sebep iki yönlüydü; Sü-
leyman’ın, imparatorluk içerisinde kuvvetli adamların olmasından kork-
ması ve selefi olan kardeşi Velî�d’i destekleyen insanlara duyduğu kin. Böy-
lece, Şam ile bu geniş devletin dış bölgelerindeki vilayetler arasında bir
güvensizlik ve sadakatsizlik ortamı meydana geldi.

Süleyman b. Abdülmelik‘in (99/717-718) kendisinden sonra Ö� mer b.


Abdülaziz‘i veliahtlığa tayin etmesine karşı bazı Emevî� ailesi fertleri ve
Hişâm b. Abdülmelik önce tavır koymuş; ancak daha sonra bundan vaz-
geçmişlerdir. Rivayetlere göre bu olay şu şekilde meydana gelmiştir: Halife
Süleyman b. Abdülmelik Dâbık’ta hastalanıp durumu ağırlaşınca önce kü-
çük oğlu Eyyûb’u veliaht seçmişti. Recâ b. Hayve bunun uygun olmayaca-
ğını söyleyince bundan vazgeçmiş ve diğer oğlu Davud’u veliahtlığa getir-
meyi düşünmüştü. Ancak Recâ, bu oğlunun İ�stanbul seferinde olduğunu,
ölü veya diri olduğu hakkında kesin bir bilgi olmadığını söyleyerek onu bu
düşüncesinden de vazgeçirmişti.[67] Bunun üzerine Süleyman ona Ö� mer
b. Abdülaziz’i sormuştu. Recâ: “Vallahi onun hayırlı, faziletli ve münasip
59
olduğunu biliyorum.” deyince Süleyman: “Evet! O, senin dediğin gibidir.”

[67] İ�bnü’l-Cevzî�, Sîretu ve menâkıbu Ömer b. Abdülaziz el-halîfetü’z-zâhid (thk. Naî�m


Zerzûr), Beyrut 1984, s. 59-60.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

demiş ve bir ahidnâme yazdırarak önce Ö� mer b. Abdülaziz’i, ondan sonra


da kardeşi Yezî�d b. Abdülmelik‘i veliahtlığa tayin etmişti.[68] Bir kâğıda ya-
zılan bu isimlerin altını imzalayıp, ağzını mühürledi ve Recâ b. Hayve’ye
verdi. Ailesi ve yakınlarını çağırtarak kâğıtta yazılı olan kişiye biat aldı.

Recâ b. Hayve’nin anlattığına göre, önce Ö� mer b. Abdülaziz onun ya-


nına gelip: “Halifenin bana bu işle (hilâfet) ilgili bir şey isnad etmesinden
korkuyorum. Şayet böyle bir şey varsa bana haber ver de vakit geçmeden
bu işten çekileyim.” demişti. Recâ: “Ben sana bu konuda bir harf bile söyle-
yemem.” deyince Ö� mer b. Abdülaziz kızgın bir şekilde gitti.[69] Daha sonra
Hişâm b. Abdülmelik, Recâ b. Hayve’nin yanına gitmişti. Hişâm ona şöy-
le dedi: “Benim sana karşı eskiden beri devam eden saygı ve dostluğum
var. Bu iş (hilâfet) konusunda bana bilgi ver, bildiğini bana söyle.[70] Şayet
benim dışımda birisine verilmişse Süleyman ile konuşurum. Allah’a ye-
min olsun ki, bu konuşma ebediyen aramızda kalacak.” Recâ, Hişâm’a da
bir şey söylemedi. Bunun üzerine Hişâm bir elini diğerine vurarak: “Bu iş
bana verilmediyse kime verildi? (Hilâfet) Abdülmelikoğulları’ndan dışarı
mı çıkacak?” dedi ve üzüntülü bir şekilde Recâ’nın yanından ayrıldı.[71]

Süleyman b. Abdülmelik öldüğü zaman Recâ b. Hayve, Emevî�lerin ile-


ri gelenlerini Dâbık mescidinde topladı ve onlardan ikinci kez biat aldı.
Süleyman’ın öldüğünü haber verdi ve elindeki ahidnâmeyi okudu. Ö� mer
b. Abdülaziz‘in ismini okuyunca Hişâm b. Abdülmelik: “Hayır, vallahi ona
biat etmem.”[72] dedi. Bir başka rivayette: “Asla ona biat etmeyiz.” dedi.[73]
Bunun üzerine Recâ b. Hayve: “Vallahi senin boynunu vururum. Ayağa
kalk ve biat et.” deyince Hişâm ayağa kalktı, ayaklarını sürüyerek gitti ve
Ö� mer b. Abdülaziz’e biat etti. Recâ b. Hayve, Ö� mer’i omuzlarından tutup
minbere oturttu. Ö� mer b. Abdülaziz başına gelen bu hal için Allah’tan sa-
bır diliyordu. Hişâm ise hatasından dolayı üzülüyor ve o da Allah’tan sabır
diliyordu. Biat işi tamamlanınca Hişâm, Ö� mer b. Abdülaziz’e şöyle dedi:
“Biz Allah için varız, sonunda hepimiz O’na döneceğiz.[74] Bu hilâfet işi Ab-
dülmelikoğulları hayatta iken sana geldi.” Ö� mer b. Abdülaziz ise cevaben:
“Biz Allah için varız, sonunda hepimiz O’na döneceğiz. Bu iş, istemediğim
halde bana tevdî� edildi.” dedi.[75] Farklı bir rivayete göre Hişâm, Ö� mer b.

[68] İ�bnü’l-Cevzî�, Sîretu ve menâkıbu Ömer b. Abdülaziz, s. 60; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 39;
Süyûtî�, Târîhu’l-hulefâ, s. 226-228.
[69] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 40.
[70] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut, ts., V, 336-337.
60 [71] İ�bnü’l-Cevzî�, Sîretu ve menâkıbu Ömer b. Abdülaziz, s. 60-61; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 40.
[72] Ya’kûbî�, Târîh, II, 299.
[73] İ�bnü’l-Cevzî�, Sîretu ve menâkıbu Ömer b. Abdülaziz, s. 61-62; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 41.
[74] Bakara 2/156.
[75] İ�bnü’l-Cevzî�, Sîretu ve menâkıbu Ömer b. Abdülaziz, s. 60-61; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 40.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

Abdülaziz’in ismini duyunca ona karşı çıkmış, ancak Ö� mer’den sonra


kardeşi Yezî�d b. Abdülmelik‘in halife olacağını işitince: “İ�şittik ve itaat et-
tik” demişti. Bunun üzerine halk kalkarak Ö� mer’e biat etmişti.[76] Ö� mer b.
Abdülaziz, Süleyman b. Abdülmelik’in kardeşi değil, amcasının oğluydu.
Aslında Hişâm, kardeşi Yezî�d ve kendisi dururken Ö� mer b. Abdülaziz’in
veliaht tayin edilmesine tepki göstermiştir.

Daha sonra işbaşına gelen Yezî�d b. Muâviye‘nin kardeşi Hişâm b. Ab-


dülmelik‘i veliaht tayin etmesi dikkat çeken bir hadisedir. Nakledildiğine
göre Abbâs b. Velî�d, halife Yezî�d’in yanına gelerek ona şunları söyledi : “Ey
mü’minlerin emiri! Irak halkı yalan haberler yayıp ortalığı karıştıran bir
topluluktur. Biz harbe gidiyoruz, bu esnada çeşitli olaylar meydana geliyor.
Irak halkı yanlış bir haber yayıp “Mü’minlerin Emî�ri öldü!” derlerse, bu
bizim elimizi kolumuzu bağlar. Sen (kardeşinin oğlu) Abdülaziz b. Velî�d’i
veliaht tayin etsen uygun olur.”[77] Bunu duyan Mesleme b. Abdülmelik,
kardeşi Yezî�d’in yanına gelerek: “Ey Mü’minlerin Emiri! Sana kardeşin mi
yoksa kardeşinin oğlu mu daha sevgilidir (yakındır)?” diye sordu. Yezî�d:
“Elbette kardeşim!” deyince Mesleme : “Ö� yleyse kardeşin (Hişâm) hilâfete
daha layıktır!” dedi. Bu söz üzerine Yezî�d: “Şayet hilâfet oğluma geçmezse,
senin de belirttiğin gibi bu işe kardeşim, kardeşimin oğlundan daha layık-
tır.” dedi. Mesleme: “Senin oğlun henüz yaşça küçüktür. Veliahtlığa önce
Hişâm b. Abdülmelik’i, ondan sonra da oğlun Velî�d’i tayin etsen iyi olur.”
dedi. O sıralarda Velî�d on bir yaşlarında küçük bir çocuktu.[78] Yezî�d, Mes-
leme’ye: “Yarın onu veliahtlığa tayin edeceğim.” dedi. Ertesi gün Hişâm’ı
veliaht tayin etti. Ondan sonra da oğlu Velî�d’i veliahtlığa getirdi.[79] Yezî�d
b. Abdülmelik, kendi sağlığında oğlu Velî�d 15 yaşına ulaştığı için karde-
şi Hişâm’ı oğlundan önce veliahtlığa tayin ettiği için pişmanlık duymaya
başladı. Yezî�d: “Keşke oğlumun yetişmesini bekleseydim. Ancak Mesleme
beni kendi hâlime bırakmadı” demişti.[80] Yine rivayetlere göre oğlu Velî�d’i
her gördüğünde halife Yezî�d: “Allah, seninle benim arama Hişâm’ı koyan
kimseyle (Mesleme b. Abdülmelik) benim aramdadır.” derdi.[81]

Hişâm b. Abdülmelik‘in 20 yıllık hilafeti döneminde veliahtı olan


yeğeni Velî�d b. Yezî�d‘le arasındaki ilişkiler inişli çıkışlı bir seyir takip
etmiştir. II. Velî�d, Hişâm’ın hilâfetinin ilk dönemlerinde veliaht olarak
değer görmüştür. Hişâm onu kendisine yaklaştırmış ve ona ihsanlarda

[76] Vehbe Zuhaylî�, el-Halîfetü’r-râşid el-âdil Ömer b. Abdülaziz, 2. basım, Beyrut


1992, s. 132.
[77] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 91; İ�bn Haldûn, Târîhu İbn Haldûn, Beyrut 1971, III, 80. 61
[78] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 91; İ�bn Haldûn, Târîh, III, 80.
[79] İ�bn Abdürabbih, el-İkdu’l-ferîd, Kahire, 1965, IV, 442.
[80] Rıyad Î�sa, en-Nizâ`, s. 129.
[81] İ�bn Abdürabbih, el-İkdu’l-ferîd, IV, 442; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 91.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bulunmuştur.[82] Hüseyn Atvân’a göre Hişâm’ın bu tavrı, uzun yıllar de-


vam etti. Daha sonra Velî�d’e karşı tutumu değişti.[83] Bu değişikliğin sebebi
Velî�d’in olumsuz kişilik özellikleridir. Kaynaklarda Velî�d b. Yezî�d hakkın-
da hoş olmayan bilgiler mevcuttur. Bunlara göre Velî�d içki düşkünü, hafif
meşreb, basit karakterlidir. Eğlence meclisleri düzenler, kötü arkadaşlarla
oturur kalkardı. Fısk ve fücûra dalmıştı, hoş olmayan davranışlar yapmak-
tan çekinmezdi.[84] Sadece canının istediğini yapan, başka şeye kulak as-
mayan bir yapıdaydı. Musiki ve şiir onun için Kur’ân’dan daha sevgiliydi.[85]
Velî�d, İ�slâm tarihinde “Fâsık Velîd” olarak meşhur olmuştu.[86]

Velî�d’in bu olumsuz hareketlerini gören halkın ona güvenmemeleri


ve onun hilâfet makamına layık olmadığını söylemeleri normal bir tavır-
dır. Tüm bu rivayetlere rağmen, çağdaş araştırmacılardan Hüseyn Atvân’ın
Velî�d’i mazur gösterme gayretleri oldukça ilginçtir. Ona göre Hişâm, sadece
oğlu Mesleme’yi veliaht yapabilmek için Velî�d’e kötü davranmıştır. Yine o,
Velî�d’in hac emiri iken yaptığı kötü işler konusunda rivayetlerde zayıf, zor-
lama, şişirme noktaların bulunabileceğini öne sürmüştür.[87] Kanaatimizce
Velî�d ile ilgili bilgiler tek bir kitapta ve çok sınırlı bilgiler halinde değildir.
Güvenilir ilk dönem kaynaklarında onun kötü huyları ve gece gündüz içki
içmesi konusunda yeteri kadar bilgi mevcuttur. Diğer taraftan Hişâm’ın
Velî�d’e karşı olumsuz ve sert yaklaşımının sebebi ne olursa olsun, bu durum
Velî�d’in kötü huylarına ve şahsiyetine bir mazeret teşkil etmez.

Hişâm, Velî�d’in gidişatının halk tarafından açıkça görülmesinden son-


ra onu yine de uyarmıştır. Ayrıca kendi huzurunda Velî�d’in kötü huyları
konuşulmuş, bu konuda özel meclisler tertip edilmiştir.[88] Hişâm, Velî�d’in
yola gelmeyeceğini anlayınca, onu veliahtlıktan azledip yerine oğlu Mes-
leme’yi tayin etmek istemiş, bu fikrini Ü� meyyeoğulları’nın ileri gelenle-
rine açmıştı. Bu işi Hişâm b. İ�smail’in oğulları Muhammed ve İ�brahim,
Benü’l-Ka’ka b. Huleyd el-Absî� ve eşrâftan bazı kişiler desteklediler. Hat-
tâ Hişâm’ın gizli gizli oğlu Mesleme için biat almaya başladığı nakledilir.[89]
Meşhur âlim İ�mam ez-Zührî� de Hişâm’ı bu işi yapması için teşvik ediyordu.

Hişâm, Velî�d ile görüşerek onun veliahtlıktan ayrılmasını iste-


miş; Velî�d bunu kabul etmeyince, kendisinden sonra oğlu Mesleme’yi

[82] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 264; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, X, 2.


[83] Atvân, Hüseyn, Sîretu Velîd b. Yezîd, Kahire 1980, s. 206.
[84] İ�bnü’l-Cevzî�, el-Muntazam fî târîhi’l-ümem ve’l-mülûk, Beyrut 1992, VII, 236; İ�bnü’l-
Esî�r, el-Kâmil, V, 264.
62 [85] Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükûtu, s. 166.
[86] Sırma, İ�hsan Süreyya, Emevîler Dönemi Hilâfetten Saltanata, İ�stanbul 1990, s. 120.
[87] Atvân, Hüseyn, Sîretu Velîd b. Yezîd, s. 208-210.
[88] İ�bn Abdürabbih, el-İkdu’l-ferîd, IV, 25, 456.
[89] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 264-265; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, X, 2.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

veliahtlığa kabul etmesini söylemişti. Velî�d bunu da kabul etmeyince


Hişâm ona kızmıştı.[90] Velî�d içki ve sefahat konusunda çok ileri gitmeye
başlayınca Hişâm ona şöyle dedi: “Ey Velî�d! Yazıklar olsun! Allah’a yemin
olsun ki, senin müslüman olup-olmadığını bile tam olarak bilmiyorum.
Senin işlemediğin kötülük kalmadı. Bütün bu çirkinlikleri gizlemeden ale-
nen işliyorsun.” İ�bnü’l-Esî�r, Hişâm’ın şu sözünü de ilâve eder: “Şayet bu
kötü şeyleri bırakırsan sana karşı sert davranmayacağım.”[91]

Böylece ne Velî�d pes edip veliahtlıktan çekilmiş ne de Hişâm onu


veliahtlıktan azledip yerine başka birini tayin etmiştir. Hişâm’ın bu hu-
susta bazı girişimleri olmasına rağmen bu işte muvaffak olamamıştır. İ�bn
Kesî�r’e göre Hişâm, halkın dedikodusundan ve askerlerin kalplerinin ken-
disinden sapmasından çekindiği için Velî�d’i azletmemiştir.[92] Julius Well-
hausen ise, Mesleme b. Hişâm’ın neşeli ve yaramaz bir delikanlı olduğunu,
Hişâm’ın akrabaları ve asil yüksek memurların muhalefeti ile karşılaştığı-
nı ifade etmektedir.[93] Ancak az önce isimlerini zikrettiğimiz bazı kişiler
ve ez-Zührî� gibi âlimler de bu konuda Hişâm’ı desteklemişlerdir. Dolayı-
sıyla karşı çıkanlar olduğu gibi onu bu konuda teşvik edenler de olmuştur.
Hişâm’ın son yıllarında Velî�d’in hilâfet merkezinin dışında bulunması ve
Mesleme b. Hişâm’ın eleştirilen bazı yönlerinin mevcudiyetinin Hişâm’ın
handikapları olduğu kanaatindeyiz. Tüm bunlara rağmen Hişâm, Velî�d’in
kötü huylarını ve veliahtlığa yakışmayacak tavırlarını görmezden gelme-
miş, onu defalarca ikaz etmiştir. Ancak Velî�d’in umursamaz tavrı devam
etmiş, amcasına inat gün geçtikçe uzlaşmaz bir tavır sergilemiştir. Bu da
Hişâm’ı zor durumda bırakmış ve özellikle son yıllarında kendisinden
sonra halife olacak II. Velî�d’i ıslah etmek için çok uğraşmıştır. Ö� lümüne
kadar onunla ilişkileri oldukça gergin olarak devam etmiştir.

Hişâm öldükten sonra veliaht Velî�d b. Yezî�d‘in kâtibi olan İ�yâd b. Müs-
lim ve muhafızlar sarayın kapısını kapattılar. Aynı zamanda hazineyi de
mühürlediler. Hişâm’ın cenazesine su ısıtmak için bir kap bulamadılar
ve komşulardan ödünç istediler. Yine nakledildiğine göre Hişâm’ı kefen-
leyecek bir şey bulamadılar. Velî�d b. Yezî�d’in adamları hazineden Hişâm
için kefen dahi vermediler. Bunun üzerine Hişâm, bir hizmetçisinin veya
veziri Ebraş el-Kelbî�’nin kefenine sarıldı.[94] Çarşıdan yeni bir kefen satın
alındığı da nakledilir.[95] Hayatı boyunca uyguladığı sıkı para politikası sa-
yesinde devletin hazinesini dolduran Hişâm’ın öldüğünde başına gelenler

[90] Atvân, Hüseyn, Sîretu Velîd b. Yezîd, s. 212.


[91] İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, X, 2. 63
[92] İ�bn Kesî�r, el-Bidâye, X, 3.
[93] Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükûtu, s. 166.
[94] Ya’kûbî�, Târîh, II, 328; İ�bn Ebi’d-Dem, et-Târîhu’l-İslâmî, s. 327-328.
[95] İ�bn Abdürabbih, el-İkdu’l-ferîd, IV, 452.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

gerçekten ibret vericidir. Emevî� Devleti’nin önde gelen halifelerinden ka-


bul edilen Hişâm’a, II. Velî�d’in kâtibi ve görevlilerinin bir kefeni bile çok
görmeleri ilginçtir.

Hişâm’dan sonra hilâfet makamına geçen Velî�d b. Yezî�d, Irak valisi


Yusuf b. Ö� mer hariç, Hişâm’ın tüm valilerini azletmiş ve onlara işkence
yapmıştır. Ya’kûbî�’ye göre bunun sebebi, Velî�d’in bulduğu bir belgede Irak
valisinin dışındaki valilerin kendisini Hişâm’ın veliahtlıktan azletmesi gi-
rişimini desteklediğini görmesidir.[96] Velî�d ayrıca Hişâm’ın ve akrabala-
rının mallarına el koydu. Bu işten sadece Mesleme b. Hişâm’ı muâf tuttu.
Çünkü Mesleme, babasından Velî�d’e yumuşak davranmasını istemişti.[97]
Hişâm’ın ölümü ile Mervân’ın tahta çıkışı arasındaki dönem, Emevî� ha-
nedanlığı içerisinde şiddetli iktidar kavgalarına sahne olmuştu. II. Velî�d,
keza Yemenlilere de çok kötülükler yaptı. Onlardan eski Irak valisi Hâlid b.
Abdullah el-Kasrî�‘yi öldürttü. Bu dönemde kabileler arasındaki mücade-
leler daha da şiddetlendi. Nihayet onun tahttan indirilmesine karar veril-
miş ve mukabil halife olarak Yezî�d b. Velî�d b. Abdülmelik ortaya çıkmıştır.
Velî�d, 126 (744) yılında öldürülerek hilafetine son verilmiştir.

II. Velî�d’in öldürülmesini, Ü� meyyeoğulları’nın hâkimiyetinin artık


sona yaklaştığının bir işareti olarak yorumlamak mümkündür. Bu döneme
kadar Ü� meyyeoğulları’ndan hiçbir kimse halife olan diğer bir Ü� meyyeo-
ğulları mensubunu öldürerek iş başına gelmemiştir. Bu olay şimdiye ka-
dar kendilerine sadakatle bağlı bulunan Sûriye halkı karşısında hilafetin
itibarını sarsmış ve bundan sonra da eyaletlerdeki karışıklıklar önlene-
mez hale gelmiştir. Bu da sonun başlangıcı olmuştur.

İ�brahim b. Velî�d’in halife ilan edilmesi üzerine iç karışıklıklar daha da


arttı. Mervân b. Muhammed, II. Velî�d’in mirasçılarının haklarını korumak
bahanesiyle isyan etti ve Sûriye üzerine harekete geçti. Mervân b. Mu-
hammed hem iyi bir komutan, hem de politik oyunlara vakıf bir kimseydi.
Her bölgeyle irtibat kurmuş, bu sayede meydana gelen değişikliklerden
de kolaylıkla haberdar olmuştur. II. Mervân, III. Yezî�d ve kardeşi İ�brahim
b. Velî�d’i destekleyen Yemen asıllı kabilelerin merkezi durumundaki Sû-
riye’yi kendisi için tehlikeli buluyordu. Dımaşk‘ta işleri yoluna koyduk-
tan sonra kendisini destekleyen Kaysî� kabilelerin merkezi olan Harran’a
gitti. Hükümet merkezini ve hazineyi de oraya taşıdı. Ancak bu hareketi
baştan itibaren Emevî� saltanatının devamını sağlayan Sûriye’deki Yemen
asıllı kabilelerin isyanına sebep oldu. Bu ihtilaf bütün vilayetlere sıçradı
64
ve iki kabile boyu arasında silahlı mücadele başladı. Emevî�ler arasındaki

[96] Ya’kûbî�, Târîh, II, 331.


[97] Ezdî�, Târîhu’l-Mavsıl, Kahire, 1967, s. 51; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, V, 267-268.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

aile birliği bozulmuş, aynı aileden çeşitli kişiler halifeliği ele geçirmek
maksadıyla isyanlara teşebbüs etmeye başlamıştı. Mervân, hilafet merke-
zini Harran şehrine taşıdı. Emevî� saltanatının devamını sağlayan Sûriyeli
askerler de II. Mervân’a düşman kesilmişler ve ekseriyetle isyancıların
yanında yer almışlardı. Harran’a çekilmesinden sonra Sûriye’de çıkan
isyanları haber alan II. Mervân derhal bölgeye gitti. Mervân, Harran’da
ikametinin üzerinden üç ay bile geçmeden Hıms halkının isyan ettiğini
öğrendi. Hemen harekete geçerek Kelbî�lerin merkezi Tedmür’den yardım
alan Hıms’ı kuşattı. İ�syanı bastırdığı sırada bu defa Dımaşk’ta ve Taberî�-
ye’de ayaklanmalar oldu. Zap Suyu kenarında Abbâsî� ordusuna yenilen II.
Mervân, Abbâsî� kuvvetlerinin önünden el-Cezî�re‘ye ve ardından Sûriye’ye
kaçtı ve en sonunda Mısır‘da yakalanıp öldürüldü. Onun ölümüyle artık
Emevî� Devleti tarihe karışmış oluyordu.

Emevî� ailesi fertleri arasında meydana gelen Süfyânî�-Mervânî� çekiş-


mesi, iktidar mücadeleleri, veliahtların tespiti, azledilmeleri veya değişti-
rilmesi girişimleri devletin yıkılışına etki eden önemli faktörlerden birisi
olmuştur. Emevî�ler dönemiyle ilgili yapılan çalışmalarda diğer yıkılış se-
bepleri üzerinde daha yoğun olarak durulup bu konunun kısa geçilmesi
veya ihmal edilmesi dikkat çekicidir. Hâlbuki bu nokta devletin yavaş ya-
vaş zayıflamasına, hanedan üyelerinin birbirine güvenmemelerine ve bazı
önemli iç sıkıntıların doğmasına yol açmıştır.

D. Emevîler Dönemiyle İlgili Bazı Değerlendirmeler

Emevî�ler dönemi, İ�slâm tarihinde üzerinde en çok tartışmaların ya-


şandığı ve farklı değerlendirmelere sahne olan bir devir olma özelliğine
sahiptir. Bu sebeple bu başlık altında konuyla ilgili araştırmalar yapan İ�s-
lâm tarihçileri ve oryantalistlerin farklı yorumları ele alınacaktır.

Hulefâ-yi Râşidî�n “Halî�fetü Resûlillah veya “Emî�rü’l-Mü’minî�n” unva-


nını kullanmışlarken “Halî�fetullah” (Allah’ın halifesi) unvanını kullanan
Muâviye’nin hilâfet makamına geçmesiyle İ�slâm tarihinde yeni bir dönem
başlamıştır. “Hilâfetin saltanata dönüşmesi” olarak tanımlanan bu değişik-
lik, onun ilk dört halifenin seçilme usullerinden farklı olarak, yakın akra-
bası sıfatıyla Hz. Osman‘ın kanını dava etme gerekçesiyle başlattığı, kabile
hâkimiyeti yönü ağır basan bir mücadeleyi kılıcının kuvvetiyle kazanması
neticesinde ortaya çıkmıştır. İ�lk dört halifenin seçimlerinde, ilk Müslü-
manlardan ve Hz. Peygamber’in yakın arkadaşlarından biri olma ve istişa- 65
re yolu ile seçilme prensipleri dikkate alınmışken Muâviye’nin, daha son-
ra Ehl-i Sünnet tarafından bir “ictihad hatası” olarak yorumlanan siyasî�
mücadele sonunda hilâfet makamına geçmesi, hilâfet sisteminin özünde
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Bu değişiklikler, Hz. Osman’ın


kanını dava etmenin hilâfet meselesiyle ilgisi olmadığı halde bu motifi
kullanarak hilâfet makamına oturan Muâviye’nin, oğlu Yezî�d’i veliaht ta-
yin etmesi ve halifeliğin intikalinde veraset sisteminin ortaya çıkmasıyla
yeni bir boyut kazanmıştır.

Halkın yönetiminde Kitap ve Sünnet’in uygulanmasını sağlayan Hz.


Peygamber’in vekili sıfatıyla iş gören ve devletin menfaatleriyle şahsî� ve
ailevî� menfaatlerini birbirinden ayıran Râşid Halifelerin yerini dini ikin-
ci plana atan, kuvvete dayanarak devleti hilâfet-saltanat karışımı irsî� bir
monarşi ile idare eden halifeler aldı. Artık halife resmî� unvanı bakımın-
dan olmasa bile fiilen hükümdardı. Emevî� halifeleri namazlarda halka
imamlık yapsalar da bir kisra veya kayser gibi davranıyorlar, muhalif-
lerinin tenkit için kullandığı bu tabirleri kendileri de benimsiyorlardı.
Bu dönemde devlet yönetimi dünyevî� bir mahiyet kazandı. Bu sebeple
Emevî� hilâfetinin meşruiyeti İ� slâm tarihi boyunca tartışılan bir konu ol-
muştur. Hz. Peygamber’in kurduğu istişare temeline dayalı, ehliyeti esas
alan hilâfet müessesesini saltanata dönüştüren Emevî�lere karşı oluşan
Şiî�, Zübeyrî� ve Hâricî� muhalefet, propagandalarını onların hilâfetinin
meşru olmadığı iddiasına dayanarak yürütmüştür. Şiî� ve Hâricî� isyanla-
rıyla mahallî� veya kabilevî� sebeplere dayanan diğer ayaklanmalarda hep
Emevî� hilâfetinin meşru olmadığı gerekçesi ileri sürülmüş, halk onları
devirmek için Kitap ve Sünnet etrafında toplanmaya çağırılmıştır. Emevî�
Devleti’nin çöküşüyle sona eren meşruiyet fikrinin meyvelerini ise gizli
propagandalarını çeyrek asırdan fazla Hz. Ali evlâdı adına yürüten Ab-
bâsî�ler toplamıştır.

Meseleye dinî� prensipler açısından yaklaşan fıkıh âlimleri de Emevî�


halifeliğine aynı gözle bakmıştır. En kuvvetli şekliyle Kûfe‘de görülen, şe-
riat adına hak ve hukukun temsilcisi durumunda olan bu dinî� muhalefet,
otoriteye değil yönetimin meşruiyetine karşı çıkıyordu. Muâviye’yi hilâ-
feti saltanata çevirmekle itham eden âlimler halifeliğin Emevî�lerle sona
erdiğine inanıyor; ancak toplumu iç savaşa sürükleyecek isyanlardan
kaçınmak düşüncesiyle mevcut idareye itaati tercih ediyorlardı. Devlet
merkezinin bulunduğu Sûriye‘deki âlimler hariç Irak, Hicâz, İ�ran ve Mısır
bölgesinde yaşayan âlimlerin büyük çoğunluğu Emevî� rejiminin şiddetle
karşısında olduklarından Hâricî� isyanlarının dışındaki diğer isyanları ge-
nellikle desteklediler. Hilâfet hakkının Hz. Ali evlâdına ait olduğu inancını
66 benimsemedikleri halde onların isyanlarını haklı gördüler. Ü� mmetin bir-
lik ve beraberliğini korumaya büyük önem vermelerine, fitne ve ihtilaflara
karşı olmalarına rağmen pek çoğu muhalif grupların isyanlarına zaman
zaman haklılık tanımışlardır.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

Dinî� hassasiyetin azalması, bazı halifelerin hafif meşrep yaşantıları,


İ�slâm tarihinde ilk defa veliahtlık sisteminin[98] ihdâs edilmesi, Hz. Ali’ye
sebb[99] (kötü söz, küfür) âdetinin başlaması, Hz. Ali soyuna karşı düşman-
ca davranılması, mevâlî�ye karşı sert ve gayr-i âdil uygulamalarda bulunul-
ması Emevî�lerin tenkit edildiği noktalardandır. Tüm bu sebepler sonucu
Emevî� devri dış siyaset ve fetihler açısından başarılı bir dönem olmasına
karşılık, iç siyasette oldukça çalkantılı devirlere sahne olmuş, birçok isyan
ve ayaklanma patlak vermiştir. Bu isyanlar, bir yandan iç düzeni bozarken
diğer yandan da çeşitli dinî� ve siyasî� fırkaların oluşmasına zemin hazırla-
mıştır. Hâricî�ler ve Şiî�ler bu dönemdeki en önemli iki muhalif gruptur. Ay-
rıca siyasî�, iktisâdî� ve sosyal şartların tabii sonucu olarak Mürcie, Mu’tezi-
le, Cebriyye gibi fırkalar ortaya çıkmıştır.[100]

Tarih boyunca Emevî�ler dönemi dinî�, siyasî� ve sosyal yönlerden çe-


şitli tenkitlere uğramıştır. Ü� meyyeoğulları’nın iktidarının meşruiyeti me-
selesi Şiî� ve Hâricî� imamet nazariyelerinin teşekkülünde önemli rol oyna-
mıştır.[101] Ö� zellikle Abbâsî�ler döneminde yaşayan Arap tarihçileri Emevî�
sülâlesi hakkında sert yargıya sahiptirler. Bu dönemde yazılan bazı tarih
kitaplarında -Ö� mer b. Abdülaziz hariç- Emevî� idarecilerinin halifelik un-
vanlarının reddedilmesi söz konusudur. Robert Mantran‘a göre, zamanı
içerisinde haklı görülebilecek bu aşırı tavır, bazı Avrupalı oryantalistler
tarafından Emevî� sülâlesine aşırı lütuf gösterilerek revize edilmiştir.[102]

Emevî�ler dönemine fetih siyaseti açısından kısaca baktığımızda, Hu-


lefâ-yi Râşidî�n döneminde fethedilen bölgelere yeni ilâveler yapıldığını ve
sınırların daha da genişletildiğini görürüz. Askerî� faaliyetler ve fetihler
açısından Emevî�ler dönemi parlak bir devredir. Emevî� halifeleri fetihlerle
İ�slâm’ın yayılmasının aynı şey olduğu düşüncesini taşımışlar, kendi aile-
lerinden oğulları, kardeşleri, yeğenleri ve amcaoğullarını askerî� seferlere
komutan olarak göndermişlerdir. Halifelerin çok defa kendi ailelerinden
seçtikleri kumandanlara verdikleri talimatlar, askerlerine yaptıkları ko-
nuşmalar, onları savaşa teşvik etmek ve cesaret vermek için yazdıkları

[98] Veliahtlık sistemi için bk. Atvân, Hüseyn, Nizâmü velâyeti’l-ahd ve virâseti’l-hilâfe
fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1991, s.7-79; Kapar, Mehmet Ali, Halîfeliğin Emevîler’e Geçişi
ve Verâsete Dönüşmesi, İ�stanbul 1998, s.47-78; Akyüz, Vecdi, Hilâfetin Saltanata
Dönüşmesi, İ�stanbul 1991, s. 151-189.
[99] Bk. Varol, Mehmet Bahaüddin, “Emevî�ler’in Hz. Ali Taraftarlarına Hakaret
Politikaları Ü� zerine”, İSTEM, yıl: 4, sy. 8, Konya 2007, s. 83-108.
[100] Bu konuda fazla bilgi için bk. Şehristânî�, el-Milel ve’n-nihal (thk. Muhammed Fehmî�
Muhammed), 2. basım, Beyrut 1992, I, 38-39, 72, 137-138; Watt, W. Montgomary, 67
İ�slâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s.11-75 vd.;
Onat, Hasan, Emevîler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993, s. 10 vd.
[101] Onat, Hasan, Emevîler Devri Şii Hareketleri, s. 7.
[102] Mantran, Robert, İ�slâm’ın Yayılış Tarihi, s. 102.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

mektuplar dikkat çekicidir. Onların bu gayret ve başarıları sayesinde İ�s-


lâmiyet geniş topraklara yayılarak bir dünya dini haline gelmiştir. Fetih
hareketinin yoğun olduğu dönemlerin halifeleri, dindarlıkları ile tanın-
maktadır. Dinî� kurallara aykırı davranışlarıyla meşhur olan halifelerin za-
manları ise genelde iç karışıklıklarla geçmiş, önemli bir fetih gerçekleşti-
rilememiştir.

Ö� zellikle Muâviye b. Ebî� Süfyân, Abdülmelik b. Mervân, Velî�d b. Ab-


dülmelik ve Hişâm b. Abdülmelik dönemlerinde devletin doğu cephesin-
de, Akdeniz‘de, Kuzey Afrika ve Endülüs‘te, Bizans topraklarında yeni böl-
ge ve şehirler fethedilmiştir. Bazı Emevî� halifeleri Bizans üzerine kışlık ve
yazlık seferler düzenlemeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Böylece hem
Bizans’ın İ�slâm topraklarına hücum etmesi önlenmiş, hem de fethedilen
topraklar korunmuştur. Azerbaycan ve İ�rmî�niyye bölgesinde Hazar Haka-
nıyla mücadeleler uzun yıllar devam etmiştir.

Fethedilen bölgelerdeki gayr-i Arap unsurlar çoğunlukla müslüman


olmuşlar, din kardeşleriyle aynı saflarda cepheden cepheye koşmuşlardır.
Ancak bazı halifelerin ve valilerin mevâlî�ye karşı sert ve adaletsiz davra-
nışları, müslüman oldukları halde onlardan cizye almaya devam etme-
leri,[103] özellikle Horasan ve Kuzey Afrika‘da halkın protestolarına yol aç-
mış, bazen bu tepkiler isyan hareketlerini de doğurmuştur.[104]

Emevî�ler dönemiyle ilgili oryantalistlerin değerlendirmeleri dikkat


çekici bir konudur. Oryantalistleri doğrudan Emevî�ler dönemiyle ilgili
çalışmalar yapanlar[105] ve dolaylı olarak bu dönemi ele alanlar[106] olmak
üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Emevî�ler dönemine oryantalistlerin
yaklaşımlarında bazı farklılıklar olmakla birlikte istisnalar dışında genel
olarak dikkat çeken bazı yaklaşımları kısaca şu şekildedir:
• İ�slâm dini kılıçla yayılmıştır, ganimet asıl hedeftir.

[103] Emevî�ler döneminde mevâlî�nin durumu hakkında bk. Demircan, Adnan, İslâm
Tarihinin İlk Asrında Arap-Mevâlî İlişkisi, İ�stanbul 1996, s. 71-188; Atçeken, İ�smail
Hakkı, “Ö� mer b. Abdülaziz Dönemi Sonrası Emevî� İ�darecilerinin Mevâlî� Politikaları”,
SÜİFD, sy. 13, Konya 2002/Bahar, s. 69-88.
[104] Emevî�ler dönemi fetih hareketleri ve fetih siyâseti için bk. Abdüşşâfî� Muhammed
Abdüllatî�f, el-Âlemü’l-İslâmî fi’l-asri’l-Ümevî, s. 215-365; Cahen, Claude, Doğuşundan
Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar İslâmiyet (trc. Esat Nermi Erendor), Ankara
1990, s. 34-37; Mantran, Robert, İ�slâm’ın Yayılış Tarihi, s. 108-112; Yiğit, İ�smail,
“Emevî�ler”, DİA, XI, 94-95.
[105] Julius Wellhausen, Gerlof Van Vloten, Gerald R. Hawting, G. Levi Della Vida, Laura
68 Veccia Vaglieri, Lawrence I. Conrad.
[106] Philip Khuri Hitti, Claude Cahen, Andre Miquel, Robert Mantran, Marshall G. S.
Hodgson, Bernard Lewis, Hugh Kennedy, Reynold A. Nicholson, Ignaz Goldziher, E.
A. Belyaev, Carl Brockelmann, H. A. R. Gibb, W. Montgomery Watt, T. W. Arnold, Ira
M. Lapidus, Corci Zeydan, C. E. Boswort, Marius Canard, Ernst Honigmann.
Emevîlerin Siyasî Tarihi ■

• Emevî� Devleti, dünyevî� bir devlet, bir Arap İ�mparatorluğu özelliği


taşır.
• Emevî�ler döneminde Hıristiyan tebaa rahat bir şekilde yaşamış,
belli dönemlerde devlet idaresinde bazı görevler almışlardır.
• Emevî� devlet idaresi üzerinde Bizans ve Sasânî� etkisi vardır.
• Muâviye ve diğer bazı Emevî� halifeleri dinle fazla ilgilenmemiş-
lerdir.
• Kerbelâ olayında Yezî�d ve Ubeydullah b. Ziyâd‘dan daha çok Hz.
Hüseyin‘in sorumluluğu vardır.
• Abdülmelik b. Mervân, muhalifi Abdullah b. Zübeyr‘in egemenliği
altında bulunan Mekke‘ye alternatif olarak Kudüs’ü kutsal bir yer
(hac yeri) haline getirmek için bazı girişimlerde bulunmuştur.
• Haccâc b. Yusuf yönetimde sert tedbirler almış olmakla birlikte
önemli bir devlet adamıdır.
• Ö� mer b. Abdülaziz (II. Ö� mer’in) vergi ve maliye reformu devleti
zarara uğratmıştır.
• Yemenî�-Kaysî� Arap kabile rekabeti Emevî� Devleti’ni zayıflatmıştır.
• Şî�a ve Hâricî�lik iki önemli muhalefet fırkası olarak bu dönemde
doğmuş ve gelişmiştir. Devletin yıkılmasında Abbâsoğulları ve
mevâlî� ile birlikte bu iki fırkanın çıkardığı isyanlar etkili olmuştur.
• Kültür alanında dinî� ilimlerin yanı sıra şiir, edebiyat, sanat ve mu-
siki gelişmiştir.
• Saray hayatı ortaya çıkmış, bazı halifeler eğlence meclisleri düzen-
lemişlerdir.

Bu değerlendirmeler içinde tarihî� olarak gerçeği yansıtanlar olduğu


gibi, tenkite açık olan hususlar da vardır. Bu genel yaklaşımın yanısıra
Emevî�ler dönemine, bu dönemdeki ihtida olayları, cizye uygulamaları,
gayrimüslimlerle ilişkiler, halifelerin kişilikleri vb. konularda ılımlı yakla-
şan bazı oryantalistler de mevcuttur. T. W. Arnold, R. A. Nicholson, Andre
Miquel, Lawrence I. Conrad ve Ira M. Lapidus gibi oryantalistler bu gruba
girer.[107]

69
[107] Emevî�ler dönemine oryantalistlerin farklı yaklaşımları hakkında bk. Atçeken,
İ�smail Hakkı, İslâm Tarihine Oryantalist Yaklaşım -Emevîler Dönemi Örneği-, Konya
2007, s. 288-289 vd.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

E. Emevi Halifeleri ve İktidar Yılları

EMEVÎ HALİFELERİ İKTİDAR YILLARI


1 Muâviye b. Ebî Süfyân (I. Muâviye) 41-60/661-680
2 Yezîd b. Muâviye (I. Yezîd) 60-64/680-684
3 Muâviye b. Yezîd (II. Muâviye) 64/684
4 Mervân b. Hakem (I. Mervân) 64-65/684-685
5 Abdülmelik b. Mervân 65-86/685-705
6 Velîd b. Abdülmelik (I. Velîd) 86-96/705-715
7 Süleyman b. Abdülmelik 96-99/715-717
8 Ömer b. Abdülaziz 99-101/717-720
9 Yezîd b. Abdülmelik (II. Yezîd) 101-105/720-724
10 Hişâm b. Abdülmelik 105-125/724-743
11 Velîd b. Yezîd (II. Velîd) 125/743
12 Yezîd b. Velîd (III. Yezîd) 126/744
13 İbrahim b. Velîd 126/744
14 Mervân b. Muhammed (II. Mervân) 127-132/744-750

70
II. MUHALEFETLE İ�Lİ�ŞKİ�LER VE ÇATIŞMALAR

Prof. Dr. Ünal KILIÇ


Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

A. Emevî Devleti’nde Muhalefet Hareketleri

Emevî� Devleti, Hulefâ-yi Râşidî�n ile Abbâsî�ler arasında köprü


vazifesi görerek Asr-ı Saâdet döneminde teşekkül eden dinî� bilgi
ve birikimi sonraki kuşaklara aktarmada önemli bir rol üstlen-
diği gibi söz konusu devlet döneminde pek çok sahada gerçek-
leştirilen faaliyetlerle İ�slâm kültür ve medeniyetinin oluşmasına
ciddi katkılar sağlamıştır. Emevî�ler dönemi çeşitli bölgelerde
sürdürülen fetihlerle İ�slâm inanç ve hâkimiyetinin değişik di-
yarlara ulaştırıldığı, fetihlerin süratli bir şekilde gerçekleştirildi-
ği bir dönem olmuştur. Yaklaşık bir asırlık iktidarları esnasında
Emevî� devlet yöneticileri, kötü yâd edilmelerine sebep olacak
çok sayıda icraatta bulunmuş olmakla birlikte İ�slâmiyet’in idarî�,
askerî�, malî�, adlî�, sosyal, dinî� vb. pek çok sahada kurumsal hüvi-
yet kazanmasına da katkılar sağlamışlardır.
Eleştirilere neden olan uygulamaların, Hz. Peygamber ve
Râşid Halifeler dönemi gibi övgüyle bahis olunan bir zaman di-
liminin hemen sonrasında ve Müslümanların nazarında sevilen
ve değer verilen kimselere karşı gerçekleştirilmesi, Emevî� Dev-
leti’nin sonraki zamanlarda da hiç de iyi olmayan şekillerde anıl-
malarına sebep olmuştur.
Emevî� Devleti, her şeyden önce Müslümanlar tarafından
kurulan bir İ�slâm devletidir. Bu devletin teşekkülünde ırk, asıl
belirleyici unsur değildir. Devlet, daha ziyade Arapların gayret-
leriyle kurulmuş ve onların omuzlarında yükselişini sürdürmüş
olmakla birlikte bu devlete ‘Arap devleti’ demek yerine ‘İ�slâm 71
devleti’ demek daha uygun olacaktır. Bazı halifelerin İ�slâm’a uy-
gun olmayan tarzda idarî� tasarruflarda bulunmaları ve İ�slâm’a
aykırı şekilde bir hayat tarzı sürdürmelerine rağmen halkıyla,
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

ulemasıyla, ordusuyla ve idarecilerin çoğunluğuyla dinin pek çok mese-


lede belirleyici bir rol üstlenmesinin hala devam ettiği bir dönem olmuş-
tur.[1] Bununla birlikte Emevî� Devleti, gerek kuruluş aşamasında gerekse
sonraki dönemlerde bizzat idarecilerden, memurlardan, siyasî�, ekonomik,
etnik, sosyal ve daha başka gelişmelerden kaynaklanan sebeplerle çok sa-
yıda muhalif kişi, grup ve düşüncenin ortaya çıktığı bir devir olmuştur.
Bilindiği gibi Emevî� Devleti uzun süre devam eden bir iç savaş netice-
sinde Muâviye b. Ebî� Süfyân tarafından kurulmuştur (41/661). Muâviye,
devletinin kuruluş aşamasında hâkimiyetini sağlayabilmek için muhalif-
lerini etkisiz hale getirmek veya taraftarlarının desteğini daha da artıra-
bilmek üzere çok çeşitli yöntemler kullanmıştır. Makam, para, tehdit, öl-
dürme ve dinin kutsallarının kullanılması onun yöntemleri arasında yer
almıştır.[2] Ö� zellikle halkın desteğini sağlamak isteyen Muâviye, kamuoyu
yönlendiricileri olan hatipler, şairler, şarkıcılar, ulemâ ve dini bakımdan
saygınlığı olan kimseleri türlü türlü yöntemlerle iktidara giden yolda ken-
disi lehine çalışmak üzere kullanmıştır.
Halifeliğe geçene kadar sürekli olarak savaşan ve savaş meydanında
kazandığından daha çok siyasî� yöntemlerle rakiplerine üstünlük kurma-
ya çalışan Muâviye, zor ve şiddete başvurarak emeline ulaşmış, devletin
başına geçmiştir. Muâviye’nin iktidar mücadelesinde dinî� meşruiyeti dik-
kate almadığını,[3] hedefe ulaşmak için dinen uygun olmayan yöntemleri
bile kullanmakta tereddüt etmediğini söyleyebiliriz. Muâviye’nin bu tavrı
iktidara geçmesini sağlamakla birlikte uzun vadede kendisi ve halefleri
aleyhine pek çok muhalif grubun ortaya çıkmasına ve Emevî� Devleti’nin
bir asırdan daha kısa bir sürede yıkılıp gitmesine yol açmıştır.
Dinî� meşruiyet idarede, istişare, seçim, şûra, biat, emanet, ehliyet, li-
yakat, ehl-i hal ve’l-akd, toplumda saygınlığı olan âlimlerin düşüncelerinin
önemsenmesi vb. hususları ön planda tutmayı gerektiriyordu. Oysa Emevî�
Devleti kuruluş aşamasındayken de kurulduktan sonraki zaman zarfında
da söz konusu hususlar genellikle önemsenmemiş, bunların yerine veli-
ahtlık, saltanat, iltimas, rüşvet, şantaj, yandaş kamuoyu yönlendiricileri,
iktidar için tehlikeli olduğu düşünülenlerin hapsedilmesi, maaşlarının ke-
silmesi, sürgüne gönderilmesi, öldürülmesi vb. hususlar ön plana çıkmıştır.

[1] Levi Della Vida, “Emevî�ler”, İA, IV, 241; İ�smail Yiğit, “Emevî�ler”, DİA, XI, 94.
[2] Ahmed b. Ebî� Yak’ûb el-Ya’kûbî�, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut, ts., II, 214; Ebü’l-Fidâ İ�bn
Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1974, VII, 150-151; Carl Brockelmann, İ�slâm
72 Milletleri ve Devletleri Tarihi (trc. Neşet Çağatay), Ankara 1954, s. 74; Henry
Lammens, “Muâviye”, İA, VIII, 440; İ�rfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî
Süfyân, Ankara 1990, s. 68; İ�brahim Sarıçam, Emevî- Hâşimî İlişkileri, Ankara 1997,
s. 286-288.
[3] Aycan, s. 141.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Uygulanan politika, toplumun taraftar ve muhalif olarak iki gruba ay-


rılmasına yol açmıştır. Yandaş olanlar devletin hemen her icraatına des-
tek olurken muhalif grupta yer alanlar ise idarecilerin faaliyetlerine karşı
olumsuz tavır takınmışlar veya en azından olumlu sayılabilecek olanlara
da şüpheyle yaklaşmışlardır. Dolayısıyla muhalif grupta yer alanlar sü-
rekli bir şekilde devlet yönetimini eleştirmişlerdir. Söz konusu eleştiriler
sadece sözlü olarak kalmamış, çoğu zaman fiili mücadeleler halinde de
gerçekleştirilmiştir.
Emevî� yöneticileri, kendileri aleyhine baş gösteren muhalefet hare-
ketlerinin hepsini devleti yıkmak üzere harekete geçen ve mutlak surette
imha edilerek etkisiz hale getirilmeleri gereken âsiler olarak değerlen-
dirmişler; bu maksatla kendilerine karşı art niyetli olarak gördükleri her
isyanı veya muhalif hareketi en ağır bir şekilde bastırmaya çalışmışlardır.
Onlar, bu maksatla çoğu zaman orantısız güç kullanmaktan bile çekinme-
mişler, adeta gözdağı vermek üzere lüzumundan fazla şiddete başvur-
muşlardır.[4]
Muhaliflerle oturup konuşmak, onların huzursuzluğuna yol açan
problemleri halletmek, gönüllerini kazanacak icraatlarda bulunmak ye-
rine en ufak bir tepki karşısında şiddete başvurulması, muhaliflerin kısa
süre seslerini kesip bir köşeye çekilmelerini sağlamakla birlikte daha son-
ra çok daha güçlü şekilde ortaya çıkarak mücadelelerine kaldıkları yerden
devam etmelerine sebep olmuştur. Etki tepkiyi doğurmuş, bir kısır döngü
gibi şiddete başvurularak sindirilen topluluklar, şiddetten nemalanarak
mücadelelerini sürdürmüşlerdir.
Doksan yıl kadar hüküm süren Emevî�lere karşı çeşitli karakterlerde
muhalefet hareketleri ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir kısmı dinî�, büyük
bir kısmı ise siyasî�, idarî�, malî�, etnik ve toplumsal gerekçelerle ortaya çı-
karken, bazıları sadece sözlü olarak eleştirilerini çeşitli ortamlarda dile
getirirken sayıları az veya çok olmak üzere değişik gruplar ise silahlı mü-
cadeleye başvurmuşlardır. Sözlü muhalefette bulunan kişi veya gruplar,
bazen müsamaha ile ama çoğu zaman da caydırıcı tedbirlerle susturul-
maya çalışılmıştır. Ö� zellikle kamuoyunu yönlendirmede etkili olarak kul-
lanılan şairler, hatipler ve sanatkârlar, devletin işleyişiyle ilgili sanki hiç
problem yokmuş gibi propaganda yapmaya devam etmişlerdir.

[4] Kerbela’da beş bin kişilik Emevî� ordusu içlerinde çocuklar ve kadınlarında oldu-
ğu seksen kişiye karşı orantısız güç kullanmakla kalmamış, öldürdüğü kimselerin
ölü bedenlerine işkence yapmaktan da geri kalmamışlardır. Benzer durum Yezî�d 73
b. Mühelleb’in isyanının bastırılmasından sonra da söz konusu olmuştur. Hatta adı
geçen şahsın daha önceden vefat etmiş olan akrabalarından bazılarının mezarları
kazılarak ölülerine işkence yapılmaya çalışılmıştır. Esasen bu konuda Emevî�ler dö-
nemi boyunca verilebilecek pek çok örnek mevcuttur.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Emevî�ler, kuruluş aşamasında olduğu gibi sonraki dönemlerde de en


fazla Ali taraftarlarının muhalefetiyle karşı karşıya gelmişlerdir. Muâvi-
ye’nin Hz. Hasan’dan iktidarı devralması her ne kadar ‘birlik yılı’ olarak ni-
telendirilmişse de Ali taraftarları, belli bir sükût döneminden sonra Emevî�
Devleti’ne karşı harekete geçmişlerdir. Muâviye, Ali evladının muhalefeti-
nin toplumda yol açacağı tesirin farkında olduğu için onlara karşı tatlı sert
davranarak -icraatlarını onaylamasalar bile- sessiz kalmalarını sağlamayı
büyük ölçüde başarabilmiştir. Ailenin önde gelenleriyle iyi ilişkiler kuran
ve onlara izzet-i ikramda bulunan Muâviye, aynı zamanda valilerinin sertlik
yanlısı politikalarına ses çıkartmayarak gerektiğinde iktidarı aleyhindeki
teşebbüslere karşı her zaman yumuşak davranmayabileceği mesajını ver-
meyi ihmal etmemiştir. Dolayısıyla Muâviye’nin halifeliği döneminde Ali
taraftarlarının fiili mücadele boyutuna ulaşan bir hareketleri söz konusu
olmamıştır. Ancak Muâviye’den sonra iş başına gelen oğlu Yezî�d, babasının
aksine iktidarı aleyhindeki teşebbüslere karşı müsamahasız davranmıştır.
Kerbela’da Hz. Hüseyin ve beraberindeki pek çok kimsenin acımasızca
öldürülmesi kısa vadede Emevî�lerin Ali taraftarlarının fiili mücadelelerine
ara vermelerini sağlamakla birlikte muhalefetten tamamen vazgeçmelerini
sağlayamamıştır. Kerbela’da yaşanılanlardan sonra Ali evladının temsilcile-
ri uzun süre sessizliklerini korumuşlardır. Ali evladından Emevî� idarecile-
rine karşı sözlü olarak sürdürülen muhalefet Kerbela’dan uzun süre sonra,
önce Zeyd b. Ali (122/740) bilahare de oğlu Yahya b. Zeyd (125/743) ön-
cülüğünde fiilî� mücadele boyutuna ulaşmış; ancak her ikisi de öldürülerek
etkisiz hale getirilmiştir.[5]
Emevî�lere muhalefet, sadece Ali evladı ile sınırlı kalmamış; onların
taraftarı olduğunu söyleyen kesimler tarafından da ciddi isyanlar söz ko-
nusu olmuştur. Ö� zellikle Kerbela’da yaşananlar Emevî� Devleti aleyhine or-
taya çıkan grupların isyan gerekçeleri arasında ilk sırada yer almış ve is-
yanın bahanesi olarak zikredilmiştir.[6] Nitekim Kerbela’dan hemen sonra
Ali evladına sempati beslediklerini söyleyen Tevvâbûn grubu ile Muhtâr
b. Ebî� Ubeyd es-Sekafî�’nin isyanları şiddetli bir şekilde etkisiz hale geti-
rilmekle birlikte Emevî� Devleti’ne karşı girişilen önemli isyanlar arasında
yer almışlardır.

[5] Zeyd b. Ali ve Yahya b. Zeyd’in öldürülmesi Abbâsî� propagandacılarına güzel bir fır-
sat vermiştir. Bunların öldürülmesinden sonra Abbâsî� propagandacıları Â� l-i Beyt’in
intikamını almak üzere harekete geçtiklerini söylemişler, olayı istismar ederek cid-
di oranda taraftar toplamaya muvaffak olmuşlardır. Yusuf el-Işş, ed-Devletü’l-Üme-
74 viyye, Dımaşk 1985, s. 290; Sarıçam, s. 352.
[6] Julius Welhausen, İ�slâmiyetin İ�lk Derinde Dini- Siyasî� Muhalefet Partileri (trc. Fikret
Işıltan), Ankara 1989, s. 116-117; Hasan Onat, Emevîler Dönemi Şiî Hareketleri
ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993, s. 73-74; Adnan Demircan, İ�slâm Tarihinin İ�lk
Asrında İ�ktidar Mücadelesi, İ�stanbul 1996, s. 309-335.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Emevî� Devleti’ne muhalif olan gruplardan bir diğeri de Hâricî�lerdir.


Tahkim olayı ile birlikte tarih sahnesine çıkan ve ilk siyasî� grup[7] olma
özelliğini taşıyan Hâricî�ler, iktidarın Emevî� ailesinin hakkı olduğuna dair
iddiaları reddederek[8] devleti kuranları tekfir etmişler ve onlara karşı sa-
vaşmanın dinî� bir vecibe olduğunu savunmuşlardır. Hâricî�ler bununla da
yetinmeyerek Emevî�lerle savaşmaya sıcak bakmayanları da büyük günah
işlemekle suçlayarak[9] tekfir etmişlerdir. Bu düşünceyle Emevî� Devleti’ni
İ�slâm dışı bir oluşum olarak gören ve idarede bulunanları tekfir eden Hâri-
cî�ler, ortaya çıkışından yıkılışına kadar sürekli bir biçimde Emevî� Devleti’ne
karşı muhalefette bulunmuşlar, fırsat buldukça isyan ederek fiilî� mücade-
lelerini canları pahasına da olsa sürdürmeye çalışmışlardır. Hâricî�lerin sa-
dece Muâviye’nin iktidarı döneminde on yedi kere isyanda bulunduklarını
söylersek onların Emevî�lere karşı ne denli amansız bir muhalif grup olduğu
daha iyi anlaşılacaktır.[10]
Emevî�ler, Hâricî�lerle mücadeleleri esnasında da anlaşma ve ikna yön-
temi yerine şiddet ve baskıyı tercih etmişlerdir. İ�syan eden Hâricî�lerin adeta
kökleri kazınmaya çalışılmış, nesilleri tüketilmek istenmiştir. Bununla bir-
likte Hâricî�ler, çok hızlı bir şekilde taraftar toplayarak daha büyük bir kin
ve nefretle Emevî� iktidarına karşı muhalefetlerini sürdürmüşlerdir.[11] Hâ-
ricî�lerin irili ufaklı gruplarla gerçekleştirdikleri isyanlar sadece Ö� mer b.
Abdülaziz döneminde onun gayretleriyle kısa süreli olarak son bulmuşsa
da onun vefatından sonra devam ederek Emevî� Devleti’nin yıkılmasında
önemli bir rol oynamıştır.
Emevî� Devleti’ne muhalefette bulunan bir diğer kesim de mevâlî� de-
nilen gayri Arap Müslüman vatandaşlardır. Devletin kuruluşundan itibaren
geri planda kalan ve kendilerine ikinci sınıf vatandaş muamelesi uygulanan
mevâlî�, özellikle Abdülmelik dönemiyle birlikte ırkçılığın -bir devlet politi-
kası gibi algılanacak şekilde- ön plana çıkartılıp Arapçılık yapılarak Araplar
dışındakilerin toplumdan dışlanmaları ve mağdur edilmeleri sebebiyle dev-
lete karşı nefret duymuşlardır.[12] Bu nefretle mevâlî�, yönetim aleyhtarı bü-
tün oluşumların gönüllü destekçisi ve etkin taraftarları haline gelmişlerdir.[13]

[7] Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricî�liğin Doğuşu ve Fırkalara Ayrılışı”, AÜİFD, Ankara 1978, s. 245.
[8] G. Van Vloten, Emevîler Döneminde Arap Hâkimiyeti, Şî�a ve Mesih Akideleri Ü� zerine
Araştırmalar (trc. M. S. Hatipoğlu), Ankara 1986, s. 45.
[9] Ethem Ruhi Fığlalı, “Hasan”, DİA, XVI, 282.
[10] Aycan, s. 208-225; Adnan Demircan, Hâricîlerin Siyasi Faaliyetleri, İ�stanbul 1996, s.
133-242.
[11] Geniş bilgi için bk. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricî�ler”, DİA, XVI, 170-172.
[12] Bu konuda bk. M. Â� bid el-Câbirî�, İ�slâm’da Siyasal Akıl (trc. Vecdi Akyüz), İ�stanbul 75
1997, s. 479-488.
[13] İ�smail Yiğit, “Mevâlî�”, DİA, XIX, 425. Mevâlî�nin Emevî�lere karşı ortaya çıkan isyan
hareketlerine verdiği destekler konusunda geniş bilgi için bk. Adnan Demircan,
Arap-Mevâlî İlişkisi, İ�stanbul 1996, s. 158-180.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Emevî� Devleti’nin ortadan kaldırılmasıyla neticelenen Abbâsî� ihtilalinin


mevâlî�nin ağırlıklı olduğu Horasan’da başlatılmış olması, bu durumu açıkça
ortaya koymaktadır.[14]
Mevâlî�nin Emevî� yönetimine muhalif tutumu, bu devletin kaderini
yakından etkilemiştir. Erken bir dönemden itibaren yönetimi ele geçir-
mek isteyen grupları destekleyen mevâlî�, başta Ali evladı adına çıkarılan-
lar olmak üzere pek çok isyana katılmış, sonunda Abbâsî� ihtilal hareketi-
ne yaptığı büyük yardımla Emevî�lerin yıkılışında önemli rol oynamıştır.[15]
Muhtâr es-Sekafî�, Abdullah b. Cârûd, İ�bnü’l-Eş’as, Zeyd b. Ali ve Abdullah
b. Muâviye tarafından gerçekleştirilen isyanlara destek veren mevâlî�, or-
taya çıkış gerekçesi ne olursa olsun Emevî� yöneticilerine karşı girişilen
her isyana destek vermeye çalışmışlardır.
Emevî� yöneticilerine karşı muhalif grubu oluşturanlar arasında ka-
bile asabiyeti ile hareket eden gruplar da önemli bir yer tutmaktadırlar.
Devleti kuran Ü� meyyeoğullarının Hâşimoğullarıyla mücadelesi İ�slâm ön-
cesinde başlayan rekabet anlayışıyla Emevî�ler döneminde tekrar günde-
me gelmiştir. İ�dareyi ele geçiren Ü� meyyeoğulları mensupları, Hâşimoğul-
ları temsilcilerine karşı galip gelmiş olmanın da verdiği gururla hareket
etmişler; onları kendilerine has yöntemlerle tepkisiz kalmaya zorlamış-
lar; aldıkları tedbirlere rağmen şiddete varan muhalefetleri karşısında
da çok sert tedbirlere başvurmaktan kaçınmamışlardır.[16] Böylece Hâşi-
moğullarının muhalefetini kontrol altına alabilmişlerdir. Diğer taraftan
Emevî� idarecileri, devleti oluşturan iki unsur arasında, dengeli bir poli-
tika uygulamakta zaman zaman başarısız olmuşlardır. Devleti oluşturan
güneyli ve kuzeyli kabileler arasında dengenin korunduğu halifeler döne-
minde kabileler sebebiyle herhangi bir sıkıntı söz konusu olmamış, ancak
dengenin biri lehine bozulduğu dönemlerde mağdur olduklarını düşünen
gruptakiler devlet aleyhine tavır takınmaya başlamışlardır.
Kabile esaslı yönetimin siyasete hâkim olması da Emevî� yönetimi-
ni asabiyet mücadelesinin alanı haline getirmiş, gerek Yemenî�, gerekse
Mudarî� olsun Arap kabileleri birbirlerine karşı tertip ettikleri asabiyet sa-
vaşlarını Emevî� iktidarı üzerinden gerçekleştirmişlerdir. Bu durumda da
Emevî� Devleti bir süre Mudarî�, bir süre Yemenî� iktidarı haline dönüşmüş;
hanedanın yöneticileri ise, bu iki bloktan birinin hâkimiyetinin sembo-
lik temsilcileri haline gelmişlerdir. Asabiyetin devlet siyasetini doğrudan

76 [14] Â� dem Apak, İ�slâm Tarihi III, İ�stanbul 2008, s. 259.


[15] Yiğit, “Mevâlî�”, DİA, XIX, 425.
[16] Emevî�lerin Haşimoğullarıyla genelde savaş boyutunda devam eden ilişkileri hak-
kında geniş bilgi için bk. Takiyüddin el-Makrizî�, en-Niza ve’t-tehâsum fîma beyne
Benî Ümeyye ve Benî Hâşim, Leiden 1888; Sarıçam, s. 307-363.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

belirleyecek güce ulaşması, ülke içinde önce hoşnutsuzluklara, ardından


da yönetime karşı isyan girişimleri ve ihtilallere sebep olmuştur.[17] Devle-
ti idare eden halifelerin tarafsızlıklarını korumaları gerekirken birini yan-
larına çekmeleri iltifat görenleri iktidar sahipleri gibi hareket etmelerine,
diğerlerinin ise muhalefette bulunarak devlet aleyhindeki oluşumlara biz-
zat veya dolaylı olarak destek sağlamalarına yol açmıştır.[18]
Hanedan içerisinde yaşanan iktidar mücadeleleri de Emevî� Devle-
ti’nde muhalif grupların teşekkül etmesinde etkili olmuştur. Yönetimi ele
geçirmek üzere hanedan mensupları arasında yaşanan çekişmeler, baş-
langıçta devletin kısmen daha küçük olduğu dönemlerde kolay bir şekil-
de önlenebilmişse de devletin geniş bir coğrafyaya yayıldığı ve merkezi
otoritenin gücünün zayıfladığı dönemlerde söz konusu mücadelelerin
sonlandırılması kolay olmamıştır. Devlet yöneticileri, hanedan içerisinde
yaşanılan iktidar kavgalarını kendi istekleri doğrultusunda sona erdire-
bilmek için yoğun bir gayret içerisine girmişlerdir.[19] Devlet yönetiminin
başarısı için hanedan mensuplarının birlik ve beraberliği hayatî� önem ta-
şırken bunlar arasında baş gösteren çekişmeler devletin gücünü kaybet-
mesine yol açmıştır.[20] Hilafeti kendi oğullarına veya istedikleri kimselere
bırakmak isteyen halifeler ile daha önceden veliahtlıkları ilan edilenlerin
söz konusu makamdan feragat etmemeleri devlet içerisinde ciddi müca-
delelerin yaşanmasına yol açmıştır.
Emevî�ler döneminde muhalefeti oluşturanlar arasında âlimleri de
zikretmek gerekmektedir. Ö� zellikle dinî� bilgi, birikim ve hassasiyetleriyle
toplumda sevilen âlimlerin büyük bir kesiminin Emevî� idarecileriyle iyi iliş-
kiler içerisinde olmadıkları görülmektedir. Ulemâ arasında Emevî� yönetici-
lerini destekleyenler azınlıktaydı.[21] Fitneye yol açma endişesiyle devlet yö-
neticilerinin icraatları karşısında tarafsız kalmayı[22] tercih edenlerin sayısı
da çok değildi.[23] Buna karşılık Emevî� idarecilerini yönetimde bulundukları

[17] Apak, İ�slâm Tarihi III, 257. Ayrıca bk. Câbirî�, s. 488-499.
[18] Gerek Emevî�- Hâşimî� gerekse Güney- Kuzey Arapları etrafında cereyan eden Emevî�
politik mücadeleleri için bk. Adem Apak, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî
Tarihindeki Etkileri, İ�stanbul 2004, s. 204-226; Ali Aksu, Emevî Devleti’nin Yıkılışı,
İ�stanbul 2007, s. 252-263; Ö� mer Ferrûh, Târîhu Sadri’l-İslâm ve’d-Devleti’l-Ümeviy-
ye, Beyrut 1970, s. 197-199.
[19] Hanedan mensupları arasında söz konusu olan mücadeleler ve Emevî� devletinin
yıkılışındaki yeri hakkında geniş bilgi için bk. Riyad İ�sa, en-Nizâ beyne efrâdi’l-bey-
ti’l-Ümeviyye devruhû fî sükûti’l-hilâfeti’l-Ümeviyye, Beyrut 1406/1985.
[20] Ö� mer Ferrûh, s. 199; Aksu, s. 245-252; Saim Yılmaz, Emevîlerde Veliahtlık (yayınlan-
mamış yüksek lisans tezi), İ�stanbul 1996.
[21] Emevî� idarecileri yanlısı olarak bilinen âlimler için bk. Mustafa Ö� zkan, Emevîler 77
Döneminde İktidar- Ulemâ İlişkisi, Ankara 2008, s. 211-221.
[22] İ�smail Yiğit bu grubu ümmetin birliğini korumak için itaati tercih eden pasif dini
muhalefet olarak nitelendirmektedir. “Emevî�ler”, DİA, XI, 89.
[23] Tarafsız ulemâ hakkında bk. Ö� zkan, s. 202-211; Câbirî�, s. 473-479.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

esnadaki uygulamaları sebebiyle eleştiren ve muhalif gruplar içerisinde yer


alan veya söz konusu gruplara maddî�-manevî� destek sağlayan çok sayıda
âlim vardı.
Ulemânın Emevî� Devleti’ne muhalif olmasında dinî� hassasiyetleri be-
lirleyici bir rol oynamaktaydı. İ�darecilerin dine aykırı davranışları ve icraat-
ları ulemâ tarafından tasvip edilmeyip eleştirilmekteydi. Eleştirilere sebep
olan hususlardan bazıları şunlardır: Hilafetin saltanata dönüştürülmesi, Ali
ve evladına hakaretin bir devlet politikası haline getirilmesi, Hucr b. Adî� ve
arkadaşlarının öldürülmesi, Kerbela’da Hz. Hüseyin ve akrabalarının şehit
edilmesi, Mekke ve Medine isyanlarının bastırılması esnasında bu kutsal
mekânların hürmetinin ihlal edilerek çok sayıda insanın öldürülmesi. Aynı
şekilde mevâlî�ye karşı takınılan tavır ve cizye toplama adına yapılan İ�slâm
dışı uygulamalar, muhalif ulemâya karşı reva görülen acımasız politikalar,
idarede bulunanların İ�slâm’a uygun olmayan tarzdaki yaşam biçimleri vb.
de eleştirilen konular arasındaydı.
Emevî� idarecileri ulemânın muhalefeti karşısında değişik tavırlar ta-
kınmışlardır. Ö� ncelikle muhalif olarak gördükleri âlimleri kendi saflarına
çekmek için uğraşmışlardır. Bu maksatla muhalif ulemâya maddî� yardım-
larda bulunmuşlar, makam ve mevki vererek onların gönüllerini kazanma-
ya çalışmışlardır.[24] Kendi saflarına çekmede başarılı olamadıkları âlimlerin
muhalefetlerini engellemek için ise maaşlarının geciktirilmesi, azaltılması
hatta kesilmesi söz konusu olmuştur. Bundan başka aşırı güç kullanılarak
muhaliflerin sesi kesilmeye çalışılmış, gerekli görüldüğü takdirde aykırı gö-
rüş ve düşünceye sahip kimselerin sürgüne gönderilmesi, hapse atılması,
işkenceye tabi tutulması hatta öldürülmesi bile varit olmuştur.[25] Bununla
birlikte her türlü baskı ve şiddete rağmen ulemâya mensup pek çok kimse,
Emevî� yöneticilerinin dine aykırı olarak değerlendirdikleri uygulamalarını
eleştirmeyi sürdürmüşlerdir.[26]

[24] Ö� zellikle Muâviye ve oğlu Yezî�d’in bu maksatla muhaliflere yüklü miktarda para-
lar vermeleri hususunda örnekler için bk. İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut, ts.,
V, 66; Halî�fe b. Hayyât, Târîh, Riyad 1405/1985, s. 236-237; el-İmâme ve’s-siyâse,
Beyrut 1967, s. 211; Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf, Beyrut 1417/1996, V, 338, 352-353;
Adnan Demircan, İ�slâm Tarihinin İ�lk Asrında İ�ktidar Mücadelesi, İ�stanbul 1996, s.
48-49; Ü� nal Kılıç, Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001, s. 96-113, 302.
[25] Mihne dönemleri içerisinde Emevî�ler döneminde yaşayan ve çeşitli sıkıntılara ma-
78 ruz kalan âlimlere de bu türden yazılan eserlerde genişçe yer verilmiştir. Bk. Ebü’l-
Arab et-Temî�mî�, Kitâbü’l-Mihan (thk. Vehb el-Cebbûrî�), Beyrut 1408/1988; Ebü’l-
Ferec el-Isfahâni, Mekatilu’t-Tâlibîn (thk. S. Ahmed Sakr), Beyrut 1415/1995.
[26] Ulemâ’nın Emevî� devlet yöneticileriyle ilişkileri hakkında geniş bilgi için bk. Ö� zkan,
s. 73-212.
B. Ehl-i Beyt ve Taraftarları

Prof. Dr. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ


İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

1. Hucr b. Adî Hareketi

Hz. Hasan’ın hicrî� 41 (661) yılında hilâfeti Muâviye’ye dev-


retmek zorunda kalmasından sonra Kûfe’de yeni bir dönem baş-
lamış oldu. Hâricî�leri istisna tutacak olursak, bu yeni dönemde
İ�slâm âleminin tamamında olduğu gibi burada da halkın kahir
ekserisi yeni yönetime mesafeli durmakla beraber, hemen mu-
halefete başlamayıp icraatlarını görmek istediler. Hatta Kûfelile-
rin pek çoğu Emevî�leri sevmemelerine rağmen, Hâricî�lere karşı
yürüttükleri mücadelede yanlarında yer aldılar. Aynı şekilde
Hz. Hasan’ın hilâfetten çekilmesinden dolayı, Hz. Ali’nin sempa-
tizanları olarak tanınan kitle de Emevî�lere muhalefet etmeyip
Muâviye’ye biat ettiler. Ancak Kûfelilerin bunca desteğine rağ-
men Muâviye, Hz. Ali taraftarlarının yoğunluklu olarak yaşadığı
mekân olarak bilinen ve aynı zamanda Hz. Osman’ın katlinde
yer alan bazı zevatın da burada ikamet etmesinden dolayı şehre
fazla güvenmiyordu. Kimin gerçekten kendisini desteklediğini,
kimin ise muhalif olduğunu, Kûfelilere ne kadar güvenebilece-
ğini öğrenmek istiyordu. Bunun için de bu önemli şehre atamış
olduğu valisi Muğî�re’ye, “Ali’ye sürekli küfretmeyi ve onu kötü-
lemeyi ihmal etmeyeceksin. Osman’a da Allah’tan sürekli bağış-
lanma dileyeceksin. Ali’nin ve adamlarının ayıplarını her fırsatta
ortaya dökecek, onları kötüleyip duracaksın. Osman’ın taraftar-
larını sürekli övecek, Ali’nin taraftarlarını yere batıracaksın.”[1]
diyerek bir taraftan, kendisine problem çıkaracaklarına inandığı

[1] Belâzürî�, Ahmed b. Yahya b. Câbir, (279/892, Ensâb (thk. İ�hsan


Abbâs), Beyrut 1979, IV/I, 243; İ�bnü’l-Esî�r, İ�zzuddin Ebü’l-Hasan Ali b. 79
Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi’t-târîh (trc. Ahmet Ağırakça), I-XII,
İ�stanbul 1991, c.III, s. 478; Nüveyrî�, Şihabuddin Ahmed b. Abrulvahhab,
(733/1332), Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb (thk. Muhammed Ref’at
Fethullah), Mısır, 1975, XX, 330.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hz. Ali taraftarlarını açığa çıkarmak, diğer taraftan da


gücünü göstererek onlara gözdağı vermek istiyordu. İ�şte
Hucr b. Adî� hareketi, bu politikanın bir sonucu olarak ge-
lişmiştir. Emevî�ler döneminde Kûfe’de patlak veren ilk
hadise olması nedeniyle İ�slâm tarihinde önemli bir yer
işgal etmiş olan bu hareket hakkında oldukça farklı de-
ğerlendirmeler yapılmıştır. Kimi araştırmacılar olayı ilk
Şiî� isyan olarak değerlendirirken,[2] kimileri ekonomik
nedenlerle izah etmeye çalışmışlardır.[3] Biz de bu yazı-
mızda, temel kaynakları tarayarak hareketi olduğu gibi
ortaya koymaya çalışacağız.
Resim 1: Muâviye’nin emri ile minberden “Hz. Ali’ye lânet, Osman’a
Celî Sülüs, Allah’tan bağışlanma dilenmeye” başlanması Kûfe’de hoş karşılanmamış;
Pençe-i Âl-i
Aba Levhası.
halk bundan ciddi şekilde rahatsız olmuştu. Zira Hz. Ali ve oğlu Hasan,
Hat:Kazasker Hz. Peygamber’in en yakınları idiler. Bunun yanı sıra Kûfe birkaç yıl bu
Mustafa İzzet iki şahıs tarafından başkent olarak kullanılmıştı. Onlar döneminde gerek
Efendi (1801-
1876) Muâviye, gerekse Hâricî�lere yönelik sürdürülmüş olan mücadelede pek
[https://bit. çok insan zarar görmüş olmasına rağmen sevenleri de oldukça fazlaydı.
ly/2uOxl6k]
Bu uygulamadan duyulan rahatsızlık Hz. Ali’nin yakın dostu olarak
bilinen Hucr b. Adî� tarafından, Kûfe mescidinde Emevî� valisi Muğî�re’ye
söylenmiş olmasına rağmen vali, bu tepkiyi dikkate almamış söz konusu
uygulamalarını sürdürmüştür.[4] Bu politika, Kûfe’de Hâricî� isyanlarının
başlamasına kadar da devam etmiştir. Hâricî� isyanları bastırıldıktan sonra,
muhtemelen Muâviye’nin baskısı ile tekrar başlamıştır.[5] Zira Kûfe’de ılımlı
bir politika izleyerek, Emevî�ler ile Hz. Ali taraftarlarının arasını bulmaya,
hatta Hâricî�leri bile toplumla uzlaştırmaya çalışan Muğî�re’nin, bir baskı ol-
maksızın böyle bir icraatı başlatması fazla makul gözükmemektedir.[6]

Muğî�re’nin, Hz. Ali’ye minberde lânet okuma icraatını tekrar başlat-


masından sonra, yeni yönetimin bu uygulamasından aşırı derecede rahat-
sız olan Hucr b. Adî�, hemen harekete geçmiştir. Hucr, valiye giderek “Al-
lah sizi kötülüklerle ansın ve size lânet etsin. Sizin kötüleyip durduğunuz
kişinin, faziletlerini sayıp durduğunuz kişiden çok daha üstün olduğuna

[2] H. Lammens, “Hucr b. Adî� al-Kindî�”, The Encycleopaedia of Islam (new edition)
Leiden 1971; III, 545
[3] İ�rfan Aycan bu anlayışa değinmekte ve olayı sadece ekonomik nedenlerle izah et-
menin mümkün olmadığını söylemektedir (Bk. İ�rfan Aycan, Saltanata Giden Yolda
80 Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 2001, s. 175-176).
[4] Belâzürî�, IV/I, 243; İ�sfahânî�, Ebü’l-Ferec, (356/966), el-Eğanî (thk. Abdullah Ali
Muhanna), Beyrut 1995, XVII, 137; İ�bnü’l-Esî�r, III, 478.
[5] İ�bnü’l-Esî�r, III, 436.
[6] Muğî�re’nin yönetim anlayışı ile ilgili geniş bilgi için bk. Aycan, s. 169-170.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

şehadet ederim.” demekle kalmamış; Muğî�re’ye, Hz. Ali yönetimini eleşti-


receğine, kendi icraatlarını düzeltmesini önermiştir. Ayrıca Hz. Ali döne-
minde ödendiği halde, Emevî�ler döneminde ya hiç ödenmeyen veya dü-
zensiz olarak ödenen atiyelerinin de ödenmesini istemiştir. Büyük oranda
bu gelirlerle geçinmekte olan halk, Hucr b. Adî�’yi destekleyerek, valiye
tavır almışlardır.[7] Halktan önemli bir kitlenin Hucr ile hareket etmesi
üzerine Muğî�re geri adım atmak zorunda kalmış ve Hz. Ali’ye minberler-
den lânet oku(n)ması uygulamasına ara vermiş olmalıdır. Zira kaynaklar-
da bu hadiseden sonra Muğî�re’nin Hz. Ali’ye lânet okuduğunu, halkın da
buna tepki gösterdiğini belirten ifadeler yer almamaktadır. Aksine Muğî�re
b. Şu’be’nin, halkın huzurunda mescitte kendisine tepki gösteren Hucr’u
cezalandırması için Emevî� taraftarlarınca yapılan baskıya rağmen onun
direndiği, kendisini eleştirenlere Muâviye’nin dünyası için dinini heba et-
meyeceğini söyleyerek, Emevî� iktidarı tarafından uygulanması istenen bu
politikanın isabetli olmadığını anlatmaya çalıştığı aktarılmaktadır. Kay-
naklarımızın ifadesine göre Muğî�re, Hucr ve onu destekleyenlerin tepkisi
karşısında, polisiye tedbirlere başvurmaya hiç tevessül etmeden, minber-
den iner inmez evine gitmiştir. Hucr ve orada bulunanlar hakkında hiç-
bir kovuşturma yapmayan Muğî�re’nin bu tavrı, kimi kaynaklar tarafından
ölmek üzere oluşuna, dolayısıyla bu işi kendinden sonra gelecek valiye
bırakmayı istemiş olmasına bağlanıyorsa da[8] kanaatimizce Muğî�re, ge-
rek Hucr’un kabilesinden gerekse de mescitte bulunanların üçte birinden
fazlasının onu desteklemesinden çekinerek böyle bir işe girişmemiştir.[9]
Ancak Muğî�re, buna rağmen Hucr’u uyarmaktan da geri durmamıştır.[10]

Muğî�re b. Şu’be’nin 50 (670) yılında vefatından sonra Muâviye b. Ebî�


Süfyân, Basra’da önemli icraatlara imza atan, şehri sükûna kavuşturan
Ziyâd b. Ebih’i Basra valiliğinin yanı sıra Kûfe valiliğini de verdi.[11] Böylece

[7] Belâzürî�, IV/I, 244; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 138; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil, III, 479;
Nüveyrî�, 330.
[8] Bk. Belâzürî�, IV/I, 244; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 138; İ�bnü’l-Esî�r, III, 479; Nüveyrî�, XX,
330.
[9] Bk. Belâzürî�, IV/I, 244; İ�bnü’l-Esî�r, III, 479.
[10] Muğî�re, Hucr’a “Ey Hucr! Sultanın gazabına ve cezasına uğramaktan sakın. Sultanın
gazabı senin gibileri helâk etmiştir.” diyerek bu tavrından vazgeçmesini önermiştir
(Bk. İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 138; İ�bnü’l-Esî�r, III, 478; Nüveyrî�, XX, 330).
[11] Buhârî�, Ebû Abdullah İ�smail b. İ�brahim el-Cu’fî�, (256/869), Târîhu’l-kebîr, I-IX, Beyrut,
ts., VI, 533; Belâzürî�, IV/I, 242; Dî�neverî�, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895),
el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdulmünim Â� mir, Cemalettin eş-Şeyyâl), Kahire 1960, s. 223;
el-Askerî�, Ebû Hilâl b. el-Hasan b. Abdullah b. Sehl (395/1005), Kitâbü’l-evâil, Beyrut
1987, s. 204; Mesudî�, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hasan b. Ali (346/957), Murucü’z-zeheb 81
ve me’âdinü’l-cevher, Kum, 1984, c. I-IV, s. III, 34; İ�sfahânî�, el-Eğânî, c. XVII, s. 138;
aynı müellif, Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn (thk. Ahmed Sakar), Beyrut 1987, s. 1000; Himyerî�,
Muhammed b. Abdulmün’im (749/1348), Kitâbü’r-Ravdu’l-mi’târ fi haberi’l-aktâr
(thk. İ�hsân Abbâs), Beyrut 1980, s. 152; İ�bnü’l-Esî�r, III, 468; Nüveyrî�, XX, 325.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

ilk kez Kûfe ile Basra bir şahsın sorumluluğunda birleşmiş oldu. Ziyâd, vali
olarak atanır atanmaz, Basra’da yerine vekil olarak Semûre b. Cündeb’i
bırakarak Kûfe’ye hareket etti.[12]

Emevî� hanedanına yeni ilhak etmiş olan ve kendisini bu aileye ispat-


lamaya çalışan Ziyâd b. Ebih,[13] Kûfe’de göreve başlar başlamaz Emevî�
hanedanının buradaki temsilcilerinden Umâre b. Ukbe b. Ebî� Muayt ona
gelerek Hucr ve arkadaşları hakkında bilgi vermiş, bunlara karşı önlem
alınmasını istemiştir.[14] Muhtemelen Muğî�re b. Şu’be döneminde alınma-
mış olan önlemler de aktarılmış ve bu konudaki zafiyetin bir an önce gi-
derilmesi talep edilmiştir. Ziyâd b. Ebih’in gelir gelmez Kûfe mescidinde
yaptığı ve hedefinin Hz. Ali’ye sempatisi olan insanların teşkil ettiği an-
laşılan ilk konuşmasıyla, Hz. Ali muhiplerine karşı sert önlemlere baş-
vuracağını ortaya koydu. O, bu ilk konuşmasında Hz. Osman’a “Allah’tan
bağışlanma dilemiş, katillerini ise lânetlemişti. Hz. Osman’ın katillerinin
önemli bir kısmının Kûfeli olması, dahası Emevî� idaresinin Hz. Osman’ın
katilleri arasında Hz. Ali ve taraftarlarını görüyor olmaları, yeni gelen va-
linin bu ilk hitabesindeki hedefi net olarak göstermektedir. Ziyâd’ın bu
konuşması hedefine ulaşmıştır. Nitekim dinleyiciler arasında bulunan ve
Hz. Ali’ye sempati duyanların ileri gelenlerinden biri gibi gözüken Hucr,
bu oldukça sert ve aynı zamanda da tahrik edici konuşma üzerine ayağa
kalkarak daha önce Muğî�re’ye gösterdiği tepkiyi Ziyâd’a da göstermiştir.[15]
Ancak buna rağmen, Ziyâd muhtemelen biraz daha beklemeyi yeğlediği
için, Hucr’u tehdit etme dışında bir şey yapmadan kendisine bağlı bulu-
nan Basra’ya gitmiş, yerine vekil olarak da Amr b. Huveyris’i atamıştır.[16]

Ziyâd, Kûfe’den ayrılınca da Hz. Ali ve evlatlarına minberden lânet


okuma görevi, vekili Amr b. Huveyris tarafından devralınmıştır. Amr,

[12] Nüveyrî�, XX, 325.


[13] Ziyâd b. Ebihi, Emevî� sultanı Muâviye tarafından babasının gayri meşru oğlu oldu-
ğunu iddiasıyla bu hanedana katılmıştır.
[14] Zehebî�, Emevî�lerin Kûfe‘deki temsilcisi olan Umâre’nin, Ziyâd’ın Kûfe’ye geldiği ilk
gün kendisine bu bilgileri aktardığını söylemektedir. Bk. Şemsuddin Muhammed
b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî�, Târîhu’l-İslâm ve vefâyatu’l-meşâhir ve’l-a’lam -ahdu
Muâviye b. Ebî Süfyân 40-61 (thk. Ö� mer Abdüsselâm Tedmürî�), Beyrut 1993, s. 44.
[15] Taberî�, Târîh, Ebû Ca’fer Muhammed b Cerî�r, (310/922), Târîhu’l-Ümem ve’l mülûk,
I-XIII, Beyrut 1987, VI, 171; İ�bnü’l-Cevzî�, Cemaluddin Ebü’l-Ferec Abdurrahman b.
Ali, (597/1200), el-Muntazam fi Tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl Zekkâr),
Beyrut 1995, IV, 64; Nüveyrî�, Nihayetü’l-ereb, XX, 331.
[16] Kaynaklarımızın aktardığına göre Ziyâd, altı ay Kûfe’de altı ay da Basra’da kal-
maktaydı. Kûfe’de kendisinin bulunduğu dönemde Basra kentini onun adına
82 Semüre b. Cündeb idare etmekteydi (Bk. Belâzürî�, IV/I, 245; Buhârî�, el-Kebîr, VI,
9; el-Askerî�, s. 204; İ� sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 139; İ� bnü’l-Esî�r, III, 468-69). Ziyâd,
Basra’da iken de Kûfe’yi onun adına Amr b. Hureys idare etmekteydi (İ� bn Sa’d, VI,
23; Belâzürî�, IV/I, 245; Dî�neverî�, s. 223; İ� sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 139; İ� bnü’l-Esî�r,
III, 479; Nüveyrî�, XX, 325.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Ziyâd olmadığı halde bu uygulamayı sürdürünce Ziyâd’ın Basra’da bulun-


masından da cesaret alan Hz. Ali muhipleri, Hucr’un etrafında toplanmış-
lardır. Ziyâd ve Amr’ın yaptıklarının öcünü almak amacıyla mescitte Hz.
Ali’yi iyilikle yadedip, Muâviye’yi lânetleyerek, minberde olan Amr b. Hu-
veyris’i taşlamışlardır. Kendisine saldıran bu kitlenin tepkilerine dayana-
mayacağını anlayan Amr b. Huveyris, Daru’l-İ�mâre’ye sığınmak zorunda
kalmıştır.[17] Amr, şehrin Basra’daki valisi Ziyâd’a mektup yazarak Kûfe’de
bir isyan hadisesinin yaşandığını, Hucr ve onunla beraber olanların ken-
disini taşladıklarını ayrıntılı olarak açıklamıştır.[18]

Vekiline yapılan bu hareketi, kendisine gönderilen mektuptan öğre-


nen Ziyâd, Kûfe’ye acilen dönmüş, Hucr’un mescitte bulunduğu bir sıra-
da minbere çıkarak,[19] son derece sert bir konuşma yapmakla kalmamış,[20]
yakın adamlarını çağırarak mescit kapılarının tutulmasını emretmiş,
mescitte bulunanların her birinin yanındakinin elini tutmasını istemiştir.
Sonra da bir iskemle getirtmiş ve mescidin kapısında oturarak içeride bu-
lunanları dörder dörder çağırmak suretiyle amilini taşlayıp taşlamadık-
ları hususunda onlara teker teker yemin ettirmiştir. Yemin edeni serbest
bırakmış, etmeyeni ise hapsetmişti. Hapse atılanların toplamı bir rivaye-
te göre otuz, bir diğer rivayete göre ise seksen kişiyi bulmuştur. Ziyâd b.
Ebih’in ilk icraatı olarak kaynaklarımızda yer alan bu olay ile birlikte şehir-
de istibdat yönetimi başlamış oldu. Ziyâd, Kûfe’de Emevî� karşıtı bir isyan
hareketinin doğduğuna inandığı için, bu isyan hareketinin Hucr’un yaka-
lanıp cezalandırılması ile bastırılabileceğini düşünüyor, aksi takdirde bu

[17] Belâzürî�, IV/I, 246; Taberî�, Târîh, VI, 171; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 140. Dî�neverî�,
Amr b. Huveyris’in Hucr ve arkadaşları tarafından taşlandığını söylemekte, ama
nedenini aktarmamaktadır (Bk. Dî�neverî�, s. 223). İ�bn Arabî� ile Nüveyrî� ve diğer
bazı kaynaklar ise taşlanan valinin Ziyâd b. Ebihi olduğu yönünde fikir beyan et-
mektedirler (Bk. İ�bn Arabî�, el-Avasım ve’l-Kavasım, s. 220; Nüveyrî�, XX, 325). Ancak
Welhausen Ziyâd’ın Kûfe’de kısa bir süre kaldıktan sonra Basra’ya geri dönmesin-
den hareketle, şehirde bir isyan hadisesinin bulunmadığını, dolayısıyla bu taşlama
hadisesinin Amr b. Huveyris’e karşı yapıldığı kanaati taşımaktadır. Hasan Onat da
taşlananın Ziyâd olmadığı kanaatindedir Bk. Onat, s. 50.
[18] Avane ise Hucr ile Ziyâd arasındaki mücadelenin ilk kez namazdan dolayı patlak
verdiğini söylemektedir. Onun verdiği bilgiye göre Ziyâd’ın namazı uzatması üze-
rine böyle bir hadise baş göstermiştir. Ancak Avane’de Hucr hadisesi ile ilgili ay-
rıntılar bulunmamaktadır. Ona göre bu hadiseden hemen sonra Muâviye Hucr’un
zincire vurularak kendisine getirilmesini emreder, bunu üzerine de zincirlenerek
Şam’a gönderilir (Bk. Taberî�, Târîh, VI, 171-172).
[19] İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 140; İ�bnü’l-Esî�r, III, 479; Nüveyrî�, XX, 331.
[20] Kaynaklar Ziyâd’ın konuşmasının şu şekilde olduğunu belirtirler: “Azgıncılığın ve
isyanın son derece kötü ve vahim olduğu bilinen bir şeydir. Bu adamlar bir araya
gelmiş, kendilerini emniyette hissedip Allah’a karşı cesurca davranmağa başlamış- 83
lardır. Haberiniz olsun ki eğer bu hallerinizi düzeltmeyip de doğru yola girmezseniz
sizin anlayacağınız yollarla sizi ıslah etmesini bilirim. Eğer Kûfe’yi Hucr’dan temiz-
lemezsem ve ona kendisinden sonra gelecek nesillere ibret olacak bir tavırda bu-
lunmazsam adam değilim.” (Bk. Belâzürî�, IV/I, 246; İ�bnü’l-Esî�r, III, 479-480).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

durumun kendi otoritesini sarsacağını sanıyordu. Bundan dolayı Hucr’un


yakalanması için emniyet kuvvetlerini seferber etti.[21]

Emniyet kuvvetleri komutanı olan Şeddâd b. Heysem el-Hilâlî�’ye


Hucr’u getirmek üzere şurtayı göndermesini emretti.[22] Ancak şurtanın
Hucr’un arkadaşları tarafından engellenmesi,[23] Ziyâd’ın Hucr olayının
bireysel bir hadise olmadığını, aksine organize bir olay olduğuna iyiden
iyiye inanmasına neden oldu. Bunun üzerine Ziyâd, Kûfe’nin ileri gelenle-
rini toplantıya çağırmış ve onlara son derece sert bir konuşma yapmıştır.[24]
Ziyâd, bu konuşmasında Kûfelilere “Vücutlarınız benimle, ama kalpleri-
niz[25] şu ahmak Hucr’la mı yoksa? İ�şte vallahi bu sizin fesadınızdan kay-
naklanmaktadır.[26] Sizler benimle aileleriniz, akrabalarınız ve kabileleri-
niz Hucr iledirler.[27] And olsun ya bu tutumunuzu değiştirdiğinizi açıkça
ortaya koyarsınız ya da sizin yerinize buraya aramızda sevgi bağı yerleşe-
cek başka bir kavmi getirip yerleştiririm.” demiştir.[28] Ziyâd’ın bu konuş-
ması Kûfe’de dengeleri yeniden değiştirmiş, Hucr’un arkasındaki desteğin
iyiden iyiye erimesine neden olmuştur.[29] Hele de onun, suçun bireyselli-
ğini kaldırdığı ve bireyin yaptıklarından kabilesini de sorumlu tutacağını
açıklaması,[30] Kûfe’deki kabilelerin Hucr’un yanında bulunan akrabalarını
ondan ayırmak için harekete geçirmelerini sağlamıştır.[31]

Böylece Ziyâd, arzuladığı hedefe kavuşmuş oldu. Artık Hucr’u yakala-


mak hiç de zor olmayacaktı. Emniyet kuvvetlerini göndererek, Hucr’u ça-
ğırmalarını, gelmemesi durumunda ise silah zoru ile getirmelerini emret-
miştir.[32] Emniyet kuvvetleri Hucr’u almak için geldiklerinde, Hucr gitmek
istememiş, onlar da silah kullanmaktan çekinmemişlerdir. Hatta Hucr’u
göndermemek ve korumak için ortaya atılan arkadaşlarından biri olan
sahâbeden Amr b. Hamık,[33] Deylemî�lerden Bekir b. Ubeyd tarafından

[21] Emeviler döneminde Kûfe’nin emniyet teşkilatı hakkında geniş bilgi için bk.
Mehmet Mahfuz Söylemez, Bedevilikten Hadariliğe Kûfe, Ankara 2000, s. 202-208.
[22] Belâzürî�, IV/I, 246; Taberî�, VI, 173; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 140; İ�bnü’l-Esî�r, III, 480;
Nüveyrî�, XX, 331.
[23] Belâzürî�, IV/I, 246; Taberî�, VI, 173; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 140; İ�bnü’l-Esî�r, III, 480;
Nüveyrî�, XX, 331.
[24] Belâzürî�, IV/I, 246; Taberî�, Târîh, VI, 173; İ�bnü’l-Esî�r, III, 480; Nüveyrî�, XX, 332.
[25] İ�sfahânî�, ise “Ey Kûfeliler bir elinizle beni yaralıyor diğer elinizle de tedavi mi edi-
yorsunuz?” dediğini aktarmaktadır (Bk. el-Eğânî, XVII, 1).
[26] Belâzürî�, IV/I, 246; Nüveyrî�, XX, 332.
[27] Taberî�, VI, 173; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 141.
[28] İ�bnü’l-Esî�r, III, 480; Nüveyrî�, XX, 332.
[29] Belâzürî�, IV/I, 246; Bk. İ�bnü’l-Esî�r, III, 480.
84 [30] Taberî�, VI, 173; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 141; İ�bnü’l-Esî�r, III, 480; Nüveyrî�, XX, 332.
[31] Taberî�, VI, 172; İ�bnü’l-Esî�r, III, 480; Nüveyrî�, XX, 332.
[32] Belâzürî�, IV/I, 248; Taberî�, VI, 173; İ�bnü’l-Esî�r, III, 480; Nüveyrî�, XX, 332.
[33] Amr b. Hamık’ın hayatı ile ilgili geniş bilgi için bk. Ahmet Ö� nkal, “Amr b. Hamık”,
DİA, İ�stanbul 1991, III, 84.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

kafasından yaralanmıştır.[34] Arkadaşları Amr’ı taşıyıp Ezd kabilesine


teslim etmiş, orada saklanmasını sağlamışlardır.[35] Amr b. Hamık’ın ya-
ralanması üzerine Ziyâd’ın emniyet kuvvetleri, oradan ayrılmak zorunda
kaldıklarından Hucr’u yakalayamadan geri dönmüşlerdir. Bu olaydan son-
ra hadisenin başından beri aktif rol oynamış olan insanlar artık Hucr’dan
ziyade kendi canlarının derdine düşmüşler ve hayatlarını kurtarmak için
ayrı ayrı yerlerde saklanmaya çalışmışlardır.[36] Hucr buradan Ebû Amara
el-Kindî� ile beraber kendi evine gitmiştir. Etrafında halâ önemli sayıda ar-
kadaşı bulunmaktadır.[37] Fakat bu kitle arasında kendi kabilesi olan Kin-
de’ye mensup çok az kişinin bulunduğu rivayet edilmektedir.[38]

Ziyâd b. Ebih, isyancı gurubun başı olduğuna inandığı Hucr’u ele ge-
çirmek için her yolu denemekten vazgeçmiyordu. Nitekim Yemen kökenli
kabileleri harekete geçirerek Hucr’u getirip teslim etmelerini emretmiş-
tir.[39] Ziyâd’ın Yemenlileri harekete geçirmesinin sebebi Hucr’un da Ye-
men kökenli bir kabile olan Kinde’ye mensubiyeti olabileceği gibi, Ziyâd’ın
Hucr’u Yemenlilerin bir problemi olarak görmesinden ve Yemenlilere
kendi problemlerini kendilerinin çözmek zorunda olduklarını göstermek
istemesinden de kaynaklanıyor olabilir. Zira yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi Ziyâd suçun bireyselliğine inanmamaktaydı. O cahiliye döneminden
kalma bir anlayışla bir bireyin işlediği suçtan kendisi ile birlikte kabilesi-
nin de sorumlu olduğunu savunuyordu.[40]

Ziyâd’ın bu taktiği sonuç vermiş, Yemenli kabilelerin devreye girerek


onun yanında bulunan mensuplarını çekmesiyle etrafındaki kitlenin gi-
derek erimekte olduğunu gören Hucr, Ziyâd’ın daha da güç kazandığını,
ona karşı bir şansının olamayacağını, kendisi ile birlikte yanında bulunan
diğer insanların da hayati tehlikelerinin bulunduğunu anlamış ve orada
bulunan arkadaşlarına, Ziyâd’ın güçlü olduğunu, dolayısıyla onunla mü-
cadele imkan ve şartlarının bulunmadığını, bunun için de evlerine gitme-
lerini istemiştir.[41]

Arkadaşlarının kendisini terk etmesinden sonra tamamen yalnız ka-


lan Hucr, çareyi kaçıp saklanmakta bulmuştur. Nitekim Hemdan ve Mezhic

[34] Belâzürî�, IV/I, 248; Taberî�, VI, 174; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 141; İ�bnü’l-Esî�r, III, 480;
Nüveyrî�, XX, 332.
[35] Taberî�, VI, 174; İ�bnü’l-Esî�r, III, 480.
[36] Belâzürî�, IV/I, 250; İ�bnü’l-Esî�r, III, 481.
[37] Taberî�, VI, 176; İ�bnü’l-Esî�r, III, 481; Nüveyrî�, XX, 333.
[38] Taberî�, VI, 176; İ�bnü’l-Esî�r, III, 481. 85
[39] Bk. Belâzürî�, IV/I, 250; Taberî�, VI, 176; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 143; İ�bnü’l-Esî�r, III,
481.
[40] Ziyâd’ın yönetim anlayışıyla ilgili geniş bilgi için bk. Söylemez, s. 188.
[41] İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 144; İ�bnü’l-Esî�r, III, 481.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kabilelerinin üzerine gelmekte olduklarını öğrenince Kinde kabilesinin bir


alt kolu olan Benî� Harb’dan Süleyman b. Yezî�d’in evine sığınmıştır.[42] Di-
ğer taraftan şurtanın onu ciddi bir şekilde takip ettiği anlaşılmaktadır. Ni-
tekim onlar kısa sürede burada olduğunu öğrenmiş ve evi kuşatmışlardır.
Süleyman’ın ise Arap geleneğine uygun olarak evine sığınanı canı pahasına
korumaya kararlı olduğu anlaşılmaktadır. Eline silahını alıp gelenler ile sa-
vaşmak üzere dışarı çıktığını gören kızlarının ağlamaya başlaması üzerine
Hucr, onun hayatını tehlikeye atmamak için bahçedeki bir ağaçtan istifade
ederek kaçmış;[43] Nehâ kabilesine mensup Eşter’in kardeşi Abdullah b.
Hâris’in evine sığınmıştır. Emniyet görevlileri, bir kadından edindikleri is-
tihbarat sonucunda Hucr’un Nehâ kabilesine sığındığını öğrenmiş ve onu
bu kabile içinde aramaya başlamışlardır.[44] Bunu öğrenen Hucr, Abdullah
b. Hâris’in evini terk ederek Ezd kabilesinden Rebî�a b. Nâcid’in evine sığın-
mıştır.[45] Hucr’un sürekli barınak bulabilmesi, gittiği her yerde de olduk-
ça iyi karşılanması, halkın gönlünün kendisiyle olduğunu göstermektedir.
Bunun yanı sıra Hucr’un hep Yemenli kabilelere dayandığı, onlara sığındığı
anlaşılmaktadır. Bu durum Ziyâd’ın neden Yemen kökenli kabilelerin yöne-
ticilerini toplayıp onları tehdit ettiğini daha iyi açıklamaktadır.

Hucr’un yakalanmasının uzun sürdüğünü gören Ziyâd b. Ebih taktik


değiştirerek Hucr problemini Yemenlilerin tamamının problemi olmak-
tan çıkarmış; çemberi biraz daha daraltarak bu problemin Kinde kabilesi-
nin sorunu olduğuna karar vermiştir. Yukarıda değindiğimiz gibi Ziyâd b.
Ebih’e göre bir birey suç işlerse kendisi ile birlikte ailesi ve hatta kabilesi
de sorumlu olurdu. Böylece kabilelerin iç dinamiğinin harekete geçmesi-
ni ve kabile fertlerinin birbirlerini kontrol etmelerini sağlıyordu. İ�şte bu
nedenden dolayı Ziyâd, Hucr’un mensubu bulunduğu Kinde kabilesinin
lideri olan Muhammed b. Eş’as b. Kays’ı çağırarak, üç gün içinde Hucr’u
getirmesini, aksi takdirde hurmalıklarını keseceğini, evini yıkacağını ve
kendisini öldüreceğini bildirmiştir.[46]

Ö� te taraftan Hucr ise sığındığı Rebî�a b. Nâcid’in evinde bir gece kal-
dıktan sonra, muhtemelen yukarıdaki haberi almış olmalı ki Muhammed
b. Eş’as’a haber göndererek, Ziyâd’dan kendisi için eman alınıp Muâviye’ye

[42] Belâzürî�, IV/I, 250; Taberî�, VI, 177; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 144.
[43] Taberî�, VI, 178; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 144.
[44] Taberî�, VI, 178; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 145; İ�bnü’l-Esî�r, III, 481.
[45] Belâzürî�, IV/I, 250; Taberî�, VI, 178; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 145; İ�bnü’l-Esî�r, III, 481.
86 Nüveyrî� ise hadiseyi özetleyerek Hucr’un kendi evinden Rebî�a’nın evine geçtiğini
aktarmaktadır (Bk. XX, 333).
[46] Belâzürî�, IV/I, 250; Taberî�, VI, 178; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 145; İ�bnü’l-Esî�r, III, 481;
Nüveyrî�, XX, 333. Dî�neverî� ise, Ziyâd’ın Kûfe’ye gelir gelmez Muhammed b. el-Eş’as’ı
tehdit ettiğini söylemesi hadiselerin akışına uymamaktadır (Bk. Dî�neverî�, s. 223).
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

gönderilmeyi talep etmiştir.[47] Hucr’un, bilahare Muâviye’ye gönderdi-


ği haberden de açıkça anlaşıldığı gibi hiçbir Müslüman’ı öldürmemiş ve
Emevî�lere karşı tamamen bir sivil muhalefet sergilemiş olması nedeniyle,
valiye göstermiş olduğu tepkinin kendisini ölüme götürecek kadar büyük
olmadığını düşünüyor, Muâviye ile görüştürülmesi durumunda bu prob-
lemi çözeceğine inanıyordu. Bu gelişme üzerine Muhammed b. el-Eş’as,
Kûfe’nin ileri gelenlerinden aralarında Cerî�r b. Abdullah, Hucr b. Yezî�d,[48]
Abdullah b. Hâris’in de bulunduğu bir grubu alarak Ziyâd’a gitmiş; Hucr’a
eman vermesini ve Muâviye’ye gönderilmesini rica etmişlerdir.[49] Adı
geçen şahıslar, Ziyâd’ın taleplerini kabul etmesi üzerine Hucr’u alıp ken-
disine teslim etmişlerdir.[50] Hucr, Ziyâd’a getirilince Muâviye’ye yapmış
olduğu biat hatırlatılmış, o da bu biata halâ bağlı olduğunu söylemiştir.[51]
Hucr’un biatine bağlı olması, problemin çözümü hususunda Muâviye’den
halâ ümitli olduğunu göstermesi dışında -daha sonra iddianameye yazıla-
cağının aksine- ona yapmış olduğu biati bozmadığını, yerine yeni bir hâli-
fe arayışında da olmadığını göstermektedir.
Ü� zerinde durulması gereken bir başka husus ise, Ziyâd’ın Hucr ha-
disesini bireysel bir hadise olarak görmemesidir. Nitekim Hucr’u hap-
settikten sonra arkadaşlarının da peşine düşmüştür. Onları sürekli takip
ettirmiş, yakaladığını öldürmüştür.[52] Kûfe, müthiş bir insan avına sahne
olmaya başlamıştır. Hucr’un arkadaşlarından bazıları Kûfe’de barınmanın
artık mümkün olmadığına karar vermiş ve şehri terk etmişlerdir. Ö� rne-
ğin Amr b. Hamık yaralı olduğu halde memleketini terk edip Musul’a git-
miştir.[53]Ancak orada da sığınak bulamamıştır. Nitekim Emevî�lerin Musul
valisi İ�bn Ü� mmü’l-Hakem’e bağlı bir birlik tarafından yakalanarak Muâvi-
ye’nin “O, Osman’ı dokuz yerinden mızrakla öldürdüğünü bildiren şahıs-
tır. Sen de onu dokuz yerinden mızrakla!” emri üzerine vali Abdurrahman

[47] Belâzürî�, IV/I, 250; Taberî�, VI, 180; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 146; İ�bnü’l-Esî�r, III, 482;
Nüveyrî�, XX, 333.
[48] Taberî�, VI, 180. Nüveyrî�, bu şahsın adını Hucr b. Zeyd şeklinde kaydetmektedir (Bk.
XX, 333).
[49] Belâzürî�, IV/I, 251; Taberî�, VI, 180; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 145-6; İ�bnü’l-Esî�r, III,
482; Nüveyrî�, XX, 333. Dî�neverî�, bu talebin bir tek Cerî�r b. Abdullah’tan geldiğini,
Cerî�r’in Hucr için güvence aldıktan sonra kendisini getirip valiye teslim ettiğini söy-
lemektedir (Bk. Dî�neverî�, s. 223).
[50] Belâzürî�, IV/I, 251; Taberî�, VI, 180; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 146; İ�bnü’l-Esî�r, III, 482;
Nüveyrî�, XX, 333.
[51] Belâzürî�, IV/I, 251; Taberî�, VI, 180; İ�bnü’l-Esî�r, III, 482; Nüveyrî�, XX, 333-4.
[52] Belâzürî�, IV/I, 251; Taberî�, VI, 181; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 146; İ�bnü’l-Esî�r, III, 483;
Nüveyrî�, XX, 334.
[53] Bk. eş-Şabuştî�, ed-Diyârât (thk. Korkis Avvâd), Beyrut 1986, s. 179; Keşî�, Ricâl 87
(thk. es-Seyyid Mehdî� er-Reaî�), Kum 1404, I, 250; Nüveyrî�, Nihayetü’l-ereb, XX,
334. Taberî� ile İ�sfahânî� Amr b. Hamık’ın Rufâa b. Şeddâd ile birlikte önce Medâin’e
kaçtıklarını daha sonra da Musul’a gittiklerini söylemeketedir. Bk. Taberî�, VI, 181;
İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 147.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

b. Osman es-Sekafî� (İ�bn Ü� mmü’l-Hakem)[54] tarafından kafası kesilerek,


kesik başı Şam’a Muâviye’ye gönderilmiştir. Amr’ın kesik başı bir şehirden
bir başka şehre gönderilen ilk kişi olduğu rivayet edilmektedir.[55] Cesedi
ise Musul’da es-Subaî� kilisesinin hemen yanına defnedilmiştir.[56]
Hucr’un arkadaşlarından olup Ziyâd tarafından yakalanan Sayfî�
eş-Şeybânî� ise prangalara vurularak, Hz. Ali hakkında nahoş sözler söyle-
meye zorlanmıştır. Bunu kabul etmeyince de uzun süre kendisine işkence
edilmiş, daha sonra da hapsedilmiştir.[57] Kays b. Ubâde ise yakalandıktan
sonra Ziyâd’a getirilmiş ve hiç soru sorulmadan, sorgulanmadan anında
öldürülmüştür.[58] Hucr ile birlikte Emevî� iktidarına tepki gösterenler-
den bir kısmı ise sürgüne gönderilmişlerdir. Ö� rneğin Abdullah b. Halife
et-Taî�, Adî� b. Hatem’in mescidinde kıstırılmış; kabilesinden bazı şahısla-
rın kendisine destek olması üzerine şurtaya direnerek teslim olmamıştır.[59]
Tay kabilesinin Abdullah’a destek olduğu bilgisi Ziyâd’a intikal ettiğinde
vali, Hz. Ali’nin yakın arkadaşlarından olan Tay kabilesinin lideri Adî� b.
Hatem et-Taî�’yi getirterek adı geçen şahsı teslim etmesini emretmiş, aksi
takdirde olacaklardan sorumlu olmadığını bildirmiştir.[60] Adî�, amcası-
nın oğlunu teslim etmeyeceğini, yerini şu anda bilmediğini, ama bilmiş
olsa bile bunu asla kendisine söylemeyeceğini bildirince Ziyâd tarafın-
dan tutuklanıp hapsedilmiştir.[61] Adî�’nin tutuklanması Kûfe’de bir infial
uyandırmıştır.[62] Zira Adî�, Kûfe’de bulunan bir kaç sahâbî�den biri olması
hasebiyle saygın bir yere sahipti. Adî�’nin hapsedildiği haberi şehirde yayı-
lınca halk, Ziyâd’ın sarayının önünde toplanarak Resûlullah’ın sahâbî�sine
böyle davranmamasını ve onu salıvermesini istemişlerdir.[63] Ziyâd, Adî�’ye
Abdullah’ın Kûfe’ye girmesine mani olacağına söz vermesi hâlinde ken-
disini salıvereceğini bildirmiştir. Adî� bu sözü verince de salıverilmiştir.[64]
Bunun üzerine de Abdullah, Kûfe’yi terk etmiş;[65] kabilesine ait dağlarda

[54] Abdurrahman b. Osman es-Sekafî�; İ�bn Ü� mm’ül-Hakem olarak da tanınmakta olup


Muâviye’nin kız kardeşinin oğludur (Bk. eş-Şabuştî�, , s. 180; İ�bnü’l-Esî�r, III, 483.
[55] İ�bn Sa’d, VI, 25; İ�bn Hibbân, Muhammed, (354/965), Kitabu’s-sikât, I-IX,
Haydarabad, 1975, III, 375; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 145; eş-Şabuştî�, s. 180; Keşî�, I,
250; eş-Şiblî�, Muhammed b. Abdullah ed-Dımaşkî�, (796/1393), Mehâsinu’l-vesâil fi
ma’rifeti’l-evâil (thk. Muhammed Altuncu), Beyrut 1992, s. 276.
[56] Bk. Ya’kûbî�, Ahmed b. Ebî� Ya’kub b. Vâzıh, (294/897), Târîhu Ya’kûbî, I-II, Beyrut
1992, II, 231-232; eş-Şabuştî�, s. 180.
[57] Belâzürî�, IV/I, 251, 252; Taberî�, VI, 182; İ�bnü’l-Esî�r, III, 483.
[58] İ�bnü’l-Esî�r, III, 484.
[59] Taberî�, VI, 182.
[60] İ�bnü’l-Esî�r, III, 484.
88 [61] Belâzürî�, IV/I, 252; Taberî�, VI, 183; İ�bnü’l-Esî�r, III, 484.
[62] Belâzürî�, IV/I, 252; Taberî�, VI, 183.
[63] Belâzürî�, IV/I, 252; İ�bnü’l-Esî�r, III, 484.
[64] İ�bnü’l-Esî�r, III, 484.
[65] Belâzürî�, IV/I, 252; Taberî�, VI, 183.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

sürgünde vefat etmiştir.[66] Yakalananlardan bir kısmı ise geçmişteki du-


rumları dikkate alınarak salıverilmişlerdir. Kays b. Yezî�d’in bunlardan biri
olduğu kaydedilmektedir.[67]
Hapsedilenlere gelince; Belâzürî�’nin kaydettiğine göre Ziyâd, Hucr b.
Adî� ile birlikte on dört arkadaşını da tutuklamıştı. Bunlar: Erkâm b. Abdul-
lah el-Kindî�, Şerî�k b. Şeddâd el-Hadramî�, Sayfî� b. Fesî�l eş-Şeybânî�, Kabî�sa
b. Dubay’a el-Absî�, Kerî�m b. Afî�f el-Has’amî�, Â� sım b. Avf el-Becelî�, Verkâ’
b. Sümey el-Becelî�, Kidâm b. Hayyân, Abdurrahman b. Hassân, Muhriz
b. Şihâb el-Minkarî�, Abdullah b. Cüeyye es-Sa’dî� et-Teymî�, Utbe b. Ahnes[68]
ve Saî�d b. Nimrân el-Hemdânî�’dir.[69] Ziyâd, toplam on dört kişi olan bu
şahısları Şam’a Muâviye’ye göndermeden önce haklarında isyan ettikle-
rine dair oldukça ayrıntılı bir iddianame düzenleyerek Kûfe’nin ileri ge-
lenlerinden çok sayıda şahsa da imzalattı.[70] Hucr ve arkadaşları aleyhine
şahitlik yapmamak için Kûfe’yi terk edenlerin bulunması, imza atanların
tamamının kendi rızaları ile Hucr ve arkadaşlarının aleyhinde şahitlikte
bulunmadığını ortaya koymaktadır. Muhtâr b. Ebî� Ubeyd ile Urve b. Muğî�-
re b. Şu’be, Hucr’un aleyhinde şahitlikte bulunmamak için şehri terk eden-
lerin arasında yer alıyorlardı.[71]
Düzenlenen bu iddianame şu şekildedir: “Bunların, etraflarına adam-
lar toplayarak şehrin ileri gelenlerine küfrettiklerine, Müminlerin Emiri’ne
(Muâviye’ye) karşı savaş ilan ettiklerine, hilâfet işinin Ebû Tâlib’in evlatla-
rından başkasına gitmemesi gerektiğine inandıklarına, şehre hücum ede-
rek emirin göndermiş olduğu valiyi şehirden çıkardıklarına, Ebû Turab’ın
(Hz. Ali) özrünü beyan ederek ona sürekli rahmet okuduklarına, düşman-
larından ve ona savaş açmış olanlardan sürekli uzak durulması gerektiği-
ni söylediklerine, tutuklanan diğer adamların da Hucr ile aynı fikirde olup
yakın adamları olduklarına[72] (aşağıdaki isimler de şehadet etmektedir.)”
Şahitlerle alakalı söylenmesi gereken bir başka husus ise; bunların
bir kısmının Ziyâd tarafından kendilerinin haberleri olmaksızın isimleri-
nin yazılmış olmalarıdır. Kûfe kadısı Şureyh bunlardan birisidir.[73] Şureyh,

[66] İ�bnü’l-Esî�r, III, 484.


[67] İ�bnü’l-Esî�r, III, 482.
[68] Belâzürî�, IV/I, 253; Taberî�, VI, 187; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 152; İ�bnü’l-Esî�r, III, 485;
Nüveyrî�, bu isimlerden sadece Utbe b. Ahnes’e yer vermemektedir. Bk. XX, 335.
[69] İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 152.
[70] Himyerî�, s. 536.
[71] Bk. Belâzürî�, IV/I, 255.
[72] Belâzürî�, IV/I, 254, 255; İ�bnü’l-Esî�r, III, 485. Benzer ifadeler İ�sfahânî� tarafından da ak- 89
tarılmaktadır. Bk. el-Eğânî, XVII, 149-150. Taberî� bu ifadelerin Ebû Burde’ye ait oldu-
ğunu belirtmektedir. Onun verdiği bilgiye göre Ebû Burde bu şekilde şahadet edince
Ziyâd diğerlerine de aynı şekilde şahadet ediniz demiştir. Bk. Taberî�, VI, 184-185.
[73] Belâzürî�, IV/I, 256; Bk. İ�bnü’l-Esî�r, III, 485; Nüveyrî�, XX, 335.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bu isimler arasında adının olduğunu öğrenince Muâviye’ye bir mektup


göndermiş ve bu şahitlikten haberinin olmadığını, Hucr hakkındaki şa-
hitliğinin ise onun müttaki ve müslüman bir şahıs olduğu, namaz kıldığı,
zekât verdiği, oruc tuttuğu, hac ve umreye gittiği, emri bi’l-ma’ruf ve nehyi
ani’l-münker yaptığı ve öldürülmesinin caiz olmadığı yönünde olduğunu
bildirmiştir.[74] Belâzürî�, yukarıdaki listeye kendi rızaları dışında yazılan
Şureyh haricinde başka insanların da olabileceğini belirtmektedir.[75]
Daha sonra Ziyâd, Hucr b. Adî� ve beraberindekileri Şebes b. Rib’î� er-
Riyâhî�, Vâil b. Hucr el-Hadramî�, Maskale b. Hübeyre eş-Şeybânî� ile Kesî�r
b. Şihâb’a teslim edip Şam’a götürmelerini emretmiştir.[76] Haklarında bi-
zatihi halifenin yanında şahitlik yapmaları için de Ebû Bürde b. Ebî� Mûsâ
el-Eş’arî�, Şureyh b. Hanî� el-Hârisî� ve Ebû Humeyde’yi göndermiştir.[77] Ay-
rıca Muâviye’ye bir mektup yazarak, “eğer şehre ihtiyacı varsa Hucr ve
arkadaşlarını buraya geri göndermemesini” ilâve etmiştir.[78]
Muâviye Şam’a getirilen Hucr ve arkadaşlarını Merc-Azrâ’da hapset-
tirmiştir.[79] Kendisine gönderilen iddianamenin etkisinde de kalarak bun-
ları yeryüzünde fesat çıkaran insanlar olarak değerlendirmiş ve onların
öldürülmesinin yeryüzünü fesattan kurtaracağına hükmetmiştir.[80] Kû-
fe’den vali tarafından gönderilen şahitler de Hucr ve beraberindekilerin
vali vekili Amr b. Huveyris’i taşladıklarını ifade etmişlerdir.[81]
Kendilerine yapılan bu muameleden öldürüleceklerini anlamış olan
Hucr, Muâviye’nin görevlilerinden birisiyle ona haber göndermiş, kendisi
ile bir anlaşma yaptıklarını, bu anlaşma gereği kendilerine eman verildi-
ğini, herhangi bir müslümanı öldürmediklerini, bir cinayete girişmedikle-
rini, bu sebeple kendilerinin öldürülmesinin caiz olmadığını söylemiştir.[82]
Ancak Muâviye bu itirazı kabul etmemiştir. Cerî�r b. Abdullah’ın devreye
girmesiyle Â� sım b. Avf ve Verkâ’ b. Sümey; Vâil b. Hucr’un devreye girmesi
ile Erkam; Ebü’l-A’ver es-Sülemî�’nin devreye girmesiyle Utbe b. el-Ahnes;[83]
Hamza[84] b. Mâlik el-Hemdânî�’nin devreye girmesiyle Saî�d b. Nimrân;

[74] Belâzürî�, IV/I, 256; Taberî�, VI, 188; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 153; Nüveyrî�, XX, 335.
[75] Bk Belâzürî�, IV/I, 255.
[76] Belâzürî�, IV/I, 256; Nüveyrî� ise Hucr ile arkadaşlarını Şam’a götürenlerin, Vâil b.
Hucr el-Hadremî� ile Kesî�r b. Şihâb olduklarını söylemektedir. XX, 335.
[77] Bk. Dî�neverî�, s. 224.
[78] Belâzürî�, IV/I, 257.
[79] Belâzürî�, IV/I, 256; Taberî�, VI, 189; İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b.
Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), el-Maârif (trc. Hasan Ege), İ�stanbul trs, s. 230;
İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 152; İ�bnü’l-Esî�r, III, 486; Himyerî�, s. 536; Nüveyrî�, XX, 336.
90 [80] Bk. İ�bn Arabî�, s. 220.
[81] Dî�neverî�, s. 224.
[82] Belâzürî�, IV/I, 262; İ�bnü’l-Esî�r, III, 486.
[83] Belâzürî�, IV/I, 257; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 154; Nüveyrî�, XX, 336.
[84] Bunun Humre b. Mâlik olduğu da rivayet edilmektedir. Bk. Nüveyrî�, XX, 336.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Habî�b b. Mesleme el-Fihrî�’nin devreye girmesiyle de İ�bn Cüeyye serbest


bırakılmışlardır.[85] Ancak Hucr için yapılan şefaat girişimleri hiçbir sonuç
vermemiştir. Zira Muâviye’nin, Hucr’un öldürülmesinin Kûfe’deki diğer
muhaliflere gözdağı vereceği kanaati taşıdığı anlaşılmaktadır. Bunun için
de Mâlik b. Hübeyre es-Sekûnî�’nin Hucr için bağışlanma isteği geri çev-
rilmiş; Hucr’un salıverilmesi durumunda bir başka ayaklanmayı organize
edeceği ileri sürülmüştür.[86]
Hucr ve beraberindekileri öldürme görevi Muâviye tarafından Hud-
be b. Feyyâz el-Kudâî�, Husayn b. Abdullah el-Kilabî� ve Ebû Sarî�f el-Bedrî�
adındaki cellatlara verilmiştir.[87] Bu görevliler Hucr’un arkadaşlarına, Hz.
Ali’den “teberra edip kendisine lânet etmeleri durumunda” bağışlanabile-
ceklerini, aksi takdirde Kûfelilerin haklarındaki şahadetlerine göre kanla-
rının helal olacağından dolayı öldürüleceklerini bildirmişlerdir.[88] Bu iste-
ğe yanaşmamaları üzerine Hucr b. Adî�, Şerî�k b. Şeddâd el-Hadramî�, Sayfî�
b. Fuseyl eş-Şeybânî�, Kabî�sa b. Dubay’a el-Absî�, Muhriz b. Şihâb el-Minkarî�
ve Kidâm b. Hayyân el-Anzî� orada öldürülmüşlerdir.[89] Abdurrahman b.
Hayyân el-Anzî� ise, Şemî�r el-Has’amî� ile birlikte Muâviye ile görüşmek
üzere kendisinden randevu talep etmiştir.[90] Muâviye, bunlara randevu
vermiş, Şemî�r b. Abdullah el-Has’amî�, eski fikirlerinden rücu ettiğini bildi-
rince Kûfe’ye geri dönmemek koşuluyla salıverilmiştir.[91] Abdurrahman b.
Hayyân ise eski fikirlerinden vazgeçmediği gibi Muâviye’yi, kabilesi olan
Rebî�a’dan hiç kimsenin Şam’da olmadığı için kendisini öldürmeye cesaret
ettiği şeklinde suçlayarak Allah’tan korkmaya çağırması üzerine, Ziyâd’a
geri gönderilerek en çetin şekilde cezalandırılması istenmiştir. Ziyâd da
onu diri diri toprağa gömerek öldürmüştür.[92] Böylece Abdurrahman ile
birlikte öldürülenlerin sayısı yediye yükselmiştir.[93]
Rivayetlere göre Hucr, öldürülmeden önce cellâtlara iki rekât namaz
kılmasına müsaade edilmesini istemiştir. Görevliler izin verince Hucr iki

[85] Belâzürî�, IV/I, 257; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 154; Nüveyrî�, XX, 336.
[86] Belâzürî�, IV/I, 257; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 154; İ�bnü’l-Esî�r, III, 486; Nüveyrî�, XX, 336-7.
[87] Belâzürî�, IV/I, 257; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 154; Nüveyrî�, XX, 337.
[88] Belâzürî�, IV/I, 257; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 155; İ�bnü’l-Esî�r, III, 487; Himyerî�, s. 536.
[89] Belâzürî�, IV/I, 262; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 155; İ�bnü’l-Esî�r, III, 488. İ�bn Hazm, öl-
dürülenler arasında Umeyr b. Yezî�d b. Amr b. Şurâhil’in de olduğunu belirtmekte-
dir. Bk. Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saî�d el-Endelusî�, (456/1064), Cemheretu
ensâbi’l-Arab (thk. Komisyon), Beyrut 1983, s. 427.
[90] İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 156; İ�bnü’l-Esî�r, III, 488; Nüveyrî�, XX, 338.
[91] Belâzürî�, IV/I, 258; Nüveyrî�, XX, 338. Şemir b. Abdullah bunun üzerine Musul’a yer-
leşti. Bk. İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 156.
[92] Belâzürî�, IV/I, 258, 259; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 157; İ�bnü’l-Esî�r, III, 488; Nüveyrî�, 91
XX, 338.
[93] Mes’ûdî� ise on dördünün de öldürüldüğünü söylemektedir. Bk. Mes’ûdî�, III, 12.
Hâlife b. Hayyât ise sadece dördünün adını zikretmektedir. Bk. Halî�fe b. Hayyât, Ebû
Amr, (240/854), Târîhu Hâlife b. Hayyât (thk. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1993, s. 160.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

rekât namazı aceleyle kılmış, “Vallahi ölümden korktu dememiş olsaydı-


nız bunu uzatırdım.” demiştir.[94]
Netice olarak Hucr b. Adî� hadisesi Muâviye ve valilerinin Hz. Ali’ye
minberde lânet okuma/okutma politikaları sonucu doğmuştur. Kûfe’de
Hucr ile birlikte bir avuç gözü pek insan, Emevî� iktidarı tarafından baş-
latılmış olan bu nahoş uygulamaya karşı çıkmış; bu uygulamanın kaldırıl-
ması yönünde mücadele etmiştir. Ancak Emevî� iktidarı Hucr ve arkadaş-
larının bu tavrını, başlayacak olan geniş kapsamlı bir isyanın ayak sesleri
olarak mütalaa etmişlerdir. Nitekim vali, Ziyâd’ın bu bir avuç gözü pek
insanı tutuklatıp Şam’a göndermesinden sonra Muâviye’ye yazdığı mek-
tupta “Şayet Kûfe’ye ihtiyacın varsa Hucr ve arkadaşlarını geri gönderme.”
demesi bunu göstermektedir.
Hucr hareketinin başlamasından bitişine kadar gelişen olaylar zinciri
ciddi bir şekilde incelendiğinde görüleceği gibi mezhepsel bir duruştan ya
da -bazı ilim adamlarının iddia ettiği- ekonomik bazı beklentilerden çok
uzak olduğu görülecektir. Dahası bu hareket, asla önceden planlanmamış,
tamamen doğal olarak gelişmiş olup organize bir hareket olmaktan da çok
uzaktır. Hareketin lideri olarak gösterilen Hucr, haksızlığa karşı mücadele
etmeye çalışmak dışında bir başka amaca sahip değildir. Tamamen bir sivil
muhalefet olan bu hareket, Emevî�ler tarafından acımasızca yok edilmiştir.
Hucr b. Adî� ve arkadaşlarının idam edilmeleri, Emevî�lerin beklentile-
rinin aksine onların lehine değil, aleyhine bir sonuç vermiştir. Nitekim bu
insanlara yapılanlar sadece Kûfe’de değil, İ�slâm âleminin hemen hemen
her yerinde yankı bulmuştur. Rivayetlere göre Haber Medine’ye Hz. Â� i-
şe’ye ulaştığında, Hucr’un öldürülmesine çok üzülmüş, onun iyi bir müs-
lüman olduğunu ifade etmiş, Emevî� iktidarını eleştirmiştir.[95] Yine Emevî�
döneminin en yetkin bilginlerinden Hasan Basrî�, “Muâviye’nin Ziyâd’ı ne-
sebine katması, Yezî�d’i veliaht edinmesi, hilâfeti silah zoru ile ele geçirme-
si ve Hucr ile arkadaşlarını öldürmesi dolayısıyla helak olacağını” söyle-
yerek, o günkü Müslümanların bu hadiseye bakışını ortaya koymaktadır.[96]
Ayrıca bu hareket Emevî� karşıtı, bir başka ifade ile muhalefeti beslemiştir.
Nitekim Hz. Hüseyin, Muâviye’ye bir mektup göndererek Ziyâd’ın Irak’ta
yaptıkları ile Hucr’u öldürmesini ağır bir dille eleştirmiştir.[97] Hz. Hüseyin
tarafından Emevî�lere yönelik başlatılan muhalefet hareketinde bu hadise-
nin de etkilerinin bulunduğu kuşkusuzdur.

92 [94] Bk. Belâzürî�, IV/I, 257; Mes’ûdî�, III, 12; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 155; İ�bnü’l-Esî�r, III,
487; Himyerî�, s. 536; Nüveyrî�, XX, 337.
[95] Belâzürî�, IV/I, 262-63; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVII, 158; İ�bnü’l-Esî�r, III, 490.
[96] İ�bnü’l-Esî�r, III, 490; Nüveyrî�, XX, 340.
[97] Belâzürî�, II, 103.
Prof. Dr. Ünal KILIÇ
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

2. Kerbela Olayı

Kerbela’ya gidilen süreçte, Muâviye’nin oğlunu kendisinden


sonra devletin başına geçirmek için veliaht tayin etmek üzere
teşebbüste bulunmasının önemli bir yeri vardır.

Hz. Hasan’ın halifelikten feragat ederek hilafeti belli şart-


larla Muâviye’ye devretmesine karşı çıkmasına rağmen Hz.
Hüseyin, ağabeyinin bu kararına uyarak kendisi de Muâviye’ye
biat etmiş ve Muâviye ölene kadar biatine sadık kalmıştır. Muâ-
viye’nin halifeliği döneminde bazı icraatlarını onaylamamasına
karşın biatini muhafaza etmiştir. Yezî�d’in veliaht tayini ile ilgili
teşebbüsler gündeme gelene kadar Muâviye ile ciddi bir tartış-
ma içerisine girmemiş, siyasetten uzak kalmıştır. Bununla birlik-
te Muâviye’nin veliahtlıkla ilgili faaliyete geçmesi ve bu hususta
şiddete başvurması dâhil çeşitli yöntemleri kullanması, pek çok
kimse gibi Hz. Hüseyin’i de huzursuz etmiştir.

İ�slâm tarihinde şûra ve seçime dayalı halifelik sistemini de-


ğiştirerek yerine oğlunu tayin fikrini (veliahtlık) ilk izhar eden
Muâviye’dir.[1] Muâviye, Yezî�d’e biat almak için öncelikle kendi-
sine yakınlığıyla bilinen Şamlılara müracaat etti ve onların biat-
lerini aldı.[2] Sonra da Iraklıların biatlerini kendine has yöntem-
lerle almayı başardı. Ardından da Medinelilerin biatlerini almak
için teşebbüse geçti.[3]

[1] Ö� mer Süleyman, el- Ukeylî�, “Mübayaatü bi Yezî�d b. Muâviye bi velâye-


ti’l-ahd”, Mecelletü Külliyetü’l-Âdâb, Riyad 1985, sayı:XII/2, s.396;
Muhammed es-Seyyid el-Vekî�l, el-Emeviyyûn beyne’ş-Şarki ve’l-Gar-
bi, Beyrut 1416/1995, s. 180; Taha Hüseyin, el-Fitnetü’l-kübra (Ali ve
benûh), byy ve ts., s. 1012-1013.
[2] el-İ�mâme ve’s-Siyâse (thk. Taha M. ez-Zeynî�), Beyrut 1967, I, 151;
el-Hüseyin b. Ali el-Mes’ûdî�, Mürûcü’z-zeheb (thk. M. Muhyiddin
Abdülhamid), Beyrut 1408/1988, III, 35-36; Ahmed b. Muhammed 93
İ�bn Abdürabbih el-Endelûsî�, el-İkdü’l-Ferîd (thk. M. Saî�d Uryan), Kahire
1359/1940, IV, 338-339; Celaleddin es-Süyûtî�, Târîhu’l-hulefâ (thk. M.
Muhyiddin Abdülhamid), byy ve ts., s. 196.
[3] İ�bn Abdürabbih, IV, 338-339; Süyûtî�, s.196.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Muâviye, Medinelilerin biatlerini temin için tedrici bir metod kullandı


ve söz konusu bölgede yaşayanların biatlerini alma konusunda önce Me-
dine valisi ve amcazadesi Mervân b. el-Hakem’den, sonra da halefi Saî�d b.
el-Â� s’dan istifade etti.[4]

Valileri aracılığıyla Medinelilerin biatlerini alamayacağına kanaat ge-


tiren Muâviye, bu işi bizzat gerçekleştirmek düşüncesi ile önce Medine’ye
uğramış bunlarla görüşmeler yaparak ikna etmeye çalışmışsa da özellikle
Hz. Hüseyin ile İ�bn Zübeyr’in tavrında her hangi bir değişiklik olmamıştır.[5]
Bununla birlikte Muâviye’nin yine kendisine has yöntemlerle bu grupta-
kilerden Hz. Hüseyin ve İ�bn Zübeyr dışındakilerin (İ�bn Ö� mer, İ�bn Abbâs
gibi) biatlerini aldığı, en azından Yezî�d’in veliahtlığı hususunda onların
sessiz kalmalarını temin ettiği anlaşılmaktadır.

Muâviye tarafından Müslümanların birliğini korumak amacıyla ger-


çekleştirildiği söylenen veliahtık meselesi, ne yazık ki, bizatihi Müslüman-
ların veliahtlık taraftarları ve muhalifleri olmak üzere ikiye bölünmesine
yol açtı. Veliahtlık taraftarları olanlar, Suriyeliler ve hanedan mensupla-
rıydı. Veliahtlığa muhalif olanlar ise, Hicâz’da halifeliğe Yezî�d’den daha
lâyık olduklarını düşünen Kureyşliler ile Ali taraftarlığıyla bilinen ensâr;
Irak’da ise Benî� Ü� meyye’ye karşı olan Ali taraftarları ve Hâricî�ler idi. Bun-
lar, muhalefetlerini gizlemiyor, birçoğu ta ilk andan itibaren bunu açıkça
ifade ediyordu. Hicâz’da muhaliflerin önde gelenleri Hz. Hüseyin, İ�bn Zü-
beyr ve İ�bn Ö� mer’di. Ü� meyye ailesi içindeki muhaliflerin başlıcaları ise
Abdullah b. Â� mir, Mervân b. el-Hakem, Saî�d b. Â� s ve Hz. Osman’ın oğlu Saî�d
b. Osman idi.[6]

Hz. Hüseyin, Yezî�d’in veliahtlığına birtakım gerekçelerle sıcak bakma-


masına rağmen Muâviye’nin vefatına kadar sessiz kalmayı tercih ederek,
ona yaptığı biate bağlı kaldı; bu dönemde herhangi bir kıyama kalkışmadı.

Tarihçilerin belirttiğine göre Muâviye 60’da (680) öldü. Yezî�d kısa


süre zarfında iktidar koltuğuna oturdu. İ�ktidara geldiğinde otuz dört ya-
şındaydı. Muâviye’nin uyguladığı politika neticesinde İ�slâm devletinde
sükûnet sağlanmıştı. Bundan dolayı da babasının ölümünden sonra Yezî�d,

[4] el-İmâme ve’s-siyâse, I, 151.


[5] el-İmâme ve’s-siyâse, I, 157; İ�bn Abdürabbih, IV, 340; Muhammed b. Cerî�r et-Ta-
berî�, Târîhu’t-Taberî (thk. M. Ebü’l-Fazl İ�brahim), Kahire, ts. (de Goege neşrinden),
IV, 224; İ�zzüddin Ebü’l-Hasan İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-târîh, (nşr., C. J. Tornberg),
94 Beyrut 1399/1979, III, 508-510.
[6] Akyüz, Vecdi, Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi, İ�stanbul 1991, s.185. Saî�d b. Osman,
kendisini halifeliğe Yezî�d’den daha layık gördüğü için Muâviye’ye oğlu Yezî�d’i ve-
liaht tayin etmek istemesi üzerine serzenişte bulunmuştur. Yahya b. Câbir el-Belâ-
zürî�, Ensâbü’l-eşrâf (thk. S. Zekkâr, R. Ziriklî�), Beyrut 1417/1996, VI, 246-247.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

problemi olmayan bir devletin başına geçti. Onu bekleyen tek sıkıntı ba-
bası döneminde de muhalefette bulunan kimselerin biatlerini almaktı.

Abdullah b. Ö� mer ve Abdullah b. Abbâs’ın fazla direnmeksizin biat et-


melerinden sonra Yezî�d’in halifeliğine karşı direnenlerin grubun sayısının
ikiye düştüğü söylenebilir. Bunlar Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’dir.

Babası öldüğünde Medine’de bulunan Hz. Hüseyin ve İ�bn Zübeyr’in


biatlerinin ivedilikle alınması için harekete geçen Yezî�d,[7] bu işi Medine
valisi aracılığıyla halletmeye çalışmışsa da valinin adı geçen şahıslarla
yaptığı görüşmede bu mümkün olmamıştır. Yezî�d’in biat alınması için ge-
rekirse şiddet kullanılması,[8] hatta biat etmemeleri durumunda bunların
öldürülmesine[9] dair emrini içeren mektubuna rağmen valinin şiddet
yanlısı olmayan kişiliği sebebiyle bu zevatla ilgili bir zorlamadan kaçın-
dığına[10] dair farklı rivayetlere rastlanılmaktadır. Bu görüşmenin hemen
akabinde, önce İ�bn Zübeyr, ondan hemen sonra da Hz. Hüseyin biat etme-
den orada ikamet etmelerine izin verilmeyeceğini anladıkları Medine’yi
terk ederek Mekke’ye gitmişlerdir (Receb 60/ Mayıs 680).

Hz. Hüseyin’in Medine’yi terk etmesinde gördüğü bir rüyanın etkili


olduğunu söyleyenlerin[11] yanı sıra başka sebeplerden de söz edenler var-
dır. Hz. Hüseyin Yezî�d’e biat etmeksizin Medine’de kalamayacağını, akra-
balarının da kendi yüzünden rahat bırakılmayacağını tahmin ediyordu.[12]
Bu sebeple de Medine’yi terk etmeye karar vermiştir. Ayrıca harbin yasak
olduğu emin belde Mekke’ye giderek kendisini emniyet altına almak is-
temiş olmalıdır. Zira devlet otoritesinin çok güçlü hissedildiği Medine’de,
Hz. Hüseyin ve akrabaları, hayatlarından emin değillerdi.[13]

Hz. Hüseyin, 60 yılının Receb ayının sonlarında geldiği Mek-


ke’de, dört ay kaldı.[14] O, bu süre zarfında, Mekkelilerle ve oraya umre

[7] Ahmed b. Davud Ebû Hanife ed-Dineverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdülmünim Â� mir,
Cemaleddin eş-Şeyyal), Bağdat 1379/1959, s. 227; Ahmed b. Ebî� Yak’ûb el-Ya’kûbî�,
Târîhu’l-Ya’kûbî (thk. Abdülemir Mühenna), Beyrut 1413/1993, II, 154.
[8] Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf, V, 313; Taberî�, IV, 250; Ebû Muhammed İ�bn A’sem el-Kûfî�,
el-Fütûh, Beyrut, ts., III, 8; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 15.
[9] Ebû Mihnef, Maktelü’l-Hüseyin, Bağdat 1977, s.10; Ya’kûbî�, II, 154.
[10] Ebû Abdullah Muhammed İ�bn Sa’d, et-Tabakatü’l-kübrâ, Beyrut, ts., V, 327; Belâzürî�,
Ensâb, V, 317; Dî�neverî�, s. 227; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 15.
[11] Bu rüyayla ilgili olarak bk. Ebû Mihnef, s. 36-37; İ�bn A’sem, III, 20-21. Ayrıca bk.
Algül, s. 130-131.
[12] Murat Sarıcık, “Kerbela Olayı’nda el-Hurr b. Yezî�d ve Hz. Hüseyin İ�le Mücadelesi”,
SDÜİFD, Isparta 1995, sy. II, s. 108; Hasan Onat, “Şiî�liğin Doğuşu Meselesi”, AÜİFD, 95
Ankara 1997, sayı XXXVI, s. 65-66.
[13] Sarıcık, s. 108.
[14] Ya’kûbî�, II, 156-157; Muhammed b. Hasan ed-Diyarbekrî�, Târîhu’l-Hamîs fî ahvâli
enfesi nefîs, Dâru’s-Sadr, ts., II, 297.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

maksadıyla gelenlerle Emevî� Devleti ve Yezî�d’in iktidarı aleyhinde ko-


nuşmalarda bulundu. Hz. Hüseyin’in burada olası bir ayaklanma ha-
rekâtı için yeterli desteğe ulaşamadığı söylenebilir. Aksi halde Mekke’yi
terk etmek istemezdi.

Hz. Hüseyin’in bu tür bir hareket için beklediği yardım vaatleri Kû-
fe’den gelmeye başladı. Muâviye’nin öldüğünü, Yezî�d’in iktidara geçtiğini
ve Hz. Hüseyin’in ona biat etmemek için Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfe-
liler, Hz. Ali’ye sempatisiyle tanınan Süleyman b. Surad’ın evinde toplana-
rak durum değerlendirmesi yaptılar. Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet etmeye
ve bu amaçla da ona davet mektupları göndermeye karar verdiler.[15]

Hz Hüseyin’e gönderilen elçiler ve getirdikleri mektuplar ilk olarak


10 Ramazan 60’da (14 Haziran 680) Mekke’ye ulaştı.[16] Kûfeliler, bu mek-
tuplarında Hz. Hüseyin’e biat edeceklerini, mescide gitmediklerini, vali-
nin arkasında namaz kılmadıklarını, Kûfe’ye geldiği takdirde valiyi şehir-
den uzaklaştıracaklarını ifade ediyorlardı.[17]

Hz. Hüseyin, Kûfelilerin verdikleri sözlerinde samimi olup olmadık-


larını ve kendisine desteğin boyutlarını öğrenmek üzere amcasının oğlu
Müslim b. Akî�l’i Kûfe’ye göndermeye karar verdi.[18]

Müslim’in Kûfe’ye gitmesinden sonra Hz. Hüseyin tarafından başlatı-


lan faaliyetin Mekke’den ziyade Kûfe’ye kaydığı söylenebilir. Bu durumda
Yezî�d, dikkatini Mekke’de bulunan Hz. Hüseyin’den çok Kûfe’de bulunan
Müslim b. Akî�l’in çalışmalarına yöneltti.

Hz. Hüseyin, her şeyden önce Yezî�d’i meşru halife olarak görmediği
için kıyama kalkışmıştır.[19] Çünkü Yezî�d, İ�slâm’ın öngördüğü şûra, seçim
ve ehliyet prensiplerine riayet edilmeden veliaht tayin edilmiş, sonra da

[15] Ebû Mihnef, s. 17; el-İmâme ve’s-siyâse, II, 4; Belâzürî�, Ensâb, III, 373; Ebü’l-Ferec
Ali b. Hüseyin el-İ�sfahânî�, Makâtilu’t-Tâlibiyyîn (thk. es-Seyyid Ahmed Sakr),
Beyrut 1408/1987, s. 99; İ�brahim Vâsıf, Şehâdeti Hüseyin İ�bn Ali, Metin Matbaası
1327/1909, s. 7.
[16] Julius Welhausen, İ�slâmiyetin İ�lk Devrinde Dini- Siyasi Muhalefet Partileri (trc.
Fikret Işıltan), Ankara 1989, s. 98.
[17] Ebû Mihnef, s. 17-19; Ahmed b. Davud ed-Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl (thk.
Abdülmünim Â� mir, Cemaleddin eş-Şeyyal), Bağdat 1379/1959, s. 231-232; İ�bn
A’sem, III, 31-36; İ�sfahânî�, Makâtil, s. 99; İ�bnü’1-Esî�r, IV, 20-21; Şihabüddin Ahmed
b. Abdülvehhab en-Nüveyrî�, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb (thk. M. Rıfat Fethullah,
�brahim Mustafa), Kahire 1395/1975, XX, 385-386.
96 [18] Ebû Mihnef, s. 18; Dî�neverî�, s. 230; İ�sfahânî�, Makâtil, s. 99; İ�bnü’1-Esî�r, IV, 20-21.
Ebû Mihnef, Kûfelilerin Hz. Hüseyin’den aramızda Allah’ın hükmü ve dedenin sün-
netiyle karar vermesi için ailenden (Ehli Beyt’ten) birini bize gönder.” diye talepte
bulunduklarını belirtiyor (Maktel, s. 18).
[19] Levi Della Vida, “Emevî�ler”, İ�A, İ�stanbul 1964, IV, 243.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

iktidar makamına geçmiş


bir kimseydi.[20] Hz. Hüse-
yin’in Yezî�d’e biati yoktu;
dolayısıyla itaati için bir
neden de söz konusu de-
ğildi.[21] İ�slâm’a uymayan
yaşam tarzı ve yaşının
küçüklüğü gibi Yezî�d’in
şahsından kaynaklanan
bazı sebepler de Hz. Hü-
seyin’in ona karşı huruca
kalkışmasında etkili ol-
muştur. Ayrıca Kûfelilerin
davet ve tekliflerinin de
Hz. Hüseyin’in hurucunda
Resim 2:
önemli bir payı vardır.[22] En azından bu davet, Hz. Hüseyin’in devlete baş- Matrakçı Nasûh’a
kaldırabilmesi için cesaret verici bir unsur oldu. Ancak onun kıyamında (ö. 971/1564)
ait Kerbela
bu sebebin tek başına etken olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü minyatürü
söz konusu mektuplar, Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gitmesinden sonra gün- [https://bit.
deme geldi. ly/2Nzntp7]

Hz. Hüseyin tarafından görevlendirilen Müslim, Kûfe’de kaldığı dö-


nemde işlerini gizlilik içerisinde yürütmeye çalıştı. Hz. Hüseyin’e sempati-
leriyle bilinen ve bu noktada samimiyetleriyle tanınan kişilerin evlerinde
kaldı ve yine özellikle bu kimselerin yardımıyla Hz. Hüseyin adına Kûfe-
lilerden biat almaya başladı. Onlara Emevî� iktidarının yanlışlıklarından,
haksızlıklarından bahsetti. Kısa sürede çok sayıda taraftar kitlesine ulaş-
tı.[23] Hz. Ali’nin döneminden beri Kûfe’nin Ehl-i Beyt taraftarının merkezi
olduğu[24] göz önünde bulundurulduğunda Kûfelilerin bu teveccühü yadır-
ganmayacaktır.

Müslim b. Akî�l’in Kûfe’deki faaliyetleri gizlilik içerisinde sürmesine


rağmen burada olup bitenlerden haberdar olan bazı Emevî� yandaşları,

[20] Hibetüddin el-Hüseynî� eş-Şehristânî�, Nehdatü’l-Hüseyin, Beyrut, ts., s. 19; Seyyid


Hâdî� el-Müderrisî�, Kitâbü Aşûra, Beyrut 1985, s. 40-41.
[21] Yusuf el-Işş, ed-Devletü’l-Emeviyyetü ve’l-ahdâsü’lletî sebegatha, 1406/1985, s. 166-
167; Nebihe Akil, Hilâfetü benî Ümeyye, Beyrut 1394/1975, s. 101.
[22] Riyad İ�sa, s. 68; Ali Şerefüddin el-Musevî�, Dirâsât fî Sevreti’l-İmam el-Hüseyin,
(Arapçaya trc. Hüseyin Hâci), byy 1414/1993, s. 96. Işş, Kûfelilerin davetinin, Hz.
Hüseyin’in kıyamının asıl sebebi olduğunu söylemektedir (Işş, s. 166-167). 97
[23] Ö� rneğin el-İmâme ve’s-siyâse müellifi, 30.000 (II, 4), Ebû Mihnef ise 80.000 (Maktel,
s. 20) kişinin biatinden söz etmektedir.
[24] Adnan Demircan, İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, İ�stanbul 1996, s.
19.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

pasif gördükleri vali Numân b. Beşî�r’i ikaz etmişlerse de bir sonuç alama-
maları üzerine durumu Yezî�d’e bir mektupla bildirmişler ve ondan derhal
etkili bir vali görevlendirmesini istemişlerdir.[25] Bunun üzerine Yezî�d ta-
rafından görevden alınarak buraya Basra valililiğini de yürüten Ubeydul-
lah b. Ziyâd tayin edildi.

Gelişmelerden haberdar olan Yezî�d, Ubeydullah b. Ziyâd’ı Basra vali-


liğinin yanı sıra Kûfe’nin de valiliğine tayin etmiş; durumu kontrol altına
alması için Müslim ve Hz. Hüseyin’in faaliyetleri hususunda onu ikaz et-
miştir. Yezî�d’in Ubeydullah’a devlet aleyhinde çalışan Müslim ve Hz. Hü-
seyin’i öldürmesine dair bir emrinden de bahsedilirse de[26] kaynaklarda
bu konuda açık ve tutarlı bir bilgiye ulaşmak mümkün görünmemektedir.

Müslim’in saklandığı yeri öğrenen yeni vali Ubeydullah, onu evinde


misafir eden Hânî� b. Urve’yi tutuklatarak hapse attırdı, sonra da idam et-
tirip başını valilik kasrının duvarına astırarak teşhir etti.[27]

Böylece Ubeydullah, Müslim’in en büyük destekçisinden mahrum


kalmasını sağlayarak Kerbelâ öncesinde Kûfe’de hâkimiyeti ele geçirme
ve asayişi sağlama konusunda önemli bir engelden kurtuldu.[28]

Hânî� b. Urve’nin evindeyken Hz. Hüseyin’e işlerin yolunda olduğu-


nu, Kûfelilerin kendisine biat etmek için sabırsızlandığını ve bir an önce
Kûfe’ye gelmesi gerektiğini bir mektupla bildiren Müslim b. Akî�l, Ubey-
dullah’ın gelişinden sonra durumun aleyhte geliştiğini gördü. Ubeydul-
lah’ın ikinci adımının kendisine yönelik olacağını hissetti. Bu sebeple “Yâ
Mansûr öldür!” parolasıyla harekete geçti. Müslim’in etrafında bir anda
binlerce Kûfeli toplandı.[29] Ubeydullah’ın yanında ise az sayıda destekçisi
vardı.[30]

Müslim’in etrafında hızla toplanan Kûfeliler, Ubeydullah b. Ziyâd’ın


asılsız tehdit veya vaadleriyle devlete bağlı kalma hususunda ikna edilen
eşrâfın gayretleri ve ikna çabaları neticesinde aynı hızla onu terk etmeye
başladılar. Ö� yle ki, Kûfe sokaklarında tek başına kalan Müslim, yaşlı bir
kadına rica ederek bir süre onun evinde gizlendiyse de kısa süre içeri-
sinde yeri tespit edilerek yakalandı ve valinin huzuruna getirildi. Validen

[25] Dî�neverî�, s. 231; İ�bnü’1-Esî�r, IV, 22; Nüveyrî�, XX, 388; İ�bn Kesî�r,VIII, 155.
[26] Ebû Mihnef, s. 22; Taberî�, IV, 258; Dî�neverî�, s. 231.
[27] Geniş bilgi için, bk. Ebû Mihnef, s. 28; Taberî�, IV, 259; İ�bnü’1-Esî�r, IV, 27.
[28] Ahmet TuranYüksel, İ�htirastan İ�ktidara Kerbela, Konya 2001, s. 70-71.
98 [29] Müslim’in kıyamında ona destek verenlerin sayısı hakkında değişik rakamlar zik-
redilmektedir. 4000, 18000 ve 30.000 rakamı zikredilmekle birlikte daha Ziyâde
4000 rakamı benimsenmiştir. Bu sayılarla ilgili değerlendirme için bk. Demircan, s.
206-210.
[30] Elli kişiden bahsedilir. Taberî�, IV, 277; İ�bnü’1-Esî�r, IV, 30; İ�bn Asem, II, 57.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

vasiyetini yapmak için izin istedi. Orada bulunan ve akrabası da olan Ö� mer
b. Sa’d b. Ebî� Vakkas’a vasiyetini bildirdi. Ondan bu vasiyeti kimseye söy-
lememesini istedi.[31] Müslim’in ricasına rağmen Ö� mer b. Sa’d, bu vasiyeti,
özellikle de göndermiş olduğu mektup gereği Kûfe’ye gelmek üzere yola
çıkan Hz. Hüseyin’in bu seferden vazgeçmesi yönündeki isteğini Ubeydul-
lah’a haber vermekten geri durmadı, hatta böyle bir hareketin ahde vefa-
sızlık olması gerekçesiyle vali tarafından azarlandı.[32]

Ubeydullah, vasiyetini yapmasının ardından Müslim’in öldürülmesini


emretti. Sarayın damına çıkartılan ve aşağıda bekleyenlerin görebileceği
şekilde idam olunan Müslim b. Akî�l’in başı kesildi. Ubeydullah, Müslim ve
Hânî�’nin kesik başlarını Şam’a, Yezî�d’e gönderdi, ayrıca bir de mektup ya-
zarak olanları anlattı.[33]

Müslim’in öldürülüşü ile Hz. Hüseyin’in yolculuğu arasında şöyle bir


tarih tesbiti yapılmaktadır: Müslim b. Akî�l, 8 Zilhicce 60 tarihinde Kûfe’de
kıyamını başlattı. Bir gün sonra da (9 Zilhicce 60) öldürüldü.[34] Hz. Hüse-
yin ise 8 Zilhicce’de Kûfe’ye gitmek üzere Mekke’den yola çıktı.[35]

Kûfe’de Müslim’in öldürülmesiyle Ehl-i Beyt adına alınan bu mağlubi-


yet, Kerbela’da uğranılan felâketin mukaddimesi niteliğindedir.

Hz. Hüseyin, Müslim b. Akî�l’den aldığı haberlere güvenerek Kûfe’ye


doğru harekete geçmeye karar verdi.[36] Onun Mekke’yi terk etmesiyle il-
gili gerekçeleri hakkında şunları söyleyebiliriz: Hz. Hüseyin, her şeyden
önce Mekke’de Yezî�d’e biat etmeden kalamazdı. Çünkü böylesi bir du-
rumda devletin güçlerine karşı kendisine arka çıkacak bir taraftar kitle-
sine Mekke’de sahip değildi.[37] Yine Hüseyin Mekke’de kaldığı takdirde,
Yezî�d’in hac dolayısıyla oluşacak kalabalık ve kargaşadan istifade ederek

[31] 1000 dirhemlik borcunun ödenmesi, kendisine öldürüldükten sonra müsle yapıl-
maması, başına gelenlerden Hz. Hüseyin’in haberdar edilmesi, ona Kûfelilere gü-
venmemesi ve Mekke’ye gidip orada ikamet etmesinin bildirilmesidir. Geniş bilgi
için bk. Ebû Mihnef, s. 32-33; Dî�neverî�, s. 241; Taberî�, IV, 282; İ�bn A’sem III, 64-65;
İ�bn Abdürabbih, IV,346-347.
[32] Ebû Mihnef, s. 34; Dî�neverî�, s. 241-242.
[33] Ebû Mihnef, s. 35-36; Taberî� (Ebû Mihnef kanalıyla), IV, 285Cemalüddin Ebü’l-
Ferec İ�bnü’l-Cevzî�, el-Muntazam fî tarihi’l-mülûki ve’l-ümem (thk. M. Abdülkadir
Atâ, Mustafa Abdülkadir Atâ), Beyrut 1412/199, V, 329. Yezî�d’in olanları duyduktan
sonra memnun olduğu hususunda bk. Ebû Mihnef, s. 35-36.
[34] İ�bn Kesî�r, VIII, 171; Sıbtu İ�bnü’l-Cevzî�, s. 221; Abbâs Mahmud el-Akkad, Ebü’ş-
şühedâ el-Hüseyin b. Ali, byy ts., s. 65.
[35] Akkad, s. 65.
[36] Belâzürî�, bu haberin Müslim tarafından ölümünden 20 gün önce yazıldığını söylü- 99
yor (Ensâb, III, 378).
[37] Muhammed Süheyl et-Takkuş, Târîh’d-devleti’l-Emeviyye, Beyrut 1416/1996, s. 45; Resul
Câferiyân, Masum İmamların Fikrî ve Siyasî Hayatı (trc. Ca‘fer Bayar), İ�stanbul 1994, s.
139; İ�brahim Beydûn, min Devleti Ömer ilâ Abdülmelik, Beyrut 1411/1991, s. 185.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kendisine bir suikast düzenleyebileceğinden de endişeleniyordu.[38] Ayrı-


ca Hz. Hüseyin’in, -biat etmediği takdirde- kendisi ve ailesi için mukadder
olan bir facianın Mekke’de olmasının hac dolayısıyla hem daha çok kan
akmasına, hem de oranın hürmetinin ihlaline neden olacağı endişesiyle
-bütün ısrarlara rağmen- Hicâz’ı terk etmeye karar verdi. O güne kadar
Mekke’ye gelen hacılara gerekli propagandayı zaten yaptığından Mek-
ke’de yapacağı bir iş de kalmamıştı. Ü� stelik hacıların gitmesinden sonra
devletin baskısı daha da artabilirdi.[39]

Hz. Hüseyin’in Mekke’yi bu kadar çok düşünmesi, oranın İ�slâm’ın be-


şiği ve en kutsal beldesi olmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca hac mevsimi
dolayısıyla yoğun bir nüfusa sahipti. Ortaya çıkacak küçük bir kıvılcım bile
pek çok kişinin ölümüne sebep olabilirdi. Onun Kûfe’yi tercihi, Kûfelile-
rin hayatlarını önemsemediği anlamına gelmemelidir. Çünkü Hz. Hüseyin,
kendisine sempati duyan ve aralarında tarihî� bir bağ bulunan Kûfelileri
seviyor olmalıdır. Ancak O, belki de Mekke’den çıkarken kazanacağı za-
manla işlerin durulacağını düşünüyordu. Ü� stelik Mekke’den ayrılırken
kendisini bekleyen bir felaketten zaten habersizdi. Dolayısıyla böyle bir
felaketin gerçekleşeceğini bilseydi oraya da gitmeyebilirdi.

Hz. Hüseyin’in kıyam için Kûfe’yi tercih etmesinde de bazı hususla-


rın etkili olduğu belirtilebilir. Bu noktada akla gelen ilk sebep Kûfeliler-
den gördüğü ilgiyi başka vilayetlerden görmemiş olmasıdır. Kûfeliler, ona
destek olacaklarını açıkça vaad ediyorlardı.[40] Ayrıca Yezî�d’e karşı girişi-
lecek bir kıyamda en güçlü tepkinin Kûfe’den çıkacağı düşüncesinin de
Hz. Hüseyin’in Kûfe’yi tercih etmesinde rolü vardır. Çünkü Kûfeliler, Hz.
Ali’nin hilafeti esnasında sahip oldukları rahat, huzur ve gelirden Muâviye
ve Yezî�d döneminde mahrum kaldılar. Dolayısıyla Emevî� Devleti’ne karşı
yoğun bir nefret içerisindeydiler. Bu nefret onların, Hz. Hüseyin’in önder-
liğindeki bir harekete destek olmalarına sebep olacaktı. Bunun bilincinde
olan Hz. Hüseyin, söz konusu tepkiyi kendi lehine kullanmak için Kûfe’yi
tercih etmiş olmalıdır.[41]

Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gideceğini duyan bazı kimseler, kendisine ge-


lerek bu husustaki fikirlerini beyan ettiler. Ancak bu tavsiyeler Kûfe’ye
gitme hususunda kararlı olan Hz. Hüseyin’i vaz geçirmeye yetmedi. Başını

[38] Ebû Ali el-Fazl b. el-Hasan et-Tabersî�, İ�’lâmü’l-verâ bi e’lâmi’l-Hüdâ, Beyrut 1985, s.
268; S.V. Ali Mir AhmedHusain The Saviour of Islam, �ran, ts., s. 159-160.
100 [39] Şehristânî�, s. 66; İ�brahim ez-Zincânî� el-Mûsevî�, Cevle fi’l-emâkini’l-mukaddeseti,
Beyrut 1985, s. 96.
[40] Nüveyrî�, XX, 405; Câferiyan, s. 113; Beydûn, s. 185; Akkâd, s. 65.
[41] Şemsüddin, s. 189; Ö� mer Ferruh, Târîhu Sadri’l-İslâm ve’d-devleti’l-Ümeviyye,
Beyrut 1986, s. 133; Câferiyan, s. 113; Mûsevî�, s. 96-97; Tâhâ Hüseyin, s. 990.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Abdullah b. Ö� mer ve Câbir b. Abdullah’ın çektiği bir grup, bu hurucun fit-


neye sebep olacağını ileri sürerek Hz. Hüseyin’i teşebbüsünden vazgeçir-
meye çalıştılar.[42]

Diğer taraftan Abdullah b. Abbâs ve Abdullah b. Mutî�, Ebû Saî�d


el-Hudrî�, Saî�d b. el-Müseyyeb, Abdullah b. Ca’fer, Amre bt. Abdurrahman
ve Muhammed b. el-Hanefiyye gibi kimselerin yer aldığı ikinci gruptakiler
ise Hz. Hüseyin’in hurucuna bazı siyasî� nedenlerle engel olmak için çaba
sarf ettiler:
• Kûfeliler, sözlerinde durmazlar. Nitekim daha önce Hz. Ali ve Ha-
san’a verdikleri sözlerinde de sadakat göstermediler.
• Hz. Hüseyin’in ölümü halinde Emevî�lere karşı direnecek kimse
kalmaz.
• Kûfeliler onu davet ediyorlar, ancak Kûfe’nin yönetimi ve beytül-
mali hâlâ Emevî�lerin elinde. Kûfeliler Emevî� idarecilerini henüz
başlarından uzaklaştıramadılar.
• Bütün aile fertlerinin bu sefere götürülmesi, olası bir mağlubiyet
neticesinde bu ailenin tüm üyelerinin ölümüne, dolayısıyla da
Ehl-i Beyt’in ortadan kaldırılmasına sebep olabilir.[43]

Yukarıdaki bilgilerden anlaşılan şu ki pek çok kimse Hz. Hüseyin’in


huruc için harekete geçmesine değil, izlemiş olduğu yönteme karşı çıkmış,
izlemesi gereken yöntem hususunda ikaz ederek tavsiyelerde bulunmuş-
lardır.

Kaynaklarda belirtildiğine göre Hz. Hüseyin, Müslim b. Akî�l’in kendi-


sine gönderdiği mektupta yazılanlara güvenerek aile efradı ile birlikte 8
Zilhicce 61 yılında Kûfe’ye gitmek üzere yola çıktı.[44] Yezî�d, bir mektupla
Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ı durumdan haberdar etti.

Ubeydullah, kendisinden beklendiği gibi, Hz. Hüseyin’e engel olmak


ve onu etkisiz hale getirmek için gerekli hazırlıkları yapmaya başladı. Di-
ğer taraftan Kûfe’de Müslim b. Akî�l’in ilk mektubunda belirttiği olumlu
havanın Ubeydullah tarafından bozulduğundan, taraftarlarının dağıtıldı-
ğından ve işlerin tamamen Emevî� Devleti’nin lehine dönüştüğünden ha-
bersiz bir şekilde yoluna devam eden Hz. Hüseyin, yolda karşılaştığı bazı
kimselerin onu caydırmak için söylediklerine de itibar etmedi.[45]

[42] Dî�neverî�, s. 243-244; Taberî�, IV, 254; 287-290. 101


[43] Bk. Halî�fe b. Hayyât, Târîh (thk. Ekrem Ziya el-Ö� merî�), Riyad 1405/1985, s. 231;
Belâzürî�, Ensâb, III, 376-377; Taberî�, IV, 287-290.
[44] Taberî�, IV, 301; İ�bn A’sem, V, 120; Mes’ûdî�, III, 70.
[45] İ�bnü’1-Esî�r, IV, 41; İ�bn Kesî�r, VIII, 182.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Müslim b. Akî�l’in öldürüldüğünü yarı yolda öğrenen Hüseyin b. Ali,


kendisine geri dönmesini tavsiye edenleri dinlemek istediyse de Müs-
lim’in kardeşlerinin, Kûfe’ye gidip intikam almak ya da ölmek hususunda
ısrar etmeleri üzerine yola devam etmeye karar verdi.[46]

Hz. Hüseyin, Kûfe’de olup bitenleri duymasına rağmen, herhalde


Müslim’in öldürülmesinden sonra bile Kûfelilerin sözlerinde durarak ken-
disine destek olacaklarını tahmin ediyordu. En azından onların hiçbir şey
olmamış gibi kolayca kendisini terk edip Ubeydullah’ın tarafına geçecek-
lerine ihtimal vermiyordu.[47] Ayrıca o, iktidarın kendisini öldürmeye cü-
ret edebileceğini düşünmüyordu.[48] Diğer taraftan Hz. Hüseyin, Mekke’ye
geri dönmesi halinde kendisini nasıl bir âkibetin beklediğinden de emin
değildi. O, hâlâ Kûfelilerin kendisiyle görüşmeleri halinde ikna olacakları-
nı ve tekrar saf değiştireceklerini umuyordu.

Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gelmekte olduğunu öğrenen Ubeydullah, onu


durdurmak için 4.000 kişilik bir orduyu Husayn b. Numeyr komutasında
Kadisiyye’ye[49] gönderdi. Bu ordu, Kûfelilerin Hz. Hüseyin ile irtibata geç-
mesini önlemekle görevlendirildi. Bunların görevi, Hz. Hüseyin taraftarı
olanların Kûfe’den ayrılıp ona katılmalarını ve bir güç oluşturmalarını en-
gellemekti.[50]

Ubeydullah, 1.000 kişilik bir birliğin başına da Hür b. Yezî�d’i tayin et-
ti. Hür, görevi icabı Hz. Hüseyin’in geri dönmesine ve Kûfe’ye gitmesine
[51]

engel oldu. Bir anlamda Hz. Hüseyin’i bu iki yönün dışında mecburi bir
yöne sevk etti.

Hür’ün kararlı tutumu karşısında Hz. Hüseyin, başka bir yol tuttu;
önce Ninova’ya[52] sonra da Kerbela’ya giden Hz. Hüseyin ve taraftarları,
burada konaklamak zorunda bırakıldı. Onların buraya gelmesinden bir
gün sonra da, Ubeydullah’ın gönderdiği Ö� mer b. Sa’d komutasındaki birlik
buraya ulaştı. Hz. Hüseyin’in Kerbela’ya inişiyle ilgili olarak tercih olunan
tarih 2 Muharrem 61’dir (2 Ekim 680).[53]

[46] Belâzürî�, Ensâb, III, 379; Muhammed b. Ahmed b. Temim Ebü’l-Arab et-Temî�mî�,
Kitâbü’l-Mihan (thk. Vehb el-Cebbûrî�), Beyrut 1408/1988, s. 146.
[47] Demircan, s. 244.
[48] İ�brahim Beydûn, s.187; Muhammed Rıza, el-Hasan ve’l-Hüseyin, Beyrut 1407/1987, s.92.
[49] Kadisiyye, Kûfe’ye 15 fersah mesafede bir yerdir (Yâkût el-Hamevî�, Mu’cemü’l-
büldân (thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî�), Beyrut 1410/1990, V, 331.
[50] Yüksel, s. 79.
102 [51] Mes’ûdî�, III, 70; Sıbtu İ�bnü’l-Cevzî�, s. 222.
[52] İ�bn A’sem, III, 94; 385; Nüveyrî�, XX, 423. Ninova. Kûfe arazisinde bir köydür (Bk.
Yâkût el-Hamevî�, IV, 391).
[53] Makdisî�, VI, 10; Julius Welhausen, İ�slâmiyetin İ�lk Devrinde Dini- Siyasi Muhalefet
Partileri (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1989, s. 107.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Ubeydullah, Kûfelileri iyi tanıyan bir kimse olarak Hz. Hüseyin’in Kû-
fe’ye gelişiyle onların tekrar Emevî� Devleti’ne cephe alabilecekleri düşün-
cesiyle bir takım tedbirler aldı. [54] Bunun sonucunda da Kûfe eşrafı, onun
yanında yer aldı. Diğerlerinin kalpleri Hz. Hüseyin ile birlikte, ama kılıçla-
rı ona karşı oldu.
Hz. Hüseyin’in mecburi konaklamaya tabi tutulduğu Kerbela mevkiine
gelen Ö� mer b. Sa’d’ın komutasındaki 4.000 kişiyle birlikte Ubeydullah ta-
rafından Hz. Hüseyin’i durdurmakla görevlendirilenlerin sayısı 5.000’i bul-
du.[55] Hz. Hüseyin, Ö� mer b. Sa’d’ın gönderdiği elçiye, kendisini Kûfelilerin
çağırdığını, 18.000 kişinin biat ettikten sonra biatlerini bozduğunu, dönüp
gitmek istediğinde Hür b. Yezî�d’in engel olduğunu ve kendisini buraya ka-
dar gelmek zorunda bıraktığını anlattı ve “İ�zin verin geldiğim yere dönüp
gideyim.” dedi.[56] Ö� mer b. Sa’d, Hz. Hüseyin ile çarpışmak istemediği için bu
cevaptan memnun kaldı ve durumu Ubeydullah b. Ziyâd’a bildirdi. Ubey-
dullah ise Yezî�d’e biati önermesini ve kabul etmemesi halinde kafilenin su
ile irtibatını kesmesini istedi. Bunun üzerine kafilenin su ile irtibatı kesildi.[57]
Durumun vahametini anlayan Hz. Hüseyin, yanındakilere dönerek,
dileyenin ayrılabileceğini, çünkü şartların umduğu gibi olmadığını, Kû-
fe’de gelişmelerin aleyhlerine bir hal aldığını söyledi. Onun bu sözleriyle
kendisiyle birlikte yolculuğa çıkanları aldatmamayı istediği belirtilmekte-
dir.[58] Hz. Hüseyin’in bu sözleri üzerine yolda kafileye katılanlar ayrıldılar.[59]
Dolayısıyla Mekke’den Hz. Hüseyin’le birlikte yola çıkanların oluşturduğu
küçük bir grup kaldı.
Ö� mer b. Sa’d ile Hz. Hüseyin’in, gizlice birkaç kez görüştükleri ve bu
görüşmelerden birinde Hz. Hüseyin’in Ö� mer b. Sa’d’a üç teklifte bulun-
duğu rivayet edilmektedir. Bu teklifler şunlardır: Bırak da geldiğim yere
(Hicâz’a) geri döneyim. Yezî�d’in yanına gitmeme izin ver. Ona gideyim,
elimi onun eline koyayım. O da benim hakkımda dilediği gibi hüküm ver-
sin.[60] İ� slâm serhadlerinden birine gitmeme ve orada cihadla uğraşma-
ma izin ver.[61]

[54] Belâzürî�, Ensâb, III, 386-387.


[55] İ�bn A’sem, III, 96; Ziyauddin Ö� mer b. Muzaffer İ�bnü’l-Verdî�, Târîhu İbnü’l-Verdî,
Beyrut 1417/1996, I, 164.
[56] Dî�neverî�, s. 253-254.
[57] Ethem Ruhi Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, İ�stanbul 1999, XVIII, 520; Algül, s. 120-121.
Ayrıca bk. Belâzürî�, Ensâb, III, 388-89; Ya’kûbî�, II, 156.
[58] Ebû Mihnef, s. 40; Taberî�, IV, 300-301.
[59] Belâzürî�, Ensâb, III, 393; İ�sfahani, Makâtil, s. 113.
[60] Bazı kimseler Hz. Hüseyin’in sadece “beni Yezî�d’le görüştürün” dediğini yoksa “gi- 103
dip de ona biat edeyim” şeklinde birşey söylemediğini kaydetmişlerdir, bk. İ�sfahânî�,
Makâtil, s. 114; Muâviye Ahsanullah, History of the Islamic World, New Delhi, ts., s. 47.
[61] İ�bn Abdirrabbih, IV, 347; Ahmed b. Osman Zehebî�, Târîhu’l-İslâm (thk. Abdüselam
Tedmûri), Beyrut 1410/1990, s. 13-14.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hz. Hüseyin’in, Ö� mer b. Sa’d’a


yukarıdaki tekliflerde bulunduğunu
söyleyen tarihçilerin yanında[62] bazı
gerekçeler ileri sürerek bu tür tek-
liflerin Hz. Hüseyin tarafından gün-
deme getirilmediğini belirtenler de
vardır.[63]

Hz. Hüseyin’in teklif ettiği hu-


susların valilik tarafından kabul
edilmemesi üzerine Hür b. Yezî�d, be-
raberindeki askerlerden bazılarıyla
birlikte Hz. Hüseyin’in safına geçti.[64]

Harita 2:
Hz. Hüseyin ve beraberindeki-
1916 tarihli lerin tamamına yakının ölümüyle neticelenen Kerbela olayı Aşûrâ günü,
Kerbela yani 10 Muharrem 61 tarihinde (10 Ekim 680)[65] başladı ve aynı gün sona
ve çevre
bölgelerine erdi. Birbirine denk olmayan kuvvetler arasında gerçekleşen çatışma tam
ait bir harita bir drama dönüştü. Savaşa başlarken yirmi üç süvari kırk piyadeden olu-
[https://bit. şan Hz. Hüseyin’in askerleri kısa sürede azaldı.[66]
ly/2uDX2HE]

Hz. Hüseyin’in Sinan b. Enes[67] veya Havlî� b. Yezî�d[68] tarafından önce


öldürülüp sonra da başı kesilene kadar devam eden çatışma, bundan son-
ra insanlık adına utanılacak manzaralara sahne oldu. Bu çatışma esnasın-
da Hz. Hüseyin’in taraftarlarından yetmiş iki kişi, Ö� mer b. Sa’d’ın ordusun-
dan ise seksen sekiz kişi öldü.[69] Hz. Hüseyin ve taraftarları öldürüldükten
sonra başları gövdelerinden ayrılarak, vücutları soyuldu ve bir takım ha-
karetlere maruz bırakıldılar. Ubeydullah’ın emriyle Ö� mer b. Sa’d’ın görev-
lendirdiği on kişi, Hz. Hüseyin’in cansız bedenini atlarıyla çiğnettiler, onu
toza toprağa bulaştırdılar.[70]

[62] Bunlardan bazıları şunlardır: Ebû Mihnef, s. 48-49; Belâzürî�, Ensâb, III, 389-390;
İ� bn A’sem, III, 103; İ� bn Abdürabbih, IV, 347; Ebü’1-Arab, s. 147; Nüveyrî�, XX, 424-
425.
[63] Nüveyrî�, XX, 429-430; Şemsüddin, s. 216; Câferiyan, s. 117.
[64] el-İmâme ve’s-siyâse, II, 6; Belâzürî�, Ensâb, III, 384.
[65] Ebû Mihnef, s. 49-50; İ�bn Kesî�r, VIII, 198.
[66] Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, XVIII, 520. Savaş esnasında her iki tarafın mevcuduyla ilgili
değişik ve çoğu kere de mübalağalı rakamlar verilmiştir. Söz konusu rakamlarla il-
gili olarak bk. Ü� nal Kılıç, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul
2001, s. 264.
[67] Ebû Mihnef, s. 89; Belâzürî�, Ensâb, III, 409.
104 [68] Belâzürî�, Ensâb, III, 409; İ�bn A’sem, III, 137.
[69] Ebû Mihnef, s. 89; Belâzürî�, Ensâb, III, 411; Taberî�, IV, 348.
[70] Ebû Mihnef, s. 88; Taberî�, IV, 347-348. Algüle’e göre kadın ve çocuklara bile çeşitli
alçaklıklar yapabilen bir grubun, yetişkin bazı insanların ölü bedenlerine bunları
yapmış olması ihtimal dışı bir durum değildir. Bk. Algül, Kerbela, s. 153.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Ö� mer b. Sa’d ve askerleri iki gün daha burada kaldılar; kendi taraf-
tarlarından ölenleri defnedip namazlarını kıldılar. Hz. Hüseyin ve taraf-
tarlarının cenazeleri ise ancak Ö� mer b. Sa’d’ın ordusunun Kerbela’yı terk
etmesinden sonra, o civarda bulunan köylüler tarafından defnedildi.[71]

Hz. Hüseyin ve taraftarlarının öldürülmesinden sonra kesilen başları


önce Kûfe’de bulunan Ubeydullah b. Ziyâd’a,[72] onun huzuruna getirilen
Hz. Hüseyin’in kesik başına hakaretlerde bulunması ve bir süre şehirde
mızraklar ucunda teşhir ettirmesinden sonra da Şam’a gönderildi.[73]

Yezî�d’in de huzuruna getirilen kesik başlara hakarette bulunduğu[74]


doğrultusunda rivayetlerin yanı sıra onun böylesi bir hakarette bulunma-
dığına dair bilgi ve yorumlara da rastlanılmaktadır.[75] Yezî�d’in ikinci tavrı
sergilediğini ifade eden tarihçiler, Hz. Hüseyin’in başı ve esirlerin Şam’a
götürülmesi üzerine Yezî�d’in çok üzüldüğü, hatta ağladığı konusunda
hemfikirdirler. Ayrıca onun kendisine bunları getirenlere müjde verme-
diği gibi, bundan hoşnut kalmadığını gösteren sert ifadelerde bulunduğu
da bildirilir.[76] Yezî�d’in, bütün bunlara sebep olarak gördüğü Ubeydullah
b. Ziyâd’a sitem ettiği de ifade edilmektedir.[77]

Ö� yle anlaşılıyor ki Yezî�d, en azından o an için olanlar karşısında


üzüntüsünü dile getirerek Ubeydullah’ı bu yaptıklarından dolayı kınadı.
Muhtemelen de bu üzüntü ve pişmanlığı hafifletmek için Hz. Hüseyin’in
hayatta kalan yakınlarına da gayet iyi davrandı. Şam’da kaldıkları sürece
onlara ikramda bulundu ve kendilerinden gasp edilen mallarını fazlasıyla
iade etti. Ayrıca salimen Medine’ye gidebilmeleri için gerekli hazırlıkları
yaptırdı ve Şam’dan tayin ettiği şahısların refakatinde onları yolcu etti.[78]

Medine’ye götürülen Hz. Hüseyin’in başı, Yezî�d’in direktiflerine bina-


en Medine valisi Amr b. Saî�d tarafından kefenlettirilerek annesi Hz. Fâtı-
ma’nın Bâkî� mezarlığındaki kabrinin yanına defnedildi.[79]

[71] Ebû Mihnef, s. 89; Belâzürî�, Ensâb, III, 411; Taberî�, IV, 348; İ�bn Teymiyye, Mecmû’u-
feteva, (cem ve tertip M. b. Kasım), byy ts., IV, 507.
[72] Kesik başların Şam’a gönderilmeyip Kûfe’den sonra Medine’ye gönderildiğini söyle-
yenler de vardır. Bk. İ�bn Teymiyye, Fetevâ, IV, 507-508; İ�bn Teymiyye, Ra’sü’l-Hüseyin
(thk. es-Seyyid Cemî�lî�), Beyrut 1408/1988, s. 207-209; Ö� mer Süleyman el- Ukeylî�,
“Vak’atü Kerbela”, Mecelletü külliyeti’l-âdâb, Riyad 1986, sy. XIII, s. 477; Hezzâ b. Î�d
eş-Şemrî�, Yezîd b. Muâviye -el-Halifetü’l-müfterâ aleyh, Riyad 1993, s. 144-145.
[73] Ebû Mihnef, s. 101-108; Belâzürî�, Ensâb, III, 416; Taberî�, IV, 352.
[74] Ebû Mihnef, s. 113; Belâzürî�, Ensâb, III, 417.
[75] İ�bn A’sem, III, 148-149; Abdullah b. Es’ad b. Ali b. Süleyman el-Yafiî�, Mir’atü’l-cinân,
(Haşiye, Halil el-Mansûr), Beyrut 1417/1997, s. 109. 105
[76] Ebû Mihnef, s. 111-112; Belâzürî�, Ensâb, III, 417-418.
[77] Belâzürî�, Ensâb, III, 419; Taberî�, IV, 352-353.
[78] el-İmâme ve’s-siyâse, II, 7; Belâzürî�, Ensâb, III, 417-425; Taberî�, IV, 356-359.
[79] İ�bnü’1-İ�mâd, IV, 275; Nüveyrî�, XX, 475.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Bunun yanında Hz. Hüseyin’in kesik başının Necef’e babasının kabri-


nin yanına, Kûfe dışında bir yere, Kerbelâ’da cesedinin konulduğu kabre,
Dımaşk’ta bilinmeyen bir yere, Rakka’ya hatta Kahire veya Semerkant’a
gömüldüğüne dair rivayetler de bulunmaktadır.[80]

Kerbela olayından sonra bir takım enteresan olayların meydana geldiği


nakledilir ki, bunların ihtiyatla karşılanması gerekir. Hz. Hüseyin ve yakın-
larına duyulan sevgiyle, onların ardından duyulan üzüntünün psikolojisiyle
ortaya çıktığı düşünülen bu rivayetlerde belirtilenlere inanmak ne Hz. Hü-
seyin’e ve taraftarlarına ne de günümüz insanlarına fayda sağlayacaktır.[81]

Kerbela olayında kimlerin hangi yönüyle kusurlarının olduğu kesin


olarak ortaya konulamaz. Çünkü bu olay, toplumsal bir hareketin sonucu
olarak meydana geldi; tarihî� birikimin tesirleriyle vücut buldu; bir takım
menfaatlerin elde edilmesi umuduyla gerçekleştirildi. Hepsinden de öte
kimilerine göre olay siyasî�, kimilerine göre ise dinî� bir karakter taşımak-
tadır. Bununla birlikte bu hususta yapılan değerlendirmeler ışığında fert-
lerin sorumlulukları az da olsa ortaya konulmaya çalışılacaktır.

a. Hz. Hüseyin’in Sorumluluğu

Böylesi bir facianın yaşanmasında Hz. Hüseyin’in bir takım kusurla-


rının olduğunu söyleyenlere göre onun bu olaydaki kusurları şunlardır:
• Muharebeye giderken kendisine kâfi gelecek hazırlıkları yapma-
dı. Yeterli sayıda silah ve asker toplamadığı gibi gerekli planları
da oluşturmadı.[82]
• Kendi akrabaları, eş ve dostları tarafından yapılan ikazlara aldırış
etmeyerek şûra prensibini yeterince dikkate almadı.[83]
• Kûfelilerin zayıf karakterli olduklarını bildiği halde yoluna devam
etti. Ü� stelik Müslim ve Hânî�’nin başına gelenleri duymasına rağ-
men “Geri dön!” çağrılarına itibar etmeyerek Kûfelilere güvenini
sürdürme yanlışlığına düştü.[84]

[80] Belâzürî�, Ensâb, III, 416-419; İ�bn Teymiyye, Ra’sü’l-Hüseyin, s. 175-210; İ�bn Kesî�r,
VI-II, 221.
[81] Bunlardan bazıları şu şekildedir: Gökyüzünün ağlaması, Şam ve Beytü’l-Makdis’te
kaldırılan her taşın altında kan görülmesi, yıldızların bir biriyle çarpışmaları,
Dünya’nın yedi gün durması, Güneş’in tutulması, Gökyüzünün altıgün süreyle kıp-
kırmızı olması vs. bk. Ebû Mihnef, s. 83-84; Belâzürî�, Ensâb, III, 413-425; Taberî�, IV,
106 347 vd.; Ebü’l-Arab, s. 153-154; İ�bnü’1-Esî�r, IV, 88-90.
[82] Muhammed Rıza, s. 103; Mûsevî�, s. 105.
[83] Cemî�li, s. 21-22; Muhammed Rıza, s. 103.
[84] Cemî�li, s. 22; Muhammed Rıza, s. 103; Muhammed Hudarî� Beg, ed-Devletü’l-Ümeviy-
ye (thk. M. Osmanî�), Beyrut 1406/1986, s. 460.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

• Hz. Hüseyin sonu belli olmayan bir harekete tüm aile fertleri-
nin canlarını tehlikeye atarak girişti. En azından işlerin vuzuha
kavuşmasına kadar yakınlarından bazılarını götürmemesi, aksi
halde olası bir savaşın tüm Ehl-i Beyt’in felaketine neden olacağı
şeklindeki ikazlarını da dinlemedi.[85]
Yukarıda sıralanan maddelerden Hz. Hüseyin’in, Kerbela olayında kı-
yama kalkışmakla değil de takip ettiği metot bakımından sorumlu sayıldı-
ğı anlaşılmaktadır.

b. İbn Ziyâd ve Komutanlarının Sorumluluğu

Ubeydullah b. Ziyâd, daha önce de belirtildiği üzere Hz. Hüseyin ta-


rafından kendisine sunulan teklifleri -tamamen lehine olmasına rağmen-
kabul etmeyip adeta Hz. Hüseyin ile savaşmak için uğraştı.[86]

Gerek Ubeydullah gerekse Şemir, Hz. Hüseyin’e hiçbir zaman kabul


etmeyeceği ve edemeyeceği bir şartı, İ�bn Ziyâd’a teslim olmak şartını tek-
lif ederek onu köşeye sıkıştırmaya çalıştılar.

Çok büyük bir askerî� güce rağmen Ö� mer b. Sa’d’ın Hz. Hüseyin’i canlı
olarak yakalamaması da düşündürücüdür. Onun bu gaye ile hareket ettiği
hakkında en küçük bir rivayet yoktur. Bundan başka hücumlar, hassaten
Hüseyin’e müteveccihen yapılabilirdi. Çoluk çocuğun öldürülmesine ge-
rek kalmazdı. Bunlar, İ�bn Ziyâd’ın orada yalnız Hüseyin’in şahsını bertaraf
etmek gayesi ile hareket etmediği, belki de daha hain planlar tasarlamış
ve tatbik etmiş olduğu izlenimini vermektedir.[87]

Hz. Hüseyin’in savaşmamayı bile düşünmesine rağmen, İ�bn Ziyâd’ın


mutlaka onu öldürerek işkence yapılmasını istemesi, İ�slâm’ın “eman” mü-
essesesini yıkmıştır. Çünkü eman isteyen gayrımüslim bile olsa, ona silah
çekilmezken Ehl-i Beyt mensuplarına düşmana bile tanınan haklar tanın-
mamıştır.[88]

Kerbela ile ilgili çalışmalarıyla bilinen bazı araştırmacılara göre ise


Hz. Hüseyin’in öldürülmesinin sorumluluğunun büyük bir kısmı Ubey-
dullah b. Ziyâd’a aittir.[89] Ayrıca İ�bn Ziyâd’ı Hz. Hüseyin’i öldürmesi için

[85] Akkâd’a göre savaşa veya yolculuğa giderken çoluk çocuğunda beraber götürülmesi
bir Arap geleneği olduğu için bunda yadırganacak bir durum yoktur. Böylece ai-
lenin de katkısı sağlanmış olacaktı ve kurtuluşa hep birlikte erişilecekti. Bu adet
Peygamberimiz tarafından da uygulanmıştır. Ebü’ş-şüheda el-Hüseyin b. Ali, s. 87. 107
[86] İ�bn Temiyye, Fetevâ, IV, s. 505.
[87] Ahmed Ateş, “Hüseyin”, İ�A, IV, 639.
[88] İ�hsan Süreyya Sırma, Hilafetten Saltanata Emevîler Dönemi, İ�stanbul 1991, s.52.
[89] Ukeylî�, Kerbelâ, s. 477-478; Vekî�l, s. 245.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kışkırtan Şemir b. Zi’l-Cevşen ve makam-mevki uğrunda Hz. Hüseyin’le


olan yakınlığını hiçe sayarak onu ve arkadaşlarını hunharca katleden
Ö� mer b. Sa’d da bu olaydan sorumludur.[90]

c. Kûfelilerin Sorumluluğu

Hz. Hüseyin’i kıyama teşvik eden ve onu memleketlerine davet eden


Kûfeliler, Ubeydullah’ın asılsız tehditleriyle hemen sözlerinden dönmüş-
lerdir. Ü� stelik Kerbela’da aktif şekilde rol alarak Hz. Hüseyin’in katline biz-
zat iştirak etmişlerdir.[91] Dolayısıyla bu facianın yaşanmasında Kûfelilerin
payı büyüktür. Onlar, bir daha tarihi tespiti haklı çıkarırcasına “Ehl-i Kûfe
bî� vefa” yani vefasız olduklarını göstermişlerdir.

d. Yezîd’in Sorumluluğu

Bazı tarihçiler Kerbela faciasının yaşanmasında Yezî�d’in sorumlulu-


ğunun bulunmadığını veya asgari derecede olduğunu söylerken, bir kısım
tarihçiler ise söz konusu olayın başlıca sorumlusunun Yezî�d olduğunu ile-
ri sürmektedirler. Birinci grupta yer alan tarihçilerin görüşleri şöyledir:
Yezî�d, Hz. Hüseyin’in öldürülmesini emretmeyip, olayı duyduktan son-
ra üzüldü ve sebep olanları kınadı. Yezî�d, Hz. Hüseyin’in hurucunu kötü
neticelere yol açacağı için hiç istemedi ve bunu engellemek için her türlü
çareye başvurdu.[92] Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmeye karar vermesi üzerine
Abdullah b. Abbâs’a mektup yazarak ondan, Hüseyin’e engel olmasını istedi.
Ü� stelik İ�bn Ziyâd’a da “Seninle savaşmadıkça kimseyle savaşma!” diye emir
gönderdi. Bütün bunlar onun savaş taraftarı olmadığını gösterir.[93]
İ�kinci grupta yer alanlar ise söz konusu facianın yaşanmasında
Yezî�d’in birinci derecede sorumlu olduğunu söylemişler ve aşağıdaki ge-
rekçeleri zikretmişlerdir:
• Yezî�d bir takım emirler veriyor, ancak bu emirlerin nasıl uygulan-
dığını ve neticelerinin ne olduğunu ciddiyetle takip etmiyordu.[94]
• Yezî�d komutanlarına Hz. Hüseyin ve taraftarlarının gerek biatleri-
nin alınması, gerekse Kûfe’ye gitmelerinin engellenmesi hususun-
da sert ifadeler içeren emirler verdi. Komutanlar da bu emre bi-
naen tavizsiz hareket ettiler. Dolayısıyla Yezî�d, kararlarında sertlik
yanlısı imajı vermektedir.

[90] İ�bn Teymiyye, Fetevâ, IV, s. 505; Vekî�l, s. 245.


108 [91] Kerbela’da Hz. Hüseyin ve taraftarıyla çarpışan ordunun tamamının Iraklılardan
(Kûfe-Basra) oluştuğu söylenmektedir. bk. Mes’ûdî�, III, 71; Hudarî�, s. 459.
[92] M. Abdüllatif Abdüşşafi, s. 477; Ukeylî�, Kerbela, s. 475.
[93] Hammâş, s. 157; Abdüllatif, s. 477; Ukeylî�, Kerbela, s. 477.
[94] Işş, s. 179.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Yezî�d, emri dışında hareket eden görevlileri cezalandırmadı. Bunun


yerine onlara sözlü sitemlerde bulunmakla yetindi.[95]

Yezî�d’in, Ubeydullah’ın Müslim b. Akî�l ile Hânî�’yi öldürdüğünü dikka-


te alarak Hz. Hüseyin’i de öldürebileceğini tahmin etmesi ve talimatını ona
göre dikkatli ve açık bir şekilde vermesi gerekirdi. Bu hususta devlet başka-
nına düşen, son derece ileri görüşlü olmak ve olayın hangi boyutlara vara-
bileceğini hesaplamaktır. Fakat Yezî�d, bunu yapmadı, işi bir bakıma oluruna
bıraktı. Ü� stelik halife, devletin başı olması hasebiyle valilerin tasarrufundan
da sorumludur. Olaya bizzat iştirak etmemesi ve eline kılıcı alıp savaşmamış
olması, masumiyeti için yeterli değildir. Ubeydullah’a lanet okuması aciz-
liğinin bir ifadesi olmalıdır. Ancak bu acizliği, Ubeydullah’ı Hz. Hüseyin’in
taraftarlarını cezalandırmak için Kûfe’ye tayin ederken göstermedi.[96]

Tarihte gerçekleşen ve siyasî�, sosyal, dinî� ve başka gerekçelerin et-


kili olduğu bu olay, tarihî� bir hadise olarak değerlendirilmek ve gerekli
dersler çıkartmak için değil de siyasî� hedefler doğrultusunda istismar
edilerek Müslümanların arasının açılmasının bir gerekçesi olarak kulla-
nılmıştır. Herhalde Hz. Hüseyin, bu gün dirilse onu Kerbela’da maruz bı-
rakıldığı akıbetten daha ziyade ümmetin bu olay sebebiyle parçalanmış
olması üzerdi. Oysa Hz. Hüseyin ayrılık değil birleşmenin aktörü olmak
isterdi. Hal böyle iken Kerbela’nın arkasına sığınılarak Müslüman bir top-
lumun kendileri gibi Müslüman olan ve Ehl-i Beyt’i sevmeyi imanlarının
bir gereği olarak gören kimselere karşı eleştiri boyutunu aşan iftiralarda
bulunulması, hakaretler edilmesi ve İ�slâm ümmetinin vahdetine imkân
verilmeyecek tarzda görüş ayrılıklarına düşülmesi asla tasvip edilemez.

Kerbela vakasının sonuçlarının, gerçekleştiği dönemle sınırlı kalma-


dığı, bu olayın geçmişten günümüze kadar pek çok hususta etkilerinin ol-
duğu söylenebilir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

Şî�a’nın güçlenmesine yol açtı. Ö� nceleri nazarî� bir siyasî� görüş duru-
munda olan Şiî�liğin, bir akide halini almasına sebep oldu.[97]

Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in vefatından sonra halifeliğini ilan etti.[98]

Yezî�d’in nefretle anılmasına sebep oldu. O, tarih boyunca kötü biri


olarak anıldı. Hatta bu sebeple bazı kimseler onu tekfir ve tel’in ettiler.

[95] Vekî�l, s. 225.


[96] İ�brahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, Ankara 109
1997, s. 330-331.
[97] Hatipoğlu, s. 47; Brockelmann, s. 128.
[98] Lawrence Conrad, “Yazid I Ibn Muawiya”, Dictionary in the Middle Ages, New York
1989; vol. XII, s. 721-722; Şehristânî�, s. 24.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ö� yle ki Şî�a’nın da gayretiyle bu isim, kötü-


lere ve kötülüklere nispet edilir bir hale
geldi. Günümüzde bile hiç kimsenin çocu-
ğuna bu adı vermemesi, söz konusu ismin
iyi bir imajının olmadığının delilidir.[99]

Kerbela’dan sonra Hâşimoğulları’nın


bir süre herhangi bir siyasî� faaliyete gir-
medikleri; bu olaydan sonra güçlenen
Şî�a’nın, bir süre sonra da fırkalara ayrıldığı
görülmektedir.[100]

Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi ve bu


haberin duyulmasıyla alâkalı rivayetler,
Müslümanların kalplerinde kapanmaz bir
yara açarak onları derinden sarstı.[101] Da-
hası İ�slâm dünyasının siyasal ve mezhep
açısından bir daha vahdetine imkân ver-
Resim 3:
Hz. Hüseyin ve kardeşi Hz.Abbas b. Ali’nin Kerbela’daki
meyecek şekilde bölünmesine sebep oldu.
türbeleri. [https://bit.ly/2JI4AxU]

110
[99] Sözlüklerde “Yezit, nefret edilen kimseler için kullanılan bir sövgü sözü”, Yezitlik,
“Yezit olma durumu, kötülük, hainlik” anlamında kullanılmıştır. Türkçe sözlük, s. 867.
[100] Ahmed b. Hanbel, Müsned, İ�stanbul 1413/1992, s. 20 vd.
[101] Fığlalı, İ�mamiyye Şî�ası, s. 105.
Prof. Dr. Ünal KILIÇ
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

3. Tevvâbûn Hareketi

Hz. Hüseyin ve ona destek olan aile fertlerinin Yezî�d b. Muâ-


viye döneminde Kerbela’da 10 Ekim 680’de (10 Muharrem 61)
hunharca şehit edilmesi İ�slâm tarihinin en acı olaylarındandır.
Kerbela’da Hz. Hüseyin’in öldürülmesiyle muhalefetin sesini
kestiğini düşünen Emevî� Devleti yöneticileri, bu olaydan son-
ra devletin yıkılış sürecinde etkili olan pek çok kıyam ve isyan
hareketini engellemekle uğraşmış, umduklarının aksine Hz. Hü-
seyin’in ölüsü onları daha fazla meşgul etmiş ve iktidarları için
tehlike oluşturmaya devam etmiştir. Zira Kerbela faciasından
sonra devlet aleyhine ortaya çıkan her muhalif grup, hareketle-
rinin asıl sebepleri değişiklik arz etse de Hz. Hüseyin’in katle-
dilmesi gerekçesiyle devlet aleyhinde harekete geçtiklerini ileri
sürmüşlerdir. Dolayısıyla Kerbela’da Hz. Hüseyin’in öldürülmesi
ile onun tarafından çekilen isyan bayrağı, ölümünden sonra da
elden ele dolaşarak Emevî� Devleti’ni meşgul etmiştir.

Kerbela faciasının çok önemli siyasî�, dinî� ve sosyal sonuçları


olmuştur. Zira bu olay sıradan bir isyan hareketi olarak değer-
lendirilmemiştir. Çünkü Kerbela’da öldürülenler sıradan kim-
seler olmadığı gibi bunların katledilmesi de herhangi bir savaş
veya isyanın bastırılması esnasındaki gibi olmamış, özellikle
Ehl-i Beyt’e mensup bu şahısların toptan katledilmesi için uğra-
şılmış, bununla da yetinilmemiş İ�slâm’ın gayrimüslim harbî�lere
bile uygulanmasını yasakladığı müsle, bu önemli zevatın ölü be-
denlerine en ağır şekliyle uygulanmıştır. Dolayısıyla Kerbela’da
gerçekleşenler, sonraki dönemlerde gönülleri sızlatan, yürekleri
burkan, vicdanları yaralayan en acı olaylardan biri olarak dilden 111
dile nakledilmiş, bu olayın müsebbipleri olan Emevî� Devleti’nin
mensupları, halifesinden valisine, ordu komutanından askerine
nefretle anılmıştır.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Emevî�ler döneminde, Kerbela sonrası bu faciayı bahane ederek orta-


ya çıkan isyanların ilki ve en önemlisi Tevvabûn hareketidir.[1]

Emevî� Devleti’ne karşı mücadelelerinde kendilerine öncülük etmesi


için Hz. Hüseyin’i şehirlerine davet eden ve ona her türlü desteği verecek-
leri vaadinde bulunan Kûfeliler, sözlerinde durmamışlar, onu aile fertle-
riyle birlikte Emevî� iktidarının kucağına atmışlardı. Bununla da yetinme-
yerek Kerbela faciasında Emevî� Devleti’nin yanında yer almak suretiyle
bu facianın yaşanmasında aktif bir şekilde rol almışlardır. Hz. Hüseyin’i
Emevî� iktidarı için huruca teşvik eden ve ona her türlü desteği verecekleri
vaadinde bulunanlar onu Kerbela’da şehit edenler ya da Kerbela’da Ehl-i
Beyt zürriyetine karşı gerçekleştirilenlere Kûfe’den seyirci kalmakla yeti-
nen, böylesi bir facianın yaşanmaması için gerekli teşebbüslerde bulun-
mayarak bir anlamda iktidarın yanında yer alanlar aynı kimselerdi. Ker-
bela’da yaşananlardan bir süre sonra aynı kimseler yaptıklarından dolayı
pişmanlık duymuşlar ve kendilerine tövbe edenler anlamında “Tevvâbûn”
adını vermişlerdir. Söz konusu grup tarafından Hz. Hüseyin ve berabe-
rindekilerin intikamını almak için Emevî� iktidarına karşı gerçekleştirilen
siyasî� harekete ise “Tevvâbûn Hareketi” denilmiştir.[2] Tevvâbûn Hareke-
ti’nde Hz. Hüseyin’in intikamını alma düşüncesi kadar, Kûfelilerin baştan
beri Ü� meyyeoğulları’na karşı besledikleri düşmanlık ve intikam hissinin
de önemli derecede etkin olduğu unutulmamalıdır. Ancak Tevvâbûn hadi-
sesine iştirak edenlerde intikam duygusundan ziyade Hz. Hüseyin’e yar-
dım etmemekten kaynaklanan suçluluk duygusunun ve bunu telafi etmek
için kendilerini kurban etme düşüncelerinin ağır bastığını ifade etmek ge-
rekir. Hz. Hüseyin’in kabri başında sürekli olarak ağlayıp intikam yeminle-
ri etmeleri, onların bu niyetlerini açıkça ortaya koymaktadır.[3]

Tevvâbûn hareketi Ehl-i Beyt zürriyeti tarafından gerçekleştirilmedi-


ği gibi Ehl-i Beyt merkezli bir hareket de değildir.[4] Zira bu harekette aktif
olarak yer alanlar arasında Ehl-i Beyt zürriyetinden kimse bulunmadığı
gibi hareketi organize edenler, Ehl-i Beyt’in o dönemdeki önemli sima-
larından olan Muhammed b. el-Hanefiyye ile irtibata da geçmemişlerdir.
Benzer şekilde söz konusu grup üyeleri, eş zamanlı olarak ortaya çıkan ve

[1] Ethem Ruhi Fığlalı, “İ�lk-Şiî� Olayları Tevvâbun Hareketi”, AÜİFD, Ankara 1983, XXVI,
s. 336; İ�brahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar,
Ankara 1997, s. 332. Â� dem Apak’a göre Tevvâbûn hareketi Kerbela Hadisesi’nin
yakın neticelerindendir. İ�slâm Tarihi III, İ�stanbul 2008, s.100.
112 [2] Hasan İ�brahim Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc. İ�smail Yiğit vd.),
�stanbul 1991, II, 89.
[3] Apak, s. 107.
[4] Abdullatif, M. Abdüşşafi, el-Âlemü’l-İslâmî fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1404/1984, s.
478-479.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Ehl-i Beyt adına mücadele ettiğini söyleyen Muhtâr b. Ebî� Ubeyd es-Sekafî�
ile de hiçbir surette birlikte hareket etmek adına görüşmelerde bulunma-
mışlardır. Bununla birlikte Tevvâbûn hareketini yönlendirenlerin özellik-
le hilafetin Ehl-i Beyt’e bırakılması şeklindeki taleplerini dile getirmeleri[5]
onların Ali evladının menfaatlerini korumak gayesiyle ve onların Kerbe-
la’da uğramış oldukları haksızlıkların intikamını almak üzere harekete
geçtikleri şeklinde yorumlara yol açmıştır.

Tevvâbûn hareketinin ortaya çıkmasında Ehl-i Beyt, Hz. Ali ve oğul-


larına duyulan sevgi, Kerbela sürecinde verilen sözlerde durulmaması ve
Hz. Hüseyin’in öldürülmesi olayına bir şekilde iştirak etmenin ezikliği ve
samimi pişmanlığının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu hareketi baş-
latanların iktidarı devirmek ve devleti ele geçirmek gibi bir taleplerine
rastlanmadığı gibi hareketin önde gelenlerinin, Kerbela mevkiine gidip
orada Hz. Hüseyin’in kabri başında pişmanlıklarını ifade ederek ağlayıp
tövbe etmeleri de bunların hareketlerinde siyasî� beklentilerden ziyade[6]
Ehl-i Beyt’e karşı besledikleri sevgi ve muhabbetin etkili olduğunu gös-
termektedir.[7] Diğer taraftan Tevvâbûn hareketinde yer alanların büyük
ölçüde Kûfelilerden oluşması da dikkat çekmektedir. Bilindiği gibi Kûfe,
öteden beri Hz. Ali ve onun soyuna mensup olanların sevildiği bir şehir
olmanın yanında burada yaşayanlar büyük oranda Emevî� iktidarına ve
hanedan üyelerine muhalif duygular besleyen insanlardan oluşmaktaydı.
Ö� zellikle Hz. Ali döneminde ulaştıkları bir takım menfaatlerden Emevî�le-
rin iktidarı döneminde mahrum kalmanın öfkesini her zaman ihsas etti-
riyorlar, fırsat bulduklarında da bu öfkelerinin gereği muhalif grupların
içerisinde bizzat yer alıyorlar ya da maddî�-manevî� destekleriyle iktidarı
yıpratmaya çalışıyorlardı.

Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra yaptıklarından pişmanlık du-


yan ve tövbelerinin ancak iktidardan intikam almakla kabul edileceğine

[5] Yahya b. Câbir el-Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf (thk. S. Zekkâr, R. Ziriklî�), Beyrut


1417/1996, VI, 670-671.
[6] Hasan Onat, Emevîler Dönemi Şiî Hareketleri, Ankara 1993, s. 88-89; Hüseyin Algül,
Kerbela, �stanbul 2009, s. 200.
[7] Hareketin öncülerinin istekleri arasında Hz. Hüseyin’in intikamının alınması,
Ubeydullah b. Ziyâd’ın kendilerine teslim edilmesi, Abdülmelik’in halifelikten uzak-
laştırılması ve hilafetin ehlibeyt mensuplarına bırakılması vardır. Belâzürî�, VI, 370-
371; Muhammed b. Cerî�r et-Taberî�, Târîhu’t-Taberî (thk. M. Ebü’l-Fazl İ�brahim),
Kahire, ts., V, 557; el-Hüseyin b. Ali el-Mes’ûdî�, Mürûcü’z-zeheb (thk. M. Muhyiddin
Abdülhamid), Beyrut 1408/1988, III, 101. Bu isteklerden de yola çıkarak söz konu-
su hareketin en azından öncülüğünü yapan kimselerin kendileriyle ilgili siyasi bir 113
beklenti içerisinde yola çıkmadıklarını söyleyebiliriz. Hatta Hasan Onat’a göre ha-
zırlıkları esnasında ehlibeyt mensuplarından hiçbir kimseyle irtibata geçmeyen bu
insanların ehlibeyt için iktidar talebinde bulunduklarına dair rivayetlere ihtiyatla
yaklaşmak gerekmektedir. Şiî� Hareketleri, s. 87.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

inanan bir grup Kûfeli gizlice harekete geçerek Irak’ta toplandı. Yapılan
çalışmalar sayesinde çok sayıda taraftar topladılar. Tevvâbûn grubu, hare-
ketleri esnasında başlarına Süleyman b. Surad el-Huzâî� adındaki sahâbî�yi
geçirmişlerdir. Söz konusu şahıs, Hz. Ö� mer dönemindeki Irak fetihleri es-
nasında Kûfe’ye yerleşerek, hilafeti boyunca Hz. Ali’nin yanında yer alan
ve Sıffî�n Savaşı’nda onun en hararetli destekçilerinden olan bir kişidir.[8]
Süleyman b. Surad, Yezî�d’in iktidara geçmesi üzerine Hz. Hüseyin’i Kû-
fe’deki muhalefetin başına geçmesi hususunda ikna etmek üzere mektup-
lar yazan,[9] buna mukabil Kerbela mevkiinde onu korumak için bir şey
yapmadığı için pişmanlık duyan ve bu pişmanlığının ancak Hz. Hüseyin’in
intikamının alınmasıyla kabul edileceğini düşünen bir kimseydi. Süley-
man b. Surad’dan başka Müseyyeb b. Necebe, Abdullah b. Sa’d b. Nüfeyl
el-Ezdî� ve Rifâa b. Şeddâd el-Becelî� de Tevvâbûn hareketinde adlarından
sıkça bahsedilen kimselerdir.[10]

Süleyman b. Surad liderliğindeki Tevvâbûn grubu, iktidara karşı baş-


latacakları intikam hareketlerini daha da güçlendirmek maksadıyla Kûfe
dışındaki bölgelerde bulunan Hz. Ali taraftarlarını da çeşitli yollarla ken-
dilerine destek vermeleri için Kûfe’ye çağırdılar. Kerbela’nın hemen aka-
binde başlatılan bu çalışmalar, Yezî�d’in ölümü ve Abdülmelik’in hilafeti-
nin ilk senesine kadar gizlice sürdürüldü. Yezî�d sonrası yönetime geçen
II. Muâviye ve Mervân’ın idarede yeterince hâkimiyet tesis edememeleri
Tevvâbûn’un işlerini kolaylaştırmıştır. Ö� zellikle Mervân döneminde Mek-
ke’de halife olarak biat alan Abdullah b. Zübeyr’in Kûfelilerin biatlerini
alıp buraya kendi adına vali tayin etmesi de söz konusu hareket mensupla-
rının mücadeleleri için gerekli hazırlıkları rahatça yapmalarını sağlamış-
tır. Zira Tevvâbûn harekete geçtiği esnada Kûfe’de vali olarak İ�bn Zübeyr
tarafından tayin edilen Abdullah b. Yezî�d vardı. Bu şahıs, Tevvâbûn men-
suplarına Emevî� iktidarına karşı birlikte mücadele teklifinde bulunmuş,[11]
onların buna yanaşmaması üzerine de bu şehir merkezli sürdürdükleri

[8] İ�bn Sa’d, VI, 26. Süleyman b. Surad’ın Cemel Savaşı’nda da Hz. Ali ile birlikte mü-
cadele ettiğini söyleyenler (Algül, s. 192; Apak, s. 108) varsa da daha ziyâde kabul
edilen görüşe göre o, Cemel’e iştirak etmemiş ve hatta bu sebeple Hz. Ali tarafından
azarlanmıştır.
[9] Ebû Abdullah Muhammed İ�bn Sa’d, et-Tabakatü’l-kübrâ, Beyrut, ts., VI, 26. Hz.
Hüseyin tarafından Kûfe’de çalışmalarda bulunmak üzere görevlendirilen Müslim
b. Akî�l’in buraya ilk geldiği esnada Süleyman b. Surad’ın evinde kalarak faaliyetle-
rini sürdürdüğü de ifade edilmektedir. Bu konuda bk. Asri Çubukçu, “Süleyman b.
Surad”, DİA, XXXVIII, 103.
[10] Belâzürî�, VI, 364-366; Taberî�, IV, 452; İ�zzüddin Ebü’l-Hasan İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-
114 târîh, (nşr., C. J. Tornberg), Beyrut 1399/1979IV, 158-159.
[11] Taberî�, IV, 452; İ�bnü’l-Esî�r, II, 637; Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehe-
bî�, Târîhu’l-İslâm (thk. Abdüselam Tedmûrî�), Beyrut 1410/1990, V, 47. İ�bnü’z-
Zübeyr’in valisinin Tevvâbûn mensuplarına akıl verip yardım teklifinde bulunma-
sı herhalde onların mevcut durumlarıyla mücadelede başarılı olamayacaklarını
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

hazırlıklara engel olmamıştır. Bu durum da Tevvâbûn’un mücadele için


gerekli hazırlıkları rahat bir şekilde tamamlamalarına katkı sağlamıştır.

Yapılan hazırlıkların yeterli olduğu kanaatine varan topluluk nihayet


5 Rebî�ülevvel 65’de (20 Ekim 684) Nuhayle’de toplanarak yönetime karşı
isyan bayrağını açtılar. Buradan Hz. Hüseyin’in kabrinin bulunduğu yere
giderek kabrin başında ağlayıp tövbe ettiler ve intikam yemini içtiler. Er-
tesi gün Karkî�siyye’ye hareket ettiler. Tâbiî�n neslinin tanınmış kumandan-
larından Züfer b. Hâris el-Kilâbî� onlara Emevî� kuvvetlerinden daha önce
hareket ederek Aynülverde’de karargâh kurmalarını tavsiye etti. Onlar da
bu tavsiyeye uyarak savaşa uygun mevzilere yerleştiler.[12]

Süleyman b. Surad öncülüğünde Aynülverde’ye yerleşenlerin sayısı-


nın azlığı dikkat çekmektedir. Zira Kerbela’dan sonra intikam almak için
yapılan ve sadece Kûfe’de değil diğer yerlerde de sürdürülen çalışmalar
neticesinde Tevvâbûn grubuna dâhil olan, bunların listelerinden oluşan
divana isimlerini yazdıranlar 16.000 kişi iken şimdi savaş meydanına ge-
lenlerin toplamı 4.000 civarındaydı.[13] Bu durum Süleyman b. Surad’ın da
dikkatini çekmiş; Kûfe’ye gönderdiği bir adamı aracılığıyla Hz. Hüseyin’in
intikamını almak üzere kendilerine söz verenleri Aynülverde’ye gelmeye
çağırmışsa da bu çağrıya çok az sayıdaki kişi kulak vermiştir.[14]

Tevvâbûn içerisinde yer alma sözü veren pek çok kimsenin yine
Ehl-i Beyt zürriyeti adına iktidarla mücadele etmek üzere eş zamanlı
olarak söylem geliştiren ve bunun için hazırlıklar yapan Muhtâr b. Ebî�
Ubeyd es-Sekafî�’nin[15] saflarına katılmasının sayının azalmasında rolü
vardır.[16] Bununla birlikte belki de 16.000 kişiden sadece 4.000 kişinin
sözünde durarak mücadele sahasına gelmesini bir Kûfe klasiği olarak
da değerlendirmek mümkündür. Zira Kûfeliler, ahde vefasız olduklarını
bir kere daha tekrarlamışlar; çabuk galeyana gelerek intikam yemini et-
mişler, Tevvâbûn içerisinde yer alarak Kerbela’nın öcünü almak için ge-
rekirse öleceklerine dair verdikleri sözden çabucak dönüvererek ‘Ehl-i
Kûfe bî vefa [Kûfeliler vefasızdır]’ söyleminin ne kadar doğru olduğunu
bir defa daha göstermişlerdir.

anlaması ve Tevvâbûn’un mağlup edilmesinden sonra Emevî�lerin Kûfe’ye yönele-


ceklerini düşünmüş olmasından kaynaklanmış olmalıdır.
[12] Abdülkerim Ö� zaydın, “Aynülverde Savaşı”, DİA, IV, 283.
[13] Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf, VI, 368; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 170.
[14] Belâzürî�, V, 208; Taberî�, IV, 454-455.
[15] İ�bnü’l-Esî�r, II, 627; Zehebî�, V, 45. 115
[16] Tevvâbun grubuyla birlikte hareket eden pek çok kimsenin Muhtâr’ın saflarına ka-
tılmasıyla ilgili olarak bk. Belâzürî�, VI, 367; İ�bnü’l-Esî�r, II, 634; Şihabüddin Ahmed
b. Abdülvehhab en-Nüveyrî�, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb (thk. R. Fethullah, İ�.
Mustafa), Kahire 1395/1975, XXI, s. 10.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Diğer taraftan özellikle Irak’ı Abdullah b. Zübeyr’in idaresinden kur-


tarmak üzere Basra valiliği yanında Kûfe valiliğine de tayin edilen Ubey-
dullah b. Ziyâd, Mervân b. Hakem döneminde olduğu gibi Abdülmelik b.
Mervân döneminde de aynı göreve tayin edilmiştir.

Tevvâbûn grubunun isyan bayrağını açtıklarından ve iktidara karşı


harekete geçtiklerinden haberdar olan Ubeydullah, bunlarla mücadele et-
mesi için 12.000 kişilik bir ordu hazırladı ve başlarına Yezî�d döneminde
Mekke’yi muhasara altına alan ve Medine’de Harre Vakası’nı gerçekleşti-
ren Husayn b. Numeyr’i komutan olarak tayin etti. Söz konusu ordu Ay-
nülverde mevkiinde, Süleyman b. Surad liderliğindeki Tevvâbûn grubuyla
karşı karşıya geldi. 22 Cemaziyelevvel 65’de (4 Ocak 685) iki taraf arasın-
da başlayan çarpışma, Ubeydullah tarafından 8.000’i savaşın birinci günü,
10.000’i de ikinci günü olmak üzere gönderilen takviye birliklerle üçüncü
gün tartışmasız bir şekilde Tevvâbûn’un mağlubiyetiyle sonuçlandı. Ha-
reketin başta liderleri Süleyman b. Surad olmak üzere diğer önde gelen
kişileri ve Tevvâbûn grubunda yer alanların pek çoğu öldürüldü. Hatta
hareketin liderliğini yürüten Süleyman b. Surad öldürüldükten sonra[17]
kafası kesilerek Şam’daki Abdülmelik b. Mervân’a gönderildi. Böylece Hz.
Hüseyin’in intikamını almak üzere harekete geçen ve bu uğurda öldürmek
kadar ölmeyi de göze alan, söylemleriyle davalarında samimi bir şekilde
mücadele eden Tevvâbûn mensuplarının başarısızlığı sebebiyle Emevî�le-
re karşı Kerbela’nın intikamını alma adına gerçekleştirilen ilk mücadele
başarısızlıkla sonuçlandı.

Kerbela’da yaşananlardan kendilerini sorumlu gören ve bunun ezik-


liği içerisinde pişmanlıklarını çeşitli platformlarda dile getiren ve niha-
yet bu pişmanlığın ancak Hz. Hüseyin’i öldürenlerden intikam almakla
bir nebze olsun Allah katında değer bulacağına inanan Ehl-i Beyt seven-
leri tarafından, olayların baş sorumlusu olarak görülen Emevî� iktidarına
karşı gerçekleştirilen bu kıyam hareketi Aynülverde’de başarısızlıkla so-
nuçlandı. Dolayısıyla söz konusu hareket mensuplarının mücadelelerin-
de siyaseten başarısız oldukları söylenebilir. Bununla birlikte adı geçen
grupta yer alanların ölesiye mücadele etmiş olmaları dikkate alındığında
ise kalplerinin derinliklerinde hissettikleri pişmanlık ve tövbenin gereği
olarak gördükleri iktidardan intikam alma adına canlarını feda etme hu-
susunda hedeflerine ulaştıkları ifade edilebilir. Zira Tevvâbûn mensupla-
rından sadece küçük bir grup sağ olarak Kûfe’ye dönebilmiş, diğerleri ise
tövbelerinin kabulü için gerekli gördükleri Hz. Hüseyin’in intikamı uğrun-
116 da canlarını feda etmekle hedeflerine ulaşmışlardır.

[17] Süleyman b. Surad’ın öldürüldüğünde 90 yaşında olduğu söylenmektedir. İ�bn Sa’d,


VI, 26.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Tevvâbûn hadisesiyle ilgili belirtilmesi gerekli bir husus da söz konu-


su olayın hangi halife döneminde gerçekleştiğiyle ilgilidir. Bu olayın Mer-
vân b. el-Hakem’in iktidarı döneminde gerçekleşmiş olabileceğini[18] söy-
leyenler yanında Abdülmelik’in hilafeti zamanında cereyan ettiğini ifade
edenler de vardır. Bununla birlikte hareketin hazırlıklarının Kerbela’dan
kısa bir süre sonra başlatıldığı, Yezî�d’in ölümüne kadar (14 Rebî�ülevvel
64) gizlice devam ettirilen çalışmaların Yezî�d’in ölümünün ardından hız
kazanarak Mervân’ın iktidarında aleni hale geldiği ve nihayet Abdülme-
lik’in halifeliğinin ilk günlerinde (Rebî�ülevvel 65) gerçekleştirilen Aynül-
verde savaşıyla son bulduğudur.[19]

Yine aynı olayla ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir konu
da bu olayın Şiî�liğin oluşumundaki yeridir. Bazı araştırmacılar Tevvâbûn
hadisesinin Şiî� karakterli bir isyan olduğunu söylemektedirler.[20] Bununla
birlikte söz konusu olayın gerçekleştiği dönemde dinî� bir kavram olarak
Şiî�likten bahsedilemeyeceği, dönemle ilgili bazı metinlerde geçen Şiî�lik
kelimesinin sadece taraftar, yandaş anlamında siyasî� bir muhtevada oldu-
ğu ifade edilmiştir. Şiî�liğin bir mezhep olarak şekillenmesi, yani Hz. Pey-
gamber’den sonra imametin nass ve vasiyetle Hz. Ali ve onun soyundan
gelenlere ait olduğu ve bunların masumiyetinin kabulünün daha sonraki
zamanlarda söz konusu edilebileceği söylenmiştir.[21] Dolayısıyla bu olayı,
Şiî� karakterli bir isyan olarak değerlendirmek doğru olmayacaktır. Bu-
nunla birlikte yaptıkları vefasızlığın pişmanlığıyla ezilen, bu utançtan ve
günahtan ancak canlarını feda etmekle kurtulabileceklerine inanan, siyasî�
söylemlerden kaçınan ve daha çok Ehl-i Beyt sevgisini ve onlara yapılan-
ları dile getiren bu insanların Şiî�liğin tarihi oluşumu bakımından önemli
bir yerinin olduğu da inkâr edilemez.

[18] Bu doğrultuda bir değerlendirme için bk., Fatih Erkoçoğlu,Abdülmelik b. Mervân


ve Dönemi (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 2006, s. 40.
[19] Taberî�, IV, 464-465; Belâzürî�. V, 206, 208; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 162-163.
[20] Gerlof Van Vloten, Emevî Devrinde Arap Hâkimiyeti, Şî�a ve Mesih Akideleri Ü� zerine 117
Araştırmalar (trc. M. Saî�d Hatiboğlu), Ankara 1986, s. 49-51; Julius Welhausen,
İ�slâmiyet’in İ�lk Devrinde Dinî�-Siyasî� Muhalefet Partileri (trc. Fikret Işıltan), Ankara
1993, s. 89-163.
[21] Bu konuda geniş bir değerlendirme için bk. Fığlalı, s. 335-336; Onat, s. 91-92.
Doç. Dr. Gülgûn UYAR
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

4. Muhtâr es-Sekafî İsyanı

Muhtâr es-Sekafî� Tâifli olup Sakî�f kabilesine mensuptur.


Müslümanlar’ın Medine’ye hicret ettikleri sene doğduğu bi-
linmektedir (1/622). Babası Ebû Ubeyd, Hz. Ö� mer zamanında
İ�ranlılarla yapılan Köprü Savaşı’nda komutan olarak şehit düş-
müştür (13/634). Muhtâr es-Sekafî�’yi amcası Sa’d b. Mes’ûd ye-
tiştirmiştir. Hz. Hasan’ın halifeliği Muâviye b. Ebî� Süfyân’a dev-
retmesinden sonra (41/661) Kûfe’ye yerleşmiştir.

Muhtâr es-Sekafî�’nin tarih sahnesinde tanınmasına sebep


olan ilk önemli hadise, Abdülmelik b. Mervân’ın hilâfeti zama-
nındaki isyanıdır (66/685). Muhtâr es-Sekafî�, Yezî�d b. Muâviye
döneminde Kerbelâ’da şehit edilen Hz. Hüseyin’in (61/680) in-
tikamını almak amacıyla bu isyana önderlik yapmıştır. İ�syanına
kadar geçen süre içinde Muhtâr es-Sekafî�’nin kişiliği ve siyasî� tu-
tumundaki değişmeler hakkında farklı kanaatler oluşmuştur. Bu
kanaatlerin şekillenmesinde iki safhadan bahsedilebilir. İ�lk saf-
hada Muhtâr es-Sekafî�’nin Hz. Ali ve ailesine karşı yaklaşımında,
gelişen olaylara göre değişik tavır takınmasından söz edilebilir.
İ�kinci safhada ise Muhtâr es-Sekafî�, kendisine siyaseten bir ik-
tidar alanı açmak için Hz. Hüseyin’in katillerini cezalandırmak
üzere yola çıkmış ve Hz. Ali taraftarlarının güvenini kazanacak
şekilde adımlar atmıştır.
119
Gençlik çağına ait bilgiler, Muhtâr es-Sekafî�’nin Ehl-i Beyt’e
bağlılık ve saygı gösteren bir aile ortamında yetiştiğini göster-
mektedir. Muhtâr es-Sekafî�’nin şahsî� ilişkilerine bakıldığında ise
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hz. Ali’ye karşıt olduğu zikredilmektedir. Bu tavrını Cemel Savaşı’ndan son-


ra Medâin valisi atanan amcası Sa’d b. Mes’ûd’u temsilen ziyaret ettiği Hz.
Ali’nin huzurunda özellikle açığa vurmuştur.[1]

Muhtâr es-Sekafî�’nin bu safhada Hz. Hasan’a karşı da olumsuz bir tu-


tum sergilediği bilinmektedir. Hz. Hasan halife seçildikten sonra kendisi-
ne biat etmeyen ve savaş kararı alan Muâviye b. Ebî� Süfyân ile savaşmak
üzere Şam’a giderken, ordugâhında askerlerinin sadakatsiz tarizlerine
mâruz kalınca Medâin’e sığınmak zorunda kalmıştı (41/661). Muhtâr
es-Sekafî� bunu bir fırsat bilmiş ve Medâin valisi olan amcasına Hz. Hasan’ı
yakalayıp Muâviye b. Ebî� Süfyân’a teslim etmesini tavsiye etmiştir. Ancak
amcası böyle bir teklifte bulunabilmesini bile yadırgamış ve yeğeninin
tavsiyesini reddetmiştir. Bu olay duyulduğunda bazı Hz. Hasan taraftarla-
rı tepki göstererek Muhtâr es-Sekafî�’yi öldürmeye teşebbüs etmişlerse de
bu girişime yine amcası mânî� olmuştur. Muhtâr es-Sekafî�’nin bu tutumu,
onun Hâşimî� aleyhtarı-Emevî� taraftarı olarak tanınmasına yol açmış ve
bilhassa Hz. Hasan’ın vefatından sonra Hz. Ali taraftarlarınca ayıplanan ve
kınanan birisi olmuştur.[2]

Muhtâr es-Sekafî�’nin siyasî� tutumunda değişikliklerin ortaya çıktığı


ikinci safha ise Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın hilâfetine denk düşmektedir. Bu
yeni dönem Muhtâr es-Sekafî�’nin, Hz. Ali ve ailesine karşı daha önce öne
çıkan karşıt duruşunun değiştiği safha olarak göze çarpmaktadır. Artık
Ehl-i Beyt’i desteklemektedir. Bu tavır değişikliğinin sebebi açıkça zikre-
dilmemekle birlikte, Emevî� iktidarından desteğini çektiği açıktır. Hz. Hü-
seyin üzerinde kurulan baskı karşısında ise tarafını açıkça belli ettiği or-
tadadır. 51 (671) senesinde Kûfe valileri Muğî�re b. Şu’be ve Ziyâd b. Ebî�h
tarafından minberde Hz. Ali’nin aleyhinde sözler sarfedilmesine tepki
gösterdiği için yargılanan Hucr b. Adî� hakkında Ziyâd b. Ebî�h’in hazırladı-
ğı ve Kûfe ileri gelenlerine imzalattığı iddiânâmeye Muhtâr es-Sekafî�’nin
imza atmayı reddetmesi bu husustaki muhâlif tepkisinin açık ve cesur bir
tezâhürü olarak değerlendirilebilir. Bu sebeple hapsedildiği de kaydedil-
mektedir.[3] Muhtâr es-Sekafî�, Hucr b. Adî�’nin aleyhinde rey belirtmeyerek
ve on yıl sonra da Hz. Hüseyin’in dâvetine destek vererek Emevî� Hilâfeti
karşısında safını belirlemiş oldu.

[1] İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, I-XIV, Mektebetü’l-Meârif, 4. bs., Beyrut 1401/1981,
VIII, 290.
[2] et-Taberî�, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brâhî�m, I-XI,
120 Dâru Süveydân, Beyrut, ts., V, 569; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-târîh, thk. C. Johannes
Tornberg, I-XIII, Dârü Sâdır, Beyrut 1399/1979, IV, 168-169; İbn Kesîr, VIII, 249,
290; Hasan Yaşaroğlu, Muhtar es-Sekafi, M.Ü� . Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul
1991 (yüksek lisans tezi), s. 8, 9.
[3] Yaşaroğlu, s. 10; İ�smail Yiğit, “Muhtâr es-Sekafî�”, DİA, XXXI, 54.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Yezî�d b. Muâviye’nin, halife oluşunun ardından Hz. Hüseyin’den biat


almaları için Medine valiliğini harekete geçirmesi Emevî� yönetimi ile Ehl-i
Beyt arasında yeni bir gerilimin doğmasına sebebiyet vermişti. Kûfeliler-
den gelen dâveti değerlendirmek isteyen Hz. Hüseyin, taraftarlarını bir
araya toplaması ve şehirde güvenli bir ortam sağlaması için amcasının oğlu
Müslim b. Akî�l’i Kûfe’ye göndermiştir. Bu noktada Hz. Hüseyin’in dâvâsı ile
Muhtâr es-Sekafî�’nin yolları Kûfe’de kesişmiştir. Muhtâr es-Sekafî�, bu teh-
likeli görevi ifa eden Müslim b. Akî�l’i bir süre evinde misafir etmiştir. Bu
süreçte Müslim b. Akî�l’e biat ettiği gibi Hz. Hüseyin adına taraftar topla-
masına da yardımcı olmuştur. Muhtâr es-Sekafî�’nin Hz. Hüseyin’e biat et-
mesi ise, Hz. Hasan’ı teslim etme girişiminden dolayı kendisini kınamakta
olan Hz. Ali taraftarlarının güvenini kazanmasına sebep olmuştur.[4]
Muhtâr es-Sekafî�, Müslim b. Akî�l’in zorunlu isyanına yol açan geliş-
meleri yakından takip etmiş ve öldürülmesinden dolayı da üzüntü duy-
muştur. Hz. Hüseyin’e biatının duyulması üzerine de Kûfe valisi Ubeydul-
lah b. Ziyâd tarafından gözünden yaralanmak suretiyle cezalandırılarak
hapsedilmiştir. Kerbelâ Vakası esnasında da hapiste olan Muhtâr es-Se-
kafî�, bir ay sonra Abdullah b. Ö� mer’in halife nezdindeki tavassutuyla ser-
best bırakılmıştır.[5]
Hayatının bu safhası Muhtâr es-Sekafî�’nin kendisine siyâsî� bir hâmî�
aradığı zaman dilimidir. Hapisten çıktıktan sonra artık Kûfe’de kalması
mümkün olmadığı için Hicaz’da bulunan Abdullah b. Zübeyr’in yanına
gitmiştir. Hedefinde ise Ubeydullah b. Ziyâd ile savaşmak ve mazlum ola-
rak şehit edilen Hz. Hüseyin’in intikamını almak vardır. Bunun için yemin
etmektedir; ancak Abdullah b. Zübeyr ile anlaşamaz ve memleketi Tâif’e
gider. Burada kaldığı bir yıl boyunca Ehl-i Beyt ile yakınlık kurmaya çalışır.
Bu maksatla Mekke ve Medine’ye ziyaretlerde bulunarak Ali b. Hüseyin ve
Muhammed b. el-Hanefiyye ile görüşür. Beklediği ilgiyi görememiş olmalı-
dır ki, tekrar Abdullah b. Zübeyr’e katılarak biat etmiş ve onun ordusunda
Şamlılarla savaşmıştır.[6]
Muhtâr es-Sekafî�’nin, bütün gayretlerine rağmen Abdullah b. Zü-
beyr’in maiyetinde resmî� bir vazifeye atanma beklentisi sonuçsuz kalmış-
tır. Bunun üzerine rahatsızlıklarını yüksek sesle dile getirmeye başlayan
ve bir hareketlilik içinde olan Kûfe’ye yönelir. Hz. Hüseyin’in intikamını
almak için bu kitleyi tarafına çekmek ve liderliklerini üstlenmek iste-
mektedir. Bu hedefine tek başına erişmesi mümkün olmadığı için Ehl-i
Beyt’in onay ve desteğine ihtiyacı vardır. Dolayısıyla Medine’de tekraren 121
[4] Yaşaroğlu, s. 11.
[5] Yaşaroğlu, s. 14-15.
[6] Yaşaroğlu, s. 16, 17, 18.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Muhammed b. el-Hanefiyye ile görüşür ve ailesinin intikamını almak üze-


re onun izin ve yardımını talep eder. Muhammed b. el-Hanefiyye ise, iniş
çıkışlı bir gidişâtı olan Muhtâr es-Sekafî�’ye tam olarak güvenemediği için
ona açıktan destek vermemiş; Allah’tan kendilerine zafer nasip etmesini
ve kanlarını dökenleri helâk etmesini dilemekle birlikte, bizzat savaşı ve
kan dökülmesini emredemeyeceğini bildirmiştir.[7]
Kûfe’de ise Muhtâr es-Sekafî�’nin hedefine ulaşmasında engel teşkil
edecek yeni bir hareket sesini duyurmaya başlamıştır. Kendilerini Tev-
vâbûn olarak isimlendiren bu topluluk mensupları, Kerbelâ sırasında Hz.
Hüseyin’e destek olamadıkları ve onu koruyamadıkları için kendilerini so-
rumlu tutan ve duydukları pişmanlığı onu öldürenlerden intikam almak
suretiyle bir nebze olsun dindirmek hissiyatı ile bir araya toplanmış Hz.
Ali taraftarları idiler. Başlarında Süleyman b. Surad bulunuyordu. Muhtâr
es-Sekafî�, Süleyman b. Surad’ın önünü kesmek için bir manevra yapar ve
kendisini, Mehdî� olarak tavsif ettiği Muhammed b. el-Hanefiyye’nin veziri
ve emî�ni olarak tanıtır. Hz. Hüseyin’in öcünü almak kararlılığında olduğu-
nu beyan ederek de Hz. Ali taraftarlarının bir kısmını etrafında toplamayı
başarır.[8] Ancak işler yine beklediği gibi gelişmemiş ve Tevvâbûn hare-
ketinin başladığı sırada, Abdullah b. Zübeyr’in Kûfe valisi olan Abdullah
b. Yezî�d tarafından yakalanarak tekrar hapsedilmiştir. Hapis süresince de
taraftar kitlesini genişletme çabalarını sürdürmüştür. Hapisten yine Ab-
dullah b. Ö� mer’in aracılığı ile kurtulacaktır.[9]

Tevvâbûn hareketinin amacına ulaşamadan bastırılması ile oluşan


boşluk Muhtâr es-Sekafî� için değerlendireceği yeni bir fırsat olmuştur.
Hapisten çıktıktan sonra yine Muhammed b. el-Hanefiyye tarafından Hz.
Hüseyin’in intikamını almak üzere görevlendirildiğini ileri sürerek kendi
adına biat almaya devam etmiştir. Hz. Ali taraftarlarının ise, Muhtâr es-Se-
kafî�’nin Muhammed b. el-Hanefiyye’yi temsilen bu dâveti yürüttüğü hu-
susunda bazı şüpheleri vardı. Bu konuda Muhtâr es-Sekafî�’ye tam olarak
güvenemedikleri için Muhammed b. el-Hanefiyye ile Medine’de doğrudan
görüşmüşlerdir. Bu görüşme esnasında Allah’ın Ehl-i Beyt’i tafdî�l ettiğini,
nübüvvetle şereflendirdiğini, ta’zime lâyık kıldığını, fakat Hz. Hüseyin’in
başına büyük bir musibet geldiğini ifade ederler. Şimdi ise Muhtâr es-Se-
kafî�’nin Ehl-i Beyt tarafından tayin edildiğini iddia ederek onları Kitab’a,
Sünnet’e ve Ehl-i Beyt’in kanlarını talep etmeye çağırdığını söylerler.
Muhtâr es-Sekafî�’ye biat ettiklerini, fakat emin olmak için ona danışmak
122
[7] Yaşaroğlu, s. 18.
[8] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 162, 163; İbn Kesîr, VIII, 290.
[9] Hasan Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, TDV Yayınları, Ankara
1993, s. 97.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

istediklerini, şayet uygun görürse tâbi olacaklarını, onay vermezse de ay-


rılacaklarını açıklarlar. Muhammed b. el-Hanefiyye cevaben yaptığı ko-
nuşmada, Allah’ın fazlı dilediğine verdiğini, Hz. Hüseyin’in başına gelen
musibetin Allah’ın emri ve takdiri büyük bir hâdise olduğunu dile getir-
dikten sonra, Kûfelilerin Muhtâr es-Sekafî� hakkındaki sorularına “Allah’ın
bize, yarattıklarının biri vâsıtasıyla yardım etmesini arzu ederiz.” şeklinde
genel bir cevap vermiştir. Bu sözleriyle Muhammed b. el-Hanefiyye açık
olarak Muhtâr es-Sekafî�’ye işaret etmemekle birlikte Kûfeliler bu ifadeyi
izin olarak değerlendirmişler ve onay vermediği takdirde bunu belirtece-
ğini düşünmüşlerdir. Böylece rızâ göstererek Muhtâr es-Sekafî�’nin etra-
fında toplanırlar. Bu süre zarfında taraftarlarının dağılabilecekleri endi-
şesi Muhtâr es-Sekafî�’yi oldukça tedirgin etmiştir.[10]

Muhtâr es-Sekafî�’nin gittikçe büyüyen hareketini güçlendiren en


önemli katılımlardan birisi, Hz. Ali taraftarlarından İ�brâhî�m b. Eşter’in
saflarına katılması, diğeri ise mevâlî� kesimidir. Emevî�ler’in bazı ekono-
mik ve ırkçı uygulamaları sebebiyle, toplum dışında kaldıklarını düşünen
mevâlî�, Muhtâr es-Sekafî� tarafından ön saflarda görevlendirilmişler ve bu
hareketin bel kemiğini oluşturmuşlardır.[11] Gerek Ehl-i Beyt’in gönlünü
kazanarak Hz. Ali taraftarlarının önderliğini üstlenmenin, gerek başı çe-
keceği bir sosyal hareket için mevâlî�nin desteğinden güç almanın siyasî�
hedeflerini gerçekleştirmek için en uygun dayanaklar olacağı konusun-
da seneler öncesinde Kûfe valisi Muğî�re b. Şu’be’nin tavsiyelerinin/ön-
görülerinin Muhtâr es-Sekafî�’nin kendisine çizdiği yol haritasında etkin
olduğunu söylemek mümkündür. Zira Muğî�re b. Şu’be tavsiyesinde, Â� l-i
Muhammed’e yardıma ve onların intikamını almaya çağrı yapan ve bu dâ-
vetin arkasına sığınan kişinin bütün insanları, bilhassa da mevâlî�yi kendi
etrafında toplayabileceğini açıkça belirtmişti.[12]

Muhtâr es-Sekafî�, hazırlıklarını tamamladıktan sonra 14 Rebî�ülevvel


66 (19 Ekim 685) tarihinde Kûfe’de Hz. Hüseyin’in ve Ehl-i Beyt’inin kanını
talep etmek üzere hareketini başlatmıştır.[13] Parolaları, “Yâ le-se’râti’l-Hü-
seyin! Yâ Mansûr, emit! [Haydi Hüseyin’in intikamını almaya! Yâ muzaffer,
öldür!]” idi.[14] Kısa sürede Kûfe’ye hâkim olurlar ve Allah’ın Kitâbı’na Hz.
Peygamber’in sünnetine tâbi olmak ve Ehl-i Beyt’in kanını talep etmek
üzere umumî� biat alırlar. Ancak bir müddet sonra aralarında kısmî� bir

[10] et-Taberî�, VI, 9, 13-14.


[11] Onat, s. 98-100; Yaşar Kocadağ, Keysâniyye, M.Ü� . Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul
2004 (yüksek lisans tezi), s. 35. 123
[12] el-Belâzürî�, Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf, thk. Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî�, I-XIII,
Dârü’l-Fikr, Beyrut 1417/1996, V, 214, 223.
[13] et-Taberî�, VI, 7, 14, 15.
[14] et-Taberî�, VI, 23.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

çözülme yaşanmış ve Kûfe eşrafı desteğini çekmiştir. Muhtâr es-Sekafî�’nin


mevâlî�ye değer vererek onları komuta kademesine kadar yükseltmesinin,
Kûfe ileri gelenlerinde rahatsızlık meydana getirdiği zikredilmektedir.[15]

“Yeryüzü Hüseyin’in katillerinden temizlenmedikçe yemek içmek


bana helâl olmaz.” diyen Muhtâr es-Sekafî�, bilhassa Kerbelâ Vakası’na ka-
tılanları sıkı bir şekilde takip etmiş ve başta Ö� mer b. Sa’d b. Ebî� Vakkâs ve
oğlu, ‘Sâhibü re’si’l-Hüseyin’ olarak anılan ve evinde saklanırken, hanımı
tarafından ihbâr edilen Havlî� b. Yezî�d el-Asbahî� ile Şemr b. Zü’l-Cevşen
başta olmak üzere birçok kişi öldürülmüştür.[16]

Kûfe’de tekrar hâkimiyeti sağlayan Muhtâr es-Sekafî�, İ�brâhî�m b. Eşter’i


Ubeydullah b. Ziyâd üzerine göndermiştir. Hâzir mevkiinde iki ordu karşı-
laşmıştır. Burada İ�brâhî�m b. Eşter, askerlerine tarihî� bir konuşma yapmıştır.
Konuşma, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinin Müslümanlar arasında nasıl bir
infial yarattığını açıkça göstermektedir ve şu şekildedir: “Ey dî�nin yardımcı-
ları! Hak taraftarları ve Allah’ın yardımcıları! İ�şte Hz. Peygamber’in kızının
oğlu olan Hüseyin b. Ali’nin kâtili Ubeydullah b. Mercâne! O, Hüseyin’le ço-
cuklarının, kadınlarının ve taraftarlarının arasını ayıran; gözlerinin önün-
den akıp duran Fırat suyundan içmelerine engel olan; onun amcasının oğlu
Yezî�d’e gidip anlaşmalarına mânî� olan; evine ve ev halkına geri dönmesine
veya Allah’ın geniş arazisinde bir yere gitmesine imkân vermeyen; onu ve
ehlini öldüren bir kimsedir. Allah’a yemin olsun ki, onun Resûlullah’ın mu-
tahhar Ehl-i Beyt’ine yaptıklarını Firavun bile İ�srailoğullarının necî�blerine
yapmamıştır. İ�şte Allah onunla bizi, şimdi karşı karşıya getirmiştir... Allah
sizlerin sadece Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine yapılanlara kızarak yola
çıktığınızı pekâlâ bilmektedir...” Daha sonra şiddetli bir çarpışma olmuş ve
Ubeydullah b. Ziyâd öldürülmüştür. Bu karşılaşma aynı zamanda Emevî�le-
re karşı bir meydan okuma anlamına geliyordu (9 Muharem 67/5 Ağustos
686). Başı, Muhtâr es-Sekafî� tarafından Medine’ye Ali b. Hüseyin’e veya Mu-
hammed b. el-Hanefiyye’ye,[17] ya da ikisine birden gönderilmiştir.[18]

O sırada Ehl-i Beyt’in söz sahibi büyükleri olan Ali b. Hüseyin ve Mu-
hammed b. el-Hanefiyye’nin, Hz. Hüseyin’in katillerini cezalandıran Muh-
târ es-Sekafî�’nin başarısını nasıl değerlendirdikleri hususunda farklı bilgi-
ler bulunmaktadır.[19] Bir rivayete göre Ö� mer b. Sa’d b. Ebî� Vakkās’ın başı

[15] Onat, s. 102.


[16] et-Taberî�, VI, 38, 51, 59-60; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 240; VIII, 436; Onat, s. 105-107.
124 [17] et-Taberî�, VI, 62.
[18] Onat, s. 108.
[19] İ�bnü’l-Kelbî�, Cemheretü’n-neseb, thk. Nâcî� Hasan, Mektebetü’n-Nahdati’l-Arabiyye,
Beyrut 1407/1986, s. 77; İ�bn Hazm, Cemheretü ensâbi’l-Arab, thk. Abdüsselâm
Muhammed Hârûn, Dârü’l-Meârif, 5. bs., Kahire, ts., s. 129.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Medine’ye gönderildiğinde Ali b. Hüseyin secdeye kapanmıştır.[20] Mu-


hammed el-Bâkır’dan nakledilen farklı bir rivayete göre ise Ali b. Hüseyin,
Kâbe’nin kapısında ayakta durarak Muhtâr es-Sekafî�’ye beddua etmiştir. Bu
duaya şahit olan bir arkadaşının, intikamlarını almak için savaşan Muhtâr
es-Sekafî� aleyhinde konuşmamasını söylemesi üzerine de Muhtâr’ı Allah’a
ve Resûlü’ne yalan söyleyen bir kezzâb olarak nitelemiştir.[21] Esasında fark-
lı görünen bu iki bilgi, savaş öncesindeki Muhammed b. el-Hanefiyye’nin
tepkisiyle de örtüşmektedir. Dolayısıyla Ali b. Hüseyin’in Hz. Hüseyin’in ve
ailesinin kâtillerinin cezalandırılmasından dolayı memnun olduğunu, fakat
bu mücadelenin Muhtâr gibi güvenilir olmayıp Ehl-i Beyt adına hareket et-
tiğini iddia eden birisinin önderliğinde gerçekleşmiş olmasından dolayı da
rahatsızlık duyduğunu ifade ederek te’lif etmek mümkündür.

Muhtâr es-Sekafî� açısından meseleye bakıldığında, elde ettiği bu mu-


vaffakiyet Kûfe’de siyasî� bir lider olarak kabul görmesine yetmemiştir.
Ö� zellikle Kûfe’nin ileri gelenleri Muhtâr es-Sekafî�’nin idaresinde yer al-
mak istemiyorlardı. Emevî� halifesi Abdülmelik b. Mervân ve Hicaz’da hila-
fetini ilan eden Abdullah b. Zübeyr bölgede hâkim olmaya çalışan iki kar-
şıt güçtü ve Muhtâr es-Sekafî�’nin her iki yönetimle de işbirliği yapabilmesi
mümkün olmaktan çıkmıştı. İ�ç çatışmaları bastırmak isteyen Abdülmelik
b. Mervân, her iki cephede savaşmak yerine Abdullah b. Zübeyr ile Muhtâr
es-Sekafî�’nin hesaplaşmasını beklemeyi tercih etmiştir.

Muhtâr es-Sekafî� Irak’ın bir kısmına hâkim durumdaydı. Doğu vilayet-


lerinden de kendisine katılımlar olmuştu. Emevî� ordusuna karşı elde ettiği
Hâzir galibiyeti de konumunu oldukça güçlendirmişti (67/686). Abdullah
b. Zübeyr ise hilâfetini Hicaz dışına taşıyabilmek için önünde engel teşkil
eden Muhtâr es-Sekafî� yönetimini ortadan kaldırmak için önlemler almaya
başladı. Bu sebeple Basra valisi olarak görevlendirdiği kardeşi Mus’ab b. Zü-
beyr (67/687), Kûfeli ileri gelenlerin desteği ve ordusuna yeni kuvvetlerin
katılımıyla Kûfe üzerine yürüdü. Kûfe yakınlarında bulunan ve Hâricî�lerin
yerleşim yeri olarak tanınan Harûrâ’da Muhtâr es-Sekafî� ve Mus’ab b. Zü-
beyr karşı karşıya gelirler. Kûfe ordusu bu mücadelede mağlup olmuş ve
Muhtâr es-Sekafî� 14 Ramazan 67’de (3 Nisan 687) öldürülmüştür.[22]

Muhtâr es-Sekafî�, önde gelen Arap kabilelerinden birisine mensup


olan, yönetici kimliğe sahip bir ailede yetişmiş güçlü bir kişilik olmakla
birlikte, siyasî� duruşundaki değişkenlik, onu güven duyulamayan bir lider

[20] Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’l-ilel ve ma’rifeti’r-ricâl, thk. Vasiyyullah b. Muhammed 125


Abbâs, I-IX, el-Mektebetü’l-İ�slâmiyye, Beyrut 1988, I, 133.
[21] ed-Dûlâbî�, Kitâbü’l-Künâ ve’l-esmâ, I-II, Dârü’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, 2. bs., Beyrut
1403/1983, I, 150.
[22] İ�rfan Aycan, “Mus’ab b. Zübeyr”, DİA, XXXI, s. 227.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

konumuna getirmiştir. Muhtâr es-Sekafî� bir anlamda Tevvâbûn’un akî�m


kalan hareketini hitâma erdirip, Kerbelâ şehitlerinin acısıyla muzdarip
yürekleri bir nebze olsa serinletse de, bölgede yalnızlaşmasının getirdiği
acı sondan kaçamadı. Siyâsî� mücadelelerindeki başarıları sınırlı kalmakla
birlikte ölümünden sonra özellikle Ehl-i Beyt odaklı aşırı görüş ve ina-
nışları, ilk gâlî� Şiî� topluluklar olarak nitelenen Muhtâriyye, Haşebiyye ve
Keysâniyye adlı mezheplerin oluşumuna yol açmıştır.[23] Bu önemli hadi-
seler neticesinde Muhtâr es-Sekafî� dikkatleri üzerinde toplamış ve tarih
boyunca adından bahsettiren bir şahsiyet olarak tanınmıştır.

126

[23] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Mustafa Ö� z, İslâm Mezhepleri Tarihi, ensâr, İ�stanbul
2011, ss. 133, 319, 804; Kocadağ, ss. 22-29.
Doç. Dr. Gülgûn UYAR
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

5. Zeyd b. Ali İsyanı

Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın vefatını (60/680) müteakiben başlayan


Yezî�d b. Muâviye dönemi (iktidarı: 60-64/680-683), Kerbelâ
faciası, Harre Vakası ve Abdullah b. Zübeyr’in baş kaldırısını
bastırmak amacıyla Kâbe’nin mancınıkla taşlanması gibi halkın
Emevî� idaresine karşı nefret duygularını tahrik eden acı hâdise-
lere sahne olmuştu. Bu hâdiseler aynı zamanda bölgede Emevî�
hâkimiyetinin zayıflamasına yol açmış, ilk kırılmada iktidar
Emevî� ailesi içinde Süfyânî� koldan Mervânî�lere geçmişti.

Emevî� idaresi, kendisine siyasî� rakip olarak öncelikle


Ali-Fâtıma evlâdını görüyordu. Ö� mer b. Abdülaziz dönemi (99-
101/717-720) hariç, hutbelerde resmî� bir söylem olarak Hz.
Ali’nin aleyhinde konuşulması, hem Ehl-i Beyt hem de Müslü-
man tebeanın çoğunluğu tarafından tepkiyle karşılanan bir
uygulama idi. Bu tür uygulamalara karşı çıkanlar ise cezalan-
dırılıyordu. Bu süreç içerisinde Ehl-i Beyt mensupları sabır ve
teennî� ile hareket etme yolunu seçmişlerdir. Bilhassa Hz. Hüse-
yin’in ve Ehl-i Beyt’inin şehit edilmesi ile neticelenen Kerbelâ
Vakası’ndan sonra (61/680) hayatta kalan tek Hüseynî� olan Ali
Zeynelâbidî�n b. Hüseyin siyasî� gelişmeler karşısında alenen bir
tavır sergilememiştir.[1]

Ali Zeynelâbidî�n, bu yolla kendisini ve ailesini, iktidar ka-


nadından gelebilecek tehlikelerden korumak istemiştir. Bunun
yanında ilim ve faziletle bezenmiş şahsiyeti ile Ali-Fâtıma evlâ-
dının, Hâşimî�lerin ve Medinelilerin önde gelen kişileri arasında
bütün Hüseynî�lerin babası sayılmıştır. Zühdü ve takvâsı sebe-
biyle de herkes tarafından sevilmiş, takdir edilerek örnek göste-
rilmiş ve ‘zamanın âbidlerinin efendisi’ olarak tavsif edilmiştir.[2]

[1] Bu konuda geniş bilgi için bk. Gülgûn UYAR, Ehl-i Beyt İslâm Tarihinde 127
Ali-Fâtıma Evlâdı, İ�lahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2. basım, İ�stanbul
2008, s. 83-89.
[2] İ�bn Hibbân, Kitâbü’s-Sikât, Dâiretü’l-Maârifi’l-Osmaniyye, Haydarâbâd
1393-99/1973-79, V, 159-60; İ�bn Hibbân, Kitâbü Meşâhîru ulemâi’l-emsâr
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ali b. Hüseyin’in sergilediği bu bilinçli tavrı, isyan etmemekle birlikte, ikti-


dara destek de çıkmayarak çekimser kalmak şeklinde açıklamak mümkün
olabilir. Bu çizgi Muhammed el-Bâkır, Ca’fer es-Sâdık, Mûsâ el-Kâzım, Ali
er-Rızâ ve onların yolundan giden Ali-Fâtıma evlâdı tarafından da benim-
senmiştir.

Hişâm b. Abdülmelik dönemi (iktidarı: 105-125/724-743) Emevî�


Devleti’nde uzun süreli güçlü bir dönem kabul edilir. Hişâm b. Abdül-
melik bizzat Ali-Fâtıma evlâdı karşıtı bir siyaset izlememiştir; ancak Hz.
Hüseyin’in torunu Zeyd b. Ali’yi güçlü bir siyasî� rakip olarak görmesi onu
isyana götüren süreci hazırlamıştır. Hişâm’ın, daha kardeşi Velî�d’in hilâ-
feti zamanında Mekke’de yaşadığı bir tecrübe, halkın Ali-Fâtıma evlâ-
dına gösterdiği, sevgi, hürmet ve bağlılık hakkında fikir sahibi olmasını
sağlamıştı.

Bu hadise Hişâm ile Ali Zeynelâbidî�n’in hac mevsiminde aynı esna-


da Kâbe’ye ziyarette bulundukları sırada yaşanmıştır. Hişâm, Kâbe’yi ta-
vaf ederken Hacerülesved’e el sürmek istemiş, ancak kalabalık olması
sebebiyle buna muvaffak olamamıştı. Bunun üzerine yüksekçe bir yere
çıkıp oturmuş ve tavaf edenleri seyretmeye başlamıştır. Bu esnada Ali
Zeynelâbidî�n’in tavaf alanına girdiğini fark eder. Ali Zeynelâbidî�n, Hace-
rülesved’e yaklaştığında, herkes saygıyla kendisine yol açar; Hacerüles-
ved’i rahat bir şekilde ziyaret eder. Olanları izlemekte olan Hişâm, şâhid
olduğu manzara karşısında öfkelenmekten kendini alamaz ve Şamlılara
bu kişinin kim olduğunu sorar. Orada bulunan meşhur şair Ferezdak’tan
(114/732), Ali Zeynelâbidî�n olduğunu öğrenir. Emevî�lerle yakın iliş-
ki içinde bir şair olarak da tanınan Ferezdak, o sırada Ali b. Hüseyin’i
tanıtan ve onu medheden bir şiir söyler. Hişâm bu şiiri duyunca daha
da sinirlenmiş ve Ferezdak’ı Mekke-Medine arasında Usfân’da hapset-
tirmiştir.[3] Bu hadise Hişâm’da, Ali Zeynelâbidî�n’in gölgesinde kaldığını
düşünmesi ve Ehl-i Beyt’in halk nezdindeki yeri ve önemini bizzat mü-
şahedesi bakımından ileriye dönük icraatlarını etkileyecek bir iz bırak-
mıştır.

Zeyd b. Ali, Hişâm b. Abdülmelik döneminin önde gelen şahsiyet-


lerinden birisidir. Ehl-i Beyt’in seçkin şahsiyetleri arasında yer alır. Hz.

(thk. Mavfred Fleischhammer), Dârü’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrut, ts., s. 63; el-İ�clî�,


Kitâbü’s-sikât (thk. Abdülmu’tî� Emin Kal’acî�), Dârü’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrut
128 1405/1984, s. 344.
[3] ez-Zehebî�, Târîhu’l-İslâm (thk. Ö� mer Abdüsselâm et-Tedmûrî�, Beşşâr Avvad Ma’rûf
vd.), Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî�, Beyrut 1407/1987-, s. 438. Şiirin metni için bk. Şerhu
Dîvâni’l-Ferezdak (haz. Î�liyyâ el-Hâvî�), eş-Şirketü’l-’Â�lemiyye li’l-Kitâb, 2. basım,
1995, II, 353-356; Ali Şakir Ergin, “Ferezdak”, DİA, XII, 374.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Hüseyin’in torunu ve Ali Zeynelâbidî�n’in oğludur. 75 (694) veya 79’da


(698) Medine’de doğmuştur. Künyesi Ebü’l-Hüseyin’dir. Seyyidü’l-Hâşi-
miyyî�n olarak anılır.[4] Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Ebî� Tâ-
lib’in kızı Rayta ile evlenmiştir. Kûfe’de iki evlilik daha yapmıştır. Yahya,
Hüseyin, İ�sa ve Muhammed adlı oğulları ve bir kızı dünyaya gelmiştir.[5]

Zeyd b. Ali, aile çevresi içinde özellikle babası Ali Zeynelâbidî�n ve kar-
deşi Muhammed el-Bâkır’ın (114/732) terbiyesi altında yetişmiştir. Fakî�h,
kârî�, müfessir, muhaddis ve mütekellimdir. Ö� zellikle Ehl-i Beyt arasında
tevârüs eden ilim halkasında dördüncü tabakada yer almıştır.[6] Zeyd b.
Ali-Hüseyin b. Ali-Ali b. Ebî� Tâlib-Resûl-i Ekrem (sas) sened zinciriyle ri-
vayet ettiği hadislerinden müteşekkil bir Müsned’i bulunmaktadır.[7]

İ�lim tahsili için Basra’ya gitmiştir. Dönemin tâbiî�lerinden ders almış-


tır. Ali b. Hüseyin, Muhammed el-Bâkır, Ebân b. Osman (105/723), Urve b.
Zübeyr (93/712) ve Ubeydullah b. Ebî� Râfî� hadis rivayet ettiği hocalarıdır.[8]
Ayrıca Vâsıl b. Atâ ile müzâkerelerde bulunmuş; İ�mam A’zâm Ebû Hanî�fe,
talebesi olmuştur.[9] Yüz civarında öğrencisinin ismi zikredilir.[10]

Zeyd b. Ali, içinde bulunduğu çevrede özellikle ilmi ve zühdü ile te-
mayüz etmişti. Ancak yaşadığı bazı olumsuz hâdiseler neticesinde siyasî�
otorite ile karşı karşıya gelmiş ve Emevî� idaresine baş kaldırmak zorunda
bırakılmıştır. Halife Hişâm b. Abdülmelik döneminde, 122 (740) senesin-
de Kûfe’de isyan etmiştir.[11]

[4] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ (thk. İ�hsan Abbâs), I-IX, Beyrut 1377/1957, V, 324-
325; el-Bağdâdî�, Târîhu Bağdat ev Medinetü’s-Selâm, I-XIV, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî�,
Beyrut, ts., VII, 205.
[5] ez-Zübeyrî�, Kitâbü Nesebi Kureyş (thk. E. Lévi-Provençal), Dârü’l-Maârif, 3. basım,
Kahire 1982, s. 66-67; Salih Ahmed Hatî�b, İmam el-Zeyd b. Ali el-müfterâ aleyh,
el-Mektebetü’l-Faysaliyye, Mekke 1984/1404, s. 41; Eren Gündüz, Zeyd b. Ali Hayatı,
Eserleri ve İslâm Hukuk Düşüncesindeki Yeri, Düşünce Kitabevi, Bursa 2008, s. 39.
[6] Gülgûn Uyar, “Ali-Fâtıma Evlâdı Arasında Bilgi İ�snâdı”, Mârife, 8/3 (2008), s. 239-
258, s. 244.
[7] Zeyd b. Ali (122/740), Müsnedü’l-İmâm Zeyd (thk. Abdülaziz Bağdâdî�), Dârü’l-
Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrut 1981.
[8] Gündüz, s. 35.
[9] Cem Zorlu, Âlim ve Muhâlif, İ�z Yayıncılık, İ�stanbul 2011, s. 86.
[10] Bu isimler ve ona ait olduğu ileri sürülen eserler hakkında bk. Salih Ahmed Hatî�b, s.
44-70; Gündüz, s. 132-164.
[11] İ�bn Hazm, Cemheretü ensâbi’l-Arab (thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), Dârü’l-
Maârif, 5. basım, Kahire, s. 52. el-Vâkıdî� tarafından 121/739 Safer ayında öldürül-
düğü söylenmekle birlikte meşhur olan Hişâm b. Muhammed’in de iddia ettiği gibi
isyan ettiği 122/740 senesi Safer ayıdır. Bk. Halî�fe b. Hayyât, Târîh (thk. Ekrem
Zıyâ el-Ö� merî�), Dârü Tayyibe, Riyad 1405/1985, s. 353; et-Taberî�, Târîhu’l-ümem 129
ve’l-mülûk (thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Dâru Süveydân, Beyrut, ts., VII,
160; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-târîh (thk. C. Johannes Tornberg), Dâru Sâdır, Beyrut
1399/1979, V, 229, 242-243; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, I-XIV, Mektebetü’l-
Maârif, 4. basım, Beyrut 1401/1981, IX, 327-328.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

121 (739) yılı bu isyana yol açan sebeplerin belirginleştiği ve isyan


hazırlıklarının şekillendiği bir zaman dilimidir. Kaynaklar, Zeyd b. Ali’nin
isyan sebebi üzerinde tafsilâtlı bir şekilde durmaktadırlar. Ancak bu ko-
nuda birbirinden farklı sebeplerin ortaya konduğu bir gerçektir. Bu farklı
sebepleri şu şekilde ele almak mümkündür:

a. Zeyd b. Ali’nin Haksız Mal İktisabı ile Suçlanması

Bu iddianın ortaya atıldığı dönemde Irak valisi Hâlid b. Abdullah


el-Kasrî�’dir. İ�leri sürüldüğüne göre Zeyd b. Ali, akrabalarından Muham-
med b. Ö� mer b. Ali b. Ebî� Tâlib ve Dâvûd b. Ali b. Abdullah b. Abbâs ile
birlikte Irak valisini ziyarete gider. Vali kendilerine bazı hediyeler takdim
eder. Ziyaret sonrasında tekrar Medine’ye geri dönerler. Hâlid b. Abdul-
lah’ın yerine gelen yeni Kûfe valisi Yusuf b. Ö� mer es-Sekafî� ise bu durumu
tam olarak tahkik etmeden halifeye rapor etmiştir. Ayrıca şikâyetine ek-
lediği bir diğer hususa göre sâbık vali Zeyd’den Medine’deki bir arazisi-
ni önce 10.000 dinar mukâbilinde satın almış, bilâhare arsayı tekrar ona
hî�be etmiştir.

Söz konusu şikâyet üzerine halife Hişâm harekete geçmiş ve Medine


âmiline haber göndererek Zeyd b. Ali’nin ve beraberindeki iki şahsın hu-
zuruna getirtilmesini istemiştir. Halifenin emrini ihtiva eden mektubun,
Zeyd’in gördüğü bir rüyanın peşi sıra Medine’ye geldiği zikredilir. Zeyd
b. Ali’nin oğlu Yahya’yı da ürküttüğü söylenen bu rüyada Zeyd, Irak’ta bir
ateş yakmış; sonra bu ateşi söndürmüş ve ölmüştür. Bu rüya, yaklaşan
tehlikenin bir habercisi olarak görülmüştür.

Halifenin huzuruna çıkan Zeyd ve arkadaşları, sorguları esnasında


vali tarafından kendilerine takdim edilen hediye meselesini kabul etmiş;
ancak bunun dışındaki suçlamaları reddetmişlerdi. Bu konuda yemin de
etmeleri üzerine halife Hişâm, kendilerine inanmıştır.[12]

Halife Hişâm b. Abdülmelik, Zeyd b. Ali ve arkadaşlarının suçsuzlu-


ğuna kanaat getirerek Zeyd b. Ali’nin Irak’a giderek sâbık vali Hâlid b.
Abdullah veya oğlu Yezî�d ile bu konuda yüzleşmelerini istemiştir. Zeyd b.
Ali ise halifenin bu kararına uymakta çekimser davranmıştır. Çekincesi
ise Kûfe valisi Yusuf b. Ö� mer’in kendisine âdil davranmayacak olmasıdır.
Hatta kendisini öldürmesinden endişe etmektedir. Halife, Zeyd b. Ali’nin
bu kaygısını yersiz bulmuş; ayrıca valisi Yusuf’a gönderdiği mektupta
Zeyd ve arkadaşlarının yemin ettiklerini, kendisinin de yeminlerini ka-
130 bul ettiğini ve onların para/emanet konusunda suçsuz olduklarını bil-
dirmiştir.

[12] Taberî�, VII, 160; İ�bnü’l-Esî�r, V, 229.


Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Vali Yusuf, Zeyd b. Ali’ye güzel muamele etmiştir. Hâlid b. Abdullah


veya oğlu Yezî�d’i çağırarak onlarla yüzleştirmiştir. Bu sefer Hâlid b. Ab-
dullah veya oğlu Yezî�d ifadesini değiştirmiş ve bu kişilerde az veya çok
herhangi bir alacağı olmadığını beyan etmiştir. Zeyd b. Ali, sorgu sırasında
vali Yusuf’un kendisine yönelttiği, eski vali Hâlid’den haksız maddî� kazanç
temin ettiği şeklindeki suçlamayı reddederken dikkat çekici bir savunma
yaptığı görülür. Zeyd b. Ali, minberden atalarına sebbeden yani aleyhlerin-
de konuşan bir yöneticinin kendisine mal vaadinde bulunmasının müm-
kün olmadığını ifade etmiştir. Eski vali Hâlid b. Abdullah da bu sözü doğ-
rulamış ve bir taraftan açıktan dedesi Hz. Ali’nin aleyhinde konuşup diğer
taraftan Zeyd b. Ali’nin lehine bu şekilde hibede bulunmasının bir çelişki
olduğunu ifade etmiştir. Zira 105-120 (724-738) yılları arasında Hişâm’ın
Irak valiliğini yapan Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’nin, Hz. Ali’ye lânet ettiği
bilinmektedir.[13] Sonuç olarak Hâlid b. Abdullah’a göre bu suçlamalar yeni
vali Yusuf b. Ö� mer’in haksız iddialarıdır.[14]

Bu hadise Zeyd b. Ali’nin isyan sebepleri arasında zikredilmektedir. An-


cak bakıldığında halife Hişâm ile Zeyd b. Ali’nin sonunda anlaştıkları görü-
lür. Zeyd b. Ali hakkındaki suçlamanın kalkması için halife gerekeni yapmış-
tır. Soruşturmanın selameti açısından da Zeyd b. Ali’nin mağdur olmaması
için önlemler almıştır. Burada olumsuz tavır takınanın yeni Kûfe valisi Yusuf
b. Ö� mer olduğu görülür. Nitekim vali bu olumsuz tavrını daha sonra da de-
vam ettirecektir. Halife ise Zeyd b. Ali’nin sağlam şahsiyetini ve dürüstlü-
ğünü gayet iyi bilmektedir. Böyle bir haksız gerekçe ile Zeyd b. Ali’nin aley-
hinde hükmetmek ve bu kuvvetli kişiliği karşısına almak, halifenin tercih
ettiği bir yol olamazdı. Dolayısıyla bu soruşturmayı tek başına Zeyd b. Ali’yi
isyana götüren sebepler arasında değerlendirmek doğru olmaz.

b. Zeyd b. Ali ile Hasanîler Arasında Sadakaların/Vakıfların İdaresi Konusu

Zeyd b. Ali’nin halife Hişâm b. Abdülmelik’e karşı olumsuz bir tavır


takınmasına yol açan onunla yaptığı ikinci bir görüşme vardır. Bu görüş-
menin yapılmasının sebebi ise Hz. Hüseyin’in torunlarından Zeyd b. Ali ile
Hz. Hasan’ın torunlarından Hasan b. Hasan b. Ali’nin oğulları arasında ge-
çen bir tartışmadır. Bu tartışma Hz. Peygamber’in sadakasını kimin idare
edeceği hususunda olmuştur.

Rusâfe’de vakıfların idaresi konusunda Hz. Ali’nin torunları arasın-


da geçen bu tartışmaya kaynaklarda tafsilâtlı bir şekilde yer verilmiştir. 131
[13] İ�smail Hakkı Atçeken, Devlet Geleneği Açısından Hişâm b. Abdülmelik, Ankara Okulu,
Ankara 2001, s. 51.
[14] Taberî�, VII, 166-167.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Bu toplantılarda Zeyd, Benî� Hüseyin adına, Ca’fer b. Hasan da Benî� Hasan


adına konuşmuştur. Ca’fer ve Zeyd, Medine valisinin önünde ustalıkla ileri
sürdükleri delillerle görüşlerini ortaya koymuşlardır. Valinin huzurundan
ayrıldıktan sonra ise, aralarındaki tartışma ile ilgili tek kelime konuşma-
mışlardır. Ca’fer b. Hasan vefat edince Zeyd’e karşı Hasanî�leri Hasan b. Ha-
san b. Hasan, temsil etmek istemiş, ancak Abdullah b. Hasan bu vazifeyi
kendisi üstlenmiştir.

Dava için ikisi de valinin huzuruna çağrılmışlardır; ancak valinin bu


konuda iki yüzlü davrandığı, meseleyi çözüme kavuşturup aralarını bul-
mak maksadıyla değil, karşılıklı atışmalarından hoşlandığı için Zeyd b.
Ali ve Abdullah b. Hasan’ı bir araya getirdiği söylenmekteydi. Abdullah ve
Zeyd, bütün bu anlaşmazlıkların valinin kendilerine karşı takındığı art ni-
yetli, müstehzî� tavırdan kaynaklandığını da farketmişlerdi. Bu durumda
Zeyd b. Ali, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ö� mer’in toplamadığı bir konu için, Hz.
Peygamber’in zürriyetini biraraya getirdiğini söyleyerek, hayatta olduğu
sürece onun huzurunda ne hakkı ne de bâtılı savunmak için, bir daha Ab-
dullah’la tartışmayacağını açıkça ilan etmişti.[15]

Zeyd, amcasının oğulları Ca’fer b. Hasan b. Hasan b. Ali ve Abdullah


b. Hasan b. Hasan b. Ali ile aralarında cereyan eden dedeleri Hz. Ali’nin
vakıflarının idaresini uhdelerine alma konusundaki bu münakaşaları son-
rasında Halife Hişâm b. Abdülmelik’le görüşmek üzere Şam’a gitmiştir.
Hişâm ise Zeyd’in görüşme taleplerini reddederek bir müddet huzuruna
kabul etmemiş ve bu hususta ağırdan almıştır. Hişâm’ın izin vermemesi
üzerine Zeyd, müracaatını yazılı olarak iletmeye başlamıştır. Halife ise,
kendisine gelen her yazılı kâğıdın altına “Emî�rine dön.” diye yazarak cevap
veriyordu. Zeyd ise hiçbir surette Medine valisi Hâlid’in yanına gitmeyece-
ğini, kendisinden herhangi bir mal/ihsân talebinde bulunmadığını sade-
ce bir davacı olduğunu beyan ederek ısrarcı tavrını sürdürmüştür. Halife,
uzun bir engellemeden sonra Zeyd’in, huzuruna çıkmasına izin vermiştir.
Zeyd’in hilâfet talebiyle isyan edişinde, bu görüşme esnasında Hişâm’dan
gördüğü kaba muamelenin de etkili olduğu kabul edilmiştir.[16]

Ayrıca Hişâm, görüşme günü Zeyd’e biraz daha güçlük çıkartmak için
yüksek bir kata çıkmıştı. Bir hizmetlisine de yol boyunca gizlice Zeyd’i ta-
kip etmesini emretmişti. Zeyd, yapı olarak topluydu; bu sebeple merdi-
venlerden güçlükle çıktı. Bazı basamaklarda duruyor ve “Kim bu dünyayı
severse…” diye söyleniyordu.[17]
132
[15] Taberî�, VII, 163-164, 165.
[16] Taberî�, VII, 165; Muhammed b. Şâkir el-Kütübî�, Fevâtü’l-vefeyât ve’z-zeylü aleyhâ
(thk. İ�hsân Abbâs), Dâru Sâdır, Beyrut 1973, II, 35.
[17] Taberî�, VII, 165.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Bu görüşmede Zeyd b. Ali ile Hişâm arasında konuşulan esas konu,


Zeyd’in hilâfete geçmek gibi bir emelinin olup olmadığı idi. Zeyd, böyle bir
düşüncesi olmadığına dair yemin ediyor, fakat Hişâm inanmadığını söylü-
yordu. Ona göre Zeyd’in, hilâfeti temenni ettiğine dair haberler mevcuttur.
Fakat Hişâm, bir cariye çocuğu olduğu için Zeyd b. Ali’nin hilâfete layık
olmadığını ileri sürüyordu. Zeyd ise Allah’ın indinde hiç kimsenin, Allah’ın
gönderdiği bir peygamberden daha yüce ve derece olarak daha yüksek
olamayacağını ifade etmiştir. Peygamberlerin en hayırlılarından İ�smail’in
(as), peygamberlerin en hayırlısı Hz. Muhammed’i doğurduğunu, İ�sma-
il’in bir cariye çocuğu olduğu halde Allah’ın onu tercih ettiğini ve onun
soyundan insanların en hayırlısını çıkardığını, dedesi Hz. Peygamber olan
birisinin cariye bir annesinin olmasının o kişi için eksiklik teşkil etmediği-
ni söylemiştir. Bunun üzerine Hişâm, Zeyd’den huzurunu terk etmesini is-
ter. Zeyd ise, orayı terk edeceğini, fakat daha sonra hoşnut olmayacağı bir
durumda halifenin karşısına çıkacağını açıklayarak sert bir karşılık verir.[18]

Hişâm’la görüşmesinin ardından Kûfeli Ali taraftarlarının davetlerine


kulak veren Zeyd, Kûfe’ye gitmiştir. Kûfeli Şiî�ler Zeyd’i yalnız bırakmıyor-
lar, sürekli yanına gelip gidiyorlar, onu isyana teşvik ediyorlardı. Bu zama-
nın Benî� Ü� meyye’nin helâk olduğu zaman olması yönünde dileklerini dile
getirerek, bu yolda muzaffer olması için yanında olduklarını bildiriyorlar-
dı. Halife Hişâm, Kûfe valisi Yusuf’a haber yollayarak Zeyd’i takip etmesini
ve Medine’ye geri göndermesini istedi. Hişâm, Zeyd’in, etrafındaki insan-
ları fikirleriyle etkileyeceğinden korkuyordu. Tanıdığı kadarıyla eğer Zeyd
kendi memleketi dışında bir yerde kalır ve oradaki halka davette bulunur-
sa, ona mutlaka biat edilecekti.

Hişâm b. Abdülmelik, Yusuf b. Ö� mer’e Zeyd b. Ali meselesinde ayrıca


şunları yazmıştır: “Kûfelilerin Ehl-i Beyt’e muhabbet beslediklerini ve
onları olduklarından daha farklı bir yere koyduklarını biliyorsun. Zira
Kûfeliler, onlara itaate kendilerini mecbur hissediyorlar; din işleriyle il-
gili konuları onlara tevdî� ediyorlar; onlara, mevcut olmayan bir ilim nis-
pet ediyorlar; isyana kışkırtarak, onları cemaat içinde tefrika çıkarmaya
sevkediyorlar. Zeyd b. Ali, Ö� mer b. Velî�d ile ilgili anlaşmazlığı sebebiyle
halifeye geldi; Emî�rü’l-mü’minî�n aralarını buldu ve karşısında tesirli,
beliğ konuşan, sanatkârâne söz söyleyen, lisânının halâveti ve mesele-
lerin çözümü için getirdiği hüccetlerin çokluğuyla insanları arkasından
sürüklemeye muktedir bir adam buldu. Zeyd bu hasletini, muhalifine
karşı zafer elde etmek için ileri sürdüğü keskin, müessir fikirleri saye- 133
sinde elde ediyor. Onu Hicâz’a göndermekte acele et. Geçmesine ve senin

[18] Taberî�, VII, 165-166.


İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

tarafına gelmesine müsaade etme. Eğer insanlar ona kulak verirlerse,


Resûlullah’ın akrabası olma cazibesinin yanısıra, konuşmasındaki yu-
muşaklık ve ifadelerindeki halâvet sayesinde onları etkiler ve Kûfelileri,
kalpleri aceleci, düşünceleri sükûnetten uzak ve yeminlerinin onurunu
taşımayan kişiler olarak kendisine meyilli bulur. Onu incitmek pahası-
na baskı yapmak ve şehirden çıkarmak, toplumun selâmeti bakımından,
kan dökülmesini önlemek ve tefrikaya karşı emniyeti sağlamak için be-
nim tercihimdir.” Hişâm’ın bu sözleri Zeyd b. Ali’den hangi ölçüde çekin-
diğini göstermektedir.

Diğer taraftan Yusuf da, Zeyd’in Kûfe’de kalmasından son derece


tedirgindi. Aslında Zeyd, sürekli Kûfe’de kalacağı yönünde bir beyanda
bulunmamıştı. Ancak kalış süresi gittikçe uzuyordu. Yusuf, ara ara Zeyd
hakkında bilgi alıyor; hâlâ şehirden ayrılmadığı bildiriliyordu. Yusuf, git-
mesi için haber gönderdiğinde ise Zeyd, olumlu cevap veriyordu. Bu süre
içerisinde Zeyd’in Kûfe’de kalmak hususunda henüz mütereddit olduğu
anlaşılmaktadır. Zira valiye rahatsızlandığı için Allah’ın dilediği bir süre
daha burada kalmaya devam edeceğini bildirmişti.

O sırada Hî�re’de bulunan Yusuf, Zeyd’i takibe devam etti; hâlâ Kû-
fe’den ayrılmadığını öğrenince bu sefer tavrını sertleştirerek Kûfe’deki
âmili vâsıtasıyla baskı yapmaya başladı ve haber göndererek Zeyd’i git-
meye zorladı. Zeyd’in Kûfe’de bulunmasını gerektiren mazeretlerinden
biri de Talha b. Ubeydullah ile Medine’deki malları hususundaki anlaş-
mazlıktı. Â� mil, bu durumu Yusuf’a bildirmişti. Birkaç gün daha kalması-
na izin verildi. Ancak Hz. Ali taraftarlarının sürekli Zeyd’le irtibat içinde
olmalarından son derece rahatsızlık duyan Yusuf, geciktirmeden Zeyd’in
şehirden çıkarılmasını, eğer davası olduğunu söylerse ona vekâlet edecek
bir vekil tayin edilmesini emretti. Şehirden ayrılmak için hazırlık yaptığını
söyleyen Zeyd, bir müddet daha vakit kazanmaya çalıştıysa da, Yusuf’un
bu konudaki ciddiyetini anladı. Dört veya beş ay kaldığı söylenen Kûfe’den
ayrılan Zeyd, Kâdisiyye’ye geçti. Uzeyb’e gidene kadar Yusuf’un elçisi de
denetim amaçlı ona refakat etti.[19]

Kûfeli Şiî�ler ise Zeyd’i takibe devam ettiler. Zeyd’i Kûfe’ye geri dönme-
ye ve isyan hareketini başlatmaya râzı etmek için ellerinden ne geliyorsa
yaptılar; âdeta yalvardılar, ona sözler ve kuvvetli yeminler verdiler. Zeyd
onlara, babası ve dedesi gibi kendisini yalnız bırakmalarından ve teslim
etmelerinden korktuğunu söylemeye başlayınca, böyle yapmayacaklarına
134
dair yemin ediyorlardı.

[19] Taberî�, VII, 166, 167, 168-169, 170-171; el-Belâzürî�, Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eş-
râf (thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî�), Dârü’l-Fikr, Beyrut 1417/1996, III, 427.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Yakınları ise Zeyd b. Ali’yi Kûfe’ye gitme kararını gözden geçirmeye


davet ediyorlardı. Kûfelilerin vaad ettikleri himayeyi, desteği ve yardımı
gösterebilecekleri konusunda ciddi şekilde endişe duyuyorlardı.[20] Ancak
ailesinin bütün bu ikazları Zeyd b. Ali’yi kararından vazgeçirmeye kâfi gel-
memiştir.

Kûfeliler ise tanık oldukları bu uyarıları Zeyd b. Ali’nin gözünde


önemsiz hâle getirmek için büyük gayret sarfetmekteydiler. Zeyd ise, Benî�
Ü� meyye’nin aşırı derecede kibirli ve merhametsiz olduklarını söyleyerek,
düşüncesinin artık buna bir dur denmesi gerektiği yönünde değişmekte
olduğunun işaretini veriyordu.[21] Ayrıca kendi boynu ve onların boynu
üzerine biatlerini kabul ettiğini açıklayarak, artık bu noktadan sonra geri
dönemeyeceğini açıklamıştır.[22]

Zeyd b. Ali, isyan için kararlı bir şekilde Kûfe’ye döndükten sonra giz-
lenerek faaliyet göstermeye başladı. Kûfeli taraftarları, onu ziyaret ederek
biatlerini bildirmeye başladılar. Divanına kayıtlı taraftar sayısı 15.000 ki-
şiye ulaştı. Zeyd, Kûfe’de on küsûr ay kaldı.[23]

Zeyd b. Ali’nin, biat esnasındaki ifadeleri şu şekildeydi: “Biz sizi Al-


lah’ın kitâbına, Nebî�si’nin sünnetine, zâlimlerle cihada, mazlumları sa-
vunmaya, mahrum bırakılanlara maddî� yardımda bulunmaya, feyi ehilleri
arasında eşit dağıtmaya, hakları gasbedilenlerin zararlarının tazminine,
sınırlarda alıkonanlara ev verilmesine ve bize muhalif olup hakkımızı ver-
meyenlere karşı bize, Ehl-i Beyt’e yardım etmeye davet ediyoruz. Bunun
üzerine biat ediyor musunuz?” Kabul verildiği takdirde elini karşıdakinin
eli üzerine koyuyor ve biatlerini muhafaza etmeleri, düşmanıyla savaş-
maları, gizliden ve açıktan ona karşı samimiyetle davranmaları şartıyla
Allah’ın ahdi, misâkı, zimmeti ve Resûlü’nün zimmetinin onların üzerine
olması için dua ederek elini meshediyor ve “Allahım şâhid ol.” diyordu;
böylece biat merasimi tamamlanıyordu.

Zeyd b. Ali, isyan vakti yaklaştıkça, arkadaşlarına hazırlanmalarını


emretmiştir. Biatlerine sâdık ve vefâlı olanlar Zeyd b. Ali’nin talimatları
uyarınca hareket ediyorlardı. Ancak Zeyd’in bir hareket hazırlığı içinde
olduğu haberi halk arasında yavaş yavaş şuyû bulmaya başladı. Zeyd’in
ve arkadaşlarının hazırlıkları hız kazanmaya başladığı sırada Süleyman
b. Sürâka, Yusuf b. Ö� mer’e giderek durumu ihbar etti. Vali, Zeyd’i bulmak
için bu iki adamın evini arattıysa da sonuç alamadı. Ancak sorgularında,
135
[20] Taberî�, VII, 171.
[21] Taberî�, VII, 167-168.
[22] Taberî�, VII, 168-169.
[23] Taberî�, VII, 171.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Zeyd ve arkadaşlarının faaliyetlerini anlatmak durumunda kaldılar. Zeyd


b. Ali’nin, bu safhadan itibaren tutuklanma endişesiyle hızlı hareket ettiği
anlaşılmaktadır. Hatta bu sebeple Kûfelilerle kararlaştırmış oldukları is-
yan vaktini öne çekme zarureti kendisini göstermiştir.[24]

Valiliğin, Zeyd b. Ali hakkındaki gelişmelerden haberdar olmasının


ardından dikkat çekici önemli bazı tavır değişiklikleri ortaya çıkmıştır.
Zeyd’e biat etmiş bulunan ileri gelen taraftarlarından bir kısmı, valinin
mevcut durum hakkında bilgi sahibi olmasından rahatsızlık duymuşlar-
dı. Bunun üzerine Zeyd’e gelerek, belirli hassasiyetlere sahip oldukları
bazı konularda ona sorular yönelttiler. Bu sorulara alacakları cevaplar, bir
mânada onların Zeyd’le birlikte yola devam edip etmeyeceklerini belir-
leyecekti. İ�lk olarak Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ö� mer hakkındaki düşüncesini
öğrenmek istediler. Zeyd, ikisi için de Allah’tan rahmet diledi ve onların
mağfiretleri için dua etti. Ayrıca Ehl-i Beyt’inden hiç kimsenin onlardan
teberrî� ettiğini duymadığını, onlar hakkında ancak hayır söylediklerini,
açık bir dille ifade etti. Topluluk bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ve Ö� mer, Hz.
Ali’nin hakkını gasbetmişken neden onlar hakkında iyi kanaat sergiledi-
ğini, buna mukâbil aynı durumdaki bugünün iktidar ailesinin kanını niçin
talep ettiğini sorarak Zeyd b. Ali’yi tenkit ettiler.

Zeyd b. Ali’nin bu konudaki görüşü, Hz. Peygamber’in idarî� makamının


herkesten daha fazla kendilerinin hakkı olduğu, mevcut iktidarın yönetimi
ele geçirdiği ve Ehl-i Beyt’i hilâfetten uzaklaştırdığı yönünde idi. Fakat on-
lara göre bu açıklamaların hiçbirisi, Emevî�lerin küfrüne delâlet etmiyordu.
Bilâkis insanlar arasında adâletle hükmederek idarecilik yapmışlar, Kitab
ve sünnete uygun amel etmişlerdi. Onlara göre Emevî�ler Zeyd b. Ali’ye zul-
metmemişlerdi. Ortada açık bir sebep yokken, neden zâlim olmayan bir ka-
vimle savaşmak için davette bulunduğunu soruyorlardı. Zeyd, bu konuda
onların görüşlerine katılmadığını belirtti. Emevî�lerin, ilk iki halife gibi kabul
edilemeyeceklerini, hem kendisine, hem onlara, hem de bizzat kendi şahıs-
larına karşı zâlim olduklarını açıkladı. Son olarak da onları Allah’ın Kita-
bı’na ve Nebî�si’nin sünnetine, sünnetleri ihyâ etmeye, bid’atleri yok etmeye
çağırdığını, eğer müsbet cevap verirlerse mutlu olacaklarını, yüz çevirirler-
se sorumluluklarının kendisine ait olmadığını bildirdi.

Bu sözler, Zeyd ile taraftarlarından belirli bir kesimin yollarını ayırdı.


Zeyd’i terkettiler ve biatlerini bozdular. Bundan sonra imam olarak, o gün-
lerde vefat eden Zeyd b. Ali’nin kardeşi Muhammed b. Ali’ye tâbi oldukla-
136 rını ilan ettiler. Onun vefatı üzerine de oğlu Ca’fer b. Muhammed’i imam
olarak tanıdıklarını, babasından sonra onu önderleri olmaya daha çok hak

[24] Taberî�, VII, 180-181, 182, 183.


Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

sahibi gördüklerini beyan ettiler; artık Zeyd’e ittibâ etmediklerini, onun


imam olmadığını ilan ettiler. Zeyd b. Ali, görüşlerini tenkit ederek kendi-
sinden ayrılan bu kişileri Râfizî�ler olarak tanımladı.

Zeyd b. Ali ile görüşmeden önce bu topluluktan bazıları, Ca’fer b. Mu-


hammed’e uğramışlar ve Zeyd b. Ali’ye biat etmelerinin aleyhinde olup
olmadığını sormuşlardı. Ca’fer es-Sâdık ise Zeyd’e biat etmelerine onay
vermiş, onun aralarındaki en faziletli, en hayırlı şahsiyet olduğunu, sey-
yidleri sayıldığını söylemiştir. Fakat Râfizî�ler, Kûfe’ye geldiklerinde Ca’fer
es-Sâdık’ın bu sözlerini gizlediler ve Zeyd hakkında onlara yaptığı tavsiye-
yi yerine getirmediler.[25]

Vali Yusuf, Zeyd’in tekrar Kûfe’ye dönüşü ve faaliyetleri hakkında bil-


gi sahibi değildi. Halife Hişâm b. Abdülmelik’e ise Benî� Ü� meyye’den bir
şahıs mektupla ihbarda bulunmuştu. Halife, Kûfe’de yerleşen ve biat alan
Zeyd hakkında bilgisi olmamasından ve bu konudaki gafletinden dolayı
valisi Yusuf’u kınamış ve ısrarla onun takipçisi olmasını, kendisine eman
teklif etmesini, kabul etmezse savaşmasını emretmiştir. Vali Yusuf, bir
köle vasıtasıyla Zeyd’in yerini öğrenmişti.[26]

Zeyd b. Ali, isyan hazırlıklarının tamamlanmasının ardından, 1 Safer


122 (06 Ocak 740) senesi Çarşamba günü harekete geçmek için arkadaş-
larıyla sözleşir. Zeyd’in isyan kararını haber alan Yusuf b. Ö� mer de derhal
harekete geçer ve önlem olarak, Kûfelilerin Mescidü A’zam’da toplanma-
sını ve orada tutulmalarını emreder. Sonra bir münâdî� şehirde dolaşarak,
evinde kalanların başına geleceklerden kendilerinin sorumlu olmayacağı-
nı duyurdu ve herkesin Mescidü A’zam’a gitmesi gerektiğini ilan etti. Halk,
Zeyd’in isyanından bir gün önce Salı günü mescidde toplandı.

Halkı bu şekilde camide zabtettikten sonra Zeyd b. Ali’yi aramaya baş-


ladılar. Zeyd arkadaşlarıyla, Çarşamba gecesi, şiddetli bir soğukta bulun-
dukları evden çıktı. Ellerindeki meşaleleri havaya kaldırarak “Yâ Mansûr
öldür, öldür yâ Mansûr!”[27] diye bağırıyorlardı. Güneş doğana kadar bu
şekilde seslenmeye devam ettiler.
Valilik önlem almaya devam ederek çarşının büyük kapısını kapattı.
Mescid’in kapıları da halkın üzerine kapatıldı. İ�syanı bastırmak üzere ha-
rekete geçildi ve sabah olunca Hî�re yakınında bir tepede maiyetini topla-
yan Yusuf, Reyyân b. Seleme el-İ�râşî�’yi 2.000 asker ve 300 piyade okçuyla
Zeyd’in üzerine gönderdi.[28]
137
[25] Taberî�, VII, 180-181.
[26] Taberî�, VII, 188.
[27] Hz. Peygamber’in Bedir ve Benî� Mustalik Gazvesi’ndeki savaş nârası, şiârı, parolasıdır.
[28] Taberî�, VII, 181-182.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Zeyd b. Ali hareketinin başladığı ilk gece, biat edenlerden sadece 218
veya 300 kişi gelmişti. Bu durum Zeyd’in hiç beklemediği bir sonuçtu ve
onu son derece endişeye sevketmişti. Etrafındakilere, biat eden bu insan-
lar nerede diye soruyordu. Büyük Mescid’de mahsur kaldıklarını öğrendi-
ğinde, biatlileri için bu durumun bir mazeret olmadığını söyledi. Bu andan
itibaren şehrin içinde, sokak aralarında ve mezarlık bölgelerinde[29] cere-
yan edecek olan mevzî� çarpışmalar başlamıştı. Zeyd, Sâlim Mezarlığı’n-
dan Sâidiyyûn Mezarlığı’na geçti ve burada bulunan 500 Şamlı askerden
müteşekkil birliğe hücum ederek hezimete uğrattı. Kendisine biat eden-
leri etrafında toplamak için büyük gayret sarfetmişti. Künâse’de bir diğer
Şamlı birliği daha hezimete uğrattıktan sonra, Cebbâne taraflarına geçti.[30]
Zeyd b. Ali, Hâlid b. Abdullah Musallâsı tarafına doğru yöneldi ve Kû-
fe’ye girdi. Zeyd’in birlikleri arasında irtibatın kopması sonucu zor anlar
yaşayanlar olmuştu.[31] Zeyd b. Ali, mücadelesine devam ediyordu; ancak
taraftarlarının onu yalnız bıraktığını anlamıştı. Kûfe’de çarpışmalar sürü-
yordu; ancak sayılarının az olması Zeyd tarafında zâfiyet meydana getiri-
yordu. Bu sebeple, Büyük Mescid’de zorla alıkonan taraftarlarına ulaşmak
icab ediyordu.[32]
İ�lk çatışmalarda Şamlılar varlık gösteremediler.[33] Fakat hilâfet güç-
leri direnmeye çalışıyorlardı. Gece saatlerinde atılan bir okun, Zeyd’in al-
nının sol tarafına isabet etmesiyle de savaşın kaderi değişti. Bunun üze-
rine hep birlikte geri çekildiler. Zeyd’in yaralandığının farkında olmayan
Şamlılar onların, havanın kararmasından dolayı geri çekildiklerini düşün-
düler. Zeyd’le birlikte geri çekilen arkadaşları onu Harran b. Kerî�me’nin
evine taşıdılar. Tabib Şukayr, oku Zeyd’in alnından çıkardı; ancak çok geç-
meden Zeyd b. Ali vefat etti. Bu isyan hareketinin sonlanması demekti.
Vali durumdan haberdar olmadan önce, hemen Zeyd’in naaşını defnetme
telâşına düşüldü. Zira emniyet açısından mezarının kimse tarafından bi-
linmemesi gerekiyordu.[34]
Seleme b. Sâbit el-Leysî�, Zeyd b. Ali’nin nâşını çamur çıkarılan ha-
vuza götürüp defnetmeyi tavsiye etmişti. Bu görüş kabul gördü. Mezar
açabilmek için iki hendek arasını kazdılar. Çukuru gömülebilecek bir hâle

[29] Kûfe’nin ‘Cibâne’ denilen mezarlıkları, sadece cenaze gömmek için kullanılan yer-
ler olarak değil, aynı zamanda savaşa çıkılmadan önce askerlerin toplandığı, hatta
ganimetlerin dağıtıldığı, önemli günlerde biraraya gelinen bir toplantı yeri olarak
da kullanılmaktaydı. bk. M. Mahfuz Söylemez, Bedevîlikten Hadârîliğe Kûfe, Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 2001, s. 70.
138 [30] Taberî�, VII, 182-183, 188.
[31] Taberî�, VII, 183-184.
[32] Taberî�, VII, 184.
[33] Taberî�, VII, 184, 185.
[34] Taberî�, VII, 186.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

getirdikten sonra onu defnettiler ve üzerine tekrar suyu bıraktılar. Mü-


temmim diğer bir bilgiye göre Zeyd, Ya’kûb nehrine defnedilmişti. Arka-
daşları nehrin ağzını tuttular, sonra ortasını kazdılar ve Zeyd’i elbiseleriy-
le defnettiler, üzerinden tekrar suyu bıraktılar.
Ertesi sabah Zeyd b. Ali’nin âkıbeti ve taraftarlarının dağıldığı anla-
şıldı. Yusuf b. Ö� mer, şehirde yeniden hâkimiyeti sağladı.[35] Vali Yusuf b.
Ö� mer, Zeyd’in cesedini ele geçirmek için de araştırma yapmaya başladı.
Bu konuda sonuca ulaşmaları zor olmadı ve bir ihbar üzerine cenazeyi
olduğu yerden çıkararak Yusuf b. Ö� mer’e gönderdiler.[36]
Elçi, başı getirince Yusuf b. Ö� mer, Zeyd’in Künâse’de asılmasını; ası-
lı olduğu yerden indirilmemesi için de tedbir alınmasını ve korunmasını
emretti. Daha sonra başı, halife Hişâm’a gönderildi. Halife de başı, Dımaşk
şehrinin kapısına astırdı. Sonra Medine’ye gönderdi. Hişâm ölene kadar
Zeyd’in bedeninin asılı kaldığı nakledilmektedir. Naaşın yüzünü Irak yö-
nüne çevirdikleri, onun ise kıbleye doğru döndüğü, bedeninin bazı kısım-
larını bir örümceğin ağ örerek kapattığı rivayet edilmiştir. Halife Velî�d’in
emri üzerine indirilerek yakıldı.[37]
Zeyd b. Ali’nin hanımı olan, Abbâsî� dâî�si Züheyr b. Muhammed’in kızı-
nın, Yusuf b. Ö� mer tarafından Kûfe’de öldürüldüğü nakledilmektedir.[38]
Kan dökmeye karşı olan birisi olarak tanınan halife Hişâm’ın ise Zeyd
b. Ali ve oğlu Yahya’nın öldürülmesinden ötürü çok rahatsız olduğu ve
“Keşke sahip olduğum bütün malları feda etseydim de öldürülmeselerdi.”
dediği bildirilir.[39] Nakledildiğine göre Hz. Peygamber, Zeyd b. Hârise’ye
bakarak “Ehl-i Beyt’imden olan mazlumun adı böyledir. Ümmetimden Allah
yolunda öldürülen ve maslûb olanın adı budur.” buyurmuş, onu öldüren ve
asanları Allah’a havale etmiştir.
Zeyd b. Ali seçkin şahsiyeti ve ilmî� vukûfiyeti ile zamanının tanınmış,
saygın ve yetkin ilim adamları arasında gelmekteydi. Dolayısıyla bu siyasî�
çıkışına da çok sayıda ilim adamı destek vermiştir. Ö� zellikle fukahâ arasın-
da önemli isimler, taraftarları arasında yer almıştır. Bu fakihlerden İ�mâm
A’zâm Ebû Hanî�fe’yi özellikle zikretmek gerekir. Ebû Hanî�fe, aynı zamanda
hocası olan Zeyd b. Ali’nin isyanını meşru kabul etmiş, fetva vererek her-
kesi biata teşvik etmiş, kendisi bizzat katılamasa da ciddi bir meblağ ile

[35] Taberî�, VII, 187.


[36] Taberî�, VII, 187, 188-189.
[37] Taberî�, VII, 188-189, 190, 200; İ�bnü’l-Harî�rî�, Kitâbü Müntehabi’z-zemân fî târîhi hu- 139
lefâi ve’l-ulemâi ve’l-a’yân (thk. Abdüh Halî�fe), Dâru İ�ştâr, Beyrut 1993, s. 104, 482-
483; el-Kütübî�, II, 35, 36-37.
[38] İ�bnü’l-Kelbî�, Nesebü Mead, II, 485.
[39] İ�bn Kesî�r, IX, 352. el-Kütübî�, II, 35, 37.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

maddî� destek vermiştir.[40] İ�lim adamlarının, görüşlerini onaylamak ve en


azından gönülden kabul göstermek şeklinde onun yanında yer almaları,
Zeyd b. Ali’nin davasının haklılığını doğrulayan yaklaşımlardır.
Zeyd b. Ali’nin isyan sebebi hakkında farklı yorumlar yapılmıştır. An-
cak Zeyd b. Ali’nin isyanını, şahsî� beklenti ve çekişmelere dayandırmak
doğru bir değerlendirme olmayacaktır. Bu isyanın gerçek sebebi bizzat
Zeyd b. Ali’nin biat alırken zikrettiği kendi beyanlarında aranmalıdır: Zâ-
limlerle cihad, mazlumları savunmak, mahrum bırakılanlara maddî� yar-
dımda bulunmak, feyi ehilleri arasında eşit dağıtmak, hakları gasbedilen-
lerin zararlarını tazmin etmek, sınırlarda alıkonanlara ev vermek ve Ehl-i
Beyt’e haklarını iade etmek.
Zeyd b. Ali’nin fikir ve uygulamaları etrafında zamanla Zeydiyye adlı
bir mezhep teşekkül etmiştir. Bu mezhep Zeyd b. Ali’nin imâmet-hilâfe,
Cemel ve Sıffî�n Savaşı’na katılanların durumu ve zalim yöneticiye isyanın
cevâzı gibi siyasî�, itikâdî� ve fıkhî� konulardaki görüşlerine göre şekillen-
miştir. Zeyd b. Ali özellikle imâmet konusunda efdal varken mefdûlün imâ-
metini câiz görmüştür. Bu şekilde ilk iki halifenin meşrû halifeler olduk-
larını kabul etmektedir. Ona göre imâmet nas yoluyla tahakkuk etmez ve
Ehl-i Beyt’ten bir kişinin imâmeti hak edebilmesi için kendi adına davette
bulunarak kıyâm etmesi gerekir.[41]
Zeydî�ler, dünya üzerinde farklı coğrafyalara dağılmışlar; Hazar De-
nizi’nin güneyinde Taberî�stan’da ilk Zeydî� devleti kurmuşlardır. Yemen
bölgesinde de uzun asırlardır Zeydî�lerin hâkim unsur oldukları bilinmek-
tedir. Zeyd b. Ali’nin öldürülmesinden sonra Zeydî� bir topluluğun Doğu
Afrika’da Somali kıyılarına geçerek Benâdir bölgesine ulaştıkları kabul
edilmektedir. Bu Zeydî�ler daha sonra da güneydeki Pemba adasına yerleş-
mişlerdir. Somali’nin kuzeyindeki Zeylâ ve Berberâ şehrinde de Zeydî�ler
mevcuttur ve buradan güneye yayılmışlardır.[42]

140 [40] Zorlu, s. 134.


[41] Muhammed Ebû Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı (trc. Salih Parlak, Ahmet
Karababa), Şafak Yayınları, İ�stanbul 1993, s. 179; İ�sa Doğan, İmam Zeyd b. Ali, TDV,
Ankara 2009, s. 247-276.
[42] Uyar, Ehl-i Beyt, s. 536-537.
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

C. Hâricîler

Hâricî�ler, Hz. Ali’den ayrılma sürecinde muhalif tutumlarını sa-


dece Hz. Ali’ye yöneltmiş değillerdi. Onlar aynı zamanda Muâvi-
ye’ye daha sert bir şekilde karşı çıktılar. Onlara göre Muâviye bir
asiden başka bir şey değildi. Bu sebeple Emevî�ler dönemindeki
isyanları Hz. Ali dönemine nispetle artarak devam etti. Ö� yle ki
bazen ülkenin birkaç bölgesinde aynı zamanda farklı kimselerin
çıkardıkları isyanlarla devleti uzun süre meşgul ettiler. Emevî�ler
döneminde Hâricî�ler, Irak, Cezî�re, Yemen, Kuzey Afrika başta ol-
mak üzere birçok bölgede faaliyet gösterdiler. Hâricî�lerin yoğun
olarak faaliyet gösterdikleri bölge Irak ve çevresidir. Bununla
birlikte bu dönemde -Kuzey Afrika’daki bazı bölgesel başarıları
dışarıda tutulursa- bulundukları bölgelerde söz sahibi olabile-
cekleri bir halk desteği aldıklarını söylemek zordur.

1. Kûfe Hâricîleri

Muâviye’nin hilafeti Kûfe’de tanınır tanınmaz Hâricî�lerin


isyanları başladı. Bu bölgede ortaya çıkan isyanlar genellikle
birkaç yüz kişiyi geçmeyen hareketler olarak kalmış ve halkın
desteğini alamamıştır. Muâviye, Hz. Hasan’dan biat aldıktan
sonra Hâricî�ler arasında hareketlenmeler başladı. Abdullah b.
Ebü’l-Havsâ ve Havsere b. Vedâ el-Esedî� Muâviye’yi tanımayı
reddederek isyan ettiler.

Havsere, yaklaşık 500 kişilik bir kuvvetle Nuhayle’ye git-


ti.[1] Muâviye, âsilerle bir çatışmaya girmeden önce Havsere’nin
141
babasını ona göndererek isyandan vazgeçirtmek istedi; fakat

[1] İ�bnü’l-Esî�r, İ�zzüddin Ebü’l-Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem Muhammed


(630/1232), el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1402/1982, III, 410.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

babası onu ikna etmeyi başaramadı.[2] Bunun üzerine Muâviye, Havsere’ye


karşı 2.000 kişilik bir ordu gönderdi. Havsere, yapılan mübarezede öldü-
rüldü (Cemâziye’l-Â� hir 41/ Ekim 661).

Nehrevân savaşı başlamadan önce Ferve b. Nevfel el-Eşca’î� 500 kişi-


lik bir grupla Şehrizûr’a gitmişti. O ve arkadaşları, Hz. Ali ile savaşmanın
doğruluğu konusunda tatmin olamadıklarından, bir süre için siyasî� çekiş-
melerden uzak, inzivaya çekilmeyi uygun görmüşlerdi. Muâviye iktidara
gelince, “Artık şüphesi olmayan bir ortam doğmuştur. Muâviye’nin üzerine
yürüyüp onunla cihâd edin.” diyerek ona savaş ilan ettiler. Muâviye, onlara
karşı Şamlılardan meydana gelen bir ordu gönderdi, fakat mağlup oldular.[3]

Gücünü Hâricî�lerle mücadelede harcayarak zayıflatmak istemeyen


Muâviye, Medine’ye gitmek üzere yola çıkmış olan Hz. Hasan’a bir mektup
göndererek, ondan Ferve’ye karşı savaşmasını istedi. Hasan bu mektuba,
“Eğer ehl-i kıbleden biriyle savaşmaya istekli olsaydım seninle savaşırdım.
Bu ümmetin sulh ve sükûn içinde yaşamasını ve kanlarının akıtılmaması-
nı arzu ettiğimden dolayı seni ve seninle savaşmayı terkettim.” ifadeleriyle
cevap verdi.[4] Hz. Hasan’dan umduğu cevabı alamayan Muâviye, bu sefer
Kûfelilere baskı yaparak Hâricî�lere karşı savaşmalarını, aksi takdirde ken-
dilerine emân verilmeyeceğini söyledi. Bundan dolayı Kûfeliler, Hâricî�lere
karşı savaşa gitmek zorunda kaldılar.[5]

Muâviye, Muğî�re b. Şu’be’yi Kûfe’ye vali olarak atadıktan sonra Şam’a


gitti.[6] Muâviye’nin Kûfe’den ayrılışından kısa süre sonra Ferve b. Nevfel
tekrar isyan etti. Muğî�re, bir birlik göndererek onu Şehrizûr’da öldürdü
(41/661-2).[7]

Ferve’den sonra Muâviye döneminde Kûfe bölgesinde Şebî�b b. Becere,


Mu’ayn b. Abdullah el-Muhâribî�, Ebû Meryem, Ebû Leyla, el-Müstevrid b.

[2] el-Belâzürî�, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf, Süleymaniye


Kütüphanesi, Reisülküttap No: 597-598, I, 382a; el-Müberred, Ebü’l-Abbâs
Muhammed b. Yezî�d (285/898), el-Kâmil (thk. Muhammed Ebû Fazl İ�brahim),
Kahire, ts., III, 240; İ�bn Abdürabbih, Ebû Ö� mer Ahmed b. Muhammed (328/939),
el-İkdu’l-ferîd (thk. Ahmed Emî�n, Ahmed ez-Zeyn, İ�brahim el-Ebyârî�), Kahire 1940-
1953, I, 216.
[3] et-Taberî�, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk,
Beyrut 1407/1987, VI, 81; İ�bnü’l-Esî�r, III, 409-410.
[4] İ�bnü’l-Esî�r, III, 409.
[5] Taberî�, VI, 81; el-Ya’kûbî�, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (284/897), Târîhu’l-
142 Ya’kûbî, Beyrut, ts., II, 217; İ�bnü’l-Esî�r, III, 409.
[6] Taberî�, VI, 81-82; İ�bn Kesî�r, Ebü’l-Fidâ İ�smail (774/1372), el-Bidâye ve’n-nihâye
(thk. Alî� Şî�rî�), Beyrut 1408/1988, VIII, 24.
[7] İ�bn Haldûn, Abdurrahman (808/1406), Târîhu İbn Haldûn (nşr. Halil Şehhâde,
Süheyl Zekkâr), 2. basım, Beyrut 1408/1988, III, 179.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Ullefe, Ziyâd b. Harrâş el-İ�clî�, Muâz b. Cüveyn et-Tâî� ve Hayyân b. Zıbyân’ın


çıkardıkları isyanlar bastırıldı.[8]

Ö� mer b. Abdülaziz’in hilâfetinde Irak bölgesinde Hâricî�lerden bir grup


isyan etti. Ö� mer, Irak valisi Abdülhamid b. Abdurrahman’dan onları Allah’ın
Kitâbı ve Resulü’nün sünnetine davet etmesini istedi. Vali, Hâricî�leri ikna et-
mekte başarılı olamayınca onların üzerine bir ordu gönderdi, fakat bu ordu
hezimete uğradı.[9] Bunu duyan Ö� mer, Mesleme b. Abdülmelik komutasında
Şamlı askerlerden meydana gelen bir ordu göndererek onları yendi.

Ö� mer’in iktidarında isyan eden Benî� Yeşkür’den Şevzeb, Cûhâ böl-


gesinde[10] çoğunluğu Rebî�a’dan olan[11] seksen atlıyla ortaya çıktı. Ö� mer,
valiye kan dökmedikleri ve fesat çıkarmadıkları sürece kendilerine sal-
dırılmamasını emretti. Vali Abdülhamid, halifenin emri üzerine 2.000
kişilik bir ordu gönderip onları takip ettirdi.[12] Bu arada halife, Şevzeb’e
bir mektup yazarak görüşme teklifinde bulundu.[13] Şevzeb, görüşmeler-
de bulunmak üzere iki adamını halifeye gönderdi. Bazı rivayetlere göre
Ö� mer elçileri ikna etti, hatta onlardan biri Ö� mer’in yanında kaldı. Diğeri
ise Ö� mer’in sözlerini beğenmişşe de arkadaşlarının yanına döndü.[14] Bazı
rivayetlerde ise bu Hâricî�ler halifeden, veliahtı olan Yezî�d’i azletmesini is-
tediler, o da üç gün süre istedi.[15] Mervânoğulları Ö� mer’in Yezî�d’i azlede-
ceğinden korktukları için Halife’yi zehirlettiler.[16]

Ö� mer’in ölümünden sonra yerine geçen Yezî�d, kendisinden önceki


halifenin aksine icraatlarda bulunarak Hâricî�lere karşı yine baskı yön-
temlerini uygulamaya başladı. Yezî�d döneminde tekrar ayaklanan Şevzeb,
gönderilen birkaç birliği yendikten sonra 101 (719-720) yılında meydana
gelen bir savaşta adamlarıyla birlikte öldürüldü.[17]

[8] Demircan, Adnan, Haricîlerin Siyasî Faaliyetleri, Beyan Yayınları, İ�stanbul 1996, s.
137-143.
[9] Taberî�, VII, 459; İ�bn Sa’d, Muhammed (230/844), et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut
1405/1985, V, 358.
[10] Cûhâ, Bağdat’ın meralık alanında geniş bir bölgedir (Bk. Yâkût, Şihâbuddî�n Ebû
Abdullah Yâkût b. Abdullah el-Hamevî� (626/1229), Mu’cemü’l-büldân, Beyrut
1986, II, 179).
[11] Taberî�, VII, 459; el-Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin b. Ali (346/957),
Mürûcü’z-zeheb ve me’âdinü’l-cevher (nşr. Barbier de Meynard, Pavet de Courteille),
Paris 1861-1877, V, 435.
[12] Taberî�, VII, 459; İ�bnü’l-Esî�r, V, 45.
[13] İ�bn Kuteybe ed-Dî�neverî�, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-İmâme
ve’s-siyâse (thk. Tâhâ Muhammed ez-Zeynî�), Beyrut, ts., II, 99; Taberî�, VII, 459-460;
İ�bnü’l-Esî�r, V, 45; Mes’ûdî�, V, 434. 143
[14] İ�bn Kuteybe, İ�mâme, II, 99-100; İ�bn Abdürabbih, II, 401-403.
[15] İ�bnü’l-Esî�r, V, 48; İ�bn Kesî�r, IX, 212.
[16] Taberî�, VII, 460.
[17] Taberî�, VII, 481; İ�bnü’l-Esî�r, V, 69-70; İ�bn Kesî�r, IX, 245.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

2. Basra Hâricîleri

Emevî�lerin Irak bölgesine gönderdikleri valiler genellikle baskıcı bir si-


yaset izlediler. Bir rivayete göre baba-oğul Ziyâd ve Ubeydullah 13.000 Hâ-
ricî�’yi öldürmüştü.[18] Ubeydullah Hâricî�lere baskıda çok ileri gitti. Ö� yle ki,
itham ya da zan altında kalanları dahi öldürmekten geri durmadı. Rivayete
göre töhmet altında kalan, suçu ispat edilmemiş 900 zanlıyı öldürmüştü.[19]

Ubeydullah’ın bu sert tutumunun, Ziyâd’tan sonra vali olduğunda ha-


pisten çıkardığı Hâricî�lerin kendisine karşı isyan etmesinden kaynaklan-
dığı söylenir.[20] Durum ne olursa olsun, onun sert tutumu sebebiyle mute-
dil Hâricî�leri de aleyhine çevirdiği bir gerçektir.[21]

41 (661-2) yılında Basra’da Sehm b. Gâlib adlı Hâricî�, beraberinde el-


Hatî�m Yezî�d b. Mâlik el-Bâhilî� olduğu halde yetmiş kişiyle isyan etti. Vali
Abdullah b. Â� mir ile Hâricî�ler arasında meydana gelen çatışmada Hâricî�-
lerden bazıları öldürüldü, hayatta kalanlara ise emân verildi. 45 (665) yı-
lında Ziyâd Basra valisi olunca Sehm ve el-Hatî�m kaçarak tekrar isyan edip
bazı taraftarlar topladıktan sonra Sehm’in liderliğinde Basra’ya hareket
ettiler. Basra’ya ulaştıklarında arkadaşları, Sehm’i yanlız bıraktılar. Sehm,
Ziyâd’ın da İ�bn Â� mir gibi kendisini affedeceğini umarak ondan emân iste-
di. Ancak Ziyâd onu affetmeyerek evinin kapısında idam etti.[22]

Karî�b b. Mürre el-Ezdî� ve Zahhâf et-Tâî�, Basra bölgesinde isyan eden


Hâricî�lerdendir. Ziyâd’ın Basra’daki görevlisi Ubeydullah b. Ebî� Bekre on-
larla savaştı, fakat haklarından gelemeyeceğini anlayınca Ziyâd’tan yardım
istedi. Ziyâd, Basra’ya geldiğinde kendisine isyan edenlerin kabilelerinden
kimseyi yaşatmayacağını söyleyerek kabile ileri gelenlerinden kabilele-
rindeki isyancıları hareketlerinden vazgeçirmelerini istedi, fakat kabile
temsilcileri özür beyan ettiler.[23] Ziyâd’ın Basralıları tehdit konuşmasın-
da, “Vallahi ya bunları kefenlersiniz ya da sizlerden başlarım! Allah’a ye-
min olsun ki, onlardan bir kişi dahi kurtulsa bu yıl atıyyelerinizden bir dir-
hem alamazsınız.” demişti.[24] O, isyan edenlerden bazılarının hanımlarını
gözaltına alarak, Zahhâf’ın karısını Şakî�k b. Sevr, Karî�b’in karısını Abbâd
b. el-Husayn’a verdi. Abbâd, daha sonra kadını akrabalarına teslim etti.[25]

[18] Taberî�, VI, 459.


[19] ed-Dî�neverî�, Ebû Hanî�fe Ahmed b. Dâvud (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (thk.
Abdülmun’im Â� mir), Bağdat, ts., s. 270.
[20] Müberred, III, 260.
[21] Wellhausen, Julius, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri (trc.
144 Fikret Işıltan), Ankara 1989, s. 62.
[22] İ�bnü’l-Esî�r, III, 417-418.
[23] Ya’kûbî�, II, 232.
[24] Belâzürî�, I, 385a; Taberî�, VI, 154; İ�bnü’l-Esî�r, III, 463.
[25] Belâzürî�, I, 385a.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Basra’daki Hâricî�lerden bir grup zaman zaman toplanıp yönetim aley-


hinde konuşuyorlardı. Ubeydullah b. Ziyâd onları yakalayarak birbirlerini
öldürmelerini istedi ve arkadaşlarını öldürenleri serbest bırakacağını
söyledi. Onlardan on iki kişi söyleneni yapıp arkadaşlarından birer kişi öl-
dürdüler.[26] Tavvâf b. Gallâk da Ubeydullah’ın teklifini kabul edenlerden-
di, fakat daha sonra arkadaşlarıyla beraber büyük bir pişmanlık duydu.
Ö� ldürdükleri kişilerin velilerine giderek diyet ödemeyi veya maktullere
karşılık kısas edilmelerini önerdilerse de maktullerin velileri bu teklifi ka-
bul etmediler. Tavvâf, bir arkadaşıyla karşılaşınca kendisine tövbe yolunu
göstermesini istedi. Arkadaşı tek tövbe yolunun, “Rabbin, işkencelere uğ-
ratıldıktan sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin yar-
dımcısıdır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.”[27]
ayeti olduğunu söyledi. Bunun üzerine Tavvâf, 58 (678) yılında arkadaş-
larını isyana davet etti. Abdülkays kabilesine mensup yetmiş kişi kendisi-
ne biat ettiler. Tavvâf, isyan etme niyetlerinin İ�bn Ziyâd’a duyurulduğunu
haber alınca işi çabuklaştırdı ve aynı gece bir adam öldürerek ayaklandı.[28]
İ�bn Ziyâd, onların üzerine Buhara’dan getirttiği Türk askerlerini gönder-
di.[29] Hâricî�ler, bu birlikleri hezimete uğratarak Basra’ya kadar kovaladı-
lar ve şehre girdiler. Olay Ramazan bayramında meydana gelmişti. Halk da
Hâricî�lerin üzerine saldırınca -altı kişi hariç- Tavvâf ve beraberindekilerin
hepsi öldürüldü.[30]

Emevî�ler döneminde ayaklanan Hâricî�lerden biri Ebû Bilal Mirdâs’tır.


Ebû Bilal’i birçok fırka sahiplenmiştir. Mu’tezile, Ziyâd’ın bir hutbesinde,
“Allah’a yemin ederim ki, suçluya karşılık suçsuzu, kaçağa karşılık hazırda
olanı, hastaya karşılık sıhhatliyi cezalandırırım.” dediğinde, ona karşı çı-
karak, “Kimse kimsenin günah yükünü yüklenmez. İnsan ancak çalıştığına
erişir.”[31] ayetini okumasını zalim sultana karşı çıkıp hakka davet olarak
değerlendirerek onun kendi mezheplerinden olduğunu söylediler. Şiî�ler
ise onun Hüseyin b. Ali ile yazışıp, “Ben Hâricî�lerden değilim ve onların
görüşlerini benimsemiyorum. Senin baban İ�brahim’in dini üzereyim.” de-
diğini iddia ederler.[32]

Rivayete göre Ebû Bilal, isyan etmeden önce tutuklanmıştı. Fakat


onun ibadete düşkün, zâhid bir insan olduğunu gören gardiyan geceleri

[26] Belâzürî�, I, 385b.


[27] Nahl 16/110.
[28] İ�bnü’l-Esî�r, III, 515-516; Belâzürî�, I, 385b.
[29] Yıldız, Hakkı Dursun, İslâmiyet ve Türkler, İ�stanbul 1980, s. 45-46. 145
[30] Belâzürî�, I, 386a.
[31] Necm 53/38-39.
[32] Müberred, III, 214-215; İ�bn Ebü’l-Hadî�d (655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa (thk.
Heyet), Beyrut 1983, II, 9, 155.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

onu bırakarak güneş doğarken geri dönmesine göz yumuyordu. Hâricî�ler-


den birinin bir güvenlik görevlisini öldürmesi üzerine bir gece Ubeydul-
lah, “Bunlara ne yapacağımı bilemiyorum! Ne zaman bir adama onlardan
birisini öldürmesini emretsem, görevliyi misilleme olarak öldürüyorlar.
Onlardan hapiste olanları öldürteceğim.” diyerek ertesi gün hapisteki Hâ-
ricî�leri öldürmeye karar verdi.[33] Ebû Bilal’in bir dostu ona Ubeydullah’ın
kararını bildirdi, fakat Ebû Bilal daha önce yaptığı gibi hapishaneye geri
döndü. Gardiyan haberi duyup duymadığını sorunca Ebû Bilal duyduğunu
söyledi. Ubeydullah, hapisteki Hâricî�leri öldürtmeye başladı. Sıra Ebû Bi-
lal’e geldiğinde gardiyan, onu kendisine bağışlaması için ısrar etti. Bunun
üzerine Ubeydullah onu bağışladı.[34]

Ebû Bilal, önceleri iktidara savaş açmaktan çok, zâlim idarenin hük-
münden kaçmayı düşünüyordu.[35] Ebû Bilal Mirdâs, kırk kadar adamıy-
la[36] isyan ederek Â� sek’e[37] gitti. Yolda Abdullah b. Riyâh el-Ensârî�’yle
karşılaştı. Ebû Bilal’in dostu olan Abdullah, Ubeydullah’ın el-Cisr’deki
görevlisiydi.[38] Ebû Bilal’i isyan fikrinden vazgeçirmek için ikna etme-
ye çalıştıysa da başarılı olamadı.[39] Ubeydullah’ın ona karşı gönderdiği
ordu yenilgiye uğradı.[40] Bu yenilgi, Ubeydullah’ı Ebû Bilal üzerine daha
büyük bir kuvvet göndermeye itti. İ� ki ordu Dârebcerd’te[41] karşılaştı.
Cuma namazı vakti gelince Ebû Bilal’in önerisi üzerine namaz kılmak
için savaşa ara verildi. Namaz sırasında silahlarını bırakan Hâricî�lere
saldıran askerler onları kılıçtan geçirdiler.[42] Ordunun komutanı Abbâd
b. el-Ahdar et-Temî�mî�’nin namazı aceleyle kıldırıp onlardan önce bitir-
diği ve saldırıya geçtiği[43] ya da namazı yarıda keserek saldırdığı rivayet
edilmiştir.[44]

Hâricî�lerin Ebû Bilal’in öcünü almaları uzun sürmedi. Küçük çocu-


ğuyla bineğinin üzerinde karşılaştıkları Abbâd’ı yolda durdurarak, haksız
yere öldürülmüş birisinin katiline ne yapılması lazım geldiğini sordular.
Abbâd, işi emî�re götürmelerini söyledi. “Ona gittik meseleyi halletmedi.”

[33] Taberî�, VI, 231; Müberred, III, 248-249; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 9, 147.
[34] Taberî�, VI, 231.
[35] Müberred, III, 249; İ�bn Abdürabbih, I, 216; II, 398-399; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 147.
[36] Bk. Belâzürî�, I, 386b; Taberî�, VI, 231.
[37] Â� sek, Ahvâz nahiyelerinden Arrâcan’a yakın bir yerdir (Bk. Yâkût, I, 53).
[38] eş-Şemmâhî�, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ebî� Osman Saî�d b. Abdülvâhid (928/1522),
Kitâbü’s-Siyer, Cezayir, ts., s. 64.
[39] İ�bn Abdürabbih, I, 217; II, 399; Müberred, III, 250; Şemmâhî�, s. 64.
[40] Taberî�, VI, 231.
146 [41] Dârebcerd, Fâris bölgesinde bir şehirdir (Bk. Yâkût, II, 419).
[42] İ�bn Abdürabbih, I, 218; Şemmâhî�, s. 65; Belâzürî�, I, 387a; Müberred, III, 253; İ�bnü’l-
Esî�r, IV, 94.
[43] Belâzürî�, I, 387a; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 94; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 151.
[44] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 94.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

dediler. Abbâd, “O zaman katili öldürün.” dedi.[45] Onun bu cevabından


sonra hemen saldırarak onu öldürdüler. Abbâd, oğlunu kurtarmak için
onu terkisinden atmaya ancak zaman bulabildi.[46]

Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da öldürülmesinden sonra Abdullah b. Zü-


beyr’in muhalefet içindeki gücü arttı. Yezî�d, Medine valisi Amr b. Saî�d’e
Abdullah’ın üzerine bir ordu göndermesini emretti; o da Abdullah’a düş-
man olan kardeşi Amr b. Zübeyr’i gönderdi. Ancak Amr, Mekke’de ani
bir baskınla yakalanıp hapsedildi. Bir yıl sonra Yezî�d, Mekke’ye Müslim
b. Ukbe komutasında bir ordu gönderdi. Müslim, yolda ölünce -Yezî�d’in
talimatı doğrultusunda- onun yerine Husayn b. Numeyr es-Sekûnî� komu-
tanlık görevini üstlendi.[47]

Mekke, Şam ordusu tarafından kuşatılınca Hâricî�ler de diğer birçok


Müslüman gibi bu gelişmeye tepki göstererek İ�bn Zübeyr’in yanında yer
aldılar. Yezî�d’in ölüm haberi Mekke’ye ulaşınca Şamlılar kuşatmayı kaldı-
rıp döndüler. Hâricî�ler, Abdullah’la birlikte hareket edip etmeme hususun-
da karar verebilmek amacıyla görüşme yaptılar. Ona bazı konulardaki fik-
rini sordular. Aynı düşüncede olmadıkları anlaşılınca da ondan ayrılmaya
karar verdiler.[48]

Mekke’den ayrılan Hâricî�ler arasında da ayrılık baş gösterdi. Nâfî�


b. el-Ezrak el-Hanzalî�, Abdullah b. es-Saffâr es-Sa’dî�, Abdullah b. İ�bâd,
Hanzale b. Beyhes, Abdullah b. Mâhûz, Ubeydullah b. Mâhûz ve Zübeyr
b. Mâhûz Basra’ya; Ebû Tâlût, Ebû Füdeyk Abdullah b. Sevr ve Atıyye b.
Esved el-Yeşkürî� ise Yemâme’ye gittiler.[49] Yemâme’ye gidenler daha sonra
Necde b. Â� mir’e biat edeceklerdir.

Hâricî�lerin ekseriyetinin Basra’ya dönmüş olmaları, bu sırada şehirde


meydana gelen karışıklıktan yararlanma niyetlerinden kaynaklanmış ola-
bilir. Ubeydullah’ın kaçışından sonra Basralılar Abdullah b. Zübeyr’e baş-
vurup valisiz kaldıklarını ifade ederek bir vali atamasını istediler. Bunun
üzerine Abdullah, el-Hâris b. Ebî� Rebî�a el-Mahzûmî�’yi vali olarak atadı.[50]
Nâfî� b. el-Ezrak, 300 kişiyle Ahvâz’a giderek (Şevvâl 64/Hazi-
ran 684)[51] kendisine katılmayanları ve cihad etmeyenleri tekfî�r etmek

[45] Taberî�, VI, 403; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 95.


[46] Taberî�, VI, 403; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 95; Müberred, III, 257.
[47] Yıldız, Hakkı Dursun, “Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm”, DİA, İ�stanbul 1988, I, 145.
[48] Taberî�, VI, 503-504; Müberred, III, 277-280; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 165-166; İ�bn 147
Abdürabbih, II, 391-395.
[49] Taberî�, VI, 504; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 167.
[50] Dî�neverî�, s. 270-271.
[51] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 167.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

suretiyle etrafında 20.000’den fazla insanı toplamayı başardı.[52] Abdul-


lah b. es-Saffâr ile Abdullah b. İ�bâd ve taraftarları isyan etme fikrine karşı
çıktılar.[53] Abdullah b. İ�bâd, isyanın kararlaştırıldığı toplantıya katılmış;
ancak gece, kurrânın Kur’ân okuyuşlarını ve ezan seslerini duyunca isyan
etmekten vazgeçmişti.[54] Necde de, kişinin imanını gizleyebileceğini ve
savaşa katılmayabileceğini söylemek suretiyle bazı hususlarda Nâfî� ile ih-
tilafa düştüğünden ondan ayrılmıştı.[55]
İ�bnü’l-Ezrak, kısa zamanda Ahvâz, Kirmân ve Fâris bölgesinin pek çok
yerine hâkim oldu.[56] Orada topladığı vergilerle adamlarını güçlendirdi.[57]
Kuvvetli bir ordu meydana getiren İ�bnü’l-Ezrak, Basra üzerine yürüdü.
Basra valisinin gönderdiği ordu Hâricî�leri Basra’dan uzaklaştırarak
Ahvâz bölgesine kadar takip etti. Burada meydana gelen çatışmada Nâfî�
öldürüldü (Cemâziye’l-Â� hir 65/ Ocak 685).[58] Bu çatışmada Basra ordu-
sunun komutanı da hayatını kaybetti. Ordudaki askerlerin başına yeni bir
komutan geçti. Hâricî�ler de Abdullah b. Mâhûz et-Temî�mî�’yi başlarına seç-
tiler, ancak ikisi de çatışmalarda öldü. Bundan sonra Basralılar Rebî�a b.
Amr et-Temî�mî�’yi Hâricî�ler ise Ubeydullah b. Mâhûz’u seçtiler. Savaş sıra-
sında Hâricî�lere yardım için bir grubun gelmesi, savaşın kaderini değiştir-
di. Basralıların lideri Rebî�a savaşta öldü. Askerlerin komutasını üstlenen
Hârise b. Bedr savaşarak beraberindekileri Ahvâz’a götürmeyi başardı.[59]
Abdullah b. Zübeyr’in Hâricî�leri karşısına alarak hem onlarla, hem de
Muhtâr es-Sekafî�’nin isyanıyla uğraşmak zorunda kalması, iktidarının ge-
leceği için olumsuz etkiler doğurdu. Asayişi bozarak Irak eyaletinin önem-
li bir kısmını ellerinde bulunduran Hâricî�lerle uğraştığı sıralarda, Şam’da-
ki rakibi Abdülmelik, bölgesine müdahale etme ihtimali olan Bizanslılarla
bir anlaşma yapmayı başarmıştı.[60] Abdullah’ın kardeşi ve Irak bölgesinin
genel valisi Mus’ab’ın ise en iyi birliklerini Mühelleb komutasında Basra’yı
korumak üzere geride bırakması[61] hayatına mal olan ve Abdülmelik’e
Irak yolunu açan yenilginin en önemli sebeplerindendir.

[52] Abdülkahir el-Bağdâdî�, Ebû Mansûr b. Tâhir b. Muhammed (429/1037),


Mezhepler Arasındaki Farklar (el-Fark beyne’l-fırak) (trc. Ethem Ruhi Fığlalı),
� stanbul 1979, s. 74.
[53] Taberî�, VI, 505; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 167.
[54] Tu’ayme, Sâbır, el-İbâdiyye ‘akîdeten ve mezheben, Beyrut, ts., s. 44.
[55] İ�bn Abdürabbih, II, 396-398; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 10-13.
[56] eş-Şehristânî�, Ebü’l-Feth b. Abdülkerî�m b. Ebî� Bekir Ahmed (548/1153), el-Milel
ve’n-nihal (thk. Muhammed Seyyid Kî�lânî�), 2. basım, Beyrut 1395/1975, I, 119.
[57] Müberred, III, 284; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 168; Bağdâdî�, s. 74; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 12.
148 [58] Belâzürî�, I, 570b-571a; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 194.
[59] Taberî�, VI, 555-556; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 195.
[60] İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti (trc. Hamdi Aktaş vd.), I-IV, İ� stanbul 1988-1989,
I, 97.
[61] Wellhausen, s. 92.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Hâricî�ler, Basra için önemli bir tehdit oluşturdukları sıralarda Mühel-


leb, Horasan’a vali olarak atanmıştı.[62] Vali İ�bn Ebû Rebî�a, şehrin eşrâfıyla
birlikte Mühelleb’e Hâricî�lerle savaşma görevini üstlenmesini önerdikle-
rinde Horasan’a vali olarak atandığını, bundan dolayı kendisine yapılan
teklifi kabul edemeyeceğini söyledi.[63] Nihayet Mühelleb fethettiği yerle-
rin valiliği ile ordusunu techiz etmek üzere beytülmalden bir miktar para
verilmesi koşuluyla Hâricî�lerle savaşmayı kabul ettiği anlaşılmaktadır.[64]
Ayrıca fethettiği yerlerde ele geçirdiği malların kendisine verilmesini şart
koşmuştu.[65] Taraflar arasındaki anlaşma üç yıllığına yapılmıştı.[66]
Mühelleb, Basralı iyi savaşçılardan 12.000 kişi seçerek Hâricî�lerin
üzerine yürüdü.[67] Onun askerlerinin sayısı kısa zamanda 20.000,[68] bir
başka rivayete göre ise 30.000 kişiye ulaştı.[69]
Hâricî�lerin bölgedeki isyanları, ticarî� hayatın önemli ölçüde aksa-
masına neden oluyordu. Beytülmalden aldığı 200.000 dirhemin yeterli
olmadığını gören Mühelleb tâcirlere, kendisine bir meblağ ödemelerine
karşılık güvenlik sağlamayı önerdi. Basra taraflarına gitmiş olan Hâricî�ler
püskürtüldükten sonra ticarî� hayatın tekrar canlanması için gerekli emni-
yet tedbirleri alındı.[70]
Mühelleb, kısa zamanda Hâricî�lere karşı üstünlük sağladı ve onları
mevzilerini terk ederek çekilmeye zorladı.[71] O, Hâricî�lerle savaşırken ca-
suslarının marifetiyle onları bölme çabalarının yanı sıra, bir propaganda
vasıtası olarak Hâricî�ler aleyhinde hadis uydurmaktan da geri durmamış-
tır.[72] Yine onlar aleyhine yalan söylemekten çekinmiyor,[73] insanları sava-
şa teşvik etmek amacıyla çoğu zaman asılsız şayialar yayıyordu.[74]

Mühelleb, Mus’ab’ın ilk valilik dönemi ile Abdullah b. Zübeyr’in oğlu


Hamza’nın valiliği sırasında Ezrakî�lere karşı yürüttüğü savaşı sürdürdü.
Ancak Mus’ab, ikinci defa Irak valiliğine atanınca Ö� mer b. Ubeydullah’ı

[62] Belâzürî�, V, 252; Taberî�, VI, 556; en-Nebhânî�, Muhammed b. Halî�fe b. Hamed et-Tâ’î�,
et-Tuhfetü’n-Nebhâniyye fî târîhi’l-Cezîreti’l-’Arabiyye, Beyrut- Bahreyn 1406/1986,
s. 251.
[63] Taberî�, VI, 556; Belâzürî�, I, 573a; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 196; Nebhânî�, s. 251.
[64] Taberî�, VI, 556; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 196; Nebhânî�, s. 251.
[65] Ya’kûbî�, II, 265.
[66] Taberî�, VI, 562.
[67] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 196; Nebhânî�, s. 252.
[68] Müberred, III, 314.
[69] Taberî�, VI, 563.
[70] Müberred, III, 312; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 16-17.
[71] Taberî�, VI, 558; İ�bn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî� (314/926), el-Fütûh, 149
Beyrut 1406/1986, III, 205.
[72] Ahmed Emî�n, Fecrü’l-İslâm, 11. basım, Beyrut 1975, s. 261.
[73] Belâzürî�, I, 573b; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 19.
[74] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 198.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hâricî�lere karşı görevlendirdi.[75] Mühelleb’i de Musul, Cezî�re ve Ermeniy-


ye bölgelerinin valiliğine tayin etti (68/687-8).[76] O, böylece Mühelleb’i,
Abdülmelik ile aralarında bulunan tampon bölgeye yerleştirmiş oluyor-
du.[77] Diğer taraftan Mus’ab’a, Mühelleb’in savaşı geciktirerek bölgenin
gelirlerini topladığı da söylenmişti. Yaptığı atamayla bölgenin gelirlerinin
kontrolü de onun eline geçmiş olacaktı.[78]

Hâricî�ler, imamları Ubeydullah b. Mâhûz ve ondan sonra seçilen


ez-Zübeyr b. el-Mâhûz’un ölümünden sonra Ezrakî�lere 20 sene liderlik
yapan Katarî� b. el-Fücâ’e el-Mâzinî�’ye biat ettiler (68/687-8).

Katarî�, adamlarını Kirmân yakınlarına götürerek toparlandı ve böl-


genin gelirlerini toplayarak ekonomik yönden güçlendi. Hâricî�ler, Ahvâz
taraflarına gidince, Basra valisi el-Hâris b. Ebî� Rebî�a Ahvâz’a gittiklerini
bildirerek onların hakkından ancak Mühelleb’in gelebileceğini hatırlattı.[79]
Bu arada Mus’ab, Abdülmelik ile savaş için hazırlık yapılmasını istemiş, fa-
kat Iraklılar Hâricî� problemini gerekçe göstererek onunla gitmek isteme-
mişlerdi.[80] Bunun üzerine, Musul ve Cezî�re bölgesinde bulunan Mühel-
leb’i çağırarak yerine İ�brahim b. el-Eşter’i gönderdi.[81] Mühelleb, Basra’ya
gidip bir ordu toplayarak Hâricî�lerin üzerine yürüdü. Karşılaşan iki taraf
arasında sekiz ay süren şiddetli çatışmalar meydana geldi.[82]

Aynı yıl Mus’ab, İ�sfahan valisi Attâb b. Verkâ’yı Hâricî�lere yardım


eden Reylilerin üzerine gönderdi. Attâb, Reylilerle savaşarak şehri ele ge-
çirdi ve içindekileri ganimet olarak aldı.[83]
Abdülmelik, Mus’ab’a karşı muzaffer olup onu öldürdükten sonra
Basra’ya Hâlid b. Abdullah’ı, Kûfe’ye Bişr b. Mervân’ı vali olarak atadı.[84]
Mühelleb’le Hâricî�ler arasında çarpışmalar devam ederken Mus’ab’ın
ölüm haberi geldi. Abdülmelik, Mühelleb’e bir mektup yazarak kendisine
biat etmesini istedi; Mühelleb de adamlarından Abdülmelik için biat aldı.[85]
Hâlid göreve gelince Mühelleb’i Ahvâz bölgesine haraç görevlisi olarak

[75] Belâzürî�, I, 574b; Taberî�, VII, 5; Müberred, III, 335; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 281.
[76] İ�bnü’l-Cevzî�, VI, 211a; Müberred, III, 335; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 281; İ�bn Kesî�r, IX, 52.
[77] İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 25; İ�bn Haldûn, Târîh, III,185.
[78] İ�bn A’sem, III, 220.
[79] Taberî�, VII, 13; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 286.
[80] el-Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf (thk. S. D. F. Goitein), Kudüs 1936, V, 335-336.
[81] Taberî�, VII, 13; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 286; İ�bnü’l-Cevzî�, VI, 235a-b.
[82] Taberî�, VII, 13; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 286.
150 [83] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 287.
[84] Taberî�, VII, 56.
[85] Taberî�, VII, 55; Müberred, III, 349; İ�bnü’l-Cevzî�, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b.
Nureddin Alî� (597/1200), el-Muntazam fî târîhi’l-mülûk ve’l-ümem, Süleymaniye
Kütüphanesi, Reisülküttab No: 715-718, VI, 235b.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

atadı.[86] Yeni vali, önce bizzat Hâricî�lerle savaşmaya gitmiş ve aralarında


ufak birkaç çarpışma da olmuştu.[87] Ardından kardeşi Abdülaziz’i 30.000
kişilik bir ordunun başında onlara karşı gönderdi.[88] Ezrakî�ler, Kirmân
taraflarından Dârebcerd’e gittiler. Katarî�, Sâlih b. Mihrâk’ın komutasında
900 kişilik bir birliği onların üzerine gönderdi. Abdülaziz’in ordusunu sa-
vaş konumu almamış vaziyette gafil avlayan Hâricî�ler, onlara saldırarak
Abdülaziz’i yenilgiye uğratıp karısını esir aldılar.[89]
Hâlid, olanları Abdülmelik’e bildirerek görüşünü bildirmesini istedi.
Abdülmelik, Mühelleb’i haraç görevlisi olarak, kardeşini de Hâricî�lerle
savaşmak üzere istihdam ettiğinden dolayı Hâlid’i eleştiren bir mektup
gönderdi. Ona Mühelleb’i Hâricî�lere karşı göndermesini, bu arada Kûfe-
lilerin de bir orduyla onlara yardım etmeleri için Kûfe valisi Bişr’e haber
göndereceğini bildirdi.[90]
74 (693-4) yılında Bişr, Basra valiliğine de atandı. Bişr, Mühelleb’i Hâri-
cî�lere karşı görevlendirmek istemiyordu. Hatta bunu Abdülmelik’e yazmış,
fakat halife Mühelleb’in atanması için ısrar etmişti.[91] 75 (694) yılında Hac-
câc Irak’a vali olarak atandı.[92] Mühelleb, Haccâc’ın valiliği döneminde de
Hâricî�lerle mücadele görevini devam ettirdi. Zaman zaman mücadelenin
ağır gitmesi sebebiyle ithama maruz kalmışsa da görevinde bırakıldı.[93]
Katarî� ile adamları arasında 77 (696) yılında ihtilaf meydana geldi.[94]
İ�htilaftan sonra Hâricî�ler üç gruba ayrıldılar. Bir kısmı Abdurabbih el-Ke-
bî�r ile bir kısmı Abdurabbih es-Sağî�r ile geri kalanlar ise Katarî� ile bir-
likte hareket ettiler.[95] Bölünmenin sebebinin şu olay olduğu nakledilir:
Katarî�’nin Kirmân’a bağlı nahiyelerden birine âmil olarak görevlendirdiği
el-Muka’tar adlı şahıs yanlışlıkla bir adam öldürdü. Hâricî�lerin bir kısmı
Muka’tar’ın kısas edilerek öldürülmesi için kendilerine teslim edilmesini
istediler. Ancak Katarî�, öldürme olayının hatâen meydana geldiği için ka-
tilin kısas edilmemesi gerektiği görüşündeydi. Ortaya çıkan bu ihtilaftan
sonra Hâricî�lerin büyük bir kısmı Katarî�’den ayrılarak Abdurabbih el-Ke-
bî�r’e biat ettiler.[96]

[86] Taberî�, VII, 56; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 342.


[87] Müberred, III, 350-353.
[88] Müberred, III, 353; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 34.
[89] el-Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf (thk. Max Schloessinger), Kudüs 1936, IV/2, 168; Taberî�,
VII, 56; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 342; Müberred, III, 354-355.
[90] Taberî�, VII, 57-58; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 343.
[91] İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 37-38.
[92] İ�bn Haldûn, Târîh, III, 189.
[93] Taberî�, VII, 197-198; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 44. 151
[94] Taberî�, VII, 196; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 437.
[95] İ�bn A’sem, IV, 41.
[96] Taberî�, VII, 198-199; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 438. Ayrılma sebebi olarak başka gelişmelerden
de söz edilir (Demircan, s. 179-180).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Abdurabbih es-Sağî�r de 4.000 kişiyle Kirmân taraflarına gitti. Mü-


helleb, oğlu Yezî�d’i Abdurabbih es-Sağî�r’e karşı göndererek onu öldürdü.[97]
Katarî� ile birlikte adamlarının az bir kısmı kalmış, Hâricî�ler arasındaki ih-
tilaf çatışmaya dönüşerek yaklaşık bir ay sürmüştü. Bu sıralarda Haccâc,
Mühelleb’e hemen saldırmasını emreden bir mektup gönderdiyse de, Mü-
helleb beklemesinin daha doğru olacağını bildirdi. Katarî�, adamlarıyla Ta-
berî�stân’a gidince Mühelleb, Abdurabbih el-Kebî�r’le birlikte kalan Hâricî�-
ler üzerine saldırdı. Meydana gelen savaşta Abdurabbih el-Kebî�r de dâhil
olmak üzere Hâricî�lerin büyük kısmı öldürüldü; hayatta kalan az sayıdaki
kişi ise esir edildi (77/696).[98]
Haccâc, Taberî�stân’a giden Katarî� üzerine Şamlı askerlerden meydana
gelen bir ordu gönderdi.[99] Taberî�stân yakınlarındaki bir vadide meydana
gelen çatışmada arkadaşları Katarî�’yi terkedince savaş onun ölümüyle so-
nuçlandı (77/696).[100]
Hâricî�ler, savaşlarda pusu kuruyorlar, âniden ortaya çıkarak düşman-
larını hazırlıksız yakalıyorlar; bazen de düşmanlarına âni baskınlar yapı-
yorlardı. Onların çarpışmalarda çok iyi hareket etme kabiliyetine sahip
olduklarını söylemek mümkündür.
Mühelleb’in Hâricî�lerle savaşırken benzeri isyanlarda kullanılması ge-
reken savaş tekniklerini kullandığı görülmektedir. O, ordusunu tâbiye etme-
den savaşıyor, gece baskınlarına karşı tedbir alıyor, ordusuna siperler aç-
tırıyor, Hâricî�lerin bozguna uğramaları halinde ise onları takip etmiyordu.
Gerçi bu önlemler Mühelleb’in onlara karşı kesin zaferini geciktiriyordu;
fakat o, emin adımlarla ilerlemenin daha isabetli olacağını düşünüyordu.

3. Yemâme Hâricîleri

Necde b. Â� mir, Abdullah b. Zübeyr’e yardım etmek amacıyla Mekke’ye


gidenler arasındaydı. Necde’nin Mekke’den ayrıldığında daha önce geldiği
yer olan Basra’ya dönüp dönmediği hususunun açık olmadığı ifade edilir.[101]
Necde, Yemâme’ye gittikten sonra oradaki Hâricî�ler, daha önce biat ettik-
leri Ebû Tâlût’u azlederek Necde’ye biat ettiler.[102] Biat edenler arasında
Ebû Tâlût da vardı.[103]

[97] Bağdâdî�, s. 76.


[98] Taberî�, VII, 199-200; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 438-440.
[99] Taberî�, VII, 204; İ�bn Kuteybe ed-Dî�neverî�, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim
(276/889), el-Maârif, Mşr.: Muhammed İ�smail es-Sâvî�, 2. basım, Beyrut 1970, s.
152 181; Câhız, III, 214; Makdisî�, VI, 33.
[100] Taberî�, VII, 205; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 442.
[101] Nüveyrî�, XXI, 54; Watt, s. 28.
[102] Müberred, III, 285.
[103] Belâzürî�, I, 576b; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 201.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Necde, çevredeki kabilelerle giriştiği mücadelede kısa zamanda onla-


ra karşı üstünlük sağlayarak adamlarının sayısını 3.000 kişiye çıkarmayı
başardı. Yemâme bölgesinde hâkimiyet kurmaya çalışan Necde’nin kısa
süre sonra Bahreyn’e gittiğini görüyoruz (67/686-7). Buradaki Ezdliler,
ona destek verirken Abdülkays ve diğer kabileler ise ona karşı çıktılar.
Aralarında meydana gelen savaşta Necde ve adamları muhaliflerine üs-
tünlük sağlayarak pek çok kişiyi öldürdüler.[104]

Necde, çevreye hâkimiyetini yaymak amacıyla San’a’ya giderek ora-


dan biat aldı. Ayrıca adamlarından Ebû Füdeyk’i de Hadramevt’e gönde-
rerek oranın zekâtını toplattı.[105] O, 68 (688) ya da 69 (689) yılında hac-
cetmek amacıyla Mekke’ye gitti. Abdullah b. Zübeyr ile herkesin kendi
adamlarına imâmlık yapması ve tarafların birbirlerine saldırmaması ko-
şuluyla anlaşma yaptı.[106]

Bir süre sonra arkadaşlarından Atıyye ile Necde arasında ihtilaf


çıktı. Atıyye’nin Necde’den ayrılmasına gerekçe olarak şu hususlar nak-
ledilmiştir: Necde, savaşa gönderdiği bir deniz birliğine karada savaşan
askerlerden daha fazla pay verince Atıyye ona karşı çıktı. Abdülmelik’in
Necde’ye mektup yazarak ondan kendisine itaat etmesini istemesi, bu du-
rumda onu Yemâme bölgesine atayacağını ve daha önce aldığı mallar ile
öldürdüğü kişiler için onu affedeceğini bildirmesi, Atıyye’nin Necde’den
ayrılmasına sebep oldu. Rivayete göre Necde’ye karşı oluşan muhalefetin
sebeplerinden birisi de onun ordusunda içki içen birinin kendisine bildi-
rilmesi üzerine, o kişinin düşmana karşı şiddetle savaştığını, Resûlullah’ın
(sas) da müşriklerden yardım aldığını söylemesi olmuştur.[107]

Çıkan başka ihtilaflar sebebiyle Hâricî�ler, Necde’yi azlederek Ebû


Füdeyk Abdullah b. Sevr’e biat ettiler.[108] Necde kaçarak saklandı; daha
sonra Temî�mli dayılarına sığındı.[109] Rivayetlere göre Abdülmelik’le mek-
tuplaşarak onun yanına gitmek için hazırlık yapmaya başladı. Nihayet
Ebû Füdeyk’in adamları yerini tespit ederek onu öldürdüler (72/691-2).[110]
Necde’nin öldürülmesi Ebû Füdeyk’in bazı adamları tarafından uygun
karşılanmadı, hatta bu sebeple Ebû Füdeyk’e saldırarak yaralanmasına
sebep oldular.[111]

[104] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 202.


[105] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 203.
[106] Belâzürî�, I, 578a; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 203.
[107] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 205. 153
[108] Belâzürî�, II, 38b; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 205.
[109] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 205-206.
[110] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 206, 345.
[111] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 206.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Abdullah b. Ö� mer ve Ashâb’tan başka kimselerin onun arkasında na-


maz kıldığı[112] ve İ�bn Abbâs ile bazı konularda bilgi alışverişinde bulun-
duğu[113] dikkate alındığında Necde’nin mutedil biri olduğunu söylemek
mümkündür.

Benî� Kays b. Sa’lebe’den olan Ebû Füdeyk, Necde’yi öldürdükten son-


ra Bahreyn’e hâkim oldu. Hâlid b. Abdullah Basra’ya vali olarak atanın-
ca, kardeşi Ü� meyye’yi Bahreyn’de bulunan Ebû Füdeyk’e karşı gönderdi.
Ebû Füdeyk, onu yenilgiye uğratarak Basra’ya kaçmak zorunda bıraktı
(72/691-2).[114] Abdülmelik, Ebû Füdeyk ile savaşmak üzere Kûfelilerden
ve Basralılardan 20.000 kişilik bir orduyu Bahreyn’e gönderdi.[115] Meyda-
na gelen çatışmada Ebû Füdeyk öldürüldü.[116]

4. Cezîre ve Musul Hâricîleri

Fâris bölgesinde faaliyet gösterip Basra için tehdit oluşturan Ezrakî�-


lerden bağımsız olarak aynı zamanlarda Musul civarında isyan eden Hâri-
cî�ler de vardı. Bu isyan hareketini başlatan kişilerden biri Temî�m kabilesi-
nin bir boyu olan İ�mriü’l-Kays’tan olan[117] Sufriyye grubundan isyan eden
ilk kişi olduğu söylenen[118] Sâlih b. Müserrih’tir.

Sâlih, arkadaşlarıyla birlikte Dârâ’da[119] ikâmet ediyor, onlara Kur’ân


okuyup dinî� vaazlar veriyordu.[120] Konuşmalarında daha önce öldürülen
arkadaşlarına imrendiğini söyleyen Sâlih,[121] bir süre sonra yöneticiler-
den umudunu keserek isyan etmeye karar verdi.[122] Bu sıralarda başka
yerlerdeki adamlarıyla yazışmaktayken Şebî�b b. Yezî�d eş-Şeybânî� kendi-
sine gönderdiği mektupta emrini beklediğini yazıyordu. Sâlih, onu yanı-
na çağırdı.[123] Şebî�b, Dârâ’da bulunan Sâlih’in yanına giderek, ona başla-
rına geçip isyan etmesini önerdi. Bunun üzerine Sâlih, diğer yerlerdeki
adamlarına elçiler göndererek 1 Safer 76 (21 Mayıs 695) tarihinde ha-
rekete geçeceklerini bildirdi. Sâlih’in adamları, Cezî�re valisi Muhammed
b. Mervân’a ait bineklere el koymakla işe başladılar. Adamlarının hepsi

[112] İ�bn Teymiyye (728/1263), Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye (thk. Muhammed Reşâd


Sâlim), Dârü’l-kitâbi’l-İ�slâmî�, byy 1406/1986, V, 247.
[113] �bn Teymiyye, VII, 262.
[114] Belâzürî�, II, 38b-39a; Taberî�, VII, 61.
[115] Belâzürî�, II, 39a; Taberî�, VII, 80; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 362.
[116] Belâzürî�, II, 39a; Taberî�, VII, 80; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 362.
[117] Belâzürî�, II, 43b; Taberî�, VII, 103; İ�bnü’l-Cevzî�, VI, 260b.
[118] Taberî�, VII, 103; İ�bnü’l-Cevzî�, VI, 260b; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 391.
154 [119] Bugün Mardin iline bağlı Oğuz Köyü.
[120] Taberî�, VII, 104; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 393.
[121] Belâzürî�, II, 43b; Taberî�, VII, 106.
[122] Taberî�, VII, 106.
[123] Taberî�, VII, 106-107; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 393; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 67.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

120 kişiden ibaretti. Mervân b. Muhammed, 1.000 kişilik bir orduyu Har-
ran’dan onların üzerine gönderdi. Hazırlıksız yakalanan ordu karşılık ve-
remeden hezimete uğradı.[124]

Olanları duyan Muhammed b. Mervân, kızarak 1.500’er askerden olu-


şan iki askeri birliği Sâlih’in üzerine gönderdi.[125] el-Müdebbic[126] Köyün-
de Sâlih ve beraberindeki 90 adamıyla devlet kuvvetleri arasında çıkan
çatışmalarda Sâlih öldürüldü (17 Cemâziye’l-Evvel 76/ 2 Eylül 695).[127]

Şebî�b, Salih’in adamlarından geriye kalan 70 kişiyi toparladıktan son-


ra aniden devlet kuvvetleri üzerine saldırıya geçti. Askerler neye uğradık-
larını şaşırdılar. Hezimete uğrayan askerler kampı terkederek Medâin’e
gittiler.[128]

Şebî�b’in, Hâricî� liderleri arasında en atik savaşçı olduğunu söylersek


mübalağa etmiş olmayız. O, atikliğinin yanısıra muzaffer bir komutandı da.
Şehristânî�, onun Haccâc’ın 25 komutanını öldürdüğünü söylemektedir.[129]
Wellhausen, Şebî�b’in nasıl bir savaşçı olduğunu anlatmak için “Süvarileri
ile her yerdeydi ve hiçbir yerdeydi.” demektedir.[130] Şebî�b, giriştiği savaş-
ların birinde nehri geçerken atından düşüp boğularak öldü (77/696).[131]

el-Cezî�re bölgesinde önemli isyanlardan biri Dahhâk b. Kays eş-Şey-


bânî� tarafından çıkarıldı. Dahhâk, Şehrizûr’da adamlarını topladı. Çeşitli
yerlerden toplanan Sufrî�ler onun etrafında toplanmış ve adamlarının sa-
yısı 4.000 kişiye ulaşmıştı.[132] Dahhâk, Emevî� kuvvetlerini yendikten (Re-
ceb 127/ Nisan 745) sonra Kûfe’yi ele geçirerek oradan Vâsıt’a gitti. Ö� mer
b. Abdülaziz’in oğlu Abdullah’la aralarında birkaç ay süren çatışmalardan
sonra Dahhâk Abdullah’a biat etmesini önerdi. O da biat etmeyi kabul etti.[133]
Ö� mer’in Dahhâk’a biat etmesinin sebebi aile içi iktidar mücadelesiydi. İ�bn
Ö� mer’in yanında, Mervân’a karşı isyan eden ve yenildikten sonra kaçan[134]
Süleyman b. Hişâm b. Abdülmelik de vardı. O da Dahhâk’a biat etti ve
adamlarıyla birlikte Mervân’a karşı giriştiği savaşta kendisine yardım etti.[135]

[124] Belâzürî�, II, 43b; Taberî�, VII, 107-109; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 393-394.
[125] Belâzürî�, II, 43b; Taberî�, VII, 110; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 395.
[126] el-Müdebbic, Irak ve Musul arasında bir köydür (Bk. Yâkût, V, 76).
[127] Taberî�, VII,111; Belâzürî�, II,44a; İ�bnü’l-Esî�r, IV,396; İ�bn Kesî�r, IX,18; İ�bn Ebü’l-Hadî�d,
II,69.
[128] Belâzürî�, II, 44a; Taberî�, VII, 112; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 396-397; İ�bn Kesî�r, IX, 18; İ�bn Ebü’l-
Hadî�d, II, 69-70.
[129] Şehristânî�, I, 128.
[130] Wellhausen, s. 108.
[131] Belâzürî�, II, 47a; Taberî�, VII, 174; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 432; Makdisî�, VI, 32. 155
[132] Taberî�, VIII, 203.
[133] Taberî�, VIII, 208-209; İ�bnü’l-Esî�r, V, 337.
[134] Taberî�, VIII, 209.
[135] Taberî�, VIII, 213.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Dahhâk, Zilkâde 127 (Ağustos 745) tarihinde Musul üzerine yürü-


dü.[136] Mervân, oğlu Abdullah’a, Dahhâk’ın Cezî�re bölgesine yönelmesini
engellemek amacıyla, Nusaybin’e gitmesini emretti. Abdullah, Harran’da
1.000 asker bırakarak 7-8.000 askeriyle Nusaybin’e gitti. Dahhâk, sayıları
120.000 kişiye ulaşan askerleriyle birlikte Nusaybin üzerine yürüyerek
şehri muhasara etti. Bu arada 4-5.000 kişilik bir kuvveti Rakka’ya gön-
derdi. Mervân’ın yaklaşık 500 kadar adamı onlara karşı koymaya çalışı-
yorlardı. Hâricî�lerin Rakka’ya saldırdığını öğrenen Mervân, askerlerinden
bir kısmını Rakka’ya gönderdi. Bunun üzerine Dahhâk’ın adamları geri
çekilmek zorunda kaldılar. Mervân’ın adamları onları bir süre takip etti.
Mervân da Rakka üzerinden Dahhâk’a karşı harekete geçti.[137] İ�ki taraf
Mardin’e bağlı[138] Kefertûsâ’da karşılaştılar. Aynı gün aralarında çatışma-
lar meydana geldi ve akşama doğru Dahhâk, yaklaşık 6.000 kişiden oluşan
bir grup askeriyle yaya olarak saldırıya geçti. Dahhâk, bu saldırı sırasında
öldürüldü (128/746).[139]

5. Güney Arabistan Hâricîleri

Güney Arabistan’daki ilk ciddi Hâricî� ayaklanması İ�bâdî�ler tarafından


çıkarılmıştır. İ�bâdî�ler, Emevî� Devleti’nin son dönemine kadar isyanlara katıl-
mayarak olayların dışında kaldılar. Onlar, fiilî� cihada katılmadıkları kitmân
dönemlerinde davetçileri vasıtasıyla görüşlerini yaymaya çalışmışlardır.

Abdullah b. İ�bâd, kabule şayan görüşe göre Abdülmelik b. Mervân’ın


hilâfetinin sonlarında vefat etmiştir.[140] Onun Abdülmelik ile olan mek-
tuplaşmaları[141] mutedil bir şahsiyete sahip olduğunu göstermektedir.

İ�bâdî�lerin büyük destek gören Güney Arabistan’daki isyanları, Emevî�-


lerin son devrinde hanedanın iktidarı kaybetmesinin sebeplerinden biri
olarak karşımıza çıkmaktadır. Hadramevtli Abdullah b. Yahya, Kinde kabi-
lesine mensup olup âbid bir insandı.[142] Mervân’ın valisinin zalimce bir yö-
netim sürdüğü, Abdullah b. Yahya’nın bu sebeple isyan etmeyi düşünmeye

[136] Taberî�, VIII, 214.


[137] Taberî�, VIII, 234.
[138] İ�bnü’l-Esî�r, V, 349; en-Nüveyrî�, Şihâbuddin Ahmed b. Abdülvehhab (733/1332),
Nihâyetü’l-Ereb fî fünûni’l-edeb (thk. Ali Muhammed el-Becâvî�, Muhammed Rıfat
Fethullah, �brahim Mustafa vd.), Kahire 1923-1985, XXI, 518-519.
[139] Taberî�, VIII, 234-235.
[140] Tâlibî�, Ammâr, Ârâ’u’l-Havârici’l-kelâmiyye, Cezayir 1398/1978, I, 196.
[141] E’ûşet, Bükeyr b. Sa’î�d, Dirâsât İslâmiyye fi’l-usûli’l-İbâdiyye, 3. basım, Kahire
156 1408/1988, s. 19-20; Motylinski, A. D., “Abdullah b. İ�bâz al-Murrî� at-Tamî�mî�”, İA,
İ�stanbul 1950, I, 33; A. Tâlibî�, I, 195.
[142] el-İ�sfahânî�, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin b. Muhammed (356/967), Kitâbü’l-Eğânî (thk.
Abdülemir Ali Mehennâ, Sâmir Câbir), Beyrut 1407/1986, XXIII, 233; Belâzürî�, II,
187a.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

başladığı söylenir.[143] İ�syan etmeden önce Basra’daki Hâricî�lerle yazışarak


ayaklanma konusundaki fikirlerini sordu. Basra’daki Hâricî�ler, ona gücü
yettiği takdirde isyan etmesini tavsiye ettiler.[144]

Abdullah b. Yahya’nın en faal adamlarından biri olan Ebû Hamza


el-Hâricî�, Basralı olup Abdullah’ın yanına gitmeden önce, her sene hac-
ca gider, Mekke’de yaptığı konuşmalarla insanları Mervânoğullarına mu-
halefete davet ederdi. Ebû Hamza, 128 (746) yılında Abdullah b. Yahya
ile karşılaştı. Abdullah’ın onu memleketine davet etmesi üzerine Hadra-
mevt’e giderek ona biat etti.[145]

Abdullah, isyana Hadramevt’ten başladı. Adamları tarafından kendi-


sine Tâlibu’l-Hak adı verilen Abdullah, Hadramevt’te bir vekil bırakarak
2.000 kişiyle San’a’ya gitti (129/746-7).[146] Mervân’ın San’a valisi Kasım
b. Ö� mer, onu engellemek için şehir dışına çıkarak onunla savaştı, ancak
yenilerek kaçtı.[147]

Abdullah b. Yahya, 129’da (747) Ebû Hamza’yı bir grup adamıyla be-
raber Mekke’ye gönderdi. Ebû Hamza Mekke’ye savaşmadan girdi.[148] Me-
dine valisi Abdülaziz b. Ö� mer b. Abdülaziz, halife Mervân’ın emriyle bir
ordu gönderdi.[149] 8.000 kişi oldukları rivayet edilen[150] Medinelilerin
yola çıktığını duyan Ebû Hamza, Mekke’ye bir adamını bırakarak onlara
doğru harekete geçti.[151] İ�ki ordu arasında Kudeyd mevkiinde meydana
gelen savaşta Medinelilerden pek çok kimse hayatını kaybetti (Safer 130/
Ekim 747).[152]

Ebû Hamza, Medine’de birkaç ay kaldıktan sonra Vâdi’l-Kurâ’da Şam-


lılarla aralarında meydana gelen savaşta öldürüldü.[153] Abdullah b. Yahya,
Ebû Hamza’nın öldürüldüğünü duyunca, intikamını almak için harekete
geçti. Meydana gelen savaşta Hâricî�ler önce üstünlük sağlamışlarsa da
sonunda bozguna uğradılar. Abdullah ve 1.000 adamı atlarından inerek
ölünceye kadar savaştılar.[154]

[143] Şemmâhî�, s. 99.


[144] İ�sfahânî�, XXIII, 233-234; Belâzürî�, II, 187a.
[145] Taberî�, VIII, 237; İ�sfahânî�, XXIII, 238; İ�bnü’l-Esî�r, V, 351.
[146] Belâzürî�, II, 187a.
[147] İ�sfahânî�, XXIII, 235.
[148] Taberî�, VIII, 267-268; İ�bnü’l-Esî�r, V, 373-374; İ�sfahânî�, XXIII, 238-239.
[149] İ�sfahânî�, XXIII, 242.
[150] Belâzürî�, II, 189a; İ�sfahânî�, XXIII, 242. 157
[151] Belâzürî�. II, 189a,190a; İ�bn Ebü’l-Hadî�d, II, 164.
[152] İ�bnü’l-Esî�r, V, 388.
[153] Taberî�, VIII, 295.
[154] İ�sfahânî�, XXIII, 263; Belâzürî�, II, 191a.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

6. Kuzey Afrika Hâricîleri

Emevî� Devleti’nin son yıllarında Hâricî�lik hareketi Berberî�lerin yaşa-


dıkları İ�frî�kıyye bölgesinde hızla yayılmaya başladı. Hâricî�lik hareketinin
İ�frî�kıyye’de tanınmasını ve benimsenmesini sağlayanlar, doğu vilayetle-
rinden buralara göç eden davetçilerdi. Muhtemelen doğudaki Hâricî�ler,
rahat hareket etme imkânı bulamadıkları için merkeze uzak olan bu böl-
geleri tercih ediyorlardı.[155]

Basra’dan İ�frî�kıyye bölgesine gelerek Hâricî�lik mezhebini yaymaya


çalışan ilk kişiler Seleme b. Sa’d ile Abdullah b. Abbâs’ın mevlâsı İ�kri-
me’dir.[156] İ�krime, Berberî� kökenli olduğu için Berberî�ler üzerindeki etkisi
fazla olmuştu.[157] İ�lk Hâricî�lerin faaliyetleri kısa zamanda semeresini ver-
di. Bir grup, Câbir b. Zeyd’in talebesi olan İ�bâdî�lerin Basra’daki lideri Ebû
Ubeyde Müslim b. Ebî� Kerî�me’nin yanına gittiler.[158] İ�bâdî�lerin Hamele-
tü’l-ilm olarak zikrettikleri bu beş kişi, Basra’da beş sene kaldıktan sonra
Mağrib’e döndüler.[159]

Hâricî�lerin siyasî� ve sosyal eşitliği savunan görüşleri ve Emevî� yö-


netimine karşı olan tavırları Berberî� halkının taleplerini aksettirmeye
uygundu.[160] Emevî� Devleti’nin yıkılışına doğru hemen hemen bütün
İ� frî�kıyye bölgesinin Hâricî� olduğu söylenebilir. İ� bn Haldûn’un ifadesine
göre Berberî�lerin İ� slâmlaşması açısından Müslümanların İ� frî�kıyye böl-
gesinde kazandıkları zaferlerin hiçbir faydası olmamıştır.[161] Ancak Hâ-
ricî�lerin oradaki faaliyetlerinden sonra İ� slâm, burada ciddi şekilde kök
salmıştır.[162]

İ�frî�kıyye’deki yöneticilerle yerli halk olan Berberî�ler arasında ona-


rılması güç bir kopukluk meydana gelmişti. Valiler, onlara karşı şiddetli
ve kötü politikalar üretiyorlar; kendilerini fatih olarak görürken, onları
küçümsüyorlardı. Bunun için Berberî�ler kendilerine İ�slâm’ın eşitlik ve

[155] Bk. Lakbâl, Mûsâ, el-Mağribu’l-İslâmî, 2. basım, Cezayir 1981, s. 153; Ebû Deyyâk, s.
197-198.
[156] Abdurrâzık, Mahmûd İ�smail, el-Havâric fî bilâdi’l-Mağrib hattâ muntasafi’l-kar-
ni’r-râbi’i’l-hicrî, 2. basım, Mektebetü’l-Hurriyye el- Hadî�se, byy 1986, s. 46-47;
Bâciyye, s. 24.
[157] Abdulmuttalib, Rıfat Fevzî�, el-Hilâfe ve’l-Havâric fi’l-Mağribi’l-Arabî, Kahire
1393/1973, s. 28.
[158] Sâlim, es-Seyyid Abdülaziz, Târîhu’l-Mağrib fi’l-’Asri’l-İslâmî, İ�skenderiye 1979,
s. 449; Bâciyye, Sâlih, el-İbâdiyye bi’l-Cerîd fi’l-’usûri’l-İslâmiyye el-ûlâ, Tunus
1396/1976, s. 25.
158 [159] Sâlim, s. 449; Abdulmuttalib, s. 28.
[160] İ�slâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, III, 103; Bâciyye, s. 25.
[161] İ�bn Haldûn, Abdurrahman (808/1406), Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ),
�stanbul 1982, I, 497.
[162] İ�slâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, III, 103-104.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

kardeşlik prensibini sunan Hâricî�lik mezhebini kısa zamanda benimsedi-


ler. Ö� yle ki Hâricî�lik, Berberî�lerin Müslümanlık şekli haline geldi.[163]

Hâricî� hareketi, İ�frî�kıyye’de ilk defa 122 yılında (740) açık bir isyan
şeklinde göründü.[164] Hâricî�lerin bu sırada isyan etmelerinde askerlerin
önemli bir kısmının Sicilya’ya gönderilmiş olması etkili olmuştur.[165]

7. Umân Hâricîleri

Emevî�lerin Umân vilayetini kontrol altına almaları, ancak Abdülmelik


zamanında mümkün olmuştur.[166] Emevî� iktidarının Umân’a hâkimiyetini
Haccâc’ın gönderdiği askerler sağladı. Liderleri olan el-Cülendâ ailesinin
mensupları Zengibâr’a kaçmak zorunda kaldılar. Haccâc’ın oraya el koy-
masından önce Umân, Abbâd b. Abd b. el-Cülendâ’nın oğulları Süleyman
ve Saî�d tarafından idare ediliyordu.[167] Onun gönderdiği birkaç ordu başa-
rısız olmuş, nihayet Abdurrahman b. Süleyman komutasında gönderilen
bir ordu Umân’a hâkim olmayı başarabilmiştir.[168]

[163] Bk. Dâdâh, Muhammed Veled, Mefhûmu’l-mülk fi’l-Mağrib min intisâfi’l-karni’l-evvel


ilâ intisâfi’l-karni’s-sâbi’, Beyrut 1977, s. 68-69.
[164] İ�bnü’l-İ�zârî� el-Merrâkuşî� (VIII/XIV), el-Beyânu’l-muğrib fî ahbâri’l-Endelüs ve’l-Mağ-
rib (thk. G. S. Golin, E. Levi-Provençal), 3. basım, Beyrut 1983 ( Leiden 1948-1951
baskısından ofset), I,52.
[165] Bk. Bell, Alfred, el-Fıraku’l-İslâmiyye fi’ş-şimâli’l-İfrikîyye mine’l-fethi’l-’Arabî hat-
ta’l-yevm (trc. Abdurrahman Bedevî�), 2. basım, Beyrut 1981, s. 147.
[166] Şelebî�, Ahmed, Mevsû’atu’t-târîhi’l-İslâmî, 6. basım, Kahire 1982, VII, 231; Kâşif,
Seyyide İ�smail, Umân fî fecri’l-İslâm, 3. basım, Umân 1989, s. 78; es-Siyâbî�, Sâlim b. 159
Hammûd b. Şamis, Umân ‘abre’t-târîh, Umân 1401/1980, II, 9,10.
[167] Siyâbî�, II, 10, 11, 16.
[168] Faruk Ö� mer, Târîhu’l-Halîci’l-Arabî fi’ı-usûri’l-İslâmiyyeti’l-vustâ, 2. basım, Bağdat
1985, s. 120.
160
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3
■ Emevîler

Harita 3: Abdulmelik b. Mervân dönemi muhaliflerinin bölgesel dağılımı


[M.Sühey Takkuş, Târîhu’Devleti’l-Ümeviyye, s.68]
Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

D. Abdullah b. Zübeyr Ayaklanması

Abdullah b. Zübeyr, Hz. Muhammed’in (sas) ashâbından Zübeyr


b. Avvâm’ın Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ bint. Ebû Bekir’den olma
oğludur. Hz. Muhammed’in (sas) hanımı Hz. Â� işe ise teyzesi idi.
İ�bnü’z-Zübeyr’in Mekke’den Medine’ye hicret sonrasında muha-
cirler arasında ilk doğan kimse olduğu zikredilmektedir (622).[1]

İ�bnü’z-Zübeyr’in çocukluğu Medine’de geçti. Hz. Peygam-


ber’in (sas) yakınında yer aldı. Hz. Peygamber vefat ettiğinde
henüz dokuz yaşındaydı. Babasıyla birlikte Yermûk Savaşı’nda
bulundu (13/634). Hz. Ö� mer’in (ra) meşhur Câbiye[2] hutbesini
dinledi.[3] İ�frî�kıyye’nin fethine iştirak etti (27/647); burada Ber-
berî�ler ile yapılan savaşlarda kahramanlıklar gösterdi.[4] 30/650
yılında Saî�d b. el-Â� s’ın Horasan’a yaptığı sefere katıldı.[5] Kostan-
tiniyye’nin fethi için gönderilecek orduya katılmak için Dımaşk’e
gitti.[6] Hz. Osman’ın (ra) şehit edilmesi esnasında Halife’yi sa-
vunurken muhtelif yerlerinden yaralandı (35/656). Cemel Sa-
vaşı’nda teyzesi Hz. Â� işe’nin yanında yer aldı ve piyade birlikle-
rinin komutanlığını yaptı (36/656).[7] İ�badet, şecâat ve fesâhat

[1] Mus’ab ez-Zübeyrî�, Ebû Abdullah b. Abdullah, Kitâbü neseb-i Kureyş,


(Levi Provençal), Kahire, ts., s. 236, 237; İ�bn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b.
Hasan b. Hibetullah b. Abdullah eş-Şafi’î�, Târîhu medineti Dımaşk (thk.
Muhibbiddî�n Ebû Saî�d Ö� mer b. el-Ö� merî�), Beyrut 1996, XXVIII, 140,
145, 146, 153.
[2] Hz. Ö� mer’in meşhur hutbesini okuduğu, Dımaşk’in vergi alınan köy-
lerinden biri. Dımaşk şehrinin kapılarından birisi olan Bâbu’l-Câbiye
ismi de bu mevziye nispetten dolayıdır. (Yâkût el-Hamevî�, Şihâbeddî�n
Ebû Abdullah Yâkût b. Abdullah er-Rûmî�, Mu’cemü’l-Büldân (thk. Ferid
Abdülaziz el-Cündî�), Beyrut, ts. II, 106) Suriye’nin Havran bölgesinde
yer alan ve Dımaşk’in 80 km güneybatısında bulunan bugünkü Nevâ
şehrine çok yakın bir yerde kurulmuş olan tarihi şehirdir. Cahiliye dö-
neminde Gassânî�lerin idâre merkezlerindendir. Hz. Ebû Bekir devrin-
de Suriye bölgesi içerisinde ilk fethedilen yerlerdendir. Mustafa Fayda,
“Câbiye”, DİA, İ�stanbul 1992, VI, 538.
[3] İ�bn Asâkir, XXVIII, 141, 145.
[4] Halî�fe b. Hayyât, Ebû Amr b. Ebî� Hübeyre el-Leysî� el-Usfurî�, Târîh, (haz.
Mustafa necip Fevvâz-Hikmet Fevvâz), Beyrut 1995, s. 92. 161
[5] Taberî�, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, Târîhu’t-Taberî, (Târîhu’l-ümem
ve’l-mülûk), Beyrut 1997, II, 607.
[6] İ�bn Asâkir, XXVIII, 141.
[7] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 111.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

hususunda tartışılmaz birisi olan İ�bnü’z-Zübeyr, Hz. Â� işe’den de ilim tah-


sil edenler arasında idi.[8]
İ�bnü’z-Zübeyr, Muâviye’nin oğlu Yezî�d’e biat istemesi üzerine bu işten
vazgeçmesi için Muâviye’yi uyardı ve oğluna biat de etmedi.[9] Muâviye’nin
ölümüyle de Yezî�d’in kendisine biat etmesi çağrısını kabul etmedi ve Me-
dine’yi terk ederek Mekke’ye gitti.[10] Böylece Cemel Savaşı öncesinde ol-
duğu gibi Mekke yine muhalefet merkezi oldu. Yezî�d’i tanımama ve biat
etmeme hususunda Hz. Hüseyin’le Abdullah b. Zübeyr’in geleceğe yönelik
hedeflerinde bir çatışma söz konusu idi.[11]
Gerçi Yezî�d’le mücadele hususunda Abdullah b. Zübeyr oldukça ka-
rarlı idi. Bunun üzerine Yezî�d, Medine valisi Amr b. Saî�d’e Abdullah’ın
yakalanması emrini verdi. Abdullah’ın kardeşi Amr b. Zübeyr komutasın-
da Mekke’ye sevk edilen bir ordu, bu iş için görevlendirildi. Mekkelilerin
desteğini alan Abdullah’la kardeşi arasında meydana gelen savaşta Amr b.
Zübeyr esir edildi müteakiben de öldürüldü.[12]
Hz. Hüseyin’in Kûfelilerin daveti üzerine Kûfe’ye giderken Kerbelâ’da
61 (680) yılı Muharrem ayının 10. gününde şehit edilmesi[13] Abdullah
b. Zübeyr’e istediği fırsatı verdi. Hz. Peygamber’in torununun şehâdeti
infiale sebep olmuştu. Bu durum, Mekkelilerin Abdullah’a biat etmeleri-
ne yardım ettiği gibi özellikle Medine’de Yezî�d’e karşı olan muhalefetin
sesinin iyice yükselmesine neden oldu. Medineliler, Abdullah b. Hanzale
liderliğinde ayaklandı ve şehirde bir savunma savaşı yapmak üzere hazır-
lığa giriştiler. Müslim b. Ukbe komutasında 12.000 kişiden oluşan Emevî�
ordusu, Medine’de oluşturulan savunmayı yararak şehre girdi ve isyanı
başarıyla bastırdı. 63 (683)[14] yılında vukû bulan bu olay tarihi kayıtlara
Harre Vakası olarak geçti.[15]
Mekke’de ise Abdullah b. Zübeyr ilk defa hac merasimini yönetti.[16]
Harre sonrasında kalabalık Emevî� ordusu Mekke’ye yürüdü.[17] Emevî�

[8] İ�bn Asâkir, XXVIII, 170, 175, 179.


[9] Halife, Târîh, s. 131-133.
[10] Mus’ab ez-Zübeyrî�, Kitâbü Nesebi Kureyş, s. 133.
[11] İ�rfan Aycan, “Emevî�ler Döneminde Bir İ�ktidar Mücadelesi Ö� rneği: Abdullah b.
Zübeyr (622-692)”, AÜİFD, XLI, (Ankara 2000), s. 107.
[12] İ�bn Sa’d, Muhammed b. Sa’d ez-Zührî�, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1996, V-VI, 94,
95; Mus’ab ez-Zübeyrî�, s. 178.. Esir edilen ‘Amr b. Zübeyr hapsedildi ardından da
öldürüldü.
[13] Halife, Târîh, s. 145.
[14] Halife, s. 147; İ�bnü’l-Esî�r, bu olayı 62 (681) yılı olayları içerisinde zikretmekte-
162 dir. İ�zzeddî�n Ebü’l-Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem eş-Şeybânî�, el-Kâmil fi’t-tarîh (thk.
Mektebetü’t-Türâs), Beyrut 1989, II, 595.
[15] Halife, s. 147-149; Taberî�, III, 352-355; İ�bnü’l-Esî�r, II, 593-599.
[16] Halife, Târîh, s. 155.
[17] Taberî�, Târîh, III, 360.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

ordusu ilerlerken Mekke’de de hummalı bir savunma hazırlığı başladı.


Mekke’nin askerî� imkân açısından gelen düşman birliklerini şehir dışın-
da karşılayacak bir durumda olmadığı anlaşıldığından şehir merkezinde
özellikle Kâbe merkezli bir savunma savaşı için hazırlıklara girişildi.[18]

64 (683) yılının Muharrem ayının sonlarına doğru Emevî� ordusuy-


la İ�bnü’z-Zübeyr arasında çatışmalar başladı. Bu çatışmalar esnasında
askerlerin karşılıklı ok atışları yüzünden Kâbe yandı. Mekke muhâsa-
rası halife Yezî�d b. Muâviye’nin ölüm haberinin gelmesine kadar sürdü
(64/683).[19] Haberin gelmesi üzerine ordu komutanı Husayn b. Numeyr,
İ�bnü’z-Zübeyr’in halifeliğe layık olduğunu ve kendisiyle birlikte Şam’a
gittiği takdirde Şamlıların da kendisine biat edeceklerini söyledi; ancak
İ�bnü’z-Zübeyr bu teklife sıcak bakmadı[20] ve Hicâz’da kalmaya karar vere-
rek böylece tarihî� bir fırsatı elinden kaçırdı.

Şam’da ise Yezî�d’in oğlu Muâviye hilâfet makamına geçmişti. İ�darede


40 gün veya 3 ay gibi kısa bir süre kaldığı belirtilen Muâviye’nin, halkı
kendi aralarında bir halife seçimi hususunda serbest bıraktığı ifade edil-
mektedir.[21] Muâviye b. Yezî�d, kısa süre sonra yerine kimseyi tayin etme-
den ölünce,[22] Abdullah b. Zübeyr fırsattan istifade ederek Receb 64’de
(Şubat 684)[23] Mekke’de halkı kendisine biate çağırdı.[24] Ubeydullah b. Ali
b. Ebî� Tâlib ve Abdullah b. Mutî�’, Mus’ab b. Abdurrahman b. Avf, Abdullah
b. Ca’fer gibi önemli kimseler kendisine biat ettiler.[25] Böylece İ�bnü’z-Zü-
beyr Mekke’de halifeliğin ilan ile hâkimiyetini tesis etti.[26] Muhammed b.
el-Hanefiyye’den ve Abdullah b. Ö� mer’den de kendisine biat etmelerini
istediyse de bu kişiler ona biat etmekten kaçındılar.[27]

Abdullah b. Zübeyr müteakiben Hicâz halkının yanı sıra Irak, Yemen


ve Mısır’da da hâkimiyetini tesis etti.[28] Mısır’da vali olarak İ�bnü’z-Zü-
beyr’e biat eden Abdurrahman b. Cahdem el-Fihrî� bulunmaktaydı.[29]

[18] Halife, Târîh, 156; Taberî�, III, 361.


[19] Taberî�, III, 362; İ�bnü’l-Esî�r, II, 602.
[20] Taberî�, III, 363.
[21] İ�bnü’l-Esî�r, II, 605.
[22] Ya’kûbî�, Ebû Ya’kub Ahmed b. Ca’fer b. Vehb b. Vâdıh, Târîhu’l-Ya’kûbî (thk. Abdülemir
Mühennâ), Beyrut 1993, II, 171; Taberî�, III, 364.
[23] İ�bn Asâkir, XXVIII, 245.
[24] Belâzürî�, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer, (279(895), Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf (thk.
Süheyl Zekkâr, Riyâd ez-Zirikli), Beyrut 1996, VI, 341.
[25] Belâzürî�, VI, 341.
[26] Ya’kûbî�, II, 170; Kalkaşendî�, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali, Meâsiru’l-inâfe fî me’âli-
mi’l-hilâfe (thk. Abdussettâr Ahmed Ferrâc), Beyrut, ts., I, 124. 163
[27] Belâzürî�, VI, 341.
[28] Belâzürî�, VI, 278; Taberî�, III, 378. Yezî�d b. Muâviye’nin valisi Buceyr b. Risan
Yemen’de İ�bnü’z-Zübeyr’e biat etti (Belâzürî�, VI, 342).
[29] Ya’kûbî�, II, 170; İ�bnü’l-Esî�r, II, 615.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Filistin’de Muâviye ve Yezî�d devirlerinin valisi olan Hassân b. Mâlik b. Bah-


dal, yerine vekâleten Revh b. Zinbâ’ı bırakmıştı.[30] Nâtil b. Kays el-Cüzâmî�,
Revh’i Filistin’den çıkardı ve İ�bnü’z-Zübeyr adına burada kontrolü ele al-
dı.[31] Bu esnada Abdullah b. Zübeyr hiç vakit kaybetmeden Dahhâk b. Kays
el-Fihrî�’yi Dımaşk’e gönderdi.[32] Dahhâk, önce gizli olarak İ�bnü’z-Zübeyr’e
burada biat aldı;[33] daha sonra kolaylıkla şehirle, Şam ve Cezî�re bölgele-
rini ele geçirdi.[34] Numân b. Beşî�r el-Ensârî� Hıms’da,[35] Züfer b. Hâris el-
Kilâbî� Kınnesrin’de İ�bnü’z-Zübeyr’e biat ettiler.[36] Horasan bölgesinde ise
vali olarak Abdullah b. Hâzim es-Sülemî� bulunmaktaydı.[37] Yezî�d’in ölümü
sonrasında tecrübeli komutan İ�bn Hâzim 65 (684) yılında Abdullah b. Zü-
beyr’e biat etti ve onun adına bölgede hâkimiyeti sağlamaya çalıştı.[38]

Abdullah b. Zübeyr, Kûfe valiliğine de Abdullah b. Mutî�’i görevlendir-


di.[39] Bu arada Basra halkı Emevî� valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ı şehirden çı-
karmıştı.[40] Hâris b. Abdullah b. Ebî� Rebî�a Basra valisi oldu.[41] Abdullah
b. Zübeyr ahalisi Emevî�lerden hoşlanmayan Medine’de de hâkimiyetini
kurdu ve kendisine biat aldı. İ�bnü’z-Zübeyr, kardeşi Mus’ab b. Zübeyr’i ilk
olarak Medine valiliğine atadı.[42]

Abdullah b. Zübeyr’in Medine hâkimiyeti ile Emevî� ailesi şehirden çı-


kartıldı. Emevî� ailesinden Mervân b. el-Hakem ve beraberindekiler doğru-
ca Şam’a yöneldiler.[43] Emevî� ailesi için vaziyet hiç de iyi görünmüyordu.
Zira hemen hemen Abdullah b. Zübeyr’e, Hassân b. Bahdal el-Kelbî�’nin re-
isi olduğu Ü� rdün bölgesi dışında biat etmeyen yer kalmamıştı.[44]

Irak’tan kovulan Ubeydullah b. Ziyâd Ü� rdün’e ulaştığında Emevî�lerin


burada Hâlid b. Yezî�d’e biat ettiklerini gördü[45] ve İ�bnü’z-Zübeyr karşı-
sında ailenin en yaşlı ve tecrübeli üyesi olan Mervân b. el-Hakem’e biat
edilmesi gerektiğini belirtti.[46] Bunun üzerine Mervân’a 3 Zilkâde 64’te

[30] İ�bnü’l-Esî�r, II, 615.


[31] Ya’kûbî�, II, 170; Taberî�, III, 379; İ�bnü’l-Esî�r, II, 615.
[32] Belâzürî�, VI, 278.
[33] İ�bnü’l-Esî�r, II, 615.
[34] Belâzürî�, VI, 278; Bk. Ya’kûbî�, II, 170.
[35] Ya’kûbî�, II, 170; Taberî�, III, 379; İ�bnü’l-Esî�r, II, 615.
[36] Ya’kûbî�, II, 170; Taberî�, III, 379; İ�bnü’l-Esî�r, II, 615.
[37] Ya’kûbî�, II, 171.
[38] İ�bnü’l-Esî�r, II, 622-624.
[39] Ya’kûbî�, II, 170, 171.
[40] Belâzürî�, VI, 278.
[41] Ya’kûbî�, II, 171.
164 [42] Kalkaşendî�, I, 124.
[43] İ�bnü’l-Esî�r, II, 605.
[44] Ya’kûbî�, II, 171.
[45] Belâzürî�, VI, 278.
[46] Belâzürî�, VI, 57, 278; Taberî�, III, 384.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

(22 Haziran 684) Câbiye’de biat edildi.[47] Mervân b. el-Hakem’e yapılan


bu biat, iki önemli sonucu doğurdu. Birincisi Emevî�leri ilgilendiren kısmı-
dır ki, bu biat ile Emevî�lerin Süfyânî�ler kolunun hâkimiyeti sona erdi ve
hilâfet yine bu aileden ilk halifenin ismiyle anılacak olan Mervânî�ler kolu-
na intikal etti. İ�kincisi ise İ�slâm toplumu ile ilgilidir. Böylece Müslümanlar
birisi Mekke’de, diğeri ise Şam’da olmak üzere iki halifeye biat etmek zo-
runda kaldı ve İ�slâm toplumunda fiili bir ayrılık vukû buldu.

Görünüşe göre Abdullah b. Zübeyr Ü� rdün haricinde hemen hemen bü-


tün İ�slâm coğrafyasından biat almıştı. Ne var ki o, bu avantajlı konumunu
değerlendiremeyecektir. Zira İ�bnü’z-Zübeyr taraftarı Kays kabileleri bölge-
de sayısal olarak fazla olmalarına rağmen Emevî�leri destekleyen Kelblilerle
baş edemediler. Kendisi de davetli olmasına rağmen Câbiye’deki halifelik
müzakerelerine katılmayan ve Mercu’s-Suffer’de[48] müzakere sonucunu
bekleyen önemli bir Kayslı lider Dahhâk b. Kays, İ�bnü’z-Zübeyr’e biat eden
Hıms valisi Numân b. Beşî�r’e, Kınnesrin valisi Züfer b. el-Hâris’e ve Filistin
valisi Nâtil b. Kays’a kendisine yardım etmeleri için haber gönderdi.[49]

Mervân’ın halife olmasıyla Emevî�ler ve destekçileri Kelbliler, Câbi-


ye’den hareketle Mercu’s-Suffer’de bulunan Dahhâk b. Kays’ın üzerine
saldırdılar. Burada mağlup olan Dahhâk geri çekilmek zorunda kaldı.[50] Bu
esnada İ�bnü’z-Zübeyr’in kontrolündeki Dımaşk’ta Emevî� taraftarı Yezî�d b.
Ebî�’n-Nims ayaklanarak şehrin kontrolünü ele geçirdi ve Dahhâk’ın vali-
sini şehirden sürdü. Hazineleri ve beytülmali de ele geçiren Yezî�d, burada
Mervân adına biat aldı. Müteakiben de ona silah, asker ve erzak yardımın-
da bulundu.[51]

Mercu’s-Suffer yenilgisi ve Dımaşk’ta kontrolü kaybeden Dahhâk iki


ateş arasında kalmamak için Dımaşk’ın kuzeyinde bulunan Merc Râhıt[52]
mevkiine çekildi (64/684). Burada yapılan savaşta Dahhâk b. Kays’ın
toplam 60.000 kişiden meydana gelen ordusu[53] Mervân’ın 13.000 kişilik
ordusu[54] karşısında mağlup oldu. Hıms valisi Numân b. Beşî�r el-Ensârî�,
Dahhâk’ın yenildiği ve öldürüldüğü haberini alınca hemen şehri terkettiyse

[47] Belâzürî�, VI, 273, 278; Taberî�, III, 378.


[48] H. Lammens, “Mercü’s-Suffer”, İA, Eskişehir 1997, VII, 755. Dımaşk ve Cevlân
(Şimdiki Golan) arasında bir sahra (Yâkût, Mu’cem, III, 469).
[49] Taberî�, III, 381; İ�bnü’l-Esî�r, II, 618.
[50] Lammens, VII, 756.
[51] Belâzürî�, VI, 269; Taberî�, III, 382, İ�bnü’l-Esî�r, II, 618.
[52] Dımaşk yakınlarında bulunan bu yer Yâkût’un ifadesi ile şiirlerde geçen Merc’lerin
en meşhurudur. Mu’cem, V, 118; Hitti, burasının Şam’dan çok uzak olmayan Merc 165
‘Azra’ köyünün doğusuna düştüğünü zikretmektedir. Philip K. Hitti, Siyâsi ve Kültürel
İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1995, I, 305.
[53] Halife, s. 259; Belâzürî�, VI, 269.
[54] Halife, s. 259.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

de yakalanarak idam edildi.[55] Dahhâk’ın ordusunda bulunan Kays kabi-


lesinden Züfer b. el-Hâris el-Kilâbî� Karkî�siyâ’ya kaçtı[56] ve muhtemel bir
Emevî� saldırısına karşı burasını tahkim ettirdi.[57] Müteakiben Kays kabi-
lesi mensupları burada toplanmaya başladılar.[58] Nâtil b. Kays el-Cüzâmî�
de Filistin’den kaçtı ve Abdullah b. Zübeyr’e iltihak etti.[59]

Muharrem 65’de (Ağustos 684) yapılan Merc Râhıt Savaşı ile[60] Ab-
dullah b. Zübeyr’in Şam’daki nüfuzu katî� surette bitti.[61] Mervân b. el-Ha-
kem muzaffer bir şekilde Dımaşk’e girdi.[62] Mervân, Merc Râhıt Savaşı’yla
Suriye bölgesinde hâkimiyetini tesis eder etmez aynı yıl içerisinde Mısır’ı
aldı (65/684).[63] Bu arada Mısır’a yardıma giden İ�bnü’z-Zübeyr’in kardeşi
Mus’ab komutasındaki bir ordu daha yenilgiye uğratıldı.[64] Mısır’ın ele ge-
çirilmesi Mervân’a Abdullah b. Zübeyr karşısında bir mevzi kazanımının
yanı sıra bereketli toprakları ile de ordu hazırlanmasında hem Mervân’a
hem de kendisinden sonra hilâfete geçecek olan Abdülmelik’e büyük im-
kânlar sağladı.

Çok kısa bir süre öncesinde İ�slâm coğrafyasının hemen her yerinde
hâkimiyetini tesis etmesine rağmen İ�bnü’z-Zübeyr, bu kazanımlarından
Suriye ve Mısır’ı kaybetti. Bu arada Mervân b. el-Hakem kendisi Mısır’day-
ken eski Irak valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın komutasında 60.000 kişilik bir
orduyu Rebî�ülâhir (Kasım) ayında Irak’a gönderirken[65] Hubeyş b. Dülce
komutasında bir diğer orduyu ise Abdullah b. Zübeyr üzerine gönderdi.[66]
Medine’ye doğru ilerleyen bu ikinci ordu Vâdi’l-Kurâ’yı ele geçirdi. Bu du-
rum karşısında İ�bnü’z-Zübeyr Basra valisi Hâris b. Abdillah ve Kûfe valisi
Abdullah b. Mutî�’den asker göndermelerini emretti.[67] Medine’ye yakın

[55] Belâzürî�, VI, 283; Ya’kûbî�, II, 172; Taberî�, III, 383; İ�bnü’l-Esî�r, II, 619.
[56] Belâzürî�, VI, 274; Ya’kûbî�, II, 172; İ�bnü’l-Esî�r, II, 619.
[57] Belâzürî�, VI, 274; Taberî�, III, 384; İ�bnü’l-Cevzî�, Ebü’l-Ferec Cemaluddî�n
Abdurrahman b. Ali, el-Muntazam fî tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl ez-Zek-
kâr), byy 1996, IV, 91; İ�bnü’l-Esî�r, II, 619.
[58] İ�bnü’l-Esî�r, II, 619.
[59] Belâzürî�, VI, 274; Ya’kûbî�, II, 172; Taberî�, III, 384; İ�bnü’l-Esî�r, II, 619.
[60] İ�bnü’l-Esî�r, II, 619.
[61] Ali Hüsnü el-Harputlu, Abdullah b. ez-Zübeyr, Kahire, ts., s. 141.
[62] Ebü’l-Fidâ, Melik el-Müeyyed, İ�mâduddî�n İ�smail b. Muhammed, Târîh, (el-Muhtasar
fî ahbâri’l-beşer), (tlk. Mahmûd Deyyûb), Beyrut 1997, I-II, 204.
[63] Belâzürî�, VI, 286; Ya’kûbî�, II, 173; Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin, Mürûcü’z-
zeheb ve me’âdinü’l-cevher (thk. Saî�d Muhammed el-Lahhâm), Beyrut 1997, III,
98; Kalkaşendî�, I, 126; ayrıca bk. Menbî�cî�, Agobios b. Konstantin, el-Müntehab min
Târîhi’l-Menbîcî (thk. Ö� mer Abdüsselâm Tedmûrî�), Trablus 1986, s. 77.
166 [64] Belâzürî�, VI, 286; İ�bnü’l-Cevzî�, IV, 195; İ�bnü’l-Esî�r, II, 261.
[65] Halife, s. 262.
[66] Belâzürî�, VI, 289; Bk. Ya’kûbî�, II, 172; Taberî�, III, 424; İ�bn Asâkir, XII, 87; İ�bnü’l-Esî�r,
II, 645, 646.
[67] Belâzürî�, VI, 289, 290.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

bir mesafede kamp kuran Hubeyş’in ordusu ile İ�bnü’z-Zübeyr’in gön-


derdiği en-Nasrî� komutasındaki ordu Münbecis[68] mevkiinde karşılaştı.
Şiddetli bir çarpışma sonrasında en-Nasrî�’nin ordusu yenildi.[69] Bu zafer
sonrasında Medine, Emevî�lerin eline geçti. Ne var ki bu kısa süreli bir fe-
tihti; zira Hubeyş, Basra valisi Hâris b. Abdullah’ın gönderdiği el-Huneyf b.
es-Sicf komutasındaki ordu[70] karşısında Ramazan (Nisan) ayının başında
Rebeze’de[71] yaptığı savaşı kaybetti.[72] Bu savaşla birlikte İ�bnü’z-Zübeyr
Medine’de hâkimiyetini yeniden tesis etti.

İ�bnü’z-Zübeyr’in hâkimiyetini tesis ettiği yerlerden birisi de Irak idi.


Ne var ki onun buradaki varlığı da bıçak sırtındaydı. İ�lk olarak Hz. Hü-
seyin’i Kûfe’ye davet edip daha sonra da ona yardımcı olmadıkları için,
öldürülmesinden kendilerini sorumlu tutan Tevvâbûn[73] denilen topluluk
İ�bnü’z-Zübeyr’in valisi Abdullah b. Yezî�d’e rağmen[74] bağımsız hareket
ederek Emevî�lere karşı taarruza geçti. İ�bnü’z-Zübeyr’in Karkî�siyâ[75] valisi
Züfer’in, Emevî�lere karşı hücuma geçen bu topluluğa desteğine rağmen
Tevvâbûn topluluğu İ�bn Ziyâd komutasındaki Emevî� ordusu tarafından
Aynu’l-Verde’de[76] imha edildi (Cemaziyelevvel 65/Ocak 685).[77]

İ�kinci olarak İ�bnü’z-Zübeyr’in Mekke’de Emevî� ordusu tarafından ku-


şatılması esnasında kendisine yardımcı olan Muhtâr es-Sekafî�’nin,[78] Hz.
Hüseyin’in kanı adına hareket ederek Kûfe’de varlık göstermeye çalış-
ması hususu idi ki, bu da İ�bnü’z-Zübeyr aleyhine sonuçlanmak üzereydi.
Bu durum Abdülmelik’in Suriye ve Mısır’da kontrolü sağladığı bir sırada
Irak’ın kısa süreli de olsa İ�bnü’z-Zübeyr’in elinden çıkmasına sebebiyet
verdi. Her ne kadar Muhtâr’ın ilk faaliyetlerinde İ�bnü’z-Zübeyr’le birlikte

[68] Yemâme istikametinde Benû’l-’Anber’in köyü (Yâkût, V, 237).


[69] Belâzürî�, VI, 290.
[70] Belâzürî�, VI, 290, 291; Taberî� ve İ�bnü’l-Esî�r 65 (684) yılı olayları içerisinde bu olayı
zikretmektedirler (Târîh, III, 424; el-Kâmil, II, 646).
[71] Hicâz yolu zerinde Medine’ye üç günlük mesafede olan Medine köylerinde biri. 32
(652) senesinde ölen Ebû Zerri’l-Gıfârî�’nin mezarı burada bulunmaktadır (Yâkût,
III, 27).
[72] Taberî�, III, 424; İ�bn Asâkir, XII, 90.
[73] Ya’kûbî�, II, 173; Taberî�, III, 408. Mes’ûdî�, Mürûc, III, 103.
[74] Taberî�, III, 410; İ�bnü’l-Esî�r, II, 637.
[75] Belâzürî�, VI, 370; Taberî�, III, 413-415; İ�bn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî�,
el-Fütûh, Beyrut 1986, V-VI, 244, 245; İ�bnü’l-Esî�r, II, 638, 639.
[76] Himyerî� ‫ راس عني‬maddesinde burasına Aynu’l-Verde de denildiğini, Nusaybin’e yakın
bir yerde bulunduğunu Cezî�re’nin köy topluluklarından (kûre) birisi olduğunu ifa-
de etmektedir. Bk. Himyerî�, Muhammed b. Abdulmun’im, Kitâbü’r-ravzi’l-mi’târ fî
haberi’l-aktâr (thk. İ�hsan Abbâs), byy 1980, s. 264, 265. Şimdi Şanlıurfa’ya bağlı 167
olan Ceylanpınar ilçesinin karşısında Suriye topraklarında kalan bir kenttir. Yörede
Ceylanpınar’a da Re’sü’l-ayn denir.
[77] Belâzürî�, VI, 372; Taberî�, III, 420; İ�bnü’l-Esî�r, II, 641, 642.
[78] Taberî�, III, 397, 403; İ�bnü’l-Esî�r, II, 601.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

hareket ettiği görülse de İ�bnü’z-Zübeyr’den bağımsız bir hareket için yola


çıktığı ileri ki vakitlerde anlaşılacaktı.

Muhtâr, kendisinin İ�bnü’l-Hanefiyye tarafından görevlendirildiğini


ifade ederek Kûfelileri saflarına çekmişti. Tevvâbûn hareketinden kalanla-
rın da katkılarıyla Kûfe’de artık ciddi bir varlık göstermeye başladı.[79] İ�b-
nü’z-Zübeyr’in Tevvâbûn grubuna karşı bir önlem alamayan valisi Abdul-
lah b. Yezî�d’i azledip yerine Abdullah b. Mutî�’i getirmesi de (Ramazan 65/
Nisan 685)[80] pek bir şey değiştirmedi. Zira Kûfeliler aslında İ�bnü’z-Zü-
beyr hâkimiyetine pek de sıcak bakmıyorlardı. Şehrin imkânlarının başka
yerlerden ziyade Irak’ta kullanılmasını istiyorlardı.[81] Hâlbuki Irak’ın kay-
nakları Emevî�lerle mücadelede İ�bnü’z-Zübeyr için çok önemliydi. Buna
rağmen İ�bnü’z-Zübeyr’in gönderdiği yeni valinin de Kûfelilere tavizler
verdiği anlaşılmaktadır. Bu arada Muhtâr’a katılım da giderek artmakta
ve yeni valiye karşı bir tavır oluşmaktaydı. Muhtâr hazırlıklarını bitirdi-
ğinde 14 Rebî�ülevvel 66’da (19 Ekim 685) taraftarlarıyla birlikte ayaklan-
dı.[82] Vali İ�bn Mutî� bir müddet şehirdeki sarayı tahkim edip burada savun-
mada bulunmuşsa da yenilgiye uğrayıp şehri terk etmek zorunda kaldı.[83]
Böylece Irak’ın en önemli şehri de İ�bnü’z-Zübeyr’in elinden çıkmış oldu.
Muhtâr ise galibiyet sonrasında Musul, Azerbaycân, Mâheyn, Hemedân,
İ�sfahan, Kum, Hulvân, Mâsebezân, Rey, Destebû, Cûhâ gibi şehirlere kendi
valilerini görevlendirdi.[84]

Bu zafer sonrasında Muhtâr, İ�bnü’z-Zübeyr’in hışmına uğramamak ve


zaman kazanabilmek için onunla iyi geçinmeye çalıştı ve kendisine destek
olduğu takdirde Emevî�lere karşı savaşacağını bildirdi. En azından prensipte
taraflar arasında bir anlaşma vukû buldu. Böylece birbirleriyle uğraşmak-
sızın her iki taraf da Emevî�lerle mücadele edecekti. Ne var ki bu durum pek
uzun sürmedi. Zira babasının ölümü üzerine[85] hilafete geçen Abdülmelik,
Vâdi’l-Kurâ’ya bir ordu sevk etmişti. Bunu haber alan Muhtâr, arzu ettiği
takdirde İ�bnü’z-Zübeyr’e, bu ordu karşısına bir ordu gönderebileceği tekli-
finde bulunmuş ve İ�bnü’z-Zübeyr de Muhtâr’a güvenmediğinden kendisi de
buraya bir ordu sevk etmişti.[86] İ�bnü’z-Zübeyr’in güvenmediği kadar vardı,

[79] Taberî�, III, 434; İ�bnü’l-Esî�r, II, 662.


[80] Ya’kûbî�, Târîh, II, 170, 171; Taberî�, III, 434; İ�bnü’l-Esî�r, II, 662.
[81] Belâzürî�, VI, 383; Taberî�, III, 435; İ�bn A’sem, V-VI, 249; İ�bnü’l-Esî�r, II, 662; İ�bn Kesî�r,
İ�mâduddî�n Ebü’l-Fidâ İ�smail b. Ö� mer, el-Bidâye ve’n-nihâye, byy 1932, VIII, 285.
[82] Taberî�, III, 439; İ�bn A’sem, V-VI, 255; İ�bnü’l-Esî�r, II, 665.
[83] Dî�neverî�, Ebû Hanife Ahmed b. Dâvûd, el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Ö� mer Faruk et-Tabbâ’),
168 Beyrut, ts., s. 268; Taberî�, III, 436; İ�bn A’sem, V-VI, 263, 264; İ�bnü’l-Cevzî�, IV, 211.
[84] Dî�neverî�, Ahbâr, s. 268.
[85] Mervân b. el-Hakem muhtemelen Rebeze bozgununu haber aldıktan sonra Ramazan
65’de (Nisan 685) vefat etti. Halife, s. 261, 262; Belâzürî�, VI, 300.
[86] Belâzürî�, VI, 419; Taberî�, III, 471; İ�bnü’l-Esî�r, II, 686; İ�bn Kesî�r, VIII, 298.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

zira Muhtâr bu orduyla önce Medine’yi ele geçirmeyi, sonra da Mekke’yi


kuşatmayı planlıyordu. İ�bnü’z-Zübeyr bunu anlamış olacak ki gönderdiği
ordu Muhtâr’ın ordusunu pusuya düşürdü ve imha etti.[87]

Muhtâr’ın, mevâlî�nin de kendisini desteklemesiyle asker sayısı her ge-


çen gün artmaktaydı. Fakat bu durum şehirde, ilk aşamada bir huzursuzlu-
ğu, ardından da ona karşı bir muhalefeti ve kalkışmayı beraberinde getirdi.
Şebes b. Rib’î�’nin başını çektiği Kûfe eşrafından bir grup Muhtâr’ın kendile-
rinin rızası olmaksızın başa geçtiğini ve kendi azatlılarını ata bindirip, ga-
nimete ortak etmesinden duydukları rahatsızlığı Muhtâr’a ilettiler. Bunun
üzerine Muhtâr, Emevî�ler ve İ�bnü’z-Zübeyr’e karşı kendisini destekledikleri
takdirde mevâlî�yi bırakabileceğini belirtti. Bu durum karşısında Kûfe eşrafı
Muhtâr’a karşı harekete geçme kararı aldı.[88] İ�syan Muhtâr’ın, İ�brahim b.
Mâlik el-Eşter komutasındaki bir orduyu Emevî�ler üzerine gönderdiği za-
man gerçekleşti. Muhtâr, oyalama taktikleriyle isyancıları bir süre meşgul
etti ve bu arada gönderdiği orduyu da Kûfe’ye geri çağırarak isyanı kanlı bir
şekilde bastırdı. Hz. Hüseyin’in öldürülmesinde rolü bulunanların büyük
kısmı idam edildi (24 Zilhicce 66/ 21 Temmuz 686).[89] Kûfe’de Muhtâr’a
karşı yapılan bu başarısız ayaklanma sonrasında onun elinden kaçabilen
Kûfe eşrâfı, soluğu Basra’da Mus’ab b. Zübeyr’in yanında aldı.[90]

Mus’ab’ın Basra valiliğine getirilmesi öncesinde burada Muhtâr taraf-


tarı bir isyan başarısızlıkla sonuçlanmış ve isyana iştirak edenler de Kû-
fe’nin yolunu tutmuşlardı.[91] Mus’ab’ın valiliğinde bölgede Hâricî�ler sorun
oluşturmaya başlamışlardı. Basra valisi bu sorunla ilgilenmesi için Mühel-
leb b. Ebî� Sufre’yi görevlendirdi.[92] Baş gösteren bu sorun yüzünden yeni
Basra valisi Kûfe ve Muhtâr meselesiyle yeterince ilgilenemedi.

Muhtâr ise Kûfe’de bütünüyle hâkimiyetini sağlamış idi. Ubeydullah


b. Ziyâd komutasındaki Emevî� ordusu ise Tevvâbun hareketini bitirdikten
sonra bir süre Kayslı Züfer b. el-Hâris’in tahkim ettirdiği Karkisî�ya’yı ku-
şatmış, fakat şehri ele geçirememişti. Buna rağmen Emevî� ordusunun böl-
gedeki faaliyetleri bir tehdit oluşturmaktaydı. Bunun üzerine İ�brahim b.
Mâlik el-Eşter yönetimindeki Kûfe ordusu İ�bn Ziyâd’ın üzerine gönderildi.

[87] Belâzürî�, VI, 420; Taberî�, III, 471, 472; İ�bnü’l-Esî�r, II, 687; İ�bn Kesî�r, VIII, 298.
[88] Taberî�, III, 454, 455; İ�bnü’l-Esî�r, II, 675. Hasan Onat, Muhtâr hareketinin en önemli
özelliklerinden birisi olarak, ilk defa “Mevâlî�”nin siyaset sahnesinde yer almış oldu-
ğunu belirtmektedir. Bk. Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, Ankara
1993, s. 141.
[89] Taberî�, III, 458-462; İ�bnü’l-Esî�r, II, 676-681. 169
[90] Belâzürî�, VI, 405, 427; Taberî�, III, 462; İ�bnü’l-Esî�r, II, 681; M. A. Shaban, Islâmic
History: A New İnterpretation, I, Cambridge 1971, s. 96.
[91] Belâzürî�, VI, 416, 417; Taberî�, III, 468; İ�bnü’l-Esî�r, II, 685.
[92] Belhî�, Ebû Zeyd Ahmed b. Sehl, Kitâbü’l-bed’ ve’t-târîh, Beyrut 1997, I-II, 248.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

10 Muharrem 67’de (6 Ağustos 686) Musul topraklarında bulunan Hâzir


Nehri[93] yakınlarında meydana gelen savaşta, Emevî� ordusundaki Kayslı-
ların ihaneti[94] sonucunda İ�bn Ziyâd ve adamları kılıçtan geçirildi.[95]

Muhtâr, Hâzir Savaşı galibiyeti ile Emevî�ler karşısında büyük bir başa-
rı kazanmıştı. Cezî�re’de birçok şehir Muhtâr’ın kontrolüne girdi.[96] Hâzir
Savaşı’nın kazanılması Muhtâr’ın Irak’taki otoritesini kuvvetlendirirken
yenilgiye uğrayan Emevî�lerin bir müddet için Irak harekâtlarını askıya al-
malarına sebep oldu. Muhtâr’ın galibiyeti ise İ�bnü’z-Zübeyr’i oldukça ra-
hatsız etmiş olmalıdır ki onun emriyle[97] Basra valisi Mus’ab vakit kaybet-
meden 67 (686) yılında Kûfe’ye Muhtâr’ın üzerine yürüdü.[98] Bunu haber
alan Muhtâr’ın gönderdiği bir ordu, Mezâr[99] mevkiinde[100] yenilgiye uğ-
radı. Müteakiben Harûrâ[101] mevkiinde yapılan savaşı da Muhtâr kaybetti
ve beraberindekilerle birlikte daha önce tahkim ettirdiği saraya sığındı.[102]
Kuşatma takriben dört ay sürdü. Bu arada Muhtâr yaptığı hurûc hareket-
leriyle kuşatmayı yarmaya çalışıyordu.[103] Yaptığı son saldırıda Muhtâr
hayatını kaybetti.[104] Sarayda bulunan 6.000 kişi Mus’ab’ın kuvvetleri-
ne teslim oldu.[105] Bu esirler serbest bırakıldıkları takdirde Abdülmelik
b. Mervân’a karşı mücadelede ön saflarda olacaklarını ifade etmelerine
rağmen Mus’ab’ın askerleri tarafından kılıçtan geçirildiler.[106] Bu katliam
İ�bnü’z-Zübeyr’in Kûfe’de hâkimiyetini tesiste olumsuz bir durum olarak
değerlendirilecektir.[107]

[93] Erbil ve Musul arasında bulunan bir nehir. Yâkût, II, 386.
[94] Dî�neverî�, s. 269.
[95] Belâzürî�, VI, 426; Dî�neverî�, 271; Taberî�, III, 481; İ�bnü’l-Esî�r, III, 7; Nüveyrî�, XXI, 43.
[96] Belâzürî�, VI, 427; Dî�neverî�, 271; İ�bnü’l-Cevzî�, IV, 219.
[97] İ�bn Kesî�r, VIII, 308.
[98] Belâzürî�, VI, 398.
[99] Kûfe yakınlarında bir arazi, Bekrî�, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdülaziz el-Endelûsî�, Mu’cem
mâ’sta’cem (thk. Cemal Talbe), Beyrut 1998, IV, 76. Yâkût el-Hamevî�, Mezâr mevkinin
Vâsıt ve Basra arasında yer alan Meysân (Basra ve Vâsıt arasında çok sayıda hurma
bahçesi ve köyün bulunduğu kûre ismi, Yâkût, V, 280) kasabasının yeri olduğunu burası
ile Basra’nın dört günlük mesafede bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca Abdullah b. Ali
b. Ebî� Tâlib’in kabrinin burada olduğu nakledilmektedir. Mu’cem, V, 104.
[100] Belâzürî�, VI, 430, 431; Taberî�, III, 485; İ�bnü’l-Esî�r, III, 10, 11; Bk. İ�bn Kesî�r, VIII, 309;
Julius Wellhausen, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyâsî Muhalefet Partileri (trc. Fikret
Işıltan), Ankara 1996, s. 140.
[101] Kûfe banliyosunda bir köy. Burasının Kûfe’den iki mil mesafede bir yer olduğunu
ve Hz. Ali’ye muhalefet eden Hâricî�lerin burada konakladıkları belirtilmektedir
(Yâkût, II, 283).
[102] Belâzürî�, VI, 439; Dî�neverî�, s. 280; Ebü’l-Fidâ, I, 271.
[103] Nüveyrî�, Şihâbeddî�n Ahmed b. Abdülvahhâb, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb (thk.
Ali Muhammed el-Becâvî�), Kahire 1929, XXI, 51; İ�bn Kesî�r, VIII, 314.
170 [104] Taberî�, III, 496; İ�bnü’l-Esî�r, III, 18; Nüveyrî�, XXI, 52; İ�bn Kesî�r, VIII, 314.
[105] Belâzürî�, VI, 439-442; Taberî�, III, 489-492. Bk. Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin,
et-Tenbîh ve’l-işrâf, Bağdat 1938, s. 270.
[106] Taberî�, III, 493.
[107] Belâzürî�, VI, 445; İ�bnü’l-Esî�r, III, 18.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Muhtâr’ın öldürülmesi sonrasında Mus’ab, Mühelleb b. Ebî� Sufre’yi


Musul, Cezî�re, Azerbaycan ve Ermenistan üzerine göndererek kendi-
si Kûfe’de kaldı.[108] Böylece İ� bnü’z-Zübeyr’in Irak hâkimiyeti yeniden
başlamış oldu. Kısa süre sonra da Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Mus’ab’ı
Basra valiliğinden azletti ve yerine oğlu Hamza’yı atadı.[109] Hamza’nın
kendisi her ne kadar cömert ise de[110] yönetimi esnasında yapmış ol-
duğu hatalar yüzünden Basralılar tarafından azli istendi.[111] Hamza’nın
azli sonrasında bölgeye yeniden atanan Mus’ab’ın ikinci dönem valiliği
başladı. Kûfe valiliğine de Hâris b. Ebî� Rebî�a tayin edildi.[112] Hamza’nın
yönetimdeki zaafiyeti, Mus’ab’ın teslim olanların öldürülmeleri emrinde
olduğu gibi yapılan hataları müteakiben Irak’ta İ� bnü’z-Zübeyr’in kendi-
sine karşı bir muhalefetin oluşmasına neden oldu. Bunu değerlendiren
Abdülmelik, bölge halkı ile bağlantıya geçti ve muhaliflerin kendi saf-
larına katılmalarını temin etti. Böylece bölgeden Mus’ab’a olan destek
de giderek azalmaya başladı.[113] Müteakiben Abdülmelik’in kendisinin
komuta ettiği Emevî� ordusuyla Mus’ab komutasındaki Irak ordusu 72
(691) yılında Deyrülcâselî�k’te[114] karşılaştı. Savaş öncesinde Abdülme-
lik neredeyse bütün Iraklıları satın almıştı.[115] Abdülmelik’in antlaşma
teklifini de kabul etmeyen Mus’ab ve yanındaki birkaç özel askeri, Emevî�
ordusu karşısında kahramanca çarpışarak savaş meydanında hayatları-
nı kaybetti.[116]

İ�bnü’z-Zübeyr’e biat eden Horasan valisi Abdullah b. Hâzim ise


Temî�m kabilesinden Bahî�r b. Verkâ ile Ebreşehr’de savaş halinde oldu-
ğundan Mus’ab’a yardıma gelememişti.[117] Anlaşıldığı kadarıyla İ�bn Hâ-
zim’in kendi gücüyle Horasan’da tek başına hâkimiyeti sağlamasına imkân
yoktu. Zira bölgede kabileler arasında çatışmalar vukû bulmaktaydı ve o
sadece bu karışık durumdan istifade ederek hayatta kalmaktaydı. Nitekim
İ�bn Hâzim, bu durum karşısında fazla dayanamadı ve Abdülmelik’in safla-
rına geçen vekili Bükeyr b. Vişâh tarafından öldürüldü.[118]

[108] Taberî�, III, 496.


[109] Belâzürî�, VI, 453; Taberî�, III, 496; İ�bnü’l-Esî�r, III, 18, 19; İ�bn Kesî�r, VIII, 315.
[110] Belâzürî�, VI, 434, 436.
[111] Belâzürî�, VI, 434, 435, 453; Taberî�, III, 496; İ�bnü’l-Esî�r, III, 18, 19, 20; Nüveyrî�, XXI, 67.
[112] Taberî�, III, 498; İ�bnü’l-Esî�r, III, 19; Nüveyrî�, XXI, 67; İ�bn Kesî�r, VIII, 315.
[113] Belâzürî�, VII, 85.
[114] Taberî�, III, 520; eş-Şâbuştî�, Ebü’l-Hâşim Ali b. Muhammed, ed-Diyârât (thk. Korkis
Avvâd), Beyrut 1986, s. 351, 352; Yâkût, II, 571; Himyerî�, s. 155; Bk. Abdülaziz ed-
Dûrî�, “Deyrülcâselî�k”, DİA, (İ�stanbul 1994), IX, 270.
[115] Taberî�, III, 520; İ�bn A’sem, V-VI, 379; İ�bnü’l-Esî�r, III, 53, Nüveyrî�, XXI, 123. 171
[116] Belâzürî�, VII, 85, 93; İ�bn A’sem, V-VI, 380; Mes’ûdî�, III, 117; Himyerî�, 155; Nüveyrî�,
XXI, 124.
[117] Taberî�, III, 531; İ�bnü’l-Esî�r, Neysâbur olarak vermektedir. Kâmil, II, 65.
[118] Taberî�, III, 321, 322; İ�bnü’l-Esî�r, III, 65, 66.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Mus’ab ve İ�bn Hazm’ın öldürülmeleriyle birlikte İ�bnü’z-Zübeyr’in


Irak ve Horasan hâkimiyeti de nihayete ermiş oldu. Böylece başlanıldığı
yere dönülmüş ve İ�bnü’z-Zübeyr Hicâz’a sıkıştırılmıştı. Abdülmelik bir ta-
raftan Irak üzerindeki askerî� faaliyetlerini sürdürürken diğer taraftan da
Hicâz üzerine yöneldiği anlaşılmaktadır. Zira bu esnada Medine bir ara
yeniden Emevî� kontrolüne geçmiş ise de bu kısa süreli olmuştur.[119] İ�b-
nü’z-Zübeyr’in Hayber ve Fedek arazilerinden zekât toplama teşebbüsü
Abdülmelik tarafından önlenmeye çalışıldı.[120] Buraya gönderilen bir
Emevî� ordusu İ�bnü’z-Zübeyr tarafından imha edildi.[121] Gerçi bu galibi-
yet İ�bnü’z-Zübeyr’in son başarısı olmuştur. Artık Emevî� orduları Medine
ve Eyle arasında devriye gezmektedirler.[122] Bu arada Harre Savaşı son-
rasında Medine ve çevresinde meydana gelen savaşlarda Medinelilerin,
İ�bnü’z-Zübeyr’e katkı ve desteklerinin çok olmadığı görülmektedir. Bu
da Medinelilerin İ�bnü’z-Zübeyr’in hilafetini desteklemedikleri ya da Irak
bölgesinin kaybıyla ibrenin Emevî�ler lehine değişmesiyle tarafsız kalmayı
tercih etmiş oldukları hususunu bizde düşündürmektedir.

İ�bnü’z-Zübeyr halifeliğini ilan ettiğinde İ�slâm coğrafyasının neredey-


se tümünden biat almıştı. Birkaç sene zarfında kendisine biat edilen bu
topraklar bir bir düşmanı Abdülmelik’in eline geçmişti. Abdülmelik için
son bir hamle kalmıştı. Başından beri Mekke’den dışarı çıkmayı düşün-
meyen İ�bnü’z-Zübeyr’in işinin bitirilmesi gerekiyordu. Bunun üzerine Ab-
dülmelik, 72 (691) yılında Tâifli Sakî�f kabilesinden Haccâc b. Yusuf’u bu iş
için görevlendirdi ve Mekke’ye gönderdi.[123]

Haccâc Zilkade 72 (Mart 692) ayında İ�bnü’z-Zübeyr’i Mekke’de ku-


şatma altına aldı.[124] Bu arada İ�bnü’z-Zübeyr Kâbe ve çevresinde tahkima-
tını artırmıştı.[125] İ�bnü’z-Zübeyr, Abdülmelik’in kendisine verdiği emânı
kabul etmedi ve çatışmalar başladı.[126] Muhasara esnasında o yıl hac ya-
pılamadı.[127] Müteakiben çatışmalar şehir merkezi ve özellikle Harem ve
çevresinde yoğunlaştı. Haccâc muhasarayı hızlı bir şekilde bitirebilmek
için Ebû Kubeys[128] dağına mancınık kurdurdu.[129] Kuşatma uzadıkça İ�b-

[119] Belâzürî�, VII, 113; İ�bnü’l-Esî�r, 67.


[120] Belâzürî�, VII, 114; İ�bnü’l-Esî�r, III, 67.
[121] Belâzürî�, VII, 114; İ�bnü’l-Esî�r, III, 67.
[122] Belâzürî�, VII, 115.
[123] Halife, s. 168; Dî�neverî�, s. 286; Taberî�, Târîh, III, 530.
[124] Taberî�, III, 530.
[125] Dî�neverî�, s. 287; Ya’kûbî�, II, 185;
[126] Ya’kûbî�, II, 186, 186; İ�bn A’sem, VI, 385, 386.
172 [127] İ�bnü’l-Esî�r, III, 69.
[128] Mekke üzerinde yüksek bir dağın ismi. Ebû Kubeys olarak künyelendirilen Mezhic
kabilesinden bir adamın ismiyle isimlendirilmiştir (Yâkût, I, 103).
[129] Halife, s. 168; İ�bn Kuteybe, İmâme, II, 38; Belâzürî�, VII, 119; Dî�neverî�, s. 287;
Ya’kûbî�, II, 185; Taberî�, III, 538; Mes’ûdî� ve İ�bn Kesî�r (beş adet) muhtelif mancınığın
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

nü’z-Zübeyr’in birliklerinden kopmalar başladı. Ü� stüne üstlük Haccâc’ın,


İ�bnü’z-Zübeyr’i terkedeceklere emân vereceğini duyurması sonrasında,
bu durum müdafileri çok az kişiyle savunmaya devam etmek zorunda bı-
raktı. Haccâc’ın verdiği emân ile İ�bnü’z-Zübeyr’in akrabaları, hatta Hamza
ve Hubeyb isimli iki oğlu da kendisini terk etti.[130]
İ�bnü’z-Zübeyr, 17 Cemâziyevvel 73 Salı günü (4 Ekim 692 Pazar) sa-
bahına kadar geceyi ibadetle geçirdi.[131] Artık bu gün öleceğini anlayarak
üzerindeki zırhını da çıkarttı ve kapılardan hücuma geçen Şamlı askerler-
le yanında kalan çok az kimseyle birlikte kahramanca çarpışmaya devam
etti.[132] İ�bnü’z-Zübeyr, çarpışmalar sırasında Murâd kabilesinden bir kişi
tarafından öldürüldü.[133] Böylece altı ay on yedi gün süren kuşatma sona
erdi.[134] Hicâz halifesi öldüğünde yetmiş üç yaşında idi.[135]
İ�bnü’z-Zübeyr’in Mekke’de başlattığı hilafet hareketi, çok geniş bir
coğrafyanın kendisine biat etmesini sağlamıştı. Hilafetinde, aslında Hz.
Ali’nin Kûfe’ye, daha sonra Muâviye’nin Şam’a naklettiği İ�slâm devleti
merkezini, Hz. Peygamber ve üç halifesi zamanında olduğu gibi tekrar
Hicâz’a nakletme çabası ve hedefi güdülmüştü. Halbuki bölgenin coğrafî�
yapısı ve iktisadî� hayatı Hicâz’ın yeniden eski gücünü ve nüfuzunu tesis
etmesine izin vermediği gibi Mekke ve Medine’nin çevresinin çöl olması,
kuvvetli orduların oluşturulmasına imkân tanımamaktaydı. Ayrıca bölge-
nin geçimi, Mısır’dan gelecek olan hububata bağlıydı. Diğer bölgelerle mu-
kayese edilecek olursa Hicâz’ın, Mekke ve Medine’nin kutsallığının dışın-
da artık iktidar olma gücü yoktu. İ�bnü’z-Zübeyr’in yine de dokuz yıl gibi
bir süre halifelik yapması onun elindeki güçten ziyade İ�slâm toplumunun
bölünmüşlüğüyle doğrudan bağlantılıydı.
Hz. Ali, Irak bölgesinin iktisadî� ve insan kaynaklarının önemini fark
ettiği için devlet merkezini buraya taşıyarak mücadelesini sürdürmüştü.

varlığına dikkat çekmekte ve bu mancınıklar ile Harem ve çevresine çeşitli yerler-


den taş atıldığını zikretmektedirler. Mürûc, V-VI, 386; Bidâye, VIII, 353.
[130] Belâzürî�, VII, 124; Taberî�, III, 538; İ�bnü’l-Cevzî�, IV, 276; İ�bnü’l-Esî�r, III, 70.
[131] İ�bn Kuteybe, Taberî�, Mes’ûdî�, İ�bn Asâkir ve İ�bnü’l-Cevzî�, Abdullah b. Zübeyr’in
17 Cemaziyelevvel 73’de öldürüldüğünü nakletmektedirler. İ�bn Kuteybe, Ebû
Muhammed Abdullah b. Müslim, el-İmâme ve’s-Siyâse, byy 1969, II, 39; Târîh,
III, 538; Tenbîh, 271; Târîh, XXVIII, 249; Muntazam, IV, 277. Halî�fe b. Hayyât
13 Cemâziyeluhrâ 73 (Târîh, s. 168); İ�bn A’sem, Nüveyrî� ve Kalkaşendî� 13
Cemaziyelevvel 73 ( Fütûh, V-VI, 389; Nihâye, XXI, 141; Meâsir, I, 130); Ebü’l-Fidâ,
s. 73 Cemâziyeluhrâ (Târîh, I, 273); Ayrıca İ�bn Asâkir, İ�bnü’z-Zübeyr’in 72 yılında
öldüğüne dair farklı rivayetleri de kitabında yer vermiştir (Bk. XXVIII, 246, 247).
[132] Taberî�, III, 539, 540; İ�bnü’l-Esî�r, III, 71, 72.
[133] Belâzürî�, VII, 128, İ�bnü’l-Esî�r, III, 73; Nüveyrî�, XXI, 141. 173
[134] Belâzürî�, VII, 128; Taberî�, III, 538; İ�bn Asâkir, XXVIII, 248. Belâzürî� de kuşatma sü-
resinin zikredilenden başka altı buçuk ve yedi buçuk ay olarak verilmektedir (Bk.
Ensâb, VII, 128).
[135] Belâzürî�, VII, 128; İ�bn Asâkir, Târîh, XXVIII, 146.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Muâviye de uzun valilik döneminde Suriye’nin imkânlarını iyi değer-


lendirmişti. Bu iki bölgeye karşı Hicâz’ın Hz. Peygamber ve halifelerinin
dönemlerindeki gücüne ulaşabilmesi artık güçtü. Abdullah b. Zübeyr’in
halifeliğinde sahip olduğu ordu, coğrafyanın imkânsızlıklarıyla bağlantı-
lı olarak daha çok düzensiz birliklerden oluşmaktaydı.[136] Hatta yukarıda
anlatıldığı üzere İ�bnü’z-Zübeyr, Emevî�lerin gönderdiği ordulara karşı çok
dağınık ve derme çatma birlikler hazırlıyordu. Yeterli olmadığında ise
Irak’taki valilerinden asker talebinde bulunuyordu. Hicâz halifesi bir nevi
taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışıyordu.

Abdullah b. Zübeyr hilafet yarışına sahip olabileceği en fazla imkânla


başladı. Ancak ele geçirdiği fırsatları değerlendiremedi. Valisi ve kardeşi
Mus’ab’ın yaptığı stratejik hatalar ve idamlarla -belki de kendisi için en
büyük desteği verebilecek olan- Irak’ı kaybetti. Yezî�d’in ölümü sonrasında
ortaya çıkan iki halife ve iki ayrı devlet olgusu, Abdullah b. Zübeyr’in öldü-
rülmesiyle sona erdi.

[136] Rudolph Zilhaim, “Fitnetü Abdullah b. Zübeyr” (trc. Hüsâm es-Sağî�r), Mecelletü’l-
Mecma’i’l-’İlmî’l-Lüğati’l-Arabiyye, Dımaşk 1974, XLIX-4, s. 829-859. Bk. İ�brahim
Beydûn, el-Hicâz ve’d-Devletu’l-İslâmiyye, Beyrut 1995, s. 398-404. Julius Wellhausen
bu mealde şunları söylemektedir. “Hicâz Osman’ın katlinden beri ölü bir zaviye hali-
ne gelmişti ve yeniden siyasî� hayatın merkezi haline getirilemezdi. İ�bnü’z-Zübeyr hiç
şüphesiz bu gayeyi görüyordu; sayesinde yükseldiği hareket tarzına göre bu gayeyi
gütmesi de lazımdı. İ�ltica ettiği mukaddes mahalli, dünya önüne serildiği zamanda
174 terk etmemekle hilafetin ruhânî� tarafını tebarüz ettirmiş oluyordu. Fakat bunun
neticesi onun kendi adını taşıyan bu fitnede tamamıyla arka planda kalması oldu.
Mücadele isim olarak onun etrafında cereyan ediyor, fakat o buna iştirak etmiyordu;
netice de onsuz alındı. Arabistan içinde bile yıllarca Haricî� Necde’den bile daha az
nüfuz sahibi idi.” (Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 94).
Prof. Dr. Ahmet ÖNKAL
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

E. Abdullah b. Hanzale ve Harre Olayı

Emevî� iktidarına karşı gerçekleştirilen en önemli muhalefet ha-


reketlerinden birini Yezî�d b. Muâviye’nin halifeliğinin üçüncü
yılında (63/683) Medine’de ortaya çıkan ve Abdullah b. Hanzale
tarafından organize edilen kıyam oluşturmaktadır.

Esasen o sıralarda muhacirûn ve ensârın toplu bulunduğu


ve etkili olduğu yegâne şehir olma özelliğini taşıyan Medine’nin
halkı, Emevî� yönetimine oluşum aşamasından itibaren pek de
sıcak bakmıyordu. Nitekim özellikle Tahkim Olayı’ndan sonra[1]
Hz. Ali’yi tanımayıp halifeliğini ilan eden Muâviye, Medine’ye
Büsr b. Ebî� Ertât komutasında bir ordu göndermiş, Medineli-
ler Büsr’ün zulme varan baskıları karşısında Muâviye’ye zorla
biat etmişti.[2] Vaktiyle Hz. Ali, siyasî� gelişmeler sebebiyle idare
merkezini Medine’den Kûfe’ye taşırken buna karşı çıkan Medi-
neliler, Muâviye’nin hâkimiyet sağlamasının ardından hilafet
merkezi olarak Şam’ı belirlemesi ile Medine’nin yeniden hilafet
merkezi olma ümidini kaybettiler. Bu uygulama ile siyasî� açıdan
zaafa uğrayan Medine’den bir ara Muâviye’nin, valisi Mervân b.
Hakem’e gönderdiği emirle Mescid-i Nebevî�’nin minberinin sö-
külerek Hz. Peygamber’in asası ile birlikte Şam’a nakledilmesi
teşebbüsü halkın umumi ve yoğun tepkisi ile karşılandı ve Muâ-
viye, Dımaşk’ı aynı zamanda dinî� bir merkez yapma niyetinden
vazgeçmek mecburiyetinde kaldı.[3]

Bu aşamada Medine’de hâkimiyet sağlamanın bir yolu ola-


rak Muâviye ve Ü� meyye hanedanına mensup kimseler, şehir ve
çevresinde dikkat çekecek, hatta rahatsızlık doğuracak ölçüde
gayr-i menkul satın almış, mal edinmişlerdi. Ama buna mukabil
üretim azalmış, fiyatlar yükselmişti. Mesela geçim endeksini be-
lirlemede temel faktörlerden olan buğday fiyatı, diğer eyaletlere
175
[1] Tahkim Olayı ile ilgili olarak bk. Ahmet Ö� nkal, “Tahkim Olayı Üzerine Bir
Değerlendirme”, İSTEM, yıl: 1, sy. 2, Konya 2003, s. 33-68.
[2] Ya’kûbî�, Târîh, Beyrut, ts., II, 197.
[3] Nebi Bozkurt - M. Sabri Küçükaşcı, “Medine”, DİA, Ankara 2003, XXVII, 307.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

göre daha yüksekti.[4] Ekonomik sıkıntıya yol açan bu durumun uzun süre
devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Yezî�d b. Muâviye, Medine’deki mu-
halefet hareketini kırmak üzere daha sonraki yıllarda buğday fiyatlarını
düşürme vaadinde bulunacaktır.

Medine halkı ile Emevî� yöneticileri arasındaki soğukluğun bir neticesi


olarak değerlendirilebilecek şekilde Muâviye, Medinelilerin beklentisine
rağmen atıyyelerinde artış yapmamıştı ki bu durum önce şehir halkının
valiye gidip “Muâviye atıyye konusunda başkalarını bize tercih etti; bir dir-
hem bile artış yapmadı.”[5] şeklindeki şikayetlerine, sonraki dönemdeyse
Yezî�d’in atıyyelerin artırılacağı vaadi ile muhaliflerle arayı bulma çabasına
yol açacaktır. Bu süreçte Medinelilerin yaşadığı ekonomik sıkıntılar, savâfî�
(devlet başkanının tasarrufunda bulunan sahipsiz topraklar ve işletme-
ler) âmili olan İ�bn Mî�nâ’nın toprak gelirini toplamaya gittiği zaman Bel-
hâris b. Hazrec kabilesini fiilî� eyleme sevketti. Vali zor kullanarak tahsil
cihetine başvurmuşsa da şehirde bulunan ensârın ve diğer Kureyşlilerin
desteğiyle direnen Belhâris karşısında başarı sağlayamadı.[6]

Ö� te taraftan Medineliler, işin başlangıcında Muâviye’ye zor altında


biat ettikleri gibi, I. Yezî�d’in hem veliahtlığını hem de halifeliğini zor kar-
şısında kabul etmişler, hatta Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr biat et-
meden bir yolunu bulup Medine’den ayrılmışlardı. Bu süreçte Medine’de
hâkimiyet sağlayamamaları başta olmak üzere bir takım sebeplerle sık
sık vali değişikliği cihetine gidilmesi siyasî� istikrarı olumsuz yönde etkile-
miş, özellikle de Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesi (10 Muharrem
61/10 Ekim 680), Yezî�d’e ve yönetimde görev alan diğer Emevî� idarecile-
rine karşı şehirde genel bir münâferet doğurmuştu. Bu arada faaliyetlerini
Mekke’de yürüten ve halifeliğini ilan eden Abdullah b. Zübeyr, Medineli-
leri işbirliğine ve hatta kendisine biata çağırmaya başladı.[7] Abdullah b.
Zübeyr Medine’den doğrudan doğruya pek fazla taraftar bulamadıysa da
şehirdeki Yezî�d’e ve Emevî� idarecilerine karşı muhalefet canlı bir hüviyet
kazandı.

Halife I. Yezî�d, Medine’de gittikçe güçlenen muhalefet problemi ile


bizzat ilgilenmek üzere 62/682 yılının sonlarında valisi Osman b. Muham-
med’den şehrin eşrafından oluşan bir heyeti kendisine göndermesini iste-
di. Gönderilen heyette Abdullah b. Hanzale, Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi

[4] el-İmâme ve’s-siyâse ( İ�bn Kuteybe’ye nispet edilir) (thk. Tâhâ Muhammed ez-Zey-
176 nî�), Beyrut 1967, I, 176.
[5] İmâme, I, 176.
[6] Semhûdî�, Vefâü’l-vefâ (thk. M. Muhyiddin Abdülhamid), Beyrut, ts., I, 127-128.
[7] Mes’ûdî�, Mürûcü’z-zeheb, (nşr. C. Barbier de Meynard), Paris 1869, V, 160, Mes’ûdî�,
et-Tenbîh ve’l-işrâf, Kahire 1357 H., s. 263.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Münzir b. Zübeyr, Abdullah b. Ebî� Amr el-Mahzûmî� gibi Medine’nin ileri


gelenleri yer alıyordu. Yezî�d gelenleri izzet ve ikram ile karşıladı; ziyade-
siyle itibar gösterdi. Onları dinledi ve giderlerken de bol bol hediyeler ve
büyük meblağlar verdi. Bu yolla onların kalplerini kazanabileceğini dü-
şünmüştü.

Fakat heyet Medine’ye dönünce Mescid-i Nebevî�’de etraflarında top-


lanan Medine halkına Yezî�d’in aleyhinde beyanlarda bulundular. Diyorlar-
dı ki : “Biz öyle bir adamın yanından geliyoruz ki namaz kılmıyor, şarap
içiyor; geceleri düşük karakterli hırsız ve haydutlarla işret âlemleri yapıyor.
Köpekler ve maymunlarla oynuyor. Bunun dini-imanı yok. Şahit olun ki biz
bu adama olan biatımızı çekiyoruz.”[8] Abdullah b. Hanzale ise daha kesin
ve kararlı bir tavır sergiledi ve şunları söyledi: “Öyle bir adamın yanından
geliyorum ki bana destek verecek kimseyi bulamazsam bile şu çocukları-
mı yanıma alacak ve onunla savaşacağım.”[9] Bu konuşmalar halk üzerin-
de büyük bir tesir icra etti. Oradakiler Yezî�d’i artık halife tanımadıklarını
ifade ettiler. Onu azlettiklerinin bir işareti olarak başlarından sarıklarını,
ayaklarından mestlerini çıkarıp atıyorlardı, minberin etrafı bir anda bun-
larla dolmuştu.[10]

Medine’deki gelişmelerden haberdar olan Yezî�d, ensârdan Emevî� yö-


netiminde görev alan tek kişi olan Nu’mân b. Beşî�r’i aracı olarak Medi-
ne’ye gönderdi. Nu’mân’ın vaad, telkin ve tekliflerine Medineliler itibar et-
mediler.[11] Bunu takiben Halife Yezî�d’in gönderdiği tehdit dolu bir mektup
vali tarafından Medine’de okundu. Ancak bu durum halkın öfkesini daha
da artırdı ve artık Yezî�d’i halife tanımadıklarını zaten belirten Medineliler
valiyi de azlederek Abdullah b. Hanzale’ye biat ettiler.[12]

Abdullah b. Hanzale, Uhud Gazvesi’nde (3/625) şehid düşen ve Pey-


gamber Efendimiz tarafından naaşını meleklerin gaslettiği bildirildiği için
el-Ğasîl veya Ğasîlü’l-Melâike diye anılan Hanzale b. Ebî� Â� mir el-Ensârî�’nin
oğlu olup Hz. Peygamber vefat ettiğinde yedi yaşında olmasına rağmen
ashâbtan sayılıyordu. Medineliler, özellikle de mensubu bulunduğu ensâr
arasında büyük bir itibara sahipti.[13] Medine halkı büyük çoğunluğu ile
Abdullah b. Hanzale’nin yanında yer aldıysa da bu biatın ensâra üstün-
lük kazandırmasından doğan bir rahatsızlığı gidermek üzere Kureyş ile

[8] Taberî�, Târîh (thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Beyrut 1967, V, 480.
[9] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1965, V, 103.
[10] İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1985, VIII, 218. 177
[11] Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf (thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî�), Beyrut 1996, V, 339;
Taberî�, Târîh, V, 481.
[12] İmâme, I, 177-178.
[13] Ahmet Ö� nkal, “Abdullah b. Hanzale”, DİA, İ�stanbul 1988, I, 104.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

mevâlî�sinin başına Abdullah b. Mutî�’; muhacirûnun başına ise Ma’kıl b.


Sinân getirildi.[14] Ama bu durum Abdullah b. Hanzale’nin daha sonraki
olaylarda ve Harre Savaş’ındaki başı çeken konumunu etkilememiştir. Hz.
Ali soyundan Ali b. Hüseyin Zeynelâbidî�n ve Muhammed b. Hanefiyye gibi
ileri gelen Hâşimî�ler, muhtemelen henüz kısa bir süre önceki vuku bulan
Kerbelâ Olayı’nın etkisi ile çekimser kalmayı tercih etmişler, fakat bazı
Hâşimî�ler olaya katılmış ve hayatlarını kaybetmişlerdi. Abdullah b. Ö� mer
ise her şeye rağmen verdiği biatı bozmasının doğru olmayacağını beyan
ederek olaylardan uzak durmuştur.[15]

Bu gelişmeler karşısında genç ve yeteneksiz vali Osman b. Muham-


med çaresiz kalmıştı. Yezî�d’i halife tanımadıkları gibi valiyi de azleden
Medineliler çok geçmeden muhalefetlerini fiilî� eyleme dönüştürdüler. Vali
ve şehirdeki Ü� meyyeoğulları mensupları ile müttefikleri, Mervân b. Ha-
kem’in evinde gözetim altına alındılar. Bunların sayısının 1000’e ulaştığı
belirtilir. Fakat Abdullah b. Hanzale karşısında bu sayıyı yeterli ve orga-
nize görmeyen Mervân b. Hakem, çarpışmak yerine durumu Yezî�d’e bir
mektupla bildirip yardım istemeyi tercih etti.[16]

Durumdan haberdar olan Yezî�d, Hicaz’a gönderilmek üzere derhal bir


ordu hazırlamaya başladı. Ama bir taraftan da o esnada Dımaşk’ta olan
Abdullah b. Ca‘fer delâletiyle Medinelileri bir takım vaadlerle bertaraf
edip asıl kuvvetini Abdullah b. Zübeyr üzerine yöneltme yolunu denemeyi
ihmal etmedi. Bu maksatla Abdullah b. Ca‘fer tarafından yazılan bir mek-
tup Medine’ye acilen gönderildi. Mektupta Yezî�d’in : “Eğer sapıklık ve is-
yanlarından vazgeçerek itaatı kabul ederlerse Allah’a yeminle söylüyor ve
söz veriyorum ki Medine halkına hayatım boyunca hiç kimseye yapmadığım
bir iyilikte bulunarak yazın bir maaş, kışın bir maaş olmak üzere her yıl iki
maaş bağlayacağım. Bunları kabul ederlerse onlara dokunmadan orduyu
Abdullah b. Zübeyr üzerine göndereceğim.” taahhüdünde bulunduğu yazılı
idi. Fakat Medineliler bu vaadlere iltifat etmediler ve:“Vallahi, buraya bi-
zimle çarpışmadan aslâ giremez,” diye cevap verdiler.[17]

Bu durumda Yezî�d, zâten Hicaz’a gönderilmek üzere hazırlanan ordu-


ya hız verdi. Ordunun başına yaşlılığını ve hastalığını bahane ederek gö-
nülsüz davranmasına rağmen Emevî�lere aşırı bağlılığı ile bilinen Müslim
b. Ukbe getirildi. Orduya katılacak askerlere atıyyelerinden başka 100’er
dinar peşin ödeneceği ilan edilmiş ve ödeme yapılmıştı. Kaynaklarımızda

178 [14] Taberî�, Târîh, V, 487; M. Sabri Küçükaşcı, “Harre Savaşı”, DİA, İ�stanbul 1997, XVI,
245.
[15] İ�bn Kesî�r, Bidâye, VIII, 232-233; M. Sabri Küçükaşcı, “Harre Savaşı”, DİA, XVI, 245.
[16] Taberî�, Târîh, V, 482-483.
[17] İmâme, I, 177.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

ordunun sayısı 5000’den 30.000’e kadar değişen rakamlarla verilmiştir.


Şam ordusunun asıl hedefinin Abdullah b. Zübeyr olduğu, ama önce yol
üzerinde bulunan Medine’ye yürünülüp orasının itaat altına alınacağı hu-
susu dikkate alındığında ordunun sayısını 12.000 olarak veren rivayetler
tercih edilebilir.[18]

Ü� zerlerine Şam’dan bir ordunun çıkarıldığını öğrenen Medineliler,


Abdullah b. Hanzale komutasında karşı hazırlığa geçtiler. Ö� nce şehirdeki
Emevî�ler ve müttefikleri, Medine aleyhinde herhangi bir faaliyete katılma-
mak ve hatta hiç bir bilgi vermemek konusunda alınan kesin yeminlerden
sonra şehirden çıkarıldı.[19] Ardından da savunma yapmak üzere Hz. Pey-
gamber’in Hendek Harbi esnasında kullandığı hendekler yeniden açıldı ve
genişletildi.[20] Ordu; ensâr, muhacirûn, Kureyş ve mevâlî�nin oluşturduğu
dört kola ayrılarak birer kumandanın idaresinde hendek boyu mevzilendi
ve gerekli yerlere iyi atış yapan okçular yerleştirildi.[21]

Bu arada Medine’ye ilerleyen Müslim b. Ukbe, şehirden çıkarılan


Emevî�lerle Vâdilkurâ’da karşılaştı. Bunlardan bir kısmı Dımaşk’a doğ-
ru yollarına devam ettiyse de aralarında Mervân b. Hakem ve oğlu Ab-
dülmelik’in olduğu bir grup orduya iltihak etti.[22] Müslim, Abdülmelik
b. Mervân’dan aldığı bilgiler doğrultusunda şehrin doğusuna yöneldi ve
onun tavsiyesi ile karargâhını olaya ismini veren Harretü Vâkım’a kurdu.[23]
Müslim b. Ukbe, önce onlara Halife Yezî�d tarafından değer verildiğini belir-
terek muhtemelen ekonomik açıdan sıkıntılarının giderileceğine dair va-
adlerde de bulunarak Medinelileri direnmeyi bırakıp biat ve itaat etmeye
ve kuvvetlerini birleştirerek kendi ifadesi ile “mülhid” Abdullah b. Zübeyr
üzerine yürümeye çağırdı ve Yezî�d’in tavsiyesi uyarınca üç günlük mühlet
verdi.[24] Ancak teklifleri kabul görmedi ve üç gün sonra çarpışma başla-
dı. Medine ordusunun sayısı hususunda kaynaklarımızda ittifak mevcut
olmayıp 2000’den 10.000’e kadar değişen rakamlar verilmektedir.[25] Ta-
berî�, Şam ordusunun gözünü korkutacak ve savaştan çekinmelerine sebep
olacak büyük bir toplulukla ve benzeri görülmemiş bir şekilde harbe gi-
riştiklerini, bu durumda savaştan vazgeçmek isteyenlere Müslim’in engel
olduğunu nakleder.[26] Her halükârda Şam ordusu daha kalabalık olmasına

[18] Ya’kûbî�, Târîh, II, 251; İmâme, II, 7; Makdisî�, Kitâbü’l-Bed’ ve’t-târîh, Bağdat, ts.,VI,
14; Taberî�, Târîh, V, 483; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 112; İ�bn Kesî�r, Bidâye, VIII, 218-219.
[19] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 113.
[20] Semhûdî�, Vefâ, I, 129.
[21] Taberî�, Târîh, V, 487.
[22] İmâme I, 179-180; Belâzürî�, Ensâb, V, 346. 179
[23] Yâkût el-Hamevî�, Mu’cemü’l-büldân, Beyrut 1990, II, 287.
[24] Taberî�, Târîh, V, 486-487.
[25] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1968, V, 146-147; İmâme, I, 185.
[26] Taberî�, Târîh, V, 495.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

rağmen başlangıçta savaş, savunma tedbirlerini iyi aldıklarından ve ce-


saret ve kararlılıkla çarpıştıklarından Medinelilerin lehine gelişti. Müslim
dahi korkuya kapılmış ve Mervân b. Hakem’den bir çare bulmasını iste-
mişti. Bunun üzerine harekete geçen Mervân, Benî� Hârise’nin savunduğu
bölgeye giderek onları safına çekmeyi başardı[27] ve Müslim’in askerleri
buradan şehre hücum ile kısa sürede her tarafı ele geçirdi (27 Zilhicce
63/27 Ağustos 683). Bu esnada hendek önünde ve şehrin sokaklarında
cereyan eden çarpışmalarda sekiz oğlu ile beraber Abdullah b. Hanzale
başta olmak üzere birçok Medineli öldürülmüştü.[28] Klasik rivayetlerde
Yezî�d’den aldığı yetki dâhilinde Müslim b. Ukbe’nin askerlerine üç gün sü-
resince bir serbestlik (ibâha) tanıdığı ve bu süre zarfında birçok olumsuz-
luk yanında Şam askerlerinin yaralıları ve yakaladıkları herkesi öldürerek
bir katliam yaptıkları kaydedilir.[29] Ancak Medinelilerin kayıpları konu-
sunda verilen rakamlar telifi mümkün olmayacak kadar farklıdır. Mese-
la Halî�fe b. Hayyât bunların sayısını 300 ile sınırlandırırken, bu sayı İ�bn
Kuteybe’ye nispet edilen el-İmâme ve’s-siyâse adlı eserde bu hadiseden
sonra Bedir Gazvesi’ne katılan hiç kimse kalmayacak şekilde ashaptan 80,
Kureyş, ensâr, muhacirûn ve önde gelen kişilerden 700 veya 1700, mevâlî�,
diğer Arap kabilelerine mensup kimseler ve tâbiûndan 10.000 ve pek çok
kadın ve çocuğun öldürüldüğü belirtilerek 10.000’in bir hayli üzerine çı-
karılmıştır.[30] Medinelilerin kıyamının kanlı bir şekilde bastırıldığı Harre
Savaşı’nda ölenlerin yüzlerle ifade edilebilecek bir boyuta ulaştığı anlaşıl-
makta ise de binlerce kişinin hunharca öldürüldüğü tarzındaki rivayetler-
de mübalağa unsurunun baskın çıktığı âşikârdır. Aynı durum, Müslim b.
Ukbe’nin şehre girdikten sonra askerlerine üç gün boyunca her şeyi mu-
bah kıldığını ifade eden ibâha ile ilgili rivayetlerde de söz konusudur. Bu
rivayetlere bakılacak olursa üç gün içerisinde Medine’de can ve mal gü-
venliği diye bir şey kalmamış, korkunç bir katliamla birlikte bulunan her
şey yağma ve talan edilmiş, ırz ve namusa tecavüzler sonucu 1000 bâkire
hamile kalmış ve dokuz ay sonra “Evlâdü’l-Harre” denilen babası belirsiz
çocuklar doğmuştur;[31] bunun neticesinde halk korku içerisinde evleri-
ne kapanmış, namaz kılmak için bile Mescid-i Nebevî�’ye çıkamamışlar, bu
süre zarfında Mescid-i Nebevî�’de ezan okunmamış, namaz kılınmamıştır;
sadece her şeyi göze alarak Mescid’den ayrılmayan Saî�d b. Müseyyeb, Hz.

[27] Semhûdî�, Vefâ, I, 129-130.


[28] Zehebî�, Siyeru a’lâmü’n-nübelâ (thk. Şuayb el-Arnavut vd.), Beyrut 1985, III, 324.
[29] İmâme, I, 181-185; Taberî�, Târîh, V, 491; İ�bn Kesî�r, Bidâye, VIII, 220.
[30] Halî�fe b. Hayyât, Târîh (thk. Ekrem Ziyâ el-Ö� merî�), Riyad 1985, s. 240-250; İmâme,
180 I, 184-185. Harre’de öldürülenlerin sayıları ile ilgili rivayetler konusunda toplu bir
liste için bk. Ahmet Ö� nkal, “İslâm Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İAD, c. 6, sy. 3,
Ankara 1992, s. 194.
[31] Semhûdî�, Vefâ, I, 132; Beyhakî�, Delâilü’n-nübüvve (thk. Abdülmu’tî� Kal’acî�), Beyrut
1985, VI, 475; İ�bn Kesî�r, Bidâye VIII, 221.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Peygamber’in kabrinden gelen ezan sesiyle tek başına namaz kılmış, Müs-
lim b. Ukbe onu öldürmek isteyince Hz. Osman’ın oğlu Amr ile Mervân
b. Hakem’in araya girmeleri, hatta onun “deli” olduğunu söylemeleri sa-
yesinde güç bela ölümden kurtulmuştur;[32] ayrıca bu hadiseler sırasında
Şam askerleri atlarıyla Mescid-i Nebevî�’ye girmişler, hayvanlar Hz. Pey-
gamber’in kabri ile minberi arasındaki Ravza’ya bevletmiş ve pislemiş-
lerdir.[33] Ancak bu rivayetlerde eleştiriye açık pek çok husus bulunmakta
olup Emevî�lere ve özellikle de Yezî�d’e duyulan nefret, kin ve düşmanlığın
bu tür rivayetlerin doğmasının temel faktörü olduğu açıkça görülmekte-
dir. Yalnız her dönemde bu nevi hadiselerde görüldüğü üzere bazı taşkın
ve kendini bilmez askerlerin zulme varan davranışlarda, yağmalama ve
tecavüzlerde bulunabilecekleri gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Ay-
rıca Müslim b. Ukbe’nin Medine halkını sindirmek ve muhalefeti kökten
kırmak adına tasvip edilemeyecek şiddet yöntemlerine başvurduğunu da
kabul etmek icap eder. Mesela bazı rivayetlere göre bu olayların ardından
Müslim, Medinelileri kayıtsız-şartsız Yezî�d’in köle ve cariyeleri oldukları-
nı, haklarında onun dilediği gibi hükmetme yetkisinde olduğunu kabul et-
meleri şartı ile biata zorlamış, Allah’ın Kitabı ve Resûlü’nün Sünneti üzere
biat edeceğini söyleyen bir müslüman ile, “Biz müslümanız; müslümanla-
rın lehine olan şeyler bizim de lehimizedir; onların aleyhinde olanlar bizim
için de geçerlidir. Binâenaleyh müslümanın hak ve sorumlulukları üzere
biat ediyorum.” diyen şahsı hemen oracıkta halkın gözü önünde öldürt-
müştü.[34] Müslim’i böylesi acımasız bir uygulamaya bu iki şahsın sadece
bu teklife tepkileri değil, aynı zamanda tavırlarında zımnî� bir muhalefet
hissetmesi ve onlar üzerinden halkı sindirme politikası sevketmiş olma-
lıdır. Nitekim Medineliler korku içinde Müslim’in şahsında Yezî�d’e biat ve
itaati kabul etmek mecburiyetinde kaldılar.

Harre Olayı’ndaki acımasız tavrı ve birçok kişinin ölümüne yol açmış


olması sebebiyle daha sonraları “Müsrif” diye lakaplandırılan Müslim,[35]
Medine’yi hâkimiyeti altına aldıktan sonra Mekke’ye yönelirken Yezî�d’e
de Medine ile ilgili müjdeciler göndermeyi ihmal etmedi. Bu konudaki
bazı nakillerde iş, öldürülen bir takım önde gelen zevatın kesik başlarının
da Yezî�d’e gönderildiği iddiasına kadar vardırılmıştır.[36] Şüphesiz Medi-
ne’deki problemin halledilmiş olması Yezî�d’i sevindirmiştir. Bu meyanda
gönderilenlerin arasında bulunan ve Abdullah b. Hanzale’yi öldüren iki

[32] İmâme I, 183; İ�bn Sa’d, Tabakât, V, 132.


[33] İ�bn Hazm, Cevâmiu’s-sîra (thk. İ�hsan Abbas vd.), Mısır, ts., s. 357-358.
[34] Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdülmün’im Â� mir, Cemaleddin eş-Şeyyâl), Bağdat 181
1959, s. 265; İmâme I, 183.
[35] İ�bn Sa’d, Tabakât, V, 67-68; İ�bn Kesî�r, Bidâye, VIII, 220.
[36] Bk. Ü� nal Kılıç, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001, s.
344.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

asker Yezî�d tarafından büyük ihsanlar verilerek ödüllendirilmişti.[37] Bazı


raviler tarafından bu sevinç içerisinde Yezî�d’in, vaktiyle Bedir Gazvesi’nin
ardından Uhud Harbi vuku bulup da müslümanlar 70 şehid verdikleri za-
man o sırada henüz müslüman olmayan İ�bnü’z-Ziba’râ’nın Bedir’in intika-
mını almış olma sarhoşluğu içinde söylediği bir şiiri terennüm ettiği ve bu
şekilde Bedir’de müşrik olarak maktul düşen ana tarafından dedesi Utbe,
amcası Şeybe ve dayısı Velî�d ile diğer akrabalarının intikamlarının alındı-
ğına telmihte bulunduğu iddia edilmektedir.[38] Ancak bu iddia eski kay-
naklarda genellikle kabul görmemiş ve reddedilmiştir. Nitekim İ�bn Kesî�r,
hocası İ�bn Teymiyye gibi bu iddianın yalan ve Râfizî�lerin uydurması oldu-
ğunu söyler.[39] Buna mukabil haber aldığı zaman Yezî�d’in : “Vah kavmimin
başına gelenlere!” diyerek hayıflandığı, Dahhâk b. Kays’ı çağırıp : “Medine
halkının başına gelenleri görüyor musun?! Onları bu isyana zorlayan sebep
neydi?” diye sorunca onun: “Geçim sıkıntısı ve atıyyelerinin yetersizliği”
cevabı üzerine derhal Medine’ye yiyecek gönderilmesi ve atıyyelerinin
artırılmasını emrettiği şeklindeki rivayetleri[40] değerlendirirken onun bu
uygulamaya, Harre Olayı dolayısıyla duyduğu derin üzüntü sebebiyle ve
Medinelilerin maddî� durumunu düzeltmek üzere değil, olaylardan sonra
şehirde oluşan olumsuz hava ve şartları kendi lehine çevirme gayretiyle
başvurduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.

Fakat Yezî�d’in bu gayretleri yaraları sarmaya ve Harre Olayı’nın izlerini


silmeye yetmemiş, sadece o dönemde ve Medine bölgesinde değil, tarih bo-
yunca her coğrafyada bu olay ve başta Yezî�d ve Müslim b. Ukbe olmak üzere
müsebbipleri acı ve ızdırap, nefret ve hatta bazen lânetle anılmıştır. Hadise-
de ölenler için ağıtlar yakılmış, menkıbeler oluşturulmuştur.[41] Tâbiûndan
Medineli meşhur hadis ve fıkıh âlimi ve Harre Olayı’nın canlı şahidi Saî�d
b. Müseyyeb, Buhârî�’nin de yer verdiği bir hadise göre[42] bu ümmetin ba-
şına gelen üç büyük fitneden bahsetmekte, birincisinin Hz. Osman’ın şehit
edilmesi olduğunu söyledikten sonra ikinci olarak Harre Vakası’nı göster-
mekte ve bu savaştan sonra Hudeybiye ashâbından kimsenin kalmadığını
belirtmektedir. Rivayette üçüncü fitnenin hangisi olduğu belirtilmemişse de
genellikle Hâricî� isyanlarının kastedildiği kabul edilmiştir.[43]

[37] İ�bn Sa’d, Tabakât, V, 68.


[38] Dî�neverî�, Ahbâr, s. 267; İ�bn Teymiye, İbn Teymiye Külliyâtı (çev. Ahmet Ö� nkal vd.),
�stanbul 1988, IV, 388.
[39] İ�rfan Aycan- M. Mahfuz Söylemez, “İ�bn Teymiyye ve Emevî�ler”, İdeolojik Tarih
Okumaları, Ankara 1998, s. 135; İ�bn Kesî�r, Bidâye, VIII, 224, 233-234.
182 [40] İ�bn Kesî�r, Bidâye, VIII, 233.
[41] İmâme, I, 182, 187-188; İ�bn Kesî�r, Bidâye, VIII, 224; İ�hsan Süreyya Sırma, Emevîler
Dönemi, İ�stanbul 1995, s. 48-49.
[42] Buhârî�, “Meğâzî”, 12.
[43] Bk. Mustafa Çağrıcı, “Fitne”, DİA, İ�stanbul 1996, XIII, 157-158.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Harre Olayı ile ilgili olarak doğrudan Peygamber Efendimiz’e nispet


edilen bazı hadisler dahi ileri sürülmüştür. Mesela bir rivayete göre Hz.
Peygamber bir seferinde Harre mevkiine uğradığında orada durmuş ve :
“İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn!” demişti. Ashâb-ı kiram bunun sebebini
sorunca : “Ashâbımdan sonra bu ümmetin en hayırlıları bu Harre’de öldü-
rülecektir.” buyurdu.[44]

Hatta bazıları Harre Olayı’na Kur’ân’dan bir ayetin delalet ettiğini id-
dia etmiş ve Abdullah b. Abbâs’ın : “Eğer Medine’nin etrafından üzerleri-
ne varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense mutlaka
buna girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı”[45] ayetinin te’vili 60’lı
senelerin başlarında ortaya çıktı.” deyip ayette geçen “…buna mutlaka
girişirlerdi…” lafzını “Burada Hâriseoğulları’nın Şam ordusunu Medine’ye
sokması kastediliyor.” şeklinde tefsir ettiğini nakletmişlerdir.[46]

el-İmâme ve’s-siyâse adlı eserde daha garip bir rivayet yer almaktadır.
Buna göre Abdullah b. Selâm, Muâviye zamanında Harre mevkiinde durmuş
ve şöyle demişti : “Yahudilerin değiştirilip tahrif edilmemiş kitabında (Gerçek
Tevrat’ta) bulduğuma göre burada bir topluluk öldürülecek. Bunlar kıyamet
günü haşrolundukları zaman kılıçlarını boyunlarına asacak ve Rahmân’ın
huzuruna gelip: “Ya Rabbi, biz Senin uğrunda öldürüldük!...” diyecekler.”[47]

Yukarıda nakledilen rivayetleri ve Hz. Peygamber’e nispet edilen ha-


disleri doğru saymak şüphesiz mümkün değildir. Nitekim İ�bn Kesî�r, Yezî�d’i
kötüleme konusunda İ�bn Asâkir’de bir takım hadisler bulunduğunu, ama
bunların hepsinin mevzû olup aslâ gerçeği yansıtmadığını belirtir.[48] An-
cak bütün bu rivayetler ve anlatılanlar, çoğu zaman asılsız ve abartılı un-
surlar taşımalarına rağmen Harre Olayı’nın vehametini ve İ�slâm topluluk-
larında bıraktığı acı ve silinmez izler ile İ�slâm Tarihi’ndeki yerini ortaya
koymaktadır.[49]

[44] Beyhakî�, Delâil, VI, 473; Süyûtî�, el-Hasâisu’l-kübrâ (thk. Muhammed Halil Herrâs),
Mısır 1967, II, 498.
[45] el-Ahzâb 33/14.
[46] Beyhakî�, Delâil, VI, 433, 474; İ�bn Kesî�r, Bidâye, VI, 233.
[47] İmâme, I, 187.
[48] İ�bn Kesî�r, Bidâye, VIII, 231.
[49] Harre Olayı ile ilgili detaylı bilgi için bk. Ahmet Ö� nkal, a.g.m., s. 193-197; Mehmet 183
Bahaüddin Varol, “Harre Vakası”, SÜİFD, yıl: 1997, sy. 7, Konya 1997, s. 513-
534; Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Harre Savaşı”, DİA, XVI, 245-247; Mustafa Sabri
Küçükaşcı, Cahiliye’den Emevîlerin Sonuna Kadar Haremeyn, İ�stanbul 2003, s, 280-
283; Ü� nal Kılıç, Yezîd b. Muâviye, s. 300-349.
Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

F. Abdurrahman b. el-Eş’as İsyanı

Abdülmelik b. Mervân dönemi olayları içerisinde en önemlile-


rinden olan ve hiç şüphesiz halifeyi ve onun Irak valisi Haccâc’ı
en fazla uğraştıran olay Abdurrahman b. el-Eş’as isyanıdır. İ�s-
yan her ne kadar Irak’ın dışında başlamışsa da etkileri kısa sü-
rede Irak’ın genelinde hissedildi ve Irak genel valisini oldukça
fazla meşgul etti. Bu isyanın baş aktörü olan Abdurrahman b.
el-Eş’as’ın dedesi el-Eş’as b. Kays, Hadramevt’te toprakları bu-
lunan varlıklı bir kimseydi ve kendisi Kinde liderlerinden idi.
Kinde’den yetmiş atlı ile Hz. Peygamber’e gelen el-Eş’as b. Kays,
onun huzurunda Müslüman olmuştu.[1]
Eş’as’ın oğlu Muhammed’in ismi Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gön-
derdiği amcaoğlu Müslim b. Akî�l’in vali Ubeydullah b. Ziyâd’a ih-
bar edilmesinde ve yakalatılmasında geçmektedir. Muhammed
başlangıçta Emevî� taraftarı idi; fakat müteakiben Abdullah b.
Zübeyr tarafına geçti.[2] Muhtâr es-Sekafî� ile Mus’ab b. ez-Zübeyr
arasındaki savaşta Mus’ab’ın komutanlarından olan Muhammed
b. el-Eş’as 67 (686) yılında Harûra’da yapılan savaşta öldürüldü.[3]
Oğlu Abdurrahman b. el-Eş’as ise Muhtâr’ın ordusundan kalan-
ların Kûfe sarayına sığınmaları sonrasında, teslim olmalarıyla bu
esirlere ne yapılacağı hususundaki müzakerelerde görülmektedir.
Abdurrahman savaşta öldürülen babası ve kendi kabile mensup-
larının intikamını esirlerin hepsinin öldürülmelerini sağlamakla
aldı.[4] Abdurrahman 72 (691) yılında gerçekleşen ve Mus’ab’ın

[1] İ�bn Hacer, Ebü’l-Fazl Ahmed Ali el-Askalânî�, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe,


Beyrut 2004, s. 58, 1182. Geniş bilgi için bk. Asri Çubukçu, “Eş’as b.
Kays“, DİA, (İ�stanbul 1995), XI, 455, 456.
[2] Hakkı Dursun Yıldız, “İ�bnü’l-Eş’as, Abdurrahman b. Muhammed”, DİA,
(İ�stanbul 2000), XXI, 32; ayrıca bk. İ�brahim Sarıçam, “Muhammed b.
Eş’as”, DİA, İ�stanbul 2005, XXX, 528.
[3] Belâzürî�, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer, Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf (thk.
Süheyl Zekkâr, Riyâd Zirikli), Beyrut 1996, VI, 437, 438; Taberî�, Ebû 185
Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, Târîhu’t-Taberî, (Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk),
Beyrut 1997, III, 487; İ�bnü’l-Esî�r, Ebü’l-Hasan İ�zzeddî�n Ali b. Ebü’l-
Kerem eş-Şeybânî�, el-Kâmil fi’t-tarîh, Beyrut 1989, III, 13.
[4] Bk. Belâzürî�, VI, 442.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

öldürülmesiyle sonuçlanan Deyrülcâselî�k Savaşı’nda onun ordusu içerisin-


de yer aldı. Mus’ab’ın öldürülmesi sonrasında Irak, Emevî�lerin kontrolüne
geçti. Bu arada Hâricî�lerle mücadele eden Mus’ab’ın valisi Mühelleb b. Ebî�
Sufre’nin, Abdülmelik b. Mervân’ın saflarına katılmasıyla Abdurrahman da
aynı şekilde davrandı ve Emevî�lere biat etti.[5]
Emevî� idaresinde Abdurrahman ilk olarak Bişr b. Mervân’ın Irak vali-
liğinde Kûfe’de Ezrakî� Hâricî�leri ile çarpışmak üzere gönderilen 5.000 ki-
şilik bir orduya komutanlık yaptı.[6] Müteakiben Haccâc’ın Irak valiliğinde
Cezî�re ve Musul Hâricî�leri lideri Şebî�b üzerine gönderilen 6.000 kişilik bir
ordunun komutanı olarak görev aldı. Uzun süre ihtiyatlı hareket ederek,
Şebî�b’i takip eden İ�bnü’l-Eş’as, onu yakalamaya muvaffak olamadı. Bu du-
rum Medâin valisi Osman b. Katan’ı rahatsız ederek kendisini Haccâc’a
şikâyet etmesine sebep oldu. Bunun üzerine Haccâc, İ�bnü’l-Eş’as’ı göre-
vinden azlederek komutayı Osman’a verdi.[7] Osman b. Katan’ın, Şebî�b’le
yaptığı savaşta İ�bnü’l-Eş’as da yer aldı. Osman’ın hayatını kaybettiği bu
savaşta İ�bnü’l-Eş’as atından düştü. İ�bn Ebû Sebre el-Cu’fî�’nin yardımıyla,
ancak kurtulabilen İ�bnü’l-Eş’as, Kûfe’ye döndü. Burada Haccâc kendisine
emân verinceye kadar gizlenmek zorunda kaldı.[8]
Ubeydullah b. Ebî� Bekre’nin Rutbil üzerine yaptığı seferin başarısız-
lıkla sonuçlanması (79/698) sonrasında hiç vakit kaybedilmeden, Abdül-
melik’in emriyle hazırlanan ve 20.000 Kûfeli ve 20.000 de Basralı’dan[9]
oluşan ordu için Haccâc, büyük ihtimam göstererek hiçbir masraftan ka-
çınmadı. Askerlerin maaşlarını peşin olarak ödediği gibi, bunların dışında
da orduya iki milyon dirhem sarf etti.[10]

Haccâc, iyi techiz edilmiş ve Tâvûs ordusu[11] adı verilen bu ordunun


komutasını Abdurrahman b. Muhammed b. el-Eş’as’a verdi.[12] Tâvûs

[5] Taberî�, III, 527; İ�bnü’l-Esî�r, III, 58; L. Veccia Vaglieri, “İ�bn Al-Ash’ath”, EI2, (Leiden
1971), III, 715; Hakkı Dursun Yıldız, XXI, 32.
[6] Taberî�, III, 529; İ�bnü’l-Cevzî�, Ebü’l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman b. Ali, el-Mun-
tazam fî tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl Zekkâr), byy 1996, IV, 270; İ�bnü’l-
Esî�r, III, 64.
[7] Taberî�, III, 573, 574; İ�bnü’l-Esî�r, III, 109-111.
[8] Taberî�, III, 574-576; İ�bnü’l-Cevzî�, IV, 327; İ�bnü’l-Esî�r, III, 113.
[9] Belâzürî�, Haccâc’ın hazırladığı bu ordunun mevcudunu 10 ila 12.000 olarak ver-
mekte ve bunların seçkin askerlerden oluştuğunu zikretmektedir. Ensâb, VII, 309.
[10] Taberî�, III, 617; İ�bnü’l-Esî�r, III, 138, 139.
[11] Belâzürî�, VII, 310; Taberî�, III, 618; İ�bnü’l-Esî�r, III, 139, 140. Shaban çok iyi techiz edil-
miş bu ordunun ismiyle ilgili olarak bunun son derece iyi techiz edilmesinden ziyâde
içerisinde bulunan insanlar ile ilgili olduğunu, zira Irak’ın seçkinlerinin bu orduda gö-
186 rev aldıklarını belirtmektedir. Bk. M. A. Şaban, Islâmic History: A New İnterpretation,
Cambridge 1971, s. 110. Muhammad al-Faruque de Şaban’ın Tâvûs ordusuyla ilgili
olarak söylediği şeyleri tekrarlamaktadır. Bk. “The Revolt of ‘Abd al-Rahmân ibn Al-
Ash’ash: Its Nature And Causes”, Islamic Studies, (Autumn 1986), XXV-3, s. 289, 290.
[12] Belâzürî�, VII, 310; Taberî�, III, 618; İ�bnü’l-Esî�r, III, 139, 140.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

ordusu önce Kirmân’a gitti. Bu ordu Haccâc’ın gerektiğinde Sicistan ve


Sind valilerine yardım için görevlendirdiği; fakat burada devlete isyan
eden Sedûs kabilesinden Himyân b. Adî�’nin isyanını bastırdıktan sonra
Sicistan’a ulaştı.[13] Bu arada İ�bnü’l-Eş’as’ın bu orduya komutan yapılma-
sından hoşlanmayan -akrabası- İ�smail b. el-Eş’as, Abdurrahman’ın en kısa
sürede kendisine karşı isyan edebileceğini Haccâc’a söylediği; fakat onun,
Abdurrahman’ın kendisinden çekindiğini belirterek böyle bir şeyin olma-
yacağını belirttiği nakledilmektedir.[14]

Ubeydullah b. Ebî� Bekre’nin vefatıyla Sicistan’da halen oğlu Ebû


Berze’a görevde bulunuyordu. İ� bnü’l-Eş’as’ın kendi ordusuna katılmala-
rı talimatını verdikten sonra buradaki askerler de hazırlıklarını tamam-
layıp bu orduya katıldılar. Sicistan’dan iştirak edenler ile sayısı iyice
artan bu ordunun üzerine geldiği haberini alan Rutbil, Abdurrahman’a
elçi göndererek haraç vermek istediğini belirtti ve barış yapılmasını tek-
lif etti. Ne var ki bu durum kabul görmedi. Rutbil bu kalabalık ve güçlü
orduya karşı fazla bir direniş gösteremedi ve sahip olduğu kasaba, köy
ve bölgeleri terk etmek zorunda kaldı. Boşaltılan her yere ise Abdur-
rahman görevlilerini tayin etti. Kendilerine saldırı gerçekleştirilebilecek
olan yerlere muhafızlar yerleştirdi, geçitleri de kontrol altına aldırdı. Ele
geçirilen bölgelerden çok sayıda ganimet alındı. İ� bnü’l-Eş’as, Rutbil’in
sahibi olduğu topraklardan büyük miktarını ele geçirince -ki Rutbil de
daha içerilere kaçmak zorunda kaldı- daha da ileriye gitmekten vazgeçti.
Fethedilen bölgelerin kontrolünün sağlamlaştırılması ve bölgenin daha
da iyi tanınması için beklenilmesine karar verdi. Fethin devamının gele-
cek yıl yapılmasını Irak valisi Haccâc’a bildirdi.[15] Bu arada kardeşi Kâ-
sım b. Muhammed b. el-Eş’as’ı Ruhhac’a[16] gönderdi. Kendisi de Büst’e
gitti ve burada karargâhını kurup beklemeye başladı.[17]

Haccâc, Ubeydullah b. Ebî� Bekre’nin intikamının çabuk alınmasını


istiyordu. Abdurrahman’a yazdığı mektubunda sayıca az ve gücünü kay-
betmiş olan bu topluluğun fazla zaman kaybedilmeden imha edilmesi em-
rini verdi.[18] Haccâc, kendi düşüncesinde haklıydı; zira o daha içerilere

[13] İ�bn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî�, el-Fütûh, Beyrut 1986, VII-VIII, 84, 85.
[14] Belâzürî�, VII, 310; Taberî�, III, 618, İ�bnü’l-Esî�r, III, 139.
[15] Taberî�, III, 618; İ�bnü’l-Esî�r, III, 139.
[16] Bekrî� burasının Fâris’e bağlı kûrelerden (köy topluluğu) birisi olduğunu ve bu şehrin
isminin Farsça Ruhhaz’dan geldiğini ve Arapların Ruhhac dediğini nakletmektedir.
Bekrî�, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdülaziz el-Endelûsî�, Mu’cem mâ’sta’cem (thk. Cemal
Talbe), Beyrut 1998, II, 243. Yâkût ise burasının Kâbul (Kabil) kûrelerinden olduğu- 187
nu zikretmektedir. Yâkût el-Hamevî�, Ebû Abdullah Şihâbeddî�n Yâkût b. Abdullah er-
Rûmî�, Mu’cemü’l-Büldân (thk. Ferî�d Abdülaziz el-Cündî�), Beyrut, ts., III, 43.
[17] Belâzürî�, VII, 312.
[18] Taberî�, III, 622; İ�bnü’l-Esî�r, III, 143, 144.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

çekilmiş olan Rutbil ve askerlerinin kuvvetlerinin toplanmasına ve Müs-


lümanlara karşı yeniden mukavemet etmelerine fırsat verilmemesini ve
düşmanın zayıflamışken ezilmesini istiyordu. Abdurrahman b. el-Eş’as da
haklıydı; zira cephede o ve askerleri bulunuyorlardı. Bilmedikleri bir ül-
kede geniş topraklar kazanmışlardı. Ele geçirilen kasabalar ve şehirlerin
yönetimi ve geçit yerlerinin tutulması için asker yerleştirilmesi zarureti
vardı. Bunun için de bırakılacak askerler ile ordunun sayısında azalma söz
konusu olacaktı ve daha da önemlisi yeni fethedilen, yabancı bir coğraf-
yanın iyi bir şekilde bilinmemesi Ubeydullah b. Ebî� Bekre’de olduğu gibi
İ�slâm ordusunun yine kuşatılması ve hezimete uğratılmasına neden ola-
bilirdi.[19]

Haccâc’ın, Abdurrahman’a daha sonra gönderdiği birkaç mektup da


ilk gönderdiğinden pek farklı değildi. O devamlı olarak saldırının sürme-
sini, kalelerin yıkılmasını, düşman birliklerinin yok edilmesini, esirler
alınmasını ve ülkenin tamamıyla fethedilmesini istiyordu. Ayrıca bu emir-
lerini yerine getirmediği takdirde ise ordunun komutasını kardeşi İ�shak b.
Muhammed’e devretmesini emrediyordu.[20]

Abdurrahman gelen bu mektuplar üzerine askerlerini toplayıp, daha


önce düşmanla ilgili olarak almış olduğu -fethin tamamlanmasının gele-
cek yıla bırakılması- kararının ordunun ileri gelenleri tarafından beğenilip
kabul edildiğini, bu karardan dolayı Haccâc’ın kendisini korkaklıkla itham
ettiğini, orduyu süratle düşman bölgesine sokmasını emrettiğini belirtti.
Abdurrahman, ordu mensuplarının görüşleriyle hareket etmek istiyordu.
Askerler, geniş toprakların fethiyle ve yabancı bir ülkede bulunmaların-
dan dolayı daha da ileriye gitmek istemediler. Kinâne kabilesinden Â� mir
b. Vâsile, Şebes b. Rib’î�’nin oğlu Abdülmü’min’in konuşmaları sonrasın-
da askerler, Haccâc’a itaatten vazgeçtiler ve onu Irak’tan kovmak için de
Abdurrahman’a biat ettiler.[21] İ�syancılar sadece Abdülmelik b. Mervân’ın
Irak valisi Haccâc’ı hal’ etmişlerdi. Şimdilik Abdülmelik’le ilgili olarak or-
talıkta herhangi bir şey gözükmüyordu.

Abdurrahman, Şeybân kabilesinden İ�yâd b. Himyân’ı Büst’e, Temî�m


kabilesinden Abdullah b. Â� mir’i Zerenc’e[22] tayin etti. Rutbil’le de galip
geldiği takdirde ve Rutbil hayatta olduğu sürece asla kendisinden haraç
almayacağına, eğer yenilirse de yanına iltica etmek üzere bir anlaşma

[19] Bk. L Veccia Vaglieri, “İ�bn al-Ash’ath”, III, 718.


188 [20] Belâzürî�, VII, 312, 313; Taberî�, III, 622; İ�bnü’l-Esî�r, III, 144.
[21] Belâzürî�, VII, 313, 314; Taberî�, III, 622, 623; İ�bnü’l-Esî�r, III, 144. Taberî�, ve İ�bnü’l-
Esî�r, İ�bnü’l-Eş’as’ın 81 (700) yılında isyan ettiğini zikretmektedir. Târîh, III, 622;
Kâmil, III, 144.
[22] Sicistan bölgesinde bir şehir. Yâkût, III, 155.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

yaptı.[23] Bu esnada herkes Abdurrahman’a yardımcı olmak için biat eder-


ken kendi kardeşlerinden İ�shak, Kâsım, Sabâh ve Münzir onu terk ettiler.[24]

Abdurrahman, Irak’a doğru harekete geçti. İ�syancılar Fâris’e ulaştık-


larında halifenin valisine karşı çıkmakla kendisine de karşı çıkılmış oldu-
ğunu belirterek Abdülmelik’e olan biatlerini de bozdular.[25] Bu esnada
Mühelleb b. Ebî� Sufre’nin, İ�bnü’l-Eş’as’ın isyan haberini alınca ona kendi-
sini tehlikeye atmamasını, Müslüman kanı dökmemesini tavsiye ettiğine
dair bir mektup gönderdiği zikredilmektedir.[26]

Irak valisi Haccâc ise Abdurrahman’ın kendi üzerine geldiği haberi-


ni alınca hemen Basra’ya hareket etti. Bu arada hiç vakit kaybetmeden
Abdülmelik’ten kendisine asker yardımı yapması çağrısında bulundu.[27]
Haccâc, Basra’da savunma hazırlıklarına girişerek, hemen her gün halife-
ye postayla gelişmeleri haber veriyordu.[28]

Haccâc, İ�bnü’l-Eş’as’ı karşılamak için Basra’dan çıktı ve Tuster’e gi-


derek burada karargâhını kurdu.[29] Buradan gönderdiği bir süvari birliği,
Düceyl Nehri[30] yakınlarında İ�bnü’l-Eş’as’ın süvari birliği karşısında boz-
guna uğradı.[31] Haccâc’ın bu savaşta 2.000 ila 8.000 asker kaybettiği riva-
yet edilmektedir.[32] Düceyl savaşı olarak kaynaklarımıza geçen bu savaş
81 yılı kurban bayramının ilk günü vukû buldu (25 Ocak 701).[33]

Ö� ncü birliklerinin bozguna uğradığı haberini alan Haccâc Basra’ya


geri döndü. Zâviye’ye[34] gelince burada karargâhını kurdu ve çevreden er-
zak topladı. Daha önce amil olarak Hakem b. Eyyûb es-Sekafî�’yi bıraktığı

[23] Belâzürî�, VII, 314; Taberî�, III, 623; İ�bnü’l-Esî�r, III, 145.
[24] Belâzürî�, VII, 315.
[25] Belâzürî�, VII, 319; Taberî�, III, 623, 624; İ�bnü’l-Esî�r, III, 145.
[26] Belâzürî�, VII, 319, 320.
[27] Belâzürî�, VII, 320, 321; Taberî�, III, 624; İ�bnü’l-Esî�r, III, 145, 146.
[28] Belâzürî�, VII, 321, 322; Taberî�, 624; İ�bnü’l-Esî�r, III, 146.
[29] Taberî�, III, 625; Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin, et-Tenbîh ve’l-işrâf, Bağdat
1938, s. 272; İ�bnü’l-Esî�r, III, 146.
[30] Ahvâz’da Erdeşir b. Bâbek’in açtırdığı bir nehir, küçük Dicle manasında Araplar
Düceyl demektedirler. Isbahân toprağından çıkmakta ‘Abbâdân yakınlarında Fâris
denizine (Basra körfezine) dökülmektedir. Yâkût, II, 505.
[31] Belâzürî�, VII, 322; Taberî�, III, 625; İ�bnü’l-Esî�r, III, 146.
[32] Belâzürî�, VII, 323. Taberî�, Haccâc’ın 1500 asker kaybettiğini belirtmektedir. Târîh,
III, 625. Mes’ûdî� ise 8.000 asker kaybettiğini zikretmektedir. Tenbîh, 272.
[33] Halî�fe b. Hayyât, Ebû Amr b. Ebî� Hübeyre el-Leysî�, Tarîh, (haz. Mustafa Necî�b
Fevvâz-Hikmet Fevvâz), Beyrut 1995, s. 179; Belâzürî�, VII, 323; İ�bnü’l-Esî�r, III, 146.
[34] Bu isimde muhtelif yer adları bulunmaktadır. Bizi ilgilendiren ise Basra yakınla- 189
rında bulunan yerdir. Yâkût, III, 144. Taberî�, Haccâc’ın önce Ahvâz kûrelerinden
Destevâ’ya bağlı bir yer olan Rustâkbâz’a geldiğini buradan da Zâviye’ye gittiğini
nakletmektedir. Târîh, III, 625. Yâkût Rustâkubâz olarak kitabında yer vermiştir. Bk.
Mu’cem, III, 49.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Basra’yı tahliye etti.[35] Haccâc’ın Basra’yı tahliye edip buradaki güçlerini


de Zâviye’de toplayıp, düşmanı karşılamak için hazırlık yapması, Basra
halkından da kendisine karşı bir hareket beklentisi içinde bulunduğunu
göstermektedir. Ö� yle ki Tavûs ordusu içerisindeki askerlerin bir kısmı-
nı da Basralılar oluşturmaktaydı. Tabî� olarak bunlar ailelerine yardımcı
olacaklardı. Bu nedenle Haccâc iki ateş arasında kalmamak için bu yola
başvurmuş olmalıdır.

İ�bnü’l-Eş’as, hiçbir çatışma olmaksızın ve muzaffer bir komutan ola-


rak 81 yılı Zilhicce ayının son günü (14 Şubat 701) Basra’ya girdi.[36] Bas-
ralılar, Basralı kurrâ ve eli kılıç tutan ne kadar kimse varsa Haccâc’a ve
Şamlılara karşı savaşmak üzere İ�bnü’l-Eş’as’a biat ettiler.[37] Basralıların
ona büyük ilgi göstermesinde Haccâc’ın buradaki bazı uygulamalarının
etkili olduğu anlaşılmaktadır. Zimmî�lerin Müslüman olmasıyla bölgede-
ki cizye ve haraç gelirlerinde ciddi anlamda bir düşüş olmuştu. Onların
Basra’ya göç etmeleri kırsal kesimdeki tarımsal işgücü kaybına da sebep
olduğundan bunu engelleyebilmek için Haccâc köylerinden ve kasabala-
rından şehirlere göç edenleri zorla geri gönderiyordu. İ�syancı komutan
İ�bnü’l-Eş’as bunlar için bir kurtuluş ümidi oldu ve memnuniyetle kitleler
halinde ona katıldılar.[38]

Basra yakınlarında iki taraf arasında 82 yılı Muharrem (Şubat 701)


ayı içerisinde muhtelif çatışmalar vukû buldu. Haccâc’la isyancılar arasın-
da cereyan eden şavaşlar özellikle bu ayın son gününde daha da şiddet-
lendi (14 Mart 701).[39] Süleyman b. Ebred el-Kelbî�’nin İ�bnü’l-Eş’as’ın or-
dusunun sağ kanadına saldırısıyla Irak birlikleri çekilmek zorunda kaldı.
İ�bnü’l-Eş’as geri çekilerek Kûfe’ye yöneldi. Basra’da kalanlar Abdurrah-
man b. Abbâs b. Rebî�a liderliğinde beş gün süreyle Haccâc’la savaştılar.
Daha sonra bunlar da İ�bnü’l-Eş’as’a katılmak için Kûfe’ye gittiler. Zâviye
günü olarak kayıtlara geçen bu savaşta İ�bnü’l-Eş’as hezimete uğradı. Sa-
fer (Mart) ayına kadar mevkiini koruyan Haccâc daha sonra Basra şehrini
kontrolü altına aldı ve buraya Sakif’li Hakem b. Eyyûb’u tayin etti.[40]

[35] Belâzürî�, VII, 323; Taberî�, III, 625; İ�bnü’l-Esî�r, III, 146. Belâzürî�, Haccâc’ın Zâviye’ye
81 yılı Zilhicce ayının bitmesine 7 gece kala Perşembe günü (8 Şubat 701) geldiğini
nakletmektedir. Ensâb, VII, 324.
[36] Taberî�, III, 625; İ�bnü’l-Esî�r, III, 146.
[37] Belâzürî�, VII, 324; İ�bnü’l-Esî�r, III, 146.
[38] İ�bnü’l-Esî�r, III, 146.
[39] Taberî�, III, 627; İ�bnü’l-Esî�r, III, 147.
190 [40] Belâzürî�, VII, 328, 330, 332; Taberî�, III, 627-629; İ�bnü’l-Esî�r, III, 147, 148. Taberî� ve
İ�bnü’l-Esî�r, Haccâc’ın, Zâviye savaşında emân verdiği ve bunun üzerine savaş mey-
danında kendisine teslim olan 11.000 kişiyi idam ettirdiğini zikretmektedir. Târîh,
III, 648; el-Kâmil, III, 148. Savaş şartlarında mutlaka öldürülenler olabilir; fakat
İ�bnü’l-Eş’as isyanın daha tamamıyla bastırılmadığı düşünülecek olursa bu kadar
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

Zâviye sonrasında Kûfe’ye giden İ�bnü’l-Eş’as, burasını ele geçirdi.[41]


Haccâc Basra’da konumunu kuvvetlendirdikten sonra Kûfe’ye yürüdü ve
buranın yakınlarında Deyrü’l-Kurra[42] isimli yerde karargâhını kurdu.
Haccâc’ın üzerine geldiği haberini alan İ�bnü’l-Eş’as ise Deyrülcemâcim’de[43]
mevzilendi. Kûfeli ve Basralı Emevî� muhalifleri, kurrâ, sınır bölgelerinde
eli silah tutan kim varsa İ�bnü’l-Eş’as’ın ordusuna katılıyordu. Onun ordu-
sunda sadece maaşlı askerlerin sayısının 100.000 olduğu nakledilmekte-
dir. Kûfe ve Basra ve diğer bölgelerden gelenler de hesap edilecek olursa
ordunun sayısının daha da artmış olması kuvvetle muhtemeldir.[44] Bun-
lardan başka İ�bâdî� Hâricî�ler,[45] Zutlar, Esâvire ve Sayâbice gibi diğer top-
luluklar da Haccâc’a karşı isyana iştirak etmişlerdir.[46]

Halife Abdülmelik, bu esnada Dımaşk’ta olan biteni endişeyle izle-


mekteydi. Her ne kadar ilk yenilgilerden sonra Haccâc, Zâviye savaşı ile
durumu Emevî�ler lehine kısmen düzeltmişse de halife, İ�bnü’l-Eş’as’ın çev-
resinde toplanan yüz binleri bulan muhaliflerden rahatsızlık duyuyordu.
Danışmanlarıyla görüştükten sonra Abdülmelik, “Eğer bunlar Haccâc’ın
görevden azledilmesine razılarsa bu savaşmaktan daha kolay. Böylece kan
dökülmesinin önüne geçilmiş olur.” dedi. Ardından oğlu Abdullah ile kar-
deşi Musul valisi Muhammed b. Mervân’ı kalabalık bir orduyla bölgeye
gönderdi.[47]

Abdülmelik, isyancılara Haccâc’ın azledileceğini, Şamlılara verildiği


gibi bunlara da aynı maaşın verileceğini, İ�bnü’l-Eş’as’ın istediği bir yere

çok insanın emân verildikten sonra öldürülmeleri, Haccâc için ters tepki yapabilir-
di. Bu kadar yüksek rakamların kaynaklarımızda zikredilmesi, zamanla gelişerek
büyüyen bir Haccâc düşmanlığının varlığını bize göstermektedir.
[41] Halî�fe b. Hayyât, s. 178; Taberî�, III, 629; İ�bnü’l-Esî�r, III, 148.
[42] Deyrülcemâcim’in karşısında bulunan bu yer Lahm kabilesinden Kurre isimli bir
kişiye nispet edilmektedir. Kurre, Kral Münzir zamanında buraya bir yapı inşa et-
miştir. Bekrî�, Mu’cem, II, 201; Yâkût, II, 596.
[43] Kafatası anlamında cumcuma kelimesinin çoğuludur. Bekrî�, II, 188; Yâkût, II, 572.
Yâkût buna ilave olarak burasının Kûfe’ye 7 fersah (takriben 39 km) mesafede
yer aldığını belirtmektedir. Mu’cem, II, 572. Ayrıca geniş bilgi için bk. M. Streck,
“Deyrülcemâcim”, İ�A, (Eskişehir 1997), III, 575, 576; Nuri Ü� nlü, “Deyrülcemâcim”,
DİA, (İ�stanbul 1994), IX, 270.
[44] Taberî�, III, 629, 630; İ�bnü’l-Esî�r, III, 148. İ�smail Yiğit, İ�bnü’l-Eş’as isyanında topla-
nan 200.000 kişilik ordunun yarısına yakın kısmını mevâlinin oluşturduğunu be-
lirtmektedir. Bk. “Mevâlî�”, DİA, (Ankara 2004), xxıx, 424.
[45] A. A. Abd Dixon, The Umayyad Caliphate (65-86/684-705), (A Political Study), Londra
1971, s. 167; Faruque, XXV-3, 299.
[46] Belâzürî�, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer, Fütûhu’l-Büldân (thk. Abdullah Enî�s et-Tabbâ’, Ö� mer
Enî�s Tabbâ’), Beyrut 1987, s. 521; Dixon, s. 167; Faruque, XXV-3, 299. Bk. Vaglieri, 191
III, 719. Belâzürî�, Haccâc’ın bunlara kızarak bir kısmının evlerini yıktırıp, atiyyele-
rini azalttığını diğer bir kısmını ise sürdürdüğünü belirtmektedir. Fütûh, s. 521.
[47] Belâzürî�, Abdullah b. Abdülmelik’in 20.000 Şâmlı, Muhammed b. Mervân’ın ise
20.000 Cezî�reli askerle bölgeye sevk edildiğini nakletmektedir. Ensâb, VII, 336.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

gidebileceğini, yerleşeceği yerde de halife görevde olduğu ve kendisi de


hayatta kaldığı sürece valilik yapabileceğini teklif etmelerini söyledi. Eğer
isyancılar bunları kabul edecek olurlarsa Haccâc azledilecek ve yerine
kardeşi Muhammed Irak valisi olacaktı. Aksi takdirde Haccâc, Muhammed
ve oğlu Abdullah’ın da emiri olarak savaşın komutanlığını yürütecekti.[48]

İ�syancılara Abdülmelik’in bu teklifi sunuldu, İ�bnü’l-Eş’as, kuvvet


komutanları ve ileri gelenlerle bu durumu müzakere etti. Müzakereciler
Haccâc’ın ordusundan sayıca fazla olmalarına ve yeterli miktarda erzakla-
rının da bulunmasına güvenerek bu teklifi kabul etmediler.[49]

Müzakerelerin sonuçsuz kalması üzerine savaş başladı. İ�ki ordu he-


men her gün savaşıyordu, İ�bnü’l-Eş’as’ın ordusunu teşkil eden Iraklılar
bölgesel avantajlarını kullanarak her türlü yardımı alıyorlardı; fakat bu
durum Haccâc’ın askerleri için geçerli değildi. Şamlılar kıt imkânlarına
rağmen azimle savaşa devam ediyorlardı.[50] 83 yılı Rebî�ülevvel ayının
üçüncü günü (6 Nisan 702) Deyrülcemâcim mevkiinde karşı karşıya gelen
iki ordu, 100 gün süreyle mücadelede bulundu. Savaş, isyancıların Cemâ-
ziyelahir ayının 14 ünde (15 Temmuz 702) mağlubiyetiyle sonuçlandı.[51]

Haccâc, İ�bnü’l-Eş’as’ın dağılan birliklerinin takip edilmemesini em-


retti.[52] Daha sonra Muhammed b. Mervân’ın Musul’a, halifenin oğlu Ab-
dullah’ın da Dımaşk’a dönmesinden İ�bnü’l-Eş’as tehlikesinin artık azaldı-
ğı anlaşılmaktadır. Bu arada Haccâc verdiği emân sonrasında İ�bnü’l-Eş’as
isyanına katılanlardan biat almaya başladı.[53]

Hezimet sonrasında kaçan İ�bnü’l-Eş’as, Mesken’de yeniden toparla-


narak, savaşa hazırlandı. Burada Şaban (Ağustos) ayında on beş gün bo-
yunca şiddetli bir savaş cereyan etti. İ�bnü’l-Eş’as’ın ordusu yine yenildi.[54]
Mesken’de de mağlup olan İ�bnü’l-Eş’as bu sefer de savaş meydanından
kaçtı ve Sicistan’a doğru yola koyuldu. Haccâc, yakalanması için onun pe-
şinden asker sevk etti.[55] İ�bnü’l-Eş’as Sûs, Sâbur, Kirmân, Zerenc ve Büst’te
bu askerlerle savaşmak zorunda kaldı. Büst şehrinde daha önce kendisi-
nin tayin ettiği Şeybân kabilesinden İ�yâd b. Himyân, kendisini tutukladı

[48] Belâzürî�, VII, 335-337; Taberî�, III, 630; İ�bnü’l-Esî�r, III, 148-150. İ�bn A’sem,
Abdülmelik’in bunların dışında, Şâmlı birlikleri Irak topraklarından çıkaracağını ve
onların uygun gördükleri bir kişiyi de vali yapacağını teklif ettiğinden bahsetmek-
tedir. Fütûh, VII-VIII, 100.
[49] Belâzürî�, VII, 337, 338; Taberî�, III, 630, 631; İ�bnü’l-Esî�r, III, 149, 150.
[50] Belâzürî�, VII, 339, 340; Taberî�, III, 631; İ�bnü’l-Esî�r, III, 150.
192 [51] Belâzürî�, VII, 342; Taberî�, III, 638; İ�bnü’l-Esî�r, III, 156.
[52] Belâzürî�, VII, 342, Taberî�, III, 639.
[53] Taberî�, III, 639; İ�bnü’l-Esî�r, III, 156.
[54] Taberî�, III, 640; İ�bnü’l-Esî�r, III, 157, 158.
[55] Belâzürî�, VII, 346; Taberî�, III, 640; İ�bnü’l-Esî�r, III, 158.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

ve Haccâc’a göndermek için zincire vurdu. Bunu haber alan Rutbil, Büst’e
gelerek İ�bnü’l-Eş’as’ın serbest bırakılmasını sağladı.[56] İ�bnü’l-Eş’as, daha
sonra Rutbil’le birlikte onun ülkesine gitti. Türk hükümdarı Haccâc’ın
düşmanını misafir ederek ona ikramda bulundu. Bu arada Haccâc’ın
verdiği emânı kabul etmeyen ve savaşlarda yenilip dağılan Emevî� aley-
htarları Sicistan bölgesinde toplanmaya başladılar. Kısa süre sonrasında
sayısı 20.000’i[57] bulan muhalifler Zerenc şehrini kuşatma altına alarak
Rutbil’in ülkesinde bulunan İ�bnü’l-Eş’as’ın yanlarına gelmesi için haber
saldılar. Irak’a dönemeyeceklerini anlayınca Horasan’da bulunan kendi
kabilelerinin yanlarına gitmeye karar verdiler. Durumu İ�bnü’l-Eş’as’a bil-
dirdiler ve onu ikna edip Horasan’a gitmek için yola koyuldular.[58]

İ�bnü’l-Eş’as ve beraberindeki kalabalık Herât şehrine geldiklerinde


Kureyşli Ubeydullah b. Abdurrahman b. Semûre 2.000 kişiyle kendilerini
terk etti. Bu durum İ�bnü’l-Eş’as’a dokunmuş olmalı ki Rutbil’in yanında
rahatlık içerisinde yaşadığını, onların davetiyle buraya geldiğini böyle bir
durumda Rutbil’in yanına dönmek istediğini belirtti ve onlardan ayrıldı.[59]

İ�bnü’l-Eş’as isyanının bastırılmasıyla yenilenler ve kaçabilenler İ�slâm


ülkesinin uç sınırlarında kalan Rey şehrinde Ö� mer b. Ebü’s-Salt’ın komu-
tası altında toplanmaya başlamışlardı. Haccâc, bunların üzerine Kuteybe
b. Müslim’i gönderdi. Yapılan savaşta Ö� mer’in çevresinde çoğunluğunu
Temî�mlilerin oluşturduğu askerler dağıldı. O da ailesiyle birlikte Taberî�s-
tan Asbahbez’ine sığındı. Burada izzet ve ikram gördü. Bunun üzerine
Haccâc, Asbahbez’e tehdit dolu sözlerin yer aldığı bir mektup yolladı. O da
Ö� mer ve babasını öldürüp kellelerini Haccâc’a gönderdi.[60]

İ�bnü’l-Eş’as Herât şehrinden Rutbil’in ülkesine gitmek için ayrıldığın-


da yanında bulunanlardan Evz kabilesinden Alkame b. Amr onu Rutbil’e
gitmemesini, Haccâc’ın ona mektup yazıp, tehdit ve baskıyla kendisini tes-
lim ettirebileceğini, birlikte bir şehri ele geçirip kendilerine emân verile-
ne kadar ya da ölene kadar burada savaşmayı teklif etti. Fakat İ�bnü’l-Eş’as
bunu kabul etmeyerek onlardan ayrıldı ve Rutbil’in ülkesine ulaştı. Al-
kame ve yanındaki beş yüz kişi başlarına Nadr kabilesinden Mevdûd’u

[56] Belâzürî�, VII, 346, 347; Taberî�, III, 640, 641; İ�bnü’l-Esî�r, III, 158, 159. Bu arada
Abdurrahman b. el-Eş’as’ın 82 (701) yılında Bişâbur’da kendi adına para kestirttiği
bilinmektedir. Bk. John Walker, A Catalogue of the Arab-Sassanian Coins, (Umayyad
Governors in the East, Arap-Ephtalites, Abbâsîd Governors in Tabaristan and Bukhârâ
Londra 1941, s. lxiv.
[57] Belâzürî� burada toplanan insan sayısını 20.000 Taberî� ve İ�bnü’l-Esî�r ise 60.000 ola- 193
rak vermektedir. Ensâb, VII, 348, Târîh, III, 641; Kâmil, III, 159.
[58] Belâzürî� ,VII, 348; Taberî�, III, 641, 642; İ�bnü’l-Esî�r, III, 159, 160.
[59] Belâzürî�, VII, 348, 349; Taberî�, III, 642, 643; İ�bnü’l-Esî�r, III, 160.
[60] İ�bnü’l-Esî�r, III, 166.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

geçirdiler. Lahm kabilesinden Umâre b. Temî�m bunlarla karşılaştı ve ça-


tışmaya girdi. Daha sonra da onlara emân verdi.[61]

İ� bnü’l-Eş’as tarafında ise vaziyet pek de iyi değildi. Haccâc, Rutbil’e


tehdit mektupları gönderiyordu. Temî�m kabilesinden Ubeyd b. Subey
de Rutbil’i, Haccâc’ın gazabından korkutarak onun İ� bnü’l-Eş’as’ı gözden
çıkarmasını sağladı. Ubeyd ona İ� bnü’l-Eş’as’ı teslim etmesinin karşılı-
ğında Haccâc’tan yedi yıl süreyle[62] ülkesine saldırmayacağına dair bir
teminat alabileceğini söyledi. Rutbil, memnuniyetle bu teklifi kabul etti.
Ubeyd bu durumu Umâre b. Temî�m’e, o da Irak valisi Haccâc’a aktardı.
Haccâc da buna razı oldu. Böylece Rutbil, İ� bnü’l-Eş’as’ın kesik başını ona
gönderdi.[63] Kaynaklarımızda onun nasıl öldüğüyle ilgili olarak bundan
başka iki rivayet daha zikredilmektedir. Birincisine göre İ� bnü’l-Eş’as ve-
remden ölmüş ve Rutbil başını kestirip halifeye ulaştırmış olduğu şek-
lindedir.[64] Diğeri ise onun Rutbil’in sarayından atlamak suretiyle inti-
har ederek öldüğü ve başının kesilip Haccâc’a gönderildiğiyle ilgilidir.[65]
Halî�fe b. Hayyât, İ� bnü’l-Eş’as’ın öldürülmesini 83 (702),[66] Taberî� ve
İ� bnü’l-Esî�r 85 (704) yılı olayları içerisinde yer vermekte;[67] fakat bu iki
kaynakta aynı zamanda onun 84 (703) yılında öldüğüne dair rivayetler
de zikredilmektedir.[68]

İ� bnü’l-Eş’as isyanının çıkış sebepleriyle ilgili olarak çağdaş araştır-


macılarımız farklı görüşler beyan etmişlerdir. Burada ilk olarak Alfred
Von Kremer’in düşüncelerine yer vermek istiyoruz. Kremer bu isyanda
mevâlî�yi ön plana çıkarmakta, bunların etkin rolüne dikkat çekmekte-
dir. Onların Araplarla aynı haklara sahip olmak, maaş defterlerine yazıl-
mak ve cizyeden kurtulmak için bu isyana katıldıklarını belirtmektedir.[69]
Zira Haccâc kendi valiliğinde Müslüman olanlardan cizye vergisini al-
maya devam ediyor ve özellikle köylerden şehirlere göçü önlemeye
çalışıyordu. Mühtedilerin sayısı da giderek artıyordu. Irak’ta Muâviye

[61] Taberî�, III, 652; İ�bnü’l-Esî�r, III, 169, 170.


[62] Taberî�, Rutbil ‘in bu anlaşma süresi dolduktan sonra on yıl boyunca her yıl Haccâc’a
900.000 dirhem ödemeyi taahhüt ettiğini rivayet etmektedir. Târîh, III, 653.
[63] Belâzürî�, VII, 352-353; Taberî�, III, 652; İ�bnü’l-Esî�r, III, 169, 170.
[64] İ�bnü’l-Esî�r, III, 170.
[65] Taberî�, III, 653; İ�bnü’l-Esî�r, III, 170. Halî�fe b. Hayyât onun Ruhhac şehrinde bulunan
saraydan atlayarak intihar ettiğini belirtmektedir. Târîh, 182.
[66] Halife s. 182. Belâzürî�, Rutbil ‘le anlaşmanın 83 (702) yılında yapıldığını belirtmek-
tedir. Ensâb, VII, 357.
[67] Taberî�, III, 652; İ�bnü’l-Esî�r, III, 169.
194 [68] Bk. Târîh, III, 654; Kâmil, III, 170.
[69] Alfred Von Kremer, The Orient Under The Caliphs, Philadephia 1977, s. 201, 202;
Gerlof Van Vloten, Emevî Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şî�a ve Mesîh Akîdeleri Üzerine
Araştırmalar (trc. Mehmed Saî�d Hatiboğlu), Ankara 1986, s. 28; Hakkı Dursun
Yıldız, “İ�bnü’l-Eş’as”, XXI, 33.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

zamanında 120 milyon dirhem olan vergi, Haccâc zamanında kırk mil-
yona kadar düşmüştü.[70]

İ�bnü’l-Eş’as isyanında mevâlî�nin katkısı ve etkisi tabi olarak yadsı-


namaz. Ne var ki isyan ilk olarak Sicistan’da, Haccâc’ın buraya gönderdi-
ği Tâvûs ordusu içerisinde patlak verdi. İ�syancılar Irak’a doğru harekete
geçtiklerinde de bütün Emevî� muhalifleri kendilerine katıldılar. Ö� zellikle
Irak’ta Haccâc’la yapılan savaşlarda çok sayıda mevâlî�nin İ�bnü’l-Eş’as’ın
yanında yer aldığı bilinmektedir. Savaşlarda 100.000 maaşlı askerin[71]
yanı sıra mevâlî� de bu sayıya yakın bir askerî� güç temin etmişti.[72]

Daha önce belirttiğimiz gibi Abdurrahman b. el-Eş’as babasını Muh-


târ’la yapılan savaşta kaybetmişti. Muhtâr’ın Kûfe sarayına sığınan, daha
sonra teslim olan ve hepsi öldürülen 6.000 bağlısı İ�bnü’l-Eş’as’ın etkisiyle
idam edilmişlerdi.[73] Bunların büyük bir kısmının mevâlî� olduğu düşünü-
lecek olursa İ�bnü’l-Eş’as’ın bunların öldürülmelerindeki rolünün çabuk
unutulduğu zannedilmemelidir. Fakat burada ortak düşman Emevî�lere
karşı çıkar birlikteliği ön planda tutulmuş gibi gözükmektedir.

Wellhausen ise bu isyanın nedeni olarak Suriye ve Irak arasındaki


iktidar mücadelesini göstermektedir. Ona göre isyanın karakterini isyan
esnasında büyük katkıları olsa da mevâlî� oluşturmamaktaydı. Sicistan’da
patlak veren bu isyanın elebaşlarını Kûfe ve Basralıların ileri gelenleri teş-
kil etmekteydi.[74]

İ�syanın nedenlerini aslında Haccâc’ın, Abdurrahman b. el-Eş’as’a


gönderdiği mektuplardan çıkarmak mümkündür. Zira İ�bnü’l-Eş’as, Rut-
bil’in ülkesinde büyük çapta fetih gerçekleştirmişti. Haccâc hiçbir şekilde
durulmasını istemiyor; düşmanın geri çekilmesinden istifade ile bölgenin
tamamının ele geçirilmesini istiyordu. Ayrıca İ�bnü’l-Eş’as’a yazdığı mek-
tupta Müslümanların bölgeye yerleşmelerini, arazileri ekmelerini em-
retmesini belirtiyor ve burasının tamamen fethi gerçekleşene kadar on-
ların yurdu olduğunu söylüyordu.[75] Haccâc’ın İ�bnü’l-Eş’as’a gönderdiği
bu mektuplardan, sevk ettiği bu ordunun fethin nihayete ermesine kadar
bölgede kalmasını ve burada yerleşmesini hedeflediği anlaşılmaktadır.

[70] Belâzürî�, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer, Fütûhu’l-Büldân (trc. Mustafa Fayda), Ankara 2002,
s. 387; Kremer, s. 200; Van Vloten, s. 29.
[71] Taberî�, III, 629, 630; İ�bnü’l-Esî�r, III, 148.
[72] Bk. İ�smail Yiğit, “Mevâlî�”, DİA, Ankara 2004, xxıx, 424. 195
[73] Bk. Belâzürî�, VI, 439-442; Taberî�, III, 489-492; Mes’ûdî�, Tenbîh, s. 270.
[74] Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 115-
117.
[75] Belâzürî�, VII, 312; Taberî�, III, 622; İ�bnü’l-Cevzî�, III, 366.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Kanaatimize göre 51 (671) yılında Muâviye’nin Arap askerlerin aile-


lerinden uzun süre ayrı kalmalarından duydukları hoşnutsuzluğu gidere-
bilmek için Horasan’da daimî� karargâhlar kurup buraya Irak’tan kabileler
göndermesinde olduğu gibi[76] Haccâc da bu bölgede daimi karargâhlar
kurmayı ve artık burasını -Horasan gibi- tamamıyla idaresi altına alma-
yı planlamaktaydı. Zira Muâviye’nin iskân ettirdiği bu kimselerin Hz. Ali
yanlısı kimseler olduğu düşünülecek olursa, bunların Horasan’a intikaliy-
le bir taraftan buradaki fetih hareketlerinin hızlandırılması diğer taraftan
ise Irak’ta istikrarın tesisi planlanmıştır.[77] Muâviye’nin Horasan’a yönelik
bu iskân politikasında olduğu gibi Haccâc da Sicistan’da Arapların iskânı-
nı gerçekleştirmeyi hedeflemiş ve bunu da bu ordunun bölgeye sevkiyle
uygulamaya koymuş olmalıdır. Böylece Haccâc, gelecekte Kûfe ve Basra’da
kendisine karşı harekete geçebilecek kimseleri de bölgeden uzaklaştırmış
oluyordu.

Tâvûs ordusunun kurmaylarının bu durumun farkında oldukları an-


laşılmaktadır. Zira bu konu İ�bnü’l-Eş’as’la müzakere edilirken ortaya çı-
kacaktır. Onlar Haccâc’ın kendilerini tehlikeye attığını, bu aşılmaz dağla-
ra, geçilmez yollara sevk ettiğini; zafer kazanacak olurlarsa bunun onun
başarı hanesine yazılacağını, yenilecek olurlarsa da karşılaşılan zorluklar
görülmeksizin, kendilerine karşı olumsuz düşünceler besleyeceğini söy-
lemişlerdir.[78]

Haccâc’ın Iraklılardan oluşan kuvvetleri düşman üzerine gönderme-


si, Suriyeli birlikleri de bölgede asayişi sağlamakla kullanması ve üstüne
üstlük Iraklıların Suriyelilerden daha az ücret almaları memnuniyetsizliği
had safhaya çıkardığı anlaşılmaktadır.

Faruque isyanın nedenleriyle ilgili olarak şunları söylemektedir:


• İ�syan ilk olarak mevâlî� arasında değil, Arap savaşçılar arasında
patlak vermiştir.
• İ�bnü’l-Eş’as Basra’ya ulaştığında, isyanın başlamasından hemen
hemen bir yıl sonra, mevâlî�ye yapılan yanlış muameleler muhalefet
nedenlerinden biri gibi kurrâ tarafından kullanılmıştır.
• Abdülmelik’in Iraklılara kendisine itaat etmeleri için yaptığı teklif-
lerinde mevâlî�ye dair herhangi bir kayıt yoktur.

[76] Belâzürî�, Basralı ve Kûfeli 50.000 kişinin aileleriyle bölgede iskân ettirildiğini zik-
196 retmektedir. Fütûh, 576, 577; Ayrıca bk. Wellhausen, s. 189, 190; Khalil Athamina,
“Emevî� Hilâfeti Döneminde Arap İ�skânı” (trc. Saim Yılmaz), SAÜİFD, (2000), II, 204;
İ�rfan Aycan, Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 1990, s. 265.
[77] Aycan, s. 265.
[78] Belâzürî�, VII, 313; Taberî�, III, 623; İ�bnü’l-Cevzî�, IV, 366; İ�bnü’l-Esî�r, III, 144.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

• İ�bnü’l-Eş’as pratik nedenlerden dolayı mevâlî�ye iltifat etmemiştir.


Zira o Muhtâr olayında olduğu gibi, eğer mevâlî�ye iltifat ederse
Arapların desteğini yitirebileceğini çok iyi biliyordu.[79]
Iraklılar, Emevî�lere karşı baştan beri kin besliyorlardı. Onlar Irak’ın
gelirlerinden arta kalanın başka bir yere gönderilmesinden ziyade yine
kendileri tarafından kullanılmasını istiyorlardı. Onların bu talepleri Ab-
dullah b. Zübeyr’in ilk vali tayininde açık bir şekilde görülmektedir. Zira
onlar artan gelirlerinin yine kendi bölgelerinde sarf edilmesini istemiş-
lerdi ve İ�bnü’z-Zübeyr de yeni valisine buna göre talimat vermek zorunda
kalmıştı.[80]
Iraklıların Emevî�lere karşı muhalif olmalarının nedenlerinden biri,
onların Emevî� idaresinden bağımsız olmayı istemeleriydi. Zira Iraklılar,
Suriyelilerin kendi üzerlerindeki hâkimiyetlerinden rahatsızlık duyuyor-
lardı. Abdülmelik bunu fark etmiş ve Iraklılara teklif edilen şartlar içeri-
sinde Suriyeli birliklerin çekileceği taahhüdünde de bulunmuştu.[81]
Ayrıca isyan ilk olarak Haccâc’ın Tâvûs ordusunun düşman toprağında
kalması emri üzerine ortaya çıkmıştı. Zira ordu mensupları sadece savaş
süresince burada kalacaklarını, iş bitince ailelerinin yanına dönecekleri-
ni zannetmişlerdi. Irak valisinin savaş bölgesinde kalınmasını emretmesi,
onları rahatsız etmişti. Iraklılar bunu zorunlu bir göç olarak addetmiş-
ler ve yeni fethedilen bu bölgede yerleşmeyi reddetmişlerdi. Bu esnada
ortaya çıkan konuşmacıların sözleri de bu rahatsızlığa katkıda bulundu.
Kendileri evlerinden uzakta savaşta iken Suriyeli birlikler de Irak’taydı ve
üstüne üstlük bu birlikler kendilerinden daha çok maaş alıyorlardı.[82]
İ�syanın önemli bir diğer sebebi de Iraklıların ve Tâvûs ordusu içeri-
sindeki Hz. Ali taraftarının fazlalığıydı. Ö� zellikle isyanın önemli destekçi-
lerinden olan Ebû Tufeyl Â� mir b. Vâsile el-Kindî� ve Abdülmü’min b. Şe-
bes b. Rib’î� et-Temî�mî�’nin durumları oldukça ilginçtir. Zira onlar, geçmişte
Muhtâr’ın yanında yer almışlardı ve muhtemelen de Irak’taki Emevî� hâki-
miyetinin yıkılması için bir fırsat kolluyorlardı.[83]
Bu isyanda tabi olarak kurrâ da çok önemli bir rol oynamıştır. Onlar
da diğer Iraklılar gibi Haccâc’ın Iraklılar üzerindeki Suriye üstünlüğünü
kuvvetlendiren politikasından hoşlanmıyorlardı. Ü� stelik bu din adamları,
Haccâc’ı kâfir addediyorlar ve onu mevâlî� karşıtı politikalarından dolayı

[79] Faruque, XXV-3, 297.


[80] Belâzürî�, VI, 383; Taberî�, III, 435; İ�bn A’sem, V-VI, 249; İ�bnü’l-Esî�r, II, 662; Faruque, 197
XXV-3, 298.
[81] Faruque, XXV-3, 298; Bk. İ�bn A’sem, VII-VIII, 100.
[82] Dixon, s. 165; Faruque, XXV-3, 299.
[83] Dixon, s. 166; Faruque, XXV-3, 299.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

da insafsız ve merhametsiz olarak nitelendiriyorlardı.[84] Bu durumda on-


ların propagandaları da isyana katılımı teşvik ediyordu. Kurrâ, Emevî�leri
muhillîn,[85] yenilikçi, ibadetleri ihmal eden, zayıflara zulmedenler olarak
resmediyordu. Ayrıca isyancıları Emevî�lere karşı savaşa teşvik ederken
onların, Iraklıların hem dinlerini hem de dünya saadetlerini tehlikeye
atan kâfirler olduklarını ileri sürüyorlardı.[86] Dixon ve Faruque, kurrânın
savaş meydanındaki sloganlarının “Yâ li-sârâti’s-salâ” olarak söylenebi-
leceğini ifade etmektedirler.[87] Faruque, kurrânın bu propagandalarının,
kendi taraftarlarının savaş meydanında etkili savaşmalarından çok daha
önemli olduğunu vurgulamaktadır.[88]
İ�syanda göze çarpan bir başka husus ise Yemenlilerin iktidarını ye-
niden tesis etme beklentileri, İ�bnü’l-Eş’as’ın Kahtânî� unvanını kullanma-
sıyla yansıtılmaktadır.[89] Aynı zamanda ona “el-Mansûr Abdurrahman”[90] ve
“Nâsıru’l-Mü’minîn”[91] denildiği zikredilmektedir.
Dixon ve Faruque, İ�bnü’l-Eş’as isyanında her biri kendi nedenleriy-
le, Irak insanının çeşitli gruplarının temsil edildiği, onun sancağı altında
bir araya gelen bu toplulukların genel karakterinin ise sadece Haccâc ve
onun Irak’ın gelirlerini hükmü altına alma politikasından kaynaklanan
bir nefret oluşturduğunu söylemektedirler.[92] İ�bnü’l-Eş’as isyanında, İ�bn
Cârûd isyanında olduğu gibi bir numaralı hedef Haccâc’dı ve onun Irak’tan
sürülmesiydi. Fakat Fars’da yapılan biat ile isyanın karakteri değişmiş ve
Haccâc’la birlikte, Halife Abdülmelik ve Emevî� idaresini kapsamıştır.[93]

[84] Faruque, XXV-3, 299.


[85] Vaglieri bu tabiri meşru olarak Peygamberin akrabasının kanını döken olarak zik-
retmiştir. III, 718. Zira İ�bnü’l-Eş’as’ın Fars’da kendisine biat alması esnasında da bu
kelimeye rastlanılmaktadır. Orada isyancılar Allah’ın kitabı, Peygamber’in sünneti
üzerine dalâlet ehliyle savaşa, onları görevden almaya ve muhillîn (Helal kılanlar)
ile cihad için İ�bnü’l-Eş’as’a biat etmişlerdi. (Taberî�, III, 624; İ�bnü’l-Esî�r, III, 145)
Faruque, Vaglieri’nin bu izahını yeterli bulmamakta ve bu terimin Kur’ân-ı Kerim’de
sıklıkla ve genel anlamda (…feyuhillû mâ harrama Allah…) Tevbe 9/37) kullanıldı-
ğını belirtmektedir. (XXV-3, 304)
[86] Belâzürî�, VII, 339, 340; Taberî�, III, 635; İ�bnü’l-Esî�r, III, 154; Dixon, s. 166, 167;
Faruque, XXV-3, 299. Bk. Vaglieri, III, 718.
[87] Dixon, s. 167; Faruque, XXV-3, 299. “Namazın intikamı (öcü) için” anlamına gelmek-
tedir. Bu slogan kaynaklarımızda zikredilen (‫’) واماتتهم الصالة‬dan çıkarılmış olmalıdır.
Bk. Belâzürî�, VII, 340; Taberî�, III, 635; İ�bnü’l-Esî�r, III, 154.
[88] Faruque, XXV-3, 299.
[89] Belhî�, Ebû Zeyd Ahmed b. Sehl, Kitâbü’l-Bed’ ve’t-tarîh, Beyrut 1997, II, 255; Mes’ûdî�,
Tenbîh, s. 272; Dixon, s. 168.
[90] Dixon, s. 168.
198 [91] Belhî�, II, 255; Mes’ûdî�, s. 272;
[92] Dixon, s. 168; Faruque, XXV-3, 299, 300.
[93] Dixon, s. 166. G. R. Hawting de isyanın Haccâc’ın Irak’taki hâkimiyetini yıkmaya yö-
nelik olduğunu belirtmektedir. The First Dynasty of İslâm, The Umayyad Caliphate
AD 661-750, Londra 2000, s. 67.
Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

G. Yezîd b. Mühelleb İsyanı

Emevî�ler döneminin önemli valilerinden birisi olan Yezî�d b.


Mühelleb, Ezd kabilesine mensup olup 53 (672-673) senesinde
Muâviye’nin halifet yıllarında dünyaya geldi.[1] Diğer kardeşle-
ri gibi[2] çalkantılı denilebilecek bir dönemde babası, tecrübeli
asker ve vali Mühelleb’in yanında, askerî� ve siyasî� tecrübe ka-
zanmış önemli bir komutan ve validir. O, babasının himayesinde
ilk olarak Halife Abdülmelik döneminde Hâricî� (Ezrakî�) isyan-
larının bastırılmasında görev aldı ve babasının isyanı başarıy-
la bastırmasıyla, babası tarafından Kirmân valiliğine getirildi.[3]
Irak valisi Haccâc, Ezrakî�lerin işini başarıyla bitiren Mühelleb b.
Ebî� Sufre’yi Horasan’a tayin etti (78/697).[4] Mühelleb, burada-
ki güç dengesini tesis etmek için kendi kabilesi Ezd’den ve di-
ğer kabilelerden çok sayıda insanı Horasan’a yerleştirdi.[5] Artık
bundan sonra bölgede etkili güçlerden birisi olarak Ezd kabilesi
görülecektir. Ezdlilerin Horasan’a gelmeleri ve burada Bekir ve
Rebî�a kabileleriyle ittifak kurmaları, Temî�m ve Kays gibi diğer
kabilelerin nezdinde güç dengelerinin yeniden oluşturulmasını
beraberinde getirdi.[6]

[1] Geniş bilgi için bk. Zehebî�, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b.
Ahmed et-Türkmânî�, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, Beyrut 2004, III, 4231;
Hakkı Dursun Yıldız, “Yezî�d b. Mühelleb”, İA, (Eskişehir 1997), XIII, 413.
[2] Halî�fe b. Hayyât, Ebû Amr b. Ebî� Hübeyre el-Leysî�, Tarîh, (haz. Mustafa
Necî�b Fevvâz-Hikmet Fevvâz), Beyrut 1995, s. 168.
[3] Taberî�, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, Târîhu’t-Taberî, (Târîhu’l-ümem
ve’l-mülûk), Beyrut 1997, III, 602, 603; İ�bnü’l-Esî�r, Ebü’l-Hasan İ�zzeddî�n
Ali b. Ebü’l-Kerem eş-Şeybânî�, el-Kâmil fi’t-tarîh, Beyrut 1989, III, 128,
129. Bk. Belâzürî�, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer, Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf
(thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Zirikli), Beyrut 1996, VII, 429-436; İ�bnü’l-
Cevzî�, Ebü’l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman b. Ali, el-Muntazam fî
tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl Zekkâr), byy 1996, IV, 337, 338.
[4] Belâzürî�, VII, 304; Taberî�, III, 612; İ�bnü’l-Esî�r, III, 134, 135.
[5] Hasan Kurt, “Süfyâni Emevî�leri Sonrasında Horasan ve Mâverâünnehir
‘de İ�ç Mücadeleler (64-85/683-704)”, AÜİFD, Ayrıbasım, Ankara 2001, 199
XLII, 293.
[6] Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara
1963, s. 203; Bk. A. A. Abd Dixon, The Umayyad Caliphate (65-86/684-
705), (A Political Study), Londra 1971, s. 112.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

80 (699) yılında bir orduyla Kiş’te konaklayan Mühelleb, buradan


oğlu Yezî�d’i Huttel topraklarına sefere gönderdi. Yezî�d, Huttel hükümda-
rının kalesini kuşattı ve fidye aldıktan sonra bu kuşatmayı kaldırdı.[7] İ�ki
sene sonra babası Mühelleb’in Zilhicce 82’de (Ocak 702) vefat etmesiyle
babası tarafından yerine tayin edildi. Yezî�d’in bu durumu Irak valisi Hac-
câc tarafından isteksizce onaylandı.[8]

Yezî�d, Abdurrahman b. el-Eş’as isyanında Horasan valisiydi ve isyanın


bastırılması sonrasında Sicistan bölgesinde toplanarak, Horasan’daki ak-
rabalarının yanlarına gitmek isteyen, sayıları 20.000’e ulaşan Emevî� mu-
haliflerinin üzerine saldırarak onları dağıttı (83/702).[9]
Yezî�d b. Mühelleb, 84 (703) yılında Bâzegî�s’te[10] tarassut altında tut-
tuğu, muhkem ve zapt edilmesi zor olan Nî�zek[11] kalesini, Tarhan olmadığı
bir zamanda kuşatarak ele geçirdi.[12] Haccâc 85 (704) yılında bütün başarı-
larına rağmen Yezî�d b. Mühelleb’i, Horasan valiliğinden azletti. Yerine kar-
deşi Mufaddal’ı tayin etti. Kaynaklarımızda Haccâc’ın Yezî�d’in azliyle ilgili
yaşlı bir rahibin gelecekle ilgili olarak söylemiş olduğu sözlerinden dolayı
endişelenerek onu görevden aldığı kayıtlıdır.[13] Fakat bu kehanetten ziyade
babası Mühelleb gibi oğullarının da başarıları ve bölgede Ezd kabilesinin
gücünün artması Haccâc’ı rahatsız etmiş ve bu aileye karşı duymuş olduğu

[7] Taberî�, III, 616; İ�bnü’l-Esî�r, III, 138.


[8] Belâzürî�, VIII, 279; Taberî�, III, 633, 634; İ�bnü’l-Esî�r, III, 152, 153. Bk. Yıldız, XIII, 413.
Haccâc o vakitler Yezî�d’in kız kardeşi Hind ile evli bulunuyordu. Bk. İ�bn Hallikân,
Ebü’l-Abbâs Şemseddin Ahmed b. Muhammed, Vefeyâtu’l-a’yân ve enbâu’z-zamân
(thk. Yusf Ali Tavî�l, Meryem Kâsım Tavî�l), Beyrut 1998, V, 233.
[9] Belâzürî�, VII, 348, 349; Taberî�, III, 642, 643; İ�bnü’l-Esî�r, III, 160.
[10] Merverûz ve Herât amilliklerine bağlı köyleri kapsayan bölge. Yâkût el-Hamevî�,
Ebû Abdullah Şihâbeddî�n Yâkût b. Abdullah er-Rûmî�, Mu’cemü’l-büldân (thk. Ferî�d
Abdülaziz el-Cündî�), Beyrut, ts., I, 378.
[11] Taberî� bu kalenin ismini kesre ile Nî�zek olarak İ�bnü’l-Esî�r ise fetha ile Neyzek ola-
rak vermektedir. Târîh, III, 650; Kâmil, III, 168. İ�slâm kaynaklarında zikredilen ve
asalet unvanı olan Tarhan (veya Tarkan)’ın eklenmesiyle Tarhan Nizek olarak söyle-
nen bu tabir Türkler arasında maruf olmayıp, muhtemelen söyleyişten veya yazılış-
tan kaynaklanan hata ile kaynaklara bu şekilde geçmiştir. Enver Konukçu, Kaşgarlı
Mahmud’un Tirek-Direk kelimesinden bahsettiğini zikretmekte ve Akdes Nimet
Kurat’ın da Bağdis hükümdarının Tarhan Terik unvanlı bir Türgiş beyi olduğunu
belirtmektedir. Geniş bilgi için bk. Enver Konukçu, “Bir Akhun Prensi Tarhan Nî�zek”,
Türkler (ed. Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim Koca), Ankara 2002, IV, 305.
[12] Taberî�, III, 650, 651, İ�bnü’l-Esî�r, III, 168, 169.
[13] Haccâc’la bu şahıs arasında onun gelecekteki konumuyla ilgili olarak sorulu-ce-
vaplı şöyle bir diyalog geçmektedir. Haccâc ilk olarak Abdülmelik’ten sonra kimin
hükümdar olacağını sormuş, o da sırasıyla Velî�d ve Süleyman isimlerini vermiştir.
Daha sonra da kendisinden sonra kimin vali olacağını sorunca bu adam “ismi Yezî�d
200 olan bir adam vali olacak” demiştir. Haccâc’da ardından onun özellikleri hakkında
bir malumatının olup olmadığını sormuş. Adam da bunun üzerine “onun (Yezî�d’in)
sadece bir itaatsizlik yapacağını biliyorum” cevabını vermiştir. Taberî�, III, 654;
İ�bnü’l-Esî�r, III, 170, 171. Bk. Mahmûd Şî�t Hattâb, “Yezî�d b. el-Mühelleb b. Ebî� Sufre
el-Ezdî�”, Mecelletü’l-Mecma’il-’İlmi’l-’Irâkî, (Bağdat 1987), XXXVIII, 14.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

tedirginliğini artırmış olmalıdır. Haccâc, Abdülmelik’e yazdığı mektupla-


rında bu durumu aktararak Mühelleb ailesini kötüledi; onların Abdullah
b. Zübeyr yanlısı olduklarını belirtti. Halife, onların İ�bnü’z-Zübeyr’e vefalı
olmalarının kendisine karşı da vefalı olacağı anlamına geldiğini, bunun bir
kusur olmadığını valisine bildirdi. Fakat Haccâc ısrarla Yezî�d’in kendilerine
isyan edebileceğini söyleyerek halifeyi ikna etti. Abdülmelik, bunun üzerine
onun yerini doldurabilecek birini tayin etmesini emretti. Haccâc da Kuteybe
b. Müslim’i yeni Horasan valisi olarak görevlendirdi. Yezî�d’in herhangi bir
harekete girişmesine mani olabilmek için de yerine kardeşi Mufaddal’ı bıra-
kıp yanına gelmesini emretti. Meseleyi anlayan Yezî�d, Irak’a gidişi için yap-
tığı hazırlıkları ağırdan almaya başladı. Haccâc bunun üzerine Mufaddal’a
kendisini Horasan valisi yaptığına dair mektup yazdı. Mufaddal da kardeşi
Yezî�d’in bir an önce gitmesi için onu teşvik etti. Yezî�d olacakları anlamıştı.
“Seni de bu görevde bırakmaz.” diyerek kardeşini uyardı. Yezî�d, Rebî�ülahir
85’te (Nisan 704) Horasan’dan Irak’a gitmek için yola koyuldu.[14] Bu arada
babası Mühelleb’in, Horasan valisi olduğunda Abdullah b. Zübeyr’in Hora-
san valisi Abdullah b. Hâzim’in -Yezî�d’in amillerini bölgeden çıkartıp kendi
adına haraç toplayan- oğlu Mûsâ’nın kontrolündeki Tirmiz’e yönelik karşı
bir harekâta girişmemişti. Mühelleb’in çocuklarını da ona karşı herhan-
gi bir saldırı yapmamaları için sıkı sıkı tenbihlediği zikredilmektedir. Zira
ona göre Mûsâ yerinde kaldığı sürece Mühelleb ailesi de valilikte kalmaya
devam edecekti. Eğer o öldürülürse buraya Kayslı bir valinin tayin edilme-
si söz konusu olacaktı. Mühelleb’in bu tavsiyesini kendisinden sonra oğlu
Yezî�d de tuttu.[15] Fakat bir diğer oğlu Mufaddal babası ve Yezî�d’in aksine
davranarak Mûsâ’nın işini bitirdi. [16] Ne var ki Mufaddal da kısa süre sonra
azledildi ve Haccâc’ın da etkisiyle yerine Kuteybe b. Müslim el-Bâhilî� (85
veya 86/704 veya 705) getirildi.[17]
Haccâc, Yezî�d’i azlederek kardeşini yerine tayin etmekle Horasan’da
etkili olan Mühelleb ailesini destekleyen grupların harekete geçme im-
kânlarını ortadan kaldırmış oldu.[18] Irak’a dönen Yezî�d ve kardeşleri, Hac-
câc’ın eline geçince zulme maruz kaldı ve hapse atıldılar (86/705). Ayrıca
Haccâc, onlardan borçları olan 6 milyon dirhemi talep ediyordu.[19] Dört
yıl kadar hapiste kaldıktan sonra hapisten kaçan Yezî�d ve kardeşleri Halife

[14] Taberî�, III, 655, 656; İ�bnü’l-Esî�r, III, 171; İ�bn Hallikân, V, 243.
[15] Taberî�, III, 659; İ�bnü’l-Esî�r, III, 174.
[16] Taberî�, III, 663, 664; İ�bnü’l-Esî�r, III, 177.
[17] İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim, el-Maârif (thk. Servet Ukkâşe),
Kahire 1992, s. 400; Belâzürî�, II, 298; Wellhausen, 204; İ�rfan Aycan-İ�brahim
Sarıçam, Emeviler, Ankara 1993, s. 60. 201
[18] Hakkı Dursun Yıldız, XIII, 414.
[19] Ya’kûbî�, Ebû Yak’ûb Ahmed b. Ca’fer b. Vehb b. Vâdıh, Târîh (thk. Abdülemir
Mühennâ), Beyrut 1993, II, 208. İ�bn A’sem, 7 milyon dirhem olduğunu zikretmekte-
dir. Bk. Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî�, Fütûh, Beyrut 1986, VII-VIII, 154, 157.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Velî�d’in kendilerini bağışlaması için Halife’nin kardeşi Süleyman b. Abdül-


melik’in yanına gittiler. Velî�d, Yezî�d b. Mühelleb’i bağışladı ve Haccâc’a da
artık onunla uğraşmamasını tembihledi.[20] Gerçi Haccâc, Irak valisi iken
de ona artık burada bir vazife yoktu. Haccâc’ın Ramazan 95’te (Haziran
714) müteakiben de Velî�d’in Cemaziyelahir 96’da (Şubat 715) ölümleri ve
Yezî�d’in hâmisi Süleyman’ın halife olması ona rahat bir nefes aldırdı. Yeni
halife onu Irak valiliğine atadı.[21]
Irak valisi Yezî�d, Halife Süleyman’dan malî� işlerin kendisinin üzerin-
den alınarak başka birisine devredilmesini talep etti. Bunun üzerine Hali-
fe, Haccâc’ın eski memurlarından, Irak divanlarının Arapçalaştırılmasında
etkin rolü bulunan[22] ve aynı zamanda Zâdân Ferrûh’un maiyetinde çalı-
şan Sâlih b. Abdurrahman’ı bu göreve getirdi. Sâlih, Yezî�d’in yaptığı aşırı
masrafları hazineden karşılamasına müsaade etmeyince Irak valisi bu du-
rumdan rahatsız oldu. İ�stediği gibi bir yaşamı burada sürdüremeyeceğini
anladı. Horasan ise kendi başına rahatça hareket edebileceği bir ortam
sunuyordu. Ayrıca Haccâc sonrasında Irak’a vali olması, Haccâc’ın yeni
malî� düzenlemeleri dolayısıyla bölgede ortaya çıkan rahatsızlıkları fark
etmesine imkân sağladı.[23]
Halife’nin valiliğine Horasan’ı da dâhil etmesi üzerine Yezî�d, Hora-
san’a gitmeye karar verdi.[24] Vâsıt’a ulaştığında Yezî�d b. Ebî� Kebşe tarafın-
dan tayin edilmiş olan Basra valisi Cerrâh b. Abdullah el-Hakemî�’yi azle-
dip yerine kardeşi Mervân b. Mühelleb’i, Sicistan’a Müdrik b. Mühelleb’i,
Umân’a Ziyâd b. Mühelleb’i ve Sind’de de Habî�b b. Mühelleb’i vali olarak
tayin etti.[25] Yezî�d, oğlu Muhalled’i önden göndererek önceki vali Vekî�’ b.
Ebî� Sûd’un hesaplarını kontrol ettirdi. Muhalled, ardından da Büttem üze-
rine yürüdü ve burasını fethetti. Ayrıldıktan sonra halkı isyan edince de
Muhalled dönerek yeniden burasını itaat altına aldı.[26]
Yezî�d b. Mühelleb, Horasan’a hareket etti. Bu defa 98 (716-717)
yılında ilk olarak Cürcân üzerine yürüdü; müteakiben Dihistan’ı ve Ta-
berî�stan’ı ele geçirdi.[27] Cürcân halkının yeniden isyan etmesi üzerine

[20] İ�bn Kuteybe, el-Maârif, s. 400; Belâzürî�, VIII, 284, 286; İ�bn A’sem, Fütûh, VII-VIII,
154-158; İ�bn Hallikân, V, 234; Zehebî�, III, 4231. Ayrıca bk. Yıldız, XIII, 414; Mahmûd
Şî�t Hattâb, XXXVIII, 18.
[21] İ�bn Hallikân, V, 234, 247, 248.
[22] Geniş bilgi için bk. Belâzürî�, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer, Fütûhu’l-büldân (thk. Abdullah
Enî�s et-Tabbâ’, Ö� mer Enî�s Tabbâ’), Beyrut 1987, s. 421, 422; Fatih Erkoçoğlu, Emevî
Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervân, Ankara 2011, s. 370.
[23] Hasan Kurt, “Horasan ve Mâverâünnehir’de Haccac Ekolünün Çöküşü”, İ�AD, Ankara
202 2001, c. XIV, 3-4, 475.
[24] Belâzürî�, VIII, 288; İ�bn Hallikân, V, 250, 251.
[25] Belâzürî�, VIII, 288, 289.
[26] Belâzürî�, Fütûhu’l-Büldân (trc. Mustafa Fayda), Ankara 1987, s. 619.
[27] Halî�fe b. Hayyât, s. 200, 201; Belâzürî�, Fütûh, s. 483. İ�bn A’sem, VII-VIII, 212-220.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

geri döndü ve isyanı kanlı bir şekilde bastırdı. Burada Yezî�d’in 14.000
Türk’ü öldürttüğü nakledilmektedir.[28] Yezî�d daha sonra Rûyan ve Den-
bâvend’i de İ� slâm topraklarına dâhil etti. Bölgenin fethini gerçekleştiren
Yezî�d, bunu Halife’ye mektupla bildirdi. Halife’ye gönderilmesi gereken
ganimetin beşte biri olan dört ya da altı milyon dirhemlik pay gönderil-
medi.[29] Yezî�d, bu hareketiyle kendi sonunu hazırlamış oluyordu.[30] Ay-
rıca onun burada elde ettiği gelirlerden Şamlıları daha çok yararlandır-
dığı, kendi kabilesi Ezd’in de dâhil olduğu diğer kabileleri ve mevâlî�yi
göz ardı ettiği belirtilmekte, bu uygulamasının da aslında bölgedeki ga-
nimet ve fey dağıtımını, merkezî� yönetim lehinde düzenlemek için oldu-
ğu zikredilmektedir.[31]

Cürcân seferi devam ederken hamisi Süleyman’ın vefatı ile yerine


Ö� mer b. Abdülaziz halife oldu. Yeni halife Ö� mer, Yezî�d’den bu meblağı gön-
dermesini talep etti. Talep edilen meblağı gönderemeyen Yezî�d, getirildiği
Halife’nin huzurunda aralarındaki hukuk nedeniyle Halife Süleyman’ın
kendisini hesaba çekmeyeceğini düşünerek rakamı abarttığını, gerçek-
te ise o kadar ganimet alamadığını ifade etti. Fakat Ö� mer b. Abdülaziz,
onun bu sözlerine inanmayarak Halep’te hapsettirdi.[32] Yezî�d’in ikinci ha-
pis hayatı Ö� mer’in halifeliği süresince devam etti. 101 (719-720) yılında
Ö� mer’in hastalığı sürerken Yezî�d, bu durumdan endişe etti. Zira onun ölü-
müyle hilâfete Yezî�d b. Abdülmelik’e geçecekti.[33]

Haccâc b. Yusuf ve Kuteybe b. Müslim halife Velî�d’i, kardeşi Süley-


man’ı veliahtlıktan azledip yerine oğlu Abdülaziz’i veliaht tayin etmesi
için desteklemişlerdi.[34] Süleyman halife olduktan sonra Haccâc’ın ailesi-
ne karşı Yezî�d b. Mühelleb eliyle kötü muamelede bulunmuştu. Haccâc’ın
erkek kardeşi Muhammed’in kızı ile evli olan Yezî�d b. Abdülmelik bu mu-
ameleyi engellemeye çalışmış, fakat muvaffak olamamıştı. Belâzürî� onun
halife olduğu takdirde intikam alacağına dair yemin ettiğine dair bir riva-
yeti zikretmektedir.[35]

[28] Belâzürî�, Fütûh, 482; Cürcân kalelerinin kuşatmasında 5.000 askerini kaybettiğin-
den, bölgede çok fazla katliam yaptığı zikredilmektedir. İ�bn Hallikân, V, 251.
[29] Belâzürî�, VIII, 290. Belâzürî� diğer kitabında Yezî�d’in halifeye yazdığı mektupta ya-
nında 25 milyon dirhem olduğunu bildirmişti. Fütûh, s. 485. İ�bn A’sem, 20 milyon
dirhem olduğunu söylemektedir. Bk. Fütûh, VII-VIII, 221.
[30] Yıldız, XIII, 414. bk. Fatma Odabaşı, Emevîler Döneminde Mühellebîler Ailesi
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
�stanbul 1993, s. 34.
[31] Hasan Kurt, XIV, 3-4, s. 475.
[32] Belâzürî�, VIII, 292-294; İ�bn A’sem, VII-VIII, 237. 203
[33] İ�bn Hallikân, V, 253.
[34] Belâzürî�, Fütûh, s. 615; İ�bn Hallikân, V, 248.
[35] Belâzürî�, VIII, 287, 288. Bk. İ�bn Hallikân, V, 253. Aralarındaki husumetle ilgili olarak
başka bir rivayet daha nakledilmektedir. Bk. İ�bn A’sem, VII-VIII, 239, 240.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Yezî�d b. Mühelleb, başına neler geleceğini tahmin ediyordu. Sâbık


vali hasta yatağındaki halife Ö� mer’e mektup yazarak, kendisine saygısı-
nın olduğunu ve Yezî�d’den korktuğunu bildirdi.[36] Daha sonra da hapisten
kaçtı. Ö� nce Rusâfe’ye, ardından Kâdisiyye’ye,[37] oradan da kendi kabile
mensuplarının çok olduğu Basra’ya gitti.[38] Kaçışı sürerken oğlu Hâlid’i
kendisi için emân alması için yeni Halife Yezî�d b. Abdülmelik’e göndermiş-
ti.[39] Halife Yezî�d, onun kaçtığı haberini alır almaz, Basra’daki valisi Adî� b.
Ertât’a Mühelleb ailesinin mensuplarını tutuklamasını ve Yezî�d geldiğinde
de şehre sokulmaması emrini verdi.[40]

Adî� b. Ertât emir doğrultusunda Yezî�d’i Basra’ya sokmak istemedi ve


yakalayıp hapse atmaya çalıştı. Daha önce Yezî�d tarafından Sicistan’a vali
olarak tayin edilen Müdrik ile Sind’e tayin edilen Habî�b, vali Adî� tarafın-
dan azledilip, tutuklanmışlardı.[41]

Etrafında toplanan ve sayısı giderek artan bir toplulukla Yezî�d, şehre


girmeyi başardı. Burada kendi kabilesi Ezd ve Rebî�a’nın büyük desteğini
alarak, Emevî� valisini Basra emirlik sarayında kuşatma altına aldı. Birkaç
gün devam eden muhasaradan sonra Vali Adî� esir olarak ele geçirildi. Bu
olaylar cereyan ederken Halife Yezî�d’in kendisi için verdiği emân gelmişti.
Fakat artık çok geçti. Zira iş çığırından çıkmış ve isyan bayrağı açılmıştı.
Eski vali, artık Allah’ın Kitabı ve Peygamber’in sünneti adına halkı ken-
disine biate ve Emevî� Devleti’ne isyana çağırıyordu.[42] Onlara karşı yapı-
lacak bu savaşın, Türk ve Deylemlilere karşı yapılacak bir savaştan daha
lüzumlu ve sevap kazandıracak bir mücadele olduğunu söylüyordu. Basra,
Yezî�d’in bu isyan daveti üzerine için için kaynarken, sadece Hasan el-Bas-
rî�’nin böyle bir isyana rıza göstermediği görülmektedir.[43]

Yezî�d, beytülmaldeki 10 milyon dirheme el koydu. Kendisine katı-


lanlara cömert davrandı. Valilerini Ahvâz, Fâris, Kirmân, Mukrân, Umân,
Bahreyn, Horasan, Sind başta olmak üzere muhtelif yerlere gönderdi. İ�b-
nü’l-Eş’as isyanında olduğu gibi mevâlî�, desteğini bu isyanda da esirge-
medi. Bütün Emevî� muhalifleri Yezî�d’in Emevî�lere karşı açtığı sancağın

[36] Belâzürî�, VIII, 294; İ�bn A’sem, VII-VIII, 239.


[37] Belâzürî�, VIII, 297.
[38] İ�bn Hallikân, V, 253.
[39] Belâzürî�, VIII, 298.
[40] İ�bn A’sem, VII-VIII, 242.
[41] Belâzürî�, VIII, 301.
204 [42] Belâzürî�, VIII, 310; İ�bn A’sem, VII-VIII, 246; İ�bn Hallikân, V, 255, 256. Belâzürî�,
Yezî�d’in halifeyi hal’ ettiğini, Mervânoğullarına küfrettiğini ve Hâşimoğulları için de
dua ettiğini zikretmektedir. Bk. Ensâb, VIII, 310.
[43] İ�bn A’sem, VII-VIII, 243-247, 249; bk. Belâzürî�, VIII, 317; Wellhausen, Arap Devleti
ve Sukutu, s. 149.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

altında toplanmaya başladılar.[44] Kûfe’deki Emevî�lerin eski muhalifleri


İ�brahim b. el-Eşter’in oğullarından Numân ve Mâlik, İ�shak b. Muhammed
b. el-Eş’as’ın oğullarından Muhammed ve Osman gibi birçok kimse ona
katıldı.[45]

Durumu endişeyle izleyen Halife Yezî�d, kendisine isyan eden eski vali
Yezî�d b. Mühelleb’in üzerine 30.000 kişilik bir ordunun komutasında Mes-
leme ve 20.000 kişilik bir ordunun komutasında kardeşinin oğlu Abbâs b.
Velî�d’i gönderdi. Emevî� ordusunun toplamı 50.000 kişi idi. Abbâs, Şamlı-
lardan oluşan ordusuyla Hî�re’ye yerleşirken Mesleme ordusuyla Enbâr’da
karargâhını kurdu.[46] Yezî�d, oğlu Muâviye’yi Basra’ya yerine vekil tayin
ettikten sonra üzerine gelen Emevî� ordusunu karşılamak için Hz. Hüse-
yin’in şehit edildiği Kerbelâ yakınlarında Akr’a[47] yerleşti.[48] Ordusunun
sayısının ise 50.000 olduğu zikredilmektedir.[49]

Yezî�d b. Mühelleb, Emevî� ordusuna bir gece baskını yapmak istiyordu.


Ama bu baskın isteği kendi ordusundaki Sumeyda’ isimli bir zatın itirazı
ile mümkün olmadı.[50] Savaş başlangıcı öncesinde Mesleme’nin Yezî�d’e
eman verdiği, fakat onun bu teklifini kabul etmediği nakledilmektedir.[51]

Akr’da yapılan savaş sekiz gün sürdü.[52] 14 Safer 102’de (24 Ağus-
tos 720)[53] Mesleme’nin nehir donanmasının komutanı olan Vaddâh’a
teknelerle nehir üzerindeki köprüyü yaktırmasıyla savaşın kaderi değişti.
Bu hadise üzerine paniğe kapılan Iraklılar, fazla bir mukavemet göstere-
meden kaçışmaya başladılar. Yezî�d b. Mühelleb, bütün bu olumsuzluklara
rağmen kendisine sadık birkaç adamıyla birlikte ölünceye kadar kahra-
manca çarpıştı. Savaşta kardeşleri Habî�b, Hammâd ve Müdrik hayatlarını
kaybettiler.[54] Kesik başları meşhur komutan Mesleme’nin önüne getiril-

[44] Belâzürî�, VIII, 310; İ�bn A’sem, VII-VIII, 246, 247; Wellhausen, 149. Belâzürî� bu zik-
redilen yerlere kimlerin tayin edildiğini nakletmektedir. Bk. Ensâb, VIII, 310.
[45] Belâzürî�, VIII, 336; İ�bn A’sem, VII-VIII, 257.
[46] İ�bn A’sem, VII-VIII, 248. Mesleme ve Abbâs’ın ordularının çok çeşitli gruplardan
oluştuğu İ�bn A’sem tarafından zikredilmektedir. Bk. Fütûh, VII-VIII, 250. Belâzürî�
ordunun sayısı hakkında 70.000 ile 80.000 olarak iki ayrı rakam vermektedir.
Ensâb, VIII, 315.
[47] Belâzürî�, VIII, 319; Belâzürî�, Akr’ın Medâin ile Kûfe arasında bulunduğunu zikret-
mektedir. Ensâb, VIII, 319. Burasının Akru Bâbil olduğunu nakledilmektedir. Bk.
Yâkût el-Hamevî�, Sihâbeddî�n Ebû Abdullah Yâkût b. Abdullah er-Rûmî�, Mu’cemü’l-
büldân (thk. Ferî�d Abdülaziz el-Cündî�), Beyrut, ts., IV, 153; İ�bn Hallikân, V, 255.
[48] Yâkût, IV, 153; İ�bn Hallikân, V, 255.
[49] İ�bn A’sem, VII-VIII, 250.
[50] İ�bn A’sem, VII-VIII, 251. 205
[51] Belâzürî�, VIII, 325; İ�bn A’sem, VII-VIII, 251.
[52] İ�bn Hallikân, V, 257.
[53] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, s. 208; Belâzürî�, VIII, 321.
[54] Belâzürî�, VIII, 321-323, 330; İ�bn A’sem, VII-VIII, 251- 255; İ�bn Hallikân, V, 257.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

diğinde, “Hilâfetin kendilerinin olmasını isteyerek bize karşı isyan eden bu


topluluğu görüyor musunuz?” dediği rivayet edilmektedir.[55] Bu ifadeden
de anlaşıldığı üzere Yezî�d’in başını çektiği ve Mühellebî� ailesinin tamamı-
nın iştirak ettiği, Irak’tan kendilerine büyük katılımın olduğu bu isyan bir
iktidar mücadelesi olarak değerlendirilebilir.[56]

Yenilgi sonrasında Mufaddal b. Mühelleb, ailesinden kaçabilenlerle


önce Vâsıt’a gitti. Burada daha önce Basra’da tutuklananları idam ettirdi.
Beytülmale el koydu. Eline geçirdiği para, mal ve mülk ne varsa teknelere
yerleştirdi ve Basra’nın yolunu tuttu.[57]

Savaşta esir edilen, Yezî�d’in yardımcılarından seksen kişinin boyun-


ları vurularak idam edildi. Halife, gönderdiği mektupta bu aileye mensup
kim varsa, nerede olursa katledilmesini emrediyordu.[58] Mühelleb ailesin-
den ve savaş meydanını terk edenlerden bir kısmı bir sığınak bulmak ama-
cıyla Basra limanından gemilere binerek Kandabil’e (Hindistan) gittiler.
Zira Yezî�d b. Mühelleb, valiliği sırasında buraya Ezd kabilesinden birisini
tayin etmişti.[59] Kaçaklar buranın güvenli olabileceği düşünmüş olmalı-
dırlar. Fakat düşündükleri gibi olmadı. Kaçanların üzerine Hilâl b. Ahvez
et-Temî�mî� ile Müdrik b. Dab el-Kelbî� 10.000 kişilik bir ordu ile gönderildi.
Yapılan savaşta öldürülenler arasında Mufaddal b. Mühelleb olmak üzere
Iraklılardan İ�brahim b. el-Eşter’in oğullarından Numân ve Mâlik ile Mu-
hammed b. İ�shak b. el-Eş’as gibi birçok kimse bulunuyordu.[60] Mağlup-
ların kesik başları,[61] eşleri ve çocukları topluca Mesleme’ye gönderildi.
Kadınlar ve çocuklar köle pazarlarında satışa çıkarıldı. Bir diğer kudretli
Emevî� valisi Cerrâh b. Abdullah el-Hakemî�, Mesleme’den 100.000 dirhem
karşılığında satın alarak onların kurtarılmalarını temin etti.[62]

Kabileciliğin iyiden iyiye hissedildiği bir dönemde Emevî� halifeleri-


nin, çocuklarını veliaht tayin etme gayretleri esnasında kendilerini des-
tekleyen valilerin, güç ve kudreti nasıl elde ettikleri, o halifenin vefatla-
rıyla da sahip oldukları imkânları nasıl hızla kaybettikleri, Mühellebî�
ailesinin ve bu ailenin o zamanki lideri Yezî�d b. Mühelleb’in durumu güzel

[55] İ�bn A’sem, VII-VIII, 251- 255.


[56] Bk. M. Akif Fidan, Yezîd b. Abdülmelik ve Dönemi (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2000, s. 71.
[57] İ�bn A’sem, VII-VIII, 254. Bk.Ya’kûbî�, Târîh, II, 238.
[58] İ�bn A’sem, VII-VIII, 256.
[59] Buraya tayin edilen valinin ismi Ezd kabilesinden Veddâ’ b. Humeyd el-Yahmedî� idi.
Bk. Belâzürî�, VIII, 310.
206 [60] Belâzürî�, VIII, 336; İ�bn A’sem, VII-VIII, 257.
[61] Mufaddal, Abdülmelik, Ziyâd, Mervân ve Muâviye ile Yezî�d b. Mühelleb ‘in oğlu
Muâviye’nin öldürüldüğünden bahsedilmektedir. Belâzürî�, Fütûh, 643.
[62] İ�bn A’sem, VII-VIII, 255-257. Belâzürî�, Mühelleb ailesinden öldürülenlerden bir kıs-
mının ismini zikretmektedir. Ensâb, VIII, 339. Ayrıca bk. Halî�fe b. Hayyât, s. 209.
Muhalefetle İlişkiler ve Çatışmalar ■

bir şekilde ortaya koymaktadır.[63] Halife Yezî�d’in bir Ezdli’ye “Amcaoğulla-


rın hakkında ne söylersin?” sorusuna, “Bir topluluk ki itaat vaktinde ektiniz,
fitne vaktinde ise biçtiniz.” cevabını verdiği nakledilmektedir.[64]

Emevî� Devleti’ne büyük hizmetleri, yeni bölgelerin fethinde önem-


li katkıları olan Mühellebî�ler ailesinin Yezî�d’in liderliğinde ayaklanması
kanlı bir şekilde bastırıldı. İ�syan Irak’ta patlak verdi. Mevâlî�nin desteği
diğer isyanlarda olduğu gibi büyüktü ve ulemadan katılımlar da söz konu-
su idi. Her ne kadar Mühellebî� ailesinin cömertliği taraftarlarının sayısını
artırmış olsa da bölgede aslında daha başından beri var olan ve zamanla
içten içe büyüyen muhalefet, kendisini Mühellebî� ailesinin bir üyesi olan
Yezî�d’le göstermişti.

Ezd kabilesi, Horasan’daki üstünlüğünü Mühelleb ailesi ile sağlamıştı.


Mühelleb ailesi Haccâc yönetiminde sıkıntılı bir yaşam sürdü. Ö� nce onun,
ardından Halife Velî�d’in vefatıyla bu durum değişti, Süleyman’ın halife-
liğinde talih yüzlerine güldü. Ö� mer’in kısa süren halifeliğinde ise her ne
kadar Yezî�d’in azli söz konusu olsa da kabilesi Ezd’e yönelik düşmanca bir
tavır olmadı. Fakat Yezî�d b. Abdülmelik’in halife olmasıyla bu durum de-
ğişti. Yeni halifenin Kayslılarla olan kuvvetli hısımlığı, Yezî�d b. Mühelleb’le
aralarında var olan husumet, Yezî�d’in hapisten kaçıp Basra’da taraftarla-
rını toplayarak ayaklanması, hem bu aile, hem de Ezd kabilesi nezdinde
sadece bir isyanın bastırılmasından öte bir intikam hareketi yürütmesine
zemin oluşturdu. Bu durum, sadece aileye münhasır kalmadı. Yezî�d’in çı-
kardığı isyana iştirak etmemelerine rağmen Horasan’daki Ezd kabilesine
de yansıdı.[65]

Yezî�d b. Mühelleb’in Basra’da başlattığı isyana dinî� ve sosyal bir nite-


lik vermeye çalıştığı, Allah’ın Kitabı ve Peygamber’in sünneti adına halkı
kendisine biate ve Emevî� Devleti’ne isyana çağırmasından anlaşılmakta-
dır. Ayrıca onun Emevî�lere karşı yapılacak bu savaşın, Türk ve Deylemli-
lere karşı yapılacak bir savaştan daha lüzumlu ve sevap kazandıracak bir
mücadele olduğunu söylemesi, kendi davasının haklılığını vurgulama ve
davasına bir meşruiyet kazandırma çabasıydı.

Onun, Irak’ı demir yumruğu ile idare eden Kayslı yönetici Haccâc’ı
fasıklıkla itham etmesi,[66] zaten Irak toplumunda yaptığı icraatlarıyla iyi
bir ün bırakmayan bu eski valinin düşmanları ve muhaliflerinin kendi ya-
nında yer almasına yardımcı olmuştu. Ö� zellikle isyanda Hz. Ali taraftarları
207
[63] Wellhausen, s. 213.
[64] İ�bn A’sem, VII-VIII, 255.
[65] Wellhausen, s. 213.
[66] İ�bn Hallikân, V, 256.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

olan İ�brahim b. el-Eşter’in oğlu Numân ve yıllar önce yine Irak’ta vukû bu-
lan ve başarısızlıkla sonuçlanan isyanın baş aktörü durumundaki Abdur-
rahman b. el-Eş’as’ın yakın akrabalarının ve diğer Iraklı asillerin varlıkları
bu durumu destekler mahiyettedir.

Yezî�d b. Mühelleb’in Basra’daki isyan daveti üzerine şehir için için


kaynarken, sadece Hasan el-Basrî�’nin böyle bir isyana rıza göstermedi-
ği, onun valilik dönemlerinde gördükleri sebebiyle isyana davet sözleri-
nin ona yakışmadığını ifade ettiği nakledilir. Yine Yezî�d’in kendilerini iki
Ö� mer’in yoluna davet ettiğini söyleyenlere gülerek “Allah’ın Kitabı, Resû-
lullah’ın sünneti ve iki Ömer’in yoluna davet eden bu adam (Yezîd), dün
Ümeyyeoğulları’nın heva ve hevesleri için insanları katlediyordu. Bugün ise
kızmış, onlara muhalefet ediyor ve sizin için bir isyan bayrağı dikiyor. Sizi
iki Ömer’in yoluna davet ediyor. İki Ömer’in yolu bu adamın ayağını zin-
cirleyip hapse göndermektir!” cevabını verdiği zikredilmektedir.[67] Hasan’ı
diğer isyanlara olduğu gibi bu isyana da karşı çıkmaya sevk eden şey, isya-
nın gerçek nedenlerini anlamış olmasıdır.

Halife Yezî�d b. Abdülmelik’in hilafetinin ilk yıllarında vukû bulan bu


isyan, savaşta elde edilen ganimetin hazineye düşen kısmını vermediği
için tutuklanıp, hapse atılan bir kabile reisi ve eski valinin, Emevî� iktidarı-
na karşı intikam arzusundan dolayı ortaya çıkmıştır. Allah’ın Kitabı, Resû-
lünün sünneti ile iki Ö� mer’in yoluna davet ise kitlelerin desteğinin temini
için kurnazca oynanmış bir oyundu.[68]

208
[67] İ�bn A’sem, VII-VIII, 246, 247; İ�bn Hallikân, V, 256; Zehebî�, Siyer, III, 4232.
[68] İ�madüddin Halil, İslâm Tarihi Bir Yöntem Araştırması (trc. Ubeydullah Dalar),
İ�stanbul 1985, s. 78-80. Bk. Fatma Odabaşı, s. 48.
III. KOMŞU DEVLETLERLE
İ�Lİ�ŞKİ�LER VE FETİ�HLER

Prof. Dr. Casim AVCI


Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

A. Bizans Devletiyle İlişkiler

İ�slâm tarihinde müslümanlarla Bizanslılar arasında ilişkilerin


en sıcak olduğu dönemlerden biri Emevî�ler dönemidir. Bu dö-
nemde savaşlar karşılıklı ilişkilerde önemli ölçüde belirleyici
rol oynamıştır. Bazen ara verilmiş olmakla birlikte Bizans top-
raklarına yaz (sâife) ve kış seferleri (şevâtî�) düzenlenmiş, İ�slâm
ve Bizans orduları birçok defa karada ve denizde karşı karşıya
gelmiştir.[1] Emevî�ler döneminde Bizans başkenti İ�stanbul’un
üç defa İ�slâm orduları tarafından kuşatıldığını da vurgulamak
gerekir. Bunun yanında çeşitli sosyo-kültürel alanlarda karşılıklı
ilişkiler de söz konusu olmuştur. Bütün bu ilişkiler her iki taraf
arasında bazen yoğun sayılabilecek bir diplomasiyi gerekli kıl-
mış, Dımaşk ve İ�stanbul arasında çok sayıda elçi gidip gelmiştir.[2]

Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in vefatından sonra müslüman-


lar, izah edilmesi güç bir hızla gerçekleştirdikleri fetih harekâtı

[1] Emevî�ler dönemindeki Arap-Bizans savaşlarının yıllara göre klâsik kay-


naklarla karşılaştırmalı derli toplu bir kronolojisi için bk. E. W. Brooks,
‘The Arabs in Asia Minor (641-750) from Arabic Sources’, Journal of
Hellenic Studies, 18 (1898), 182-208; Şahin Uçar, Anadolu’da İslâm-
Bizans Mücadelesi, İ�stanbul 1990; Mustafa S. Küçükaşcı, “Anadolu’da
Arap-Bizans Mücadelesi ve ‘Sâife’ Seferleri”, Türk Kültürü İncelemeleri
Dergisi, II (2000), 9-30.
[2] Muâviye’nin Suriye valiliğinden itibaren Emevî�-Bizans diplomatik iliş-
kileri hakkında Andreas Kaplony tarafından bir doktora tezi hazırlan-
mıştır. Andreas Kaplony, Konstantinopel und Damascus. Gesandtschaften 209
und Vertrage zwischen Kaisern und Kalifen 639-750, Untersuchungen
zum Gewohnheits-Völkerrecht und zur interkulturellen Diplomatie,
Berlin 1996. Ayrıca bk. Casim Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, İ�stanbul
2003, s. 69-86.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

neticesinde, Bizans’ın uzun yıllar


dönemin diğer süper gücü Sâsânî�le-
re karşı korumak için mücadele ver-
diği Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey
Afrika’yı almayı başardılar. Bu ara-
da başkent Medâin’i fethedip Sâsânî�
İ�mparatorluğu’nun varlığına da son
verdikten sonra gözlerini Bizans’ın
elinde kalan Anadolu’ya ve hatta
imparatorluk merkezi İ�stanbul’a çe-
virdiler. Suriye, Mısır ve Kuzey Afri-
ka’nın ele geçirilmesiyle Orta ve Doğu
Akdeniz’in doğu ve güney sahillerine
tamamen sahip olan müslümanlar, bu
süreçte özellikle Bizans donanmasına
karşı bir deniz gücü hazırlama gere-
ğini duydular. İ�slâm donanması kısa
sürede önemli başarılara imza attı. 28
(649) yılında Suriye valisi Muâviye b.
Ebî� Süfyan bir Kıbrıs seferi düzenledi
ve adayı barış yoluyla ele geçirdi. 32
Resim 4:
İstanbul’un (652) yılında 200 gemiden oluşan bir filo Suriye’den Sicilya adasına var-
ortaçağa ait bir dı, aynı yıl Rodos’a bir sefer yapıldı. Kısa bir süre sonra 34 (655) yılında
tasviri.
(veya 31/652) Mısır Valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî� Serh kumandasındaki İ�s-
[https://bit.
ly/2LCTWKx] lâm donanması Antalya’nın Finike ilçesi açıklarında (bazı rivayetlere göre
İ�skenderiye) 500 gemiden oluşan Bizans donanmasını ağır bir mağlubi-
yete uğrattı. Yelken direklerinin çokluğundan dolayı Zâtü’s-savârî� adıyla
tarihe geçen ve ilk büyük Bizans-Arap deniz savaşı olarak bilinen bu sa-
vaşta Bizans donanmasına kumanda eden İ�mparator II. Konstans (641-
668), Bizans kaynağı Theophanes’in ifadesine göre tebdil-i kıyafetle kaça-
rak kurtulabildi. Dikkat çekicidir ki Theophanes, Zâtü’s-savârî� savaşında
müslümanların asıl hedefinin İ�stanbul olduğunu söylemektedir.[3]

Emevî� Devleti’nin kurucusu Muâviye b. Ebî� Süfyân daha Suriye valiliği


sırasında Bizans’a karşı izlediği siyasetle adından en çok bahsedilen şahıs-
lardan biri haline gelmişti.[4] Halife olduktan sonra gücünü daha da arttırdı.

[3] Theophanes, The Chronicle of Theophanes A. D. 602-813 (çev. Herry Turtledove),


210 Philadelphia 1982, s. 45.
[4] Hz. Osman döneminde, Bizans’a sınır teşkil eden Suriye bölgesinin valiliğini yürü-
ten Muâviye’nin halife adına diplomatik faaliyetlerde bulunduğu ve anlaşmalar
yaptığı görülmektedir. Muâviye elçilerin gereği gibi ağırlanmasına önem verirdi.
Hatta bu amaçla kullanılmak üzere beytülmalden bir miktar tahsisat ayrılması
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

Valiliği döneminde Bizans’a karşı iç siyasî� problemler nedeniyle ara verdi-


ği kara ve deniz seferlerine halifeliğinin henüz ilk yıllarında tekrar başladı
ve aralıksız sürdürdü. Bu arada Muâviye’nin Bizans devletinin bir iç siyasî�
probleminde taraflar için önemli bir unsur haline geldiği görülmektedir.
667-68 yılında devlete karşı ayaklanmış bulunan Armeniakon theması
strategosu Saborios, General Sergios’u Dımaşk’a gönderip imparatora karşı
Muâviye’den yardım istedi. Karşılığında Bizans’a düzenleyeceği seferlerde
kendisine yardımcı olacağına söz veriyordu. Bunun üzerine birkaç yıldır
Sicilya’da bulunan babası II. Konstas adına İ�stanbul’da devlet işlerini yürüt-
mekte olan IV. Konstantinos da mabeynci (cubicularius) Andreas’ı çeşitli
hediyelerle Muâviye’ye elçi olarak gönderip Saborios’a yardım etmemesini
istedi. Theophanes iki elçinin Muâviye’nin sarayında karşılaşmalarına ve
halife ile elçiler arasında geçen konuşmaya birçok detaylarıyla yer vermek-
tedir.[5] Muâviye kendisine daha çok şey vadettiği anlaşılan isyancı Sabori-
os’un tarafını tutmuş ve onu desteklemek için Fedâle b. Ubeyd komutasında
bir ordu sevketmişti. Ancak bu arada Saborius’un elçisi Sergios imparato-
run askerleri tarafından yolda pusuya düşürülüp Andreas tarafından işken-
ceyle öldürülmüş ve kendisi de Hadrianopolis’te atından düşüp öldükten
sonra askerleri imparator tarafına geçmişlerdir (48/668).[6]

Emevî�-Bizans mücadeleleri arasında bizzat Bizans başkenti İ�stan-


bul’u hedef alan seferlerin her iki taraf açısından ayrı bir önem taşıdığı
açıktır. Emevî�ler zamanında İ�stanbul üç defa kuşatılmıştır. Bunlardan ikisi
Muâviye b. Ebî� Süfyân (661-680), üçüncüsü ise Süleyman b. Abdülmelik
(715-717) döneminde gerçekleştirilmiştir.[7]

hususunda halifeden izin almıştı. 649 yılında Kıbrıs’a düzenledikleri başarılı deniz
seferinden sonra müslümanların, 650 yılında Ermenistan’a üçüncü defa akın etmele-
ri, Balkanlarda da zor durumda olan Bizans İ�mparatoru II. Konstans’ı müslümanlar-
la barış yapmaya mecbur bıraktı. 31 (651) yılında barış görüşmeleri için İ�mparator
tarafından gönderilen strategos Procopius Dımaşk’a geldi ve burada vali Muâviye ile
bir miktar vergi karşılığında iki yıllık bir barış anlaşması imzaladı. Muâviye’nin ısra-
rı üzerine imparatorun amcasının oğlu (Herakleios’un kardeşi Theodoros’un oğlu)
Gregorios, müslümanlara rehin olarak bırakıldı. Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, s. 66.
[5] Theophanes, s. 49.
[6] Theophanes, s. 48-50; Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, s. 70-71.
[7] Emevî�ler döneminde gerçekleştirilen İ�stanbul kuşatmaları hakkında bk. E. W. Brooks,
“The Campaign of 716-718 from Arabic Sources”, Journal of the Hellenic Studies,
XIX (1899), s. 19-31; R. Guilland, “L’Expedition de Mesleme contre Constantinople
717-718”, Etudes Byzantines, Paris 1959, 89-112; Marius Canard, “Tarih ve Efsaneye
Göre Araplar’ın İ�stanbul Seferleri” (Çeviren: İ�smail Hami Danişmend), İstanbul
Enstitüsü Dergisi, II (1956), s. 213-259; Şahin Uçar, “Müslümanların İ�stanbul’u
Fethetmek İ�çin Yaptıkları İ�lk Ü� ç Muhasara”, Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, Yıl: 211
2 Sayı: 1, Aralık 1986, s. 65-83; İ�smail Yiğit, “Emevî�ler Zamanında Gerçekleştirilen
İ�stanbul Seferleri”, II. Uluslararası İstanbul’un Fethi Sempozyumu, İ�stanbul 1997,
s. 45-61; Casim Avcı, “Müslüman Arapların İ�stanbul seferleri”, 2005-2006 Fatih
Sempozyumları I-II, İ�stanbul 2007, s. 108-115.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hadis kaynaklarındaki rivayetlere göre müslümanlar daha Hz. Pey-


gamber’in sağlığında, Bizans ve Sâsânî� topraklarının bir gün fethedileceği-
ne inanmakta idiler. Çünkü Hz. Peygamber Bizans ve Sâsânî� imparatorlarını
kastederek “Kisrâ ve Kayser’in hazinelerinin müslümanların eline geçece-
ğini ve Allah yolunda sarfedileceğini” haber vermekteydi.[8] Diğer bir rivâ-
yette Hz. Peygamber İ�stanbul’un fethini şu sözlerle müjdelemiştir: “İstanbul
muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu
fetheden asker ne güzel askerdir.”[9] Yine bu rivayetlere göre Hz. Peygamber
“İlk deniz savaşına katılacak askerlerin ve Kayser’in şehrini fethetmek üzere
sefere çıkan ilk orduların bağışlanacağını”[10] haber vermiştir.

Az önce belirtildiği gibi Muâviye 48 (668) yılında Fedâle b. Ubeyd el-


Ensârî� kumandasında bir orduyu İ�stanbul üzerine gönderdi. Kadıköy’e
kadar ulaşan ve kışı burada geçiren Fedâle, Muâviye’den yardım isteyince
Süfyân b. Avf kumandasında büyük bir ordu hazırlandı. Süfyân Malatya,
Kayseri, Amorion ve Eskişehir güzergâhını takip ederek İ�stanbul’a ulaş-
tı. Muâviye, oğlu Yezî�d’in de orduya katılmasını istemiş; ancak o, sefere
gönülsüz olduğu için ağırdan almıştı. Bu arada Kadıköy’deki orduların
hastalık ve açlık sıkıntısıyla karşı karşıya olduğu haberini alan Muâviye,
Yezî�d’e derhal hareket emri verdi. Yezî�d’in ordusunda Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Ö� mer, Abdullah b. Zübeyr ve Ebû Eyyûb el-Ensârî� (Hâlid b.
Zeyd) gibi meşhur sahabî�ler bulunuyordu. Yezî�d 49 (669) yılında emri-
ne verilen destek kuvvetlerinin başında sefere çıktı ve İ�stanbul’a ulaşarak
kuşatmaya katıldı. Kuşatma bahar mevsimi boyunca devam etti. Ancak
erzakın tükenmesi ve açlık sebebiyle sonuç alınamadı. İ�slâm orduları yaz
mevsiminde kuşatmayı kaldırıp geri dönmek zorunda kaldılar. Başarısız-
lıkla sonuçlanan bu ilk kuşatma[11] sırasında müslümanlar çok sayıda şe-
hid verdiler. Hz. Peygamber’i, Medine’ye hicretinden sonra yedi ay süreyle
evinde misafir etmiş ve ileri yaşlarda olmasına rağmen bu sefere katılmış
olan meşhur sahabî� Ebû Eyyûb el-Ensârî� kuşatma sırasında hastalanarak
vefat etti ve surların dışında bir yerde defnedildi.[12]

[8] Buhârî�, “Cihâd”, 157, “Humus” 8, “Menâkıb” 25.


[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335. Diğer bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber
Kostantî�niyye ve Roma’nın fethedileceğini belirtmiş, hangisinin daha önce alınaca-
ğına dair bir soruya da “önce Kayser’in şehri fethedilecektir” cevabını vermiştir. Bk.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 176; Dârimî�, “Mukaddime”, 43.
[10] Buhârî�, “Cihâd”, 93; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 361.
[11] Taberî�, Vâkıdî�’den naklen Büsr b. Ebî� Ertât’ın 43 (663) yılında İ�stanbul’a kadar
ilerlediğine dair bir rivâyete yer vermekle birlikte bu rivâyetin doğru kabul edil-
212 mediğini de ilâve etmektedir. Taberî�, Taberî�, Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk (nşr. Ebû’l-
Fazl İ�brahim), Kahire 1972, V, 181. Ayrıca bk. Şahin Uçar, Anadolu’da İslâm-Bizans
Mücadelesi, s. 77.
[12] İ�slâm kaynaklarında Ebû Eyyûb el-Ensârî�’nin mezarından özellikle bahsedilir. Bazı
rivâyetlerde Bizans’ın elinde bulunan Ebû Eyyûb el-Ensârî� türbesinin birçok kişi
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

Birinci İ�stanbul kuşatma-


sının üzerinden fazla zaman
geçmeden yine Muâviye döne-
minde İ�slâm orduları başkenti
ikinci defa kuşattılar. Daha önce
fethedilen Kıbrıs, Rodos, Kos ve
Khios (Sakız) adalarından sonra
670 yılında Bizans başkentinin
çok yakınındaki Kyzikos (Kapı-
dağ) yarımadasını ele geçirmek
suretiyle harekât için önemli bir Resim 5:
üs elde etmiş olan Emevî� orduları, 672’de İ�zmir’e (Smyrna) girdikten iki Grek ateşinin
(Greuva)
yıl sonra 674 yılının ilkbaharında İ�stanbul surlarına dayanmıştı. Müslü- 7.yüzyıla ait bir
man Araplar 678 yılına kadar dört yıl süreyle İ�stanbul’u kuşatma altında tasviri
tuttular.[13] Çarpışmalar ilkbaharda başlayıp yaz mevsimi boyunca devam [https://bit.
ly/2pIHIZP]
etmekte ve İ�slâm askerleri kışın Kapıdağ yarımadasına çekilmekteydi. An-
cak sonuç yine müslüman Arapların aleyhine oldu. Bunda Bizans’ın sahip
olduğu “grejuva” diye bilinen Grek ateşinin önemli bir payı vardır.[14] İ�s-
lâm donanması Suriyeli Kallinikos tarafından icad edilen ve su üzerinde
de yanabilen Rum ateşine sahip Bizans karşısında ağır kayıplar verdikten
sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Kurtulabilen gemiler de geri çekilme
sırasında Pamphlia (Antalya) sahilinde fırtınaya yakalandı ve çok az kısmı
sağ salim dönebildi.
İ�kinci İ�stanbul kuşatması başarısızlıkla sonuçlanırken Anadolu’daki
Müslüman Arap ordusu da bozguna uğramıştı. Diğer taraftan Lübnan’daki
Amanos dağlarında yaşayan ve Arap saldırılarını durdurabilme umuduyla
Bizanslılar tarafından kışkırtılıp isyan etmiş olan Hıristiyan Merdeî�ler de

tarafından ziyaret edildiği, ayrıca kıtlık ve kuraklık mevsiminde yağmur duâsı için
buraya gelindiği ve olumlu sonuçlar alındığı ifade edilmektedir. Bk. Zekeriyyâ b.
Muhammed el-Kazvî�nî�, Âsâru’l-bilâd ve ahbâru’l-’ıbâd (nşr. Ferdinand Wüstenfeld),
Göttingen 1848, s. 207-208. Ayrıca bk. İ�bn Kuteybe, el-Ma’ârif (nşr. Servet Ukkâşe),
Kahire 1969, s. 274-275; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-târîh (nşr. C. J. Tornberg), Beyrut
1979, III, 459.
[13] Theophanes (s.52) ve Nikephoros (Short History, nşr. ve trc. Cyril Mango, Washington
D. C. 1990, s.87) kuşatmanın yedi yıl sürdüğünü kaydetmekle birlikte bu, her iki
kronik yazarının kuşatmayı Kyzikos’un fethiyle başlatmalarından kaynaklanmak-
tadır. Bizantinistlere göre kuşatma dört (veya beş) yıl sürmüştür.(bk. Nikephoros,
Short History, çevirenin notu s. 194; Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (Çev. Fikret
Işıltan) Ankara 1991, s. 116; Andreas N. Stratos, Byzantium in the Seventh Century
(Çev. Harry T. Hionides), Amsterdam 1975, IV, 29.
[14] Grek ateşi (Sıvı Ateş), bileşimi ve yapımı Bizans tarafından gizli tutulan patlayıcı bir 213
madde olup sifonlar yardımı ile küçük fıçılar içinde uzak mesafelere, düşman gemi-
lerine püskürtülüyor ve büyük bir yangına sebebiyet veriyordu. Geniş bilgi için bk.
Mikhail Psellos, Mikhail Psellos’un Khronographia’sı (Çev. Işın Demirkent), Ankara
1992, çevirenin notları, s. 255-256 (Ek IV).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

(Cerâcime) Muâviye’yi zor duruma sokmuştu. Bizans lehine son derece


önemli bu gelişmeler karşısında Muâviye, barış istemekten başka çare bu-
lamadı ve bu amaçla bir elçilik heyetini imparatora gönderdi. Mes’ûdî�’ye
göre heyetin başkanlığını Phanakis er-Rûmî� yapmaktaydı.[15]
Elçilerle görüşen imparator IV. Konstantinos (668-685) diplomasi
tecrübesine sahip Ioannes Pitzigaudis’i barış şartlarını müzakere etmek
üzere elçilerle birlikte halifeye gönderdi. İ�mparator elçisi, Muâviye tara-
fından devlet ricalinin de hazır bulunduğu görkemli bir törenle karşılandı.
Uzun süren barış görüşmelerinden sonra anlaşma sağlandı. Otuz yıl sü-
reyle geçerli bu anlaşmaya göre Muâviye imparatora yıllık 3.000 dinar, 50
savaş esiri ve 50 Arap atı vermeyi taahüt ediyordu.[16]

Muâviye’nin ölümünden sonra yerine geçen Yezî�d’in (680-683), ba-


basının imzalamış olduğu anlaşmaya sadık kaldığı anlaşılmaktadır. Yezî�d
halife olduktan hemen sonra Rodos adasındaki askerlerin ve Cünâde b.
Ebî� Ü� meyye tarafından kurulmuş olan Arap kolonisinin geri çekilmesini
emretti. Bundan başka Muâviye tarafından 33 (653) yılında Kıbrıs adası-
na yerleştirilen 12.000 askerini de geri çekti.

Yezî�d’in ardından çok kısa süreli halifelik yapan II. Muâviye ve Mer-
vân b. Hakem dönemlerinde Suriye’deki iç savaşın doğurduğu karışıklık-
lardan yararlanan IV. Konstantinos müslümanlarla yaptığı anlaşmayı boz-
muş ve Bizans kuvvetleri Malatya’yı tahrib etmişti. Müslümanlar Maraş’ı
dahi terketmeye zorlanmışlardı. Abdülmelik b. Mervân (685-705) Emevi
tahtına çıktığında Toros ve Amanos dağlarında yaşayan Merdeî�ler (Cerâ-
cime) İ�slâm devleti için problem olmaya devam etmekteydiler. Bu arada
Suriye’de korkunç bir veba salgını baş göstermişti. Irak’ta ayaklanan Muh-
târ es-Sekâfî� ile mücadele etmesi gerektiğini de dikkate alan halife Abdül-
melik imparator IV. Konstantinos’a elçi göndererek Muâviye döneminde
yapılan anlaşmanın yenilenmesini istedi. Anlaşmaya göre halife imparato-
ra daha önceden ödenen vergi miktarını artırıyor ve yıllık 365.000 dinar,
365 savaş esiri ve 365 iyi cins at ödemeyi kabul ediyordu (65/685).

Bu anlaşmanın üzerinden fazla zaman geçmeden yine Emevî� elçileri


barış istemek üzere Bizans sarayında görülmektedir. IV. Konstantinos’un
ardından Bizans tahtına çıkmış olan II. Iustinianos (685-695), halifenin
Muhtâr es-Sekâfî� ve Abdullah b. Zübeyr gibi iç problemlerle uğraşması-
nı fırsat bilerek babasının yaptığı anlaşmayı bozdu ve Cerâcime’nin de
214
[15] Mes’ûdî�, Murûcü’z-zeheb (nşr. M. Muhyiddî�n Abdülhamî�d), Beyrut 1384/1964, I,
329; Stratos, IV, 45.
[16] Theophanes, s. 54; Nikephoros, s. 85; Ostrogorsky, s. 116-117; Casim Avcı, İslâm-
Bizans İlişkileri, s. 72.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

içerisinde yer aldığı bir orduyu Suriye’ye gönderdi. Antakya kısa bir süre
için Bizans askerleri tarafından işgal edildi. Bu arada Amr b. Saî�d b. Â� s
da (Eşdak) Dımaşk’ta halifelik iddiasıyla ayaklanmıştı. Bütün bu olumsuz
şartlar karşısında halife Humeyd b. Hureys el-Kelbî� ile Kureyb b. Ebrehe
el-Himyerî�’yi kıymetli hediyelerle birlikte imparatora elçi olarak gönde-
rip barış istemek zorunda kaldı. Buna karşılık II. Iustinianos da magistria-
nos Pavlos’u elçi olarak halifeye gönderdi. Taraflar arasında on yıl geçerli
olmak üzere bir antlaşma imzalandı. Buna göre, daha önce Emevî�ler’in
Bizans’a ödediği haraca ek olarak Armenia, İ�beria (Gürcistan) ve Kıbrıs
vergileri iki devlet arasında eşit olarak paylaşılacaktı. Buna karşılık im-
parator da Cerâcime’yi Bizans’ın iç kısımlarına yerleştirecekti (70/689).
Ayrıca imparator bazı Rumları müslümanlara rehine bırakmayı da kabul
ediyordu.

Bir kaç yıl sonra II. Iustinianos’un Kıbrıs halkının büyük bir kısmını
Anadolu’ya nakletmeye ve Çanakkale’de kurduğu Iustinianopolis ile Arap
istilasından büyük zarar gören Kapıdağ yarımadasında yerleştirmeye
başlaması iki ülke arasında yeni bir siyasî� gerginliğe neden oldu. Bu uy-
gulamayı devlet menfaatlerine uygun bulmayan Abdülmelik’in uygulama-
dan vazgeçilmesi hususunda yaptığı teklif kendi üstünlüğüne güvenen im-
parator tarafından reddedildi. Bütün bu gelişmeler karşısında halife barış
antlaşmasını geçerli sayamayacağını bildirdi.

Emevî�lerle Bizans İ�mparatorluğu arasında ilişkilerin yeniden bo-


zulmasının sebeplerinden biri Abdülmelik tarafından ilk İ�slâmî� sikkenin
bastırılmış olmasıdır. Bilindiği gibi İ�slâm öncesi dönemden itibaren Arap-
larda Bizans ve Sâsânî� paraları tedavülde idi. Abdülmelik döneminde ilk
defa İ�slâmî� tarzda altın (dinar) ve gümüş (dirhem) sikkeler darbedilmiş
ve Hz. İ�sa resmi ile haç yerine “Kulhuvellahu ahad” (=De ki Allah birdir)
âyeti gibi İ�slâmî� motifler yer almaya başlamıştır. Bizans’a Kıbrıs haracı
için, üzerlerinde haç yerine Kur’ân ayetleri bulunan yeni sikkeler gönde-
rilmesi imparatorun tepkisini çekmiştir.

Bizans’la ilişkilerin bozulması üzerine Abdülmelik, kardeşi Muham-


med b. Mervân’ı Anadolu seferlerine gönderdi. 73 (692-93) yılında Bizans
ordusu Sivas yakınlarında ağır bir yenilgiye uğratıldı. Birkaç yıl sonra
Müslümanlar Bizans’a karşı büyük bir zafer kazanarak Maraş bölgesini
hâkimiyet altına aldılar (695). 81 (700-701) yılında Abdülmelik’in oğlu
Abdullah Erzurum’u fethetti. 83 (702) yılında da uzun bir kuşatmadan
sonra Dârende’yi ele geçirdi. Ertesi yıl Misis (Masisa) Bizans’tan geri alın- 215
dı. Ö� te yandan Kuzey Afrika’da da Bizans’la mücadele devam etti. Ö� zellik-
le Kuzey Afrika fatihi Ukbe b. Nâfi’nin 63 (683) yılında öldürülmesinden
sonra Bizans, Tunus’un sahil kısımlarını kontrol altına aldığı gibi bölgede
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

müslümanlara karşı ayaklanan Berberî�leri de desteklemekteydi. İ�mpara-


tor II. Iustinianos ve ardından İ�mparator Leontios’un bölgeye gönderdiği
kuvvetler Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân, Züheyr b. Kays ve Hassân b.
Nu’mân el-Gassânî�’nin gayretleriyle etkisiz hale getirildi. 698’de Kartaca
Bizans’tan geri alındığı gibi 702’de Berberî� isyanları bastırılarak Kuzey
Afrika’da İ�slâm hâkimiyeti yeniden sağlandı.
Abdülmelik’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu I. Velî�d (705-
715) döneminde Anadolu seferlerine devam edildi. Bu seferlerin en
önemli iki kumandanı Velî�d’in kardeşi Mesleme b. Abdülmelik ve oğlu
Abbas b. Velî�d idi. Mesleme ve Abbas 707 yılında Tuvâne’yi (Tyana) ku-
şattılar ve ertesi yıl şehri ele geçirdiler. Eskişehir yakınlarında Bizans
kuvvetlerini mağlup eden İ� slâm orduları İ� zmit ve Karadeniz Ereğli’sine
kadar ilerledi. Abbas’ın kumandasındaki bazı birlikler Ü� sküdar’a ulaştı.
712’de Mesleme Sivas ve Amasya’yı, Abbas da Yalvaç’ı aldı. 96 (714) yı-
lında Mesleme b. Abdülmelik Galatia’ya (Ankara civarı) akın edip birçok
esir ve ganimet ele geçirdi.
Velî�d b. Abdülmelik ile İ�mparator II. Iustinianos (ikinci saltanatı 705-
711) arasında gerçekleşen kültürel ve sanat amaçlı bir ilişki dikkat çekici-
dir. Bu konudaki rivâyetlere göre Velî�d b. Abdülmelik Medine’de Mescid-i
Nebevî� ve Dımaşk’taki Emeviyye Camii gibi büyük camilerin yapımı ve
onarımı için imparatordan yardım istemiş, o da mozaik, para ve ustalar
göndermek suretiyle halifenin ricasına olumlu cevap vermiştir.[17] Konuyla
ilgili özel bir makale yazmış olan Creswell bu rivâyetlerin efsane olduğunu
savunurken Gibb doğruluğu üzerinde durur. Selâhaddin el-Müneccid de
bu yazışmayla ilgili olarak verilen tarihlerde müslümanların Bizanslılarla
savaş halinde olduğu gerekçesiyle bu tür rivâyetlerin doğru olamayacağı-
nı belirtir.[18] Müslümanlarla Bizanslılar arasında savaşın hemen hiç eksik
olmadığını vurgulayan Vasiliev, buna rağmen kültürel ilişkilerin de varlı-
ğına dikkat çekmekte ve Velî�d’in isteği üzerine Bizans imparatoru tarafın-
dan gönderilen usta ve mozayiklerin Dımaşk, Medine ve Kudüs’teki ca-
milerde değerlendirildiğini belirtmektedir[19]. Oleg Grabar da sözkonusu

[17] Taberî�, VI, 436; Makdisî�, Ahsenü’t-Tekâsîm (nşr. M. J. De Goeje), Leiden 1877, s.
158; Ayrıca bk. Hugh Kennedy, “Byzantine-Arab Diplomacy in the Near East from
the Islamic Conquests to the Mid-Eleventh Century”, Byzantine Diplomacy, Ed. J.
Shepard-S. Franklin, Hampshire 1992, s.135.
[18] K. A. C. Creswell, “The Legend that al-Walî�d Asked for and Obtained Help from the
Byzantine Emperor. A Suggested Explanation”, Journal of the Royal Asiatic Society,
216 3-4 (1956) 142-145; Hamilton A. R. Gibb, “Arab-Byzantine Relations under the
Umayyad Caliphate”, Dumbarton Oaks Papers, XII (1958), 220-233; Selâhaddin
el-Müneccid, en-Nüzumu’d-Diblûmâsiyye fi’l-İslâm, Beyrut 1403/1983, s. 144
[19] Alexander A. Vasiliev, “Byzantium and Islam”, Byzantium, (ed. N. H. Baynes-L. B.
Moss), Oxford 1948, s. 318.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

rivâyeti kabul edenler arasında yer almaktadır[20]. Ayrıntılarda farklılıklar


bulunmakla birlikte bu konudaki rivayetlerin en eski kaynaklardan itiba-
ren birçok eserde yer alması ve özellikle İ�slâm-Bizans ilişkilerinin çeşitli-
liği dikkate alındığında işaret edilen yardımın Bizans’tan temin edildiğini
kabul etmek mümkündür.[21]
Babası Abdülmelik b. Mervân’dan istikrarı sağlanmış güçlü bir devlet
devralmış olan Velî�d b. Abdülmelik fetih harekâtını yeniden başlattı. Ni-
tekim onun zamanında İ�slâm orduları batıda Endülüs’ü fethedip Fransa
sınırlarına dayanırken doğuda Mâverâünnehir’i aldılar ve Hindistan içle-
rine kadar ulaştılar. Anadolu’da da az önce işaret edildiği üzere önemli
zaferler kazanıldı.
Velî�d b. Abdülmelik Bizans başkenti İ�stanbul’u da almak için sefer
hazırlıklarına başladı. Müslümanların Bizans’a karşı karadan ve denizden
başlattığı saldırılar ve özellikle İ�stanbul’a yönelik hazırlıkları üzerine Bi-
zans imparatoru II. Anastasios (713-715) Sinoplu Daniel başkanlığında
bir heyeti barış istemek amacıyla Velî�d b. Abdülmelik’e gönderdi. Theop-
hanes’e göre imparator elçiden aynı zamanda müslümanların hazırlıkları
ve askeri gücü hakkında bilgi edinmesini de istemişti.[22]
Elçinin getirdiği haber müslümanların İ�stanbul’u kara ve denizden
kuşatmak üzere büyük bir hazırlık içerisinde olduklarını doğrulamak-
taydı. Bunun üzerine imparator halktan üç yıl yetecek kadar erzak ha-
zırlamalarını, buna gücü yetmeyenlerin şehri terk etmesini istedi. Diğer
taraftan İ�stanbul’u savunabilmek amacıyla savaş süresince yeterli yiyecek
depolamak, surları tamir etmek, savaş gemileri inşa etmek, Grek ateşi, ok
ve taş fırlatan araçlar yapmak gibi lojistik ve teknik hazırlıklara girişti.[23]
Bu hazırlıklar devam ederken Opsikion theması askerlerinin ayaklan-
ması sonucu II. Anastasios tahttan çekilmek zorunda kaldı. İ�syancılar ta-
rafından tahta çıkartılan III. Theodosios’u (715-717) Anatolikon theması
strategosu Maraşlı Leon tanımadı ve ona karşı cephe aldı.
Ö� te yandan Velî�d b. Abdülmelik’in ölümü üzerine Emevî� tahtına kar-
deşi Süleyman b. Abdülmelik (715-717) çıkmış ve öteden beri hazırlıkların
yapıldığı İ�stanbul seferini başlatmak bu halifeye kalmıştı. Halife Süleyman,

[20] Oleg Grabar, “Islamic Art and Byzantium”, Dumbarton Oaks Papers, XVIII (1964), s. 82.
[21] Rivayetlerin ayrıntıları ve kaynaklar hakkında geniş bilgi için bk. Avcı, İslâm-Bizans
İlişkileri, s. 212-216.
[22] Theophanes, s. 79, 80; Uçar, Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi, s. 106; Hugh 217
Kennedy, “Byzantine-Arab Diplomacy in the Near East from the Islamic Conquests
to the Mid-Eleventh Century” Byzantine Diplomacy (ed. J. Shepard-S. Franklin),
Hampshire 1992, s. 135.
[23] Theophanes, s. 80; Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, s. 78-79.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kardeşinin gerçekleştiremediği İ�stanbul seferine büyük önem verdi. Bu


maksatla Bizans sınırına yakın bir merkez olan Dâbık’a geldi ve ordunun
genel kumandanlığını dönemin meşhur kumandanlarından kardeşi Mesle-
me b. Abdülmelik’e verdi. Donanma komutanlığına da Ö� mer b. Hubeyre’yi
tayin etti. Taberî�’ye göre halife, kardeşi Mesleme’ye şehri fethetmeden dön-
memesi emrini vermişti.[24] Ortaçağ tarih kaynaklarının verdikleri rakamla-
ra ihtiyatla yaklaşmak gerektiği hususu gözardı edilmeksizin sadece bir fi-
kir vermek üzere belirtilmelidir ki, bazı kaynaklarda Mesleme’nin emrinde
120.000 asker bulunduğu, Ö� mer b. Hubeyre kumandasındaki donanmanın
da 1000 gemiden oluştuğu rivayet edilmektedir.[25]
Mesleme h. 97 yılı başlarında (Eylül 715) kara kuvvetleri ile Halep
civarındaki Dâbık’tan ayrıldı. 715 yılı sonlarında Hısnü’s-Sakâlibe’yi
(Loulon) fethetti. Burası Toros geçitlerine hâkim olan fevkalade önemli
bir mevkideydi. Maraş üzerinden Kapadokya bölgesine oradan da Amo-
rion’a geçen Mesleme, kışı Anadolu’da geçirdi. Ö� mer b. Hubeyre kuman-
dasındaki donanma ise Kilikya’ya kadar gelmiş ve orada kışlamıştı. Bahar
gelince Bergama ve Sardes’i fetheden Mesleme buradan Abydos’a (Nara
burnu) gitti ve Ö� mer b. Hubeyre kumandasındaki donanmanın yardımıyla
Trakya’ya geçti. 717 yılı Ağustos ayında da İ�stanbul önlerine geldi. Bir ay
sonra Marmara’dan gelen donanma yetişti ve Haliç’in ağzında demirledi.
Mesleme, Ö� mer b. Hubeyre komutasındaki donanmanın da yardımıyla 99
yılı başlarında (Ağustos 717) İ�stanbul’u kuşattı. Böylece Bizans başkenti
müslümanlar tarafından üçüncü kez kuşatılıyordu. Bu arada İ�mparator
III. Theodosios’a karşı iktidar mücadelesi veren Leon başarılı olmuş ve III.
Leon olarak Bizans tahtına çıkmıştı. [26]

III. Leon’un Mesleme’ye barış teklif ettiği, ancak bunun bir oyun ol-
duğunun farkında olan Mesleme’nin bu teklifi geri çevirip halifeden tak-
viye birlikler istediği kaydedilir.[27] İ�stanbul’u fethetmeden geri dönmeme
kararında olduğu anlaşılan Mesleme çeşitli aralıklarla gönderilen des-
tek kuvvetleriyle birlikte bir yıl boyunca başkenti kuşatma altında tuttu.
Ancak, lodos sebebiyle limandan ayrılan erzak ve malzeme gemilerinin

[24] Taberî�, VI, 530.


[25] İ�bn Kesir, el-Bidâye ve’n-nihâye, IX; 178; Zehebî�,Târîhu’l-İslâm: h. 81-100 (nşr. Ö� mer
Abdüsselâm Tedmürî�), Beyrut 1990, s. 269.
[26] Kaynaklarda Mesleme’nin bu sefer sırasında, Bizans tahtına çıkmak için mücadele
veren Leon’la dostluk kurup kendisine yardımcı olduğu takdirde ona tahta çıkma
konusunda destek sözü verdiği, ancak sonunda Leon tarafından aldatıldığına dair
218 çeşitli rivâyetlere yer verilmektedir. Bu hususta bk. Theophanes, s. 82-85; Taberî�, VI,
530-531; Canard, “Tarih ve Efsaneye Göre Araplar’ın İ�stanbul Seferleri”, s. 225-231;
Uçar, Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi, s. 109-113; Yiğit, “Emevî�ler Zamanında
Gerçekleştirilen İ�stanbul Seferleri”, s. 55-57.
[27] Theophanes, s. 88.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

Bizans askerleri tarafından grejuva ateşiyle yakılması, kış mevsiminin çok


sert geçmesi, şiddetli fırtınalar neticesinde birçok savaş gemisinin kaya-
lara çarparak parçalanması, İ�slâm donanmasındaki hıristiyan tayfaların
isyan edip ele geçirdikleri gemilerle İ�stanbul’a gelerek imparatora gemi-
lerin yerlerini haber vermeleri üzerine erzak dolu bu gemilerin yakılması,
İ�slâm ordusunda kıtlık ve açlığın baş göstermesi gibi olumsuz sebeplerle
başarıya ulaşamamıştır. Bu arada Süleyman b. Abdülmelik’in ölümü üze-
rine halife seçilen Ö� mer b. Abdülaziz’in (717-720) emriyle kuşatma kaldı-
rıldı (100/718) ve Mesleme geri dönmek zorunda kaldı.[28]

Kaynaklarda Mesleme’nin bu kuşatma sırasında İ�stanbul’da bir cami


yaptırdığı kaydedilir. İ�bnü’l-Fakî�h (ö. 289/902) ve Şeyhürrabve ed-Dımaş-
kî� (ö. 727/1327?) gibi müellifler bu camiden bahsederler.[29] Ayrıca bu
caminin Abbâsî�, Fâtımî�, Eyyûbî� ve Memlüklerle Bizans arasında yapılan
anlaşmalarda özellikle hutbenin hangi halife adına okunacağı hususunda
gündeme geldiği görülmektedir.[30] Dikkat çekicidir ki, İ�mparator Kons-
tantinos Porphyrogenitus’un (913-959) yazdığı/yazdırdığı De Administ-
rando Imperio adlı eserde de Mesleme’nin isteği üzerine İ�stanbul’da bir
cami yaptırıldığı hususu teyid edilmektedir.[31] Ö� te yandan X. yüzyıl coğ-
rafyacılarından Makdisî�’ye (ö. 380/990?) göre Mesleme’nin isteği üzerine
imparator, kendi sarayının karşısında müslüman esirler için Dâru’l-balât
diye bilinen bir konak yaptırmıştır.[32]

Ostrogorsky, Mesleme’nin başarısız İ�stanbul kuşatması ve ardından


Arapların Anadolu’dan çıkarılması ile Bizans-Arap mücadelesinin önemli
bir devresinin kapandığını belirtir. Arap taarruzunun Avrupa’nın eşiğin-
de, Bizans surları önünde parçalandıktan sonra İ�stanbul’un Araplar ta-
rafından bir daha kuşatılmadığına dikkat çekerek bundan sonraki Arap
taarruzlarının devleti sıkıntıya düşürmüş olmakla birlikte varlığını tehdit
eden bir boyutta olmadığını ifade eder.[33] P. Lemerle Bizans’ın Araplar kar-
şısında kazandığı zaferin büyük yankılar uyandırdığını belirterek Batı’da
732 yılında Charles Martel’in Endülüs üzerinden gelen Arap saldırısını

[28] Theophanes, s. 88-90; Taberî�, VI, 553; Uçar, Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi,
113-116; Aikaterina Christophilopoulou, Byzantine History II: 610-847 (Çev.
Timothy Cullen), Amsterdam 1993, s. 119-120.
[29] İ�bnü’l-Fakî�h,, Muhtasaru Kitâbi’l-büldân (nşr. M. J. De Goeje), Leiden 1967, s. 145;
Şeyhürrabve ed-Dımaşkî�, Nuhbetü’d-dehr fî ‘acâ’ibi’l-berri ve’l-bahr (nşr. M. A. F.
Mehren), Saint-Petersbourg 1866, s. 227.
[30] Bu hususta bazı örnekler için bk. Canard, “Tarih ve Efsaneye Göre Araplar’ın
İ�stanbul Seferleri”, s. 231-233; Yiğit, “Emevî�ler Zamanında Gerçekleştirilen İ�stanbul
Seferleri”, s.58, 61. 219
[31] Constantine Porphyrogenitus, De Administrando Imperio (ed. Gy. Moravcsik; çev. R.
J. H. Jenkins), Washington, D.C., 1967, s. 93.
[32] Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm (nşr. M. J. De Goeje), Leiden 1877, s. 147.
[33] Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 146.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

durdurması gibi İ�mparator III. Leon’un da bu zaferle Doğu’daki Arap iler-


leyişine son verdiğini kaydeder.[34] Bizans’ın parlak zaferi karşısında ku-
şatmanın Araplar açısından oldukça ağır sonuçlar doğurduğuna dikkat
çeken Levçenko, kuşatma sonrasında Emevî�lerin prestij kaybederken III.
Leon’un halk tarafından imparatorluğun kurtarıcısı olarak yüceltildiğini
belirtir.[35] Auguste Bailly’e göre ise III. Leon, sonuçları bakımından muh-
teşem olan bu zaferi ile sadece Bizans İ�mparatorluğu’nun değil, belki de
Batı’nın kurtarıcısı olarak görülmeyi hak etmektedir.[36]
Şurası muhakkak ki, Emevî�ler döneminde İ�slâm ordularının gerçek-
leştirdiği üç İ�stanbul kuşatması başarısızlıkla sonuçlanmış olmakla bir-
likte, müslümanların Bizans İ�mparatorluğu karşısında ciddî� bir güç ol-
duğunu göstermiş, İ�slâm ordularının kara ve deniz savaşlarında gerekli
donanım ve taktik bakımından tecrübe kazanmasına imkân sağlamıştır.
Bizans açısından ise imparatorluğun gücü ve başkentin önemi bir kez
daha anlaşılmış, ordunun dış tehlikelere karşı dinamik bir şekilde muka-
vemet göstermesine yardımcı olmuştur.
Emevî� halifeleri içerisinde en dindar ve adaletli olarak bilinen ve bu
yüzden II. Ö� mer olarak anılan Ö� mer b. Abdülaziz’in (717-720) Bizans im-
paratoru III. Leon’u İ�slâm’a davet amacıyla bir mektup gönderdiği ve im-
paratorun da halifeye cevap verdiği kaydedilmektedir.[37]
Ö� mer b. Abdülaziz’in Bizans’ın elinde bulunan müslüman esirleri
kurtarmak için yoğun bir çaba gösterdiği ve bu amaçla İ�mparator III. Le-
on’a elçiler gönderdiği görülmektedir. Bu elçiliklerden birinde Abdü’l-A’lâ
b. Ebî� Amr’a görevlendirilmiş ve taraflar arasında iki Bizanslı esire kar-
şılık bir müslüman esirin salıverilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı.[38]
Bizans’a esir düşmüş müslümanların salıverilmesini sağlamak için
Ö� mer b. Abdülaziz diğer bir defasında Muhammed b. Ma’bed başkanlığın-
da bir heyeti III. Leon’a gönderir. Anlaşmayı kabul ettiği takdirde elindeki
Bizanslı esirleri serbest bırakacağını imparatora bildirir. Ancak görüşme-
ler devam ederken halifenin ölüm haberi İ�stanbul’a ulaşır. III. Leon’un ol-
dukça üzüldüğü ve Ö� mer b. Abdülaziz hakkında takdirkâr sözler söylediği
kaydedilmektedir.[39]

[34] Paul Lemerle, Bizans Tarihi (Çev. Galip Ü� stün), İ�stanbul 1994, s. 71.
[35] M. V. Levçenko, Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi (Çev. Maide Selen,
Yayıma hazırlayan: Yaşar Selçuk), İ�stanbul 1999, s. 124.
[36] Auguste Bailly, Bizans Tarihi (Çev. Haluk Şaman), İ�stanbul ts. (Tercüman 1001
220 Temel Eser), I, 159.
[37] Geniş bilgi için bk. Avcı, s. 82, 114-126.
[38] İ�bn Asâkir, Târîhu Medînet-i Dimaşk (nşr. Ebû Sa’î�d el-Amrî�), Beyrut 1979, XXXIII,
417, 419; Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, s. 83.
[39] Mes’ûdî�, III, 195; Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, s. 83.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

Daha ziyade iç problemlerle meşgul olan Yezî�d b. Abdülmelik’ten


sonra Emevî� tahtına çıkan Hişam b. Abdülmelik (724-744) Mesleme’nin
İ�stanbul kuşatmasından sonra durmuş olan Anadolu seferlerini yeniden
başlattı. Mervân b. Muhammed 105 (724) yılında Konya ve Kemah’ı zap-
tetti. Mesleme b. Abdülmelik 108 (726) yılında Kayseri’yi aldı. Mesleme b.
Abdülmelik ve Hişâm’ın iki oğlu Muâviye ve Süleyman sık sık Anadolu’ya
akın ederek önemli başarılar elde ettiler. Birçok yer fethedildiği gibi çok
miktarda ganimet ve esir alındı. Bununla birlikte kalıcı bir başarı elde edi-
lemedi. Bu dönemde gerçekleşen Anadolu seferlerinde Abdullah el-Battal
(Battal Gazi) ve Abdülvehhâb b. Buht (Abdülvehhâb Gazi) büyük kahra-
manlıklar gösterdiler. Abdülvehhâb 113 (731) yılında yapılan bir Anadolu
seferi sırasında şehid oldu. Sivas’ta ona izafe edilen meşhur bir türbe bu-
lunmaktadır. 122 (740) yılında Akroinon (Afyon) yakınında III. Leon ve
oğlu Konstantinos’un ordusuyla karşı karşıya gelen müslümanlar ağır bir
yenilgiye uğradılar. Abdullah el-Battal bu savaşta öldürüldü. Bizans açısın-
dan bir dönüm noktası teşkil eden bu savaşta elde ettikleri zaferle Bizans
artık ciddi bir Arap tehdidinden kurtulmuş oluyordu.

Hişam b. Abdülmelik’e halifeliğinin 7. yılında (112/730) imparator III.


Leon bir elçi gönderir. Değerli hediyelerle halifenin huzuruna çıkan elçinin
isteği Mısır’da müslümanların fetihlerinden sonra Yakûbî�ler tarafından el
konulmuş olan Melkî�lere ait kiliselerin iadesinin sağlanmasıydı. Durumu
inceleten halife Melkî�lerin haklı olduğu kanaatına varır ve Yakubî�ler tara-
fından gasbedilmiş kiliselerin tekrar Melkî�lere verilmesini emreder. Bu me-
yanda Beşâre kilisesi (veya Kaysâriyye kilisesi) Melkî�lere geri verilir.[40]

Hişâm b. Abdülmelik’ten sonra halife olan II. Velî�d döneminde (743-


744) Bizans’ta bir iç karışıklık yaşanmaktaydı. Armenia theması strate-
gosu iken III. Leon’a taht mücadelesinde destek vermiş ve bundan dolayı
onun kızıyla evlendirilip Opsikion theması komesliğine yükseltilmiş olan
Artabasdos, kayınbiraderi yeni imparator V. Konstantinos’a (741-775)
karşı imparatorluk iddiasında bulunmaktaydı. 742 Haziran’ında İ�slâm
askerleriyle karşılaşmak üzere Opsikion themasından geçmekte olan V.
Konstantinos’u pusuya düşürüp Amorion’a kaçmaya mecbur bırakan Ar-
tabasdos İ�stanbul’a giderek imparatorun vekili Theophanes Monotios’u
yanına çekmeyi başardığı gibi patrik Anastasios’un elinden imparatorluk
tacını da giymişti (742-743). Bu çalkantılar V. Konstantinos’un Artabas-
dos kuvvetlerini Mayıs 743’te Sardes ve Ağustos’ta Modrina (Mudurnu)
yakınlarında yendikten sonra İ�stanbul’a girip hâkimiyeti eline almasına 221
[40] Sa’î�d b. Batrî�k, et-Târîhu’l-Mecmû’, Beyrut 1909, s. 45, 46; Levent Ö� ztürk, İslâm
Toplumunda Hıristiyanlar: Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar, İ� stanbul 1998,
s. 82-83
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kadar devam etmişti.[41] Bu karışıklıklar sırasında İ�mparator V. Konstanti-


nos Andreas’ı (spatharios), Artabasdos da yakın çevresinden Gregorios’u
(logothetes) hediyelerle birlikte halifeye göndererek onun dostluğunu
kazanmak istemişlerdi.[42] Elçiliğin yardım isteme, rakip tarafa yapılma-
sı muhtemel yardımı engelleme veya saldırmazlık anlaşması imzalama
amaçlı mı olduğu ve halifenin elçilere nasıl bir cevap verdiği hususunda
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak iç karışıklıklar devam ederken
Bizans’a karşı gerçekleştirilen bazı akınlardan bahsedilmektedir.[43]

Bundan sonra Emevî�lerde sık sık taht mücadeleleri yaşandığından iç


problemlerle meşgul olmak zorunda kalan halifelerin Bizans’a karşı ciddi
bir rol oynayamadıkları görülmektedir.

Sonuç olarak, Emevî�ler ile Bizans İ�mparatorluğu arasında gerçekleşen


münasebetlerin, çok yönlü olduğu görülmektedir. Ö� zellikle Anadolu toprak-
ları İ�slâm-Bizans mücadelesine sahne olmuş, İ�slâm ordularının hemen her
yıl Anadolu’ya düzenledikleri seferler sonucunda birçok kale ve şehir ele
geçirilmiştir. Emevî�ler döneminde Bizans başkenti İ�stanbul ikisi Muâviye b.
Ebî� Süfyan, biri de Süleyman b. Abdülmelik döneminde olmak üzere üç defa
kuşatılmış, bu kuşatmalar çeşitli sebeplerle başarısızlıkla sonuçlansa bile
müslümanların bölgedeki gücünü göstermesi bakımından önemli olmuştur.
İ�ki ülke arasında çok sayıda diplomatik faaliyet gerçekleştirilmiş, bu faali-
yetler, temelde savaş öncesi ve sonrası görüşmeler yapmak, esir değişimini
sağlamak gibi amaçlar taşımış, bunun yanında karşı tarafı kendi dinine da-
vet etmek, bazı iç siyâsî� problemler için yardım istemek veya sosyo-kültürel
alanlarda işbirliği yapmak gibi hususların da hedeflendiği olmuştur. Meselâ,
babası II. Konstans’a vekâlet eden IV. Konstantinos ile Armeniakon theması
strategosu Saborios, Muâviye’ye elçiler gönderip birbirlerine karşı yardım
istemişlerdir. Ö� mer b. Abdülaziz, Bizans İ�mparatoru III. Leon’u İ�slâm’a da-
vet amacıyla bir mektup göndermiştir. Velî�d b. Abdülmelik, yapacağı bazı
imâr faaliyetleri için diplomasi yoluyla II. Iustinianos’tan para, mozayik ve
usta temin etmiştir. Emevî�lerden önce özellikle sade olduğu bilinen kar-
şılama merasimleri, Emevî�ler döneminden itibaren Bizans’ta öteden beri
görüldüğü gibi ihtişam ve karşı tarafı etkilemeye yönelik bir mahiyet arzet-
meye başlamıştır. Karşılıklı gerçekleşen elçilikler sırasında her iki taraf bir-
birlerine hediyeler sunmuş, elçilerin etki altında kalıp olumlu izlenimlerle
dönmeleri için gayret gösterilmiştir. Genellikle uzun süreli barış anlaşmala-
rı yapılmış olmakla birlikte, birçok defa bu anlaşmaların çeşitli sebeplerle
bozulduğu görülmüştür.
222
[41] Theophanes, s. 105, 106; Nikephoros, s. 133-139; Ostrogorsky, s. 145, 147, 154, 155.
[42] Theophanes, s. 107.
[43] Theophanes, s. 106, 107; Ya’kûbî�, Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut, ts., II, 329; Taberî�, VII, 227.
Prof. Dr. Hasan KURT
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

B. Mâverâünnehir Bölgesinde Fetihler

Mâverâünnehir, bireysel birtakım çabaların ötesinde Türk-


ler’in İ�slâm diniyle tanıştıkları ilk bölgedir. Mâverâünnehir adı,
Ceyhun (Amuderya) nehrinin doğusundaki bölgeye Emevî�ler
tarafından verilmiştir. Bölge, aynı zamanda Heytallar (Bilâ-
dü’l-Heyâtile), Hebtal veya Heftal memleketi, daha genel ifadeyle
Turan ve Türkistan gibi isimlerle de anılmıştır.[1] Mâverâünnehir
bölgesi, genellikle beş bölüme ayrılmıştır. Birincisi, onun mer-
kez bölgesi olan Soğd’dur (Soğdiana). Buhara ve Semerkant’ı
içine alan bu bölge, ülkenin en büyük tarım ve ticaret merkez-
lerindendir. İ�kincisi, Soğd’un batısında bulunan eski Hî�ve bölü-
müdür ki, Amuderya ile Aral gölünün birleştiği delta bölgesini
teşkil etmektedir. Ü� çüncüsü, Sagâniyân ve Huttal topraklarını
kapsayan güney parçasıdır. Dördüncüsü Amuderya’nın yukarı-
sında yer alan Bedahşan ve Vâhân’dır. Beşincisi ise Fergana ve
Şaş bölgelerinden oluşan kuzey bölgesidir.[2]

Arapların, Ceyhun sınırlarına dayandıklarında Mâverâün-


nehir’in fethine yönelik girişimleri ilk Emevî� halifesi Muâviye b.
Ebî� Süfyân döneminden (41-60/661-680) itibaren başlamakta-
dır. Bu dönemde Göktürk Devleti’nin Mâverâünnehir’de egemen
olan Batı kanadı 658 yılında Çinliler tarafından ortadan kaldı-
rıldığından[3] şehir hükümdarlıkları ortaya çıkmıştı. Bu nedenle
söz konusu tarihlerde Arapların karşısında direnebilecek güçlü
ordular kalmamıştı.

[1] Yâkût el-Hamevî�, Mu’cemü’l-büldân, Beyrut 1979, V, 45. Ebü’l-Fidâ,


Takvîmu’l-büldân (tsh. M. Reinaud, M. Le Baron Mac Guckın de Slane),
Paris 1840, 483; Firdevsî�, Şehname (trc. Necati Lugal), İ�stanbul 1945-
1955, II, 46; Minorsky, “Tûrân”, İ�slâm Ansiklopedisi, (Milli Eğitim
Bakanlığı), İ�stanbul 1980, XII-2, 108 vd. 223
[2] Strange, Büldânu’l-hilâfeti’ş-şarkıyye (İ�ngilizceden trc. Beşir Francis,
Korkis Avvad), Beyrut 1985, 476 vd.; Parmaksızoğlu, “Mâverâünnehir”,
Türk Ansiklopedisi, Ankara 1980, XXIII, 333.
[3] Kafesoğlu, “Türkler”, İ�A, İ�stanbul 1988, XII-II, 171 vd.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Harita 4:
Mâverâünnehir
ve Horasan
Bölgesi
[https://goo.gl/
UzvzyF]

1. Akınlar Dönemi

53 (673) yılında Horasan valiliğine atanan Ubeydullah b. Ziyâd, aynı


yıl içinde 24.000 kişilik bir orduyla Mâverâünnehir seferine çıktı. Bu ta-
rihlerde Buhara’da hükümdar olarak, Çin kaynaklarında adı Şoliteng veya
Şoli olarak geçen[4] Şaovu ailesinden Bî�dun Hudât’ın hanımı Kabac Hâtun
bulunmaktaydı. Kabac Hâtun’un isteği üzerine yardıma gelen Türk or-
dusu, Ubeydullah’ın ordusu karşısında büyük bir yenilgiye uğradı.[5] İ�b-
nü’l-Esî�r, Ubeydullah’ın yaptığı bu savaşı, Horasan savaşları arasında kay-
dedilmesi gereken önemli çatışmalardan biri olarak nitelendirmektedir.[6]
Rivayete göre, Kabac Hâtun’un altın ve mücevherlerle kaplanmış çorap ve
ayakkabı çiftlerinden 200.000 dirhem değerini bulan birer tanesi Ubey-
dullah’ın askerlerinin eline geçti. Ayrıca Ubeydullah, pek çok üzeri işleme-
li silah, kaliteli kumaş ve elbise, altın ve gümüş para ile kapların yanında,
rivayetlerde sayıları 2.000 ile 4.000 arasında değişen esir ele geçirdi. İ�ki
taraf arasında varılan antlaşmaya göre; Hâtun, ona bir milyon dirhemin
yanında bir miktar da mal verdi. Aldığı ganimetlerin yanı sıra antlaşma
yoluyla temin ettiği para ve mallar karşılığında Ubeydullah, Buhara’yı terk
etti. Ubeydullah, savaş esnasında ele geçirdiği esir askerleri de beraberin-
de Basra’ya götürdü. Bu esirler sıradan askerler olmayıp son derece iyi

[4] Chavannes, Documents Sur Les Tou-Kıue (Turcs) Occıdentaux, Paris 1900, s. 136,
not.7.
224 [5] İ�bn Hayyât, Târîh (thk. Ekrem Ziya el-Ö� merî�), Riyad 1985, s. 222; Nüveyrî�,
Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb (thk. Muhammed Câbir Abdu’l-Â� l el-Hî�nî�), Kahire
1984, XX, 346; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, Kahire, ts. VIII, 72; Zehebî�, Târîhu’l-
İslâm, Kahire 1368, II, 264; III, 44.
[6] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut 1965, III, 499.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

ok-yay kullanmaktaydılar.[7] Belâzürî�, bu askerler hakkında farklı rivayet-


ler nakletmektedir. Kimi rivayetlerde onların Ubeydullah’ın vereceği ka-
rara rıza göstererek, kimisinde ise Ubeydullah’ın eman vermeyi ve maaş
bağlamayı kabul etmesi üzerine teslim olduklarının kaydedildiğini belirt-
mektedir.[8] Ubeydullah, bu askerlerin hepsine maaş bağlayıp Basra’da is-
kân etti. Daha sonra Haccâc, Vâsıt şehrini kurunca onların bir kısmını bu
şehre yerleştirdi.[9]
Muâviye, kısa bir süre sonra 56 (676) yılında Horasan valiliğini Ubey-
dullah’ın elinden alıp yerine Saî�d b. Osman’ı tayin etti. Saî�d b. Osman Ho-
rasan valisi olur olmaz Mâverâünnehir’e bir sefer düzenledi. Bunun üzeri-
ne Buhara yöneticisi Hâtun, Ubeydullah b. Ziyâd’ın ezici darbesini henüz
unutmadığı için, onunla yaptığı sulh antlaşmasına bağlı olduğunu bir elçi
vasıtasıyla Saî�d b. Osman’a bildirdi. Elçi ile birlikte antlaşmadaki vergi yü-
kümlülüğünün gereği olarak 300.000 dirhem gönderdi.
Saî�d, Semerkant’a sefer yapmak istediğini belirterek, Buhara’dan ge-
çecek ordusunu güvence altına almak için Hâtun’dan rehineler vermesini
şart koştu. Bunu kabul eden Hâtun, yirmi tanesi hanedan çocuklarından,
geri kalanı Buharalı dihkan ve üst düzey idarecilerden olmak üzere seksen
kişiyi rehine olarak Saî�d’e teslim etti. Ayrıca Hâtun’un, Saî�d’e Semerkant
üzerine yürürken kılavuzluk yapacak adamlar vermesi ve asker yardımın-
da bulunması, antlaşma şartları içinde bu maddelerin de yer aldığını gös-
termektedir.
Saî�d, rehine ve kılavuzlar yanında olduğu halde Semerkant’a geçti ve
burada üç gün boyunca savaştı. Bu savaşlarda birçok şehit verildi. Bunlar
arasında Hz. Muhammed’in (sas) amcası Abbâs’ın oğlu Kusem de yer al-
maktaydı.[10] Neticede Saî�d, 30.000 köle ve pek çok malı ganimet aldı. Ora-
dan Tirmiz’e geçip burada bir antlaşma imzaladı. Daha sonra Buhara’ya
dönüp şehirde birkaç gün kaldı. Buhara hükümdarı Hâtun bir elçi gön-
dererek rehinelerin iadesini talep ettiyse de Saî�d, buna razı olmayıp on-
ları Ceyhun nehrini geçince iade edeceğini söyledi. Ancak nehri geçince
de rehineleri iade etmedi. Daha sonra Merv, Nişâbur, Kûfe ve Medine

[7] Taberî�, Târîhu’r-rüsül ve’l-mülûk (thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Kahire, ts.,
V, 297 vd.; Belâzürî�, Fütûhu’l-büldân (trc. Mustafa Fayda), Ankara 1987, 596 vd.;
Narşahî�, Târîhu Buhârâ (thk. Emin Abdülmecid Bedevî�, Nasrullah Mübeşşir et-
Tırâzî�), Mısır, ts., s. 62; Hasan, “A Survey of the Expansion of Islam İ�nto Central Asia
During the Umayyad Caliphate”, Islamic Culture, XLIV, sy. 3, (July 1970), 167 vd.;
Balyaev, Arabs, Islams and the Arab Caliphate (Rusçadan trc. Adolphe Gourevitch),
Kudüs 1969, s. 177. 225
[8] Belâzürî�, s. 545.
[9] Yâkût, I, 354 vd.
[10] Kusem b. Abbas hakkında geniş bilgi için bkz. “Orta Asya’da Peygamber Ailesinden
Bir Sahabî� Kusem b. Abbas”, A.Ü� .İ�.F.D., XXXIX, (Ankara 1999), s. 565-579.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

şehirlerinde teslim edeceğine dair verdiği sözleri de her defasında bir ta-
rafa atıp yeni vaatlerde bulunarak rehineleri alıkoyup Medine’ye kadar
götürdü.[11]
Mâverâünnehir’e sefer düzenleyenlerden biri de, Yezî�d b. Muâviye ta-
rafından 61 (681) yılında Horasan ve Sicistan valiliğine tayin edilen Selm
b. Ziyâd’dır. Selm’den önceki Horasan valileri, Mâverâünnehir’e yazın se-
fer düzenliyor, kışın ise askerî� üsleri konumunda bulunan Merv-şâhicân’a
geri dönüyorlardı. Bu durumu fark eden Mâverâünnehir’in yerli hüküm-
darları, 61 (680) yılında aralarındaki çatışmalara son verip, Araplara kar-
şı hep birlikte savaşmaya karar verdiler.
Soğd Hükümdarı Tarhun 120.000 kişilik ordusuyla Harkan (veya
Harkan-rûd) nehrinin karşı yakasına karargâhını kurdu. İ�ki taraf arasında
çıkan çatışmada Tarhun öldürülürken ordusu da tamamen yenilgiye uğ-
radı. Canını kurtarıp kaçmaya çalışanlar da takip sonucu ortadan kaldırıl-
dılar. Rivayete göre, Selm’in ordusunun eline bol miktarda ganimet geçti.
Her bir süvariye bunlardan 2.400, piyadelere 1.200 dirhem düştü. Selm,
Horasan’ın hükümet merkezi Merv’de bir süre ikamet ettikten sonra muh-
temelen Bendun es-Soğdî�’nin başını çektiği bir isyanı bastırmak için tek-
rar Ceyhun nehrini geçip Mâverâünnehir topraklarına girdi. Burada çıkan
çatışmada Bendun öldürüldü.[12]
Muâviye b. Yezî�d’in 64 (683) yılında vefatıyla, birçok vilayette oldu-
ğu gibi Horasan’da da iç karışıklıklar ortaya çıkmıştı. Çünkü onun yerine
geçecek veliahdı olmadığı için Emevî�lerin Süfyânî� kolu, Muâviye b. Yezî�d
ile sona ermişti. Bu nedenle valiliğini onaylayacak bir halife bulunmadı-
ğından Vali Selm b. Ziyâd’ın otoritesi sarsılmış ve her kabile kendi başına
buyruk olmuştu. O da bu yüzden Horasan’ı terk etmişti. Kabileler İ�slâm
dünyasının büyük bölümünde hâkimiyeti ele geçirmiş bulunan Abdullah
b. Zübeyr’in hakimiyetini kabul etti. O da Abdullah b. Hâzim’i Horasan va-
liliğine tayin etti. Böylece Abdullah b. Hâzim, 65 (684) yılından itibaren,
Mekke’de halifeliğini ilan etmiş olan İ�bn Zübeyr’in resmen Horasan vali-
si oldu. Bunun sonucunda Horasan, Emevî� hâkimiyetinden çıkıp Zübey-
rî� hâkimiyetine girmiş bulundu. Abdülmelik b. Mervân 72 (691) yılında,
Abdullah b. Hâzim’e gönderdiği bir elçi ile kendisine biat etmesi halinde
Horasan valiliğinin yedi yıl süreyle emrinde olacağını bildirdi. Fakat Ab-
dullah b. Hâzim bunu kabul etmedi. Şahmî�ğd denilen yerde çıkan Arap-
lar arasındaki iç çatışma sırasında Abdullah b. Hâzim, Bahî�r tarafından
226
[11] Belâzürî�, s. 597; Taberî�, V, 304 vd.; İ�bn A’sem, el-Fütûh, Beyrut 1987, II, 313-316;
Narşahî�, s. 62 vd.; Yâkût, I, 355.
[12] Belâzürî�, s. 600 vd.; Taberî�, V, 471 vd.; Ya’kûbî�, Târîh, Beyrut, ts., II, 252; İ�bnü’l-Esî�r,
IV, 96 vd.; Narşahî�, s. 66 vd.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

öldürüldü (72/691). Abdullah’ın ölümüyle Horasan valiliği, tekrar Emevî�-


lerin eline geçmiş oldu. Bükeyr b. Vişâh, Abdülmelik b. Mervân’ın Horasan
valisi olarak göreve başladı. Ancak iç çatışmaları durduramayan Bükeyr b.
Vişâh’ın yerine 74 (693) yılında Abdülmelik b. Mervân, bu çekişme nede-
niyle Horasan valiliğine Ü� meyye b. Abdullah’ı atadı.[13]
Ü� meyye, 77 (696) yılında Buhara ve Tirmiz’e bir sefer düzenledi.
Fakat bu sırada görevinden alınan Vali Bükeyr, Ceyhun nehrinin sahiline
çekilmiş olan gemileri yaktı. Merv’e döndüğünde ise, Ü� meyye’nin oğlu
Ziyâd’ı yakalayıp hapse attı. Merv’in yerli Müslümanlarından haraç ve
cizyeyi kaldıracağını vaat ederek Ü� meyye’ye karşı onları tahrik etti. Olayı
haber alan Ü� meyye, az bir fidye karşılığında Buharalılarla antlaşma yap-
mak ve Tirmiz’deki isyanın üzerine gitmekten vazgeçmek zorunda kaldı.
Yakılan gemilerin yerine yenilerini temin ederek Merv’e geri döndü.[14]
Emevî�lerin iç problemleri Mâverâünnehir’de hâkimiyet kurmalarını
da zora sokmaktaydı. Nitekim 80 (699) yılında sekiz bin kişilik ordusuyla
Kiş üzerine yürüyen Mühelleb b. Ebî� Sufra, oğlu Yezî�d’i Huttal’a, diğer oğlu
Habî�b’i ise, -muhtemelen yerli halkın kendilerine karşı olan tepkisini ölç-
mek gayesiyle- Rabincan’a gönderdi. 4.000 kişilik ordusuyla Habî�b, Buha-
ra yöneticisi Buhâr-hudât’ın askerleriyle çatışmaya girdi. Çıkan çatışmada
Habî�b; Buharalıları yenilgiye uğratırken, köyü de ateşe verdi. O yüzden
çatışmanın yapıldığı yere el-Muhterika [yanan yer] adı verildi. Bu olaydan
sonra Habî�b, Kiş’te bulunan babası Mühelleb’in yanına döndü. Mühelleb,
Kiş’te iki yıl kadar ikamet etti.[15] Bu olay Mâverâünnehir’de siyasî� istikra-
rın bulunmadığını ve Emevî� Devleti’nin yeterince şehre hâkim olamadığı-
nı açıkça göstermektedir. Buhâr-hudât, Habî�b’in ordusunun ne yanında,
ne de karşısında yer alabilmiştir. Habî�b de Buhâr-hudât’a karşı açık bir
tepki gösterme cesaretini kendinde bulamamıştır.
681 yılında Moğolistan’da ikinci defa kurulan Göktürk Devleti’nin
(Kutluk Devleti) Hakanı Kapgan Kağan (691-716), Batı Göktürk toprak-
larını da kontrol altına almak için harekete geçmişti. Bu maksatla henüz
on altı yaşında olan Kültegin 702 yılında kardeşi Bilge ile birlikte altı Soğd
bölgesine yani Buhara, Fergana, Şaş, Semerkant, Kiş ve Huttal üzerine

[13] Belâzürî�, s. 602-606; Taberî�, VI, 176, 199. Nüveyrî�, XXI, 59, 132 vd.; Ziriklî�, el-A’lâm,
Kahire 1954-1959, IV, 215.
[14] Belâzürî�, s. 606; Taberî�, VI, 311-313; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 444 vd.; İ�bn Haldun, el-İber ve
dîvânu’l-mübtede’ ve’l-haber fî eyyâmi’l-arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men âsâruhum
min zevi’s-Sultâni’l-Ekber, Beyrut 1979, III, 45; Hasan, XLIV, S. 3, 172 vd.; Günaltay, 227
Müslümanlığın Çıktığı ve Yayıldığı Zamanlarda Orta Asyanın Umumi Vaziyeti, Ankara,
ts., s. 44.
[15] Taberî�, VI, 325 vd.; Ya’kûbî�, II, 276; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 453; Nüveyrî�, XXI, 201; İ�bn
Haldun, III, 46; Hasan, XLIV, sy. 3, 174; Günaltay, s. 45 vd.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

sefer düzenledi. İ�ki kardeş bu tudunlukları Kutluk Devleti’ne bağladılar.[16]


Ancak bu durum, Mâverâünnehir’de tam olarak Göktürk hâkimiyetinin
sağlandığı anlamına gelmemektedir.
Bu yıllarda Emevî� yönetimi tarafından ortadan kaldırılan Abdullah b.
Hâzim’in oğlu Mûsâ’nın, Mâverâünnehir’de etkinliğini kısmen de olsa sür-
dürdüğü kaynaklarda ifade edilmektedir. Nitekim onun 85 (704) yılında
yerli halk ve idareciler tarafından sevilen Hureys ve kardeşi Sâbit b. Kutbe
el-Huzâî�’yi yanına çekmeyi başardığı belirtilmektedir. Rivayetlere göre,
Horasan valisi Yezî�d b. Mühelleb, daha önce bu iki kardeşin tüm mallarına
el koymuş; anne tarafından kardeşleri olan Hâris b. Munkız’ı (Ma’kad) öl-
dürüp onları perişan bir duruma sokmuştu.
Sâbit’in ricasıyla Türk komutan Tarhun, yerli halkı Mûsâ’nın etrafın-
da birleşmeye çağırdı. Halbuki Mâverâünnehir topraklarına ilk geldiğin-
de Mûsâ’ya, Temî�moğulları ile aralarındaki sürtüşme nedeniyle yardımcı
olmaya yanaşmayan Mâverâünnehir halkı, bu sefer Tarhun’un çağrısıyla
onun etrafında toplandılar. Toharistan Yabgusu Nî�zek, Huttal Hükümdarı
Sebel’in yanı sıra Sağaniyan ve Buhara halklarının desteğiyle Mûsâ, Yezî�d
b. Mühelleb’in tahsildarlarının tümünü Mâverâünnehir’den kovmayı ba-
şardı. Fakat Mûsâ’yı çevresindeki yandaşları, Sâbit ve Hureys kardeşlerin
aleyhine kışkırtınca bu birlik bozuldu. Yandaşları, bu iki kardeşin Mûsâ’yı
devre dışı bırakıp kontrolü ellerine geçireceklerine inanıyorlardı.
85 (704) yılı içinde Mûsâ, Sâbit ve Hureys kardeşlerden kurtulmayı
düşünürken Türk, Eftalit ve Tübbetlilerden müteşekkil yaklaşık 10.000
kişilik bir ordu ile karşı karşıya kaldı. Tirmiz şehrinin kenar bölgelerin-
de çıkan çatışmada aldığı yara sonucu Hureys öldü. Savaş, Mûsâ’nın zafe-
riyle noktalandı. Yandaşları Mûsâ’ya Hureys’ten olduğu gibi Sâbit’ten de
kurtulmasını sürekli telkin etmekteydiler. Durumun farkına varan Sâbit
ile Mûsâ arasında savaş patlak verdi. Sâbit, Haşûrâ’dan Tarhun’a bir elçi
gönderip yardım istedi. Tarhun; Kiş, Nesef ve Buhara halklarından oluşan
ordusuyla Sâbit’in imdadına yetişti.
Sâbit’in 80.000’e ulaşan ordusu karşısında Mûsâ, Tirmiz’e çekilmek
zorunda kaldı. Sâbit, müttefikleri ile birlikte Mûsâ’yı kuşatma altına aldı.
Bu arada Mûsâ’nın ordusundan Yezî�d b. Hüzeyl, Sâbit’e suikast düzenle-
mek kastıyla ondan güvence isteyip teslim oldu. Ziyâd b. Kesî�r el-Huzâî�’nin
oğlunun cenazesinde Yezî�d, bir fırsatını bulup Sâbit’e Sağaniyan nehrinin
228
kenarında saldırdı. Aldığı yara sonucu Sâbit vefat etti. Bu olaydan sonra

[16] Tekin, Orhon Yazıtları, Ankara 1988, s. 17 vd., 46 vd.; Günaltay, s. 47; Atsız, “Kültegin”,
Türk Ansiklopedisi, Ankara 1980, XXII, 417; Kafesoğlu, s. 175.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

iki taraf arasında küçük çaplı çatışmalar olduysa da Tarhun’un kuşatmayı


kaldırmasıyla savaş sona erdi.
Sâbit ve Hureys konusundaki olumsuz tavrı yüzünden Mûsâ, bütün
Mâverâünnehir’e hükmetme şansını kaybetti. O, 85 (704) yılına kadar
yalnızca Tirmiz’de hâkimiyetini sürdürdü. Bu tarihte Soğd İ�hşidi ve Hut-
tal hükümdarının yardımıyla Tirmiz’i ele geçiren Osman b. Mes’ûd tara-
fından öldürüldü.[17] Böylece Zübeyrî�lerin son temsilcisi sayabileceğimiz
Mûsâ da, yakaladığı tarihî� fırsatı kaçırmış oldu. Mâverâünnehir’deki siyasî�
durum ise belirsizliğini korumaya devam etti.

2. Fetih ve Hâkimiyet Dönemi


86 (705) yılında Horasan valisi olarak atanan Kuteybe b. Müslim,
Arap kabilelerini uzlaştırarak, kabilecilik düşüncesinin bir kenara atılıp,
kalıcı fetih gayretlerinin ön plana çıkmasını sağladı. Ayrıca Mâverâünne-
hir şehirlerini fethi esnasında Kuteybe’nin önünde durabilecek ciddi bir
kuvvet de yoktu. Zira bu dönemde Göktürk Devleti’nin çöküşünden son-
ra Türk birliğini sağlamaya çalışan Kutluklar, Türk boylarıyla ve özellik-
le de bunlardan Türgişlerle hâkimiyet mücadelesi içinde bulunuyordu.
699-711 yılları arasında süren Kutluk-Türgiş mücadelesi, her iki tarafta
da Mâverâünnehir’e giren Arap ordusuna karşı askerî� sefer düzenleye-
cek imkân bırakmamıştı. Yukarıda da geçtiği gibi, 702 yılında Kültegin
ve ağabeyi Bilge komutasındaki Kutluk ordusu, Mâverâünnehir’i devlet-
lerinin sınırları içine katmışlarsa da bu durum uzun sürmemiştir. Çünkü
Mâverâünnehir’e asker gönderdikleri takdirde, gerek Kutluklar, gerekse
Türgişlerin her biri diğerinin baskınına uğrama endişesini taşıyordu. Mâ-
verâünnehir şehirleri Kutluk ve Türgişler gibi büyük Türk kuvvetlerinden
destek alamadıkları gibi uzak komşuları Çin’den de bir yardım beklemi-
yorlardı. Çünkü bu dönemde Çin sarayında büyük entrikalar döndüğün-
den bu ülke, komşularındaki siyasî� gelişmeleri takip edebilecek durumda
değildi. Çin İ�mparatoru Kao’tsong’un (650-683) devlet işlerine el atmış
olan eşi İ�mparatoriçe Vu-Heu, kocasına istediğini yaptırabilmekteydi.
Kocasının ölümünden sonra ise, İ�mparatoriçe 684-705 yılları arasında
devletin yönetimini tamamen eline geçirdi ve bu zaman zarfında dış po-
litikayı bir kenara itip kanlı entrikalarla meşgul oldu.[18] Bu kadın daha
önce İ�mparator Kao’tsong’un babası Tai-Tsong ile evlenmiş; 649’da Tai-
Tsong’un ölümü üzerine onun oğlu ile nikâhlanmıştı. İ�mparatoriçe, üvey
oğlu ile evlenmesine karşı çıkan bütün devlet adamlarını ve komutanları
229
[17] Belâzürî�, s. 607-610; Taberî�, VI, 398 vd., 403-411; İ�bn Kesî�r, IX, 61 vd.; İ�bn Haldun,
III, 55 vd.; Nüveyrî�, XXI, 265-275; Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan (haz.
Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990, s. 200; Günaltay, s. 48 vd.
[18] Chavannes, s. 288.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

230 Harita 5: Kuteybe b. Müslim ve Muhammed b. Kâsım’ın fetih güzergahları


[H.Mu’nis, Atlasü’t-Tarihi’l-İslâm, s. 118]
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

başında bulundukları görevin hassasiyetine aldırış etmeksizin öldürmüş-


tü. Bununla da yetinmeyip kocasının eski eşinden olan veliahdı da öldür-
terek daha küçük yaşta bulunan oğlu Çang-Tsong’un adına tahta geçmişti.
Tabiatıyla bütün bu gelişmeler Çin’i zayıf düşürmüştü.[19]
Mâverâünnehir’deki siyasî� ortam Çin’dekinden farklı olmayıp istik-
rar bozulmuş vaziyetteydi. Kuteybe’ye düşen işin, sadece Mâverâünne-
hir’i Emevî� Devleti’nin bir parçası haline getirmekten ibaret olduğu an-
laşılmaktadır. Nitekim bu durumun farkında olan Kuteybe, önce 87-88’de
(706-707) Eftalit Prenslerinden Bâdgiz Tudunu Nî�zek Tarhan ile anlaşma
yaparak Aşağı Toharistan’ın güvenliğini sağladı. Ardından Müslüman olup
Abdullah adını alan Nî�zek ile birlikte Ceyhun nehrini karşıya geçerek Bey-
kend önlerine geldi.
Rivayete göre Beykendlilerin isteği üzerine yardıma gelen yaklaşık
87.000 kişilik Soğd ordusunu Kuteybe, Beykend’de yenilgiye uğrattı. İ�ki
taraf arasında yapılan antlaşma çerçevesinde Verka b. Nasr el-Bâhilî�’yi
Beykend’e vali tayin etti. Ancak Beykendliler, Kuteybe’nin şehirden çık-
masının ardından antlaşmayı bozdular. Vali atanan Verka b. Nasr’ı kalan
küçük birliğiyle birlikte ortadan kaldırdılar. Bunun üzerine ordusuyla
Beykend’e dönen Kuteybe, rivayete göre bir ay boyunca şehri kuşattı; sur-
larını yıkarak silah zoruyla hâkimiyeti sağladı. Kuteybe, Beykend’in fethi
sırasında sayısız altın ve gümüş kaplar ile altından yapılmış büyük bir put
ele geçirdi. Ganimetlerin muhafaza ve taksiminden sorumlu olan Abdullah
b. Ve’lân ile İ�yas b. Beyhes el-Bâhilî� putu eritip Kuteybe’ye teslim ettiler.
Bu eriyikten yüz elli bin miskal (yaklaşık 650 kg) saf altın ve 40.000 dir-
hem (yaklaşık 120 kg) ise başka maden karışımı çıktı. Kuteybe bu karışımı
Abdullah ile İ�yas’a verdi. Ayrıca yerli halkın iki kuşun gagalarında getirip
ateşgedeye bıraktıklarına inandığı güvercin yumurtası büyüklüğünde iki
tane lülü [inci] de, elde edilen önemli ganimetler arasında sayılmaktadır.
Kuteybe, Haccâc’ı memnun etmek için bu taşları ona gönderdi.
Rivayete göre, Müslümanlar Beykend’deki kadar Horasan’ın hiçbir
yerinde ganimet elde etmemiştir. Tabiatıyla bu ganimet, Müslümanların
gücünü bir kat daha artırmıştır. Müslümanlar, ele geçirdikleri malların
önemli miktarını silah almaya tahsis ettikleri için, zırh ve mızrak gibi sa-
vaş araç-gereç fiyatları birden aşırı derecede yükselmiştir. Kuteybe, ordu-
sunun gücünü artırmak için Beykend’in askerî� depolarında mevcut olan
silah ve sefer malzemelerini de askerlerine dağıtmıştır.
Beykend’in fethi sırasında ticaret gayesiyle Çin ve diğer ülkelere gi- 231
den kimseler, şehre döndüklerinde esir düşmüş olan yakınlarını yüksek

[19] Günaltay, s. 52 vd.


İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

meblağda fidyeler vererek kurtardılar. Rivayet edildiğine göre, Abdullah b.


Süleyman el-Ganevî�, yakınlarının iadesi karşılığında bir Türk’ten 10.000
dirhem aldı. Beykendliler yapmış oldukları antlaşmanın gereği olarak her
yıl vergi vermeyi kabul ederken, Kuteybe’nin izniyle şehirlerini yeniden
imar ettiler.[20]

88 (707) yılında Kuteybe b. Müslim ikinci kez Buhara üzerine se-


fere çıktı. O, Beykend seferinde kullandığı yolu takip ederek Numuşkes
ve Râmî�sene, Hunbûn, Târâb ve Verdâne’yi ele geçirdi. Ancak bu sıra-
da bölgede sayıları 200.000’e ulaştığı rivayet edilen Çin-Türk müttefik
ordusuyla karşı karşıya geldi. Çıkan çatışmada müttefik ordusunu geri
çekilmek zorunda bıraktı. Casusları aracılığıyla onların arasındaki ittifa-
kı bozdu. Müttefiklerin arasında bulunan Soğd Hükümdarı Tarhun, Ku-
teybe’ye 1.000 dirhem değerinde bir hediye gönderip, onunla sulh ant-
laşması yaptı. Müslümanlara yardım için takviye kuvvetler gönderildiği
yönünde müttefik ordusu içinde haberler yaydı. Bunun üzerine morali
bozulan müttefik ordusu yeni bir çatışmaya girmekten vazgeçti.[21]

Kuteybe b. Müslim, 90 (709) yılında yaptığı seferin sonucunda Mâ-


verâünnehir’in tek hâkimi olmak için mücadele veren Türgişlerin komuta-
sında birleşen yerel kuvvetlerle yaptığı dört ay kadar süren çok kanlı müca-
deleyi kazandı. Buhara’nın bütünüyle ele geçtiği bu mücadelenin ardından
iki taraf arasında yapılan antlaşmaya göre Buharalılar, Halife için 200.000,
Horasan valisi için ise 10.000 dirhem yıllık verginin yanında; evlerinin, bağ
ve bahçelerinin yarısını Araplara vereceklerdi. Buharalılar, onların odun ve
hayvanlarının yiyecek ihtiyacını da karşılayacaklardı. Bu şartlar şehir mer-
kezi için olduğu gibi Buhara’nın ilçe ve köyleri için de geçerli olacaktı.[22]

93 (712) yılında Kuteybe, Hârezmşah’ı küçük kardeşi Hurrezâd ve


isyancı dihkanlara karşı korumak için Harezm üzerine yürüdü. Ardın-
dan Semerkant’a karşı yapılan seferde Buharalılar ve Harezmliler Ku-
teybe’nin ordusu içinde yer aldılar.[23] Bu yolla Kuteybe, beraberinde
bulundurarak hem onların memleketlerinde isyan etmelerini ortadan
kaldırmaktaydı, hem de Semerkant seferini daha kalabalık bir orduyla

[20] Belâzürî�, s. 611; Ya’kûbî�, II, 286; İ�bn Hayyât, s. 300; İ�bn A’sem, IV, 162 vd.; Narşahî�, s. 69
vd. Taberî�, VI, 428 vd.; 431 vd.; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 528; İ�bn Kesî�r, IX, 80. Günaltay, s. 56 vd.
[21] Krş. Belâzürî�, s. 612; İ�bn Hayyât, s. 301; Taberî�, VI, 436 vd.; İ�bn A’sem, IV,164 vd.;
İ�bnü’l-Esî�r, IV, 533; Nüveyrî�, XXI, 285 vd.; Zehebî�, III, 237; Narşahî�, s. 71 vd.; Frye,
The Golden Of Persia, London 1988, s. 80.
232 [22] Taberî�, VI, 442 vd.; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 542 vd.; İ�bn Hayyât, s. 303; Dî�neverî�, el-Ahbâ-
ru’t-tıvâl (thk. Abdülmün’im Â� mir), Kahire 1960, s. 327; Makdisî�, Ahsenu’t-tekâsim fî
ma’rifeti’l-ekâlim, Leiden 1906, VI, 38; İ�bnü’l-İ�mâd, Şezerâtü’z-zeheb fî� ahbâri men
zeheb, Kahire 1350, I, 98; Narşahî�, s. 80.
[23] Taberî�, VI, 469 vd., 474.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

gerçekleştirmekteydi. Aynı şekilde 94-96 (713-714) yıllarında gerçek-


leştirdiği seferlerinde de Kuteybe’ye Buhara, Kiş, Nesef ve Harezm halkı
yirmi bin kişilik askerî� destek sağladı. Kuzeyde Kuteybe’nin ordusu Şaş’a
kadar ulaşırken, güneydoğuda Kaşgar’a kadar ilerledi.[24]

Kuteybe, yerli halkın İ�slâm dinini öğrenmesi için de bir takım girişim-
lerde bulundu. İ�badethane özelliğinin yanı sıra bir tebliğ ve kültür mer-
kezi niteliği de taşıyan camileri yaptırdı. Yerli halktan İ�slâm’ı öğrenmek
isteyenler bu yerlere gelmekteydi. O, Cuma namazlarına gelen yerli halka
para bile dağıttı.[25] Bu yolla onları İ�slâm dinini öğrenmeye teşvik etti. Ge-
rek fizikî�, gerekse psiko-sosyal çevre bakımından İ�slâm’ı kabule hazır hale
getirmeye çalıştı.

Emevî� Devleti’nde halife değişikliğinin etkisiyle yalnızlaşan Kuteybe b.


Müslim, 96 (715) yılında kendi askerleri tarafından öldürüldükten sonra
Mâverâünnehir’deki Arap hâkimiyeti sıkıntılı bir sürece girdi. Seyhun hav-
zasındaki vilayetler Emevî� hâkimiyetinden çıktı. Arap kabileleri arasında
Kuteybe döneminde sağlanmış olan birlik yeniden bozuldu. Temî�moğulla-
rının reisi Vekî� b. Ebî� Sûd’un kısa süren valiliğinin ardından Ezd kabilesin-
den Yezî�d b. Mühelleb Horasan valiliğine atandı. Yezî�d’in yerine vekâleten
gönderdiği oğlu Muhalled, Vekî� b. Ebî� Sûd’un memurlarını tutukladı. Yezî�d
de Horasan’a geldiğinde, Kuteybe b. Müslim’in Bâhile kabilesinden olan me-
murlarını hapsedip, onlara işkence yaptı ve mallarına el koydu.[26]

Aynı tarihlerde Mâverâünnehir’de Çinlileri yenerek Türk illerinde


hâkimiyeti sağlayan Kutluk Devleti, Mâverâünnehir’de Araplara karşı mü-
cadelenin önderliğini yürütmeye başlamış bulunan Türgişlerle yeniden
hâkimiyet çatışması içine girdiler. Orhun Abideleri’nde 711 yılının yaz
mevsiminde Türgişler ile Kutlukların bir meydan savaşına tutuştukların-
dan ve Türgişlerin yenilgiye uğradığından söz edilmektedir.[27] Fakat Tür-
giş-Kutluk mücadelesi bununla bitmeyip devam etmiştir. Kutluk Devle-
ti’nin esas kütlesini teşkil eden Oğuzların 714 yılı sonbaharında başlayan
isyanları sosyal yapıda büyük yaralar açarken, Karluklar ile Türgişlerin
yanı sıra Mâverâünnehir halkının da hakanlıktan kopmasına neden oldu.
Bu durum, Kutluk ordusunun Mâverâünnehir’de hâkimiyet kurma hayal-
lerini bütünüyle sona erdirdi.[28]

[24] Ya’kûbî�, II, 346; Taberî�, VI, 483 vd., 492-494, 500.
[25] Bk. Narşahi, s. 32, 73 vd., 80 vd.
[26] İ�bn A’sem, IV, 208, 210. 233
[27] Tekin, s. 19; Klyaştornıy, “Orta Asya Milletlerinin Araplar’a Karşı Mücadelelerine
Dair (Orhun Yazıtlarına Göre)” (trc. İ�smail Kaynak), Belleten, XXVI, sy. 104, (Ekim
1962), s. 764; Kafesoğlu, s. 176.
[28] Kafesoğlu, s. 177.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

99 (717) yılında Ö� mer b. Abdülaziz halife olunca yerli halkla fatih Müs-
lümanları kaynaştırmaya çalıştı. Artık bir gelenek halini alan Mâverâünne-
hir seferlerini sona erdirdi. Mevâlî� adı verilen yerli Müslümanları Arap Müs-
lümanlarla aynı statüye kavuşturdu. Savaşlara katılan mevâlî�ye ganimetten
pay verilmesini, hiçbirinden cizye ve haraç vergisi alınmamasını emretti.
Onlara maaş bağlayıp hanlar yaptırdı. Bu durum İ�slâm’ı din olarak kabul
edenlerin sayısının her geçen gün artmasına yol açtı. Gelirlerin azalacağı
endişesiyle bu artıştan rahatsız olan Horasan valisi Cerrâh b. Abdullah, on-
ların samimiyeti konusunda şüphesi bulunduğunu ve sünnet olmalarının
şart koşulması yönündeki isteğini Halife’ye bildirdi. Halife, Cerrâh’ın bu
hareketine kızıp “Allah, Hz. Muhammed’i (sas) sünnetçi değil, davetçi ola-
rak gönderdi.” diyerek ona tepkisini gösterdi.[29] Bu yolla Ö� mer b. Abdüla-
ziz yerli halkın kafasında dinde kardeşlik üzerine kurulan eşitlik ve adalet
kavramlarının ilk tohumlarını ekmiş oldu. Cerrâh, yine Halife’ye gönderdiği
mektuplardan birinde, bölge halkının fitne ve fesada düşkün olduğunu, bu
yüzden haklarından ancak kılıç ve kırbacın geleceğini belirtti. Bu ifadelere
son derece sinirlenen Halife, “Fitne ve fesat çıkarmaya onlardan daha yat-
kınsın.” diyerek Cerrâh’ı azarladı. Bir süre sonra da Halife, Cerrâh’ı valilikten
alıp yerine Abdurrahman b. Nuaym’ı görevlendirdi. Harac işine ise, yaptığı
görüş alışverişleri sonucunda bu konuda adaletli davranacağı kanaatine
vardığı Abdurrahman b. Abdullah’ı tayin etti.[30]

Ö� mer b. Abdülaziz’in mevâlî� politikasını uygulamak istemeyip Buha-


ralılara karşı kılıç ve kırbaç kullanmayı tercih eden Cerrâh b. Abdullah’ın
valiliği sırasında, Buhâr-hudât Tuğşâde, Semerkant Hükümdarı Gûrek ve
Kûmed Hükümdarı Narayana Araplardan kurtulmak için Çin’den yardım
isteme konusunda anlaştı. Ticarî� bir antlaşma yapmak niyetinde olduğu
görüntüsü vererek, askerî� destek sağlamak için 719 yılının ilkbaharında
Çin’e birer heyet gönderdiler. Fakat Çin İ�mparatoru, bu hükümdarların is-
teklerini dikkate almayıp Araplara karşı herhangi bir faaliyette bulunmadı.
Çünkü Çinlilerin batıya doğru yayılmasını daha önce Doğu Göktürk Devleti
engellemişti. Çin İ�mparatoru şimdi de Türgişlerin benzer bir tavır sergile-
mesine fırsat vermek istemedi. Zira önünde ciddi bir ordu kalmayan Tür-
gişler, Mâverâünnehir’i topraklarına katmak düşüncesindeydi. Türgişler
yapılacak herhangi bir askeri yardım sonucunda Çin’in batıya yayılmasını
önleyebilecek güce erişebilirlerdi. Bu nedenle Çin İ�mparatoru mevcut şart-
lar içerisinde bu konuya müdahale etmemeyi tercih etti. Mâverâünnehir hü-
kümdarlarına Çin İ�mparatoru’nun yardım etmeyişinden Türgişler memnun
234
[29] Belâzürî�, s. 622. İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut, ts., V, 386; Taberî�, VI, 558 vd.;
Kitapçı, Türkistan ‘da İslâmiyet ve Türkler, Konya 1988, s. 207.
[30] Taberî�, VI, 558-562; İ�bnü’l-Esî�r, V, 50 vd.; Kutlu, Türkler’in İslâmlaşma Sürecinde
Mürcie ve Tesirleri, Ankara 2002, s. 174 vd.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

kaldı. Çünkü Çin İ�mparatoru’nun bu tutumu onların Mâverâünnehir’i kendi


topraklarına katma isteklerine fırsat verdi. Yukarıda geçtiği gibi Buhâr-hu-
dât Tuğşâde de, Çin İ�mparatoru’ndan, Araplara karşı kendilerine yardım
etmesi için Türgişlere emir vermesi dileğinde bulunmuştu.[31]

3. Karışıklık ve İsyanlar Dönemi


Halife Hişâm b. Abdülmelik döneminden (105-125/724-743) itiba-
ren, kabilelerin arasının bulunması ve dikkatlerinin fetih üzerine yoğun-
laştırılması ihmal edilmiştir. Neticede Araplar arasında kabile mücadele-
leri tekrar gündeme gelmiştir. Bu durum Arapların gücünün zayıflamasına
neden olmuştur. Böylece, Mâverâünnehir’de kargaşa ve isyanlar dönemi
adını verebileceğimiz yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde, Türk dün-
yasını tekrar toparlayıp bölgeden Arapları atmayı kendisine hedef seçmiş
bulunan Türgişlerin umutları güç kazanmaya, bölge halkının gözünde ise
onlar bir kurtarıcı gibi görülmeye başlamıştır.
Yine söz konusu dönemde Emevî�ler tarafından İ�slâm’ın kardeşlik il-
kesi bir yana bırakılmış ve Mâverâünnehir halkı bir gelir kaynağı olarak
görülüp, onların İ�slâm dinini kabul etmiş olmaları hiç dikkate alınmamış-
tır. Arapların bu tutumu, yerli halkın Türgişlerin safında yer almasına ne-
den olmuştur. Yerli halkın desteğini yitiren Araplar, Türgişler karşısında
Mâverâünnehir’i kaybetme tehlikesiyle yüz yüze gelmişlerdir. Bu siyasî�
istikrarsızlık, sürekli vali değişikliğine ve tayin edilen valilerin olaylar
karşısında aciz kaldıkları için hırslarını maiyyetlerinden çıkartmaya kal-
kışmalarına neden olmuştur.[32]
109 (727) yılında Horasan valisi olan Eşres b. Abdullah, olayların se-
bebini fark edip İ�slâm’ın kardeşlik ilkesini yeniden ön plana çıkarmaya
çalışmış, fakat yerli halkın bir gelir kaynağı gibi görülmesi anlayışı ağır
bastığı için bu konuda başarı sağlayamamıştır. Yerli dihkanlar ve Arap yö-
neticiler gibi bir takım kimseler, bu başarısızlığa sebep olanların başında
gelmektedir. Bir takım dindar Müslümanlar, yerli Müslümanların hakkını
savunmak için onlarla işbirliği yapmıştır. Yerli Müslümanları savunan din-
dar Arap Müslümanlar, zamanla Emevî� karşıtı Abbâsî� propagandacıları ile
işbirliğine gitmişlerdir.[33] Bu durumun siyasî� sonuçlarının yanı sıra dinî�
yönden de yerli halkın İ�slâmlaşmasında önemli rol oynadığı anlaşılmakta-
dır. Çünkü bu Müslümanların, Emevî� yönetiminin yaptıklarını İ�slâm dininin

[31] Chavannes, s. 203 vd, 292; Kafesoğlu, s. 185. Hasan, “A Survey of The Expansion of
Islam into Central Asia During The Umayyad Caliphate III”, Islamic Culture, XLVII, sy. 235
1, (January 1973), s. 12.
[32] Bk. Taberî�, VII, 7-10, 15, 18, 21-28, 32 vd.; İ�bn A’sem, IV, 306.
[33] Bk. Belâzürî�, s. 625; Ya’kûbî�, II, 319; Taberî�, VII, 54 vd.; İ�bn Haldun, III, 87; Narşahî�,
s. 87; Nüveyrî�, XXI, 408.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

tasvip etmediğini, Kur’ân’ın bütün inananları kardeş ilan ettiğini ve onların


arasında hiçbir ayırım yapılamayacağını halka anlattığı görülmektedir. Sü-
leyman b. Kesî�r el-Huzaî�, el-Alâ b. Hureys, Malik b. Heysem, Mûsâ b. Ka’b,
Hâlid b. Heysem vs. bunlardandır.[34] Dolayısıyla Mâverâünnehirli halkın
tepkisi İ�slâm dinine karşı olmaktan ziyade yönetime karşı gelişmiştir. Söz
konusu birliktelik diğer yandan Mâverâünnehir’de Emevî� valilerini siyasî�
yönden büyük bir sıkıntıya sürüklemiştir. [35]
120’de (738) Horasan valiliğine atanan Nasr b. Seyyâr,[36] durumun
vahametini kavrayıp gerek Türgiş sorununun halledilebilmesinin, gerekse
Emevî� karşıtı muhalif grupların etkisizleştirilmesinin yolunun Müslüman
olan yerli halkın gönlünün kazanılmasıyla mümkün olabileceği kanaatine
vardı. Nasr, Merv’de halka yaptığı bir konuşmada bu husustaki kararlılığını
şöyle ortaya koydu: “Behramsî�s Mecûsî�lerden, İ�şbidâd b. Cureycûr Hıristi-
yanlardan, Yahudilerin lideri ise kendi dindaşlarından vergiyi kaldırıp Müs-
lümanlara yüklemektedir. Ben de bundan sonra Müslümanları vergiden
muaf tutuyorum.” O, bu müjdesinin ardından gerekli düzenlemeleri yap-
ması ve adaletle davranması için Mansûr b. Ö� mer’i görevlendirdi. Kendi-
lerinden haraç ve cizye vergisi alınan Müslümanların Mansûr’a başvurma-
sını istedi. Rivayete göre böylece bir hafta içinde 30.000 kadar Müslüman,
cizye ve haraçtan kurtuldu. Bu arada cizye ve haraç vermediği tespit edilen
80.000 kadar gayrimüslim ise mükellef yapıldı. Ayrıca yerli halkla evlilik yo-
luyla akrabalık bağlarını güçlendirmeye çalıştı.[37]
Nasr, bu düzenlemelerden kısa bir müddet sonra, 121’de (739) Türgiş-
lerin kontrolünde olan Şaş’a sefer yaptı. Ordusuna yerli halktan da önemli
miktarda asker aldı. Türgiş ordusunu Şaş nehri yakınlarında iki taraf ara-
sında çıkan savaşta bozguna uğrattı. Hakanları Kur-sul’u ortadan kaldırdı.
Kur-sul’un, Nasr b. Seyyâr tarafından öldürülmesiyle Türgişler dağılma sü-
recine girmiş oldu. Artık bundan sonra bir daha kendilerini toparlayamayan
Türgişler, 766’da tamamen çöktü. Lehine sonuçlanan bu savaşın ardından
Nasr, Fergana üzerine yürüyüp 30.000 esir aldı. Irak ve Horasan genel va-
lisi Yusuf b. Ö� mer’in emriyle Şaş’a yürüyüp Hâris b. Süreyc ile karşı karşıya
geldi. Ancak Hâris, önemli adamlarından biri olan el-Ahram’ın öldürülmesi
dolayısıyla çarpışmaktan vazgeçip savaş alanından uzaklaştı. Nasr, Hâris b.
Süreyc’i Şaş’tan çıkarması karşılığında Şaş hükümdarı ile antlaşma yaptı.
Hâris bu nedenle Fârab’a gitmek zorunda kaldı. Nasr, Hâris’i takip etmeyip
Merv’e dönmek üzere yola çıktı.[38]

[34] Ya’kûbî�, II, 319; Taberî�, VII, 353, 363.


236 [35] Bk. Dî�neverî�, 334-337; İ�bnü’l-Esî�r, V, 189.
[36] Taberî�, VII, 154.
[37] İ�bnü’l-Esî�r, V, 236; Narşahî�, s. 89.
[38] Taberî�, VII, 173-177; İ�bnü’l-Esî�r, V, 236 vd.; Nüveyrî�, XXI, 428 vd.; İ�bn Kesî�r, IX, 368;
İ�bn Haldun, III, 97; Kafesoğlu, s. 186 vd.; Kitapçı, s. 252-256, 270-273.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

Nasr b. Seyyâr, İ�slâm’ın kardeşlik ilkesini tekrar uygulamaya çalışmışsa


da bu konuda istenilen neticeyi alamamıştır. Adaletsizlikler ve kabilecilik
zihniyeti onun önünde aşılmaz engeller oluşturmuştur. Hilafet merkezin-
den yardım alamadığı ve Horasanlıların desteğini kaybettiği için Abbâsî� ih-
tilaline doğru giden süreçte her geçen gün daha güçlü hale gelen Müslüman
muhalefetin karşısında çaresiz duruma düştü. Muhalefet ordusunun komu-
tanı Ebû Müslim ile girdiği çatışmalarda yenilgiye uğrayan Nasr b. Seyyâr,
130 (748) yılında hükümet merkezi olan Merv’i terk etti. 12 Rebiülevvel
131 (10 Kasım 748) tarihinde ise Hemedân yakınında bulunan Sâve’de ve-
fat etti. Nasr b. Seyyâr’ın ölümüyle artık Ebû Müslim’in önünde durabilecek
ciddi bir kuvvet kalmadı. Böylece Horasan ve Mâverâünnehir bölgesi Ebû
Müslim’in hâkimiyeti altına girdi. Abbâsî�lerin ihtilal girişimi sadece bu böl-
geyle sınırlı kalmayıp, dalga dalga bütün ülkeyi sardı. Horasan’da elde edi-
len başarılar diğer yerlerde de kazanıldı ve 132 (750) yılında Emevî� Devleti
yıkılıp yerine Abbâsî� devleti kuruldu.[39]

4. İktidar ve İslâmlaşma Dönemi


Abbâsî�lerin iktidara gelişinde Mâverâünnehirlilerin büyük payı olmuş-
tur. Fakat onların gelişi burada huzur ve istikrarın sağlanması için yeterli
olamamıştır. Yeni dönemde de iç karışıklıklar devam etmiştir. Bu sefer de
Mâverâünnehir, devletin birçok yerinde cereyan eden Hz. Ali ve Abbas’ın so-
yundan gelenlerin taraftarlarının iktidar mücadelesinin içine sürüklenmiş-
tir. Hatta burada, Şerî�k b. Şeyh isyanı[40] gibi bazı isyanlar vuku bulmuştur.
Abbâsî� ihtilalinin ardından ortaya çıkan yeni muhaliflerin de Mâverâünne-
hir’de etkinlik gösterebilmesi, burada yeni hilafet yönetiminden de Mâ-
verâünnehirlilerin yeterince memnun kalmadığını göstermektedir. Nitekim
134 (752) yılında Mâverâünnehir valiliğine tayin edilen Ziyâd b. Salih’in,[41]
Ebû Müslim’e isyan edişinde[42] ve Mübeyyiza hareketinde;[43] 191 (807)
yılında ortaya çıkan Rafî� b. Leys isyanında[44] Mâverâünnehir’in önemli rol
oynayışı, bu kırgınlığın diğer delilleridir. Bu kırgınlığın büyük ölçüde valile-
rin, Emevî�ler döneminden kendilerine miras kalan yerli halkı gelir kaynağı
gibi görme alışkanlığının kısmen de olsa devam etmesinden kaynaklandı-
ğı kanaatindeyiz. 198 (814) yılında Emin’in halifelikten hal’ edilip yerine
Me’mûn’un geçirilmesinde[45] büyük payları olan Mâverâünnehir halkının

[39] Bk.Taberî�, VII, 377; 403 vd.; İ�bn A’sem, IV, 339, 352 vd.
[40] Narşahî�, s. 91 vd.
[41] Krş. Taberî�, VII, 464; İ�bn Tayfur, Kitâbü Bağdad, Kahire 1949, VI, 75; İ�bnü’l-Esî�r, V,
453; �bn Haldun, III, 179. 237
[42] Taberî�, VII, 466; İ�bnü’l-Esî�r, V, 455 vd.; Nüveyrî�, XXII, 64.
[43] Narşahî�, s. 24; İ�bn Haldun, III, 207.
[44] Ya’kûbî�, II, 435 vd.; İ�bnü’l-Esî�r, VI, 195.
[45] Bk. Taberî�, VIII, 472-527.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bu tarihten itibaren birinci sınıf vatandaş olarak görülmeye başlamasıyla


burada siyasî� istikrarın sağlanması bu kanaatimizi teyit etmektedir.

Mâverâünnehir’de dinî� gelişmelerin de siyasî� gelişmelere paralel bir


seyir izlediği görülmektedir. VIII. asrın ortalarına doğru bölgenin İ�slâmlaş-
ma sürecinde rol oynayan din âlimlerinin isimleri kaynaklarımızda yavaş
yavaş artmaya başlamıştır. Bu demektir ki, söz konusu tarihlerde İ�slâm dini
bölgede ağırlığını hissettirme yoluna girmiştir. Muhammed b. Fazl b. Atıy-
ye (180/796)[46] ve İ�sa b. Mûsâ Guncar (186/802)[47] bu kişiler arasındadır.
Horasan’daki son Emevî� valisi Nasr b. Seyyâr döneminden itibaren ırkçı po-
litika terk edilmeye başlanmış ve Müslümanlar arasında eşitlik ve adalet
ilkeleri hâkim kılınmıştır.

Abbâsî�lerin iktidara gelişinden sonra ise, Mâverâünnehir bir İ�slâm


merkezi olma yoluna girdi. İ�lk dinî� bilgilerin verildiği yerler olan küttap-
lar, evler ve mescitler halkın İ�slâm’ı öğrendiği merkezler haline geldi. İ�slâmî�
ilimlerde kendini yetiştirmek isteyenler küttaptan sonra ev ve mescitlerde
İ�slâm âlimleri tarafından verilen derslere katıldı. Bunun ardından ise istekli
olanlar Mekke, Medine, Bağdat, Kûfe ve Basra gibi diğer ilim merkezlerine
giderek bilgilerini artırdı. Bu sayede Mâverâünnehir’de İ�slâm dünyasında
çok değerli âlimler yetişti. Bu dönemden itibaren kaynaklarda adı geçen
Müslüman âlim sayısı hızla artmıştır.[48] Ö� yle ki, Mâverâünnehir şehirleri İ�s-
lâmi ilimler alanında Bağdat, Basra, Kûfe ve Medine gibi şöhrete kavuşmuş-
tur. İ�mam Buhârî� (256/870), ed-Dârimî� (255/869), Müslim (261/875) ve
Tirmizî� (279/892) gibi büyük muhaddisler bu bölgeden çıkmıştır. Ebû Hafs
el-Kebî�r (217/832)[49] ve Muhammed b. Selâm (225/839)[50] gibi fakihler
buradan yetişmiştir.

İ�slâm dini, artık Mâverâünnehir’in tartışmasız en temel değeri haline


geldi. Hatta Mâverâünnehir şehirlerinin fazileti üzerine hadisler bile nak-
ledilmeye başlandı.[51] Bunların sıhhat derecesi bir yana bırakılacak olursa,
yörenin üstünlüğünün tespitinde ölçü olarak hadisler kullanılır hale geldi.
Bu da İ�slâmî� değerlerin Mâverâünnehir’de ne derece önem kazandığını açık
seçik ortaya koymaktadır.

[46] es-Sem’ânî�, el-Ensâb (thk. Abdullah Ö� mer el-Barûdî�), Beyrut 1988, III, 416.
[47] İ�bn Ebû Hatim, Kitâbü’l-Cerh ve’t-ta’dil, Beyrut 1952, VIII. 56 vd.
238 [48] Bk. Kurt, Orta Asya’nın İslâmlaşma Süreci, Ankara 1998, s. 186-268.
[49] Narşahî�, s. 82 vd.
[50] İ�bn Ebü’l-Vefa. el-Cevâhiru’l-mudiyye fî tabakâti’l-Hanefiyye, Haydarabad-Dekkan,
ts., II, 553.
[51] Bk. İ�bnü’l-Cevzî�, Kitâbü’l-Mevzûât (thk. Abdurrahman M. Osman), Medine 1966, II, 58-61.
Prof. Dr. Mevlüt KOYUNCU
Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

C. Kafkasya ve Hazar Fetihleri

Kuzeyden gelen Türk kavimlerinin (Hunlar, Bulgarlar, Avarlar,


Peçenekler, Hazarlar ve Kıpçaklar vs. gibi) hâkimiyeti altında
bulunan Kafkasya, doğuda Hazar Denizi, batıda Karadeniz, ku-
zeyde Lan ülkesi ve Don Nehri’nin güneye uzanan kısımları, gü-
neyde Aras Nehri’nin aşağı kısımlarını kapsayan ve Rum Diya-
rı’nın kuzey bölgesini içine alan bir coğrafi mekâna sahiptir.[1]
Tarih boyunca önemli bir mekâna sahip olan Kafkasya,
güneyden kuzeye, kuzeyden güneye yapılan askeri seferlerin
önemli bir geçit güzergâhı üzerinde bulunur. Kuzeyden güneye
uzanan dağlar bölgeyi Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya olmak
üzere iki kısma ayırır. Ayrıca Hazar Denizi ile doğuya, Karade-
niz ile de batıya ulaşım imkânlarına da sahip bir ülkedir. Diğer
taraftan Kafkasya, bölgenin dağlık ve engebeli olması sebebiyle
savunma imkânlarına da sahiptir. Bu yüzden bölge pek çok kav-
min yerleşim alanı olmuştur. Nitekim bölgede 70-300 çeşit dilin
konuşulduğu rivayetleri vardır. Ö� yle ki bir kavim diğer bir kav-
min konuşmasını ancak tercüman vasıtasıyla anlayabiliyordu.[2]
Kafkasya tarihini, Hunların Orta Asya’dan IV. Yüzyılın sonla-
rına doğru bölgeye gelip yerleşmeleriyle başlatmak mümkündür.[3]
Hunların, Bazen Bizans’la, bazen de Sasanilerle ittifaklar yaparak
Güney Kafkasya’yı da (Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan) hâki-
miyetleri altına aldıkları bilinmektedir. Ancak Hunlar güneye yap-
tıkları bu akınlardan sonra Kuzey Kafkaslara ve Aşağı İ�dil boyuna
dönmüşlerdir.[4] Karadeniz’in kuzeyine Hunlardan sonra, Orta

[1] Müslüman Coğrafyacıların Gözüyle Ortaçağ’da Türkler, (derleyen ve trc.


Y.Ziya Yörükan), İ�stanbul 2004, s. 251, gelenek Yay; Tuba Tombuloğlu,
Kafkasya’nın Etnik ve Kültürel Yapısının Oluşumunda Türkler’in Rolü,
Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2003, (Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi).
[2] Y. Ziya Yörükan, 96, 236, 251.
[3] A. Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk
Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972, s. 12-13, Ankara � niversitesi Dil 239
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yay.
[4] A. N. Kurat, s. 17; Tuba Tombuloğlu, Kafkasya’nın Etnik ve Kültürel Yapısının
Oluşumunda Türkler’in Rolü, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
2003, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Harita 6:
Emeviler Dönemi
Kafkas ve Hazar
Bölgesi Fetih
Güzergahları
[H.Mu’nis, Atlasü’t-
Tarihi’l-İslâm, s. 118]

Asya’dan gelen ve Karadeniz’in kuzeyi ile Kuzey Kafkasya çevresine yerle-


şen Avarlar hâkim olmuşlardır. Avarların bölgedeki hâkimiyetlerini geniş-
letmelerine karşı, Göktürkler taarruza geçerek sınırlarını Kırım’a kadar
240 uzatmışlardır. Böylece Karadeniz’in kuzeyindeki doğu bölgesi Göktürklerin,
batı bölgesi de Avarların hâkimiyeti altında kalmıştır. Mezkûr bölgede Gök-
türk devletinin hâkimiyeti zayıflayınca, İ�dil nehri boyunda bulunan Hazar-
lar güçlerini ortaya koyarak, tarih sahnesinde kendilerini gösterip, askeri
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

ve siyasi nüfuzlarını genişletmişlerdir.[5] Bundan böyle Hazar Devleti’nin


VII. Asrın ilk çeyreğinden sonra bölgede önemli roller oynamaya başladığı
bilinmektedir. Bölgeyi daha sonraları Bizans, Sasaniler ve Müslüman Arap-
lar’ın istila etmeye çalıştıkları görülür. Müslüman tarihçiler bölgeye Hazar-
lar-Hazarya adını verdiklerinden, Müslüman Arapların bölgeye yaptıkları
akınları, hep Hazar seferleri olarak zikretmişlerdir. Biz de bu çalışmamızda
Kafkasya Bölgesi’ne yapılan seferleri Hazar seferleri olarak ele alacağız.
Hazarlar, VII-XI yüzyıllar arasında doğuda İ�dil (Volga) nehri, batıda
Kırım Adası, güneyde Kafkas Dağları ve kuzeyde Bulgar Türkleri ülkesi
arasında hüküm sürmüş bir Türk devletidir[6]. Bu devletin yöneticilerine
kurucusundan dolayı “Hakan” adı verilmiştir.[7] Hazarlar tarih sahnesinde
Sasaniler’e ve Müslüman Araplara karşı hasmane bir tavır takınırken, Bi-
zans’a karşı dostane bir tutum içinde olduğu görülür. Ö� yle ki bu durum Bi-
zans ile Hazar Devleti arasında karşılıklı kız alıp vermelere kadar uzanmış-
tır. Böylece Hazarlar, Bizans’la dostane bir ittifak içerisinde olmakla Güney
Kafkasya’da kendilerini güvence altına almış oluyorlardı. Bizans da Kafkas-
ya’dan gelebilecek Arap tehlikesini bertaraf etmiş oluyordu. Böyle bir ittifak
her iki devlet için de elzemdi. Hazarların Kafkaslardaki mücadeleleri, gerek
doğuda ve gerekse batıda sınırlarını oldukça genişleten Müslüman Araplar-
la olmuştur. Müslümanlar, Bizans’ı Anadolu’dan yaptıkları askeri seferlerle
tehdit ettikleri gibi, bir de Kafkas ötesinden saldırmakla onları zor duruma
düşürerek, Bizans’ı zayıflatıp İ�stanbul’u almak istiyorlardı. Belki de İ�stanbul
seferlerine giden başka bir yol da Kafkaslardı. Fakat bölgede Hazarlar bu-
lunduğu için, Arapların karşısına önce Hazarlar çıkmıştır.
Müslüman Araplar, Hz. Ö� mer döneminde (634-644) fetih hareketle-
rine hız vererek Mezopotamya ve Suriye’yi hâkimiyetleri altına almışlar-
dı. Nitekim bölgenin fethi Müslümanlar açısından kuzeye açılan bir kapı
demekti. Çünkü Bizans hâkimiyetinde bulunan bu bölge Müslümanlar
tarafından fethedildikten sonra bir üs haline getirilerek, Kafkasya’ya kar-
şı askerî� seferler yapma imkânı elde edilecekti. Nitekim Müslümanlar, iç
çekişmeler sebebiyle oldukça zayıflayan İ�rminiyye’ye (Ermenistan) 639
yılında bir askerî� harekât yapmışlardı. İ�yad b. Ganem komutasında[8] yapı-
lan bu sefer Müslümanların başarısıyla sonuçlanmıştı.[9] Böylece bölgede
Müslüman Araplar son derece üstün başarılar sağlamışlardı.

[5] A. N. Kurat, s. 24-29.


[6] Ahmet Taşağıl, “Hazarlar “, DİA, XVII, 116.
[7] M.�.Atamonov, Hazar Tarihi, (trc., D.A.Batur), �stanbul 2004, s. 230, Selenge yay.
[8] Walter e.Kaegi, Bizans ve İlk İslâmFetihleri, (trc., M.Ö� zay), İ�stanbul 2000, s. 280, 241
Kaknüs Yay.
[9] Taberî�, Tatihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Mısır 1952, IV, 197 (Dâru’l-Kalem); René
Grousset, Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi, (trc., Sosi Dolanoğlu), İ�stanbul
2005, s. 285, Aras Yay.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Rene Grousset, Müslümanların 642 tarihinde İ�rminiyye’ye bir askerî�


sefer yaparak, ciddi bir mukavemetle karşılaşmadan Divin’e girdiklerini,
çok sayıda esir ve ganimet elde ettiklerini zikreder.[10] Ayrıca İ�slâm tarihi
kaynaklarında Hz. Ö� mer’in, aynı yıl Süraka b. Amr’ı, Bukeyr b. Abdullah’ı,
Habib b. Mesleme’yi, Huzeyfe b. Esid’i ve Selman b. Rabiay’ı İ�rminiyye’nin
kuzey doğu bölgesine dört ayrı koldan sefere çıkardığını, bunlardan yalnız
Bukeyr b. Abdullah’ın Mugan’ı (Nahcivan) ele geçirerek, halkıyla bir anlaş-
ma yapıp onları vergiye bağladığı rivayet edilir.[11]
Müslüman Arapların Kafkaslardaki mücadelelerinin Hz. Osman’ın hi-
lafete geçmesinden sonra hız kazandığı görülür. Bu konuda bize en geniş
bilgiyi meşhur İ�slâm tarihçisi Belâzürî� vermiştir. Belâzürî�’ye göre,[12] Hz.
Ö� mer’den sonra hilafet makamına geçen Hz. Osman, Şam ve el-Cezire
valisi Muaviye b. Ebi Süfyan’a mektup yazarak, Habib b. Mesleme el-Fih-
rî� komutasında bir ordunun İ�rminiyye’ye sefere gönderilmesini istedi
(645/646). Bunun üzerine Muaviye, Habib b. Mesleme’yi, Şam ve el-Ce-
zire halkından oluşan altı veya sekiz bin kişilik bir ordu ile İ�rminiyye’ye
müteveccihen yola çıkardı. Habib İ�rminiyye bölgesindeki İ�slâm kaynak-
larında Kalikala olarak geçen Erzurum’a[13] ulaştı ve karargâhını kurup,
bölge halkını muhasara altına aldı. Yerliler, Müslüman Araplarla mücadele
etmekten çekinerek eman dilediler. Böylece Habib cizye vermeleri şar-
tıyla anlaşma yaptı. Ancak cizye vermek istemeyenler şehri terk ettiler.
Bölgede nüfuzunu etkili kılmak isteyen Habib, ordusuyla birlikte birkaç
ay orada kaldı. Bu sırada patrik Ermanyakos Müslümanlara karşı koymak
üzere büyük bir ordu oluşturdu. Bu orduya Semender[14] ve Hazar gibi
bölgelerden de yardımcı birlikler gelmişti.[15] Durumdan haberdar olan
Habib, halifeye mektup yazarak derhal yardımcı birliklerin gönderilme-
sini istedi. Bölgenin kesin olarak Müslümanların hâkimiyetine girmesini

[10] René Grousset, s. 285-286.


[11] Ya’kubî�, Tarihu’l-Ya’kubî, Beyrut 1992, II, 157, Dâru Sâdır; Taberi, IV, 256-257;
İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-Tarih, Beyrut 1979, III, 28, Dâru Sâdır.
[12] Belâzurî�, Fütuhu’l-büldân, (trc., M.Fayda), Ankara 1987, s. 282-284, 286-287;
(Ayrıca bk., Ebû Muhammed Ahmed b.A’sem el-Kufi, el-Fütuh, Beyrut 1986, I, 341-
342, Daru’l-Kütübü’l-İ�lmiyye; İ�bnü’l-Esî�r, III, 83-85.
[13] Bundan böyle Müslüman Araplar burasını bir askerî� üs haline getirmekle kalmayıp,
sonraki dönemlerde İ�slâm kültür ve ticaret merkezi haline de getirmişlerdir. Bk.
Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarih, İ�stanbul 1973, s. 29, Turan neş-
riyat.
[14] Semender, Hazar ile Babü’l-Ebvab arasında bahçe ve bağlarıyla meşhur Hazarların
bir kasabasıdır. Bk. Yusuf Ziya Yörükan, Müslüman Coğrafyacılarının Gözüyle
242 Ortaçağ’da Türkler, İ�stanbul 2004 s. 121, Gelenek Yay.
[15] Patrik Ermanyakos’un ordusunda Abhaz ve Hazarlar’ın veya aslen Gürcü olan
Curzlar’ın bulunduğu rivayeti vardır. Bk. Marie Felicite Brosset, Gürcistan Tarihi
(Eski çağlardan 1212 yılına kadar), (trc., Hrand D. Andreasyan), Notlar ve Yayına
Hazırlayan Erdoğan Merçil, Ankara 2003, s. 208, TTK. Yay.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

isteyen Halife, Şam valisi Muaviye’ye, mektup yazarak Habib’e yardımcı


birliklerin gönderilmesini emretti. Bunun üzerine Muaviye iki bin kişilik
askerî� birliği yola çıkardı. Ancak bu askerî� birliğin komutanı hakkında
herhangi bir isim zikredilmemiştir. Habib, gelen askerleri Erzurum’a yer-
leştirerek onlara ikta yoluyla toprak vererek bölgeye yerleştirdi. Böylece
bölgeyi tahkim etmiş oluyordu.
Ayrıca Halife, Kufe valisi Sa’id b. el-As’a da mektup yazarak, Selman b.
Rabia komutasında ki birliğin, zor durumda olan Habib’e gönderilmesini
de emretmişti. Ancak Kufe’den Selman b. Rabia el-Bahilî� komutasında yola
çıkan altı bin kişilik yardımcı güçlerin Habib’e ulaşması gecikmişti. Habib
b. Mesleme Fırat kenarında düşmana gece baskını düzenleyerek üstünlük
sağladı. Kufe’den gelen Selman’ın birliği cepheye ulaşınca savaş bitmişti.
Habib bir müddet sonra güney doğu istikametine yönelerek Ahlât’a geldi.
Ahlât patriği ile iyi ilişkiler kurdu. Habib daha sonra yoluna devam ede-
rek Ermenilerin yoğun olarak bulunduğu Debil’i[16] muhasara altına aldı.
Ö� nce karşı koyan, daha sonra çaresiz kaldıklarını anlayan Ermeniler barış
yapmak istediklerini bildirdiler. Nihayet aralarında, Ermenilerin, cizye ve
Haraç vermeleri şartıyla, bölgeyi Araplara teslim eden bir sulh anlaşması
yapılmıştır. Böylece Ermenilerin Müslüman Araplara vergi vererek Arap
hâkimiyetini tanımaları, Hz. Osman zamanında gerçekleşmiş oldu.
Klasik İ�slâm tarihçilerinin bildirdiklerine göre Selman b. Rabia, İ�rmi-
niyye’deki seferlerine devam ederek Berzea[17] ve Beylekan’ı[18] sulh yoluyla
ele geçirip cizyeye bağlamıştır.[19] Böylece Habib b. Mesleme’nin Gürcistan
ve İ�rminiyye’de fetihlerde bulunduğu esnada, Selman b. Rabia’nın da Ber-
zea ve Beylekanlılarla uğraştığı anlaşılmaktadır. Nihayet kaynakların verdi-
ği bu bilgiler bize Selman’ın, adı geçen şehirleri cizyeye bağladıktan sonra
Habib’in yanına gecikmeli olarak gitmiş olduğu intibaını vermektedir.

Coğrafî� olarak bölgenin ehemmiyetini anlayan Müslüman Araplar bu-


rada yaşayan kabilelerle bir anlaşma yapmışlardı. Hz. Osman’ın Şam valisi
Muaviye, İ�rminiyye’ye yerel bir yönetim hakkı tanıyarak, bir de bu konuda
ahitname hazırladı. Meşhur Ermeni tarihçisi Rene Grousset, söz konusu
ahitnameyi, Ermeni tarihini ayrıntılı bir şekilde ele alan Sepeos’tan şöy-
le nakleder: “ …Kaç yıl olmasını isterseniz, sizinle benim aramda o kadar
yıl anlaşma olsun. Yedi yıl boyunca sizden hiç vergi almayacağım. Ama
yemine uygun olarak, siz ne isterseniz onu vereceksiniz. � lkenizde 1500

[16] Yâkût el-Hamevî�, Beyrut 1990, Mu’cemü’l-büldân, II, 500, Daru’l-Kütübü’l-Ilmiyye.


[17] Azerbaycan ülkesinin en önemli ve en büyük şehirlerinden birisidir. Bahçeleri, 243
ekinleri ve nehirleriyle meşhurdur. Bk. Yâkût el-Hamevî�, I, 451.
[18] İ�rminiyye ülkesinde küçük fakat şirin bir kasabadır. Yâkût el-Hamevî�, s. 633;
Y.Z.Yörükan, s. 93.
[19] Belâzurî�, s. 290-291; Ya’kubî�, II, 168; el-Fütuh, I, 344; İ�bnü’l-Esî�r, III, 85.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

süvariyi besleyip ihtiyaçlarını karşılayacaksınız. Bu süvari birliğinin Suri-


ye’ye gelmesini istemeyeceğim. Ama gitmesini emrettiğim başka her yere
gitmesini sağlayacaksınız. Kalelerinize emirler, Arap memurları, tek bir
süvari bile yollamayacağım. Ama hiçbir düşman Ermenistan’a gelmemeli.
Eğer Grekler üzerinize yürürlerse, istediğiniz kadar birlik göndereceğim
yardımınıza”. Piskopaslardan oluşan bir kurul, Teotoros Rişduni ve Patrik
III. Nerses’in başkanlığında toplanarak yapılan bu öneriyi görüşüp, bu gü-
vence karşılığında senede 500 gümüş dinar ödemeyi kabul ettiler.[20] Böy-
lece Müslümanlar hem kuzeyde askerî� bir üs kazanmış, hem de ekonomik
seviyelerini iyileştirecek bir gelir sağlamış oluyorlardı.

İ�rminiyye ile Kafkasların güneyinde hâkimiyeti ellerine geçiren Müs-


lümanlar, kuzeye yönelerek Hazarlarla askerî� münasebetlere başladılar.
Hz. Osman döneminde (644-656) Hazarlara karşı yapılan ilk askerî� se-
fer, Selman b. Rabia komutasında 652-653 yılında olmuştur. Klasik İ�s-
lâm kaynaklarının bildirdiklerine göre,[21] Selman b. Rabia, İ�rminiyye’de
bazı yerleri ele geçirdikten sonra Beylekan, Berdea’yı fethedip Derbend’e
(Babü’l-Ebvab)[22] yürüyerek bu şehirleri vergiye bağladı. Taberî� ise Der-
bend’e giden Selman b. Rabia’nın kardeşi Abdurrahman el-Bahilî� olduğu-
nu rivayet eder.[23] El-Bahilî� Derbend’e girince, ne yapacağını şaşıran Pers
valisi Şahrvaraz, Bahilî�’nin yanına giderek, çevredeki kabilelerle bundan
sonra her türlü münasebeti keserek onlara yardım yapmayacağını söyle-
yerek, kendisinin görevden alınmamasını istedi. Ayrıca Bahilî�’den himaye
edilmesini de talep etti. Bahilî�, Şahrvaraz’ın bu istekleri kabul etti. Bahilî�
bu başarısından sonra Belencer’e[24] yürüyerek halkını itaat altına aldık-
tan sonran pek çok ganimetle Derbend’e geri döndü.[25]

Abdurrahman el-Bahili bu başarısından sonra Belencer’e bir sefer dü-


zenledi. Hâlbuki sefere çıkılmasını Hz. Osman istemiyordu. Hz. Osman’ın
seferin yapılmasına neden olumlu bakmadığını anlayamayan Abdurrah-
man, Belencer’e ulaşarak şehri muhasara altına aldı. Bu arada Hazarlar,
çevreden yardıma gelen askerî� birliklerle gücünü artırmış, taze bir güçle
Müslümanlara saldırma imkânı yakalamıştı. Nihayet iki ordu karşı kar-
şıya gelerek şiddetli bir şekilde çarpıştılar. Bu karşılaşmada Müslüman-
lar mağlup oldular. Her iki taraf da ağır kayıplar verdiler. Ö� lüler arasında

[20] R. Grousset, s. 288-289.


[21] Belâzurî�, Komutanın ismini Selman b. Rebia olarak verir. Bk. Belâzurî�, s. 290-291;
Ya’kubî�, II, 168; İ�bnü’l-Esî�r, III, 85.
244 [22] Hazar Denizi liman şehirlerinden olup, etrafı hisarlarla çevrilmiş büyük bir şehir-
dir. Yâkût el-Hamevî�, I, 360.
[23] Taberî�, VIII, 78.
[24] Hazar şehirlerindendir. Yâkût el-Hamevî�, I, 582.
[25] Belâzurî�, s. 291; M.İ�. Artamonov, s. 238.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

Abdurrahman da bulunuyordu. Abdurrahman’ın öldürülmesinden sonra


geri kalan Müslümanlar kollara ayrılarak çekildiler.[26]

Hz. Osman döneminde elde edilen yerlerin emniyet altına alınarak


bir eyalet haline getirilmemiş olması ve Muaviye ile Hz. Ali arasında
meydana gelen iç savaşlar sebebiyle bölgeye gerekli ehemmiyetin veri-
lemeyişi gibi sebepler yüzünden Araplar, fethedilen yerlerin bir kısmını
terk etmek zorunda kalmışlardır. Bu durumdan istifade eden Hazarlar
tekrar güney Kafkasya’ya akınlarda bulunarak kaybedilen yerleri ele ge-
çirmişlerdir.

Kafkasya’da Hazarlarla Müslümanlar arasındaki duraklayan askerî� ve


siyasî� münasebetler, Emevî� halifesi Abdülmelik b. Mervan’ın (685-705) iç
isyanları bastırmasından sonra yeniden başladı. Bu savaşlar halife Velid
b. Abdülmelik’in (705-715) hilafete geçmesiyle hız kazandı. Nitekim ha-
lifenin kardeşi Mesleme b. Abdülmelik komutasındaki askerî� birlik, 708
yılında güney Kafkasya’daki bazı yerleri fethederek Hazarların en önem-
li liman şehri Derbend’e (Babü’l-Ebvab) saldırdı.[27] İ�bn A’sem bu sefer
hakkında daha ayrıntılı bilgi vererek, İ�rminiyye genel valisi Muhammed
b. Mervan’ın, Mesleme komutasında bir askerî� birlik hazırlayıp Hazarlara
karşı sefere çıkardığını, Hazar güçlerinin Müslümanlardan fazla olmasına
rağmen Derbend’e girmelerine engel olamadıklarını, Mesleme’nin bu se-
ferden bol miktarda ganimet ve çok sayıda esirle İ�rminiyye’ye döndüğünü
ayrıntılarıyla zikreder.[28]

Hazarlar Mesleme’nin bu saldırısına 710 yılında karşılık vererek kay-


bedilen yerleri geri aldı ve buraya üç bin kişilik bir askerî� Hazar garnizo-
nu yerleştirdi.[29] Fakat bu uzun sürmedi. Muhammed b. Mervan’ın yerine
daha ılımlı bir politika izleyen Mesleme b. Abdülmelik’in bölgeye genel
vali olmasından sonra (713), Hazarlar üzerine bir sefer düzenlendi. Der-
bend’i ele geçiren Mesleme, şehirde bazı güvenlik tedbirleri alarak mancı-
nıklar kurdurmakla şehri çevreden gelebilecek tehlikelere karşı korumuş
oluyordu.[30] Bununla yetinmeyen Mesleme Derbend’den hareket ederek
kuzeye doğru ilerledi. Ancak Hazarların güçlü olduğunu gören Mesle-
me daha ileri gitmeye cesaret edemedi ve geri dönme yollarını aramaya
başladı. Kendisine yardımcı birliklerin gelmesinden de ümidi pek yoktu.
Çünkü İ�slâm ordusu o dönemde değişik cephelerde savaşıyordu. Hazarlar,
Müslüman Araplardan çekindikleri için karşı karşıya gelmek istemiyordu.

[26] Taberî�, VIII, 78. 245


[27] Taberî�, VIII, 67: İ�bnü’l-Esî�r, IV, 540.
[28] İ�bn A’sem, III, 403-405.
[29] M.�. Artamonov, s. 270-271.
[30] İ�bnü’l-Esî�r, III, 555.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Böylece her iki taraf da birbirlerinden çekiniyordu. Nihayet Mesleme bir


yolunu bularak geri çekilmeyi başardı.[31]

Süleyman b. Abdülmelik hilafet makamına geçince (705-717) Mesle-


me’yi 98/716-717 yılında Bizans’a karşı sefere gönderdi.[32] Bölgedeki oto-
rite boşluğundan istifade eden Hazarlar 20 bin kişilik bir orduyla güneye
doğru akın ederek Azebaycan’ın kuzey bölgesini ellerine geçirdiler. Süley-
man b. Abdülmelik’ten sonra hilafet makamına geçen Ö� mer b. Abdülaziz
(717-720) kuzeyden gelen bu tehlikeye karşı Hatim b. Numan el-Bahilî�
komutasında dört bin kişilik bir orduyu harekete geçirdi. Bu karşılaşmada
Müslüman Arapların asker sayısı oldukça azdı. Çünkü ordunun büyük bir
kısmı Bizans’a karşı sefere gitmişti. Müslüman Arapların sayıları az olması-
na rağmen Hazarları mağlup ettiler.[33] Elde edilen esirler de halifeye gönde-
rildi. Bu esirler Hazarlardan elde edilen ilk esirler olarak kabul edilmekte-
dir.[34] Bu karşılaşmada üstün başarılar elde eden el-Bahilî�’nin geri çekilen
Hazarları takip etmediği anlaşılmaktadır. Bu durum belki de halife Ö� mer b.
Abdülaziz’le ilgili olabilir. Çünkü halife İ�slâm Dini’nin kılıçla yayılması yeri-
ne, barış, hoşgörü ve adaletin icra edilmesiyle yayılmasını gaye edinmişti.
Mecbur kalmadıkça kılıçların kınından çıkmasını istemiyordu. el-Bahilî�’nin
kuzeye gönderilmesindeki asıl amaç Hazar akınlarını durdurmak ve onlara
bir gözdağı vermekten ibaretti. Nitekim Ö� mer b. Abdülaziz döneminde düş-
man saldırılarına karşılık verilmekle iktifa edilmiştir. Hatta İ�stanbul kuşat-
ması da kaldırılarak asker kışlasına döndürülmüştür.

Hazarlar, bu mağlubiyetin intikamını almak için yeniden toparlandı-


lar. Nitekim Yezî�d b. Abdülmelik’in halifeliği döneminde (721-722) yılında
saldırıya geçerek Müslümanları mağlup ettiler.[35] Çok sayıda kayıp veren
en-Nehranî� halife Yezî�d’in yanına dönerek elinden geleni yaptığını ancak
yenilmekten kurtulamadıklarını ifade etti.[36]

Mağlubiyetten son derece müteessir olan halife Yezî�d, İ�rminiyye genel


valiliğine Cerrah b. Abdullah el-Hakemî�’yi getirerek 104/722 yılında güç-
lü bir ordu hazırlayıp Hazarlara saldırmasını emretti. Bu seferle ilgili bilgi
kaynaklarda ayrıntılı olarak verilmiştir. Durumdan haberdar olan Hazar-
lar Derbend’e dönerek savunma tedbirleri aldılar. Cerrah, Azerbaycan’ın
kuzey sınırında bir kasaba olan Bezea’ya[37] gelerek uzun süre burada

[31] M.�. Artamonov, s. 271.


[32] İ�bnü’l-Esî�r, III, 27.
[33] Ya’kubî�, II, 302; Taberî�, VIII, 130; İ�bn Kesî�r, el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1974, IX,
246 185; M.�. Artamonov, s. 271-272.
[34] H. D. Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İ�stanbul 1976, s. 26.
[35] Ya’kubî�, II, s315; Taberî�, VIII, 168; İ�bnü’l-Esî�r, V, 105; M.İ�. Artamonov, s. 273.
[36] İ�bn A’sem, IV, 260; İ�bnü’l-Esî�r, V, 110-111.
[37] el-Hamevî�, I, 451.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

kalacağını etrafa yaydı. Bu habere son derece memnun olan Hazarlar, Der-
bend’de almış olduğu tedbirleri kaldırdı. Çünkü Hazarlar, ikinci bir cephe-
de de savaş halinde idi. Fakat Cerrah akşam olunca orduya hareket emri
vererek Derbend yakınında bulunan Nehr er-Ran’da[38] karargâhını kurdu.
Ayrıca bilgi toplamak ve baskınlar yapmak üzere çevreye askerî� birlikler
gönderdi. Bu birlikler bol miktarda ganimet ve esirle döndüler.[39]

Cerrah b. Abdullah’ın hedefinde Hazarların başşehri Belencer vardı ve


yönünü oraya çevirdi. Yolda Hakan’ın oğlu ile karşılaştı. İ�slâm tarihi kaynak-
larında Hakan’ın oğlunun ismi verilmezken, M.İ�. Artamonov, Barcil olarak
zikreder. 40 bin kişilik birlikle saldıran İ�bn Hakan 10 veya 25 bin kişiden
oluşan Cerrah’ın karşısında tutunamayıp geri çekilmek zorunda kaldı. Müs-
lüman Araplar yol boyunca uğradıkları yerleri fethedip vergiye bağladılar.
Nihayet Belencer’e ulaştılar. Belencer halkı ile yapılan savaşta çok sayıda
insan hayatını kaybetti. Sonunda Hazarlar mağlup oldular. Karıları ve ço-
cukları Müslümanların eline geçti. Bu savaşta Müslümanlar bol miktarda
ganimet elde ettiler. Ö� yle ki her bir süvari savaşçıya 300 dinar düşmüştü.
Cerrah, Belencer melikini yanına çağırarak Müslümanlar lehine casusluk
yapması halinde kendisine ailesinin geri verileceğini, eski mevki ve maka-
mının da iade edileceğini vaat etti. O da bunu kabul etti. Bu beyin Hazarlara
bağlı olarak ordusu ile birlikte göçebe halde dolaşan bir Hazar mı, yoksa
Dağıstan’da yaşayan bir Bulgar beyi mi olduğu hususunda şüpheler vardır.[40]

Belencer bölgesini hâkimiyeti altına alan Cerrah, 40 bin Türk’ün bu-


lunduğu Vebender’e ulaştı. Burayı da vergiye bağladıktan sonra Semen-
der’e hareket etti. Ancak Belencer’den isyan haberinin gelmesi üzerine
Cerrah geri dönmek zorunda kaldı. Ayrıca halife Yezî�d’den de yardımcı
birlikler göndermesini istedi. Fakat halifenin bu birlikleri göndermeye
ömrü vefa etmedi.[41]

Hişam b. Abdülmelik dönemi (724-743) Hazarlarla mücadelenin


çetin geçtiği bir dönemdir. Aynı zamanda Müslüman Arapların Hazarla-
ra karşı elde ettikleri en büyük zaferler halife Hişam dönemine rastlar.
Hişam, Ağabeyi Yezî�d’in Cerrah’a göndermeyi vaat ettiği askerî� birlikleri
gönderdi. Yardımın gelmesiyle güçlenen Cerrah, halifenin emri üzerine el-
Lân[42] ülkesine karşı sefere çıkarak Belencer’e kadar ilerlediğini ve bol

[38] el-Hamevî�, III, 21.


[39] İ�bn A’sem, IV, 263; Halife b. Hayyât, Tarihu Halife b. Hayyât, (trc., A.Bakır), Ankara
2008, s. 405-406, Bizim Büro Basımevi; İ�bnü’l-Esî�r, V, 11-112; M.İ�. Artamonov, s. 273.
[40] M. �. Artamonov, s. 275. 247
[41] İ�bn A’sem, IV, 263-264; Taberî�, VIII, 174; İ�bnü’l-Esî�r, V, 112-113; M.İ�. Artamonov, s.
275-277.
[42] İ�rminiyye bölgesinde Derbend’e yakın ve Hazarlara komşu olan geniş bir alanı kap-
layan bir ülkedir. Yâkût el-Hamevî�, V, 9; Y.Z. Yörükan, s. 204.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

miktarda ganimet elde ettiğini kaynaklar kısa olarak zikreder.[43] Ayrıca


Taberî� 106/726 yılı olaylarını anlatırken Haccac b. Abdülmelik’in el-Lân
bölgesine bir sefer yaparak onları vergiye bağladığını rivayet etmektedir.[44]
Müslümanların elde etikleri bu başarılarla Hazarların güneye inmelerini
engellemeye çalıştıklarını kabul edebiliriz. Çünkü bu askerî� geçiş yerleri-
nin her iki devlet açısından da stratejik bir öneme sahip olduğu bilinen
hususlardandır.

Halife Hişam 726 yılında Cerrah’ı bölge valiliğinden azl edip, yerine
İ�stanbul seferleriyle meşhur olan kardeşi Mesleme’yi tayin etti. Sa’id b.
Amr el-Haraşi’yi de öncü birliğin başına getirerek sefere çıkardı. Sa’id,
Azerbaycan’ın sınır şehirlerinden Versan’ı[45] kuşatıp ele geçirdi. Böylece
Hazarları bölgeden uzaklaştırdı.[46] Ya’kubî�, yanlışlıkla İ�bn Hakan’ın bu sa-
vaşta öldürüldüğünü, başının kesilerek halifeye gizlice gönderildiğini ri-
vayet eder.[47] Hâlbuki diğer kaynaklar, İ�bn Hakan’ın 108/726-727 yılında[48]
savaşa iştirak ettiğini, ayrıca 113/731-732 yılında ikinci defa savaşa katıl-
dığını ve bu savaşta öldüğünü bildirirler.[49] Böylece Ya’kubî�’nin rivayetini
şüphe ile karşılayabiliriz.

İ�bnü’l-Esî�r’in rivayetine göre Mesleme 109/727 yılında Hazarlara


karşı sefere çıktı. Bu seferden çok sayıda esir ve ganimetle geri döndü.[50]
Mesleme bir yıl sonra 728’de tekrar Hazar Hakan’ı üzerine saldırdı. Savaş
bütün şiddetiyle bir ay kadar devam etti. Savaşın son günlerinde yağan
yağmur Hakan’ın ordusunun dağılmasına sebep oldu. İ�slâm kaynakları bu
savaşta Mesleme’nin bol miktarda ganimetle geri döndüğünü bildirirler-
ken,[51] Artamonov ise, yağmur sebebiyle Mesleme’nin eli boş olarak dön-
düğünü, ancak Mesleme’nin aynı bölgede muhkem bir kaleyi zapt ederek
buraya bir Müslüman Arap garnizonunu yerleştirdiğini de nakleder.[52]

Arapların bu saldırılarını karşılıksız bırakmak istemeyen Hakan, 730


yılında Kafkasların güneyine akınlar düzenledi. Ancak Arap komutan Hâ-
ris b. Amr, Hazarların bu akınını durdurmayı hatta geri çekilmelerini sağ-
ladı. Aynı yıl halife, Mesleme’yi bölge valiliğinden azlederek yerine Cerrah

[43] Ya’kubî�, II, 315; Taberî�, VIII, 178; İ�bnü’l-Esî�r, V, 125; İ�bn Kesî�r, IX, 231; M.İ�.
Artamonov, s. 275-277.
[44] Taberî�, VIII, 182.
[45] Azerbaycan şehirlerindendir. Y. Z. Yörükan, s. 223.
[46] Ya’kubî�, II, 317; Belâzurî�, 290.
[47] Ya’kubî�, II, 317.
248 [48] İ�bn A’sem, IV, 288; İ�bnü’l-Esî�r, V, 141; İ�bn Kesî�r, IX, 256.
[49] Taberî�, VIII, 217; İ�bnü’l-Esî�r, V, 173-174.
[50] İ�bnü’l-Esî�r, V, 145.
[51] Taberî�, VIII, 196; İ�bnü’l-Esî�r, V, 155; İ�bn Kesî�r, IX, 259.
[52] M.�. Artamonov, s. 279.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

b. Abdullah’ı getirdi.[53] Cerrah Hazar ülkesine girerek Beydea şehrine ka-


dar ilerledi. Bu seferinden de ganimetlerle geri döndü. Bu duruma son
derece üzülen ve bunun intikamını almak isteyen Hazarlar, Cerrah’ın geri
çekilmesini fırsat bilerek güneye saldırarak İ�rminiyye’ye girip bölgenin
önemli şehirlerinden olan Erdebil’i kuşattı. Çevreden gelen yardımcı bir-
liklerle güçlenen İ�bn Hakan, Müslümanların askerî� güçleri ve mevzileri
hakkında elde ettiği bilgiler doğrultusunda hareket ederek Cerrah’ı zor
durumda bıraktı. 112/730 yılında vuku bulan bu karşılaşmada çok sayıda
insan öldü. Ö� lüler arasında Cerrah da vardı. Geri kalan çok az sayıda insan
bir yolunu bularak kurtulmayı başarmıştı. Erdebil’i ellerine geçiren Ha-
zarlar güneye doğru akınlarına devam ederek Musul’a kadar ilerlediler.[54]
Bu seferde son derece üstün başarılar elde eden Hazarlar, Erdebil’e gire-
rek eli silah tutan erkekleri kılıçtan geçirdi kadın ve çocukları esir aldılar.
Çevredeki muhkem yerleri yakıp yıktılar. Böylece İ�bn Hakan’ın şöhreti
etrafa yayılmış oldu. Ö� zellikle savaşta Cerrah b. Abdullah’ın öldürülmesi
Hakan’ın oğlunun gücünün bölgede tanınmasına vesile olmuştu.[55]

Müslümanların bu savaşta ağır bir darbe almasından son derece üzün-


tü duyan halife Hişam, önceki dönemlerde akınlarıyla üstün bir şöhrete sa-
hip olan Sa’id b. Amr el-Haraşi’yi vali olarak görevlendirdi.[56] Belâzürî� ise
Hişam’ın, bölgeye kardeşi Mesleme’yi vali tayin ettiğini, öncü birliğin başına
da Sa’id b. Amr el-Haraşi’yi getirdiğini, Hazarlara karşı yapılan seferlerde
son derece üstün başarıları beraberce gerçekleştirdiklerini zikreder.[57]

Sa’id b. Amr el-Haraşî�, orduya yeni bir çeki düzen vererek Hazarlara
büyük bir darbe indirmek üzere akınlarına başladı. Sa’id yolda ilerlerken
“Cihat” çağrısı yaparak ordunun sayısını ve gücünü artırdı. Sa’id, Hazar or-
dusunun dağınıklığından istifade ederek yol üzerindeki kale ve şehirleri
fethederek Berdea’ya kadar ilerledi. Sa’id burada bir müddet konaklayıp
orduyu dinlendirdikten sonra yeniden harekete geçti. Çünkü bu esnada
İ�bn Hakan, Versan’ı kuşatarak çevredeki şehirlere baskınlar düzenliyor-
du. Sa’id’in üzerlerine geldiğini öğrenen Hazar ordusu, kuşatmaya son
vererek geri çekildi. Bölgedeki Hazar mukavemetini ortadan kaldırmak
isteyen ve çevreden yeni askerî� birliklerle güçlenen Sa’id, kesin bir zafer
elde etmek üzere yoluna devam etti. Nihayet iki ordu Berzend’de[58] kar-
şılaştılar. İ�ki taraf da birbirlerine karşı direndi. Ancak Sa’id’in yaptığı
ateşli konuşmasının etkisinde kalan Müslümanlar var güçleriyle saldırıya

[53] Taberî�, VIII, 204.


[54] Taberî�, VIII, 204-205; İ�bnü’l-Esî�r, V, 158-159; M.İ�. Artamonov, s. 280-282. 249
[55] M.�. Artamonov, s. 283.
[56] İ�bnü’l-Esî�r, V, 159.
[57] Belâzurî�, s. 295-296.
[58] Azerbaycan şehirlerindendir. Yâkût el-Hamevî�, I, 454.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

geçtiler ve Hazarları bozguna uğrattılar. Müslümanlar bu karşılaşmada da


bol miktarda ganimet ve çok sayıda esirle Bâcervân’a döndüler.[59] Sa’id
bu savaşta Hazar ordusunda bulunan Cerrah’ın kızı ile beş bin Müslüman
savaş esirini de kurtarmıştı.[60]

Müslümanlar karşısında bozguna uğrayan İ�bn Hakan, Müslümanlar


üzerine yeni bir akın yapmak için çevreden yardımcı birlikler edinerek
tekrar saldırıya geçti. İ�ki ordu Mukan bölgesinde karşılaştılar. Ya’kubî�,[61]
bu karşılaşmada İ�bn Hakan’ın öldürüldüğünü ve başının kesilerek halife
Hişam’a gönderildiğini ifade eder. Her iki tarafında bu savaşta kaybı ol-
dukça fazlaydı. Hatta Hazar ordusunun çoğu kaçarken Mukan nehrinde
boğularak can verdiler. Böylece Müslümanlar Hazar mukavemetini kıra-
rak büyük bir zafer elde etmişlerdi. Bölgede nüfuzu yeniden elde eden
Sa’id bol miktarda ganimet elde etmişti. Ganimetin beşte biri halifeye ay-
rıldıktan sonra geri kalanı askerler arasında taksim edildi. Sa’id kazandığı
zaferin müjdesini de halifeye bildirdi.[62]

Kaynaklar, bölge genel valisi Mesleme b. Abdülmelik’in, askerî� birli-


ğin komutanlığına tayin ettiği Sa’id’in, vali Mesleme’yi beklemeden yaptığı
seferler yüzünden valinin ona kızdığını, bu sebepten ordu komutanlığın-
dan azl ederek yerine Abdülmelik b. Müslim’i getirdiğini ve Sa’id’i tutuk-
latarak Berzea’da hapse attırdığını, ancak durumdan haberdar olan halife
Hişam’ın, Mesleme’yi tehdit ederek Sa’id’i hapisten çıkardığını bildirirler.[63]

Hazarlara karşı etkili bir sefer düzenlemek isteyen Mesleme, mevsi-


min kış olmasına rağmen seferlerine devam etti. Derbend’e kadar yürü-
yen Mesleme, yol boyunca hiçbir güçlükle karşılaşmadan şehri teslim aldı.
Şehirde Hâris b. Amr komutasında bir askerî� birliği bırakarak geri döndü.[64]
Belâzürî�[65] Mesleme’nin bu şehre Şam halkından maaşlı olarak 24 bin ki-
şiyi yerleştirdiğini, hububatın saklanması için bir ambar ve silahların mu-
hafaza edilebilmesi için de bir depo yaptırdığını zikreder.

Bu savaşlarda Mesleme’nin başarılarına başarı katan komutanlardan


birisi de Mervan b. Muhammed idi. Müslümanlarla Hazarlar arasında dik-
kate değer karşılaşmalardan birisi 113/731 yılında meydana geldi. Mesle-
me, bu savaşta ordusunu bölüklere ayırarak ayrı kollardan Hazarlar üzeri-
ne gönderdi. Baskınlar sonunda pek çok şehir ve kale ele geçirilerek halkı

[59] Ya’kubî�, II, 317; İ�bnü’l-Esî�r, V, 160-162; Halife b. Hayyât, s. 421-422.


[60] M.�. Artamonov, s. 284.
250 [61] Ya’kubî�, II, 317.
[62] M.�. Artamonov, s. 285.
[63] Belâzurî�, s. 295-296; Ya’kubî�, II, 317; Halife b. Hayyât, s. 424.
[64] Taberî�, VIII, 206; İ�bn Kesir, IX, 303.
[65] Belâzurî�, s. 296-297.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

itaat altına alındı. Bu savaşta Hakan’ın oğlu da öldürüldü. Böylece Mesle-


me b. Abdülmelik galibiyetler elde ederek bol miktarda ganimet elde etti.[66]

Elde ettiği başarılarla üstün seviyeye ulaşan Mervan b. Muhammed


halife Hişam’ın yanına gelerek Hazarlara karşı başarılı olunması ve böl-
gede kalıcı fetihlerin gerçekleşebilmesi için ne yapılması gerektiğini an-
latarak, kendisine yardımcı birliklerin verilmesini talep etti. Mervan’ın
isteklerine olumlu yaklaşan halife, aynı zamanda Mervan b. Muhammed’i
114/732 yılında bölgeye genel vali tayin etti.[67]

Halifenin sağladığı Suriyeli yardımcı birliklerle güçlenen Mervan b.


Muhammed, Hazar topraklarına yürüyerek hedefine ulaşmak için acıma-
sızca davranıp yol boyunca bütün kaleleri ele geçirdi. Nihayet Semender’e
ulaşan Mervan, buradaki ordularla birleşerek gücünü artırdı. Mervan’ın
büyük bir ordu ile üzerine geldiğini öğrenen Hazar Hakanı geri çekilmeye
mecbur oldu. Belki de Hakan, yardımcı birlikler toplamak üzere ricat et-
mişti. Beydea[68] şehrine kadar ilerleyen Mervan, bölgede Hazar mukave-
metini kırmış ve üstün başarı elde etmişti.[69]

Büyük bir korkuya kapılarak geri çekilen Hakan, 40 bin kişilik bir or-
duyu Hezar Tarhan isminde bir komutanın emrine vererek yeniden taar-
ruza geçti. Durumdan haberdar olan Mervan, Kevser b. Esved el-Anberî�
başkanlığında bir askerî� birliği Hazarlara karşı gönderdi. Bu karşılaşma-
da da Hazarlar hezimete uğradı ve Hezar Tarhan da öldürüldü. Durumun
vahametini öğrenen Hakan, Mervan’a elçi göndererek barış teklif etti.
Mervân’ın gelen elçiye, ancak Hakan’ın İ�slâm Dininin kabul etmesi halin-
de saldırıyı durduracağını aksi halde savaşa devam edeceğini bildirmesi
üzerine, Hâkan İ�slâmiyet’i kabul edeceğini, kendilerine İ�slâmiyet’i öğrete-
cek kişilerin gönderilmesini istedi. Bunun üzerine Mervân, İ�slâm Dini’ni
öğretmek için Nuh b. Sâibü’l-Esed ile Abdurrahmân b. Fulân el-Havlânî�’yi
görevlendirdi. Hâkan, gelen bu iki mürşit ile yaptığı müzakereler sonunda
Müslüman oldu. Mervân, sadâkâtını gösteren Hâkan’ın ve bölge halkının
Müslüman olması üzerine onu kendi topraklarında bıraktı. Ancak Hazar
Hakanının Müslümanlığı fazla devam etmedi. Müslüman Arapların bölge-
den uzaklaşmalarından sonra eski dinine dönmüştür. Mervan 40 bin civa-
rındaki esirlerle geri dönerek Azerbaycan’nın kuzeyindeki el-Semûr ile eş-
Şâbirân arasındaki düzlük araziye onları yerleştirdi. Durumu halî�fe Hişâm’a
bir mektupla bildirip, elde edilen ganimetin beşte birini Şam’a gönderdi.[70]

[66] Taberî�, VIII, 217; İ�bnü’l-Esî�r, V, 173. 251


[67] İ�bnü’l-Esî�r, V, 177; Halife b. Hayyât, s. 425.
[68] Hazar şehirlerindendir. Y.Z.Yörükan s. 377.
[69] Belâzurî�, s. 297; İ�bnü’l-Esî�r, V, 178.
[70] İ�bnü’l-A’sem, IV, 289-291; Belâzurî�, s. 297.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Bölgeye yerleştirilen esirler kısa bir süre sonra isyan edip memleket-
lerine dönmeye çalıştılarsa da, başarılı olamadılar. Çünkü Mervan onları
yakalayarak kılıçtan geçirdi.[71] Mervan b. Muhammed 735-741 yılları ara-
sında bölgede Hazarlara karşı bazı başarılı savaşlar yaparak çevre insan-
larıyla anlaşmalar yapmış, bol miktarda ganimet ve esir elde edip bölgeyi
kesin olarak Müslümanların hâkimiyeti altına almıştı.[72]

Kafkas ve Hazar topraklarında başarılı seferler yapan komutanlar, Sa’id


b. Amr, Cerrah b. Abdullah, Mesleme b. Abdülmelik ve Mervan b. Muham-
med’dir. Ancak bölgedeki Müslümanların elde ettikleri başarı ve hâkimiyet
çok uzun süreli olmadı. Çünkü Mervan kuzeydeki Hazar topraklarını hâki-
miyetleri altında tutacak güçlü bir orduyu bölgeye yerleştirmeden geri çe-
kilmek zorunda kalmıştır. Ayrıca halife II. Velid öldürülmüş, devletin içinde
karışıklıklar artmıştı. Nitekim Şam’a dönen Mervan, 744 yılında halife ol-
muş, altı yıl sonra o da öldürülerek Emevî� devletine son verilmişti. Şayet
muvazzaf bir ordu konuşlandırılsaydı ayrıca ticarî� ve kültürel ilişkiler de
artırılmış olsaydı Müslümanların hâkimiyeti ve İ�slâm’ın yayılması Hazarlar
ve Doğu Avrupa’da daha farklı bir şekilde gerçekleşebilirdi. Hatta bu durum
Hazar Türkleri açısından bir dönüm noktası olabilirdi. Ayrıca Müslüman
Araplara İ�stanbul yolu Karadeniz’in kuzeyinden açılabilirdi.

Halife Hişam’dan sonra Kafkaslar ve Hazarlardaki Müslüman Arap-


ların akınları durmuştur. Bunun en önemli sebepleri arasında Hakan’ın
geçici olarak İ�slâm dinine girmesiyle Emevî� Devleti içerisindeki iç çatış-
maları ve Abbasi ihtilâlini söyleyebiliriz.

252

[71] M.�. Artamonov, s. 294.


[72] Halife b. Hayyât, s. 428-433.
Prof. Dr. Nadir ÖZKUYUMCU
Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

D. İfrîkıyye ve Endülüs’te Fetih Hareketleri

İ�frî�kıyye (Ifriqiya) coğrafyası hakkında Müslüman coğraf-


yacıların görüşlerini üç grupta toplamak mümkündür. Bunlar;
İ�frî�kıyye’nin Mağrib’de bir şehir olduğu ve İ�slâm fetihlerinden
sonra, bu şehrin kalıntıları üzerine Ukbe b. Nâfî� el-Fihrî� tarafın-
dan 50 (670) yılında Kayrevân şehrinin kurulduğu,[1] “İ�frî�kıyye”
kelimesinin “Mağrib” kelimesi ile eş anlamlı olarak kullanıldığı[2]
ve nihayet İ�frî�kıyye coğrafyasının Bizanslılar devrinde kullanı-
lan şekle yakın bir olarak Berka ile Tanca arasında kalan yerler
olduğudur.[3] İ�frî�kıyye’nin Müslümanlar tarafından fethini anla-
tan İ�slâm tarihçileri de, burada bağımsızlığını ilan eden Grego-
rios’un Trablusgarb’tan Tanca’ya kadar olan bölgeye hâkim ol-
duğunu bildirerek[4] bu görüşü desteklemektedirler. Müslüman
coğrafyacılardan İ�bn Hurdazbih ile İ�stahrî�’ye göre ise İ�frî�kıyye,
Ağlebî�ler’in (800-909) hâkimiyet alanlarına giren bölge olup,
“Mağribu’l-Evsat=Orta Mağrib” diye de isimlendirilmektedir.[5]

Müslüman coğrafyacıların bazıları İ�frî�kıyye coğrafyasını ta-


nımlarken Mağrib kavramını da kullanmaktadırlar. Günümüzde
genel olarak Tanca’nın batısından Atlas Okyanusuna kadar olan

[1] İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 87; Ya’kûbî�, Büldân, s. 357; İ�bn Fakî�h el-He-
mezânî�, Muhtasaru Kitâbi’l-Büldân, s. 78-79; Bekrî�, Mu’cem, I, 176;
Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem I, 324.
[2] İ�stahrî�, Mesâlik, s. 36-37.
[3] Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 325. Ayrıca Bk. İ�bn Fakî�h el-Hemezânî�,
Mesâlik, s. 78-79.
[4] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 183; Belâzürî�, Fütûh, s. 227-228 (T.324-
325); İ�bnü’I-İ�zârî�, Muğrib, I, 9-10; Endelüsî�, Muhammed b. Muhammed 253
(Veziru’s-Serrac), el-Hulelü’s-sündüsiyye fi ahbâri’t-Tunusiyye (thk.
Muhammed el-Habib el-Hî�le), Beyrut 1984, I, 274-275.
[5] İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 87; İ�stahri, Mesâlik, s. 45; Talbi, “İ�frıkıyâ”, EI2,
III, 1049.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yerler için kullanılan Mağrib kavramı, Müslüman coğrafyacıların kitapla-


rında Mısır’ın batısında kalan, hatta Endülüs’ü de içine alan coğrafya için
kullanılmıştır. Bu durumda İ�frî�kıyye coğrafyası Mağrib coğrafyasının sı-
nırları içinde kalmaktadır.[6]

Bu rivayetlerden de anlaşılacağı üzere, İ�slâm coğrafyacıları, İ�slâm’ın


erken devirlerinde fethedilen Mısır’ın batısında kalan bölgelere Mağrib
ismini vermişlerdir. Kanaatimizce, bu taksimat İ�slâmiyetin yayıldığı ilk
devirlerde, Hicâz Yarımadası ve Mısır esas alınarak güneşin doğuş ve ba-
tışına göre yapılmıştır. Ancak, İ�frî�kıyye coğrafyasının tespitinde ise, siyasî�
coğrafyanın dikkate alındığı kanaatindeyiz ki bu da İ�slâm fetihleri sırasın-
da Berka ile Tanca arasındaki bölgenin, Bizanslıların Afrika eyaleti olma-
sından kaynaklanmaktadır.

İ�slâm fetihleri sırasında, coğrafî� olarak Mağrib, siyasî� olarak da İ�frî�-


kıyye ismi verilen bu bölge, zamanla tamamen coğrafî� bir özellik kazan-
mış ve kıtanın tamamına “Afrika” denilmiştir. Kıtanın kuzey bölgesi için
ise, bugün Mısır ve Mağrib de dâhil olmak üzere, “Şimâlî� İ�frî�kıyye” yani
“Kuzey Afrika” terimi kullanılmaktadır.

Bu bölümde İ�frî�kıyye ve Mağrib birlikte değerlendirilerek, İ�frî�kıyye


kavramının siyasî� sınırlarına, coğrafî� sınırları da ilave edilecektir. Buradan
da Endülüs’teki fetih hareketlerine geçilecektir.

1. Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’in Birinci


İfrîkıyye Seferi: Gazvetü’l-Abâdile

Müslümanlar İ�frî�kıyye’ye ilk seferlerini Hz. Ö� mer’in halifeliği zama-


nında düşünmüşlerdir. Amr b. el-Â� s 22’de (642-643) Trablusgarb’ı fethet-
tikten sonra, buraya dokuz günlük mesafede bulunan İ�frî�kıyye’nin fethi
için Hz. Ö� mer’den izin istemiş, ancak bu izin çıkmayınca Mısır’a geri dön-
müştür.[7]
Halife Hz. Osman 25 (645-646) yılında Amr b. el-Â� s’ı azledip, yerine
Abdullah b. Sa’d b. Ebî� Serh’i Mısır valiliğine atayınca İ�frî�kıyye’nin fethi
yeniden gündeme gelmiştir. Abdullah, Mısır valisi olarak İ�frî�kıyye’nin iç-
lerine kadar bazı süvarî� birlikleri göndermiş ve bu birlikler her defasında

254 [6] Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 583; İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 85-90; Ya’kûbî�, Büldân,
s. 342 vd.; İ�bn Fakî�h el-Hemezânî�, Muhtasaru Kitâbi’l-Büldân, s. 78 vd. İ�stahrî�,
Mesâlik, s. 36 vd.; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsim, s. 216; İ�bn Havkal, Sûretü’l-arz, I, 60-
62. Abdülaziz Salim, Mağribu’1-kebîr, II, 125-140.
[7] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 172-173; Belâzürî�, Fütûh, s. 227 (T. 323-324).
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

pek çok ganimet ve esirlerle Mısır’a dönmüşlerdir.[8] Bunun üzerine o,


hicrî� 26’da (647),[9] halife Hz. Osman’a bir mektup yazarak, ona İ�frî�kıyye
içlerine kadar yapılan seferler ve elde edilen başarılar hakkında bilgi ver-
miş, İ�frî�kıyye’nin fethine çıkmak için de izin istemiştir. Halife Hz. Osman
önceleri buna sıcak bakmamasına rağmen, daha sonra Abdullah b. Sa’d’ın
İ�frî�kıyye seferine çıkmasına izin vermiş[10] ve Medine’den gönüllülerden
oluşan yaklaşık 5000 kişilik bir askeri birliği takviye olarak ona gönder-
miştir.
İ�slâm Tarihi kaynakları Hz. Osman dönemindeki bu ilk İ�frî�kıyye se-
ferine adı “Abdullah” olan yedi meşhur sahâbenin katılmış olmalarından
dolayı bu sefere “Gazvetü’l-Abâdile” demektedirler.[11]
Abdullah b. Sa’d 20.000 kişilik ordusuyla İ�frî�kıyye seferine çıkmış,
Berka’da murâbıt olarak bulunmakta olan[12] Ukbe b. Nâfî�’yi de ordusuna
dâhil ettikten sonra, muhtemelen Rebî�ülevvel 27’de (Aralık 647) bölgenin
başkenti Subeytula’ya (Sufetula) varmıştır.[13]
Abdullah Subeytula’yı kuşatma altına aldıktan sonra, 120.000 kişi
olan İ�frî�kıyye orduları komutanı Gregorios’a bir elçi göndererek, ona
Müslümanların her savaşından önce yaptıkları teklifleri sunmuştur. Buna
göre, önce onu İ�slâm’a davet etmiştir. Bunu kabul etmez ve kendi dinle-
rinde kalmayı arzu ederlerse cizye vermelerini istemiş, bunu da kabul
etmezlerse kendileriyle savaşacağını bildirmiştir. Gregorios, savaşı tercih
etmiştir.[14] Yapılan savaşı Müslümanlar kazanmışlardır.[15] Abdullah da-
ğılan düşman ordusunu takip amaçlı ve bölgedeki diğer yerleşim birim-
lerini hâkimiyeti altına almak için civara pek çok birlikler göndermiştir.
Bu birlikler de başarılı bir şekilde görevlerini tamamlamışlardır.[16] Mağ-
lubiyeti kabul eden İ�frî�kıyye’nin ileri gelenleri Abdullah b. Sa’d’a gelerek,

[8] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 183; Belâzürî�, Fütûh, s. 227-228 (T. 324-325); İ�bnü’l-
İ�zâri, Muğrib, I, 9.
[9] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 187; Belâzürî�, Fütuh, s. 227 (T.324); İ�bnü’l-İ�zâri, Muğrib,
I, 8-9.
[10] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 183; Belâzürî�, Fütûh, s. 227-228 (T. 324-325); İ�bn A’sem,
Fütûh, I, 357-361; İ�bnü’l-İ�zâri, Muğrib, I, 9.
[11] Bu sahâbiler şunlardır: Abdullah b. Sa’d b. Ebî� Serh, Abdullah b. ez-Zübeyr, Abdullah
b. Ö� mer b. el-Hattâb, Abdullah b. Amr b. el-Â� s, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud
ve Abdullah b. Ca’fer. Halî�fe b. Hayyat, Târîh, I, 164; Belâzuri, Fütûh, s. 227-228 (T.
324-325); Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfus, I, 15-16; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 8.
[12] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 89-90 (T. III, 95-97).
[13] İ�bn A’sem, Fütûh, s. 357-361.
[14] Ya’kûbî�, Târîh, II, 165; Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 17; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 89-90
(T.III.95-97). 255
[15] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 183; Belâzürî�, Fütûh, s. 228 (T.325); İbnü’l-İzârî, Muğrib,
I, 9-10.
[16] Ayrıntılı bilgi için bakınız: Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar
Tarafından Fethi, Kültür Bakanlığı e-kitap.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

ülkelerinin bırakılması ve Müslüman askeri birliklerin topraklarını terk


etmeleri karşılığında her yıl 2.500.000 dinâr cizye verme teklifinde bu-
lunmuşlardır.[17] Abdullah onların bu teklifini kabul ederek,[18] aldığı gani-
metlerle Mısır’a dönmüş,[19] Abdullah b. ez-Zübeyr’i fetih müjdecisi olarak
Medine’ye, halife Hz. Osman’a göndermiştir.[20]

2. Abdullah b. Sa’d’ın İkinci İfrîkıyye Seferi

Abdullah b. Sa’d’ın ikinci İ�frî�kıyye Seferi hakkında İ�slâm Tarihi kay-


naklarında tatmin edici bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda sadece, İ�frî�-
kıyyelilerin daha önce yaptıkları anlaşmalarını bozdukları ve bu sebepten
Abdullah b. Sa’d’ın 33 (653-654) yılında ikinci defa İ�frî�kıyye seferine çıktı-
ğı nakledilmekte,[21] ancak anlaşmalarını bozma sebeplerine ve bu seferin
neticesinin ne olduğuna temas edilmemektedir.

İ�frî�kıyyelilerin anlaşmalarını bozmaları iki sebepten olabilir. Birincisi


Abdullah b. Sa’d’ın 31 (651-652)’de “Gazvetü’l-Esâvid” diye bilinen Nûbe
Seferi’ne çıkması ve bu savaşta Nûbeliler karşısında başarılı olamayıp, pek
çok askerinin yaralanması sonrasında onlarla karşılıklı hukuka dayalı bir
anlaşma yapması, bunun İ�frikiyeliler’i Müslümanlara karşı cesaretlendir-
mesi, ikinci de, 654-655’de Bizans donanması ile yapılan “Zâtü’s-Savârî�”
savaşı ile ilgili olabileceğidir.[22]

Zâtü’s-Savârî� savaşının kazanılması ve Akdeniz’deki bazı adaların


hâkimiyet altına alınması Bizans’ın Akdeniz’deki hâkimiyetini sarsmış
olmasına rağmen, halife Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle sonuçlanan iç
çatışmalar, Müslümanların hâkimiyetlerini daha da güçlendirmelerini
önlemiş, gerek denizdeki adaların fethi ve gerekse İ� frî�kıyye’deki ilerle-
meleri Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın halife olmasına kadar duraklama döne-
mine girmiştir.

[17] Cizye miktarının belli miktarda bir mal (Bk. İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 183), 300
kantar altın (Bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 228, (T. 325) ve Taberî�, Târîh, IV, 256, Leiden, I,
2818), 100 bin rıtıl altın (Bk. Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 19) ve 2 milyon 520 bin dinar
(Bk. Ya’kûbî�, Târîh, II, 165; Taberî�, Târîh, IV, 256, Leiden, I, 2818 ve İ�bn A’sem, Fütûh,
I, 357-361) olarak tesbit edildiği de nakledilmiştir.
[18] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 12-13; Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 27.
[19] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 183; Belâzürî�, Fütûh, s. 228-229 (T. 325-326); Kindî�,
Vulât, s. 12; Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 18; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 91 (T. III, 97); İ�bn
Tağriberdi, Nücûm, I, 79-80.
[20] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 25-27.
256 [21] Taberî�, Târîh, IV, 317 (Leiden, I, 2907); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 14; İ�bn Kesî�r, Bidâye,
VII, 172; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 80, 91. Aynı Bk. İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 91 (T. III,
97); Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 163.
[22] Bk. Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi,
Kültür Bakanlığı, e-kitap.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

3. Muâviye b. Hudeyc’in İfrîkıyye Seferi

Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın 41’de (661) halife olmasıyla muhtelif bölgeler-


deki fetih hareketleri yeniden canlılık kazanmıştır. Bu arada Emevî�ler dev-
rindeki ilk İ�frî�kıyye Seferi’ne de 45’de (665) Muâviye b. Hudeyc çıkmıştır.

İ�slâm fetih hareketlerinin durduğu bu fetret döneminde Bizanslılar


İ�frî�kıyye’ye yeniden hâkim olmuşlardır.[23] İ�frî�kıyye’de Bizans’a karşı istik-
lâlini ilan eden Gregorios’un, Abdullah b. Sa’d’ın 27 (647-648) yılındaki
seferi sırasında maktul düşmesinden sonra, burada yerli halk tarafından
başa geçirilen Hubâhibe,[24] Abdullah b. Sa’d ile yıllık 300 kıntar altın ver-
mek üzere bir cizye anlaşması yapmıştı.[25] Bizans İ�mparatoru II. Kons-
tans, Müslümanların dâhilî� mücadelelerle meşgul olmalarını fırsat bilerek
İ�frî�kıyye’ye yeniden hâkim olduğunda, Û� lî�me[26] isimli bir komutanını İ�frî�-
kıyye’ye vali olarak tayin etmiş ve yerli halktan, Müslümanlara verdikleri
verginin aynısını kendilerine de vermelerini istemiştir. Ancak Hubâhıbe
Bizans’a vergi vermeyeceklerini söyleyince,[27] onu İ�frî�kıyye’den sürmüş-
tür.[28] Bizans tarihçisi Ostrogorsky, bu dönemde Diofizit inanca sahip
Bizanslıların Monofizit olan yerli halka mezhep farklılığından dolayı zul-
mettiğini bildirmektedir.[29]
Sürgündeki Hubâhıbe, Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın halife olmasından
sonra Şam’a giderek, ona İ�frî�kıyye’nin içinde bulunduğu durumu anlatmış
ve ondan, bir ordu göndererek yerli halkı Bizanslıların, zulmünden kur-
tarmasını istemiştir. Muâviye bu teklifi kabul etmiş ve Şam’da teçhiz ettiği
10 bin kişilik bir orduyu 45 (665) yılında[30] Muâviye b. Hudeyc komu-

[23] İ�frî�kıyye’nin hangi tarihte yeniden Bizans hâkimiyetine girdiğine dair kaynak-
larımızda herhangi bir bilgiye rastlanılamamıştır. Ancak bu durumun halife Hz.
Osman’ın şehit edilmesinden sonraki yıllarda olduğu düşünülebilir. Ayrıca, burada-
ki potansiyel bir Rum varlığı ve yerleşik bir Bizans nizamı olduğu da dikkate alınır-
sa, Bizans’ın buraya sadece bir vali atamakla yetindiği şeklindeki bir fikir de makul
karşılanabilir.
[24] Mağrib tarihi araştırıcılarından Sa’d Zağlûl, İ�bnü’l-İ�zârî�’nin Hubâhiba olarak naklet-
tiği bu ismin Rumca “Gennadius” şeklindeki ismin Arapçalaşmış hali olabileceğini
ifade etmektedir. Bk. Târîhu’l-Mağrib, I, 168-169. Archibald Lewis ise, bu kişinin
Araplara iltica eden “Gennadius” olduğunu belirtmektedir. Bk. Bahriye, s. 94.
[25] Abdülaziz Salim, Mağribu’l-kebîr, II, 174.
[26] Sa’d Zağlûl, bu ismin de Rumca “Elethere” isminin Arapçalaşmış şekli olabileceğini
söylemektedir. Bk. Târîhu’l-Mağrib, I, 169.
[27] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 18.
[28] Abdülaziz Salim, Mağribu’l-kebîr, II, 176.
[29] Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 110.
[30] İ�bn Abdülhakem, İ�bnü’l-İ�zârî� ve Mâlikî� onun üç defa İ�frî�kıyye seferine çıktığını bil- 257
dirmektedirler. Bu müelliflerden İ�bn Abdülhakem ile Mâlikî� onun 654-655, 660-
661 ve 670 yıllarında İ�frî�kıyye Seferi’ne çıktığını nakletmektedirler. Bk. Fütûh, s.
194; Riyâdu’n-nüfûs, I, 30, İ�bnü’l-İ�zârî� ise, bu tarihleri, 654-655, 661 ve 665 ola-
rak kaydetmektedir. Bk. Muğrib, I, 14-16; Halî�fe b. Hayyat, İ�bn Hudeyc’in iki defa
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

tasında İ�frî�kıyye’ye göndermiştir. İ�slâm ordusunun İ�frî�kıyye’ye hareket


ettiği haberini alan imparator II. Konstans da 30 bin kişilik bir donanmayı
Nekfûr[31] komutasında bölgeye gönderirken, buradaki halk da Atrıyyûn
isimli birinin liderliğinde ayaklanmıştır.[32]
Muâviye b. Hudeyc Bizans donanmasından önce İ�frî�kıyye’ye gelmiş ve
burada önce Kamûniyye, sonra da el-Karn[33] denilen bir dağın eteğine ka-
rargâhını kurmuştur.[34] Burada ordusunu üçe ayıran Muâviye b. Hudeyc,
askerin önemli bir bölümünü Abdullah b. ez-Zübeyr komutasında bir sahil
şehri olan Sûse[35] üzerine gönderirken, Abdülmelik b. Mervân komuta-
sındaki 1000 kişilik bir süvarî� birliğini de Celûlâ[36] üzerine yollamıştır.[37]
Böylece o, Bizans donanmasının İ�frî�kıyye’ye yapacağı çıkartma hareketini
önlemek istemiştir. Kendisi de az bir kuvvetle el-Karn’da kalmıştır.
Alınan tedbirler sebebiyle karaya çıkamayan Bizans askerleri gemi-
lerle geri dönmüşlerdir.[38] Muâviye b. Hudeyc de bu orduyu yörenin fet-
hinde kullanmış, pek çok yerleşim yeri fethedilerek Müslümanların hâki-
miyeti altına alınmıştır.[39] Muâviye kendisi 46’da (666) Mısıra dönerken,
burada fetihlere devam etmesi için Ukbe b. Nâfî� el-Fihrî�’yi bırakmıştır.[40]

4. Ukbe b. Nâfî el-Fihrî’nin İfrîkıyye Seferleri

İ�frî�kıyye’nin gerçek anlamda fâtihi Ukbe b. Nâfî�’dir. Onun yaklaşık 20


yıl süren İ�frî�kıyye’deki faaliyetlerini dört devre halinde ele almak müm-
kündür. Bunlar;

İ�frî�kıyye seferine çıktığını rivayet etmekte ve 665 ile 670-671 tarihlerini ver-
mektedir. Bk. Târîh, I, 241-242, 247-248; İ�bn Tağriberdî� de onun 670’de bir defa
İ�frî�kıyye seferine çıktığını nakletmektedir. Bk. Nücûm, I, 139, Belâzürî� ise, Muâviye
b. Hudeyc’in İ�frî�kıyye’de savaştığını tarih vermeksizin kısaca rivayet etmektedir. Bk.
Fütûh, s. 229 (T. 326).
[31] Sa’d Zağlûl, İ�bnü’l-İ�zârî�’nin “Nekfûr” olarak verdiği Bizanslı komutanın isminin,
“Neciphore” olabileceğini ifade etmektedir. Bk. Târîhu’l-Mağrib, I, 171.
[32] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 18; Abdülaziz Salim, Mağribu’l-kebîr, II, 177.
[33] el-Karn: el-Karn hakkında İ�slâm coğrafyacılarından sadece Yahut el-Hamevî� bilgi
vermektedir. O da, el-Karn’ın İ�frî�kıyye’de bir dağ olduğunu ifade etmekle yetinmek-
tedir. Bk. Mu’cem, IV, 73.
[34] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 193-194.
[35] Sûse: Mağrib’de, Atlas Okyanusu sahilinde, kuzey, güney ve doğu olmak üzere üç
tarafı denizle çevrili ve Kayrevân’a 30 mil mesafede bir şehirdir. Bk. Ya’kûbî�, Büldân,
s. 348; Makdisî�, Ahsenü’t-Tekâsim, s.24, 55, 216, 226, 247; İ�bn Havkal, Suretü’l-Arz, I,
49-50; Yâkût el-Hamevî�, Mucem, III, 190-192.
[36] Celûlâ: İ�frî�kıyye’de, Kayrevan’a 24 mil mesafedeki eski bir şehirdir. Bk. Yâkût el-Ha-
mevî�, Mu’cem, II, 107-108; Endülusî�, Hulel, I, 241-246; İstibsâr, s. 119.
[37] Halî�fe b. Hayyât, Târîh, I, 247-248; İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 193-194, İ�bnü’l-İ�zârî�,
258 Muğrib, I, 16-18.
[38] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 16. Nüveyrî� ise İ�bnü’z-Zübeyr’in burada savaştığını ve
Bizanslıların savaştan sonra kaçtıklarını bildirmektedir. Bk. Nihâye, XXIV, 20.
[39] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 193-194; İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 16.
[40] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 194.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

• Amr b. el-Â� s’ın ikinci Mısır valiliği zamanında, 41-43 (661-663)


yılları arasında, daha çok Libya ve Sûdan ile İ�frî�kıyye’nin doğu sını-
rında gerçekleştirdiği seferler ve fetihler;
• 46-50 (666-670) yılları arasında, aynı bölgelerde tekrarlanan se-
ferler ve fetihler;
• 50-55 (670-675) yılları arasında birinci İ�frî�kıyye valiliği ve Kay-
revân’ı kurması;
• 62-63 (682-683) yıllarındaki ikinci İ�frî�kıyye valiliği.

a. 41-43 (661-663) Yılları Arasındaki Askerî Faaliyetleri

Ukbe b. Nâfî�’in İ� frî�kıyye’deki ilk faaliyetleri Amr b. el-Â� s’ın Berka ve


Trablusgarb’ı fethettiği 22-23 (642-643) yıllarında başlamıştır. Amr’ın
komutanı sıfatıyla bu şehirlerin fetihlerine katılmış olan Ukbe, aynı yıl-
larda Berka ile Zevî�le arasında kalan yerleri de İ� slâm hâkimiyetine al-
mıştır. Bölgedeki fetihlerin tamamlanmasından sonra ise Amr b. el-Â� s
tarafından Berka ve Trablusgarb’ın murâbıtlığına atanmıştır.[41]

Amr b. el-Â� s’ın 25’de (645) Mısır valiliğinden azledilip, yerine Ab-
dullah b. Sa’d b. Ebî� Serh’in atanmasından sonra da, bölgedeki murâbıt-
lık görevine devam eden Ukbe b. Nâfî�, Abdullah b. Sa’d’ın 27’de (647)
gerçekleştirdiği İ�frî�kıyye seferine de iştirâk etmiştir. Hz. Osman’ın şehit
edilmesinden sonra Ukbe b. Nâfî�’nin faaliyetleri hakkında bilgi bulunma-
maktadır. Onun, bölgede yeniden askerî� seferlere çıkması Muâviye b. Ebî�
Süfyân’ın halifelik makamına oturduğu 41 (661) yılında olmuş ve Amr b.
al-Â� s’ın vefat ettiği tarih olan 43 (663) yılına kadar üç yıl sürmüştür.

Ukbe bu dönemde ilk olarak, 41 (661) yılında olup, Berka’nın güne-


yinde kalan iç bölgeler üzerine sefere çıkmış, Berberî�lerin meskûn olduğu
Lüvâte,[42] Müzâte,[43] Merâkıye[44] ve İ�frî�kıyye’nin doğu sınırında bulunan

[41] Bk. Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi,
Kültür Bakanlığı, e-kitap.
[42] Lüvâte: Berka bölgesinde bir yerleşim alanıdır. Aynı isimdeki Berberî� kabilesine
izafeten bu yere de Lüvâte denilmektedir. İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 91-92; Ya’kûbî�,
Büldân, s. 343-344; Mes’ûdî�, Tenbîh, s. 90; Makdisî�, Ahsenü’t-Tekâsim, s. 220; Yâkût
el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 367.
[43] Müzâte: Berka ve Trablusgarb bölgesinde meskûn bir Berberi kabilesinin ismidir.
Onların ismine izâfeten bu yer de aynı isimle anılmaktadır. Bk.. İ�bn Hurdazbih,
Mesâlik, s. 90; Ya’kûbî�, Büldân, s. 242-246; Mes’ûdî�, Tenbîh, s. 90; İ�bn Havkal, 259
Sûretü’l-arz, I, 87.
[44] Merâkıye: İ�skenderiye-İ�frî�kıyye yolu üzerinde, Berberî�lerle meskûn, Akdeniz sahi-
linde bir şehirdir. Bk. İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 91; Ya’kûbî�, Büldân, s. 339; Mes’ûdi,
Tenbîh, s. 21, Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 477.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bazı yerleşim alanları ile Sûdan’ın[45] bazı köylerine seferler düzenlemiş-


tir. Böylece bölgeyi İ�slâm hâkimiyeti altına almıştır.[46] Ukbe bu bölgede
yaşayan Berberiler üzerine defalarca sefer yapmak durumunda kalmıştır.
Çünkü Berberiler Ukbe b. Nâfî� yurtlarına girdiğinde Müslüman oldukla-
rını söylüyorlar, ancak Ukbe’nin ayrılmasından sonra hem eski dinlerine
geri dönüyorlar ve hem de isyan ediyorlardı.[47]

Bu arada Ukbe b. Nâfî�’nin isyanları bastırmakla meşguliyetinden do-


layı gidemediği Trablusgarb bölgesine Şerî�k b. Sümeyy el-Murâdî� gönde-
rilmiş ve o Trablusgarb’ın batısında bir sahil şehri olan Lebde’yi[48] fethet-
miştir.[49] Seferlerine devam etme kararlılığında iken Mısır valisi Amr b.
el-Â� s’ın ölümcül hasta olduğu haberini alınca Zilhicce 43’de (Mart 664)
Fustat’a gitmiştir.[50]

İ�slâm tarihi kaynakları Amr’ın ölümünden sonra Ukbe’nin Abdullah


b. Sa’d b. Ebî� Serh’in 27 (647) yılındaki İ�frî�kıyye seferini naklederlerken,
45 (665) yılındaki Muâviye b. Hudeyc’in İ�frî�kıyye seferine iştirâk ettiğine
dair bilgi vermemektedir.

b. Ukbe b. Nâfî’nin 46-55(666-675) Yılları Arasındaki Askerî


Faaliyetleri ve Kayrevân’ı Kurması/ Kayrevân’ın Kurulması

Ukbe b. Nâfî�’nin bu yıllar arasında iki önemli icraatı bulunmaktadır.


Bunlardan biri 46-50 (666-670) yılları arasında genellikle Berberi yerle-
şim alanlarına yaptığı fetih hareketleri, diğeri de 50-55 (670-675) yılları
arasında Kayrevân’ı kurmasıdır.

Ukbe b. Nâfî� bu yıllar arasında ilk olarak Veddân şehrini zorlanma-


dan fethetmiş ve onlarla yıllık 360 köle vermeleri şeklindeki anlaşma
yapmıştır.[51] Veddân’dan sonra Fezzân (Fizân) bölgesindeki Cerme[52]

[45] Sûdan: Mağribu’l-Aksâ’da, Sicilmase’nin kıble tarafında, Zevile’den Atlas


Okyanusu’na kadar uzanan, daha çok çöllerle kaplı bölgenin ismidir. Bk. İ�bn
Hurdazbih, Mesâlik, s. 89, 93; Ya’kûbî�, Büldân, s. 360; İ�bn Fakî�h el-Hemezânî�,
Muhtasar Kitâbu’l-Büldân, s. 4; İ�stahrî�, Mesâlîk, s. 4-10, 40, 52; Mes’ûdî�, Tenbîh, s.
20, 57, 70, 184; İ�bn Havkal, Suretü’l-arz, I, 9-10; Hasan b. Muhammed Leon el-İ�frikî�,
Vasfu İfrikıyâ, (Fransızcadan Arapçaya terc. Muhammed Huceyy, Muhammed el-Ah-
dar), Beyrut 1983 (II. Baskı), II, 159-179; İstibsâr, s. 217.
[46] Halife b.Hayyat, Târîh, I, 235; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 419 (T. III, 426): Zehebî�, Düvel, I, 35.
[47] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 465 (T. III, 472); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 19-20.
[48] Lebde: Berka ile Kayrevân arasında, Akdeniz sahilinde bir şehirdir. Ya’kûbî�, Büldân,
s. 346; İ�bn Havkal, Sûretu’l-Arz, I, 69; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 345.
260 [49] Kindî�, Vulât, s. 32-33.
[50] Kindî�, Vulât, s. 33; Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, II, 181.
[51] .İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 194.
[52] Cemre: İ�frî�kıyye’nin güneyinde Fezzân bölgesinde bir yerdir. Yâkût el-Hamevî�,
Mu’cem, II, 65.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

(veya Hurme) üzerine hareket etmiş, buranın halkını İ� slâm’a davet et-
miş, onlar da kabul etmişlerdir.[53] Buradan doğudaki Fevre[54] bölgesin-
deki pek çok kaleyi fethetmiştir. Ukbe onlarla da senelik 360 köle verme-
leri karşılığında bir anlaşma yapmıştır.[55] Buradan Zevî�le’ye yönelmiştir.[56]
Zevî�le’den tarihte “Tarî�ku’l-A’zam” diye bilinen yoldan İ� frî�kıyye’ye doğru
hareket etmiştir. Yolu üzerindeki bütün kaleleri fethetmiş, bugünkü Tu-
nus’un sınırları içinde kalan Kafsa’yı,[57] akabinde Kastiliyye’yi[58] de hâ-
kimiyeti altına almıştır.

c. Ukbe b. Nâfî’nin 50-55 (670-675) Yılları Arasında


Kayrevân’ı Kurması ve Birinci Ifrikıyye Valiliği / Kayrevân’ın
Kurulması ve Birinci Ifrikıyye Valiliği (s.262)

Ukbe b. Nâfî�’nin 46 (666) yılında başladığı fetih hareketlerinin han-


gi tarihte bittiği kaynaklarımızda verilmemektedir. Ancak onun bu fetih-
lerden sonra Kayrevân’ı kurmak üzere el-Karn’a geldiği ve daha sonra
da 50 (670) yılında Kayrevân’ı kurma çalışmalarına başladığı dikkate
alınırsa, Ukbe’nin gerçekleştirdiği bu fetihlerin aynı yılda sona erdiğini
söylemek mümkündür.

Ukbe b. Nâfî� kendisinden önce İ� frî�kıyye seferine çıkan komutanla-


rın burada kalmayıp Mısır’a geri dönmeleri sebebiyle bölgede fetihlerin
kalıcılık vasfına sahip olmadığını görmüş, bilhassa Berberî�lerin Müslü-
manlar kendi beldelerine girdiğinde, İ� slâm’ı kabul ettiklerini, fakat onla-
rın ayrılmasından sonra tekrar irtidat ettiklerini tecrübe etmiştir. Ukbe
gerek burada yaşayan halkı kontrol etmek ve gerekse gerçekleştirilen
fetihlerin kalıcılığını sağlamak için İ� frî�kıyye’de bir ordugâh şehir (=Kay-
revân) kurmanın zarûrî� olduğunu görmüştü. Nitekim Nüveyrî� de, onun
burada bir şehir kurmasının sebebi olarak bölge halkının devamlı bir
şekilde isyan etmelerini ve Ukbe’nin bundan dolayı onları kontrol et-
mek istediğini nakletmektedir.[59] Onun kuracağı bu şehir aynı zamanda

[53] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 194-195.


[54] Fevre: Coğrafya kitaplarımızda Fevre isminde bir yer ismine rastlanılamamıştır.
Ancak Fevvâre isminde bir yer adından bahsedilmekte ve İ�frî�kıyye’de bulunduğu
kaydedilmektedir. Bk. İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 86, 225; Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsim,
s. 246.
[55] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 195.
[56] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 195-196.
[57] Kafsa: Surları ve nehirleri olan, halkı Berberileşmiş ve Latin-İ�frıkî� dili konuşan, ku-
zey-doğusunda Kayrevân şehri, güneyinde Nüfûse Dağı bulunan merkezi bir şehir- 261
dir. Bk.. İ�drisî�, Sıfatü’l-Mağrib, s. 104-105.
[58] Kastiliye: Diğer ismi “Tevzer” olan ve Bâğâye’ye 4, Cebel’ü Nefûse’ye 2 merhale me-
safede bir şehirdir. Bk. İ�drisî�, Sıfatü’l-Mağrib, s. 103-104, 122.
[59] Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 22.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İ� slâm ordularının Mağrib seferlerine kolayca çıkmalarına da yardımcı


olacaktı. Bu sebepler dâhilinde Ukbe b. Nâfî� yaklaşık olarak bugünkü
Kayrevân’ın yerini seçmiş ve ilk olarak burada bir cami yaptırarak şeh-
rin imarını başlatmıştır.[60] Beş yıl içinde şehrin imâr ve iskânı hemen
hemen tamamlanmıştır.[61]

Kayrevân’ın kurulması olumlu sonuçlar vermiş ve bölgede kontro-


lün sağlanması yanında, Berberî�lerin İ� slâm’ı kabul etmelerine ve Müs-
lüman olarak kalmalarına da sebep olmuştur. Onlar Kayrevân şehrine
yerleşmeye başlamışlar ve İ� slâm ordusuna katılarak takviye kuvvet söy-
lemişlerdir.[62] Ukbe’nin 50-55 (670-675) arasında askerî� seferlere çıktı-
ğına dâir herhangi bir rivâyet kaynaklarda bulunmamaktadır. Buna göre
Ukbe, bu yıllar arasında sadece Kayrevân şehrinin kuruluş çalışmaları
ve Berberî�lerin İ� slâm’ı kabul etmeleri için faaliyet göstermiş olmalıdır.
Ukbe b. Nâfî�, 55 (675) yılında azledilmiş ve yerine Ebü’l-Muhâcir Dinâr
tayin edilmiştir.[63]

[60] Halî�fe b. Hayyat, Târîh, I, 247; İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 196; Belâzürî�, Fütûh, s. 230
(T. 327); İ�bn Hallikan, Vefeyât, I, 55; İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 19-21; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil,
III, 465-466 (T. 472-473); İ�bn Haldun, İber, III, 10-11; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 140;
Hüseyin b. Muhammed Versî�lanî�, Nüzhetü’l-enzâr fi fazli ilmi’t-târîh ve’l-ahbâr, 2.
Basım, Beyrut 1974, s. 95.
[61] İ�bnü’l-Esî�r, Ukbe’nin 50’de (670) Kayrevân’ı kurduğunu ve beş yıl boyunca kuru-
luş çalışmaları için burada kaldığını rivayet etmektedir. Bk. Kâmil, III, 466 (T. III,
472). Halî�fe b. Hayyat ise, Kayrevân’ın imar ve iskânının üç yılda tamamlandığını
nakletmektedir. Bk. Târîh, I, 247. Kayrevân’ın kuruluşu ve gelişmesi hakkında Bk.
262 Hasan Hüsnü Abdülvehhab, Varakât an Hadârati’l-Arabiyye bi-İfrîkıyyeti’t-Tunûsiy-
ye, Tunus 1965, I, 43-62; Hıdır, İfrrikıyye, s. 301-318; Idris, “Le Récit”, REİ, XXXVII,
fasikül I, 121-123.
[62] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 466 (T. III, 472).
[63] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, III, 466 (T. III, 472); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 21.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

5. Ebü’l-Muhâcir Dinar’ın İfrîkıyye’deki Fetih


Hareketleri (55-62/674-681)

Halife Muâviye b. Ebî� Süfyân Mesleme b. Muhalled’i 47 (667) yılın-


da Mısır ve Mağrib[64] valiliğine tayin etmiştir. Böylece Mesleme, Mısır ve
Mağrib valiliklerinin ikisini birden fiilî� olarak uhdesinde toplayan ilk kişi
olmuştur.[65] Mesleme b. Muhalled 55’de (675) Ukbe’yi azletmiş ve yerine
Ebü’l-Muhâcir Dinar’ı tayin etmiştir.[66]

Ebü’l-Muhâcir İ�frî�kıyye’ye gelmiş ve Kayrevân’a yakın bir yerde ka-


rargâhını kurmuştur.[67] Daha sonra da, Ukbe’yi güzellikle görevinden al-
ması şeklindeki Mesleme’nin emrine muhalefet ederek, onu önce zincire
vurdurmuş, sonra da hapsetmiş, sonra da onun kurduğu Kayrevân şehrini
tahrî�b ettirerek karargâhını kurduğu yerde yeni bir şehir kurma çalışma-
larına başlamıştır.[68] “Nüzhetü’l-Enzâr” müellifi Versilânî�, onun kurduğu
bu şehrin ismini “Tekrevân” olarak verirken,[69] İ�bnü’l-İ�zârî�, Ebü’l-Muhâ-
cir’in bunu yapmasının sebebini, bu şehirle birlikte kendi isminin anıl-
masını arzu ettiğini bildirmektedir.[70] İ�slâm tarihi kaynakları onun İ�frî�-
kıyye’de çıktığı ilk seferin tarihini 59 (679) olarak verdiklerine bakılırsa,
Ebü’l-Muhâcir’in bu tarihe kadar yeni kurduğu şehrin imarı ve iskânıyla
meşgul olduğu söylenebilir.

Ebü’l-Muhâcir Dinâr’ın 59’da (679) ilk ciddi askeri seferi Kartaca üze-
rine olmuştur. Kartacalıları yenen Ebü’l-Muhâcir onların sulh talebini kabul

[64] Burada Mağrib kelimesi ile İ�frî�kıyye kastedilmektedir.


[65] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 197. Bu arada biz, Mağrib ve İ�frî�kıyye lafızlarının, İ�slâm
tarihçileri tarafından eş anlamlı olarak kullanıldığını görmekteyiz. Mesela, İ�bn
Abdülhakem, bir rivayetinde “Mesleme b. Muhalled Mısır ve Mağrib valiliklerini
uhdesinde toplayan ilk kişidir” derken (Bk. Fütûh, s. 197); başka bir rivayetinde
Mesleme için “Mısır ve İ�frî�kıyye valisi” demektedir. (Bk. Fütuh, s. 197-198). Yine
aynı şekilde İ�bnü’l-İ�zârî� de, bir rivayetinde Mesleme için “Mısır ve İ�frî�kıyye valisi”
ifadesini kullanırken (Bk. Muğrib, I, 21-22), Mâlikî� ise, Mesleme b.Muhalled’in valili-
ğini “Mısır ve Kayrevân Valisi” başlığı altında vermektedir. Bk. Riyâdu’n-Nüfûs, 1, 33.
Esasen Mesleme b. Muhalled’den önce Mısır ve Mağrib’in ikisine birden vali olarak
tayin edilen ilk kişi Abdullah b. Sa’d b. Ebî� Serh’tir. O, resmiyette her iki bölgenin
valisi olmuşsa da, Gregorios’u yendikten sonra İ�frî�kıyye’de kalmamış ve bölgede
askeri bir birlik de bırakılmadan Mısır’a dönmüştür.
[66] Zâvî�, Libya, s. 119. İ�bnü’l-İ�zârî�; Mesleme’nin Ukbe’yi azledip, yerine Ebü’l-Muhâcir
Dinâr’ı tayin etme sebebini şu şekilde rivayet etmektedir: “Mesleme, Ukbe’yi az-
ledip, yerine Ebü’l-Muhâcir’i tayin edince kendisine: “Ukbe’yi tayin etseydin, onu
İ�frî�kıyye’de bıraksaydın, daha iyi olmaz mıydı? O faziletli biridir ve onun orada bir
geçmişi vardır. O, Kayrevân’ı da kuran kişidir” denildiğinde; Mesleme cevap olarak:
“Ebü’l-Muhâcir bizden biri gibidir; yani aile halkımızdan biri gibidir… Biz onu seve-
riz.” demiştir. Bk. Muğrib, I, 21-22. 263
[67] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 21-22.
[68] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 21-22, Munis, Mağrib, s. 159.
[69] Versilânî�, Nüzhetü’l-Enzâr, s. 95.
[70] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 21-22.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

ederek, Ceziretü Şerî�k’in[71] Müslümanlara bırakılması karşılığında anlaşma


yapılmıştır. Kartaca’dan sonra bölgede iki yıl kadar muhtelif yerleşim birim-
lerini fetheden Ebü’l-Muhâcir 61’de (680-681) Tekrevân’a geri dönmüştür .[72]

Ebü’l-Muhâcir Dinâr’ın İ�frî�kıyye’de kaldığı yedi yıl boyunca yaptığı en


önemli icraatlardan biri, buradaki Berberî�lerle iyi münasebetler kurması
olmuştur. O, Berberî�lerin Evrebe[73] koluna mensup ve bölgede yaşayan
hemen bütün Berberî�lerin lideri konumundaki Küseyle b. Lemzem ile
arkadaşlık kurmuş ve onu yanına alarak, daha önce Hıristiyan olan Kü-
seyle’nin İ�slâm’ı kabul etmesini sağlamıştır. Liderlerinin Müslüman olma-
sıyla, gerek Evrebe kabilesi ve gerekse diğer kabilelerden önemli sayıda
Berberî� de İ�slâm’ı kabul etmiştir.[74]

Halife Muâviye b. Ebî� Süfyân, Ukbe’ye kötü davranan ve onu hapseden


Ebü’l-Muhâcir’e bir mektup yazarak onu serbest bırakmasını emretmiş-
tir. O da Ukbe’yi serbest bırakmıştır.[75] Ukbe serbest kalınca halife Muâ-
viye’nin yanına giderek maruz kaldığı muameleyi anlatmıştır. Halife Muâ-
viye Ukbe’yi haklı bularak onu yeniden görevine iade edeceğini söylemiş,
fakat ömrü vefa etmemiş, 60 (680) yılında ölmüştür. Hilafet makamına
oturan oğlu Yezî�d önce Mesleme b. Muhalled’den İ�frî�kıyye valiliğini almış,
onda sadece Mısır valiliğini bırakmıştır. Sonra da Ebü’l-Muhâcir Dinâr’ı
62’de (682) İ�frî�kıyye orduları komutanlığından azlederek, yerine Ukbe’yi
İ�frî�kıyye valisi olarak tayin etmiş ve bölgeyi doğrudan hilâfet merkezine
bağlı bir vilayet haline getirmiştir.[76]

6. Ukbe b. Nâfî’nin İkinci İfrîkıyye Valiliği (62-63/681-682)

a. Mağrib Fetihleri’nin Başlaması

Yezî�d b. Muâviye tarafından tayin edilir edilmez İ�frî�kıyye’ye gelen


Ukbe b. Nâfî� burada ilk iş olarak kendisine kötü davranan Ebü’l-Muhâcir
Dinar’a misliyle mukabelede bulunmuştur. O, Ebü’l-Muhâcir’i önce zincire

[71] Cezî�retu Şerî�k (veya Bâşû): İ�frî�kıyye’de, Sûse ile Tunus arasında bir köydür. Buraya
aynı zamanda Bâşû da denilmektedir. Köyün ismi, Şerî�k el-Absî�’ye izafeten verilmiş-
tir. Bk. Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsim, s. 28, 56, 217, 227; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, II,
76. Bâşû için ayrıca Bk. Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 470.
[72] Halî�fe b. Hayat, Târîh, I, 272; Zehebî�, Düvel, I, 42; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 152.
[73] Evrebe kabilesi: Bir berberî� kabilesidir. Bk. İ�bn Hurdazbih, Mesâlîk, s. 90-92; İ�bn
Haldun, İber, VI, 89-97.
264 [74] Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 30; Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 33; Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib,
I, 190-191.
[75] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 33.
[76] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 34; İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 21-22; Versilani, Nüzhetü’l-
Enzâr, s. 95.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

vurmuş, sonra da hapsetmiştir.[77] Ukbe’nin buradaki ikinci icraatı da vila-


yet merkezini yeniden kendi kurduğu şehre taşımak olmuş ve halkı tekrar
Kayrevân’a nakletmiştir. İ�frî�kıyye fetihleri tamamlandığından, Ukbe’nin
bu defaki faaliyetleri Kayrevan merkezli Mağrib seferleri olmuştur. O “Ben
kendimi Allah’a adadım. Bu yolda öldürülünceye ve O’na kavuşuncaya ka-
dar kâfirlerle Allah yolunda cihad etmeye azmettim. Bu günden sonra siz-
ler beni bir daha görür müsünüz, görmez misiniz bilemem? Çünkü benim
arzum Allah yolunda ölümdür” diyerek sözlerini şu dua ile bitirmiştir: “Al-
lah’ım! Senin rızan yolunda şehid olmayı bana nasib et.”[78]
62-63 (681-682) yıllarında gerçekleştirdiği bu seferlerinde, Ukbe’nin,
hangi beldeyi, tam olarak hangi tarihte fethettiğine dair İ�slâm tarihi kay-
naklarında bir bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda bilinen tek husus, onun
62’de (681) Kayrevân’dan hareket ettiği 63’de (682) şehit edildiğidir. Do-
layısıyla fetihlerini de bu tarihler arasında gerçekleştirdiğidir. Nitekim İ�b-
nü’l-İ�zârî� de bu hususa işaret ederek, Ukbe’nin gerçekleştirdiği bu fetihleri
birbiri ardına mı, yoksa fasılalarla mı yaptığının bilinmediğini, kendisinin
de bu sebepten, Ukbe’nin bu seferlerini, bu konudaki haberleri kesintiye uğ-
ratmamak için topluca bir arada ve özet halinde naklettiğini belirtmektedir.[79]
Esasen burada Ukbe’nin Mağrib Seferleri’nin başlatıcısı olduğu, Mağrib’de-
ki fetih hareketlerinin kalıcılık vasfının bulunmadığı da belirtmek gerekir.
Ukbe b. Nâfî�, Züheyr b. Kays el-Belevî�’yi 6000 kişilik bir kuvvet ile ye-
rine bırakmış ve kendisi de, yanına zincire vurduğu eski vali Ebü’l-Muhâ-
cir Dinar’ı da alarak 15.000 kişilik bir orduyla Kayrevân’dan ayrılmıştır.[80]
Ukbe b. Nafi, Kayrevân’dan ayrıldıktan sonra Mağrib güzergâhında
Rumlar ve Berberî�ler ile savaşlar yapmıştır. Yapılan şiddetli savaşlar neti-
cesinde İ�slâm orduları şehirler, kaleler, köyler fethederek pek çok ganimet
almıştır.[81]
Ukbe b. Nâfî�’nin bu seferinde ilk ve belki de en önemli başarısı Rum-
ların hâkimiyetinde bulunan Zâb[82] bölgesini fethetmesidir. Ukbe burada

[77] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 198; İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 23; Mâlikî� ise; bu konu ile
ilgili rivayetinde Ukbe’nin Ebü’l-Muhâcir’i zincire vurmasının yanında, onun mal-
larını da müsadere ettiğini ve 100.000 dinarına el koyduğunu nakletmektedir. Bk.
Riyâdu’n-nüfûs, I, 34.
[78] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 34; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İ�bnü’l-
İ�zârî�, Muğrib, I, 23-24; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 26.
[79] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 24.
[80] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 198-199; Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 24; İ�bnü’l-Esî�r,
Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 23-24; Abdülaziz Salim, 265
Mağribu’l-kebîr, II, 222.
[81] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 35-36; İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 24; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 26.
[82] Zâb: Mağrib’de büyük bir bölgenin ismidir. Tlemsan ile Sicilmâse arasındadır.
Kayrevân ile arası 10 merhaledir. En büyük şehri Tubne’dir. Bk. Ya’kûbî�, Büldân, s.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

tamamı ma’mur ve meskûn olmak üzere 360 köy ve şehir olduğunu bölge
Meliki’nin de Erbe[83] şehrinde oturduğunu öğrenmiştir. Bölge halkı ise,
İ�slâm ordusunun üzerlerine geldiğini haber alınca, Ukbe’nin önünden
kaçmışlar, kalelerine ve dağlara sığınmışlardır. Ukbe aynı gün Rumların
üzerine yürümüş ve şiddetli bir savaş sonunda onları mağlup ederek
Erbe şehrine girmiştir. Pek çok Rum ileri geleninin öldürüldüğü bu sava-
şın neticesi de büyük olmuş ve bölgedeki bütün yerleşim alanları Ukbe
b. Nâfî�’nin hâkimiyetini tanımışlardır.[84] Zâb bölgesinin fethedilmesiyle
Mağrib Sefer’leri için Müslümanların yolu açılmıştır.[85]
Ukbe’nin ikinci önemli başarısı da Tâhert[86] şehrini alması olmuştur.
Burası Rumların hâkimiyetinde olmakla beraber, Berberî�lerin de meskûn
olduğu bir yerdi. Rumlar, Zâb bölgesindeki yenilgilerinden sonra, bura-
da da İ�slâm ordusu karşısında duramaycaklarını anlayınca şehirlerinde
meskûn Berberî�lerden de yardım istemişlerdir. Berberî�ler Rumlar’ın bu
isteklerine olumlu cevap vermişler ve böylece İ�slâm ordusunun karşısı-
na büyük bir ordu çıkmıştı. Ancak yapılan savaşı Müslümanlar kazanmış,
şehir fethedilmiş, Berberî�ler ve Rumlar civar beldelere kaçarken, İ�slâm
ordusu da pek çok ganimet elde etmiştir.[87]

Tâhert’in fethi bölgedeki önemli şehirlerden Tanca’nın da teslim ol-


ması sonucunu doğurmuştur. Ukbe Tâhert’i de hâkimiyeti altına aldıktan
sonra, Bizanslı bir vali olan Julien’in idaresindeki İ�frî�kıyye’nin batısındaki
son şehir olan Tanca[88] üzerine hareket etmiştir. Julien, Ukbe ile savaşma-
ya güç yetiremeyeceğini anladığından teslim olmayı tercih etmiş, şehrine
giren Ukbe’ye çeşitli hediyeler takdim etmiştir. Ukbe, Julien’den Mağrib,
Endülüs ve Akdeniz’deki adalar hakkında bazı bilgiler almıştır. Julien ona

350, 352, 359; Makdisî�, Ahsenu’t-tekâsim, s. 28, 57, 216, 221, 231; Bekrî�, Mu’cem,
II, 904; Yâkût el-Hamavî�, Mu’cem, II, 904; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, II, 904, Leon
el-İ�frikî�, Vasfu İfrikıyâ, I, 31-32, 306, II, 138, 252, 253.
[83] Erbe: Mağrib’de, Zâb bölgesinde büyük bir şehirdir. Bk. Ya’kûbî�, Büldân, s. 351-352;
Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 190.
[84] Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 36-37; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105);
İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 24; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 26-27.
[85] Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 196.
[86] Tâhert: Mağribu’l-Aksâ’da, karşılıklı iki şehrin ismidir. Biri eski Tâhert, diğeri yeni
Tâhert’dir. Kayrevân ile arası 15 günlüktür. Ya’kûbî�, Büldân, s. 353-359; İ�bn Rüste,
Kitâbu A’lâkı’n-Nefîse, 129; İ�stahrî�, Mesâlîk, 39, 45-46; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I,
813-815.
[87] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 37; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İ�bnü’l-
İ�zârî�, Muğrib, I, 24-25; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 27; Sa’d Zağlûl, Târîhu’l-Mağrib, I, 197;
266 Lakbal, Mağrib, s. 42.
[88] Tanca: İ�frî�kıyye bölgesinin son şehridir. Akdeniz’e sahili olup, Septe ile arası yaya
olarak bir günlüktür. Şebtâ veya Septâ da denilen bu şehrin Kayrevânla arası bin
mildir. İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 88-89; İ�bn Rüste, Kitâbu A’lâkı’n-nefîse, s. 85, 98;
Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, III, 550-551; Leon el-İ�frikî�, Vasfu İfrikıyâ, I, 313-315.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

Akdeniz’deki adaların iyi tahkim edilmiş, Endülüs’ün fethinin ise zor ol-
duğunu söyledikten sonra, bölgedeki Rumlar ve Berberî�ler hakkında da;
«Rumları arkanda bıraktın, önünde hiç Rum yoktur. Sadece Berberî�ler
vardır. Onların sayılarını da ancak Allah bilir... Meskûn oldukları yer ise
Sûsu’l-Ednâ’dır.[89] Onlar, dinsiz bir kavimdirler, ölü eti yerler ve hayvanla-
rının kanlarını içerler. Hayvanlar gibidirler. Allah’ı inkâr ederler...» diyerek
Ukbe’ye bilgi vermiştir. Bunun üzerine Ukbe b. Nâfî� ordusunu Sûsu’l-Ed-
nâ’ya gitmek üzerine hareket etmiştir.[90]
Tanca Meliki Julien’in verdiği bilgiler doğrultusunda Sûsu’l-Ednâ üze-
rine yürüyen Ukbe b. Nâfî� burada kalabalık bir Berberî� ordusuyla karşılaş-
mıştır. Sûsu’l-Ednâ’nın başkenti mesabesindeki Mesâmide’de[91] yapılan
savaşı Müslümanlar kazanmışlar, pek çok Berberî� öldürülmüş ve esir alın-
mıştır. Kaçabilen Berberî�ler de civar beldelere ve çoğunluğu Sûsu’l-Ak-
sâ’ya sığınmışlardır.[92]
Ukbe b. Nâfî� Sûsu’l-Ednâ’yı hâkimiyeti altına aldıktan sonra, civar bel-
delere kaçan Berberî�lerin ardından süvarî� birlikleri göndermiş, kendisi de
Berberî�lerin çoğunluğunun kaçtığı Sûsu’l-Aksâ üzerine hareket etmiştir.[93]
Sûsu’l-Aksâ’da yaptığı savaşları da kazanan Ukbe, pek çok Berberî�yi
esir ve cariye olarak almış,[94] sonra da sahildeki Mâleyân’a[95] gelmiş ve At-
las Okyanusu’nun önünde atını durdurarak tarihe geçen meşhur sözünü
söylemiştir: “Ey Rabbim! Şayet deniz bana mani olmasaydı, senin dinini
müdafaa etmek ve sana karşı kâfir olanlarla savaşmak için Zü’l-Karneyn’in
yaptığı gibi ülkeler fethederdim.[96]

b. Ukbe b. Nâfî’nin Şehid Edilmesi ve İfrîkıyye’de


Berberî Küseyle Hâkimiyeti

Ukbe b. Nâfî� 62 (681) yılında çıktığı bu seferini tamamlayıp Atlas Ok-


yanusu’na kadar dayandıktan sonra, Kayrevân’a dönmek üzere harekete

[89] Sûsu’l-Ednâ: Mağrib’de Atlas Okyanusuna sahili olan Sus bölgesinde bir yer ismidir.
Merkezi Tanca’dır. Berberî�ler meskûndur. Bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 232 (T. 330); Yâkût
el-Hamevî�, Mu’cem, III, 188-190; Leon el-İ�frikî�, Vasfu İfrikıyâ, I, 113-143.
[90] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 38; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV103-105); Nüveyrî�,
Nihâye, XXIV, 28.
[91] Mesâmide: Diğer ismi Tâmesnâ’dır. Bu yer ismini bir Berberî� kabilesinden almıştır.
Bk. İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 26; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 544.
[92] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 38; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İ�bnü’l-
İ�zârî�, Muğrib, I, 25-26; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 28.
[93] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV,103-105).
[94] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 38; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İ�bnü’l- 267
İ�zârî�, Muğrib, I, 26-27; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 28.
[95] Mâleyân: Coğrafya kitaplarında böyle bir yer ismine rastlanamamıştır.
[96] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 105-106 (T. IV, 103-105); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 26-27;
Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 28.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

geçmiştir. Onun dönüş yolu üzerindeki yerlerde yaşayanlar ise korkuya


kapılarak kaçmışlar ve İ�slâm ordusunun önüne çıkmaya cesaret edeme-
mişlerdir.

Dönüş yolu üzerinde Ukbe b. Nâfî�’nin ilk uğradığı yer bugün “Mâu
Feres”[97] olarak isimlendirilen yer olmuş, burada bir müddet konakla-
dıktan sonra Kayrevân’a sekiz günlük mesafede bulunan Tubne’ye[98] gel-
miştir. Tubne’de de bir müddet kalan Ukbe, ordusunu buradan gruplar
halinde Kayrevân’a göndermeye başlamıştır. Kendisi de, zincire vurduğu
Ebü’l-Muhâcir Dinar yanında olduğu halde az bir kuvvetle Tehûzâ’ya git-
miştir. Ukbe’nin buraya gelmesindeki amacı ise, hem Tehûzâ’yı[99] ve hem
de buraya yakın bir belde olan Bâdis’i[100] kontrol etmek ve Kayrevân’a
buradan gitmekti. Ancak Tehûzâ’da bulunan Rumlar, şehirlerini kuşata-
rak İ�slâm’a davet eden Ukbe’nin yanında az sayıda askeri kuvvet olduğu-
nu görünce, bunu bir fırsat bilmişler ve Berberî� Evrebe kabilesinin reisi
Küseyle’yi yardıma çağırmışlardır. O bu çağrıyı kabul etmiştir. Berberî�-
ler ve Rumlar birlikte Ukbe’nin üzerine saldırmışlardır. Bunun üzerine
Ukbe b. Nâfî�, Ebü’l-Muhâcir Dinar’ın zincirlerini çözdürmüş ve ona Kay-
revân’a gidip ordunun başına geçmesi ve yardım getirmesini emretmiştir.
Ebü’l-Muhâcir’in, hep birlikte Tehûzâ’dan ayrılıp Kayrevân’a gitme teklifi
karşısında, Ukbe burada kalıp şehid oluncaya kadar savaşacağını söyle-
miştir. Bunun üzerine Ebü’l-Muhâcir kendisinin de şehid olma arzusu ta-
şıdığını ve Kayrevân’a gitmeyip, sonuna kadar onunla birlikte savaşacağı-
nı ifade etmiştir.

Ukbe, Ebü’l-Muhâcir’in de içinde bulunduğu az sayıda kuvvetle sa-


vaşa başlamış, ancak iki ateş arasında kalması sebebiyle başarılı olama-
mıştır. Az sayıdaki Müslüman birliği, Ukbe ve Ebü’l-Muhâcir dâhil, 63’de
(682-683) birkaç kişi hariç tamamen kılıçtan geçirilmiştir. Bu arada Ukbe
b. Nâfî�’nin, Mağrib seferine çıkarken Kayrevân’a bıraktığı Züheyr b. Kays

[97] Mâu Feres: Ukbe b. Nâfî�, ikinci İ�frî�kıyye valiliği sırasında Mağrib seferine çıktığında
burada suları tükenmiş ve çölde şiddetli bir susuzluk ile karşı karşıya kalmışlardır.
Su bulma ümidiyle abdest alıp iki rek’at namaz kılan Ukbe, Allah’a dua edip susuz-
luklarını gidermesi için niyazda bulunmuştur. Bu arada onun atı, toprağı eşelemeye
başlamış ve eşelenen bu yerden su çıkmıştır. Bunu gören Ukbe ordusunda bulunan-
ları çağırmış, suyun çıktığı yeri kazdırmış ve nihayet buradan çıkan su ile ihtiyaç-
larını gidermişlerdir. Daha sonra buraya, suyu Ukbe’nin atının bulması sebebiyle
“Mâu Feres” demişlerdir. Bk. İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 195-196.
[98] Tubne: İ�frî�kıyye’nin Mağrib sınırında ve Zâb Nehri kıyısında bir şehirdir. Bk. Yâkût
el-Hamevî�, Mu’cem, III, 515, İ�drisî�, Sıfatu’l-Mağrib, s. 57, 91-92, 104.
268 [99] Tehûzâ: İ�frî�kıyye’nin Zâb bölgesinde yaşayan bir Berberî� kabilesinin ismidir. Bu
kabilenin meskûn olduğu yere de aynı isim verilmektedir. Bk. Makdisî�, Ahsenü’t-
tekâsim, s. 57, 221; Yâkût el-Hamevi, Mu’cem, I, 903.
[100] Badis: Zâb bölgesinde, Fas’a yakın ve deniz kenarında bir şehirdir. Bk. Makdisî�,
Ahsenü’t-tekâsim, s. 57, 221; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 549-460.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

el-Belevî�, Ukbe’nin ölüm haberini alır almaz hemen Tehûzâ üzerine yürü-
mek istemiş, fakat ordusunda bulunan San’ânî� kabilesine mensup asker-
ler, Berberî� Kuseyle’nin 50.000 kişilik ordusunun karşısına 15.000 kişi ile
çıkamayacaklarını ileri sürüp Mısır’a kaçmayı yeğlemişlerdir. Bunun so-
nucu İ�slâm ordusunda bir panik havası başlamış ve Ukbe’nin Kayrevân’a
göndermiş olduğu ordunun çoğunluğu da San’ânî�lere tabi olup Mısır’a git-
miştir. Züheyr b. Kays el-Belevî� de yanında kalan az sayıda bir birliği tehli-
keye atmamak için Berka’ya çekilmek zorunda kalmıştır. Berberî� Küseyle
ise, kazandığı bu büyük başarı sebebiyle kendisine katılan diğer Berberî�
kabileleriyle birlikte Muharrem 64’de (Ağustos-Eylül 683), Kayrevân’a
girmiştir. Böylece İ�frî�kıyye’de beş yıl sürecek olan Küseyle hâkimiyeti de
başlamıştır.[101]

Berberî� Küseyle Muharrem 64’de (Ağustos-Eylül 683) Kayrevân’a


girmiştir. Berka’ya kadar olan İ�frî�kıyye bölgesini hâkimiyeti altına almış-
tır. Bu bölgelerde yaşayanların çoğunluk itibariyle Berberî� kabilelerine
mensup insanlar olduğu dikkate alınırsa, onun, İ�frî�kıyye’de kısa zamanda
hâkimiyet kurmasının sebebi de kolayca anlaşılır. Rumlar ise, İ�slâm ordu-
ları tarafından devamlı bir şekilde yıpratıldıkları ve hemen her Müslüman
akınından sonra İ�frî�kıyye’yi terketmek zorunda kaldıkları için iç bölgele-
re hâkim olacak güce sahip değildi. Bu sebeple onlar burada Berberî�lerle
herhangi bir hâkimiyet savaşına girmediler, giremediler. Ancak sahil ke-
simlerinde ve özellikle Kartaca’da duruma hâkim olabildiler. İ�slâm tarihi
kaynakları Berberî� Küseyle’nin yaklaşık beş yıl süren İ�frî�kıyye hâkimiyeti
ve onun buradaki faaliyetleri hakkında bilgi vermemektedir. Ancak onun
Kayrevân’a girmesinden hemen sonra burada kalan yaşlı, kadın ve çocuk-
lara eman verdiği kaynaklarda nakledilmektedir.

7. Züheyr b. Kays el-Belevî’nin İfrîkıyye Komutanlığı (65/684-689)

Ukbe b. Nâfî�’nin 62’de (681) öldürülmesinden ve Berberî� Küseyle’nin


Kayrevân’a ve İ�frî�kıyye’nin iç kesimlerine hâkim olmasından sonra, Rum-
lar da bölgenin sahil şehirlerinde ve özellikle Kartaca’da hâkimiyetlerini
devam ettirme imkânı bulmuşlardır.[102] Züheyr b. Kays ise Berka’ya çekil-
miş ve burada murabıtlık görevine başlamıştır.[103] Aynı zamanda o, 65’de
(684-685) İ�frî�kıyye orduları komutanlığına getirilmiştir. Bu tarihlerde,

[101] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 39-45; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 107-108 (T. IV, 105-106);
İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 28-31; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 29-34. Ayrıca bkz: Halî�fe b.
Hayyat, Târîh, I, 314; İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 198-199; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 269
158-160.
[102] Lakbal, Mağrib, s. 44.
[103] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 107-108 (T. IV, 105-106); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 31; Nüveyrî�,
Nihâye, XXIV, 32.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yani Ukbe’nin öldürülmesinden bir yıl sonra da, 64’de (684) halife Yezî�d
b. Muâviye ölmüş ve yerine oğlu II. Muâviye geçmiştir. Ancak II. Muâviye,
ümmetin halifesi olmak yönünde kendisini yeterli görmediğinden, kısa
bir müddet sonra hilâfet makamından feragat ettiğini açıklamıştır. Onun
çekilmesinden sonra, Abdullah b. ez-Zübeyr Hicaz’da halifeliğini ilan et-
miş ve Şam bölgesi hariç, bütün valiler ona biat etmişlerdir. Şam bölgesin-
de ise Mervân b. el-Hakem, Cabiye’de 64’de (684) Ü� meyyeoğulları’nın bi-
atını alarak halifeliğini ilan etmiş ve Dımaşk’e girerek, hilafet merkezinde
duruma hâkim olmuştur. 65’de (685) halife olan Abdülmelik b. Mervân,
Mısır valisi olan kardeşi Abdülaziz’e bağlı olmak kaydıyla 69 (689) yılında
Züheyr b. Kays el-Belevî�’yi İ�frî�kıyye orduları komutanı olarak atamıştır.
Esasen Züheyr’in 65 (685) yılından itibâren ya da Ukbe b. Nâfî�’nin şehid
edilmesinden sonra bölgede komutan olarak bulunduğunu söylemek
mümkündür.

Züheyr İ�frî�kıyye’ye başarılı bir sefer yapmış ve Berberî� Küseyle,


Mems’te[104] öldürülmüştür. Rumlar da geri çekilmek zorunda kalmışlardır.
İ�frî�kıyye Tanca’ya kadar yeniden İ�slâm hâkimiyetine alınmıştır.[105] Ancak
Züheyr’in bu başarısı devamlılık arzetmemiştir. Çünkü Rumlar ve Berberî�-
ler birlik olup İ�frî�kıyye’yi yeniden ele geçirmişlerdir. Berka’ya çıkartma
yapan Rumlar burayı almışlar, İ�frî�kıyye sahillerini de ele geçirmişlerdir.
Berberî�ler ise Kayrevân’da ve İ�frî�kıyye’nin iç kesimlerinde yeniden hâki-
miyet kurmuşlardır. Böylece Ukbe’nin öldürülmesinden sonraki durum
yeniden ortaya çıkmıştır. Bu arada Züheyr de Berka’ya çıkartma yapan
Rumlar tarafından aynı yıl, yani 69’da (689) şehid edilmiştir.[106] Böylece
Ukbe b. Nâfî�’nin öldürülmesinden sonra ortaya çıkan ve beş yıl boyunca
devam eden ilk fetret devresinin akabinde İ�frî�kıyye’de, Züheyr’in öldürül-
mesinden sonra da ikinci bir fetret devri başlamıştır.

8. Hassân b. en-Nu’mân el-Gassânî (69-85/688-704)


ve İfrîkıyye Fetihlerinin Tamamlanması

Rumlar Züheyr b. Kays el-Belevî�’yi 69 (688-689) yılında şehid ettik-


ten sonra, Berka’da kalmayıp aldıkları ganimet ve esirlerle Kostantiniy-
ye’ye gitmeleri neticesinde, Berka ve civarı yine Müslümanlara kalmıştır.
Halife Abdülmelik, yaptığı istişarelerden sonra Mısır’da bulunan Hassân

[104] Mems: İ�frî�kıyye’de Kayrevân’a yakın bir köydür. Bk. Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsim, s.
217; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 642.
270 [105] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 46-47; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 108-110 (T. IV, 106-108);
İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 31-33; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 32-33; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm,
I, 160.
[106] Belâzürî�, Fütûh, s. 231 (T. 328). Ayrıca Bk. İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 202-203; İ�bn
Tağriberdî�, Nücûm, I, 196; İ�bn Kesî�r, Bidâye, IX, 18; İ�bn İ�yas, Bedâiu’z-zuhûr, I, 121.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

b. en-Nu’mân el-Gassânî�’yi 69’da (688-689) İ�frî�kıyye orduları komutanlı-


ğına getirmiştir.[107] Ancak Hassân b. en-Nu’mân, halife Abdülmelik’in Ce-
maziyelâhir 73’de (Kasım 692) Abdullah b. ez-Zübeyr’i ortadan kaldırarak
hilafet mücadelesini kazanmasına kadar Mısır’da beklemiştir. Hatta halife
Abdülmelik bu süreçte Suriye sahillerine saldıran Bizans’a vergi vermek
durumunda dahi kalmıştır.[108]

Bu olaylar sırasında İ�frî�kıyye’nin iç kesimlerinde, bu defa Zenâte ka-


bilesine mensup Kâhine denilen[109] Berberî� bir kadın hâkimiyet kurmuş-
tur. Sahil kesimlerinde ve bilhassa Kartaca’da ise Rumlar hâkimiyetlerini
muhafaza etmişlerdir. Berberî� Kâhine Evras dağında yaşıyor ve İ�frî�kıy-
ye’yi buradan idare ediyordu. O, beş yıl boyunca bu şekilde İ�frî�kıyye’nin
hâkimi olarak kalmıştır.[110]

Abdullah b. ez-Zübeyr ile giriştiği hilâfet mücadelesini kazanan Ab-


dülmelik b. Mervân, 73’de (692),[111] Hassân b. en-Nu’mân’ın emrine
40.000 kişilik[112] bir ordu vermiş ve ona Müslümanların İ�frî�kıyye’deki hâ-
kimiyetini tam olarak tesis etmesini emretmiştir.[113] Hassân bu ordu ile ilk
olarak Trablus’a gitmiş, şehri tahkim etmiş, buradaki Müslüman Berberî�-
lerle ordusunu takviye ederek Kayrevân’a yönelmiştir.[114]

a. Kartaca’nın Fethi

Hassân b. en-Nu’mân Kayrevân’da karargâhını kurduktan sonra İ�frî�-


kıyye’nin en güçlü topluluğunun Kartaca’da bulunması sebebiyle ilk ola-
rak bu şehrin üzerine yürümüştür. Yapılan savaşı Müslümanlar kazanmış-
tır.[115] Hassân buradan pek çok ganimet ve esir almış, şehri de yıktırmıştır.
Rumların bir kısmı Tirtiş limanında[116] bulunan gemilere binerek Sicilya

[107] Mâliki, Riyâdü’n-nüfûs, I, 48; Nüheyrî�, Nihâye, XXIV, 34.


[108] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 34. Ayrıca 69’da (689) Bizans donanması da Mardaites ko-
mutasında Suriye sahillerine saldırmış ve Abdülmelik Bizanslılarla senelik 500 rıtl
altın, 365 köle ve 365 erkek at vermek suretiyle anlaşmak zorunda kalmıştır. Bk.
Lewis, Bahriye, s. 99.
[109] Kâhine’nin asıl ismi Dihyâ bintü Mâtıyye b. Teygân idi. Kendisi büyü ve sihircilikle
uğraştığı için bu ismi almıştı. Bk. İ�bn Haldun, İ�ber, VI, 109; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 370
(T.IV.335).
[110] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I,36-37.
[111] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 200.
[112] Mâlikî�, Hassân’ın İ�frî�kıyye seferine 6.000 kişiyle çıktığını nakletmektedir. Bk.
Riyâdu’n-nüfûs, I, 48.
[113] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 34. İ�bn Abdülhakem ise Hassân’ın büyük bir ordu ile
İ�frî�kıyye’ye gittiğini sayı vermeden nakletmektedir. Bk. Fütûh, s. 200.
[114] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 200; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 369-373 (T. IV 334 -337); 271
Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 34; Mu’nis, Mağrib, s. 237.
[115] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 48; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 369-373 (T.IV 334 -337); İ�bnü’l-
İ�zârî�, Muğrib, I, 34-35; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 35.
[116] Tirtî�ş: Bugünkü Tunus şehridir. Bk. Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 48.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

adasına ve Endülüs’e, bir kısım Rumlar da Satfure[117] ve Benzert’e kaçmış-


lar ve buralarda yaşayan Berberî�lerle birleşerek Müslümanlara karşı yeni
bir savaş hazırlığına girmişlerdir. Hassân bu defa bu iki şehri de savaş yo-
luyla fethetmiştir. Pek çok Rum ve Berberî�nin öldüğü bu savaşlardan sonra
kaçabilen Rumlar Bâce’ye[118] Berberî�ler ise Bûne’ye[119] çekilmek zorunda
kalmışlardır. Hassân ise, ordusunun yorgunluğunu ve yaralı askerlerinin
durumunu dikkate alarak bu şehirler üzerine gitmemiş, aldığı ganimet ve
esirlerle ordusunu dinlendirmek üzere Kayrevân’a dönmüştür.[120]

Hassân b. en-Nu’mân’ın Kartaca Seferi’nin tarihi kaynaklarımızda


zikredilmemektedir. Ancak, onun Kâhine ile yaptığı ve yenildiği ilk sava-
şın tarihi 76’dır (695-696). Ayrıca onun, 73’de (692) Abdullah b. ez-Zü-
beyr’in ortadan kaldırılmasını müteâkip İ� frî�kıyye Seferi’ne gönderildiği
ve bir müddet Kayrevân’da kaldığı dikkate alınacak olursa, Kartaca Se-
feri’nin 74 (693-694) yılında olduğu düşünülebilir. Yine onun ordusun-
daki yaralı askerleri için Kayrevân’a dönüp iyileşmelerini beklediği göz
önüne alınırsa, 75 (694-695) yılında da Kayrevân’da dinlendiğini söyle-
mek mümkündür.

b. Kâhine’ye Yenilmesi ve İfrîkıyye’de Berberî Kâhine Hâkimiyeti

Kartaca’yı fetheden Hassân, Kayrevân’a döndükten ve burada bir


müddet bekledikten sonra 76’da (695-696) İ�frî�kıyye’nin iç kesimlerine
hâkim olan ve Evras dağında yaşamakta olan Kâhine üzerine yürümüştür.
Kâhine, Hassân’ın üzerine geldiğini duyunca, Evras dağından ayrılmış ve
Becâye’ye[121] giderek burada yaşayan Rumları şehirden çıkarmış, sonra
da Hassân’ın bu şehirde karargâh kurup mevzilenebileceği düşüncesiyle
şehri yıktırmıştır. Hassân da bunu haber alınca Meskiyâne vadisine[122] in-
miştir. Kâhine de aynı vadiye gelmiş ve bu vadide bulunan Nî�nî� nehrinin
alt tarafında mevzilenmiştir. Yapılan savaşta Hassân yenilmiş ve pek çok

[117] Satfûre: İ�frî�kıyye’de, Kayrevân’a iki merhale mesafede bir şehirdir. Bk. İ�bn Havkal,
Sûretü’l-arz, I, 74; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, III, 387.
[118] Bace: İ�frî�kıyye’de bir dağ eteğinde bulunan ve halkı Berberî� olan, Kayrevân’a üç
merhale mesafede bir şehirdir. Tunus ile arası iki günlüktür. Bk. Ya’kûbî�, Büldân, s.
349; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, I, 455-457.
[119] Bune: İ�frıkıyye’de, Hazar limanı ile Benî� Mezğânnay adası arasında bir şehirdir.
Tarıma elverişli bir arazisi vardır. Bk. Maksidî�, Ahsenu’t-Tekâsim, s. 55, 216, 226.
[120] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 48-49; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 369-373 (T. IV, 334 -337);
İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 34-35; Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 35.
[121] Bağâye: İ�frıkıyye’de, Maccâne ile Kostantiyye arasında büyük bir şehirdir. Lüvâte
272 Berberileri meskûndur. Bk. Ya’kûbî�, Büldân, s. 350-351; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem,
III, 473.
[122] Meskiyâne Vadisi: İ�frıkıyye’de, Beğâye’ye bir merhale mesafede bulunan bir şehir-
dir. Vadisi de aynı isimle anılmaktadır. Nî�nî� vadisi de denilir. Bk. Makdisî�, Ahsenu’t-
tekâsim, s. 56, 218; İ�bn Havkal, Sûretü’l-arz, I, 84.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

Resim 6:
Antik
Kartaca’nın
tasvîrî bir
resmi.
[https://bit.
ly/2uWmWFS]

Müslüman asker öldürülmüştür. Berberî�ler önlerinden kaçan İ�slâm ordu-


sunu Trablus yakınlarındaki Kâbis’e kadar kovalamış ve İ�frî�kıyye’nin ta-
mamına hâkim olmuşlardır. Bu arada onlar seksen Müslüman askerini de
esir almış, ancak Kâhine onları, Hâlid b. Yezî�d el-Absî� hariç, serbest bırak-
mıştır. Müslümanlar daha sonra, yenildikleri bu vadiye “Vâdiu’l-Azârâ”[123]
ismini vermişlerdir.[124]

Kâhine’ye yenilen Hassân b. en-Nu’mân Berka’ya çekilmiştir. Bu ara-


da kendisine yardım birlikleri gönderemeyeceğini söyleyen halife Abdül-
melik b. Mervân, ondan ikinci bir emrine kadar Berka’da beklemesini is-
temiştir. Böylece Hassân, beş yıl sürecek bir bekleme devresine girmiştir.
Ancak o, bu beş yıl içinde boş durmamış ve tarihte “Kusûru Hassân =Has-
sân Köşkleri» olarak meşhur olan köşklerini inşa ettirmiştir. O bu arada
İ�frî�kıyye’de Kâhine’nin evlatlığa aldığını ve kendisine müşavir yaptığını
ilan ettiği Hâlid b. Yezî�d el-Absî� ile de irtibatını sürdürmüş ve ondan Kâhi-
ne ve İ�frî�kıyye ile ilgili devamlı bilgi almıştır.[125]

Bu arada Rumlar da 78’de (697-698) Kartaca’ya çıkartma yapmışlar


ve şehri yeniden ele geçirmişlerdir. Bizans İ�mparatoru Leontius (695-
698), Müslümanların zor durumda olmalarını fırsat bilerek Patrik Johan-
nes komutasında bir donanmayı Kartaca’ya göndermiştir. Burada bulunan

[123] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I,35-36. İ�bn Abdülhakem de Müslümanların kıyısında yenildik-


leri Nî�nî� nehrine, daha sonra “Nehru’l Belâ” ismini verdiklerini nakletmektedir. Bk.
Fütûh, s. 200. Bu konuda ayrıca bkz İ�bnu’r-Rakik el-Kayrevânî� “Târî�hu İ�frikıyyâ ve’l
Mağrib” (nşr. M. Talbi), Etudes d’Histoire İfrıqıyenne, Fakulte des Lettres et Sciences
Humaibnes de Tunıs, Tunus 1982, C.XXVI, 129-131.
[124] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, 200, Belâzürî�, Fütûh, s. 231 (T. 328-329); Mâlikî�, Riyâdu’n 273
nüfûs I, 49-51; İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 370 (T. IV, 335); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 35-36;
Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 35-36
[125] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 200-201; Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 52; İ�bnü’l Esî�r, Kâmil,
IV, 371 (T.IV, 335); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 37-38.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

az sayıdaki Müslüman, Rumlar’a karşı koyamamışlar ve esir edilip malları


da yağma edilmiştir.[126]

c. Hassân b. en-Nu’mân’ın İkinci İfrîkıyye Seferi


ve Fetihlerin Tamamlanması
Hassân b. en-Nu’mân beş yıl kadar Berka’da bekledikten sonra, hali-
fe Abdülmelik b. Mervân, ona yardımcı birlikler göndermiş ve ikinci defa
İ�frî�kıyye Seferi’ne çıkmasını emretmiştir. Hassân’ın 76’da (695-696) Kâhi-
ne’ye yenilip Berka’ya çekildiğini ve burada beş yıl kadar beklediği dikka-
te alındığında onun ikinci İ�frî�kıyye Seferi’nin tarihi 81 (700-701) olmak-
tadır. Bu arada Hassân b. en-Nu’mân’ın İ�frî�kıyye üzerine geldiğini haber
alan Kâhine, onların İ�frî�kıyye’nin şehirlerini, altınlarını ve gümüşlerini
istedikleri düşüncesiyle İ�frî�kıyye’yi yakıp yıktırmış, insanların mallarını
yağmalatmış, buralarda yaşayan Hıristiyan ve Efârika’ya[127] çok büyük
eziyetler yapmış, kaçabilenler de Endülüs ile Akdeniz’deki adalara gitmiş-
lerdir.[128]
Bu olaydan sonra Hıristiyan Rumlar Hassân’a gelerek ona tabi olduk-
larını ifade ederek, kendilerini Kâhine’den kurtarmasını istemişlerdir.
Hassân Kâhine’nin yanında bulunan Hâlid b. Yezî�d’den gerekli istihbaratı
aldıktan sonra[129] yol güzergâhında bulunan Kâbis,[130] Kafsa, Kastiliyye[131]
ve Nefzâve’yi[132] sırasıyla hâkimiyeti altına almış,[133] nihayet Kâhine’nin
bulunduğu Evras dağına gelmiştir. Ramazan 82 (Ekim-Kasım 701)’de
“Bi’r-i Kâhine” denilen yerde Kâhine’yi yenmiş ve onu öldürmüştür.[134]
Kâhine’nin öldürülmesi gerek Berberî�ler ve gerekse İ�slâmiyet ve
Müslümanlar bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. Hassân’dan
eman dileyen Berberiler, aynı zamanda Müslüman olmuşlar ve 12.000

[126] Sa’d Zağlû’l, Târîhu’l-Mağrib, I, 227; Mu’nis, Mağrib, s. 253-254; Fehmi, Bahriyye,
(Târîhu’l-bahriyyeti’l-Mısriyye), s. 302.
[127] Efârika: Mağrib’de yerli halk ile Arapların ve Rumların evlenmeleri neticesinde ye-
tişen yeni nesle verilen isimdir.
[128] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 36-37. Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 53; İ�bnü’l Esî�r, Kâmil, IV, 371
(T.IV 336); Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 36.
[129] İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 37-38.
[130] Kâbis: Trablusgarb’a yakın Akdeniz sahilinde bir şehir olup, berberî� Lüvâte, Nefûse
ve Zevâve kabileleri ile Efârika meskûndur. Bk. İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 86, 87,
225; Ya’kûbî�, Büldân, s. 346-347; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, 3-5.
[131] Kastiliyye: İ�frıkiyye’de büyük bir şehirdir. Bu şehrin Mağrib’de Zâb bölgesinde de
olduğu söylenmiştir. Bk. Ya’kûbî�, Büldân, s. 350; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 97.
[132] Nefzâve: İ�frıkiyye’de Berberî�lerle meskun, Kayrevân’ın batısında ve altı günlük me-
274 safede bir şehirdir. Bk. Ya’kûbî�, Büldân, s. 350; Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, IV, 799.
[133] İ�bnü’l Esî�r, Kâmil, IV, 371 (T. IV, 336) Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 37. Versilanî�, Nüzhetü’l-
enzâr, s.103.
[134] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 200-202; İ�bnü’l Esî�r, Kâmil, IV, 371-372 (T. IV, 336);
İ�bnü’l-Izarî�, Muğrib, I, 37-38 Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 37.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

kişilik bir orduyla İ�slâm ordusuna katılmışlardır. Onlar bu tarihten sonra


Müslüman olarak kalmışlar ve İ�slâm ordusunun İ�frî�kıyye’deki en önemli
askeri birliklerini oluşturmuşlardır.[135]
Hassân b. en-Nu’mân Kâhine’yi yendikten sonra Mâlikî�’nin rivayetine
göre Kartaca’yı ikinci defa fethetmiş ve İ�frî�kıyye fetihlerini tamamlamış-
tır.[136] Bundan sonra da Berberî�lerin İ�slâmlaştırılması ve yeniden iskân
edilmesi, divan defterlerinin tedvin edilmesi, Tunus şehrinin inşa edilme-
si ve Tunus’ta bir tersane kurulması işleriyle meşgul olmuştur.[137]
İ�frî�kıyye’de başarılı bir yönetim sergileyen Hassân, halife Abdülmelik
ve kardeşi Mısır valisi Abdülaziz arasındaki anlaşmazlık sebebiyle, Abdü-
laziz tarafından azledilmiş ve yerine halife Abdülmelik ile istişare etme-
den daha önce kendisinin müşavirliğini yapmış olan[138] Mûsâ b. Nusayr’ı
tayin etmiştir.[139]

d. Mûsâ b. Nusayr ve Târık b. Ziyâd’ın Endülüs’ü Fethi

Hassân’dan sonra İ�frî�kıyye ve Mağrib valiliğine Mûsâ b. Nusayr atan-


mıştır. Onun 86-96 (705-715) yılları arasındaki valiliği döneminde üç
önemli icraatı olmuştur. Bunlar; Mağrib’in tamamen fethedilmesi, Akde-
niz’de bulunan adalara yapılan seferler ve fetihler ile Endülüs’ün fethidir.

Mûsâ b. Nusayr 90’da (708-709)[140] Tanca[141] şehrinin fethini ger-


çekleştirmiştir.[142] Tanca, Jülien isimli bir valinin idaresindeydi. Jülien, İ�s-
panya hükümdarı Lodrik’e (Rodrigo) bağlı olarak Sebte’de oturuyordu ve
Tanca’yı da buradan idare etmekteydi.[143] Mûsâ Tanca’da Târık b. Ziyâd’ın
emrine 17.000’i Arap, 12.000’i Müslüman Berberî� olmak üzere 29.000 ki-
şilik bir İ�slâm ordusu bırakarak Kayrevân’a dönmüştür.[144]

[135] Mâlikî�, Riyâdu’n-Nüfûs, I, 56; İ�bnü’l Esî�r, Kâmil, IV, 371-372 (T. IV, 336); İ�bnü’l-Izarî�,
Muğrib, I, 38 Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 37.
[136] Mâlikî�, Riyâdu’n-nüfûs, I, 57.
[137] Ayrıntılı bilgi için bakınız: Nadir Ö� zkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar
Tarafından Fethi, Kültür Bakanlığı, e-kitap.
[138] Kindî�, Vulât, s. 57.
[139] Halî�fe b. Hayyat, Târîh, I, 356-357. İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 200; İ�bn Kuteybe,
İmâme, II, 49-50; İ�bnü’l- İ�zârî�, Muğrib, I, 39.
[140] İ�bn Salih, “Nassu cedîd”, s. 224.
[141] Tanca: Akdeniz sahilinde Şebtâ veya Septâ da denilen İ�frî�kıyye bölgesinin son şeh-
ridir. Bk. İ�bn Hurdazbih, Mesâlik, s. 88-89; İ�bn Rüste, Kitâbu a’lâkı’n-nefîse, s. 85, 98;
Yâkût el-Hamevî�, Mu’cem, III, 550-551.
[142] Belâzürî�, Fütûh, s. 232 (T. 330). 275
[143] İ�bn Abdülhakem, Jülien’in Sebte’de oturduğunu ve hâkimiyet alanının Tanca’ya ka-
dar uzandığını bildirmektedir. Bk. Fütûh, s. 205.
[144] İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 539-540 (IV 483-484); İ�bnü’l-Izarî�, Muğrib, I, 42; Nüveyrî�,
Nihâye, XXIV, 40.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Tanca’da vali olarak bırakılan Târık b. Ziyâd Sebte valisi Jülien’in lojis-
tik desteğini[145] aldıktan sonra, İ�spanya’nın (Endülüs’ün) fethi için Mûsâ
b. Nusayr’dan izin istemiştir.[146] O da halife Velî�d b. Abdülmelik’in muvâ-
fakatını almış ve öncelikle 92 (711) yılında Tarif b. Mâlik komutasında bir
keşif birliğini İ�spanya’ya göndermiştir. Bu birliğin İ�spanya sahillerine çı-
karak başarılı sonuçlar alması ve pek çok ganimetle dönmesinden sonra,
Târık b. Ziyâd’a bir mektup yazarak yedi gemi ve çoğunluğu Berberî� olmak
üzere 7.000 kişilik bir ordu ile Endülüs’e çıkmasını emretmiştir. Târık 5
Receb 92 (28 Nisan 711) Salı günü Sebte limanından İ�spanya’ya (Endü-
lüs’e) hareket etmiştir.[147]

Müslümanlar İ�spanya’nın güney sahillerini fethederek hızla Kurtuba


(Cordova)’ya kadar ilerlemişlerdir.[148] Târık b. Ziyâd Kral Rodrigo (=Rode-
rich, Rodrik) ile İ�spanya’da ilk karşılaşması öncesinde Mûsâ b. Nusayr’dan 5
bin kişilik takviye birlik almış ve İ�spanya Vizigot ordusunu Vâdi-i Lekke’de
(Guadalate) yenmiştir. Rodrigo da bu savaşta öldürülmüştür. Târık Vizigot
ordusunun toparlanmasına fırsat vermemek için ordusunu üçe ayırmış ve
bir birliği Kurtuba üzerine, bir birliği İ�lbire (Elvira) üzerine göndermiş, ken-
disi de Vizigotların başkenti Tuleytula (Toledo) üzerine yürümüştür.

Târık bu başarılarının ardından Mûsâ b. Nusayr’a bir mektub yazarak


gerçekleştirdiği fetihleri müjdelemiştir. Mûsâ da halife Velî�d b. Abdülme-
lik’e yazdığı bir mektupla Endülüs’ün fethini müjdelemiş ve Târık’ın bu
başarısını sahiplenmiştir. Sonra bir mektup da Târık b. Ziyâd’a yazarak
Kurtuba’dan daha ileriye gitmemesini, kendisinin hemen yola çıkacağını
ve Kurtuba’da beklemesini emretmiştir.[149] Böylece Mûsâ b. Nusayr, Tâ-
rık’tan tam bir sene sonra oğlu Abdullah’ı İ�frî�kıyye’ye bırakarak 18.000
kişilik ordusuyla Receb 93’de (Nisan-Mayıs 712) Endülüs’e gitmiş, o da

[145] Sebte valisi Jülien, Endülüs hâkimi Rodrigo’ya itaat etmiş ve ona yıllık vergi öde-
mekteydi. Jülien Rodrigo’ya kızını göndermiş ve onun eğitim-öğretimiyle ilgilenme-
sini istemişti. Ancak Rodrigo, onun kızına göz koymuş ve hamile bırakmıştı. Jülien
de buna çok kızmış, Rodrigo’dan intikamını almak için Târık ile anlaşmıştır. Târık
onun samimi olduğunu anlamak için rehineler istemiş, o da oğlu olmadığı için diğer
iki kızını Târık’a göndermiştir. Bk. İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 205.
[146] İ�bn Kuteybe, İmâme, II, 60-62.
[147] Halî�fe b. Hayyat, Târîh, I, 406; İ�bn Abdülhakem, Fütûh, 205-206; İ�bn Kuteybe,
İmâme, II, 60-62; Taberî�, Târîh, VI, 468 (Leiden, II, 1235); İ�bn Hazm, Sîre, s. 334;
İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 557 vd. (T. IV503 vd.); İ�bn Hallikan, Vefeyat, V, 320; İ�bnü’l-
İ�zârî�, Muğrib, I, 43; Nüveyrî�, Nihaye, XXIV, 40 vd.; İ�bn Kesî�r, Bidâye, IX, 88-89;
İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 225; Süyûtî�, Hulefâ, s. 224. Bazı İ�slâm tarihi kaynakları
Müslümanların Endülüs’e ilk defa Osman b. Affan’ın halifeliği zamanında çıktığı-
276 nı da rivayet etmektedirler. Bk. Taberî�, Târîh, IV, 225 (Leiden, I, 2817); İ�bnü’l-Esî�r,
Kâmil, III, 93 (T. III, 99-100); İ�bn Kesî�r, Bidâye, VII, 158; Kalkaşendî�, Subh, III, 265;
İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I, 84; Süyûtî�, Hulefâ, s. 155; Endülüsî�, Hulel, I, 511.
[148] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 207; İ�bn Salih, “Nassu cedîd”, s. 224.
[149] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 207.
Komşu Devletlerle İlişkiler ve Fetihler ■

sırasıyla Karmûna (Carmonia), İ�şbiliye (Sevila) ve Mâride (Merida) şehir-


lerini fethederek, Târık’la Kurtuba’da buluşmuştur. Endülüs’ün içlerine
kadar ilerlemekle Müslümanları tehlikeye attığı için Târık’a kızan Mûsâ,
Târık’ın özür dilemesiyle onu affetmiş ve daha sonra buradaki fetihlere
beraberce devam etmişlerdir.[150]

Harita 7:
Tarık b.
Ziyâd’ın
Endülüs
Fetihleri
[S. Mağlus,
Atlasu Tarihi’l-
Devleti’l-
Emeviyye, s.
181]

[150] İ�bn Abdülhakem, Fütûh, s. 207 vd.; İ�bn Kuteybe, İmâme, II, 64-66; Belâzürî�, Fütûh,
s. 232 (T.330-331); İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 576 (T. IV, 518); İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 43;
Nüveyrî�, Nihâye, XXIV, 40 vd.; İ�bn Kesî�r, Bidâye, IX, 88-89; İ�bn Tağriberdî�, Nücûm, I,
226; Halî�fe b. Hayat, Mûsâ b. Nusayr’ın Ekim-Kasım 711’de Tanca’ya geldiğini, son-
rada Endülüs’e çıktığını rivayet etmektedir. Bk. Târîh, I, 406; Endülüsî� ise, Mûsâ’nın
712-713 yılında Endülüs’e çıktığını bildirmektedir. Bk. Hulel, I, 521. Emevilerin yı-
kılışına kadar Endülüs’te gerçekleştirilen fetihler konusunda İ�slâm tarihi kaynakla-
rında bulunan rivayetler ve burada valilik yapanlar hakkında Bk. İ�bn Abdülhakem,
Fütûh, s. 204-225, Taberî�, Târîh, VI, 454, 468, 492, 496, 523 (Leiden, II, 1227, 1235,
1267, 1271, 1306); İ�bnü’l-Esî�r, Kâmil, IV, 556-559, 576 (T. IV, 499-511, 518);V, 22,
23, 136, 158, 172, 174-175, 181, 250-252, 337-339, 375-376 (T. V, 26-27, 115, 132- 277
133, 144, 145-146, 151, 209-211, 281-282, 310-311); İ�bn Hallikan, Vefeyât, IV, 370-
372; İ�bnü’l-İ�zârî�, Muğrib, I, 42-48 ve ikinci cild; Nüveyrî�, Nihaye, XXIV, 41 vd.; İ�bn
Tağriberdî�, Nücûm, I, 226, 222, 225, 226, 232, 251, 270. Endülüs’teki fetihler için
ayrıca bakınız: Mehmet Ö� zdemir, Endülüs Müslümanları I, Ankara 1994.
IV. EMEV�LER D� NEM�NDE TOPLUMSAL YAPI

Prof. Dr. Âdem APAK


Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

A. Emevîlerin Kabile (Asabiyet) Siyaseti

Asabiyet kelimesi Arapça a-s-b kökünden türemiştir. Aynı


kökten gelen asabe, ism-i fâil sî�gasından âsıb’ın çoğulu olup “sa-
ran, kuşatan” anlamına gelir. Terim olarak asabe, “baba tarafın-
dan nesep bağı bulunan akrabanın meydana getirdiği topluluk”
demektir. Asabe’den türeyen asabiyet ise aralarında kan yakın-
lığı bulunan bir topluluğun bütün fertlerini birbirine bağlayan
ve herhangi bir dış tehlike durumunda onları ortak harekete
sevk eden birlik ve dayanışma ruhu olarak tarif edilir.[1] Kabile
asabiyeti, kabilenin bütün üyelerini manevî� bir çerçeve içinde
birleştirip onlara mensubiyet şuuru ve bağlılık ruhu kazandırır.
Asabiyet sayesinde kabilede yaşayan her fert, şahsının bütün
bir topluluktan sorumlu olduğu bilincine ulaşır, aynı şekilde bir
bütün olarak kabile topluluğu da kendine bağlı fertlerden her
birinin mesuliyetinin idraki içinde olur.[2]

Asabiyet, kabile üyeleri üzerinde çeşitli şekillerde varlığı-


nı ve etkinliğini gösterir. Bunların başında kabilenin her şartta
övülmesi ve soyun kan davalarına sahip çıkılması gelir. Her ka-
bile mensubunun övgü esnasında bilhassa sahip olunan nese-
bin asaletini, şerefini, savaşlardaki kahramanlığını, misafire ik-
ramını zikretmesi esastır.[3] Kendi soyunu öven kabile üyesinin

[1] İ�bn Manzur, Lisânü’l-Arab, Beyrut, ts. (Dâru’s-Sâdır), I, 605-606; Zebidî�,


Tâcu’l-arûs, I-X, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), I, 384; Ahmed Ateş, “Asabiyet”,
İA, I, 663; Mustafa Çağrıcı,”Asabiyet”, DİA, III, 453. 279
[2] Câbirî�, Muhammed Â� bid, Fikru İbn Haldun el-asabiyye ve’d-devle, ?
1984, (Dârü’l-Beyzâ), s. 257.
[3] Nass, İhsan, el-Asabiyyetü’l-kabeliyye ve eseruhâ fi’ş-şi’ri’l-Ümeviyye,
Beyrut 1964, s. 158.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

aynı zamanda rakip soyları da kınaması, korkaklık, cimrilik gibi olumsuz


sıfatlarla anması da gerekir.[4]

Arap toplumunda kabile değerlerinin başkalarına karşı övülmesi her


kabile üyesinin görevi olmakla birlikte, bunu esas gerçekleştirmesi gere-
kenler kabile şairleridir. Bu sebepledir ki, şairler, şiirlerinde genelde kabi-
leyi yüceltmek, düşmanları hicvetmek, hasımlara meydan okumak, kabile
mensuplarını intikam almaya teşvik, savaşta ölenlere mersiye söylemek
gibi asabiyetiyle ilgili hususlardan bahsederler.[5]

1. Yönetim-Kabile İlişkisi

Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın, halifeliği Hz. Hasan’dan devralmasıyla baş-


layan Emevî� asrı, İ�slâm tarihinin diğer dönemleriyle karşılaştırıldığında
kabileciliğin güç ve tesirinin en üst düzeye çıktığı süreci temsil eder. Ö� yle
ki, asabiyet, toplumu sosyal, politik ve ekonomik pek çok alanda etkisi
altına almış, dolayısıyla devletin yönetim anlayışı bu realiteden bağım-
sız kalamamıştır. Bu sebeple Emevî� yönetim siyasetinin temelini, kabile
rekabetlerinin oluşturduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Nitekim Emevî�
halifeleri bazen bilinçli, bazen de şartların zorlamasıyla bütün icraatların-
da asabiyeti dikkate almak, politikalarını buna göre şekillendirmek duru-
munda kalmışlardır. Bu durum Emevî� asrı boyunca devam etmiş, nihayet
asabiyet, devletin yıkılışında önemli derecede rol oynamıştır.[6]

Muâviye, halifeliği ele geçirmesinden önce Hz. Ali’ye karşı giriştiği ik-
tidar mücadelesinde Kureyş asabiyetini merkezde tutmak suretiyle hem
Adnânî�, hem de Kahtânî� Araplarının desteğini almış, sonuçta bütün bir
Arap toplumuna dayanan sosyal bir taban elde etmeyi başarmıştı. Hede-
fine ulaşıp halifeliği üstlendikten sonra ise, tüm Araplar nazarındaki etki-
sini sürdürmek için, gerek Mudarî�, gerekse Yemenî� kabilelere mensup şa-
hısları devlet kademelerinde görevlendirmiş, buna karşılık idarede Emevî�
etkisini en alt düzeyde tutmaya da özen göstermiştir. Nitekim, halifeliği-
nin başlangıcında Mısır’ı Amr b. el-Â� s ve akrabasına, Hicâz’ı Emevî�lerin
farklı kollarına[7], Şam’ı Emevî�lerin yardımcıları olan Suriyelilere, Irak’ı
ise Sakî�flilerin kontrolüne vermiş ve böylece bütün Arapları içine alan

[4] Demirayak Kenan-Ahmet Savran, Arap Edebiyatı Tarihi Cahiliye Dönemi, Erzurum
1996, s. 77.
[5] Cevad Ali, el-Mufassal fî tarihi’l-Arab kable’l-İslâm, I-X, Beyrut 1993, I, 477; Apak,
Adem, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, İ�stanbul 2004, s.
280 17-57.
[6] Ahmed Emin, Fecrü’l-İslâm, Kahire 1975, s. 34.
[7] Ya’kûbî�, Târîh, Beyrut 1960, II, 239; Taberî�, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk (thk.
Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Beyrut, ts. (Dâru’s-Süveydân), V, 172, 232, 308-
309; İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1986, III, 228, 246.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

kolektif bir idarî� yapı oluşturmuştur.[8] Anlaşılan Muâviye, Emevî� asabiye-


ti, hatta Kureyş asabiyeti gibi dar çerçeveli bir asabiyetle, sınırları sürekli
olarak genişleyen bir ülkenin idare edilemeyeceğini görmüş, yönetimini
daha geniş çerçeveli olarak Arap kabile birlikleri asabiyeti üzerine kurma-
ya çalışmıştır.

Yezî�d b. Muâviye’nin halifeliği süresince ülkenin gerek doğusu, gerek-


se bizzat Suriye’de yerleşik Arap soyları arasında kabile mücadelesi baş
gösterdi. Ö� zellikle Kuzey Suriye ve Mezopotamya’da iskân edilmiş bulu-
nan Kayslılar, Şam’ın güneyinde yaşayan Yemenlilere yönetimde daha faz-
la pay verilmesinden rahatsızdılar. Bu rahatsızlık, II. Muâviye’nin yaklaşık
40 gün süren hilâfeti ve akabinde ölümünden sonraki (64/683) iktidar
boşluğu döneminde daha belirgin hale geldi.[9] Nitekim Suriye’deki Kays
kabileleri, Muâviye’nin Şam’da oluşturduğu Kays-Kelb birliğinden kopa-
rak Hicâz’da halifeliğini ilan eden Abdullah b. Zübeyr’e destek verdiler.[10]
Bu şekilde Emevî�lerin üzerine iktidarlarını bina ettikleri Adnânî� ve Kah-
tânî� ayakları birbirinden ayrılmış, onların en çok güvendikleri Şam’da bü-
tünlük bozulmuş, sonuçta birbirlerini destekleyen unsurlar rakip, hatta
düşman haline gelmişlerdir.[11] Kaysî� asabiyeti karşısında en büyük yar-
dımcıları olan Yemenî�lerin yetersiz kalacağını düşünen Emevî� ailesi reisi
Mervân b. Hakem de, Abdullah b. Zübeyr’e biat etmek üzere iken Ubey-
dullah b. Ziyâd’ın tavsiyesiyle kararından vazgeçip halife olmak için siyasî�
mücadeleye başlamıştır.[12] Buna karşılık Yemen asıllı Ü� rdün valisi Hassân
b. Mâlik, Mervân b. Hakem’i desteklediğini ilan etmiş;[13] sonuçta 64 (684)
yılında Şam’daki Yemenî�ler, Mervân b. Hakem’e biat etmişler, biatlerini
onun ölümünden sonra dayıları Kelbli olan Hâlid b. Yezî�d’in, ardından da
Amr b. Saî�d’in veliahd olması şartına bağlamışlardır. Mervân, bu geliş-
meden kısa süre sonra, kendisini destekleyen Yemen asıllı kabilelerden
oluşan bir ordu hazırlayıp kendilerinden ayrılan Dahhâk b. Kays liderli-
ğindeki Kaysî�ler üzerine yürümeye karar vermiştir.[14] Şamlıların iç savaşı
olarak kabul edilen Mercirâhıt Muharebesi (64/683) hem genel İ�slâm ta-
rihi, hem de Emevî�ler tarihinin en önemli hadiselerinden biri kabul edilir.
Bu savaş, fiilen sona ermiş olan Emevî� hâkimiyetine yeniden can vermiş-
tir; ancak aynı anda Adnânî�-Kahtânî� çekişmesinin şiddetlenip, kanlı mü-
cadeleye dönüşmesine sebep olmuştur.

[8] Aycan, İ�rfan, “Emevî İktidarının Devamında Sakîf Kabilesinin Rolü”, AÜİFD, c. XXXVI,
Ankara 1997, s. 119-171.
[9] Ya’kûbî�, II, 254; Taberî�, V, 503.
[10] Ya’kûbî�, II, 255; Taberî�, V, 535. 281
[11] Taberî�, V, 531, 533.
[12] Taberî�, V, 530, 534; İ�bnü’l-Esî�r, III, 326-328.
[13] Ya’kûbî�, II, 255; Taberî�, V, 530-531, 533-534; İ�bnü’l-Esî�r, III, 328-329.
[14] Ya’kûbî�, II, 255-256; Taberî�, V, 533, 537; İ�bnü’l-Esî�r, III, 328-329.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Mervân b. Hakem’in kısa süren idaresinden sonra halife olan oğlu


Abdülmelik, yönetiminin başlangıç yıllarını devlet bütünlüğünü sağla-
ma çabalarıyla tamamladı. Bu süreçte en ciddî� siyasî� rakibi görünen ve
ülkenin doğu eyaletlerini kontrol eden Abdullah b. Zübeyr üzerine ha-
rekete geçerek bilhassa Haccâc b. Yusuf’un gayretleriyle ülkede siyasî�
birliği yeniden sağladı.[15] Abdülmelik, yönetimde kendi aile mensupları-
nı görevlere getirmekle birlikte[16] Irak-Horasan hattının idaresini kud-
retli valisi Sakî�fli Haccâc’a bırakmış görünmektedir.[17] Dolayısıyla onun,
özellikle de Irak eyaletinin idaresinde Muâviye’nin sistemini örnek aldı-
ğı söylenebilir.

Abdülmelik, iktidarlarını borçlu oldukları Şam Yemenî�lerine birtakım


avantajlar sağlarken, buna karşılık Irak’ta çoğunluğu ellerinde bulundu-
ran Kaysî�lere bölgenin idaresinde öncelik tanımış, bu şekilde yönetimde
Yemenî�-Mudarî� rekabeti arasında bir denge kurmak, her iki grubun asa-
biyetini tatmin etmek suretiyle onların desteğini kazanmaya çalışmıştır.
Şam’da Yemenî�lerin önceliği halife eliyle sağlanırken, Irak’ta Kaysî� asabi-
yetini elde tutma misyonu Sakî�fli Haccâc tarafından gerçekleştirilmiştir.
Nitekim halifenin doğu politikasının yansıması olarak Haccâc, Irak’taki
yönetim kademelerine genellikle Kaysî�leri getirmiş; bilhassa Kays’ın mü-
him kollarından olan Sakî�f kabilesine mensup yakınlarını önemli nokta-
lara yerleştirmiştir. Haccâc, Abdülmelik döneminin en büyük iç meselele-
rinden Abdurrahman b. Eş’as’ın isyanını (81/700) bahane ederek Yemen
asıllı vali ve komutanları Irak bürokrasisinden tamamen uzaklaştırıp, yo-
ğun bir Kaysî� kadrolaşma gerçekleştirmiş;[18] Horasan ve Mâverâünnehir
yönetimine 86 (707) yılında Kayslı Bâhile kabilesinden Kuteybe b. Müs-
lim’i getirmiştir.[19]

Velî�d b. Abdülmelik döneminde Emevî�ler, en parlak dönemlerini ya-


şamışlardır. Ü� lkenin doğu ve batısında gerçekleştirilen fetihler Müslü-
manları meşgul ettiği için, kabileler kendi aralarında kabile kavgalarına
fırsat bulamamışlardır. Bununla birlikte kabile rekabetleri potansiyel ola-
rak varlığını sürdürmüştür. Velî�d, Yemenî�ler ve Kaysî�ler arasında hassas
dengeyi korumaya özen göstermekle birlikte, özellikle Irak-Horasan-Mâ-
verâünnehir bölgesinde babasına iktidar yolunu açan Haccâc’ı valilik gö-
revinde tutarak idarede Kaysî� asabiyetine meyletmiş görünmektedir.[20]

[15] Dî�neverî�, el-Ahbâru’t-tıvâl (nşr. Ö� mer Faruk Tabbâ), Beyrut, ts., s. 286-288; Ya’kûbî�,
II, 266-268; Taberî�, VI, 174-175, 187-194.
282 [16] Ya’kûbî�, II, 272; Taberî�, VI, 164-165, 202, 209, 218, 412.
[17] Ya’kûbî�, II, 273; Taberî�, VI, 201, 202, 319; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 33.
[18] Ya’kûbî�, II, 285; Taberî�, VI, 393, 426.
[19] Taberî�, V, 424.
[20] Ya’kûbî�, II, 283-284; Taberî�, VI, 429,434, 449, 481-482, 493.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Emevî� devletinde asabiyetin devlet siyaseti üzerinde zaferini ilan et-


mesi süreci, Süleyman b. Abdülmelik’in hilâfeti dönemine tekabül eder.
Onun idaresinin en önemli hadiseleri Kuzeyli ve Güneyli Arap kabilele-
rinin iktidar kavgaları kabul edilir. Bu tarihten itibaren kabilelerden biri
halifeye tam destek verirken, diğeri de muhalefet tarafını oluşturmuş,
iktidar yetkisini eline geçirenler, yönetimin tüm imkânlarını kullanmak
suretiyle muhalefete karşı baskı yapmışlar, haksızlık ve zulme varan uy-
gulamalar gerçekleştirmişlerdir.[21]
Süleyman’ın selefi Velî�d, halifeliği döneminde veliahd kardeşini az-
ledip yerine oğlu Abdülaziz’i tayin etmek istemiş, onun bu kararına Irak
bölge valisi Haccâc da destek vermişti. Ancak yeni veliahda biat prose-
dürü tamamlanamadan Velî�d’in ani ölümü Süleyman’a halifelik yolunu
açmıştır. Onun halife olduktan sonraki ilk icraatı ise kendisinin veliaht-
lıktan azledilmesini destekleyenleri cezalandırmak olmuştur. Süleyman
b. Abdülmelik’in, kindarlığı sebebiyle Emevî� idaresinde uyguladığı siyaset
ve muhaliflerine karşı şahsî� intikam politikası, asabiyetin yönetime hâkim
olmasına zemin hazırlamıştır.
Süleyman b. Abdülmelik, geçmiş yönetimden intikam almak için önce
Sind fatihi Muhammed b. Kasım’ı öldürttü.[22] Endülüs coğrafyasını Müslü-
manlara kazandıran Târık b. Ziyâd ve Mûsâ b. Nusayr’ı görevlerinden alıp,
Endülüs’te Mûsâ’nın yerine vekil bıraktığı oğlu Abdülaziz’in katledilmesini
sağladı.[23] Nihayet Horasan valisi Kuteybe b. Müslim isyana zorlandıktan
sonra öldürüldü.[24] Halifenin şahsî� intikam girişimi, tabiatıyla kabile çekiş-
melerini yeniden tetikledi. Halife Süleyman’ın uygulamaları, kabile çekiş-
meleri sebebiyle zaten hassas dengeler üzerinde yürüyen Emevî� siyasetini
rayından çıkarmış, sonuçta asabiyeti daha belirleyici konuma getirmiştir.
Süleyman b. Abdülmelik’ten sonra herhangi bir kabile desteği almak-
sızın halifeliğe gelen, şahsî� özellikleri ve dindar kişiliği ile temayüz eden
Ö� mer b. Abdülaziz sadece Adnânî� ve Kahtânî� şeklinde bölünmüş Arap
gruplardan değil, Emevî�lerle sürekli savaşan Hâricî�lerden dahi saygı gör-
müş, bu sayede kabileler üstü bir konum elde ederek hiçbir Emevî� hali-
fesine nasip olmayan toplumsal destek görmüştür. Dolayısıyla onun ida-
resinde gerek Yemenî�, gerekse Mudarî� asabiyetinin yönetim üzerindeki
etkinliğinden bahsedilemez.[25]

[21] Ya’kûbî�, II, 294-296.


[22] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 133-135.
[23] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 144; Makkarî�, Nefhu’t-tîyb min ğusni’l-Endelüsi’r-ratîb (thk. İ�hsan 283
Abbâs), Beyrut 1986, I, 281, 283-285.
[24] Taberî�, VI, 506-522; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 138-143.
[25] İ�bnü’l-Cevzî�, Sîretu ve menâkıbu Ömer b. Abdülaziz el-halîfetü’r-zâhid (thk. Nâim
Zerzûr), Beyrut 1984, s. 9-13; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 164.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ö� mer b. Abdülaziz’den sonra Emevî� saltanatına geçen Yezî�d b. Ab-


dülmelik (II. Yezî�d), selefinin uygulamalarının tersyüz eden bir siyaset
takip etmiştir.[26] Gerçekten de onun idaresindeki en belirgin politik te-
zahür, yönetimde kabileciğin yeniden etkin hale gelmesidir. Nitekim yeni
halife, icraatına Ö� mer b. Abdülaziz’in valilerini azlederek başlamış, daha
önce Yemenî� siyaset takip eden Süleyman b. Abdülmelik’in uygulamasının
aksine Kaysî�leri önceleyen bir yönetim sergilemiştir. Bu amaçla idarede
sembolik anlamı olan ve Hicâz bölgesinin merkezi sayılan Medine’ye Kay-
sî� önderlerinden Abdurrahman b. Dahhâk’ı tayin etmiştir.[27] Onun Kaysî�
siyaset takip etmesinde Kaysî�lerin efsanevi önderi kabul edilen Haccâc’ın
yakın akrabası bir kadınla evlenmiş olmasının mutlaka etkisi vardır.[28] Bu
sebeple Kaysî�leri temsil eden Sakî�fliler, Yezî�d döneminde en parlak yılla-
rını yaşamışlardır.

Yezî�d’in Yemenî�leri dışlayan politikası, sonuçta Irak’ta Yezî�d b. Mü-


helleb isyanının çıkmasına sebep olmuştur. 101 (719) yılında meydana
gelen bu hadise ancak Şam’dan gönderilen bir ordu yardımıyla bastırıla-
bilmiştir.[29] Daha sonra da isyana destek veren Ezd kabilesinden pek çok
kişi bizzat devlet başkanının huzurunda öldürülmüş; sağ kalanların bir
kısmı esir olarak Şam’a götürülmüş, kabilenin kadın ve çocukları köle
pazarlarında satılmıştır.[30] Bununla da yetinilmeyip, Yezî�d b. Mühelleb’in
Kaysî�lere yaptığı zulümlerin intikamının alınması için, Irak’a Yemenlilere
düşmanlığı ile tanınan Ö� mer b. Hübeyre tayin edilmiştir (102/720).[31]

Hişâm b. Abdülmelik’in hilâfete geldiği dönem, Emevî�ler devletinin


her kademesinde Yemenî�lerle Mudarî�lerin kabile rekabetlerinin had saf-
haya ulaştığı zamana tesadüf eder. Zira devlet, Süleyman zamanında Ye-
menî�, Yezî�d döneminde Kaysî� ağırlıklı siyasetle yönetilmiş, idareciler ka-
bilecilik sebebiyle politize olmuş, bunun sonucunda Emevî� saltanatı asıl
kurucu unsurları olan iki Arap soyuyla sorunlu hale gelmiştir. Dolayısıyla
Hişâm, uzun halifelik dönemini Kaysî�-Kelbî� uçlarında dolaşan Emevî� si-
yasetini merkeze çekme, Araplar arasında denge politikası sağlama çaba-
larıyla harcamıştır. Yıllara dayanan düşmanlığı bitirip Kelbî� ve Kaysî�leri
bir araya getirmek ve onları ortak bir hedefte birleştirmek artık mümkün
olmadığı için halife, Kelbî� veya Kaysî� asabiyetine eşit uzaklıkta durmak su-
retiyle en azından devlet yönetimini kabile politikalarının uygulayıcısı ol-
maktan çıkarmaya çalışmıştır. Hişâm’ın kabileler arasında denge sağlama

[26] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 166.


284 [27] Ya’kûbî�, II, 310-312.
[28] Taberî�, VII, 226.
[29] Taberî�, VI, 578-602; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 160-161, 168-177.
[30] Ya’kûbî�, II, 310-311; Taberî�, VI, 602-603.
[31] Ya’kûbî�, II, 311-312; Taberî�, VI, 617, 619-622.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

siyasetinin ilk adımı, selefi Yezî�d zamanında Irak genel valiliğine getiril-
miş olan fanatik Kaysî� Ö� mer b. Hübeyre’yi 105 (724) yılında azlederek
yerine Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’yi görevlendirmek olmuştur.[32] Bu uygu-
lama, Irak’ta bir Kelbî�, bir Kaysî� vali şeklindeki fâsit daireyi kırmış, fanatik
Kaysî�likten mutedil Kaysî�liğe bir geçişle bölgedeki kabilecilik ateşini nis-
peten düşürmüştür. Kabilevî� dengeler gözetilerek her iki tarafın da deste-
ğinin alınması sebebiyle, Irak ve Horasan’da Hâlid’in valiliği döneminde
15 yıl (105-120/724-738) problemsiz bir süreç yaşanmıştır.[33] Gerçekten
de selefleri Süleyman ve Yezî�d dönemlerinde yönetimin adeta asabiyetin
icracısı durumuna getirilmesi, ülkede kargaşa sebebi olurken, Hişâm’ın
asabiyeti dengeleyici politika takip etmesi, toplumun asabiyet tansiyonu-
nu düşürmüş, ayrıca asabiyet yükünden nispeten kurtulan idarenin top-
lum nazarındaki gücü artmıştır.[34] Ancak Hişâm b. Abdülmelik, zamanla
bölgedeki politik dengeleri gözetmek adına Irak-Horasan bölgesini uzun
yıllar başarıyla idare eden Hâlid’i görevden almak durumunda kaldı. Çün-
kü bu bölgeye nüfus anlamında Kayslılar hâkimdi ve Emevî�ler için sadece
Yemenî�lere dayanarak burayı elde tutmaları mümkün görünmüyordu. Bu
sebeple idarî� alanda Yemenî�lere kaydığı düşünülen Irak bölgesine Ö� mer
b. Hübeyre gibi aşırı Kaysî� olan -eski Irak valisi Haccâc b. Yusuf’un am-
casının oğlu-[35] Yusuf b. Ö� mer’i tayin etti. (120/738).[36] Horasan’a ise 20
(738) yılında[37] yerine Kayslı Nasr b. Seyyâr’ı getirdi.[38]

İ�ktidarda Kaysî�ler ve Yemenî�ler arasında denge kurmaya çalışan ve


kendisinden önceki halifeler Süleyman ve Yezî�d ile mukayese edildiğinde
bu siyasetinde başarılı olan Hişâm’dan sonra Emevî� idaresine geçen Velî�d
b. Yezî�d (II. Velî�d), selefinin tüm kazanımlarını boşa çıkartacak şekilde
yoğun olarak asabiyet ağırlıklı bir politika takip etti. Hişâm’ın siyasî� ve
sosyal şartlar sebebiyle taktik gereği tercih etmek zorunda kaldığı Kaysî�
politika, Velî�d zamanında açıkça Yemenî� düşmanlığına dönüşmüştür.

Velî�d b. Yezî�d, hilâfete geldiğinde ilk önce Hişâm zamanında görevde


kalabilen Yemenî� idarecileri azledip yerlerine Kaysî�leri atamıştır. Onun
Kaysî� siyaset takip etmesinde annesinin, Haccâc’ın kardeşi Muhammed
b. Yusuf’un kızı olmasının tesiri olmalıdır.[39] Ona nispet edilen bir şiirde,

[32] Ya’kûbî�, II, 316; Taberî�, VII, 26; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 192.
[33] Ö� zaydın, Abdülkerim, “Hâlid b. Abdullah”, Dİ�A, XV, 282.
[34] Mes’ûdî�, Mürûcü’z-zeheb (thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Mısır 1964, III,
223.
[35] Belâzürî�, Fütûhu’l-büldân (thk. Abdullah Enis et-Tabbâ, Ö� mer Enis et-Tabbâ), Beyrut
1987, s. 395. 285
[36] Ya’kûbî�, II, 317; Taberî�, VII, 142-154; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 235.
[37] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 234.
[38] Dî�neverî�, s. 313-314.
[39] Ya’kûbî�, II, 331; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 268.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Adnânî�liği ile övünürken, Yemenlilerle alay etmesi onun açıkça bir kabi-
le bloğunun (Kaysî�) siyasî� temsilcisi konumuna düştüğüne işaret eder.[40]
Nitekim Yemenî� düşmanlığını tescil edercesine Hişâm zamanında Irak’ı
on beş yıl yöneten ve Kaysî�lerin baskısı sebebiyle önce azledilip ardın-
dan hapsedilen eski Irak valisi Hâlid b. Abdullah’ı Kaysî� Irak valisi Yusuf b.
Ö� mer’e 50 milyon dirhem karşılığında satmış, Yusuf da Yemenî� düşmanlı-
ğını Hâlid’i işkenceyle öldürmek suretiyle göstermiştir.[41]

Halife Velî�d tarafından kabilelerine karşı açıkça düşmanlık yapılması


ve Hâlid b. Abdullah’ın işkence altında öldürülmesi, özellikle Şam’da bu-
lunan Güney Araplarının infialine sebep olmuştur.[42] Nitekim bölgedeki
Yemenî�ler, hanedanın güçlü üyesi Yezî�d b. Velî�d b. Abdülmelik’e (III. Yezî�d)
giderek onun önderliğinde ayaklanma teklif etmişlerdir. Bunun üzerine
Yezî�d, 126’da (744) Yemenli kabilelerin desteğini alarak bir ihtilal başlat-
mış ve Velî�d’i öldürerek Emevî� devletinin yeni halifesi olmuştur.[43] Yezî�d b.
Velî�d, Güneyli Arapların yardımlarıyla göreve geldiği için, idarede onlara
öncelik tanıyan bir siyaset takip etmiş; bu doğrultuda selefinin tayin ettiği
bütün Kaysî� valileri azledip yerlerine Yemenlileri getirmiştir. Yezî�d, Kaysî�-
lere olan düşmanlığını Velî�d’in Yemenî�lere olan düşmanlığından daha ileri
düzeye taşıyarak bölgedeki bütün Kaysî�leri öldürmeye niyetlenmiş, ancak
kan dökmek istemediği için bundan vazgeçtiğini söylemiştir.[44]

Yezî�d b. Velî�d, iktidara Yemenlilerin destekleriyle geldiği için, onların


siyasî� talepleri doğrultusunda hareket etti. Bunun ilk adımı olarak Hâlid b.
Abdullah’ı öldürmesi sebebiyle Güney Araplarının nefretini kazanan Irak
valisi Yusuf b. Ö� mer’i azletti.[45] Bu defa da yönetimden dışlanan Kaysî�-
ler yeni halifeye karşı Filistin, Şam ve Irak’ta ayaklanma başlattılar. Kaysî�
olarak bilinen Horasan valisi Nasr b. Seyyâr ile Azerbaycan valisi Mervân
b. Muhammed, Yezî�d’in halifeliğini tanımadıklarını ilan etmişlerdir ki,[46]
yeni durum şiddetli asabiyet kavgalarının yaşandığı Horasan’da yeni bir
Kaysî�-Yemenî� çatışmasının fitilini ateşlemiştir.

Kısa süre Emevî� saltanatında bulunan Yezî�d b. Velî�d ölünce karde-


şi İ�brahim b. Velî�d’e biat edildi.[47] O da ağabeyi gibi Yemenî�lerin deste-
ğiyle yönetimini sürdürmeye çalıştı. Bunun üzerine daha önceki hali-
fe Yezî�d’i de tanımamış olan Azerbaycan valisi Mervân b. Muhammed,

[40] Dî�neverî�, s. 319-320; Taberî�, VII, 234-235.


[41] Ya’kûbî�, II, 331; Taberî�, VII, 232-234, 254-261; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 262-264.
[42] Taberî�, VII, 233, 237.
286 [43] Dî�neverî�, s. 321-322; Ya’kûbî�, II, 333-335; Taberî�, VII, 231-254.
[44] Taberî�, VII, 271.
[45] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 272.
[46] Taberî�, VII, 277-280, 281-285; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 272, 277.
[47] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 278.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Mudar kabileleriyle birlikte Dımaşk’ı ele geçirip kendisini halife ilan etti.
(127/744).[48] Bu şekilde Kaysî�ler, Yezî�d b. Velî�d’in Yemenî�lerin yardımıy-
la gerçekleştirdiği ihtilale, Mervân ile cevap vererek bir anlamda rövanşı
almış oldular.

Mervân b. Muhammed, Şam’da halkın biatini aldıktan sonra ülkenin


başkentini Kaysî�ler’in hâkim olduğu Harran’a taşıdı.[49] Halifenin ayrıl-
masından kısa süre sonra Kelbliler, yönetime karşı ayaklanma başlattılar.
Mervân, ayaklanmayı bastırdıktan sonra,[50] itaat altına aldığı Yemenlileri
de ordusuna dâhil ederek kendisine biatten kaçınan Irak üzerine yürüdü.
Harekât esnasında ordu içinde bulunan Yemenliler geri dönüp Süleyman
b. Hişâm b. Abdülmelik’i halife ilan ettiler ve Kınnesrin şehrini ele geçirdi-
ler. Halife, seferini iptal ederek âsiler üzerine gitti. Muhasara altında kalan
Süleyman, canının bağışlanması şartıyla halifeye biat etti. Mervân Hıms,
Baalbek, Dımaşk ve Kudüs şehirlerindeki surları yıkarak yeni bir Yemenî�
isyanını engellemeye çalıştı.[51]

Mervân b. Muhammed, Şam’da olduğu gibi Irak’ta da isyancılarla


uzun süre mücadeleye girişti. Hicretin 127-129 (745-746-7) yılları ara-
sında Irak’ta Dahhâk b. Kays liderliğindeki Hâricî�leri itaat altına almaya
çalıştı. Bu olaylarda Kaysî� halifeye karşı çıkan Yemen asıllı kabilelerin is-
yancılara destek verdikleri görülür.[52]

Son Emevî� halifesi Mervân b. Muhammed halifeliğinin ilk dört yılını


siyasî� birliği sağlama çabalarıyla tamamladıktan sonra ancak 128 (746)
yılı sonlarına doğru Şam ve Irak topraklarında kontrolü ele geçirdi. Fakat
bu başarısı, şiddetlenen asabiyet mücadeleleri nedeniyle anlamsız kaldı.
Çünkü Şam ve Irak’ta birliği sağlama girişimleriyle meşgul olması, onun
Kaysî�-Yemenî� çekişmesiyle kaynayan Horasan’la ilgilenmesini engelledi.
Bölgede Ebû Müslim tarafından Abbâsî�ler adına yürütülen ihtilal hareke-
ti,[53] Mervân’ın tüm başarılarını boşa çıkardı. Sürekli iç mücadelelerle uğ-
raşan halife, Ebû Müslim tehlikesinin vahametini geç de olsa anlayabildi;
ancak bunu engellemeye muvaffak olamadı.[54]

Emevî� asrının sonuna doğru kabile çekişmeleri sebebiyle Emevî� dev-


letini ayakta tutan iki temel destekten biri olan Yemenî�ler geri çekilmiş,
dolayısıyla ülkenin temel dengesi bozulmuştur. Bir ayağını (Yemenî�) bu

[48] Dî�neverî�, s. 322; Ya’kûbî�, II, 337-338; Taberî�, VII, 300-309, 311-312.
[49] Taberî�, VII, 312.
[50] Taberî�, VII, 312-316; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 286-287. 287
[51] Taberî�, VII, 323-327; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 287-288.
[52] Ya’kûbî�, II, 338-339; Taberî�, VII, 327-329, 334-353.
[53] Dî�neverî�, s. 310-316; Taberî�, VII, 49, 88, 198.
[54] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 299-302, 327-332.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

şekilde kaybeden, kalan ayağı (Mudarî�) da, muhalefetle işbirliği içindeki


düşmanların saldırısına uğrayan Emevî� Devleti, bu durumda başka her-
hangi bir dış saldırıya gerek kalmaksızın kendi içinden çözülmüştür. Bu
nedenle Abbâsî� ihtilali büyük bir mukavemet görmeden hedefine ulaşmış
ve sadece fiilî� olarak çökmüş olan Emevî� Devleti’nin yıkılışını resmî�leştir-
miştir. [55]

2. Kabileler Arası İlişkiler

Emevî� asrında siyasî�, içtimaî� ve iktisadî� sebeplerle eski kabile düş-


manlıklarına yeni düşmanlıklar eklenmiş, bunun sonucu olarak Şam, Irak,
Cezî�re ve Horasan başta olmak üzere pek çok eyalet kabile savaşlarına
sahne olmuştur. Savaşların meydana gelmesinde, eyaletlerdeki kabile
gruplaşmalarının (Mudar, Rebî�a, Yemen) ve Emevî� halifelerinden bir kıs-
mının bu gruplardan herhangi birinin lehine veya aleyhine politika takip
etmelerinin önemli derecede etkisi vardır.

Emevî�ler döneminde kabile savaşları ve intikam mücadeleleri hem


katılım, hem de şiddet boyutunda en ileri dereceye ulaşmıştır. Artık savaş-
lar cahiliye devrinde olduğu gibi deve ve koyun sürüsü gasp etmek veya
su-mera kavgaları sebebiyle değil, iktidara ulaşmak, geniş ve verimli top-
raklar kazanmak ve bol ganimet elde etmek hedefiyle gerçekleştirilmiştir.
Bu savaşlarda cahiliye çağındaki kabile savaşlarıyla mukayese edilemez
derecede insan kaybı verilmiştir. Hatta bu dönemdeki kanlı savaşlarda
esirleri öldürmek ve kadınların karnını deşmek gibi savaş hukukunu hiçe
sayan vahşî� uygulamalara da şahit olunmuştur.[56]

Emevî�lerden önce kabile rekabeti daha ziyade siyasetin yeni mer-


kezleri haline gelen Irak, Şam ve Horasan’da görülmüştür. Farklı merkez-
lerdeki gelişmeler, bazen diğer bölgeleri de etkilemiştir. Bu sebeple adı
geçen eyaletlerdeki kabile ilişkilerinin birbirinden bağımsız ele alınması
mümkün değildir. Mesela Irak’ta iki kabile arasındaki hadise doğrudan
Horasan’ı da tesiri altına almıştır. Burada eyalet merkezlerindeki kabile
ilişkileri coğrafî� açıdan Irak, Horasan Şam-Cezî�re şeklinde üç başlık halin-
de değerlendirilecektir.

a. Irak

Irak’ın Basra ve Kûfe olmak üzere iki önemli merkezi bulunmakta-


dır. Emevî�ler döneminde bunlardan ilkindeki kabile mücadelesi diğeri-
288
ne göre daha fazla olmuştur. Bunun sebebi Basra’ya Mudar, Rebî�a ve Ezd

[55] Taberî�, VI, 378, VII, 344. Ayrıca bk. Apak, Asabiyet, s. 185-260.
[56] İ�sfahânî�, Kitabü’l-Eğânî (thk. İ�brahim el-Ebyârî�), Kahire 1970, XXVIII, 9480.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

kabilelerin her birinden eşit miktarda insanın göç etmiş olmalarıdır. Do-
layısıyla şehre hâkim olmak için bu kabileler arasında daha çok rekabet
veya dayanışma meydana gelmiştir. Kûfeliler ise Basra’ya nazaran çok
farklı menşeli kabileyi içinde barındırmalarına rağmen, onlar Emevî� ik-
tidarına muhalif kalma ortak paydasında birleşebildikleri için, Basra’ya
göre kendi içlerinde daha az sayıda çekişme yaşamışlardır.[57] Hâlbuki Hu-
lefâ-yi Râşidî�n döneminde özellikle Hz. Osman ve Hz. Ali zamanlarında
ülkenin en problemli merkezi Kûfe’dir. Anlaşılan şehir, bu özelliğini Emevî�
asrında komşusu ve rakibi Basra’ya terk etmiş görünmektedir.

Emevî�ler dönemi Irak’ında Basra’da meydana gelen ilk kabile çatış-


ması, Ubeydullah b. Ziyâd’ın valiliğinin son zamanlarında gerçekleşmiştir.
Emevî� Devleti, Yezî�d’in halifeliği esnasında Basra’da kontrolü kaybedin-
ce vali Ubeydullah b. Ziyâd şehirdeki Ezdlilere sığınmış, Rebî�a da onlara
destek vermişti.[58] İ�ki müttefik kabilenin desteğine rağmen Kaysî�ler’in
ağırlığı sebebiyle şehirde destek bulamayacağını anlayan Ziyâd, görevini
Yemenli Mes’ûd b. Amr’a bırakarak Şam’a çekildi. Ezdli bir vali tarafından
yönetilmeyi hazmedemeyen Basralı Mudarî�ler, Ahnef b. Kays liderliğin-
de ayaklanarak Mes’ûd’u öldürdüler.[59] Onun yerine Ezdlilerin reisliğine
geçen Ziyâd b. Amr, intikam almak için Mudar’a saldırmak amacıyla Re-
bî�alılarla anlaştı. Bunun sonucunda iki taraf arasında karşılıklı çatışmalar
meydana geldi. Saldırılar ancak Temî�m reisi Ahnef b. Kays’ın gayretleriyle,
öldürülen Mes’ûd’un yerine on diyet ödenmesi şartıyla durdurulabildi.[60]
Irak’ta Hâricî� tehlikesinin ciddileşmesi de, onların barışa ulaşmalarını zo-
runlu hale getirmiş görünmektedir.[61]

Basra’da Ezd ve Temî�mliler arasında sulh sağlanınca şehir ileri ge-


lenleri, üzerinde ittifak edilecek bir kişinin valiliğini kabul edeceklerini
bildirdiler. Bunun sonucunda halifenin de onayıyla Kureyşli Abdülmelik
b. Abdullah b. Â� mir, ardından da Abdullah b. Hâris b. Abdullah, şehre vali
tayin edildi.[62] Bu uygulama Mudar-Yemen kabile çekişmelerinde Kureyşli
bir şahsın üzerinde anlaşmak suretiyle kabile çekişmelerine çözüm bu-
lunduğuna bir örnektir. Ancak bu geçici bir çözüm olmuş ve çeşitli sebep-
lerle kabileler yeniden iktidar mücadelesine dönmüşlerdir.

Basra’da ikinci kabile rekabeti Kûfe’de gerçekleşen Muhtâr es-Se-


kafî�’nin isyanı ile bağlantılı olarak meydana geldi. 66 (685) yılında Rebî�alı

[57] Nass, �hsan, el-Asabiyye, s. 307.


[58] Taberî�, V, 516-517, 528; İ�bnü’l-Esî�r, III, 322. 289
[59] İ�bnü’l-Esî�r, III, 323.
[60] Taberî�, V, 518-522, 525-528; İ�bnü’l-Esî�r, III, 322-325.
[61] Taberî�, V, 525.
[62] Dî�neverî�, s. 260.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Müsennâ b. Muharrebe, kendisine katılan Rebî�alılarla birlikte Muhtâr adı-


na şehirde propaganda yapmış; vali Hâris b. Abdullah kendi üzerine asker
gönderince de Abdülkays’a sığınmıştı. Vali onu teslim alabilmek için Bas-
ra’daki Mudarlıların reisi Ahnef b. Kays’tan yardım istedi. Buna karşılık
Rebî�alı Bekrî�ler ile Yemenli Ezdliler Müsannâ’ya destek olduklarını ilan
ettiler. İ�ki taraf arasındaki çatışmalar ancak Müsennâ’nın şehirden uzak-
laştırılmasıyla sona erdirilebildi.[63]

Basra’da Mudar ile Ezd-Rebî�a ittifakı arasındaki bir başka çatışma,


Abdülmelik b. Mervân’ın hilâfeti döneminde meydana geldi. Abdülmelik
70’de (689) Hâlid b. Abdullah’ı Emevî�ler adına biat almak üzere Basra’ya
göndermişti. Şehirdeki Rebî�alı Bekrî�lerin reisi Mâlik b. Misma’ ile onun
Yemenli müttefiki Ezdlilerin reisi Ziyâd b. Amr, Abdülmelik’in elçisine tabi
oldular. Mudarlılar ise Mekke’de halifeliğini ilan etmiş olan Abdullah b. Zü-
beyr’i desteklediklerini açıkladılar. Bunun üzerine gruplar arasında ihtilaf
çıktı. Anlaşmazlık kısa sürede karşılıklı saldırılara dönüştü. Yaklaşık bir ay
devam eden çatışmalar Abdülmelik’in elçisinin şehri terk etmesiyle sona
erdi.[64] Daha sonra Mudarî�lerin yardımıyla Basra’yı ele geçiren Mus’ab b.
Zübeyr, Emevî�lerin elçisine destek veren Ezd ve Rebî�alılara baskı yaparak
onları tahkir edip bir kısmının evini yakmış, bazılarını ise öldürmüştür.
Bekrî�lerin reisi Mâlik b. Misma’ ise canını ancak Basra’yı terk ederek kur-
tarabilmiştir.[65]

Emevî�ler döneminde Basra’da olduğu gibi Kûfe’de de meydana gelen


hadiselerde kabile rekabetinin belirgin etkisini görmek mümkündür. Bu,
Muâviye’nin hilâfeti döneminde gerçekleşen Hucr b. Adî� olayında açıkça
görülür. Kûfe valisi Ziyâd b. Ebih, Kindeliler’in himayesine giren Hucr’a
karşı şehirdeki bütün kabilelerin desteğini istemiştir. Ancak onun bu ha-
reketi, Mudar ve Yemen kabilelerinin eskiye dayanan rekabetlerini tah-
rik etmiş, bunun sonucunda Mudar’a mensup olan Mezhic ve Hemdan
Hucr’un yakalanması için özel gayret sarf ederlerken, buna karşılık Had-
ramevt ve Kinde kabileleri açıkça Hucr’a destek vermişlerdir. Ayrıca yine
Yemen kökenli olan Ezd, Becî�le ve Has’am başlangıçta bu konuda valiye
olumlu cevap vermelerine rağmen, Hucr’un yakalanması girişimlerinde
isteksiz davranmışlardır.[66]

Irak bölgesindeki siyasî� hadiselerde Rebî�a-Yemen ittifakıyla Mudar


arasında genelde karşıtlık görülürken, istisnaî� olarak bazı olaylarda bu
290
[63] Taberî�, V, 66-70; İ�bnü’l-Esî�r, III, 372.
[64] Taberî�, VI, 152-153, 165.
[65] Taberî�, V, 154-157.
[66] Taberî�, V, 260-262.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

tavır, ortak düşman sebebiyle birliğe dönüşmüştür. Bunlar, Muhtâr es-Se-


kafî� ve Abdurrahman b. Eş’as isyanlarıdır.

Muhtâr’ın Kûfe’deki ayaklanması sırasında, Şî�a ile mevâlî� onu destek-


lerken[67] Arapların büyük çoğunluğu bu harekete muhalif kalmış, hatta
Rebî�a, Mudar ve Yemenliler, ortak düşman kabul ettikleri Muhtâr’a karşı
bir Arap bloğu oluşturmuşlardır. Ancak onlar, geçmişteki iç mücadele ve
düşmanlıklar sebebiyle organize bir bütünlük sağlayamamışlar, bir reisin
başkanlığında birleşemeyip ayrı ayrı yerlerde toplandıkları için Muhtâr
karşısında başarısız olmuşlardır.[68]

Haccâc b. Yusuf es-Sekafî�’nin Irak bölgesindeki şiddet politikası husu-


si olarak kendisine, umumî� olarak da Emevî�lere karşı büyük bir husumet
meydana gelmesine sebep olmuştur. Bunun en büyük delili 81 (700) yılın-
da Irak’ta Emevî�lere karşı gerçekleştirilen Abdurrahman b. Muhammed b.
Eş’as isyanına Yemenli, Mudarlı ve Rebî�alıların tamamının destek vermiş
olmalarıdır. İ�ktidarı Yemenlilere bırakma konusunda çok hasis davranan
Mudarlılar dahi, Haccâc ve dolayısıyla Emevî�lere karşı kinleri sebebiyle
Yemenli Abdurrahman’ın bayrağı altında savaşmakta tereddüt etmemiş-
lerdir. Irak’ta sürekli birbiriyle savaşan kabilelerin bu hadisede bir ara-
ya gelmeleri, aynı zamanda Şamlılar ile Iraklılar arasındaki siyasî� reka-
betin bir tezahürü olarak görülmelidir. Nitekim Emevî�ler bu isyanı ancak
Şam’dan getirdikleri askerlerle bastırabilmişlerdir.[69]

Abdullah b. Zübeyr’in ölümü ve Emevî�ler’in ülkenin doğu bölgelerin-


de tam hâkimiyet sağlamalarının ardından Irak’taki kabile çekişmeleri
nispeten hız kaybetmiştir. Zira hem Kûfeliler hem de Basralılar bu süreç-
te ortak düşman kabul ettikleri Hâricî�lerle meşgul olmuşlar;[70] Basralılar
Ezârika, Kûfeliler ise Sufriyye fırkalarıyla mücadele ettikleri için birbir-
leriyle savaşmaya fırsat bulamamışlardır.[71] Ayrıca her iki şehir halkının
özellikle Velî�d b. Abdülmelik döneminde Mâverâünnehir, Sicistan ve Sind
gibi bölgelerin fetihlerine iştirak etmeleri, onlara iç çatışma imkânı da
vermemiştir.[72]

Irak’ta dış sebeplerle zorunlu olarak bir araya gelen Rebî�a, Mudar
ve Yemen toplulukları daha sonraki hadiselerde tekrar dağılarak klasik

[67] Dî�neverî�, s. 264. Ayrıca bk. Wellhasuen, Julius, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî
Muhalefet Partileri, (çev. Fikret Işıltan), Ankara 1989, s. 129.
[68] Ya’kûbî�, II, 258-264; Taberî�, V, 47-66; İ�bnü’l-Esî�r, III, 377-340.
[69] Dî�neverî�, s. 289-295; Ya’kûbî�, II, 277-279; Taberî�, VI, 334-350, 357-393; İ�bnü’l-Esî�r, 291
IV, 77-82, 95-96.
[70] Taberî�, VI, 327-333, 337-354.
[71] Taberî�, V, 613-622.
[72] Taberî�, VI, 429-433, 449-440, 442-447, 454-464, 468-481, 483-484, 500-504.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

gruplaşmalarına dönmüşlerdir. Mesela 101 (719) yılında Yezî�d b. Abdül-


melik’e karşı isyan ederek Basra’yı ele geçiren Yezî�d b. Mühelleb’e[73] şe-
hirde bulunan bütün kabileler İ�bn Eş’as’a yaptıkları gibi toplu destek
vermemişler; bu isyanda Basralı Ezd ve Bekrî�ler Yezî�d’e taraf olurlarken,
Mudarî�lerin çoğunluğu ise Kaysî� politika takip eden Emevî� halifesinin
Basra valisi Adî� b. Ertat el-Fezarî�’nin yanında yer almışlardır.[74]

Son Emevî� halifesi Mervân b. Muhammed döneminde Irak’ta Mudar


ile Rebî�a-Yemen ittifakı arasındaki ayrışma daha da derinleşmiştir. Hali-
fe, Şam’da hâkimiyetini sağladıktan sonra Yemenî� politika takip eden Se-
lefi Yezî�d b. Velî�d b. Abdülmelik tarafından Irak’a vali tayin edilmiş olan
Abdullah b. Ö� mer’i azledip yerine Kays ileri gelenlerinden Nadr b. Saî�d
el-Haraşî�’yi getirmiştir. Ancak önceki vali Abdullah b. Ö� mer, Yemenî� müt-
tefiklerinin desteğini alarak isyan edince iki siyasî� blok arasında yakla-
şık dört ay süren çatışmalar meydana gelmiştir. Bu karışıklıktan istifade
eden Hâricî�ler, Dahhâk b. Kays eş-Şeybânî� liderliğinde ayaklanarak Kûfe’yi
muhasara ettiklerinde Yemenî� ve Mudarî�ler onlara karşı geçici olarak bir-
leşmişler; ancak bu meselenin hallinden sonra tekrar eski konumlarına
dönmüşlerdir.[75]

Emevî�ler döneminde Irak’ta en son kabile çekişmesi devletin yıkılış


senesinde meydana gelmiştir. Mervân’ın takip ettiği Kaysî� politikaya düş-
manlıkları sebebiyle Kûfe ve Basra’daki Yemenî�ler, klasik müttefikleri Re-
bî�alılarla birlikte Abbâsî� ihtilaline destek vermişlerdir. Basra’da Mudarî�-
ler Selm b. Kuteybe el-Bâhilî�, rakipleri ise Süfyân b. Muâviye b. Yezî�d b.
Mühelleb komutasında karşılıklı şiddetli çatışmalara girmişlerdir. Savaş,
Mudarî�lerin galibiyetiyle tamamlanınca, Mühelleb ailesinin bütün mülkle-
ri yağmalanmıştır. Benzer çatışmalar Irak’ın diğer önemli merkezi Kûfe’de
de meydana gelmiş, burada çatışma Mervân’ın Irak valisi Yezî�d b. Ö� mer
b. Hübeyre ile Ezd-Rebî�a ittifakına liderlik yapan Muhammed b. Hâlid b.
Abdullah el-Kasrî� arasında gerçekleşmiştir. Kûfe’deki kabile savaşları da
ancak Abbâsî� ihtilaliyle son bulmuştur.[76]

b. Horasan

Arap kabileleri, Irak’tan Horasan’a göç ederken geçmişe dayanan


kabile rekabetlerini de yanlarında götürmüşlerdi. Bunun sonucunda ik-
tidar savaşı burada da şiddetli bir şekilde devam etmiş, Emevî�lerin ilk
292
[73] Taberî�, VI, 578.
[74] Taberî�, VI, 578-604.
[75] Taberî�, VII, 316-323.
[76] Taberî�, VII, 417-421.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Harita 8:
Horasan
bölgesinin
günümüz
haritasındaki
konumu
[https://bit.
ly/2LHvckl]

döneminden itibaren Horasan toprakları özellikle Mudar ile Rebî�a-Yemen


ittifakı arasındaki rekabete sahne olmuştur.

Horasan’da idareye karşı ilk çıkış, Yezî�d b. Muâviye’nin ölümünden


sonra gerçekleşti. 64 (684) yılında Sicistanlılar, valileri Yezî�d b. Ziyâd’ı öl-
dürüp kardeşi Ebû Ubeyde b. Ziyâd’ı esir ettiler.[77] Horasan valisi Selm b.
Ziyâd, isyanı kontrol edemeyeceğini anlayınca eyaleti terk etti. Görevden
ayrılırken de yerine Ezdli Mühelleb b. Ebî� Sufre’yi bıraktı. Ancak Hora-
san’da bulunan Rebî�alılar, vekil valiye baskı yaparak Horasan’ın bir kısım
topraklarının idaresinin Bekir b. Vâil kabilesinden Süleyman b. Mersed’e
verilmesini, yine aynı kabileden Evs b. Sa’lebe’nin de Herât’a vali tayin
edilmesini sağladılar.[78] Abdullah b. Zübeyr adına Mudarî�lerin desteğini
alan Abdullah b. Hâzim es-Sülemî�, Emevî�ler’in Horasan valisi Selm’e baskı
yapmak suretiyle kendisini Horasan valisi ilan ettirdi. Bu dönemde Ho-
rasan’da Ezdliler azınlıkta olduğu için Mühelleb b. Ebî� Sufre, yönetimden
çekilmek zorunda kaldı. Böylece eyalette hâkimiyet mücadelesi Rebî�alı-
lar ile Mudarlılar arasında gerçekleşti. Savaşlarda Mudar’ın desteğiyle
Rebî�alıları mağlup eden İ�bn Hâzim, birçok Rebî�alı’yı öldürmek suretiyle
bölgede yaşayan iki kabile arasındaki siyasî� rekabetin derin düşmanlığa
dönüşmesine sebep oldu.[79]

Horasan’da en büyük rakipleri Rebî�a’yı etkisiz hale getiren Mudarî�-


ler, bu defa ganimet paylaşımı sebebiyle kendi içlerinde ihtilafa düştüler.
Mudar’ın Kays koluna mensup İ�bn Hâzim’in kendi kabilesine ganimetten 293
[77] Taberî�, V, 544; İ�bnü’l-Esî�r, III, 305.
[78] Taberî�, V, 546.
[79] Belâzürî�, s. 582-583; Taberî�, V, 545-551; İ�bnü’l-Esî�r, III, 330-332.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

daha çok pay ayırması, diğer Mudar kolu Temî�mlilerin rahatsızlığına se-
bep oldu. Mudar asabiyeti yerine dar Kaysî� asabiyetini temsil eden İ�bn
Hâzim’e karşı ayaklanan Temî�mliler, Herât’ı ele geçirerek şehrin valisi,
aynı zamanda İ�bn Hâzim’in oğlu Muhammed’i öldürdüler. Bunun üzerine
Mudar içinde yaklaşık iki yıl süren Kays-Temî�m kabileleri arasında çatış-
ma meydana geldi. İ�bn Hâzim bu defa, daha önce Rebî�alılara yaptığı gibi
Temî�m’den de pek çok kişiyi öldürdü.[80]

Abdullah b. Hâzim, ancak Abdülmelik’in Horasan’da hâkimiyet sağla-


masıyla etkisiz hale getirilebildi. Bu faaliyette Temî�mliler de Emevî� halife-
sine yardımcı olmuşlardı. Ancak İ�bn Hâzim’in kim tarafından öldürüldüğü
tartışması bu defa da Temî�m’in iki alt kabilesi arasında asabiyet kavgasına
sebep oldu. Tartışma, Temî�mli Merv valisi Bükeyr b. Veşah ile onun kabile
içindeki rakibi Buhayr, dolayısıyla onların sülaleleri olan Benî� Avf b. Ka’b
ile Benî� Mekâis arasında meydana geldi. İ�ki kardeş soyun mücadelesinin
Mudar asabiyetine zarar vereceğini düşünen kabile ileri gelenleri, Halife
Abdülmelik’e haber göndererek kendilerine Kureyşli bir yönetici gönder-
mesini istediler. Bunun üzerine halife 76 (695) yılında Ü� meyye b. Abdullah
b. Hâlid b. Esî�d’i Horasan’a tayin etti.[81] Böylece iktidar sebepli bir kabile
çatışması daha Kureyşli bir valinin görevlendirilmesiyle engellenmiş oldu.

Haccâc b. Yusuf es-Sekafî�, 78 (697) yılında Irak valiliğine tayin edilin-


ce, Ezd’li Mühelleb b. Ebî� Sufre’yi Horasan idaresine getirdi.[82] Onun za-
manında Horasan’da Ezdlilerin sayı ve etkinliği artmıştır.[83] Anlaşılan vali,
bu uygulamasıyla Horasan’da kendi içlerinde mücadeleye girişecek kadar
mutlak hâkimiyet kuran Mudarlıları Yemenliler’le dengelemek istemiştir.
Ayrıca aynen Irak’ta olduğu gibi, burada da Mudar’a karşı Yemen-Rebî�a
ittifakı yine Mühelleb döneminde sağlanmıştır. Bu iki kabileyi birbirine
yaklaştırıp Mudar’a karşı güç birliği sağlamaya çalışan vali, Yemenli Ezd
ve Rebî�alı Abdülkays kabilelerine mensup Ka’b el-Eşkarî� ve Ziyâd el-Acem
isimli şairlerin karşılıklı hicivleşmeleri sonucu ortaya çıkan çatışmayı her
iki tarafın diyetlerini bizzat üstlenerek engellemiştir.[84]

Kuteybe b. Müslim’in 96 (715-715) yılında Halife Süleyman b. Abdül-


melik’e karşı isyan girişimi ve akabindeki hadiseler, Horasan’da kabileler
arası ilişkilerin çeşitliliğine ve karmaşıklığına ayna tutmaktadır. Kuteybe
isyanına görünürde bütün kabileler iştirak etmişlerdi. Mudar’a bağlı zayıf
kabilelerden Bâhile’ye mensup olan Kuteybe, bütün kabilelerin Süleyman

294 [80] Belâzürî�, s. 584-585; Taberî�, V, 623-626, VI, 77-80; İ�bnü’l-Esî�r, III, 355.
[81] Belâzürî�, s. 586; Taberî�, VI, 176-177, 199-201; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 54.
[82] Belâzürî�, s. 586; Taberî�, VI, 319; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 81.
[83] Taberî�, VI, 319-320.
[84] İ�sfahânî�, IVX, 5156.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

b. Abdülmelik’e karşı kendi yanında


olacaklarını hesaplamıştı. Ancak Hora-
san’da, aynen Irak’ta olduğu gibi ittifak
halinde olan Ezd ve Rebî�alılar, Mudar-
lı birinin kendilerini yönetmesine razı
değillerdi. Ayrıca isyanda Mudarî�ler de
blok halinde Kuteybe’yi desteklemediler.
Çünkü Horasan’da çoğunluğu ellerin-
de bulunduran Temî�mliler, Kuteybe’nin
Vekî� b. Hasan et-Temî�mî�’yi Mudar lider-
liğinden alıp yerine Dırar b. Hüseyin Resim 7:
ed-Dabbî�’yi getirmesinden rahatsız olmuşlardı.[85] Kendisini yalnız bırak- İbn Havkal’in
el-Mesâlik ve’l-
maları sebebiyle Ezd, Rebî�a, Mudar ve mevâlî�ye ağır sözler söylemesi de Memâlik adlı
onları Kuteybe’den soğuttu. Rebî�alı Bekir’in lideri Husayn b. Münzir, bir eserinde Horasan
taraftan tabiî� müttefikleri Ezd ile dayanışmayı sağlarken, diğer taraftan bölgesini gösteren
harita
da Kuteybe’ye karşı muhalefet bayrağının Temî�mli azledilmiş reis Vekî�’in
[https://bit.
elinde olmasında ısrar ediyordu. Onun asıl amacı, Horasan’da Mudar bü- ly/2Acaacr]
tünlüğünü parçalamaktı. Bütün bu karışık siyasî� hesap ortamında Kutey-
be, yalnız kaldı ve daha Emevî� ordusu ulaşmadan bizzat kendi askerleri
tarafından yakınlarıyla birlikte öldürüldü.[86]

Emevî� asrının sonlarına doğru Horasan’da Mudarî�ler ile Yemenî�-Re-


bî�a ittifakı arasında çetin savaşlar meydana geldi. Bu dönemde iki grup
arasındaki ilk çatışma 106’da (724) Belh şehrinde Vak’atü Burukan adıyla
gerçekleşti: Hişâm b. Abdülmelik’in, Irak valisi Ö� mer b. Hübeyre’yi azledip
yerine Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’yi tayin etmesinden sonra Horasan’da-
ki Yemenî�ler ve Rebî�alılar, başlarında bulunan Horasan valisi Müslim b.
Saî�d el-Kilabî�’ye karşı itaatsizlik yapmaya başladılar. Bu davranışlarında
kendilerinden kabul ettikleri Hâlid b. Abdullah’ın Irak valiliğine getirilme-
sinin etkisi vardır. Yemenî�-Rebî�a ittifakı, valilerinin Mâverâünnehir sefe-
rine katılmak istemeyip Burukan denilen yerde toplandılar. Bunu üzerine
Müslim b. Saî�d, onların üzerine Nasr b. Seyyâr’ı gönderdi. Çıkan çatışmada
isyancıların ileri gelenleri öldürüldü.[87]

Horasan’da diğer bir kabile kavgası, vali Nasr b. Seyyâr ile eyalette-
ki Yemenî�ler’in lideri Cüdey’ b. Ali el-Ezdî�’nin (Kirmanî�) liderliğindeki
topluluklar arasında gerçekleşti. Bu hadiselerde Rebî�alılar da Ezdliler
ile birlikte hareket ettiler.[88] Şam’da Velî�d b. Yezî�d (II. Velî�d) ile Yezî�d b.
295
[85] Belâzürî�, s. 599; Ya’kûbî�, II, 295-296.
[86] Belâzürî�, s. 594-595, 596-597; Taberî�, VI, 506-522; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 138-143.
[87] Taberî�, VII, 30-32; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 193-194.
[88] Dî�neverî�, s. 323.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Velî�d b. Abdülmelik (III. Yezî�d) arasındaki siyasî� mücadele neticesinde Ye-


menî�lerin desteklediği Yezî�d’in hilâfete geçmesi üzerine, bundan cesaret
alan Kirmanî� liderliğindeki Yemen-Rebî�a ittifakı ayaklandı. Bunun üzerine
Nasr b. Seyyâr da Mudarî�lere sığınınca iki taraf arasında çatışma meydana
geldi.[89]

Bu dönemde bölgedeki son iç savaş Hâris b. Süreyc’in ikinci isyanı


sırasında gerçekleşti. Daha önceki isyana Mudarî�ler destek vermişler-
di. Ancak onun yeniden harekete geçmesi Mudarî� birliğini bozdu. Çün-
kü Hâris b. Süreyc ve destekçileri daha önce Nasr-Kirmanî� kavgasında
Kirmanî�’nin yanında yer almışlardı. Mudarî�lerin bölünmesi sebebiyle
durumun aleyhine dönmeye başladığını gören Nasr b. Seyyâr, geri pla-
na çekilerek Hâris ile Kirmanî� arasında muhtemel bir çatışmayı bekledi.
Hadiseler onun tahmini doğrultusunda gelişti ve İ� bn Süreyc’in Kirmanî�
tarafından öldürülmesiyle neticelendi.[90] Zafer kazanmış Yemenî�ler, Hâ-
ris b. Süreyc’e destek veren Mudarî�ler üzerine saldırıp onların evleri-
ni tahrip ettiler.[91] Ardından Nasr ve Kirmanî� liderliklerinde Mudar ile
Ezd-Rebî�a ittifakı savaşı başladı. Uzun süren yıpratıcı çatışmalar her iki
tarafı perişan etti.[92] Bu arada Horasan’daki kabile savaşlarından istifa-
de eden Ebû Müslim, Horasan’da rahatlıkla propaganda yapabildiği gibi,
iki düşman birliği arasında karargâh kurma cesaretini gösterdi.[93] Kar-
şılıklı çarpışan gruplar, asabiyet ateşinin kendi kuvvetlerini yok ettiğini
geç de olsa anladılar ve destekçilerinin çoğu mevâlî� olan Ebû Müslim’e
karşı güçlerini birleştirme kararı aldılar. Bu durum Araplarda kabileci-
lik şuurundan kavmiyetçilik (Araplık) şuuruna geçişin belki de ilk adımı
sayılabilir. İ� ktidar için sürekli olarak kendi aralarında kabile savaşları
yapan Araplar, iktidarın ellerinden gitmesi ihtimalini gördüklerinde, ilk
kez kavmî� bir şuurla birleşme kararı almışlar, cizm (soy) asabiyetinden
Arap asabiyetine geçmeye çalışmışlardır.[94]

Horasan’da çarpışan Arap grupların kendisine karşı birleşme kararı


aldıklarını haber alan Ebû Müslim, idareye muhalif olan Yemenî�leri kendi-
sine çekebilmek amacıyla Kirmanî�’ye birleşme çağrısı yaptı. Ancak Nasr b.
Seyyâr, Kirmanî�’yi kendisiyle ittifak yapmaya ikna etti. Fakat bu mutaba-
kat gerçekleşmedi. Zira Nasr, kendisiyle birleşmek üzere gelen Kirmanî�’yi
yakalayıp öldürdü. Bunun üzerine Kirmanî�’nin taraftarları Ebû Müslim’e
iltihak ettiler. Böylece Horasan’da gönülsüz olarak birleşen kabile grupları

[89] Taberî�, VII, 285-293; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 274-276.


296 [90] Taberî�, VII, 330-340; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 292-294.
[91] Taberî�, VII, 331-332.
[92] Taberî�, VII, 335-344.
[93] Taberî�, VII, 369.
[94] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 204.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

tekrar ayrı cephelere dağıldılar. Kısa süre sonra da bölge Abbâsî�lerin ihti-
lal merkezi haline geldi.[95]

c. Şam ve Cezîre

Muâviye’nin başarılı siyaseti sebebiyle onun hilâfeti döneminde Şam


ve Cezî�re bölgesinde herhangi bir kabile çekişmesi meydana gelmemiştir.
Zaten o, valiliği zamanında da bu eyaleti problemsiz bir şekilde idare et-
miş, özellikle Hz. Osman’ın hilâfeti sürecinde Kûfe, Basra ve Mısır başta ol-
mak üzere eyaletler kargaşa içinde yaşarken, Şam ve Cezî�re’yi bir sükûnet
adası haline getirmiştir. Ancak onun ölümü ardından Irak ve Horasan’da
olduğu gibi iç karışıklıklar ve kabile savaşları Şam topraklarında da görül-
meye başladı.

Şam’da ilk kabile mücadelesi Yemenli Kelbî�ler ile Mudarlı Kaysî�ler ara-
sında meydana geldi. Kelbî�ler Şam’ın en büyük kabilesi olup iktidardaki
Süfyânî�ler ile gerçekleştirdikleri akrabalık sebebiyle sürekli olarak Emevî�-
ler’in yanında saf tutmuşlardı. Dolayısıyla Mervân-Abdullah b. Zübeyr siyasî�
gruplaşmasında onlar ilkinin yanında yer aldılar. Zira Mervân’dan sonra
kızlarının oğlu olan Hâlid b. Yezî�d ilk veliahd tayin edilmişti. Şam’daki Kay-
sî�ler ise, Kelbî� tabana dayanması sebebiyle (özellikle Yezî�d b. Muâviye döne-
minde) kerhen destekledikleri Emevî�leri ilk fırsatta terk ederek, Kaysî�leri
etrafında toplayan Abdullah b. Zübeyr’e katıldılar. Bu şekilde Şam’da Muâvi-
ye döneminden beri devam eden birlik dağılmış; Ü� meyyelileri destekleyen
Yemenliler ve Abdullah b. Zübeyr’in tarafında yer alan Kayslılar şeklinde
siyasî� bölünme meydana gelmiştir.[96]

Mercirâhit savaşında Kinde ve Gassan’la birlikte Kelbî�ler, Kaysî�lere ağır


bir mağlubiyet tattırarak birçok kabile önderini öldürmüşlerdir.[97] Bu sa-
vaş, iki köklü kabile olan Adnânî� ve Kahtânî� soylarının rekabetlerinin kanlı
savaşlara dönüşmesinin miladı olmuştur. Zira hem katılımın çokluğu, hem
de ölü sayısının fazlalığı dikkate alındığında o güne kadar böyle bir kabile
savaşı meydana gelmemiştir.[98] Şam’da siyasî� birliği sağlayan Abdülmelik,
bu esnada doğuda Abdullah b. Zübeyr ile meşguliyeti sebebiyle Mercirâ-
hit’ta başlayan iç savaşa müdahil olamadığı için kabileler arasında karşılıklı
saldırılar gerçekleşmiştir. Neticede çatışmalardan bunalan Kelbî�ler Şam’ın
daha güney kısımlarına göç etmek zorunda kalmışlardır.[99] Bu hadiseden

[95] Dî�neverî�, s. 323-329, 331-335; Taberî�, VII, 360-371; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 302-304. 297
[96] Taberî�, V, 531-533, 534-535.
[97] Taberî�, V, 534-535, 537.
[98] Taberî�, V, 537.
[99] İ�sfahânî�, XXVIII, s. 9470. Ayrıca bk. H. Lammens, “Kelb”, İA, VI, 548.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Harita 9:
Bilâdü’s-Şam
bölgesi. M.9-
10. yüzyıl.
[https://bit.
ly/2v0Ujr0]

başka Şam topraklarında Kaysî� ile Kelbî�ler arasında başka çatışmalar da


meydana gelmiş, sonuçta her iki taraftan pek çok insan ölmüştür.[100]
Şam’da diğer bir kabile savaşı, Mudarlı Kays ile Rebî�alı Tağlib boyları
arasında gerçekleşmiştir. Tağlibliler ortak Nizârî� soydan gelmeleri sebebiy-
le daha önce Kelbî�lere karşı düzenlenen bazı akınlarda Kayslılara yardımcı
olmuşlardı. Ancak Kayslılar, Tağliblilere müttefik gibi davranmayıp onları
kendilerine itaate zorlamak ve onları sahip oldukları verimli topraklarından
çıkarmak istemişler, bunu gerçekleştirmek için de Tağlibliler üzerine yürü-
298 yerek reisleri Şuays (Şaiys) başta olmak üzere pek çok kabile mensubunu

[100] İ�sfahânî�, XXVIII, 9462-9470.


Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

öldürmüşlerdir.[101] Bu olay, iki kabile arasındaki ittifakın düşmanlığa dönüş-


mesinin sebebi olmuştur. Daha sonra taraflar arasında çoğunlukla Kaysî�-
lerin üstünlüğüyle neticelenen kanlı savaşlar meydana gelmiş, çarpışmalar
ancak halife Abdülmelik’in araya girmesiyle durdurulabilmiştir.[102]
Emevî� asrının sonlarına doğru Velî�d b. Yezî�d’in saltanata geçmesiyle
birlikte hem hanedan içinde, hem de Şam’da bulunan kabileler arasında
bölünme yaşandı. Annesi Kayslı olan ve Yemenlilere düşmanlığı ile tanı-
nan Velî�d döneminde Güney Araplarının çok sevdikleri Irak valisi Hâlid b.
Abdullah el-Kasrî�’nin fanatik Mudarî� vali Yusuf b. Ö� mer tarafından katle-
dilmesi, Şam’da bulunan Yemenî�lerin idareye karşı isyanına sebep olmuş,
onların hissiyatından istifadeyle kendisine iktidar yolu bulan Yezî�d b. Velî�d
b. Abdülmelik, halihazırdaki Halife Velî�d b. Yezî�d’i öldürerek halifeliğini ilan
etmiştir.[103] Velî�d’in, Yemenî�lerin desteğiyle başka bir Emevî� mensubu tara-
fından tahttan indirilip öldürülmesi, Emevî� Devleti’nin yıkılmasına kadar
devam edecek zincirleme iç karışıklık ve ihtilallerin kapısını açmıştır. İ�lk
ihtilale misilleme olarak Mervân b. Muhammed, Yemenî� desteğiyle halife
olan Yezî�d b. Velî�d’e karşı Kaysî�lerin yardımını almak suretiyle halifeliği
ele geçirmiştir.[104] Mervân, özellikle Şam-Cezî�re bölgesinde kısmî� kontrol
sağlayıp Yezî�d’in selefi İ�brahim’den biat aldıktan sonra, Yemenlilerin Mu-
darlılara karşı Süleyman b. Hişâm liderliğinde başlattıkları mukabil isyanla
karşılaşmıştır.[105] Emevî�lerin iç mücadelesi gibi görünen, ancak aslında Ye-
menî�-Mudarî� kabile çekişmesinden başka bir şey olmayan bu isyan ve aka-
binde gerçekleşen savaşlar, her iki tarafı da yıpratmış ve onların güçlerinin
zayıflamasına sebep olmuştur. Bununla eş zamanlı olarak Irak ve özellikle
Horasan’da gerçekleşen kabile savaşları, Emevî� otoritesinin zayıflamasında
ve devletin içten içe çökmesinde etkin rol oynamıştır.

[101] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 4; İ�sfahânî�, XXVIII, 9474-9481. 299


[102] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 4-8.
[103] Dî�neverî�, s. 321-322; Taberî�, VII, 231-254.
[104] Dî�neverî�, s. 322; Taberî�, VII, 300-309, 311-312.
[105] Taberî�, VII, 323-327.
Prof. Dr. Âdem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

B. Emevîler Döneminde Arap-Mevâlî


İlişkisi ve İslâmlaşma

Sözlükte “koruyucu, yardımcı, sahip, dost, azat eden efen-


di, azat edilen köle” anlamlarına gelen mevlâ kelimesinin ço-
ğulu olan mevâlî�, terim anlamında ise, ilk İ� slâmî� fetihlerin
ardından Müslüman olan çoğunluğunu doğuda İ� ranlılar ve
Türkler’in, Kuzey Afrika ve Endülüs’te Berberî�lerin, Mısır’da
Kıbtî�lerin oluşturduğu gayri Arap toplulukları ifade için kul-
lanılmıştır. mevâlî�, esas itibariyle iki grupta mütalaa edilir. Bi-
rincisi, köleleştirilen savaş esirlerinden daha sonra efendileri
tarafından serbest bırakılan şahsî� azatlılardır. İ� kincisi ise fet-
hedilen ülkelerin halkından esir veya köle olmadıkları halde
bir Arap ya da Arap kabilesi vasıtasıyla İ� slâm’ı kabul ederek
onların mevâlî�si sayılan yahut kabile anlayışına dayalı sosyal
yapıda iyi bir yer edinebilmek için güçlü Arap kabilelerinden
biriyle velâ (himaye) akdi yaparak onun himayesine giren
gayr-i Arap Müslümanlar teşkil ediyordu. Emevî�ler zamanında
asıl mevâlî� sınıfını teşkil eden gayri Arap müslüman halkların
sayıları giderek çoğalınca artık Arap kabilelerinin himayesine
ihtiyaç duymamaya başladılar. Ancak bu tarihten itibaren her-
hangi bir velâ akdi yapmadan müslüman olan yerli halka da ge-
nelleme yapılarak mevâlî� denilmiş, böylece mevâlî� kavramının
kapsamı genişlemiştir.[1]

Hz. Muhammed’in (sas) kurduğu İ�slâm Devleti’nin aslî� un-


surunu Araplar meydana getiriyordu. Hulefâ-yi Râşidî�n devrin-
de yapılan fetihlerle Mısır, Suriye, Irak ve İ�ran ülke topraklarına
katıldı. Emevî�ler devrinde de artarak devam eden bu fetihler
sayesinde devletin sınırları Endülüs’ten Orta Asya içlerine ka-
dar uzandı. Arap fâtihler, ele geçirdikleri ülkelerin sakinlerine,
cizye ödemek şartıyla eski dinlerine bağlı kalma hakkını tanı-
dıkları gibi, onlardan İ�slâmiyet’i kabul edenlere de kendileriy-
301
le eşit haklar tanıdılar. İ�slâm’ın bizzat kendi ruhunda bulunan

[1] Demircan, Adnan, İslâm Tarihinin İlk Döneminde Arap Mevâlî İlişkisi,
�stanbul 1996, s. 21-22, 41-50.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bu düşüncenin Hulefâ-yi Râşidî�n devrinde uygulandığı görülmektedir.


Nitekim fetihler sırasında ilk büyük ihtida hareketi Kâdisiyye Savaşı”nın
(15/636) ardından gerçekleşmiş, 4.000 İ�ran askeri İ�slâm’ı benimsemiştir.
İ�stedikleri yerde yerleşmeleri, istedikleri kabile ile velâ akdi yapmaları ve
kendilerine ganimetten pay ayrılması şartıyla müslüman olan bu askerler,
Medâin ve Celûlâ’nın fethine katıldıktan sonra Kûfe’ye iskân edildi.[2] Hz.
Ö� mer maaş sistemini kurarken mevâlî�yi kendilerini azat eden eski efen-
dileriyle aynı seviyede tutmuş ve onlara aynı miktarda maaş bağlamıştır.
Dördüncü Râşid halife Hz. Ali de maaş ve ganimet dağıtımında Araplara ve
mevâlî�ye eşit pay ayırmıştır.[3]

Hulefâ-yi Râşidî�n döneminden sonra Müslümanların yönetimini üst-


lenen Emevî� halifeleri, Muâviye’den itibaren saltanat sistemini benim-
seyerek İ�slâm’ın ön gördüğü devlet reisliği yerine, Kureyşlilik esasına
dayanan hükümdarlığı getirdiler. Böylece cihanşümul İ�slâm devleti, za-
manla etnik unsura dayalı bir devlet halini aldı. Araplar da bu durumda
kendilerini diğer müslüman milletlerden üstün görmeye başladılar. Ö� yle
ki, iktidar sahipleri, azatlı mevâlî�yi kölelikten gelmeleri sebebiyle kendile-
rine denk tutmadıkları gibi, aslen hür olan gayri Arap Müslümanların ta-
mamını da azatlı mevâlî�, hatta köle statüsünde kabul ettiler. Nitekim bazı
kaynaklarda bu anlayışa sahip olan Arapların yolda mevâlî� ile aynı hizada
yürümedikleri için kızlarını mevâlî�nin erkeklerine vermekten kaçındıkla-
rı, alaylarda onların kendilerinin önlerine geçmelerine izin vermedikleri,
onlarla aynı sofraya oturmadıkları, hatta arkalarında namaza durmaktan
dahi çekindiklerine dair rivayetler bulmak mümkündür.[4]

Mevâlî�ye karşı ayrımcı bakış, iktidarın icraatına da yansımıştır. Nite-


kim başta halifeler olmak üzere Emevî� yöneticilerinin pek çoğu, Müslü-
manların eşitliği ilkesini bir yana bırakarak mevâlî� ile Araplar arasında
açıkça ayrımcılık yapmışlar, mevâlî�ye İ�slâm hukukunda yeri olmayan bazı
vergiler yüklemişler, fetihlere katıldıkları halde bazı bölgelerde onları
askerî� maaş divanına kaydetmemişlerdir. Hatta Abdülmelik b. Mervân
devrinden itibaren ihtida hareketleri hızlanınca cizye ve haraç gelirinin
azaldığını gören Irak valisi Haccâc, İ�slâm’a girenlerden kaldırılması gere-
ken cizye vergisini mevâlî�den almaya devam etmiş, bu uygulama Ö� mer
b. Abdülaziz’in halifeliğine kadar sürdürülmüştür. Ö� mer b. Abdülaziz’den
sonra tekrar konulan bu vergi, yönetimi esnasında devlet-halk bütünlü-
ğünü sağlamaya dönük icraatıyla tanınan Emevî�lerin son Horasan Valisi
302 Nasr b. Seyyâr tarafından tekrar kaldırılmıştır.

[2] Belâzürî�, s. 393-394.


[3] Ya’kûbî�, II, 221. Ayrıca bk. Demircan, s. 61-71.
[4] Bu konuda örnekler için bk. Demircan, s. 71-91.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Emevî� iktidarının ırkî� faktörleri öne çıkararak mevâlî�ye ikinci sınıf te-
baa muamelesi Araplarla mevâlî� arasındaki kırılmayı derinleştirdi. Kendi-
lerine yönelik küçümseyici bakış yanında devlet tarafından bazı haklardan
mahrum bırakıldığını gören mevâlî�, Müslümanlar arasında ayırım yapan
Emevî�leri İ�slâm hâkimiyetinin değil, Arap sultasının temsilcisi olarak gör-
meye başladı. Bu durum tabii olarak Emevî� toplumundaki İ�slâmlaşma faa-
liyetlerini sekteye uğrattığı gibi, aynı zamanda yönetim aleyhine gerçekleş-
tirilen faaliyetlere mevâlî�nin yoğun iştirakine sebep teşkil etmiştir. Nitekim
erken bir dönemden itibaren yönetimi ele geçirmek isteyen grupları des-
tekleyen mevâlî�, başta Ali evlâdı adına gerçekleştirilenler olmak üzere pek
çok isyana katılmış, sonunda Abbâsî� ihtilal hareketine sağladığı büyük des-
tekle Emevî�lerin yıkılışında önemli rol oynamıştır. Bundan dolayı pek çok
tarihçi, Emevî� idarecilerinin izledikleri politika ile mevâlî�yi kendilerine düş-
man ederek devletlerinin yıkılışına zemin hazırladıklarını düşünmüştür.[5]

Emevî�ler döneminde mevâlî�nin rol aldığı ilk önemli hareket, onlara


Araplar karşısında eşitlik vadeden Muhtâr es-Sekafî�’nin Kûfe’de başlattığı
isyandır. Muhtâr kendisini mevâlî�den saydığını açıklayıp muhafız birlikle-
rini ve askerlerinin çoğunu onlardan oluşturdu. Muhtâr’ın mevâlî�yi ken-
dileriyle eşit tutmasını kabullenemeyen Kûfeli Arap eşrafı, onun Allah’ın
kendilerine ganimet olarak verdiği bu şahısları ganimetlerine ortak etti-
ğini söyleyerek bu mücadelede Arapların temsilcisi olarak kabul ettikleri
Mus’ab b. Zübeyr’e destek verdiler.[6]

Muhtâr es-Sekafî�’den (67/687) sonra Basra’da Haccâc’a karşı ayakla-


nan mevâlî�, İ�bnü’l-Eş’as’ın isyanına büyük destek verdi(82/701). [7]Hişâm
b. Abdülmelik zamanında Soğd halkı müslüman oldukları halde kendile-
rinden cizye alınması üzerine başka bir ayaklanma başlattı (110/728-29).[8]
Mevâlî� ayrıca, Emevî�leri yıkmak ve Araplarla eşit haklara sahip olmak
amacıyla Hâris b. Süreyc’e yoğun destek verdi. Diğer muhalif unsurların
da yardımını gören Hâris, mevâlî� sayesinde Horasan ve Mâverâünnehir’de
Emevî�lerin gücünü kırmak suretiyle Ebû Müslim’in yakın zamanda hare-
kete geçmesine uygun bir ortam hazırlanmış oldu.[9]

[5] Bu konuda geniş bilgi için bk. Apak, Â� dem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi III (Emevîler
Dönemi), İ�stanbul 2010, s. 255-260.
[6] Halî�fe b. Hayyât, Târîh (thk. Süheyl Zekkâr), I-II, Beyrut 1993, s. 203; İ�bn Kuteybe,
el-İmâme ve’s-siyâse (thk. Tâhâ Muhammed Zeynî�), Kahire 1967, II, 20; Dî�neverî�, s.
280-282; Ya’kûbî�, II, 263-264; Taberî�, VI, 93-116; İ�bnü’l-Esî�r, III, 382-388; İ�bn Kesî�r,
el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut-Riyad, ts. (Mektebetü’l-Maârif-Mektebetü’n-Nasr),
VIII, 287-289. 303
[7] Halî�fe b. Hayyât, s. 215-216; İ�bn Kuteybe, II, 26-29; Dî�neverî�, s. 289-291; Ya’kûbî�, II,
277-278; Taberî�, VI, 334-338;İ�bn Kesî�r, IX, 35-36.
[8] Ya’kûbî�, II, 316-317; Taberî�, VII, 60-69.
[9] Halî�fe b. Hayyât, s. 272; Taberî�, VII, 96-99, 330-340; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 292-294.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Mevâlî�, Ali evlâdından Zeyd b. Ali’nin Kûfe’de çıkardığı isyana katıl-


dı (122/740).[10] Nihayet mevâlî�, Ehl-i Beyt’ten birinin etrafında birleş-
me sloganıyla Ali evlâdının adı kullanılarak yürütülen Abbâsî� ihtilaline
damgasını vurdu. Liderlik Araplarda olmakla birlikte daveti organize
eden on iki nakibden dördü mevâlî�dendi. İ� syanın lideri Ebû Müslim ve
taraftarlarının çoğunun İ� ranlı mevâlî� olması sebebiyle bazı tarihçiler,
Abbâsî�lerin kuruluşunu İ� ranlı mevâlî�nin Araplara karşı bir zaferi olarak
değerlendirmiştir.[11]

Emevî�ler döneminde Arap-Mevâlî� ilişkileriyle İ�slâmlaşma faaliyetle-


ri arasında yakın irtibat bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle bu ilişkilerin
olumlu seyir izlediği dönemlerde İ�slâmlaşma hızlanırken, bir arada yaşa-
ma problemlerinin olumsuz seyrettiği zamanlarda İ�slâmiyeti benimseyen
gayri Arap unsurların oranı büyük oranda düşmüştür. Bu sebeple Emevî�
yönetiminin mevâlî� politikalarıyla İ�slâmlaşmanın birbiriyle doğrudan ala-
kalı olduğu açıktır.

Emevî�ler döneminde Arapların mevâlî� ile karşı karşıya gelmeleri


fetihlerle irtibatlıdır. Bu dönemde bilhassa Mâverâünnehir bölgesinde
Türkler ile Kuzey Afrika’da Berberî�ler yoğun olarak Araplarla karşı kar-
şıya gelmişler, Arapların yaymaya çalıştıkları İ�slâm diniyle de bu vesileyle
tanışmışlardır. Emevî�lerin ilk yıllarında gerçekleşen askerî� seferlerin ön-
celikli amacı Horasan’ı kontrol altına almak, ardından da Mâverâünnehir’e
müteveccih ilk hücumları gerçekleştirmekti. Burayı hedef alan seferlerin
planlı olması Ziyâd b. Ebih’in 45 (665) yılında Basra’ya vali tayin edilme-
siyle başlar.[12] Ziyâd, öncelikli olarak ordugâh merkezlerini Kûfe ve Bas-
ra’dan Horasan’ın doğusunda bulunan Merv’e taşımış, bunun akabinde
Müslümanlar Merv’e komşu olan Herât, Tûs, Nişâbur ve Belh gibi şehirle-
re yerleşmişlerdir.[13] Kısa süre içinde Irak valisi Ziyâd b. Ebih tarafındam
Horasan valisi tayin edilen Rebî� b. Ziyâd el-Hârisî�, 51 (671) yılında Belh’i
barış yoluyla ele geçirdi. Daha sonra Kûhistan üzerinde bulunan Türkleri
mağlup ederek sırasıyla Â� mul ve Zam şehirlerini fethetti. Araplar Toharis-
tan ve Kuhistan’dan sonra Ceyhun nehrini aşıp Buhara ve Semerkant’ı da
kontrol altına alındı.[14]

[10] İ�bn Kuteybe, II, 111; Ya’kûbî�, II, 331-332; Taberî�, VII, 228-231; Mes’ûdî�, III, 225;
İ�bnü’l-Esî�r, IV,259-260.
[11] Muhammed Kürd Ali, Hıtatü’ş-Şam,Dımaşk 1935-1938, I, 165-169. Ayrıca bk.
Demircan, s. 158-181; Ali Delice, “Emevî�ler Devleti’nin Yıkılış Nedenleri Ü� zerine
304 Bazı Mülahazalar”, CÜİFD, Sivas 1999, sy. 3, s. 299-320; İ�smail Yiğit, “Mevâlî�”, DİA,
XXIX, 424-426.
[12] Belâzürî�, s. 576; Taberî�, V, 216-226; İ�bnü’l-Cevzî�, V, 212, 278; İ�bn Kesî�r, VIII, 29-30.
[13] Belâzürî�, s. 576; Ya’kûbî�, II, 222, 237; Taberî�, V, 250-252; İ�bnü’l-Esî�r, III, 225-226.
[14] Halî�fe b. Hayyât, s. 156, 159; Belâzürî�, s. 577; Taberî�, V, 285-285.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Emevî�lerin kuruluş safhasında başlatılan diğer bir fetih dalgası Af-


rika üzerine gerçekleştirildi. Ukbe b. Nâfî� doğrudan halifenin emriyle
42 (662) ve 43 (663) yıllarında bölgede önemli fetihler gerçekleştirdiği
gibi, müstahkem bir askerî� karargâh ihtiyacı sebebiyle 50 (670) yılında
Kayrevan şehrini inşa etti. Aynı anda bölgede başlatılan yoğun İ� slâmlaş-
ma faaliyeti sayesinde bu dönemde Berberî�lerin pek çoğunun Müslüman
olması sağlandı. Bu sonuç Kuzey Afrika’da İ� slâm hâkimiyetinin de temel-
lerini atmıştır.[15]

Muâviye b. Ebî� Süfyân’dan sonra Emevî�ler devletini yeniden kuran


Abdülmelik b. Mervân, yirmi bir yıl süren iktidarının büyük bir kısmını
ülke bütünlüğünü yeniden sağlama, meydana gelen çok sayıdaki siyasî�
ve dinî� nitelikli isyanları bastırma ve bunlardan fırsat buldukça da fetih
hareketleri düzenleme ile tamamladı. Onun döneminin öne çıkan diğer
bir özelliği ise Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın başlatmış olduğu kurumlaşma
faaliyetlerinin daha da geliştirilmesidir. Bu yeniliklerin ortak özelliği ise,
devletin tam bağımsızlığının temini ile yönetimin Arap niteliğinin bariz
hale getirilmesidir. Gerçekleştirilen reformların en önemli adımlarından
biri de çeşitli eyaletlerde kullanılan dile göre tutulan maliye divan defter-
lerinin Arapçaya çevrilmesidir. Bunun tabii sonucu olarak da divanlarda
çalışan memurlar, mevâlî�den ziyade Araplardan seçilmeye başlanmıştır.[16]
Abdülmelik dönemindeki Araplaştırma faaliyetlerinin Müslüman toplum
içindeki Arap-Mevâlî� kaynaşmasını, dolayısıyla İ�slâmlaşmayı olumsuz bir
şekilde etkilediği açıktır.

Babası Abdülmelik’ten sonra hilafete geçen Velî�d, daha çok fetih ha-
reketleri üzerine yoğunlaştı. Onun idaresi esnasında Mâverâünnehir böl-
gesinde Araplar ile Türk topluluklar arasında kıyasıya bir mücadele ya-
şanmıştır. Kuteybe b. Müslim komutasında Müslüman ordular, 90 (709)
yılında Buhara’yı hedef alan bir harekât başlatmışlar, bunun sonucunda
Arapların yürüyüşünü engellemek için bir araya gelen Türk ve Soğd müt-
tefik orduları Kuteybe karşısında bir varlık gösterememişler, sonuçta Bu-
haralılar çok ağır şartlar altında Müslümanlarla barışa razı olmuşlardır.
Antlaşmaya göre Buhara’daki meskenlerinin yarısının Araplara terk edil-
mesi, ayrıca şehre bir Müslüman garnizonu yerleştirilmesi karara bağ-
lanmıştır.[17] Buhara’nın fethi, Müslümanlar için Semerkant’ın da yolunu
açtı. Araplar karşısında Buharalıların akıbetini gören Semerkant hâkimi

[15] İ�bn Abdülhakem, Fütûhu Mısr ve ahbâruhâ (thk. Charles Torrey), Kahire 1991, s. 305
194-196; Ya’kûbî�, II, 229; Taberî�, V, 240; İ�bnü’l-Esî�r, III, 230-231.
[16] İ�bn Abdürabbih, Kitâbü İ�kdi’l-ferî�d, Kahire 1965, IV, 399-400.
[17] Belâzürî�, s. 591; Ya’kûbî�, II, 285-286; Taberî�, VI, 439-440, 442-445; İ�bnü’l-Esî�r, IV,
110, 113-114.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Kuteybe şehre gelmeden, haraç ve cizye karşılığında antlaşma yapmak is-


teğini bildirdi. Böylece Mâverâünnehir’in Buhara ile birlikte ikinci önemli
merkezi Müslümanların siyasî� hâkimiyetine girmiş oldu.[18] Daha sonra İ�s-
lâmlaşmanın temin edilebilmesi için buralara Müslüman Arap kabileleri
yerleştirilmiştir.[19]

Emevî�ler döneminde 99-101 (717-720) yılları arasında halifelik ya-


pan Ö� mer b. Abdülaziz, hanedanın diğer devlet başkanlarıyla karşılaştı-
rıldığından yönetim anlayışı açısından müstesna bir şahsiyet olarak kar-
şımıza çıkar. Onun kısa süren halifeliği Emevî�ler döneminde bir sosyal
barış ve toplumsal restorasyon süreci olarak değerlendirilebilir. Halife
bunu gerçekleştirmek için öncelikli olarak askerî� faaliyetleri durdurarak
içe dönük politikalar geliştirmeye karar verdi. Daha sonra da ictimaî� bün-
yeyi derinden etkileyen her türlü kabilecilik anlayışını reddettiğini, ülke-
de yaşayan herkesin eşit haklara sahip olduğunu, özellikle Müslümanlar
arasında Arap-Mevâlî� ayrımının da ortadan kaldırıldığını ilan etti. Halî�fe,
teoride seslendirdiği bu düşüncelerini pratik siyasetinde de uygulayarak
Kuteybe b. Müslim’in fetih sonrasında Semerkant ahalisiyle yaptığı anlaş-
maya aykırı hareket ettiği tespit edilince, bu şehir halkının mağduriyetini
giderici önlemler alınmasını istedi.[20] Onun icraatı sayesinde galiplerle
mağlupların ahfadı birbirleriyle kaynaşmaya başladılar. Bu olumlu şart-
lar sonucunda Türkler arasında hem yönetime saygı, hem de İ�slâm dinine
karşı iltifat en üst düzeye ulaştı.[21]

Halife Ö� mer, göreve gelir gelmez, askerî� faaliyetlerin durdurularak


orduların derhal geri çekilmesini[22] askerî� başarılar yerine daha önce ele
geçirilmiş olan topraklardaki insanların İ�slâmlaşmalarına ağırlık veril-
mesini emretmiştir. Bu amaçla dindarlığı ve güzel ahlâkıyla meşhur olan
Benî� Mahzum’un azatlısı İ�smail b. Abdullah (Ubeydullah) b. Ebü’l-Muhâ-
cir’i Mağrib valiliğine tayin ederek onun aracılığı ile Afrika’daki bütün
Berberî�leri Müslüman olmaya çağırmıştır. Neticede Kuzey Afrika’da daha
önce görülmemiş bir şekilde bir İ�slâmlaşma faaliyetine şahit olunmuştur.
Nitekim Mısır tarihçisi İ�bn Abdülhakem bu kısa sürede Berberî�lerin bü-
yük kısmının Müslüman olduğunu zikreder.[23]

[18] Dî�neverî�, s. 298-299; Ya’kûbî�, II, 287; Taberî�, VI, 445; İ�bnü’l-Cevzî�, VI, 294; İ�bnü’l-
Esî�r, IV, 114.
[19] Halî�fe b. Hayyât, s. 237; Belâzürî�, s. 592; Ya’kûbî�, II, 344; Taberî�, VI, 472-481; İ�bnü’l-
Esî�r, IV, 126-128.
306 [20] Belâzürî�, s. 593; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 162-163.
[21] İ�bn Kuteybe, II, 99-100; Taberî�, VI, 555-556; İ�bnü’l-Cevzî�, VII, 33-34; İ�bnü’l-Esî�r, IV,
155-157.
[22] Taberî�, VI, 546, 553; İ�bnü’l-Esî�r,IV, 151, 155; İ�bn Kesî�r, IX, 174, 184.
[23] İ�bn Abdülhakem, s. 213; Belâzürî�, s. 323-324.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Ö� mer b. Abdülaziz, halifeliği döneminde Mâverâünnehir bölgesi hü-


kümdarlarına da İ�slâm’a davet mektupları göndermiş, Müslüman olan-
lardan cizyenin kaldırılacağını, kendilerine Müslümanların aldıkları gibi
maaş tahsis edileceğini bildirmiştir.[24] Halife aynı şekilde Sind meliklerine
mektuplar yazmak suretiyle onları da Müslüman olmaya çağırmış, şayet
İ�slâm’a dâhil olurlarsa ülkelerinin yönetimini kendilerine bırakacağı-
nı vaat etmiştir. Başta Ceyşebih b. Zâhir olmak üzere bölge yöneticileri
maiyetlerinde bulunan topluluklarla birlikte Müslüman olduklarını açık-
lamışlar, Arap isimleri almışlardır.[25] Netice olarak, Halife’nin gerek Müs-
lümanlar arasındaki eşitlik politikası, gerekse İ�slâm’a girmeyi teşvik eden
uygulamaları sebebiyle bilhassa Kuzey Afrika’da Berberî�ler ve Mâverâün-
nehir’deki Türkler arasında yoğun bir İ�slâmlaşma faaliyeti gerçekleşmiş-
tir.[26] Bu olumlu şartlarda, daha önce Müslüman olduklarını açıklayan an-
cak Emevî� valileri tarafından kendilerinden haraç alınmaya devam edilen
bu insanlara yüklenen malî� yükler kaldırılarak Müslümanlar arasında tam
bir eşitlik sağlandı.[27]

Ö� mer b. Abdülaziz’in vefatından sonra Emevî� yönetimi Yezî�d b. Ab-


dülmelik’in (II. Yezî�d) idaresine geçti. Yezî�d’in gerek kişiliği ve gerekse yö-
netim anlayışı selefi Ö� mer b. Abdülaziz ile tam bir zıtlık gösterir.[28] Ö� yle
ki, onun döneminde mevâlî�den cizye ve haraç alınmasına yeniden başlan-
mıştır. Bu şekilde önceki halife Ö� mer b. Abdülaziz’in bütün Müslümanları
eşit tutan yönetim anlayışı terk edilerek Araplar dışındaki Müslümanlara
tekrar ikinci sınıf muamelesi yapılmaya başlanmıştır. Tabiatıyla bu uygu-
lamalardan rahatsız olan gayri Arap unsurlar, yönetime muhalif hareket-
lere destek vermeye başlamışlardır. Nitekim, Berberî�ler Kuzey Afrika’da
isyan başlatarak valileri Yezî�d b. Ebî� Müslim’i öldürmüşlerdir.[29]

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Dört Halife dönemine kıyasla


Emevî� asrında, İ�slâm dininin taşıyıcısı konumunda olan Araplarla çe-
tin mücadele içine giren mevâlî� arasında İ�slâm dininin yayılması kolay

[24] Belâzürî�, s. 599-600. Bu konuda bk. Apak, Â� dem, “Emevî�ler Dönemi Türk Arap
İ�lişkileri ve Türkler ‘in İ�slâmlaşma Sürecinin Başlangıcı”, Türkler, IV, Ankara 2002,
s. 324-335.
[25] Hasan Kurt, Orta Asya’nın İslâmlaşma Süreci (Buhara Örneği), Ankara 1998; Kitapçı,
Zekeriya, “Emevî�ler Devrinde Orta-Asya Mahalli Türk Hükümdar ve Aristokratları
Arasında İ�slâmiyetin Yayılışı”, Belleten, sy. 51, Ankara 1987.
[26] Değerlendirmeler için bk. Vloten, Gerlof Van, Emevîler Devrinde Arab Hâkimiyeti,
Şîa ve Mesih Akideleri Üzerine Araştırmalar (trc. Mehmed S. Hatiboğlu), Ankara
1986, s. 37-40.
[27] Brockelmann, C., İ�slâm Milletleri ve Devletleri Tarihi (trc. Neş’et Çağatay), Ankara 307
1964, s. 81-84.
[28] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 166.
[29] Halî�fe b. Hayyât, s. 254; İ�bn Abdülhakem, s. 214; Belâzürî�, s. 324; Ya’kûbî�, II, 313;
Taberî�, VI, 617.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

olmamıştır. Ancak, bütün olumsuz gelişmelere rağmen, politik hadiseler-


den bağımsız olarak Araplar dışındaki topluluklar arasında da İ�slâmlaş-
ma faaliyeti gerçekleşmiştir. Başta Türkler olmak üzere mevâlî� arasında
daha yoğun bir İ�slâmlaşmanın görülebilmesi için, iktidar mücadelesinde
Araplar dışındaki unsurların da desteğini alarak iktidara gelen Abbâsî�ler
döneminin beklenmesi gerekecektir.

308
Prof. Dr. Nuh ARSLANTAŞ
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

C. Gayrimüslimler

Müslümanlar hicretin ilk asrında (M. VII-VIII) gerçekleşti-


rilen muazzam fetihlerle Türkistan’dan Fransa içlerine, Anado-
lu’dan Hindistan sınırlarına kadar geniş bir coğrafyaya hâkim
olmuşlardı. Bu fetihlerle Kur’ân’da “Ehl-i Kitap” olarak isimlen-
dirilen Yahudi ve Hıristiyanlar ile Samirî�, Sabiî�, Mecusî�, Zerdüşt,
Budist ve Hindu gibi o dönem dünyasının belli-başlı dinî� grupla-
rına mensup pek çok gayrimüslim, İ�slâm hâkimiyetine girmişti.

Gayrimüslimlerle ilişkiler konusunda kurallar Kur’ân ile


tespit edilmiş; Hz. Muhammed’le (sas) onun siyasetini devam
ettiren Hulefâ-yi Râşidî�n dönemindeki uygulamalarla şekillen-
miştir. “Ö� tekine anlayış ve hoşgörü” temeline dayanan bu uy-
gulamalar, Emevî�lerden itibaren, sonraki dönemlerde köklü bir
gelenek halini almış ve gayrimüslimler büyük bir hoşgörü ile
karşılanmıştır. Müslüman hâkimiyeti ile birlikte gayrimüslimle-
rin hayatlarında köklü bazı değişiklikler meydana gelmiştir. Ö� n-
ceki yönetimlerden dinî�, sosyo-kültürel ve psikolojik baskı gören
pek çok dinî� grup, kendileri ile barış içinde yaşamayı öngören ve
prensipte gayrimüslimleri sömürü ya da baskı altına almayı ka-
bul etmeyen müslüman idarecileri tercih etmiştir. İ�lerleyen sü-
reçte Hıristiyanlar, fethedilen bölgelere Müslüman göçü, ihtida
hareketleri ve egemen kültüre özenme gibi etkenlerden dolayı
belirli bölgelerde yavaş yavaş azınlık konumuna düşmüş, hatta
Orta Asya, Güney Arabistan ve Kuzey Afrika’da silinme noktası-
na gelmişse de Mısır, Suriye, Lübnan ve Filistin’de önceki yerlere
oranla daha dirençli çıkmışlardır. Doğu kiliselerine mensup Hı-
ristiyanlar için İ�slâm hâkimiyeti daha iyi bir yaşam, daha fazla
dinî� özgürlük getirmiştir.[1] Yahudiler açısından ise Müslüman 309
[1] İ�rfan Aycan, “Müslüman Yönetimlerde Bir arada Yaşama Tecrübeleri
(Emevî� Modeli)”, İslâm ve Demokrasi-Kutlu Doğum Sempozyumu 1998
(yay. haz. Ö� mer Turan), Ankara 1999, s. 32-33.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yönetimi efendi değişimi olsa da, yeni yönetim, kötü bir efendinin emrin-
den iyi bir efendinin idaresine girmek anlamına geliyordu. Samirî�, Sabiî�,
Mecusî� ve diğer küçük azınlıklar da zimmî� statüsü ile İ�slâm hâkimiyetine
dâhil edilmişlerdir.

1. Hukuki Statü: Devlet İçinde Devlet

İ�slâm hâkimiyetinde yaşamayı kabul eden zimmî�ler İ�slâm devletinin


kendilerine sağladığı himaye karşılığında cizye ödüyorlardı. Kişi başına ve
sadece askerlik yapabilecek erkeklerden alınan bu vergi ile askerlik vazi-
fesinden muaf tutuldukları gibi can, mal ve dinlerinin korunma hakkını da
elde ediyorlardı.

Başlangıçtan itibaren gayrimüslimlerin zimmî�lik statüsüne özel bir


hassasiyet gösterilmiştir. Zimmî�ye kasten zarar veren kimsenin lânetli ol-
duğunu belirten Hz. Muhammed, “onlara zulmedenlerin hasmı olduğunu”
söyleyerek haklarına dikkat çekmiştir.[2] Hayatı boyunca zimmî�ler konu-
suna büyük önem veren Hz. Ö� mer,[3] rastladığı âmâ bir Yahudinin dilen-
diğini görünce “gençliğinde cizyesi alınan birinin, ihtiyarlığında perişan
vaziyette bırakılamayacağını” söyleyerek kendisine yardım edilmesini
emretmiş;[4] Kur’ân’da zekât verilecek sınıflar arasında zikredilen “mis-
kinler”i (Tevbe 9/60), ehli kitabın “fakirleri” şeklinde yorumlayarak on-
lara bu fondan yardım etmiş;[5] Hî�re gibi Yahudi, Hıristiyan ve Mecusî�lerin
yoğun yaşadıkları şehirlerde Sasanî�ler zamanında yüklenen ağır vergiler-
de indirime gitmiştir.[6] Onun Câbiye’deki (Suriye) cüzzamlı Hıristiyanlara
zekât gelirlerinden pay ayırarak yardımcı olduğu da bilinmektedir.[7] Yine
onun, vefatı esnasında kendisinden sonra halife olacak kimseye zimmî�le-
rin haklarına riayet ederek can ve mal emniyetlerinin sağlanmasını vasi-
yet ettiği bilinmektedir.[8]

Gayrimüslimler, Emevî�ler döneminde de rahat bir hayat sürmüş;


zimmî�likleri sebebiyle kayda değer herhangi bir baskıya maruz kal-
mamışlardır. İ�dare, gayrimüslim tebaa arasında herhangi bir ayırıma

[2] Ebû Yusuf, Kitâbü’l-harâc, Beyrut, ts., s. 125.


[3] Suikasta uğramasından dört gece evvel Hz. Ö� mer, Huzeyfe b. Yemân ve Osman b.
Huneyf’e zimmî�lere vergi koymadaki usûl ve kriterlerini sormuştu. Bk. Ebû Ubeyd,
Kitâbü’l-emvâl (trc. Cemaleddî�n Saylık), İ�stanbul 1981, s. 60.
[4] İ�bn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ (nşr. İ�hsan Abbâs), Beyrut 1405/1985, V, 380; İ�bn
Kayyım, Ahkâmu ehli’z-zimme (nşr. Subhi Salih), Beyrut 1983, I, 38.
310 [5] Ebû Yusuf, s. 126.
[6] Ebû Yusuf, s. 38.
[7] Belâzürî�, Fütûhu’l-büldân (nşr. Abdullah Enî�s et-Tabbâ, Ö� mer Enî�s et-Tabbâ), Beyrut
1987, s. 177.
[8] Ebû Yusuf, s. 125.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

gitmemiştir. Bu sebeple hem ehli kitap dediğimiz Yahudi, Hıristiyan ve Sa-


mirî�ler hem de bu tanımın dışında kalan Sabiî�, Mecusî�, Zerdüşt ve Budist
gruplar aynı kategoride değerlendirilmiştir. Gayri müslim tebaa vergileri-
ni ödeyip herhangi bir siyasî� entrikaya karışmadığı sürece, Emevî� yöneti-
minden iyi muamele görmüştür.[9] Emevî� yönetiminin zimmî�lere göster-
diği hoşgörüyü yansıtması bakımından Muâviye’nin Suriye valisi olduğu
dönemlerde Nasturî� Patriği (650-660) III. İ�şûayheb’in arkadaşlarından
birine yazdığı mektupta dile getirdiği şu ifadeler dikkat çekicidir: “Allah’ın
idareyi kendilerine verdiği Araplar… Bizlere hiç zulmetmediler. Gerçekten
dinimize, kiliselerimize ve manastırlarımıza büyük hürmet gösterdiler.”[10]
Ö� mer b. Abdülaziz’in, valisi Adî� b. Ertât’a yazdığı mektupta zimmî�lerden
yaşı ilerleyen, iş yapamayacak duruma düşenler ile geçim vasıtasını kay-
bedenlerden cizye almamasını; hatta bu durumdakilere beytülmalden
maaş bağlanmasını emrettiği bilinmektedir.[11] Kendilerinden olmayanla-
rın sorgusuz sualsiz öldürülebileceğini savunan Hâricî�ler[12] bile Müslü-
manlara takındıkları tavrı, gayrimüslim tebaaya takınmamıştır.[13] Basra
ve çevresinde sürekli huzursuzluk kaynağı olan Hâricî�lere karşı daha sert
önlemler almak için Kûfe halkını yönetimle beraber olmaya çağıran Hac-
câc’ın, şehir mescidinde topladığı halka yaptığı konuşmada, düşmanları
ile mücadele etmek istemeyenleri Hî�re’de Yahudi, Hıristiyan ve Mecusî�ler-
le oturmaya davet etmesi,[14] bu politikanın somut örnekleridir.

Müslümanların gayrimüslimlere karşı tavrı olağanüstü durumlarda


da pek farklı olmamış; Müslümanlar, savaşta esir düşen tebaaları arasında

[9] Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 235;
Baron, A Social and Religious History of the Jews, New York 1957, III, 165. Bu po-
litika en iyi, huzurunda kendisine karşı ileri-geri konuşan birine müdahale etme-
yen Muâviye’nin “Bizimle mülkümüz (iktidar) arasına girmedikçe insanların konuş-
malarına engel olmam” sözünde kendini gösterir. Bk. Taberî�, Tarîhu’t-Taberî (nşr.
Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Beyrut 1967, V, 336.
[10] Bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1990, II, 920; Ö� ztürk,
İslâm Toplumunda Hıristiyanlar, İ�stanbul 1998, s. 55.
[11] İ�bn Sa’d, V, 380; Ebû Ubeyd, s. 62, 66.
[12] Taberî�, V, 568.
[13] İ�slâm kaynaklarında Hâricî� lider Sehm b. Gâlib hakkında anlatılan bir olay, Yahudilerin
Emevî�ler dönemindeki durumlarını göstermesi açısından hakikaten dikkat çekicidir.
Muâviye zamanında İ�bn Â� mir’in Basra valiliği sırasında Sehm b. Gâlib liderliğinde
isyan eden Hâricî�ler ilk etapta sindirilmişlerse de, Ziyâd b. Ebî�h zamanında tekrar
faaliyete geçmişlerdi. Ziyâd zamanında Ahvâz ‘da topladıkları kuvvetle Basra üzerine
yürümeye karar veren bu isyancı zümre, yolda rastladığı bir gruba kim olduklarını
sormuş, onların “Biz Yahudileriz” cevabı üzerine kendilerini serbest bırakmışlardı
(Belâzürî�, Ensâbü’l-eşrâf (nşr. Max Schlonger), Kudüs 1971, IV/A, 148; İ�bnü’l-Esî�r, 311
el-Kâmil fi’t-târîh (nşr. C. J. Tornberg), Beyrut 1965, III, 417). Oysa aynı müsamaha
Basra yakınlarında “Biz Müslümanız.” diyen Ubâde b. Fürs ve arkadaşlarına gösteril-
memiş; o ve arkadaşları öldürülmüşlerdi. Bk. İ�bnü’l-Esî�r, III, 418.
[14] Taberî�, IV, 266.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

din ayırımı yapmaksızın kurtarma yoluna gitmişlerdir. Ö� mer b. Abdülaziz,


ordu komutanlarına gönderdiği yazılı talimatta kurtarma fidyesinin dev-
let hazinesinden ödenmesi şartıyla erkek-kadın, hür-köle, müslim-gayri-
müslim şeklinde bir ayırım yapılmaksızın düşman eline düşen bütün sa-
vaş esirlerinin kurtarılmasını emretmişti.[15]

Devlet-zimmî� ilişkisi esasen şu basit iki kural üzerine oturmuştu:


Zimmî�, zimmî�lik şartlarını yerine getirecek; herhangi bir isyana teşebbüs
etmediği ve kamu huzurunu bozmadığı müddetçe devlet de ona dinî� öz-
gürlüklerini sağlayarak onu her türlü saldırıya karşı koruyacaktı.[16] İ�slâm
tarihinin bazı dönemlerinde İ�slâm dünyasındaki iç çekişmeler ya da diğer
gayrimüslimlerin tavrına binaen zimmî�ler bazen zor dönemler yaşasa da,
onların bu statülerine her zaman dikkat edilmiştir. Bu hassasiyet dolayı-
sıyladır ki, İ�slâm idaresinde gayrimüslimler, devlete olan bağlılıkları de-
vam ettiği müddetçe “devlet içinde devlet”, hatta “ondan da öte” bir statü-
ye sahip olmuşlardır.

İ�slâm dünyasında gayrimüslimler getto tipi belli mekânlarda yaşama-


ya mecbur edilmemiş; istedikleri şehirlerde ya da mahallelerde yaşama
hakkına sahip olmuşlardır. Bu, onların kendi cemaat mahallelerine kapa-
tılması anlamına gelmemektedir. İ�stedikleri takdirde Müslüman mahalle-
sini de tercih edebilmekte idiler. Mesela Hî�re şehrinde ya da Hûzistan’da
Mecusî� ve Yahudiler sayıca fazla olmalarına rağmen, Hıristiyanlarla karı-
şık bir şekilde yaşamaktaydılar.[17]

Benzer şekilde İ�slâm dünyasında meslekî� gettolara da mahkum edil-


meyen zimmî�ler, istedikleri meslekte çalışma hürriyetine sahiptiler. Gayri
müslimlerin mabet, mezar ve diğer kutsallarının da masuniyeti vardı. Bu
mekânları ziyaret konusunda herhangi bir engelleme de söz konusu de-
ğildi. Dinî� uygulamaları gereği, İ�slâm’a aykırı olmasına rağmen, birtakım
geleneklerini uygulamalarına da herhangi bir engel çıkarılmamıştır.[18]

[15] Ebû Ubeyd, s. 160; Belâzürî�, Fütûh, s. 182-183; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II,
976.
[16] İ�lk dönem fetihleri sırasında yapılan anlaşma metinlerinde bu husus sıkça dile geti-
rilmiştir: “Sizler kanınız, malınız, kiliseleriniz hususunda güvenliktesiniz. Kiliseleriniz
tahrip edilmeyecektir. Ancak isyan durumunuz müstesna.” (Kudüs’ün anlaşma met-
ni). Bk. Ya’kûbî�, Tarîh, Beyrut 1960, II, 146-147.
[17] Bk. Mukaddesî�, Ahsenü’t-tekâsîm fî ma’rifeti’l-ekâlîm (nşr. M. J. de Goeje), E. J. Brill:
Leiden 1906, s. 414.
[18] Meselâ, Mecûsî�lerin oğul ve kızlar dâhil çok yakın akrabalarla cinsî� münasebet-
312 te bulunma şeklindeki âdetlerine (huvezvagdas) hem Hz. Muhammed dönemin-
de (Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 355) hem de Hulefâ-yi Râşidî�n ve Emevî�ler
döneminde herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır. Ö� mer b. Abdülaziz bu uy-
gulamayı valisi Adî� b. Ertâd vasıtasıyla Hasan el-Basrî� ‘ye sormuş; Hasan el-Basrî�
cevabında zimmet akdinin onlara kendi dinlerinde hür bir şekilde yaşamalarına
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

İ�lk dönemlerden itibaren yapılan anlaşmalarda gayrimüslimlere Müs-


lümanlara yardımcı olmaları, düşmana yardım etmemeleri ve herhangi
bir suçluyu himaye etmemeleri şart koşulur; buna karşılık can, mal ve ai-
lelerinin himayesi garanti edilirdi.[19] Hukuk kitaplarında gayrimüslimlere
domuz beslememe, haç çıkarmama ve şarap imâl etmeme şeklinde konan
bir takım yasakların,[20] Müslümanlarla beraber yaşadıkları mahallelerde
geçerli olduğu belirtilmelidir. Ebû Ubeyd, gayrimüslimlerin bunları -kendi
mahallelerinde olması şartıyla- yapmalarının hiçbir mahzurunun olmadı-
ğını belirtir.[21] Bu sebeple gayrimüslimlerin kendi mahallelerinde dinle-
rine göre dinî� pratiklerini uygulama ve yaşamalarının önüne hiçbir engel
konmamıştır.[22]

Güvenlik endişesi ile zimmî�lerin silah edinmeleri, silah taşımaları ve


evlerinde silah bulundurmalarına da müsaade edilmemiştir. Hatta zaman
zaman yürürlüğe konan ata binme yasağı da bir yönüyle bununla ilgilidir.[23]
Daha ilk dönemlerden itibaren gayrimüslimlerle yapılan anlaşmalarda bu
tür şartlara rastlanmaktadır.[24] Aslında devletin zimmî�lerden aldığı “cizye
vergisi”, onları “koruma garantisi” anlamına geldiği için, zimmî�lerin silah
taşımalarına da gerek yoktu; zira devlet, vergisini aldığı gayrimüslimi her
türlü tehlikeden korumak zorundaydı.[25]

Herhangi bir gayrimüslim zimmet ahdini bozar ya da sözleşmeye


aykırı davranırsa, kendisine tanınan himaye de kalkmış olurdu. Buna
göre bir Müslümanı öldürür, Müslüman bir kadınla beraber olur ya da
onu nikâhlamaya kalkarsa, zimmî�ye tanınan himaye de kalkmış olurdu.[26]
Müslüman kadına zina iftirasında bulunana ise kırbaç cezası verilirdi.[27]

izin verdiğini belirterek Hz. Muhammed ve Hulefâ-yi Râşidî�n’in uygulamalarından


verdiği örneklerle müdahale etme hakkının olmadığını ifade etmiştir. Bk. Belâzürî�,
Ensâb, VIII, 159.
[19] Ebû Yusuf, s. 39.
[20] Ebû Ubeyd, s. 124.
[21] Ebû Ubeyd, s. 125; İ�bn Kayyım, Ahkâm, II, 816.
[22] Ö� mer b. Abdülaziz, kendi dinlerince müsaade edilmesi sebebiyle zimmî�lere her-
hangi bir şarap yasağının konamayacağını; bunun, anlaşmalar gereği kendilerine
tanınan bir hak olduğunu ifade etmiştir. Ancak o, müslümanlara da satabileceği en-
dişesiyle gayrimüslimlerin ülke içerisinde şarap ticareti yapmalarını yasaklamıştı.
Bk. Ebû Ubeyd, s. 131; İ�bn Kayyım, Ahkâm, II, 816.
[23] İ�bn Kayyım, Ahkâm, II, 760. Nâsır-ı Hüsrev, Mısır’da ata, sadece askerlerin bindiğini
nakleder. Bk. Sefernâme (nşr. Yahya el-Haşşâb), Beyrut 1983, s. 105.
[24] Meselâ bk. Ebû Yusuf, s. 138 (Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın Dımaşk halkına koştuğu
şart).
[25] Maverdî�, el-Ahkâmü’s-sultâniyye ve’l-velâyâti’d-dîniyye, Beyrut 1985, s. 183.
[26] Hz. Ö� mer ve Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın Müslüman kadınlara tecavüz eden gayrimüs- 313
limleri “Biz, sizinle bunun için anlaşmamıştık.” diyerek boyunlarını vurdukları riva-
yet edilir. Bk. Ebû Yusuf, s. 178-179; Ebû Ubeyd, s. 213-214; İ�bn Kayyım, Ahkâm, II,
790.
[27] İ�bn Kayyım, Ahkâm, II, 798.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Zimmî�, bir Müslümanı dininden döndürmeye çalışır, yol keser, düşmanla


işbirliği yapar, ajanlık yaparak Müslümanların gizli bilgilerini ifşâ ederse
zimmeti sona erer ve cezayı hak ederdi.[28] Ancak bu cezanın ona gayri-
müslim olduğu için değil, toplum düzenini bozduğu için verildiği belirtil-
melidir. Çünkü İ�slâm hukukuna göre, aynı suçları işleyen bir Müslüman da
bu şekilde cezalandırılmaktadır.

Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerin İ�slâm toplumundaki konum-


ları genelde anlatılan bu çerçevede devam etmekle birlikte, Ö� mer b. Ab-
dülaziz döneminde zimmî�lerle ilgili bazı düzenlemeler yapılmıştır. Kendi
döneminde Müslümanların durumuyla ilgilendiği gibi gayrimüslimlerin
durumuyla da ilgilenen halife, esasen İ�slâm hukukunun zimmî�lere tanı-
dığı bütün hakları vermeye çalışmıştır. Bu bağlamda önceki dönemlerde
Emevî� idarecilerinin koyduğu haksız vergileri kaldırmış, selefleri tara-
fından artırılan vergiler eski haline veya zimmî�lerin ödeyebilecekleri bir
orana çekilmiş, müslüman olanlarından da cizye alınmasını yasaklamıştı.[29]
Ancak aynı halife döneminde gayrimüslimlerin devlet dairelerindeki me-
muriyetlerine son verilmiş; kılık-kıyafet ve binekleriyle ilgili bazı düzenle-
melere de gidilmişti.[30] Ö� mer b. Abdülaziz’in bu uygulamaları o dönemde
yaşayan gayrimüslimler ve özellikle bu konuları araştıran müsteşrıkler
tarafından çok abartılmış; onun dönemi için “kara dönem”, halife için de
“zalim” yakıştırması yapılmıştır.[31] Elbise ve kılık kıyafetle ilgili olarak
gayrimüslimlerin sarık sarmalarını yasaklayan halife, alınlarından sarkan
zülüflerin kesilmesini, Hıristiyanların da zünnar takmalarını zorunlu hale
getirmişti.[32]

Halifenin bu uygulamalarının onları belirli bir kıyafete mecbur etmek


değil, Müslüman hukukçu Ebû Yusuf’un da belirttiği gibi, onların Müslü-
manlardan kolayca ayırt edilmelerine yönelik olduğu belirtilmelidir.[33] Bu
uygulama karşılıklı tanınmayı kolaylaştırmasının yanında gayrimüslimle-
rin İ�slâm toplumu içinde kendi varlık ve kültürlerini korumaları gibi, ya-
rarlı bir amaca da hizmet etmiştir.[34] Bu sebeple söz konusu uygulamaların

[28] Şeyzerî�, Nihâyetü’r-rütbe fî talebi’l-hisbe (nşr. el-Bâz el-Arî�nî�), Kahire 1946, s. 107.
[29] Ebû Ubeyd, s. 67; İ�smail Yiğit, “Emevî�ler”, DİA, IX, 93.
[30] Ebû Ubeyd, s. 75; Ö� ztürk, s. 242. Ö� mer b. Abdülaziz’in gayrimüslimler için yaptığı
düzenlemeler hakkında bk. Ebû Ubeyd, s. 67-73; Belâzürî�, Fütûh, s. 172; Wellhausen,
s. 144-145.
[31] Aycan, “Ö� mer b. Abdülaziz ve Gayrı Müslimler”, Dinî Araştırmalar, sy. 3 (1999), s. 65.
314 [32] Ebû Yusuf, s. 127; Ebû Ubeyd, s. 74-75.
[33] Ebû Yusuf, s. 127.
[34] Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İ�stanbul 1989, s. 176;
Bernard Lewis, İslâm Dünyasında Yahudiler (trc. Bahadır Sina Şener), Ankara 1996,
s. 47.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

gayrimüslimlerin aşağılanmasına yönelik olarak yorumlanması,[35] önyar-


gılı bir yaklaşımdır. Ancak batılı araştırmacılar nasıl yorumlarsa yorum-
lasın, böyle bir uygulama, kimliklerinin korunmasına yönelik olduğu için
özellikle dindar Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından memnuniyetle karşı-
lanmıştır.[36]

2. Zimmî Grupların Yönetimi

Emevî� idaresinde gayrimüslimlerin dinî� veya siyasî� liderleri devlet-


le-cemaat arasındaki irtibatı kuran kimselerdi. Bu, idare açısından da pra-
tik amaçlı bir uygulamaydı. Vergilerin toplanmasından cemaat temsilci-
leri sorumlu olduğu gibi, özerk yapılanmalarından dolayı zimmî�ler kendi
mahkemelerinde yargılanma hakkına sahipti.[37]

Cemaat temsilcileri cemaatin bütün işlerinden sorumlu idiler. Bu


bağlamda devlet tarafından konan vergileri toplar, mabet ve eğitim-öğ-
retim kurumlarına din adamı, yargıç ve öğretmenler tayin eder, cemaat
içi disiplini sağlamak için idam hariç hapis, kırbaç veya cemaatten atma
(Yahudilerde herem, Hıristiyanlarda aforoz) gibi birtakım cezaî� yaptırım-
lar uygular, cemaat mensuplarının ticarî� işlemleri için ruhsat, pazarlarda
fiyat tespiti, ölçü ve tartı araçlarını kontrol eder, genel ahlakı korumak
amacıyla da gerekli önlemleri alırdı.

Hıristiyanların devlet nezdindeki temsilcisi “patrik”ti. Cemaatin mer-


kezî� idaresi “patrikhane”, Hıristiyanların yaşadığı yerleri çeşitli idarî� böl-
gelere ayırmıştı. Patrikten sonra en yetkili kimse ise “matran” adı veri-
len din adamlarıydı. Matranlıklar ise Arapça kaynaklarda “üskûf” olarak
isimlendirilen piskoposlara bağlı birimlerden oluşurdu. Matranlık tesis
edilmeyen yerler piskoposlar tarafından idare edilirdi. Bölgelerin dinî� iş-
leri matranlar tarafından yürütülürdü. Piskoposların alt birimlerinde ise,
Kur’ân’da da bahsi geçen, “kıssîs”lar (Maide 5/82) çalışmakta idi. Kilise
kanunlarına göre, patrikler seçimle iş başına gelir; diğer din adamları ise
patrikler tarafından tayin edilirdi. Patriklerin seçimi, matranlık idaresin-
deki din adamları tarafından yapılırdı. Diğer cemaat liderleri gibi patrikler

[35] Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1980, II, 368; Şlomo
Dov Goitein, Yahudiler ve Araplar Çağlar Boyu İlişkileri (trc. Nuh Arslantaş, Emine
Buket Sağlam), İ�stanbul 2004, s. 97-98.
[36] Meselâ Talmud’un değişik yerlerinde Yahudiler, tebaası oldukları imparatorluğun
efendileri gibi giyinmemeleri ve onlara muhalefet etmeleri konusunda sıkça uyarıl-
mışlardır. Bk. Lewis, s. 47. 315
[37] Goitein, “Minority Selfrule and Government Control in Islam”, SI-Ex. Fasc: Memoriae
J. Schacht Dedicato, 31, s. 109; Elinoar Bareket, Fustat on the Nile, The Jewish Elite in
Medieval Egypt, Brill 1999, s. 22; Merlin Swartz, “İ�slâm’ın Doğuşunu İ�zleyen Yıllarda
Yahudilerin Durumu” (trc. Levent Ö� ztürk), SAÜİFD, 2 (2001), s. 475.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

de seçildikten sonra halife tarafından onaylanıp bir menşûr aldıktan sonra


göreve başlardı.[38]

Yüzyıllardır sürgün hayatına ve azınlık psikolojisine alışık olan, ya-


bancı bir idare altında nasıl yaşanması gerektiğini çoktan öğrenen Yahu-
dilerin devlet nezdindeki resmî� temsilcisi ise re’sü’l-câlût idi. Yahudiler
Sasanî�ler zamanında taşra teşkilâtları, okulları, mabetleri ve akademile-
riyle (yeşiva) düzenli ve örgütlü topluluklar haline gelmişlerdi.[39] Bu du-
rum İ�slâmî� dönemde de bu şekilde devam etmiştir. Emevî�ler döneminde
cemaat işlerinin veraset yoluyla belli ellerde toplanması bazı ölçüsüz ve
keyfî� davranışlara yol açmış; bu da cemaat arasında bazı münakaşalara
sebep olmuştu. Cemaatin önderleri olarak kabul edilen re’sü’l-câlûtlarla
gaonlar arasında yaşanan münakaşalar, bu dönemde veraset anlayışını
kısmî� de olsa bir seçim anlayışı lehine daraltmıştır. Yahudilerin çoğun-
lukta ve örgütlü olarak bulundukları merkezlerde cemaat işleri, merkezî�
idareye bağlı dayyanlar tarafından yürütülürdü. Yerel cemaatler bir baş-
kan ve iki üyeden oluşan üç kişilik bir konsül (bet din) tarafından idare
edilirdi.[40] Konsül başkanına roş bet din, üyelerine ise dayyan adı verilirdi.[41]
Konsül başkanı re’sü’l-câlût tarafından tayin edilir, o da kendisine iki yar-
dımcı rabbi (dayyan) seçerdi. Bu görevliler, akademideki din adamları ta-
rafından takdis edildikten sonra göreve başlardı. Her yerleşim biriminde
sinagogdan ayrı olarak idarî� bir bina bulunmaktaydı.[42] Yerel idareler bu-
lundukları bölgelerde yardımların toplanması ve dağıtılması, eğitim-öğ-
retim, satış-bağış ve cemaatin diğer işlerinden de sorumlu idiler.[43]

Mecusî�lerin yaşadıkları bölgelerdeki en üst cemaat temsilcisi ise,


İ�slâm tarihi kaynaklarında “isbehbez” olarak kaydedilen “ispehbed”lerdi.
Sasanî�ler döneminde isbehbezler eyalet valisi konumunda idiler.[44] Şehir-
lerde yaşayan Mecusî�lerin cemaat meseleleri ise “merzübân” adı verilen
yöneticiler tarafından yürütülürdü. Sasanî�ler döneminde valilik görevi ya-
pan, I. Hüsrev Enûşirvân döneminde (531-579) en yüksek askerî�-sivil me-
murlar konumunda olan merzübanlar, İ�slâmî� dönemde yüksek dereceli

[38] Cevad Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, Beyrut 1976-1978, VI, 639-640;
Ö� ztürk, s. 61-64.
[39] Lewis, s. 28; Jacob Lassner, “Jews in Islamic Lands”, The Jewish Enigma içinde, ed.
David Englander, London 1992, s. 58. Sasanî�ler döneminde re’sü’l-câlûtluk görevi
verâset yoluyla (babadan oğula) geçtiği halde atanması ve onayı Kisrâ tarafından
yapılırdı. Bk. Morony, Iraq after the Muslim Conquest, Princeton-New Jersey 1984, s.
317.
316 [40] Baron, VI, 9; Morony, Iraq, s. 318.
[41] Uriel Rappaport-Isaac Levitats, “Dayyan”, EJd, V, 1390.
[42] Morony, Iraq, s. 318; Grayzel, A History of the Jews, Philadelphia 1952, s. 226.
[43] Baron, VI, 9; Morony, Iraq, s. 325.
[44] Ya’kûbî�, Tarîh, I, 177; Tahsin Yazıcı, “İ�spehbed”, DİA, XXIII, 176.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

mahallî� memurlar konumuna indirgenmiştir.[45] İ�lk fetihler sırasında Me-


cusî�lerden ele geçirilen Hî�re, Erdebî�l, Merv, Eberşehr, Serahs, Nesâ, Tûs,
Herât, Enbâr, Fars, Rey, Kirmân, Mezâr ve Medâin gibi şehirlerin idaresi,
merzübânlar tarafından yürütülmekte idi.[46] Emevî� halifesi II. Yezî�d zama-
nında Mecusî� Behramsî�s’in cemaatinden vergi tahsil etmek için Merv’e
merzüban tayin edildiği bilinmektedir (105/723).[47] Emevî�lerin sonlarına
doğru Nasr b. Seyyâr’ın şehri ziyareti sırasında bu görev hâlâ aynı merzü-
bân tarafından yürütülüyordu.[48]

Sasanî�ler zamanında köyler yanında bazı şehirlerin vergilerini de


toplamakla görevlendirilen dihkanlar, İ�slâmî� dönemde de bu görevlerine
devam etmişlerdir.[49] İ�slâm ordularının Sasanî� topraklarında fetihler ger-
çekleştirdiği sırada Deskere, Meysân, Mehrûz, Ahvâz, Sûs ve Tüster gibi
şehirler, dihkanlar tarafından yönetilmekteydi. Bunlardan Nehrü’l-Melik,
Nehru Kerbelâ, Nehreyn ve Aynü’t-Temr gibi Sevâd bölgesinde görevli
bazı dihkanlar Müslüman olmuşlardı.[50]

Emevî�ler döneminde, şehirlerde görev yapan gayrimüslim liderlerin


isim isim tespiti zor olmakla beraber, kaynaklara Merv şehri ile ilgili bir
örnek yansımıştır. Belh ve Mâverâünnehir’e yaptığı gazadan dönen Nasr b.
Seyyâr, gerçekleştirdiği vergi reformu nedeniyle Merv mescidinde yaptığı
konuşmada Mecusî� temsilcinin Behramsî�s, Hıristiyan temsilcinin İ�şbedâd
b. Cureycûr, Yahudi temsilcinin ise Akî�ba el-Yahudî� olduğunu söylemişti.[51]

Bir asra yakın bir süre ile İ�slâm dünyasını yöneten Emevî�ler döne-
minde münferit bazı olaylar dışında zimmî�lerin dinî� haklarına ve özerk
yaşamlarına yönelik teminatlara titizlikle riayet edilmiştir. Kaynaklara
zimmî�lerle yaşanan olumsuz olaylara dair bazı örnekler de yansımıştır.
67 (682) yılında Abdullah b. Zübeyr’e bağlı Basra valisi Mus’ab, huzu-
runda tartışan Necrân üskûfuna kızmış, elindeki asayı atarak kendisini
yaralamıştı. Valinin bu tavrına içerleyen üskûf, idarecilerin daha anlayışlı
olmasını söyleyerek huzurundan ayrılmıştı. Abdülmelik döneminde göre-
ve tayin edilen (67/686) Nesturî� Patrik Hananyeşû (I. Hemaiso), kilisenin
Nusaybin üskûfu Yuhanna el-Ebras’ın gayretleriyle görevinin yedinci yılın-
da patriklik makamından uzaklaştırılmıştı (74/693). Ancak Yuhanna’nın

[45] Tahsin Yazıcı, “Merzübân”, DİA, XXIX, 255.


[46] Konu ile ilgili kaynaklar için bk. Cahit Kara, İslâm Coğrafyasında Mecusîler
(Emevîlerin Sonuna Kadar) (Basılmamış Doktora Tezi) Ankara Ü� niversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Ankara 2007, s. 29-30.
[47] Taberî�, VII, 21. 317
[48] Taberî�, VII, 173.
[49] Faruk Sümer, “Dihkan”, DİA, IX, 289.
[50] Konu ile ilgili kaynaklar için bk. Kara, Mecusîler, s. 30-31.
[51] Taberî�, VII, 173.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kilise teberrularındaki yolsuzluğunun şikâyet konusu olması üzerine Hac-


câc patrikten zimmetine geçirdiği paraları kiliseye iadesini istemiş; Yu-
hanna’nın buna yanaşmaması üzerine tam olarak görevden alınmadıysa
da yetkileri kısıtlanmıştı. Bu durum Haccâc’ın valiliği süresince devam
etmiş, sonraki vali Yezî�d b. Akî�l zamanında görevden alınarak yerine Sali-
ba Zeha (Sliba Zkha) atanmıştı. Saliba’dan sonra Nesturî� cemaati arasın-
da patriklik seçiminde yaşanan tartışmalar nedeniyle Halife Hişâm olaya
müdahale etmek zorunda kalmış; patrik adaylarını seçmek yerine, önceki
patrik tarafından tayin edilen Ü� skûf Fesyûn’u (Péthion) yeni patrik olarak
atamıştı. Patrik Fesyûn ile bölge valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’nin (105-
120/723-738) ilişkileri dostluktan da öte bir yakınlıkta idi. Valiyi sık sık
ziyaret eden Fesyûn, kendisinden büyük izzet ve ikram görür; vali, ziyareti
sırasında onu tahtına oturtur, zaman zaman da ona hil’atler giydirirdi. Va-
linin, Hıristiyan annesi için Kûfe’de bir kilise yaptırmasında patrikle olan
bu dostluğunun payı olduğu ifade edilir.[52]

Emevî� yönetimi liderlik konusunda yaşanan rekabet nedeniyle Yahudi


cemaatine de müdahale etmek zorunda kalmıştır. Cemaatin devlet nezdin-
deki temsilcisi re’sü’l-câlûtlar, İ�slâmî� dönemde, özellikle Emevî� yönetiminin
ilk yıllarında, cemaat üzerinde yegane otorite olmak istemişlerdi. Ancak
bütün gayretlerine rağmen, (Sasanî� döneminin tersine) İ�slâmî� dönemde
toplumun dinî� liderleri konumunda olan gaonların cemaat üzerindeki nü-
fuzları bariz şekilde artmaya devam etmiştir. Re’sü’l-calûtun otoritesinin
Emevî�ler döneminde devlet tarafından yeteri kadar destek alamaması da,
bu nüfus artışındaki önemli etkenlerden biri kabul edilmektedir.[53] Yahudi-
lerde re’sü’l-câlûtlar -teoride de olsa- Davud Peygamber’in neslinden olduk-
larını; gaonlar ise dinî� konulardaki şerh ve yorum haklarının silsile yoluyla
Mûsâ Peygamber’e dayandığını her fırsatta dile getiriyor, her iki tarafta ko-
numlarını meşrulaştırmak için iktidarlarının dayandığı kuramsal yapının
çok eskiye dayandığını göstermeye çalışıyorlardı.[54] Emevî�ler döneminde
bu iki kurum arasında ilk nüfuz mücadelesi, Re’sü’l-câlût Bostanay’ın ölü-
münden sonra (50/670 Muâviye dönemi) Yahudi hanımından olan oğulla-
rı Hasday ve Haninay’ın -ki bunlar 70 (689) yılı Abdülmelik zamanına ka-
dar re’sü’l-câlûtluk yapmışlardır- babalarının Sasanî� hanımı İ�zdundad’tan
olan kardeşlerini mirastan mahrum etme gayretine girmeleriyle başla-
mıştır.[55] Asıl gayeleri otorite ve dinî� konulardaki yetkiyi ellerinde tutmak

[52] Bk. Ö� ztürk, s. 71-72; Aycan, “Müslüman Yönetimlerde Birarada Yaşama Tecrübeleri”,
s. 36-37.
318 [53] Gaonların bir güç olarak bu şekilde yükselmeleri, Talmud’un tamamlanmasındaki
rolleriyle, Sasânî� baskısından dolayı re’sü’l-câlûtsuz kalan cemaati gizliden gizliye
yönetmelerinde yatmaktadır. Bk. Baron, VI, 9; Morony, Iraq, s. 324.
[54] Lassner, s. 59; Morony, Iraq, s. 322.
[55] Morony, Iraq, s. 321; Eliezer Bashan, “Exilarch”, EJd, VI, 1028.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

olan Re’sü’l-câlûtlar, Sasanî� hanımın azad edilip-edilmediği, Bostanay’ın bu


hanımla çocukların doğumundan evvel evlenip-evlenmediği gibi zihin bu-
landıran birtakım sorularla rakiplerini toplum nazarında küçük düşürerek
asıl maksatları olan re’sü’l-câlûtluk iddiasına kalkışmalarını önlemek istiyor-
lardı.[56] Re’sü’l-câlûtların bu dışlayıcı tutumları karşısında akademi gaonları,
üyeleri ve İ�zdundad’ın devlet kademelerinde görevli akrabaları, İ�zdundad’ın
çocuklarından yana tavır koydular. Bunun üzerine re’sü’l-câlûtlar başta aka-
demi gaonları olmak üzere, rakiplerinden yana tavır koyan kimselere bas-
kı ve şiddet uygulamaya başladılar. Kendilerine muhalif gaonları görevden
alarak yerlerine kendi yakınlarını veya taraftarlarını atadılar.[57] Bu durum
iki makam arasında çok sert tartışmalara sebep olmuş; ilerleyen süreçte de
re’sü’l-câlût-gaon kavgasına dönüşmüştü. Ancak olayların daha fazla büyü-
mesini istemeyen Emevî� yönetimi duruma müdahale ederek re’sü’l-câlût-
ların gaonları tayin ve terfi yetkilerine bazı sınırlamalar getirmiştir.[58] İ�lk
etapta yatışmış gibi gözüken çekişme, Re’sü’l-câlût Hasday’ın Rav Yenuka’nın
Pumbedita Akademisi gaonluğu sırasında (719-730) yeni bir boyut ka-
zanmıştır. Rav Yenuka, belki de kayınpederinin etkisiyle, Bostanay ailesine
muhalif olan akademi mensuplarına baskı yapmaya başladı. Bu durum aka-
demiler arasındaki ilişkilerin de bozulmasına sebep oldu. Artan baskılara
dayanamayan ilim adamları ve öğrenciler, Sura Akademisi’ne kaçtılar.[59] Bu
gelişmelerden sonra, yönetim mekanizmalarını elinde tutanlar, birbirlerini
karşılıklı olarak bazı imtiyazlar için Emevî� yönetimine rüşvet vermekle suç-
lamaya başlamışlardır.[60] Bu ikinci baskı dönemi 111 (729-730) yılına kadar
devam etmiştir. Hişâm b. Abdülmelik’in halifeliğine rastlayan bu yıl, gaonlar
lehine re’sü’l-câlûtlar aleyhine bir dönüm noktası olmuş, bu yıldan itibaren
cemaat yönetiminde “kuvvetler ayrılığı” ortaya çıkmıştır. Re’sü’l-câlûtlarla
gaonlar arasında biri cemaatin siyasî�-seküler lideri, diğerleri ise cemaatin
dinî� liderleri olarak yeni bir görev dağılımı yapılmış; o güne kadar bütün yet-
kileri elinde tutan re’sü’l-câlût, bu düzenleme ile bazı yetkilerinden feragat
etmek zorunda kalmıştı. Buna göre yargıçlar (dayyan) re’sü’l-câlûtla gaon-
ların müşterek onayı ile atanacak; gaonlar ise re’sü’l-câlûtun verdiği kararı

[56] David, “Hasdai ben Bostanai”, EJd, VII, 1365; Morony, Iraq, s. 320. Daha sonraki
yıllarda, dışlanan bu aileden re’sü’l-câlûtluk yapanlar olmuştur. Ancak Bostanay’ın
İ�ranlı hanımından olan çocukları Yahudi tarihinde hep tartışılmıştır. XII. asra ait bir
Geniza dokümanında bunların “ne idüğü belirsiz bir aile olduğu”, Yahudiler tarafın-
dan hiç sevilmeyen bu aileden kurtuluşun ancak Mesihle mümkün olabileceği belir-
tilmektedir. Margoliouth’un neşrettiği bu Geniza dokümanı için bk. G. Margoliouth,
“Some British Museum Genizah Texts”, JQR o.s. XIV (1908), s. 303-320.
[57] Morony, “Religious Communities in Late Sasanian and Early Muslim Iraq”, JESHO
XVII (1974), s. 122.
[58] Morony, “Religious Communities”, s. 122. 319
[59] Baron, V, 15. Bu durum Natronay’ın ölümüne kadar devam etmiştir. Akademi men-
supları eski akademilerine ancak onun ölümünden sonra dönebilmişlerdir. Bk.
Meir Havazelet, “Natronai bar Nehemiah”, EJd, XII, 887.
[60] Lassner, s. 58.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

gözden geçirme yetkisine sahip olacak, kararlar bu kurumların müşterek


onayı ile yürürlüğe girecekti. Bu kararlarla yetkileri ciddî� anlamda sınırlan-
dırılan re’sü’l-câlûtlara tayin meselelerinde bazı törensel icraatlar kalmakla
birlikte, gelirleri,[61] devletin belirlediği bazı bölge ve kasabalarla sınırlan-
dırılmış, dinî� meselelerdeki otoritelerini de gaonlarla paylaşmak zorunda
kalmıştı. Yine bu dönemden itibaren (VIII. asır) re’sü’l-câlûtların veraset yo-
luyla iş başına gelmeleri, kısmî� de olsa, seçim fikrine kapı aralamıştır. Artık
gaonlar, yaşça en büyük olan bir adaydan ziyade, re’sü’l-câlût ailesinden bu
işi üstlenebilecek bilgi ve birikime sahip birinin re’sü’l-câlût olarak iş başına
gelmesinde etkin rol oynamaya başlayacaklardır.[62]

3. Adlî İşlemler

Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerin dinî� esaslarına uygun olarak


adlî� özerklikleri devam etmiştir. Gayri müslimler adlî� işlerinde tamamen
özgür olup kendi meselelerini kendi mahkemelerinde hallederlerdi.[63]

Gayri müslim cemaatlerden Hıristiyanların adlî� meseleleri patrikle-


re bağlı matranlıklar tarafından yürütülürdü. Matranlar ise bu işlemlerin
daha düzenli yürütülebilmesi için idareleri altındaki bölgeleri üskûfluklara
(piskoposluk) bölmüşlerdi.[64] Yahudilerin adlî� meseleleri ise şehirlerdeki
üç kişilik rabbinik idare (bet din) tarafından yürütülürdü. “Dayyan” adı ve-
rilen yargıçlar re’sü’l-câlûtluk tarafından tayin edilir; gaonlar tarafından
kutsandıkları bir törenden sonra da rabbi unvanını taşıma ve duruşmala-
rı yönetme hakkına sahip olurlardı. Hişâm b. Abdülmelik’in hilafetinden
itibaren Yahudilerin adlî� işlerinde dayyanların re’sü’l-câlûtlarla gaonların
müşterek onayıyla atanmaları ve gaonların, dayyanların verdiği kararı ye-
niden gözden geçirme (temyiz) hakkına sahip olmaları gibi birtakım yeni
uygulamalar da başlamıştır.[65] Mecusî�lerin adlî� meseleleri ise “mûbed” ve
“hirbed” adı verilen din adamları tarafından görülürdü. Dinî� konularda en
üst otorite olan mûbedler[66] yerel cemaatlerde görev yapacak görevlileri

[61] Gelirlerden maksat, Yahudilerin İ�slâm devletine verdikleri cizye ve haraç dışında,
ayrıca cemaat içinde toplanan bazı âidatlardır.
[62] Heinrich Graetz, History of the Jews, Philadelphia 1891, III, 94; Morony, Iraq, s. 321.
Daha sonraki dönemlerde (Abbâsî�ler dönemi) re’sü’l-câlûtların seçiminde gaonlar-
dan başka, cemaatin ileri gelenleri ve zengin tüccarlar da söz sahibi olacaklardır.
Meselâ Yahudi cemaatı X. asırda Netira, Aharon ben Amram gibi sarayda etkinlik-
leri olan zengin sayrafî� aileler tarafından yönlendirileceklerdir. Konu ile ilgili bk.
Walter J. Fischel, Jews in the Economic and Political Life of Medieval Islam, London
1968, s. 1-44; Nuh Arslantaş, İslâm Toplumunda Yahudiler, İ�stanbul 2011, s. 329 vd.
320 [63] Fahrettin Atar, İslâm Adliye Teşkilatı, Ankara 1991, s. 84; Lewis, s. 124.
[64] Bk. Cevad Ali, VI, 640; Ö� ztürk, s. 62-63.
[65] Morony, Iraq, s. 318; Arslantaş, Emevîler Döneminde Yahudiler, İ�stanbul 2005, s. 80-
81.
[66] Ya’kûbî�, Târîh, II, 8.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

tayin ve azil yetkisine sahipti. Yerel cemaatlerdeki yargı işleri hirbedlerin


sorumluluğundaydı. Temizlik hükümlerini uygulamak, günah çıkarmak,
günah ikrarından sonra para cezası vermek, doğumlarda ve kutsal keme-
rin (kuştî) bağlanmasında dinî� merasimi icra etmek, evlilik ve cenaze iş-
lemleri gibi değişik konular, hirbedlerin yetki alanında bulunuyordu.[67]

İ�slâm mahkemeleri, zimmî�lerin cemaat içi anlaşmazlıklarına müda-


hil olma konusuna hep soğuk bakmıştır. Prensipte zimmî�lerin ihtilaflarını
kendi mahkemelerine götürmeleri “esas” kabul edilmiştir. Bu sebeple de
gayrimüslimlerin davalarına bakmakta hep isteksiz davranmış; cemaat
içi meselelere ancak şikâyet üzere müdahil olmuşlardır.[68] Cemaatler, adlî�
işlemlerinde özerk olmalarına rağmen, hukukî� ihtilaflarını İ�slâm mahke-
melerine götürme hakkına da sahiptiler. Bu hak kendilerine Kur’ân tara-
fından tanınmıştır. Kur’ân’da İ�slâm idaresinde yaşayan dinî� toplulukların
hukukî� meselelerini Müslüman mercilere getirdiklerinde, Müslümanların
bu davalara bakıp-bakmamakta muhayyer olduğu; ancak hüküm verildi-
ği takdirde adaletli davranılması emredilmiştir.[69] Ö� te yandan gayrimüs-
limlerin aralarındaki meseleler için kendi hukuklarına müracaat etmeleri
de teşvik edilir. Ancak zimmî�lerle Müslümanlar arasındaki ihtilaflarda ise
müslüman merciler sorumlu olduğu gibi, mahkemelerde de İ�slâm kanun-
ları tatbik edilirdi.[70]

Hz. Muhammed döneminde Yahudilerin kendi aralarında çıkan ihti-


lafları çözmek için Hz. Muhammed’e müracaat ettiklerine dair örnekler
vardır.[71] İ� slâm hukukunda Kur’ân’daki hüküm ve sünnetteki bu uygula-
malardan hareketle gayrimüslimlerin davalarını İ� slâm mahkemelerine
götürebileceği kabul edilmiştir. Hulefâ-yi Râşidî�n ve sonraki dönemler-
de gayrimüslimlerin davalarını İ� slâm mahkemelerine götürdüklerine
dair pek çok örnek bulunmaktadır. Hz. Ö� mer’in Yahudilerin davalarına
baktığı bilinmektedir. Onun kendisine intikal eden bir davada Yahudi
olarak ölen halasının mirasından pay almak isteyen Eş’as b. Kays’a miras

[67] Kara, Mecusîler, s. 150, 238-241.


[68] Maverdî�, Ahkâmü’s-sultâniyye, s. 185; Goitein, “Minority Selfrule and Government
Control in Islam”, s. 109. Meselâ Yahudiler arasında Emevî�ler döneminde mesih id-
diası ile ortaya çıkan Serene, cemaat arasında huzursuzluğa sebep olduğu için İ�slâm
idaresince tutuklanmış ve kendi hukukuna göre yargılanmak üzere Yahudi cemaa-
tine teslim edilmişti. Bk. Graetz, III, 121. Cemaatin, Serene taraftarlarına tutumu
hakkında bk. Avraham Yaakov Finkel, The Responsa Anthology, London 1990, s. 5.
[69] Nisâ 4/105; Mâide 5/42-43; Abdürrezzak, el-Musannef (nşr. Habî�bürrahman el-
A’zamî�), Beyrut 1403/1983, VI, 62-63 (Hadis no. 10007). 321
[70] Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi (trc. Kemal Kuşcu), Ankara 1979, s. 489.
[71] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 614; Atar, İslâm Adliye Teşkilatı, s. 230. Hz.
Muhammed zamanında Yahudilerin hukukî� ihtilaflarını İ�slâm devletine getirmeleri
ile ilgili örnek uygulamalar için bk. Arslantaş, Emevîler Döneminde Yahudiler, s. 81-82.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

vermediği; mirası Yahudi akrabalara devrettiği belirtilir.[72] Yine onun


zamanında Basra kadılığı yapan Ka’b b. Sûr’un,[73] taraflardan birinin Ya-
hudi olduğu davalarda yemin gerektiren durumlarda Yahudiyi sinagoga
göndererek başına Tevrat koydurduğu ve “Mûsâ’ya Tevrat’ı indiren Allah
adına” yemin verdirdiği rivayet edilmektedir.[74] Emevî�ler döneminde
zimmî�lerle Müslümanlar arasında vuku bulan hukukî� anlaşmazlıklara
dair örnekler ise çok azdır. Muâviye, siyasî� sebeplerle Hıristiyan tabip
İ� bn Â� sâl’a Hâlid b. Velî�d’in oğlu Abdurrahman’ı zehirletmiş, Abdurrah-
man’ın oğlu Hâlid de İ� bn Â� sâl’i öldürmüştü. Muâviye, İ� bn Â� sâl’in diyetini
almıştı.[75] Muâviye dönemine kadar ilk dönem uygulamalarda zimmî�nin
diyeti müslümanın diyeti ile aynı idi. Ancak bu dönemde diyetin yarı-
sı beytülmale alınmaya, diğer yarısı ise öldürülenin yakınına verilme-
ye başlamıştır. Bu durum Ö� mer b. Abdülaziz’in hilafetine kadar devam
etmiş ve onun zamanında ilga edilmiştir.[76] Aynı halife Mısır kadısı İ� bn
Hüceyre’nin (görev yılı: 77-78/697-698) müsadere ettiği bir malla ilgili
tasarrufuna itiraz eden Yahudileri haklı bularak mallarını kendilerine
iade etmiş, İ� bn Hüceyre’yi de benzer bir durumun tekrar yaşanmaması
konusunda uyarmıştı.[77]

Ö� mer b. Abdülaziz’in, Adî� b. Ertât’a “Zimmîler sana gelirse onlar hak-


kında hükmet”, dediği rivayet edilir.[78] Onun zamanında Mısır kadılığı
yapan İ�bn Hüceyre gayrimüslimlerin davasına da bakardı.[79] Dönemin
sonlarına doğru bu durum teamül haline gelmişti. Mısır kadıları gayrimüs-
limlerin davalarına belli bir zaman ayırırdı. İ�kindiye kadar mescitte Müs-
lümanların davalarına bakan Hayr b. Nuaym’ın ikindi namazından sonra
mescidin merdivenlerine oturarak gayrimüslimlerin davalarına baktığı ri-
vayet edilir.[80] Bu dönemde Kûfe’de kadılık yapan Şa’bî�’nin (104/722) de

[72] Abdürrezzak, el-Musannef, VI, 16-17 (Hadis no. 9858).


[73] Bk. Zehebî�, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ (nşr. Şuayb el-Arnâvûd vd.), Beyrut 1984/1405,
VIII, 12.
[74] Bk. Vekî�, Ahbâru’l-kudât, Beyrut, ts., I, 278. Ka’b’ın aynı işlemi Hıristiyanlar için kili-
sede de yaptırdığı belirtilir. Bk. a.g.e., aynı yer. Yahudilere yaptırılan yemin lafızları
için bk. Ö� merî�, et-Ta’rîf bi’l-mustalahi’ş-şerîf, Mısır 1312/1894, s. 151-152.
[75] Taberî�, V, 227. Muâviye, Hâlid b. Velî�d’in oğlu Abdurrahman’ı Suriyeliler üzerindeki
nüfûzundan çekindiği için bu tabipe öldürtmüştü. Bk. İ�bn Ebû Usaybia, Uyûnü’l-
enbâ fî tabakâti’l-etıbbâ (nşr. Rıza Nizar), Beyrut, ts., s. 172; Wellhausen, s. 65.
[76] Ö� ztürk, s. 190.
[77] Kindî�, el-Vülât ve’l-kudât (Târîhu vülâti Mısr) (nşr. Rhuvon Guest), Müessetü
322 Kurtuba, ts., s. 250.
[78] Abdürrezzak, el-Musannef, VI, 63 (Hadis no. 10009).
[79] Kindî�, Vülât, s. 348; Atar, İslâm Adliye Teşkilâtı, s. 228. İ�bn Hüceyre, Abdülaziz b.
Mervân’ın Mısır valiliği sırasında tayin olmuştu. Bk. el-Vülât ve’l-kudât, s. 315.
[80] Kindî�, Vülât, s. 351.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

kırbaç gerektirecek bir suç işleyen Yahudiye mescitte kırbaç (celde) cezası
uygulattığı belirtilir.[81]

Emevî�ler döneminde zimmî�ler, kendi hukuklarında olmayıp İ�slâm


hukukunda menfaatlerine yönelik bir hükümlerden yararlanmak ama-
cıyla İ�slâm mahkemelerine sıkça müracaat etmeye başlamışlardı. Mesela
Yahudi hanımlar, Müslüman hemcinsleri gibi boşanma talebinde bulun-
mak[82] ve boşandıkları takdirde de mehirleri ile ilgili olarak herhangi bir
hak kaybına uğramamak için İ�slâm mahkemelerini tercih etmeye başla-
mışlardı. Emevî�ler döneminde bu tür durumların sıkça vuku bulması üze-
rine Yahudi din adamları yeni bir içtihat (takana) yapmak zorunda kal-
mışlardır. Sura ve Pumbedita akademilerinde gaonluk yapan Rav Hunay
ve Mar Raba, Talmud’un konuyla ilgili hükmünü yeniden yorumlayarak
Yahudi hanımların kendi mahkemelerine müracaat etmesi durumunda
herhangi bir hak kaybına uğramaksızın aynen Müslüman hanımlar gibi
boşanma talebinde bulunabilecekleri şeklinde bir hüküm (takana) geliş-
tirmişlerdir.[83] Şerira Gaon bir responsasında, gaonların böyle bir kararı
Yahudi kadınların Yahudi olmayan (İ�slâm) mahkemeler(in)e giderek bu
mahkemelerin baskısıyla boşanmak istemelerinin önüne geçmek amacıy-
la aldıkları belirtilir.[84]

İ�slâm mahkemelerinin gayrimüslim davalarındaki bu tür olumlu yak-


laşımları, mesela Yahudilerin Talmudik dönemde yabancı mahkemelere
karşı sert tavrının İ�slâmî� dönemde yumuşamasına da sebep olmuştur. Bu
yumuşamada İ�slâm’ın gayrimüslimlere bakışı, Müslümanların adaletli

[81] Bk. Vekî�, Ahbâru’l-kudât, III, 69. Bu dönemlerle ilgili diğer uygulamalar için bk. Atar,
İslâm Adliye Teşkilâtı, s. 229-230; Arslantaş, Emevîler Döneminde Yahudiler, s. 81-82.
[82] Tevrat’a göre boşama hakkı sadece hanımında yakışıksız şeyler (ervat davar) bulan
kocaya ait kabul edilmiştir. Bk. Tesniye 24/1-4.
[83] Şerira Gaon, İgeret Rav Şerira Gaon (nşr. ve İ�branî�ceye trc. R. Nosson Dovid
Rabinowich), Kudüs 1991; İ�ng. trc. The Iggeres of Rav Sherira Gaon (trc. R. Nosson
Dovid Rabinowich), Kudüs 1988, s. 141, İ�ng. trc. 126. Değerlendirme için bk. Moshe
Gil, Erets-Yisrael bi’Tkufat ha-Müslimit ha-Rişona, Yeruşalayim 1983, I, 136; Robert
Brody, The Geonim of Babylonia and the Shaping of Medieval Jewish Culture, New
Haven and London 1998, s. 62. Bir responsada da aynı konudan bahsedilmiş-
tir. Bk. Mordechai A. Friedman, “Divorce upon the Wife’s Demand as Reflected in
Manuscripts from the Cairo Geniza”, JLA 4 (1981), s. 109, İ�ng. trc. 112. Sefer ha-İttur
isimli Orta Çağ’a ait bir Yahudi kroniğinde, bu içtihadın M. 651 yılında yapıldığı
belirtilir. Bk. Rabinowich’in notu. Bk. Şerira, İgeret, 126. dipnot.
[84] Jacob Mann, “The Responsa of the Babylonian Geonim as a Source of Jewish History”,
JQR n.s. 10 (1920-1921), s. 122. Bir başka responsada ise, İ�srail kızlarının kötü kül-
türün(!) (terbut ra’a/İ�slâm kültürü) etkisiyle, komşuları Müslüman kadınları örnek
alarak bu tür girişimlerde bulundukları kaydedilmiştir: “…‫שלא יצאו בנות ישראל לתרבות‬ 323
‫רעה‬: Şe lo-yats’u banot Yisrael le-terbut ra’a…” Bk. S. Schechter, Saadyana, Geniza
Fragments of Writings of Saadya Gaon and Others, Cambridge 1903, s. 147 (TS 8J3
tasnifli doküman). Ayrıca bk. Friedman, “Divorce upon the Wife’s Demand…”, s. 109,
İ�ng. trc. 112 (TS AS 94.65+NS 217.20 tasnifli doküman).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yönetim ve hoşgörüsünün de payı büyüktür. Yukarıda da belirtildiği üze-


re, bu dönemde Yahudi cemaatinde kamusal hizmetlerin veraset yoluyla
el değiştirerek belli çevrelerde toplanması, yargıçların atanması ve mah-
kemelerde yapılan süistimaller nedeniyle İ�slâm mahkemelerine müraca-
atta bir artış gözlenmiştir.[85]

Başlangıçta İ�slâm adliye sistemi içerisinde adliye binası olarak kulla-


nılan özel bir mekân yoktu. Yargıçların oturduğu ev, aynı zamanda mahke-
me salonu olarak kullanılıyordu. Gerçi, Hz. Peygamber döneminde mescit
bu işlevi görüyordu; ancak kadıların tayini ile birlikte kadı’nın evi aynı za-
manda adliye binası olarak da hizmet vermeye başlamış; fakat durum daha
sonra camilere intikal etmişti.[86] Kindî�, Mısır kadılarının gayrimüslimler
için haftada bir gün kendi evlerinde mahkeme kurduklarını haber verir.[87]
Kindî� ayrıca Emevî�ler dönemi Mısır kadılarından Hayr b. Nuaym’ın (120-
128/738-745) her gün mescitte ikindiye kadar Müslümanların, ikindiden
sonra da mescidin giriş basamaklarına oturarak gayrimüslimlerin dava-
larına baktığını nakleder.[88] Mısır’da adlî� vakalar için İ�slâm mahkemele-
rine müracaat eden gayrimüslimler, Emevî�ler dönemi boyunca mescide
alınmamışlardır. Yine Kindî�’nin verdiği bilgiye göre zimmî�ler davaları için,
Abbâsî�ler dönemi kadılarından Muhammed b. Mesrûk el-Kindî�’nin (177-
184/793-800) kadılığı döneminden itibaren mescide girerek duruşmala-
ra katılmaya başlamışlardı.[89]

4. Bir Arada Yaşamaya Dair Örnekler

Emevî�ler dönemindeki iskân politikaları nedeniyle değişik kentlere


yerleşen Müslümanlar, beraber yaşadıkları mahallelerde sosyal yaşam
alanlarını gayrimüslim komşuları ile beraber kullanıyorlardı. Müslüman-
ların, komşuları Hıristiyanların bayramları münasebetiyle kestikleri hay-
vanların etini yeme konusunda herhangi bir dinî� engel yoktu. Bu tür iliş-
kilere dair pek çok örnek vardır.[90]

Kâdisiye’de yaşayan bazı sahabî�ler (Selh b. Huneyn ve Kays b. Sa’d)


önlerinden geçen bir cenaze için ayağa kalktıklarında, cenazenin Mecusî�
olması sebebiyle etraftaki insanlar tarafından şaşkınlıkla karşılanması
üzerine, sahabî�ler asıl yanlışın onların (şaşıranlar) düşüncesi olduğunu

[85] Lassner, s. 58.


324 [86] Ziya Kazıcı, İslâm Müesseseleri Tarihi, İ�stanbul 1991, s. 114.
[87] Kindî�, Vülât, s. 294.
[88] Kindî�, Vülât, s. 264.
[89] Kindî�, Vülât, s. 294.
[90] Bk. İ�bn Kayyim, Ahkâm, I, 251.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

belirterek insana hürmetlerinden dolayı ayağa kalktıklarını ifade etmiş-


lerdir.[91]

Emevî�ler döneminde özellikle manastırlar bazı halife ve bürokrat-


ların Hıristiyan ileri gelenleriyle kaynaştıkları mekânlar olarak dikkat
çeker. Halife II. Velî�d’in işret meclislerine katılmak üzere sık sık Dımaşk
yakınlarındaki Bevennâ Manastırı’na takıldığı belirtilir. Emevî� şairlerin-
den Hârise b. Bedr el-Gudânî�, Eblâk Manastırı’nda yudumladığı şaraplara
övgüsünü bazı dizelerinde dile getirmiştir. Hıristiyan kâtip Sercun’un oğlu
Yuhanna ed-Dımaşkî� (675-750), Emevî� sarayında büyümüştü. Yezî�d’in
çocukluk arkadaşı olan Yuhanna, Abdülmelik’in sarayındaki uzun memu-
riyeti sırasında yaptığı dinî� tartışmalarda Müslümanların inanç ve görüş-
lerine keskin tenkitler yöneltmiştir.[92]

Muâviye’nin hanımı, Yezî�d’in annesi Meysun, Kelb kabilesine men-


sup bir Hıristiyandı. Yezî�d de gençlik yıllarında günlerinin çoğunu karısı
Ü� mmü Külsüm ile birlikte Mürrân manastırında dinî� endişelerden uzak
bir hayat sürmüştü. Yezî�d’in, nedimi Hıristiyan şair Ahtal ile birlikte deği-
şik vesilelerle uzun süreli yolculuklara çıktığı bilinmektedir.[93]

Emevî� valilerinden Hâlid b. Abdullah el-Kasrî� Hıristiyan annesi öl-


düğü zaman, Dımaşk’taki din adamlarına seçkin insanların cenazelerine
benzer bir merasim düzenlemelerini emretmiş; cenazesine katılması ya-
nında kabre kadar da merasime iştirak etmişti.[94]

İ�lk dönemlerden itibaren gayrimüslimlerle oturup konuşmak, selam-


laşmak veya tokalaşmak en tabii komşuluk hakkı ve medenî� ilişki ölçü-
sü kabul edilmiştir. Tâbiûnun büyüklerinden Abdurrahman b. Esved’in
(99/717) Kûfe’de karşılaştığı zimmî�lerle selamlaştığı, Vâsıtlı âlim İ�bn
Muhâriz’in zimmî� arkadaşlarıyla tokalaştığı belirtilir.[95]

Emevî�ler döneminin sonlarında 131 (749) yılı taûnunda vefât eden


Vâsıtlı âlim Mansûr b. Zâzan’ın cenazesine başta Yahudiler olmak üzere
pek çok gayrimüslimin iştirak etmesi,[96] bu dönemde müslüman-gayri-
müslim ilişkilerinin ne derece içli-dışlı olduğunu göstermesi açısından
dikkat çekicidir.

[91] Buhârî�, “Cenâiz”, 49.


[92] Hitti, İ�slâm Tarihi, II, 310; Ö� ztürk, s. 264-265.
[93] Hitti, a.g.e, II, 309-310; H. Lammens, “Ahtal”, İ�A, I, 227.
[94] Abdürrezzak, el-Musannef, VI, 40-41 (Hadis no: 9929).
[95] Bk. İ�bn Sa’d, VI, 289-290; Bahşel, Tarîhu Vâsıt (nşr. Kürkî�s Avvâd), Beyrut 1986, s. 325
112.
[96] İ�bn Sa’d, V, 311; Bahşel, s. 82; İ�bnü’l-Esî�r, V, 311. Vâsıt’ın kuruluşu için bk. Belâzürî�,
Fütûh, s. 406; Ya’kûbî�, el-Büldân (nşr. M. J. de Goeje), Brill 1896, s. 322; Mukaddesî�,
s. 118.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hukukî� statü açısından eşit kabul edilen gayrimüslim tebaadan sa-


dece Mecusî�ler, sosyal hayata dair bazı konularda Müslümanlardan farklı
muamele görmüştür. Hz. Muhammed, Mecusî�lerden cizye kabul etmesine
rağmen kestikleri hayvanların yenmemesi ve kadınları ile evlenilmemesi
şeklinde onlara ehli kitaba davrandığından farklı davranmıştır. Bu uygula-
ma sonraki dönemlerde de aynen devam etmiştir.[97] Ancak Mecusî�ler sos-
yal hayatın diğer alanlarından kesinlikle dışlanmamışlardır. İ�slâm öncesi
dönemde hamam ve tuvalet gibi kurumları olmayan, hatta bu düşüncenin
kendilerini bile tiksindirdiği Mecusî�lerin temizlik anlayışı, Müslümanla-
rın bölgeye gelmesinden sonra değişmiş; onlarla birlikte hamamlara git-
me alışkanlığı kazanmışlardı. Emevî�ler dönemi âlimlerinden İ�krime’ye
(105/723) Mecûsî�lerin cünüp oldukları halde hamamlara gelip yıkandık-
ları sorulduğunda o, “temizleyici olan suyu, hiçbir şeyin kirletmeyeceğini”
söylemiştir.[98]

5. Gayrimüslimlerin İskânı

Hulefâ-yi Râşidî�n döneminden itibaren gayrimüslimlerin hem resmî�


olarak gerçekleştirilen iskân faaliyetleri çerçevesinde hem de normal yol-
larla, fethedilen bölgelerdeki terkedilmiş yerlere veya yeni kurulan şehir-
lere yerleştiği görülür.

İ�lk İ�slâm fetihlerinden sonra Şam (Suriye) bölgesinde yerli halkın


terk ettiği bazı araziler Müslümanlara iktâ olarak verilmişti.[99] Suriye’nin
fethiyle yerli Hıristiyan halkın bölgeyi terketmesinden sonra Yahudilerin
büyük göçmen gruplar halinde o zamanlar kutsal toprakların parçası sa-
yılan Sûr (Tyre) ve Haleb’e yerleştikleri belirtilir.[100] Fetihler sonrasında
gayrimüslimlerin fethedilen şehirlere yerleşmesine de herhangi bir engel
çıkarılmamıştır. Mesela, İ�skenderiye’nin fethiyle ilgili rivayetlerde anlaş-
ma maddesinde “İskenderiye’de Yahudilerin kalmasına müsaade edilecek-
tir.” şeklinde[101] açık ifadeler yer almaktadır.

İ� lk İ� slâm fetihlerinden sonra sosyal ve iktisâdî� canlılığın yanında


coğrafî� bir hareketlilik de başlamıştı. Bu hareketlilik sebebiyle Bizans

[97] Ebû Yusuf, s. 129.


[98] Ali Mazaherî�, Orta Çağda Müslümanların Yaşayışları (trc. Bahriye Ü� çok), İ�stanbul
1972, 218; Kara, Mecusîler, s. 23.
[99] Belâzürî�, Fütûh, s. 207.
[100] Moshe S. Sharon, İsrail Ulusunun Tarihi, Yeruşalayim 1981, s. 104.
326 [101] İ�bn Abdülhakem, Fütûhu Mısr ve Ahbâruhâ (nşr. Muhammed el-Hacerî�), Beyrut
1996, s. 106. Fethi gerçekleştiren Amr b. el-Â� s Hz. Ö� mer’e gönderdiği mektupta şe-
hirdeki Yahudilere cizye koyduğunu belirtmişti. Değerlendirmeler için bk. Seyyide
İ�smail Kâşif, Mısru’l-İslâmiyye ve ehlü’z-zimme, Kahire 1993, s. 30; Fayda, Ömer, s.
164.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

ve Sasanî� imparatorluklarının terkedilmiş toprakları (savâfî) muhacir


kabilelerin yerleşmesine yetmemiş; fethedilen bölgelerin devlet mer-
kezine uzak olması ve düşman sınırlarına yakın yerlerde ordu bulun-
durulmasının zorunluluğu gibi askerî� ihtiyaçların da ortaya çıkmasıyla
beraber ordugâh şehirlerin kurulması kaçınılmaz hale gelmişti.[102] An-
cak başlangıçta bu amaçlarla kurulan şehirlerin, gelişerek zamanla ti-
carî�, siyasî� ve kültürel merkezler haline gelmesiyle birlikte esnaf, tüccar,
işçi, sanatçı ve zanaatçı pek çok gayrimüslim için cazibe merkezi olmuş
ve şehirlerde büyük bir gayrimüslim nüfus oluşmuştu.[103] Bu oluşumda
İ� slâm zimmî� hukukunda gayrimüslimlerin İ� slâm şehirlerinde oturmala-
rına yönelik herhangi bir engelin olmamasının[104] da büyük etkisi vardır.
Ancak, Yahudilerde olduğu gibi, yasal bir zorunluluk bulunmadığı halde
gayrimüslimlerin İ� slâm şehirlerinde kendilerine ait özel mahallelerinin
olması, tabii ve toplumsal bir gelişmeydi.[105] Farklı cemaatlerin veya
Arapların karakteristiği olan kabilecilik esasında olduğu gibi kabilele-
rin, şehirlerin değişik ve kendilerine özgü mahallelerinde yaşaması, o
dönemde yaygın bir tercihti.[106] Yahudilerin özel bir mahallesinin bu-
lunduğu Hıms şehri[107] buna güzel bir örnektir. Emevî�ler döneminde-
ki iskân faaliyetlerinde şehirlere yerleştirilen Arapların aynı kabileden
olmasına özen gösterilmesi de[108] bu anlayışın Araplara has tezahürü
durumundadır. Zaten başta Yahudiler olmak üzere bütün gayrimüslim-
ler, tarih boyunca kendilerini başka kültürlerin etkisinden korumak için
ayrı mahallelerde yaşamayı tercih etmişlerdir.[109]

Hz. Ö� mer zamanında kurulan Kûfe’ye (20/641 yılı) kuruluşundan he-


men sonra İ�ranlı, Arap, Yahudi ve Hıristiyan unsurlardan müteşekkil bir
topluluğun yerleştiği bilinmektedir. Emevî�ler döneminin sonuna doğru
şehrin merkezine Hâlid b. Abdullah el-Kasrî� tarafından annesi için bir ki-
lise inşa edilmesinden,[110] şehirde önemli sayıda Hıristiyanın yaşadığını
anlıyoruz. Hz. Ö� mer döneminde kurulan Mısır’ın Fustat şehri de kurulu-
şuyla birlikte gayrimüslim yerleşimci almaya başlamıştı. Şehir esasen Bi-
zans’a ait bir kale olan Babilon (Kasru’ş-Şam) yakınlarında kurulmuştu.

[102] Halil Esamine, “Emevî�ler Döneminde Arapların İ�skânı” (trc. Nuh Arslantaş), Öneri
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 12 (1999), s. 271; Cengiz
Kallek, Asr-ı Saadet’te Yönetim-Piyasa İlişkisi, İ�stanbul 1997, s. 111.
[103] Lassner, s. 61; Goitein, Yahudiler ve Araplar, s. 99.
[104] Ebû Yusuf, s. 127.
[105] Lewis, s. 40; Sharon, s. 104.
[106] Sharon, s. 136. 327
[107] Belâzürî�, Fütûh, s. 187.
[108] Esamine, s. 272.
[109] Sharon, s. 136.
[110] Belâzürî�, Fütûh, s. 402; Zettersteen, “Sa’d b. Ebû Vakkas”, İA, X, 19.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ancak hicretin ilk asrından itibaren her iki yerleşim birimi birleşmiş, şeh-
re çok sayıda Kıptî� yerleşmişti.[111]

Emevî�ler döneminde gayrimüslimler İ�slâm şehirlerine yerleşmeye


devam ettiler. Yahudilerin Basra ve Ü� bülle’ye bu dönemde yerleştiği be-
lirtilir.[112] Yine bu dönemde (78/697 yılı) Haccâc tarafından kurulan Vâ-
sıt şehrine, Müslümanlar dışında diğer unsurların yerleşmesine müsaade
edilmemişse de,[113] Haccâc’ın görevden ayrılmasından sonra bu yasak kı-
rılmıştır. Bu dönemin sonlarında 131 (749) yılı taûnunda vefât eden Vâ-
sıtlı âlim Mansûr b. Zâzan’ın cenazesine başta Yahudiler olmak üzere pek
çok gayrimüslimin iştirak etmesi,[114] şehre her dinden insanın yerleştiğini
göstermektedir. Velî�d b. Abdülmelik zamanında Filistin bölgesi valisi Sü-
leyman b. Abdülmelik tarafından kurulmaya başlanan ancak Süleyman’ın
kendi hilafeti döneminde tamamlanan (98/716) Remle şehrine ise kuru-
luşundan itibaren Yahudi, Samirî� ve diğer gayrimüslim tebaa yerleşmiş;
sonraki dönemlerde de bunların yerleşmelerine herhangi bir engel çıka-
rılmamıştır.[115]

Fetihler sırasında ele geçirilen bazı küçük Hıristiyan şehirleri zaman-


la gelişip büyüme imkânı kazanmıştı. Mesela etrafı surlarla çevrili, birkaç
kilise ve az sayıda nüfusa sahip olan Musul, daha Hz. Ö� mer zamanından
itibaren müslüman Araplar ve gayrimüslim zümrelerin iskân edilmesi so-
nucu giderek gelişen bir şehir haline gelmişti. Bu gelişmeler Müslüman-
larla gayrimüslimlerin birlikte yaşadıkları şehirlerin ortaya çıkmasını da
sağlamıştır.[116] Musul’da kökeni Asur sürgününe (m.ö. 722) dayanan bir
Yahudi cemaati de yaşamaktaydı.[117]

Muâviye döneminden itibaren yapılan seferler, Bizans topraklarında


kalıcı iskânlarla sonuçlanmasa da bu topraklara yönelik bazı faaliyetle-
re de sahne olmuştur. Mesela, ilk fetih hareketleri sırasında İ�yâd b. Ganm
tarafından fethedilen Malatya, Muâviye zamanında İ�bn Zübeyr meselesi
dolayısıyla terkedilmesinin ardından Bizans’ın da yardımıyla Ermeniler
tarafından Hıristiyanlarla meskûn bir şehir haline getirilmişti.[118] İ�lerle-

[111] Makrizî�, el-Hıtatu’l-Makriziyye (Kitâbü’l-mevâiz ve’l-itibâr bi zikri’l-hıtatı ve’l-âsâr),


Kahire ts, I, 304; Eliyahu Ashtor, “Cairo”, EJd, V, 25; Baron, III, 106; Becker, “Kahire”,
İ�A, VI, 74-83. Fustat’ın kuruluşu için bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 296.
[112] Ashtor, “Basra”, EJd, IV, 311. Basra’nın kuruluşu için bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 487.
[113] Bahşel, s. 38.
[114] İ�bn Sa’d, V, 311; Bahşel, s. 82; İ�bnü’l-Esî�r, V, 311. Vâsıt’ın kuruluşu için bk. Belâzürî�,
Fütûh, s. 406; Ya’kûbî�, el-Büldân, s. 322; Mukaddesî�, s. 118.
328 [115] Baron, III, 102; Michael Avi-Yonah, “Ramleh”, EJd, XIII, 1540. Remle’nin kuruluşu
için bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 195; Ya’kûbî�, el-Büldan, s. 328.
[116] Belâzürî�, Fütûh, s. 465.
[117] Alexander Bein-Paul Borchadrt-Howard Jacopson, “Mosul”, EJd, XII, 444.
[118] Belâzürî�, Fütûh, s. 261.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

yen dönemde şehir Ö� mer b. Abdülaziz zamanında yeniden Müslümanlarla


iskân edilmişse de, Emevî� Devleti’nin yıkılış sürecinde Cezî�re’deki karı-
şıklıklar sırasında Bizans tarafından tekrar ele geçirilmiş, ancak tahliye
edilerek yıkılmıştır.[119]

Emevî�ler döneminde gayrimüslimler bazı zorunlu göç hareketlerine


de maruz kalmıştır. Muâviye’nin, Ba’lebek şehrinden bir grup gayrimüsli-
mi Kıbrıs’a yerleştirdiği bilinmektedir (33/653). Benzer şekilde Bizans-
lıların şehri terk etmesiyle boşalan Trablus şehrine Yahudileri yerleşti-
ren Muâviye,[120] bir grup Mecusî�yi de Antakya’ya tehcire tâbi tutmuştu
(42/662).[121] I. Velî�d zamanında ise Hıristiyan Cürcûme halkı Şam ve An-
takya’nın değişik yerlerine iskâna mecbur edilmişti (89/708).[122] Aynı
halife zamanında anlaşma şartlarına uymamaları sebebiyle Kıbrıs halkın-
dan bir kısmı Şam’a sürülmüş, ancak bu durum keyfî� bulunduğu için müs-
lüman kamuoyunda pek de tasvip görmemişti. Fakat Kıbrıslı Rumlar, III.
Yezî�d zamanına kadar (126/744) Şam’da sürgün hayatı yaşamaya devam
etmiş; yurtlarına ancak bu halife zamanında geri dönebilmişlerdi.[123]

Kuteybe b. Müslim’in Horasan valiliği sırasında Buhara’da yaşayan


ve şehrin ticaretini elinde bulunduran Mecusî� Kûşanların (Â� l-i Keskese/
Keskesân) evlerinin yarısına el konması sebebiyle şehrin dışında bir yere
yerleştikleri belirtilir. Ancak bu durumun zorunlu tehcirden ziyade, Kû-
şanların Müslüman Araplarla bir arada yaşamak istemeyişlerinden kay-
naklandığı kabul edilmektedir.[124]

Emevî�ler döneminde Mecûsî�lerin gerçekleştirdikleri bir diğer göç de,


dönemin sonlarında meydana gelmiştir. “Parsî�” adı verilen bir grubun, İ�s-
lâm fetihlerinden sonra İ�ran’da bölgede kalmak istememeleri sebebiyle
Gücerât’a (Hindistan) göç ettikleri belirtilir.[125]

6. Gayrimüslimlerin Resmî Görevlerde İstihdamı

Fetihlerle İ�slâm topraklarının muazzam şekilde genişlemesiyle, nü-


fus açısından azınlık konumunda olan Müslümanlar gıda temini, güven-
lik, malî� ve idarî� sahalarda gayrimüslim unsurlardan faydalanma yoluna
gitmişlerdir.[126] Gayri müslimlerin, özellikle de Hıristiyan ve Mecusî�lerin

[119] Belâzürî�, Fütûh, s. 262-263.


[120] Belâzürî�, Fütûh, s. 174-175.
[121] Belâzürî�, Fütûh, s. 211.
[122] Belâzürî�, Fütûh, s. 220. 329
[123] Belâzürî�, Fütûh, s. 210, 213.
[124] Kara, Mecusîler, s. 141-142.
[125] Kürşat Demirci, “Hindistan”, DİA, XVIII, 94; Kara, Mecusîler, s. 137.
[126] Goitein, Yahudiler ve Araplar, s. 97.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

devlet kademelerinde görevlendirilmeleri, Hz. Ö� mer döneminden itiba-


ren başlamış, Emevî�ler dönemi ile birlikte de artarak devam etmiştir. Bu
dönemde Yahudiler bürokratik alanlarda geri planda kalmışlardır.

İ�slâm fetihlerinin Sasanî� ve Bizans gibi önemli ve teşkilâtlı devletlerin


topraklarında gerçekleşmesi nedeniyle, fethedilen yerlerde bürokratik iş-
lerden anlayan gayrimüslim unsurların idare tarafından istihdamı tabi-
idir. Bu sebeple Emevî�ler döneminde Sasanî�lerden alınan yerlerde daha
çok Mecusî�ler; Şam, Filistin ve Mısır gibi Bizans’tan fethedilen yerlerde ise
Hıristiyanlar istihdam edilmişti.[127] Bu dönemde gayrimüslim unsurların
istihdam edildiği en yoğun alan kâtiplik ve danışmanlıktı. Gayri müslim
kâtip ve danışmanların Emevî� halife ve bürokratların kararlarında önemli
etkileri vardı. Bu kimseler sıradan bir “emir kulu” değildi; aksine verilen
kararlarda çok belirleyici rolleri vardı. Mesela Hz. Hüseyin tarafından Kû-
fe’ye gönderilen Müslim b. Akî�l’in halk tarafından benimsenip Hz. Hüseyin
adına biat aldığı haberi karşısında ne yapacağını şaşıran Yezî�d’e, “Şu anda
baban (Muâviye) sağ olsaydı dediğini yapar mıydın?” diye soran Sercûn,
“Evet!” cevabını aldıktan sonra ona Kûfe’ye Ubeydullah b. Ziyâd’ı tayin et-
mesi tavsiyesinde bulunmuştu.[128] Ubeydullah’ın başarısı, Sercûn’un, bü-
rokratların neler yapıp neler yapamayacaklarını dikkatli bir şekilde göz-
lemlediğini göstermektedir. Benzer şekilde 81 (700) yılında isyan eden
Abdurrahman b. Eş’as’a karşı takip edeceği stratejinin belirlenmesinde
Haccâc’ın sıkça görüşüne başvurduğu gayrimüslim bürokrat Mecusî� Zâ-
dân Ferrûh idi. Zâdân Ferrûh ona İ�bn Eş’as’ın askerlerinin Basra’ya girme-
lerine göz yummasını, ailelerine kavuşan askerlerin direnci kırılacağı için
kendisine karşı koyamayacakları tavsiyesinde bulunmuş; ilerleyen süreç,
tavsiyesinin isabetli olduğunu göstermişti.[129]

Devletini bazı Bizans kurumlarından faydalanarak kuran ve istikra-


ra kavuşturan Muâviye, gayrimüslimlere çok iyi davranan ve onların gö-
nüllerini almasını bilen biriydi. Bunlardan bazılarını da sarayında görev-
lendirmiştir. Ö� zel kâtibi Hıristiyan Sercûn b. Mansûr er-Rûmî� (Sergios),
bunların en meşhurudur.[130] Sercûn, halifeleri çok iyi tanıyor ve onların
olaylar karşısında takınacakları tavrı da önceden kestirebiliyordu.[131] O,
Yezî�d, Mervân b. Hakem ve Abdülmelik b. Mervân’ın kâtipliğini de yapmış-
tı.[132] Muâviye’ye kâtiplik yapan bir diğer Hıristiyan da Gassanlı Ubeyd b.

[127] Baron, III, 120; Lewis, 77. Ayrıca bk. Goitein, Yahudiler ve Araplar, s. 100.
[128] Taberî�, V, 356.
330 [129] Bk. Belâzürî�, Ensâb, VII, 324-325.
[130] Taberî�, V, 356.
[131] Taberî�, V, 356.
[132] Mes’ûdî�, et-Tenbîh ve’l-işrâf (nşr. Abdullah İ�smail es-Sâvî�), Beyrut 1981, s. 281, 285,
286.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Evs idi. Sercûn ve Ubeyd, Muâviye’nin ölümünden sonra oğlu Yezî�d için de
kâtiplik yapmışlardır. Sercûn’un oğlu Mansûr ise Mervân b. Hakem’in da-
nışmanı olmuştur.[133] İ�bn Batrî�k adında bir başka Hıristiyan ise Süleyman
b. Abdülmelik’in kâtipliğini yapmıştı. Halife Süleyman, Remle şehrinin
imârında işlerin takibi için onu görevlendirdiği gibi, idarî� alanda gerçek-
leştireceği yeniliklerin yapılmasını da ona havale etmişti.[134] Abdülmelik
zamanında Hıristiyan Athanasi (Athanasius) Mısır valisi Abdülaziz b. Mer-
vân’ın haraç divanıyla ilgili işlerini yürütüyordu. Maddî� açıdan çok zengin-
leşmesi yanında, bazı Hıristiyan kiliselerinin yapımına da ön ayak olmuş-
tu. Tâzeri b. Astî�n isimli Hıristiyan bir bürokrat da Halife Hişâm tarafından
Hıms divanına atanmıştı.[135]

Halifeler gibi Emevî�lerin bölge valileri de gayrimüslim memur ve bü-


rokratları istihdamdan geri durmamışlardır. Muâviye dönemi Horasan va-
lilerinden Abdurrahman b. Ziyâd’ın kâtibi, Stefanus isimli bir Hıristiyan-
dı.[136] Abdülmelik’in Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân’ın kâtibi ise Urfalı
Yenas b. Hamâyâ idi. Yenâs’ın görev sırasında pek çok mal-mülk edindiği
rivayet edilir. Abdülaziz’in ölümünden sonra, haksız edindiği bu malları-
nın bir kısmına yeni halife tarafından el konmuştu.[137]

Emevî�ler Mecusî� nüfusun yoğun olduğu Irak, Fars ve Horasan bölge-


lerinde de başta vergi işleri olmak üzere ağırlıklı olarak Mecusî�lerden fay-
dalanmışlardır. Yezî�d’in Basra valisi Ubeydullah b. Ziyâd, dihkanları haraç
toplama işleri ile görevlendirmesini şu sözleriyle açıklamıştır: “Ben Arap-
lardan birini haraç toplamakla görevlendirdiğimde haraç gelirleri düşü-
yordu. Onu tazminat ödemeye zorlasam, kabilesi bana karşı cephe alıyor,
düşman kazanıyordum. Eğer malı bıraksam Allah’ın hakkını çiğnemiş
oluyordum. Dihkanları haraç toplamak hususunda daha duyarlı ve itinalı
gördüm. Ü� stelik onlardan, bir Araptan daha kolay hesap sorabiliyordum.”[138]

Emevî�ler döneminde Mecusî� vergi memurlarının ünlülerinden biri


Abdullah b. Mukaffâ’nın babası Dâzebe idi. Mecusî� ileri gelenlerinden olan
Dâzebe, Haccâc’ın Irak valiliği sırasında bölgede vergi tahsildarlığı yapmış-
tır. Ancak bir süre sonra görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle kendisine
işkence yapılmış, işkenceden eli sakat kaldığı için sonraki dönemlerde “Mu-
kaffâ’” (Çolak) lakabı ile meşhur olmuştu. Hayatı boyunca Mecusî� olarak

[133] Belâzürî�, Ensâb, IV A, 136; Cehşiyârî�, el-Vüzerâ ve’l-küttâb (nşr. Mustafa Sakkâ vd.),
Kahire 1401/1980, s. 24, 32-33.
[134] Belâzürî�, Fütûh, s. 195; Mes’ûdî�, et-Tenbîh, s. 291; Cehşiyârî�, s. 48.
[135] Cehşiyârî�, s. 34, 60; Bar Hebreaus, Abu’l Farac Tarihi (trc. Ö� mer Rıza Doğrul), Ankara 331
1945, I, 189. Athanasi’nin serveti için bk. Bar Hebreaus, aynı yer.
[136] Cehşiyârî�, s. 29.
[137] Cehşiyârî�, s. 35.
[138] Taberî�, V, 523; İ�bnü’l-Esî�r, III, 323.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yaşayan Dâzebe, Basra’da ikâmet etmiş ve oğlu Abdullah’ın (Rûzbih) Arap


geleneğine göre yetişmesi için büyük gayret göstermişti. Dâbeze’nin, ölü-
müne kadar da Emevî�lerin son dönem komutanlarından Â� mir b. Dübâ-
re’nin kâtipliğini yaptığı rivayet edilir.[139] Hişâm b. Abdülmelik zamanında
Irak valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’nin halife tarafından görevden alınma-
sı, vergi memuru olarak istihdam ettiği bir Mecusî�nin Müslüman bir hanıma
tecavüzünü örtbas etmesinden kaynaklandığı nakledilir.[140] Mecusî� Zâdân
Ferrûh, Ziyâd b. Ebih[141] ve Haccâc’ın hem danışmanlık hem de âmilliğini
(vergi memurluğu) yürütmüştür. Zâdân Ferrûh yanında pek çok dindaşını
çalıştırmıştır.[142] Ö� lümünden sonra ise Haccâc’ın haraç kâtipliğine oğlu Mer-
danşah getirilmiştir.[143] Zâdân Ferrûh’un torunu Mâcüsebs b. Behram ise
Mervân b. Muhammed zamanında Ahvâz valisi olan Süleyman b. Habî�b’in
haraç kâtipliğini yapmıştı.[144] Kaynaklarda Haccâc’a katiplik yapan iki Me-
cusî�den daha bahsedilir. Bunlardan ilki Zâdân Ferrûh’un akrabası Vehzâz
b. Yezdâd’tır. İ�sfahan’ın haraç işlerine tayin edilen Vehzâz’ın bölge ve vergi
işleriyle ilgili olarak gönderdiği raporlarla Haccâc’ı devamlı surette bilgi-
lendirdiği kaydedilir.[145] Haccâc’ın haraç kâtipliğini yapan diğer Mecusî� ise,
Abdullah (Ruzbî�h) b. Mukaffâ’dır. Babasının haraç divanındaki görevi sebe-
biyle Basra’da Arap geleneği üzerine yetiştirilen İ�bnü’l-Mukaffâ’, Süleyman
b. Abdülmelik zamanında Irak haraç âmilliğini yapan Sâlih b. Abdurrahman
tarafından Dicle kasabaları veya Bihkubâz isimli yerleşim biriminin vergile-
rini toplamakla görevlendirilmişti. İ�bnü’l-Mukaffâ’nın vergileri toplayarak
sarartılmış bir deri üzerine kaydetmesi, Sâlih’in çok hoşuna gitmişti. Bu dö-
nemde babasının ölümünden sonra Â� mir b. Dübâre’nin kâtipliğini yapan
İ�bnü’l-Mukaffâ’, Emevî�ler döneminin sonlarına doğru ise Irak valisi Ö� mer b.
Hübeyre’nin oğulları Basra ve Kûfe valisi Yezî�d ile Kirmân valisi Davud’un
kâtipliğini yapmıştır.[146] Nasr b. Seyyâr’ın Horasan valiliği sırasında vergile-
ri toplamakla görevlendirilen Mecusî� Behramsî�s’in, dindaşı Mecusî�leri gö-
zetirken Müslüman ahaliye eziyet ettiği rivayet edilir. Behramsî�s, Müslüman
olmalarına rağmen Mecusî� dindaşlarını vergiden muaf tutmadığı gibi, yet-
kisini kötüye kullanarak kendilerine gayrimüslim muamelesi yapmış; buna
karşın dindaşlarına her türlü kolaylığı sağlaması yanında onların vergilerini
de Müslümanlara yüklemişti.[147]

[139] Belâzürî�, Ensâb, IV, 289; İ�smail Durmuş, “İ�bnü’l-Mukaffa”, DİA, XXI, 130.
[140] Bk. Belâzürî�, Ensâb, IX, 95-96.
[141] Cehşiyârî�, s. 34.
[142] Belâzürî�, Ensâb, VII, 324-325.
[143] Belâzürî�, Ensâb, VII, 330.
332 [144] Cehşiyârî�, s. 99.
[145] Ebû Nuaym el-İ�sfahânî�, Kitâbü târîhi İsbahan: (Zikru ahbâri İsbahân) (nşr. Seyyid
Kisrevi Hasan), Beyrut 1990/1410, I, 62.
[146] Belâzürî�, Fütûh, 650; a.mlf., Ensâb, IV, 289; Durmuş, “İ�bnü’l-Mukaffa’”, DİA, XI, 130.
[147] Bk. Taberî�, VII, 21, 173.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Emevî�ler döneminde istihdam konusunda Mecusî� ve Hıristiyanların


tersine Yahudiler daha geri planda kalmışlardır. Bu durum bir yönüyle
Yahudilerden de kaynaklanmıştır. Bizans ve Sasanî� devletlerinde Yahu-
dilerin istihdam edilmesi yasaktı.[148] Yahudiler daha çok ticaret, ziraat
veya bazı zanaat dallarında ön plana çıktıkları için, devlet kademelerin-
de istihdamları yok denecek kadar azdı. Bunun tecrübesizlik yanında,
yüzyılların kendilerine kazandırdığı “yönetici sınıfa karşı temkinli olma”
ve “onlarla ilişkilerini belli mesafede tutma” tecrübesinden kaynaklan-
dığı da söylenebilir. Bu durum Emevî�ler döneminde de devam etmiştir.
İ� slâm dünyasında Yahudilerin devletin üst kademelerinde istihdamla-
rı Abbâsî�ler döneminde başlamıştır.[149] Ancak kaynaklara üst düzeyde
olmasa da orta ve alt kademelerde istihdam edildiklerine dair bazı ör-
nekler de yansımıştır. Emevî�ler döneminde Yahudilerin devlet bürokra-
sisinin orta düzeylerde istihdamına dair yegâne örnek Sümeyr adlı bir
Yahudinin para basımında görevlendirilmesidir. Makrizî�, Abdülmelik
tarafından bastırılan gümüş paraları ilk defa kestirenin, bu Teymâlı Ya-
hudi olduğunu söyler. Bastırdığı gümüş paralara ona nispetle Sümeyriye
adı verilmişti.[150] İ� bnü’l-Esî�r, kendisinden başkasının para bastırması-
nı yasaklamasına rağmen Yahudi Sümeyr’in idareden habersiz dirhem
bastırdığını öğrenen Haccâc’ın onu öldürülmek üzere tutukladığı, ancak
Sümeyr’in halkın alışverişlerinde birbirini kandırmasını önlemek için
bir terazi hazırladığını ve bu sayede ölümden kurtulduğunu nakleder. O
zamana kadar terazisi olmayan ve bu sebeple paraları birbiriyle tartan
halkın, terazi hazırlanmasından sonra birbirini aldatma ihtimalinin or-
tadan kalktığı belirtilir.[151]

Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerin yoğun istihdam alanlarından


biri de tıptır. Halife ve idarecilere pek çok gayrimüslim tabip hizmet et-
miştir. Tabiplerin çoğunun Hıristiyan olduğu belirtilmelidir.[152] Bunlar
halifelere ve idarecilere yakın olmasını bilmişlerdir. Hıristiyan İ�bn Â� sâl,
Muâviye’nin rakip olarak gördüğü valisi Abdurrahman b. Hâlid (b. Velî�d)
veya Hz. Ali’nin kudretli valisi Malik el-Eşter gibi kimselerin zehirlenme-
sinde önemli roller üstlenmiştir.[153] İ�bn Â� sâl’ın ölümünden sonra Muâvi-
ye’ye hizmet eden bir diğer Hıristiyan tabip de Ebü’l-Hakem’dir.[154] Muâvi-
ye’nin oğlu Yezî�d’in doktoru da bir Hıristiyandı. Ebû Ca’fer Ahmed b. Yusuf

[148] Sharon, s. 105.


[149] Necdet Hammâş, el-İdâre fi’l-asri’l-Ümevî, Dımaşk 1980, s. 356.
[150] Makrizî�, en-Nukûdü’l-kadîmetü’l-İslâmiyye (trc. İ�brahim Hakkı Konyalı), İ�stanbul
1946, s. 36; Belâzürî�, Fütûh, s. 656. 333
[151] İ�bnü’l-Esî�r, IV, 417; Baron, III, 150.
[152] Rihab Hıdır Akkavî�, el-Mûcez fî târîhi’t-tıb inde’l-Arab, Beyrut 1995, s. 130.
[153] Taberî�, V, 227; İ�bn Ebû Usaybia, s. 172; Wellhausen, s. 65.
[154] İ�bn Ebû Usaybia, s. 175.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

isimli bu doktorun hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur.[155] Yahudilerden


ise tabip Mâserceveyh, Mervân b. Hakem zamanında tıpla ilgili bir eserin
tercümesiyle görevlendirilmişti.[156] Furât b. Şehnâse adlı bir başka Yahudi
tabip de gençliğinde Haccâc’ın tabipliğini yapmıştı. Emevî�ler döneminin
meşhur Hıristiyan tabiplerinden Teyâzuk’un en çalışkan öğrencilerinden
olan Furât, Abbâsî�ler döneminde halife Mansûr’un askerî� alanda itimat
ettiği kimselerin başında gelen İ�sa b. Mûsâ’nın da tabipliğini yapmıştı. İ�sa
her işinde kendisiyle istişarede bulunurdu.[157] Dönemin bir başka Yahudi
tabibi de Mâserceveyh’in oğlu İ�sa’dır.[158]

Emevî�ler döneminde gayrimüslimler kâtiplik ve tabiplik alanlarının


dışında da istihdam edilmişlerdir. Muâviye’nin Bizanslıların şehri terk
etmesiyle boşalan Trablus(şâm) şehrine Yahudi ve Mecusî�lerden oluşan
bir grup gayrimüslimi yerleştirdiği belirtilir. Muâviye’nin sahil şeridinde-
ki bu faaliyetinin esas amacı Arapların yabancı olduğu gemi inşaatı için
tesisler kurmak ve özellikle İ�ranlıların mevcut kalifiye iş gücünden yarar-
lanmaktı.[159] Yine Muâviye’nin muhtemelen devlet başkanlığı sırasında
Irak’tan getirttiği İ�ranlı ustalara tuğla ve kireçten bir köşk yaptırdığı riva-
yet edilmektedir.[160] 80 (699) yılında Mekke‘nin sele maruz kalmasından
sonra Halife Abdülmelik Mekke valisine bent yapılması için Hıristiyan bir
usta göndermiş ve Mekke’de Benî� Cümah seddi olarak bilinen Benî� Kurad
seddi ile Mekke’nin aşağı tarafındaki setleri inşa etmişti.[161] Süleyman b.
Abdülmelik zamanında ise Remle şehrinin imarı sırasında bina ve mer-
kez camiinin inşası ile görevlendirilen Hıristiyan kâtip Batrik en-Nikâ’nın
emrinde pek çok gayrimüslim işçinin çalıştığı rivayet edilir.[162] Velî�d b.
Abdülmelik de Mescid-i Nebevî�’nin tamiri için Şam ve Mısır Hıristiyan-
larından oluşan seksen kişilik bir usta ve işçi grubunu görevlendirmişti
(87/706).[163] Emevî�lerin Horasan valisi Esed b. Abdullah el-Kasrî�’nin sık-
ça yaşanan ayaklanma sebebiyle harabe haline gelen Belh’i yeniden imar
etmeye karar verdiğinde (725 yılı), ücretleri vergilerinden düşülmek kay-
dıyla Nevbahar dihkanı Ebû Hâlid b. Bermek’in başkanlığında oluşturdu-
ğu (Mecusî�) bir işçi grubuna şehri imar ettirdiği belirtilir.[164]

[155] İ�bn Ebû Usaybia, s. 175.


[156] İ�bn Cülcül, Tabakâtü’l-etıbbâ ve’l-hukemâ (nşr. Fuad Seyyid), Beyrut 1985, s. 61; İ�bn
Ebû Usaybia, s. 232.
[157] İ�bn Ebû Usaybia, s. 230; İ�bnü’l-Kıftî�, İhbâru’l-ulemâ bi-ahbâri’l-hukemâ (Târîhu’l-
hükemâ) (nşr. Julius Lippert), Leipzig 1903, s. 105, 255.
[158] İ�bnü’l-Kıftî�, s. 267; Baron, VIII, 243.
[159] Belâzürî�, Fütûh, s. 174-175; Davut Dursun, “Beyrut”, DİA, VI, 81.
334 [160] Kara, Mecusîler, s. 192.
[161] Belâzürî�, Fütûh, s. 72.
[162] Belâzürî�, Fütûh, s. 195.
[163] Belâzürî�, Fütûh, s. 13.
[164] Taberî�, VII, 41; Tahsin Yazıcı, “Belh”, DİA, V, 410.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Bu dönemde gayrimüslimler askerî� alanda da istidam edilmişlerdir.


53 (672) yılı sonlarında Buhara şehrini fetheden Ubeydullah b. Ziyâd’ın
dönüşünde iyi ok ve yay kullanan 2.000 kadar savaşçıya maaş tahsis ede-
rek Basra’ya getirdiği ve bunlardan özel bir muhafız taburu oluşturdu-
ğu rivayet edilir.[165] Halife Hişâm’ın Lükam Dağı’nda Akabetü’l-Beyzâ’da
inşa ettirdiği bir kaleye Cürcûme halkından kırk; Bağrâs’a da elli kişiden
oluşan gayrimüslim bir askerî� birliği yerleştirdiği belirtilir.[166] 93 (712)
yılında ise Kuteybe b. Müslim’in Hârizmlilerle yaptığı anlaşmada gerekti-
ğinde kendisine 10.000 kişilik yardımcı kuvvet vermelerini şart koştuğu
nakledilir.[167]

Halife Abdülmelik, Kubbetü’s-Sahra’ye 300 zenci hizmetçinin yanın-


da, on Hıristiyanı sarnıçların ve yolların temizliği için, yirmi Yahudiyi de
lambaların bakımı ve temizliği için görevlendirmişti. Abdülmelik bazı Ya-
hudi aileleri de Mescid-i Aksâ’nın muhafızlığına tayin etmişti.[168]

Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerin istihdamıyla ilgili olarak Ab-


dülmelik b. Mervân ve Ö� mer b. Abdülaziz zamanlarında yürürlüğe konan
bazı uygulamalar tartışma konusu olmuştur. Emevî�lerin en büyük hüküm-
darı kabul edilen Abdülmelik halifeliği döneminde iç işlerinde yönetim
muhaliflerine, dış işlerinde ise düşmanlara karşı yürüttüğü başarılı müca-
dele yanında devletin ilerlemesini sağlayan yeni birtakım tedbirler almış-
tı. Bu bağlamda Müslümanlara ait ilk parayı bastırmış, devlet dairelerinde
Arapça’yı resmî� dil ilan etmiş, bunun bir sonucu olarak da mahallî� dillerde
tutulan divanları Arapça’ya tercüme ettirmişti. Abdülmelik’in, devletin
değişen siyasî� ve ekonomik yapısını dikkate alarak gerçekleştirdiği bu re-
formlardan en çok etkilenenler, dil bilmeleri sebebiyle yoğun bir şekilde
istihdam edilen gayrimüslimler olmuştur.

Suriye, Mısır ve Irak’ta divanlar biri Arapça, diğeri ise daha önce ver-
gi kayıtlarının tutulduğu yerel dil olmak üzere iki ayrı dilde tutuluyordu.
Bu divanlardan birinde Müslümanlara ait nüfus kayıtları ve atıyye bilgi-
leri, diğerinde ise vergi bilgileri yer alıyordu. Yerel dilde tutulan kayıtlar
Irak’ta Farsça, Suriye’de Rumca, Mısır’da ise Kıptî� dilinde tutuluyordu. Ana
dilleri olması sebebiyle bu kayıtlar Hıristiyan ve Mecusî� zimmî�ler tarafın-
dan tutuluyordu. İ�slâm dünyasında o döneme kadar bu dillerde tutulan

[165] Taberî�, V, 298; Şeşen, “Buhârâ”, DİA, VI, 363.


[166] Belâzürî�, Fütûh, s. 228.
[167] Taberî�, VI, 483.
[168] Mazaheri, s. 43; Stefan Leder, “The Attitude of the Jews and their Role towards the 335
Arab-Islamic Conquest of Bilad al-Sham”, Proceeding of the Second Symposium on
the History of Bilad al-Sham during the Early Islamic Period up to 40 A.H./ 640 A.D.
içinde, 175-179, Amman 1987, s. 178; Haim Z’ew Hirscberg, “Jerusalem”, EJd, IX,
1410.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kayıtların Arapça tutulmasına karar verilmiş; 78 (697) yılından itibaren


bölge bölge Arapçaya çevrilmeye başlanmıştır. Reformun, Abdülmelik’in
sırf Arapçılık politikası veya gayrimüslim bir bürokratın mürekkep hok-
kasına işemesi gibi tesadüfî� veya bir kızgınlık neticesinde değil, devletleş-
me yolunda iyi planlanmış siyasî�, kültürel ve sosyo-ekonomik bir reform
olduğu belirtilmelidir. Ö� te yandan gayrimüslim bürokratları doğrudan
hedef alan bir politika da değildir. O güne kadar yoğun istihdam alanların-
dan olduğu için, bu karardan en çok etkilenenler, onlar olmuştur; ancak
dil (Arapça) bilenler eskiden olduğu gibi görevlerine devam ettiği gibi, iç-
lerinden yeni yetişenlerden kabiliyetli olanlar da istihdam edilmişlerdir.[169]

Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerin istihdamıyla ilgili çok tartı-


şılan benzer bir diğer konu da Ö� mer b. Abdülaziz zamanındaki uygula-
malardır. Ö� mer b. Abdülaziz, halifeliği döneminde zimmî�lerin resmî� dai-
relerde görevli olmalarını istememiş, valilerine yazdığı bir mektubunda,
onların başlangıçta istihdam edilmelerinin makul bir uygulama olduğu-
nu, ancak artık buna gerek kalmadığını belirterek emirlerinde bulunan
gayrimüslimlerin görevden el çektirilmesini emretmişti.[170] Herhangi
somut bir örnek verilmeksizin bu emir üzerine Yahudilerin de hükümet
işlerinden uzaklaştırıldığı belirtilir.[171] Ancak bu uygulamanın da sadece
üst seviyedeki görevlilerin azli şeklinde anlaşılması daha uygundur. Aksi
takdirde böyle bir kararın idarî� yapıyı tümüyle işlemez hale getireceği
aşikârdır.[172] Fakat Ö� mer b. Abdülaziz bu icraatı sebebiyle o dönemde ya-
şayan gayrimüslimler ve özellikle o dönemlerle ilgili araştırmalar yapan
müsteşrikler tarafından “zalim”, dönemi ise “kara dönem” olarak adlandı-
rılmıştır.[173] Hâlbuki onun bu faaliyeti değişen siyasî� ve ekonomik şartları
dikkate alarak reformlara girişen Abdülmelik’in siyasetinin bir devamı ol-
ması yanında, kamuoyunun büyük tasvibine de mazhar olmuştu. Ü� stelik
bu uygulamada gayrimüslimlerle yapılan anlaşmalar çerçevesinde aley-
hte bir durum da söz konusu değildi. Zira yapılan anlaşmalarda onların
devlet dairelerinde çalıştırılması hiçbir zaman söz konusu edilmemişti.[174]
Bu sebeple bürokrasi sahasındaki bu uygulamanın, “yetkisini kötüye kul-
lanan, devletin esas unsuru müslüman halkı aşağılayarak kadrolaşma ve
yolsuzluk yapan gayrimüslim bürokratların görevden alınması” şeklin-
de anlaşılması daha uygundur. Ö� mer b. Abdülaziz’in bu hamlesi vefatını
müteakip devam ettirilmemiştir. Pragmatik nedenlerle gayrimüslimlerin

[169] Konu ile ilgili detaylı bilgi için bk. Hitti, II, 342-344.
[170] İ�bnü’l-Esî�r, V, 66; Hammâş, s. 354.
336 [171] Hitti, II, 369.
[172] Konuyla ilgili değerlendirme için bk. Seyyide İ�smail, s. 141.
[173] İ�rfan Aycan, “Ö� mer b. Abdülaziz ve Gayrı Müslimler”, Dinî Araştırmalar 3 (1999), s.
65.
[174] Seyyide �smail, s. 142; Aycan, s. 73-74.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

bürokratik işlerde çalıştırılmasına devam edilmiş, sonraki Emevî� idareci-


leri bu uygulamayı kuramsal olarak temellendirmeyi gerekli bile görme-
mişlerdir.[175]

7. Gayrimüslimlerin Dinî Hayatı

Emevî�ler döneminde zimmî�ler, hâkim sınıfla sosyal hayat ve devlet


bürokrasisinde kaynaşmaları yanında, dinî� örgütlenmeleri ve dinsel ya-
şamları konusunda da herhangi bir engelle karşılaşmamış; büyük bir ser-
bestlik içinde yaşamışlardır.

İ�slâm hukukunda kendilerine din ve vicdan hürriyeti verilerek tebaa-


lığa kabul edilen gayrimüslimlerin mabetleri de güvence altına alınmıştır.[176]
Gerçekten de Müslümanların fethettikleri yerlerdeki gayrimüslim ma-
betlerini yaptıkları anlaşmalarla teminât altına alarak yok olmaktan kur-
tarmaları, tarihî� bir gerçektir. Bu mabetlerin çoğunun günümüze kadar
gelmesi, söz konusu teminâtın en somut göstergesidir. İ�slâm dünyasında
kilise, sinagog ve âteşgedeler devletin koruması altında kabul edilmiştir.[177]

Hz. Muhammed zamanında, gayrimüslimlerle yapılan anlaşmalarda


mevcut mabetlerin kendilerine ait olduğu kabul edilerek korunmaları ga-
ranti altına alınmıştı.[178] Hz. Muhammed’in gayrimüslim mabetleriyle ilgili
bu uygulaması örnek teşkil etmiş, Hulefâ-yi Râşidî�n ve sonraki dönemler-
de mabetler için aynı uygulama takip edilmiştir. Hz. Ebû Bekir zamanında
Â� nât,[179] Yahudilerin de yaşadığı Taberî�ye,[180] Hz. Osman döneminde yine
Yahudilerin yaşadığı Debî�l[181] ve Tiflis[182] gibi yerlerdeki sinagog ve kili-
seler, yapılan anlaşmalarla koruma altına alınmıştı. Hz. Ö� mer zamanında
Yahudilere Roma tarafından konan yerleşim yasağı da kaldırılmıştır. Bar
Kohba isyanından sonra (M. 132-135) Yahudilerin Kudüs’e girmeleri ya-
saklanmıştı. Senede bir gün, Mabed’in yıkıldığı gün olan, 9 Av’da şehre gir-
melerine müsaade edilen Yahudilere verilen bu izin de, aslında onları psi-
kolojik açıdan tacize yönelikti. Yahudilerin beş asırlık (135-638) Kudüs’e

[175] Hammâş, s. 355; Hitti, II, 368; Lewis, s. 42.


[176] Kur’ân’da bu hususa şu şekilde işaret edilir: “…Allah’ın insanları birbiriyle defetmesi
olmasaydı, (rahiplerin) mabetleri, (hıristiyanların) kiliseleri, (yahudilerin) havraları
ve içinde Allah’ın isminin çok zikredildiği (müslümanların) mescidleri mutlaka harap
olup yıkılırdı…” Bkz. Hac 22/40.
[177] Bk. M. Mahfuz Söylemez, “Eğitim ve Ö� ğretim Faaliyetleri”, Emevîler Dönemi Bilim,
Kültür ve Sanat Hayatı, Ankara 2003, 69-70.
[178] Meselâ, Necrânlıların mabetlerine tanınan güvence için bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 87. 337
[179] Ebû Yusuf, s. 146.
[180] Belâzürî�, Fütûh, s. 160.
[181] Bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 282.
[182] Belâzürî�, Fütûh, s. 284.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

giriş yasağı, şehrin fethinden sonra Hz. Ö� mer tarafından kaldırılmıştır. Fe-
tihten sonra Kudüs’te kendilerine bir mahalle tahsis edilen Yahudiler, dini
vecibelerini ve bayramlarını rahatça yerine getirmeye ve kutlamaya baş-
lamışlardır.[183] Hz. Ö� mer zamanında kurulan Kûfe’ye kuruluşundan he-
men sonra (20/641 yılı) Arap, Yahudi, Mecusî� ve Hıristiyan unsurlardan
oluşan bir topluluğun yerleştiği bilinmektedir. Bunların ibadetlerini rahat
yapabilecekleri mabet inşa etmelerine herhangi bir engel çıkarılmamıştır.
Hî�re gibi eski bir Hıristiyan yerleşim merkezinin yakınına kurulması se-
bebiyle Kûfe çevresinde pek çok kilise bulunmaktaydı. Dönemin sonlarına
doğru şehrin merkezine Hâlid b. Abdullah el-Kasrî� annesi için bir kilise
inşa ettirmişti.[184] Amr b. el-Â� s tarafından Hz. Ö� mer zamanında kurulan
Fustat’da zamanla yakınında bulunan eski Hıristiyan yerleşim yeri Babi-
lon ile birleşmesi sonucu, önce banliyösü, ilerleyen zamanlarda da mer-
kezinde pek çok kilise ve sinagog inşa edilmişti.[185] İ�slâm dünyasındaki
Yahudi sinagoglarının bir kısmı tarih olarak eski zamanlara dayansa da,
çoğu, fetihler ve sonrasında, İ�slâmî� dönemde inşa edilmiştir.[186] Emevî�ler
döneminde müşrik Mecusî�lerin âteşgede inşa etmelerine de herhangi bir
engel çıkarılmamıştır; zira sonraki dönem Müslüman coğrafyacılar Me-
cusî�lerin yaşadığı yerlerde, özellikle de Fâris bölgesinde, sayılamayacak
kadar çok âteşgede olduğunu kaydederler.[187] İ�slâm dünyasında ihtiyaç
bulunması ve ruhsat alınması şartıyla[188] gayrimüslimlerin mabet inşa-
sına ya da deprem vb. doğal afetler neticesinde tahrip olanlarının tami-
rine herhangi bir engel çıkarılmamıştır. Muâviye’nin 679 yılında Urfa’da
depremden zarar gören Hıristiyan kilisesinin tamirine izin verdiği, bizzat
Hıristiyan kaynaklar tarafından nakledilir.[189]

İ�slâmiyet’in tanımış olduğu din ve vicdan hürriyeti çerçevesinde gayri-


müslimler ibadetlerini istedikleri gibi icra ediyor; ibadet şekilleri ne olursa

[183] Fetih sırasında şehrin valiliğini yapan Hıristiyan Patrik Sophronius (560-638,
Kudüs) Yahudilerin Kudüs’e yerleşmesine şiddetle karşı çıkmıştı. Ancak Hz. Ö� mer,
Hıristiyan Patrik’in bütün karşı çıkışına rağmen, Taberiye’den getirttiği 70 veya
bazı rivayetlere göre 100 Yahudi aileyi şehrin güneyindeki mahalleye yerleştir-
miştir. İ�branice kaynaklarda geçen bu bilgi ile ilgili detaylar için bk. Nuh Arslantaş,
Yahudilere Göre Hz. Muhammed ve İslâmiyet, İ�stanbul 2011, s. 168-169.
[184] Belâzürî�, Fütûh, s. 402; Zettersteen, “Sa’d b. Ebû Vakkas”, İA, X, 19.
[185] Makrizî�, el-Hıtat, I, 304; Becker, “Kahire”, İ�A, VI, 74-83; Becker, “Babilon”, İ�A, II, 180.
[186] Seyyide �smail, s. 148.
[187] Meselâ bk. İ�bn Havkal, Kitâbü sûreti’l-arz (nşr. J.H. Kramers), Leiden 1938-39, s.
273. Emevî�ler dönemi Mecusî� ait ateşgedeleri için bk. Kara, Mecusîler, s. 219 vd.
[188] Emevî�ler döneminde bu şarta riayet edilmeksizin inşâ edilen bazı kilise ve ateş-
338 gedeler yıkılmıştır. Kiliseler için bk. Ö� ztürk, s. 120 vd.; Â� teşgedeler için bk. Kara,
Mecusîler, s. 233 vd.
[189] Bk. Theophanes, The Cronicle of the Theophanes (Annu Mundi 6095-6305- A.D. 602-
813) (İ�ngilizceye trc. Harry Turtledove), Philedelphia 1982, s. 54; Honigman, “Urfa”,
İA, XIII, 53.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

olsun kendilerine asla müdahale edilmiyordu. İ�slâm’da heykeller yasak ol-


masına rağmen, kilise ve manastırlarına İ�sa, Meryem ve diğer azizlerin hey-
kellerini rahatlıkla koyan Hıristiyanlar, mabetlerinin duvarlarında özel
günlerini anlatan tablo ve mozaiklerini de rahatça sergileyebiliyorlardı.[190]
Hıristiyanların Müslümanlarla karışık oturdukları yerlerde namaz vakitleri
dışında, sadece Yahudi ve Hıristiyanlarla meskun yerlerde ise herhangi bir
kısıtlama olmaksızın şofar ya da çanlarını çalmalarına herhangi bir engel
de getirilmemiştir. Emevî� şairlerinden Cerî�r, sabah serinliğinde horoz ses-
lerine karışmış çan seslerini dinleyebilmek için Fatrus ve Pavlus manastır-
larında uykusuz beklemesini etkili bir dille nazma dökmüştür. Bir şiirinde
Kuşâcim ve Kusayr manastırlarındaki çan seslerine icabet edişini zikreder.
Bir başka şiirinde ise Dımaşk ovasındaki Tûmâ Manastırı’nda çan sesleriy-
le sabahı karşılayışını tasvir etmiştir. Şair el-A’şa ise Halep yakınlarındaki
ed-Dâreyn çiftliğinde sabahın zifiri karanlığından kızıllığına çan sesleriyle
geçişini anlatmıştır.[191] Faris bölgesinde Kâzerûn’da bulunan ve Mecûsî�le-
rin dünyanın merkezi kabul ettiği türbede her yıl düzenledikleri bayram
şenlikleri ilk dönemlerden itibaren kesintisiz şekilde kutlanmaya devam
etmiştir.[192] Sahabî� İ�mrân b. Husayn’ın (52/672) vasiyetinden anlaşıldığı
kadarıyla Basra’da Yahudi ve Hıristiyanların dinî� gerekleri icabı cenaze tö-
renlerini yüksek sesle okudukları dualarla nümayişe dönüştürmeleri ya da
meşalelerle defnetmeleri, büyük bir hoşgörü ile karşılanmıştır.[193] Hıristi-
yan tarihçi Savirus, Halife Hişâm zamanında Hıristiyanların sokaklarda haç-
larını özgürce taşıdıklarını, dinsel törenleri gereği ateş yakma gibi birtakım
gereklere herhangi bir engel çıkarılmadığını nakleder.[194]

Benzer şekilde gayrimüslimler dinlerinin ayakta kalması veya münte-


siplerinin dinî� duygularının canlı tutulması amacıyla yürüttükleri vaaz ve
irşat faaliyetleri konusunda da herhangi bir engelle karşılaşmamışlardır.
Şamlı iki râhibin Basra’ya gelerek Hasan el-Basrî�’yi dinlediği, Harranlı din
adamı Ebû Kurre’nin pek çok şehri dolaşarak Hıristiyanlar arasında tebliğ
faaliyetinde bulunduğu belirtilir.[195] Yahudilerin halkın dinî� duygularını
ateşleyen “darşan” adı verilen “gezici vâiz”lerine de herhangi bir kısıtla-
ma getirilmemiştir.[196]

[190] Cevad Ali, VI, 650; Ö� ztürk, s. 97.


[191] Ö� rnekler ve kaynakları hakkında bk. Ö� ztürk, s. 156.
[192] Makdisî�, Ahsenü’t-tekâsîm, s. 42.
[193] Bk. İ�bn Sa’d, VII, 11.
[194] Aycan, “Müslüman Yönetimlerde Birarada Yaşama Tecrübeleri (Emevî� Modeli)”, s. 39.
[195] Ö� ztürk, s. 287.
[196] Jacob Mann, Texts and Studies in Jewish History and Literature, Cincinnati Ohio 339
1931, I, 402-403. Bir dokümanda Dımaşk ‘ta vaaz yapan gezici bir vâizin halk üze-
rindeki etkisi şöyle anlatılır: “…Onun konuşmalarıyla kalpler Allah korkusuyla dolu-
yor, Allah’a ibadete iştiyak duyuyor. Günahkârlar ise pişmanlık duyarak Allah’a bir
yol tutuyor.”
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ö� te yandan gayrimüslimler din değiştirmeye de zorlanmamışlardır.


Kirmân bölgesinde Mecusî�ler ilk İ�slâm fetihlerinden Emevî�lerin sonuna
kadar eski dinlerinde kalarak Mecusî� olarak yaşamaya devam etmişlerdir.
Herhangi bir din değiştirmeye zorlanmayan bu Mecusî�ler, İ�slâm dünyasın-
da yönetimin Abbâsî�lere geçmesinden itibaren kendi istekleri ile müslü-
man olmaya başlamışlardır.[197]

Emevî�ler dönemi de dâhil ilk dönemlerden itibaren din adamlarının


cizyeden muaf tutulması, Müslümanların gayrimüslimlerin dinlerine say-
gısının bir diğer tezahürüdür.

Hıristiyanlarda ibadetlerin yapıldığı kiliselerin kayyumluğu “şem-


mâs”lar (Yunanca chamocho) tarafından yürütülmekte idi. “Hizmetli” ola-
rak isimlendirilebilecek bu kimseler, kilise hiyerarşisinde ikinci derece
görevliler statüsünde idi. Kilisedeki kıymetli eşyaları, özellikle de “haç”la
(salîb) ilgili görevleri yerine getiren hizmetli ise “vâfih” unvanıyla anılıyor-
du. İ�slâm tarihi kaynaklarında sıkça bahsi geçen “rahip”ler ise hiyerarşide
yer alan bir görevliden ziyade, genel anlamıyla uzlete çekilmiş, kendisini
ibadete adamış din adamları olup dinî� hayatın değişik yönlerini sevk ve
idare etmekte idiler.[198] Yahudilerde ise ibadetler sinagoglarda yapılırdı.
İ�badetler hahamlar tarafından sevk ve idare edilir; ibadet metinleri ve se-
çilmiş dualar ise belli bir melodi ve düzene göre “hazan” adı verilen güzel
sesli din adamları tarafından okunurdu. Cemaati Tanrı huzurunda temsil
eden bir kişi konumunda bulunduğu için hazanların meslekî� kabiliyetleri
yanında karakter açısından da iyi olmalarına dikkat edilirdi.[199] Yahudiler-
de sinagogların bakım ve temizliğiyle şamaşlar ilgilenirdi. Şamaşlar ayrıca
sinagoga vakfedilen malların kaydı, sinagog demirbaşlarının muhafazası,
geceleri kandillerin yakılması gibi hizmetleri de yerine getirirdi.[200]

Mecusî�ler ise “âteşgâh” veya “âteşgede” adı verilen ateş tapınakların-


da ibadet ederlerdi. Mecusî�likte mabedler, Tanrı’nın sembolü olarak kabul
edilmiş ve devamlı yakılması zarurî� kutsal ateşler burada muhafaza edil-
miştir.[201] Mecusî�lerin dinî� hayatı ise Pehlevî�ce de “magupat” adı verilen,
ancak Arapçaya “mûbed” olarak geçen din adamları tarafından idare edi-
lirdi. Dinî� konularda en üst yetkiye sahip olan “mûbed”ler çeşitli konularda
verdikleri fetvalarla dinî� hayatı yönlendirmeleri yanında, din görevlilerinin

[197] İ�stahrî�, Mesâlikü’l-memâlik (nşr. M.J. de Goeje), Leiden 1927→1967, s. 164.


[198] Cevad Ali, VI, 640-641; Ö� ztürk, s. 64; Salime Leyla Gürkan, “Ruhban”, DİA, XXXV,
204-205.
340 [199] Leo Landman, “The Office of the Medieval Hazzan”, JQR, n.s. 62 (1971-72), s. 162-
163.
[200] Moshe Gil, Documents of the Jewish Pious Foundations from the Cairo Geniza, Leiden:
E.J. Brill 1976, s. 54.
[201] Ahmet Güç, “Mâbed”, DİA, XXVII, 277; Kara, Mecusîler, s. 219.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

tayin ve azillerinden de sorumlu idiler.[202] Mecusî�lerde “âteşgede”ler ise


“hirbed” adı verilen din görevlilerinin sorumluluğunda idi. “Hirbed-i hirbe-
dân” adı verilen üst düzey bir yetkiliye bağlı olan hirbetler, yerel cemaat-
lerin adlî� işleri yanında halkın dinî� ibadetleri ve sorunları ile ilgilenmek,
temizlik, günah çıkarmak, günahın ikrarından sonra gerekli cezaî� işlemleri
uygulamak, doğum ve kutsal kemerin (kuştî) bağlanmasında dinî� merasimi
icra etmek, evlilik, cenaze ve çeşitli dinî� bayramlar vb. diğer görevleri yeri-
ne getirmek gibi değişik görevleri vardı.[203]

Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerin eğitim-öğretim faaliyetlerine


de herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır. Hıristiyanlarda din eğiti-
mi veren kurumların başında manastırlar geliyordu. Manastırlar din eği-
timinin verildiği ve din adamlarının yetiştirildiği eğitim merkezleri idi.
Hıristiyan cemaatlerde manastırdan ayrı olarak “üskûl” adı verilen özel
bir eğitim merkezi daha vardı. Râhip okulu işlevi gören manastırlar din
görevlilerinin yetiştiği en önemli kurumlar özelliğine sahipti. Bu okullar
Emevî� idaresi boyunca eğitimlerine devam etmiş; başta patrikler olmak
üzere dinî� organizasyonun ihtiyacı olan din adamları buralardan yetiş-
miştir. Hıristiyanlara yönelik çıkarılan emirnâmelerin hiç birinde onlara
ait din okullarını denetim altına alıcı ya da icraatlarını kısıtlayıcı bir hük-
me rastlanmamaktadır.[204] İ�slâmî� döneme kadar asırlardır sürgün hayatı
yaşayan ve değişik milletlerden baskı gören Yahudiler ayakta kalabilme-
nin yegâne sırrını, cemaati eğitmekte bulmuştu. Baskılardan ders alan
din adamları, sürgün hayatı devam ettiği müddetçe eğitim ve öğretimin
eylemden daha önemli olduğuna karar vermiş; boş yere dökülen kanlı
isyanlar yerine cemaatin eğitimine ağırlık vermişlerdi. İ�slâmî� dönemde
Yahudi eğitiminin temelini Tevrat ve Talmud öğrenimi teşkil etmekteydi.
Çocukluktan başlayan eğitim ilkokulda (bet ha-sefer) Tevrat; orta (beytül-
midras) ve yüksek öğrenimde (yeşiva) Mişna ve Talmud merkezli idi. Yerel
cemaatleri yönetecek din adamlarını da yetiştiren yeşivalar, dinî� anlayış
ve uygulamalarını bu din adamları vasıtasıyla yaygınlaştırırlardı. Profes-
yonel öğretmenin olmadığı kasabalarda ise çocuklara Tevrat ve temel dinî�
bilgiler, sinagoglarda hazanlar tarafından verilirdi.[205]

Mecusî�lerde ise eğitim-öğretim “âteşgede” ve “herbedestân” adı veri-


len kurumlarda yapılırdı. Â� teşgedelerde mûbedler tarafından sıkı bir eği-
timden geçirilen geleceğin Mecusî� din adamlarına Kordeh Avesta, Darun,

[202] Arthur Christensen, İran fî Ahdi’s-Sasaniyan (göz. geç. Abdülvehhab Azzâm; trc. 341
Yahya Haşşab), Beyrut 1982, 106; Kara, Mecusîler, s. 238-239.
[203] Bk. Christensen, İran fî Ahdi’s-Sasaniyan, s. 107-108.
[204] Ö� ztürk, s. 97.
[205] Arslantaş, Emevîler Döneminde Yahudiler, s. 141 vd.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Fravaşi ve Yanşa gibi Mecusî�liğin kutsal metinleri yanında, dinî� ayinleri


idare etme bilgisi, Mazdaist cemaat arasında ortaya çıkan sorunların çö-
zümüne yönelik Mecusî� fıkhı, Zerdüşt’ün hayatı gibi konular öğretilirdi.
Zorlu bir eğitimden geçen aday, mûbedler konseyi tarafından yapılan sına-
vı geçtikten sonra “yardımcı mûbed” olarak göreve başlardı. Herbedestân
adı verilen kurum ise Yahudilerdeki yeşivalara benzemektedir. Bu kurum-
larda ileri Zerdüştî� rahiplere ait çalışmalar ile Pehlevî� çevirileri ve Avesta
metinlerinin (Zend) tefsirleri derinlemesine işlenirdi.[206]

8. Gayrimüslimlerin Dönemin Bilimsel Faaliyetlerine Katkısı

Erken İ�slâmî� dönemde Arap dili, fıkıh, hadî�s ve tefsî�r gibi İ�slâmî� ilim-
lere daha fazla ağırlık verilmiş; fütuhât ve dini tebliğ sebebiyle ulûm-ı
dahîle (veya ulûmu’l-evâil)[207] adı verilen, yabancı dillerden tercümeler
vasıtasıyla giren ilimlerle pek fazla meşgul olunamamıştı.[208] Başlangıçta
kendilerine has pek az ilim, felsefe ve edebî� mahsullere sahip olan Müs-
lümanlar, yaratılışlarındaki canlı merak ve araştırma duygusu ile fethedi-
len bölgelerdeki milletlerin ilim ve felsefelerine erken dönemlerden iti-
baren ilgi duymaya başlamışlardı. Bu ilgide fetihlerle beraber Bizans ve
İ�ran topraklarındaki bazı önemli ilim merkezlerinin İ�slâm hâkimiyetine
girmesinin etkisi de büyüktür. Ancak ilmî� ve fikrî� hayatın henüz çocukluk
çağında olması sebebiyle, bu milletlerin eserlerinden tercümeler yoluyla
faydalanma yoluna gidilmiştir.[209] Tercüme hamlesinden önce bazı fikrî�
hareketlerin ortaya çıkmasında ve kültürler arası bilgi aktarımında ehli
zimmenin önemli etkisi olmuştur.[210]
Emevî�ler dönemi, felsefe başta olmak üzere astronomi, matematik,
tıp ve kimya gibi ilimlere ait eserlerin Arapçaya çevrilmesi ve böylece ilim
ve kültür ürünlerinin İ�slâm toplumunda yayılmaya başladığı dönem ola-
rak dikkat çeker. Sonraki dönemlerde artan özgün faaliyetler, Emevî�ler
döneminde yapılan bu tercümelere dayanacaktır.
Müslümanlar, değişik medeniyetlerle İ�skenderiye, Suriye, Cündişa-
pur gibi şehirlerde karşılaşmalarına rağmen, ilmî� çalışmalar daha çok

[206] Söylemez, “Eğitim ve Ö� ğretim Faaliyetleri”, 70; Kara, Mecusîler, s. 248.


[207] İ�slâm medeniyetinde Kur’ân, hadî�s, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı gibi ilimlere İslâmî
ilimler; bunların dışında kalanlara ise sonradan tercümeler vasıtasıyla girmiş ma-
nasında ulûm-ı dâhile adı verilmiştir. Ancak İ�slâm uygarlığı içerisinde üretilmiş
genelde Arapça ama zaman zaman başka müslüman halkların dilleri aracılığıyla
da ifade edilmiş ilimler de bu kapsamda kabul edilmelidir. Bk. “İ�slâm Dünyasında
342 Matematiğin Doğuşu ve Gelişmesi”, AÜİFD (1953), s. 70; Lewis, s. 15.
[208] Saraç, s. 70; Akkavî�, s. 125.
[209] Şeşen, “Tercüme Faaliyetleri”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İ�stanbul
1992, III, 455.
[210] Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi (trc. Hayrettin Yücesoy), İ�stanbul 1990, s. 141.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

kendilerinin kurduğu Kûfe, Basra ve Fustat gibi şehirlerde başlamış ve ge-


lişmiştir.[211] Bir buçuk asır kadar devam eden tercüme faaliyetleri Arapça-
yı önemli bir bilim dili haline getirmesi yanında, İ�slâmî� ilimlerin gelişmesi
için sağlam bir temel teşkil etmiştir. İ�slâm dinini yayma gayretlerine ve
dinî� ilkelere sıkı sıkıya bağlılıklarına rağmen Müslümanlar, fethettikleri
yerlerdeki yerel kültürlere hoşgörü ile yaklaşmış, onların bilim ve teknik-
lerinden faydalanmasını bilmişlerdir. Bu hoşgörü sayesinde İ�slâm toplu-
munda yerel sanat ve bilgilerle İ�slâmiyet’in o dönemdeki tarzı arasında
dikkate değer bir kaynaşma görülmüş; eski kültür merkezlerindeki sâ-
kinler ise yeni topluma uyum sağlamada herhangi bir zorlukla karşılaş-
mamışlardı. İ�slâm medeniyet havzasına dâhil olan gayrimüslimler bu me-
deniyetten özgürce ve verimli bir şekilde faydalanırken, kendilerine özgü
yeni bir kültür de ortaya çıkarmışlardır.

İ�slâmî� dönemde ilk tercümeden İ�ran’ın fethi münasebetiyle bahsedi-


lir. İ�ran fâtihi Sa’d b. Ebî� Vakkâs, Hz. Ö� mer’e yazdığı mektupta, Pehlevî� di-
linde yazılmış bazı kitaplar bulduğunu ve bunları Arapçaya tercüme edip
edemeyeceğini sormuş; Müslümanların kendilerine özgü bir medeniyet
oluşturmasını isteyen halife, Kur’ân varken başka bir kitaba ihtiyacın bu-
lunmadığını belirterek bu teklife olumsuz yanıt vermişti.[212]

İ�slâm dünyasında düzenli ilk tercümeler Emevî�ler döneminde başla-


mıştır. Emevî� ailesinden olan Hâlid b. Yezî�d (85/704) kendisini ilmî� çalış-
malara, özellikle de kimya araştırmalarına adamış biriydi.[213] O, Mısır’dan
Staphon ve Maranianos isminde Arapçayı iyi bilen ilim adamlarını bir
araya getirerek (astronomi, kimya vb.) çeşitli ilim dallarında Yunanca ve
Kıptî�ce yazılmış eserleri tercüme ettirmişti.[214]

Emevî�ler döneminde ele alınan ilim disiplinlerinin ilki tıp olduğu gibi,
yapılan tercümeler arasında da ilk sırayı tıpla ilgili kitaplar almış;[215] ilk
tıbbî� eser de Yahudi tabip Mâserceveyh tarafından tercüme edilmiş-
tir. Mervân b. Hakem (684-685) zamanında Basra’da yaşayan bu Yahu-
di tabip, Râhib (el-Kıss) Ehrûn b. A’yun tarafından yazılan tıpla ilgili el

[211] Akkavî�, s. 123. Yahudi tabip Mâserceveyh Basra ‘da yetişmişti.


[212] Şeşen, III, 456.
[213] Mes’ûdî�, Mürûc, IV, 258; Taberî�, V, 500. II. Muâviye’nin ölümünden sonra Câbiye
‘de toplanan Emevî�ler Hâlid b. Yezî�d ile Amr b. Saî�d ‘i veliaht kabul etmesi şartıyla
Mervân b. Hakem’le anlaşmışlardı. Ancak Mervân iktidarını güçlendirdikten sonra-
oğulları Abdülmelik ve Abdülaziz lehine onları bu makamdan uzaklaştırmış; ayrıca
Hâlid’in annesi Fâhite ile evlenerek hem mirasa el koymuş hem de Hâlid’i gücendir-
mişti. Halifelik makamına oturamayan Hâlid ise kendini ilmi çalışmalara vermişti. 343
Bk. İ�bnü’n- Nedim, Kitâbü’l-fihrist, Kahire, ts., s. 497. Hâlid’in veliahtlıktan uzaklaş-
tırılması için bk. Wellhausen, s. 86; Yiğit, “Emevî�ler”, DİA, XI, 91.
[214] İ�bnü’n- Nedî�m, s. 338; Ö� ztürk, s. 448.
[215] Hitti, II, 399; Şeşen, III, 471.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kitaplarından birini (künnâş),[216] Süryanî�ceden Arapçaya tercüme etti.[217]


Esasen Yunanca yazılan kitap, Câsiyûs isimli bir mütercim tarafından Sür-
yanî�ceye çevrilmişti. Mâserceveyh’in, kitabın Süryanî�ce nüshalarından bi-
rini esas alarak tercüme ettiği belirtilir.[218] Yahudi tabip, kitabı sadece ter-
cüme etmemiş, 30 makaleden oluşan kitaba 2 makale daha ilave ederek
birtakım açıklamalar da düşmüştü.[219] Mervân zamanında tercüme edilen
kitap, Ö� mer b. Abdülaziz zamanında (99/717) Dımaşk kütüphanelerin-
den birinde bulunarak halkın istifadesine tekrar sunulmuştur.[220] Mâser-
ceveyh, Künnaş adlı bu eseri tercümesinden başka yine tıpla ilgili olarak
Kitabün fi’l-ğıdâ, Kitabün fi’l-’ayn, Kitabü kuve’l-’et’imeti ve menâfî’uhâ ve
mudârruhâ ile Kitabü kuve’l-’akâkîr[221] başlıklı bazı özgün eserler de ka-
leme almıştı. Eserlerinden hareketle onun uzman tabiplik yanında dâhili-
ye ve göz hastalıkları uzmanı olduğu söylenebilir. Mâserceveyh pratik ve
teorik tıbbın yanında tarih ilmiyle de ilgilenmiştir.[222] Emevî�ler dönemi-
nin bir başka tabibi yine aynı aileden, Mâserceveyh’in oğlu İ�sa’dır. Hayatı
hakkında bilgi bulunmayan İ�sa, tıpla ilgili olarak Kitabü’l-elvân ve Kita-
bü’r-revaih ve’t-tu’ûm adında bazı eserler yazmıştı.[223] Bu dönemde Hac-
câc’ın kâtibi Mecusî� Zâdân Ferrûh’un da çocuk terbiyesi hakkında bir eser
yazdığı rivayet edilir.[224]

Emevî�ler döneminde yapılan tercümelerden biri de Aristo’ya ait ol-


duğu zannedilen bir mektuptur. Hişâm b. Abdülmelik (105-125/723-742)
için hazırlanan bu tercümenin kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir.
Hişâm ayrıca İ�ran Kisralarının hayatlarına dair bazı kitapları da tercü-
me ettirmişti.[225] Yine bu dönemde Kuteybe b. Müslim tarafından Ho-
rasan’dan Haccâc’a gönderilen İ�ran coğrafyasına dair bir eserin, Mecusî�
Zâdân Ferrûh tarafından Pehlevî�ceden Arapçaya tercüme edildiği rivayet

[216] Süryanî�ce bir kelime olan “künnâş” (veya künâş) “mecmua” ve “tezkire” manasında
olup o dönemdeki bazı ilmî� ve felsefî� kitaplar bu şekilde adlandırılmışlardır. Bk.
Kettânî�, et-Terâtîbü’l-idâriyye Hz. Peygamber’in Yönetimi (trc. Ahmet Ö� zel), İ�stanbul
1993, III, 85-86.
[217] İ�bn Cülcül, s. 61; İ�bn Ebû Usaybia, s. 232; Suessmann Muntner, “Medicine”, EJd, XI,
1187. Ancak İ�bnü’l-Kıftî� onun Ö� mer b. Abdülaziz zamanında yaşadığını ve kitabı da
onun isteği üzerine tercüme ettiğini belirtir. Bk. s. 88.
[218] Goitein, Yahudiler ve Araplar, s. 135; Akkavî�, s. 145. Ancak Kettânî�, Ehrûn b. A’yûn’un
kitabını Süryanî�ce olarak yazdığını kaydetmektedir. Bk. Terâtib, III, 85.
[219] İ�bn Ebû Usaybia, s. 232; İ�bnü’l-Kıftî�, s. 80; Baron, VIII, 243. Tıp kitaplarının büyük
mütercimi unvanı, dikkate değer çalışmalarıyla, Abbâsî�ler dönemi tabiplerinden
Huneyn b. İ�shak’a (264/877) ait olacaktır. Bk. Hitti, II, 480.
[220] İ�bn Cülcül, s. 61; İ�bn Ebû Usaybia, s. 232; İ�bnü’l-Kıftî�, s. 324.
344 [221] İ�bn Ebû Usaybia, s. 234; İ�bnü’l-Kıftî�, s. 325.
[222] İ�bn Ebû Usaybia, s. 233.
[223] İ�bnü’l-Kıftî�, s. 267; Baron, VIII, 243.
[224] Kara, Mecusîler, s. 197.
[225] Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 145; Ö� ztürk, s. 448.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

edilir.[226] Emevî�ler döneminde başlayan tercüme faaliyetleri Abbâsî�ler dö-


neminde sistematik hale gelerek devam edecektir.[227]

İ�lmî� ve fikrî� faaliyetlerin yeni başladığı bu dönemlerde tercümeler,


halifelerin veya Hâlid b. Yezî�d’de olduğu gibi, bazı devlet adamlarının hi-
mayesinde; daha çok Mecusî�, Hıristiyan, Sabiî� ve bir dereceye kadar da
Yahudi mütercimler tarafından yapılmıştır.[228]

Emevî�ler döneminde gayrimüslim tebaanın katkıda bulunduğu bir


diğer ilim dalı da şiirdir. Arap şiiri Emevî�ler zamanında dinî�, siyasî� ve sos-
yal gelişmelerden de etkilenerek yeni temalar ve yönelişler kazanmıştır.
Şiiri etkileyen önemli sosyal gelişmelerden biri de, fethedilen topraklar-
da müslüman Araplarla diğer ırklardan çoğu İ�slâm dinini yeni kabul eden
toplulukların bir arada yaşamasıdır. Arap dilini öğrenen ve bu dille konu-
şup yazmaya başlayan söz konusu topluluklar vasıtasıyla Arap şiirine ön-
ceki kültür ve medeniyetlerinden de yeni mefhumlar girmeye başlamıştır.
Emevî�ler döneminde ayrıca içinde gayrimüslimlerin de bulunduğu çok
sayıda medih ve hiciv şairi de yetişmiştir.[229] Bu dönemde Hıristiyan şa-
irler, halifeler nezdinde önemli bir konuma sahipti. Bunlar zaman zaman
siyasî� olaylara da iştirak etmişlerdir. Hıristiyan şairlerden Ahtal, bunların
en meşhurudur. Emevî�lere hoş görünmek için Ehl-i Beyt’e dahi ağır yergi-
ler söylemekten çekinmeyen ve kendi inançları çerçevesinde çok rahat bir
hayat süren bu şair, muhalif zümrelere karşı Emevî� idaresinin keskin söz-
cülüğünü yapmıştır.[230] Ahtal, Halife Abdülmelik zamanında hanedanın
resmî� şairliğine getirilmiş ve saraydan himaye görmüştür. Boynundaki al-
tın haçıyla halifenin huzuruna izinsiz girip çıkabilen Ahtal, hayatı boyun-
ca Hıristiyan kalmış; bu dine fazla bağlı olmamasına rağmen, İ�slâmiyet’i
kabul etmesi için Emevî� hanedanına mensup bazı kimselerin Müslüman
olması yönündeki teklifleri reddetmişti.[231]

Bu dönemde şiir ve dil bilimlerinde Yahudilerde de önemli çalışmalar


yapılmıştır. Taberî�ye şehri dil ve edebiyat çalışmalarının merkeziydi. VII.
yüzyıl Yahudi şairlerinden Eliezer ben Kallir burada yetişmiş;[232] Yahudi

[226] Şeşen, III, 458.


[227] Şeşen, III, 460. Abbâsî�ler dönemi tercüme faaliyetleri için bk. Saraç, s. 71-72; Ö� ztürk,
s. 449-50.
[228] Goitein, Yahudiler ve Araplar, s. 135; Şeşen, III, 455-56. Yahudi araştırmacılar bu
tercüme faaliyetlerinde Yahudilerin de önemli bir rol oynadığını iddia etseler de
(meselâ bk. Baron, VIII, 256) Şeşen’in de belirttiği gibi, bu katkı, bir dereceye kadar-
dır. 345
[229] Yiğit, “Emevî�ler: Dil ve Edebiyat”, DİA, XI, 96.
[230] Ahtal ve dönemin diğer Hıristiyan şairleri için bk. Hitti, II, 395; Ö� ztürk, s. 466-468.
[231] Azmi Yüksel, “Ahtal”, DİA, II, 183-184.
[232] Sharon, s. 103; Avi-Yonah Braver-Davis, “Tiberias”, EJd, XV, 1132.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

edipler edebiyat ve dil alanında yaptıkları çalışmalarla çağdaş İ�brânî�cenin


temellerini burada atmışlardı.[233] Filistin, İ�slâmî� dönem Yahudi şiirinde
yeni bir çığırın açıldığı merkez olmuştur. Müslüman Araplarla bu dönem-
de sağlanan yakın temas, Yeni İ�branî� Şiiri’nin (Neo-Hebraik) doğmasına
yol açmıştı.[234]

9. Gayrimüslimlerin Ekonomik Faaliyetleri

Hz. Muhammed ve Hulefâ-yi Râşidî�n dönemlerinde gayrimüslimle-


rin tercih ettikleri mesleklerde çalışmalarına ya da ticaret yapmalarına
herhangi bir engel getirilmemiştir. Bu dönemlerdeki örnek uygulamalar-
dan hareketle İ�slâm hukukunda gayrimüslimlerin istedikleri mesleklerde
çalışma ve kazanma hakları olduğu kabul edilmiştir. İ�slâm toplumunda
yaşayan zimmî�lerin prensip olarak iş, hatta Müslümanlarla ortaklık kur-
malarının önünde kısıtlayıcı herhangi bir dinî� emir mevcut değildir. Şarap
veya domuz satmak gibi, İ�slâm dinince yasak olan bir takım iş kolları ken-
dilerine serbest olmakla beraber, bu tür meslekleri Müslümanların yerle-
şim merkezlerinde yapmalarına kısıtlama getirilmiştir. Diğer taraftan, bir
müslümanla gayrimüslimin ortaklığında herhangi bir sakınca görülme-
miş; faizli muamele sebebiyle dikkatli davranılması belirtilerek ortak iş
yapıldığı takdirde, en azından teorik düzeyde, söz sahibinin müslüman ta-
rafın olmasına vurgu yapılmıştır.[235] Bu uygulama ve anlayıştan hareketle
Emevî�ler döneminde gayrimüslimler istedikleri mesleklerde rahatça faa-
liyet göstermiş ve geçimlerini sağlamışlardır. İ�slâm dünyasında o dönem
Avrupasında olduğu gibi meslekî� gettolar hiçbir dönemde var olmamıştır.
Ebû Yusuf’un Kitabü’l-harâc’ında Irak bölgesinde gayrimüslimlerin çiftçi-
lik, ticaret, dokumacılık, tabiplik, sayrafî�lik, cehbezlik, terzilik, boyacılık,
ayakkabıcılık ve saraçlık gibi[236] değişik meslekleri icra ettikleri bilgisi, bu
gerçeğe işaret etmektedir.

Emevî�ler döneminde zimmî�ler hiçbir ekonomik yaptırım ya da mes-


lek sınırlamasına maruz bırakılmamış, hiçbir meslek kendilerine kapalı
kalmamış, o dönem Avrupasında olduğu gibi herhangi bir mesleği yapma-
ya da zorlanmamışlardır. Bu dönemde gayrimüslimlerin büyük bir kısmı
geçimlerini ziraatla sağlıyorlardı. İ�slâm fetihlerinin gerçekleştiği münbit
Mezopotamya ve Sevâd bölgelerinde yapılan tarım, gayrimüslimlerin en

[233] Sharon, s. 103.


346 [234] Graetz, III, 113. Emevî�ler döneminde yetişen Yahudi şairler hakkında bk. Arslantaş,
Emevîler Döneminde Yahudiler, s. 156-158.
[235] Bk. İ�bn Kayyım, Ahkâm, I, 270 vd.; a.g.e., II, 776-778; Karaman, Mukayeseli İslâm
Hukuku, �stanbul 1991, III, 266.
[236] Ebû Yusuf, s. 123.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

önemli geçim kaynağını oluşturuyordu. Bu topraklarda meskün halk, ço-


ğunlukla Yahudi, Hıristiyan ve ağırlıklı olarak da Mecusî� idi. Bölgede ziraa-
tın geliştirilmesi, her kesimden halkın ortak çıkarına idi. Fetihlerle Bizans
başkentinin hububat ihtiyacının karşılandığı Mısır da, Müslümanların
eline geçmişti. İ�skenderiye, önemli bir sebze-meyve merkeziydi.[237] Hu-
lefâ-yi Râşidî�n döneminden itibaren ziraatın devamına ve geliştirilmesi-
ne gerekli önem verilmiştir.[238] Emevî� idarecileri tarımın can damarı olan
sulamacılığın geliştirilmesi için büyük gayret sarf etmiş; gerçek ve tüzel
kişilikler eliyle sulama kanallarının açılması, bataklıkların kurutulması
gibi önlemlerle bölgedeki tarımsal faaliyetleri geliştirmeye çalışmışlardır.[239]
Bu dönemde toprak önemli bir servet ve değerli bir kaynak haline geldi-
ği için, toprağa ilgi artmış, yeni ziraat arazilerinin temini için bataklıkla-
rın kurutulması yoluna gidilmiştir. Haccâc tarafından başlatılan kurutma
faaliyetleri, Hâlid b. Abdullah el-Kasrî� tarafından devam ettirilmiş ve ve-
rim de alınmıştır. Irak topraklarında yapılan ıslah ve imar faaliyetlerinin
benzeri Mısır’da da yapılmıştı.[240] Halifelerin arazilerin bakımı, imarı ve
vergiye muhatap arazi sahiplerine müşfik davranılması konularında bü-
rokratlarına sık sık emirler verdiği bilinmektedir.[241] Ö� mer b. Abdülaziz
bürokratlarına gönderdiği bir mektupta zimmî�lerin elinde bulunan ziraat
aletlerinin satılmasına engel olmalarını istemiş; onların bu aletleri satma-
ları durumunda çiftçilik yapamayacakları, dolayısıyla da vergilerini öde-
yemeyecekleri konusunda uyarmıştır. Yine onun valilerine gayrimüslim
çiftçilere bir veya iki sene sonra ödenmek üzere kredi vermelerini emret-
tiği bilinmektedir.[242]

İ�lk dönemlerden itibaren şehirler ve uluslararası ticaretin gelişmesi-


ne yönelik tedbirler alınmaya başlamıştır. Tüccarların canları ve malları

[237] İ�bn Abdülhakem, s. 166. İ�bn Abdülhakem fetih sırasında şehirde 12 bin manavın
bulunduğunu kaydeder.
[238] Hz. Ö� mer zamanında Basra ‘da su temini için Basra kanalı açılmıştı (Belâzürî�,
Fütûh, s. 497). Yine halife Ebû Mûsâ’ya Ü� bülle nehrinin kazılması için emir vermişti
(Cehşiyarî�, s. 19). Enbâr şehrinde de dihkanların isteği üzerine bir nehir kazılmıştı.
Bu onların Sasanî�ler döneminden beri bir türlü kavuşamadıkları bir hizmetti Bk.
Hammâş, s. 246.
[239] Bu bağlamda Hâlid b. Abdullah el-Kasrî� Kûfe ‘de “el-Câmi” diye bilinen bir kanal
açtırmış; sel ve su baskınlarına karşı Dicle nehrinde de bentler kurmuştu (Belâzürî�,
Fütûh, s. 402; Taberî�, VII, 152; V, 143). Saî�d b. Abdülmelik Musul ‘da (Belâzürî�,
Fütûh, s. 247), Süleyman b. Abdülmelik de Remle’de (Belâzürî�, Fütûh, s. 135) kanal-
lar yanında kuyular açtırmıştı. Kazılan ana kanallardan küçük kanallar vasıtasıyla
diğer arazilere de su verilmeye çalışılmıştır (Hammâş, s. 252). Ziraî� faaliyetlerin
kolaylaşması için devlet eliyle açılanlardan başka, şahıslar tarafından açılanlar da
vardı. Bu kanallardan bazıları için bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 499, 501-502. 347
[240] M. Streck, “Batiha”, İA, II, 335; Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 146; Hammâş, s. 249.
Mısır ‘daki faaliyetler için bk. Hammâş, s. 249-250.
[241] Meselâ bk. Ebû Yusuf, s. 86.
[242] Ebû Ubeyd, s. 122; Ö� ztürk, s. 345.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

devlet güvencesine alınmış,[243] fethedilen bölgelerin halklarına köprüler


yapmaları, var olan köprü ve yolları onarmaları, bölgelerine gelenlere
rehberlik etmeleri ve yolların güvenliğinden sorumlu tutulmaları gibi
koşulan birtakım şartlar,[244] ticaretin gelişmesini hızlandırmıştır. Bunun
yanında fethedilen yerlerde mevcut pazarlara ilave yeni pazarlar kurul-
muş;[245] ilk defa bu dönemde olmak üzere değişik meslek grupları özel
çarşılarda toplanmaya başlamıştır.[246] Bu tür teşebbüsler sayesinde ticarî�
hayat bir hayli hareketlenmiş; bu ortamdan müslüman ya da gayrimüslim
din, millet ve mezhebi ne olursa olsun, her kesimden tüccar özgürce fay-
dalanmıştır. Ticarî� faaliyetler gayrimüslim unsurların ekonomik ve kültü-
rel açıdan seviyelerini de bir hayli yükseltmiştir.

Emevî�ler döneminde ticarî� hayatla ilgili dikkat çeken bir durum da, Ab-
dülmelik b. Mervân döneminden itibaren Batı ile olan ticaretin kesilmesidir.
İ�lk İ�slâm fetihlerinden itibaren Batı ile devam eden bu ilişkiler, Halife Ab-
dülmelik’in Arapçayı resmî� dil ilan etmesi ve ilk İ�slâm parasını bastırmasın-
dan sonra, Bizans döneminden beri, özellikle Mısır’da üretilen papirüs ve
Arap dünyasında “tıraz” olarak bilinen kumaşlardaki o güne kadar sürege-
len geleneksel işaret ve yazıların Arapçalaştırılması, Bizans tarafından tep-
kiyle karşılanmıştır. Ancak Bizans’ın bu tepkisine aldırmayan Abdülmelik’in
İ�slâm dünyasında Rum dinarlarıyla alışveriş yapılmasını da yasaklaması
üzerine[247] Bizans ve batı ile ticaret giderek azalmaya başlamış ve zamanla
da durma noktasına gelmiştir. Ticarî� ilişkilerin kesilmesi, batıdaki bazı mes-
lekten tüccarların ortadan kalkmasına ve yeni ticaret yollarının aranmasına
sebep olmuştu.[248] İ�lişkilerin kesildiği bu dönemde en kazançlı çıkan kesim
ise Yahudi tüccarlar olmuştur. Müslüman ve Hıristiyanlarla ilişki içerisinde
olan Yahudiler, doğu ile batı arasında yegâne ekonomik bağ haline gelmiş; o
dönem dünyasının bu iki büyük bloğunda dağınık vaziyette yaşayan dindaş-
larının da yardımıyla büyük kazançlar sağlamışlardır.[249]

Emevî�ler döneminde gayrimüslimler dokumacılık sektöründe de


hayli etkin idiler. Bu dönemde Enbâr şehri önemli bir dokuma merkeziydi.

[243] Hz. Muhammed’in Şam ve Yemen tüccarları ile Yahudi tüccarlar için verdiği güven-
ce için bk. İ�bn Sa’d, I, 289. Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde Ebû Ubeyde tarafından
Ba’lebek gayrimüslimlerine tanınan haklar için bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 177.
[244] Belâzürî�, Fütûh, s. 240; Ebû Yusuf, s. 138; Fayda, Ömer, s. 162.
[245] Amr b. el-Â� s ‘ın azadlısı Verdân Mısır’da (Belâzürî�, Fütûh, s. 304), Hâlid b. Abdullah
el-Kasrî� ‘nin Kûfe ‘de (Ya’kûbî�, el-Büldân, s. 311); Yusuf b. Ö� mer es-Sekafî� de Hî�re’de
(Belâzürî�, Fütûh, s. 384) pazarlar kurmuştu.
[246] Haccâc’ın Vâsıt şehrini kurduğunda her meslek grubuna ayrı yerler tahsis ettiği ri-
348 vayet edilir. Bk. Bahşel, s. 39. Ayrıca bk. Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 149.
[247] Belâzürî�, Fütûh, s. 33; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 417; Makrizî�, en-Nukûd, s. 36.
[248] Pirenne, Hz. Muhammed ve Charlemagne (trc. M. Ali Kılıçbay), Ankara 1984, s. 202,
214.
[249] Bk. Sharon, s. 135; Pirenne, s. 93, 97, 137; Cevad Ali, VI, 540-541.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Irak bölgesinde Yahudi dokumaları dönemin en meşhur dokumalarıydı.


Kesker ve Meysân şehirlerinde de önemli dokuma tezgâhları bulunuyor-
du.[250] Aralarında Yahudilerin de bulunduğu Necrân ahalisi, gittikleri Kûfe
Necrâniyesi’nde de dokumacılıkla uğraşmaya devam etmişlerdi. Basra
Körfezi’ndeki Suhâr limanı, bölgedeki dokumaların Afrika ve Hind bölge-
sine açılan bir kapısıydı.[251] Ü� rdün bölgesindeki Taberî�ye şehri de önemli
bir dokuma merkeziydi. Batıda çok talep gören duvar seccadeleri burada
dokunmaktaydı. Şehirdeki dokuma endüstrisinden dolayı Yahudi nüfusu
burada artmaya devam etmiştir.[252] Mısır’ın Kays ve Tinnî�s beldelerinde
dokunan eşyalar şehir limanından değişik bölgelere gönderildi.[253] Yemen
ve Fâris dokumaları iç ticaretin en önemli ticarî� malıydı. Kûmis’in yünlü
dokumaları, Merv’in giyim eşyaları Emevî�ler döneminin önemli imalâtları
arasındaydı. Askalân, Sûr ve Haleb gibi farklı gayrimüslim zümrelerin es-
kiden beri yaşadıkları şehirlerde, eskiden beri dokumacılık da yapılmak-
taydı.[254]

İ�slâm dünyasında tıp alanındaki önemli çalışmalar da Emevî�ler dö-


neminde başlamıştır. İ�lk düzenli hastane 88 (707) yılında Velî�d b. Ab-
dülmelik tarafından kurulmuş ve masrafları da bizzat devlet tarafından
karşılanmıştı. Yine bu dönemde cüzzamlı hastalar karantinaya alınmış,
âmâlara erzak, hizmetlerine de bir eleman tahsis edilmişti.[255] Bu hizmet-
lerde müslüman gayrimüslim ayırımı yapılmamıştır. Emevî�ler döneminde
Cündişapur şehri tıptaki önemini korumasının yanında, Müslümanlar ta-
rafından kurulan Basra gibi şehirler de önemli tıp merkezleri haline gel-
mişlerdir.[256] Yahudi tabip Mâserceveyh Basra’da yetişmişti.[257] Emevî�ler
döneminde tabiplerin çoğu Hıristiyanlardandı.[258] Yetişen bu Hıristiyan
tabipler halifelere ve idarecilere yakın olmasını bilmişlerdi. İ�bn Â� sâl gibi
Hıristiyan tabipler Muâviye’nin rakip olarak gördüğü kimselerin zehir-
lemek suretiyle ortadan kaldırılmasında önemli roller üstlenmişlerdir.[259]

[250] Salih Ahmet Ali, et-Tanzîmâtü’l-ictimâiyye ve’l-iktisâdiyye fi’l-Basra fi’l-karni’l-evve-


li’l-hicrî, Bağdat 1953, s. 224-225.
[251] Salih Ahmed Ali, s. 227; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 949.
[252] Avi-Yonah-Brover-Davis, “Tiberias”, EJd, XV, 13.
[253] Ya’kûbî�, el-Büldân, 331; İ�brahim Harekât, es-Siyâse ve’l-müctemea fi’l-asri’l-Ümevî,
Mağrib 1990, s. 266.
[254] İ�brahim Harekât, s. 265.
[255] Taberî�, VI, 437; Kettânî�, Terâtib, II, 210. Akkavî� bu bilgiyi kabul etmekle beraber ilk
hastanenin Muâviye tarafından Şam Ü� meyye Camii’nin batı tarafında inşâ edildiği-
ne dair bilgilerin bulunduğunu belirtir. Bk. Akkavî�, s. 160-161.
[256] Akkavî�, s. 129.
[257] İ�bn Ebû Usaybia, s. 233. 349
[258] Akkavî�, s. 130.
[259] Taberî�, V, 227. Muâviye, Hâlid b. Velî�d’in oğlu Abdurrahman’ı Suriyeliler üzerinde-
ki nüfuzundan çekindiği için bu tabipe öldürtmüştü. Bk. İ�bn Ebû Usaybia, s. 172;
Wellhausen, s. 65.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Mâserceveyh’ten başka dönemin Yahudi tabiplerinden biri de Furât b.


Şehnâse (veya Şehâse) idi. Furât, Emevî�ler döneminin meşhur Hıristiyan
tabiplerinden Teyâzuk’un en çalışkan öğrencilerinden biriydi. Teyâzuk’un
vefatından sonra çiçeği burnunda genç bir tabip olarak Haccâc b. Yusuf’un
hizmetinde bulunmuştu. Furât, Abbâsî�ler döneminde halife Mansûr’un
askerî� alanda itimat ettiği kimselerin başında gelen İ�sa b. Mûsâ’nın da ta-
bipliğini yapmıştı. İ�sa her meselede kendisiyle istişare ederdi. Yahudi ta-
bip Furât, Mansûr zamanında vefât etmiştir.[260] Dönemin bir başka Yahudi
tabibi de Mâserceveyh’in oğlu İ�sa’dır.[261]

İ�slâm dünyasında cehbezlik ve sayrafî�liğin[262] gelişmesinde gayri-


müslim unsurlardan Hıristiyanların önemli katkıları olmuştur. Sasanî�ler
döneminde Medâin’de sayrafî�likle temayüz etmiş bir grup Hıristiyan var-
dı. Bunlar İ�slâm fetihlerinden sonra merkezlerini Kûfe’ye taşımışlardı.
Sevâd bölgesinde sayrafî�liğin gelişmesinde ve yaygınlaşmasında bunların
önemli gayretleri olmuştur. İ�slâm dünyasında Hıristiyanlar bu alandaki
üstünlüklerini hicrî� III. asra kadar sürdürmüşlerdir. Yahudiler ancak bu
asırdan itibaren onlarla rekabet etmeye başlayacak; bu asırda (M. 10. asır)
Netira ve Aharon ben Amram ile bunların oğulları bir asır süre ile Abbâsî�
sarayının en itibarlı cehbez ve sayrafî�leri haline geleceklerdir.[263] Sayrafî�-
ler, Emevî�ler döneminde ekonomik hayatın en önemli unsurlarından biri
haline gelmişlerdir.[264] Bu dönemde müstakil çarşıları olduğu gibi, belli
meslek gruplarına ait çarşılarda da en az bir sayrafî� dükkânı bulundurul-
ması zorunlu hale gelmişti. Mesela Haccâc, Vâsıt şehrini inşa ettikten son-
ra şehirde bir pazar kurmuş, meslek gruplarını pazarın belli yerlerine yer-
leştirmiş ve bunların her birinin yanında bir de sayrafî� bulunmasını şart
koşmuştu.[265] Günümüzün döviz büroları gibi çalışan cehbez ve sayrafî�ler
altın ve gümüş kurlarını da belirliyorlardı. Geliştirdikleri bir nevi kredi
usulüyle ticarî� işlemleri kolaylaştırma ve hızlandırmanın yanında, ban-
ka benzeri malî� kurumların doğuşuna da zemin hazırlamışlardır.[266] Bu

[260] İ�bn Ebû Usaybia, s. 230; İ�bnü’l-Kıftî�, s. 105, 255.


[261] İ�bnü’l-Kıftî�, s. 267; Baron, VIII, 243.
[262] Cehbezler, İ�slâm dünyasında ilk dönemlerde bir çeşit bankacılık ve bankerlik yapan
kimseler olup sarraf, muhasip, vergi memuru ve haznedârlar da bu şekilde isimlen-
dirilirdi. Ancak zamanla devlet maliyesinde başta para ayarı olmak üzere iltizam
ve kabâle gibi çeşitli malî� işleri yapan kimseler için kullanılan yaygın terim haline
gelmiştir. Sayrafîler ise, dirhem-dinar, külçe veya darb edilmiş (kesilmiş) altın ve
gümüş alım-satımı yapan kimseler olup o dönem dünyasında kullanılan farklı para-
ların bozdurulması ya da takas işlemlerini yapan kimselerdi.
[263] Yahudi sayrafîler hakkında bk. Arslantaş, İslâm Dünyasında İktisadi ve İlmi Hayatta
350 Yahudiler, �stanbul 2009, s. 162 vd.; Fischel, s. 1-44.
[264] Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 149.
[265] Bahşel, s. 39.
[266] Salih Ahmed, s. 226. Emevî�ler dönemindeki bankalar için bk. Salih Ahmed, s. 249
vd.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

dönemde faizcilikle ilgili İ�slâm’da yasaklayıcı hükümlerin bulunması se-


bebiyle bu tür işlemleri yapanların çoğunluğunu Hıristiyanlar ve Yahudi-
ler oluşturmakta idiler.

Emevî�ler döneminde de Yahudilerin sihir ve büyü işleriyle uğraştık-


ları bilinmekle beraber, konuyla ilgili kaynaklara çok fazla bilgi yansıma-
mıştır.[267] Ancak bu dönemde kehanet işleri ile istikbâle yönelik haber-
lerin çoğunun kaynağı ya Yahudi ya da Hıristiyanlardı. Kaynaklara bazı
meşhur kimselerin ölümü ya da istikbâlde meydana gelecek olayların ön-
ceden haber verilmesine dair bazı örnekler yansımıştır. Mesela, Yahudi
cemaati temsilcisinin (re’sü’l-câlût), Hz. Muhammed’in torunu Hüseyin’in
Kerbelâ’da öleceğini önceden haber verdiği rivayet edilir.[268] Emevî� ikti-
darının Mervânî�lere geçmesinde hayli emeği olan Amr b. Saî�d el-Eşdak’ın
ölümü (70/690) muhtedî� Yahudi Ka’b el-Ahbâr’ın bir oğlu tarafından ön-
ceden haber verilmişti.[269] Haccâc kendisinden sonra kimin vali olacağını
gayrimüslim bir kâhine sormuş, o da “Yezîd isimli biri!” diye cevap vermiş-
ti. Bahsedilen Yezî�d’in, Yezî�d b. Mühelleb olacağını tahmin eden Haccâc’ın,
Abdülmelik nezdinde yaptığı yoğun propaganda ile Yezî�d’i görevden aldır-
dığı rivayet edilir.[270] Halifeler ve bürokratlar saltanatlarının müddetini
ve saltanatta kalmanın sırlarını gayrimüslim kâhinlerden öğreniyorlardı.
Yezî�d b. Abdülmelik bir Yahudiden kırk kasabe, yani kırk sene hüküm sü-
receğini öğrenmişti. Ancak bir başka Yahudi kâhin diğerini yalanlamış,
onun söylediği kırk kasabanın kırk yılı değil, kırk ayı ifade ettiğini belirt-
mişti.[271] Yine Lâzkiye’de yaşayan bir Yahudi kâhin II. Yezî�d’e ülkesindeki
Hıristiyan kiliselerinde bulunan tasvirleri imhâ ettiği takdirde saltanatı-
nın kırk yıl süreceğini haber vermişti. Bizans kaynaklarında ise Yezî�d’e bu
işi yapmasını tavsiye eden ve yaptığı takdirde otuz yıl daha hüküm süre-
ceğini söyleyenin Taberî�yeli bir Yahudi kâhin olduğu haber verilmektedir.[272]

Yukarıda da belirtildiği üzere Emevî�ler döneminde imkân ve kabiliyeti


olan gayrimüslimler ekonomik hayatın her alanında faaliyet göstermişlerdir.

[267] Tespit edebildiğimiz yegâne örnek şudur: 119/737’de Hişâm b. Abdülmelik ‘in hi-
lafeti zamanında, Bizans’tan Urfa’ya gelen bir gayrimüslim, Yahudilerle büyücülük
yarışmasına girişmiş, onlardan sihir ve büyü yaparak atalarını diriltmelerini iste-
mişti. Bk. Bar Hebreaus, I, 196.
[268] Taberî�, V, 393. Bu re’sül-câlûtun Muâviye döneminde görev yapan Bostanay (618-
670) olduğunu tahmin ediyoruz.
[269] Taberî�, VI, 142.
[270] Taberî�, VI, 393.
[271] Taberî�, VII, 22. Bu şekilde, kehanetlerinin aksi zuhuru durumunda tevile imkân bu-
labilmek için kâhinler anlaşılması güç bir dili tercih ederlerdi. Bk. Mahmud Esad, 351
Tarih-i Dîn-i İslâm (yay. haz. Ahmed Lütfi Kazancı, Osman Kazancı), İ�stanbul 1995,
s. 149.
[272] Casim Avcı, İslâm-Bizans İlişkileri, İ�stanbul 2003, s. 166-167. Bizans kaynaklarında
geçen bilgi için bk. Theophanes, s. 93; Wellhausen, s. 153-154.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Kaynaklarda bu dönemde amelelik yapan bazı zimmî�lerden bahsedilir. 64


(684) yılında meydana gelen Cârif vebâsında vefat eden Müslümanların
defninde ücretle tutulan gayrimüslimler kullanılmıştı. Muâviye zamanın-
da Akkâ’da kurulan tersanelerde zimmî� marangozlardan faydalanılmıştı.[273]
Merv şehrinin köylerinden Yahya-Abâz’ın bulunduğu vadinin kenarındaki
büyük tepenin üzerinde halkı Mecusî� olan köy halkı geçimlerini at ve eşek-
leriyle uzak bölgelere yük taşıyarak nakliye hizmetleriyle sağlardı.[274]

10. Ödedikleri Vergiler

İ�slâm dünyasında ilk dönem fetihlerden itibaren zimmî�leri vergi-


lendirme konusunda makul ve realist bir yol takip edilmiş; dengeli bir
yapılandırma ile bölgelerin fetih tarzına ve yerel geleneklere uygun bir
vergilendirme politikası benimsenmişti. Bu uygulama, merkezî� otoriteye
güveni artırdığı gibi, gelirlerin artmasına da sebep olmuş; netice olarak
adalet ve menfaati birleştiren bir yol takip edilmişti.[275] İ�slâm hukuk ki-
taplarında malî� yükümlülükler, gayrimüslimlerin devlete karşı en temel
sorumlulukları arasında zikredilmiştir.

Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerden cizye, haraç, ticaret malları


vergisi yanında, Mecusî�lerin yaşadıkları bölgelerde eski dönemlerde mev-
cut olan bazı yerel vergiler alınmaya başlamıştır.

a. Cizye

İ�slâm dünyasında gayrimüslimler, devletin kendilerine sağladığı hima-


ye karşılığında cizye ödüyor, kişi başına ve sadece askerlik yapabilecek er-
keklerden alınan bu vergi karşılığında, askerlik vazifesinden muaf tutulduk-
ları gibi can, mal ve dinlerinin korunması hakkını da kazanmış oluyorlardı.[276]

Hz. Muhammed, hicrî� 9. yılda nâzil olan cizye ayeti[277] ile Cerbâ, Ezruh,
Eyle, Dûmetülcendel; ertesi yıl Yemen, Bahreyn, Necrân, Maknâ, Teymâ

[273] Bk. İ�bnü’l-Esî�r, IV, 144; Belâzürî�, Fütûh, s. 160.


[274] Kara, Mecusîler, s. 135.
[275] Aycan, “Müslüman Yönetimlerde Birarada Yaşama Tecrübeleri (Emevî� Modeli)”, s. 33.
[276] Hayber’in fethinde Yahudilere “…Allah ve Resûlünün zimmesi…” verilmiş, Teymâ
Yahudileriyle yapılan anlaşmada da “cizye vermeleri karşılığında himaye olunacak-
lar”ı garanti edilmişti (Vâkıdî�, Kitâbü’l-meğâzî (nşr. Marsden Jones, Beyrut 1966, II,
711; II, 671; İ�bn Sa’d, I, 279). Bu uygulamanın gereği olarak Yermûk savaşı arife-
sinde Müslümanlar Bizans saldırısına karşı koyamayacaklarını anlamaları üzerine,
aralarında Yahudilerin de bulunduğu Hıms ve Şam ‘ın diğer şehirlerindeki gayrı
352 müslimlere aldıkları cizyeleri iade etmişlerdi. Bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 187.
[277] Söz konusu ayet şöyledir: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe
inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendi-
ne din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” Bk.
Tevbe 9/29.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

ve Hecer halklarıyla yaptığı antlaşmalarda himayelerinin karşılığı olarak


cizye yükümlülüğü koymuştur. Söz konusu yerleşim birimleri Hıristiyan,
Yahudi, Mecusî� veya Bahreyn, Hecer ve Yemen’de olduğu gibi üç farklı din
mensuplarının ikâmet ettikleri yerleşim birimleri olma özelliği taşımak-
tadır. İ�slâm anlayışında Mecusî�ler “müşrik” kabul edilmesine rağmen, hu-
kukî� açıdan “ehl-i kitap” statüsünde kabul edilerek himaye edilmişlerdir.
Hz. Muhammed zamanında başlayan cizye vergisi sonraki dönemlerde
düzenli olarak uygulanmaya devam etmiştir.

Emevî�ler döneminde de önceki uygulamalarda olduğu gibi, ilk etapta


fethedilen bölgelerdeki halka cizye, topraklarına ise haraç vergisi kona-
rak halklar yerlerinde bırakılmıştır. Ancak zamanla Müslüman olanların
sayısındaki artış, gelirleri tedricî� olarak azalttığı için, bunun artırılması
düşünülmüş ve mahallî� vergilere müracaat edilmişti.[278] Fakat bu tedbir
de bunalımı çözmeyince, bu dönemde İ�slâm’ı kabullerine rağmen bazı
insanlardan cizye alınmaya başlanmıştır.[279] Bu yönüyle Emevî� yönetimi,
dinî� prensiplerden ziyade devlet hazinesinin doldurulmasını esas alan bir
politika benimsemiştir. Bunun sonucu olarak cizye miktarlarında, önce-
den kararlaştırılanlara nispetle fevkalade artışlar yaşanmıştır.[280]

Ö� mer b. Abdülaziz döneminde bu politika eskiden olduğu gibi ma-


kul esaslar üzere anlaşmalarda belirtilen miktarlara göre yeniden dü-
zenlenmeye çalışılmıştır.[281] Halife, âmili Abdülhamid b. Abdurrahman’a
gönderdiği bir mektupta Allah’ın Hz. Muhammed’i vergi toplayıcı (câbî)
olarak değil, bir davetçi (dâî) olarak gönderdiğini belirterek Hî�re’de Ya-
hudi, Hıristiyan ve Mecusî�lerden İ�slâm’a girenlerden kesinlikle cizye alın-
mamasını emretmiş; eski politikayı devam ettiren valilerini ise cezalan-
dırmıştır.[282] Nitekim onun bu tür direktifleri gereği İ�slâm’ı kabul eden
Hıristiyanlardan cizye kaldırılmış; bu yeni politikanın bir sonucu olarak
Hî�re ve Horasan’da çok sayıda İ�slâm’a giren olmuş; bunlardan bir kısmına

[278] Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 124; Hammâş, s. 171.


[279] Ebû Ubeyd, s. 69; Duri, a.g.e, s. 124.
[280] Meselâ, el-Cezî�re bölgesinde ilk fetihler sırasında İ�yâd b. Ğ� anm tarafından kararlaş-
tırılan cizye miktarı Abdülmelik zamanında üç kat artırılmış; haraç âmili Dahhâk
b. Abdurrahman şahıs başı cizyeyi 4 dinara çıkarmıştı. el-Cezî�re için takdir edilen
bu miktar Şam ve Musul için de geçerli kılınmıştı. Yine onun döneminde Muâviye
tarafından tespit edilen Kıbrıs’ın yıllık 7.000 dinarlık vergisine 1.000 dinar daha
ilave edilerek 8.000 dinara çıkarılmıştı. Bk. Ebû Yusuf, s. 41; Belâzürî�, Fütûh, s. 210.
[281] Meselâ Kıbrıs’ın cizyesi eskiden olduğu gibi yine 7.000 dinara çekilmişti. Bk.
Belâzürî�, Fütûh, s. 211. 353
[282] Ebû Yusuf, s. 131-132. Ö� mer b. Abdülaziz Mısır valisi Hayyan b. Şüreyh ve Basra
valisi Adî� b. Ertâd’a aynı içerikli mektuplar göndermişti. Bk. İ�bn Sa’d, V, 354. Hatta
o, zimmî�nin sene bitimine bir gün kala müslüman olması durumunda bile kendisin-
den cizye alınmasını yasaklamıştı. İ�bn Sa’d, V, 356.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

da maaş bağlanmıştı.[283] Kaynaklarda bu politika neticesinde müslüman


olanların sayısında fevkalade artış kaydedildiği belirtilir.[284] Ancak Ö� mer
b. Abdülaziz’in ölümünden sonra, mühtedî�lerden eskiden olduğu gibi ciz-
ye alınmaya başlandığı gibi, bazı yerlerdeki vergiler de artırılmıştı. Mesela
Hişâm b. Abdülmelik zamanında İ�skenderiye’nin cizyesi iki katına çıkarı-
larak 36.000 dinar olarak takdir edilmiştir.[285] Emevî�lerin takip ettiği bu
siyaset, İ�ran’daki mevâlîyi, özellikle de Mecusî� kökenli Müslümanları ikti-
dardan iyice soğutmuştu.[286] Halkı Hıristiyan olan Kıbrıs’tan Ö� mer b. Ab-
dülaziz tarafından kaldırılan 1.000 dinarlık ek vergi tekrar konmuş; hatta
doğu eyaletlerinde Müslümanlardan senede iki kez cizye toplanması gibi
bir uygulama da başlatılmıştı.[287] Bu durumun toplumsal ayrışmayı ve
devletten kopuşu hızlandırdığının farkına varılması üzerine, Emevî�lerin
doğu valisi Nasr b. Seyyâr, vergi konusunda köklü bir reform hareketine
girişmiştir. Yeni düzenlemede müslüman olanlardan cizye kaldırılmıştı.[288]
Nasr’ın reformu Emevî�lerin yıkılış sürecinde yapıldığı için Abbâsî� ihtilali
sebebiyle başarıya ulaşamamıştır. Vergi sisteminin düzene girmesi ancak
Abbâsî�ler döneminde gerçekleşebilecektir.[289]

Emevî�ler döneminde halifelerin bu malî� politikaları gayrimüslim te-


baayı doğrudan ilgilendirmekteydi. Ancak bu dönemde cizye düzenleme-
leri ile ilgili kaynaklara yansıyan bilgiler oldukça sınırlıdır. Hz. Muham-
med ve Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde her biri bir ukiyye (kırk dirhem)
değerinde 2.000 hulle (elbise) cizye şart koşulan Hıristiyan Necrânlılar,
Muâviye (veya Yezî�d) döneminde sayılarının azaldığını belirterek yeni bir
düzenleme istemiş; bu talep üzerine vergilerinden 200 elbise indirime
gidilmişti.[290] Ancak Abdülmelik b. Mervân döneminde İ�bn Eş’as isyanı-
na destek verdikleri gerekçesiyle Haccâc, Necrânlıların cizye miktarını
tekrar 2000 elbiseye çıkarmıştı. Bu durumu zoraki kabullendikleri anla-
şılan Necrânlılar, Ö� mer b. Abdülaziz’in halife olmasıyla sorunu yeniden
gündeme getirmiş; halife, yeni bir sayım yaptırmış, sayılarının onda bir

[283] İ�bn Sa’d, V, 380; Belâzürî�, Fütûh, s. 599; Wellhausen, s. 141; Morony, Iraq, s. 309.
[284] Taberî�, VI, 559.
[285] Belâzürî�, Fütûh, s. 313.
[286] Wellhausen, Hişâm ve sonraki Emevî� halifelerinin vergi konusundaki keyfî� tutumla-
rının Abbâsî�lerin başarısına katkı sağladığını belirtir. Bk. s. 166.
[287] Belâzürî�, Fütûh, s. 211.
[288] Taberî�, daha hafta dolmadan cizye yüklenen 30 bin müslümanın bu mükellefiyetten
kurtulduğunu; cizye ödemeyen 80 bin gayrimüslime de tespit edilerek vergi kon-
duğunu haber vermektedir. Bk. VII, 174. Durî�, Nasr b. Seyyâr ‘ın vergi reformunun
354 aslında Emevî� malî� politikasının Ö� mer b. Abdülaziz dönemine bir dönüş olduğunu
söyler. Bk. İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 126.
[289] Bk. Claude Cahen, Doğuşundan Osmanlı Devletinin Kuruluşuna Kadar İslâmiyet (trc.
Esad Nedim Erendor), Ankara 1990, s. 47.
[290] Belâzürî�, Fütûh, s. 87, 89-90.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

azaldığının tespit edilmesi üzerine toplamda 8.000 dirhem olmak üzere


200 elbise eksik vermelerini kararlaştırmıştı. Velî�d b. Yezî�d’in halifeliği sı-
rasında ise Irak valisi olan Yusuf b. Ö� mer, Haccâc’ın bölgedeki politikasını
takip ettiğinden Necrânlıların vergisini yeniden eski miktarına, yani 1.800
elbiseye çıkarmıştı.[291]

Halife Velî�d döneminde, ilk İ�slâm fetihleri sırasında vergiden muaf tu-
tulan Cerâcime halkının bir isyan hazırlığında olduğu haberinin ulaşması
üzerine Mesleme b. Abdülmelik komutasında gönderilen bir ordu ile itaat
altına alınmış; askerlerden her birine sekiz dinar, ailelerine de iki müdd
buğday ve iki kıst zeytinyağı cizye konmuştu.[292]

Emevî�ler döneminde cizye ile ilgili olarak Kıbrıs’ta da bir düzenle-


meye gidilmiştir. 28 (648) yılında Muâviye tarafından fethedilen Kıbrıs’ta
Rum tebaaya 7.000 dinar cizye takdir edilmişti. Bu miktar, Abdülmelik za-
manında 8.000 dinara çıkarılmış; ancak Ö� mer b. Abdülaziz zamanında ilk
fethedildiği miktara, yani 7.000 dinara çekilmiştir.[293]

Kaynaklara bu dönemde Yahudilere yönelik cizye ayarlamaları ile il-


gili de bazı bilgiler yansımıştır. Rivayete göre ilk İ�slâm fetihleri sırasında
Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Ü� rdün ve Filistin civarında yaşayan Samirî�leri
Müslümanlara ajanlık ve rehberlik yapmaları şartıyla cizyeden muaf tut-
muştu. Ancak Yezî�d b. Muâviye döneminde Ü� rdün’deki Samirî�lere iki dinar
cizye, Filistin’dekilere ise kişi başına beş dinar cizye koymuştu.[294] Abdül-
melik b. Mervân ise Mescid-i Aksa’nın muhafızlığına tayin ettiği bazı Yahu-
di aileleri cizyeden muaf tutmuştu.[295] Ö� mer b. Abdülaziz döneminde Eyle
halkının cizye miktarı, Hz. Muhammed döneminde olduğu gibi hâlâ 300
dinardı.[296] Nasr b. Seyyâr’ın yaptığı konuşmadan Yahudi ve Mecusî�lerden
oluşan Merv şehrindeki gayrimüslim tebaanın, müşterek olarak 100.000
dirhem cizye ödemesi şeklinde bir düzenlemeye gidilmişti.[297]

b. Harâc
Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerden alınan bir diğer vergi de
haraçtır. Hz. Muhammed ve Ebû Bekir zamanında toprak, fey olarak ka-
bul edilmiş; başta Yahudiler olmak üzere gayrimüslimlerin topraklarına
uygulanan statü, Hz. Ö� mer devri haraç uygulamalarına bir zemin teşkil

[291] Belâzürî�, Fütûh, s. 91.


[292] Belâzürî�, Fütûh, s. 216.
[293] Belâzürî�, Fütûh, s. 209-210. 355
[294] Belâzürî�, Fütûh, s. 216.
[295] Haim Z’ew Hirscberg, “Jerusalem”, EJd, IX, 1410.
[296] Belâzürî�, Fütûh, s. 80.
[297] Taberî�, VII, 174.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

etmiştir. Toprağa haraç adı altında bir verginin konması, ilk defa Hz. Ö� mer
zamanında başlamıştır.[298] Hz. Ö� mer döneminde fethedilen toprakların
devlet tarafından nasıl idare edileceği hususu ortaya çıkmış; Halife, muha-
lif görüşlere rağmen Haşr sûresinin 6-10. ayetlerini delil göstererek Sevâd
bölgesinde fethedilen yerlerdeki toprakları ganimet statüsünden çıkara-
rak dağıtmamış; haraç ödemeleri şartıyla eski sahiplerinde bırakmıştı. Bu
konuda kaynaklar arasında ittifak vardır.[299] Bu uygulama, Sevâd bölgesi
ile sınırlı kalmamış; Şam gibi diğer bölgelerde de uygulanmıştır.[300]
Emevî�ler, Hulefâ-yi Râşidî�n dönemindeki malî� sistemi devam ettirmiş-
lerdir. Ancak gayrimüslimlerden alınan vergilerde bariz artırımların olması,
bu dönemin malî� idaresinin genel karakteristiği olmuştur. Hz. Ö� mer döne-
minde topraklara verginin adaletli bir şekilde konması amacıyla ölçülen
Sevâd arazisi, 105 (724) yılında Yezî�d b. Abdülmelik’in halifeliği sırasında
Ö� mer b. Hübeyre tarafından tekrar ölçülerek haraç vergisinde birtakım dü-
zenlemelere gidilmiş; ilk dönemlerde vergiden muaf tutulan bazı arazi ve
ürünlere de vergi takdir edilmiştir.[301] el-Cezî�re bölgesi haraçları Abdülme-
lik zamanında artırılmış, Dahhâk b. Abrurrahman’ı bölgeye gönderen Halife
ona, toprakları yakınlık ve uzaklığına göre yeniden vergilendirmesini em-
retmişti. Dahhâk, yakın olan 100 cerî�b ekin arazisine, 1.000 salkım üzüme
ve 100 zeytin ağacına bir dinar; uzak olan 200 cerî�b ekin arazisine, 2.000
salkım üzüme ve 200 zeytin ağacına bir dinar haraç koymuştu.[302] el-Cezî�re
için kararlaştırılan bu miktar, Şam ve Musul için de geçerli kılınarak yürür-
lüğe konmuştu.[303] Hişâm b. Abdülmelik zamanında Mısır’ın haraç âmili İ�bn
Habhab halifeye Mısır topraklarının daha fazla vergiye tahammül edebi-
leceğini belirtmiş, halifenin de uygun görmesiyle daha önce verilen haraç
miktarının her dinarına bir kırat daha ilave edilmişti.[304]
Emevî�ler döneminde Hz. Ö� mer zamanında yürürlüğe konan malî�
sistem bir süre devam etmiştir. İ�slâm’a girenleri ilk etapta cizye ve ha-
raçtan muaf tutan Emevî� idarecileri, İ�slâm’ın yayılması sonucu gelirlerin
tedricî� olarak azalması, Arapların satın alması sonucu haraç arazilerinin
özel mülkiyete dönüşmesi ve devlet arazilerinin hibeler sonucu giderek
azalması üzerine, bütçeyi birtakım ek vergilerle dengelemeye çalışmış-
lardır. Bunun bir neticesi olarak Mecusî�lerden Nevrûz ve Mihricân gibi
daha önce ilgâ edilen bazı eski vergileri tekrar zorunlu hale getirmeleri

[298] Ebû Yusuf, s. 59. Konuyla ilgili değerlendirme için bk. Fayda, Ömer, s. 80.
[299] Ebû Yusuf, s. 24-25; Ebû Ubeyd, s. 84. Toprakların ganî�met olarak dağıtılıp dağıtıl-
mayacağı ile ilgili görüşler için bk. Fayda, Ömer, s. 15-16; Hammâş, s. 187-188.
356 [300] Ebû Yusuf, s. 25.
[301] Ya’kûbî�, Tarîh, II, 313; İ�bn Kayyım, Ahkâm, I, 255.
[302] Ebû Yusuf, s. 81.
[303] Ebû Yusuf, s. 81.
[304] Makrizî�, Hıtat, I, 79; Hammâş, s. 184.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

yanında, gayrimüslimlerden İ�slâmiyet’e girenlerden cizye, toprak sahibi


olanlardan da haraç vergisi alarak meseleye çözüm bulmaya çalışmışlar-
dır.[305] Mesela, Fırat ve çevresinde yaşayan bazı halklar, fetihlerden sonra
müslüman olmaları sebebiyle toprakları öşür arazisine dönüştürülmesine
rağmen, Haccâc topraklarını tekrar haraç arazisine çevirmişti.[306]
Ö� mer b. Abdülaziz dönemi bu uygulamaların istisnasını teşkil etmek-
tedir. Uygulamalarında Hz. Ö� mer’in koyduğu prensipleri esas alan halife,
valilerine yazdığı mektuplarda haraçları baskı yapmadan toplamalarını
emrederek vergilerin zorla alınmasını yasaklamak gibi usûle dair birta-
kım yeni prensipler yanında, haksız vergilerin kaldırılmasına yönelik uy-
gulamaları da yürürlüğe koymuştur.[307] Halife, yeni Müslümanların duru-
muyla ilgili olarak da farklı bir formül geliştirmiştir. Bu formülde toprakla
insanı birbirinden ayırmış; toprak sahibinin müslümanlığı kabul etmesi
durumunda kendisinden cizyenin düşürülmesini; ancak toprağından ha-
raç alınmaya devam edilmesini emretmiştir. Bu kararla haraç bir toprak ki-
rası, haraç toprağı da Müslümanların mülkü olarak değerlendirilmiştir.[308]
Ö� te yandan Halife, haraç arazisinin satılmasını da yasaklamıştı. Bu suretle
arazi, vergiden muaf olmayacak; dolayısıyla herhangi bir gelir azalması da
yaşanmayacaktı. Ü� stelik bu uygulama ile Arap aristokrasisinin söz konusu
toprakları mülkiyetlerine geçirmelerinin önüne de geçilmiş olacaktı. Daha
da önemlisi, beytülmalin geliri, İ�slâmiyet’in yayılışından etkilenmeyecek
şekilde sabitlenmiş oluyordu.[309]
Ancak Ö� mer b. Abdülaziz’in bu uygulamaları kendi dönemiyle sınırlı
kalmış; vefatından sonra halife olan Yezî�d b. Abdülmelik, ilgâ edilen eski
vergilerin toplanmasına dair yeni bir emir çıkarmıştır.[310] Emevî�lerin yı-
kılış sürecinde Nasr b. Seyyâr’ın Horasan’da yürürlüğe koyduğu yeni vergi
kanunu, Ö� mer b. Abdülaziz’in vergi sisteminin tekrar yürürlüğe girmesi
anlamına geliyordu; ancak Nasr’ın düzenlemesi çok geç kalmış, Abbâsî� ih-
tilali bütün ülkede taraftar bulmuş durumdaydı.[311] Vergi sisteminin tam
birlik içinde bir düzene kavuşması ancak Abbâsî�lerin iş başına gelmesiyle
gerçekleşebilmiştir.[312]
Emevî�ler döneminde cizye vergisinde olduğu gibi haraç vergileri-
nin toplanmasında da bazı haksızlıklar yaşanmıştır. Mısır’da Abdullah b.

[305] Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 124.


[306] Belâzürî�, Fütûh, s. 512.
[307] Ebû Yusuf, s. 119; Belâzürî�, Fütûh, s. 99. Ayrıca bk. Wellhausen, s. 143.
[308] Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 125; Cahen, s. 47.
[309] Wellhausen, s. 143; Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 125. 357
[310] Belâzürî�, Fütûh, s. 99.
[311] Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 126. Nasr b. Seyyâr’ın vergi düzenlemesi için bk.
Taberî�, VII, 173-174; Wellhausen, s. 227.
[312] Cahen, s. 47.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Habbâb ve Ü� sâme b. Zeyd et-Tenuhî�’nin haraç görevlisi oldukları dönem-


de, toprak vergilerine yapılan zamlar, Mısır’daki Hıristiyanların isyanına
sebep olmuştu (107/725). III. Yezî�d, Ö� mer b. Abdülaziz’i örnek aldığını
ifade ettiği bir hutbesinde, gayrimüslim arazi sahiplerine ikâmet ettikleri
köylerden ayrılmamalarını salık vererek ağır vergilerle karşılaşmayacak-
larına dair kendilerine garanti vermişti.[313]
Harac düzenlemeleriyle tesbit edebildiğimiz yegâne bilgi, Belâzürî�’de
yer alan Samirî�ler ile ilgili bir uygulamadır. İ�lk İ�slâm fetihleri sırasında
Ü� rdün ve Filistin civarındaki Samirî�lerin toprakları Müslümanların ajanlı-
ğını ve rehberliğini yapmaları şartıyla, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh tarafından
kendilerine iade edilmişti.[314] Fakat bu durum Yezî�d b. Muâviye dönemin-
de değiştirilmiştir. Belâzürî� herhangi bir miktar belirtmeksizin, Yezî�d’in
gerek Ü� rdün, gerekse Filistin’deki Samirî�lerin topraklarına haraç koy-
duğunu haber verir.[315] Lammens’e göre devletin daha fazla ihtiyacının
olması ve Samirî�lerin nüfus ve zenginliklerinin artması, bu verginin ko-
nulmasında etkili olmuştur.[316] Kaynaklarda açıkça zikredilmese de gay-
rimüslim tebaa, o dönemdeki haraç düzenlemelerinden doğrudan ya da
dolaylı olarak etkilenmiştir. Çünkü haraç miktarları artırılan Mısır, Sevâd
ve diğer bölgeler, eskiden beri çok sayıda Yahudi, Hıristiyan ve Mecusî�nin
yaşadığı bölgeler idi.
a. Ticaret Malları Vergisi (Uşur)

İ�slâm tarihinde ticaret malları vergisini (uşur) ilk defa yürürlüğe koyan
idareci Hz. Ö� mer’dir.[317] Bu vergi Hz. Muhammed ile Ebû Bekir döneminde
mevcut değildi. İ�slâm fetihleriyle beraber devletin sınırlarının genişlemesi,
pek çok gayrimüslimin zimmî� statüsü ile vatandaşlığa girmesini sağlamış;
bunların ticarî� işlemleri, ayrıca komşu ülke tüccarlarının ticaret yapmak
için İ�slâm devletine gelmesi, ticaret malları vergisinin ortaya çıkmasına
sebep olmuştur.[318] Hz. Ö� mer’in ilk uşur memuru Ziyâd b. Hudayr, Kûfe’de
Müslümanlardan % 2.5 (kırkta bir), zimmî�lerden % 5 (yirmide bir), diğer
ülkelerden gelen gayrimüslim (harbî) tüccarlardan ise % 10 (onda bir) nis-
petinde vergi alırdı.[319] Hz. Ö� mer’in vergi oranlarını bu şekilde tespit etme
sebebi, müslüman tüccarların ticarî� üstünlüklerini koruma ve onları ticarete

[313] Makrizî�, el-Hıtat, II, 492-493; Wellhausen, s. 173.


[314] Belâzürî�, Fütûh, s. 216.
[315] Belâzürî�, Fütûh, s. 216.
[316] La Califat de Yazid I, Beyrut 1921’den naklen Ü� nal Kılıç, Tartışmaların Odağındaki
358 Halife Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001, s. 386.
[317] Ebû Yusuf, s. 134; Ebû Ubeyd, s. 508.
[318] Ebû Ubeyd, s. 508; Fayda, “Hz. Ö� mer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşûr I”, AÜİFD,
25 (1981), s. 175.
[319] Ebû Yusuf, s. 121.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

teşvik olarak açıklanmaktadır. Hakikaten de Halife’nin bu uygulaması, yerli


müteşebbisleri harekete geçirmiş; bazı bölgelerde yeni ticarî� hamlelere se-
bep olmuştu.[320] Senelik alınan bu verginin tahakkuk edebilmesi için açık-
ta bulunan (zahirî) bir mal olması ve belirli bir nisâba ulaşması gerekirdi.
Domuz ve şarap gibi İ�slâm dinince yasak olan malların vergisi, kıymetleri
üzerinden hesaplanarak alınırdı. Vergiye matrah olan miktar, 200 dirhem
ya da yirmi miskalin üzerindeki mallardı.[321]

Ticaret malları vergisinin alınmasına Emevî�ler döneminde de devam


edilmiştir. Ö� mer b. Abdülaziz Mısır gümrük memuru Züreyk b. Hayyân’a
gönderdiği talimâtta zimmî�lerden % 5 (yirmide bir) vergi alınmasını em-
retmişti.[322] Bu dönemde ayrıca vergi alınan zimmî�lere “vergilerinin tahsil
edildiğine dair belge” verilmesi şeklinde yeni bir uygulama da başlatılmış-
tı.[323] Ö� mer b. Abdülaziz vergi memurlarına, hiçbir zimmî� tüccarı zorla-
mamaları, tüccarların sadece görünen (zahirî) mallarından vergi almala-
rını emretmişti.[324] Onun ticaret mallarından alınan vergiyi ilgâ ettiğine
dair bazı rivayetlerin,[325] söz konusu verginin, yaşadığı bölgede ticaretle
uğraşan zimmî�lerden ilgâ edildiği şeklinde anlaşılması daha uygundur.
Çünkü ticaret yapmak üzere malları ile sınırdan giriş yapan bir zimmî�-
den bu vergi her zaman alınmıştır.[326] Ö� mer b. Abdülaziz, Adî� b. Ertât’a
gönderdiği bir mektubunda ona zimmî�lerin şaraplarından uşur aldığını
ve beytülmale koyduğunu; ancak bundan sonra kesinlikle böyle bir şey
yapmamasını emretmiştir.[327]

Zimmî� tüccarlardan alınan bu vergi, cizye ve haraçla birlikte fey gelir-


leri fonunda toplanmıştır.[328]

b. Diğer Vergiler

İ�lk dönemlerde cizye ve haraç vergileri dışında anlaşmalarda gayri-


müslimlere, bölgelerin imar ve bayındırlık faaliyetlerine katkıda bulunma-
ları ve henüz yerleşim aşamasında olan Müslümanların bölgeye gelişleri
sırasında belli süre ile misafir edilmeleri gibi, bazı şartlar da koşulmuştur.

[320] Duri, İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 140; Kallek, s. 115.


[321] Ebû Yusuf, s. 123, 137; Ebû Ubeyd, s. 511. Konuyla ilgili detaylar için bk. Fayda, “Hz.
Ö� mer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşûr II”, AÜİFD, 26 (1983), s. 331.
[322] Ebû Yusuf, s. 137.
[323] Ebû Yusuf, s. 137; Ebû Ubeyd, s. 511.
[324] Ebû Yusuf, s. 134.
[325] Rivayetler için bk. İ�bn Sa’d, V, 345, 383. 359
[326] Fayda, “Hz. Ö� mer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşûr II”, AÜİFD, 26 (1983), s. 330.
[327] İ�bn Sa’d, V, 380.
[328] Ebû Yusuf, s. 124. Ayrıca bk. Fayda, “Hz. Ö� mer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşûr
II”, AÜİFD, 26 (1983), s. 334.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Bu şart ile zarurî� ikamet mecburiyetinin karşılanması yanında, uygun


bir tebliğ ortamı hazırlanarak toplumların kaynaşmalarını sağlamak da
hedeflenmişti.[329] Hz. Ö� mer zamanında fethedilen Nihâvend’in (21/642)
anlaşma şartları arasında Mecusî�lere yolunu şaşıran Müslümanlara kıla-
vuzluk yapmak, yolların bakım ve onarımını sağlamak, bölgeden geçen
Müslüman askerlerin ihtiyacını karşılamak ve bölgelerine gelen Müslü-
man yolcuları belli bir süre barındırmak gibi bazı sorumluluklar da yük-
lenmişti. Benzer şartlar Sa’d b. Ebî� Vakkâs tarafından Celûlâ’nın fethinden
sonra dihkânlardan da istenmişti.[330] Ebû Ubeyde’nin Şamlılara, İ�yâd b.
Ganm’in de Urfa (Ruhâ) halkına köprü ve yolların tamirini zorunlu kıldığı
bilinmektedir.[331] Bu vergilerin önemli bir kısmı, Müslümanların bölgeye
tam anlamıyla hakim olması ve kendilerine ait yeni yerleşim birimlerinin
kurulmasıyla zamanla kendiliğinden ortadan kalkmıştır.

Emevî�ler döneminde devletin artan ihtiyaçları ek vergilerle karşı-


lanmaya çalışılmış; bu durum zaman zaman haksız vergi taleplerine de
kapı aralamıştır. Muâviye b. Ebî� Süfyân zamanında, Mecusî�lerden Nevrûz
ve Mihricân hediyeleri adı altında ek tahsilatlar yapılmaya başlamıştır.
Nevrûz, Mecûsî� devlet geleneğinde hem yeni yılın hem de haraç toplama
mevsiminin başlangıcı, dolayısıyla malî� yılbaşı olarak kabul ediliyordu.
Mecusî�lerin eski dönemlerden beri devlet büyüklerine takdim ettikleri
hediyelere, ilk dönem cizye anlaşmalarında işaret edilmemesi, Hulefâ-yi
Râşidî�n döneminde bu verginin talep edilmediğini göstermektedir. Muâ-
viye’nin Irak’taki haraç görevlileri Sevâd halkından Nevrûz ve Mihricân’da
halifeye hediye göndermelerini istedikleri bilinmektedir. Bu hediyelerin
senede 10 milyon dirhemi bulduğu rivayet edilir. Halife Hişâm zamanın-
da dihkanların vali Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’ye gelerek ekinlerin olgun-
laşmaması sebebiyle Nevrûz’un bir ay ertelenmesi talebinden anlaşıldığı
kadarıyla, Mecusî�lerin de alışık olması sebebiyle zamanla bu vergi, cizye
ve haraç gibi olağan vergi hüviyetine bürünmüştür.[332] Nevrûz ve Mihri-
cân’da hediye âdeti Ö� mer b. Abdülaziz zamanına kadar bu şekilde devam
etmiş; halife, bölge valilerine yazdığı mektuplarla Nevrûz ve Mihricân he-
diyesi adı altında alınan bu vergilerin ilgâ edildiğini, konu ile ilgili olarak
Mecusî�lere baskı yapılmamasını emretmiştir.[333]

Ö� mer b. Abdülaziz’in Kûfe âmiline (Abdülhamid b. Abdurrahman)


yazdığı bir mektupta yer alan bilgilerden, gayrimüslimlerden özellikle de

360 [329] Ö� ztürk, s. 356.


[330] Ebû Ubeyd, s. 179; Taberî�, IV, 32, 137.
[331] Belâzürî�, Fütûh, s. 240.
[332] Ö� ztürk, s. 356-357; Kara, Mecusîler, s. 254.
[333] İ�bn Sa’d, V, 186; Taberî�, VI, 569; İ�bn Kayyim, Ahkâm, I, 145; Wellhausen, s. 143.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Mecusî�lerden alınan ek vergilerin, Nevrûz ve Mihricân adı verilen vergi-


lerden ibaret olmadığı anlaşılmaktadır. Söz konusu mektuptan Ö� mer b.
Abdülaziz’den önceki Emevî� halifelerinin gayrimüslim tebaadan şu tür ek
vergi taleplerinde bulunduklarını da öğreniyoruz:
• Boş bırakılan topraklardan, işlenen topraklara takdir edilen vergi
miktarı kadar vergi alınması
• Para kesimi yapan ve gümüş işleri ile meşgul olanlardan alınan
vergiler
• Kitap istinsahlarından alınan vergiler
• Meskenlerden alınan emlâk vergileri
• Evlenen çiftlerden alınan nikâh ve evrak ücretleri

Değişik isimlerle alınan bu vergilerin hemen her çeşidi, Ö� mer b. Ab-


dülaziz tarafından ilga edilmişti.[334]

c. Vergilerin Tahsili

Bölgelere tayin edilen idareciler o bölgeyi tanıyan ve bölge işlerinden


anlayan yerel memurlardan faydalanıyorlardı. Ancak bu memurlar bölge
valisinin emrinde çalışıyor; yetkileri de bölge valisinin yetkileri ile sınırlı
kalıyordu.[335]
Hulefâ-yi Râşidî�n döneminden itibaren vergiler gayrimüslimlerin
temsilcileri eliyle toplanmaya başlamıştır. Hâlid b. Velî�d’in Hî�re’yi fethet-
tiğinde zimmî�lerin mükellef oldukları vergileri, bizzat kendilerinin geti-
rip teslim etmeleri şeklinde bir şart koştuğu bilinmektedir.[336] Uygula-
ma açısından oldukça pratik olan bu düzene göre Bizans topraklarından
fethedilen yerlerde piskoposlar, Sasanî�lerden alınan yerlerde dihkanlar,
Yahudilerden de re’sü’l-câlûtlar şehirlerdeki temsilcileri vasıtasıyla ken-
di dindaşlarının vergilerini topluyor ve devlete ulaştırıyorlardı.[337] Topla-
nan bu vergilerden bölge valileri sorumluydu. Ancak valilerden ayrı ola-
rak vergi toplamakla görevlendirilen kimseler de olmuştur. Muâviye’nin,
azadlısı Abdullah b. Derrâc’ı Kûfe’ye; Süleyman b. Abdülmelik’in Yezî�d b.
Mühelleb’i Basra’ya; Hişâm’ın da Ubeydullah b. Habhab’ı Mısır’a, validen
ayrı haraç âmili tayin ettiği bilinmektedir.[338]

Vergilerin cemaat liderleri tarafından toplanması esas olmakla


birlikte, kaynaklarda, Yahudilerle Hıristiyanların karışık yaşadığı bazı

[334] Ebû Yusuf, s. 86; Wellhausen, s. 143. 361


[335] Salih Ahmed, s. 196; Hammâş, s. 174.
[336] Bk. Ebû Yusuf, s. 144.
[337] Wellhausen, s. 13; Lassner, s. 52.
[338] Sırasıyla bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 408; Taberî�, VI, 523; Makrizî�, Hıtat, I, 79.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yerleşim birimlerinde Yahudilerin vergilerini Hıristiyanlar eliyle bey-


tülmale ulaştırdıklarına dair bilgiler mevcuttur. Mesela Şam bölgesinde
Yahudilerin haraçlarını Hıristiyanlar aracılığı ile ödediklerine dair riva-
yetler mevcuttur.[339] Belâzürî�’nin Necrân’da Yahudilerin Hıristiyanlara
tâbi olarak anlaşmada birlikte yer aldıklarına dair[340] verdiği bilgiden,
Yahudilerin (belki de) azınlıkta olup Hıristiyanlarla karışık yaşadıkları
yerlerde vergilerini Hıristiyan memurlar eliyle yetkililere ulaştırdıkla-
rı anlaşılmaktadır. Mesela Necrânlılar Kûfe Necrâniyesi’ne yerleştikten
sonra Necrâniye sahibi vergileri Şam ve çevresinde oturan bütün Nec-
rânlılara elçiler göndermek suretiyle topluyordu.[341] Böyle bir uygulama
pratik açıdan da makul gözükmektedir. Benzer uygulamanın, cemaatle-
rin karışık yaşadığı başka yerleşim birimlerinde de uygulandığı söyle-
nebilir.

Hz. Muhammed döneminden itibaren vergiler “aynî�”, “nakdî�” veya


“hem aynî� hem nakdî�” şekilde toplanmıştır. Bu uygulama Emevî�ler dö-
neminde de devam etmiştir. Sevâd, Nişâbur, Harizm, Eyle, Belh, el-Cezî�re,
Musul, Şam ve İ�skenderiye’de cizyeler nakdî� ödenirken; Yemen, Bahreyn
ve Merv’de “hem aynî� hem de nakdî�” olarak tahsil ediliyordu.[342] “Aynî�”
cizye uygulamasının fetihlerin devam ettiği dönemlerde mücahitlere lojis-
tik destek açısından pratik bir amaca yönelik olduğu söylenebilir. Sonraki
dönemlerde uygulama zamanla ortadan kalkmıştır.

Cizyeler bazı bölgelerde “şahıs başı” takdir edilirken, bazı yerlerde de


bütün gayrimüslimlere “müşterek” bir miktar tespit ediliyordu. Emevî�ler
döneminde İ�skenderiye, Nişâbur, Harizm, Eyle, Merv ve Belh gibi yerlerde
“müşterek” cizye takdir edilirken; el-Cezî�re, Şam, Babylon, Yemen, Bah-
reyn ve Sevâd gibi yerlerde ise “şahıs başı” takdir edilmişti.[343]

Cizyelerin ödeme biçimi de değiştirebiliyordu. Amr b. el-Â� s Mısır’da


her erkekten iki dinar, üç irdebb buğday, iki kıst zeytinyağı veya aynı
miktarda bal ve sirke alınmasını şart koşmuştu. Daha sonra, aynî� olarak
ödenenler iki dinar şeklinde nakde çevrilmişti. Hz. Osman zamanında
Merv’deki 1 milyon dirhem ve 200.000 cerî�b buğday veya 100.000 ukiyye
mahsul verilmesi şeklindeki ödeme, Yezî�d b. Muâviye zamanında tama-
men nakde çevrilmişti. Benzer bir uygulama Muâviye tarafından Rakka
ahalisi için de yapılmıştı.

362 [339] Belâzürî�, Fütûh, s. 170.


[340] Belâzürî�, Fütûh, s. 89.
[341] Belâzürî�, Fütûh, s. 90.
[342] Bk. Arslantaş, Emevîler Döneminde Yahudiler, s. 133.
[343] Detaylar için bk. Arslantaş, s. 123-125.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Cizyeler halkın malî� durumuna göre farklılık arz ediyor, gerektiğin-


de artırılabiliyor ya da düşürülebiliyordu.[344] Necrânlılara konan vergi bu
uygulamaya en iyi örnektir. Hz. Muhammed tarafından tespit edilen vergi
miktarı Hulefâ-yi Râşidî�n ve Emevî�ler döneminde bazen artırılmış bazen
de düşürülmüştü.[345] Vergi artırımı, Emevî�ler döneminde daha çok hazi-
neyi doldurmak amacıyla yapılmıştır.
Gayri müslimlerden yaptıkları hizmete karşılık veya daha değişik se-
beplerle cizye vergisi kaldırılabiliyordu. Hz. Ö� mer zamanında Beth Garme
(Bâcerma) metropolitan rahibi, bölge valisinin iki kızını cinlerden kurtar-
dığı için rahipler ve öğrencileri cizyeden muaf tutulmuştu.[346] Muâviye,
Hz. Muhammed’in oğlu İ�brahim’in annesi Mâriye’nin Mısır’daki köyünden
cizyeyi kaldırmıştı.[347] İ�slâm fetihleri sırasında Ü� rdün ve Filistin civarın-
daki Samirî�ler Müslümanların ajanları ve rehberleri olmaları karşılığında
cizyeden muaf tutulmuşlardı.[348] Abdülmelik b. Mervân zamanında Mes-
cid-i Aksa’nın muhafızlığını yapan Yahudiler de cizyeden muaftı.[349] Se-
merkant şehrinin ortasından geçen nehir sayesinde bölgenin en mamur
yeri olan Râsü’t-Tâk bölgesindeki bahçeler, cizyeden muaf tutulmalarına
karşılık Mecûsî� muhafızlar tarafından korunmakta idi.[350]

Harâc vergisi daha çok mahsulden, yani aynî� olarak alınmaktaydı. An-
cak Mısır ve Şam bölgesi haracında olduğu gibi, verginin hem “aynî�” hem
de “nakdî�” tahsil edildiği de olmuştur.[351]

11. İsyanlar ve Ayrılıkçı Dinî Gruplar

Gayri müslimlere karşı çok müsamahalı olan Emevî� yönetimi, dinî�


ve cemaat içi yaşamlarına herhangi bir müdahalede bulunmamasına rağ-
men,[352] Emevî�ler döneminde gayrimüslimlerin bazı isyanları olmuştur.
Bu dönemdeki Hıristiyan isyanlarının neredeyse tamamı herhangi bir dinî�
gerekçeye dayanmamaktadır. Ö� mer b. Abdülaziz dönemi hariç tutulursa,
isyanlar daha çok, gelirlerini artırmak için dinî� prensiplerin uygulanma-
sından ziyade devlet hazinesinin doldurulmasını esas alan geleneksel

[344] Başlangıçta her şahıs için 1 dinar ve 1 cerî�b olarak kararlaştırılan Şam bölgesi ciz-
yesi, Hz. Ö� mer zamanında 4 dinar olarak artırılmıştı. Yine Hz. Ö� mer Şam, Irak ve
Mısır halkına servetlerinden dolayı Yemen halkından daha fazla vergi koymuştu.
Bk. Ebû Ubeyd, s. 61; Belâzürî�, Fütûh, s. 98.
[345] Belâzürî� Necrânlıların vergisini detaylarıyla anlatır. Bk. Fütûh, s. 90.
[346] Morony, “Religious Communities”, s. 121.
[347] Belâzürî�, Fütûh, s. 307.
[348] Belâzürî�, Fütûh, s. 216. 363
[349] Hirscberg, “Jerusalem”, EJd, IX, 1410.
[350] Bk. İ�stahrî�, s. 317; İ�bn Havkal, s. 493.
[351] Bk. Belâzürî�, Fütûh, s. 302.
[352] Cahen, s. 50; Yiğit, “Emevî�ler”, DİA, XI, 101.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Emevî� politikasına karşı tepkilerden dolayı çıkmıştır.[353] Ancak isyanlarda


başka bazı etkenler de söz konusudur.

Bu dönemde devletin merkezi olan Suriye’de kayda değer bir isya-


na rastlanmaz. Ancak dönem boyunca Antakya civarında, özellikle de sı-
nır bölgelerinde yaşayan Merdaî�lerin bir dizi isyan girişimleri olmuştur.
Arapların “Cerâcime” olarak isimlendirdiği Merdaî�ler, ilk fetihlerden iti-
baren Bizans’ın da desteği ile çoğu zaman anlaşma şartlarını ihlal ederek
Emevî� idaresini uğraştırmışlardır. 57 (677) yılında Merdaî� isyanının pat-
lak vermesi üzerine Muâviye, belli bir vergi karşılığında Bizans İ�mpara-
torluğu ile 30 yıllık saldırmazlık anlaşması imzalamak zorunda kalmıştı.[354]
Aynı tehlike Halife Abdülmelik zamanında yeniden ortaya çıkmış; Muâ-
viye gibi o da Bizans’a vergi vermek zorunda kalmıştı. 70 (689) yılında
Lükam dağına çıkan Bizanslılar, bölgedeki Merdâi ve Nabatî�ler tarafından
himaye edilmişlerdi. Abdülmelik, Merdaî� tehlikesinden dolayı Bizans im-
paratoru Justinian’a haftalık 1.000 dinar vergi karşılığında barış teklifinde
bulunmuştu. Ancak barış anlaşmasından bir süre sonra Merdaî�lerle yeni-
den anlaşan Abdülmelik, bunların da katılımı ile Bizans’a karşı seferler
düzenlemiş; güvenlik için de bölgeyi Araplarla iskân etmişti.[355] Merdaî�ler
I. Velî�d zamanında (89/707) tekrar isyan etmişlerse de Mesleme b. Ab-
dülmelik tarafından bastırılan isyandan sonra Şam ve çevresindeki bazı
yerlere sürülmek suretiyle cezalandırılmışlardı.[356]

Emevî�ler döneminde Suriye bölgesine bağlı olan Kıbrıs’ta da bazı is-


yanlar patlak vermiştir. 28 (648) yılında Muâviye’nin bölge valiliği sıra-
sında sulh yoluyla fethedilen Kıbrıs, onun halifeliği sırasında müslüman
denizcilere karşı Bizans’ı desteklemeleri üzerine (32/652) bizzat Muâvi-
ye tarafından yeniden fethedilmiş (33/653), eski anlaşma şartlarına ek
olarak adaya 12.000 asker yerleştirilmişti.[357]

Hişâm b. Abdülmelik zamanında ise Mısır’da Kıptî�ler haraç âmili


Ubeydullah b. Habhab tarafından artırılan vergi miktarlarını ağır bularak
isyan etmişlerdi. İ�bn Habhab’ın tavsiyesi üzerine Kıptî�lerden o güne ka-
dar alınan vergilerden her dinara bir kırat ilave verginin konması üzerine
Mısır’da Tenû, Tumeyy, Kurbayt, Turâbiye ve el-Havf halkının tamamının
isyan ettiği ve isyanın ancak merkezden bölgeye gönderilen ordu saye-
sinde bastırılabildiği (107/725) belirtilir. İ�syandan sonra Emevî� idaresi

[353] Cahen, s. 51.


364 [354] Theophanes, s. 53-54; Hitti, II, 315; Cahen, s. 36. Gerçi Muâviye duruma hâkim ol-
duktan sonra Bizans’a karşı yürüttüğü sistematik saldırılarına tekrar başlamıştır.
[355] Theophanes, s. 59, 61-62; Belâzürî�, Fütûh, s. 220.
[356] Belâzürî�, Fütûh, s. 220-221.
[357] Belâzürî�, Fütûh, s. 208-209.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

Kaysî�lere öncelik vererek bölgedeki Arap nüfusu arttırma yoluna gitmiş-


tir.[358] Bu ilk isyandan sonra Kıptî�ler yine ekonomik sebeplerden dolayı
birkaç kere isyana teşebbüs etmişlerse de, başarılı olamamışlardır. Ancak
Hanzale b. Safvân’ın valiliği sırasında Aşağı Mısır’ın Saî�d bölgesinde ye-
niden isyan etmişler; vergi artırımına bir tepki olarak başlayan bu isyan
da bastırılarak bölgede sükûnet sağlanmıştı (121/738). Benzer bir isyan,
132 (749) yılında Semenved’te Yuhannes isimli bir Hıristiyanın liderliğin-
de patlak vermiş; ancak bu isyan da bastırılmıştır.[359]

Emevî�lerin Abdullah b. Zübeyr kıyamı ile ilgilendikleri sırada Cezî�re


ve Ermeniye bölgesindeki yönetim boşluğundan faydalanan Ermenilerin
isyanı, bölgeye vali tayin edilen Muhammed b. Mervân tarafından bastırıl-
mıştır. 105 (723) yılında Lân halkının isyan teşebbüsü ise Haccâc tarafın-
dan fazla büyümeden önlenmişti.[360]

Harâc miktarlarının artırılması veya Bizans’la ittifak sebebiyle patlak


veren Hıristiyan isyanlarının tersine, Emevî�ler döneminde Yahudi ve Me-
cusî� isyanları daha çok dinî� bir görünüm arz etmektedir.

Bu dönemde Yahudilerdeki mesihî� hareketler iki sebebe dayanmakta-


dır. Bunlardan biri, Yahudilerin Hz. Muhammed’in şahsiyetinden etkilen-
meleri; diğeri ise İ�slâm fetihlerinin Yahudiler üzerinde yarattığı etki. Küçük
yaşta ailesini kaybeden, dünyevî� imkânlardan yoksun, sıradan birinin(!)
(Hz. Muhammed) tek başına başlattığı mücadelenin kısa zamanda çok ge-
niş bir coğrafyaya yayılması, Yahudileri fevkalade hayran bırakmış; onları,
kitlesel hareketlerin başlangıçta büyük bir kalabalığa ihtiyacı olmadığını
düşünerek bu tür zor zamanlarda bir kurtarıcının çıkmasının mümkün ol-
duğu düşüncesine sevk etmişti.[361] Ö� te yandan yeni ve dinamik İ�slâm dini
mensuplarının az olmalarına rağmen kalabalık kuvvetler karşısında büyük
zaferler kazanması, fetihlerin İ�spanya’ya oradan Fransa’nın güney sınırla-
rına kadar dayanması ve İ�stanbul (Kostantinopol) gibi Bizans’ın başkenti-
ni dahi tehdit eder hale gelmesi, doğu bölgelerinde yaşayan ve sayıları bir
hayli fazla olan Yahudilerde bağımsızlığa kavuşma ve sürgünden dönme
umudunun doğmasına sebep olmuştu.[362] Emevî�ler döneminde Yahudiler-
de oluşan bu umutları gerçeğe dönüştürmek amacıyla Severus ve Ebû
İ�sa el-İ�sfahânî� Mesihlik iddiası ile ortaya çıkmıştır. 101 (720) yıllarında
Suriye Yahudileri arasından çıkan Severus’un amacı, sürgün Yahudileri

[358] Makrizî�, Hıtat, I, 79; İ�skân faaliyetleri için bk. Esâmine, s. 276; İ�brahim Harekât, s. 250
[359] Makrizî�, Hıtat, I, 79; II, 493; Kasım Abduh, Ehlü’z-zimme fi Mısri’l-usûrü’l-vüstâ, 365
Kahire 1977, s. 44; Ö� ztürk, s. 297-298.
[360] Belâzürî�, Fütûh, s. 289; Taberî�, VII, 29.
[361] Grayzel, s. 266.
[362] Morony, Iraq, s. 331; Baron, V, 193.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yabancıların (gentiles/Müslümanlar) hâkimiyetinden kurtarıp kutsal top-


raklara götürerek bağımsız bir Yahudi devleti kurmaktı. Kısa sürede ünü
İ�spanya’ya kadar yayıldı. Kendisine pek çok Yahudi ve bazı Hıristiyanlar
iştirak etti; ancak yaptığı faaliyetlerin öğrenilmesi üzerine Emevî� yönetimi
tarafından tutuklanarak hapse atıldı.[363] Severus’un ortaya çıktığı bölgede-
ki Yahudiler, dönemin dinî� otoritelerine olay karşısındaki tavırlarının ne
olacağını sormuş; Pumbedita gaonu Natronay, Severus ve müntesiplerinin
dinden çıktıkları şeklinde bir fetva vermişti.[364] Natronay Gaon’un bu fetva-
sı, Severus’un müntesipleri üzerinde çok etkili olmuşa benzemektedir; zira
Emevî� halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in huzurunda Severus, kendisine bu
şekilde düşünmeyi Yahudilerin öğrettiğini, sırf Yahudilerle alay etmek için
de böyle bir harekete giriştiğini söylemiştir.[365] Severus, Hişâm zamanında
idam edilmiş, idamından sonra müntesipleri pişman olarak eski inançları-
na tekrar dönmüşlerdi.[366] Severus hareketinin bir özelliği de, Yahudilikte
bir reform hareketi olmasıdır. Hareketin özü, Talmud otoritesini reddet-
mektir. Geleneksel Yahudiliğe (Rabbinik) karşı çıkan Severus, yasak kılınan
yiyecekleri mübah kılmış; Talmud’un evlenme, boşanma ve yakın akraba-
lar arası evlilik ile ilgili konularda ortaya koyduğu bazı prensiplerini ilgâ
etmişti. Severus’un karşı çıktığı prensiplerin Tevrat’tan ziyade Talmud’un
prensipleri olduğu belirtilir.[367] Emevî�ler döneminde ortaya çıkan ancak iç
karışıklıklar nedeniyle Abbâsî�ler dönemine kadar bastırılamayan bir diğer
mesih hareketi de, Ebû İ�sa el-İ�sfahânî� liderliğinde gerçekleşmiştir. Nisbe-
sinden de anlaşılacağı üzere İ�sfahan’da ortaya çıkan Ebû İ�sa’nın harekete
geçiş zamanı ihtilaflıdır. X. asır Karaî� âlimlerinden Kirkisânî�’yi esas alan Ya-
hudi kaynaklar, onun Emevî� halifesi Abdülmelik b. Mervân zamanında (65-
86/685-705) yaşadığını ve Kûfe’de Muhtâr es-Sekafî� hareketinden hemen
sonra veya ona eş bir zamanda harekete geçtiği düşüncesindedir.[368] İ�slâm
kaynaklarında ise onun son Emevî� halifesi II. Mervân b. Muhammed zama-
nında (127-132/744-750) yaşadığı kaydedilmiştir[369] ki, bu durum, Emevî�
Devleti’nin doğu vilayetlerinde bilhassa İ�ran’da meydana gelen karışıklıklar

[363] Graetz, III, 121; Grayzel, s. 267.


[364] Baron, V, 194.
[365] Bar Hebreaus, I, 195.
[366] Arslantaş, Emevîler Döneminde Yahudiler, s. 89-90. Graetz onun Hişâm zamanın-
da değil de, II. Yezî�d zamanında ortaya çıktığını ve II Yezî�d’in cezalandırmaları için
onu kendi cemaatine teslim ettiğini belirtir (Graetz, III, 122). Pişmanların akibetini
soran cemaate Natronay Gaon (719-730) şunları yazmıştır: “Talmud’a göre onların
tekrar (geleneksel) Yahudiliğe girmelerinde herhangi bir mahzur yoktur. Ancak, bun-
lar sinagoga gelip pişmanlıklarını itiraf etmeli ve istikbaldeki yaşamlarında da bu
366 çizgi üzere olacaklarını beyan etmelidirler. Ayrıca bu cürümlerinden dolayı onlara
kırbaç cezası uygulayın!” Bk. Graetz, III, 122.
[367] Baron, V, 193-194; Arslantaş, Emevîler Döneminde Yahudiler, s. 89-90.
[368] Morony, Iraq, s. 328; Grayzel, s. 266; Baron, V, 182; Goitein, Yahudiler ve Araplar, s. 209.
[369] Şehristânî�, el-Milel ve’n-nihal (nşr. Muhammed Seyyid Kilânî�), Kahire 1961, I, 215.
Emevîler Döneminde Toplumsal Yapı ■

ve birbirini takip eden Şiî� isyanlarının, Yahudilere bağımsızlığa kavuşma il-


hamı vermesi yönüyle daha makul ve tutarlı gözükmektedir. Ebû İ�sa, önce
kendisinin “Beklenen Mesih’in Habercisi” olduğunu iddia etmiş; ancak daha
sonra bizzat mesihliğini ilan etmişti. Severus’un tersine Ebû İ�sa, Rabbanî�
Yahudileri karşısına almamak için ince bir siyasetle onları da hoş tutmaya
çalışmış; din adamlarının (rabbi) Yahudi peygamberleriyle mertebe bakı-
mından aynı olduğunu iddia etmiş; bu sebeple müntesipleri Rabbânî� Yahu-
diler tarafından saygı görmüş, hatta bu iki grup arasında evlilikler bile vukû
bulmuştur.[370] Mesihliğini ilanından sonra İ�sfahan’da başta fakirler olmak
üzere pek çok Yahudi ona inanmış, Filistin’e götüreceği umuduyla kendi-
sine destek vermişlerdi.[371] Ebû İ�sa kendisine tâbi olanlarla güçlendiğine
inanmasından sonra isyan etmiş; II. Mervân (127-132/744-750) zamanın-
da başlayan isyan, İ�slâm dünyasını meşgul eden çalkantılar ve hanedan de-
ğişikliği sebebiyle bir müddet daha devam etmiş ve nihayet Abbâsî� halifesi
Mansûr zamanında (137-159/754-775) bastırılmıştır. Ö� lümünden sonra
hareket mezhepleşmiş ve mensupları varlıklarını M. X. asra kadar devam
ettirmiştir. Bu asırda İ�sfahan ve Şam civarında sayılarının bir hayli fazla ol-
duğu belirtilmektedir.[372] Ebû İ�sa’nın ölümünden sonra hareket, faaliyetle-
rini daha çok Yahudi düşüncesi üzerine yoğunlaştırmıştır.[373]

Emevî�ler döneminde Mecusî�lerin sadece bir isyanı kayıtlara geçmiş-


tir. Devletin yıkılış sürecine girdiği bir sırada patlak veren ve Abbâsî�ler
döneminde bastırılan bu isyan da, Yahudi isyanları gibi, dinî� bir karakter
taşımakta olup İ�ranlı din reformcusu Bih-Â� ferî�d b. Mâhfervedin’in (129-
131/746-748) liderliğinde gerçekleşmiştir. Sî�sân olarak da tanınan Bih-Â� -
ferî�d, Nişâbur’un Havâf bölgesinde büyümüş; Emevî� idaresinin isyanlarla
boğuştuğu 129 (746) yılında kâhin ve Mecusî� peygamberi olduğu iddiasıyla
ortaya çıkmıştı. Bih-Â� ferî�d ortaya çıktığında öldükten sonra dirildiği veya
cennetten geldiğini söyleyerek Zerdüşt’ün asıl dinini getirdiğini iddia et-
miş; Mecusî�lerden de ateşe tapmaktan vazgeçerek göklerde öğrendiği asıl
dine uymalarını istemişti. Bu bağlamda müntesiplerine ateşe tapmayı, kan
akrabalığı olan ana, kız kardeş ve kız çocuğu ile evlenmeyi, ölü eti yemeyi
ve şarap içmeyi yasakladığı belirtilir. Ö� te yandan Bih-Â� ferî�d, yeni bir takım
ibadetler ihdas etmişti. Güneşe karşı dönmeyi, tek diz üzerinde günde beş
veya yedi defa dua etmeyi, saç uzatmayı ve Zerdüşt’ün peygamberliğine
inanmayı inanç esası olarak ortaya koymuştu. Kaynaklarda, Bih-Â� ferî�d’in

[370] Morony, Iraq, s. 328; Goitein, Yahudiler ve Araplar, s. 209.


[371] Şehristânî�, I, 215-216; Grayzel, s. 266-267.
[372] Kirkisânî�, Kitâbü’l-envâr ve’l-merâkıb (nşr. Leon Nemoy), New York 1940, II, 12, İ�ng. 367
trc. Leon Nemoy, “al-Qirqisani’s Account of the Jewish Sects and Christianity”, HUCA,
7 (1930), s. 328. Ayrıca bk. Goldziher, “Uss Juifs, d’Apres la Litterature Religieuse
des Musulmans”, REJ, 28 (1894), s. 91.
[373] Baron, V, 193.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

hareketini silahlı bir eyleme dönüştürdüğüne dair herhangi bir bilgi yer al-
mamaktadır; ancak Mecusî�liğin reformize edilmiş şekli olan bu yeni dinî� ha-
rekete İ�ran bölgesinden pek çok insan katılmıştı.[374] Emevî�ler başta Abbâsî�-
ler olmak üzere, yoğun isyanlar döneminde ortaya çıktığı için Bih-Â� ferî�d
hareketi ile ilgilenememişlerdi. Ö� te yandan bir reform hareketi olduğu için
Mecusî� din adamlarının (mûbed ve hîrbedler) büyük tepkisini çeken hare-
ket ve müntesipleri Abbâsî� valisi Ebû Müslim’e şikâyet edilmiş; mevcut ida-
reye (Abbâsî�) boyun eğmeye davet edilen Bih-Â� ferî�d, her ne kadar İ�slâm’ı
kabul etse de, ilerleyen süreçte eski iddialarından vazgeçmemesi sonucu,
Nişâbur’da idam edilmiştir.[375] Emevî�ler döneminde Mecusî�lerin yoğun ya-
şadıkları Irak bölgesinde başkaca bir isyandan bahsedilmemektedir; ancak
İ�bn Eş’as isyanında bazı Mecusî� ve Hıristiyanların isyana destek verdikleri
gerekçesi ile Emevî� valisi Haccâc tarafından cezalandırıldıkları belirtilir.[376]
Ö� zetle Emevî� idaresinde yaşayan Hıristiyan isyanlarında daha çok
vergilerin artırılması, Yahudi ve Mecusî� isyanlarında ise dinî� motifler ön
planda olmuş; bu isyanlardan bazıları devletin yıkılış dönemine rastladığı
için Abbâsî� idaresi tarafından bastırılmıştır.

368 [374] Birunî�, el-Âsârü’l-bâkiye ‘ani’l-kurûni’l-hâliye [Chronologie Orientalischer Völker


von Alberuni] (nşr. C. Eduard Sachau), Leipzig 1923, s. 210-211; Şehristânî�, I, 238;
Kılavuz, “Bih-âferî�d b. Mâhferdî�n”, DİA, VI, 138.
[375] Birunî�, el-Âsârü’l-bâkiye, 211; Şehristânî�, I, 238.
[376] Belâzürî�, Fütûh, s. 91.
Prof. Dr. M. Mahfuz SÖYLEMEZ
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

V. EMEV�LERDE E� �T�M-� � RET�M

A raplar, İ�slâm öncesi dönemde sanılanın aksine tamamen ca-


hil bir toplum değillerdi. Güney Arabistan kendisine özgü
bir medeniyet merkezi olduğu gibi diğer bölgelerden soyutlan-
mamış olan Kuzey Arabistan’da da bazı medeni topluluklar ya-
şamaktaydı. Arap Yarımadası’nın dışında doğmuş olan dinî� ve
kültürel akımların Kuzey Arabistan’da taraftar bulmuş olması
da bu bölgenin izole edilmiş bir topluma sahip olmadığının gös-
tergesidir. Nitekim Suriye ve Irak’taki Hıristiyanlık; Filistin’deki
Yahudilik; İ�ran’daki Maniheizm buralarda da etkili olmuştur.[1]
Hicaz’dan İ�ran’a veya Bizans’a gidip eğitim gören ve daha son-
ra memleketlerine dönüp hizmet eden insanların varlığı da
bu bölgenin[2] komşu devlet ve milletler ile yakın kültürel iliş-
kisinin bulunduğunu göstermektedir. Bunun yanında, Kuzey
Arabistan’da yaşamlarını sürdürmekte olan kabileler ticaretle
uğraştıkları için çevre bölgelere sürekli seyahatlerde bulunuyor,
onlarla bağlantı kuruyorlardı. Bu kabilelerin başında ise kuşku-
suz Mekke ve çevresinde ikamet etmekte olan “Kureyş” gelmek-
tedir. Adı geçen kabile, diğer topluluklara oranla daha kültürlü

[1] Bkz. Ebû Ca’fer Muhammed b. Habî�b, Kitâbu’l-Muhabber (thk. Eliza


Lichtenstater), Haydarabad 1942, 161.
[2] Ö� rneğin Sakif kabilesine mensup olan Hâris b. Kelâde b. Ö� mer, İ�slâm
öncesi dönemde Cündişapur’da tıp eğitimi görmüş, eğitimini tamam-
landıktan sonra memleketine dönmüş burada uzun yıllar tabiplik yap-
makla kalmamış talebe de yetiştirmiştir (bkz. Cemalettin Ebû’l-Hasan
Ali b. Yusuf el-Kıftî�, Kitabu Ahbâri’l-Ulema bi Ahbâri’l-Hukema, Mısır
1326, 111); Medine’de rahiplik yapan ve Mescid-i Dırâr’ın banisi olarak
kabul edilen Ebû Abdullah er-Rahip’in Bizans sarayı ile bağları mevcut- 369
tu. Nitekim Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra burayı terket-
miş, Doğu Roma İ�mparatorluğu’nun başkentine sığınmıştır. Yine Mekke
krallığı için Bizans imparatorundan onay alan Osman b. Huveyris’in de
Bizans ile ilişkileri bulunmaktaydı.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bir toplumu oluşturuyordu. Çevre kabi-


leler ve devletler ile antlaşmalar (ilaf)
yapılmıştı.[3] Bütün bu antlaşmalar ya-
zıyı, başka bir ifade ile okuryazar sınıfı
gerektirmekteydi. Dolayısıyla, Kureyş
kabilesi okuma-yazmaya daha büyük
önem vermekte olduğu gibi Mekke’de
yazı, hayatın daha çok içerisinde idi.
Zaten kendileri dışındaki birçok kabi-
lenin malını bir araya toplayarak sefere
çıkan Kureyşli tacirler bu malları kayde-
Resim 8: derken veya satarken de hesap ve yazı
Müsned yazısı bilmeleri zorunluydu. Dolayısıyla Mekke’de ticaretle uğraşanların hemen
ile oluşturulmuş
bir tablet tamamı okuma yazma bilmekteydi.
kalıntısı.
[https://bit.
Kaynaklarımızda Mekkelilerden okuma-yazma bilen sadece on yedi
ly/2v0TH50] kişinin adının zikredilmiş olması Hirî� yazıyı[4] bilme ile alakalıdır. Zamanla
Arap yazısı olarak şöhret kazanmış olan Hirî� yazı Mekke’ye İ�slâm’dan kısa
bir süre önce girmişti. İ�slâm öncesi dönemde Araplar Güney Arabistan ya-
zısı olan müsned yazısını kullanmaktaydılar.[5] Nitekim, bu dönemde söz
konusu bölgede müsned yazısının kullanıldığını gösteren birçok kitabe
günümüze kadar ulaşabilmiştir.

Sasani hakimiyetinde olan bölgeler ile ticarî� ilişkisi bulunan Mekke-


liler, özellikle de Ü� meyye ailesi, Hirî� yazıyı Irak’ta öğrenmiş ve Mekke’de
bazı insanlara öğretmişlerdi. Müsned yazısına göre daha kullanışlı olduğu
için kısa sürede benimsenmiş ve bu yazı türünün yerini almıştır.

Mekke’de bazı Hıristiyanların yaşıyor ve okuryazarlar arasında zik-


rediliyor olmaları söz konusu yazının Hicaz’a Irak kökenli misyonerler

[3] İ�laf ile ilgili geniş bilgi için bkz. Muhammed Hamidullah, “el-İ�lâf veya İ�slâm’dan
Ö� nce Mekke’nin İ�ktisadî�-Diplomatik Münasebetleri”, AÜİFD, IX (Ankara), 213-222;
Mahmud İ�brahim, “İ�slâm’dan Ö� nceki Mekke’de Sosyal ve İ�ktisadî� Şartlar”, Tarih
Risaleleri (der. ve trc. Mustafa Ö� zel), İ�stanbul 1995, 86-87. Ayrıca bkz. Ahmet Turan
Yüksel, İslâm’ın İlk Döneminde Ticarî Hayat, İ�stanbul 1999, 34 vd.
[4] Arap yazısı olarak da anılan Hirî� yazı Lahmi devletinin başkenti olan Hî�re’de doğ-
duğu için bu adı almıştır. Hicaz Arapları da yazıyı buradan öğrenmişlerdir, bkz.
Ahmed b. Yahya b. Câbir Belâzurî� (279/892), Fütûhu’l-Buldân (trc. Mustafa Fayda),
Ankara 1987,690, Ebû Hilâl b. el-Hasan b. Abdullah b. Sehl el-Askerî� (395/1005),
Kitâbu’l-Evâil, Beyrut 1987, el-Evâil, 57; Muhammed b. Abdullah ed-Dımeşkî� eş-
370 Şiblî� (796/1393), Mehâsinu’l-Vesâil fi Ma’rifeti’l-Evâil (thk. Muhammed Altuncu),
Beyrut 1992, 324, Yusuf Ğ� uneyme, “el-İ�lm fi’l-Hî�re 1.”, Maşrik, XXX (Beyrut 1932),
577; Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm (trc. Ahmed Serdaroğlu), Ankara 1976, 48; Cevâd
Ali, el-Mufassal fi Tarihi’l-Arap Kable’l-İslâm, I-IX, Bağdat 1993, VIII, 155.
[5] Bkz. İ�brahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2001, 26.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

tarafından getirilmiş olma


ihtimalini de düşündürt-
mektedir. Zaten Hicaz’ın en
eğitimli sınıfını da bunlar
oluşturmaktaydı.

Cevat Ali’nin de haklı


olarak belirttiği gibi, İ�slâm’ın
geldiği dönemlerde bu yazı
yaygın olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Ö� nemli antlaş-
malar veya metinler bu yazı
türüyle yazılır olmuştu. Bir
deri parçasına yazılıp uzun
süre Kâbe’nin duvarında Resim 9:
asılı kalan Muallaka-ı Seb’a ve Mekkeli müşriklerin Müslümanlara ilan et- Hicri 1.yüzyıla
ait Hicazi
tikleri ambargo metni bunlardan bazısıdır. Bu iki hadise aynı zamanda, hatla yazılmış
Mekke’de okuryazar oranının yüksek olduğunu da düşündürtmektedir. Kur’an
Çünkü bu iki metnin sadece 17 kişi için yazıldığını kabullenmek olduk- parşömeni.

ça güç görünmektedir. Sonra Mekkeli Varaka b. Nevfel’in İ�ncil’i tercüme [https://bit.


ly/2v0TH50]
etme gereği hissetmiş olması, dahası Kur’ân’ın inen ilk ayetlerinin okuma
ve kalemden bahsediyor olması[6] Mekke’deki eğitimli kitlenin sadece 17
kişiden ibaret olamayacağını ortaya koymaktadır.

İ�slâm’ın gelişi ile beraber okuma ve yazmaya büyük önem verilme-


ye başlandı. Nitekim nazil olan ayetler, daha vahyin ilk inişinden itibaren,
yazılarak kayıt altına alınmaktaydı. Okuma yazma bilen sahabî�lerin bir
kısmı “vahiy katibi” unvanı ile inen bu ayetleri kaydetmekteydi.[7] Bu ayet-
lerin bazısı orada bulunan sahabî�ler tarafından kendileri için ya da Resû-
lullah’a sürekli gidip gelemeyen sahabî�lerin okumaları için yazılmaktaydı.
Dönemin yazı malzemeleri üzerine yazılmış olan bu metinler, elden ele
dolaşmaktaydı. Nitekim Hz. Ö� mer’in İ�slâm dinini benimsemesine neden
olan sahife de, işte bu türden bir metindir. Bilindiği gibi Hz. Ö� mer Peygam-
ber efendimizi öldürmek üzere yola çıkmış, yolda karşılaştığı şahıslardan
birinden, kendi kız kardeşi Fatıma ile eşi Said’in de İ�slâm dinini benimse-
diklerini öğrenmiştir. Yolunu değiştirerek büyük bir hışımla kız kardeşi-
nin evine gelmiş, kapının önünde okudukları Kur’ân’ı duymuş, içeri gir-
miş, kardeşi ve eşine bir süre eziyet ettikten sonra kardeşinin söylediği bir
371
[6] A’lak suresi ayet 1-5.
[7] Kalkaşandî� vahiy katiplerinin sayısının otuz civarında olduğunu söylemekte-
dir. Bkz. Subhu’l-A’şa fi Sinaati’l-İnşa, I-XV (şrh. Muhammed Hüseyin Şemsuddin),
Beyrut 1987, I, 126.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

sözden etkilenmiştir. Arkasından da okudukları Kur’ân sahifelerini getir-


melerini istemiştir. Fatıma’nın getirdiği sahifede Taha suresinin ilk ayetle-
ri yer almaktadır. Bu ayetlerden son derece etkilenen Hz. Ö� mer, Müslüman
olmaya karar vermiştir. Bu hadisenin de açık bir şekilde ortaya koyduğu
gibi Mekke döneminin henüz başlarında inen ayetler dahi bu şekilde ya-
zılmakta ve Müslümanlar arasında elden ele dolaşmaktaydı.

Medine’ye hicretin ardından Kur’ân’ın yanında hadisler de yazıya ge-


çirilmeye başlandı. Nitekim bu dönemde, Peygamber’in ağzından çıktığı
şekliyle hadisleri kaydetmeye çalışan sahabî�ler bulunmaktaydı. Bunla-
rın başında da Abdullah b. Amr b. el-Â� s geliyordu. Abdullah’ın yazdığı bu
hadisler daha sonra bir kitap haline getirilmiş ve Sahîfetu’s-Sâdıka adını
almıştır.[8] Günümüze kadar gelmiş olan bu eser Muhammed Hamidullah
tarafından neşredilmiştir.

Medine’ye hicret İ�slâm eğitim tarihinde büyük bir dönüm noktası


teşkil etmektedir. Hicretten hemen sonra birçok alanda seferberlik ilan
edilmiş, hummalı bir çalışmanın içerisine girilmişti. Aynı hummalı gayret
eğitim ve öğretim sahası için de geçerlidir. Nitekim Hz. Peygamber bir ta-
raftan daha yeni Müslüman olmuş insanlara İ�slâm dinini öğretmeye, öte
taraftan da onları eğitmeye çalışıyordu. Hz. Peygamber mescidin hemen
yanına adına “ Suffa” denilen bir mekan kurmuş, burada hem kendisi hem
de görevlendirdiği öğretmenler eğitim ve öğretim hizmetinde bulunmuş-
lardır.[9] Muhammed Hamidullah Suffa’da 80’i yatılı olmak üzere birçok
talebenin eğitim görmekte olduğunu söylemektedir.[10] Mustafa Baktır ise
burada sürekli kalanların 80 ile 100 kişi arasında değiştiğini, ancak za-
man zaman bu sayının 400’e kadar çıktığını söyledikten sonra 101 kişinin
kısa biyografisini sunmaktadır.[11] Bunların tamamı mescitte veya mesci-
din etrafındaki uygun yerde ikamet ederlerdi.

Suffa’da görev yapan öğretmenler meccanen çalışmakta, öğrencile-


rinden hiçbir ücret almamaktaydılar. Suyutî� bu öğretmenlerden biri olan
Ubâde b. Sâmit’in öğrencilerin birinden hediye olarak bir ok aldığını, bunu

[8] Bkz. Zehebî�, Tarihu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm -Ahdu Muâviye b. Ebî


Süfyân, 41-60 (thk. Ö� mer Abdusselam Tedmurî�), Beyrut 1993, 164.
[9] Ubâde b. Sâmit Hz. Peygamber tarafından Suffa’da sahâbelere öğretmenlik yapması
için görevlendirilmişti [ Bkz. Şiblî� Nu’manî�, Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, I-II (trc. Talip
Yaşar Alp), İ�stanbul 1980, II, 90]. Yine burada Abdullah b. Mes’ud, Salim, Muaz ve
Ü� bey b. Ka’b da Kur’ân öğretmekteydiler. Ü� bey b. Kab’ın Resulullah’ın vefatından
372 sonra da buradaki derslerine devam ettiği kaydedilmektedir. Bkz. Mustafa Baktır,
İslâm’da İlk Eğitim Müessesesi Ashab-ı Suffa, İ�stanbul 1990, 40.
[10] Bkz. Muhammed Hamidullah, İslâm Müesseselerine Giriş (trc. İ�hsan Süreyya Sırma),
�stanbul 1980, 77.
[11] Bkz. Baktır, 47-225.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

öğrenen Hz. Peygamber’in “Şayet aldığın okun kızgın bir halka olarak boy-
nuna takılması seni memnun edecekse onu kabul et.” diyerek Ubâde’yi
vazgeçirdiğini söylemektedir.[12]

Suffa’daki bu gayretler ile özellikle Kur’ân-ı Kerim’i bilen ve öğreten


birçok sahabî� yetişti. Nitekim hicretin dördüncü yılının başında cereyan et-
miş olan Bir-i Maun hadisesinde yetmiş karinin öldürülmüş olması Kur’ân’ı
okuyabilen ve İ�slâm dinine vakıf birçok bilginin, henüz Medine döneminin
başlarında, yetiştiğini göstermesi açısından önem arzetmektedir.[13] Yine bu
dönemde birçok Kur’ân hafızı yetişmiştir. Suyutî� Hz. Peygamber döneminde
Kur’ân’ı ezberlemiş olan şu isimleri zikretmektedir: Muaz b. Cebel, Ubâde b.
Sâmit, Ü� beyy b. Ka’b, Ebû’d-Derda, Ebû Eyyub el-Ensarî�, Zeyd b. Sabit, Ebû
Zeyd (Kays b. Seken), Hz. Osman, Temim ed-Darî�, Mucemi’ b. Cariyye, Talha
b. Ubeydullah, Sa’d b. Ebî� Vakkas, Abdullah b. Mes’ud, Huzeyfe b. el-Yeman,
Mevla Salim, Ebû Hureyre, Abdullah b. Sâib, Abdullah b. Ö� mer, Abdullah b.
Abbas, Abdullah b. Amr, Abdullah b. Zübeyr, Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz. Ü� mmü
Seleme, Fudeyla b. Ubeyd, Mesleme b. Muhalled, Ukbe b. Â� mir, Ebû Mûsâ el-
Eş’arî�, Sa’d b. Ubeyd, Ummu Varaka.[14]

Bunların bazısı ise diğerlerine oranla daha öne çıkmışlardı. Nitekim


Resûlullah bunlardan Kur’ân’ın öğrenilmesini öğütlemekteydi: Ü� beyy b.
Ka’b, Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit, Ebû Zeyd, Ebû’d-Derda gibi sahabî�ler
bunların arasında yer almaktadır.[15]

Yetişkinlere yönelik bu çabaların yanında Hz. Peygamber’in Medine’ye


gelişinden hemen sonra ensâr ve Muhacir çocuklarının eğitimine yönelik
çalışmalar da başlatıldı. Çocuklara yönelik çalışma ise daha çok okuma
ve yazma öğretme şeklinde tezahür etti. İ�bn Hacer (ö. 852/1448)’in de
belirttiği gibi Hz. Peygamber hicretin ilk dönemlerinden itibaren okuma
yazma bilenleri, Medineli çocuklara öğretmeleri için görevlendirdi. Bu gö-
revlilerin içerisinde el-Hakem b. As gibi Mekke’den yeni hicret etmiş olan
kişiler de bulunmaktaydı.[16] Hz. Peygamber’in telkinleri sonucunda Medi-
ne’nin ilk yıllarında şehrin muhtelif mahallelerinde, sahabî�ler tarafından,
küttâplar oluşturulmaya başlandı. Söz konusu küttâplarda eğitim gören
önemli sayıda çocuk bulunmaktaydı.[17] Doğal olarak bu kitleye Bedir esir-

[12] Bkz. Celaleddin es-Suyutî�, el-İtkân fi Ulûmi’l-Kur’ân (Kur’ân İ�limleri Ansiklopedisi),


(trc. Sakıp Yıldız, Hüseyin Avni Çelik), I-II, İ�stanbul 1987, I, 245; Baktır, 41.
[13] Bkz. Suyutî�, el-İtkân, I, 167.
[14] Bkz. Suyutî�, el-İtkân, I, 170-171.
[15] Bkz. Suyutî�, el-İtkân, 167-168. 373
[16] Bkz. İ�bn Hacer, el-İsabe (İ�stiâb ile bir arada), Beyrut 1328, I, 344.
[17] Hz. Peygamber döneminde Medine’de kurulmuş olan küttâplar ile ilgili geniş bil-
gi için bkz. Şakir Gözütok, “Resulullah (sas) Döneminde İ�lköğretim Kurumları ve
İ�şlevleri”, Dini Araştırmalar, Eylül-Aralık 1998, c. 1 sayı: 2, ss. 165-199.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

lerinin okuma yazma öğrettikleri şahısları da katmamız gerekmektedir. Bi-


linen ilk okuma-yazma seferberliği olan bu hadise peygamberin bu konuya
verdiği önemi göstermektedir. Bilindiği gibi Bedir Savaşı’nda Mekkelilerden
birçok şahıs esir edilmişti. Bu şahıslardan fidyesini ödeyenler salıverilmiş,
ödeyemeyenler ise, Medineli çocuklardan on kişiye okuma-yazma öğretme-
si koşulu ile serbest bırakılmışlardı. Kaynaklarımızda bu yol ile birçok ço-
cuğun okuma-yazma öğrendiği söyleniyorsa da, maalesef bunların içerisin-
de Zeyd b. Sabit (ö. 45/665) dışında hiç kimsenin adı zikredilmemektedir.[18]
Bu hadisede dikkat çeken bir başka nokta ise fidyesini ödeyemeyecek kadar
fakir olanların dahi okuma yazma biliyor olmalarıdır.

Hz. Peygamber tarafından başlatılmış olan bu faaliyet Hulefâ-yi Raşidî�n


döneminde de bütün hızıyla devam etti ve çocukların eğitimine büyük önem
verildi. Söz konusu dönemde de aynen Resûlullah döneminde Bedir esirle-
rinden dinlerine bakılmaksızın istifade edilmesi gibi, okuma yazma bilen
herkesten yararlanılmaya çalışıldı. Bunların başında da Hireliler gelmek-
teydi. Zira Hire, Arap Yarımadasının en eğitimli kesimini oluşturmaktaydı.
Arap yazısı olarak şöhret kazanmış olan yazı -yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi- buradan diğer bölgelere yayılmıştı. Hz. Ö� mer döneminde Hireli Hıris-
tiyanlardan bazıları Medine’de Müslüman çocuklara dersler vermekteydi.[19]
Böylece İ�slâm devletinin erken dönemlerinden itibaren eğitim-öğretim hiz-
metlerinde gayrimüslimlerden ciddi şekilde yararlanılmış oluyordu.

Daha sonraki dönemlerde ise yazı artık Müslümanların ayrılmaz bir


parçası haline geldi. Nitekim Mekhûl (ö. 116/734) gibi bazı ilim adamları
yazının önemini vurgularken “yazı yazamayan elin diyetinin olmadığını”,
Ma’n b. Zaide ise “yazı yazamayan elin ayaktan farkının bulunmadığını”
söylemiş[20] yazının o günün insanları için ne derece önemli bir ihtiyaç ha-
line geldiğini vurgulamıştır.

A. Eğitim Kurumları

1. İlk Öğretim: Küttâb

İ�slâm öncesi dönemde Araplar ilköğretim hizmetleri veren kurumlar


hakkında bilgi sahibi idiler.[21] Nitekim İ�bn Habib (ö. 240/854) el-Muhab-
ber adlı eserinde Cahiliyye döneminde öğretmenlik yapmakta olan Bişr b.
Abdülmelik es-Sekûnî� (Dûmetu’l-Cendel valisi Ukeyşir’in kardeşi), Süfyan
374
[18] Bkz. İ�bn Sa’d, III, 61; Cevad Ali, VIII, 292.
[19] Bkz. Cevad Ali, VIII, 301.
[20] Bkz. Kalkaşandî�, Subhu’l-A’şa, I, 65.
[21] Bkz. Ziya Kazıcı, Ana Hatları ile İslâm Eğitim Tarihi, İ�stanbul 1983, 20.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

b. Ü� meyye b. Abduşşems, Ebû Kays b. Abdumenaf b. Zühre, Gaylan b. Se-


leme b. Mu’teb es-Sekafî�, Amr b. Zürâre b. Ades b. Zeyd gibi bazı öğret-
menlerin isimlerini zikretmektedir.[22] Kimi Irak, kimi Mekke veya Taif’ten
olan bu öğretmenlerin varlığı İ�slâm öncesi dönemde ilköğretim hizmeti
veren kurumların Arap Yarımadasının büyük bir bölümünde bilindiğini
göstermektedir. Dahası kimi kaynaklarımız özellikle Hire’de bu tür eği-
tim kurumlarının yaygın olduğunu belirtirler. Hire ile alakalı müstakil bir
çalışması bulunan Hoda Murâd Muradiyan, adı geçen şehirde İ�slâm ön-
cesi dönemde küttâbların mevcut olduğunu zikrettikten sonra buralarda
okutulan dersler ve eğitim dili hakkında da yararlı bilgiler vermektedir.[23]
İ�sfahânî� (ö. 356/966) de Hire küttâplarında eğitim gören kimi insanla-
rın Sasanî� sarayında katiplik yaptıklarını ifade etmekte ve Adiy b. Zeyd’in
oğlu Zeyd’in de bunlardan biri olduğunu zikretmektedir.[24]

İ�slâm öncesi döneme ait olan bu kurum daha sonra Müslümanlar tara-
fından da benimsendi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi henüz Hz. Peygamber
döneminde Medine’de birçok küttâp bulunmaktaydı.[25] Bu kurum Emevî�-
ler döneminde de varlığını aynen korudu.[26] İ�lk Emevî� halifesi Muâviye
(41-60/661-680), ilköğretime en çok önem veren şahıs idi. Onun küttâba
verdiği önem ed-Dımeşkî� (ö. 796/1359) gibi bazı ilim adamlarının ken-
disini bu kurumun ilk banisi şeklinde takdim etmesine neden olmuştur.[27]

Emevî�ler döneminde emsar dediğimiz büyük yerleşim birimlerinin


hemen hemen her mahallesinde ayrı ayrı küttâplar oluşmaya başladı.[28]
Hatta Mehmet Dağ ve H. R. Ö� ymen söz konusu kurumların köylerde dahi

[22] Bkz. Ebû Ca’fer Muhammed b. Habî�b, el-Muhabber, Beyrut trs. 475.
[23] Hodâ Murâd Muradiyan, Keşver-i Hire der Kalemru-ı Şahinşahiy-ı Sâsâniyân ez 226
M. Ta 632 M., Tahran 1976, 11; ayrıca bkz. Cevad Ali, VIII, 298.
[24] Bkz. Ebû’l-Ferec el-İ�sfahânî�, el-Eğânî, I-XXIV (thk. Abdullah Ali Muhanna), Beyrut
1995, III, 101, 121.
[25] Başta Çelebî� olmak üzere bazı araştırmacılar İ�slâmî� dönemdeki küttapları ikiye
ayırmakta; ilkinde sadece okuma-yazmanın öğretildiğini, ikincisinde ise Kur’ân’ın
yanı sıra bazı dinî� bilgilerin de verildiğini söylemektedirler (bkz. Çelebi, 39; Kazıcı,
20; Mehmet Dağ-Hıfzurahman R. Ö� ymen, İslâm Eğitim Tarihi, Ankara 1974, 65). Bu
araştırmacıları söz konusu ayrıma yönelten temel saik ise bazı küttaplarda gayri-
müslimlerin öğretmenlik yapmasıdır (bkz. Kazıcı, 21). Ancak bu veri o dönemde
iki ayrı küttabın varlığını göstermekten ziyade Müslüman olmayan öğretmenlerin
öğrencilerine sadece okuma ve yazma öğrettiklerini, Müslüman öğretmenlerin ise
yazının yanında Kur’ân, hadis ve temel dinî� bilgiler de verdiklerini gösterdiği kana-
atindeyiz.
[26] İ�sfahânî�, el-Eğânî, V, 172.
[27] Bkz. ed-Dımeşkî�, Mehâsinu’l-Vesâil, 288.
[28] Ö� rnek olarak bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, XV, 258. Bahattin Varol, küttapların Hulefa-i 375
Raşî�dî�n döneminde İ�slâm aleminin tamamına yayıldığını söylüyorsa da [ Bkz.
Bahattin Varol, “Hulefa-i Raşî�dî�n Dönemi Eğitim Ö� ğretim Faaliyetlerine Kısa Bir
Bakış”, SÜİFD, yıl: 2000, sayı: X, s. 485] bu büyük bir genelleme olup, Emevî�ler dö-
neminde dahi küttâbın bulunmadığı bazı yerleşim birimleri mevcuttu.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kurulduğunu söylemektedir.[29] Bu dönemdeki küttâpların birçoğu küçük


mektepler olmalarına rağmen, binlerce talebesi bulunan okullar da mev-
cuttu. Nitekim ed-Dahhak b. Muzahim (ö. l02/720)’e ait olan küttâpta
3000 dolayında öğrenci öğrenim görmekteydi. Kaynaklarımız ed-Dah-
hak’ın merkebin üzerinde gezerek çocuklara dersler vermekte olduğunu
aktarmaktadırlar. ed-Dahhak’ın bu okulunda birçok ilim adamı yetişti. Ni-
tekim Fadl b. Dukeyn de bunlardan biridir.[30]

Ancak Emevî�ler döneminde küttâplarda okutulan dersler ve müfre-


dat programı hakkında net bilgilere sahip değiliz. Hz. Ö� mer döneminde
bütün eyalet valilerine gönderilen bir genelgede çocuklara yazı ve binici-
liğin, yüzme ve halk arasında yaygın bulunan darb-ı mesellerin öğretilme-
sinin istenmesi söz konusu dönemde de adı geçen okullarda bu tarz bir
eğitimin verilmiş olduğunu düşündürtmektedir. Bunun yanında küttâp
öğrencilerine Kur’ân’ın yanı sıra hadis derslerinin de verildiğini gösteren
bazı rivayetler de bulunmaktadır.[31] Hele birçok ünlü şair ve edebiyatçının
küttâp hocalığı yapıyor olması, buralarda şiir ve edebiyat eğitiminin dahi
verildiğini akla getirmektedir.[32]

Bu dönemde derslerin nasıl işlendiğine gelince, küttâp öğrencilerinin


her birinin kendisine ait levhaları bulunmaktaydı. Çocuklar sabah okula
gittikleri zaman bu levhalarını yanlarında götürürler, işledikleri dersleri
buraya yazarlardı.[33] Ders işlenirken daha çok ayetlerden örnekler seçil-
diği için, dersin bitiminde levhalar adına “ icâne” denilen kapların içerisin-
de yıkanır, suyu da kazılan bir çukura dökülürdü.[34] Dönemin en önemli
öğrenme metodunun ezber olması nedeniyle çocuklar hocaları tarafından
levhalarına yazdırılan ayet, hadis, darb-ı mesel veya şiirleri ezberlerlerdi.

[29] Dağ-Ö� ymen, 67.


[30] Bkz. İ�bn Habib, el-Muhabber, 475; Yâkût, Mu’cemıı’l-Udebâ ve İrşâdu’l-Erîb ila
Marifeti’l-Edîb, I-VI, Beyrut 1991, III, 426; Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b.
Osman ez-Zehebî�, Siyer Alam en-Nubela (thk. Şuayb el-Arnavud-Hüseyin el-Esed),
I-XXIII, Beyrut 1984-1988, IV, 599
[31] Bkz. Ebû Mansûr Ahmed b. Ali b. Ebî� Talih et-Tabersî�, el-İhticâc, I/II (thk.
Muhammed Bakır el-Musevî� el-Horasanî�), Beyrut 1981, 295; Muhammad Bakır
el-Meclisî�, Bihâru’l-Envâri’l-Camia li Dureri Ahbari’l-Eimmeti’l-Athar, I-CX, Beyrut
1983. 44/126.
[32] Kûfeli ünlü şair Kumeyt el-Esedî� ve Hammâd el-Acred küttâp öğretmenliği yapmak-
taydılar, Bkz. İ�bn Habib, el-Muhabber, 477; Abdullah b. el-Mu’tez, Kitabu Tabakâti’ş-
Şuara fi Medhi’l-Hulefa vel-Vüzerâ (nşr. Abbâs İ�kbal), Londra 1939, 24; İ�sfahânî�,
el-Eğânî, XVII, 4; Ebû Ali Ahmed b. Ö� mer b. Rustah, el-A’laku’n-Nefise (thk. Halil el-
376 Mansûr), Beyrut 1998, 185.
[33] Şureyh’in oğlu örneği için bkz. Yusuf b. Abdillah b. Muhammed b. Abdirabbih, el-İk-
du’l-Ferid, I-VII (thk. Ahmed Emin, Ahmed ez-Zeyn, İ�brahim el-Ebyarî�, Abdusselam
Harun), Kahire 1968, II, 436.
[34] Bkz. İ�bn Sahnûn, 44.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

Kadı Şureyh (ö. 78/676)’in küttâba gönderdiği oğlunun namazla-


rına dikkat etmediği ve köpeklerle oynadığını hocasına şikayet etme-
si,[35] bu eğitim kurumlarına devam eden çocuklara temel dini bilgilerin
yanında, dini ibadetlerin de öğretildiğini ve tatbikine riayet edildiğini
göstermektedir.

Emevî�ler dönemindeki bu küttâplara gidebilmek için belli bir sosyal


sınıfa mensup olmak gerekmiyordu. Toplumun her katmanından insan-
lar evlatlarını bu okullara gönderip okutmaktaydılar. Hatta bu kurumlara
sadece hür çocuklar değil, aynı zamanda köle ve cariyeler de devam ede-
bilmekteydiler.[36]

Emevî�ler döneminin bu önemli ilköğretim kurumlarında uygulanan


disiplin kuralları hakkında yeterli bilgilere sahip değiliz. Ancak münferit
birkaç olaydan hareketle, o dönemin disiplin yöntemi olarak dayağa baş
vurulduğu gibi çocukların zaman zaman hapsedildiklerini de söyleye-
biliriz.[37] Hatta bazen bu dayağın dozu dahi kaçar, olay adliyeye intikal
ederdi. Hisbe teşkilatı henüz kurulmadığı için bu tür hadiselere kadılar
bakarlardı.[38]

Eğitimin devlet mi yoksa sivil vatandaşlar tarafından mı verilmesi ge-


rektiği hususunda Hulefâ-yi Raşidî�n ve Emevî�ler arasında ciddi farklılık-
lar bulunmaktadır. Hulefâ-yi Raşidî�n -özellikle de Hz. Ö� mer- döneminde
eğitim devlet tarafından verilmekteydi. İ�slâm kentlerinde hizmet veren
küttâp hocaları devletin memurları olarak kabul edilmiş ve kendilerine
maaş bağlanmıştı. Bunlar devletten ayda 15 dirhem ücret almaktaydılar.[39]
Bununla da yetinmeyen Hz. Ö� mer, büyük şehirlerdeki Cuma mescitlerinde
halka ders vermek üzere hocalar tayin etmiş ve bunlara da maaş bağla-
mıştı. Ancak Emevî�ler döneminde devletin eğitimden tamamen çekildiği
ve bu tür hizmetleri halka bıraktığı anlaşılmaktadır. Nitekim söz konusu
dönemde küttâp hocalarına devlet tarafından ücret ödendiğine dair bir
bilgiye sahip olmadığımız gibi Hz. Ö� mer döneminde hocaların büyük

[35] Bkz. Cemaluddin Ebû’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. el-Cevzî�, Sıfâtu’s-Safve, I-IV


(thk. Mahmud Fâhûrî�), Beyrut 1979, III, 39.
[36] İ�sfahânî�, Kûfe’deki Benî� Abs mahallesinde bulunan küttâblardan birinde okumakta
olan bir cariyeye şair, tüccar ve aynı zamanda öğretmen olan Ali b. Ubeyd’in aşık ol-
duğunu, cariyeyi görmek için sürekli bu küttâba geldiğini, cariyenin satılmasından
sonra da aşkından öldüğünü aktarmaktadır. Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, XV, 257-259.
[37] Bkz. İ�bn Sahnûn, Eğitim ve Öğretimin Esasları -Âdâbu’l-Muallimîn- (trc. M. Faruk
Bayraktar), İ�stanbul 1996, 45 vd.; İ�sfahânî�, el-Eğânî, V, 172.
[38] Ebû İ�shâk şöyle demektedir: “Yezî�d b. Hanî� ile beraber bir öğretmeni tarafından 377
kendisinden bir şey çaldığını ikrar edinceye kadar dövülen bir çocuk hakkında Kadı
Şureyh’e gittim...” Bkz. Muhammed b. Halef b. Hayyân (Vekî�, Ahbâru’l-Kudât, I-III,
Beyrut trs. II, 276.
[39] Bkz. Şiblî� Nu’manî�, II, 180
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

şehirlerde görevlendirilip maaşa bağlanmasına benzer bir uygulama ile


de karşılaşmamaktayız.

Ancak bu dönemde tüm hocaların meccanen hizmet verdiklerini


söylemek de mümkün değildir. Kaynaklarımızda Kasım b. Muhaymire (ö.
100/718),[40] ed-Dahhak b. Müzahim ve Abdullah b. Hâris gibi bazı öğ-
retmenlerin hizmetlerine karşılık ücret almıyor oldukları belirtilmesine
rağmen,[41] hocaların büyük bir kısmı öğrenci velilerinden ücret almak-
taydılar.[42]

2. Mabetler

Halkı farklı dinlere mensup ülkelerin fethinden sonra İ�slâm alemi


birçok din mensubunun bir arada rahatça yaşayabildiği bir ortam haline
geldi. Bu din mensupları dinlerini özgür bir şekilde yaşayabildikleri gibi,
geleceklerinin teminatı olan evlatlarını da kendi dini değerleri çerçevesin-
de eğitebilmekteydiler. Hatta bunlar dini ayinlerini yönetecek, cemaatleri
arasında baş gösteren sorunları çözecek din adamlarını da kendileri ye-
tiştirmekteydi.

Biz burada din eğitimi veren mekânlar bir başka ifade ile mabetler
üzerinde durmak istiyoruz. Eğitim-öğretim faaliyetlerinin icra edildiği
mabetler bağlamında önce, toplumun çoğunluğunu teşkil eden Müslü-
manlara din eğitimi verilen mescitlere, arkasından Hıristiyan vatandaş-
lara eğitim verilen kilise ve manastırlara, sonra Yahudilere eğitim verilen
kurumlara en son olarak da Mazdaistlere eğitim verilen ateşgedelere de-
ğineceğiz.

a. Mescitler

Hicretten hemen sonra Hz. Peygamber tarafından Medine’de Mes-


cid-i Nebevî�’nin kurulmasıyla beraber mescitler İ�slâm tarihinde merkezi
roller üstlenmeye başladılar. Bu dönemden itibaren mescitler ibadet yer-
leri olduğu kadar, birer ilim ve irfan kurumu olarak da hizmet verir duru-
ma geldiler.

Hz. Ö� mer döneminde ise mescitler tamamen birer okul haline getiril-
diler. Buralarda her yaştan insan eğitilmeye başlandı. Nitekim Hz. Ö� mer,
emsar dediğimiz eyalet merkezlerine görevliler atamış, bunların mescitler-
378 de ikamet edip halkı eğitmelerini istemiştir. Kuşkusuz hemen her yerleşim

[40] Bkz. Zehebî�, Siyer. V, 202.


[41] Bkz. İ�bn Rustah, 185; Yâkût, Udebâ, V, 193.
[42] Konu ile ilgili bkz. İ�bn Sahnûn, 41-42.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

birimindeki camiler bu işlevi yüklendiler. Yine Emevî�ler ve daha sonraki


dönemlerde de mescitler, çocukların temel dini eğitim aldıkları yerlerin ba-
şında gelmekteydi. Bir çocuk ilk eğitimini camilerde almaya başlar, yükse-
köğrenimini tamamlayıncaya kadar buraya gidip gelmeye devam ederdi. Bu
durum medreselerin kuruluşuna kadar bu şekilde sürmüştür.

Mescidin bir eğitim kurumu haline gelmesinde büyük gayretleri bu-


lunan Hz. Ö� mer, yalnızca buralara öğretmenler atamakla kalmadı, aynı
zamanda devlet ricalinin de mescitlerde halkı eğitmek için gayret göster-
melerini istedi..[43] Nitekim onun tarafından Medâin’e gönderilen Selman
el-Farisî� (ö. 36/656) ve Huzeyfe b. el-Yeman (ö. 36/656) da gittikleri yer-
lerdeki ilmi faaliyetlerin öncüleri olarak tarihteki yerlerini aldılar.[44] Keza
Basra valisi Ebû Mûsâ el-Eş’arî� (ö. 42/662) de Basra camiinde Kur’ân
dersleri vermekteydi. Ebû Reca’nın bildirdiğine göre Ebû Mûsâ, devlet iş-
lerinden arta kalan zamanda mescitte ikamet etmekte ve burada toplanan
halka günde sadece beş ayet öğretmekteydi.[45] Valinin bu ders halkasın-
dan, içlerinde İ�mran b. Teym el-Basrî� (ö. 105/723)’nin de bulunduğu, bir-
çok ünlü ilim adamı yetişmiştir.

Hz. Ö� mer tarafından emsardaki merkez camilerde halkı eğitmek için


başlatılan bu uygulamadan Emevî�ler döneminde büyük ölçüde uzakla-
şıldığını belirtmemiz gerekmektedir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi söz
konusu dönemde devlet eğitim ve öğretimden tamamen elini çektiği için
daha çok sivil girişimler yaygınlaştı. Mescitlerde bir değil birden fazla şa-
hıs, ilgi alanlarına ve bilgi birikimlerine göre dersler vermeye başladılar.
İ�slâm aleminin hemen hemen bütün büyük camilerinde ilim meclisleri
kurulur, bu ilim meclislerinde her ilim adamının etrafında bir halka olu-
şurdu.[46] İ�steyen istediği halkaya katılır, o halkadan istifade ederdi. Halka-
larda verilen dersler zaman zaman tartışmalı bir şekilde de geçerdi.[47] Bir
halkada öğretmen konumunda bulunan bir ilim adamı bir başka halkaya
öğrenci olarak katılabilirdi. Böylece bir insan bir taraftan bilgisini gelişti-
rirken diğer taraftan da bildiğini kendisinden daha az bilgili olan insanla-
ra aktarmaya gayret gösterirdi.

O dönemin ünlü ilim adamları belli mescitlerde dersler verir,


hatta ders verenlerin mescidin neresinde oturdukları dahi büyük

[43] Bkz. Muhammed b. Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübra, I-IX, Beyrut trs., V, 62.


[44] Selman ve Huzeyfe’nin Medain’de görevlendirilmesi ile ilgili bkz. İ�bn Sa’d, VII, 317;
Belâzurî�, Futuh, 415.
[45] Bkz. Zehebî�, Ma’rifetu’l-Kura el-Kibar ale’t-Tabakât ve’l-İ’sâr (thk. Beşşâr Avvâd 379
Maruf, Şuayb Arnavut, Salih Mehdî� Abbas), I-II, Beyrut 1984, I, 59
[46] Bkz. İ�bn Kuteybe, Uyûnü’l-Ahbâr, I-IV (thk. Ahmed Zeki el-Adevî�), Kahire 1930, I,
309; Balcızade, 412
[47] Bkz. İ�bn Sa’d, VI, 249, 252; İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVIII, 153.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

ölçüde bilinirdi. Ö� rneğin ünlü fakih İ�brahim b. Yezî�d (İ�brahim et-Teymî�)


(ö. 92/710)’in Kûfe Mescidi’nde bulunan sütunlardan birinin altında özel
bir yeri vardı. Sürekli orada oturur, ders halkası burada oluşurdu.[48] Kûfeli
kıraat bilgini Hamza ez-Zeyyât (ö. 156/773), Mezhiç kabilesinin mahalle-
sinde bulunun Mescidu’s-Subey’de kıraat dersleri verirdi. Onun dersleri-
ne katılanlar bu mescitte toplanırlardı. Hatta diğer şehirden gelenler de
hangi hocanın hangi mescitte ders verdiğini bilir oraya giderdi. Kisaî� (ö.
189/805), Hâmza’nın Mescidu’s-Subey’deki bu ders halkasına katılanlar-
dan biriydi.[49] Bu mescitlerden bazısı zamanla, burada uzun yıllar ders
veren ilim adamlarının adıyla anılır olmuştur. Kays b. Müslim el-Cedelî� (ö.
120/738)’nin aynı zamanda imamlığını da yaptığı Kûfe’deki mescit bunun
en güzel örneğidir.[50]

Ders halkaları arasında gidiş gelişler olurdu. Bazen hoca kendisini ye-
tersiz bulur, halkasını fesheder bir başka âlimin halkasına intisap ederdi.
Mesela: Talha b. Musârif (ö. 112/730)’in kendisine ait bir halkası mevcuttu.
Kur’ân dersleri veren Talha, bir süre sonra bu halkasını feshetmiş, Şa’bî�’nin
ders halkasına katılmıştır. Böylece etrafındaki insanlar dağılmışlardır.[51]

Bu ilim meclislerinde hocanın ilgisine göre dersler verilirdi. Mesci-


din bir köşesinde bir muhaddisin hadis rivayet ettiğine, diğer köşesinde
bir müfessirin tefsir okuttuğuna veya bir fakihin etrafına toplanan tale-
beleriyle fıkhî� bir konuyu tartıştığına tanık olmak mümkündü.[52] Hatta
mescidin diğer köşesinin meclisu’l-kadâ olduğunu ve burada kadının yere
serdiği hasırın üzerine oturarak bir davaya bakmakta olduğunu görmek
bile mümkündü.[53]

Mescitte verilen derslerin belli bir saati bulunmamaktaydı. Ders hal-


kaları, hocanın boş olduğu zamana göre oluşmaktaydı. Devletten maaş
almayan dönemin ilim adamlarının aynı zamanda iaşelerini de kazanmak
durumunda olmaları sabahtan akşama kadar tedris ile ilgilenmelerine
mani olmakla beraber, vakti müsait olan veya maddi durumu iyi olan kimi
ilim adamlarının sabahtan akşama kadar mescitte oturup tedris ile uğraş-
tıkları da görülmektedir.[54] Ö� rneğin uzun süre kıraat ve Kur’ân dersleri
veren Kûfeli Â� mir b. Abdulkays, mescide erken gelir, öğle namazına kadar
ders verir, öğle ile ikindi arasında dinlenir, ikindi ile akşam arasında yine

[48] İ�bnu’l-Cevzî�, es-Sıfât, III, 88


[49] Bkz. Yâkût, Udebâ, IV, 88.
380 [50] Bkz. İ�bnu’l-Cevzî�, es-Sıfât, III, 127
[51] Bkz. İ�bnu’l-Cevzî�, es-Sıfât, III, 96.
[52] Bkz. İ�bn Sa’d, II, 249, 252; IV, 182; İ�bnu’l-Cevzî�, es-Sıfât, III, 52.
[53] Vek�, 402.
[54] Kûfeli Ebû Abdurrahman es-Sulemî� bunun iyi bir örneğidir.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

ders vermeye devam eder, yatsı namazını kıldıktan sonra da evine gider-
di.[55] Ebû’d-Derda ise sabah namazından sonra derse başlardı.

Emevî�ler döneminde mescitlerde sadece dinî� ilimler tedris edilmez,


şiir, edebiyat ve Eyyâmu’l-Arab[56] ile ilgili sohbetler de yapılırdı[57] Irak’ın
ünlü şairlerinden biri olan Farazdak, Medine’ye geldiği zaman Mescid-i
Nebevî�’de oturur, etrafına toplanan halka şiir okurdu.[58] Yine Şair Ubey-
dullah b. Kays, Mescid-i Nebevî�’de etrafına toplanan insanlara şiir kıraat
eylerdi. İ�sfahânî� onun dinleyicileri arasında Medine’nin ünlü fakih ve mü-
fessirlerinden biri olan Said b. el-Müseyyeb (ö. 94/713)’in de bulundu-
ğunu zikretmektedir.[59] Hatta Dahman, Emevî�ler döneminde mescitlerde
müzik veya şarkı eleştirilerinin dahi yapıldığını iddia etmektedir.[60] Bu
durum mescitlerin ne kadar geniş bir yelpazede eğitim-öğretim verilen
kurumlar olduğunu göstermesi açısından oldukça önem arzetmektedir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi mescitlerdeki bu ders halkaları her-


kese açıktı. Hiç kimse bu ders halkalarına müdahale etmezdi. Buraya katıl-
mak isteyenler hocadan izin alma gereği dahi hissetmezler, oturur hocayı
dinlerdi. Hocayı yetersiz bulma, kendi ilgilerine hitap etmediğini düşün-
me veya ilgilerinin değişmesi ile bu halkalardan kolayca ayrılabilirlerdi.
Katıldıklarında izin almadıkları gibi ayrılmalarında da izne gerek yoktu.[61]

Derslerin işleniş şekline gelince: Kur’ân ve hadis dışındaki dersler


daha çok öğrenciler tarafından sorulan sorulara verilen cevaplar şeklinde
devam ederdi. Ö� ğrencilerin büyük bir kısmı bu cevapları dinler, o şekilde
zihinlerinde tutmaya çalışırlardı. Dinlemekle yetinmeyen bazı talebeler
ise hocaları tarafından verilmiş olan cevapları kaydederlerdi. Bu tür ders
halkalarında tutulan notlardan oluşmuş kitaplar bulunmaktadır. Ö� rneğin
Abdullah b. Ebî�’l-Huzeyl el-Anzî� hocası Abdullah b. Abbas (ö. 68/687)’a
tefsir konusunda sorulan soruları bir araya getirerek oluşturduğu kitabı
buna örnek olarak zikredebiliriz.[62] Kıraat ve hadis derslerinde ise iki ayrı
yöntemin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu yöntemlerden ilki, arz yönte-
midir. Talebe hocasına daha önce ezberlediği veya öğrendiği hadis ya da
kıraat vecihlerini sunar, hoca dinler, yanlış olması durumunda düzeltirdi.[63]

[55] Bkz. Zehebî�, Tarih (61-80), 139.


[56] Eyyamu’l-Arap: İ�slâm öncesi dönemde Araplar arasındaki mücadele ve savaşları ele
alan anlatı demektir.
[57] Bkz, İ�sfahânî�, el-Eğanî, I, 85.
[58] Bkz, İ�sfahânî�, el-Eğânî, I, 337.
[59] Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, V, 92-93. 381
[60] Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, I, 296.
[61] Konu ile ilgili örnek bir hadise için bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, XIV, 326.
[62] Bkz. İ�bn Sa’d, III, 116.
[63] Bkz. Zehebî�, Kurrâ, I, 63.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İ�kinci yöntem ise, hocanın bir konu hakkında konuşması, talebelerin din-
lemesi şeklindedir. Kur’ân, kıraat ve hadis eğitiminde bu yöntem en çok
başvurulan yollardan biri idi. Ö� zellikle Kur’ân öğreten hocalar kendile-
rine göre bir yöntem geliştirmişlerdi. Bazı hocalar sadece günde birkaç
ayet okuturlarken, kimisi günde iki kez, bazısı ise birkaç sayfa okutabil-
mekteydi. Ö� rneğin Ebû Mûsâ el-Eş’arî�, talebelerine günde sadece beş ayet
okuturken,[64] Yahya b. Vessab el-Esedî� (ö. 103/721) bir ayet, bir ayet,[65]
Müslim b. Cündeb (ö. 120/737’den sonra) sabahları otuz, akşamları otuz
ayet okuturdu.[66] Ali Asğar Hikmet, talebelerin günde beş ayet öğrenme-
leri yönteminin Hz. Ö� mer tarafından belirlendiğini ve kendisinden sonra
da devam ettiğini söylemektedir. Böylece daha sonraki dönemlerde “aşır”
olarak isimlendirilen ve her öğrencinin günde sadece on ayet okuması
şeklinde gelişen yöntem doğmuş oldu.[67] Kur’ân’ın hatmedilmesi duru-
munda sünnet olduğuna inanılan küçük bir hatim töreni düzenlenir ve
hatim duası okunurdu.[68]

Emevî�ler döneminde diğer şehirlerden gelen öğrencilerin yeme, içme


ve barınma sorunlarını nasıl giderdikleri ile ilgili kesin verilere sahip ol-
mamakla beraber bu öğrencilerin mescitlerde kolay bir şekilde kalabil-
diklerini söyleyebiliriz. İ�slâm kentlerinin hemen tamamında mevcut olan
Dâru’d-Duyûf ve imarethanelerin bu tür talebelere ücretsiz hizmet vermiş
olabileceklerini unutmamamız gerekir. Zaten söz konusu ders halkalarına
devam eden öğrencilerin büyük bir kısmı, bu ders halkalarının kurulduk-
ları şehrin sakinleri olup aynı zamanda da bir iş dalında çalışmaktaydı-
lar. Bunlar işlerinden fırsat buldukları zaman hocalarının derslerini takip
ederlerdi. Bunun yanında kimi öğrencilerin kendilerini destekleyen ve
kendilerine burs veren bazı şahıslara dayandıkları da olurdu. Bunun en
güzel örneği İ�mam Ebû Yusuf (ö. 182/798)’tur. İ�lk zamanlar ailesinin des-
teği ile okuyan İ�mam Ebû Yusuf, daha sonra ailesinin durumunun bozul-
ması nedeniyle eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Talebesinin
bu durumuna son derece üzülen hocası Ebû Hanife (ö. 150/767) bu bü-
yük dehanın yok olmaması için eğitimini üstlenmiş, eğitimi tamamlanın-
caya kadar onu bizatihi kendisi desteklemiştir.[69]

Emevî�ler döneminde İ�slâm kentlerindeki camiler arasında bazıları


diğerlerine göre daha fazla temayüz etmiştir. Bu mescitler şunlardır:

[64] Zehebî�, Kurrâ, I, 59.


[65] Zehebî�, Kurrâ, I, 63.
382 [66] Zehebî�, Kurrâ, I, 82.
[67] Bkz. Ali Asğar Hikmet, “Ta’lim-î� Kur’ân be Nu Â� mûzan”, Mecelle-î Danişgah-ı Tahran
Danişgede-î Edebiyat, Tahran 1334, yıl: 3, sayı: 2, s. 4.
[68] Bkz. Suyutî�, el-İtkân, II, 263-265.
[69] Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. İ�bn Hallikan, Vefayât, II, 451 vd.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

• Mescid-i Nebevî�

İ�slâm tarihinde kurulmuş ilk büyük mescit olup, buraya ilk okul da
diyebiliriz. Peygamberimiz tarafından kurulmuş olan bu mescit medrese-
lerin kuruluşuna kadar hiç kesintisiz bu görevini sürdürmüştür.

Mescid-i Nebevî�’nin ilk hocası Peygamber efendimiz olup sahabî�ler


önce onun tarafından eğitilmekteydi. Yine Peygamber efendimiz döne-
minde adı geçen bu mescidin bir köşesinde Hasan b. Sâbit’in halka şiir
öğrettiği ve Akî�l’in nesep dersleri verdiği rivayet edilmektedir.[70] Peygam-
ber mescidinin icra ettiği bu işlev ve bizzat Hz. Peygamber’in başlattığı bu
gelenek, diğer mescitler kurulunca onlar tarafından da aynen benimsen-
miştir. Nitekim yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, daha sonra İ�slâm alemi-
nin muhtelif kentlerinde kurulan diğer mescitlerde de Mescid-i Nebevî�’de
olduğu gibi, bir köşede Kur’ân öğretilirken, diğer bir köşede fıkıh veya şiir
yahut edebiyat tartışmaları yapılabilmekteydi.

Yine Hz. Ö� mer, Ramazan günlerinde Medine’de halkın sesini beğendiği


veya iyi Kur’ân okuduğuna inandığı karilerin etrafında kümeler halinde top-
landıklarını görünce bunların bir araya getirilmesi gerektiği sonucuna var-
mış ve Ü� beyy b. Ka’b (ö. 21/642)’ı bu iş ile görevlendirmiştir.[71] Medine’nin
aynı zamanda ünlü fakihlerinden biri olan Ü� bey’in halka namaz kıldırma-
sının yanında, Kûfe’de İ�bn Mes’ud (ö. 32/652)’un yaptığı gibi fıkıh ve hadis
dersleri de verdiğini tahmin etmekteyiz. Hz. Ö� mer döneminde Mescid-i Ne-
bevî�’de halka eğitim verilmesi ameliyesi kendisinden sonra da devam etti.
Nitekim Hz. Osman döneminde burada Süleyman b. Ebî� Hayseme ve Zeyd
b. Sabit dersler vermekteydiler.[72] Ebû Abdurrahman, Medine’de on üç yıl
Zeyd tarafından verilmekte olan bu derslere devam ettiğini söylemektedir.[73]

Emevî�ler döneminde Medine’de ciddi bir ahlakî� çöküntü yaşanmıştır.


Şehir, deyim yerinde ise, şarkıcılar ve eğlence düşkünlerinin akınına uğra-
mıştır.[74] Halkın ahlakını bozduğuna inanılan bu insanların eğitilmesi için
mescitten yararlanılmaya çalışılmıştır. Bazı Medine valileri bunların mes-
cide devam etmelerini zorunlu hale getirmiş ve onları bu dersler sayesin-
de topluma faydalı bireyler haline getirmeye gayret etmiştir.[75] Emevî�ler

[70] Bkz. Cevad Ali, VIII, 332.


[71] Bkz. İ�bn Sa’d, V, 59.
[72] Bkz. İ�bn Sa’d, V, 27.
[73] Abdurrahman burada on üç yıl eğitim gördükten sonra memleketi olan Kûfe’ye
dönmüş ve orada kırk yıla yakın Kur’ân dersleri vermiştir. Konu ile ilgili geniş bilgi 383
için bkz. Zehebî�, Kurrâ, I, 56.
[74] Bkz. İ�rfan Aycan, “İ�slâm Toplumunda Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİFD,
Ankara 1998, c. XXXVIII, s. l62 vd.
[75] Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, II, 215.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

döneminde adı geçen mescitte birçok ilim adamı dersler vermektey-


di. Bunlar arasında en uzun soluklu ders halkası Yezî�d b. Ka’ka’a (ö.
127/744)’ya aittir. Zehebî� (ö. 748/1348), onun hicri altmış üç tarihinde
meydana gelen Harre hadisesinden önce dersler verdiğini söyledikten
sonra, son derece müttakî� olduğunu, geceleri ibadet ile uğraşıp, gündüz
dersler verdiğini, bazı geceler uykusuz kaldığı için ders esnasında uyuk-
ladığını ilave etmektedir.[76] Yine Zehebî� bu dönemde Müslim b. Cündeb
(ö. 120/737)’in de Mescid-i Nebevî�’de kendine ait bir ders halkasının bu-
lunduğunu, talebelerine sabah otuz, akşam otuz ayet olmak üzere günde
altmış ayet öğrettiğini söylemektedir.[77]

• Mescid-i Haram

Dönemin en önemli eğitim kurumlarının biri de kuşkusuz Mescid-i


Haram’dır. Diğer mescitlerde olduğu gibi burada da birçok ders halkası
kurulurdu. Bu halkaların en önemlilerinden biri Abdullah b. Abbas’a aitti.
Suyutî� el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’ân adlı eserinde İ�bn Abbas’ın Kâbe’nin et-
rafındaki boş alana oturduğunu, talebelerinin kendisine Kur’ân tefsirine
dair sorular sorduğunu söylemektedir. Mescid-i Haram’daki bir diğer ders
halkası ise Ata b. Ebî� Rebah (ö. 114/737)’a ait idi. Zehebî�, Atâ’nın Emevî�ler
döneminde Mekke’de fetva verebilen nadir şahsiyetlerden biri olduğunu
söylemektedir. Yine Zehebî� onun yerinin mescit olduğunu, yirmi yıl bu-
rada halka hizmet ettiğini ve ders halkasını en uzun süreli yürütenlerden
biri olduğunu söylemekte, aynı zamanda küttâp hocası olduğunu da ilave
etmektedir.[78] Bu rivayet Atâ’nın öğretmenlik yaptığı küttâbın, mescide
yakın olduğunu veya onun çocukları mescitte okuttuğunu göstermektedir.
Kumeyt b. Zeyd ile ilgili olarak İ�bn Kuteybe (276/889)’nin anlattıkları da
bunu destekler mahiyettedir. Nitekim İ�bn Kuteybe onun Kûfe Mescidi’nde
çocuklara dersler verdiğini söylemektedir.[79]

• Kûfe Mescidi

Sa’d b. Ebî� Vakkas tarafından kurulmuş olan Kûfe Mescidi, kurulduğu


dönemlerden itibaren ibadet mekanı olmasının yanı sıra, bir okul olarak
da görev yaptı. Kûfe Mescidi’nin bir okul haline gelmesinde İ�bn Mes’ud’un
büyük rolü olmuştur. Hz. Ö� mer, İ�bn Mes’ud’u Kûfe’ye öğretmen olarak
gönderirken kendisine, “Ben seni Kûfe’ye öğretmen olarak gönderiyorum.
Senin ne kılıcın ve ne de âsân var. Allah’ın kitabı ile yetin. O sana da onlara
da yeter. Hediye kabul etme! Hediye haram değildir. Ancak aleyhinde bir
384
[76] Bkz. Zehebî�, Kurrâ, I, 73.
[77] Bkz. Zehebî�, Kurrâ, I, 82.
[78] Bkz. Zehebî�, Siyer, V, 81-85.
[79] Bkz. İ�bn Kuteybe, el-Meârif, 547.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

dedikodu olmasından korku-


yorum.”[80] demiş ve yapması
gereken görevini belirtmiştir.
İ�bn Mes’ud, sahâbenin en âlim-
lerinden biri idi. Kur’ân’ın her
ayetinin nerede ve hangi se-
beb-i nüzule matuf olarak indi-
ğini bildiğini söylemesi de bunu
göstermektedir.[81] Kûfe’ye yer-
leşen İ�bn Mes’ud, mescitte otu-
rur, halka dersler verirdi. Onun
bu gayretleri sonucunda birçok
fakih, muhaddis ve müfessirin
yetiştiği bilinmektedir. Abdul-
lah b. Mes’ud’un başlattığı bu
gelenek Medine’ye geri dön- Resim 10:
mesinden sonra da talebeleri tarafından devam ettirildi. Emevî�ler döne- Kûfe camii,
1915 tarihli
minde ise Kûfe Mescidi’nde okutulan kıraat, tefsir ve hadis gibi konulara fotoğraf.
siyer, meğazi ve feraiz de eklenmeye başladı. Kaynaklarımız Şa’bî�’ye ait [https://bit.
böyle bir ders halkasının bulunduğunda hemfikirdirler. Şa’bi (ö. 104/722) ly/2NFvh8T]

bu ders halkasında feraiz, meğazî� ve fıkhın yanı sıra şiir de okuturdu. İ�sa
b. Abdurrahman onu mescitte şiir okuturken gördüğünü söylemektedir.
Eş’as b. Sevvâr (ö. 136/753) Kûfe’ye geldiğinde bu ders halkasını gördü-
ğünü ve oldukça kalabalık olduğunu belirtmektedir. Haccâc b. Yusuf (ö.
95/713) ile Abdurrahman b. Muhammed b. el-Eş’as (ö. 85/704) hadise-
sinden sonra Kûfe’yi terkedip bir süre Medine’de ikamet eden eş-Şa’bî�, bu
geleneğini Medine’de de sürdürdü ve burada kendisine ait bir ders halkası
oluşturdu. Medine’de verdiği Siyer ve Meğazi dersleri büyük bir yankı bu-
lunca Abdullah b. Ö� mer (ö. 73/692)’in merakını celbetmiş, bir gün bu ders
halkasına uğrayarak, eş-Şa’bî�’yi dinlemiş ve şöyle demiştir: “Sanki bizimle
beraber yaşamış, biz bunları yaşadık ama o bizden daha güzel anlatıyor.”[82]

Kûfe Mescidi’ndeki bir başka ders halkası ise, Ebû Abdurrahman


es-Sülemî�’ye (ö. 74/693) ait idi. Mescitte kırk yıla yakın kıraat dersleri
vermiş olan Ebû Abdurrahman, aynı zamanda buranın imamlığını da yap-
maktaydı. Onun ders halkasına katılanların önemli bir kısmı çocuklardı.
Çocuklara Kur’ân öğretirken ücret almadığı gibi, hediye de kabul etmezdi.
Nitekim bir gün vali vekili Amr b. Huveyris (ö. 85/704), oğluna Kur’ân
okuttuğu için kendisine bir hediye göndermiş, Ebû Abdurrahman, bu 385
[80] Vek�, II,188-189.
[81] Bkz. Suyutî�, el-İtkân, II, 477.
[82] Zehebî�, Siyer, IV, 302.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

hediyeyi kabul etmemiş, geri göndererek Kur’ân öğretme karşılığında üc-


ret almadığını söylemiştir. Zehebî�, onun günde sadece beş ayet öğrettiğini
söylemektedir. Nitekim, kendilerinin de hocalarından günde sadece on
ayet öğrendiklerini, öğrendikleri bu ayetleri de ameli olarak uyguladıkla-
rını dile getirmektedir.[83] İ�bnu’l-Cevzî� bu derslerin kırk yıl kesintisiz sür-
düğünü, onun mescitten hiç ayrılmadığını, yemeğini dahi burada yediğini
söylemektedir.[84]

• Dımeşk Mescidi ve Şam Ü� meyye Camii

Dımeşk Mescidi ders halkası da Hz. Ö� mer tarafından kurulmuştur.


Diğer vilayet merkezlerine öğretmen gönderen halife, buraya da Muaz
b. Cebel, Ubâde b. Sâmit ve Ebû’d-Derda (ö. 33/653)’yı öğretmen olarak
görevlendirdi.[85] Suveyd b. Abdülaziz’in belirttiğine göre: Ebû’d-Derda
sabah namazını kıldıktan sonra Dımeşk Mescidi’nde onar kişilik grup-
lar kurar, her grubun başına bir görevli tayin eder, kendisi de minberde
oturur bunları kontrol ederdi. Bu hadiseye değinen Müslim b. Mişkem,
Ebû’d-Derda’nın bir gün kendisine mescitte ders görmekte olan talebe-
leri sayma görevi verdiğini, bu talebeleri saydığını ve toplam bin altıyüz
küsur kişi olduklarını söylemektedir.[86] Ebû’d-Derda’nın vefatından son-
ra yerine onun ders halkasında eğitimini tamamlamış olan talebesi İ�bn
Â� mir (ö. 118/736) getirildi.[87] Büyük bir ihtimalle İ�bn Â� mir döneminde
de daha önce olduğu gibi onar kişilik ders halkaları kurulmuş ve dersler o
şekilde verilmiştir. Çünkü İ�bn Â� mir’i anlatan Zehebî�, “Abdülmelik b. Mer-
van (65-86/685-705) ve ondan sonraki dönemlerde mescit reisliği yaptı.”[88]
demektedir. Mescit reisliğinin tam olarak neyi ifade ettiğini belirtmeyen
Zehebî�, muhtemelen bununla yukarıdaki ders halkalarını idare eden so-
rumluyu kastetmektedir.

Abdülmelik b. Mervan döneminde aynı mescitte Abdullah b. Â� mir dı-


şında başka ilim adamlarının da dersler verdiklerini bilmekteyiz. Nitekim
İ�bn Asâkir (ö. 571/1176) aynı dönemde Hişam b. İ�smail’in de dersler ver-
diğini söylemektedir.[89]

Hicri 83 yılında Emevî� halifelerinden Velid b. Abdülmelik (86-96/705-


715) tarafından Şam Ü� meyye Camii’nin inşa edilmesinden sonra,[90] söz

[83] Bkz. Zehebî�, Siyer, IV, 269-270.


[84] Bkz. İ�bnu’l-Cevzî�, es-Sıfât, III, 58.
[85] Şiblî� Nu’manî�, II, 181.
386 [86] Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Zehebî�, Kurrâ, I, 41-42.
[87] Zehebî�, Kurrâ, I, 41.
[88] Zehebî�, Kurrâ, I, 94.
[89] İ�bn Asâkir, II, 282.
[90] Bkz. İ�bn Asâkir, II, 251.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

konusu cami, Şam’ın en büyük eğitim kurumu haline geldi. İ�bn Asâkir, Ve-
lid tarafından kurulmuş olan bu camide ders veren birçok bilgin bulun-
duğunu söyledikten sonra, bunların isimlerini de zikretmektedir.[91] Ü� nlü
muhaddis Abdullah b. el-A’la camide Yezî�d b. Abdülmelik (101-105/720-
724)’in hilafeti döneminde Yahya b. el-Hâris’in halkasında eğitim gördük-
lerini anlatmaktadır.[92]

• Basra Cuma Camii

İ�yad b. Ğ� anem (ö. 20/641) tarafından kurulmuş olan Basra Cuma Ca-
mii, kuruluşundan itibaren önemli bir eğitim kurumu olarak görev yap-
tı. Şî�râzî�’nin belirttiğine göre Hz. Ö� mer tarafından, içlerinde Abdullah b.
el-Muğaffel el-Müzenî� (ö. 59/679) ve İ�mran b. Husayn el-Huzaî�’nin de yer
aldığı on ilim adamı Basra’ya gönderildi. Bunlar söz konusu mescitte hal-
ka başta Kur’ân olmak üzere fıkıh ve feraiz dersleri de verdiler.[93] Hz. Ali
ve oğlu Hz. Hasan döneminde ise Basra’daki en büyük ders halkası Abdul-
lah b. Abbas’a aitti. Zehebî� bu iki halife döneminde, Abdullah b. Abbas’ın
Basra’da Kur’ân okuttuğunu ve Kur’ân’ı ayet ayet tefsir ettiğini söylemek-
tedir. Yine Zehebî�, İ�bn Abbas’ın ders halkasında birçok şahsın yer aldığını
ve onun Basra’da birçok talebesinin bulunduğunu da ilave etmektedir.[94]

Basra Cuma Camii, Emevî�ler döneminin başından sonuna kadar


önemli bir eğitim kurumu olarak varlığını sürdürdü. Emevî�lerin son döne-
mine doğru bu cami Hasan el-Basrî� (ö. 110/728) ile anılır oldu. Yakut’un
aktardığına göre adı geçen ilim adamının Basra Camii’nde bir ders halka-
sı bulunmaktaydı.[95] Onun bu ders halkası diğer İ�slâmî� ilimlerden ziyade
Mu’tezile mezhebinin kurucusu olan Vâsıl b. Ata (ö. 131/748) ile araların-
daki kelamî� tartışmalarla şöhret kazanmıştır. Bilindiği gibi Mu’tezile onun
ders halkasında doğmuş bir düşünce ekolüdür.

b. Kiliseler

Kiliseler öteden beri bir taraftan Hıristiyanlığı benimsemiş olanlara


din hizmetleri verirken diğer taraftan da bu cemaatin çocuklarına oku-
ma-yazma öğreten kurumlar idi. Hâlid b. Velid, en-Nukayra’yı fethettiği
zaman buradaki kiliselerde eğitim görmekte olan çocukların varlığını
görmüş olması da bunu açıkça ortaya koymaktadır.[96] Keza Necran’dan

[91] İ�bn Asâkir’in zikrettiği bu âlimlerden bazıları Emevî�ler döneminde yaşamış iken
bazıları ise, Abbasî�ler döneminde yaşamıştır. Konu ile ilgili bkz. İ�bn Asâkir, II, 284.
[92] Bkz. İ�bn Asâkir, II, 284. 387
[93] Bkz. Ebû İ�shak eş-Şî�râzî�, Tabâkâtu’l-Fukahâ (thk. İ�hsan Abbâs), Beyrut 1970, 33.
[94] Bkz. Zehebî�, Tarih (61-80), 159.
[95] Bkz. Yâkût, Udebâ, III, 245.
[96] Bkz. Yâkût, Mu’cemu’l-Buldân, I-V, Beyrut 1979, V, 301.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Medine’ye gelen din adamları aynı za-


manda, yöredeki kiliselerde verilmekte
olan eğitimden sorumlu kimselerdi.[97] İ�s-
lâmi dönemde de rahipler bu mabetlerde
kendi dindaşlarına din eğitimi vermeyi
sürdürdüler. Müslümanlar bu duruma hiç
müdahale etmediler. Cevad Ali, din eğiti-
mi veren kiliseler ile okuma yazma öğre-
tilen küttâpları birbirinden ayırmaktadır.
Ona göre okuma-yazma kiliselerde değil,
bu mabetlere bitişik olarak inşa edilmiş
Resim 11:
Miladi 1.
olan küttâplarda verilmekteydi. Ama her halükarda gerek Hıristiyan-
[98]

yüzyılda lıkla ilgili din eğitimi, gerekse okuma ve yazma, din adamları tarafından
yapıldığı kendi cemaatlerine verilmekte ve devlet yöneticileri buna müdahale et-
sanılan
Annaias memekteydiler.
Şapeli, Şam.
[https://bit.
Yine bu kiliselerin özellikle Nasturî� Rahiplerin riyasetinde olanların-
ly/2Ldze7I] da felsefe ve tıp eğitimi de verilmekteydi.

Din adamlarının yetiştirildiği kurumlara gelince: din adamları daha


çok manastırlarda eğitilmekteydiler. Bu manastırlar da büyük ölçüde şe-
hirlerin dışında yer almaktaydı. Bunların tamamının yatılı kurumlar ol-
duğunu unutmamamız gerekir. Ö� rneğin eş-Şabuştî� (ö. 388/998), Müslü-
manların hakim olduğu bölgelerde yer alan kiliseleri anlattığı ünlü eseri
ed-Deyârât’ta İ�slâm’ın erken dönemlerinde Siirt’te bulunan Ahvişa ma-
nastırında dört yüz rahibin bulunduğunu söylemektedir.[99]

Yahudilere gelince: Cevad Ali’nin de belirttiği gibi Yahudiler, cemaat-


lerine din eğitimini Batha Midraş (Bet ha Midraş)’ta verirlerken, çocukla-
rına okuma yazmayı ise Batha Sifr (Bet Ha Sifr)’de vermekteydiler.[100] İ�s-
lâm öncesi dönemde Medine’de de bulunan ve Yahudi çocuklarının yanı
sıra Arap çocuklarına da okuma-yazma öğreten Batha Midraş (Bet ha
Midraş) ise aynı zamanda bet ha sifr görevi de üstlenmişti. Bu durumu
merkeze alan İ�slâm tarihinin temel kaynakları da söz konusu kurumun
dini bir mekan olmakla beraber daha çok, okuma ve yazma öğretilen bir
müessese olduğunu zikretmektedirler.[101]

[97] Bkz. İ�bn Sa’d, I, 357.


[98] Bkz. Cevad Ali, VIII, 169.
[99] Bkz. Ali b. Muhammed eş-Şâbuştî� (388/998), ed-Deyârât (thk. Korkî�s Avvâd),
388 Lübnan 1986, 198.
[100] Bkz. Cevad Ali, VIII, 291.
[101] Konu ile ilgili olarak bkz. Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişam es-Siretu’n-Nebe-
viyye, I-IV (thk. Mustafa Saka ve arkadaşları), Beyrut ?, II, 201, 207, 208, İ�bn Sa’d, I,
164.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

c. Ateşgedeler

Müslümanların Sasanî�lerin hâkim olduğu bölgelere egemen olması


ile burada meskun bulunan halk hemen İ�slâm dinini benimsemedi. İ�lk fe-
tihler esnasında İ�slâm dinini kabul eden ve Sa’d b. Ebî� Vakkas tarafından
Kûfe’ye yerleştirilmiş olan Deylemî�leri istisna tutacak olursak bu dönem-
de toplu bir ihtida hareketinden bahsetmek mümkün değildir. Ö� zellikle de
Fars ve Cibal-ı Gilan ile Deylemistan bölgesindeki Mazdaistler İ�slâm dini-
ne daha az sıcak bakmaktaydılar. Müslümanlar, bu insanların İ�slâm dinini
benimsemeleri hususunda hiçbir baskı uygulamadılar, onları tamamen
özgür bıraktılar. Birkaç istisna dışında dini mabetleri ve aynı zamanda
eğitim kurumları olan ateşgedelerin hiçbirine dokunmadıkları gibi bura-
da görev yapan din adamlarının (mubid) da kendi dini ritüellerini yerine
getirmelerine müdahale etmediler. Hatta bu ateşgedelerden bazısı günü-
müze kadar varlığını sürdürdü. Söz konusu din adamları kendi dinlerine
mensup olan dindaşlarını eğitmeye devam ettiler.[102] Kitabu’l-Harâc’ın
yazarı olan Kadı Ebû Yusuf’un da açıkça belirttiği gibi İ�slâm devleti açısın-
dan, ateşgedeler ile kilise ve havralar arasında, bir fark yoktu. Bu mabetler
de diğerleri gibi devletin koruması altında bulunmaktaydı.[103]

Tahran’daki mubidler konsili başkanı mubid Ardeşir Azargaşasb tara-


fından yazılan Merâsim-ı mezhebi ve Âdâb-ı Zerdüştiyân adlı eserde İ�slâm
öncesi dönemden günümüze kadar ateşgedelerde sürmekte olan eğitim
sistemi hakkında bilgiler verilmektedir. Buna göre: ateşgedelerde Mazda-
izme bağlı bulunan cemaate dini eğitim verilmesinin yanında, din adamları
da yetiştirilmekteydi. Uzun süre ateşgedelerde mubid-i mubidan reisliğin-
deki mubidler tarafından sıkı bir eğitimden geçirilen din adamı adaylarına
Kordeh Avesta, Darun, Fravaşi, Yaşna gibi Mecusiliğin kutsal metinlerinin
yanında, dini ayinleri idare etme bilgisi, Mazdaist cemaat arasında baş
gösteren sorunları çözmek için Mecusi fıkhı, Zerdüşt’ün hayatı vb. konular
öğretilmekteydi. Bu zorlu eğitimi bitiren aday mubid-i mubidanın başkan-
lığındaki mubidler konseyi tarafından son bir sınava tabi tutulurdu. Sınavı
geçmesi durumunda yardımcı mubid olarak göreve başlardı.[104]

3. Müzik Eğitimi Veren Kurumlar

Gerek müzisyenlerin toplum içerisinde saygın bir yere sahip olmaları,


gerekse bu mesleğe mensup olan kimselerin iyi para kazanıyor olmaları,
389
[102] Philip Hitti, İslâm Tarihi, I-IV (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1982, I, 550.
[103] Bkz. Ebû Yusuf, Kitâbu’l-Harâc (trc. Ali Ö� zek), İ�stanbul 1973, 293.
[104] Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Erdeşir Azergaşasb, Merâsim-i Mezhebi ve Adab-ı
Zerdüştiyân, Tahran 1979.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Emevî�ler döneminde müziğe ciddi


bir yönelimin doğmasını sağlamış-
tır. Bu durum, söz konusu dönemin
başından itibaren müzik eğitimi ve-
ren bazı okulların açılması sonucu-
nu doğurmuştur.

Bilindiği gibi Emevî�ler döne-


minde Mekke ve Medine müzikte
temayüz etmiş şehirler idi. Her iki
şehirde de müzik eğitimi veren
okulların yanı sıra, müzik eleştirile-
Resim 12: rinin yapıldığı evler de bulunmaktaydı. İ�slâm tarihinin erken dönemi mü-
Ateşgede
tapınağı
zik eğitimi ile ilgili en geniş bilgileri aktaran İ�sfahânî�, Medine’de Ma’bed
kalıntıları, (ö. 125/743)’e ait bir müzik okulunun bulunduğunu belirtmektedir. Onun
Şiraz-İran.
verdiği bilgilere göre: Hakem ve diğer bazı şahıslar her gün buraya gider-
[https://bit.
ly/2Ll7Hl6] ler, adı geçen şahıstan dersler alırlardı. Söz konusu okulun belli bir prog-
ramı yoktu. Ancak Ma’bed kendilerine günde bir şarkı öğretirdi.[105] Yine
İ�sfahânî�, Mekke’de de İ�bn Süreyc (ö. 107/726), Garî�d ve bu dönemin diğer
ünlü müzisyenlerinin her Cuma günü toplandıkları ve birbirlerine tarzları
hakkında bilgi verdikleri bir okullarının bulunduğunu anlatmaktadır.[106]

Bu tür okullar Hicaz dışında da mevcuttu. Nitekim İ� bn Muhriz


Kâbe’nin tamiri için İ� ran’dan gelen ustalardan aldığı müzik eğitimini
tamamlamak üzere -büyük bir ihtimalle kendisine bir okul veya hoca
önerildiği için- İ� ran’a gitmiş, burada bir süre kalmış, arkasından da Su-
riye’ye geçmiş burada da bir süre eğitim gördükten sonra memleketine
geri dönmüştür.[107]

Yine müzik eğitiminde usta-çırak ilişkisinin bulunduğunu, müziğe


kabiliyeti bulunan talebelerin çoğu zaman hocalarının gözetiminden ay-
rılmadıkları, eğitimleri tamamlanıncaya kadar onlarla beraber yaşadıkla-
rını unutmamak gerekir. Bu durumu en iyi Ma’bed ile hocaları arasındaki
ilişki göstermektedir. Nitekim Ma’bed uzun süre İ�ran asıllı Sâib b. Hâsire
ve Abdullah b. Ca‘fer’in mevlası Neşî�t ile bir arada yaşamış, eğitimi bitin-
ceye kadar bunlardan ayrılmamıştır.[108] Aynı usta-çırak ilişkisi Mekkeli
İ�bn Muhriz ile Medineli ünlü müzik üstadı Azzetü’l-Meylâ arasında da
390
[105] Bkz. el-Eğânî, I, 48.
[106] Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, I, 258.
[107] Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. İ�sfahânî�, I, 390.
[108] Bkz. Eğânî, I, 41.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

bulunmaktadır. İ�bn Muhriz, Medine’ye gelmiş ve adı geçen üstattan üç ay


klasik Arap müziği ile ilgili dersler almıştır. [109]
Emevî�ler döneminde yukarıda saydığımız müzik okulları ve müzis-
yenlerin kendi talebelerini yanlarına alıp eğitmeleri dışında bir de zen-
ginler çocuklarına veya cariyelerine özel hocalar tutmaktaydılar. Ö� zellikle
cariyelerine özel hoca tutarak onları eğiten sahipleri bunlar üzerinden iyi
paralar kazanmaktaydı. Müzik üstadları tarafından eğitilen cariyelerin
büyük bir kısmı muhtelif İ�slâm kentlerinde yer alan beytü’l-kıyanlarda
çalışmaktaydı. Beytü’l-kıyanların sahipleri cariyelerine müzik eğitimi ver-
mek için hiçbir masraftan kaçınmazlardı.[110] Ö� rneğin Ahvazlı adamın biri
cariyelerine Medine’nin ünlü müzisyeni Ma’bed’i hoca olarak tutmuştu,
Ma’bed, söz konusu cariyelerin eğitimi bitinceye kadar Ahvaz’da kalmış
onlara müzik dersleri vermiştir. Bu hizmetine karşılık da cariyelerin sahi-
binden 300 dirhem ücret almıştır.[111]
Emevî�ler döneminde müzik eğitimi verenlerin büyük bir kısmı mevâlî�
veya cariyeler olduğu gibi bu eğitimi alanların tamamı yine bu sınıfa men-
sup olan insanlardı. Toplum içerisinde sürekli ikinci sınıf vatandaş olarak
görülen mevâlî�, farklı şeylerle uğraşarak kendilerini kabul ettirme eğili-
minde idi. Nitekim bu dönemde sadece müzisyenler değil, ilmiye sınıfına
mensup olanların da neredeyse tamamı mevâlî�dendi.

4. Felsefe ve Tıp Eğitimi Veren Kurumlar

Dönemin deyim yerinde ise iki süper gücü olan Pers İ�mparatorlu-
ğu’nun tamamı ile Bizans İ�mparatorluğu’nun önemli bir kısmının fethe-
dilmesiyle Müslümanlar, çok farklı kültür, ırk ve dinlerle karşı karşıya
geldikleri gibi birçok yeni bilim dalı ile de tanıştılar. Müslümanların karşı-
laştıkları ve ilgi duydukları bu yeni ilim dallarının içerisinde de hiç kuşku-
suz felsefe ve tıp ilimleri birinci sırada bulunmaktadır.[112]

Felsefenin yaygın bulunduğu bir ortamda Müslümanlar da doğal ola-


rak bu felsefî� birikimden etkilendiler. Felsefe ve tıp ile ilgilenen Müslü-
manlar, felsefî� merkezlere devam edip, burada eğitim görmekten ziyade
kendilerine özel öğretmenler tutarak bu ilim dallarını öğrenmeye çalıştı-
lar. Nitekim Emevî� devletinin kurucusu olan Muâviye’nin torunu Hâlid b.
Yezî�d (ö. 85/704) İ�skenderiye’de bulunan bazı bilginleri Şam’a getirmekle
kalmamış, burada önemli bir kütüphane de kurmuştu. Hatta rivayetlere

[109] Bkz. İ�sfahânî�, Eğânî, I, 390. 391


[110] Bir örnek olarak Kûfe’deki beytu’l-kıyanlar hakkında bkz. M. Mahfuz Söylemez,
Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe, Ankara 2001. 315 vd.
[111] Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî�, I, 55.
[112] Celaluddin es-Suyutî�, Savnu’l-Mantık (thk. Ali Sami en-Neşşar), Kahire 1947, 12.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

göre başta Aristo’nun bazı eserleri olmak üzere ilk çeviriler de yine bu-
rada yapılmıştı.[113] Hâlid, İ�skenderiye’den getirdiği bilginlerden biri olan
Meryanus’tan özel kimya dersleri almaktaydı.[114]
Şam ve İ�skenderiye’nin yanı sıra felsefe eğitimi veren Nisibis (Nusay-
bin), Harran, Antakya ve Cündişapur medreselerinin de Emevî�ler döne-
minde varlıklarını aynı şekilde koruduklarını ve burada pozitif bilimlerin
eski yöntemlere dayalı olarak öğretildiğini söylememiz gerekir. Bu medre-
selerden Cündişapur’da özellikle tıp eğitimi verilmekteydi.”[115] Hilmi Ziya
Ü� lken, Cündişapur medresesinin Emevî�ler döneminde büyük bir terakki
gösterdiğini söylemektedir.[116] İ�slâm’ın erken döneminin en büyük tıp
eğitim merkezi ve hastanesinin bulunduğu bu medrese Abbasî�lerin orta
dönemine kadar eski ihtişamını muhafaza etti. Hatta Abbasî� halifesi Ha-
run er-Reşid (170-193/786-809) tarafından kurulan Bağdat bimaristanı
da buradan getirtilen hekimlerin gayretleri ile vücuda geldi ve oradaki
yöntemler uygulandı. İ�slâm öncesi dönemde Hicaz yarımadasının ünlü
tabipleri bu medreseden yetiştikleri gibi, Emevî�ler döneminde de burada
yetişen birçok ilim adamı bulunmaktaydı.[117]
Başta Cündişapur olmak üzere, dönemin medreselerinin büyük bir
kısmının eğitim dili Yunanca iken, Cündişapur, Harran ve Nusaybin’de
-eğitim dili olmasa dahi- Süryanice ile yazılan eserlerin de okutulduğu-
nu zikretmemiz gerekir. Çünkü burada eğitim verenlerin büyük bir kısmı
Süryani kökenli bilim adamları idi.
Adı geçen bu kurumlarda Müslüman çocukların veya Müslüman bilim
adamlarının eğitim gördüklerine dair elimizde çok ciddi bilgiler bulunma-
maktadır.

5. Saray

Saraylarda verilmekte olan eğitimi iki ayrı başlık altında ele alıp ince-
lemek gerekir. Bunların ilki geleceğin devlet ricalini veya bir başka ifade

[113] Hâlid b. Yezî�d ile ilgili geniş bilgi için bkz. Yâkût el-Hamevî�, Udebâ, III, 284; Şemsettin
Günaltay, “Kadim Felsefe İ�slâm Â� lemine Ne Şekilde ve Hangi Yollarla Girdi”, DFİFM,
IV, 208; İ�rfan Aycan, “Emevî�ler Dönemi Kültür Hayatında Bazı Beşeri Bilimlerin
Tarihsel Gelişimi”, Dini Araştırmalar, c. II, sayı: 6, Ocak-Nisan 2000 Ankara, 215 vd.
[114] Ö� mer Ferrûh, “el-İ�lm fi Asri’l-Emevî�”, Mecelletu Mecme’i’l-İlmiyyi’l-Arabî, sayı: 40,
Dımeşk 1965, 146.
[115] Bkz. Edward G. Browne, Arabian Medicine (Tıbb-ı İslâmi), (Farsçaya trc. Mesut
Recepniya), Tahran 1973, 53-54.
392 [116] Bkz. Hilmi Ziya Ü� lken, Uyanış Devrinde Tercümenin Rolü, İ�stanbul 1997, 62.
[117] İ�slâm öncesi dönemde Arabistan’ın en ünlü tabibi olan Hâris b. Kelâde (ö. 13/634)
Cündişapur’da yetişmiş olan bir doktordu. Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. İ�bn
Ebî� Usaybia, 167; Cündişapur medresesi hakkında bitme aşamasına gelmiş olan bir
çalışma yürütmekteyiz.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

ile devlet yöneticilerini yetiştirmek için verilen eğitim; ikincisi ise Emevî�
halifelerinin kendi bilgi ve kültürlerini geliştirmek için yaptıkları faaliyet-
lerdir.

a. Sarayda İlk Öğretim

Hulefâ-yi Raşidî�n döneminde devlet yöneticilerinin sıradan insanlar-


dan bir farkı yoktu. Bu dönemde halife çocukları da tüm halkın çocukla-
rının gittiği mescit veya küttâplara giderdi. Ö� rneğin Hz. Ali’nin oğulları
Hz. Hasan ve Hüseyin, diğer çocuklar gibi Ebû Abdurrahman es-Sülemî�
tarafından mescitte eğitildiler.[118]

Ancak bu uygulama Emevî�ler döneminde ciddi bir şekilde değişti.


Halktan kopuk yöneticiler evlatlarını da halktan kopardılar. Onlara özel
eğitim vermeye başladılar. Burada zikretmemiz gereken bir başka husus
ise başkentteki bu durumun eyalet merkezlerinde de yaşanıyor olması-
dır. Eyalet valileri de halifelerin yaptığı gibi çocuklarını kendi sarayla-
rında özel hocalar tarafından eğitmekteydiler. Ö� rneğin Ziyâd b. Ebihi (ö.
52/672), gramerin ilk kurucusu olarak kabul edilen Ebû Esved ed-Duelî�
(ö. 69/688)’yi çocuklarının özel hocası olarak görevlendirmişti.[119]

Emevî�ler, geleceğin devlet yöneticileri olan çocukların eğitimine bü-


yük önem verdiler. Her halife kendi döneminin bilinen en ünlü hocaları-
nı sarayda istihdam etti ve onlara yüksek maaşlar ödedi. Sarayda verilen
eğitimde belirli bir müfredat bulunmamaktaydı. Her halife kendi çocukla-
rına yönelik müfredatı kendi belirliyordu. Hatta çocukları için seçtikleri
hocaları da kendi ilgilerine göre tespit etmekteydiler. Emevî� hanedanının
kurucusu olan Muâviye, tarihe ilgi duyduğu için oğlu Yezî�d’e tarihçi Dağ-
fel b. Hanzale (Dağfel en-Nesâbe ö. 65/685)’yi müeddib olarak seçmişti.[120]
Aynı şekilde Yezî�d de tarihi diğer bilim dallarına önceleyen bir hükümdar
olarak yetişti. Halifeliği döneminde gelenek haline gelen bilimsel toplantı-
lara daha çok tarihe ilgi duyanlar davet edilmekteydi.

Kendisi aynı zamanda bir fakih olan Abdülmelik b. Mervan ise, çocuk-
ları için hoca olarak Kûfe’nin ünlü fakihi ve bir dönem kadılık da yapmış
olan eş-Şa’bî�’yi seçti.[121]

Emevî�ler döneminin sarayda hizmet veren diğer öğretmenler (müed-


dibler) ise yandaki tabloda görülebilinir:
393
[118] Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Zehebî�, Kurrâ, I, 53.
[119] Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Yâkût, Udebâ, III, 436.
[120] Bkz. �bn Habib, el-Muhabber, 478.
[121] Bkz. �bn Habib, el-Muhabber, 475.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

ÖĞRETMEN (Müeddib) ÖĞRENCİ HALİFE


Abdülmelik b. Mervan
eş-Şa’bî Abdülmelik’in çocukları
(65-86/685-705)
Abdülaziz b. Mervan
Salih b. Keysan Ömer b. Abdülaziz
(Mısır Valisi) [I]

İsmail b. Abdullah b. Ebî Muhacir Abdülmelik’in çocukları Abdülmelik b. Mervan[II]

Şihabuddin ez-Zührî Abdülmelik’in çocukları Abdülmelik b. Mervan[III]

Velid b. Abdülmelik
Salih b. Keysan Abdülaziz b. Velid
(86-96/705-715)
Ebû Ubeyde b. Muhammed b. Ammar
Abdülaziz b. Velid Velid b. Abdülmelik[IV]
b. Yasir
Süleyman b. Abdülmelik
Avn b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ud Eyüp b. Süleyman b. Abdülmelik
(96-99/715-717)[V]

Ebû İsmail İbrahim b. Süleyman Süleyman b. Abdülmelik[VI]

Meymun b. İmran Ömer b. Abdülaziz’in çocukları Ömer b. Abdülaziz (99-101/717-720)[VII]


Yezîd b. Abdülmelik (101-105/720-
Abdülvahit b. Kays Yezîd’in çocukları
724)[VIII]
Abdussamet b. Abdu’a’la Velid b. Yezîd b. Abdülmelik Yezîd b. Abdülmelik

Hişam b. Abdülmelik (105-


Süleyman el-Kelbî Hişam’ın çocukları
125/724-743)

[I] Bkz. İ�bn Habib, el-Muhabber, 477. Zehebî� ise Salih b. Keysân’ın Medine’de Ö� mer b.
Abdülaziz’in çocuklarının hocalığını yaptığını, iyi bir tarihçi olduğunu ve adı geçen
halifeden ücret aldığını, daha sonra Ö� mer tarafından Velid b. Abdülmelik’e gönde-
rildiğini, Velid’in de onu oğlu Abdülaziz b. Velid’in hocası olarak atadığını belirttik-
ten sonra Salih’in iyi bir muhaddis, fakih ve tarihçi olduğunu söylemektedir. Bkz.
Zehebî�, Siyer, V, 454.
[II] Bkz. �bn Habib, el-Muhabber, 476.
[III] Hişam b. Abdülmelik’in çocuklarının hocası olan ez-Zührî�, bu hizmetine karşılık
olarak 7.000 dinar gibi büyük bir meblağ almaktaydı. Bkz. Ahmed Çelebi, İslâm’da
Eğitim Öğretim Tarihi (trc. Ali Yardım), İ�stanbul 1983, 243.
[IV] Bkz. �bn Habib, el-Muhabber, 477.
[V] İ�bn Habib, el-Muhabber, 477. Avn, Haccâc ile Abdurrahman b. Muhammed arasın-
daki hadisede Abdurrahman’ın yanında yer alan bilginlerden biridir. Haccâc’ın zul-
münden korkunca Muhammed b. Mervan kendisine güvence vermiş ve onu el-Cezi-
re’ye götürmüştür. Avn burada Mervan b. Muhammed’in oğlu Mervan’ın hocalığını
yapmaktaydı. Bkz. Zehebî�, Siyer, V, 104.
[VI] İ�bn Kuteybe, el-Meârif (thk. Servet Ukkaşe), Kahire 1992, 549.
[VII] Bkz. �bn Habib, el-Muhabber, 477.
394 [VIII] İ�bn Habib, Abdulvahid’in bu hizmetine karşı ücret aldığını, ancak halifeye bu üc-
retin çocuklarına öğrettiği Kur’ân’a karşılık olmadığını, çünkü Kur’ân okutmaktan
ücret almadığını, aldığı ücretin öğrettiği diğer şeylere karşılık olduğunu söylediğini
aktarmaktadır. Ancak İ�bn Habib, Abdulvahid tarafından öğretilen diğer şeylerin ne-
ler olduğunu söylememektedir. Bkz. İ�bn Habib, el-Muhabber, 476.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

Resim 13:
8.yüzyıl
Emevi
dönemi bir
saray kalıntısı.
Eriha-Filistin.
[https://bit.
ly/2MMWqqr]

Halifeler çocukları için tuttukları özel hocalara evlatlarına öğretme-


lerini istedikleri bir program hazırlayıp verirlerdi. İ�bn Kuteybe bu konuda
şunları nakletmektedir:

Abdülmelik çocuklarının hocasından; evlatlarına Kur’ân-ı Kerim, ince


ruhlu olmaları için şiir, doğruluk, düşük karakterlilerle oturup kalkmama-
yı öğretmesini istemiştir. Ö� ğretmenlerden çocukları hizmetçilerden uzak
tutmalarını, kendilerine sık sık et yedirmelerini, saçlarının bakımı ile ilgi-
lenmelerini, dişlerini temizlemelerine ve suyu yudumlayarak içmelerine
dikkat etmelerini söyledikten sonra terbiye için gerekince dövmelerini,
ancak bunu onurlarını zedelememek için hizmetçilerin ve arkadaşlarının
huzurunda yapmamalarını istemiştir.[122]

İ�bn Kuteybe tarafından aktarılan bu metin sarayda verilmekte olan


ilk öğretim hakkında bize ciddi bilgiler sunmaktadır: Buna göre:
1. Sarayda görevli olan müeddibler, halife çocuklarına Kur’ân-ı Kerim
ve şiir gibi temel bilgiler öğretmekteydiler.
2. Müeddibler gün boyu çocuklarla beraber kalmakta, onların yeme-
leri-içmeleri ve adab-ı muaşeret kaidelerini öğrenmeleri ile ilgilen-
395
mekteydiler.

[122] Bkz. İ�bn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, II, 167; aynı bilgiler Çelebi tarafından da alınıp
kullanılmıştır. Bkz. Çelebi, 50.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

3. Müeddipler bir tek çocuğa değil, birden fazla çocuğa ders vermek-
teydiler.
4. Müfredat özel hocaların ilgileri veya uzmanı bulundukları konulara
göre belirlenmekteydi.

Hişam b. Abdülmelik’in oğlunun müeddibi Süleyman el-Kelbî�’ye


söylediği şeyler de bunu desteklemektedir. Babası Abdülmelik’ten farklı
olarak Hişam, çocuğunun hocasından, hitabet ve meğazî� gibi ilimleri öğ-
retmesinin yanı sıra çocuğunu Arap kabilelerinin arasında gezdirerek on-
ların yaşantısı hakkında da bilgilendirmesini talep etmiştir.[123]

b. Sarayda Kültürel Faaliyetler

Emevî� devletinin kuruluşundan itibaren devlet yöneticileri ilim ve


kültüre büyük önem verdiler. Adı geçen devletin kurucusu olan Muâviye
kendi sarayında her akşam ilmi toplantılar yapılmasını bir gelenek haline
getirdi. Onun döneminde bu ilmi toplantıların konusu büyük ölçüde ta-
rihti. Tarihe büyük bir merakı olan halife özellikle, büyük tarihçi Ubeyd b.
Şeriyye’yi bu toplantılarda bulundururdu. Kitabu’l-Emsâl, Kitabu’l-Mulûk
ve Ahbaru’l-Mâdîn adlı tarih kitaplarının yazarı olan İ�bn Şeriyye, adı geçen
eserlerini de halifenin isteği ile yazmıştır.[124] Rivayetlere göre, Halife yat-
madan önce bu eserlerden mutlaka bir parça okur ve üzerinde düşünür-
dü. Politikalarında bu tarihi bilgilerden yararlanırdı.[125]

Bu toplantılar Muâviye’den sonra da devam etti. Tarih bu toplantılar-


daki başat yerini Yezî�d b. Muâviye (60-64/680-683) döneminde de koru-
mayı sürdürdü. Fakat adı geçen halife döneminde İ�bn Şeriyye’nin yerini
Alaka b. Kursum el-Kilâbî� aldı. Yâkût, el-Kilâbî�’nin her gece Yezî�d’e tarih
ile ilgili eserler okuduğunu söyledikten sonra Kitabu’l-Emsâl adında bir de

[123] Bkz. Çelebi, 52.


[124] Bkz. Yâkût, Udebâ, III, 459. Muâviye San’a’da yaşamakta olan Yemenli tarihçi İ�bn
Şeriyye’yi Şam’a getirmiş ve yukarıda adı geçen eserleri yazdırmıştır. Bkz. İ�rfan
Aycan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 2001, 51.
[125] Muâviye’nin bir gününü anlatan Mes’udî� şunları söylemektedir: “...Muâviye gecenin
bir bölümüne kadar vezirlerle istedikleri konularda istişare ederdi. Gecenin üçte biri
geçinceye kadar Arap tarihi ve Eyyâmu’l-Arab, İ�ranlılar ve kralları ile bunların halkla-
rına karşı takip ettikleri siyaset, sair milletlerin hükümdarları, bunların savaşları ve
savaş hileleri, halklarına karşı takip ettikleri siyaset ve bunun dışında geçmiş millet-
lerin haberleri hakkında sohbet edilirdi... Yemekten sonra yatar, gecenin üçte birini
uyur, sonra kalkar oturur, içlerinde kralların yaşamları, haberleri, savaşları ve savaş
396 hileleri ile ilgili bilgiler bulunan kitaplar getirilir ve görevliler tarafından okunurlar-
dı. Bunlar bu kitapları korumak ve okumakla görevlendirilmişlerdi. Böylece her gece
tarihi haberlerden, biyografilerden ve çeşitli siyaset şekillerinden birçok bilgiyi din-
lemiş olurdu ...” Bkz. Mes’udî�, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher (thk. Muhammed
Muhyiddin Abdulhamid), I-IV, Beyrut 1988, III, 40-41.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

kitabının bulunduğunu ve kendisinin halife nezdinde önemli bir konuma


sahip olduğunu ilave etmektedir.[126]

Yezî�d’den sonra bu toplantılar daha çok şiir ve edebiyatın tartışıl-


dığı sohbetler haline geldi. Bu değişiklikten dolayı başta Çelebî� olmak
üzere birçok araştırmacı, anılan bu toplantılara edebiyat toplantıları,
toplantıların yapıldığı mekana da edebiyat salonları deme gereği his-
setmektedirler. Söz konusu toplantılara Arap dilinin uzmanları, büyük
şairler veya edebiyatçılar katılırlardı. Katılımcılar halifenin huzurunda
şiir ve edebi tartışmalar yaparlardı. Ö� rneğin Hişam b. Abdülmelik (105-
125/724-743)’in sarayında yapılmakta olan bu toplantılara Ferazdak (ö.
114/732), Cerir b. Atiyye (ö. 110/728), Ahtal (ö. 92/710) ve Hâlid b.
Safvan (ö. 135/752) gibi dönemin en büyük şair ve edebiyatçıları katıl-
maktaydı. Yakut, yapılan edebi toplantılarda devlet ricalinin de bulun-
duklarını ve tartışmalara iştirak ettiklerini söylemektedir.[127] Tartışma-
lar esnasında nezaket dairesi içerisinde kalındığı sürece herkes fikrini
özgür bir şekilde söyleme hakkına sahipti.

Emevî� devletinin yıkılmaya yüz tuttuğu dönemlerde toplantıların


konuları ve katılımcıları değişti ve ilmi toplantıların yerini artık eğlence
meclisleri aldı. Nitekim halife Yezî�d b. Abdülmelik ve Velid b. Yezî�d İ�slâm
aleminde ün sahibi olan ne kadar müzisyen var ise hepsini saraylarında
toplamaya başladılar. Birçoğu ahlak düşüklüğü ile tanınmakta olan bu
müzisyenler, sarayın en gözde şahısları oldular ve devlet hazinesinden en
büyük payı alan insanlar haline geldiler.[128]

Toplantılarda belirli bir protokolün de oluştuğunu görmekteyiz. Ni-


tekim İ�sfahânî�’nin anlattığına göre Velid b. Yezî�d döneminde bu toplantı-
lara halifenin mevlaları, aile fertleri, şairler ve ihtiyaç sahipleri de katılır-
lardı. Velid’in sağına aile fertleri, soluna şairler, karşı tarafta ise dayıları
otururlardı.[129] Keza toplantıya iştirak edenler istedikleri zaman sohbet
meclisini terk edemezlerdi. Toplantının bir başlama saati vardı, bitimini
de bizatihi halifenin kendisi belirlerdi. Her halife toplantının bittiğini ken-
dine özgü bir tarzla bildirirdi. Ö� rneğin Muâviye, “vakit geç” oldu derken,
Abdülmelik bastonunu yere atardı. Velid ise “Allah’a ısmarladık” diyerek
toplantının bittiğini ilan ederdi.[130]

[126] Bkz. Yâkût, Udebâ, III, 522. 397


[127] Bkz. Yâkût, Udebâ, III, 275.
[128] Bkz. Yâkût, Udebâ, III, 242.
[129] Bkz. İ�sfahânî�, Eğânî, IV, 316.
[130] Bkz. Çelebi, 64.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Sair Araplar gibi Emevî� halifeleri de bu toplantıların ana konusunu


teşkil eden şiir ve edebiyata son derece önem verirlerdi. Emevî� halifeleri-
nin şiir ve edebiyata verdiği önemi gösteren aşağıdaki hadise oldukça çar-
pıcıdır: Hişam b. Abdülmelik bir şiirin beytini hatırlayamayınca Kûfe’den
Hammad er-Raviye’yi çağırtmış ona sormuştur.[131]

6. Emevîler Döneminde Ulema ve Öğretmenler

Ele aldığımız bu dönemde eğitim ve öğretim hizmetleri veren iki sı-


nıfın bulunduğuna yukarıda değinmiştik. Bu sınıfların ilki, dinî� ilimler ve
edebiyat gibi bu ilimlere yardımcı olarak kabul edilen ilimleri öğreten
âlimler; ikinci sınıf ise camilerde veya küttâplarda ya da sarayda çocukla-
ra okuma-yazma ile kendilerine hayatın muhtelif döneminde yararlı ola-
cağına inanılan pratik bazı bilgiler öğreten muallim ve müeddiblerdir.

Din bilimleri ile uğraşan ulemanın, bilgilerini herkese eşit olarak da-
ğıttıkları ve bu hizmetlerine karşılık ne talebelerinden ve ne de devlet-
ten ücret aldıklarını yukarıda söylemiştik. Bunların genelde mescitlerde
kurdukları halkaları vardı ve kendilerine gelen hiç kimseyi geri çevirmez-
lerdi. Kendilerinden yararlanabileceklerine inanan herkes bu halkalara
katılırdı. Eğitim-öğretim faaliyetleri dışında ulemanın aynı zamanda hu-
kuki işlere de baktıkları olurdu. Kendilerine fetva danışan herkese fetva
verirlerdi. Verdikleri bu fetvalar resmi olmamakla beraber çoğu zaman
kadının hükmü kadar kesin ve bağlayıcı olurdu. Bu da dönemin din bil-
ginlerinin ağırlığını göstermesi açısından büyük bir öneme sahiptir. Söz
konusu âlimler toplum içerisinde saygın bir yere sahiptiler.[132]

Emevî�ler döneminde ulema sınıfı ile devlet arasında da zimni bir ant-
laşma var gibiydi. Devlet siyasi hadiselere bulaşmadıkları, sadece dinî� ted-
risatla uğraştıkları sürece bu âlimlere asla karışmaz, bilgilerini halka ak-
tarmalarına mani olmazdı. Hatta zaman zaman teşvik ettiği dahi olurdu.
Ancak siyasi hadiselere bulaşmış veya devlet yönetimini eleştirmiş, hele
muhalif gurupların içerisinde yer almış olan bilginler ise kesinlikle affe-
dilmez, şiddetle cezalandırılırdı. Said b. Cübeyr ile Şa’bî� bunun en güzel
örneğidir. Bu iki büyük müfessir ve fakih Haccâc’a karşı Abdurrahman b.
Muhammed b. el-Eşas’ın yanında yer almışlardı. Abdurrahman yenilince
bunlar da Haccâc’ın zulmünden nasiplerini aldılar. Şa’bî�, Haccâc’dan özür
dileyince affedilmiş, Said b. Cübeyr ise acımasız bir şekilde öldürülmüş-
398 tür.[133] Buna benzer birçok örnek bulunmaktadır.

[131] Bkz. Yâkût, Udebâ, III, 247-248.


[132] Bkz. Çelebi, 231.
[133] Bkz. Taberî�, VII, 391: İ�bnu’l-Cevzî�, es-Sıfât, III, 80.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

Küttâp öğretmenlerine gelince, bunlar ulemanın aksine hizmetleri-


ne karşılık genel olarak velilerden ücret alırdı. Sayıları giderek artan söz
konusu sınıfa toplum içerisinde, özellikle de ulema nezdinde iyi gözle ba-
kılmazdı. Hatta kimi kadılar tarafından küttâp öğretmenlerinin şahade-
ti dahi kabul edilmezdi. Bunlara iyi gözle bakılmamasının nedeni ücret
karşılığı Kur’ân öğretmeleri olabileceği kanaatindeyiz.[134] İ�slâm’ın özel-
likle erken dönemlerinde okuma-yazma dersleri verenlerin bir kısmının
zimmî�ler olmasının öğretmenlere bu şekilde bakılmasına neden olmuş
olabileceği de iddia edilmiştir.[135]

Küttâp öğretmenliğinin toplum içerisinde aşağı bir meslek olarak ka-


bul edilmesi ve öğretmenlerin sevilmemesi Câhız’ı etkilemiş, bu konuda
bir risale yazmasına neden olmuştur. Câhız söz konusu risalesinin giri-
şinde öğretmenlerin genelde aşağılandıklarını gördüğü için onları savun-
mak amacıyla böyle bir risale kaleme aldığını söylemektedir.[136] Câhız söz
konusu risalesinde öğretmenliğin üstün bir meslek olduğunu belirttikten
sonra ünlülerin önemli bir kısmının öğretmen kökenli olduğunu ilave et-
mekte ve Abdullah b. Mukaffa (ö. 148/759)’yı buna örnek olarak zikret-
mektedir.[137] Arkasından da şöyle demektedir.
‘’Her ilim dalının öğretmenleri vardır. Bunlar yazı, hesap, feraiz, Kur’ân,
nahiv, aruz, şiir, tarih öğretiyorlardı. Eski dönemde insanlar çocuklarına
yazı ve silah kullanma, ata binme, tıp, hendese, astronomi, müzik, tavla,
satranç, def, mızraplı sazlar, üflemeli çalgılar öğreten hocalar tutuyor-
lardı. Hocalar çocuklara ayrıca çiftçilik, marangozluk, inşaatçılık, boya-
cılık, terzilik, hatta kuşçuluk gibi zanaatları da öğretiyorlardı.’’[138]

İ�slâm aleminde küttâp öğretmenlerine iyi gözle bakılmamasına rağ-


men Câhız’ın da belirttiği gibi birçok ünlü, küttâp öğretmenliği ile tanın-
mıştır. Kaynaklarımızda küttâp öğretmenliği ile tanınan bilim adamlarının
çokluğu da bunu göstermektedir. Ö� rnek olması açısından bu öğretmenle-
rin birkaçını zikredelim:
Hüseyin el-Muallim (ö. 150/767): Aslen Basralı olup, iyi bir hadis-
çi olarak tanınmaktaydı.[139]

[134] İ�bn Kuteybe, kadı Sevar’ın, şahitlik yapmak için mahkeme salonuna gelen bir şahsa
mesleğini sorduğunu, öğretmen olduğunu öğrenince de “Ben Kur’ân’ı para ile öğ-
retmekte olan şahısların şahitliğini kabul edemem.” diyerek şahitliğini kabul etme-
diğini söylemektedir. Bkz. İ�bn Kuteybe, Uyûnu’l’-Ahbâr, I, 69.
[135] Bkz.Çelebî�, 36. 399
[136] Bkz. Câhız, er-Resâil, 199.
[137] Bkz. Câhız, er-Resail, 208.
[138] Bkz. Câhız, er-Resâil, 201-202.
[139] Zehebî�, Siyer, VI, 345.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ma’bed el-Cühenî: Kaderiyye mezhebinin kurucusu olarak kabul


edilmektedir.[140]
Ata b. Ebî Rebah: Mekkeli olup daha çok muhaddis olarak şöhret
kazanmıştır.[141]
Ebû İsmail: İ�brahim b. Süleyman’ın hocası olup aynı zamanda
muhaddistir.[142]
Hasan b. Urfute: Muhaddistir.[143]
Haccâc b. Yusuf ve babası Yusuf: İ�kisi de Taif’te öğretmenlik yap-
maktaydılar.[144] Haccâc Taif’ten sonra Şam’a gelip yerleşti. Bura-
da Abdülmelik b. Mervan’ın vezirlerinden Süleyman b. Nuaym’ın
çocuklarının öğretmenliğini yapmaktaydı.[145]
Alkame b. Ebî’l-Alkame: Hz. Aişe’nin mevlalarınden biri olup
kendisinden Malik b. Enes rivayette bulunmaktadır. Alkame’nin
kendisine ait bir küttâbı vardı. Alkame burada Arapça, nahiv ve
aruz dersleri vermekteydi. Abbasî�lerin ikinci halifesi Ebû Ca’fer
el-Mansur (136-158/754-775) döneminde vefat etti.[146]
Harun b. Mûsâ el-A’ver el-Kâri: Kendisinden Ubbâd b. Avvâm’ın
rivayette bulunduğu Harun, kıraat üstatlarından biridir.[147]
Ömer b. Fadl el-Basri, kendisinden Abdulvaris rivayette bulun-
du.[148]
Muhammed b. Şihab ez-Zührî (ö. 124/741):[149] Ü� nlü hadis ve ta-
rih bilgini olan ez-Zührî�, Ö� mer b. Abdülaziz döneminde Hz. Pey-
gamber’in siyer ve meğazî�si hakkında üç ciltlik bir eser yazmıştır.
ez-Zührî� tarafından yazılan bu eserin büyük bir kısmı kaybolmuş
olmasına rağmen bir parçası günümüze kadar gelmiştir. Kita-
bu’s-Siyer ve Meğazî adını taşıyan bu eser en eski İ�slâm tarihi
kaynağı olarak bilinmektedir.
İsmail b. Ca’fer b. Ebî Kubeys el-Medenî.[150]

[140] İ�bn Kuteybe, el-Meârif, 547.


[141] İ�bn Kuteybe, el-Meârif, 547.
[142] İ�bn Keteybe, el-Meârif (thk. Servet Ukkaşe), Mısır 1992, 549.
[143] �bn Habib, el-Muhabber, 478.
[144] �bn Habib, el-Muhabber, 475.
[145] Bkz. Çelebi, 42
400 [146] Bkz. İ�bn Habib, el-Muhabber, 477; İ�bn Kuteybe, el-Meârif, 549.
[147] �bn Habib, el-Muhabber, 476.
[148] �bn Habib, el-Muhabber, 476.
[149] �bn Habib, el-Muhabber, 476.
[150] �bn Habib, el-Muhabber, 476.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

Kumeyt b. Zeyd el-Esedî:[151] Kûfeli olan Kumeyt, Emevî�ler döne-


minin en ünlü şairlerinden biriydi.
Kabîsa b. Züeyb el-Huzaî (ö. 86 veya 87/705 veya 706): Aslen Me-
dineli olup fakihtir. Daha sonra Şam’a yerleşti. Halife Abdülme-
lik’in Divânu’l-hatem ve Divânu’l-berid yöneticiliği yaptı.[152]
Abdülkerim b. Ümeyye b. Muharrik.[153]
Abdullah b. Hâris: Kendisinden Â� sım el-Ahvel, Ali b. Zeyd el-
Cud’an ile Katade’nin rivayette bulunduğu ünlü bir muhaddistir.[154]
Ebû Ümeyye Abdulkerim b. Ebi’l-Muharrik: Muhaddis olup Enes b.
Malik’ten rivayette bulunmuştur.[155]
Ebân b. Tağleb (ö. 141/758): Aslen Kûfeli olup kıraat üstatların-
dan biridir. Hamza ez-Zeyyât ile yaşıt olan Eban, kıraat ilmini Tal-
ha b. Musarrif’ten almıştı.[156]

Bu iki sınıfın dışında eğitim ve öğretim faaliyetlerinden geçimini sağ-


layan üçüncü bir sınıf daha bulunmaktadır ki bunlar da müstensihlerdir.
Hulefâ-yi Raşidî�n döneminin başından itibaren görülmeye başlayan bu sı-
nıf Hulefâ-yi Raşidî�n ve Emevî�lerin erken döneminde sadece Kur’ân-ı Ke-
rim’in istinsahı ile ilgilenmekteydiler.[157] Ancak telif hareketinin artması
ile beraber birçok alanda yazılmış olan eserler istinsah edilmeye başlan-
mış, böylece varraklar diye meşhur olan kitapçılar sınıfı doğmuştur.

B. Eğitim ve Öğretim Yapılan Diğer Mekânlar

1. İlim Adamlarının Evleri ve İş Yerleri

Emevî�ler dönemi eğitim kurumlarından bir başkasını da ilim adamla-


rının kendi ev ve iş yerleri oluşturmaktadır. Bu evlerden bazısı bir ilk okul
gibi hizmet verirken kimisi ise ilmi toplantıların yapıldığı, bilimsel konu-
ların tartışıldığı bir salon veya enstitü gibi hizmet vermekteydi. Söz konu-
su dönemde bazı evler ise tabir caiz ise bir tekke gibi görev yapmaktaydı.

Küttâp Görevi Gören Evler: Evlerin küttâp gibi kullanılmasını tartışan


Çelebî�, bu geleneğin erken dönemde başladığını, özellikle okuma yazma

[151] �bn Habib, el-Muhabber, 477.


[152] Bkz. Zehebî�, Siyer, IV, 282.
[153] �bn Habib, el-Muhabber, 477. 401
[154] �bn Habib, el-Muhabber, 475.
[155] Bkz. Zehebî�, Siyer, VI, 83.
[156] Bkz. Zehebî�, Siyer, VI, 308.
[157] Bkz. Suyutî�, el-İtkân, II, 442.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

dersleri veren öğretmenlerin bir odalarını sınıf haline getirdiklerini ve öğ-


rencilerine burada dersler verdiklerini söylemektedir.[158]

Keza aynı dönemde bazı ilim adamlarının evleri bir tür akademik top-
lantıların yapıldığı mekanlar halindeydi. Buna Kûfe kadılarından Abdullah
b. Şubrume ve arkadaşları tarafından kurulmuş olan tartışma platformu-
nu örnek olarak zikredebiliriz. Fadl, İ�bn Şubrume (ö. 144/761), el-Hâris b.
Yezî�d el-Ukaylî�, Muğire b. Ka’ka’a b. Yezî�d’den oluşmakta olan bu platfor-
mun akşamları İ�bn Şubrume’nin evinde toplandığını ve fıkhî� meseleleri
ele aldıklarını belirttikten sonra bu tartışmaların zaman zaman sabaha
kadar devam ettiğini de ilave etmektedir.[159] Tamamı fakihlerden oluşan
bu tartışma grubuna dinleyiciler ve diğer ihtisas sahipleri alınmazdı. İ�bn
Sa’d (ö. 230/844) bu fıkıh platformunun diğer üyelerinin adlarını zikret-
meden sadece İ�bn Şubrume ile Hâris b. Yezî�d el-Ukeylî�’nin akşamları bir
araya gelerek davaları tartıştıklarını söylemektedir.[160] Bu durum tartışma
platformunun örneklerini gerçek hayattan aldıklarını, varsayıma dayalı
konuları tartışmadıklarını göstermesi açısından da önem arzetmektedir.

Bu fıkhi platformlardan bir başkası ise İ�brahim en-Nehaî� (ö. 96/7l4)’nin


evinde kurulurdu. İ�çinde eş-Şa’bî�’nin de yer aldığı bazı katılımcılar geceleri
en-Nehaî�’nin evinde bir araya gelir ve çok farklı fıkhî� mevzuları tartışırlar-
dı.[161] Bu tartışma gruplarının İ�slâm Hukuk ekollerinin erken dönemlerde
teşekkül etmelerinde etkin rol oynamış oldukları bir gerçektir.

Emevî�ler döneminde Kûfe gibi Kurrâ sınıfının erken oluştuğu, züht


ve takvada aşırılığın erken yaşandığı bazı şehirlerde kimi ilim adamları
evlerini bir ibadethane haline getirdiler. Mescit dışındaki ibadethanelerin
erken örnekleri olan bu evlerin tekkelerin ilk nüveleri olduğunu söyle-
mek mümkündür. İ�bn Sa’d’ın bildirdiğine göre Kûfe kadılarından Abdur-
rahman b. Ebî� Leyla, evini kurrâya tahsis ederek buraya birçok mushaf
koydurmuştu. Kurrâ buraya gelir Kur’ân okurdu. Hatta kendilerine yemek
dahi verilirdi.[162] İ�bn Sa’d bunların Kur’ân’ın muhtevası ile ilgili bir konu-
yu tartıştıklarına dair bir bilgi aktarmamaktadır. Muhtemelen de böyle bir
tartışma hiç yaşanmazdı. Bunlar sadece Kur’ân okuyarak sevap kazanan
kitleyi teşkil etmekteydi.

Evlerini ilmi bir merkez gibi kullananların yanında aynı şekilde işyer-
lerini de bir bilim mekanı haline getiren ilim adamları da bulunmaktaydı.

402 [158] Bkz. Çelebî�, 35.


[159] Bkz. Ebû İ�shak eş-Şirâzî�, 83.
[160] Bkz. İ�bn Sa’d, VI, 83.
[161] Bkz. Vek�, III, 63.
[162] İ�bn Sa’d, III, 110.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

Ö� rneğin Amr b. Huveyris, Kûfe Mescidi’nin yanındaki işyerini bir taraftan


ipek ticareti yapılan bir çarşı diğer taraftan da dinî� ve edebî� sohbetlerin
yapıldığı bir merkez haline getirmişti. Amr b. Huveyris’in ilim adamlarına
tahsis ettiği bu evinde başta hadis olmak üzere farklı konularda sohbetler
yapılmaktaydı.[163] Süfyan es-Sevrî� (ö. 61/778) tarafından hocası ile alaka-
lı olarak aktarılan aşağıdaki hadise ilim adamlarının ev ve işyerlerini ilim
yuvası haline getirdiklerini ve burada dersler verdiklerini gösteren çarpı-
cı örneklerdendir. “ Amr b. Kays (ö. 149/763) beni eğitti, bana Kur’ân’ı ve
feraizi öğretti. Onu çarşıdaki dükkanında bulamazsam evinde namaz kılı-
yor veya Kur’ân okuyor olarak görürdüm. Eğer evinde bulamazsam Kûfe
mescitlerinin birinde, bir köşeye çekilmiş olarak bulurdum.”[164]

Dönemin ilim adamları devletten maaş almadıkları gibi büyük bir kıs-
mı öğrencilerinden de ücret almamaktaydılar. Dolayısıyla bunların geçim-
lerini sağlamak için ticaretle meşgul olmaları zaruriydi. Ancak ticaretle
uğraşırlarken de ilmi çalışmalarını sekteye uğratmamaya, ikisini bir ara-
da yürütmeye gayret ettikleri anlaşılmaktadır. Ebû Hanife bunun en güzel
örneklerinden biridir. Kaynaklarımızın bildirdiğine göre, Ebû Hanife’nin
Kûfe pazarında iki odalı bir dükkanı bulunmaktaydı. Dükkanının bir gö-
zünde talebelerine fıkıh dersleri verirken, diğer gözde ise ticaret yapmak-
taydı. Müşterisi geldiği zaman yan tarafa geçer satması gereken malı satar,
işi bitince de ders halkasına geri döner, kaldığı yerden devam ederdi.

2. Pazarlar

Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi Araplar şifahî� kültür gelene-


ğine sahiptiler. Bu şifahi kültür Hulefâ-yi Raşidî�n ve Emevî�ler döneminde
de varlığını sürdürdü. Bu dönemde şiir ve edebiyat ile ilgili İ�slâm önce-
si geleneğin hiç değişmeden sürmekte olduğunu müşahede etmekteyiz.
Bilindiği gibi İ�slâm öncesi dönemde Araplar şiir ve edebiyatta büyük bir
başarı elde etmişlerdi. Şairler özellikle Ukaz gibi yılda bir kurulmakta
olan panayırlarda en nadide şiirlerini halka sunmaktaydılar. Hatta burada
yarışmalar düzenlenir, yarışmayı kazanan şiirler Kâbe’nin duvarına asılır-
dı. Muallaka-ı Seb’a olarak şöhret kazanmış olan “yedi şaheser şiir” de bu
şekilde meydana gelmişti.

İ�slâmî� dönemde ise, Ukaz gibi İ�slâm öncesi panayırlar yerlerini yeni
kurulmuş olan İ�slâm kentlerindeki pazarlara bıraktılar.[165] Hulefâ-yi Ra-

[163] Bkz. Mücteba Uğur “Amr b. Huveyris”, DİA, III, 85. 403
[164] Bkz. İ�bnu’l-Cevzî�, es-Sıfât, III, 125.
[165] Şair Zi’r-Rumme örneği için bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVIII, 39. Yâkût, bu uygulamanın
daha çok yabancı şairler tarafından gerçekleştirildiği kanaatindedir ( Bkz. Udebâ, II,
341).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

şidî�n ve Emevî�ler döneminde bu pazarlar, bir ticaret merkezi olmalarının


yanı sıra birer kültür merkezi haline geldiler.

Nitekim Kûfe’deki Kunâse ve Basra kentindeki Mirbed pazarı bunun


en güzel örneğidir.[166] İ�lmî� tartışmaların yoğun bir şekilde yapıldığı, şair-
lerin en güzide şiirlerini halka sundukları, müzisyenlerin en güzel çalış-
malarını tanıttıkları bir yer olan söz konusu pazarlara sadece adı anılan
şehir sakinleri değil, farklı bölgelerden, özellikle de çölden gelen şairlerin
de katıldığı, şiir şölenleri yapılırdı. Şairler bu pazarlarda yüksek bir yere
çıkarak halka şiirlerini okurlar[167] ve günümüz âşık atışmalarına benzer
bir şekilde atışma toplantıları düzenlerlerdi. Halk bu toplantılara katılan
şairleri tezahürat yaparak desteklerdi.[168] Yâkût, bu geleneğin daha çok
Bedevî� Araplar tarafından sürdürüldüğünü söylemektedir.[169]

3. İlim Meclisleri

Şiir ve Eyyâmu’l-Arab edebiyatına ilgi duyanlar pazarların yanı sıra


muhtelif yerlerde de toplanıp, şiir yarışmaları düzenler, ayrıca şiir eleşti-
risi de yaparlardı. Ö� rneğin Kûfe’de Fırat Nehri’nin yakınlarında toplantılar
yapılır, bu toplantılarda şiirler okunur, Eyyâmu’l-Arab zikredilirdi.[170] Bu
tür toplantılar halkın tarihine sahip çıkıp geçmişini hatırlamasına neden
olduğu gibi, geçmişte düşman olan ancak şimdi aynı mahalleyi paylaşan
birçok kabilenin eski duygularının depreşmesine de neden olurdu. Eyyâ-
mu’l-Arab gibi daha çok kabileler arasındaki çatışmalara vurgu yapan şiir
ve edebiyat geleneğinin halkın genelinden uzak belki de sadece bir kabile
mensuplarının veya aynı blok içerisinde yer alan müttefik kabile sakinle-
rinin bir araya gelerek icra ettikleri toplantılar olarak değerlendirmek de
mümkündür. Bu tür toplantıların her mahallenin merkezinde yer alan ve
kabilelerin toplantı yerleri olarak kullandıkları meydan, cibane veya saki-
felerde de yapılmış olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekir.

4. Çöl

Arap geleneğinde çöl bedensel açıdan sıhhati ve dil açısından fesaha-


ti temsil etmektedir. Araplar İ�slâm’dan önce de evlatlarının daha sağlıklı
büyümeleri ve fasih Arapçayı öğrenmeleri için çöle gönderirlerdi. Çöl aynı
zamanda şifahî� kültüre sahip olan Arabın tüm kültürünü barındırıyor ve

404 [166] Makdisî�, 112.


[167] Bkz. �bn Abdirabbih, IV, 483.
[168] Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, XVIII,39; Yâkût, Udebâ. II, 341.
[169] Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, VIII, 26-29.
[170] Bkz. Yâkût, Udebâ, II, 341
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

onu temsil ediyordu. Eyyâmu’l-Arab edebiyatı ile ilgili en gözde yapıtlar


çölde doğuyor, sair yerlere buradan yayılıyordu. Yine en büyük hatipler ve
şairler de çölün bağrından çıkıyordu.

Araplar için hitabet, şiir ve gramer çok önemli idi. Câhız (ö.
255/869)’ın aktardığı şu hadise bunu en iyi şekilde ortaya koymaktadır.
Çölde yaşayan bedevî�nin biri malını satmak için pazara iner ve pazarda
halkın mallarını satarken yaptıkları gramer hatalarını görür, hayret eder
ve şöyle der: “Hayret bir şey! bu kadar dil hatası yaptıkları halde hâlâ ka-
zanabiliyorlar?”[171] Bedevî�ye göre iyi konuşma, dili doğru kullanma hem
bir maişet kapısı hem de her şeyin esasıdır. Dilin bozulması dirlik ve dü-
zenin, kısacası dünyanın bozulması demektir.

Bedevî� Arapların şiir ve edebiyat dili Kureyş lehçesidir. Yerleşik Arap-


lar birbirlerinden oldukça farklı, kimi zaman anlaşılmayan, hatta zaman
zaman mütercime dahi ihtiyaç gerektirecek düzeyde farklı Arapça lehçe-
leri konuşuyorlardı. Ancak dönemin edebiyat lehçesi tekti. Şiir söyleyen
şairlerin tamamı Kureyş lehçesini kullanmaktaydı. İ�slâm öncesi döneme
baktığınızda bunu net olarak görebilmekteyiz. Nitekim gerek Kuzey Arap-
larına ve gerek Güney Araplarına mensup şairler aynı dili kullanarak şiir
söylemekteydiler. Bu şiirler de bütün Araplarca saygı duyulan Kâbe’ye
asılmakta idi. Muallaka-ı Seb’a denilen bu yedi ölümsüz yapıtın şairlerinin
hiç biri Kureyş kabilesine mensup değildir, hatta Hicazlı bile değillerdi. Bu
durum da bütün Arapların kabul ettikleri ortak bir şiir ve edebiyat dilinin
geliştiğini göstermesi açısından önem arzetmektedir. İ�şte Kur’ân-ı Kerim
de şiir dili dediğimiz bu lehçe üzerine inmiştir. Bu lehçe en iyi çölde konu-
şulmaktaydı. Çünkü çöl dış etkilere tamamen kapalıydı. Dışarıdan hiçbir
kelime almamıştı. Bunun yanında çöl insanı, doğal, değişken coğrafyaya,
dolayısıyla oldukça zengin bir kelime hazinesine sahip idi. Bunu bilen
Araplar fasih Arapçayı konuşmak için çocuklarını mutlaka çöle gönderir-
lerdi. Bunu hali vakti yerinde olan, evladını düşünen her Arap yapardı.
Çöle gitmeyen veya gönderilmeyen çocukların Arapçayı yanlış kullandık-
larına inanılırdı. Nitekim Emevî� halifesi Abdülmelik b. Mervan, çok sevdiği
oğlu Velid’i çöle göndermemişti. Bu nedenle Velid fasih Arapçayı konuşa-
mıyor çoğu zaman gramer hatası yapıyordu. Abdülmelik oğlunun yaptığı
bu hatalara çok üzülüyor ve çok sevdiği için yanından ayıramadığı oğluna
zarar verdiğini söylüyordu.[172]

Gerek Hulefâ-yi Raşidî�n ve Emevî�ler döneminde gerekse Abbasî�-


405
lerin erken döneminde Arapçayı iyi kullanmak isteyen şairler, dilciler,

[171] Bkz. İ�sfahânî�, el-Eğânî, XV, 214.


[172] Bkz. Câhız, 91.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

hatta fakih ve müfessirler, en iyi dil okulu olduğuna inanılan, çöl mekte-
binden geçmişlerdir. Bunun birçok örneği bulunmaktadır. Me’mun (198-
218/813-833) döneminin ünlü şairlerinden Merv asıllı en-Nadr b. Şumeyl
b. Haraşete b. Yezî�d, Basra’da ilköğrenimi tamamladıktan sonra uzun yıllar
çölde yaşamış ve burada başta Ebû Hayr el-Arabî� ve Ebû’d-Dukeyş olmak
üzere birçok çöl şairinden şiir ve fesahat dersleri almıştır.[173] Yine ünlü dil
bilgini Amr b. Kerkere çölde yaşıyor burada öğrendiklerini hazarda yazıya
geçiriyordu. Yâkût, adı geçen şahsın Arap dili ile ilgili birçok inceliği bura-
da ezberlediğini söylemektedir.[174] Yine Halil b. Ahmed’e (ö. 175/791) bil-
diklerini nereden öğrendiği sorulduğunda hiç tereddüt etmeden çölden
öğrendiğini söylemektedir. Keza ünlü Arap dilbilgini Kisaî� de çölde uzun
süre kalmış ve burada öğrendiklerini en iyi kullanmış dilcilerden biri ola-
rak tanınmaktadır.[175]

Kuşkusuz çöl mektebinden geçen en ünlü bilgin İ�mam Şafiî�’dir. İ�mam


Şafiî� kendi kişisel menkıbesini şöyle anlatmaktadır: “Ben küttâpta iken
öğretmenler Kur’ân’dan ayetler yazıyorlardı. Ö� ğretmenin yazısı bitince
ben o ayeti ezberlemiş oluyordum. Ö� ğretmen bir gün bana, benden aldığı
ücretin kendisine helal olmadığını söyledi. Küttâbı bitirdiğimde düz ça-
mur tabletler, deri parçaları, hurma ağacı parçaları, develerin kürek ke-
miklerinin üzerine hadis yazıyordum. Sonra divana gittim kâğıt aldım.
Ona yazmaya başladım. Sonra Arapların en fasihi olan çöldeki Huzeyl ka-
bilesine gittim. Onlardan fasih Arapçayı ve huylarını öğrendim. Onların
arasında 17 yıl kaldım. Onlar göçtüklerinde göçüyor, konakladıklarında
ben de konaklıyordum. Mekke’ye döndüğümde şiir söylüyor, edebiyattan
bahsediyor, tarih ve Eyyâmu’l-Arabı biliyordum.”[176] İ�mam Şafiî�’nin de
açık bir şekilde belirttiği gibi çöl fasih Arapçanın öğrenildiği bir okul oldu-
ğu kadar şiir ve edebiyatın, hatta tarih ve Eyyâmu’l-Arabın da öğretildiği
bir mekândı.

Çocuklarını çöle gönderecek kadar ekonomik imkânlardan yoksun


olanlar ise evlatlarını, badiyede yetişmiş olan hocalara teslim ederek bu
açığı kapatma yoluna gitmekteydiler. Nitekim İ�slâm’ın erken döneminde
bedevî� kökenli birçok öğretmen İ�slâm âleminin muhtelif şehirlerindeki
küttâplarda muallimlik yapmaktaydı. Bunların başında şu kimseler gel-
mektedir:
1. Ebû’l-Beyda er-Riyâhî�, asıl adı Es’ad b. Aseme olup Ebû Malik Amr
b. Kerkere’nin annesi ile evliydi. Basra’ya yerleşti. Çocuklara dersler
406
[173] Bkz. Çelebî�, 94.
[174] Bkz. Yâkût, Udebâ, V, 563.
[175] Yâkût, Udebâ, IV, 509.
[176] Bkz. Çelebi, 95.
Emevîlerde Eğitim-Öğretim ■

vermekte olup aynı zamanda şair idi. İ�bnu’n-Nedim onun şiirlerin-


den bir beyit aktarmaktadır.[177]
2. el-Emevî�’nin kendisinden rivayette bulunduğu Ebû Sevâbe el-Esedî�.[178]
3. Ca’fer b. Süleyman’ın mevlalarından olan Abdullah b. Huleyd. Aslen
bedevî� olan Abdullah, Tahiriler döneminde Horasan’da Abdullah b.
Tahir’in çocuklarının hocalığını yapmaktaydı.
4. Aslen bedevî� olan bir başka şahıs ise İ�bn Ebî� Subh’dur. İ�bn Ebî� Subh
daha sonra Bağdat’a yerleşmiş, birçok şahıs burada kendisinden
Arapça dersleri almıştır.

Badiyeli hocalar tercih edilmesine rağmen bedevî� olmak imrenilen


veya özenilen bir durum değildi. Aksine, badiyeli olmak hem Kur’ân, hem
hadisler tarafından zemmedilmişti. Hz. Peygamber döneminden itibaren
de yerleşik hayata geçmeleri için badiyeli Araplara sürekli teşviklerde
bulunulmaktaydı. Zira İ�slâm dini ancak yerleşik bir düzende yaşanabi-
liyordu. Cuma namazı, bayram namazı, cenaze namazı vb. birçok ibadet
yerleşik hayatı gerektiriyordu. Bunun yanında bedevî�lerin İ�slâm dinini
öğrenebilmeleri de mukim olmalarını gerektiriyordu. Peygamber tarafın-
dan bedevî�lerin yerleşik hayata geçmeleri konusunda başlatılan çabalar
kendisinden sonra Hz. Ö� mer tarafından da sürdürüldü. Hz. Ö� mer kur-
durduğu yeni kentlere büyük ölçüde bedevî�leri yerleştirdi. Bilindiği gibi
Hz. Ö� mer İ�slâm ümmetinin tamamını asker kabul etmiş ve bunlara maaş
bağlanmıştı. Ancak bedevî�ler istisnaydı. Hz. Ö� mer yerleşik olmayan be-
devî�lere maaş vermemekteydi. Onun bu uygulaması bedevî�lerden önemli
bir kısmının yeni kurulan kentlere yerleşmesinde etkili oldu. Böylece be-
devî� Araplar kısa sürede İ�slâm ümmetinin bir parçası haline geldiler ve
İ�slâm’ın erken dönemindeki dini ve kültürel değişimde hem olumlu hem
de olumsuz yönde etkili oldular.

Emevî�ler döneminde ise bu ölçüde bir teşvik yaşanmamakla beraber,


hâlâ badiyelerde yaşayan bedevî�lerin eğitilmeleri için gayret gösterilmiş-
tir. Nitekim Emevî� halifesi Ö� mer b. Abdülaziz (99-101/717-720) onların
İ�slâm ümmetine dahil olmaları için en ciddi uğraş veren halifelerin ba-
şında gelmektedir. Ö� mer b. Abdülaziz bedevî�lere öğretmen atayan ilk ha-
lifedir. Bedevî�lere okuma-yazma, İ�slâm’ın temel öğretilerini aktarmakla
görevli olan bu insanların maaşları devlet hazinesi tarafından karşılan-
mıştır.[179] 407
[177] Yâkût, Udebâ, V, 191-192.
[178] Bkz. İ�bnu’n-Nedim, 66; Yâkût, Udebâ, II, 173.
[179] İ�bnu’n-Nedî�m, 68.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra birçok


alanda olduğu gibi eğitim ve öğretim alanında da büyük bir hamle başla-
tılmıştır. Hulefâ-yi Raşidî�n döneminde özellikle de Hz. Ö� mer döneminde
Müslümanların eğitilmesi için başta mescitler ve küttâplar olmak üzere
birçok kurumdan istifade edilmiştir.

Emevî�ler döneminde eğitim ve öğretim faaliyetleri sivil vatandaşlara


bırakılmıştır. Vatandaşlar İ�slâm kentlerinin hemen hemen her mahalle-
sinde ilk öğretim kurumları olan küttâpları kurarak burada çocuklarını
eğitmişlerdir. Yine İ�slâm kentlerinin merkezinde bulunan en büyük mes-
citler de birer üniversite gibi hizmet vermiştir. Bu dönemde İ�slâm devle-
tinin sınırları içerisinde yaşamakta olan gayrimüslimler ise kendi çocuk-
larını eğitebildikleri gibi din adamlarını da kendileri yetiştirebilmekteydi.
Bu durum Müslümanların kendi gayrimüslim vatandaşlarına tanıdıkları
özgürlüğü göstermesi açısından da önem arzetmektedir. Keza Emevî�ler
ilim adamlarının evleri ve işyerlerinden de bir eğitim kurumu olarak ya-
rarlanmışlardır. Yine bu dönemde İ�slâm âleminin muhtelif yerlerinde fel-
sefe ve tıp eğitimi ile müzik eğitimi veren farklı okullar da bulunmaktaydı.

408
Prof. Dr. İrfan AYCAN
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

VI. EMEV�LERDE �LM� HAYAT

A. Emevîler Dönemi Kültür Hayatında


Dinî İlimlerin Tarihsel Gelişimi

Tarih boyunca Emevî�ler dönemi incelenirken hep siyasi olay-


lar ve siyasi tarih ön planda tutulmuştur. Elbette bunun bazı
haklı gerekçeleri olabilir. Çünkü asırlar boyu insanların siyasi
ve dinî� yaşamlarını ve düşüncelerini etkileyecek siyasi hadise-
ler bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu sebeple o dönemin siyasi
olayları kültür ve sanat faaliyetlerinin geri planda kalmasına,
fark edilememesine sebep olmuştur. Oysa kültür ve sanat faa-
liyetleri en çalkantılı dönemlerde dahi varlığını sürdürebilmiş,
ancak toplumun geçirdiği sancılı süreçlerden de olumsuz yönde
etkilenmiştir.

Dolayısıyla Emevî�ler dönemi, Abbasî�ler döneminde ortaya


çıkan hızlı ilmî� gelişmeler açısından bir hazırlık dönemini oluş-
turur. Müslümanlar, Bizans ve İ�ran kültür çevreleriyle bir coğ-
rafyada karşılaştıktan ve birlikte yaşamaya başladıktan sonra
gerek İ�slâmi ilimlerde gerekse müspet ilimler alanında pek çok
gelişme kaydetmişlerdir. Kültürlerin birbirleriyle karşılıklı etki-
leşimi sayesinde Müslümanlar gayrimüslimlerden pek çok şey
öğrenmişlerdir. Eğer Emevî�ler dönemindeki bu bilgi birikimi ol-
masaydı ya da bazı bilimlerin temeli atılmamış olsaydı Abbasî�ler
döneminde ilmî� alandaki hızlı ivme mümkün olmazdı.

Ancak Emevî�ler döneminde Müslümanlar daha çok dinî�


ilimlerle meşgul oluyorlardı. Bunun sebebi de Hz. Peygamber 409
(sas)’in ve onun güzide arkadaşlarının vefatları neticesinde or-
taya çıkan sorunları çözmek amacıyla yapılan çalışmalar; daha
çok Kur’ân ve onun yorumu, Hz. Peygamber’in hadisleri ve
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

günlük hayatta ortaya çıkan bazı problemleri çözme hususunda fıkhın ya


da İ�slâm hukukunun birer ilim dalı olarak ortaya çıkmasına neden olmuş-
tur. Bilahare İ�slâm’ı tebliğ eden Hz. Peygamber’in hayatı ve savaşlarıyla
ilgili bilgilere de ihtiyaç duyulmuş, siyer ve meğazî� ilmi ortaya çıkmıştır.

Emevî�ler döneminde büyük camiler, dinî� ilimlerin öğretildiği mer-


kezler halinde olup, çeşitli ders halkalarını oluşturan öğrencilerle dolup
taşardı. İ�lim adamlarının evleri, kitapçılar ve saraylar da önemli birer ilim
merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde dinî� ilimlerin yanında tıp ve kim-
ya gibi başka milletlerden alınan ve “UIûmül-Evail” denilen ilimlerinde
tercüme faaliyetleri yapılmıştır. Hâlid b. Yezî�d b. Muâviye gibi bazı kişiler
tercüme faaliyetlerini başlatmışlar ve kendileri bizzat bu ilimlerle meşgul
olmuşlardır.[1]

O dönemde Irak bölgesinin ikiz kardeş şehirleri Basra ve Kûfe, İ�slâm


coğrafyasının en canlı ve hareketli ilmî� ve fikrî� hareket merkezleri hali-
ne gelmiştir.[2] Kısacası Emevî�ler döneminde tefsir, hadis, fıkıh, tarih, arap
dili, edebiyat, kelâm gibi dinî� ve edebî� ilimlerin yanında bazı müspet bi-
limlerin de temeli atılmıştır. Gerçekten Emevî�ler döneminde bu bilimlerin
temeli atılmamış olsaydı ve bu malzeme birikimi bulunmasaydı, Abbasî�ler
döneminde son derece parlak ve hızlı gelişmelerle yoğun tasnif faaliyeti-
nin gerçekleşmesi mümkün olmayabilirdi.[3]

Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetini anlama ve ortaya çıkan


birtakım sorunları çözme yolunda sarf edilen çabalar sonucu Müslüman-
lar arasında tefsir, hadis ve fıkıh ilmî� ortaya çıktı. Bu ilimlere dair ilk ça-
lışmaların yapılması bakımından Emevî�ler devrinin özel bir önemi vardır.
Çünkü bu dönemde sahâbe, tabiun ve tebeû’t-tabiî�n arasında bir kopuk-
luk meydana gelmemiş, hayatta olmaları sebebiyle söz konusu ilimlerle
ilgili rivayetler onlar sayesinde Resulullah’a kadar dayandırılmıştır. Bu
dönemde şifahî� rivayet ve anlatım ile İ�slâm esaslarına dair kaynak bilgi-
sinin insanlara intikali, talebelere öğretilmesi ve son dönemde de yazı ile
tespit ve tedvin çalışmalarına girişilmesi söz konusudur. Dolayısıyla her
ne kadar o devirden günümüze kadar gelen eserler çok değilse de daha
sonraki dönemde ortaya çıkacak eserlere kaynaklık etmiş olmaları önem-
lidir. Bu dönem ilim adamlarının özellikleri mevâlî�den olmalarıdır. Sebebi
de Arapların o günkü toplum içerisinde egemen güç olarak yönetim ve
askerî� kurumlarda odaklaşmalarıdır. Elbette bu Arapların hiç ilimle meş-
gul olmadıkları anlamına gelmemektedir. Fakat oran olarak mevâlî�den
410
[1] İ�smail Yiğit, “Emevî�ler”, DİA, XI, s. 104.
[2] Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, (çev. Salih Tuğ) İ�stanbul, 1980, III, 381;
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İ�stanbul 1989., II, 573.
[3] Aycan -Sarıçam İ�, Emevîler, Ankara 1993, s. 125.
Emevilerde İlmî Hayat ■

çok azdırlar. Bunu ifade etmek için Cahşiyarî� “Araplar silahı kaleme tercih
ettiler.” demektedir.

Mevâlî�nin Arap Müslümanlar yanında daha düşük derecede kabul


görmeleri, devlet yönetiminden uzak tutulmaları, onların kendilerini ilme
vermeye, Emevî�ler döneminde muhalif hareketlerin beyin gücünü oluş-
turmalarına, siyasi ve dinî� içerikli hareketlerde derhal yer almalarına ve
Emevî�leri ortadan kaldıracak oluşumun beynini oluşturmalarına sebep
olmuştur.

Emevî�ler döneminde Muâviye, Abdülmelik, Velid ve Ö� mer b. Abdüla-


ziz gibi birkaç devlet başkanı istisna edilirse dinî� ilimlerdeki çalışmalar
ferdî� gayretler olarak ortaya çıkmıştır.

1. Kur’ân ve Tefsiri

Bilindiği üzere Hz. Ö� mer, Hz. Ebû Bekir döneminde (632-634) ortaya
çıkan Ridde Savaşları’nda pek çok Kur’ân hafızının şehid edilmesi netice-
sinde harekete geçmiş ve Kur’ân’ın cem edilmesi hususunda devlet başka-
nı Hz. Ebû Bekir’i ikna etmişti. Kur’ân’ın cem edilmesi problemin bitme-
si için yetmedi. Zira Hz. Ö� mer ve Hz. Osman döneminde yapılan fetihler
sonucu İ�slâm coğrafyası olabildiğine genişlemesi, farklı etnik unsurların
devlet çatısı altında yerini alması, Arap olanlarla Arap olmayanların bir
arada yaşamalarını zorunlu kılmış, dolayısıyla Arapça’da bozulmalar baş
göstermişti. Çeşitli coğrafyalarda farklı kıraatleri önlemek ve farklı oku-
nuşlara sebebiyet vermemek amacıyla Hz. Osman döneminde bir komis-
yon kurularak Hz. Hafsa’da bulunan Kur’ân nüshası çoğaltılmış ve İ�slâm
coğrafyasının her tarafına dağıtılmıştır.

Doğulu ve Batılı bütün bilim adamlarının çoğu ilk Arap yazısının nok-
ta ve harekeden mahrum olduğunu söylemişler, Kur’ân’daki kıraat ihtilaf-
larının en mühim sebeplerinden biri olarak, bu yazının nokta ve hareke-
den mahrum olmasını göstermişlerdir.[4] Ancak yukarıda da arz edildiği
gibi önde gelen Müslümanlar ve devlet yöneticileri bu durumun rahatsız-
lığını duymuşlar ve tedbir alma yolunda çeşitli adımlar atmışlardır.

Kur’ân’la ilgili atılan adımlardan biri de onun harekelenmesi mesele-


sidir. Bu önemli konu Emevî�lerin kurucusu Muâviye b. Ebî� Süfyân döne-
minde gündeme alınmış ve çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu tarihten önce
Arapça’nın harekeli olduğuna dair bazı bilgiler varsa da bunlar izaha ve 411
isbata muhtaçtır.

[4] İ�smail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara 1983, s. 89.


İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın Basra valisi


Ziyâd (ö. 53/673), Ebû’l-Esved’den (69/688)
Arapça’nın bozulmaması için birtakım yön-
temler geliştirmesini istemiş, fakat muhteme-
len Ebû’l-Esved’in Emevî�lere muhalif olması
bu işe mani olmuştur. Fakat dönemin olayları
içinde Arapça’nın bozulduğu ve Kur’ân’a da
zarar geleceği endişesi Ziyâd’ı yeniden hare-
kete geçirdi. Ebû’l-Esved’i ikna edecek çeşitli
senaryolar ortaya koydu ve sonunda onunla
anlaştı. Ebû’l-Esved’de Ziyâd’dan istediği bir
kâtiple Kur’ân’ın noktalama işlemi bitinceye
Resim 14: kadar çalışmalarına devam etti.[5]
Miladi 720-50
dönemlerine ait Yine İ� bn Hallikan’ın Vefeyât’ında bildirilen bir diğer habere göre ise
erken dönem
Kufi hattı Kur’an bu probleme çare arayanın Emevî�lerin Irak valisi Haccâc b. Yusuf oldu-
parşömeni. ğudur (95/713). Geçmişte öğretmenlik yapmış olan Haccâc, bu işi Nasr
[https://bit. b. Â� sım’a (89/708) vermiş, o da bu işi gerçekleştirmiştir.[6] Kur’ân-ı Ke-
ly/2NFEOwH]
rim’e nokta ve hareke konulması, başlangıçta pek çok münakaşaya se-
bep olmuş, seleften pek çok kimse, Kur’ân’ı her şeyden tecrit ediniz ya
da kendisinden olmayan bir şeyle onu karıştırmayınız diyerek karşı çık-
mışlardır. Bu kimseler arasında Abdullah b. Ö� mer, Abdullah b. Mes’ud,
İ� brahim en-Nehaî� ve Malik de vardır. Sonuç alarak Kur’ân’ın noktalan-
ması ve harekelenmesi, çeşitli şahıslar elinde muhtelif zamanlarda inki-
şaf etmiştir. Bu hareketin öncüsü de hiç şüphesiz ki Ebû’l-Esved ed-Dü-
el�dir.[7]

Kur’ân-ı Kerim’in tefsirine gelince Hz. Peygamber (sas) hayatta iken


bu konuda herhangi bir problem yoktu. Sahâbe anlamakta güçlük çektik-
leri konuları Peygamberimize soruyorlar, O da cevaplandırıyordu. Onun
vefatından sonra bu boşluğu sahâbe doldurmaya çalıştı. Çünkü onların
Kur’ân’ı bizzat Hz. Peygamber’den öğrenmeleri, ayetlerin nazil oluş se-
beplerine vakıf olmaları gibi pek çok öncelikleri vardı. Bütün bu öncelik-
lere rağmen Kur’ân’ı anlamada onlar arasında dahi farklılıklar mevcuttu.
Onlar başlangıçta ayetlerin yorumunu Hz. Peygamber’den (sas) işittikleri
gibi veya sebeb-i nüzullerini anlatmak suretiyle ya da kendi görüşlerine
göre yapıyorlardı.[8]

412 [5] İ�bn Nedim, Fihrist, Kahire 1945, s. 60; İ�bn Hallikan, Vefeyatü’l-Ayan, Kahire 1948-
1949. II, 216-217; Cerrahoğlu, s. 91.
[6] �bn Hallikan, I, 344.
[7] Cerrahoğlu. s. 92.
[8] Cerrahoğlu, s. 234-235.
Emevilerde İlmî Hayat ■

Emevî�ler dönemi sahâbenin yavaş yavaş bu dünyadan çekildikleri


bir dönemdir. Sahâbeden pek çok kimse daha dört halife döneminde-
ki fetihler esnasında İ� slâm coğrafyasının değişik yerlerine göç etmişler,
yerleştikleri bölgelerde insanlara İ� slâm’ı anlatmaya çalışmışlardır. Bu
sahâbeden ders alanların çoğunluğu mevâlî� dediğimiz Arap olmayan
unsurlar arasından çıkmıştır. Çünkü Arapların devlet idaresindeki ege-
menliklerini başkalarıyla paylaşmayı istememeleri siyaset ve askeriye-
nin dışındaki geniş bir alanı gayr-ı Arap unsurlara bırakıyordu. Bunun
için ilk dönemin müfessirleri sayılabilecek Ali b. Ebî� Talib (40/660), Ab-
dullah b. Mes’ud (32/652), Ubey b. Ka’b (19/640), Ebû Mûsâ el-Eş’arî�
(44/644), Zeyd b. Sabit (45/665), Abdullah b. Abbas (68/687), Abdul-
lah b. Zübeyr (73/692) gibi kimselerin dışındaki müfessirlerin tamamı
mevâlî�dendir. Bunlardan Tefsir ilminde şöhret bulmuş en önemli kim-
seler İ� krime (105/723), İ� bn Abbas’ın; Ata b. Ebî� Rebah (114/732) Benu
Fibr’in; Muhammed b. Müslim (126/743), Hakim b. Hizam’ın; Said b.
Cübeyr (95/714) Benu Vâlibe’nin; Hasan el-Basri (110/728) Zeyd b. Sa-
bit’in mevlası idi.[9]

Başlangıçta tefsir ilmi, hadis ilminden bir kısım veya onun dalların-
dan biri olarak kabul ediliyordu. Ancak sahâbe ve tabiun devrinde Tefsir
ilmindeki bu hızlı gelişmeler onun bağımsız bir ilim dalı olmasını sağla-
mıştır. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi gayr-ı Arap unsurların Tefsir ilmine
olan alakaları, geçmiş dönemdeki din ve kültür anlayışlarının da etkisiyle,
Kur’ân’ı Araplardan farklı anlamalarına sebep olmuştur. Bu anlayış farklı-
lıkları da tefsirde çeşitli ekollerin doğmasına yol açmıştır. Bu ekolleri Mek-
ke, Medine ve Irak ekolü olarak adlandırabiliriz.

Mekke’de Said b. Cübeyr (95/714), Mücahid (103/721), İ� krime


(105/723), Ata b. Ebî� Rebah (114/732), Tavus b. Keysan (106/724),
İ� bn Abbas’tan tefsir ilmi tahsil etmişlerdir. Medine’de ise Ebû’l-Aliye
(90/708), Muhammed b. Ka’b (118/736), Zeyd b. Eslem (136/753) doğ-
rudan veya dolaylı olarak Ubey b. Ka’b’dan dersler alırken; Irak’ta da
Mesruk b. el-Ecdâ (63/683), Esved b. Yezî�d (75/694), Mürre b. el-Heme-
dani (90/708), Â� mir b. eş-Şa’bî� (103/721), Hasan el-Basrî� (110/728),
Katade (117/735) ve İ� brahim en-Nehaî� (95/714) İ� bn Mes’ud’dan ilim
tahsil etmişlerdir.[10]

Bu üç şehirde oluşan ekoller arasında bazı farklılıklar mevcuttur.


Aralarındaki en bariz farklılık Mekke ve Medine ekolleri fazla rey ve kı-
413
yasa yer vermezlerken, Irak ekolü rey ve kıyasa çok önem vermişlerdir.

[9] Cerrahoğlu, s. 243.


[10] Cerrahoğlu, s. 243; Atî� Turgut, Tefsir Usulü ve Kaynakları, İ�stanbul 1991, s. 229-230.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ayrıca mevâlî�nin mensubu oldukları eski din ve kültürlerinden bazı un-


surları da tefsir ilmine aktarmaları, Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte mev-
cut bulunan bazı kıssa ve bilgilerin Kur’ân’da da bulunması ve eski bil-
gileriyle yorumlamaya çalışmaları tefsirde israiliyyat dediğimiz hususu
ortaya çıkarmıştır.

Ö� zellikle Emevî�ler ve ondan sonraki dönemlerde İ�srailiyyatla meş-


guliyet artmış, diğer kutsal kitap ve onların yorumları hiçbir eleştiri ve
seçmeye tabi tutulmadan iktibas edilmeye başlanmıştır. Böylece aklın ta-
savvur edemeyeceği şeyler Kur’ân tefsirlerine girmeye başladı. Tefsirin
tedvin devrinde bu tür haberleri iktibas etmek tefsirciler için bir sanat
haline geldi. İ�srailiyatın kaynağı durumunda olanların üçü Yahudi kö-
kenli Müslüman -bunlar Abdullah b. Selam (43/663-664), Ka’bu’l-Ahbâr
(32/652-653), Vehb b. Münebbih (110/728), biri de Hıristiyan kökenli
Müslüman Abdülmelik b. Cüreyc’dir (150/767).[11]

Emevî�ler döneminde ilk tefsir yazan kimsenin Said b. Cübeyr olduğu


ve onun bu çalışmasını Abdülmelik b. Mervan’ın isteği üzerine yaptığı be-
lirtilir.[12] Gerçekten de Abdülmelik Kur’ân’ı çok okuyan bir kimse idi. Ab-
dülmelik’in ölüm yatağında çocuklarına yaptığı vasiyetin bitiminde oku-
duğu Kur’ân ayetleri tarih kitaplarında zikredilir.[13] Yine Abdülmelik’in
oğlu I. Velid de (96/715) babası gibi tefsir ilmine ve müfessirlere destekçi
olmuştur. Babasının döneminden gelen birçok müfessir onun döneminde
de çalışmalarına devam etmişlerdir.[14] İ�bnü’l-Esî�r’in el-Kamil’inde I. Ve-
lid’in günlük hayatında çok Kur’ân okuduğu, Ramazan ayında ise pek çok
hatim yaptığı yazılıdır.[15]

2. Hadis Çalışmaları

Emevî�ler döneminde ilim denilince hadis rivayeti ve hadislerin ihti-


va ettiği konulara dair bilgiler anlaşılmaktaydı. Bu hakikat H. 1. yüzyılın
ikinci yarasına kadar devam etmiş, bu tarihten sonra dinî� bilgiler giderek
branşlara ayrılmaya başlamıştır. Dinî� ilimlerin bağımsız birer ilim dalı ha-
line gelmesi Abbasî�lerin ilk döneminde olmuştur. Hadislerin tasnifi, yani
konulara veya ravilere göre düzenlenmesi Emevî�lerin son döneminde
başlayıp Abbasî�ler zamanında tamamlanmıştır.[16]

[11] Cerrahoğlu, s. 224-226; Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrailiyat, Ankara 1979, s. 59-
60, 62, 67.
414 [12] Cerrahoğlu, s. 264-265.
[13] Mes’udî�, Murûc (Mısır 1952), III, 99-100.
[14] Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, İ�stanbul 1991, III, 150.
[15] İ�bnû’l-Esî�r, el-Kamil (trc. Beşir Eryarsoy, İ�stanbul 1987), V, 17.
[16] İ�smail Yiğit, “Emevî�ler İ�lim ve Kültür”, DİA , XI, 97-98.
Emevilerde İlmî Hayat ■

Emevî� devlet başkanlarından Abdülmelik gençliğinde ve Medine’de


ikâmet ederken Hz. Aî�şe’den Medine mescidinde dersler almıştır.[17] Ab-
dülmelik b. Mervan daha küçük yaşlardan itibaren Kur’ân, hadis, fıkıh
okumuş, halifeliğinden önce Emevî� sarayında Şa’bî� ve Zührî� gibi âlimler-
den meğazî� ve hadis dersi almış, daha sonraları himayesine aldığı Urve b.
Zübeyr’in de bilgisinden faydalanmıştır. Hz. Osman, Ü� mmü Seleme, Ebû
Hüreyre gibi birçok sahabî�den hadis öğrenmiş, Urve b. Zübeyr, Reca b.
Hayve, Zührî� gibi muhaddislerde ondan hadis rivayet etmişlerdir. Doğu
eyaletlerinde bilinmeyen ve meşhur olmayan hadislerin ortaya çıkışıy-
la ilgilenmiştir. Abdülmelik, içtihatta bulunacak kadar fâkih bir insandı.[18]
Ders aldığı hocalarından Şa’bî�’yi önemli bir görev için İ�stanbul’daki Bi-
zans İ�mparatoruna göndermiş[19] bu şekilde hocalarını gerektiğinde dev-
let işlerinde görevlendirmiştir. Ö� te yandan yine Emevî� devlet başkanı olan
Ö� mer b. Abdülaziz’i, Mısır valisi olan babası Abdülaziz b. Mervan, ilim tah-
sili için Medine’ye göndermiş ve Medine’de hadis, tefsir, hukuk, edebiyat
ve şiir konularında dersler almıştır.[20]

Emevî�ler döneminde hadisin tedvini için ilk talimatı veren kimse de


yine Ö� mer b. Abdülaziz’dir.[21] O dönemde hadis âlimleri, sayfalarında der-
ledikleri hadislerle hocalarından dinledikleri hadisleri kitaplarında top-
lamışlardır. Belki Ö� mer b. Abdülaziz, tıpkı Ö� mer b. el-Hattab’ın Kur’ân’ın
toplanmasını Hz. Ebû Bekir’e hatırlattığı gibi, hadis âlimlerinin vefatı ne-
deniyle bu ilmin uğrayacağı kaybı dikkate alarak valilerine ve döneminde
yaşayan hadis âlimlerine mektuplar yazarak Resûlullah’tan rivayet edilen
hadislerin toplanmasını emretmiştir. Bu emri ilk olarak yerine getiren kişi
hadis tarihinin önemli ismi Muhammed b. Şihab ez-Zührî� olmuştur.[22]

Muhalif siyasi zümrelerin kamuoyunu hadis aracılığı ile etkilemeye


çalışıp, büyük hadis otoritelerinin adlarını kullanmış olmaları, İ�slâm tari-
hinin ilk devrine vakıf olan hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir.[23]

Dolayısıyla hadiste isnad uygulaması Emevî�ler döneminde olmuş-


tur. Buna sebep olarak İ�slâm toplumunda görüş ayrılıklarının ortaya çı-
kışı ve Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra ortaya çıkan hadis uydurma

[17] Zehebî�, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ (thk. Şuayb el-Arnavut ve ark. I-XXV, Beyrut 1981),
IV, 424.
[18] H. Dursun Yıldız, “Abdülmelik”, DİA, I, 270.
[19] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İ�stanbul 1988, II, 575.
[20] İ�bn Sa‘d, Tabakât, V, 330-409; İ�bn Kesî�r, el-Bidaye ve’n-Nihâye, IX, 199-202; Suyutî�,
Tarihu’l-Hulefa, 225-246; H. İ�brahim Hasan, İslâm Tarihi, I, 412. 415
[21] İ�bn Sa‘d, Tabakat, II, 134; geniş bilgi için bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, Ankara
1998, s. 34vd..
[22] Yiğit, s. 98; Aycan-Sarıçam, s. 130
[23] Fazlur Rahman, İslâm, (çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın), İ�stanbul 1981, s. 60.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

faaliyetlerinin çoğalmasının önemli bir rolü olmuştur. İ�lim adamları güve-


nilir kişilerden aldıkları haberlere ilgi göstermişler ve bu hadisleri kim-
lerden aldıklarını da belirtmişlerdir. Hicri I. asrın sonlarına doğru artık
iyice yerleşen isnad sistemi, sadece hadislerde değil, diğer haberlerde de
kullanılmaya başlamıştır. İ�snad, yalnız Müslümanlara özgü bir sistemdir.
Bu bakımdan İ�slâm ilimlerinde, tarihinde ve İ�slâm kültüründe bu siste-
min önemli bir yeri vardır.[24] Bu dönemde hadis yazma ve tedvini ile meş-
gul olan âlimlerden bazıları genç sahabî�ler nesline mensuptur. Bunların
başında, yazdıkları hadis sayfalarıyla tanınan Abdullah b. Amr b. el-As ve
Abdullah b. Abbas gibi isimler gelmektedir.[25]

Emevî� devlet başkanlarından Abdülmelik, Velid b. Abdülmelik,


Ö� mer b. Abdülaziz, Yezî�d b. Abdülmelik ve Hişam, İ�bn Şihab ez-Zührî�’nin
(124/742) çalışmalarını manen ve maddeten desteklemişlerdir. Ö� zellik-
le Ö� mer b. Abdülaziz, Medine valisi Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr b.
Hazm’a ve Zührî�’ye resmî� olarak hadislerin toplanması hususunda talimat
vermiştir. Aynı şekilde Hişam b. Abdülmelik de Zührî�’yi hadis yazmak ko-
nusunda zorlama derecesinde teşvik etmiştir. Zührî� ile aynı dönemde ya-
şayan Mekhûl (112/734) ilim tahsili için Mısır ve Suriye’yi dolaşmış, Me-
dine’de bir müddet ikamet etmiş ve sünnet hakkında bir kitap yazmıştır.[26]

Abdülmelik b. Mervan, Hasan el-Basri’nin insanın hürriyeti ve so-


rumluluğu lehinde ileri sürdüğü görüşlerini tasvip etmeyen bir mektup
yazmış ve şöyle demiştir:

‘’Müminlerin Emiri şimdiye kadar geçmiş nesiller arasında hiç kim-


seden işitmediği senin kader hakkındaki görüşlerinden haberdar oldu.
Müminlerin Emiri karşılaştığı sahabî�ler arasında bu konuda seninkilere
benzeyen bir görüşe sahip hiç kimseyi tanımamaktadır. O halde bunun
Resulullah’ın sahabî�lerinin birinden mi rivayet edildiğini, yoksa kendi
şahsi reyin mi olduğunu yahut da Kur’ân’ın tasdik edebileceği bir şey mi
olduğunu ona yaz.’’[27]

Kûfe’nin de hadis ilminde ayrı bir yeri vardır. Bu önem, Abdullah


b. Mes’ud’un oraya yerleşmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği
gibi bu sahâbe, hadis rivayeti konusunda meşhur olan kimselerdendir,
848 hadis rivayet ettiği nakledilir. Kûfeli hadis ravileri arasında öne çı-
kan şahsiyetlerden biri de Amr b. Şureyh Şa’bî�’dir. Rivayetlere göre Şa’bî�,
yüz elli kadar sahabî�den hadis dinlemiş ve bunların hepsini hafızasında
416
[24] Yiğit, s. 98.
[25] Aycan, -Sarıçam, s. 130.
[26] Algül, III, 152-3, İ�stanbul 1991. Aycan-Sarıçam, s. 131.
[27] Fazlur Rahman, s. 68.
Emevilerde İlmî Hayat ■

toplamıştır. Şa’bî�, Abdülmelik tarafından önemli bir görev için İ�stanbul’a


Bizans İ�mparatoru’na gönderilmiştir. Onun yetiştirdiği talebelerin en ta-
nınmışı şüphesiz Ebû Hanife’dir.[28]

3. Tarih Çalışmaları

İ�slâm toplumunda tarih çalışmaları, Resûlullah’ın hayatı ve savaşla-


rıyla ilgili bilgileri ihtiva eden siyer ve meğazî� kitaplarının derlenmesi ile
başlamıştır. Siyer, Hz. Peygamber’in hayatını bütün yönleriyle içine alan
bilimin adıdır. Meğazî� ise, onun savaşları ile ilgili bilgilerdir. Sahâbenin Hz.
Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerini toplama girişimleriyle birlikte İ�slâm
tarihinin materyalleri de toplanmış oluyordu. Yani Hicri birinci yüzyılın
ortalarından itibaren hadisin tedviniyle birlikte tarih malzemesi de orta-
ya çıkmış oluyordu. İ�lk dönemlerde tarih ilmi hadisin bir bölümü olarak
algılanıyordu.

Müslümanlar İ�slâm tarihinin ilk ürünlerini teşkil eden Siyer ve Me-


ğazi ile ilgili kitaplarını hicri birinci yüzyılın ilk yarısından itibaren yaz-
maya başlamışlardır.[29] Hz. Peygamber’in vefatından sonra onun Mekke
ve Medine’deki hayatı, ahlakı, şemaili ve savaşlarına dair bilgileri gelecek
nesillere aktarma ihtiyacı, bu konulardaki bilgilerin yazıya geçirilmesini
zaruri hale getiriyordu. Genelde bu tür çalışmalar sahâbe çocuklarından
olan muhaddisler tarafından yapılıyordu. Başta Medine olmak üzere bazı
merkezlerde valilerin, komutanların veya ileri gelen kimselerin ‘Bedir Sa-
vaşı nasıl oldu? Bu savaşa kimler katıldı? Katılanların sayısı ne kadardı?’
gibi soruları rivayet yeteneği ve ezberleme melekeleri olan kimselere so-
rarlar, o kimseler de gece meclislerinde bu ve benzeri konulardaki bilgile-
rini ashabın sözlerine veya Hz. Peygamber’in hadisine istinaden soranlara
anlatırdı.[30]

Tabiûndan pek çok kimse hayatta olan sahabî�lerden bu konuda ders


aldılar. Hatta bazıları birkaç sahabî�den ders alıp bilgi topladılar. Dolayı-
sıyla tabiunun siyer ve meğazi ile ilgili bilgilerinin toplanması ve derlen-
mesinde önemli rolleri olmuştur. Çünkü onlar için Hz. Peygamber’in ya-
şantısı, savaşları ve diğer davranışlarını öğrenip muhafaza etmek ve yazılı
kayda geçirmek önemli idi.

İ�lk siyer ve meğazî� yazarları arasında Hz. Osman’ın oğlu Ebân b. Osman
(22-105/642-3-723-4), Zübeyr b. Avvâm’ın oğlu Urve b. Zübeyr (94/712), 417
[28] Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, XI, 574-575.
[29] Muhammed Hamidullah, Siretü İbn İshak’ın Mukaddimesi, Konya 1981.
[30] M. Zeki Terzi, İlk Siyer ve Meğazi Yazarları ve Eserleri, Samsun 1990, s. 15.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Â� sım b. Ö� mer b. Katâde (120/737-8), Surahbil b. Sad (123/740-1), meş-


hur hadis âlimi İ�bn Şihâb ez-Zuhrî� (124/742), Mûsâ b. Ukbe (141/758)
ve İ�bn İ�shâk (150/767) bulunmaktadır. Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz
şahıslardan sadece İ�bn İ�shâk’ın telif ettiği eser günümüze kadar ulaşmış,
diğerlerinin eserleri ya da rivayetleri daha sonraki dönemlerde telif edil-
miş hacimli eserlerin içinde derç edilmiş vaziyette bulunmaktadır.

Siyer ve meğazî� konusunda çalışma yapan ilk kimselerden biri Hz.


Osman’ın oğlu Ebân’dır. Meğazî� bilgisine sahip önemli kimselerin ilki
olarak gösterilir.[31] Onun meğaziye dair bir eserinin olduğunu kaynak-
larımızdan öğreniyoruz.[32] Ancak onun eseri bize kadar ulaşmamıştır.
Ebân’ın Hz. Peygamber’in (sas) hayatına dair toplamış olduğu bilgiler
öğrencisi Muğire b. Abdurrahman tarafından bir kitap içerisinde toplan-
mıştır. Muğire’nin Ebân’dan meğazî� ile ilgili bilgiler aldığını kaynakları-
mız özellikle bildirir.[33]

Ebân ile aynı dönemde yaşayan Urve b. Zübeyr daha genç yaşlarda
iken ailesinin aksine siyasete değil ilme ilgi duymuş ve Medine mescidin-
de derslere devam etmiştir. Ayrıca teyzesi Hz. Aî�şe’den dersler almıştır.[34]
Başlangıçta ağabeyi Abdullah b. Zübeyr’in Emevî�lere karşı vermiş olduğu
mücadeleye iştirak etmediyse de H. 63 yılında Emevî�lerin Medine’de orta-
ya koydukları utanç verici hadiseler, onun o güne kadar yazılı hale getirdi-
ği bütün çalışmalarını protesto amacıyla yakmasına neden olmuştur. Daha
sonra ağabeyi Abdullah b. Zübeyr’in Emevî�lerce öldürülmesinden sonra
Abdülmelik b. Mervan’a sığındı.[35]

H. 74 yılında Urve, Abdülmelik b. Mervan’a biat edince Abdülmelik


kendisinden İ�slâm’ın doğuşuyla ilgili haberleri yazıp göndermesini istemiş
o da bunu yerine getirmiştir. Urve’nin müstakil bir sî�ret yazıp yazmadığı
açık değilse de onun bu konuda pek çok rivayeti mevcuttur. Bu rivayetlere
İ�bn İ�shak’ın, Vakidî�’nin ve Taberi’nin eserlerinde rastlamak mümkündür.
Genellikle onun rivayetlerini Vehb b. Münebbih toplamıştır.[36]

Bir diğer meğazî� yazarı da Â� sım b. Ö� mer b. Katade’dir. İ�limle iştigal


eden bir ailenin çocuğu olan âsım, Emevî� halifesi Ö� mer b. Abdülaziz tara-
fından Şam’a davet edilmiş ve Şam Camii’nde meğazî�, hadis ve sahâbenin
menkıbelerine dair dersler vermiştir. Halife Ö� mer’in H. 101 yılında vefatı

[31] Horovitz, Y., el-Meğazi’l-Ulâ ve Müellifuhâ (Arp. trc. H. Nassar, Mısır 1948), s. 3.
[32] İ�bn Sa‘d, V, 210; Horovitz, s. 6.
418 [33] İ�bn Sa‘d, V, 210.
[34] Zehebî�, Nübelâ, IV, 421, 424.
[35] Fuat Sezgin, Tarihu’t-Turasi’l-Arabî, 1983, s. 70.
[36] Vakidî�, el-Meğazî (thk. Marsden Jones, I-III, Kahire 1964-66), Mukaddime, 20-21;
Katip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn (I-II, İ�stanbul 1941), II, 747.
Emevilerde İlmî Hayat ■

üzerine Â� sım Medine’ye dönmüş ve burada vefatına kadar yaklaşık 20 yıl


bahsi geçen konularda ilim öğretmiştir.[37]
Â� sım b. Ö� mer b. Katade’nin meğazî�ye dair telif ettiği eseri de maalesef
günümüze ulaşmamıştır. İ�bn İ�shak, İ�bn Sa‘d, Vakidî� ve Taberi ondan ikti-
baslarda bulunmuşlardır. Onun meğazisinin ihtiva ettiği konular M. Zeki
Terzi tarafından bir araya getirilmiş ve geniş bir şekilde verilmiştir.[38]
Emevî�ler döneminde siyer ve meğazî� ilmiyle uğraşanlardan biri de
Şurahbil b. Sa’d’dır. Onun bu konuda yazdığı eseri de günümüze kadar
ulaşmamıştır. Daha sonraki siyer meğazî� yazarları ondan iktibaslarda bu-
lunmuşlardır. Şurahbil b. Sa’d, Horovitz’in ifadesine göre eserinde Medi-
ne’ye hicret edenlerin isimleri ile Bedir ve Uhud Savaşlarına katılanların
isimlerini vermiştir.[39]
Emevî�ler döneminin en meşhur ilim adamlarından bir diğeri de İ�bn Şi-
hab ez-Zührî�’dir. Kendisi koyu bir Emevî� taraftarı olarak nitelendirilmiştir.
İ�bn Şihab’ın babası Müslim b. Ubeydullah, Abdullah b. Zübeyr’in H. 73 yılın-
da öldürülmesine kadar onunla birlikteydi. İ�bn Şihab Emevî�lerle iyi müna-
sebetler kurdu. Bunlar arasında Abdülmelik b. Mervan, Velid b. Abdülmelik,
Hişam b. Abdülmelik, Süleyman b. Abdülmelik ve Ö� mer b. Abdülaziz vardı.[40]
Kaynaklarımızda eserinin varlığından bahsedilen İ�bn Şihab’ın Sire’si
de günümüze ulaşmamıştır. Fakat kendisinden sonra gelen müellifler
eserlerinde onun rivayetlerine bol bol yer vermektedirler. İ�bn Şihab’ın ri-
vayetlerinde sadece meğazî�ye ait bilgiler olmayıp, Hz. Peygamber’ in (sas)
hayatının diğer safhalarına dair bilgiler de mevcuttur. Bilgiler dört halife
dönemini de kapsamaktadır. Zührî�’nin rivayetlerine geniş yer veren müel-
lifler İ�bn İ�shak, Vakidî�, İ�bn Sa‘d, Belâzürî� ve Taberî�’dir.[41]
Eseri günümüze kadar ulaşan ve Emevî�ler döneminde ilmî� faaliyetle-
rini sürdüren en önemli müellif İ�bn İ�shak’tır. İ�bn İ�shak’ın adı Muhammed
olup, dedesi Yesar, h. 12 yılında Aynü’t-Temr’de Hâlid b. Velid tarafından
esir edilerek Medine’ye gönderilen esirler arasındaydı. Yesar, Medine’de
Kays b. Mahreme b. Muttalib’in kölesi olmuş ve burada İ�slâmiyeti kabul
ettikten sonra azad edilmiştir.[42] Yesar’ın oğulları Mûsâ, Abdurrahman ve
İ�shak Ahbar ravileri olarak tanınmışlardır.[43]

[37] İ�bn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib (Beyrut 1968), V, 53.


[38] Terzi, s. 26 vd.
[39] Horovitz, s. 8, 26.
[40] Ahmet Emin, Duha’l-İslâm (I-III) III, 325; İ�smail Hakkı Atçeken, Hişam b. Abdülmelik 419
Halifeliği ve Şahsiyeti (Basılmamış Doktora Tezi, Konya 1977), s. 248-249.
[41] Terzi, s. 30-31.
[42] Horovitz, s. 76.
[43] Terzi, s. 53.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İ�bn İ�shak, takriben h. 85’li yıllarda doğdu ve annesi de tıpkı kendile-


ri gibi mevâlî�dendi.[44] İ�bn İ�shak’ın hayatı çoğunlukla Medine’de geçmiş,
Â� sım b. Ö� mer b. Katade, Abdullah b. Ebî� Bekr, Said b. el-Müseyyeb ve Zührî�
gibi şöhretli kimselerden bizzat ilim tahsil etmiştir. İ�bn İ�shak’ın sadece
Medine’de 100 kadar ravi ile yakınlık kurduğu bilinmektedir.[45]

İ�bn İ�shak yaklaşık 30 sene Medine’de ikâmet ettikten sonra H. 119


senesinde İ�skenderiye’ye gitmiştir. Bu konuda şöyle bir bilgi ilgimizi çek-
mektedir. “Medine’den ayrıldıktan sonra Kûfe, Maveraünnehir, Rey ve
Bağdat’a gitmiştir. Ö� lünceye kadar da Bağdat’ta ikâmet etmiş, bir daha
Medine’ye hiç dönmemiştir. Mısır’dan İ�ran ve Irak’a gitmiştir[46]” denil-
mektedir. Bu bilgilerden ilk önce nereye gittiği anlaşılamamaktadır. Muh-
temelen Medine’den ayrılmasının sebebinin, orada psikolojik baskıya
maruz kalması, Şiî�lik ve Kaderiyyecilikle itham edilmesinin olduğu düşü-
nülmektedir.

İ�bn İ�shak’ın yaşadığı dönem Emevî�lerin çalkantılı dönemidir. Medi-


ne’de yaşadığı sırada İ�mam Malik b. Enes (179/795)[47] ve Hişam b. Urve
(146/763)[48] gibi iki önemli kişiyle aralarının açık olduğunu görüyoruz.

İ�bn İ�shak’ın, İ�mam Malik’in nesebini ve ilmini küçümsemesi dolayı-


sıyla aralarının açıldığı belirtilir. Onun Zî� Esbah’ın mevâlî�si olduğunu söy-
lüyordu. Hâlbuki Hicaz’da neseb ilminde İ�mam-ı Malik’in otorite olduğu
belirtiliyordu. İ�lmiyle ilgili olarak da “Onun kitaplarından birkaçını bana
getirin de kusurlarını söyleyeyim. Ben onun kitaplarının hayranıyım.” di-
yordu. Bu söz İ�mam Malik’e iletilince o da “O deccallerden bir deccaldir.
Yahudilerden de rivayette bulunuyor.” demiştir. İ�mam-ı Malik, İ�bn İ�shak’ın
Müslüman olan ve Benî� Nadir (3/624), Beni Kureyza (5/626-7) ve Hay-
ber (7/628) vakalarıyla ilgili bilgileri muhafaza eden Yahudilerden Hz.
Peygamber’in gazveleri hakkında rivayette bulunmasını yasaklamıştır.
Kaderiyye’ye mensup olduğundan dolayı İ�mam-ı Malik’le aralarının açık
olduğu da söylenir. Bu arada Irak’a gitmeden önce İ�mam-ı Malik’le barış-
tığı ve veda esnasında kendisine 50 dinar ile kendi bağından üzüm verdiği
ile ilgili bilgiler mevcuttur.[49]

İ�bn İ�shak’ın Hişam b. Urve ile aralarının açık olmasına sebep ola-
rak onun, Hişam’ın hanımı Fatıma binti Münzir’den (ö. 48/688) rivayette

[44] Hamidullah, s. 40.


420 [45] Horovitz, s. 77.
[46] Hamidullah, s. 45-47.
[47] Terzi, s. 55.
[48] �bn Nedim, Fihrist, 78.
[49] Terzi, s. 55.
Emevilerde İlmî Hayat ■

bulunması gösterilir. Hişam bu haberi kesinlikle kabul etmez ve “O ne za-


man görüştü onunla? Ondan ne zaman hadis dinledi?” demektedir.[50]

Bu durum çeşitli açılardan değerlendirilerek ihtimal dahilinde gö-


rülse de[51] bizce mümkün gözükmemektedir. Eğer Fatma binti Münzir H.
48’de vefat ettiyse İ�bn İ�shak’ın onu görmesi ve haber rivayet etmesi söz
konusu olamaz.

İ�bn İ�shak’ın gittiği yerlerde ilim halkaları oluşturduğu belirtilir. Hatib


Bağdadî�, Mekki b. İ�brahim’in sekiz ayda İ�bn İ�shak’tan 20 konuşma din-
lediğini sonra Allah’ın sıfatları hakkında kalbinin yatmadığı hadisler zik-
rettiği için onu terk ettiğini anlatır. İ�bn Seyyidi’n-Nas ise on iki konuşma
dinlediğini söyler.[52]

İ�bn İ�shak’ın eserinin adı Kitabü’l-Mübtede ve’l-Meb’as ve el-Meğazî’dir.


Şam ve Fas’ta el yazmaları mevcuttur. Eser H. VII. yüzyılda Farsça’ya, 1955
yılında İ�ngilizceye[53] 1982 yılında da Türkçeye tercüme edilmiştir. Ça-
lışmamıza esas aldığımız Hamidullah’ın hazırladığı nüsha altı bölümden
oluşmaktadır.
1. Bölüm: (s. 1-48) Hz. Peygamber’in Nesebi, Abdülmuttalib, Zemzem
Kuyusu, Abdullah’ın Evlenmesi, Himyerli Tubba, Fil Olayı.
2. Bölüm: (s. 53-105) Rahib Bahira Olayı, Selman-ı Farisi’nin Müslü-
man Olması, Kâbe ile İ�lgili Hadisler, Kâbe’nin Yapılması.
3. Bölüm: (s. 109-166) Hz. Muhammed’in Peygamberliği, Hz. Ali’nin
Müslüman Olması, Hz. Ebû Bekir’in Müslüman Olması, Ashâbın Kar-
şılaştıkları Bela ve Güçlükler, Hamza b. Abdülmuttalib’in Müslüman
Olması, Mekke’de Kur’ân’ı Açıktan Okuyan Kimse.
4. Bölüm: (s. 169-224) Mekke’de Allah Yolunda İ�şkenceye Maruz Kalan
Müminler, Hz. Peygamber’in Müşriklerle Münakaşası, Hz. Peygam-
ber’in Vasıflarıyla İ�lgili Olarak Yahudi Bilginlerin ve Ehl-i Kitab’ın
Sözleri, Habeşistan’a İ�kinci Hicret, Resûlullah’ın Kavminden Gördü-
ğü Eziyetler, Hz. Peygamber’in Tebliğe Bağlaması, Ebû Talib’in Vefatı.
5. Bölüm: (s. 227-279) Hz. Hatice’nin Vefatı Fatıma’nın Evlenmesi, Hz.
Ali’nin Kızı Ü� mmü Gülsüm’ün Hz. Ö� mer’le Evlenmesi, Hz. Ali’nin
Kızı Zeyneb’in Evliliği, Hz. Peygamber’in Aile Hayatı. Peygamberli-
ğin Alâmetleri, Ü� mmü Şerik ed-Devsiye’nin Müslüman Olması, Ebû
421
[50] �bn Nedim, Fihrist, s. 78.
[51] Terzi, s. 56.
[52] Hamidullah, s. 47.
[53] Hamidullah, s. 62.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hureyre’nin Müslüman Oluşu, Şerir b. Abdullah’ın Müslüman Oluşu,


Miraç Olayı.
6. Bölüm: (s. 283-316) Gazveler, Bedir Gazvesi, Sevik Gazvesi.

Emevî�ler devrinde siyer ve meğazi üzerine çalışanların yanında Cahi-


liyye tarihi, genel tarih, İ�slâm tarihi, yerel tarih, şehir tarihi ve kültür tarihi
üzerine çalışanların varlığını da görmekteyiz. Bunların çalışma sahaları-
nı kesin çizgilerle birbirinden ayırmak her zaman mümkün olmamakla
birlikte yapmış oldukları çalışmalar incelendiğinde üzerinde çalıştıkları
sahaları tespit etmek mümkün olmaktadır.[54]

Cahiliyye dönemi tarihi ve genel tarihle ilgili ilk çalışmaları yapan-


lardan birisi de Yemenli Abid veya Ubeyd bin Şerye’dir. Bu şahıs Emevî�
devleti kurucusu Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın daveti üzerine Şam’a gelmiş[55]
ve sarayda Muâviye için ilk Arap krallarıyla ilgili tarih sohbetleri düzenle-
miştir. Ayrıca Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın isteği üzerine bazı eserler yazmış,
bunlardan en meşhuru Kitâbu’l-Mulûk ve Ahbârü’l-Madıyyîn’dır. Bu eserin
tarihçi Mes’udî� zamanında tarih dersi olarak okutulduğu belirtilir.[56]

İ�slâm öncesi Arabistan veya diğer ülkelerle ilgili bilgi veren müellifler
arasında Vehb b. Münebbih ve Ka’bu’l-Ahbâr gibi Yahudi orijinli kimse-
ler vardı. Vehb’in o dönemle ilgili verdiği bilgilerin doğruluğu konusun-
da çoğu kişinin kafasında herhangi bir mutabakat olmasa da, alanında
başta gelen bilgi kaynaklarından biri olmuştur.[57] Ka’bu’l-Ahbâr ise daha
Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın Suriye valiliği esnasında sarayda danışmanlık ve
öğretmenlik vazifesi görmüştür.[58] Yahudi kökenli bu iki kişi sayesinde İ�s-
railiyat dediğimiz kıssalar, Müslümanlar arasında şuyû bulmuş ve İ�slâm
öncesi Araplarıyla ilgili bilgiler arasına karışmıştır.[59]

Emevî�ler döneminde genel tarih ya da Müslümanlar arasında cere-


yan eden iç siyasi olaylar hakkında bilgi veren müellifler de yetişti. Bun-
lar arasında Taberî�’ye kaynaklık eden Avane b. el-Hakem (147/764), Ebû
Mihnef (157/774), Seyf b. Ö� mer (200/815), Vehb b. Münebbih (110/732)
gibi kimselerle Cabir el-Cu’fî� ’yi (128/746) sayabiliriz. Ö� te yandan fütu-
hat ve şehir tarihlerinin de ilk örneklerini Emevî�ler döneminde görmek
mümkündür. Emevî�ler döneminde mahallî� tarihler ve fütuhatla ilgili bilgi
veren müellifler genelde Mısır menşelidir. Ebû Kabil (128/745) Yezî�d b.

[54] Aycan-Sarıçam, s. 133.


422 [55] �bn Nedim, Fihrist, s. 89. st. 26; �bn Hallikan, II, 365.
[56] �bn Hallikan, IV, 89.
[57] Taberî�, III, s. 219; İ�bn Hallikan, III, 106-107.
[58] �bn Kuteybe, Mearif, 219.
[59] P. K. Hitti, II, 384.
Emevilerde İlmî Hayat ■

Ebî� Habî�b (128/745), Hâris b. Yezî�d el-Hadremî� (764?) bunlardan bazı-


larıdır. Yine Emevî�ler dönemi kültür tarihiyle ilgili bilgi veren müellifler
arasında İ�sfahânî�’nin başlıca kaynağı olan ve Kitabü’l-Eğani diye eser
yazan Yunus el-Katib (132/750) ile aynı konumdaki Hammad er-Raviye
(160/776-777)’yi sayabiliriz.[60]

Sonuç olarak Emevî�ler döneminde diğer ilimler gibi tarih ilmi de ge-
lişme kaydetmiş, daha sonra telif edilen hacimli eserlerin kaynağını teşkil
eden müellifler bu dönemde yetişmiştir.

4. Hukuk Çalışmaları

İ�lk İ�slâm toplumunda Müslümanlar ortaya çıkan hukukî� sorunlarını


Hz. Peygamber’e (sas) getiriyorlar, problemlerini bu şekilde hallediyor-
lardı. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkan problemler için,
Müslüman toplumun başına geçen halifeler ve sahâbe gelişen ve değişen
toplumun ihtiyaç ve sorunlarını gidermede Kur’ân ve sünneti kendilerine
rehber edindiler. Hatta Hulefâ-yi Raşidî�n döneminde çok genişleyen İ�s-
lâm coğrafyasında Müslümanlara dinlerini öğretmek ve sorunlarını çöz-
mek amacıyla pek çok sahabî� çeşitli merkezlere gönderilmiştir. Mesela
Hz. Ö� mer, Abdullah b. Mes’ud’u Kûfe’de görevlendirmiş ve Kûfelilere “İ�bn
Mes’ud’a ihtiyacım olduğu halde sizi kendime tercih ettim”[61] demiştir.

İ�lk dönemlerde bu tarz görevlendirmelerle çeşitli merkezlerde pek


çok kişi görev almıştı. Emevî� Devleti’nin kurucusu Muâviye b. Ebî� Süf-
yân’ın Şam valiliği esnasında, sahâbeden Ebû’d-Derdâ Şam kadılığına ta-
yin edilmişti. Fakat Ebû’d-Derdâ, Muâviye’nin Hz. Peygamber tarafından
yasaklanmış bir işi yapmasından sonra kendisine itiraz etmiş ve bu husu-
su Resûlullah’ın yasakladığını söylemiş, Muâviye’de “Ben bunda bir beis
görmüyorum” deyince o “Muâviye’ye ne yapsam haklı değil miyim, ben
Resûlullah’tan haber veriyorum, o kendi görüşünü söylüyor, vallahi ben
seninle aynı yerde oturmam.” diyerek Şam kadılığından istifa etmiştir.[62]

Aslında “kadı” unvanıyla çeşitli eyalet ve şehirlere tayin olunan bu


kimseler çeşitli hukukî� konularda diğerlerinden biraz tebarüz etmiş kim-
seler olup, anladığımız manada hukuk tahsil etmiş ve çeşitli hukukî� mese-
leler üzerine ihtisaslaşmış kimseler değildi. Ö� zellikle halifeler tayin ettik-
leri bu kimselere görevlerine başlamadan önce kendilerine “Ortaya çıkan
problemleri çözmede Kur’ân ve sünnete başvurmalarını, her ikisinden 423
[60] Aycan-Sarıçam, s. 134-135.
[61] Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda İçtihad, Ankara 1971, s. 103.
[62] Şafiî�, İhtilafü’l-Hadis, s. 23. Karaman, H., s. 84.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

de bir cevap bulamazsan insanların üzerinde itifak ettikleri ile hükmet.”[63]


diye talimat vermişlerdir.

Emevî�ler dönemine kadar geçen süre içerisinde kendilerine hukukî� ko-


nularda görüş sorulan ya da çeşitli konularda ve merkezlerde Müslüman-
ların hukukî� problemlerini çözen sahâbe sayısının yaklaşık 130 civarında
olduğu bildirilir. Fetvaları çok olan en önemli kişiler, Hz. Ö� mer, Hz. Ali, Hz.
Aî�şe, Abdullah b. Mes’ud, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ö� mer, Hz. Ebû Bekir, Hz.
Osman, Muaz b. Cebel ve Ebû Mûsâ el-Eş’arî�’dir. Fıkhın daha sonraki nesil-
lere aktarılmasında büyük emeği geçen kimseler olarak Medine’de Zeyd b.
Sabit (45/665), Abdullah b. Ö� mer (74/693), Mekke’de Abdullah b. Abbas
(68/687), Irak’ta Abdullah b. Mes’ud’un (32/652) ismi zikredilir.

Emevî�ler dönemine gelince bu dönem toplumun siyasi ve dinî� konu-


larda farklı düşüncelere ayrıldıkları, bu farklılıkların çoğu zaman insanları
kanlı çatışmalara sürüklediği görülmüştür. Ö� mer b. Abdülaziz’in dışındaki
Emevî� devlet başkanları şahsi ve siyasi hayatlarını, kendilerinden sonraki
Abbasî�ler kadar dinî� ahkam ile bağlamayı zaruri görmemişler, idarelerini
daha çok Arap örf ve adetine dayandırmışlardır denilmektedir.[64]

Müsteşrik Joseph Schacht bu konuda, “Şüphesiz onlar, aslında din ve


dinî� hukukla değil, siyasi idare ile meşgul idiler. Yani onlar dinî� siyaset ve
kelâm meseleleri ile ilgilendiler. Çünkü bu meselelerin kendilerine sada-
katle[65] yani devletin iç güvenliği ile bir ilişkisi vardır.” demektedir. Ka-
naatimizce o bu konuda çok fazla haksız değildir. Emevî�lerin bu kaygısız
tutumları ve toplumda çözüm bekleyen pek çok sorunun ortaya çıkması
karşısında dört halife döneminde İ�slâm coğrafyasının pek çok tarafına
yayılmış olan sahâbe ve tabiunun Mekke ve Medine’de toplanmalarına,
hukuk alanında çalışmalar yapmalarına sebep olmuştur.

Bazı şehirlerde meydana gelen bu birikimler, zamanla gerek akide,


gerek mensubiyet noktasında “kadim fıkhî� mektepler” adını haklı çıkar-
maya yetecek belli bir istikrar kazandılar. Bu “sistematik” bir disiplin ol-
maktan uzak bulunmakla birlikte, hukukun (fıkhın) başlangıcı idi.[66]

Müslümanlar, nasıl İ�slâm’ı süratle yaydılarsa, hukuk ilminde de o kadar


çabuk muvaffak oldular.[67] Gerçi bu devir hukuk çalışmalarının mahsulü
herhangi bir fıkıh eseri bize kadar ulaşmamakla beraber, bazı merkezlerde

[63] Vekî�, Ahbaru’l-Kudat (I, III Beyrut ty.), II, 103.


424 [64] Karaman, s. 83.
[65] Schacht, J., İslâm Hukukuna Giriş (trc. Mehmed Dağ, Abdülkadir Şener, Ankara
1977), s. 34.
[66] Watt, M., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1981), s. 78.
[67] Zeydan, Corci, İslâm Medeniyeti Tarihi (trc. Zeki Meğamiz, I-V, İ�stanbul 1976), III, 139.
Emevilerde İlmî Hayat ■

odaklaşan pek çok fakihin isimlerini bilebilmekteyiz.[68] Mesela: Medi-


ne’de Abdullah b. Ö� mer (73/692), Enes b. Malik (93/712), Said b. el-Mü-
seyyeb (94/712), Urve b. Zübeyr (94/712), Harice b. Zeyd (100/718), Ka-
sım b. Muhammed (102/720), Süleyman b. Yesar (107/725), Ebû Bekir b.
Muhammed b. Hâris (94/713), Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe (98/716)
vardı. Bunlara Medineli yedi fakih adı verilirdi. Yukarıdaki şahıslara Ebû
Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm (120/738) ve oğulları Muhammed ile
Abdullah, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ali (117/735) ve Muhammed b. Şihab
ez-Zührî� (124/741)’yi de ilave edebiliriz.

Mekke’de ise Ata b. Ebî� Rebah (115/733), Tavus b. Keysan (106/724),


Mücahid b. Cebr (100/718), Amr b. Dinar (126/744), Abdullah b. Ebî� Mü-
leyke (119/737) ve diğerleri.

Kûfe’de Alkame b. Kays en Nehaî� (627/682), Esved b. Yezî�d (75/694),


Ebû Amr Ubeyd b. Amr el-Hemdanî� (72/691), Şureyh b. el-Hâris (82/701),
Mesrûk b. el-Ecdâ (63/683), Dahhâk (105/723), İ�brahim en-Nehaî�
(94/714), Amr eş-Şa’bî� (103/721), Said b. Cübeyr (95/714), Hammad b.
Ebî� Süleyman (120/738).

Basra’da, Humeyd b. Abdurrahman (95/713), Mutarrif b. Abdullah


(87/706), Zürare b. Evfa (93/712), Muhammed b. Şî�rî�n (110/728), Müslim
b. Yesar (100/718), Cabir b. Zeyd (103/721), Hasan el-Basrî� (110/728).

Şam’da, Kabisa b. Züeyb el-Huzaî� (86/705), Ebû İ�dris el-Havlanî�


(80/699), Şurahbil b. Sımt (40/660), Süleyman b. Habib el-Muharibî�
(126/743), Mekhûl (112/730), Ö� mer b. el-Abdülaziz (101/720), Hâris b.
Umeyr (8/629), gibi kimseleri sayabiliriz.[69]

Emevî�lerle birlikte devlet idaresi değişerek saltanat halini almış, bu du-


rum bazen müstebit bir yönetim haline de dönüşmüştür. Emevî� devlet baş-
kanları Şam’daki idarelerini, geniş anlamda Kur’ân ve sünnetin gösterdiği
yoldan yürüyerek gerçekleştirmişler, fakat hukukun kaynağı olan Kur’ân
ve sünnet, farklı bölgelerin tatbikatının ışığı altında kendi müşavirleri ve
memurlarınca yorumlanmıştır. O dönemin otorite ilim adamları bunun kar-
şısında yer aldı ve Medine’de toplanmış olan dini cemaatin ileri gelenleri
İ�slâm hukukunu tesis etmeye başladılar. Hicaz’ın mahalli tatbikatı, onların
fıkıh mecmualarının ortaya çıkışında söz götürmez bir etkendi. Çok geçme-
den dinî� yasama faaliyeti Irak’ta, Basra’da, Kûfe’de de ortaya çıktı. Emevî�
Devleti bu yasama faaliyetinden etkilendi.[70] Bu etkilenme çok enteresan 425
[68] Hitti, II, 381.
[69] Hitti, II, 381.
[70] Fazlur Rahman, s. 99.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bir hale dönüşüyordu. Araplar, mevâlî�ye fazla ilgi göstermiyorlardı. Bunun


karşılığında kendilerine muhalif olsalar dahi Medine’deki ilim adamları-
nın hatırlarını okşamaya ve onları memnun etmeye çalışıyorlardı. Ö� zellikle
Ö� mer b. Abdülaziz’in bu konuda ileri sayılacak derecede adım atması ken-
disini diğerlerinden farklı kılıyordu. Bilindiği üzere o Medine âlimleriyle is-
tişare yapmadan önemli bir iş hakkında emir vermezdi.[71]

Ö� mer b. Abdülaziz’in amcası Abdülmelik b. Mervan da kendisi gibi


Medine’de eğitim görmüştü. Ancak İ�slâm hukukunun uygulanmasını I.
yüzyılın sonlarında ciddi ve sistemli bir biçimde ele alan ilk Emevî� halifesi
diğer ilim dallarında olduğu gibi Ö� mer b. Abdülaziz’dir. Şer’i hukuku hal-
ka öğretmek ve Hz. Peygamber’in hadislerini kaydetmek üzere bütün dış
bölgelere elçiler gönderme şerefini rivayetler bu halifeye vermektedir.[72]

Buna göre devlet bir yürütme müessesesi olarak şer’i hukuku mahallî�
hukuk otoritelerince tedvin edildiği şekliyle farklı bölgelere uyguluyor-
du. Fakat bu fıkıh külliyatı, eserleri bakımından birlik arzettigi halde hem
farklı mahalli tatbikattan hem de bazı âlimlerin içtihatlarından doğan
farklılıklardan ötürü, ayrıntılarda geniş ölçüde farklılıklar gösteriyordu.
Bir şehirdeki ilim adamları dahi fıkhî� ayrıntılarda ihtilaf halindeydiler.
Emevî�lerin iktidardan ayrılmasından sonra İ�ranlı bir mühtedi olan ünlü
edebiyatçı ve devlet katibi İ�bnü’l-Mukaffa (140/757) halifeye fıkhı sistem-
li bir hale getirmesi ve Kur’ân ile sünnet üzerinde kendi içtihadını yapma-
sı gerektiğini öğütleyen bir risale yazması buna en güzel bir örnektir.[73]

Emevî�lerin ilk zamanlarından başlayarak her çağda kadıların, birço-


ğu dürüstlükleri taviz verme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı için dev-
let hizmetini reddeden dindar ulema ve hukukçular tarafından sık sık
kötülendiklerini okuyoruz. Bu mahkemelerin yanında halifeler de şahsi
kusurların tamiri için mezalim mahkemeleri adı verilen özel mahkemeler
kuruyorlardı.[74]

Diğer ilim dallarında olduğu gibi hukukçuların birçoğu da mevâlî�-


den olan kimselerdi. Bu kimselerin tamamı sahip oldukları ilmî� birikimi
sahâbeden almışlardı. Hukuk tahsil eden insanların devlet kademesinde
görev almaları, gelişen ve değişen toplumun sorunlarını çözmede zaruri
hale gelmişti. Emevî�ler veya daha çok onların valileri Müslüman hakimler

[71] Zeydan, III, 141.


426 [72] İ�bn Sa‘d, Tabakât (Daru’s-Sadır, Beyrut ty.), V, 374; İ�bn Kesir, el-Bidaye (Kahire
1992), IX, 202; Fazlur Rahman, s. 99; Harbî�, O., Ömer b. Abdülaziz’in Devlet İdaresi
(Basılmamış Y. L. Tezi, Sakarya 1997), s. 50-53.
[73] Fazlur Rahman, s. 99-100.
[74] Fazlur Rahman, s. 100.
Emevilerde İlmî Hayat ■

veya kadılar tayin etme işinde önemli adımı atmışlardı. Kadılık görevi,
Arap fütuhatının bir sonucu olan yeni şartlar altında Arap saltanatının
medeni merkezlerinde teşekkül eden İ�slâm cemiyetinde ve bu cemiyet
için ihdas edilmiştir. Bu yeni cemiyet için artık İ�slâm öncesi ve İ�slâm’ın ilk
devrindeki hakem usulü yeterli değildi. Dolayısıyla Arapların hakeminin
yerini İ�slâm’da kadı almıştır. Vali, görevlerinde bilinçli bir ayrım yapmak-
sızın, halife tarafından kendisine verilen yetki sınırları içerisinde kendi
eyaletinde idarî�, teşrî� ve adlî� tam bir otoriteye sahipti. O aslî� yetkisini hu-
kukî� katibi olan kadıya havale edebilirdi ve gerçekte de böyle yapıyordu.
Bununla birlikte vali, istediği herhangi bir davaya kendisi karar verme ve
şüphesiz dilediği vakit kadıyı azletme hakkını elinde tutuyordu.[75]

Netice olarak I. ve II. yüzyıllarda fıkhi görüşlerin Hicaz (Mekke- Medi-


ne), Irak (Basra ve Kûfe), Suriye (Şam) ve Mısır’da geniş bir birikim mey-
dana getirerek gelişmiş olması bir müddet sonra onların ekolleşmesine
bu görüşlerin ya seçkin bir hukukçunun etrafında toplanmasına veya ona
bağlanmasına neden oldu.[76]

5. Kelâmî Tartışmalar

İ�slâm’da kelâmi tartışmalar gayrimüslimlere karşı bir polemik unsu-


ru olarak, özellikle siyasi gelişmelere paralel olarak ilk dönemdeki kendi-
ne güven naifliğinin adım adım erezyona uğramasıyla İ�slâm’ın kendi için-
deki tartışmalarla başlamıştır.[77]

Hz. Peygamber (sas) 63 yıllık yaşamı ve 23 yıllık peygamberlik göre-


vinin sonrasında, geride kalan Müslümanlara Kur’ân’a ve kendi sünnetine
bağlı kalmalarını tavsiye ederek bu dünyadan irtihal etmişti. Ancak insan-
lardaki iktidar hırsı, soy sop, kabile taassubu daha sonraları ırk faktörü
pek çok tartışma ve çatışmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Birinci halifenin seçiminde halifeliğin Mekkeli Muhacirlerle Medine-


li ensâr arasında tartışma konusu olması, Ridde Savaşları esnasında bazı
kabilelerin açıkça söylenmese de Kureyş’in siyasi otoritesine karsı isyan
girişiminde bulunmaları ve Hz. Osman döneminde palazlanan Kureyş içi
kabile rekabetleri gelecekte pek çok çatışmanın habercisi durumundaydı.

Çok geçmeden H. 35’te üçüncü Halife Hz. Osman, onun iktidarına


ve idaresine muhalif olan bir grup tarafından şehit edildi. Bu tarihten
427
[75] Schacht, s. 35-36.
[76] Fazlur Rahman, s. 102.
[77] Ess J. Van, “İslâm Kelâmının Başlangıcı” (trc. Şaban Ali Düzgün, Basılmamış Makale),
s. 13.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

itibaren İ�slâm toplumunda sürekli bir iktidar zaafı yaşandı. Müslümanlar


Hz. Osman’ın katlinden sonra H. 36’da Cemel Savaşı’nda ve H. 37’de Sıffın
Savaşında karşı karşıya gelerek kıyasıya savaştılar. Bu savaşlar bir din sa-
vaşı olmayıp bir iktidar mücadelesiydi. Ö� len ve öldürülenler arasında Hz.
Peygamber’in yakın arkadaşlarından kimseler de vardı. Hz. Ali, Hz. Aî�şe,
Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydullah, Ammar b. Yasir ve daha nice meş-
hur sahabî� mücadelenin tarafları olmuştur.

Bütün teolojik ve felsefî� mevzuların siyasi yahut içtimaî� temellerinin


mevcut olduğu belirtilir.[78] Toplumda cereyan eden bu menfi hadiseler
Müslümanların kafasında çeşitli soruların oluşmasına neden oldu. Bu so-
rular ve bu soruların cevapları kısa ve uzun vadede siyasi ve dinî� içerikli
birçok grubun başlangıç noktasını oluşturuyordu.

Hakikaten o günlerde ortaya atılan sorular, çok erken gündeme gelen


ve Müslümanların çok da hazırlıklı olmadıkları konulardı. Böyle olunca da
çok çeşitli görüşler ortaya çıkıyordu. Mesela iç çatışmalarda:
• Ö� len ve öldürülen Müslümanların Allah katında durumları ne idi?
• İ�nsan kendisi için önceden tespit edilmiş bir kaderin mahkumu
mudur? Yoksa fiillerinde tamamen hür müdür?
• Allah’ın yasakladığı büyük günahları işlemiş birisinin -adam öldür-
me gibi- din ve insanlar katındaki durumu nasıl değerlendirilme-
lidir?
• Birtakım olaylara karışmış veya Kur’ân-ı Kerim’de belirtilen emir-
leri yerine getirmemiş bir insan iman ve İ�slâm’dan çıkmış olacak
mıdır?
• İ�nsanların zulüm yapan idarecilere karşı tavrı ne olacaktır?[79] gibi
daha nice uzatabileceğimiz sorular dizini Müslümanları Kur’ân ve
sünneti incelemeye ve bu konular üzerinde kelâmî� manada tartış-
malarına neden olmuştur.

Hz. Ali- Muâviye b. Ebî� Süfyân arasında süregiden iktidar mücadele-


si sırasında isimlerini duyuran Haricî�ler, bedevî� kökenli insanlar olup, ne
Haşimî�lerin ne de Emevî�lerin yapmış oldukları mücadeleyi haklı bulmu-
yorlardı. Onlar tahkime gidilmesini de doğru bulmamışlar ve bu süreçte
sloganları “Allah’tan başka hüküm verici yoktur.” diyerek karşı çıkmışlar-
dır. Bu kimseler işi daha da ileri götürerek İ�slâm toplumunu içinde bulun-
duğu kötü ortama sürükleyen kişiler olarak gördükleri Hz. Ali, Muâviye ve
428
Amr b. el-As’a suikastte bulunmuşlardır. Netice olarak başta siyasi olaylar

[78] Watt, M., İslâmi Tetkikler (trc. Süleyman Ateş, Ank. 1968), s. 15.
[79] E. Ruhi Fığlalı, İtikadî İslâm Mezhepleri, Ankara 1980, s. 27.
Emevilerde İlmî Hayat ■

neticesinde görüş ayrılığına düşülerek siyasi bir hizip olarak ortaya çıkan
Haricî�ler, görüşlerini meşrulaştırmak amacıyla dinî� argümanları kullan-
mışlar ve dinî� bir grup hüviyetine kavuşmuşlardır.

Bedevî� karakterli bu hareketin İ�slâm düşüncesine ve hayatına yap-


mış olduğu en büyük katkıyı, devlet siyaseti ve içtimai hayatın tavizsiz bir
şekilde Kur’ân’a dayanması gerektiği hususundaki ısrarları ile yapmışlar-
dır.[80] Ancak onlar bu düşüncelerini kuvveden fiile geçiremeyecek kadar
katıydılar. Ö� zellikle Emevî�ler döneminde mevcut yönetime karşı küçük-
lü büyüklü 16 kadar isyan girişiminde bulunmuşlardır.[81] Onların azlığı,
güçsüzlüğü, yenilgileri hiç önemli değildir. Çünkü onlar Emevî�lere karşı
mücadeleyi kutsal bir vazife, cihad olarak kabul ediyorlardı. Hatta onlar
Emevî�lere karşı mücadele eden diğer muhalif gruplara da destek veriyor-
lardı.[82]

Haricî�lerin taşıdıkları sert fikirler kendi aralarında da tartışmalara


sebep oluyordu. Emevî�ler döneminde H. 65 yılına gelindiğinde kelâmi an-
lamdaki tartışmalar onları da bölünmeye itti. Klik liderlerinin isimlerine
nazaran Ezarika, Necedat, Sufriye ve İ�badiye diye adlandırılan bu grupla-
rın ortak özellikleri kurtuluşu karizmatik bir liderin etrafında yer almak-
tan ziyade Allah’ın emir ve nehiylerinin tam olarak uygulandığı, sağlam
karizmaya malik olan bir toplumda aramalarıydı. Bunlara göre insan böy-
le bir cemiyetin üyesi olarak kurtuluşa erebilirdi.[83]

Haricî�lere göre bütün Müslümanların halife seçilebilme hakkı vardır.


Halife seçilen kimsenin görevi bırakması uygun değildir. Halife zulmeder-
se azli ve katli mübah olur.[84] Onlar, bütün Müslümanların hür olsun, köle
olsun halife seçilebilme hakları vardır şeklindeki görüşleriyle, hilafetin
sadece Resûlullah’ın Ehl-i Beyt’ine münhasır olduğunu kabul eden Şia’dan
ayrı düşünürler.[85]

Haricî�ler, İ�slâm cemaatinin şahsi çıkarlar ve ihtiraslar sebebiyle teh-


likeye düştüğünü, Müslümanların umumî� menfaatlerinin bazı grupların
menfaatine boyun eğdiğini, bu grupların da umumi menfaatlerle diledik-
leri gibi oynadıklarını düşünüyorlardı. Onlar Emevî�lerin ilk dönemlerinde
daha çok siyasi iktidarı hedef alan faaliyetler içinde olmuşlardır. Ancak
Abdülmelik b. Mervan döneminden itibaren siyasi görüşlerinin üzerine

[80] Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 25.


[81] Belâzurî�, Ensâb, IV, 163-186.
[82] Müberred, el-Kamil (thk. İ�brahim b. Muhammed el-Delcimunî�, I-III, Mısır ?), III, 429
154-155.
[83] Watt, İslâmî Tetkikler, s. 18.
[84] Mes’udî�, Murûc, II, 110-111.
[85] H. İ�brahim Hassan, İslâm Tarihi, II, 69.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

dini görüşlerini de ikame etmeye başladılar. Onlar, imanın sadece Allah’a


ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmaktan ibaret olmayıp adalet,
doğruluk, oruç ve namaz gibi dinin emirlerini ifa etmenin de imandan bir
cüz olduğunu kabul ettiler. Böylece onlar Allah’tan başka ilah olmadığı-
na, Muhammed’in O’nun Resulü olduğuna iman edip de dinin farz kıldığı
şeyleri yapmayıp büyük günah işleyen kişilerin kafir olduğuna inandılar.
Böylece Haricî�lerin dinî� konulardaki fikirleri siyasi fikirlerinden daha az
şiddetli olmadı. Onların siyasi taassuplarının dini düşüncelerindeki bakış
açısı üzerinde büyük tesiri olmuştur.[86]

Yine hilafet gibi ya da iktidarın paylaşımı gibi tamamen siyasî� bir


konudan kalkarak üzerine uzun uzun kelamî� manada tartışmalara sebep
olan siyasi ve dinî� bir ekol haline gelen diğer bir grup da Şia’dır.

Şia, Ali b. Ebî� Talib’in Hz. Muhammed’den sonra nass ve tayinle halife
olduğuna inanan, imametin kıyamete kadar onun soyundan çıkmayacağı-
nı ileri süren, bu imamların masum olduklarını iddia eden toplulukların
müşterek adıdır.[87] Her ne kadar Şiî� müellifler bu hareketin başlangıcını Hz.
Peygamber’in vefatından itibaren başlatırlarsa da[88] bu hareket de diğer
hareketler gibi Müslümanlar arası iç çatışmalar neticesinde doğmuştur. İ�n-
sanların bu hareketi başa götürmeleri ve dinî� birtakım argümanları kullan-
maları, onu temellendirmek ve meşruiyet kazandırmak amacına yöneliktir.
Bazı araştırmacılar Şia hareketinin başlangıcını seri halinde birtakım siyasi
başarısızlıklara bağlarlar.[89] Hakikaten bu fikirleri iddia edenlere göre hi-
lafet konusunda Hz. Ali’nin, oğulları Hasan ve Hüseyin’in başına gelenlerin
başka bir izahı olmalıydı. Onlar imametin ele geçirilemeyişinin sebeplerini
başka yerlerde ararlar. Onların siyasi kıyamlarının ekseriyeti dramatik son-
la neticelenmiş olması nedeniyle Haricî�ler gibi net olabilmeleri sözkonusu
olamadı ve onlar inançlarda aşırı farklılaşmaya gittiler.

Böylece Emevî�ler devri Şiî�liği, sonraki dönemlerdeki Şiî�likten daha


müphem ve belirsiz bir manzara arzediyordu. Bir kısım Şiî�ler kendilerini
istikbâli gözetmede siyasi bir haraketsizliğe bırakmışlar ve bu davranışı
mazur göstermek için de şu dinî� görüşü bulmuşlardır. İ�mam ölmemiştir,
fakat gizlenmiştir ve uygun bir zamanda mehdi yahut hidayete sevkedil-
miş bir mesih gelecek ve bütün kötülükleri düzeltip yeryüzünü adaletle
dolduracaktır.[90]

[86] H. �brahim Hassan, II, 70.


430 [87] E. Ruhi Fığlalı, İmamiyye Şiası, İ�stanbul 1984, s. 9, vd.; Hasan Onat, Emevîler Devri Şiî
Hareketleri, Ankara 1993, s. 146
[88] Onat, s. 147.
[89] Watt, İslâmi Tetkikler, s. 30.
[90] Watt, İslâmi Tetkikler, s. 33.
Emevilerde İlmî Hayat ■

Şia’da imamet konusu temel inançlardandır. Siyasi başarısızlıkların


verdiği eziklik bazı insanlarda, kurtuluşun veya refahın yolu insan üstü
özelliklerle mücehhez bir liderin peşinde yürümektir şeklinde bir inanca
sebep olmuştur. Bu vasıflar da Allah vergisi vasıflar olup ilahî� bir mazha-
riyet ve lütuftur[91] denilmektedir. Kısacası bu hareket gücünü imamdan
alan bir hareket olmuştur. Ancak bu harekette de diğer toplumsal hare-
ketlerde olduğu gibi zaman geçtikçe bölünmeler ve görüş ayrılıkları ol-
muş, değişik gruplar ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en önemlileri İ�mam
Zeyd’e (122/740) nispetle Zeydî�lik, 7. İ�mam Ca‘fer es-Sadık’ın (148/765)
büyük oğlu İ�smail’e nispetle İ�smailiyyedir.

Zeydî�lik, Şiî� mezhepler arasında Ehl-i Sünnete yakın ve en mutedil


olanıdır. İ�mam Zeyd b. Ali b. Hüseyin, Emevî�ler döneminde Hişam b. Ab-
dülmelik’e karşı isyan girişiminde bulunmuş ve bu isyan başarısızlıkla so-
nuçlanmıştır.[92]

Şiiler arasında tartışılan ve kendilerine taraflar bulan görüşler o ka-


dar çoktur ki bunlardan bazıları Hz. Ali’nin ilah olduğuna inanacak kadar
aşırı gittiler. Bu tür görüşleri besleyenler mutedil Şiî�ler tarafından Gulat-ı
Şia olarak isimlendirildiler.

İ�slâm toplumunda siyasi ve dinî� birliğin bozulması sadece bu iki fır-


kanın doğuşuna sebep olmadı. Haricî�ler ve Şia, silahlı çatışma ve isyan-
lardan sonra kelâmî� tartışmaları başlatmışlardı. O güne kadar toplum-
daki çatışmaları biraz kenardan biraz da uzaktan izleyen sessiz kesimde
Emevî�lerin yönetim ve anlayışlarından memnun değildi. Fakat bu kesim
güçsüzlükleri nispetinde yavaş yavaş Emevî�lerin idaresine uydu ve yalnız-
ca iman sahibi olmanın, bir kimsenin Müslüman olarak tanımlanması için
yeterli olduğu ve amellerin esasa ilişkin şeyler olmadığı ortaya konuldu.
Mürcie adı verilen bu kimseler, büyük günah işleyen bir kişi hakkında hü-
küm vermekten kaçınılmasını öğütlediler. Onlara göre, bu kişinin kaderini
Allah tayin edecektir.[93]

Toplumsal hadiseler karşısında ılımlı tavırlar takınan ve mutedil gö-


rüşleriyle tanınan bu kimseler, Emevî�ler döneminde bu ılımlı tutum yavaş
yavaş tam bir Cebrî�ye seviyesine gömülerek, halkın ahlakî� gevşekliğine
uygun bir duruma düştü ve Emevî� idaresinin savunulmasında bir araç
haline geldi. Buna karşılık Emevî�ler de onların görüşlerinin yayılmasını
teşvik ettiler. Sahabî�lerin çoğunluğunu ve genel olarak Medinelileri içine
alan bu ilk siyasi bakımdan tarafsız ve dinî� bakımdan ılımlı kişilerin hakiki 431
[91] Watt, s. 18.
[92] Daha fazla bilgi için bkz. Atçeken, s. 61-85.
[93] Fazlur Rahman, İslâm, s. 107.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

geleneği, Medine’deki dinî� önderlik, Emevî�lerin hakimiyeti altında İ�slâm


devletinin geçirdiği sarsıntıdan müteessir olduğu ve genellikle bu durum-
dan hoşnut olmadığı halde yine de fiilî� bir başkaldırma hareketinden ka-
çındı ve bunun yerine dinî� hukuk ve hadis ilimlerini geliştirmeye ağırlık
verdi.[94]

Mürcie ve Cebrî�ye dediğimiz teslimiyetçi ve çaresiz kalan kimselerin


siyasi otoriteyi ve onların çeşitli davranışlarını meşrulaştırıcı görüşlerinin
ortaya çıkmasından sonra toplumda irade-i cüziyye ve cebir yoğun bir şe-
kilde tartışılmaya başlandı. Emevî�lerin sorumsuz davranışlarını Allah’ın
takdiri şeklinde anlayanlara karşı çeşitli tepkiler oluşmaya başladı. Basra-
lı Hasan el-Basrî� (110/728) tepki gösterenlerin öncülerinden olup insanı
yapmış olduğu fiillerinden dolayı sorumlu tutmuştur.[95] Çünkü bazı kim-
seler Emevî� yönetimi Allah tarafından irade edilmiştir. Günahları vesai-
resi hep O’nun iradesi neticesidir. Binaenaleyh Müslümanlar tarafından
muhalefet edilmemelidir. Bu iddialar, insanların sorumluluğuna inanan
kimselerin tepkisini tahrik edecek mahiyette idi.[96] Neticede Kaderiyye
dediğimiz akım ortaya çıktı.

Kaderiyye ya da insanın fiilerinin kendi iradesiyle meydana geldiğini


savunan görüşün kurucusu olarak Ma’bed el-Cühenî�’nin adı zikredilir. O,
Emevî�lerin zulümlerinin Allah tarafından takdir olunduğu hususunu ka-
bul etmemiştir. Dikkati çeken husus onun 82/701 yılında Emevî�lere isyan
eden Abdurrahman b. el-Eş’as’ın isyanına katılmış olmasıdır. Muhtemelen
o 85/704 yılında Emevî�lerin isyanı bastırmasından sonra yakalanıp idam
edilmiştir.[97]

Kaderiyye akımının ikinci önemli ismi Gaylan ed-Dımaşkî�’dir. Onun


Emevî�lere muhalefetinin daha Ö� mer b. Abdülaziz döneminin başlarında
(99-102/717-720) tezahür etmiş olduğu görülmektedir. Muhtemelen o,
Ö� mer b. Abdülaziz’i belli reformlar yapması için zorlayan ve tenkitçi bir
hava ile bir mektup yazan kimsedir. Kaderiyye akidesinin koyu bir mua-
rızı olarak tanınan Ö� mer’in Gaylan’a görüşünü sorduğu ve onu bu inancın
tehlikesinden dolayı ikaz ettiği ayrıca diğerlerini de Gaylan’ın kader anla-
yışına inanmamaları hususunda uyardığı söylenir. Görüşleri onu, Hişam
b. Abdülmelik (106-126/724-743) döneminde müşkilata sokmuştur. Bu
yüzden bir arkadaşı ile Ermenistan’a kaçtığından bahsedilir. Ancak o daha
sonra Hişam’ın iktidarının sonlarına doğru yakalandı ve idam edildi.[98]

432 [94] Fazlur Rahman, İslâm, s. 108.


[95] Fazlur Rahman, İslâm, s. 108.
[96] Watt, İslâmi Tetkikler, s. 38.
[97] Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 103-104.
[98] Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 104-105. Atçeken, s. 250.
Emevilerde İlmî Hayat ■

Sonuç olarak Hz. Peygamber sonrası İ�slâm toplumunda cereyan eden


hadiselerin çeşitli siyasi ve dinî� görüş ayrılıklarına ve bu görüşler üzerin-
de çok farklı yorumlara yol açtığını, bu yorumların zamanla dinî� mezhep
hüviyetine kavuştuğunu özellikle Emevî�lerin yönetim ve din anlayışları-
nın bu oluşumlara hız ve güç verdiğini söylemek mümkündür.

B. Emevîler Dönemi Kültür Hayatında Bazı


Beşerî İlimlerin Tarihsel Gelişimi

Müslümanların, ilk dönemlerde daha çok dinî� ilimlerle meşgul ol-


duklarını biliyoruz. Ancak Emevî�ler dönemine gelindiğinde onların beşerî�
ilimlerle de ilgilendiklerini görüyoruz. Onların beşerî� ilimlerle meşguli-
yetleri tercüme faaliyetleri neticesinde olmuştur. Dolayısıyla İ�slâm mede-
niyetinin doğuşuna etki eden unsurlar arasında tercüme faaliyetlerinin
yeri büyüktür diyebiliriz. Tercüme hareketinin ilk hedefi tıp ve müspet
ilimlerdi. “Emevî�ler döneminin ilk yıllarından itibaren Müslümanlar tıp
ve kimya gibi ilimlere ilgi duymuşlardır. Bir yandan devlet adamlarının
yabancı ilim adamlarını saraya daveti, diğer yandan Müslümanların bu
ilimleri öğrenme merakı ve gayrimüslim ilim adamlarının bu ilim dalları-
na dair yazmış oldukları Süryanice, Yunanca hatta Kıptice eserleri Arap-
çaya çevirmeleriyle İ�slâm dünyasında giderek hızlanacak olan bir bilimsel
faaliyeti başlatmıştı.”[99] Emevî�ler döneminde gerçekleşen bu tercüme fa-
aliyetlerine Emevî� hanedanından Hâlid b. Yezî�d öncülük etmiştir. Hâlid’in
bu konumunu İ�bn Nedim, iki sebeple izah etmeye çalışır. Birincisi, Hâlid’in
ilim sevgisi ve merakı; ikincisi de Emevî� devlet başkanı Mervan b. el-Ha-
kem’in Hâlid’i kendisinden sonra halife tayin edeceğini belirtmesine rağ-
men sözünde durmayarak kendi oğlu Abdülmelik’i tayin etmesi sonucu
Hâlid’in teselliyi ve meşguliyeti ilimde bulmasıdır.[100]

Araplar arasında müspet ilimlerden en çok bilineni tıp bilimi idi. An-
cak Arap Yarımadasında tıp eğitimi veren herhangi bir eğitim merkezi
yoktu. Hz. Peygamber döneminde yaşayan Hâris b. Kelede, kendisi Taifli
olup İ�ran’da bulunan Cündişapur tıp merkezinde tahsil görmüş daha son-
ra da Hicaz’a dönmüştür.

Hz. Ö� mer döneminde Bizans’ın, İ�ran’ın ve Mısır’ın fethedilmesi neti-


cesinde buralardaki tıp eğitim merkezleri ve eserler Müslümanların eli-
ne geçmiş oldu. Hz. Ö� mer, İ�skenderiye’den ve Ariş’ten getirttiği kitapları
okutturmuştu.[101] Hz. Ali de kendisine gelen bir Yunanlı ile tıbbî� konularda 433
[99] Bayraktar, Mehmet, İslâm Felsefesine Giriş (TDV Yay. Ankara 1998).
[100] Bayraktar, s. 36.
[101] Yakubî�, Tarih, II, s. 26.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

görüş alışverişinde bulunmuştur.[102] Fakat bu ilimlerin Müslümanlar ara-


sında kabul görmesi için uzun bir hazırlık döneminin geçmesi gerekmiş-
tir. Bu dönemde geleneksel tıp anlayışı ve Hz. Peygamber’in tavsiye ve
öğütleri toplumda hakim olmuştur.

Yukarıda da belirtildiği gibi İ�ran’ın, Bizans’ın ve Mısır’ın fethedilmesi


bu konudaki eserlerden, eğitim merkezlerinden ve tabiplerden yararlan-
ma imkânı sağlamıştır. Emevî�ler döneminde sarayda genelde Cündişapur
tıp merkezinde yetişen tabiplere yer verilmiştir. Muâviye’nin doktoru
Ebû’l-Hakem, İ�bn Asal,[103] Haccâc’ın doktoru Teyazuk ve Abdülmelik b.
Ebcer bunlardandır. Emevî�ler döneminde Cündişapur, yeni başlayan ter-
cüme hareketinin merkezi olmuştur.[104]

Emevî�ler zamanında Mervan b. el-Hakem’in emriyle Mâsercis, Ah-


ron’un Kunnaş adlı eserini Arapça’ya çevirmişti. Bu eserin tıp sahasında
Arapça’ya tercüme edilen ilk eser olduğu söylenir. Bu eser otuz makaleden
oluşur, Mâsercis, bu esere iki makale daha ilave etmiştir.[105]

İ�skenderiye’de bulunan tıp okulu genel olarak Hipokrat’ın fikirlerine


dayanır. Bu tıp merkeziyle Hz. Ö� mer döneminde başlayan ilişki Emevî�ler
döneminde de gelişerek devam etmiştir. Ö� zellikle I. Yezî�d’in oğlu Hâlid,
iktidar hakkı elinden alındıktan sonra, kendisini ilme vermiş, İ�skenderi-
ye’den getirttiği kitapları okumuş, İ�skenderiyeli ilim adamları vasıtasıyla
felsefe, tıp ve kimya öğrenmiştir.[106] Hz. Ö� mer’in kurmuş olduğu Kûfe’de
zamanla felsefe, tıp ve veterinerlik ilmi çok gelişmiştir. Gerçi bu ilmî� gele-
neğin arkasında Hire bulunmaktaydı. İ�slâm öncesi dönemde Hire’de Tıp
ilmi fevkalade ileri düzeydeydi ve din adamları, tarafından yürütülüyordu.
Felsefe ise din adamlarının yanında Huneyn’in babası gibi zengin kimsele-
rin uğraş alanıydı.[107] Bu geleneği devralan Kûfe’de Yahudi ve Hıristiyan-
lar daha çok tıp, eczacılık ve felsefe ile meşgul oluyorlardı.[108] Yine Arap-
lardan ancak hangi dine mensup olduklarını bilemediğimiz bazı aileler
Kûfe’de tıp ilmiyle meşgul oluyorlardı.[109]

[102] Tabersî�, Ebû Mansur Ahmed b. Ali b. Ebî� Talib, el-İhticac, I/II (thk. Muhammed
Bakır el-Musevî� el-Horasanî�), Beyrut 1981, 235-238.
[103] İ�bn Ebî� Usaybia, Tabakatu’l-Etıbbâ, 175.
[104] S. Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim (trc. İ�lhan Kutluer, İ�stanbul 1989), s. 176.
[105] İ�bnü’l-Kıftî�, Ahbaru’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukemâ, Kahire ?, s. 67; İ�bn Ebî� Usaybia, s.
159; Hilmi Ziya Ü� lken, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü (İ�stanbul, 1935), s. 55-
62.
[106] Gülsüm Sezen, Cahiliyye Devrinden Emevîlerin Sonuna Kadar Müslümanlar Tıbbî
434 Gelişmeler (Basılmamış Y. Lisans Tezi), Ankara 1977, s. 82-83.
[107] İ�bn Ebî� Usaybia, s. 258.
[108] İ�bnü’l-Kıftî�, s. 169.
[109] İ�bn Hazm el-Endelüsî�, Cemheretü Ensabi’l-Arap (thk. komisyon, Beyrut 1983), s.
188; Yakut, el-Müktedab min Kitâbi Cemhereti’n-Neseb (thk. Naci Hasan, Beyrut
Emevilerde İlmî Hayat ■

61/680 yılında Yakup er-Ruhavî� İ�skenderiye’ye tıp öğrenmek üzere


gitmişti. Döndüğünde ise Antakya tıp okulunun başına getirilmiş ve orada
11 yıl hocalık yapmıştır.[110]

Kendisi de bir ilim adamı olan Ö� mer b. Abdülaziz, halife olmadan


önce İ�skenderiye’deki tıp okulunun hocalarıyla görüşmüş ve Abdülmelik
b. Ebcer ile dostluk kurmuştur. Belki de bu görüşmeler babası Abdüla-
ziz’in Mısır valiliği esnasında olmuştur. Ö� mer devlet başkanı olduğu za-
man, Abdülmelik’i kendi himaye ve hizmetine almış, Abdülmelik Ö� mer’in
teşvikiyle İ�skenderiye’deki tıp okulunu Antalya’ya taşımıştır.[111]

İ�ran’da Kazerun yakınlarında Kisra I. Şâpur b. Erdeşir (241-273) ta-


rafından kurulan Cündişapur tıp merkezi zamanla büyük bir ilim merkezi
olmuştur.

Hatta Arapların tabibi olarak belirtilen Hâris b. Kelede burada tahsil


görmüş, bu kimse İ�ran Kisrası Anuşirvan (531-597) ile tıp üzerine sohbet
yapmıştır.[112] Cündişapur, Hind, Yunan, İ�ran ve Mısır felsefe ve tıbbının bu-
luştuğu bir merkezdir. Yunan ilmi daha ziyade İ�skenderiye’de yoğunlaştığı
halde, burada son derece mutaassıp Hıristiyanların oturması nedeniyle,
pek fazla ilerleme gösterememiş Mısır vasıtasıyla başka yerlere ulaşmış-
tır. Yunan ilmini Müslümanlara ulaştıranlar Cündişapur’da yetişen Nas-
turi Hıristiyanlar olmuştur.[113] Bunlar Yunan tıbbıyla İ�slâm tıbbı arasın-
da bir köprü vazifesi görmüşlerdir. Ayrıca 592 yılında Atina’dan sürülen
Yeni Eflatuncu filozoflar tam bir fikir hürriyetinin yaşandığı Cündişapur’a
gelip yerleşmişlerdir. Böylece Cündişapur’da İ�slâm’ın doğuşuna yakın bir
zamanda İ�slâm tefekkürünü derinden etkileyecek bir buluşma meydana
gelmiştir.[114]

Cündişapur, Hz. Ö� mer zamanında Ebû Mûsâ el-Eş’arî� tarafından barış


yoluyla fethedilmiş (17/638), Müslümanlar bu tıp merkezinin faaliyetle-
rini serbest bırakmışlardı. Hatta Hz. Osman zamanında bu okul mezunu
Ebû’l-Hakem, Medine’de doktorluk yapmıştır.[115]

Emevî�ler de Cündişapur tıp merkezinin faaliyetlerini teşvik etmiş-


ler, oradan mezun ünlü hekimleri saraylarına almışlardır. Yukarıda da

1987), s. 85.
[110] Sezen, s. 83.
[111] Hitti, II, 399; İ�bn Ebî� Usaybia, 116, 125-126.
[112] Gülsüm Sezen, s. 84. 435
[113] Mayerhof, M., İslâm Medeniyeti Tarihinde Fen ve Tıp (trc. Ö� . Rıza Doğrul, İ�stanbul
1935), s. 8.
[114] Mayerhof, M., s. 9.
[115] Fazıl Halil İ�brahim, Hâlid b. Yezîd ve Siretuhu, s. 51.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

bahsedildiği gibi Muâviye’nin özel


doktorları Ebû’l-Hakem, İ�bn Asal ve
Mervan b. el-Hakem’in özel doktoru
Mâsercis,Cündişapur’dayetişmiştir.[116]
Cündişapur, İ�skenderiye ve diğer böl-
gelerdeki sözlü gelenekler de daha ilk
zamanlardan itibaren İ�slâm medeni-
yetine aktarılarak 2/8 yüzyılda İ�slâm
tıbbınınoluşumundaetkiliolmuştur.[117]

İ�slâm dünyasında tercüme fa-


aliyetleri, pek çok doğulu ve batılı
müellifin bahsettiği gibi Abbasî�ler
Resim 15:
döneminde değil, Emevî�ler döneminde başlamıştır. Emevî�ler, kendi dö-
Tarihî bilim
merkezi nemlerinde gayrimüslimlerin yaşadıkları ve sahip oldukları ilmî� mü-
Cündişapur esseselere hiçbir zaman zarar vermeyi düşünmemişler, aksine onların
şehrinin
günümüzdeki çalışmalarını teşvik etmişlerdir. Onların yalnızca ilmî� çalışmaları kurum-
kalıntıları. sallaştırma açısından geride kaldıkları, bu çalışmaların ferdî� gayret ve
[https://bit. teşviklerle yürütüldüğü söylenebilir. Emevî�ler döneminde yeni kurumlar
ly/2LHMdLc]
oluşturmak yerine mevcut yabancı kurumlardan istifade düşünülmüştür.
Ö� zellikle saray çevrelerinde tıp tahsili almış gayrimüslimlerden istifade
edilmiştir.[118]

Tercümeler Emevî�lerin kurucusu Muâviye b. Ebî� Süfyân’la birlikte


başlamıştır. O pek çok sahada olduğu gibi tıp alanında da eserler yazılma-
sını istemiş, bunun üzerine İ�bn Asâl (46/666) Müfret ve Mürekkep İlaç-
lar ve Kuvvetleri isimli bir çalışma yapmış, bu çalışmasına Yunanca’dan
ve Süryanice’den pek çok eseri kaynak göstermiştir. Hatta Muâviye ondan
bu eserlerden birkaçını Arapça’ya tercüme etmesini istemiştir.[119] Irak va-
lisi Haccâc’ın doktoru Teyazuk’un da (90/710) Yunanca’dan tercümeleri
vardır. Bu doktor, döneminde geliştirdiği humma tedavi yöntemiyle şöh-
ret bulmuştur.[120] Yine daha önceki sayfalarda belirtiğimiz gibi Mervan b.
el-Hakem, Basralı Yahudi bir tabip olan Mâsercis’ten tıp alanındaki eser-
lerden tercüme yapmasını istemiş, o da Yunancadan tercüme yapmıştır.[121]
Muâviye’nin Kûfe valisi Ziyâd b. Ebî�hi’nin parmağı kangren olduğu zaman,
şehirdeki tabipler toplanmış ve cerrahi müdahaleye karar vermişlerdi. Bu

[116] İ�bn Ebî� Usaybia, 171-172, 175, 178, 179.


436 [117] S. Hüseyin Nasr, 173.
[118] �bn Haldun, Mukaddime (trc. Zakir Kadiri Ugan, I-II, �stanbul 1991), II, 600.
[119] Fazıl Halil İ�brahim, s. 50.
[120] İ�bn Ebî� Usaybia, s. 12.
[121] �bn Nedim, Fihrist, s. 88.
Emevilerde İlmî Hayat ■

da o esnada cerrahi müdahalede bulunabilecek tabiplerin varlığına ve bu


tıbbi tedavi yönteminin bilindiğine bir işarettir.[122]

Emevî�ler döneminde veterinerlik konusunda da bazı bilgiler mevcut-


tur. Mesela bazı kaynaklarda Kûfe’de kurt düşen hayvanların vücudunda-
ki kurtları dökmek için katran kullandıkları[123] yazılıdır.

Emevî� prenslerinden Hâlid b. Yezî�d de tıp ve kimya ilmiyle ilgilenmiş,


konuyla ilgili pek çok kitap satın alarak tercüme ettirmiştir.[124] Hâlid b.
Yezî�d, Mısır’a Arapça öğrenmek için gelen Yunanlı hekimleri Şam’a davet
ediyor ve tıp ya da özellikle kimya ile ilgili Yunanca ve Kıptice eserleri
tercüme ettiriyordu.[125] Kimya ilmiyle ilgili, Marianus isimli bir papazdan
dersler de alan Hâlid b. Yezî�d’in bu konuda bir eser yazdığından da bahse-
dilirse de[126] bugün bunu teyit edebilecek bilgilerden yoksunuz.

Emevî�ler dönemi tıbbıyla ilgili olarak kaynaklarda en son Yezî�d b.


Abdilmelik’in (101-105/720-724) doktoru Ahmed b. İ�brahim’in tıp saha-
sında Arapça eser telif ettiğinden bahsedilir.[127] Bu tarihten itibaren bu
konularla ilgili fazla malumata rastlanmamaktadır. Bu durum tabiatıyla
siyasi atmosferin karışması ve insanların daha değişik konularla meşgul
olmalarındandır.
Emevî�ler döneminde ilk hastane kuran kişinin de Velid b. Abdülmelik
(86-96/705-715) olduğu belirtilir. Bu konudaki en geniş bilgiyi Makrizî�
verir ve onun bu hastaneye maaşlı doktorlar tayin ettiğini, cüzzam has-
talarının ortalıkta dolaşmamaları için onların hastanede toplanmasını
emretmiş, bu hastalara ve âmâlara devlet tarafından erzak tayini yapıl-
mıştır.[128]
Emevî�ler dönemi İ�slâm toplumunda Müslümanlar arasından yetişen
ve toplumda meşhur olan herhangi bir tabip ismine rastlanmamaktadır.
Bu dönemin bir geçiş dönemi olduğu düşünüldüğünde ve tercüme faali-
yetinin yeni gelişmeye başladığı göz önüne alındığında bunu normal kar-
şılamak gerekir. Başta da ifade ettiğimiz gibi pek çok iç siyasi çatışmanın
yaşandığı bu dönemlerde tıp alanında sahasında uzman gayrimüslimler-
den yararlanılmış, ele geçen kurumlar yaşatılmaya çalışılmıştır. Emevî�ler
döneminde özellikle saraylarda üst düzey kişilere hizmet veren doktorlar
arasında aşağıdaki isimleri görmekteyiz.

[122] Belâzurî� (297/892), Ensabü’l-Eşraf (thk. İ�hsan Abbas, Beyrut 1979), IV, 227.
[123] Hoda Murad, Keşver-i Hire der Kalemru-ı Şahinşahiy-ı Sasanîyân (Tahran 1976), 98.
[124] H. �brahim Hassan, II, 228. 437
[125] Fazıl Halil İ�brahim, s. 53.
[126] Huart, Clement, Arap ve İslâm Edebiyatı (trc. Cemal Sezgin, Ankara 1971), s. 303.
[127] Kalkaşandî�, Subhu’l-A’şa (I-XV, Beyrut 1987), I, 431; Kettanî�, II, 211.
[128] Makrizî�, Hıtat (I-II, Beyrut ?), II, 405.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İ�bn Asâl: (H. 46) Rum kökenli bir Hıristiyan olan İ�bn Asâl, Cündişa-
pur tıp merkezi ekolüne mensuptur. Şam’da elde ettiği büyük bir şöhreti
vardı. Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın Şam’da uzun yıllar görev yapması, doktor
İ�bn Asâl’la arasında iyi bir diyalogun gelişmesine sebep olmuştur. Daha
sonra bu iyi ilişkiler sıcak bir dostluğa dönüşmüş ve İ�bn Asâl, Muâviye’nin
nedî�mi olmuştur.[129]
İ�bn Asâl, H. 46 yılında Benî� Manzum kabilesi mensuplarınca öldürül-
müştür. Sebebi, Suriye bölgesinde halk nezdinde büyük bir otorite elde
eden Abdurrahman b. Hâlid b. Velid’in İ�bn Asâl tarafından (tabiki Muâvi-
ye’nin emriyle) zehirlenmesi gösterilir. Çünkü İ�bn Asâl, müfred ve mürek-
keb ilaçlar hususunda son derece uzman bir kimse olup, öldürücü zehirle-
ri ve dozlarını çok iyi bilirdi. Rivayetlere göre Abdurrahman’ın Suriye’deki
önlenemez yükselişinin önüne geçmek isteyen Muâviye, Abdurrahman’ın
bir hastalığında tedavisi için gönderdiği İ�bn Asâl tarafından zehirlenerek
ortadan kaldırılmıştır.[130]
Ebul-Hakem ed-Dımaşkî�: (760) Yine Cündişapur tıp okulundan yetiş-
me Hıristiyan bir doktor olan Ebû’l-Hakem, aslında Hz. Osman döneminde
şöhrete ulaşmış bir hekimdi. Belki de Hz. Osman’la ilişkisini Şam valisi
Muâviye temin etmiş olabilir. Hz. Osman, muhasara altına alındığı zaman,
isyancılardan korkarak Şam’a kaçmış ve orada yaşamaya devam etmiştir.
Muâviye iktidarı elegeçirdikten sonra onu saraya davet etmiş kendisine
özel doktorluğu görevini vermiştir. Çeşitli hastalıklar konusunda uzman
olan Ebû’l-Hakem’in bazı hastalıklara başarılı müdahalelerde bulunduğu,
zehirler konusunda uzman olduğu, ilaçlar hususunda Muâviye’nin kendi-
sine güven duyduğu belirtilir.[131]
Muâviye, oğlu Yezî�d’i hac emiri olarak tayin ettiği sene yanında doktor
olarak Ebû’l-Hakem’i görevlendirmiştir. H. 55’li yıllardan sonra gerçekleş-
tiği tahmin edilen bu hadiseden Ebû’l-Hakem’in Müslüman olduğu çıka-
rılabilir mi bilemiyoruz. Ebû’l-Hakem, Abdülmelik b. Mervan’ın vefatında
onun başında bulunan hekimdi.[132] Buradan onun üst düzey yöneticilerle
ilişkisinin Muâviye’den sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır.
Ebû’l-Hakem’in oğlu da doktordu. Yalnız onun tıp tahsili yapıp yap-
madığını veya bildiklerini babasından mı başkasından mı öğrendiğini
bilemiyoruz. Emevî�ler dönemini sonuna kadar yaşamış, Abbasî�ler’in ilk
dönemini de görmüştür. Oğlu İ�sa’yı da doktor yetiştirmiştir. O buna göre
105 yıl yaşamıştır. Ö� zellikle bu aile hukne, hacamat (kan aldırma) ve keyy
438
[129] İ�bn Ebî� Usaybia, s. 116.
[130] İ�bn Ebî� Usaybia, s. 171-172.
[131] İ�bn Ebî� Usaybia, s. 175; Fazıl Halil İ�brahim, s. 50.
[132] İ�bnü’l-Kıftî�, s. 123; İ�bn Ebî� Useybia, 175.
Emevilerde İlmî Hayat ■

(dağlama) konusunda uzman idi. Ayrıca o dönemde kanın durdurulması


için yaranın sıkıca bağlanması, kanı pıhtılaştırmak için uzun süre soğuk
suya sokulması gibi yöntemler sıkça başvurulan unsurlardı.[133]
Emevî�ler döneminde yetişmiş ve görev yapmış tabiplerden biri de
meşhur Irak valisi Haccâc b. Yusuf’un doktoru Teyazuk’tur (90/711). Baş-
langıçta Abdülmelik’le dostluğu olduğu, Abdülmelik’in kendisini yanına
aldığı ve kendisine özel doktorluk görevi verdiği belirtilir. Daha sonraki
dönemlerde Haccâc’ın doktorluğunu yapmıştır. Teyazuk’un faziletli, güzel
sözlü ve yetkin bir doktor olduğu anlatılır. O, Haccâc’ın hastalıklardan ko-
runmak ve sağlıklı kalmak için yapılması gerekenleri sorduğunda: “Ancak
genç kadınla evlen, pişmemiş eti yeme, iyice çiğnemeden lokmayı yutma,
sevdiğin şeyleri yiyip iç, bir şey içince üzerine bir şey yeme. Küçük ve bü-
yük abdestini tutma. Gündüz yemek yiyince biraz uyu ve gece yemek yer-
sen yüz adım yürü.” şeklinde cevap vermiştir.[134]
Ö� zellikle humma hastalığının tedavisiyle meşhur olan Teyazuk’un
Kunnaş’i-Kebir ve Kitabu İbdali’l-Edviye isimli eserlerin de müellifi oldu-
ğu belirtilir.[135] Haccâc’ın doktorluğunu yaptığı yıllarda Teyazuk, Irak’ta
bir tıp okulu meydana getirmiştir.[136] Furat b. Şehnata onun yetiştirdiği
önemli öğrencilerinden biridir.[137]
Emevî�ler dönemindeki meşhur tabiplerden biri de Mervan b. el-Ha-
kem’in muasırı olan Mâsercis’tir. Bu zatın İ�ranlı bir Yahudi olduğu veya
Süryani olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Ahron’un Kunnaş isimli
eserini Süryanice’den Arapça’ya çevirmiş olduğuna bakılırsa, bir Süryani
olması daha muhtemeldir. Mervan b. el-Hakem tarafından tercüme ettiri-
len bu eser, Ö� mer b. Abdülaziz tarafından kölesine 40 günlük bir çalışma
sonunda yeniden gözden geçirtilmiş ve insanlığın yararına sunulmuştur.[138]
Mâsercis’in tercüme ettiği ve kendisine atfedilen bazı eserleri de yine İ�bn
Ebî� Usaybia’da geçmektedir.[139]
Buraya kadar anlattığımız tabipler genelde Cündişapur tıp okuluna
mensup kimselerdir. Emevî�ler döneminde tabiplik yapan Abdülmelik b.
Ebcer, İ�skenderiye tıp okulu mezunudur. Abdülmelik’in bir Hıristiyan ol-
duğu bilahare Ö� mer b. Abdülaziz eliyle İ�slâmiyeti seçtiği belirtilir. Onun-
la sıkı bir arkadaşlığından bahsedilir. Muhtemelen bu durum Ö� mer’in

[133] Sezen, s. 95-96.


[134] İ�bn Kuteybe, Uyunu’l-Ahbar (I-IV, Kahire 1930), III, 270; İ�bn Abdirabbih IV, 276; İ�bn
Ebî� Usaybia, s. 180.
[135] İ�bnü’l-Kıftî�, s. 105; İ�bn Ebî� Usaybia, s. 123-129. 439
[136] İ�bnü’l-Kıftî�, s. 105.
[137] Sezen, s. 97.
[138] İ�bn Ebî� Usaybia, s. 102.
[139] Gülsüm Sezen, s. 98.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Medine’de ilim tahsil ettiği yıllara tekabül eder. Mısır valisi babası Ab-
dülaziz’i ziyarete gidip geldiğinde ilim merkezlerini ziyaret eden Ö� mer,
Abdülmelik’le tanışmış olmalıdır. Ö� mer, devlet başkanı olduğu zaman İ�s-
kenderiye tıp merkezini Abdülmelik b. Ebcer’le anlaşarak Antakya ve Har-
ran’a taşımıştır. Abdülmelik, Ö� mer b. Abdülaziz’in doktorluğunu da yaptı
ve Ö� mer hastalandığında o çok yakın ilgi gösterdi.[140]
İ�skenderiye tıp okulunda tıp tahsil etmiş bir diğer tabip Yakup er-Ru-
havî�’dir. H. 61 yılında İ�skenderiye’ye giden Yakup, döndükten sonra Antak-
ya tıp okuluna hoca olmuş ve 11 yıl burada hocalık yapmıştır.[141] Emevî�-
ler döneminde ismine rastladığımız son doktor Ahmed b. İ�brahim’dir.
101/720-724 yılları arasında devlet başkanlığı yapan Yezî�d b. Abdülme-
lik’e doktorluk yapmıştır. Hakkında çok fazla bilgi verilmeyen Ahmed b.
İ�brahim’in tıp sahasında telif ettiği eserlerin olduğu belirtilir.[142]
Netice olarak Emevî�ler dönemi Müslümanların beşerî� ilimlerde bir
hazırlık ve alt yapı oluşturma dönemidir. Fetihler sonucu ele geçen top-
raklardaki kurum ve kuruluşlara zarar verilmediği gibi onların çalışma-
ları teşvik edilmiş, hatta alanlarında uzman olan pek çok kişi devlet baş-
kanından ve saraydan çok yakın ilgi ve alaka görmüştür. Ayrıca bu ilmî�
çabaların yaygınlaşması yolunda çeşitli adımlar atılmıştır.

440
[140] Fazıl Halil İ�brahim, s. 26.
[141] Fazıl Halil İ�brahim, s. 26.
[142] Fazıl Halil İ�brahim, s. 55.
Doç. Dr. Mustafa ÖZKAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi

VII. EMEV�LERDE D�N� HAYAT

A. İslâm Toplumunda Dinî Hayata Dair Tezâhürler

Dinî� hayat, toplumun bütün dinî� unsurlarını içine alan bir


terim olarak kullanılmaktadır. Dinî� hayat temelde şu dört unsur-
dan uluşmaktadır: Birincisi, toplumun sahip olduğu inanç (aki-
de). İ�kincisi ibadet. İ�badetle, toplumun yapmış olduğu ibadetin
dinle ilişkisi, şekli ve sıklığı kastedilir. Ü� çüncüsü, dinî� hayatın
toplamda bireyde oluşturduğu davranış biçimi. Dördüncüsü ise
zihniyyetir. Zihniyetle kastedilen, genel anlamda bireylerin ya-
şama ilişkin tutumlarıdır.

Tarih boyunca din bireyin zihin yapısı, işleyişi, olayları oku-


yuş biçimi, giyiniş tarzı, tüketim alışkanlıkları ve davranışları
üzerinde direkt ya da dolaylı olarak etkili olmuştur. Aynı zaman-
da kişiler arası münasebetleri ve toplumsal hayatı etkileyen te-
mel müesseselerden biri olan din, toplum hayatında son derece
önemli bir kurum olarak varlığını sürdürmüş ve sürdürmekte-
dir.[1] Dolayısıyla sosyolojik bir gerçek olarak dinin; toplumların
inanç, ibadet, siyasî� düşünce, sosyal ilişkiler, iktisadî� yaşam ve
kısacası hayatın tüm alanlarında belirleyici olma özelliğini gü-
nümüzde de devam ettirdiğini söylemek mümkündür.

Emevî�ler dönemindeki müslüman toplumda dinî� tezâhür-


ler, hayatın muhtelif alanlarında farklı şekillerde kendisini gös-
termiştir.[2] Çünkü müslüman toplum, sahip olduğu inancın gere-
ği olarak dini, hayatın tüm alanlarında tatbik etmeye çalışmıştır.
441
[1] Köktaş, M. Emin, Türkiye’de Dinî Hayat, İ�stanbul 1993, s. 11.
[2] Tennûhî�, Ebü’l-Ali el-Muhessin b. Ali, Kitâbü’l-Ferec, Beyrut 1978, I, 184,
205, 222-225; Fehmî�, Abdurrezzâk Sa’d, el-Âmme fi’l-Bağdâd fi’l-kar-
ni’s-sâlis ve’râbi’ı’l- hicrî, Beyrut 1983, s. 242-243.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Sözü edilen toplumda inanç ve ibadetin yanı sıra sosyal ilişkiler, siyasal
yaşam, eğitim ve kültür hayatında dinin tezahürlerinin somut olarak gö-
rülmesi de bunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Emevî� toplumunda dinî� tezâhürlerin kendisini somut olarak göster-


diği alanların başında, kuşkusuz ibadet hayatı gelmiştir. Zikredilen dö-
nemde bayram, cuma ve vakit namazları camilerde topluca kılınmıştır.
Vakit namazları şehrin diğer camilerinde de kılınmakla birlikte, bayram
ve cuma namazları şehrin merkezinde bulunan ve diğer camilere nazaran
daha büyük olan camide kıldırılmıştır.[3]

Bir ibadet mekânı olarak camide sadece namaz kılınmamıştır. Aynı


zamanda camilerde eğitim-öğretim faaliyetleri yürütülmüş,[4] devletin
politikalarıyla ilgili duyurular yapılmış ve toplu yaşam kuralları hatırla-
tılmıştır. Bu yönüyle camiler, toplumun her türlü ibadetini yaptığı, dinî� so-
rularına cevap bulmaya çalıştığı, ilim tahsil ettiği ve şikâyetlerini dillendi-
rebildiği bir mekân görevini görmüştür. Dolayısıyla Emevî�ler döneminde
dinî� tezâhürlerin ibadet ve eğitim boyutunun belirgin olarak görüldüğü
yerlerin başında camiler gelmiştir diyebiliriz.

Emevî�ler’de dinî� tezâhürlerinin belirgin olarak görüldüğü zaman di-


limlerinin başında Ramazan ayı ve bayram günlerinin geldiği söylenebilir.
Ö� rneğin Ramazan ayında sevap kazanmak amacıyla fakirlere çok miktar-
da yiyecek ve giyecek yardımı yapılırdı.[5] Muhtaç kimseler için çok sayıda
iftar ve sahur sofrası kurulurdu.[6] Ayrıca oruç tutan insanlar, akşamları
topluca teravih namazı kılıyorlardı.[7]

Dinî� tezahürlerlerin somut olarak fark edildiği diğer zamanlardan


birisini de Bayram günleri oluşturuyordu. Bu günlerde bayram namaz-
ları topluca kılınır ve namazdan sonra insanlar bayramlaşırlardı. Kur-
ban bayramında ise namazdan hemen sonra kurbanlar kesilirdi.[8] Ayrıca

[3] Altınay, Ramazan, Emevîler’de Günlük Yaşam, Ankara 2006, s. 126-129.


[4] Bk. Ya’kût el-Hamevî�, Şihâbuddin Yâ’kût b. Abdullah (626/1229), Mu’cemü’l-üdebâ,
Mısır, ts., 73; Çelebi, Ahmet, İslâm’da Eğitim ve Öğretim Tarihi (trc. Ali Yardım),
İ�stanbul 1976, s. 49-51; Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, DİA, İ�stanbul 1995, XI, 99; Aycan-
Sarıçam, Emevîler, Ankara 1993, s. 125; Aycan, İ�rfan, “Emevî�ler Döneminde İ�lmî�
Hayat”, Emevîler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı, Ankara 2003; s. 29-46;
Söylemez, M. Mahfuz, “Eğitim ve Ö� ğretim Faaliyetleri”, Emevîler Dönemi Bilim,
Kültür ve Sanat Hayatı, Ankara 2003, s. 53-82.
[5] Tevhî�dî�, Ebû Hayyân, el-İmtâ’ ve’l-müânese, I-III, Kahire, ts., III, 5; Altınay, s. 335-
336.
442 [6] Belâzürî�, V, 412.
[7] Belâzürî�, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf, I-VIII, Beyrut 1996,
VIII, 250.
[8] Ahmet b. Hanbel (241/855), er-Red ale’l-Cehmiyye ve’z-Zenâdika, Riyad 1977, s.
42; Â� lûsî�, Mahmud Şükrü, Bülûğu’l-erab fî ma’rifeti ahvâli’l-arab, I-III, Beyrut, ts.
Emevîlerde Dini Hayat ■

bayramlarda insanlar temiz-güzel giyinir,[9] bayram ziyaretlerinde bulu-


nur, birbirlerinin bayramlarını tebrik eder[10] ve tatlı ikramında bulunur-
lardı.[11]

Dinî� tezâhürler çerçevesinde Emevî�ler döneminde ifası dikkat çeken


diğer bir uygulama ise, hac ibadeti olmuştur. Dönemin devleti, hac orga-
nizasyonunun sorunsuz geçmesi için hac emirleri tayin etmiştir. Aynı za-
manda haccın yapılışıyla ilgili fıkhî� ihtilafların yaşanmaması ve dolayısıyla
hac ibadetiyle ilgili bir takım değişik uygulamaların meydana gelmemesi
için devlet bazı tedbirler almaya çalışırdı. Bu tedbirlerden bir tanesi, hac
ibadetinin nasıl yapılacağı konusundan bazı âlimlerin tek yetkili fetva
makamı olarak görevlendirilmesi idi. Atâ b. Ebî� Rebâh’ın hac mevsiminde
uzun süre tek fetva mercii olarak görevlendirilmiş olması bu bağlamda
değerlendirilebilir.[12]

Emevî�ler’de ibadetlerin şekli ve mekânı dışında dinî� yansımaların


görüldüğü diğer bir alan ise, kültürel hayat olmuştur. Kültürel hayatla
ilgili olarak da yapılan düğünler dikkatimizi çekmektedir. Bu dönemde,
onbir-oniki yaşlarına gelen kızlar evlendirilirlerdi. Erkeklerde ise bu yaş,
ortalama olarak onbeş idi.[13] Düğün merasimleri için davetiyeler gönde-
rilir, yemek ziyafeti verilir ve eğlence programları düzenlenirdi. Yine dü-
ğünlerin hayırlı olması için dualar yapılır ve evlenenlere bir takım hedi-
yeler verilirdi.[14]

Emevî�ler zamanında mevdana gelen iç çatışmalarla bağlantılı olarak,


kelâmî� bir takım tartışmalar da yaşanmıştır. Dinle ilgili olan bu tartış-
malara müslüman halk da bir şekilde iştirak etmiştir. Ö� rneğin dönemin
müslümanları, bazı yöneticilerin genel olarak din özelde ise kelamî� ko-
nularla ilgili fetva ya da yorumlarının doğruluk derecesini, dönemin sivil

I, 365-366; İ�bnü’l-Esî�r, İ�zzeddin Ali b. Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi’t-târih,


I-IX, Mısır 1348, IV, 255-256.
[9] Kalkaşendî�, Ahmed b. Ali, Subhu’l-aşâ fî sınââti’l-inşâ, I-XVI, Beyrut 1987, II, 444-
445; Ebşî�hî�, Şihâbuddin Muhammed b. Ahmed, el-Müstatraf fî külli fennin-müstaz-
raf, I-II, Beyrut 1986, I, 364.
[10] İ�bn Asâkir, Ali b. Hasan b. Hibetullah (571/1175), Târî�hu medî�neti Dımaşk, I-LXX,
Beyrut 1995- 2000, XIX, 535; Bozkurt, Nebi “Bayram-Bayram Kutlamaları”, DİA,
�stanbul 1992, V, 261.
[11] İ�bn Asâkir, LIII, 223.
[12] İ�bnü’l-Cevzî�, Ebü’l-Ferec Cemâleddin Abdurrahman b. Ali (579/1200), Sıfatu’s-
safve, I-IV, Beyrut 1979, II, 213; İ�bn Kesî�r, Ebü’l-Fidâ (746/1345), el-Bidâye
ve’n-nihâye, I-XIV, Beyrut 1978, IX, 306; Zehebî�, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b.
Osman (748/1374), Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, XXV, Beyrut 1986, V, 82. 443
[13] Câhız, Amr b. Bahr (255/869), Cimriler Kitabı (trc. Yahya Atak), İ�stanbul 1999, s.
194.
[14] Durant, W., İslâm Medeniyeti (trc. Orhan Bahaddin), İ�stanbul, ts. , s. 62; Altınay, s.
349.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

diyebileceğimiz bazı âlimlerine sormak sûretiyle öğrenmeye çalışmıştır.


Dönemin toplumu, önemli tartışmalara neden olan kaderin mahiyeti ve
Kebî�renin (büyük günah) ne olduğuna dair tartışmaları takip etmeye ve
işin aslını öğrenmeye çalışmıştır.[15] Bu yönüyle dinin, düşünce/fikir bo-
yutuyla ilgili yansımalarının en somut şekli, söz konusu zaman diliminde
yaşanılan tartışmalar olmuştur diyebiliriz.

Emeviler döneminde toplum sadece siyasî� ve dinî� tartışmalarla ilgi-


lenmemiştir. Toplum aynı zamanda siyasal erkin tüm baskı ve yasakla-
malarına rağmen, kimi yöneticilerin bazı konulardaki düşüncelerini tas-
vip etmediğini dile getirmiş ve bunları eleştirmiştir. Ö� rneğin Muâviye b.
Ebî� Süfyân ve onun Medine valisi Mervan b. Hakem, Yezî�d b. Muâviye’nin
iktidara getiriliş biçimini Hz. Ebû Bekir’in Hz. Ö� mer’i atamasına benzet-
mişlerdir. Aynı zamanda bunlar, göstermelik biat merasimleriyle, Yezî�d’in
hilâfete seçimle geldiği ve onun halifeliğinin meşrû olduğu süsünü ver-
meye çalışmışlardır. Halktan kimi insanlar ise, ilgili teşebbüse ve bu te-
şebbüsün din üzerinden meşrû kılınmaya çalışılmasına sesli olarak karşı
çıkmışlardır.[16] Yine bazı müslümanlar, Hz. Hüseyin’i öldürten Kûfe valisi
Ziyâd b. Ebihi’nin camide Kerbelâ ile ilgili söylediği iddia edilen “Hakkı ve
hak ehlini başarıya ulaştıran, yalancıoğlu yalancı Hüseyin ve taraftarlarını
öldüren Allah’a hamd olsun.” şeklindeki ifadesini açıkça eleştirmişlerdir.[17]

Emevî�ler döneminde inancın tezâhürleri bağlamında dikkat çeken


diğer bir yansıma ise, insanların gerek kendilerine ve gerekse farklı kişi
ve kesimlere yönelik baskı ve haksızlıklara karşı çıkması ve bu karşı çıkı-
şı fiilî� mücadeleye kadar götürmüş olmalarıdır. Ö� rneğin dönemin müslü-
manları, Hucr b. Adî� ve arkadaşlarının -siyasî� sebeplerle- öldürülmesine
sert tepki gösterdikleri gibi, özellikle mevâlî�ye karşı yürütülen baskıcı
politikayı da tasvip etmemiş ve eleştirmişlerdir. Aynı şekilde yönetim kar-
şıtı olarak gelişen Abdurrahman b. el-Eş’as isyanına yoğun bir şekilde fiilî�
destek verilmesi, iktidarın Kerbelâ politikasının başta Mekke ve Medine

[15] İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-Maârif, Beyrut
1970, s. 195; İ�bn Hazm, Ali b. Ahmed b. Saî�d ( 456/1064), el-Milel ve’n-nihal, I-II,
Mısır 1317, I, 60; İ�bn Hallikân, Ebü’l-Abbâs Şemseddin Ahmed b. Muhammed b.
Ebî� Bekir (681/1282), Vefayâtu’l-a’yân ve enbâi ebnâi’z-zemân, Beyrut 1977,
VI, 8; Zehebî�, nübelâ, V, 330; İ�bnü’l-İ�mâd, Abdulhayy Ebü’l-Felâh (1089/1678),
Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâri men zeheb, Beyrut 1986, II, 51; Câbirî�, Muhammed Abî�d,
İslâm’da Siyasal Akıl (trc. Vecdi Akyüz), İ�stanbul 1997, s. 601.
[16] Bk. Halî�fe b. Hayyât (240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyât, Riyad 1985, s. 213; İ�bn
Abdürabbih, Ahmed b. Muhammed (327/939) el-İkdu’l-ferîd, Beyrut 1965, IV, 371;
444 es-Süyûtî�, Celâleddin Abdurrahman b. Ebî� Bekir, Târîhu’l-hulefâ, Mısır, 1952, s. 196.
[17] Bk. İ�bn Habî�b, Muhammed (245/859), Kitâbü’l-Muhabber, Haydarabad 1942, s.
480-481; Taberî�, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’t-Taberî, Kahire
1977-1988, V, 458-459; İ�bn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed (314/926), el-Fütûh,
Beyrut 1986, V-VI, 146.
Emevîlerde Dini Hayat ■

olmak üzere neredeyse tüm müslümanlar tarafından protesto edilmesi ve


kendilerinden hem cizye alınan hem de farklı şekillerde dışlanan insanla-
rın, Emevî� yönetimine son veren Abbâsî� hareketine destek vermiş olmala-
rı da bu bağlamda değerlendirilebilir.

Sonuç olarak, Emevî� toplumunda dinî� tezâhürler hayatın muhtelif


alanlarında farklı şekillerde kendisini göstermiştir. Bu, büyük oranda İ�s-
lâm inancından kaynaklanmıştır. Çünkü bir din olarak İ�slâm, kendisinin
hayatın tüm alanlarıyla ilişkilendirilmesini ister. Dönemin müslüman top-
lumu da hayattan soyutlanmayı kabul etmeyen İ�slâm inancının bir gereği
olarak din anlayışlarını hayatlarının değişik alanlarına yansıtmaya çalış-
mışlardır.

B. İktidar-Ulemâ İlişkisi

İ�slâm Tarihinde Emevî�ler dönemi, önemli gelişmelerin yaşandığı bir


zaman dilimidir. Zikredilen gelişmelerin başında ise, ilk defa saltanat sis-
teminin ikame edilmesi, vuku bulan iç siyasî� çatışmalar, bu iç çatışmalarla
bağlantılı olarak çok sayıda dinî�-siyasî� mezhebin ortaya çıkması ve ge-
nelde din-devlet, özelde ise yönetici-âlim ilişkisinin farklı bir şekil alması
gelmektedir.

Siyasî� bir kavram olarak iktidar, devlet yönetimini elinde bulunduran


ya da bir toplumu idare etme gücünü ve yetkisini üstlenen kişi ve kuru-
luşları ifade eder.[18] Ulemâ ise âlimin çoğulu olup, âlimler anlamındadır.
Burada üzerinde duracağımız iktidar, varlığını doksan küsur sene sürdü-
ren Emevî� iktidarıdır. Ele alacağımız ulemâ ise; ilim öğretmeyi bir meslek
olarak tercih etmiş, toplum tarafından siyasî� değil de âlim kişilikleriyle ta-
nınmış, mevcut iktidarı ve icraatlarını dinî� açıdan yorumlamaya çalışmış
Emevî�ler dönemi âlimleridir. Bunların başında da Tefsir, Fıkıh, İ�slâm Ta-
rihi, Hadis ve Kelâm gibi ilimlerde otorite kabul edilen Â� işe bt. Ebû Bekir
(58/678), Abdulah b. Abbâs (68/687), Abdullah b. Ö� mer (73/692), Kadı
Şureyh (82/701), Enes b. Mâlik (93/711), Saî�d b. el-Müseyyeb (94/713),
Saî�d b. Cübeyr (95/714), İ�brahim en-Nehâî� (96/718), Mücâhid b. Cebr
(103/723), Muhammed b. Sî�rî�n (110/728), Hasan-ı Basrî� (110/728), Şa’bî�
(110/728) Atâ b. Ebî� Rebâh (114/732), İ�bn Şihâb ez-Zührî� (124/742) ve
Ebû Hanî�fe ( 150/767) gibi âlimler gelmektedir.

Emevî�ler’de iktidar ile dönemin ulemâsı arasında bir fikir ve tutum


445
birliğinden bahsetmek mümkün değildir. Bunun en önemli nedeni ise,

[18] Türkçe Sözlük (haz. Türk Dil Kurumu), I-II, Ankara 1998, I, 1063; Doğan, Durmuş
Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İ�stanbul 1996, s. 532.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

mevcut yönetimin kuruluş tarzı, din anlayışı, dinle ilişki biçimi ve bu anla-
yışın bir sonucu olarak ortaya çıkan aşağıdaki icraatları olmuştur:

1. İktidarın Kuruluş Şekli

Bilindiği gibi Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde halifeler, farklı şekillerde


olsa da seçimle iktidara gelmişlerdir. Emevî� Devleti’nin kurucusu olan
Muâviye b. Ebî� Süfyân ise bu teamüle uymayarak, meşrû halife olan Hz.
Ali’ye isyan etmiş ve sahip olduğu tüm imkânları kullanmak sûretiyle, ik-
tidarı silah zoruyla ele geçirmiştir. Bu düşünce ve gelişme ise dine aykırı
bulunmuş ve ulemâ tarafından eleştirilmiştir.[19] Dönemin hatırı sayılır
âlimlerinden Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ö� mer ve Kadı Şureyh gibi çok
sayıda şahsiyetin iktidar mücadelesinde direkt ya da dolaylı olarak Muâvi-
ye’nin karşısında yer almış olmaları, bu bağlamda değerlendirilebilir.

2. Ziyâd b. Ebih’in, Muâviye’nin Nesline İlhakı

Ziyâd b. Ebih, henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyân’ın Sümeyye


isimli bir kadınla olan beraberliğinden doğmuştur.[20] Hz. Ali döneminde
önemli mevkilere gelen ve aynı zamanda siyasî� bir deha olarak kabul edi-
len Ziyâd’ın, bir takım siyasî� amaçlar için Muâviye’nin nesline ilhakı sağ-
lanmıştır. Bu ilhak, âlimler tarafından Hz. Peygamber’in “Çocuk kimin ya-
tağında doğduysa ona aittir.” hadisine aykırı olarak değerlendirilmiştir.[21]
Muâviye’nin bu icraatı, ilmî� sahada otorite kabul edilen Hz. Â� işe,[22] Saî�d b.
el-Müseyyeb ve Hasan-ı Basrî�[23] gibi âlimler tarafından dinî� gerekçelerle
eleştirilmiştir.

3. Hucr b. Adî’nin Öldürülmesi

Hucr b. Adî�, iktidarın Hz. Ali taraftarlarına yönelik siyasî� ve ekonomik


baskılarını protesto etmiş ve bu yönüyle yönetim karşıtı olarak değerlen-
dirilmiş Kûfe’nin ileri gelenlerinden idi. Hucr, halkı yönetime karşı kışkırt-
ma, Ali taraftarlarının başını çekme ve toplumu bölme gibi gerekçelerle,
bazı arkadaşlarıyla birlikte Muâviye tarafından idam edilmiştir.[24] Mevcut

[19] Taberî�, V, 279; Avcı, Câsim, “Hilâfet”, DİA, İ�stanbul 1998, XVIII, 542.
[20] el-Askerî�, Hasan b. Abdullah b. Sehl (395/1005), Kitâbü’l-Evâil, Beyrut 1997, s. 178-179.
[21] el-Askerî�, 180; İ�bnü’l-Esî�r, III, 211.
[22] İ�bnü’l-Esî�r, III, 211.
446 [23] Taberî�, V, 279; İ�bn Kesî�r, VIII, 28.
[24] Ya’kûbî�, Ebû Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (297/897), Târîh, I-III, Necef 1358, II, 204,
Taberî�, V, 269; Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin (346/957), Mürûcü’z-zeheb ve
meâdinü’l-cevher, Mısır 1964, III, 12-13; Aycan, İ�rfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye
b. Ebî Süfyân, Ankara 2001, s. 178-179.
Emevîlerde Dini Hayat ■

idarenin siyasî� sebeplerle yaptığı bu icraat, Hz. Â� işe, Abdullah b. Ö� mer,


Hasan-ı Basrî� ve Kadı Şureyh gibi âlimler tarafından dine aykırı olduğu
gerekçesiyle eleştirilmiştir.[25] Hatta Hz. Â� işe, bahsi geçen idamın önüne
geçmek için Muâviye’ye elçi bile göndermiş, ancak elçi Şam’a varmadan
söz konusu infaz gerçekleşmiştir.

4. Veliahtlık Sisteminin İkâme Edilmesi

Veliahtlık ya da saltanat sistemi, ülke yönetiminin belli bir aileye tahsis


edilmesidir. Başka bir ifadeyle veliahtlık, yönetimin babadan oğula geçme-
sidir. İ�slâm tarihinde bu geleneği ilk başlatan kişinin, oğlu Yezî�d’i yerine ha-
life tayin eden Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın olduğu kabul edilmektedir.[26]

Yezî�d’in kişiliği, iktidara getiriliş biçimi ve biat sürecinde başvurulan


yöntemler, âlimlerin tepkisine neden olmuş ve bu yüzden birçok âlim ikti-
darla karşı karşıya gelmiştir. Çünkü dönemin âlimleri, Yezî�d’in kişilik ola-
rak hilâfete layık olmadığını, saltanat sisteminin genelde İ�slâm’la, özelde
ise Dört Halî�fe dönemindeki uygulamalarla bağdaşmadığını ve Yezî�d için
halktan zorla alınan biatin İ�slâm’daki biat anlayışıyla örtüşmediğini dile
getirmişlerdir. Bu âlimlerin başında ise Abdullah b. Abbâs, İ�bn Ö� mer ve
Hasan-ı Basrî� gelmektedir. [27]

5. İktidarın Kerbelâ Politikası

Kerbelâ hadisesi, temelde Hz. Hüseyin ile Emevî� yönetimi arasındaki


iktidar mücadelesinin bir sonucudur. Hz. Hüseyin, Emevî� idaresi ve icra-
atlarını din dışı ilan etmiştir. O, taraftarlarına Kur’ân ve Sünnete göre ya-
pılandırılan ve işleyen bir yönetim vaad etmiştir. Hz. Hüseyin, söz konusu
amacını gerçekleştirmek için Kûfe’ye gitmeye ve orada Hz. Ali taraftarla-
rıyla işbirliği yapıp yönetime el koymaya karar vermiştir. Dönemin yöneti-
mi ise, güçlü bir siyasî� rakip olarak gördüğü Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gidişini
tarihî� bir fırsat olarak değerlendirmek istemiş ve onu, çok sayıda akra-
basıyla birlikte Kerbelâ’da öldürmüştür.[28] İ�ktidarın bu icraatı, tüm İ�slâm
dünyası tarafından eleştirildiği gibi, dönemin âlimlerinin de tepkisine

[25] Bk. Taberî�, V, 279; en-Nemirî�, Yusuf b. Abdülber (463/1070), Tabakâtü’l-fukahâ,


Kahire 1350, s. 17; İ�bn Kesî�r, VIII, 55; Ebü’l-Fidâ, I, 259.
[26] İ�bnü’l-Esî�r, III, 263; Rayyıs, Ziyâuddin, İslâm’da Siyasî Düşünce Tarihi (trc. İ�brahim 447
Sarmış), İ�stanbul 1995, s. 177; İ�brahim Hasan, en-Nüzumu’l-İslâmiyye, Mısır- 1939,
s. 50-51.
[27] Halî�fe b. Hayyât, s. 214-217; İ�bn Kuteybe, el-İmâme ve’s-siyâse, byy 1909, 166-167.
[28] Taberî�, V, 402; İ�bn A’sem, V-VI, 91; İ�bnü’l-Esî�r, III, 280; İ�bn Kesî�r, VIII, 157-158.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

neden olmuştur. Ö� rneğin Abdullah b. Abbâs,[29] Abdullah b. Ö� mer,[30] İ�b-


rahim en-Nehâî� [31] ve Hasan-ı Basrî�[32] gibi çok sayıda âlim, yönetimin
Kerbelâ politikasına yönelik tepkilerini sözlü muhalefet tarzında ortaya
koymuşlardır.

6. İktidarın Mevâlîye Yönelik Ayrımcı Politikası

Emevî� iktidarı, siyasî� rakiplerinin yanı sıra, Arap olmayan ve mevâlî�


olarak isimlendirilen Müslümanları zaman zaman potansiyel tehlike ola-
rak görmüş ve bunlara karşı siyasî�, askerî� ve iktisadî� alanda haksızlık içe-
ren birtakım politikalar uygulamıştır. Yönetimin söz konusu düşüncesi
ve bu düşüncenin pratikteki uygulamaları ise dine aykırı olarak değer-
lendirilmiştir.[33] İ�ktidarın ilgili politikası, sayıları bir hayli artan mevâlî�
kökenli âlimin yanı sıra, Arap orijinli ulemâ tarafından da eleştirilmiş ve
buna fiilî� bir şekilde karşı konulmuştur. Mevâlî�’nin gasp edilen haklarını
da iade edeceğini iddia eden İ�bnü’l-Eş’as’ın iktidara karşı başlattığı isyana
Talk b. Habî�b, Atâ b. Ebî� Rebâh, Saî�d b. Cübeyr, Şa’bî�, Ebü’l-Bahterî� et-Tâî�,
Saî�d b.Cübeyr, Avn b. Abdullah, Zebit b. el-Hâris el-Eyâmî�, Abdurrahman
b. Ebî� Leyla, İ�brahim b. Yezî�d et-Teymî�, Mücâhid b. Cebr, Ma’bed el-Cühenî�,
Amr b. Dinar, Cebele b. Zahr, Müslim b. Yesâr, en-Nadr b. Enes b. Mâlik,
Ebü’l-Cevzâ, Süveyd b. Gafle, Câbir el-Cu’fî�, Ebû Nüceyd el-Cühdâmî� ve İ�b-
rahim en-Nehâî�[34] gibi onlarca âlimin fiilî� destek vermiş olması, bu çerçe-
vede değerlendirilebilir.

7. Ehl-i Beyt’e Yönelik Baskıcı Politika

Emevî�ler döneminde mevcut yönetim ile Ehl-i Beyt arasında zaman


zaman iktidar çatışmaları yaşanmıştır. Emevî� iktidarının teşekkül safha-
sında Muâviye ile Hz. Hasan, (Kerbelâ’da) Yezî�d ile Hz. Hüseyin ve en son
olarak Hişâm b. Abdülmelik ile Zeyd b. Ali arasındaki çekişme ve kanlı ça-
tışmalar,[35] zikredilen iktidar mücadelesinin en somut örnekleridir. Emevî�
idarecilerinin, tarihî� seyir içerisinde Ehl-i Beyt’in yönetime gelme ya da

[29] İ�bnü’l-Esî�r, III, 318.


[30] Buhârî�, Ebû Muhammed b. İ�smail b. İ�brahim b. Muğî�re (256/87), el-Câmiu’s-sahîh,
I-VIII, İ�stanbul 1992, “Fedâilu’s-sahâbe”, 22; Tirmizî�, Muhamed b. İ�sa b. Sevre
(279/892), Sünen, İ�stanbul 1992, “Menâkıb”, 30.
[31] İ�bn Abdürabbih, IV, 383.
[32] Halî�fe b. Hayyât, s. 235; İ�bn Kesî�r, VIII, 189.
[33] Halî�fe b. Hayyât, s. 287; Taberî�, VI, 357; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 79, 225; İ�bn Kesî�r, IX, 40.
448 [34] Bk. Ö� zkan, Mustafa, Emevîler Dönemi İktidar-Ulemâ İlişkisi, Ankara 2008, s. 114-
115.
[35] Bk. Halî�fe b. Hayyât, s. 353; İ�bn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed (230/844),
Tabakâtü’l-kübrâ, Leiden 1322, V, 240; İ�bn Kuteybe, el-Maârif, s. 95; Taberî�, VII, 185;
Ya’kûbî�, III, 66; Ebü’l-Fidâ, I, 283; Zehebî�, Nübelâ, V, 389; İ�bn İ�mâd, II, 92-93.
Emevîlerde Dini Hayat ■

getirilme taleplerini dikkate alarak, bu aileye karşı genel olarak şu siyasî�


stratejiyi izlemiş oldukları söylenebilir: “Ehl-i Beyt var olsun, ama güçlü
olmasın; özne değil hep nesne olsun...”

Dönemin âlimleri, Emevî� iktidarının kuruluşundan yıkılışına kadar


iktidarla Ehl-i Beyt arasında gelişen çatışmalarda, direk ya da dolaylı ola-
rak Ehl-i Beyt’i desteklemişlerdir. Bunun belki de en önemli nedeni Ehl-i
Beyt mensuplarının, bazı din dışı icraatlarda bulunan dönemin yönetici-
lerinden daha çok iktidara layık görülmeleri ve İ�slâm toplumunda saygın
bir konumu bulunan Ehl-i Beyt’in iktidar tarafından farklı şekillerde mağ-
dur edilmesi idi.[36]

Emevî�ler zamanında ulemânın iktidara karşı pratikteki duruşu hak-


kında şunlar belirtilebilir: Dönemin âlimlerinin iktidar ve iktidar karşıtı
isyanlar karşısındaki tavırlarını net bir şekilde sınıflandırmak oldukça
zordur. Bunun başlıca nedeni, iktidarın muhaliflerine karşı baskı ve şid-
deti esas alan temel politikası ve âlimlerin değişen siyasal-sosyal şartlara
göre pozisyon almaları idi. Ö� rneğin iktidarın çok güçlü, şiddetin hâkim
olduğu ve iktidar karşıtı isyanların başarısızlıkla sonuçlandığı dönemde,
âlimler isyana ya da isyan hareketlerine sıcak bakmamışlardır. Ancak ik-
tidarın görece zayıfladığı ve yönetimi değiştireceğine inanıldığı isyanlara
-İ�bnü’l- Eş’as isyanı örneğinde olduğu gibi- ise fiilî� destek verilmiştir. Şu
örnek, bahsettiğimiz durumun anlaşılmasına katkı sağlayabilecek nitelik-
tedir: İ�ktidarın güvendiği ve resmî� bir takım görevler verdiği Şa’bî�, Saî�d b.
Cübeyr ve Atâ b. Ebî� Rebâh gibi âlimler, uzun süre idareyle iyi geçinmişler-
di. Ancak yönetimi değiştirebileceğine inanılan İ�bnü’l-Eş’as isyanı çıkınca,
zikredilen âlimler pozisyonlarını değiştirerek bu isyana fiilî� olarak katıl-
mışlardır. Dolayısıyla ulemânın iktidara karşı tutumunu belirleyen temel
faktörün, dönemin konjunktürel şartları olduğu söylenebilir. Ancak yine
de âlimlerin iktidara karşı duruşlarını genel olarak dört kategoriye ayır-
mak mümkündir:
• Birinci grup ulemâ: Sözlü muhalefeti esas alan âlimler. Bunlar,
muhtemelen iktidarın şiddete dayalı politikasını, o güne kadar
iktidar karşıtı olarak gelişen isyanların başarısızlığını ve mevcut
siyasî�-sosyal şartları dikkate alarak, iktidara yönelik muhalefet-
lerini sözlü olarak yapmışlardır. Â� işe bt. Ebû Bekir, Abdullah b.
Abbâs, Enes b. Mâlik, Saî�d b. el-Müseyyeb, Hasan el-Basrî� ve Ebû
449
Hanî�fe gibi çok sayıda âlimi bu gruba dâhil etmek mümkündür.[37]

[36] Taberî�, VII, 170; Mes’ûdî�, III, 219; İ�bn İ�mâd, II, 92.
[37] Bk. Ö� zkan, “Emevîler Dönemi İktidar-Ulemâ İlişkisi, s. 145-202.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

• İ�kinci grup ulemâ: İ�syan hareketlerini fiilen destekleyenler. İ�kti-


dar ve icraatlarını eleştirmekle kalmayan bu gruptaki âlimler, yeri
gelince iktidar karşıtı isyanlara katılmak sûretiyle, yönetime olan
karşı duruşlarını ortaya koymuşlardır. Bu gruptaki âlimlerin fiilî�
destek verdikleri en büyük isyan ise İ�bnü’l-Eş’as isyanıdır. Söz ko-
nusu isyana katılan âlimlerin başında Saî�d b. Cübeyr, Mücâhid b.
Cebr, Atâ b. Ebî� Rebâh, Talk b. Habî�b, Şa’bî�, İ�brahim en-Nehâî� ve
Abdurrahman b. Ebî� Leyla gibi âlimleri gelmiştir.[38]
• Ü� çüncü grup ulemâ: Tarafsızlar. Tarafsızların tarafsızlıkları, fikrî�
olmayıp mücadeledeki üslûp ya da yönteme ilişkindi. Ö� rneğin ta-
rafsızlar siyasal iktidara sıcak bakmazlardı. Ancak bunlar, iktidar
ve karşıtlarının bir mücadele şekli olarak çarpışmayı ya da kan
dökmeyi tercih etmelerini doğru bulmamış ve bu yöntemi takip
edenlerin ne yanında ne de karşılarında olmuşlardır.[39] Dolayısıyla
bunların tarafsızlığı, çarpışan iki müslüman grubu eşit derecede
haklı ya da haksız görme şeklindeki bir tarafsızlık değildi. Tarafsız-
ların tarafsızlığı, bir mücadele yöntemi olarak silah kullanmayı ve
müslüman öldürmeyi seçen gruplardan hiç birisini desteklememe
anlamında idi.
Tarafsızlar bazı âyet ve hadislerden yola çıkarak müslümanların
birbirlerini öldürmelerini dine aykırı buluyorlardı. Bunlar, silah-
lı çatışmaların müslüman topluma zarar verdiğine inanıyorlardı.
Aynı şekilde tarafsızlar, iç çatışmaların İ�slâm’ın yayılması önünde
bir engel teşkil ettiğini düşünüyorlardı. Tarafsızlar olarak isimlen-
dirilen grup ise Abdullah b. Ö� mer, Sa’d b. Ebî� Vakkas ve Muhammed
b. Mesleme gibi şahsiyetlerden oluşuyordu.
• Dördüncü grup ulemâ: İ�ktidar yanlısı olarak nitelendirilen âlimler.
Bu kategorideki ulemâ, iktidar bünyesinde resmî� bir takım görev
üstlenmiş, halifelerle ilişkiler kurmuş ve isyan dönemlerinde bile
iktidarla her hangi bir çatışmaya girmemiş âlimlerden oluşmakta-
dır. Zikredilen grupla özdeşleştirilen âlimlerin başında İ�bn Şihâb
ez-Zührî� gelmektedir.

Dördüncü gruptaki âlimler, gerek kendi zamanlarında ve gerekse


sonraki dönemlerde iktidar yanlısı âlimler olarak tanıtılmışlarsa da, ka-
naatimizce bu, söz konusu gruptaki âlimlerin iktidarın temel dinî�-siyasî�
tezlerini savundukları ve bunların idareciler tarafından istismar edil-
450 dikleri anlamına gelmemektedir. Zührî�’nin birçok halifeyle tartışması,

[38] Bk. Ö� zkan, Emevîler Dönemi İktidar-Ulama İlişkisi, s. 132-145.


[39] Bk. Ö� zkan, Mustafa, “İ�lk Dönem İ�slâm Tarihi Siyasî� Çatışmalarının Dışında Kalmaya
Çalışanlar: Tarafsızlar”, DÜİFD, sy. 1, Diyarbakır 2008, s. 59-88.
Emevîlerde Dini Hayat ■

bu tartışmalarda doğru bildiği görüşlerinden taviz vermemesi, iktidar


tarafından istismar edilmesine müsaade etmemesi ve muhtelif konular-
da yöneticileri aydınlatması bu bağlamda değerlendirilebilir.[40] Kısacası
bunların iktidar yanlısı olarak nitelendirilmeleri, iktidarın dayandığı te-
mel dinî�-siyasî� felsefeyi kabul etmeleri anlamında değil de, onların iktidar
bünyesinde resmî� görev almaları şeklinde anlamak daha doğru olabilir
diye düşünüyoruz.

İ�ktidarın, dönemin ulemasına karşı politikası bağlamında ise şunlar


belirtilebilir: Emevî� idarecileri her şeyden önce müslümandılar. Bunlar
bireysel olarak, dinî� konularda ulemânın bilgisinden istifade etmek için
zaman zaman onlarla iç içe olmaya çalışmışlardır. Kurum olarak ise ik-
tidar, bazen memur ihtiyacını karşılamak, bazen de âlimler üzerinden
halkı kontrol altına alıp yönlendirme amacına dönük olarak, onları farklı
alanlarda istihdam etmeye çalışmıştır. Â� limlerin en çok istihdam edildik-
leri kurumların başında ise kadılık teşkilatı gelmiştir.[41] Kadılık dışında,
iktidarın isteği/emri üzerine bazı âlimler yöneticilerin çocuklarına ders
okutma,[42] hac döneminde haccın yapılışıyla ilgili fetva verme[43] ve dinî�
konularda kitap yazma[44] gibi görevler üstlenmişlerdir. Yine kimi âlimler
idarecilerin isteği üzerine elçilik[45] ve kâtiplik[46] gibi görevler ifa etmiş-
lerdir.

Kısacası Emevî� iktidarı, yönetimle barışık olan âlimlerle iç içe olmaya


ve onlara resmî� görevler vermeye çalışmıştır. Ancak aynı iktidar, mevcut
yönetimi eleştiren ya da iktidar karşıtı isyanlara doğrudan ya da dolay-
lı bir şekilde destek veren âlimleri ise farklı şekillerde cezalandırmıştır.
Ö� ngörülen cezaların başında ise suçun niteliğine göre idam etme, hapse
atma, fetva vermekten men etme, toplumun gözünden düşürmeye çalış-
ma ve vakit namazlarında camiye gelme mecburiyeti gibi uygulamalar
gelmiştir.

[40] Bk. Zehebî�, Nübelâ, V, 85; İ�bn Salâh, Ebû Ö� mer Osman b. Abdurrahman, Mukaddimetu
İbn Salâh fî ulûmi’l-hadîs, Beyrut 1978, s. 199; Ö� zkan, Emevîler Dönemi İktidar-
Ulemâ İlişkisi, s. 212-221.
[41] Bk. Vekî�, Muhammed b. Halef b. Hayân (306/918), Ahbâru’l-kudât, Beyrut, ts. 191.
[42] İ�bn Habî�b, s. 475-478; Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah el-İ�sbahânî� (430/1038),
Hilyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ, Mısır 1932, III, 361; el-İ�sfahânî�, Kâsım b.
Hüseyin b. Muhammed, Muhâdarâtu’l-üdebâ ve muhâdarâtu’ş-Şuarâ, byy 1287, I,
29.
[43] İ�bnü’l-Cevzî�, II, 213; İ�bn Kesî�r, IX, 306; Zehebî�, Nübelâ, V, 82.
[44] İ�bnü’n-Nedim, Muhammed b. İ�shak b. Ebî� Ya’kûb (385/995), el-Fihrist, Mısır 1348,
s. 60-61. 451
[45] Bağdâdî�, Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. el-Hatî�b (463/1071), Târîhu Bağdâd, I-XIV,
Medinetu’l-Münevvere, ts., XII, 231; Şevkânî�, Muhammed b. Ali b. Muhammed,
Derrü’s- sehâbe fî Menâkıbi’l-Karâbe ve’s-Sahâbe, Dımaşk 1990, s. 742.
[46] İ�bn Sa’d, VII, 127 vd.; Zehebî�, Nübelâ, IV, 572; İ�bn İ�mâd, 51.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

C. Dinî Akımların Ortaya Çıkışı

Hz. Muhammed çok farklı ırk, kabile ve kültürlere mensup insanları


İ�slâm kardeşliği ortak paydasında buluşturmuş ve bunlardan müteşek-
kil örnek bir toplum oluşturmuştur. Ancak Hz. Peygamber’in vefatının
akabinde, İ�slâm toplumunda dinî�-siyasî� bir takım tartışma ve çatışmalar
yaşanmıştır. Onun vefatından hemen sonra Ensâr-Muhâcir arasında baş-
layan “Halife kimden olsun?” tartışması, Hz. Osman’ın öldürülmesi, ardın-
dan Cemel ve Sıffin çatışmalarının vuku bulması ve bu çatışmalara Hz. Ali,
Hz. Â� işe, Zübeyr b. Avvâm ve Ammâr b. Yâsir gibi insanların katılmış ol-
ması dikkat çekicidir.
Daha ziyade siyasî� nedenlerle bağlantılı olarak gelişen tartışma ve
çatışmalar, aynı zamanda etkisi günümüze kadar süren kelâmî� bir takım
tartışma ve oluşumları da beraberinde getirmiştir. Ö� rneğin dönemin Müs-
lümanları, iç çatışmalarla ilgili olarak şu soruların cevaplarını bulmak için
tartışmışlardır: Dâhilî� çatışmaların yaşanması, kaderin zorunlu bir sonu-
cu mudur? İ�ç savaşlarda ölen ve öldürülenlerin Allah katındaki sıfat ve
konumları nedir? Adam öldürmüş yani büyük günah (kebî�re) işlemiş insa-
nın dünya ve ahiretteki durumu nedir? İ�ç olaylara karışmış olanlar dinden
çıkmış sayılırlar mı? Haksızlık yapan idareciye karşı Müslümanın tutumu
nasıl olmalıdır?[47]
Yukarıdaki sorulara verilen farklı cevaplar, birçok farklı siyasî� ve dinî�
akımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aslında her fikrî� akım, başta
siyasî� bir karaktere sahip idi. Ancak daha sonra bu hareketlerin kurucu-
ları temel tezlerini meşrûlaştırmak ve fikirlerini rakiplerin fikirlerinden
daha güçlü göstermek için referans olarak âyet ve hadislerden yararlan-
mak sûretiyle, söz konusu akımlara dinî� bir nitelik kazandırmışlardır.
Büyük oranda siyasî� çatışmaların ürünü, aynı zamanda birbirlerine tepki
olarak ortaya çıkan ve dinî� hayatın tezahürleri bağlamında değerlendire-
bileceğimiz bu dinî� akımları kısaca şu şekilde ele alabiliriz:

1. Hâricîlik

Emevî�ler döneminde dinî� hayatın bir tezâhürü olarak ortaya çıkmış


olan Hâricî�lik, İ�slâm tarihinde ilk siyasî� ve itikâdî� mezhep olarak kabul
edilmektekdir.[48] Bu akımın ortaya çıkışına zemin hazırlayan sebeplerin
başında, zikredilen hareketi başlatanların sahip oldukları bakış açısı ve
452 bu bakış açısının sebep olduğu yanlış din anlayışı gelmektedir. Ayrıca

[47] Bk. Aycan, “Emevî�ler Döneminde İ�lmî� Hayat”, Emevîler Dönemi Bilim, Kültür ve
Sanat Hayatı, s. 46-47.
[48] Fığlalı, “Hâricilerin Doğuşuna Te’sir Eden Bazı Sebepler”, AÜİFD, 1975, XX, 247.
Emevîlerde Dini Hayat ■

Hâricî�ler; genel olarak sert mizaçlı, inatçı, dinin tavizsiz bir şekilde uygu-
lanmasını isteyen, manadan daha ziyade lafza önem veren, kendileri gibi
düşünmeyenleri tekfir eden ve hatta bunların öldürülmesi gerektiğini dü-
şünen insanlardan oluşmuştur. Bunların Hz. Ali’nin yanı sıra çok sayıda
müslümanı öldürmeleri ve tekfir ettikleri Emevî� idaresine karşı çok sayı-
da isyan başlatmaları, söz konusu tespiti doğrular nitelikteki örneklerdir.
Hâricî�lî�k düşüncesinin fiilî� olarak ortaya çıkışına neden olan gelişme
ise, Hz. Ali ile Muâviye arasında çıkan Sıffî�n Savaşı ve daha sonra gerçekle-
şen Tahkim hadisesidir. Bilindiği gibi Sıffin Savaşı devam ederken, Emevî�
ordusu, Kur’ân’ın hakem kılınmasını ve savaşa son verilmesini teklif et-
miştir. Bu teklif, Hz. Ali ordusunda önemli bir yekûn oluşturan Hâricî�ler
tarafından kabul görmüştür. Ancak daha sonra aynı Hâricî�ler, “Allah’tan
başka hüküm verici yoktur.” diyerek, tahkime karşı çıkmışlardır. Onlar bu
çıkışlarıyla yetinmemiş, İ�slâm toplumunu parçaladıkları gerekçesiyle Ali
b. Ebî� Tâlib, Muâviye b. Ebî� Süfyân ve Amr b el-Â� s’ı öldürmeye karar ver-
miş ve sözü edilen gerekçeyle Hz. Ali’yi öldürmüşlerdir.[49]
Hâricî�ler özet olarak şu görüşleri savunmuşlardır: Hz. Ali ve Muâvi-
ye’nin iktidarı elde etme amacına dönük olarak çarpışmaları ve toplumun
parçalanmasına neden olmaları, doğru değildir. Kur’ân tavizsiz bir şekilde
uygulanmalıdır. Halî�fe olma hakkı belli bir aileye tahsis edilmemeli; hali-
fe olabilmek için gerekli sıfatları taşıyan her mü’min, halife olabilmelidir.
Zulmeden halifenin azli ve katli vaciptir. [50]

2. Cebrîye

Cebrî�ye’nin kurucusu, Cehm b. Safvân kabul edilmektedir.[51] Sade-


ce insan fiillerini konu edindiği için Cebriye bir mezhep değil de bir te-
ori-doktrindir. Cebrî�ye’ye göre insan, fiillerinden sorumlu değildir. Zira
olup biten her şey, Allah’ın ezelî� ilminin bir sonucu olarak meydana gel-
mektedir. Dolayısıyla insanı fiillerinden sorumlu tutmak, ya da onu olum-
suz fiilleri sebebiyle eleştirmek doğru değildir.[52]

Cebrî� anlayışının kader bağlamında tartışılması, şüphesiz insanlık


tarihi kadar eskidir. Ancak İ�slâm dünyasında bu anlayışın canlandırılıp

[49] İ�bn Kuteybe, el-İmâme ve’s-siyâse, s. 130-131; Ya’kûbî�, II, 76; Taberî�, V, 68; İ�bn Asem,
III-IV, 193 vd.
[50] Bk. Aycan, “Emevî�ler Döneminde İ�lmî� Hayat”, Emevîler Dönemi Bilim, Kültür, s. 47.
[51] Kâdî� Abdülcebbâr, İ�mâmuddî�n Ebü’l-Hasan (415/1024), Şerhu usûli’l-hamse,
Kahire 1988, s. 324; Nesefî�, Meymun b. Muhammed (508/1114), Kitâbü bah- 453
ri’l-kelâm, Mısır 1914, s. 51; Şehristânî�, Muhammed b. Abdülkerim (548/1153),
el-Milel ve’n-nihal, Beyrut, ts. s. 85; er-Râzî�, Muhammed b. Hüseyin Fahruddin
(606/1209), İ�’tikadatu firâki’l-Müslimî�n vel-müşrikî�n, Mısır 1938, s. 68-69.
[52] Nesefî�, s. 51; Şehristânî�, s. 85; er-Râzî�, s. 68-69.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

gündeme getirilmesi ve yayılmaya çalışılması, Emevî�lerin ilk yıllarında


olmuştur.[53] Zira bu dönemde Emevî� iktidarının kuruluş şekli ve din dışı
görülen kimi politikaları önemli eleştirilere neden olmuştur. Dönemin
idarecileri hem iktidarın dinî�-siyasî� meşrûiyetini sağlamak hem de yöne-
ticileri ve onların bazı icraatlarını eleştirilerden kurtarmak için cebrî� dü-
şünceyi savunmuş ve bu düşünceyi çeşitli yöntem ve vesilelerle yaymaya
çalışmışlardır.[54]
İ�ktidarın savunduğu ve yaymaya çalıştığı cebrî� düşünceye göre Emevî�
iktidarının kuruluş şekli, mevcudiyeti, halifelerin yönetime gelmesi ve bun-
ların tüm icraatları, Allah tarafından ezelde yazılan kaderin doğal bir sonu-
cu/uzantısı idi. Dolayısıyla iktidara ve politikalarına karşı sözlü ya da fiilî�
muhalefette bulunmak anlamsız ve hatta dine karşı çıkmayı ifade ediyordu.[55]
Sonuç olarak Cebrî� akım, toplumun bir kesimini oluşturan iktidar
sahiplerinin din anlayışlarının bir tezâhürü olarak gündeme gelmiş ve
yayılmaya çalışılmıştır. Bu akımın gündeme gelmesi ve uzun süre canlı tu-
tulması ise, mevcut iktidarın kuruluş şeklini, dayandığı temel felsefeyi ve
bazı din dışı icraatları meşrûlaştırma amacına dönüktü.
3. Mürcie
Emevî�ler döneminde dinî� yaşamın bir tezâhürü olarak ortaya çıkan
diğer bir akım ise Mürcie’dir. Mürcie ifadesi, Emevî� iktidarının kuruluş
aşaması ve öncesinde iç savaşlara katılmış ve bu yönüyle büyük günah
işlediklerine inanılan Müslümanların sıfat ve ahiretteki konumlarının ne
olabileciğini Allah’a havale eden ve ilgili konuda yorum yapmayı doğru
bulmayan düşünce ekolü için kullanılmıştır.[56] Mürcie’nin temellerinin,
ileride fitne çıkacağına ve bu dönemde dikkatli olunması gerektiğine işa-
ret eden rivayetlere inanan,[57] gerek Hz. Osman’ın öldürülmesi olayı ve
gerekse daha sonra vuku bulan Cemel ve Sıffin Savaşları’nda tarafsız dav-
ranan insanlar tarafından atıldığı söylenebilir.[58]
Mürcie’nin ortaya çıkışına sebep olan gelişmelerin başında, Hâricî�-
lerin iç çatışmalara bir şekilde bulaşanları tekfir etmeleri, Müslümanla-
rın siyasî�-kelâmî� konularda yaşadıkları bilgi kirliliği ve devam edegelen

[53] İ�bn Kesî�r, VIII, 131.


[54] Bk. Ö� zkan, Mustafa, Dört Halife ve Emevîler Döneminde Din-Devlet İlişkisi, Ankara
2015, s. 139-141.
[55] Taberî�, V, 465; İ�bn A’sem, V-VI, 149; İ�bn Kesî�r, VIII, 193.
[56] Mâturidî�, Muhammed b. Muhammed b. Mahmud (333/944), Kitâbü’t-Tevhid (trc.
454 Bekir Topaloğlu), Ankara, 2002, s. 429; Bağdâdî�, Abdulkahir b. Tâhir b. Muhammed
(429/1037), el-Fark beyne’l-fırak, Beyrut 1993, s. 202 vd.; Şehristânî�, s. 139.
[57] Ahmed Emin, Fecrü’l-İslâm (trc. Ahmet Serdaroğlu), Ankara 1976, s. 400; Koçyiğit,
Hadisçilerle Kelâmcılar Arasındaki Münakaşalar, Ankara 1989, s. 56.
[58] Ahmed Emin, s. 398.
Emevîlerde Dini Hayat ■

iç çatışmalar gelmiştir.[59] Mürcie mensupları, Müslüman toplumun içinde


bulunduğu mevcut siyasal-sosyal şartlardan yola çıkarak; tekfir hareke-
tinin sebep olduğu yaraları sarmak, toplumsal bütünlüğü sağlayıp bunu
sürdürmek ve İ�slâm’ın yayılmasını hızlandırmak amacıyla muhafazâkarlı-
ğı esas alan mürciî� düşünceyi bir ara formül olarak geliştirmiş ve yaymaya
çalışmışlardır.[60]
Mürcie’ye göre iman, Yaratıcı’ya kalben inanmayı, Allah ve Resûlü’nü
bilmeyi ifade eder.[61] Amel ise imana dâhil değildir. Başka bir ifadey-
le, amel imandan bir cüz değildir.[62] Buna göre büyük günah işleyen, iyi
amelleri eksik olan, ancak kalben Allah’a ve Allah’a ait olana inanan kişi
mü’mindir; bu özelliklere sahip birisi için kâfir ve ebedî� cehennemliktir
demek doğru değildir.[63] Mürciî�ler, Hz. Peygamber’in “Kişi, ‘lâ ilâhe illal-
lah’ dedikten sonra hırsızlık, zina türü günahlar işlese, şarap içip namazı
terk etse ve zekâtını vermese de cennete girecektir.” dediğini savunmuş-
lardır.[64] Onlar bu rivayete dayanarak, hiçbir günahın müslümanın imanı
ve sıfatına zarar vermeyeceğini iddia etmişlerdir. [65]
Mürcie’nin toplumsal bütünlüğü sağlama hedefi için geliştirdiği ve to-
leransı esas alan tezin, olumsuz bazı düşünce ve tutumların ortaya çıkma-
sına neden olduğu belirtilmektedir: Mürcie, iman-amel ilişkisine dair te-
ziyle, amelin önemini küçümsemiş ve onu önemsizleştirmiştir.[66] Mürcie,
iç çatışmalarla ilgili yorum yapmamakla, iki tarafın da eşit derecede haklı
ya da haksız olduğu şeklinde yanlış bir anlaşılmaya ve iktidarın kuruluş
şekli ile icraatlarının tartışılmamasına neden olmuştur.[67] Yine belirtelim
ki Mürcie’nin ibahçılığı merkeze alan görüşü, bazı insanların günah işle-
mesine, gayri ahlâkî� tutumlar sergilemesine ve anormal olan birçok icra-
ata zemin hazırlamıştır.[68] Kısacası, dinî� hayatın önemli tezahürlerinden

[59] Bk. Nevbahtî�, el-Hasan b. Mûsâ (300/912), Fırâku’ş-Şîa, Necef 1936, s. 6; Eş’ârî�,
Ebü’l-Hasan Ali b. İ�smail (324/936), Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, I-II, İ�stanbul 1928, I,
81 vd.; Malatî�, Muhammed b. Ahmed b. Ahdurrahman (377/987), et-Tenbîh er-red
alâ ehli’l-hevâ ve’l-bida’, Kahire 1326, s. 41-42; Bâkıllânî�, Muhammed b. et-Tayyib
(403/1013), et-Temhîd, Kahire 1947, s. 238; Bağdâdî�, el-Fark, s. 73; Şehristânî�, s.
114-115; er-Râzî�, s. 46.
[60] Rayyıs, s. 79.
[61] Eş’ârî�, I, 126; Bağdâdî�, el-Fark, s. 140; Şehristânî�, s. 203-204.
[62] Eş’ârî�, I, 16-17; Şehristânî�, s. 139.
[63] Malatî�, s. 41-48; İ�bn Teymiyye, Kitâbü’l-Îmân, Mısır 1325, s. 143.
[64] Malatî�, s. 47.
[65] �bn Hazm, I, 186.
[66] Hasan, İ�brahim Hasan, Siyasî, Dinî, Kültürel-Sosyal İ�slâm Tarihi (trc. S. Gümüş,
İ�smail Yiğit), İ�stanbul 1985, II, 107; Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi (trc. Sıbgatullah 455
Kaya), Ankara, ts., s. 131.
[67] Ay, Mahmut, Mu’tezile ve Siyaset, İ�stanbul 2002, s. 174.
[68] Mevdûdî�, Ebü’l-A’lâ, Hilâfet ve Saltanat (trc. Ali Genceli), İstanbul 1972, s. 302;
Danışman, Nâfî�z, Kelâm İlmine Giriş, Ankara 1955, s. 63.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

biri olan Mürcie, mevcut toplumdaki fikrî� ve fiilî� çatışmalarla bağlantılı


olarak gündeme gelmiştir. Mürcie’nin belki de en önemli özelliği, toplum-
sal bütünlüğe verdiği önem ve bu alandaki çalışmaları olmuştur.

4. Mu’tezile
Mu’tezile, İ�slâm tarihinde akılcılığı esas alarak, kelâmî� birçok konu-
da tezler ileri sürmüş ve etkisini uzun süre devam ettirmiş olan dinî� bir
mezheptir. Genel kanaate göre Mu’tezile’nin kurucusu, Vâsıl b. Atâ’dır.[69]
Rivayetlere göre, kebî�re (büyük günah işleyenin durumu) ile ilgili tartış-
maların sürdüğü dönemde, halktan birisi Hasan-ı Basrî�’ye gelmiş ve ona
kebî�renin konumunu sormuştur. Hasan, sorunun cevabını düşünürken,
orada bulunan talebesi Vâsıl: ‘el-Menzile beyne’l-menzileteyn,’ (Büyük
günah işleyen kişi ‘ne kâfir ne de mü’mindir, ikisi arasındadır.) cevabını
vermiştir. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî�, Vâsıl’ı ders halkasından kovmuş-
tur. Vâsıl’ın Hasan’dan ayrılması anlamına gelen ‘i’tezele’ fiilinden gelen
Mu’tezile ismi, bu olayla ortaya çıkmıştır.[70]
Mu’tezile, Basra’da hicrî� I. asrın sonu, II. yüzyılın başlarında orta-
ya çıkmıştır.[71] İ�lk Mu’tezilî� âlimlerin başında Vâsıl b. Atâ, Ubeyd b. Amr
ve Dırar b. Amr gelmektedir.[72] Zikredilen âlimlerin en belirgin özelliği;
bunların yabancı kültür ve felsefeleri çok iyi bilmeleri, muhtelif felsefe
ve kültürlere karşı aklı etkin bir şekilde kullanabilmeleri ve iktidara olan
muhalefetlerini fiilî� olarak değil de fikir düzeyinde kavramlar üzerinden
yürütmeye çalışmalarıdır. [73]
Mu’tezile’nin Kaderiyye ile ilişkisinin mahiyeti, ihtilaf konusu olmuş-
tur. Ö� rneğin Ebû Hanî�fe[74] ve el-İ�sfereyânî�,[75] Mu’tezile ve Kaderiyye isim-
lerini ayrı ayrı zikretmişlerdir. Muhtemelen, insan fiilleri konusundaki
ortak görüşleri sebebiyle Mu’tezile ile Kaderiyye aynı ekoller olarak al-
gılanılmış ve bu isimler bazen birbirlerinin yerine kullanılmıştır.[76] Yal-

[69] Eş’ârî�, Kitâbü’l-Lum’a, Beyrut 1987, s. 155; el-Gurabî�, Ali Mustafa, Târîhu’l-fırâki’l-
İslâmiyye, Mısır 1948, s. 69; Koçyiğit, s. 70; Çağatay, Neşet, “Vâsıl b. Atâ”, İ�A, İ�stanbul
1986, XIII, 219.
[70] İ�bn Hazm, I, 60; Şehristânî�, s. 47-48.
[71] Abdülhamid, İ�rfan, İslâm’da İtikadî Mezhepler ve Akaid Esasları (trc. M. Saim Yeprem),
İstanbul 1981, s. 93; Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmine Giriş, İ�stanbul 1981, s. 170.
[72] Ay, s. 62.
[73] Şehristânî�, s. 45; Taftazânî�, Sa’duddin Mes’ûd b. Ö� mer (797/1395), Şerhu’l-Akâid
(trc. Süleyman Uludağ), İ�stanbul 1982, s. 11-12; Abdülhamid, s. 144; Atay, Hüseyin,
İ�slâm’ın İ�nanç Esasları, Ankara 1992, s. 138-139; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm
456 Tarihi, �stanbul 1986, II, 539.
[74] Ebû Hanî�fe, Nu’man b. Sâbit (150/767), Fıkhu’l-ekber (trc. Mustafa Ö� z), İ�stanbul
1981, s. 67.
[75] İ�sfereyânî�, Ebü’l-Muzaffer (471/1078), et-Tebsîr fi’d-dîn, Mısır, 1940, 15.
[76] İ�bn Hazm, I, 54; Mâturidî�, s. 401-403; Koçyiğit, s. 128; Ay, s. 41.
Emevîlerde Dini Hayat ■

nız Kaderiyye’nin kelâmî� görüşleri, sadece insan fiilleriyle sınırlı olduğu


için, Kaderiye mezhep değil de bir teoridir. Buna karşın Mu’tezile, kelâmî�
birçok konudaki görüşlerini ilkeler düzeyinde sistematik hâle getirdiği ve
uzun süre etkisini sürdürdüğü için bir mezhep olarak kabul edilmektedir.[77]
Kısacası Mu’tezile ile Kaderiyye’nin ortak paydası, insanın fiillerinde hür
ve sorumlu olduğu şeklindeki tezleridir diyebiliriz.[78]
Mu’tezilî�ler, insanı fiillerinin yaratıcısı ve sorumlusu olarak kabul
etmişlerdir. [79] Bunlar, söz konusu tezlerini temellendirmek için, Mu’te-
zile’nin şu beş temel ilkesini oluşturmuşlardır: el-Menzile beyne’l-men-
zileteyn, adâlet, tevhî�d, el-va’d ve’l-vaî�d, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i
ani’l-münker.[80] Aynı zamanda bu beş ilke, Mu’tezile mensubu olmanın
şartı olarak kabul edilmiştir.[81]

Mu’tezililer, insan-fiil ilişkisine dair tezlerini, muhtemelen iktidarın


desteklediği cebrî� anlayışa ve ibahçılığı esas alan Mürciî� düşünceye karşı
bir antitez olarak ortaya koymuşlardır. Çünkü bu dönemde iç çatışmala-
rın yaşanması, bazı idarecilerin gayri ahlâkî� yaşantı ve icraatları ezelî� ka-
derle izah edilmiş ve tüm bu olumsuzlukların faturası Allah’a kesilmeye
çalışılmıştır. Mu’tezile’nin kurucusu olan Vâsıl ise, dine aykırı bulduğu bu
fikirleri çürütmeye çalışmıştır. O, fikirlerini sadece Basra’da değil, aynı
zamanda talebeleri vasıtasıyla Mağrib, Horasan, Yemen ve el-Cezî�re gibi
uzak coğrafyalarda da yaymaya başlamıştır.[82] Emevî� iktidarı tarafından
dışlanan bu mezhep, tarihî� seyir içerisinde birçok gruba ayrılmıştır.

Sonuç olarak Emevî� Devleti’nin kuruluş şekli, dayandığı hâkimiyet


felsefesi ve bazı siyasî� uygulamaları dine aykırı olduğu gerekçesiyle dö-
nemin toplumu tarafından eleştirilmiştir. Devlet, kendisine yönelik dinî�
eleştirileri bertaraf etmek için bir meşrulaştırma aracı olarak dini istis-
mar etmiştir. Bu dönemde, bazen devletin din istismarı politikasına bazen
de birbirine tepki olarak farklı fikrî� akımlar ortaya çıkmıştır. Dinî� hayatın
birer tezâhürü olarak kabul edebileceğimiz bu akımların başında ise sıra-
sıyla Hâricî�lik, Cebrî�ye, Mürcie ve Mu’tezile gelmiştir.

[77] Ebû Zehra, s. 119.


[78] Şehristânî�, s. 46-47; Abdülhamid, İ�tikadî� Mezhepler, s. 289-290; Uludağ, Süleyman,
İ�slâm’da İ�nanç Konuları ve İ�tikadî� Mezhepler, İ�stanbul 1998, s. 356.
[79] Şehristânî�, s. 46-49; Gurabî�, s. 96; Bağdâdî�, Usûlu’d-dîn, İ�stanbul 1928, s. 355. 457
[80] Malatî�, s. 41.
[81] Mes’ûdî�, III, 235.
[82] Kâdî� Abdülcebbâr, Tabakâtü’l-Mu’tezile, Tunus, 1974, 237; Nevbahtî�, 12; Gurabî�,
76-77.
Prof. Dr. Ramazan ALTINAY
Uşak Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

VIII. EMEV�LER D� NEM�NDE


G� NDEL�K HAYAT

E mevî�ler döneminde (41-132/661-749) gündelik hayata can


veren aktörler, devlet-tebaa, yöneten-yönetilen, efendi-kö-
le, çalışan-işveren, eğlenen-eğlendiren, Müslim-Gayrimüslim,
Arap-Mevâlî�, hür-köle vb. şeklinde çeşitli konumlarda oldukça
heterojen bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Emevî�ler dö-
nemi gündelik hayatının karmaşık toplumsal ilişkiler ağını oluş-
turan bu yapıyı dikkate almadan toplumsal işleyişi tam olarak
anlayıp analiz etmek mümkün görünmemektedir.

A. Gündelik Hayat ve Kurumlar

Emevî�ler dönemi, kurumlaşmanın yoğunlaştığı, görev ve


yetkilerin belirginleştiği, dolayısıyla pek çok kurumun gerçek
anlamda kurulup yapılaştığı bir dönemdir. Bu sebeple, İ�slâm
şehirlerinde halife ya da devlet başkanının yönetiminde kanun-
ların yorumlanması ve uygulanmasıyla uğraşan aşağıda bahse-
deceğimiz temel kurumlar, yöneten-yönetilen şeklindeki hiye-
rarşide haklar ve sorumluluklar çerçevesinde, gündelik hayatın
rengini, desenini, görüntü ve yapısını oluşturan, yaşanan günde-
lik gerçekliğin bizim için en azından tarihi metinlerde sabitlenip
somutlaşmasını ve bir tarihsel figür olarak algılanmasını sağla-
yan oluşumlardır.

Kentlerde Emevî� düzeni ve iktidarını korumak ve karma-


şık bir toplumda güvenli bir sosyal/gündelik hayatı sürdürebil- 459
mek için başta vali olmak üzere, ‘şurta’ (polis, jandarma), ases’
(gece bekçisi), ‘sâhibu’s-sûk’ (pazar yeri denetimini sağlayan
görevli-zabıta), yargı (kâdı), hâciplik (özel kalem müdürlüğü /
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

sekreterlik) vb. gibi kamu işlerini yürütecek kurum ve görevliler, artık sa-
bit ve belirgin bir şekilde yerini almıştır. Aşağıda adı geçen kurumlardan
gündelik hayatta oldukça öne çıkan bazılarıyla ilgili Emevî�ler döneminde
gelişen gündelik olaylardan bahsedilecektir.

1. Şurta (Emniyet Müdürlüğü) ve Ases (Gece Bekçiliği)

Kentteki en üst ve önemli kurumun başkanı valinin emrinde, şehrin


güvenliğinden sorumlu şurta teşkilatı -başındaki kişiye ‘sâhibu’ş-şurta’
(emniyet müdürü) denirdi- esasen Emevî�ler döneminde kurumlaşma-
sını belirgin bir duruma getirmişti. Hares (bekçi) ve ases (gece bekçisi)
teşkilatları da muhtemelen şurtanın alt ya da yan kolları gibi çalışan ve
şurtayla birlikte gece gündüz yirmi dört saat aralıksız şehri her türlü suç
ve suçludan koruyan, bu yönüyle de gündelik hayatın en öne çıkan kurum-
larındandır. Emevî�ler döneminde Muâviye’den (41-60/661-680) itibaren
başkentte ve şehirlerde şurta teşkilatları kurulmuş ve düzenli bir kurum
olarak yerini almıştır.[1]

Şurtanın asıl kurucusu sayılan Emevî�lerin valisi Ziyâd b. Ebih dö-


neminde (45-54/665-773) asayişi oldukça bozuk olan iki şehirde (Bas-
ra-Kûfe) çok sıkı güvenlik tedbirleri alınmış, polis gücünün sayısı oldukça
artırılmıştır.[2] Şehirde isyanların bastırılıp isyancıların etkisiz hale getiril-
mesi ve diğer asayişle ilgili suçlar şurtanın görev alanındaydı.[3] Emevî�ler
döneminde, şehirlerde eğlence sektörünün genişlemesi ve çeşitlenmeye
başlamasıyla, bu sektörle mücadeleyi de şurta yürütürdü. Eğlence ama-
cıyla kurulmuş gayr-i meşrû mekânları denetler, İ�slâm’ın benimseme-
diği fiillerin işlendiği bu yerleri kapatırdı. Nitekim meyhanelerin ve dâ-
ru’l-kıyânların teftî�şi, şurtanın önemle üzerinde durduğu hususlardandı.
Şurta zanlının sarhoş olup olmadığını anlamak için günde kaç vakit namaz
kılındığını sorarak ya da Kur’ân’dan birkaç âyet okutarak[4] bir tür alkol
testi uygulardı.

[1] Belâzürî�, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf (thk. Süheyl Zekkâr,
Riyâd Ziriklî�), Beyrut 1417/1996, V, 154, 165; VII, 222; VIII, 71, 202, 369; Taberî�,
Ebû Ca’fer, Muhammed b. Cerî�r (224-310/839-923), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk,
Beyrut 1407, III, 220, 227; İ�bnü’l-Esî�r, Ebü’l-Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem Muhammed b.
Muhammed b. Abdilkerim b. Abdilvâhid eş-Şeybânî� (630/1232), İslâm Tarihi: el-Kâ-
mil fi’t-târih Tercümesi, (trc. Komisyon), İ�stanbul 1985, IV, 16; Nüveyrî�, Şihâbuddî�n
Ahmed b. Abdilvehhâb (677-733/1279-1333); Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb,
Kahire 1923-1955, XX, 375.
460 [2] Belâzürî�, Ensâb, VIII, 382; Taberî�, III, 207; Nüveyrî�, XX, 316.
[3] Belâzürî�, Ensâb, VI, 66; Taberî�, III, 178, 220-221; IV, 23, 55, 209; Vekî�, Muhammed b.
Halef b. Hayyân (306/918), Ahbâru’l-Kudât, Beyrut, ts., II, 10.
[4] İ�sfahânî�, Ebü’l-Ferec, Ali b. Hüseyin (356/967), Kitâbü’l-Eğânî (thk. Komisyon),
Beyrut 1963-1972, II, 248; XI, 267.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

Asıl görevi şehirdeki huzur ve emniyeti sağlamak olan şurtanın, za-


man zaman çok sert tedbirler alarak, halka zulmettiği ve adaletten ay-
rıldığı da olmuştur. Haccâc’ın (75-95/694-714) sâhibu’ş-şurtası Abdur-
rahman b. Ubeyd, halka karşı oldukça merhametsiz davranmıştır. Borçlu
olanı hapseder, mezar soyanı diri diri mezara gömer, ev yakanı yakarak
cezalandırır, zanlının hırsız olduğuna hükmeder ve 300 kırbaç vurdurur-
du. Onun bu sertliği yüzünden insanlar öylesine sinmişti ki, kırk gece geç-
tiği halde herhangi bir suç işlemeye cesaret eden hiç kimse çıkmamıştır.[5]
Bunun yanında, şurta çeşitli suçlara görevlinin insiyatifiyle verilen yerel
ve dönemsel cezalar uygulardı. Nitekim Kûfe sâhibu’ş-şurta’sı olan Ka’kâ
b. Dırâr, içki içenlerin ve alım satımda sahtekârlık yapanların -ceza olarak-
saçlarını ve sakallarını ustura ile tıraş ettirirdi.[6]

Şehrin gece asayiş ve güvenliğinden sorumlu olan ‘ases’[7] ise yatsı


namazından sonra mesaiye başlar ve sabah namazıyla görevini şurtaya
devrederdi. Şehirlerde asayişi sağlamak için çok sıkı tedbirler alınmıştır.
Gerektiğinde gece, yatsı namazından sonra sokağa çıkma yasağı ilan edil-
miş, yasağı ihlal edenler -bu, şehre yeni gelen ve durumdan haberi ola-
mayan yabancı bile olsa- ases tarafından yakalanıp valinin onayıyla kamu
düzenini ihlal suçundan idam edilmekten çekinilmemiştir. [8]

2. Hâciplik (Özel Kalem Müdürlüğü / Sekreterlik)

Yöneticiler ile halk arasındaki ilişkileri düzenleyen[9] günümüzde


başkentte devlet başkanlığı genel sekreteri,[10] illerde özel kalem müdürü
ile benzer görevleri yürüten kurumun başındaki görevli, Emevî�ler döne-
minde ilk halife Muâviye’den itibaren devlet başkanlarının yanı sıra, şe-
hirlerdeki valilerin en yakınındaki kişidir.[11]

[5] İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), Uyûnu’l-
ahbâr, Kahire 1925-1930, I, 16.
[6] İ�sfahânî�, XX, 413; Ebû Ubeyd, el-Kâsım b. Sellâm (224/839), Kitâbü’l-Emvâl (thk.
Muhammed Halî�l Hirâs), Kahire 1401/1981, s. 55; Vekî�, I, 300.
[7] Kettânî�, Muhammed Abdülhayy, et-Terâtibu’l-İdâriyye: Hz. Peygamber’in Yönetimi
(trc. Ahmet Ö� zel), İ�stanbul 1990-1993, II, 50-53; Abdülkadir Ö� zcan, “Asesbaşı”, DİA,
�stanbul 1991, III, 464.
[8] Nüveyrî�, XX, 315-316.
[9] İ�bn Kuteybe, Uyûn, I, 53; Ebû Ubeyd, 16, 55, 218, 530; Nüveyrî�, XIX, 144, 509;
İ�bnü’l-Esî�r, III, 157; Kalkaşendî�, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali (821/1418), Subhu’l-aşâ
fî sınââti’l-inşâ (Muhammed Hüseyin Şemsüddî�n, Nebî�l Hâlid el-Hatî�b, Seyyid Ali
Nâbit), Beyrut 1987/1407, III, 296; Kettânî�, I, 101.
[10] Hasan İ�brahim, Hasan, Siyâsî-Dînî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc. İ�. Yiğit, S.
Gümüş), İ�stanbul 1985, II, 139. 461
[11] Câhız, Resâilü’l-Câhız (thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn), Beyrut 1411/1991, II,
36, 78-79; İ�bn Kuteybe, el-İmâme ve’s-siyâse, 1909 byy 248; Uyûn, I, 90; Belâzürî�,
Fütûhu’l-Büldân (Ü� lkelerin Fetihleri) (trc. Mustafa Fayda), Ankara 1987, 595;
Ensâb, VII, 378-379; VIII, 81; İ�sfahânî�, II, 349; VI, 79-80; VII, 65-66, 122-126; VIII,
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hâciplik, güvenlik amaçlı bir kurum olarak da hizmet vermiştir. Çün-


kü devlet başkanlarına ve yöneticilere karşı düzenlenen suikastlar, yöne-
ticilerin yanına isteyen herkesin, istediği zaman rastgele girmesine engel
olunmasına ve gerekirse üstlerinin aranarak huzura alınmasına neden
olmuştur.[12]

Hâcipler, yöneticilerin huzuruna gelenleri, nesebine, yaşına, sosyal ya


da siyasî� konumlarına göre içeri alırdı.[13] Sıradan halk bu hiyerarşide en
sonda yer alır ve bazen huzura girmek için günlerce bekler ya da gireme-
den geri dönmek zorunda kalırdı.[14] Şikayetlerin yöneticilere ulaştırılma-
sı zaman zaman çok zordu. Ö� yle ki halifenin ya da valilerin huzuruna gi-
rebilmek için hâciplere rüşvet verenler bile olurdu.[15] Halifeler ve valiler,
bazen bütün halka açık, yemekli görüşme günleri düzenlerdi. Günümüz-
deki ‘halk günleri’ne benzeyen bu günlerde, dâru’l-imâre ya da sarayda
büyük bir izdiham yaşanırdı.[16]

Emevî�ler döneminde görevleri belirlenmiş ve gündelik hayatta dik-


kat çeken diğer iki önemli kurum da kâdılık[17] ve sâhibu’s-sûk’tur (zabıta
teşkilatı).[18]

B. Gündelik Hayatın Dînî, İdarî ve


İktisadî/Ticarî Mekânları

1. Cami

Yeni kurulan İ�slâm şehirlerinin merkezî� noktasında namazları kıl-


dıran valinin bulunduğu “dâru’l-imâre” (başkentte asıl yönetici halife

63; XVI, 42, 48; el-Â� bî�, el-Vezî�r el-Kâtib Ebû Sa’d Mansûr b. el-Hüseyin (461/1069),
Nesrü’d-dürr, I-VII (thk. Komisyon), Mısır 1981-1989, V, 18-19; er-Râgıb el-İ�sfahânî�,
Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed (502/1109), Muhâdarâtu’l-üdebâ ve muhâ-
verâtü’ş-şu’arâ ve’l-büleğâ, I-II, Mısır 1287, I, 130-131; İ�bnü’l-Esî�r, III, 458; IV, 16;
Kalkaşendî�, Subhu’l-a’şâ, I, 48; Nüveyrî�, VI, 87-91; XX, 375, 498.
[12] C. Zeydân, İslâm Medeniyeti Tarihi (trc. Zeki Meğamiz), İ�stanbul 1971, I, 364.
[13] Câhız, el-Bursân ve’l-Urcân ve’l-Umyân ve’l-Huvlân (thk. Muhammed Mürsî� el-Hûvlî�),
Beyrut 1987/1407, 211-212; İ�sfahânî�, II, 404-405.
[14] Câhız, Resâil, II, 53, 71; İ�bn Kuteybe, Uyûn, I, 72-92; Vekî�, II, 41.
[15] Belâzürî�, Ensâb, V, 36-37; VII, 229.
[16] Belâzürî�, Ensâb, V, 410, 412; VIII, 396, 420.
[17] Abdülaziz ed-Dûrî�, “Hükümet Kurumları”, İ�slâm Şehri (ed. R. B. Serjeant; trc. Elif
Topçugil), İ�st. 1992, s. 73.
[18] Vekî�, I, 303-304, 347; İ�bn Teymiyye, Takıyyüddî�n Ahmed (728/1328), Bir İslâm
462 Kurumu Olarak Hisbe (trc. Vecdi Akyüz), İ�stanbul 1989, s. 24, 29, 33, 50; İ�bnü’l-
Uhuvve, Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Kuraşî� (729/1329), Meâlimu’l-
kurbe fî ahkâmi’l-hisbe, Cambridge 1937, s. 7, 15-32; Nüveyrî�, VI, 291, 296, 304 vd.;
Muddazir Abdurrahim, Hukukî� Kurumlar, İ�slâm Şehri, (ed. R. B. Serjeant; trc. Elif
Topçugil), İ�stanbul 1992, s. 59-61.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

olduğundan “saray”) ve dinî� hayatın yanı sıra, toplumsal ve kültürel ha-


yatın merkezi, bütün İ�slâm cemaatinin buluşma yeri olan ve tarih boyun-
ca “Cuma camii”, “ulu camii”, “büyük camii” diye isimlendirilen mekân
bulunurdu. İ�slâm şehrinin bütün ihtişamı kendisinde gözüken caminin
merkezî� konumu, Müslümanların fetih topraklarında bizzat kendilerinin
kurdukları Basra, Kûfe, Fustat gibi şehirlerde bariz biçimde ortaya kon-
muştur. Bu şehirlerde ilk önce cami ve dâru’l-imâre inşa edilmiş, sonra bu
iki yapının etrafında halkın yaşadığı mahalleler teşekkül etmiştir.[19]

İ�slâm şehrinin en önemli ve en belirgin organı cami olmuştur. Bu ya-


pının konumu, her zaman meskûn mahallin ortası, yani çekirdek nokta-
sıdır.[20] Emevî�ler dönemi de dâhil İ�slâmiyet’in ilk asırlarında şehirlerde
Cuma namazı tek bir yerde, şehir merkezindeki camide kılınmıştır. Böy-
lece yaklaşık ilk üç asır boyunca haftada en az bir defa bütün şehir adetâ
camide toplanmıştır.[21] Şehir merkezinde yer alan bu camiler her zaman,
diğerlerine göre daha büyük ve daha görkemli olmuştur. Emevî�ler döne-
minde vali Ziyâd tarafından taştan, mermer sütunlar, demir şişlerle ve
çamur kullanmaksızın kireçle/harçla yeniden inşa edilen ve üzeri sâc ağa-
cından bir malzemeyle örtülen Basra Ulu Camii’nin muhteşemliği insan-
ları öylesine hayran bırakmıştır ki, onun hakkında râvî� şöyle demektedir:
“Eğer insanların elden ele taşları verdikleri görülmemiş olsaydı, bizler bu
bina cinler tarafından yapılmış derdik.” Böyle muhteşem bir binanın, râvî�
tarafından daha önce görülmediği itirâf edilmektedir. Ziyâd’ın, civârdaki
en yüksek bina olmasını istediği caminin yüksekliği 15-20 metreye ula-
şıyordu.[22]

Müslüman fâtihlerin fethettikleri yerlerde bıraktıkları kalıcı işa-


retler olan camiler, İ�slâm kardeşliğinin ve kardeşleri birbirine bağlayan
ve hatta bir araya toplayan bir fonksiyon üstlenmişler, birlik ve tevhî�din
sembolü olmuşlardır.[23] Çünkü cami her şeyden önce, cemaatin toplanıp
ibadet ettiği bir mekân olarak günlük hayatın dinî� yaşantısını sembolize
eder. Bu kutsal sembol, İ�slâm şehirlerinin ve şehirlerdeki mahallelerin ku-
rulmasında belirleyici olduğu kadar, Müslüman kültür ve medeniyetinin
ana eksenidir. Şehrin ya da mahallenin caminin etrafında biçimlenmesi,

[19] Belâzürî�, Fütûh, s. 498; Taberî�, II, 479; ed-Dî�neverî�, Ebû Hanî�fe Ahmed b. Dâvûd
(282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl, Mısır 1330, s. 125.
[20] Can, Yılmaz, İ�slâm Şehirlerinin Fizikî� Yapısı (H. I-III/M. VII/IX), Ankara 1995, s. 103.
[21] İ�bn Havkal, Ebü’l-Kâsım en-Nasî�bî� (IV./X. yy.), Sûretü’l-Arz, Leiden 1939, s. 146; Ali,
Sâlih Ahmed, Hıtatu’l-Basra ve mıntıkatuhâ, Irak 1986, s. 64. 463
[22] Belâzürî�, Fütûh, 500; Taberî�, II, 480; Yâkût el-Hamevî�, Şihâbuddî�n Ebû Abdullah b.
Abdullah (626/1228), Mu’cemü’l-büldân, Dârü’l-Fikr, Beyrut, ts., IV, 492; I, 433.
[23] Belâzürî�, Fütûh, s. 404, 408; Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi (trc. Yavuz Alagan),
�stanbul 2000, s. 82.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

günlük hayatın kültür temelinin içeriğini açıklaması bakımından ilginçtir.


Kültürün belirleyici sembolü dinî� karakterde olduğu için, günlük hayatın
insan ilişkileri ve değerler sistemi, bu mânevî� atmosferin içinde kolektif
bir nitelik kazanmıştır.[24]

Camiler ilk zamanlarda sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda
siyasî� konuların görüşüldüğü, zaman zaman karara bağlandığı, öğretmen-
lerin ders verdiği mekân olarak eğitim ve öğretim faaliyetlerinin odak
noktası, şairlerin şiir inşâd ettiği yer, hâkimlerin muhâkeme edip suçlula-
rı cezalandırdığı yargı evi, halifeler ve yöneticilerin emirnâmelerini teblî�ğ
edip, kararlarını ilan ettikleri, onaylattıkları bir forum ve toplumsal ileti-
şim ve denetim aracı, yerleşim birimine İ�slâmî� kimliğini kazandıran, din
ve dünya işlerinin görüşülüp karara bağlandığı, İ�slâmî� bir dünya görüşü-
nün oluşturulduğu ulvî� bir mekân idi.[25]

Camiler gün boyu, hatta olağanüstü durumlar dışında gece sabaha ka-
dar da açıktı.[26] Hangi meşrepten ve tabakadan olursa olsun bütün Müslü-
manlar, ibadet etmek, duâ etmek ve dinlenmek için camiye gidebilirdi. Gece
teheccüd için camide devamlı bulunanlar olurdu. Ancak, bir gece Hâricî� li-
derlerden birisi Kûfe camiini basmış ve orada bulunanları öldürmüştü. İ�şte
bu olaydan sonra insanlar camide teheccüd namazı kılmayı bırakmışlardır.[27]

Ulu camide Müslüman halkın kolektif bilinci kriz anlarında kendini


ifade edebilir ve camide siyasî� sert tartışmalar ve hatta çatışmalar meyda-
na gelebilirdi.[28] Bu sebeple camiler Emevî�ler döneminde idarî� ve siyasî�
açıdan büyük roller üstlenmiştir.[29] Günlük hayatın en hareketli ve en ka-
labalık mekânlarından olan camilerde, belki de bu sebeple devamlı şurta/
hares (polis/koruma) gücü bulunurdu.[30]

[24] Ekrem Işın, “19. yy’da Modernleşme ve Günlük Yaşam”, Tanzimattan Cumhuriyete
Türkiye Ansiklopedisi, İ�stanbul 1985, II, 535-572, II, 544.
[25] İ�bn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed b. Sa’d b. Menî�’ el-Hâşimî� el Basrî� (230/845), et-
Tabakâtü’l-kübrâ, I-VI, (tlk. Süheyl Keyyâlî�), Beyrut 1414/1994,V, 7-8; İ�bn Kuteybe,
Uyûn, I, 74; Belâzürî�, Fütûh, 404, 408; Vekî�, I, 145; II, 7, 225-226, 317, 415, 421, 427-
428; III, 69, 135; İ�sfahânî�, XVII, 2; XX, 198; Kalkaşendî�, Subhu’l-a’şâ, IV, 290-291;
Muhammed Hamî�dullah, İ�slâm Müesseselerine Giriş (trc. İ�hsan Süreyya Sırma),
İ�stanbul 1992, s. 64-75; Hourani, s. 156-157; Abdülaziz b. İ�brahim Ö� merî�, el-Hıraf
ve’s-Sınââtu fî’l-hicâz fî asri’r-rasûl, byy 1985, s. 178.
[26] Taberî�, II, 480; İ�bn Havkal, s. 435.
[27] İ�bn Kuteybe, el-Maârif, s. 477; İ�sfahânî�, XVII, 2; W. Durant, İslâm Medeniyeti (trc.
Orhan Bahaeddin), �stanbul, ts., s. 48-49.
[28] Belâzürî�, Ensâb, VI, 8-9, 17; VIII, 308; Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali
464 (346/958), Mürûcü’z-zeheb ve meâdinü’l-cevher (thk. Muhammed Muhyiddî�n
Abdülhamî�d), Beyrut, ts., III, 93; Yusuf Huleyf, Hayâtü’ş-şi’r fî’l-Kûfe ilâ nihâye-
ti’l-karnî’s-sânî li’l-hicre, Kahire 1968/1388, s. 70; Hourani, s. 57.
[29] Abdülcebbâr Nâcî�, Dirâsât fî târîhi’l-müdüni’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye, Basra 1986, s. 162.
[30] Vekî�, III, 228; el-Â� bî�, V, 26; İ�bnü’l-Esî�r, III, 458; V, 238.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

Emevî�ler döneminde zaman zaman camiler şarkıcıların, eğlendiri-


cilerin, erseliklerin toplanma mekânı hâline geldiğinden valiler ve diğer
görevliler bu kutsal mekândan onları tespit edip çıkarmak için çeşitli ön-
lemler almak durumunda kalmışlardır.[31]

Camilerde, Hz. Peygamber döneminden beri şiir inşâd edilirdi.[32]


Emevî�ler döneminde ise Ferazdak (110/730) ve Cerî�r (110/730) gibi dö-
nemin en ünlü şairleri şiir inşâd ederlerdi. Ö� yle ki onların zaman zaman
dolup taşan halkalarından camidekileri rahatsız edecek derecede gürül-
tüler yükseldiği olurdu.[33] Camiler, bazı meslek erbâbı tarafından adeta iş
yeri gibi kullanılmaya kalkışıldığından yöneticiler, bunu önlemek amacıy-
la özel bir bekçi görevlendirmiştir.[34]

Emevî�ler döneminde kadınların da hemen her vakit camiye gidip na-


maz kılabildiklerini, orada erbâbına çeşitli meseleleri sorabildiklerini ve
öğretmenlik yapabildiklerini görürüz.[35]

2. Dârü’l-İmâra (Saray)

Şehirdeki dâru’l-imâre (başkentte saray) gündelik hayatın idarî� ve


dünyevî� yaşantısını temsil etmektedir. Çünkü dâru’l-imâre (saray) şehir-
de (başkentte) oturan ve devleti temsil eden valinin (devlet başkanının)
ikâmetgâhı ve şehri (devleti) yönettiği mekândır.

Esasen İ�slâm din ve dünya ayırımı yapmadığı için, gerek cami ve gerek-
se dâru’l-imâre, hem dinî� hem de dünyevî� işlerin birlikte görüldüğü mekân-
lar olmuştur. Nitekim kurduğu yeni devletin başkanı olan Hz. Muhammed
(sas), devletle ilgili bütün işlerini camiden yürütmüştür. İ�şte, cami-dâ-
ru’l-imâre beraberliğinin temelinde Hz. Peygamber zamanında gerçekleş-
tirilen bu mekânsal birliğin yattığı düşünülmektedir.[36] Eskilerine nazaran
daha görkemli olarak yeniden yapılan ve saray hâline dönüşmeye başlayan
dâru’l-imâreler (saraylar), I./VII. asrın sonlarına doğru, zaman zaman şehir
merkezinden uzaklaşmış ve ilk dönemlerdeki cami-dâru’l-imâre birlikteli-
ği, Emevî�lerin sonraki dönemlerinde pek devam etmemiştir.[37]

[31] İ�sfahânî�, II, 215-216, 363-364; İ�bn Abdürabbih, Ebû Ö� mer Ahmed b. Muhammed
el-Endelüsî� (428/1037), Kitâbü’l-İkdi’l-ferîd (thk. Komisyon), Kahire 1940-1973,
VI, 14-15, 25.
[32] Şevkî� Dayf, Târîhu’l-edebi’l-Arabî: Asru’l-İslâm, Kahire, ts. s. 78.
[33] İ�bn Sa’d, V, 7; Belâzürî�, Ensâb, VIII, 200; İ�sfahânî�, VIII, 52, 64-65; Huleyf, s. 170.
[34] İ�bn Şebbe, Ebû Zeyd Ö� mer en-Nemî�rî� (173-262/790-875), Târîhu’l-Medineti’l- 465
Münevvere (thk. Fehî�m Muhammed Şeltût), Cidde 1394, I, 36.
[35] Vekî�, II, 5; İ�sfahânî�, XXI, 365-366; Mes’ûdî�, III, 147.
[36] Belâzürî�, Fütûh, s. 398.
[37] Can, s. 103.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Dârü’l-imârelerın yanında, özellikle şehirden uzak çöllerde inşa etti-


rilen sarayların içinde bulunan salonlar, hamamlar, eğlence mekânları ve
bahçe teşkilâtı, kabartmalar, mozaikler ve duvar süslemeleriyle görkemli
biçimde inşa edilen bu binaların Emevî� devlet başkanlarının günlük haya-
tının dünyevî�liğini ortaya koyması açısından da müstesna bir yeri vardır.[38]

Bu mekânlar şarkıcıların, şairlerin, sihirbazların, şaklabanların, soy-


tarıların ve mizâh ustalarının kısacası; her türlü hüner, sanat sahibi ve eğ-
lendiricinin uğradığı, kadın ve erkek dansçıların müzik eşliğinde yaptık-
ları danslarıyla yöneticileri eğlendirdikleri eğlence mekânı fonksiyonunu
da görmüştür. Eğlencenin, zenginlik ve imkânla doğrudan ilgisi olduğu iyi
bilindiğine göre, yönetici konaklarının dönemin zengin, çeşitli ve incelmiş
eğlence biçimlerinin en başta gelen merkezleri olması garipsenmemelidir.

Dârü’l-imârelerde, eğlence, sohbet, müzik, içki masası tertiplerinin


Emevî�lerden önce başladığı belirtilir. Hz. Osman’ın (24-36/644-656) Kûfe
valisi Velî�d b. Ukbe’nin (25-30/645-650) içki içtiği, şarkıcıları konağına
toplayıp şarkı dinlediği, geceleri eğlenceler düzenlediği, Tağlib Hıristiyan-
larından Ebû Zübeyd et-Tâî� ile -bu kişi daha sonra Müslüman olmuştur-[39]
masa arkadaşlığı yaptığı rivayet edilmektedir.[40]

Emevî�ler dönemi devlet başkanı ve yöneticilerinden bazıları ise eğ-


lenceye düşkünlükleriyle öne çıkmışlar ve her türlü müzisyen ve eğlendi-
riciye kapılarını açmışlardır.[41] Dünyevî� yönüyle öne çıkan ve birkaç halife
dışında eğlence geleneğinin artık yerleşip gelenekselleştiği Emevî� saray-
larında, kapalı devre eğlencelerin yanında, zaman zaman sarayın avlusun-
da ünlü müzisyenler tarafından halka açık konserler de verilirdi.[42]

Hz. Osman döneminde Şam valisi Muâviye, daha o zaman şehir mer-
kezinde yer alan kilisenin -I. Velî�d zamanında (86-96/705-715) Ü� meyye
Camii’ne dönüştürülecek olan katedral yanındaki[43] eski Bizans valile-
rinin sarayını, yeniden düzenleyerek kendisine ikâmetgâh yapmıştır. Bu
saray “el-Hadrâ” (Yeşil Saray) adıyla bilinir.[44] Böylece devletin başlan-

[38] K. Philip Hitti, Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1980, II, 415-
417; Islam Art and Architecture, (ed. Markus Hattstein-Peter Delius), Könemann
2000, s. 58-80; Ernst Diez, Die Kunst Der Islamischen Völker, Berlin 1915, s. 5, 24-30.
[39] İ�bn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetullah (571/1175), Târîhu Medineti
Dımaşk (thk. Komisyon), Beyrut 1995-2000, XII, 324, 326-327.
[40] İ�bn Kuteybe, el-Maârif, 319; Belâzürî�, Ensâb, VI, 140; Taberî�, II, 609-610; Mes’ûdî�, II, 344;
İ�sfahânî�, V, 126; Nüveyrî�, XIX, 436; Süyûtî�, Abdurrahman b. Ebî� Bekir b. Muhammed
466 Celâluddin (911/1505), Târîhu’l-hulefâ, Katar 1974, s. 144; Huleyf, s. 204.
[41] İ�sfahânî�, II, 348-349, 353-355; Huleyf, s. 208.
[42] Nüveyrî�, V, 55.
[43] Ö� mer Ferrûh, Târîhu sadri’l-islâm ve’d-devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1986, s. 209.
[44] İ�bn Asâkir, II, 257; LIX, 233.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

gıcından itibaren Emevî�lerin başken-


ti Şam’da dâru’l-imâre, hükümdar
sarayı olarak karşımıza çıkar. Günlük
hayatın en hareketli mekânlarından
biri de saraylardır. Çünkü toplumun
sosyal ve günlük hayatının değişen
yüzünü her yönüyle ilk başta saraylar
temsil etmektedir. Saraylar, şehirler-
deki dâru’l-imârelere kıyasla daha
muhteşem yapılmıştır. Çünkü bu ya-
pılar, aynı zamanda devlet başkanı-
nın gücünü ifade eder. Bazı sarayların
dekorasyonu dünyanın her yerindeki
prenslerin, hükümdarların gelenek-
sel temalarını, savaş, avcılık, şarap,
kadın ve dansı ifade etmektedir.[45]
Resim 16:
Muâviye’den itibaren saraylar Emevî�lerdeki dünyevî�leşme gösterge- Emevi
lerinin en açık izlerini taşımaya başlamıştır.[46] Selefleri Râşid Halî�felerin döneminin
meşhur
aksine, daha lüks yaşamayı arzu eden, İ�stanbul’daki kadar güzel bir saraya saraylarından
ve Ayasofya kilisesi kadar görkemli camilere sahip olmayı isteyen Muâviye, Mşatta’nın
ulu caminin yanında -burası onun döneminde Hıristiyanlarla ortaklaşa kul- Bergama
müzesinde
lanılmış olan yukarıda adı geçen katedral olmalıdır- yaptırdığı ‘el-Hadrâ’[47] sergilenen bir
isimli sarayında oturmaya başlamıştır.[48] Böylece Muâviye, kendinden son- cephesi.
ra gelen devlet başkanlarının büyük paralar harcayarak gerek Şam’da, ge- [https://bit.
ly/2Lv7rzc]
rekse Ü� rdün çevresinde, genellikle şehir dışında/çölde muhteşem saraylar
yaptırarak lüks içinde bir hayat sürmeye başlamalarına da örnek olmuştur.[49]

Emevî�lerin geçici dünya hayatını, kalıcı âhiret hayatına tercih ede-


rek israfta bulundukları, kendi iktidarlarının peşinde koştukları[50] ve

[45] Hourani, s. 83-84.


[46] Mevlüt Koyuncu, Emeviler Döneminde Saray Hayatı, İ�stanbul 1997, s. 160.
[47] Belâzürî�, Ensâb, VI, 167; IX, 186; Hitti, II, 340-341.
[48] Belâzürî�, Ensâb, V, 139.
[49] Belâzürî�, Fütûh, 204; Belâzürî�, Ensâb, V, 367; VII, 227, VIII, 261, 389, 392; Taberî�,
IV, 193; Bekrî�, Abdullah b. Abdülaziz el-Endelüsî� (487/1095), Mu’cemu mâ’sta’cem
min esmâi’l-bilâd ve’l-mevâdı (thk. Mustafâ es-Sekkâ), Beyrut 1403/1983, I, 288,
602; el- Â� bî�, III, 65; Yâkût el-Hamevî�, II, s. 316, 533-534; İ�bnü’l-Cevzî�, Cemâluddî�n
Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam fî tevârîhi’l-mülûk ve’l-ü-
mem Beyrut 1995, IV, 1546; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 14, 120; V, 16, 38, 218-219; Kalkaşendî�,
Meâsiru’l-inâfe fî meâlimi’l-hilâfe (thk. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Beyrut, ts., I, 467
117; Subhu’l-A’şâ, IV, 103; İ�bn Asâkir, XVII, 49; Nüveyrî�, V, 60; XX, 497; XXI, 335;
Süyûtî�, s. 229-230; Zeydân, I, 126; Hitti, II, 348; Koyuncu, s. 77, 147-153.
[50] Belâzürî�, Ensâb, IX, 192; el-Â� bî�, III, 41, 69; İ�bnü’l-Esî�r, V, 244; Ahmed Zeki Savfet,
Cemheratü hutabi’l-Arab Beyrut, ts., III, 9, 14.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

dine karşı kayıtsız bir tutum takındıkları geleneksel bir kanaattir. Şüp-
hesiz, tarihî� kayıtlar bunu destekleyen bilgilerle doludur.[51] Ö� te yandan,
Abdülmelik b. Mervân’ın belirttiği gibi, kendilerinden Ebû Bekir ve Ö� mer
gibi bir hayat sürmelerini isteyen halk da bu konuda insaflı davranma-
maktadır. Çünkü şartlar ve insanlar değişmiştir. Yöneticiler, adı geçen
halifeler gibi bir hayat sürmemektedir, ama halk da onların yönettiği
halk gibi değildir.[52]

Emevî�ler döneminde sarayda yaşanan gündelik hayatı aksettirmesi


ve yönetici-halk ilişkisini resmetmesi açısından güzel bir örnek metin ve
belki de bir halifenin günlük hayatına yer veren ayrıntılı tek metin olarak
Mes’ûdî�’nin, Emevî� Devleti’nin kurucusu Muâviye’nin sarayında geçen yir-
mi dört saatinin günlük hayatını[53] anlatan rivayeti elimizde bulunmakta-
dır. Bu rivayetten anlaşıldığına göre Muâviye, hiyerarşik bir sosyal yapıyı
tasvip edip insanlara buna göre davranırdı. Yemeği, oburluk derecesin-
de çok severdi. Camide genellikle bir Arap kabile şeyhi gibi davranırken,
kabul salonunda bir hükümdar gibi hareket eder ve protokol uygulardı.
Devletin zirvesinde bulunmasına rağmen, kendini her şeyden müstağni
saymaz; ilim, görgü, marifet, tarih, siyaset konularında kendini geliştirme-
ye büyük önem verirdi. Ayrıca oldukça düzenli ve disiplinli bir yaşantıya
sahip olan Muâviye, az uyur çok çalışır; Kur’ân okur ve beş vakit nama-
zı da aksatmadan camide kılar/kıldırırdı. Abdülmelik b. Mervân ve diğer
bazı Emevî� halifeleri Muâviye’yi günlük hayatı açısından örnek almaya ça-
lışmışlardır. Ancak Mes’ûdî�’ye göre[54] hiçbiri onun gibi olamamıştır.

3. Çarşı Pazar

İ� slâm şehirlerinde, genellikle merkezde görmeye alışık olduğumuz


ve şehrin temel fizikî� unsurlarından biri de çarşı pazarlardır. Günlük
hayatın ekonomik yönü, çarşı pazar tarafından temsil edilir.[55] Çalışma
hayatının üzerinde cereyân ettiği çok önemli alanlardan biri olan mer-
kezdeki çarşı pazarlar, kentteki ticarî� faaliyetin motoru konumundadır.
İ� slâm çarşıları arasında belirgin bir benzerlik mevcuttur. Bu yüzden bazı
yazarlar, İ� slâm şehirlerinin yegâne karakteristik özelliği olarak çarşıyı
göstermektedirler. İ� slâm çarşılarıyla ilgili tespit edilebilen belli başlı

[51] İ�bn Kuteybe, Uyûn, I, 2; Belâzürî�, Ensâb, IX, 130; İ�bnü’l-Esî�r, V, 17, 219; Kalkaşendî�,
Meâsiru’l-İnâfe, I, 113; Hasan İ�brahim, II, 259; Hitti, II, 319.
468 [52] İ�bn Kuteybe, Uyûn, I, 9
[53] Bizans İ�mparatorunun bir günüyle krş: T.T. Rice, Bizans’ta Günlük Yaşam (trc. Bilgi
Altınok), İ�stanbul 1998, s. 64-66.
[54] Mes’ûdî�, II, 8; III, 39-41.
[55] Işın, “Gündelik Hayat”, II, 545.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

ortak özellikler, çeşitli araştırmalarda geniş bir şekilde ele alınmıştır.[56]


Buna göre, İ� slâm şehirlerinde ticarî� faaliyetlerin büyük bir kısmı, şehir
merkezindeki caminin etrafında toplanmıştır.[57] Böylece her iki mekân,
şehrin Müslüman sâkinlerinin mânevî�/dinî� ve maddî�/dünyevî� yönünün
ayrılmazlığını ortaya koymaktadır. Ancak çeşitli sebeplere bağlı olarak
zamanla şehir merkezinden uzakta kurulmuş çarşı pazarlara da rastla-
mak mümkündür.[58]

Emevî�ler dönemine kadar iptidaî� bir görünüm arz eden çarşılar, bu


dönemden itibaren, üstü tonozlarla örtülü, planlı ve muntazam bir şekilde
kurulmaya başlanmıştır.[59] Ü� reten ve tüketen, genç yaşlı, kadın erkek her-
kesin bir şekilde uğradığı ve ilgisini çektiği yerler olması nedeniyle çarşı
pazarlar, diğer birçok mekân gibi Emevî�ler döneminde özel önem verilen,
kurulan, yenilenen, geliştirilen mekânlar olmuştur.[60]

Yöneticiler çarşı pazarları dolaşırlar; esnafın durumunu, fiyatları so-


rarlar ve alışverişlerinde dürüst davranmaları için tüccârları uyarırlardı.[61]
Bazı yöneticiler ise, çarşı pazar sorumlusu olan sâhibu’s-sûk’tan, her hafta
düzenli olarak rapor alırdı.[62] Şehrin en kalabalık mekânları olan ve bu
yönüyle her an gösteri potansiyeli taşıyan çarşı pazarlar, zaman zaman
buraları dolaşan yöneticileri tekbir sesleriyle protestoya da sahne olmuş-
tur.[63] İ�slâm şehirlerinde çeşitli ihtiyaçların karşılanabilmesi için gece de,
yani yirmi dört saat açık olan çarşı pazarlar bulunurdu.[64]

Arap çarşı pazarları ya da belirli vakitlerde kurulan panayırlar eskiden


beri, sadece alışveriş mekânları değil, aynı zamanda şiir yarışmalarının ya-
pıldığı, hatiplerin hitâbet sanatındaki becerilerini sergiledikleri, kabileler
arası çeşitli yarışma ve övünmelerin gerçekleştiği mekânlardır. Kentin ve
günlük hayatın ticarî� yaşantısından çok daha fazla işlevleri yerine getiren
çarşı pazar ve panayırları bazıları, Yunan-Roma kültüründeki spor yarış-
malarının ve olimpiyat oyunlarının yapıldığı ‘Gymnazium’a benzetir.[65] Ni-

[56] Can, s. 123-133.


[57] Mustafâ Abbâs Mûsevî�, el-Avâmilu’t-târîhıyye li neş’et ve tetavvuri’l-medineti’l-Ara-
biyyeti’l-İslâmiyye, Bağdât 1982, s. 225.
[58] Mûsevî�, s. 225-226; Can, s. 126-127.
[59] Hamidullah, İ�slâm Peygamberi, İ�stanbul 1980, II, 1140; ed-Dûrî�, s. 71; Can, s. 132.
[60] Vekî�, II, 349; İ�bn Asâkir, X, 260; Ö� merî�, s. 141.
[61] Belâzürî�, Ensâb, VIII, 398; Vekî�, II, 196; İ�bnü’l-Esî�r, V, 16; İ�bn Asâkir, LIX, 171;
Nüveyrî�, XXI, 337.
[62] Söylemez, Mahfuz, Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe, Ankara 2001, s. 46, 205-207.
[63] Tekbî�r, bazen protesto ve bazen de destek tezâhürâtı olarak kullanılırdı. Câhız, 469
Beyân, 1968, I, 283; Belâzürî�, Ensâb, VI, 303; VII, 130, 276.
[64] �bn Havkal, s. 435.
[65] Zeydân, III, 67; Ahmed el-Hûfî�, “el-Luğatü’l-Arabiyye târî�huhâ ve hasâisuhâ ve âsâ-
ruhâ fî�’l-hadârati’l-İ�slâmiyye”, Dirâsât fî’l-Hadârati’l-İ slâmiyye, Mısır 1985, I, 137.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

tekim Basra’da Mirbed[66] ve Kûfe’de Kunâse[67] pazarları, ticarî� bir alışveriş


merkezi olmalarının yanında, birer buluşma, yarışma ve eğlence mekânı
olarak âdeta herkesin uğradığı bir arena gibidir. Bu iki şehirdeki iki mekân,
kaynaklarda pazar olmasının yanında, dil, edebiyat, şiir vb. kültürel temsil
yönüyle öne çıkmaktadırlar.[68] İ�bn Abdürabbih’in ( 428/1037) “Irak dün-
yanın, Basra Irak’ın, Mirbed ise Basra’nın merkezi/kalbidir”,[69] şeklindeki
rivayeti Mirbed’in önemini açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü Mirbed’in
bulunduğu alan, Arap geleneksel yaşantısıyla, yeniden kurulan ve oluşma-
ya başlayan yaşantıların buluşma noktasıdır.[70] Câhız (159-255/775-869),
Mirbed’in o günkü sosyal/günlük hayattaki önemini şöyle vurgular: “Sana
Mirbed’i öneririm, fikirler orada ortaya çıkar, gözleri üzerine çeker, hayrı
celbeder, her türden, tabakadan insanı toplar”.[71] Günlük hayatın en hare-
ketli merkezlerinden biri olan Mirbed, Arap geleneksel hayatına bağlı olan-
ların kendi kültürlerini ve âdetlerini korumak için çaba sarf ettikleri -her ne
kadar kültürel ve sosyal hayatın bazı yönleri kaçınılmaz olarak değişmeye
devam etse de- savunma hattı gibidir.

Emevî�ler döneminde şiir şölenlerinin, edebiyat ve sanat yarışmala-


rının yapıldığı Mirbed’de[72] aynı zamanda dönemin önde gelen şairleri-
nin, şiirlerini inşâd ettiği özel bir mekânı ve etrafında kendini dinleyen
taraftarları, râvî�leri ve talebeleri vardı.[73] Mirbed pazarında, kabileler
arası hicivleşme (nekâiz), çatışma ve övünme, dönemin insanları için en
önemli vakit geçirme, eğlenme araçlarından biridir. Düzenli olarak Mir-
bed’e gelen ve tuttuğu şairlerin yanında toplanan kalabalık, onları ateşli
bir şekilde destekler, tezâhürât yapıp alkışlardı. Şâirler burada kuru bir
atışma yapmazlar, Arap câhiliye günleri ve İ�slâmî� dönemin önemli olay-
ları, şiirlerde canlı bir şekilde yer alırdı. Dolayısıyla burada tarih yeniden
hatırlanır, öğrenilir ve yeni nesillere aktarılmış olurdu.[74]

[66] İ�bn Abdürabbih, III, 324-325; İ�bnü’l-Esî�r, II, 446; Kalkaşendî�, Subhu’l-A’şâ, IV, 337;
İ�bn Asâkir, XXVIII, 148; Dayf, s. 6; Mûsevî�, s. 67; Ali, Hıtat, s. 46, 110, 115; Mûsevî�, s.
70; Nâcî�, s.135, 140, 148.
[67] Miskî�n ed-Dârimî�, Dîvân (thk. Halî�l İ�brahim el-Atıyye, Abdullah el-Cebûrî�), Bağdat
1389/1970, 38; İ�sfahânî�, XVIII, 34; Dayf, s. 149, 250; Ali, Hıtat, s. 110.
[68] İ�bn Asâkir, XXVIII, 148; Hourani, s. 76.
[69] İ�bn Abdürabbih, VI, 249.
[70] İ�bn Kuteybe, Uyûn, I, 222; Tayyibe Sâlih eş-Şüzür, Elfâzu’l-hadârati’l-abbâsiyye fî
470 müellefâti Câhız, Kahire 1998, s. 17.
[71] Beyân, I, 155, 1948; II, 254; IV, 11.
[72] el-Â� bî�, V, 92; Ali, s. 110.
[73] Miskî�n ed-Dârimî�, s. 37; Belâzürî�, Ensâb, VII, 13; Dayf, s. 157.
[74] Dayf, s. 241, 244-245.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

C. Gündelik Hayatın Eğlenme, Dinlenme


ve Vakit Geçirme Mekânları

İ�slâm toplumunda eğlenceye, özellikle de aşırı eğlenceye soğuk bir ba-


kışın olduğu kabul edilmelidir. Çünkü bazı kaynaklarımız eğlence haberle-
rine geniş yer vermiş olsa da toplumda genel olarak eğlenceye bakış pek
iyi değildir. Bu münasebetle biz, eğlence mekânlarının ayrıntısına geçme-
den önce fizikî� yapılarıyla ilgili genel olarak şunları söyleyebiliriz: Eğlen-
ce mekânları, cami ve dâru’l-imâre gibi mimarî� yapılarıyla dikkat çekecek
ya da göze batacak şekilde asla öne çıkmazlar. Kaynaklarda, kulüp, meclis,
ev şeklinde belirtilen bu mekânlar, fizikî� yapılarıyla mimarî� bir gelişmeye
sahne olmadığı gibi, gözlerden uzak, muhtemelen köhne, eski ve belki de
devletin meşrû görmemesi ve sürekli denetleyip kapatması sebebiyle pek
bilinmeyen ve gözlerden ırak yerlerde açılmıştır. Ancak bu mekânlar günü-
müzdeki kıraathaneler gibi çekiciliğini kaybetmemiştir. Çünkü bu yerlere
insanları çeken husus mekândan çok, bizâtihî� eğlencenin kendisidir.

1. Meyhaneler
İ�slâmiyet içki ticaretini Müslümanlara yasaklamıştır. Ancak anlaşma-
lar gereği, bu işle uğraşmak Ehl-i Zimme’ye yasak edilmediğinden İ�slâm
şehirlerinde Ehl-i Zimme tarafından işletilen meyhanelerin bulunması
garipsenmemelidir.[75]
Emevî�ler dönemi, başta saraylar ve dâru’l-imâreler olmak üzere, içkili
meclislerin kurulduğu, toplumda eğlence çeşitlerinin ve içenlerin arttığı bir
dönemdir. Yezî�d b. Muâviye[76] ile başladığı söylenen bu süreç, Emevî� iktidarı
boyunca saraydan ve dâru’l-imârelerden başlayarak, şehirlere ve toplumun
her kesimine yayılarak sürmüştür.[77] Yezî�d’den sonra gelen Emevî� halifele-
rinden çoğunun içki içtiği, kaynaklarda kayıtlıdır.[78] Böylelikle, İ�slâm toplu-
munda saray geleneği kurulduktan kısa süre sonra içki, eğlence ve mü-
zik gibi eğlence araçları dolayısıyla dünyevî� yönüyle öne çıkan sarayda
içmek değil, aksine içmemek bir istisna teşkil eder hâle gelmiştir. Emevî�ler

[75] Ebû Ubeyd, s. 103-104.


[76] Belâzürî�, Ensâb, V, 106, 141-143, 149, 301, 312; VI, 244; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 122; Ü� nal
Kılıç, Tartışmaların Odağındaki Halîfe Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001, s. 40 vd.
[77] Câhız, Resâil, II, 17; Belâzürî�, Ensâb, V, 299, 338; VI, 244-245, 320, 326; VII, 16, VIII,
250; Mes’ûdî�, III, 77; İ�bnü’l-Esî�r, IV, 101-102, 122.
[78] Belâzürî�, Ensâb, IX, 127-130, 152; İ�sfahânî�, VI, 77; VII, 49; Mes’ûdî�, IV, 76; İ�bn
Abdürabbih, VI, 348, 351; et-Tenûhî�, el-Kâdı Ebû Ali el-Muhassin b. Ali (383/994),
Kitâbü’l-Ferec ba’de’ş-şidde (thk. Abbûd eş-Şâlicî�), Beyrut 1398/1978, II, 250; 471
er-Râgıb el-İ�sfahânî�, I, 438; Nüveyrî�, IV, 85, 91; Abû’l-Farac (Bar Hebraeus) Gregory
(685/1286), Abu’l-Farac Tarihi, I-II (trc. Ö� mer Rıza Doğrul), Ankara 1945-1950, I,
197; Abdurrezzâk Ahmed, “Vesâilü’t-Teselliye ‘Inde’l-Arab”, Dirâsât fî’l-hadârati’l-İs-
lâmiyye, I-II, Mısır 1985, I, 87-89.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

döneminde oluşan dünyevî� saray geleneği, dindarlığı ile öne çıkan Ö� mer b.
Abdülaziz gibi bazı devlet başkanlarını adeta yok etmiştir.[79] Hicâz, Suriye,
Irak ve Horasan, kısacası Emevî� coğrafyasının hemen her yöresiyle ilgili
meyhane, içki ve zinâ haberleri kaynaklarda yer almaktadır.[80]

2. Beytü’l-Kıyânlar (Gazinolar/Pavyonlar)
Meyhaneler gibi, beytü’l-kıyânların da gayrimüslimlerle ilgisi vardır.
Ancak Müslümanlardan buraları eğlenmek için ziyaret edenlerin sayısı az
olmadığı gibi, bazılarının cariyelerini eğlence sektöründe kullandığı an-
laşılmaktadır.[81] Dârü’l-kıyân ya da beytü’l-kıyân kadın şarkıcıların şarkı
söylediği, insanları eğlendirdiği içki, yemek, şarkı, kadın vb. gibi çok çeşitli
eğlence araç ve biçimleri bulunan mekânların ismidir. Bu eğlence mekân-
larından bazıları küçük olup sadece yeme, içme ve müzikli eğlenceye yö-
nelik iken, bazıları büyük olup hemen her türlü eğlenceyi kapsardı.[82]
Beytü’l-kıyânlar doğrudan cariyelik kurumu ile ilgili olduğundan ve
Emevî� dönemi İ�slâm toplumunda cariyelik kurumu yaygın olarak bulun-
duğundan, bu dönemde beytü’l-kıyânlara rastlamak şaşırtıcı değildir. Zira
bazı cariye sahipleri, bütün nitelikleriyle kadının ticaretini meslek haline
getirmişler ve bu işten büyük miktarda paralar kazanmışlardır. Dönemin
kâdılarından İ�yâs b. Muâviye, sahiplerinin cariyelerini nasıl fuhşa zorla-
dıklarını, “aranızdan bazıları cariyelerine, ‘git fuhuş yap ve beni doyur’
demektedirler!” şeklindeki ifadeleriyle açıkça ortaya koymaktadır.[83]
Bazılarının ömrünü şehirlerdeki beytü’l-kıyânlarda geçirdiği, eğlen-
ceye düşkün birçok zenginin ve gençlerin servetlerini cariyeler uğrunda
tükettiği bilinmektedir. Bir kısmında her türlü eğlencenin ve fuhşiyyâtın
serbest olduğu bu mekânlarla ilgili kaynaklarda geçen bilgilerin çoğunun,
muhtemelen II. Velî�d dönemiyle (125-126/743-744) ilgili olduğu anlaşıl-
maktadır.[84]

[79] Ö� mer b. Abdülaziz’i zehirleme teşebbüsü için bk. Süyûtî�, s. 229.


[80] Câhız, Beyân, 1968, I, 298; Câhız, Resâil, II, 231, 284; III, 120 vd.; IV, 259-281;
Belâzürî�, Ensâb, VI, 239-245; VII, 319-320, 366; IX, 55, 152-153; İ�sfahânî�, II, 345;
IV, 298-299; XI, 257-274, 364-367; XIII, 357; XVI, 309-310; XX, 330-333; �bn
Abdürabbih, VI, 345-346, 349, 352-373; el-Â� bî�, V, 166; Tenûhî�, II, 262-263; IV, 415;
Şâbuştî�, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed (388/998), ed-Diyârât (thk. Korkis Avvâd),
Beyrut 1406/1986, s. 247, 250-251; er-Râgıb el-İ�sfahânî�, I, 412, 438; İ�bn Şebbe,
I, 250; İ�bn Teymiyye, s. 86, 89; İ�bn Asâkir, XII, 19; Nüveyrî�, IV, 17, 52-55, 76-82;
Kalkaşendî�, Subhu’l-A’şâ, II, 161; Hüseyin Necî�b el-Mısrî�, “Eserü’l-Fars fî� Hadârati’l-
İ�slâm”, Dirâsât fî’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Mısır 1985, I, 173, 175.
472 [81] Câhız, Resâil, II, 139-182; II, 210-378; Nüveyrî�, IV, 286.
[82] Huleyf, s. 211.
[83] Vekî�, I, 329.
[84] Belâzürî�, Ensâb, IX, 159-160; İ�sfahânî�, III, 282-284; İ�bn Abdürabbih, III, 169;
Şâbuştî�, 250-256; İ�bn Asâkir, XXI, 293; LXIX, 65; Nüveyrî�, IV, 235-236; Huleyf, s.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

3. Şarkıcı Evleri
Emevî�ler döneminde en yaygın eğlence mekânlarından biri de çok
sayıda bulunan erkek-kadın şarkıcıların evleriydi. Buralarda, enstrüman
çalıp şarkı söylemenin yanında raks, kıyafet baloları, içki, sohbet, yarışma-
lar, atışmalar vb. gibi çeşitli eğlenceler yapılırdı.[85]

4. Kulüpler
Bugünkü deyişle halk kulüpleri (endiyetü’l-kavm) olarak ifade ede-
bileceğimiz mekânlar İ�slâm’dan önce Arap şehirlerinde bulunduğu gibi,[86]
Emevî�ler dönemi şehirlerinde de mevcuttu. Her yaştan insanın girebildiği
halk kulüplerinin yanı sıra, olgun yaştakilere, gençlere, sadece eşrâfa (seç-
kin /elit kişiler) ve hatta mevâlî�ye ait kulüpler vardı. Buralarda düzen-
lenen çeşitli eğlencelerin ve sohbetlerin yanında şarkıcılar şarkı söyler,
bazen atışma ve yarışma yaparlar; satranç ve tavla oynanır, kitap okunur,
güldürü ustaları insanları güldürüp eğlendirirdi. Kıraathâne kültürümü-
zün prototipi belki de bu mekânlardır.[87]

5. Eşrâf Konakları
Müziğe ve müzisyenlere ilgi duyan aristokrat erkeklerin yanında,
aynı tabakadan bazı kadınların da müzikle ve müzisyenlerle yakından il-
gilendikleri, evlerinde ve bahçelerinde bazen özel, bazen halka açık kon-
serler düzenledikleri görülmektedir. Bu evler, parlak müzik yarışmaları
ve zaman zaman verilen halk konserlerine sahne olmuştur. Bu konserlere
katılım o kadar çoktu ki, bir defasında revâk gelenleri taşıyamamış ve çök-
müş, mümtaz bir şarkıcı misafirin ölümüne sebep olmuştur.[88]

6. Piknik / Mesîre Yerleri


İ�slâm toplumunda piknik ve gezinti için kıra çıkma daha ilk dönemler-
den beri canlı bir gelenek olup Emevî�ler döneminde halkın hem kendi başı-
na hem de devlet yetkilileriyle birlikte şehrin havası, suyu ve manzarası hoş
yerlerine mesire/piknik için çıktıkları kaynaklarda ayrıntılarıyla yer alır.[89]

212.
[85] İ�sfahânî�, VIII, 187-197, 200, 208-220, 226-229; Nüveyrî�, V, 42-43, 45-52.
[86] İ�bn Habî�b, Muhammed el-Bağdâdî� (245/859), Kitâbü’l-Münemmak fî Ahbâri Kureyş
(thk. Hurşit Ahmed Fârûk), Beyrut 1958/1405, s. 357-358.
[87] İ�sfahânî�, I, 276, 309-310; II, 345; III, 348; VIII, 315; XIX, 159; IV, 253, Dârü’l-Kütüb,
h.1350 byy; Râgıb İ�sfahânî�, I, 447; Nüveyrî�, IV, 30, 286; Hitti, II, 373; Dayf, s. 141. 473
[88] İ�sfahânî�, II, 317, 355-256; VIII, 343; Hitti, II, 425.
[89] Câhız, Resâil, IV, 129-132, 139; Câhız, Cimriler Kitâbı (trc. Yahya Atak), İ�stanbul
1999, s. 143; İ�bn Kuteybe, el-Maârif, s. 242; Belâzürî�, Ensâb, VIII, 393-394; Taberî�, II,
478; Vekî�, I, 368; İ�bn Havkal, s. 30-31, 236; İ�bn Şebbe, I, 149, 167-168; Mukaddesî�,
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

7. Hipodromlar

İ�slâmiyet, eski bir Arap geleneği olan at yarışlarını bir savaş egzersizi,
spor ve eğlence organizasyonu olarak onaylamış, Hz. Peygamber ve Râşid
Halifeler bu geleneği canlı bir şekilde sürdürmüşlerdir. Emevî� halifelerin-
den bazılarının ise en gözde tutkusu ve eğlence vasıtası haline gelen at
yarışları, Hz. Peygamber’in onaylaması ve teşvik etmesiyle her kesimden
halk arasında da yaygınlaşmıştır. Kaynaklarda Emevî� halifelerinin at yarış-
ları için muhteşem hipodromlar yaptırdıkları açıkça bildirilmekle beraber,
bunların fiziki yapıları ve özellikleri hakkında maalesef yeterli bilgiye sahip
değiliz. Büyük miktarda paralar sarf ederek halifelerce özenle inşa ettiri-
len bu hipodromların arkeolojik kazılar neticesinde gün yüzüne çıkarılarak
kaynakları destekleyecek bulguların elde edileceğini düşünüyoruz.[90]

8. Manastırlar

Hıristiyanlar için bir ibadethane olan bu yerler, Müslümanlar için ca-


zip bir eğlence mekânı olarak kullanılmıştır.[91]

D. Eğlence Kültürü

Başlangıçtan beri İ�slâm toplumunda günlük hayatın önemli bir yönü-


nü eğlence oluşturmuştur. Hz. Peygamber ve Râşid Halifeler döneminde,
Emevî�lerdeki kadar yaygın ve aşırı olmasa da gözle görülür bir eğlence
hayatının varlığı hissedilir.[92]

1. Müzik

İ�slâm coğrafyasının alabildiğine genişlediği, Müslümanların zengin-


leşip ekonomik olarak hayat seviyesinin iyice yükseldiği Râşid Halifeler
döneminde eğlence etkinliklerinin gelişip çeşitlendiğini, fetihler sebebiy-
le Hicâz’a getirilen köle/cariyeler ve mevâlî�nin, kendi yaşayış ve eğlen-
ce tarzlarını da beraberlerinde getirdiklerini görürüz. İ�slâm toplumuna

s. 82; İ�sfahânî�, III, 32; IV, 66, 398-399; VII, 89, 104-105; XV, 54, 330; XVIII, 63, 297-
298; XIX, 145, 212; XXII, 8-9, 212-213; Yâkût el-Hamevî�, I, 77, 182, 439; II, 139, 465;
IV, 42, 493; Bekrî�, I, 258-259; II, 1096; Nüveyrî�, IV, 241, 258-259; 265-266; XX, 235;
İ�bn Asâkir, LIX, 180.
[90] Buhârî�, Ebû Abdullah Muhammed b. İ�smail (193-256/809-870), el-Câmiu’s-Sahîh,
İ�stanbul 1992, “Cihâd”, 56, no:83, 84, 85; Câhız, Bursân, s. 24-25; “el-Hanî�n ile’l-
474 Evtân”, Resâil, II, 397; II, 173; “Kitâbü’l-Biğâl”, Resâil, II, 243; Belâzürî�, Ensâb, V, 58-
59; VIII, 83, 169, 179; Mes’ûdî�, III, 77, 217, 372.
[91] Geniş bilgi için bk. Altınay, Günlük Yaşam, s. 269-273.
[92] Kettânî�, II, 373-374; Akif Köten, “Asr-ı Saâdet’te Mizâh”, Bütün Yönleriyle Asr-ı
Saadette İslâm (ed. Vecdi Akyüz), İ�stanbul 1994, IV, 455-481, IV, 491-496.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

katılan ve Müslümanların hizmetine giren bu yeni unsurlar, dans ve mü-


zikleriyle Hicâz insanlarının günlük hayatlarının eskiden beri önemli bir
parçası olan eğlence yaşantısına yeni bir renk, ses ve hareket katmışlar-
dır.[93] Bu dönemde düğün ve bayram gibi özel günlerde eğlenceler düzen-
lenmiştir.[94]

Müziğin bir sanat dalı ve medeniyet unsuru olarak Hicâz Arap top-
lumuna tanıtılması Emevî�ler döneminde yaşamış ünlü müzisyenler sa-
yesinde olmuştur.[95] Bu dönemde müzik, genel olarak bütün bölgelerde,
özellikle Emevî� saraylarında/dâru’l-imârelerde yaygınlık göstermiştir. Hi-
câzlılar (özellikle Mekke ve Medineliler), eşrâfı ve sıradan halkıyla, zengi-
ni ve fakiriyle, âbidi ve zâhidiyle, muhaddisleri ve kâdılarıyla, dindar olanı
ve olmayanıyla müziğe büyük ilgi duymuşlardır.[96]

Ancak, Hitti’nin de ifade ettiği gibi, sonraki asırlarda İ�slâm hukukçu


ve mutasavvıflarının çoğu müziğe çatık kaşla bakmışlar; bir kısmı bütün
çeşit ve şekilleriyle reddederken, bir kısmı mekrûh (yani dinde hoş olma-
yan bir şey) kabul etmişler fakat ‘haramdır’ dememişlerdir.[97]

Emevî� halifelerinin müziğe karşı tutum ve icraatları farklı olmasına


rağmen birkaçı dışında diğerleri değişen derecelerde müziğe ilgi duymuş ve
müzisyenlere destek vermişlerdir. Ö� te yandan Hicâz’ın bir müzik ve eğlence
merkezi hâline gelmesinde büyük katkıları olan, müziğin ve müzisyenlerin
saray dışındaki hâmî�leri Kureyş eşrâfından bazı kimseler bulunmaktadır.
Birçok şarkıcının yetiştirilmesinde büyük pay sahibi bu hâmî�ler Abdullah b.
Ca’fer (1-80/622-700), İ�bn Ebû Atî�k (II./VII. yüzyıllar), Sükeyne bt. Hüseyin
(117/736) ve Â� işe bt. Talha (II./VII. yüzyıllar) gibi kimselerdir.[98]

[93] Nüveyrî�, IV, 232.


[94] Câhız, Resâil, II, 159; İ�bn Sa’d, VI, 160; Belâzürî�, Ensâb, VIII, 2659; İ�bn Asâkir, LIX,
246-248; İ�bnü’l-Cevzî�, IV, 1408; İ�sfahânî�, XII, 67; XVII, 164-166; İ�bn Abdürabbih,
VI, 6-8; Nüveyrî�, IV, 143, 186-190; V, 50; Kettânî�, II, 351; Dayf, s. 140-141; Huleyf,
s. 215; Mustafa Kılıç, “İ�slâm Kültür Tarihinde Mûsikî�: Başlangıçtan Emevî�ler’in
Sonuna Kadar”, AÜİFD, Ankara 1989, sy. XXXI, s. 425-435.
[95] Câhız, Resâil, IV, 278-279; İ�sfahânî�, Eğânî, I, 35-36, 247-257, 261-265, 290, 297-300,
314; 309, 320, 380; III, 278; VIII, 63, 321; IX, 68-69; 246-247; XII, 118-121; XVII, 42-
47; İ�bn Abdürabbih, VI, 25-30; Nüveyrî�, IV, 233, 237, 239, 243-255-260; V, 41.
[96] İ�bn Abdürabbih, VI, 14; Nüveyrî�, IV, 193; Hitti, II, 373; Dayf, s. 141, 147.
[97] Hitti, II, 422.
[98] Câhız, Resâil, II, 160; IV, 278-279; I, 202; İ�bn Kuteybe, el-Maârif, 366; Belâzürî�, Ensâb,
VIII, 244 vd.; IX, 127 vd.; Taberî�, IV, 223-235; İ�sfahânî� I, 109, 266, 297 vd., II, 203 vd.,
359-403, 239-240, 382vd.; III, 282-284, 308-309, 346-349; IV, 66-69, 269-300, 319,
400-401, 452-453; V, 106-112; VI, 21-30, 79-80, 123, 280-298; VII, 8 vd.; VIII, 62-63,
124, 334-351; IX, 68-69, 250-275; XII, 221; XV, 122-123, 128-135, 142; XVII, 162- 475
168; XIX, 170-171; XX, 326-327; Mes’ûdî�, III, 77, 177, 198-199, 207-208, 225-228;
İ�bn Abdürabbih, IV, 455-460; VI, 16-17, 29,31, 47-48, 73; el-Â� bî�, III, 67-69; Tenûhî�, III,
89-92; IV, 282; İ�bnü’l-Esî�r, V, 103-105, 221, 240-243; İ�bn Asâkir, IX, 159; Nüveyrî�, IV,
33, 189, 195-196, 234-236, 245, 257, 260-261, 274-279, 285-297; V, 49-56.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

2. Şiir

Eski, canlı ve çok önemli bir Arap geleneği[99] olan şiir, sosyal ve siyasî�
şartlara bağlı olarak Emevî�ler dönemi toplum hayatında büyük bir rol
oynamaya devam etmiş, şairler özellikle iktidar ve muhalifler tarafından
el üstünde tutulan değerler olmayı sürdürmüştür. Bu dönemde şiir, aşk
ilanlarının yapıldığı bir araç olmasının yanında, kabileler ya da muhalif-
ler tarafından siyasî� bir argüman olarak da kullanılmıştır. Toplumda şiir,
günümüzde medyanın yaptığı tesiri icra etmiştir. Yöneticiler, keskin dilli
hiciv şairlerinden çekinip onlara para, mal vb. ne istiyorlarsa vermek zo-
runda kalmışlardır. Çünkü şiir en güçlü propaganda ve reklam aracıdır.
Şâirler, bir anda bir insanı ya da yöneticiyi göklere çıkarabilir veya yerin
dibine batırır ve sokağa çıkamaz hale getirebilirdi. Kısacası şiir, insanların
en önemli iletişim dili ve aracı olup evlenecek olanlar, birbirini beğenen-
ler elçiler vasıtasıyla ulaştırılan şiirlerle haberleşirlerdi.[100] Şiir bu işler
için çok etkili bir iletişim aracıydı.

3. Gece sohbetleri
Gece sohbetleri eski bir Arap geleneği olarak Muâviye’den itibaren
Emevî� halî�felerince de özenle sürdürülmüştür.[101] Gece sohbetleri Emevî�
devlet adamlarınca sadece bir eğlence ve vakit öldürme aracı değil, aynı
zamanda devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı, tarih ve kültürün,
her işin erbâbından öğrenildiği, geçmişin tecrübelerinden yararlanıldığı
kıymetli zamanlardı.[102] Gece sohbetlerinin konusu halifenin meşrebine
ve tutumuna göre değişirdi. Devlet işlerine düşkün olanlar gece sohbet-
lerinde daha ziyade bu konulara yoğunlaşırlarken, eğlenceye ve mizaha
düşkün olanlar da bu işlerin uzmanlarıyla meclis kurarlardı. Muâviye,
oğlu Yezî�d, [103] Abdülmelik b. Mervân,[104] Süleymân b. Abdülmelik[105] ve
özellikle Velî�d b. Yezî�d’in gece sohbetleri düzenledikleri bilinmektedir.[106]
Halî�feler saraylarda gece sohbetleri tertiplerken, vâliler de şehirlerinde-
ki dâru’l-imâralarda geceleri, yakın arkadaşları, şâirler, şarkıcılar, edî�pler,

[99] Zeydân, III, 41 vd.; Mahmûd Şükrî� Â� lûsî�, Bulûğu’l-ereb fî ma’rifeti ahvâli’l-Arab (thk.
Muhammed Behcet el-Eserî�), Beyrut, ts., I, 367; III, 82-90; Ahmed, I, 82; Hitti, I, 141-142.
[100] Belâzürî�, Ensâb, V, 156; İ�sfahânî�, II, 408-412; IV, 262-263; VI, 58; X, 160; XXI, 188, 344;
XXIV, 226-227; XVI, 34-35, 202; İ�bn Abdürabbih, V, 321-322; VI, 101; Nüveyrî�, IV, 66.
[101] Belâzürî�, Ensâb, V, 98.
476 [102] İ�bn Kuteybe, el-Maârif, s. 534; Mes’ûdî�, II, 85; İ�bn Abdürabbih, II, 107-108.
[103] İ�bn Abdürabbih, II, 70, 73.
[104] İ�bn Abdürabbih, II, 77-78, 80-81; V, 373.
[105] İ�bn Abdürabbih, V, 384.
[106] İ�sfahânî�, Eğânî, VII, 49.
Emevîler Döneminde Gündelik Hayat ■

târihçiler ile gece sohbetleri düzenler,[107] âlimler de kendi aralarında, bâ-


zen sabahlara kadar süren ilim sohbetleri yaparlardı. [108]
Halifeler ve yöneticiler ile yapılan toplantı ve sohbetlerde, süre ayar-
laması bile bir kurala bağlanmıştı. Halifenin vereceği işaret ya da paro-
layla sohbet son bulurdu. Muâviye, ‘isterseniz’ ve ‘gece bitti’ şeklinde bir
sembolik ifâde kullanırken, oğlu Yezî�d, ‘Allah’ın bereketi üzere’ parolasını
uygun görmüştür. Abdülmelik b. Mervân, âsâsını yere bırakarak ya da “ey
ğulâm, yemeği getir” diyerek; oğlu Velî�d ise ‘Allah’a ısmarladık’ şeklindeki
sözüyle toplantının bittiğini belirtirlerdi.[109] Ö� mer b. Abdülaziz’in toplan-
tıyı bitirme işâreti, Muâviye’ninkiyle aynıydı.[110]
Emevî�ler döneminde gözlemlenen ayrıntısını veremediğimiz diğer
önemli eğlence vasıtaları da şunlardır: Avcılık,[111] at yarışları, bir eğlence
aracı olarak hayvanlar ve kuşlar,[112] tavla,[113] satranç,[114] çevgân,[115] şaka
ve mizâh.[116]

[107] İ�sfahânî�, Eğânî, II, 326; VIII, 300, 316; İ�bn Abdürabbih, I, 300; Vekî�, II, 35.
[108] Vekî�, III, 79.
[109] Câhız, Beyân, 1968, I, 411; İ�bn Abdürabbih, II, 461; Câbullâh Şiblî�, “et-Ta’lî�m ve’t-Ter-
biye ‘Inde’l-Müslimî�n”, Dirâsât fî’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Mısır 1985, I, 69.
[110] Belâzürî�, Ensâb, VIII, 204.
[111] Câhız, Hayavân, IV, 430; VI, 478; Resâil, I, 277; Belâzürî�, Ensâb, V, 299-300; IX, 127,
152, 162; Taberî�, IV, 235; İ�sfahânî�, VI, 91-92; VII, 46, 64; Tenûhî�, II, 338; eş-Şüzür, s.
138; Ö� merî�, s. 52; Batâyine, s. 42; Ahmed, I, 116.
[112] Câhız, Resâil, III, 33; Belâzürî�, Ensâb, V, 299-300, 309; İ�sfahânî�, I, 256-257; el-Â� bî�,
III,33-34; Mes’ûdî�, I, 189-191; III, 77; Nüveyrî�, IV, 244; IX, 247, 337; Kettânî�, II, 369-
371; Fehmî�, s. 71.
[113] İ�bn Kuteybe, Uyûn, I, 324; el-Maârif, 456; İ�sfahânî�, XIX, 179.
[114] Emevî� halî�feleri içinde satranç oynadığı bilgisine ulaşabildiğimiz ilk halî�fe Hişâm’dır.
Ancak 100 yıllarında Yezî�d b. Abdülmelik ‘in hilâfeti döneminde Abdulhakem b.
Amr b. Adullah b. Safvân el-Cumahî�, Mekke’de bir mekânı satranç, tavla vb. oyunlar
oynanması için hazırlamış olması, Kureyş’in devamlı satranç oynadığı mekânların
bulunması, daha ilk asırda halk arasında yaygınlaştığını göstermektedir. Belâzürî�,
Ensâb, VIII, 377; el-İ�sfahânî�, Kitâbü’l-Eğânî, IV, 253, Dârü’l-Kütüb, byy 1350; er-Râ-
gıb İ�sfahânî�, I, 447; Altınay, R., “Satranç”, DİA, XXXVI, İ�st. 2009, s. 178-181.
[115] Tespit edebildiğimize kadarıyla çevgân (polo) oyunu, muhtemelen II. Velî�d döne-
minde ilk defa İ�slâm toplumuna girmiştir. Rivâyete göre o, çevgân için özel bir oyun
alanı yaptırmış olup bu sahada çevgân oynardı. Belâzürî�, Ensâb, IX, 128. Hatalı bir 477
tespit için bk. Zeydân, V, 314.
[116] Geniş bilgi için bk. Altınay, Ramazan Altınay, “İslâm Mizahının Ortaya Çıkışı Ve İlk
Örnekleri I”, Nüsha Dergisi, yıl: 4, sy. 15, s. 77-96 (2004); “İslâm Mizahının Ortaya
Çıkışı ve İlk Örnekleri II”, Nüsha Dergisi, yıl: 5, sy. 16, s. 73-90, (2005).
Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

IX. DEVLET�N YEN�DEN YAPILANDIRILMASI

A. Abdülmelik b. Mervan Döneminde


İdarî ve Malî Alanda Yenilikler

Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın hilâfeti siyasî� ve askerî� mücadeley-


le ele geçirmesi, hilâfet sisteminde büyük değişiklikler meydana
getirmiştir. Onun, oğlu Yezî�d’i veliaht tayin etmesiyle de verâset
sistemi ortaya çıkmıştır. Hilâfet artık dört halife dönemi uygula-
malarının aksine babadan oğula ya da hanedanın başka bir üye-
sine geçmek suretiyle saltanata dönüşmüştür.[1]

684 yılında yapılan Câbiye toplantısında önce Emevî� aile-


sinin en yaşlı ve tecrübeli üyesi Mervân b. el-Hakem’e, onun ar-
dından Amr b. Saî�d ve daha sonra da küçük yaşta olan Hâlid b.
Yezî�d’e biat edilmişti. Mervân Mısır’ı ele geçirince kendisinden
sonra gelecek olanları saf dışı ederek kendi oğulları Abdülmelik
ve Abdülaziz’e biat almıştır.[2]

Hilâfette Abdülmelik b. Mervân’la birlikte yazı yoluyla tayin


(ahd) usulû başlamıştır. Veliahtlar yazılı olarak önceden tespit
edilmiş, biat merasimi ise geri planda kalmıştır.[3] Emevî�ler kendi
hanedanlıklarının meşruiyetini tesis için gayret göstermişler ve
Abdülmelik’ten Mervân’a, Muâviye’den Hz. Osman’a kadar ege-
menlik hakları olduğunu ifade etmişlerdir. Hatta daha da ileri

[1] Casim Avcı, “Hilâfet”, DİA, İ�stanbul 1998, XVII, 541.


[2] Belâzürî�, Ahmet b. İ�sa b. Ca’fer, Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf (thk.
Süheyl Zekkâr, Riyâd Zirikli), Beyrut 1996, VI, 270, 286, 287, 363;
Taberî�, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, Târîhu’t-Taberî, (Târîhu’l-ümem 479
ve’l-mülûk), Beyrut 1997, III, 423.
[3] D. Sourdel, “Khalifa”, EI2, Leiden 1978, IV, 938; İ�smet Kayaoğlu,
“Halifelik”, AÜİFD, Ankara 1980, IV, 142; a.mlf, İslâm Kurumları Tarihi,
Ankara 1985, s. 29.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

giderek Emevî�ler, kendilerinin “Hz. Peygamber’in mirasının” mirasçısı ol-


duklarını dahi söylemişler;[4] Ehl-i Beyt’ten olduklarını gösterebilmek için
tarihi yeniden inşa etme gayretleri göstermişlerdir.[5] Hz. Peygamber’in
Ehl-i Beyt’ini tanımlarken neseb olarak Hâşim veya Abdülmuttalib’e değil
de Abdumenâf’a bağlamışlardır. Hz. Peygamber’in akrabalarının şeceresi-
ni bu şekilde uzatmakla Hâşim ve Abdüşems, yani Emevî�ler gibi Abbâso-
ğulları ve Alioğulları da buna dâhil edilmiştir.[6]

Diğer taraftan Emevî�ler kendi hâkimiyetlerinin dinî� mahiyetinin


de altını çizmeye çabalamışlar, hutbelerde ve mektuplarında “Emî-
rü’l-Mü’minîn” unvanının[7] yanı sıra Hz. Ebû Bekir döneminde pek hoş
karşılanmayan “Halîfetullah”,[8] “Halifetü Rabbi’l-Âlemîn” ve “Halîfe-
tü’r-Rahman” unvanlarını kullanmışlardır.[9] Şairler de halife Abdülmelik’i
şiirlerinde “Halifetullah, Kaderullah, Emînullah,[10] ‘Amûdiddîn” unvanla-
rıyla zikretmektedir. Rıdvan es-Seyyid bunların sadece şiirlerde yer veri-
len bir mübalağa olmadığını, o devirde Abdülmelik için kullanılan resmî�
lakabları gösterdiğini söylemektedir.[11] Bu arada önceki Pers imparatorla-
rının bir kısım hususiyetleri Abdülmelik’in övülmesinde kullanılmaktadır.
Şair Ubeydullah b. Kays, Abdülmelik’i tahtta otururken ve başında parıltılı

[4] Sourdel, IV, 938; Kayaoğlu, s. 29, 30 ve 142.


[5] Moshe Sharon, “The Umayyads as Ahl al-Bayt”, Jerusalem Studies in Arabic And
Islam, (Kudüs 1991), XIV, 139. Bk. Sönmez Kutlu, “Ehl-i Beyt” Sembolik Kapitalinin
Tarihi Süreç İ�çinde Semerelendirilmesi”, İslâmiyât, Ankara 2000, III-3, 111.
[6] W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı),
�stanbul 1998, s. 99; Moshe Sharon, XIV, 139. Ferezdak, bu konuyla ilgili olarak di-
vanında şöyle söylemektedir:
“Siz, mülk’ün idaresini, uzak akrabalar olarak değil,
Abdümenâf’ın iki oğlu, Abdü Şems ve Hâşim’den tevârüs ettiniz.”, Ferezdak, Ebû Firâs
Hemmâm b. Gâlib b. Sa’saa et-Temî�mî�, Divân, Beyrut 1960, I, 285; bk. Watt, s. 99.
[7] Bk. İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim, el-İmâme ve’s-Siyâse, byy
1969, II, 60; Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin, Mürûcü’z-zeheb ve me’âdi-
nü’l-cevher (thk. Saî�d Muhammed el-Lahhâm), Beyrut 1997, III, 140, 142, 143. Bu
dönemde basılan paralarda Abdülmelik’in ismiyle bu unvan görülmektedir. Bk.
İ�brahim Artuk-Cevriye Artuk, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmi Sikkeler
Katalogu, �stanbul 1970, s. 3.
[8] Sourdel, IV, 938; Kayaoğlu, s. 142. Patricia Crone, God’s Caliph, Religious Authority In
The First Centuries Of Islam, Cambridge 1986, s. 7, 11, 22, 28. Haccâc, Deyrülcemâcim
Savaşı sonrasında Kûfe’de irâd ettiği hutbesinde; “Siz, Allah’ın dinini ve hilafetini
yalnız bırakacağını mı zannediyordunuz?” demiştir. Mes’ûdî�, III, 141. V. V. Bartold,
para reformunun gerçekleştirilmesinden önce basılan Bizans-Arap tipi bir bakır
parada, Abdülmelik’in “Halifetullah” unvanını kullandığını belirtmektedir. “Caliph
and Sultan”, The Islamic Quarterly, Londra 1963, VII-1, 2, 125.
[9] Crone, s. 8.
[10] Abdülmelik’in Haccâc ‘a yazdığı mektubunda şöyle söylemektedir: “Muhakkak ki
480 Emî�rü’l-Müminî�n Allah’ın emî�nidir. (Emî�nu’l-Allah)”, Mes’ûdî�, III, 142.
[11] Rıdvân es-Seyyid, “el-Hilâfe ve’l-melik, dirâsetun fî�’r-ru’yeti’l-Ü� meviyyeti li’s-sulta-
ti”, el-Mu’temer ed-düvelî’-râbi’ li-tarihi bilâdi’ş-Şâm, bilâdu’ş-şâm fî’l-ahdi’l-Ümevî,
2-7 Rebîülevvel 1407/24-29 Teşrînu’l-Evvel 1987, Arapça Kısım, I (haz. Muhammed
Adnân el-Behî�t), Ammân 1989, s. 117.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

bir taç ile tasvir etmiş, bunun üzerine halife “Beni sanki Pers kralları gibi
taçlı övüyorsun” demiştir.[12]

Abdülmelik döneminde İ�slâm devleti üzerinde Bizans’ın etkisinin bü-


yük olduğu anlaşılmaktadır. Abdülmelik, Bizans imparatorlarınınki gibi
nakışlı, elbise ve giysiler giymiştir.[13] Zira Bizans imparatorluğunda ergu-
van rengi elbisenin giyilmesi önemli addedilmiştir. Mesela Bizans impa-
ratoriçesi “Tanrı, erguvan rengi elbiseyi[14] ve imparatoriçelik sıfatımı terk
etmeme asla izin vermeyecektir… Erguvan elbise kefenlerin en güzelidir.”
demektedir.[15] Hitti, Abdülmelik’in törenler için Mısır’da hazırlanan tören
kıyafetlerini giydiğini söylemektedir.[16] Zira resmî� törenler gücün, otorite-
nin ve zenginliğin gösterilmesi anlamına gelmekteydi.[17]

Abdülmelik’in Muâviye’nin yaptırdığı Kubbetü’l-Hadrâ’da ikamet et-


tiği bilinmektedir.[18] Bizans imparatorluğundan kendisine gelen elçileri
burada nasıl karşıladığı, ne tür bir tören düzenlediğine dair herhangi bir
bilgimiz bulunmamakla birlikte onun sarayın kabul salonunda tahta otur-
duğu[19] ve önemli birçok kimseyi de tahtta yanına oturttuğu nakledilmek-
tedir. Abdülmelik, öldürmeden önce Amr b. Saî�d’i ve kendisine biat etmek
için Dımaşk’a gelen Muhammed b. Hanefiyye’yi tahtına oturtmuştur.[20]

İ�leride geleceği üzere divanların Arapçalaştırılması, müstakil İ�slâm


paralarının basılması ve ülke çapında tedavüle sokulması, Kubbetü’s-Sah-
ra gibi abidevî� eserlerin inşası tesadüfî� olmayıp bilinçli faaliyetlerdir.
Bütün bunlar Emevî�lerin hem Müslüman hem de gayri Müslim halk üze-
rindeki hâkimiyetlerini pekiştirmeye yönelik çabalar olarak değerlendi-
rilebilir.

[12] Khalil ‘Athamina, “The Ulemâ’ in the Oposition: the “Stick and Carrot” Policy in Early
Islam”, The Islamic Quarterly, Londra 1992, XXXVI, 156.
[13] Philip K. Hitti, History of Syria (includingLebanon and Palestine), Londra 1951, s.
479. Yedida Kalfon Stillman, Arab Dress, A Short History from the Dawn to Modern
Times, Leiden-Boston-Köln, 2000, s. 40. Belâzürî�, Abdülmelik’in cübbe ve ridâ giy-
diğini belirtmektedir. Belâzürî�, VII, 224.
[14] Mukaddesî�, Kostantiniyye’de Dibâc-ı Melik (Halis İ�pek kumaş) üretildiğini zikret-
mektedir. Bk. Mukaddesî�, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed el-Beşârî�,
Ahsenü’t-tekâsîm fî ma’rifeti’l-ekâlîm, (ed. M. J. De Goeje), Leiden 1906, s. 147.
[15] Auguste Bailly, Bizans Tarihi, Tercüman 1001 Eser, byy ts., I, 79.
[16] Hitti, History of Syria, s. 479.
[17] Cheikh-Saliba, Byzantium viewed by the Arabs, Harvard � niversitesi, 1992, s. 166.
[18] Bk. Belâzürî�, VII, 248.
[19] Kraliyetin en önemli sembolü olan taht. Araplar serîr olarak kullanmaktadırlar.
Shaul Shaked, “From Iran to Islam: On Some Symbols of Royality”, Jerusalem Studies 481
in Arabic and Islam, Kudüs 1986, VII, 79.
[20] Amr b. Saî�d için bk. Belâzürî�, VI, 59; Ya’kûbî�, Ebû Ya’kûb Ahmed b. Ca’fer b. Vehb b.
Vâdıh, Târîhu’l-Ya’kûbî (thk. Abdülemir Mühennâ), Beyrut 1993, II, 189; Taberî�, III,
512; Mes’ûdî�, III, 113.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Abdülmelik, halifeliğinde Muâviye döneminden oldukça farklı tavır


sergilemektedir. O artık bir kabile şefi gibi değil; gerçek bir imparator gibi
hareket etmektedir. Huzurunda konuşmayı yasaklayan ilk halifenin Ab-
dülmelik olduğu zikredilmektedir.[21]

Wellhausen da bu hususta şunları söylemektedir: “O, memurlarına ve


hatta Muâviye’nin Ziyâd’a olduğu gibi kendisinin de tamamıyla ayrı mua-
meleye tabi tuttuğu o kadar hizmeti geçen Haccâc’a karşı bile ciddi ve he-
men hemen kaba bir tavır benimsemiştir. O, eski gelenek mucibince cemiye-
tine dâhil ettiği kendileriyle istişarelerde bulunduğu asil kimselere de artık,
bir zamanlar sadece aklî üstünlüğüyle başa çıkan Muâviye’nin yaptığı gibi,
kendisiyle lâubali münasebette bulunmağa müsaade etmedi. Abdülmelik
ciddi ve abus bir efendi olarak tebarüz etmiştir.”[22]

İ�lk İ�slâm fetihleriyle Müslümanlar özellikle Suriye, Filistin, Ermenis-


tan, Mısır ve Kuzey Afrika gibi Bizans’ın topraklarını ele geçirmişlerdi.
Muâviye’nin kurduğu Emevî� hanedanlığının merkezi ise 751 yılına kadar,
Bizans imparatorluğunun doğu vilayeti Suriye’nin eyalet merkezi Dımaşk
oldu. İ�lk İ�slâm fetihleri tahripkâr değil, koruyucu olmuş; bölge, çok hız-
lı ve kesin olarak ele geçirilmişti. Bu nedenle Bizans’ın idarî�, ekonomik,
toplumsal ve dinî� yapısı büyük oranda dağılmadan kalmış ve özellikle İ�s-
lâm’ın ilk dönemlerinin idarî�, ekonomik, malî� ve sosyal kurumları bu eski
Bizans geleneğinden oldukça fazla etkilenmiştir.[23] Zira ilk fetihlerle böl-
genin sadece idarecileri değişmiş oldu. Yeni fatihler eskilerin kurumlarını
olduğu gibi muhafaza ettiler. [24]

Toynbee, bu hususta şunları söylemektedir: “Evrensel devletleri ku-


ranların çoğu bu eyere daha iyi donanmış bir şekilde çıkıp oturmuş, bir
imparatorluğu yönetmek gibi alışılmadık ve zorlu bir işle yüz yüze gelin-
ce, doğal olarak kendi imparatorluk öncesi miraslarını mümkün olan ölçü-
de kullanmaya yönelmişlerdi. Var olan bir evrensel devleti birden bire bir
darbeyle fetheden barbar bir imparatorluk kurucusu, genellikle devletin
kamu hizmetlerini olduğu gibi kabul etmek durumunda kalır. Örneğin Ya-
kın Doğu’daki eski Roma ve Eski Sâsânî bölgelerini ele geçiren Emevîler bu

[21] Askerî�, Ebû Hilâl el-Hasan b. Abdullah b. Sehl, el-Evâil (haz. Abdurrezzâk Gâlib
el-Mehdî�), Beyrut 1997, 183; İ�bnü’l-Esî�r, Ebü’l-Hasan İ�zzeddî�n Ali b. Ebü’l-Kerem
eş-Şeybânî�, el-Kâmil fi’t-tarîh (thk. Mektebetü’t-Türâs), Beyrut 1989, III, 183.
482 [22] Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 104.
[23] Speros Vryonis, “Bir Dünya Uygarlığı: Bizans”, Bizans, Cogito, sy. 17, Kış 1999, 39,
40. Bk. H. I. Bell, “The Administration of Egypt under Umayyad Khalifs”, Leipzig
1928, XXVIII, 279.
[24] Hitti, History of Syria, s. 424.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

toprakların yönetimini orada bulunan Hıristiyan ve Zerdüştçü devlet me-


murlarına bıraktılar.”[25]

Fuad Köprülü de Toynbee’yi destekler mahiyette bazı hususlara de-


ğinmektedir: “Küçük İslâm cemaati Emevî sülâlesinin idaresi altında geniş
bir imparatorluk şeklinde inkişaf ettikten sonra, bedevî an’anelerinin im-
paratorluk müessesesi kuracak bir hukukî kifâyet gösteremeyeceği muhak-
kaktı. Sükûtuna kadar tribal mahiyetini muhafaza eden bu devlet merkezî
idaresini, Suriye’deki Bizans hukukî an’anelerine göre tanzim etmiş; daha
doğrusu, eski idare makinesini aynen alıp kullanmıştı. Mısır, Mezopotamya,
İran gibi eski bir kültüre malik sahalarda da, İslâm futûhâtından evvelki
müesseseler devam ediyordu. Mesela vergiler, mahallî idare teşkilatı, fetih-
ten evvelki gibi idi.”[26]

Emevî� Devleti’nin başkenti Dımaşk, eski Bizans eyaleti Suriye’de bu-


lunduğundan, devletin idarî� yapısı daha çok Bizans tesiri altında kalmıştır.
Buna rağmen Emevî�ler zamanında, siyasî� teşkilatta üstün ve merkezî� bir
otoriteyi ihtiva eden İ�ran geleneğinin tesirinin de çok kuvvetli olduğu gö-
rülmektedir.[27]

Abdülmelik döneminde Dımaşk’taki Emevî� sarayı yeniden yapılan-


dırıldı. Artık Muâviye’nin çevresini saran Arap reislerin günleri geçmiş-
ti. Hâcip, ziyaretçileri bir düzen dâhilinde halifenin huzuruna sokuyordu.
Sarayın günlük işleri de buna göre düzenleniyordu. Halifenin çevresinde
kadı, mühürdar, muhafızlar, kâtipler ve Müslüman ileri gelenleri bulunu-
yordu. Ö� nemli idarecilikler hâlâ kabile liderlerine verilse de hükümet iş-
leri artık profesyonel yöneticilerce yürütülüyordu.[28]

Abdülmelik, seçkin Suriye ordularına dayanarak bir emperyal yönetim,


güçlü ve rasyonel bir yönetim mekanizması ve devlete itaat ideolojisi oluş-
turdu.[29] Lapidus, Abdülmelik ve Velî�d’in aldıkları tedbirler ile Bizans ve
Sâsânî� imparatorluklarının uygulamaları arasındaki paralelliklerin şaşırtıcı
olduğunu, Suriye ve Mısır’daki idarî� aygıtın tamamı, gelirler idaresi ve hatta
adliye belgeleri de dâhil olmak üzere, Bizans modellerini izlediğini, Irak ve
Sâsânî� idarî� örgütlenme tarzının, maliye, askeriye, muhabere ve adliye hiz-
metleri şeklindeki dörtlü bölümlemeyle Arap yöneticilerce benimsendiğini

[25] Arnold Toynbee, Tarih Bilinci, �stanbul 1978, II, 338.


[26] Fuad Köprülü, “Orta zaman Türk Hukuk Müesseseleri, İ�slâm Amme Hukukundan
Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok mudur?”, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları
ve Vakıf Müessesesi, İ�stanbul 1983, s. 19, 20. 483
[27] De Lacy O’leary, İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yeri (trc. Hüseyin Yurdaydın, Yaşar
Kutluay), Ankara 1971, s. 50.
[28] Ira M. Lapidus, İslâm Toplumları Tarihi, (trc. Yasin Aktay), İ�stanbul 2002, s. 108.
[29] Lapidus, s. 109.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

ifade etmektedir. Lapidus’un şu tespitleri de oldukça dikkat çekicidir: “İm-


parator halifenin yüceliği, dine resmî desteği ve anıt kiliselerin veya bu örnek-
te camilerin inşası Bizans’tan esinlenilmiştir. Fakat önceki imparatorlukların
düşüncelerini ödünç almakla Emevîler geleneksel motifleri dönüştürerek
özel olarak İslâmî bir devlet sembolizmi yaratmak için eski biçimlere yeni bir
muhteva kazandırdılar. Devletçi ideoloji eski imparatorluklardan türedi, an-
cak onun ifadesi karakteristik olarak İslâmî idi.”[30]

İ�lk İ�slâm fetihleriyle Müslümanlar çok geniş bir coğrafyaya sahip ol-
muşlardı. Emevî�lerin kurucusu Muâviye b. Ebî� Süfyân zamanında ise bu
sınırlar daha da genişlemişti. Her ne kadar Abdülmelik hilafetinin ilk yıl-
larını Mekke’de hilafetini ilan eden Abdullah b. Zübeyr’le uğraşarak ge-
çirmişse de onun öldürülmesiyle İ�slâm devletinin birliği yeniden tesis
edilmişti. Birliğin sağlanmasıyla fetih hareketleri başlamış ve özellikle
Abdülmelik döneminde Kuzey Afrika ve Ermenistan, İ�slâm topraklarına
dâhil edilmişti. Bu geniş coğrafyanın yönetimi, merkezde halife ve eyalet-
lerde valiler tarafından yapılmaktaydı.

Filistin, Ü� rdün, Dımaşk, Hıms ve Kınnesrin cündlerinden oluşan Bilâ-


du’ş-Şâm (Suriye) doğrudan halife Abdülmelik’e bağlıydı.[31] Halife, Muâ-
viye’den beri merkez olarak kullanılan Dımaşk’ta oturuyordu. Abdülme-
lik döneminde devlet şu eyaletlerden oluşmaktaydı: Mısır, Hicâz,[32] Irak,[33]
Cezî�re[34] ve Kuzey Afrika (İ�frî�kiyye).[35]

Bizans eyaletlerini ele geçiren Müslümanların, Bizans İ�mparatorluğu


gibi gelişmiş bir yönetime ve ekonomik sisteme sahip olmadıklarını söy-
lemiştik. Müslümanlar bölgede yönetimin sürekliliğini ve istikrarını sağ-
layabilmek için Yunanca’yı ve Yunanca bilen memurları muhafaza etmek
zorundaydılar. Zira İ�slâm hâkimiyetine giren Suriye bölgesi insanlarının,
iş ve ticaret dilleri Yunanca idi. Tabii olarak da bu dili bilen, eski devlet gö-
revlilerinin yeni idare tarafından devlet kademelerinde istihdam edilme-
leri söz konusu olmuştur.[36] Diğer taraftan bu durum aynı şekilde Sâsânî�
imparatorluğu toprakları için de geçerliydi. Emevî� halifeleri devlet

[30] Lapidus, s. 110.


[31] İ�rfan Aycan-İ�brahim Sarıçam, Emevîler, Ankara 1993, s. 105.
[32] Mekke, Medine, Tâif ve Yemen bölgeleri dâhildi. Yemâme, Haccâc’ın Mekke-Medine-
Yemen valiliği esnasında ona bağlandı.
[33] Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem, Umân, Bahreyn, Kirmân, Sicistan, Horasan, Sind bölgele-
ri bağlıydı. Bu bölgelerin valileri Irak genel valisi Haccâc ‘a bağlı idiler.
[34] Merkezi Musul olan bu eyaletin sınırları içerisine Ermenistan, Azerbaycan ve
484 Anadolu ‘nun bazı kısımları dâhildi.
[35] Bu eyaletin merkezi Kayrevan’dı. Bugünkü Libya, Tûnus, Cezâyir ve Fâs bu eyaletin
sınırlarını oluşturmaktaydı.
[36] Dimitri Gutas, Yunanca Düşünce Arapça Kültür (trc. Lütfü Şimşek), İ�stanbul 2003, s.
28, 33.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

görevlerine doğal olarak Suriye ve Filistin bölgelerindeki Arap kabilele-


rinden Bizans yönetimini bilen ve deneyim sahibi kişileri görevlendiriyor-
lardı.[37]

Halifenin ve valinin kapısında duran, halifeyle ya da vali ile görüşmek


isteyen kimseleri bir düzen dâhilinde halifenin huzuruna alan görevli hâ-
ciblik kurumunun, Bizans ve Sâsânî� tesiriyle saray hayatının başlamasıyla
ortaya çıktığı kabul edilmektedir.[38] İ�lk olarak Muâviye, Hâricî�lerin sui-
kast teşebbüsleri sonrasında, bir tedbir olarak hâcib bulundurma ihtiyacı
duymuştur.[39] Haciblik mesleğinin önemi üzerine meşhur Irak valisi Hac-
câc’ın “Kişinin hâcibi yüzüdür. Kâtibi ise her şeyidir.” dediği nakledilmekte-
dir.[40] Buna benzer bir ifadeyi de Horasan valisi Mühelleb oğluna tavsiye
etmektedir: “Hâcib’in akıllı olsun, kâtibin yakışıklı ve zarif olsun; zira kişi-
nin hâcibi yüzü, kâtibi ise dilidir.”[41]

Abdülmelik’in de hâciblik mesleğine çok önem verdiği kardeşi Mısır


valisi Abdülaziz’e söylediği şu sözlerden anlaşılmaktadır: “Senin hâcibi-
ni, arkadaşını ve kâtibini tanıyorum. Gâibden senden ve kâtibinden haber
geliyor. Mütevessim [bir şeyi işaretlerinden anlayıp kavrayan kimse] senin
hâcibini tanıyor. Dışarıdaki senin arkadaşını biliyor.”[42]

Abdülmelik b. Mervân kendi hilafetinde, Mısır’ın fethine şahit olan sa-


habî� ve Muâviye döneminde de hâciblik yapmış olan Ebû Durre el-Belevî�’yi
bu göreve getirmiştir.[43] Ebû Yusuf,[44] Ebû Reyhâne[45] ve Ebü’z-Zu’ayzı’a[46]
da Abdülmelik’in halifeliğinde kendisine hâciblik yapmış diğer görevliler-
dir. Eyâlet valileri de hâcib bulunduruyorlardı. Ziyâd b. Ebih döneminde
Irak’ta bir hâcib görevlendirilmişken, Haccâc b. Yusuf döneminde ise bu
sayı ikiye çıkarılmıştır.[47]

[37] Gutas, s. 29.


[38] Aydın Taneri, “Hacib”, DİA, İ�stanbul 1996, XIV, 508.
[39] Aycan-Sarıçam, Emevîler, s. 102.
[40] Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr el-Basrî�, Resâil (şrh ve tlk. Muhammed Bâsl ‘Uyûnu’s-
Su’ûd), Beyrut 2000, II, 31.
[41] Beyhakî�, İ�brahim b. Muhammed, Târîhu Beyhak, (trc. ve thk. Yusuf el-Hâdî�), Dımaşk
2004, s. 197.
[42] Câhız, Resâil, II, 31; İ�bn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetillah, Târîhu me-
dineti Dımaşk (thk. Muhibbiddî�n Ebû Saî�d Ö� mer b. el-Ö� merî�), Beyrut 1996, XXXVI,
354.
[43] İ�bn Mâkûlâ, Ebü’n-Nâsır Ali b. Hibetillah b. Alî� el-İ�clî�, el-İkmâl fî ref’i’l-irtiyâb, Beyrut
1962, III, 321.
[44] Halî�fe b. Hayyât, Ebû Amr b. Hübeyre el-Leysî� el-’Usfurî�, Tarîh (haz. Mustafa Necib
Fevvâz, Hikmet Fevvâz), Beyrut 1995, s. 190. 485
[45] İ�bnü’l-Cevzî�, Ebü’l-Ferec Cemâleddî�n Abdurrahman b. Ali, el-Muntazam fî tevâri-
hi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl ez-Zekkâr), byy 1996, IV, 278.
[46] Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin, et-Tenbîh ve’l-işrâf, Bağdat 1938, s. 273.
[47] M. Mahfuz Söylemez, Bedevilikten Hadâriliğe Kûfe, Ankara 2001, s. 214, 215.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Muâviye döneminde kurulan ve oluşturulan kurumların en büyüğü


olan Divânü’l-Hâtem’de [Damga veya Mühür Divânı], halifenin emirleri-
nin ve ilanlarının istinsahı yapılmaktaydı.[48] Böylece daha Muâviye dö-
neminde ilk defa devlet arşiv dairesi oluşturulmuştu.[49] Bu arşiv dairesi
Abdülmelik zamanında daha da geliştirildi.[50] Bu dairenin başında Kabî�sa
b. Züeyb[51] bulunmaktaydı. Vali ve komutanlardan gelen mektupları halife
okumadan önce onun okuması, Kabî�sa’nın halifenin nezdindeki önemini
göstermektedir.[52]
Devletin bir diğer önemli divan dairesi Divânu’l-Berî�d’dir [Posta Dai-
resi-Teşkilatı]. Arnold Toynbee etkili bir ulaştırma düzeninin, devletin sö-
mürgeleri üzerinde sadece, askerî� bakımdan hâkimiyetini sağlamakla kal-
mayacağını, bunun iç düzenin teminini ve polis örgütünün çalışmasına da
yardımcı olacağını söylemekte,[53] imparatorluklar için yeterli bir ulaşım
şebekesinin, askerî� ve siyasî� denetim için vazgeçilmez bir araç olduğunu
belirtmektedir.[54]
İ�lk olarak Emevî�ler döneminde düzenli posta seferlerini “Berî�d” ismi
altında teşkilatlandıran halifenin Muâviye b. Ebî� Süfyân olduğu zikredil-
mektedir.[55] Buna göre muhtelif şehirlere giden yollar, belli duraklara ay-
rıldı ve her durakta posta hayvanları bulunduruldu. Her durak arası dört
fersah[56] veya on iki millik bir mesafeye tekabül etmekteydi ve bu mesa-
feye “berî�d” adı verilmekteydi.[57] Bu sisteme göre ulaklar, bu duraklarda
hazır bekleyen atlara binmekteydi ve eyaletlerle şehirler arasında hızla gi-
dip gelmekteydi.[58] Halifenin mektubu bu duraklarda birbirlerine intikal

[48] Aycan-Sarıçam, Emevîler, s. 108. Bk. Halife, s. 141. Bu arada Abdülmelik’in mühü-
ründe (‫[ )آمنت به مخلصا‬âmentü bihi muhlisan] yazılı olduğu zikredilmektedir. Mes’ûdî�,
Tenbîh, s. 273.
[49] Philip K. Hitti, Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1995, I, 305.
[50] Hitti, History of Syria, s. 478.
[51] Belâzürî�, VII, 222; Taberî�, III, 534.
[52] Taberî�, III, 664; Cehşiyârî�, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdus, Kitâbü’l-Vüzerâ
ve’l-küttâb (thk. Mustafa es-Sakkâ, İ�brahim el-Ebyarî�, Abdulhafız eş-Şelebî�), Kahire
1938, s. 34.
[53] Toynbee, II, 320.
[54] Toynbee, I, 288; bu mealde diğer bilgiler için bk. II, 320, 321.
[55] el-Askerî�, el-Evâil, s. 173; Kalkaşendî�, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali, Subhu’l-a’şâ fî sı-
na’ati’l-inşâ, (şrh ve tlk. Muhammed Hüseyin Şemsuddin), Beyrut, ts., XIV, 411-413.
Bk. Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, (sad. Mümin Çevik), İ�stanbul 1976, I, 318;
Hassân Ali Hallâk, Ta’ribu’n-nükûd ve’d-devâvîni’l-Arabiyye fî’l-asri’l-Ümevî, Beyrut
1986, s. 99; Hüseyin Ali ed-Dâkûkî�, “Nizâmü’l-berî�d fî� hadârati’l-’Arabiyye”, el-Mev-
rîd, (Bağdat 1989), XVIII, 87.
[56] Bir fersah 3 mil, bir mil 3000 Hâşimî� zira’’ı idi. Kalkaşendî�, XIV, 412. Haşimî� arşını
486 için ortak değer 66, 5 cm dir. Walter Hinz, İslâm’da Ölçü Sistemleri (trc. Sevim Acar),
�stanbul 1990, s. 71.
[57] Kalkaşendî�, XIV, 411, 412.
[58] G. R. Hawting, The First Dynasty of Islam, The Umayyad Caliphate AD 661-750,
Londra 2000, s. 64.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

ettirilmek suretiyle süratle istenilen yere ulaştırılmaktaydı. Böylece halife


ile genel valileri ve komutanları arasındaki irtibat ve haberleşme, berî�d
dairesi tarafından yürütülmekteydi.[59]
Abdülmelik, berî�d teşkilatına oldukça fazla önem verdi.[60] Zira onun
döneminde İ� bnü’z-Zübeyr’le yaşanılan bir iç savaş vardı ve bunun bas-
tırılmasıyla da kendisini uzun süre uğraştıran Hâricî� isyanları patlak
vermişti. Bütün bunlara fetihlerin yeniden başlamasıyla ülke toprak-
larının genişlemesi de eklenince isyanlardan, askerî� faaliyetlerden ve
fethedilen bölgelerden çabuk ve hızlı haber alabilmek için bu teşkilata
daha fazla önem verilmesi gerekiyordu. Ü� lkenin sınırları genişledikçe bu
sistem de genişletildi.[61] Sistem, imparatorluğun bütün bölgelerini bir-
birine bağlayacak şekilde mükemmel hale getirildi.[62] Bu sistemin dev-
lete maliyeti ise yılda dört milyon dirhemi bulmaktaydı.[63] Abdülmelik,
hiçbir şekilde posta memurunun yolundan alıkonulmaması için hâcibi
Ebü’z-Zu’ayzi’a’ya emir vermiş ve hangi vakitte gelirlerse gelsinler bu
görevlilerin hemen kendisi ile görüştürülmesini tembihlemiştir.[64] Ona
göre bu görevlinin bir saat meşgul edilmesi, bir topluluğun bir yıl fesada
uğraması demekti.[65]

Abdülmelik kendi döneminde Yemenî� ve Kaysî� kabile gruplarının


çatışmalarına olumlu bakmamış ve tarafların arasını bulmaya çalış-
mıştır. Züfer b. el-Hâris meselesinde olduğu gibi halife anlaşmayla Kays
mensuplarını saflarına katmayı tercih etmiş, onları vali olarak görevlen-
dirmiştir.[66]

Eyaletlerin birçoğunda Emevî� ailesi üyeleri valilik görevi yapmak-


taydı. Buna rağmen Abdülmelik, akrabalarından görevlendirdiği valilerin
başarısızlıklarını affetmemiş ve onları görevlerinden azletmiştir. Hâlid b.
Abdullah b. Esî�d örneğinde olduğu gibi.[67] Belâzürî�, Abdülmelik’in hediye
alan bazı valileri görevlerinden azlettiğini nakleder.[68]

[59] Toynbee, II, 321; Hitti, İslâm Tarihi, I, 309.


[60] Hawting, s. 64.
[61] Hitti, I, 309; Köprülü, II, 542.
[62] Köprülü, II, 542; Hitti, I, 309.
[63] Köprülü, II, 542; Nesimi Yazıcı, “Klasik İ�slâm Döneminde Haberleşme Kurumu ile
İ�lgili Bazı Mülazalar”, AÜİFD, Ankara 1987, XXIX, 379; Hallâk, s. 100.
[64] Câhız, Resâil, II, 27; Kalkaşendî�, XIV, 413; Mehmet Aykaç, Abbâsî Devleti’nin İlk
Dönemi, İdârî Teşkilatında Dîvânlar (132-232/750-847), Ankara 1997, s. 24.
[65] Kalkaşendî�, XIV, 413.
[66] Geniş bilgi için bk. Fatih Erkoçoğlu, Emevî Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b.
Mervân, Ankara 2011, s. 190-208, 144-147. 487
[67] A. A. Abd Dixon, The Umayyad Caliphate (65-86/684-705), (A Political Study), Londra
1971, s. 114, 115.
[68] Belâzürî�, VII, 220. Abdülmelik’in hediye alan bazı kâtipleri de uyardığı belirtilir. Bk.
Cehşiyârî�, s. 43, 44.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Emevî�leri Muâviye’den beri destekleyen ve özellikle hanedanın Mer-


vânî�ler kolunun, iktidarı ele geçirmesinde en büyük desteği veren Yemenli
kabilelere karşı halife nezdinde bilinçli bir ayırımın olması kanaatimizce
söz konusu değildir. Zira iç savaşın sona erdirilmesinde ve Hâricî� isyanların
bastırılmasında da Yemenî� kabilelerden oluşan Suriyeli birliklerin büyük
rolü olmuştur. Yine Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân her ne kadar Emevî�
ailesinden ise de annesinin Kelb kabilesine mensubiyeti ve onun, devletin
Mısır ve Kuzey Afrika gibi çok geniş eyaletlerini yönetiyor olmasıyla bu
durum aslında Kelblilere Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika gibi eyaletlerde bü-
yük nüfuz kazandırmaktaydı. Haccâc tarafından Vâsıt’ta konuşlandırılan
Suriye birliklerinin -her ne kadar başlarında vali olarak bir Kayslı bulunsa
da- bu yerleşmeyle Irak üzerinde, nüfuzları artmış olmaktaydı.

İ� slâm fetihleri öncesinde Bizans ve Sâsânî�ler tarafından haraç ka-


yıtları, bölge halkının diline göre tutulmaktaydı. Fetihler sonrasında da
divan kayıtları bölge dilleri ile yazılmıştı.[69] Buna göre Irak bölgesinde
kayıtlar Farsça, Şam ve Mısır’da Rumca olarak yapılmaktaydı[70] ve bü-
rokraside ağırlıklı olarak gayrimüslim nüfus istihdam edilmekteydi.[71]
Eski Bizans uygulamalarını da devam ettiren Emevî�ler, Yunanca’yı yö-
netim dili olarak kullanmayı Abdülmelik b. Mervân’ın halifeliğine kadar
büyük ölçüde devam ettirdi.[72] Abdülmelik, para reformunu gerçekleş-
tirdikten sonra[73] yine bununla bağlantılı olarak divanların Arapçalaş-
tırılması hareketine girişti[74] ve yapmış olduğu reformla Arapça bürok-
rasi dili haline getirildi.[75] Arapçaya nakil işi ilk olarak Şam’da başladı,
müteakiben Irak ve Abdülmelik’in halifeliğinin sonlarına doğru da Mı-
sır’da değişikliğe geçildi, fakat Velî�d b. Abdülmelik’in Mısır valisi Kur-
re b. Şerî�k’in (90-96/708, 709-714) valiliğinde Kıbtice ve Yunancanın
Arapçanın yanı sıra kullanılması burada diğer bölgelerdeki kadar kesin
bir naklin olmadığını göstermektedir.[76]

[69] Aykaç, s. 125; Sydney Nettleton Fisher, The Middle East, A History, Londra 1959, s.
78, Hawting, The First Dynasty, s. 63.
[70] Sehâvî�, Şemseddî�n Muhammed b. Abdurrahman, el-İ’lân bi’t-tevbîh li-men zem-
me’t-tevârîh, Beyrut 1983, s. 97.
[71] Hawting, 64.
[72] Gutas, s. 28; Fisher, The Middle East, s. 78; Lapidus, İslâm Toplumları Tarihi, s. 107.
[73] Hallâk, s. 104.
[74] Barthold, V. V., “Caliph and Sultan”, The Islamic Quarterly, Londra 1963, VII-1, 2, 122;
Hallâk, s. 104. Toynbee, Abdülmelik b. Mervân’ın bir dil tekelini zorla kabul ettirdi-
ğini belirtmektedir. Tarih Bilinci, II, 326, 327.
[75] Nabia Abbott, Studies in Arabic Literary Papyri, Historical Texts, Chicago 1957, I, 3.
488 [76] Hallâk, 114. Bu arkeolojik malzeme “Aphrodito Papyri” olarak bilinmektedir.
Yunanca-Arapça ve Kıptice yazılmış papirüslerde 90 ve 96 yılların arasındaki Mısır
‘daki resmi haberleşme ve vergi kayıtlarını ihtiva etmektedir. Geniş bilgi için bk.
bk. Nabia Abbot, The Kurrah Papyri from Aphrodito in the Oriental Institute, The
University of Chicago Press, 1938.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

Shaban, Abdülmelik’in bu teşebbüsüyle merkezî� hükümet ve eyalet-


lerin bürokratik örgütlenmesinin tamamlandığını ve eyalet yönetim dai-
relerinin standart hale getirildiğini belirtmektedir.[77] Divanların nakliyle
devletin merkezileşmesi, idarî� ve iktisadî� boyutta takviye edildi.[78] Müsta-
kil İ�slâm paralarının tedavüle sokulmasından sonra divanların da Arapça-
laştırılmasıyla devletin genel yapısında Arapçı karakter arttı.[79]
Abdülmelik devrinin en önemli icraatlarından birisi, müstakil İ�slâm
paralarının bastırılmasıdır. Para, günümüzde olduğu gibi eski devirlerde
de elden ele dolaşan, göze hitap eden, ekonomik değeri olan bir malzeme-
dir. Para, ekonomik işlevinin yanı sıra aynı zamanda hâkimiyetin sembolü
ve hükümranlığın başlıca göstergesidir.[80] Cécile Morrisson’un da belirtti-
ği üzere para darbının gerçekleşmesinde belirleyici en önemli unsur, hü-
kümdarın gücüdür.[81]
Bir hükümdar kendinden öncekilerin bastırdığı paraları kullanabilir;
ancak kendi otoritesini ve iktidarını ön plana çıkarmak istiyorsa elbetteki
yapacağı şey kendi adına para bastırmak olacaktır. Ö� nemli olan da bu hü-
kümdarın bastırdığı paraların birileri tarafından kullanılıyor olması, onun
güç ve kuvvetinin gelecek nesiller tarafından bilinmesidir. Bundan dolayı
bütün imparatorlar isimlerini ve eylemlerini kalıcı eserlerle ölümsüzleş-
tirmeyi düşünmüşlerdir. Nitekim insanlık tarihi boyunca bunun pek çok
örneğine rastlayabilmek kabildir. Bilindiği üzere hükümdarlar ihtişam ve
güçlerini göstermek için çok değişik yöntemler kullanmışlardır. Bu, gör-
kemli anıtlar yardımıyla olacağı gibi imparatorlukların en ücra köşesine
kadar ulaşabilen küçük bir madeni para ile de mümkündür.[82] Emevî� ha-
lifesi Abdülmelik b. Mervân da bastırdığı müstakil paralarla böylece orta
çağın Amerikan doları[83] solidos karşısında, İ�slâm’ın gücünü ve kudretini
göstererek bir mevzi kazanmış ve İ�slâm dünyasının para hususunda Bi-
zans’a olan bağımlılığını bitirmiştir. İ�şte bu nedenle Abdülmelik’in para
reformu büyük bir önem arz etmektedir.
Dinarların reformuna dirhemlerden sonra başlanılmıştır. İ�lyas Bay-
tar, yapmış olduğu çalışmada Abdülmelik döneminden kalan paraları göz

[77] M. A. Shaban, Islamic History, A New Interpretation, Cambridge 1971, s. 114.


[78] Hawting, The First Dynasty, s.63; Hallâk, s. 123.
[79] Hallâk, s. 123; Hawting, s. 58.
[80] Michel Kaplan, Bizans’ın Altınları (trc. İ�hsan Batur), İ�stanbul 2001, s. 19; Cécile
Morrisson, Antik Sikkeler Bilimi Nümismatik, Genel Bir Bakış (trc. Zeynep Çizmeli
Ö� ğün), İ�stanbul 2002, s. 59.
[81] Morrisson, s. 56, 57. 489
[82] Morrisson, s. 56, 57.
[83] “The Dolar of the Middle s” tabiri R. S. Lopez’e aittir. Bk. Andrew S. Ehrenkreutz,
“Studies in the Monetary History of the Near in The Middle s”, Journal of the
Economic And Social History of the Orient, Leiden 1992, II, 128.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

önünde bulundurarak, onun para


reformunu, Bizans paraları üzerin-
de yaptırdığı 5 değişiklikle gerçek-
leştirdiği sonucuna varmıştır. Buna
göre ilk olarak halife, 74 (693) ta-
rihli bastırdığı dinarın üzerindeki
Hıristiyanlık işaretlerinden haç ve
merdiveni muhafaza etmiş; fakat 21
sayısına tekabül eden (B-I) harfle-
Resim 17: rini -Bizans dinarındakinin aksine-
Abdulmelik (I-B) olarak yer değiştirmiştir.[84] İ�kinci olarak paranın arka yüzündeki
b. Mervan’ın
resminin haç işareti[85] biraz tahrif edilerek (T) harfi şeklini almıştır. Ü� çüncü olarak
bulunduğu haç işareti değiştirilmiş ve paranın kenarına Kûfî� hatla “Lâ ilâhe illalla-
dinarın ön ve
arka yüzü.
hu vahdehû lâ şerîke leh” yazısı yazılmıştır. Bu parada Heraklius’un resmi[86]
(76/695). muhafaza edilmiştir. Dördüncü olarak ise Abdülmelik, Bizans imparatoru
[https://bit. Heraklius’un resminin yerine kendi resmini koydurmuştur. Halife bu re-
ly/2mBslOQ]
simde Kûfiye denilen elbiseyi giymiş, enli kılıcını sarkıtmış ve uzun sakallı
olarak görülmektedir [Resim 17]. Bunun çevresinde ise “Bismillahi lâ ilâ-
he illallahû vahdehû Muhammed Resûlullah” yazılıdır. Fakat yine de haçın
taşındığı merdiven üzerinde duran sütunda olduğu gibi Bizans tesiri bu
parada görülmektedir.[87]

Beşinci olarak yaptığı değişiklik ise halifenin, dinarın Bizans tesirin-


den kurtarılarak Arapçalaştırılmasında son adımını oluşturmaktadır. 77
(696) yılında basılan bir parada herhangi bir resim olmaksızın sadece
yazılar bulunmaktadır. Paranın ön yüzünde “Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ

[84] İ�lyâs Baytar, bu harflerin Yunan Ebced hesabına göre I=10 B=2 ye takabül ettiğini ve
bu iki harfin 12 sayısına karşılık geldiğini belirtmektedir. Bk. Tatavvuru’l-kitâbeti’n-
nukûş ala’n-nukûdu’l-Arabiyye (mine’l-cahiliyyeti hattâ’l-asri’l-hadîs), byy ts., s. 66.
[85] Cécile Morrisson haç motifi ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “…Avrupa ‘da bu
dönem sikke sanatında haç motifinin çok önemli bir yeri vardır. Hatta VII. ile VIII.
Yüzyıllarda tek tema olmuş ve günümüze kadar bu rolü sürdürmüştür. Bizans sik-
ke ikonografisinin Hıristiyanlaşma evresine ait bilgilerimizi hemen hemen tamdır.
Haç betimi VI. Yüzyılın başından itibaren arka yüzün ana tipi olarak seçilmiş, II.
Justinianus’un sikkelerinde (685-695, 705-712) İ�sa betimi iki tipiyle birlikte yetkin
şekilde betimlenmiştir.” Bk. s. 50.
[86] Bizans paralarında bazen Heraklius’un kendinin bazen de o ve oğlunun beraber re-
simleri yer almaktadır. Bunlar ellerinde haça benzer birer asa tutmaktadır. Bk. İ�lyâs
Baytar, s. 65; Nâhıd Abdurrezzâk Defter, “Devâfi’u ve esbâbu ta’rî�bi’l-meskûkât”, el-
Meskûkât, Bağdat, X-XI, 18.
[87] İ�lyâs Baytar, en-Nukûdu’l-Arabiyye, s. 66-69. Bk. Philip Grierson, “The Monetary
490 Reforms of Abd Al-Malik”, Journal Of The Economic And Social History Of The Orient,
Leiden 1960, III-3, 244, 245; S. Gerö, “Early Contacts Between Byzantium and the
Arab Empire: A Review and Some Reconsiderations”, Proceedings of the Symposium
on Bilâd al-Shâm During the Byzantine Period, (15-19 Kasım 1983) (ed. Muhammed
Adnan Bakhit, Muhammed Asfour), Ammân 1986, s. 127, 128.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

şerîke leh”, halkasında “Muhammed


Resûlullah erselehû bi’l-hüdâ ve
dîni’l-hakki li-yuzhirahû ‘ala’d-dî-
ni küllih ve lev kerihe’l-müşrikûn”[88]
arka yüzünde “Allahu ehad Alla-
hu’s-samed lem yelid ve lem yûled”,
halkasında ise “Bismillahi duribe
hâza’d-dînâr fî sene seb’a ve seb’în”
yazmaktaydı[Resim 18].[89]

Bu dinar, Abdülmelik’in para reformunun son örneğini oluşturmak- Resim 18:


Abdülmelik
tadır. Dinarın ağırlığı bir miskâl idi ve 4,25 grama tekabül etmekteydi. Dönemi İslâm
Abdülmelik’ten sonra gelen Emevî� halifeleri, Emevî� Devleti’nin çöktüğü Dinarı (79/698).
132 (749) yılına kadar onun izinden gitmiştir.[90] Para reformunun son ör- [https://bit.
ly/2uSfCeq]
neğini teşkil eden bu paranın en karakteristik özelliği ise sırf yazıdan iba-
ret oluşudur. Paraların her iki yüzüne, idarecilerin portreleri veya Bizans
ve Sâsânî�lerdeki gibi diğer resim temsilleri olmaksızın sadece Müslüman
dinî� formülü yazdırılmıştır. Bu durum her zaman olmasa da İ�slâm parala-
rına bir model teşkil etmiştir.[91]

Abdülmelik, iç savaştan başarıyla çıktıktan sonra idarî� ve iktisadî� sa-


halarda bir takım icraatlarda bulundu. Para reformuyla tedavülde olan
parayı standart hale getirdi ve böylece ülke sınırları içerisinde parasal bir-
lik temin edildi. İ�ç savaş sonrasında zengin Irak eyaleti Emevî�lerin kont-
rolüne girdi. Emevî� hâkimiyetine rağmen burada vukû bulan ayaklanma-
lar ve isyanlar devletin istikrarına zarar veriyordu. Hz. Ö� mer döneminde
Irak’tan elde edilen gelir, 100-120 milyon dirhem iken İ�slâmlaşmayla bir-
likte bu rakam 40 milyon dirheme kadar düşmüştü.[92]

[88] “O, peygamberini doğru yol kanunu ve hak dini ile gönderendir, onu bütün dinler-
den üstün kılmak için; isterse müşrikler hoşlanmasınlar.” (Tevbe 9/33).
[89] Makrizî�, Takiyyuddî�n Ahmed b. Ali b. Abdülkadir, Kitâbü’n-nukûdi’l-İslâmiyye,
Konstantiniyye 1298/1880-81, s. 7; Michael Broome, A Handbook Islamic Coins,
Londra, ts., s. 10; İ�lyâs Baytar, en-Nukûdu’l-Arabiyye, s. 69.
[90] İ�lyâs Baytar, s. 70.
[91] Hawting, The First Dynasty, s. 64, 65. Cécile Morrisson para reformuyla İ�slâm para-
larında dini motiflerin ön plana çıktığını bu durumun Bizans’ta da yankı bulduğunu
belirterek şöyle söylemektedir: “Aynı tarihte (yaklaşık 692) Emevilerin “Abd Allah”
epithetli (sıfat) sikkelerine bir yanıt olarak Bizans sikkeleri üzerinde İ�sa betimi ve
“Ihs Crıstos Rex Reg-Mantıum et D(ominus) Iustınıanus Se(u)U(s) Christi= İ�sa’nın
hizmetkârı lejantı yer almıştır. Bu çekişmenin ilk olarak kim tarafından başlatıldı-
ğının yanıtı tam olarak verilemese de, karşıt görüşün kayıtsız olarak açıklanmasına
işarettir. Ve bir yüzyıl boyunca gümüş sikkelerin üzerindeki Bizans miliaresionu 491
(mil taşı), Ihs Xrıstus Nıca lejantlı ve haç betimi açık bir şekilde her yönden taklit
ettiği dirhemle savaşmaktadır.” Antik Sikkeler Bilimi Nümismatik, s. 59.
[92] Belâzürî�, s. 387; bk. Alfred Von Kremer, The Orient Under The Caliphs, Philadelphia
1977, s. 201.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Devlet para reformuyla, aldığı vergide kayıpları en aza indirmiş oldu.


Devletin elde ettiği gelirin az olduğunun tespiti üzerine bir vergi düzenle-
mesinin yapılması zorunlu oldu. Bunun için de öncelikle vergi verenlerin
sayımının yapılması ve defterlere kaydı gerekliydi. Kayıtlarda Abdülmelik
döneminde Cezî�re valiliğindeki nüfus sayımı yapıldığına dair bilgiler bu-
lunmaktadır.[93] Bu sayımda bütün halk çiftçi kabul edilerek, her kişinin
yılda kazanacağı mal hesap edilip, ondan kendi nafakasını, yiyeceğini, gi-
yeceği elbise ve sair malzemesi çıkarıldı. Bir yılın çalışma günleri hesap
edildi, bayram günleri çıkarıldı. Bir kişinin masraflarının dışında yılda
dört dinar fazla varidat bırakacağının tespiti üzerine, herkes eşit tutulmak
suretiyle, bu miktarda cizye ödenmesi kararlaştırıldı.[94]

Ayrıca ziraat arazisinin şehre yakınlığı veya uzaklığına göre düzen-


lemelere gidildi.[95] Vergiler, önce aynî� olarak üründen alınıyordu. Abdül-
melik’in para reformuyla birlikte vergilerin para olarak alınmasına karar
verildi.[96] Abdülmelik, valilerinin vergi toplanmasında keyfî� uygulamalar
yapmasına da izin vermedi. Irak valisi Haccâc, halifeye mektup yazarak
şehir ve köylülerin fazla mallarını almak için izin istedi. Halife bunu yap-
masını men etti ve cevaben şunu yazdı: “Elde ettiğin dirhemden çok, elde
edemediğin üzerinde haris olma, onları etli bırak ki yağ bağlasınlar.”[97]

Abdülmelik, vergi düzenlenmesine vermiş olduğu önemi, vergile-


rin toplanmasında da gösterdi. Halife gayrı meşru kazançların kontrole

[93] Ebû Yusuf, Ya’kûb b. İ�brahim b. Habî�b b. el-Ensârî� el-Kûfî�, Kitâbü’l-Harâc (trc.
Müderris-zâde Muhammed Atâullah Efendi; Sad. İ�smail Karakaya), Ankara 1982, s.
142; C. Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, 300; Muhammed Â� bid el-Câbirî�, Arap-İslâm
Aklı (trc. Vecdi Akyüz), İ�stanbul 2001, s. 331.
[94] Ebû Yusuf, s. 142. Bk. Abdülaziz ed-Dûrî�, “Landlord and Peasent in Early Islam”, Der
Islam, (Berlin 1979), LVI, 104.
[95] Yakın olan 100 cerî�b ziraat arazisine (buğday) 1 dinar
Uzak olan 200 cerî�b ziraat arazisine 1 dinar
Yakın olan 1000 adet bağ köküne 1 dinar
Uzak olan 2000 adet bağ köküne 1 dinar
Yakın olan 100 zeytin ağacına 1 dinar
Uzak olan 200 zeytin ağacına 1 dinar
olmak üzere vergi konuldu. Ebû Yusuf, Kitâbü’l-Harâc, s. 143. Ayrıca bk. Abdülaziz
ed-Dûrî�, “Nizâmü’d-darâib fî� sadri’l-İ�slâm”, Mecelletü’l-mecma’i’l-lüğati’l-Arabiyye,
Dımaşk 1974, XLIX-2, 54; Mustafa Demirci, İslâmın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi,
İ�stanbul 2003, s. 334; Cerî�b; çoğulu ecribe ve cürbân olan bu tabir “vadi” anlamın-
da olup belirli büyüklükteki bir arazi parçası için kullanılmıştır. Hulefâ-yı Râşidî�n,
Emevî�ler ve Abbâsî�ler’in ilk dönemlerinde haraç vergileri ile halife ve emirlerin
iktâlarının miktarının tespitinde alan ölçüsü olarak cerî�b kullanılmıştır. İ�slâm dün-
yasında kullanılan diğer ölçü birimlerinde olduğu gibi bu ölçü de çeşitli devirlerde
492 bölgelere göre farklılıklar göstermiştir. Cerî�b= (61, 6 cm x 61, 6 cm.) x 3600 = 1366,
0416 m2’ dir. Bk. Mustafa Fayda, “Cerî�b”, DİA, İ�stanbul 1993, VII, 402.
[96] Mâverdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed, Ahkâmu’s-Sultâniyye, Beyrut 1994, s. 153;
Câbirî�, Arap-İslâm Aklı, s. 331.
[97] Mâverdî�, s. 267.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

alınması yönünde sert tedbirler aldı. Buna göre kendi zamanında vergi
tahsilini yapan görevliler, emekliliklerine doğru sorgulandı. Sorgu son-
rasında zimmetlerine geçirdikleri paralar alınarak devlet hazinesine ko-
nuldu.[98]

B. Ömer b. Abdülaziz’in Maliye Politikası

Halife Abdülmelik’in hem yeğeni hem de damadı olan Ö� mer b. Ab-


dülaziz halifeliğe Süleyman b. Abdülmelik’in ölümünden sonra geldi. İ� ki
buçuk yıl bile sürmeyen[99] halifeliğinde bazı icraatları oldukça önemli-
dir. Onun kısa süren halifeliği, Emevî�ler döneminde bir sosyal barış ve
toplumsal restorasyon süreci olarak değerlendirilebileceği gibi[100] yap-
mış olduğu icraatlarıyla -özellikle maliye ile alakalı olarak- devletin ma-
liyesini sarstığı da ifade edilmektedir.[101] Biz burada öncelikle icraatla-
rıyla devletin maliyesini sarsıp sarsmadığı üzerinde durduktan sonra
kendi döneminde devletin maliyesiyle ilgili bir kısım hususlara yer ver-
mek istiyoruz.

Ö� mer b. Abdülaziz kendi döneminde fetih harplerine pek sıcak bak-


madığından dikkatini iç siyasete verdi.[102] Zaten kendi döneminde askerî�
faaliyetlerden ziyade bu icraatları ön planda yer tutmaktadır. Ö� zellikle
onun döneminde İ�slâm coğrafyasının hemen her yerinde kitlesel olarak
İ�slâm’a girişler söz konusu idi. Kendisinin tayin ettiği vali İ�smail b. Ab-
dullah zamanında İ�slâmiyet’in Berberî�ler arasında hızla yayıldığı zikredil-
mektedir.[103] Berberî�ler, Ö� mer b. Abdülaziz tarafından İ�slâm’a davet edildi
ve İ�slâm’a girenlerden -çocuklarının tesliminden ibaret olan- vergileri de
kaldırıldı. Bu uygulama daha önce teslim edilen kızları da kapsamış oldu.
Bunun üzerine efendilerinin bu kızlarla evlenmelerine ya da bu kızları ai-
lelerine göndermelerine karar verildi.[104]

[98] Gerlof Van Vloten, Emevî Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şîa ve Mesîh Akideleri Üzerine
Araştırmalar (trc. Mehmed Saî�d Hatiboğlu), Ankara 1986, s. 22.
[99] Dî�neverî�, Ebû Hanife Ahmed b. Dâvud, el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Ö� mer Faruk et-Tabbâ’),
Beyrut, ts., s. 302.
[100] Â� dem Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi III (Emevîler Dönemi), İ�stanbul 2010, s. 201.
[101] Kremer, 208-201. Wellhausen bu görüşün Kremer tarafından öne sürüldüğünü ve
de August Müller’in de aynen aldığını zikretmektedir. Arap Devleti ve Sükutu, s. 127.
Ayrıca bk. K. V. Zetterstéen, “Omer”, İA, Eskişehir 1997, IX, 464; İ�madüddin Halil,
Ömer b. Abdülaziz Dönemi ve İslâm İnkılabı (trc. Ubeydullah Dalar), İ�stanbul 1984,
s. 210-220.
[102] Wellhausen, s. 126, 127. 493
[103] Belâzürî�, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer, Fütûhu’l-büldân (trc. Mustafa Fayda), Ankara 2002,
s. 331.
[104] Kâsım b. Sellâm, Ebû Ubeyd el-Herevî� el-Ezdî�, Kitâbü’l-Emvâl (trc. Cemaleddin
Saylık), İ�stanbul 1981, s. 218; Belâzürî�, s. 318, 321, 323, 331.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Sind hükümdarları da İ�slâm’a davet edilerek İ�slâm’a girdikleri tak-


dirde Müslümanlarla eşit haklara sahip olacakları beyan edildi.[105] Mısır
amili, Halife Ö� mer’e yazdığı mektubunda hızlı İ�slâmlaşmayla birlikte Mı-
sır’da cizye vergisinde ciddi anlamda bir azalma olduğunu belirtti. Ö� mer
b. Abdülaziz ise Hz. Peygamber’in bir davetçi olarak gönderildiğini haraç
toplamak için gönderilmediğini ifade ederek, bu durumu memnuniyet ve-
rici buldu.[106] Ayrıca Horasan valisi Cerrâh b. Abdullah’a yazdığı mektupta
zimmî�leri İ�slâm’a davet etmesini, eğer kabul ederlerse kendilerinden ciz-
yeyi kaldırmasını emretti.[107] Gelirler üzerindeki etkisi ne olursa olsun,
Müslüman olmanın cizyeden muafiyeti gerektirdiğini vurguladı.[108]

Alfred Von Kremer hızlı İ�slâmlaşma ve Ö� mer’in maliye ile ilgili po-
litikalarının devlet hazinesinde ciddi kayıplara neden olduğunu ifade
etmektedir.[109] Wellhausen ise Ö� mer b. Abdülaziz’in vergi sisteminde al-
mış olduğu tedbirlerin şekli ve tarzı üzerinde kesin bir kanaate varmanın
güçlüğünü belirtmektedir.[110] Wellhausen, Alfred Von Kramer ve ondan
esinlenen August Müller’e göre Ö� mer b. Abdülaziz’in örnek aldığı kişi
Hz. Ö� mer’dir.[111] Onun Hz. Ö� mer’in sistemine dönmek suretiyle o zamana
kadar Emevî� idarecilerinin yapmış olduğu tahribatı ortadan kaldırmaya
çalıştığını da vurgulamaktadır.[112] Ne var ki Wellhausen, detaylıca ele al-

[105] Belâzürî�, Fütûh, s. 643. Ne var ki Ö� mer b. Abdülaziz döneminde İ�slâm’a giren bu
kişiler müteakiben Hişâm b. Abdülmelik döneminde irtidât edeceklerdir. Fütûh, s.
646. Geniş bilgi için bk. İ�smail Hakkı Atçeken, “Ö� mer b. Abdülaziz Dönemi Sonrası
Emevî� İ�darecilerinin Mevâlî� Politikaları”, SÜİFD, 2002, XIII, 69-88.
[106] İ� bn Sa’d, Muhammed b. Sa’d ez-Zührî�, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1996, V, 192;
İ� bn Abdülhakem, Ebü’l-Kâsım Abdurrahman b. Abdullah, Fütûhu Mısr ve ahbâ-
ruhâ, Kahire 1991, s. 156. Hî�re ahalisinden İ� slâm’a giren Yahudi, Hıristiyan ve
Mecûsî�ler üzerinden külliyetli miktarlarda cizye vergisi alınmasını uygun gör-
medi ve “Allah’ın Hz. Peygamber’i vergi toplayıcı olarak göndermediğini vur-
gulayarak bunlardan sadece zekât alınabileceğini söyledi. Ebû Yusuf, Kitâbü’l-
Harâc, 300.
[107] İ�bn Sa’d, V, 193; bk. Kâsım b. Sellâm, s. 69, 70.
[108] Abdülaziz Dûrî�, İslâm İktisat Tarihine Giriş (trc. Sabri Orman), İ�stanbul 1991, s.
48. Bk. Theophanes, 6210 yılı olayları içerisinde Ö� mer b. Abdülaziz’in İ�slâm’ı ka-
bul edenlerin vergiden muaf tuttuğunu zikretmektedir. The Chronicle, (An English
translation of anni mundi 6095-9305 (A.D. 602-813), with inroduction and notes.
Harry Turtledove), Philadelphia 1982, s. 91.
[109] Kremer, s. 208-201. Wellhausen, s. 127.
[110] Wellhausen, s. 127.
[111] Wellhausen, Hz. Ö� mer’in haracın, sahibi ister Müslüman olsun ister olmasın arazi-
ye bağlı olduğu ve İ�slâmı kabulün sadece cizyeden kurtaracağı, çünkü bunun baş
vergisi sıfatıyla şahsın durumuna tabi olduğu ve Müslümanlar muvacehesinde
494 şahıs ayırıcı özelliği olduğu şeklinde bir nizam tesis etmediğini ifade etmektedir.
Bunların her ikisi de aslında tamamıyla birbirinin aynı olarak köleler tarafından te-
okrasinin vatandaşları olan devletin çocuklarına ödenmesi icap eden haraç (vergi)
itibar olunuyorlardı. Bk. Arap Devleti ve Sukutu, s. 130.
[112] Wellhausen, s. 128, 129.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

dığı bu konu üzerinde Hz. Ö� mer’in uygulamaları[113] ve icraatlarıyla ona


benzemeye çalışan Ö� mer b. Abdülaziz’in dönemlerini mukayese ettiğinde
durumun hiç de öyle olmadığını belirtmektedir.[114]

Konunun anlaşılması için kısaca ilk İ�slâm fetihlerindeki maliye ile ilgili
uygulamaları burada zikretmenin faydalı olduğunu düşünüyoruz. İ�slâm fe-
tihleriyle birlikte ele geçirilen topraklar haraç vergisi adıyla eski sahiplerine
bırakılmıştı. Devlet bu topraklardan elde edilen gelirleri belirli miktarlarda
fethe iştirak eden askerlere maaş olarak vermekteydi. Toprak vergisi haraç
ve kelle vergisi cizye gayrimüslimlerden alınıyordu.[115] Müslümanlar için ise
sadece mahsullerinden onda birinin ödenmesi esası bulunuyordu.[116] Buna
göre ilk uygulamalarda Arap bir Müslüman’ın sahip olduğu ya da gayri Arap
birisinin Müslüman olmasıyla birlikte sahip olduğu haraç arazisinden vergi
alınmamaktaydı. Bu durum akabinde bir taraftan Arapların köylüleşmesini
diğer taraftan ise vergi mükelleflerinin İ�slâm’a girmelerini teşvik ediyordu.
Bir diğer husus da ihtidalar, vergi verecek nüfusu azalan gayri Müslim ce-
maatin üzerindeki vergi yükünü artırıyordu.[117]

Emevî�ler döneminde özellikle Haccâc’ın Irak valiliğinde devletin büt-


çesine ciddi zararlar verecek boyuta ulaşmış olacak ki bu vali, haraç böl-
gesinde mülk sahibi olanları vergiden muaf tutmadığı gibi daha öncesinde
bu şekilde vergiden muaf olanları da kapsayacak bir uygulama başlattı.[118]
Merkezî� şehirlere göçü de yasaklattı ve bu şehirlere gelenleri kendi yurt-
larına gönderdi.[119]

Ö� mer b. Abdülaziz’in de kendi döneminde bu sorunun farkında oldu-


ğu Belâzürî�’de zikredilen “Ömer b. Hattâb’ın zamanında Sevâd’ın haracı

[113] Hz. Ö� mer’in uygulamaları için bk. Mustafa Fayda, “Hz. Ö� mer ve Fey”, AÜİFD, Ankara
1982, V, 194-202; ayrıca bk. “Hz. Ö� mer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşûr”, AÜİFD,
Ankara 1981, XXV, 169-178.
[114] Wellhausen, s. 128.
[115] Kâsım b. Sellâm bu iki vergiyi de fey gelirleri içerisinde değerlendirmektedir. Bk.
Kitâbü’l-Emvâl, s. 35.
[116] Ö� mer b. Abdülaziz haraç vergisinin toprağa, öşürün ise ürüne düştüğünü belirt-
mektedir. Bk. Kâsım b. Sellâm, s. 116, 117.
[117] Wellhausen, s. 128-131.
[118] Belâzürî�, s. 511, 542. Belâzürî� daha önce haraç toprağı olan arazilerin zamanla öşür
(zekât) toprağına dönüştüğünü ve Haccâc’ıın böyle olan arazileri haraç arazisine
dönüştürdüğünü zikretmektedir. Müteakiben Ö� mer b. Abdülaziz öşür toprağına
dönüştürmüş, ondan sonra da Ö� mer b. Hübeyre’nin tekrar haraç arazisine dönüş-
türdüğü belirtilmektedir. Fütûh, s. 532.
[119] Taberî�, III, 648; İ�bnü’l-Esî�r, III, 146; Wellhausen, s. 131, 132; Zetterstéen, IX, 464. 495
Wellhausen, Haccâc ‘ın bu hareket tarzının yeni olduğunu ve o zamana kadar kabul
eden uygulamaya uymadığını, bu yüzden de bu uygulamaya maruz bırakılan Arap
ve Mevâlî�nin ortak bir ağızdan feryadına sebep olduğunu zikretmektedir. Bk. Arap
Devleti ve Sükûtu, s. 132; bk. Dûrî�, s. 48.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

100 milyon dirhem idi. Haccâc zamanında ise kırk milyona düştü.”[120] ifa-
desinden anlaşılmaktadır. Wellhausen, bu sorun karşısında Ö� mer b. Ab-
dülaziz’in İ�slâm hukuku şuurunu zedelemeksizin bir çözüme ulaşmaya
çalıştığını belirtmekte, fakat gaye itibariyle Haccâc’dan çok da farklı bir
düşünceye sahip olmadığını zikretmektedir.[121] Ö� mer b. Abdülaziz es-
kiden olduğu gibi ister Arap, ister mevâlî�den olsun bir Müslümanın baş
ya da arazi vergisi ile mükellef olamayacağı uygulamasına döndü. Buna
rağmen devlet gelirlerinin azalmasının önüne geçmek için de -geçmiş uy-
gulamaları hesaba katmaksızın- 100 (718-719) yılında haraç arazisinin
Araplara ve Müslümanlara satışını yasakladı.[122] Bu arada Ö� mer, önceden
Müslümanlara satılmış olan arazilerden de, hem haraç hem de ürününden
öşür aldı.[123] Zira fey arazileri içerisinde ayrı bir kategori oluşturan savâfî�
arazilerinin Muâviye’den itibaren aile ve yakınlara dağıtılmak suretiyle
imtiyazlı bir Arap aristokrasisi oluşturulmuştu. Bu geniş toprak sahipleri-
nin, topraklarını fey arazilerinin aleyhinde genişlettiklerinden bu durum
maliyede ciddi bir kayba neden oluyordu. Satışın yasaklanmasıyla da ay-
rıca bu küçük toprak sahiplerinin, aristokrat Araplara karşı korunması
hedefleniyordu.[124]

Ö� mer b. Abdülaziz’in ihtida edenin haracının öşre tahvil edilmesini


kabul etmediği ve kanalının (cetvel)[125] başında kalanın daha önceden ol-

[120] Belâzürî�, s. 387.


[121] Wellhausen, s. 132.
[122] Bk. Yahya b. Â� dem, Ebû Zekeriyya el-Kureşî�, Kitâbü’l-harâç (thk. Hüseyin Mu’nis),
Beyrut 1987, s. 63; Kâsım b. Sellâm, s. 122; İ�bn Asâkir, Târîhu Dımaşk, II, 199; bk.
Mustafa Demirci, s. 60. Ayrıca arazilerin satışını yasakladığı gibi Ö� mer b. Abdülaziz,
ehl-i zimmetin elinde bulunan ziraat aletlerinin satışını da müsaade edilmemesini
emretti. Bk. Kâsım b. Sellâm, s. 122.
[123] Ö� mer b. Abdülaziz döneminde Sevâd halkından bazıları haraç arazilerini öşür ara-
zisine çevirmek için yazılı müracaatta bulunmuşlar, fakat halife onların bu teklifini
kabul etmemiştir. Ayrıca Ö� mer b. Abdülaziz’in Filistin valisi Abdullah b. Avf’a gön-
derdiği mektupta, tasarrufunda haraç arazisi bulunan Müslümanlardan, arazinin
haracını almasını, daha sonra da arta kalandan zekâtını almasını emrettiği zikredil-
mektedir. Bk. Kâsım b. Sellâm, s. 116, 117, 121.
[124] Demirci, s. 60. Bk. Dûrî�, s. 49, 50, 57, 87. Dûrî�, Ö� mer b. Abdülaziz’in savâfî� arazilerini
Beytülmal yararına işletmek istediğini nakletmektedir. Bk. İslâm İktisat Tarihine Giriş,
s. 87. Bk. Demirci, s. 95. Bu arada Müslümanların da artık tarımsal faaliyetlere ilgi gös-
terdiği ve çok sayıda arazi satın aldıkları anlaşılmaktadır. Bk. Dûrî�, s. 56, 57. Emevî�ler
döneminde kırsal kesimlerde oluşturulan birçok saray bulunuyordu. Bu sarayların her
biri, cami, saray ve ilave binalarla birlikte büyük bir yaşama alanına sahipti. Yapılan
çalışmalarda Kusayru Amra, Mışatta, Hırbetü’l-Mefcer, Kasrü’l-Hayri’l-Garbî gibi bir-
çok sarayın büyük tarımsal yerleşim birimlerinin birer parçası oldukları anlaşılmış,
Kusayru Hallâbât’ta yapılan incelemelerden elde edilen bulgulardan ise buralarda iyi
496 birer sulama sisteminin var olduğu tespit edilmiştir. Bk. K. A. C. Creswell- James W.
Allan, A Short Account of Early Muslim Architecture, Kahire 1989, s. 93, 164, 165; Oleg
Grabar, İ�slâm Sanatının Oluşumu (trc. Nuran Yavuz), İ�stanbul 1998, s. 46, 47.
[125] “Irak’ta haraç arazisi kanallarla sulanan arazidir.” Wellhausen, 138. Harac arazisi
belirlenirken suyun kullanılabilirliği ve suyun durumu önemlidir (Bu konuda geniş
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

duğu gibi vergisini ödemekle yükümlü olduğu ve ayrıca bu kimsenin -eğer


şehre göçerse de- arazisinin köy cemaatine ait olması gerektiğini söyledi-
ği nakledilmektedir.[126] Böylece haraç arazisinin ümmetin mülkü ve onun
üzerine tesis edilmiş bir vakıf olduğunu ve haracın ister zimmî� ister Müs-
lüman, ister Arap ister gayri Arap olsun haraç arazisini işleyen herkesin
bunun karşılığında ödediği bir kira olduğunu belirtti.[127]

Ö� mer b. Abdülaziz’in bu yasaklamasıyla geleceğe yönelik olarak fey


arazilerini muhafaza etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Wellhausen, Ö� mer
b. Abdülaziz’in bu uygulamayı bir asır evvel İ�slâm hâkimiyetine giren böl-
geler için yaptığını, İ�slâm’la yeni tanışan -özellikle Hindistan, İ�frî�kıyye ve
İ�spanya gibi- yerler için ise daha farklı bir uygulamada bulunduğunu ve
buralarda tatbik edilen uygulamanın tamamen farklı ve diğer yerlerle ka-
rıştırılmaması gerektiğini zikretmektedir. Ayrıca o, Ö� mer’in para ve gani-
met getiren cihattan hoşlanmadığını bundan dolayı da bu milletlerin İ�slâm
dinine sulh yolu ile girmelerini istediğini beyan etmektedir. Bu durumda
muhataplardan haraç talep edilmiyordu. Ayrıca bunda fey gelirinden vaz
geçme durumu da yoktu, zira bu hallerde fey de söz konusu olmuyordu.[128]
İ�ndüs ve Mâverâünnehir bölgelerinde pek çok insan Ö� mer b. Abdülaziz
döneminde İ�slâm’a girmişler ve vergi ödemek zorunda kalmadıkları gibi
maaş da almışlardı.[129]

bilgi için Bk. Cengiz Kallek, “Harac”, DİA, İ�stanbul 1997, XVI, 73).
[126] Yahya b. Â� dem, s. 87, 98; bk. Kâsım b. Sellâm, Kitâbü’l-Emvâl, s. 122, 191, 192. Bk.
Wellhausen, s. 138. Ebû Yusuf öşür arazisini haraç arazisine haraç arazisini de öşür
arazisine çevirmenin caiz olmadığını zikretmektedir. Bk. Kitâbü’l-Harâc, s. 223.
Wellhausen, Ö� mer’in ihtida eden haraç arazisi sahibi birisinin mülkünün ait olduğu
cemaate düşeceğini kabul ettiği anlamına geldiğini söylemekte ve böyle bir kim-
senin bu durumda kiracı olarak arazisinde kalabileceğini -ki kira vergi değildi- ya
da Haccâc’ın kendi zamanında müsaade etmediği gibi şehre göç etmekte serbest
olduğunu belirtmektedir. Arap Devleti ve Sükûtu, s. 132, 133.
[127] Dûrî�, s. 49, 88.
[128] Wellhausen, s. 138, 139.
[129] Belâzürî�, s. 622, 643. Dûrî�, Arapların fetihleri yalnızca kendilerinin gerçekleştirdi-
ğini ve bu sebeple fey’den yararlanmaya kendilerinin daha layık olduğunu düşün-
düklerini ifade ettikten sonra, bu durumun olağan şartlar altında pek bir şikâyet
konusu olmadığını, fakat Arapların Orta Asya’da Türk tehlikesiyle karşı karşıya
geldiği İ�slâm topraklarının doğu tarafında ve yine batı sınırında -Kuzey Afrika ve
daha sonra da Endülüs’te- durumun Mevâlî�den yardım almayı gerekli kıldığını be-
lirtmekte ve bu durumun sonucunda çok sayıda İ�ranlı ve Berberî�nin İ�slâm ordula-
rına katıldığını ve bunun da sürekli bir şekil aldığını söylemektedir. Ayrıca bunların
“atâ” ve “rızık” bağlanmadan savaşlara sadece ganimetlere iştirakle yetinmeyecek-
lerinin pek tabi olduğunu ve bu durumun ise asıl şikâyet kaynağını oluşturduğunu
zikretmekte ve Ö� mer b. Abdülaziz’in, bu durumu göz önüne alarak İ�slâm ümmeti-
nin unsurları arasındaki birliği pekiştirmek maksadıyla kendi siyaseti çerçevesinde 497
sorunu çözmeye ve Araplara olduğu gibi mevâli savaşçılara da “atâ” tahsis etmekle
onlara yapılan bu haksızlığı gidermeye çalıştığını belirtmektedir. Bk. İslâm İktisat
Tarihine Giriş, s. 61. Wellhausen, Arapların dışındakileri de kapsayan maaş istih-
kakı hususunun devletin maliyesini zarara sokabileceğini belirtmekte ve en büyük
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ö� mer b. Abdülaziz’in haraç arazilerinin satılmasını yasaklaması zaru-


retten olmuştu. Zira bu arazilerin vergiden muaf Müslüman mülkiyetine
geçmesiyle, verginin azalmasının önüne geçmek istiyordu. Bununla birlik-
te bu durum bir taraftan da köylüleşmeye engel oluşturuyordu.[130]

Ö� mer b. Abdülaziz’in bu satış yasağı tatbik edilemedi. Din değiştirme-


lerin önüne geçilemediği gibi arazilerin de el değiştirmesinin önüne geçi-
lemedi.[131] Müslümanlara satılan arazilerden haraç vergisi değil, sadece
öşür alınmaya devam edildi ve bu durum da büyük oranda vergi kaybına
neden oldu.[132]

Ö� mer b. Abdülaziz’in eleştiriye maruz kaldığı İ�slâmlaşmayla birlikte


haraç vergilerinin azaldığına dair meseleyi burada bitirdikten sonra onun
döneminde ortaya konulan ve maliyeyi ilgilendiren bazı uygulamalarını
da burada ele almak istiyoruz.

Ö� mer b. Abdülaziz, İ�slâm’a girenler ve ölenlerden dolayı sayıları ol-


dukça azalan Necrânlıların, durumlarını şikâyetleri üzerine onlara yük-
lenen vergiden indirime gitti.[133] Abdülmelik döneminde artırılan Kıbrıs
ahalisinin vergilerinden artırılanı almadığı[134] gibi Yemen eyaletinin ön-
ceki valisi, Haccâc’ın kardeşi Muhammed b. Yusuf döneminde meşru ver-
gilerin dışında haksız olarak konulan vergiler de onun halifeliğinde kaldı-
rılarak, Yemen’den sadece öşür alınması emredildi.[135]

Ö� mer’in iyilikleri sadece gayrimüslimleri değil, daha önce bir şekilde


mağdur edilen Müslüman kimseleri de kapsadı. Dedesi Mervân’ın sahip
çıktığı, Fedek arazisini Emevî� ailesi mensuplarının itirazlarına rağmen
kendi hakkından vazgeçerek, asıl sahipleri olan Hz. Fâtıma neslinden ge-
lenlere bıraktı.[136] Bunun gibi kendisinden önceki halifeler döneminde

sorunun gayr-ı Arapların maaş almalarından ziyâde bunların mirasçılarına pay ve-
rilip verilmediği olduğunu diğer halifeler gibi Ö� mer b. Abdülaziz’in de buna sıcak
bakmadığını ifade etmektedir. Arap Devleti ve Sükutu, s. 141.
[130] Wellhausen, s. 143. Bk. Dûrî�, s. 72.
[131] Wellhausen, s. 133. Demirci, s. 60. Wellhausen bu uygulamanın zamanla Haccâc’ın
metoduna dönüştüğünü ifade etmekte ve böylece haraç ve cizye arasında öncele-
ri olmayan bir farkın ortaya çıktığını söylemektedir. Buna göre cizye vergisi şahsa
bağlanmakta ve sadece gayr-i Müslimlere yüklenmekteydi, İ�slâm’a girdiğinde ise
kaldırılıyordu. Haraç ise araziye bağlıydı ve sahibi Müslüman da olsa vergisini öde-
mek zorundaydı. Arap Devleti ve Sükûtu, s. 133; Dûrî�, s. 88.
[132] Bk. Wellhausen, s. 137. Wellhausen, çok sonra Abbâsî� halifesi Mansûr iktidarında
bu soruna bir çare aramak zorunda kaldığını zikretmektedir. Bk. Arap Devleti ve
Sükutu, s. 137.
498 [133] Belâzürî�, s. 97, 98; Wellhausen, s. 142; Demirci, s. 152.
[134] Belâzürî�, s. 221.
[135] Belâzürî�, s. 106. Bk. Demirci, s. 134.
[136] İ�bn Sa’d, V, 194; Belâzürî�, Fütûh, 43; Süyûtî�, Celaleddin Abdurrahman b. Muhammed
b. Osman, Târîhu’l-hulefâ, (tlk. Mahmud Riyâd el-Halebî�), Beyrut 1996, s. 204.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

gasp edilmiş olan araziler asıl sahiplerine iade edildi.[137] Böylece daha
önceki dönemlerde bir şekilde mağdur edilenlerin mağduriyetlerinin gi-
derilmesine çalışıldı.

Ö� mer b. Abdülaziz’in kısa süren halifeliğinde tasarrufa oldukça bü-


yük önem verdiği anlaşılmaktadır. Kendisinin vefat edene kadar beytül-
malden bir şey almadığı zikredilmektedir.[138] Selefi Süleyman b. Abdül-
melik’in Remle’de yapımına başladığı, fakat ölümüyle Ö� mer döneminde
bitirilen cami, oldukça büyük planlanmış olmasına rağmen Ö� mer’in
müdahalesiyle planı küçültüldü.[139] Bunun dışında da özellikle Velî�d ve
diğer Emevî� halifeleri dönemlerinde olduğu gibi kendi döneminde bâdi-
yede saray yaptırılmadı.[140]

Ö� mer’in halifeliğindeki imar faaliyetleri çoğunlukla umumi faydalar


içeren binaların tesisi ile ilgili oldu. Bizanslıların 100 (718-719) yılında
tahrip ettikleri Lazkiye’nin yeniden imarı onun döneminde başladı, fakat
Yezî�d döneminde ancak bitirilebildi.[141] Onun fakirler ve yolcular için Dâ-
ruttaâm inşa ettirdiği ve valisine Horasan yolu üzerinde hanlar yaptırıl-
masına dair mektup yazdığı da zikredilmektedir.[142]

Ö� mer döneminde dikkat çeken hususlardan biri de, pazar yerlerinin


Müslümanların ortak malı olduğunun yeniden hatırlanmasıdır.[143] Aslın-
da bu, Hz. Peygamber’in uygulamaya koyduğu bir kuraldı ve Hz. Ö� mer de
bunu benimsemişti. Buna göre pazara satış için gelenlerin ne buraya yer-
leşmelerine izin verilmiş, ne de bunlardan bir vergi alınmıştı. Fakat mü-
teakip uygulamalarda pazar yerlerindeki dükkânlar sabit hale getirildi.[144]
Yine toplumun yararı gözetilerek daha önce ücret mukabilinde geçiş yapı-
lan köprülerden ve geçitlerden ücret alınmamaya başlandı.[145]

Onun bu uygulamalarının ilk etapta maliyeye olumsuz bir etkisinin


olabileceği sanılmakta ise de piyasanın ekonomik anlamda daha da can-
landırılmaya çalışıldığı, uygulamanın vatandaşın ürününü hiçbir ücret
ödemeksizin pazara getirmesinin ve serbestçe satışını gerçekleştirmesi-
nin teminine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

[137] Zetterstéen, IX, 463.


[138] İ�bn Sa’d, V-VI, 201.
[139] Belâzürî�, s. 204.
[140] Bk. Fatih Erkoçoğlu, “İ�mar Faaliyetleri”, Emevîler Dönemi Bilim Kültür ve Sanat
Hayatı (ed. İ�rfan Aycan), Ankara 2003, s. 174-182.
[141] Belâzürî�, s. 189.
[142] İ�bn Sa’d, V, 169, 188. 499
[143] Demirci, s. 196.
[144] Bk. Fatih Erkoçoğlu, “İ�mar Faaliyetleri”, s. 189; Pedro Chalmeta, “Pazarlar”, İslâm
Şehri, (haz. R. B. Serjeant; trc. Elif Topçugil), İ�stanbul 1997, s. 138, 139.
[145] İ�bn Sa’d, V, 188.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İ�bn Sa’d’da zikredildiği üzere Ö� mer b. Abdülaziz’in Dımaşk’taki darp-


hane sorumlusuna fakir Müslümanlardan eksik dinar getiren olduğunda
onu sağlamıyla değiştirmesini emrettiği nakledilmektedir.[146] Ö� mer’in bu
uygulamasında da hem malî�, hem de toplumsal açıdan yararlar gözettiği
görülecektir. Zira eksik gramajlı paralarla cizye ve haracın toplanmasında
büyük sıkıntıların olduğu açıktı. Bu farklı gramajlı paralar hem karışıklığa
neden olmakta, hem de devletin hazinesine girecek vergiyi azaltmaktay-
dı. Bundan dolayı Ö� mer b. Abdülaziz eksik gramajlı paraları, yenileriyle
değiştirmek suretiyle bu paraların başkalarının eline geçmesine mani ol-
makta ve bu durumda toplumun faydasını göz önünde bulundurmaktaydı.
Ayrıca gramajı eksik paraların darphanede standart hale getirilmesi sure-
tiyle yeniden piyasaya sürülmesi söz konusu idi.[147]

Ö� mer b. Abdülaziz’in valisine yazdığı bir mektup, onun dönemindeki


idarî� ve malî� bazı uygulamaları anlamamız hususunda bize ışık tutmakta-
dır: “Bölgende bulunan araziyi araştır. Tarıma elverişli olmayan araziyi, ta-
rıma elverişli araziye kıyas etmeyesin. Tarıma elverişli olmayan araziye bir
miktar vergi yüklersen, arazi tarıma elverişli hale gelinceye kadar daha az
vergi al. Tarıma elverişli olsa da mahsul vermeyen araziden vergi almayasın.
Tarıma elverişli araziden alacağın haracı yumuşaklıkla alıp, arazi sahipleri-
ni nefret ettirecek surette kendilerine kötü muamelede bulunmayasın. Sana
haracı yedi miskal veznindeki gümüş dirhem olarak almanı, nevruz bayramı
ve mihricânda -İranlıların hükümdarlarına verdiği gibi- hediye kabul etme-
meni,[148] kâğıt ücreti, mektup getiren elçilere verilen ücreti, ev kirası ve nikâh
akçesi namıyla kendilerinden fazla hiçbir ücret almamanı emrediyorum.”[149]

Halifenin halka sıkıntı veren bir kısım vergileri kaldırdığı, verginin ara-
ziye göre ve makul ölçülerde insaf dairesi içerisinde alınmasına dair bir kı-
sım düzenlemeler yaptırdığı, ziraatı geliştirebilmek için de cizye muafiyeti
sağladığı bu emirle açık bir şekilde görülmektedir. Ayrıca onun haraç arazi-
leri ile ilgili yapmış olduğu uygulamalarının yanı sıra, “Her kim bataklık bir
araziyi ıslah ederse, o arazi onun olur.” ifadesinde[150] olduğu gibi, toplumun
tarımsal faaliyetlere sevk edilmesiyle ölü arazilerin ihyasına yönelik çaba
sarf ederek yeni arazilerin tarıma açılmasına gayret ettiği ortadadır.

[146] İ�bn Sa’d, V, 187.


[147] Bk. Fatih Erkoçoğlu, “Abdülmelik b. Mervân’ın Para Reformu”, İSTEM, sy. 8, Konya
2006, s. 175.
[148] Ö� mer b. Abdülaziz hediyeyi rüşvet olarak değerlendirmektedir. Bk. İ�bn Abdülhakem,
500 Ebû Muhammed Abdullah, Sîretü Ömer b. Abdülaziz, (tsh. Ahmed Ubeyd), Dımaşk
1977, s. 133.
[149] Ebû Yusuf, s. 222; İ�bn Abdülhakem, s. 136, 137; Kâsım b. Sellâm, s. 67; Belâzürî�,
Ensâb, VIII, 147, 148; Wellhausen, s. 143; bk. Dûrî�, s. 65.
[150] Kâsım b. Sellâm, s. 313.
Devletin Yeniden Yapılandırılması ■

Ö� mer’in devlet idaresinde görev alan vali ve diğer görevlileri sıkı de-
netlediği, valilerin hal, hareket ve tavırları ile bunların idaresi altındaki
halkın bu kişilerden memnun olup olmadıklarını takip ettiği anlaşılmak-
tadır.[151] Bir valisinin, “Burada öyle kimseler var ki, herhangi bir baskı yap-
madan, ödemeleri gereken haracı ödemiyorlar.” diye yazdığı mektubuna
cevaben, insanlara azap etmek için kendisinden izin istemesini garip bul-
duğunu, mektubu kendisine ulaştığında vergilerini kolaylıkla verenlerden
alması, zorluk gösterenlere ise yemin ettirmesi talimatını vermiştir.[152]

Ö� mer, toplanan vergilerin öncelikli olarak mahallinde harcanmasını


istiyordu. Toplanan vergilerin yetmediği bölgelere ise merkezden ödenek
göndererek destek oluyordu.[153] Sanıldığının aksine onun icraatlarıyla dev-
let gelirleri azalmamış; aksine artan gelirlerle, fakirlerin ihtiyaçları karşı-
lanmış, dilencilik yapan zimmî�ye bile maaş bağlanmış ve vergisini ödeye-
meyen zimmî�ye kolaylık sağlanmıştır.[154]

Ö� mer’in yukarıda zikretmiş olduğumuz icraatlarıyla malî� alanda,


kendi döneminde başarılı bir vergi reformu yaptığı anlaşılmaktadır. Fakat
onun kısa süren hilafeti belki de bu başarılı reformun sonuçlarını almada
yeterli olmamış olabilir. Yine de hilafetinde o, kendisi için değil, sadece
halkın huzuru için çalışmıştır. Dindarlığı onu devleti iyi bir şekilde ida-
re etmeye ve ortaya çıkan güçlükleri hakkıyla çözmeye teşvik etmiştir.
Ö� zellikle maliyeyle alakalı uygulamalarında iyi niyetli olduğu, toplumun
refahını düşündüğü, İ�slâm’ı kabul eden milletlere ve devletlere vergi koy-
mamakla ganimet seferlerinin önüne geçtiği gibi, devlet gelirlerini feda
edecek bir davranışta bulunmadığı, sadece halkın refahını yükseltmeye
çalıştığı anlaşılmaktadır.[155]

[151] Ebû Yusuf, s. 254, 255.


[152] Ebû Yusuf, s. 281. 501
[153] İ�bn Sa’d, V, 167.
[154] Kâsım b. Sellâm, s. 61, 62, 66, 67.
[155] Kâsım b. Sellâm, s. 61, 62, 282, 283. Bk. Wellhausen, s. 144, 145; İ�smail Yiğit, “Ö� mer
b. Abdülaziz”, DİA, İ�stanbul 2007, XXXIV, 54.
Doç. Dr. Fatih ERKOÇOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

X. EMEV�LERDE �M� R FAAL�YETLER�

H z. Muhammed’in (sas) vefatıyla birlikte, halifelerin idaresin-


deki İ�slâm Devleti, Arap yarımadası dışına doğru hızlı bir
şekilde yayılmış, Irak, Suriye, Filistin, Mısır ve İ�ran toprakları
Müslümanların hâkimiyeti altına girmiştir. Çok kısa bir süre içe-
risinde Müslüman idaresine giren bu bölgelerin elde tutulması
ve eski sahiplerinin geri alma teşebbüslerini boşa çıkarılması
maksadıyla, Müslümanlarla iskân edilen şehirler tesis edilmiş-
tir. Bu şehirler, taşranın askerî�-siyasî� merkezleri olmuşlardır.[1]
İ�slâm tarihinde “Emsâr” adı altında bilinen bu ordugâh şehirler,
fethedilen ülkelerde Arap tesirinin yayılmasında ve yerleşme-
sinde hayati bir rol oynamıştır.[2]

Bu şehirler, tercihen çöllerin kıyılarında, denizden kontrolü


uzak mekânlara kurulmuştur.[3] Ordugâh şehirler, birçok fonksi-
yonu birden icra etmişlerdir. Civar bölgelerin ziraî� mahsulleri-
nin aktığı birer pazar yeri olduğu gibi, orduların civar bölgelere
sevkiyatı yine buralardan yapılmıştır.[4] Müteakiben, başlangıç-
ta askerlerin konaklaması ve sevkiyatı için yapılan bu şehirler,
görevlerini icra etmişler ve zamanı gelince de bu üstlendikleri
vazifeyi devretmişlerdir.[5] Askerî� görevlerinin dışında bu or-
dugâhların bazıları (Basra ve Kûfe gibi) linguistik (sarf-nahiv)
merkezleri olmuşlardır.[6]

[1] Robert Mantran, İslâmın Yayılışı Tarihi, (VII.-XI. Yüzyıllar ) (trc. İ�smet
Kayaoğlu ), Ankara 1981, s. 93.
[2] Bernard Lewis, Tarihte Araplar (trc. Hakkı Dursun Yıldız), İ�stanbul
1979, s. 62-63.
[3] Andre Miquel, İslâm ve Medeniyeti (Doğuştan Günümüze) (trc. Ahmed 503
Fidan, Hasan Menteş), Ankara, 1991, I, 102, Lewis, s. 62, 63.
[4] Mantran, s. 94, Lewis, s. 63.
[5] Miquel, I, 63.
[6] Mantran, s. 94.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Bu kısa bakış sonrasında Emevî�ler devrinde gerçekleştirilen imar


faaliyetlerini şehirler, camiler ve mescitler, dâru’l-imâreler, saraylar, ha-
mamlar, kaleler, tersaneler, çarşı ve pazarlar, hastaneler, hapishaneler, me-
zarlıklar, kanallar-setler-köprüler ve menzil-funduk gibi oluşturduğumuz
konu başlıklarına göre ele alacağız.

A. Şehirler

Emevî�lerin idareyi almalarıyla fetih hareketleri daha da yoğunlaşmış-


tır. Müslüman orduları, batıda Endülüs’e, doğuda ise Orta Asya’nın içleri-
ne kadar ilerlemişlerdir.[7] İ�frî�kıyye bölgesinde Muâviye zamanında bölge
valisi Ukbe b. Nâfî� tarafından 50 (670) yılında Kayrevan, Abdülmelik za-
manında ise bir deniz üssü olarak Tunus şehirleri askeri amaçla kuruldu.
Emevî�ler döneminde batıya doğru olan fetih faaliyetleri bu iki şehirden
organize edildi. Bunlardan başka bu dönemde Mısır, Filistin, Suriye ve
Irak’ta bir dizi imar faaliyetine girişildi ve buralarda yeni yerleşim birim-
leri tesis edildi.

Ö� zellikle Abdülaziz b. Mervân’ın Mısır valiliğinde 70 (689-


690) yılında kurulan Hulvân, Irak valisi Haccâc’ın ordugâh şehir
olarak 83-84’de (702-703) kurdurduğu Vâsıt, Velî�d b. Abdülme-
lik’in saltanatının son yıllarında (96/714-15) inşa edilen doğu
Lübnan dağlarında bulunan Medinetü’l-Ancere (Aynu’l-Câr)
[Resim 19], Süleyman b. Abdülmelik’in Filistin’de kurdurduğu
Remle, Hişâm b. Abdülmelik’in halifeliğinde yaptırdığı, Rakka
şehrinin batısında yer alan Rusâfe, son Emevî� halifesi Mervân
b. Muhammed’in Irak valisi Yezî�d b. Hübeyre’nin Fırat Nehri ke-
narında tesis ettiği Kasru İ�bn Hübeyre (Medinetü’l-Kasr) bun-
lardan sadece birkaçıdır.
Resim 19:
Medinetü’l- Mervân b. Muhammed’in daha valilik dönemlerinde, zaten tarihi bir
Ancere.
yerleşim merkezi olan Harran’a yönelik yatırımları ve müteakiben de ha-
[Fatih Erkoçoğlu
Arşivi] life olduğunda burasını devlet merkezine dönüştürmesi buradaki Emevî�
imarlaşması için önemlidir. Bunlardan başka Mekke, Medine, Kûfe, Basra,
Fustat şehirleri başta olmak üzere bilhassa Saî�d b. Abdülmelik, Hurr b.
Yusuf ve Mervân b. Muhammed’in icraatlarının bulunduğu Musul gibi şe-
hirlerde Emevî� halife ve valilerinin yoğun imar faaliyetleri görülmektedir.
Bu faaliyetler genelde şehirlerin surlarının inşası, dârü’l-imâre yapımı,
504 çarşıların genişletilmesi, su kanallarının açılması ve ulu camilerin yapımı
şeklindeydi.

[7] Bkz. s. 32: Harita 1.


Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

B. Camiler ve Mescitler

Emevî�ler döneminde Mekke’de


özellikle İ�bnü’z-Zübeyr isyanında
yangın geçiren Kâbe’nin yeniden
yaptırılması, Mescid-i Harâm’ın
genişletilmesi ve Mekke’de vukû
bulan selleri önleyebilmek için ya-
pılan setler dikkati çekmektedir.
Medine’de ise Velî�d b. Abdülme-
lik döneminde Hz. Peygamber’in
mescidinde büyük çaplı bir genişletme faaliyeti yapılmıştır. Medine valisi Resim 20:
Rüsâfe.
Ö� mer b. Abdülaziz’in gözetiminde gerçekleştirilen bu faaliyette Hz. Pey-
[Fatih Erkoçoğlu
gamber’in mescidi tamamen yıktırılarak -Hz. Muhammed’in hanımları- Arşivi]
nın evleri dâhil- çevresindeki evler de ilave edilmek suretiyle[8] 200x200
zira[9] (100x100 m.) ölçülerinde yeniden yaptırıldı. Velî�d, bu inşaatta
çalıştırılmak üzere Bizans’tan usta ve mescidin yapımında kullanılmak
üzere malzeme getirtti.[10] Yeni mescidin inşası 90 (709) yılında bitirildi.[11]
Mescid’in bu yapımında, genel hatları ile bir önceki mescidin şekline bağlı
kalınmışsa da, yeni yapımda üç yenilik söz konusu oldu. 1) Mihrab ekse-
ninde bir sahının belirginleşmesi, 2) Niş[12] şeklinde mihrap, 3) Mescidin
köşelerine yerleştirilmiş minareler. [Plan 1] [13]

Hz. Ö� mer döneminde kurulan ordugâh şehirler Kûfe, Basra ve Fustat’ta


ve Emevî�lerin kurduğu Kayrevan’da artan ihtiyaca göre dârü’l-imârelerin

[8] Ya’kûbî�, Ebû Ya’kub Ahmed b. Ca’fer b. Vehb b. Vâdıh, Târîhu’l-Ya’kûbî (thk.
Abdülemir Mühennâ), Beyrut 1993, II, 206; İ�bnü’l-Esî�r, Ebü’l-Hasan İ�zzeddî�n Ali b.
Ebü’l-Kerem eş-Şeybânî�, el-Kâmil fi’t-tarîh (thk. Mektebetü’t-Türâs), Beyrut 1994,
III, 190.
[9] Belâzürî�, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer, Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf (thk. Süheyl Zekkâr,
Riyâd ez-Zirikli), Beyrut 1996, VII, 71.
[10] Belâzürî�, Ensâb, VIII, 71, 72; Belâzürî�, Fütûhu’l-büldân (trc. Zâkir Kâdiri Ugan),
İ�stanbul 1956, I, 10; Ya’kûbî�, II, 206; Taberî�, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, Târîhu’t-
Taberî (Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk), Beyrut 1997, III, 677; İ�bnü’l-Esî�r, III, 190;
Mukaddesî�, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed el-Beşârî�, (375(985),
Ahsenü’t-tekâsîm fî ma’rifeti’l-ekâlîm, Leiden 1906, s. 81; Yâkût el-Hamevî�, Ebû
Abdullah Şihâbeddî�n Yâkût b. Abdullah er-Rûmî�, (626/1228), Mu’cemü’l-büldân
(thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî�), Beyrut, ts., V, 103; Abdülaziz Salim, Târîhu devle-
ti’l-Arabiyye, Beyrut 1986, s. 707. Bu kaynaklarda, gösterilen ustaların sayısı arasın-
da farklılıklar bulunmaktadır. Ayrıca, Taberî�’de, Velî�d’in Medâin şehrinin mozaikle-
rini araştırılmasına dair emir verdiği hakkında bir rivayet de mevcuttur (III, 677).
[11] İ�bnü’l-Esî�r, III, 190.
[12] Kendisinden geniş bir mekâna açılan ve duvar içine oyulmuş, genellikle üstü ke- 505
mer ya da mukarnas ile örtülü girinti ya da hücre. Metin Sözen-Uğur Tanyeli, Sanat
Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İ�stanbul 1996, s. 173.
[13] Yılmaz Can, İslâm’ın Kutsal Mâbetleri (Kâbe, Mescidü’l-Harâm ve Mescidü’n-Nebî),
Samsun 1995, s. 58.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

ve mescitlerin genişletildiği anlaşıl-


maktadır. Fustat’ta bulunan Amr b.
el-Â� s’ın inşa ettirdiği camiye ilk ila-
veler Muâviye zamanında yapılmış
olup, Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân
zamanında bu yapı, tamamıyla yıkıla-
rak yeniden inşa edildi. Bir diğer Mı-
sır valisi Kurre b. Şerî�k ise dönemin
halifesinin emriyle bu yapıyı yıktırıp
yeniden yaptırdı.[14]

Plan 1: İ�lk olarak Ukbe b. Nâfî� tarafından yaptırılan Kayrevan Ulu Cami, Hişâm b.
Mescid-i
Nebevî’nin
Abdülmelik’in valisi Bişr b. Safvân tarafından genişletildi. Tunus şehrinde
Genişletilmesi, Hassân b. Numân’ın ilk olarak inşa ettirdiği Zeytûne Camii ise müteakiben
Emevîler vali Ubeydullah b. Habhab tarafından yıktırılarak genişletmek suretiyle
Devri.
yeniden yaptırıldı (114/732-33).[15]
[Creswell-
Allan’dan]
Emevî�lerin başkenti Şam’da Velî�d b. Abdülmelik tarafından yapımı-
na 87 (706) yılında başlanılan Şam Ü� meyye Camii [Resim 21], Velî�d’in
ölümüne kadar yedi sene sürdü, fakat tamamlanamadı. Caminin inşası-
nı tamamlayan halifenin kardeşi ve halefi, Süleyman b. Abdülmelik oldu
(96/714-715).[16] Caminin yapımında Bizans, İ� ran, Hint ve Mağribli us-
taların çalıştırıldığı zikredilmektedir.[17] Camiin yapımında kullanılmak
üzere Velî�d’in Kıbrıs ve Bizans’tan birtakım aletler ve mozaikler getirt-
tiği belirtilmektedir.[18] Şam Ü� meyye Camii, bazilikal planı,[19] transepti[20]
ve üçlü girişi ile kendisinden sonraki pek çok yapıya örnek teşkil etmiş-
tir.[21]

Emevî�ler döneminde inşa ettirilen belki de en önemli yapı, varlığı


muhtelif zamanlarda geçirdiği tadilatlarla günümüze kadar ulaşan Ab-
dülmelik b. Mervân’ın yaptırdığı Kubbetü’s-Sahra’dır. Yapı Kitâb-ı Mu-
kaddes’te geçen Kutsal Kaya’nın (Hacer-i Muallak) bulunduğu yerde inşa

[14] Geniş bilgi için bk. Fatih Erkoçoğlu, “İ�mar Faaliyetleri”, Emevîler Dönemi Bilim,
Kültür ve Sanat Hayatı (ed. İ�rfan Aycan), Ankara 2003, s. 152, 153, 163-166.
[15] Erkoçoğlu, s. 165, 166.
[16] İ�bn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetullah b. Abdullah eş-Şafi’î�, Târîhu medi-
neti Dımaşk (thk. Muhibbiddî�n Ebû Saî�d Ö� mer b. el-Ö� merî�), Beyrut 1996, II, 251.
[17] İ�bn Asâkir, II, 258; Mukaddesî�, s. 158.
[18] Mukaddesî�, s. 158.
[19] Mimarlıkta bir eksen boyunca simetrik olarak, uzunlamasına ve bir mihrap doğrul-
506 tusunda gelişmiş mekânlar ve planları niteler. Sözen-Tanyeli, s. 39.
[20] Kilisede Apsid’e (camide mihrab) yönelik uzunlamasına mekânı dik doğrultuda
kesen ve kilise planını bir haç’a benzer hale getiren uzunlamasın mekân. Sözen-
Tanyeli, s. 239.
[21] Nusret Çam, İslâm’da Sanat ve Mimari, Ankara 1994, s. 170.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

edilmiştir.[22] Bu yer, Kudüs’de


birçok peygamberin makam
ve türbesinin bulunduğu Mer-
ve tepesinde bulunmaktadır.
Hz. İ� brahim’in İ� smail’i kurban
etmek üzere burayı seçtiği, Hz.
Peygamber’in göğe yükselir-
ken ayağını son defa bu yere
bastığı rivayet edilmektedir.[23]
Halife Abdülmelik tarafından
inşasına 66 (685-686) yılında
başlanan yapı, 72 (691) yılın-
da bitirilmiştir.[24]
Resim 21:
Abdülmelik, Müslümanların Kudüs’deki Kutsal Mezar’ı (Hz. İ�sa’nın Şam Emevî
Camii.
sembolik mezarı) gördüklerinde, onun güzelliği ve ihtişamı karşısında
[Fatih
gözleri kamaşıp eksiklik duymamaları için bu yapının ihtişamını gölgede Erkoçoğlu
bırakacak bir yapı yapmak istemiştir.[25] Grabar, Kubbetü’s-Sahra için şun- Arşivi]

ları söylemektedir: “Abdülmelik’in yapısının, tek tanrılı üç inancın Müslü-


man ataları anısına (Hz. İbrahim’e) dikilmiş bir anıt olarak, temelde tartış-
malı ve siyasal bir önem taşıdığı görülecektir. Abdülmelik’in bu kutsal yeri
İslâmlaştırırken,[26] hem Musevîler hem de Müslümanlar için aynı oranda
kutsal olan İbrahim’i simge olarak seçtiği öne sürülebilir. Böylece Müslü-
manların gözünde İslâmlığın üstünlüğü de gösterilmiş oluyor.”[27]

Grabar’a göre bu yapının amacı Müslümanlara özgü çağrışımlardan


ziyade Müslüman olmayanlara yönelikti. Böylece Müslüman yönetimini
geçici bir talihsizlik sayan Hıristiyan topluluğa, bu yapıyla İ�slâm’ın kalı-
cılığı vurgulanmaktaydı.[28] Grabar müteakiben bu eserde bulunan yazı-
larda iki yönlü bir göndermenin yapıldığını söylemekte ve şöyle devam

[22] S. Kemal Yetkin, İ�slâm Mimarisi, Ankara 1969, s. 26. Bk. Nebi Bozkurt, “Kubbetü’s-
Sahre”, DİA, Ankara 2002, XXVI, 305.
[23] Yetkin, s. 26.
[24] el-Hanbelî�, Ebü’l-Yemen Mücî�ruddî�n, (928/1521), el-Ünsü’l-celîl bi Târîhi’l-Kuds
ve’l-Halîl, Necef 1968, I, 272, 273.
[25] Oleg Grabar, İslâm Sanatının Oluşumu (trc. Nuran Yavuz), İ�stanbul 1998, s. 74, 75.
Zira Mukaddesî�, Abdülmelik’in Kubbetü’s-Sahra’yı, Hıristiyanlarca kutsal addedilen
Kemâme kilisesinin ihtişamını ve heybetini görünce, Müslümanların bu eserin ihti-
şamına kapılıp da onların inançlarının kendilerinkinden üstün olduğu kompleksine
kapılmamaları için yaptırdığını zikretmektedir. Ahsenu’t-tekâsîm, s. 159.
[26] Burasının İ�slâmlaştırılması ve temellük edilişi ile ilgili olarak bk. İ�ra M, Lapidus, 507
İslâm Toplumları Tarihi, (Hz. Muhammed’den 19. Yüzyıla) (trc. Yasin Aktay),
İ�stanbul 2002, s. 108. Casim Avcı, İslâm Bizans İlişkileri, İ�stanbul 2003, s. 210.
[27] Grabar, s. 66.
[28] Grabar, s. 75.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

etmektedir: “Bir yanda misyoner bir özellik


taşır; Hıristiyan ve Musevî peygamberi de ata-
ları arasında sayan yeni ve son inanca “boyun
eğmeye” bir çağrı, hem de oldukça sabırsız bir
çağrı niteliğindedir. Aynı zamanda yeni inan-
cın ve onun üzerine kurulu devletin üstünlüğü-
nün ve gücünün bir beyanıdır.”[29]

Kubbetü’s-Sahra’nın yapılış gayesini


u verdikten sonra şimdi de bu yapının fiziki
özelliklerinden kısaca bahsetmek istiyoruz.
Resim 22: Kubbetü’s-Sahra, sekizgen bir yapı olup, dört
Kubbetu’s-Sahra. adet kapısı bulunmaktadır (Babü’l-Kıble, Babü’l-İ�srafil, Babü’s-Sûr ve, Ba-
[Fatih Erkoçoğlu bü’n-Nisa).[30] Yapının 30 metre yüksekliğinde ve 20.44 metre çapındaki
Arşivi]
kubbesi, dışarıdan kurşunla kaplanmış olan ahşap kubbe dörder ayağın
ve 12 sütunun taşıdığı 16 pencereli yüksek bir kasnağa oturmaktadır. [Re-
sim 22 - Plan 2]. [31] Yapıda yer alan sütunlar, yeşil mermerden ve
kırmızı somakiden yapılmıştır. Kubbe kasnağı kubbe ve kemerler
arasında yer alan üçgenler de altın zeminli sarı ve yeşil mozaikler
ile tezyin edilmiştir.[32]

Bunlardan başka Emeviler döneminde Kudüs’te Aksâ Camii,


San’a Ulu Camii, Halep Ulu Camii, Harran Ulu Camii, Busrâ’da Ö� mer
Camii [Resim 23], Ammân Cuma Mescidi, Hanu’z-Zebî�b ve Ü� m-
mü’l-Velî�d Camileri, Hıms Camii, Kasru Mukâtil Camii, Huzistan’da
bulunan Sûse Mescidi, Lüdd şehrinde bir camii ile Diyârbakır Ulu
Camii bu dönemde yapılan camiler içerisinde yer almaktadır.[33] Bu
Plan 2:
Kubbetu’s- yapıların hemen hepsi müteakip dönemlerde geçirdikleri tamiratlarla ori-
Sahra. jinalliklerini yitirmiştir.
[Creswell-
Allan’dan]
C. Dârü’l-imâreler

Hz. Muhammed (sas), Medine’de bütün kabileleri bir araya getirmek


suretiyle tesis ettiği şehir devletinin başkanı olması hasebiyle de kurduğu

[29] Grabar, 73.


[30] Mukaddesî�, Ahsen, s. 169.
[31] Yetkin, s. 26, 27.
[32] Yetkin, s. 27.
508 [33] İ�bn Havkâl, Ebü’l-Kâsım en-Nasî�bî�, Kitâbü sureti’l-arz, Leiden 1938, I, 176;
Mukaddesî�, s. 156, 159, 168; K. A. C. Creswell-James W. Allan, A Short Account of
Early Muslim Architecture, Kahire 1989, s. 63, 83, 130, 217, 218, 221, 222, 224;
Muhammed Kâmil Fâris, el-Câmi’u’l-Emeviyyî’l-kebîr bi Haleb, tarihuhu ve me’âlimu-
hu’l-eseriyye, Haleb 1995, s. 15; J. Sauvt, “Haleb”, İA, İ�stanbul 1997, V-1, 118.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

mescitte bir de beytülmal (devlet hazinesi)


oluşturdu.[34] Hz. Peygamber (sas) tarafın-
dan yaptırılan bu mescitte, hanımlarının
odası, beytülmal, suffe ve asıl ibadet mekânı,
tek bir yapı altında ele alındı. Hz. Peygamber
(sas), vefatına kadar devlet işlerini mescitte
idare etmiş, orduların sevki vs. gibi idarî� iş-
lerin pek çoğunu burada tartışıp görüşmüş-
tür. Hz. Peygamber (sas), siyasî� otoritenin
dışında aynı zamanda dini otorite olduğun-
dan mescit, hem dinî� hem de devlet işlerinin Resim 23:
yürütüldüğü biricik mekândı. Ayrıca, ilk dönemlerde imkânların yetersiz- Busra Ömer
liği ve toplumun sade yaşantısı, bu iki hizmetin (din-devlet işlerinin) bir Camii. (

arada yürütülmesine imkân veriyordu. Ancak Hz. Ebû Bekir’in halifeliğin- [Fatih Erkoçoğlu
Arşivi]
de başlayıp Hz. Ö� mer’in halifeliğinde yoğunluk kazanan fetihlerle birlikte,
orduların sevkini kolaylaştırmak ve fethedilen bölgelerin muhafazasına
yönelik ordugâh şehirlerin kurulması zorunlu oldu. Bu şehirlerde mesci-
din hemen yanı başında oluşturulan yapıya emirlik sarayı anlamına gelen
“Dârü’l-imâre” denilmekteydi. Bu yapılar halifenin, valilik merkezlerinde
görev yapan valilerinin ikametgahları idi.[35] İ�nşa edilen valilik konakları,
mescide bitişik, fakat ayrı yapılar olarak teşekkül etmişlerdi. Zira valiler,
vakit namazlarında imamet vazifesini de ifa ediyorlardı.[36] Hz. Ö� mer’in
halifeliğinde kurulan ordugâh şehirlerde inşa edilen valilik binaları, muh-
temelen camilere oranla daha küçük yapılırken, Emevî�ler döneminde bu
yapılar mescitlere göre daha büyük yapılmaya başlandı.[37] Suriye vali-
si Muâviye b. Ebî� Süfyân da işlerini yürütebilmek için, Şam Ü� meyye Ca-
mii’nin yerine inşa edildiği eski kilisenin karşısına el-Hadrâ diye bilinen
sarayını yaptırmıştı.[38]

[34] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1993, II, 826;
Cahiliye dönemi Mekke’sinde, siyasi ve idari işlerin görüşülüp ele alındığı Dârü’n-
nedve’nin, Kâbe’nin yakınında yer alması, Müslüman Arabların, ibadet mekânı ve
devlet işlerinin yürütüldüğü mekânın birlikteliğine yabancı olmadıklarını ortaya
koymaktadır. Yılmaz Can, “İ�lk İ�slâm Şehirlerinin İ�ki Ö� nemli Unsuru: Cuma Mescidi
Dârü’l-imâre ikilisi üzerine bir değerlendirme”, OMÜİFD, Samsun 1996, VIII, 128.
[35] Yılmaz Can, VIII, 124.
[36] C. Brockelmann, İ�slâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, (trc. Neşet Çağatay), Ankara 509
1964, s. 77.
[37] Can, VIII, 131.
[38] Ya’kûbî�, Ebû Ya’kub Ahmed b. Ca’fer b. Vehb b. Vâdıh, Kitâbü’l-büldân, Leiden 1891,
II, 326; Ü� seyme el-Azm, el-Müctema’ fî asri’l-Ümevî, Beyrut 1996, s. 59, 60.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

D. Saraylar

Fethedilen bölgelerden elde edilen yüklü ganimetlerle insanların


hayat standartları yükselmiş, İ� slâm toplumunda lüks, şatafat ve eğlen-
celi yaşam tarzları oluşmaya başlamıştı. Tabiî� olarak bu yüklü ganimet-
lerden fazlasıyla nasiplenenler,
kudretli Emevî� idarecileri idi.
Emevî� idarecileri, elde ettikleri
bu yaşam tarzlarını daha rahat
sürdürebilmek için, insanların
yoğunlukla bulundukları ve şeh-
rin merkezini oluşturan cuma
mescitlerinden daha uzak yerle-
re valilik binalarını tesis etmeye
başladılar.[39] Zira bu idarecilerin
bir kısmının dinî� yaşantılarında
da gevşeklik göstermeleri, lüks
Resim 24: ve eğlenceli hayatlarını daha ra-
Kusayru hat geçirebilecekleri uzak mekânları tercih etmelerine sebep oldu. Ay-
Amra.
rıca şehirlerin devamlı surette nüfuslarının artması ve her din ve ırktan
[Fatih Erkoçoğlu
Arşivi] insanlarla dolup taşması nedeniyle idarecilerin can güvenliği sorununu
da beraberinde getirdi.[40] Bütün bunlara ilave olarak Arapların bedevi
hayata duydukları özlem ve şehirlerde sık sık hastalıkların vukû bulma-
sı, hem halifelerin, hem de diğer hükümet görevlilerinin daha havadar
ve güzel yerlere yerleşmesine sebep oluyordu.[41] Abdülmelik b. Mervân,
kışlarını Ü� rdün’de bulunan Sınabreti’de geçirirdi.[42] Mısır valisi Abdüla-
ziz b. Mervân 70 (689-90) yılında vukû bulan bir veba salgını sebebiy-
le Hulvân’a yerleşerek, burada bir dizi imar faaliyetlerinde bulundu ve
Mısır’ın idaresini buradan yürüttü.[43] Halife Velî�d b. Abdülmelik döne-
minde Şam, Kudüs ve Haleb gibi birçok şehirde birtakım yeni binalar ve
yapılar tesis edildi. Bunlarla birlikte kırsal kesimlerde çok önemli deği-
şiklikler oldu. Emevî�ler, şehir merkezleri dışında, ellisi rahatça tanım-
lanabilen yüz kadarı da hemen hemen kesin olmak üzere büyük çaplı
imar faaliyetine girişmişlerdi.[44] Emevî�ler tarafından yaptırılmış olan bu
saraylardan birkaçını burada zikretmek istiyoruz.

[39] Can, VIII, 129.


[40] Can, VIII, 129.
510 [41] Can, VIII, 130.
[42] Belâzürî�, Ensâb, VII, 227.
[43] Makrizî�, Ebü’l-Abbâs Takıyuddî�n Ahmed b. Ali, el-Mevâiz ve’l-i’tibâr bi zikri’l-hıtat
ve’l-âsâr (el-Hıtatu’l-Makriziyye), Beyrut, ts., I, 209; Yâkût el-Hamevî�, II, 337.
[44] Oleg Grabar, s. 46.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

Velî�d döneminde yaptırılan Kasru Burku’,[45] Kudüs’teki saray komp-


leksi,[46] Ammân’ın 65 km. güney doğusunda bulunan ve 91 (710) yılında
yaptırılan Kasru’l-Harâna[47] Taberî�yye gölünün kuzeydoğu kıyısında yer
alan Minya Sarayı ve özellikle Kusayru Amra gibi birçok sarayın kalıntıları
günümüze kadar ulaşabilmiştir [Resim 24].[48] Yezî�d b. Abdülmelik döne-
minde 104 (722-23) yılında yaptırılan Muvakkar Sarayı,[49] Palmyra’nın
37 km. kadar batısında[50] kavşak noktasında bulunan Hişâm b. Abdül-
melik tarafından 105-9 (724-727) yılları arasında yaptırılan Kasru’l-Hay-
ri’l-Garbî�; saray, han, hamam ve bahçeden oluşan bir kompleks idi.[51] Yine
Hişâm tarafından Rusafe’nin 64 km güneyinde[52] 110 (728-9) yılında
yaptırılan Kasrü’l-Hayri’ş-Şarkî�, bir grup yapıdan oluşmuş küçük bir şehir
görünümündeydi. Zira camisi, resmî� yapıları ve bunları kuşatan tahkim
edilmiş suru vardı. Bunun yanı sıra bu yapının özenle hazırlanmış bir su
sistemi, erzak depoları ve otlakları mevcuttu. Ayrıca bu yapı, iyi bir ticaret
hacmine sahip tahkim edilmiş bir kervansaray olarak da kabul edilmek-
teydi.[53] Yine Filistin’in Eriha şehri yakınlarında yer alan Hırbetü’l-Mefcer
de Hişâm’ın halifeliği esnasında yapıldı.[54]

Amman’ın güneyinde[55] II. Velî�d b. Yezî�d tarafından yaptırılmaya baş-


lanan, fakat tamamen bitirilemeyen Mışatta Sarayı,[56] yine Ammân’ın gü-
neydoğusunda Vâdi Gadaf’ta bulunan Kasru’t-Tuba[57] ve ona atfedilen bir
diğer saray, Ma’an’ın 109 km. kuzey doğusunda bulunan Kasru Bayır’ın[58]
kalıntıları günümüze kadar gelebilmiştir.

Ammân’ın doğusunda bulunan Kusayru Amra (Sarayı), adı üzerinde


bir saraydan ziyade saraycık idi.[59] Yapı esas itibariyle iki kısımdan ibaret
olup yapının birinci kısmı 8.75x7.58 boyutlarında bir kabul salonudur. Bu
salon üç sahna ayrılmış ve beşik tonozla örtülmüştür. Kabul salonundan,
üç küçük odalı hamama girilmektedir. Odaları beşik tonoz, çapraz tonoz ve
kubbe ile örtülüdür. Eski Roma hamamlarında olduğu gibi ilk küçük oda

[45] Creswell-Allan, s. 91
[46] Creswell-Allan, s. 95.
[47] Creswell-Allan, s. 104.
[48] Creswell-Allan, s. 93-95.
[49] Creswell-Allan, s. 1, 2.
[50] Creswell-Allan, s. 135.
[51] Yetkin, s. 35-37.
[52] Creswell-Allan, s. 149.
[53] Creswell-Allan, s. 164.
[54] Creswell-Allan, s. 179.
[55] Creswell-Allan, s. 201. 511
[56] Creswell-Allan, s. 212
[57] Creswell-Allan, s. 208; Hilmi Ziya Ü� lken, İslâm Sanatı, İ�stanbul 1948, s. 69; Yetkin, s. 48.
[58] Creswell-Allan, s. 214, 215.
[59] Creswell-Allan, s. 195.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

soyunma yeri, ikinci oda ılıklık, onun yanında yer alan oda ise sıcaklıktır.
Beşik tonozlu bir koridordan, dikdörtgen şeklinde bir salona geçilmektedir.
Muhtemelen burada bir su haznesi ve külhan bulunuyordu.[60] Sarayın kabul
salonu ve üç küçük odasının zemini mermerle kaplanmış, kabul salonunun
güneyindeki odalar ise mozaikle döşenmişti. Salonlarındaki duvarlar, re-
simlerle süslenmiştir. Duvarlarda yer alan resimlerde Emevî�lerce mağlup
edilen kralların (Bizans İ�mparatoru, Vizigot kralı, Sâsânî� İ�mparatoru, Ha-
beşistan Necaşî�si’nin) resimleri bulunmaktadır. Kemerler üzerinde musiki
aleti çalan, yarı çıplak, raks eden kadın resimleri ile bunların dışında av sah-
nesi olarak resmedilmiş figürler yer almaktadır. Bu resimler bin seneden
fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen hala fark edilir bir durumdadır.[61]

Kırsal kesimlerde tesis edilen bu yapıların her biri, cami, saray ve çe-
şitli ilave binaların oluşturduğu büyük bir yaşama alanına sahipti. Mütea-
kip devrelerde yapılan çalışmalarda Kusayru Amra, Mışatta, Hırbetül-Mef-
cer, Kasrü’l-Hayri’l-Garbî gibi birçok sarayın büyük tarımsal yerleşim
birimlerinin birer parçası oldukları anlaşılmıştır.[62] Kusayru Hallâbât’ta
yapılan incelemelerden elde edilen bulgular, buralarda iyi bir sulama sis-
teminin varlığını göstermektedir.[63]

Söz konusu bu yapıların inşa edildiği yerler, tarımsal faaliyetlerin


yapılmasına ek olarak, Emevî�lerin hasretini çektikleri çöl yaşantısını, ata
binmeyi ve ava çıkmayı da temin ediyordu. Yine Emevî�ler iktidarlarına
destek olan kabilelerle devamlı irtibat sağlama ihtiyacına gerek duyduk-
ları için çöller ve kurak noktalara bu tip yapıları yaptırmışlardır.[64] Emevî�
halifelerinin pek çoğu devlet idaresini bazen bu müstahkem yerlerde,
bazen de askerî� kıtaların korumasında bu dinlenme saraylarından yürüt-
müşlerdir. Emevî� idarecileri saraylarda istedikleri lüks ve müreffeh hayat
şartlarını gerçekleştirmişler ve bu yapıların da inşa edilmeleri için çok
miktarda para sarf etmişlerdir.[65] Zaten Muâviye b. Ebî� Süfyân ve Abdül-
melik b. Mervân dışındaki halifelerin hemen hepsinin başkent Dımeşk’in
dışında ikâmet ettiği söylenmekle birlikte[66] daha önce zikredildiği gibi
Abdülmelik b. Mervân’ın da kışlarını Ü� rdün’de bulunan es-Sınnabreti’de[67]
geçirdiği bilinmektedir.[68]

[60] Yetkin, s. 30, 31, 32.


[61] Yetkin, s. 32, 33.
[62] Oleg Grabar, s. 46-47.
[63] Creswell-Allan, s. 93, 164, 165.
[64] Suut Kemal Yetkin, s. 30; İ�rfan Aycan-İ�brahim Sarıçam, Emevîler, Ankara 1993, s.
512 148.
[65] Yetkin, s. 30.
[66] Aycan-Sarıçam, s. 148.
[67] Yâkût, III, 482.
[68] Belâzürî�, Ensâb, VII, 227; Ü� seyme el-Azm, s. 59.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

Bunların haricinde yine Emevî�ler devrinde yapılmış olan birkaç sara-


yın daha isimlerini vermekle yetineceğiz. Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın Dımaşk
Emevî� Camii’nin hemen karşısında yer alan sarayı, Kubbetü’l-Hadrâ’sı[69]
ve yine Muâviye tarafından Mekke’de İ�ranlı ustalara yaptırılan ve malze-
me olarak kireç ve tuğlanın kullanıldığı Kasru Rakt adlı saray.[70] Hişâm
b. Abdülmelik’in halifeliği yıllarında yaptırılan Amman Saray Kompleksi,[71]
Amman’ın güneyinde 25 kilometrelik bir mesafede bulunan Kastal Sarayı[72]
ve Tulûlu’ş-Şa’iba Sarayı.[73] Basra şehrinde Ubeydullah b. Ziyâd’ın büyük
miktarda para harcayarak yaptırdığı Beydâ[74] ve Hamra[75] sarayları ile
Enes,[76] Ahmer, el-Musayyerîn, en-Nevâhik, en-Nûman, Zerba, Atiyye, He-
zarder[77] sarayları kaynaklarda isimleri geçen saraylardan birkaçıdır. Kûfe
şehrinde inşa edilen bazı saraylar da şunlardır; Dâru İsa b. Mûsâ, Dâru
Ebû Ertât, Dârü’l-Mukattî�, Adesiyyîn sarayı ve Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’ye
nispet edilen Kasru Hâlid.[78]

Medine’nin iki mil kuzeybatısında yer alan Akî�k vadisi de,[79] hurma-
lıklarının ve pınarlarının insanlarca cazip bulunması nedeniyle[80] hem
Hulefâ-yı Râşidî�n hem de Emevî�ler döneminde sayfiye yeri haline gelmiş-
tir. Sa’d b. Ebî� Vakkâs, Saî�d b. Zeyd ve Saî�d b. el-Â� s gibi birçok ileri gelenin
bu vadide köşkleri bulunmaktaydı. Burayı bu kadar çekici kılan, Hicâz böl-
gesinde insanların nehir hayalini veren tek yer olmasıydı. Zira kışları da
yağmurlu olan vadide, nehrin akmaya başladığı haberi duyulur duyulmaz,
insanlar buraya hücum ederlerdi. Burası ilkbaharda, Medine şehrinin

[69] � seyme el-Azm, s. 59, 60.


[70] � seyme el-Azm, s. 60.
[71] Creswell-Allan, s. 173.
[72] Takriben kuleler hariç 59 metrelik kare bir yapı olan bu sarayda bir de (21 ila 18
m.) cami yer almaktadır. Creswell-Allan, s. 173-176.
[73] Creswell-Allan, s. 222.
[74] İ�bnü’l-Esî�r, II, 612; Sâlih Ahmed el-Alî�, Ubeydullah b. Ziyâd ‘ın, bu saraya bir mil-
yon dirhem harcadığını, çeşitli süslemelerin bulunduğu bu sarayın sanat harikala-
rından biri sayıldığını ifade etmektedir. “Hıtatu’l-Basra”, Sumer, Bağdat 1952, VIII,
291; Ahmet Turan Yüksel, Emevî Valilerinden Ubeydullah b. Ziyâd, (28-67/648-686)
Üzerine Bir Araştırma, Konya, 1998, s. 224, 225; Abdülhalık Bakır, “Basra”, DİA,
�stanbul 1992, V, 110.
[75] Yüksel, s. 226; Abdülhalık Bakır, V, 110.
[76] Basra’nın kuzeyinde yer alan bu saray, şehre Mûsâ b. el-Eş’ârî� ile gelmiş olan meş-
hur sahâbi, Enes b. Mâlik’e aitti. Burada ölene kadar yaşayan, Enes b. Mâlik’in sarayı
şehre uzak bir yerde idi. Adiy nehrine yakın olan bu saray, tarlalar ve bostanlar ile
çevriliydi. Salih Ahmed el-Alî�, “Hıtatu’l-Basra”, 290.
[77] Hezarder Sarayı; Bu sarayı Ubeydullah b. Ziyâd ‘ın babalığı Şireveyh, (Bu adam
Ubeydullah’ın annesi Mercâne ile evlenmişti.) eşine yaptırmıştır. Saray, çok sayıda 513
kapısının olması nedeniyle bu ismi almıştır. Belâzürî�, Fütûh, II, 195.
[78] Belâzürî�, Fütûh, II, 75-77.
[79] H. Lammens, “Akî�k”, İA, İ�stanbul 1940, I, 247.
[80] Yâkût, IV, 156.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

eğlence ve gezinti yeri oluyordu.[81] Urve b. Zübeyr’e nispet edilen kasr bu-
güne kadar gelebilmiştir.

E. Hamamlar

İ�slâm dini, temizliği imandan bir parça sayarak verdiği önemi vur-
gulamıştır. Nitekim bir Müslümanın her gün beş vakit kılmakla mükellef
olduğu namaz ibadeti için abdest alması temizliğe verilen ehemmiyeti
açıkça yansıtan bir husustur. Ayrıca, gündelik ibadetlerin dışında gusl ih-
tiyacının da bir şekilde karşılanması gerekiyordu. Hz. Muhammed (sas)
döneminde Medine’de muhtemelen günlük
ibadetler de alınacak olan abdestler için
gerekli su, kuyulardan temin edilmekteydi.
Güsul abdesti için muhtemelen kışları su
ısıtılıyordu. Medine’de bir hamamın olup
olmadığı hakkında ise elimizde kesin bilgi-
ler bulunmamaktadır.

Hamamların varlığına, Hz. Ö� mer döne-


minde kurulan şehirlerde rastlamaktayız.
Utbe b. Gazvan, Basra’yı kurarken mescit ve
Resim 25:
valilik binasının dışında bir de hamam yaptırdı.[82] Basra’da yapılan diğer
Hamamu’s-
Sarah. hamamlar ise şunlardı; Sakî�f kabilesinden Abdullah b. Osman b. Ebü’l-
[Fatih Erkoçoğlu Â� s’ın Hamamı, Fil Hamamı ve Müslim b. Bekre Hamamı’na[83] nispet edi-
Arşivi] len Mincab Hamamı, Belc b. Nüşbe Sa’dî�’ye nispet edilen Belc Hamamı.[84]
Belâzürî� (279/895), burada hamam yapımının valilerin iznine bağlı ol-
duğunu kaydetmektedir.[85] Daha sonra Basra’daki hamamların sayısında
özellikle Emevî�ler devrinde bir artış olmuştur.[86]

Emevî�lerin yaptırdığı ve günümüze kadar gelebilen iki hamam bu-


lunmaktadır. Bunlardan birincisi Kusayru Amrâ’da bulunan hamamdır ki
yukarıda zikretmiştik. Diğer hamam ise Hişâm b. Abdülmelik tarafından
yaptırılan ve şaşırtıcı bir şekilde Kusayru Amrâ’nın planı ve düzenlenme-
sine benzeyen Hamamu’s-Sarah’dır [Resim 25].[87]

[81] Lammens, I, 247; Buhl, “Medine “, İA, İ�stanbul 1957, VII, 466.
[82] Belâzürî�, II, 175; Yâkût, I, 513.
514 [83] Belâzürî�, II, 186.
[84] Belâzürî�, II, 188.
[85] Belâzürî�, II, 187; Yâkût, I, 515.
[86] Salih Ahmed el-Alî�, “Hıtatu’l-Basra”, VIII, 288.
[87] Creswell-Allan, s. 165.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

F. Kaleler

Arap yarımadasının zengin yerleşim yerlerinden olan Tâif ve Hay-


ber’de kale ve şatolara rastlansa da[88] Mekke, burada bulunan kutsal
mabed Kâbe’nin varlığı ve çevresinde yaşayan Kureyş kabilesine, di-
ğer kabile ve aşiretler nezdinde büyük saygı duyulması nedeniyle civar
bölge kabile ve aşiretlerin saldırılarından korunmuştu.[89] Medine’de
ise şehri çepeçevre kuşatan bir surdan bahsedilmese de her kabilenin
kendisine ait (Utum) şatoları bulunuyordu. Şehirde çoğunluğu oluştu-
ran Yahudi kabilelerin elli dokuz, buna mukabil Arap kabilelerin ise on
üç hisar-kalesi (Utum) vardı.[90] Ayrıca şehrin çevresinde bulunan sık
hurma ve meyve ağaçlıkları ile harre denilen siyah kayalıklar tabiî� bir
savunma hattı oluşturuyordu.[91] Hicretin 5. yılında meydana gelen Hen-
dek Savaşı’nda Hz. Muhammed (sas), o dönemlerde Araplarca fazla bi-
linmeyen ya da fazlaca kullanılmayan bir savunma sistemi olan hendek
kazdırmak suretiyle şehrin savunmasını gerçekleştirmişti.[92] Roma ve
İ� ran hudutlarında yaşayan Arap kabileleri (Gassânî�ler ve Hî�reliler) ise
bu iki devletin hudut boylarında sahip oldukları kalelerden haberdardı.
Yemen bölgesinde yaşayan topluluklar da muhkem saraylar yaptırmakta
ve buralarda oturmaktaydılar.[93]

Hz. Ebû Bekir döneminde patlak veren Ridde olaylarında Medine’nin


savunmasına yönelik tahkim söz konusu olmadığı gibi Hz. Ebû Bekir’le
başlayıp, diğer halifeler dönemlerinde yoğunlaşan fetih hareketlerinin de
Mısır, Suriye ve Irak bölgelerinde cereyan etmesi nedeniyle Hicâz’ın şe-
hirlerinin herhangi bir tehlikeye maruz kalması söz konusu değildi.[94] Hz.
Ö� mer döneminde ordugâh olarak kurulan Kûfe, Basra ve Fustat gibi şehir-
ler için de savunma maksatlı olarak sur yapımı düşünülmemişti.[95] Çün-

[88] Muhammed Hamidullah, Hz. Muhammed’in Savaşları, (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul
1991, s. 163, 182; Yılmaz Can, İslâm Şehirlerinin Fiziki Yapısı, Ankara 1995, s. 98
[89] Kur’ân’da geçtiği gibi Kâbe’ye yapılan bir saldırı, Yüce Allah tarafından bertaraf
edilmiştir (Fî�l 105/ 1-5)
[90] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 572.
[91] Buhl, “Medine”, VII, 460.
[92] Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 114-130.
[93] Necdet Hammâş, eş-Şâm fî sadri’l-İslâm, Dımaşk 1987, s. 371.
[94] Buhl, VII, 465.
[95] Can, İslâm Şehirlerinin, s. 98. Basra şehrinde koruma maksatlı olarak bir sur bulun-
muyordu. Zira Basra şehri kurulurken öncelikle savaşçıların yerleştirilmesi ve civar
bölgelere yapılacak saldırıların düzenlenebilmesi amacıyla bir askerî� karargâh ola-
rak düşünülmesi söz konusu olduğundan idâreciler, şehri bir surla çevirme ihtiya- 515
cı hissetmediler. Bununla birlikte şehrin hızlı gelişimi de buna engel oldu. Ayrıca
kurulduğundan beri şehrin, Hâricî�ler ve Abdurrahman b. el-Eş’as’ın saldırılarının
dışında ciddi bir tehlikeye maruz kalmadığını da belirtmemiz gerekmektedir. Salih
Ahmed, “Hıtatu’l-Basra”, VIII, 302.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

kü düzenli olarak asker sevkiyatının yapıldığı bu şehirler,


Bizanslıların denizden yapabilecekleri saldırılardan uzak
bölgelerde kurulmuştu. Ayrıca bu şehirlerde her zaman çok
sayıda asker bulunmaktaydı.

İ�slâm fetihleri ile birlikte Müslüman orduları Bizans’ın


sahip olduğu Suriye ve Mısır’ı ele geçirince tabiî� bir engel olan
Akdeniz ile karşılaşmışlardı. O zamana kadar ciddi sayılabi-
lecek bir donanmaya sahip olmayan Müslüman orduları için
aleyhte olan bu durum, kuvvetli bir donanmaya sahip olan Bi-
zanslılar için bir avantaj teşkil etti. Sahil boylarında bulunan
ve Müslümanlarca fethedilen bu şehirlerin bu kez eski sahip-
Resim 26: lerine karşı savunulması gerekti. 645 yılında İ�skenderiye’ye
Manastır
Ribatı.
yapılan başarısız Bizans saldırısı,[96] Müslümanların her an gelebilecek
[Fatih Erkoçoğlu
bir tehlikeye karşı sahil boylarını tahkim edip, savaşçılar yerleştirmesine
Arşivi] neden oldu. Halife Hz. Osman, İ�skenderiye’nin tekrar alınması sonrasında
Mısır’da bulunan orduların bir kısmının (1/3) devamlı olarak buraya yer-
leştirilmesine (Ribat))[97] karar verdi. Ayrıca bu savaşçılara bol miktarda
hisse verilmesini ve altı ayda bir bu görevlilerin yenileri ile değiştirilme-
lerini emretti.[98]

Askerî� birliklerin yerleştirildiği bir başka bölge ise Suriye sahilleri-


dir. Bölge valisi Muâviye, sahil boylarına gözetleme kuleleri ve fenerler
yaptırdı; Bizanslılardan kalma kalelere asker yerleştirdi.[99] Ayrıca sahil
boylarına bir komutanın (arîf) idaresinde yüzer kişilik askeri birlikler ko-
nuşlandırıldı.[100] Râşid Halifeler devrinde her ne kadar kale yapımına çok

[96] 25 (645) yılında Bizans İ�mparatoru II. Konstanz’ın İ�skenderiye’ye geri almak
için yaptığı saldırıda şehirde çok az sayıda asker bulunuyordu. Bizans’ın saldırı-
sına karşı bu askerler herhangi bir mukavemet gösteremediler ve şehir yeniden
Bizanslıların eline geçti. İ�bn Abdülhakem, Ebü’l-Kâsım Abdurrahman b. Abdullah,
Fütûhu Mısır ve ahbâruhâ, Leiden 1922, s. 175, 176.
[97] Ribât; Müstahkem Müslüman zaviyesi. İ�lk dönemlerde ribât, cihada hazır bulun-
durmak üzere binek hayvanların toplandığı yerdi. Sonraları ise ulakların (haberci
ve kurye) hayvan değiştirme konağı, kervansaray olarak da, buna çok yakın bir ma-
nada kullanıldı. Bununla birlikte bu tabir, bir nevi dini ve askerî� maksatla kurulmuş
yapılara isim oldu. Ifrî�kiyye’de ilk ribât, Manastır’da Abbâsî� valisi Harseme b. Ayan
tarafından yaptırıldı. Ribâtların en parlak devirleride Ağlebî�ler (IX. Asır) dönemi-
dir. Georges Marçais, “Ribât”, İA, İ�stanbul 1960, IX, 734,735.
[98] İ�bn Abdülhakem, s. 192; Belâzürî�, Fütûh, I, 360. Böyle bir uygulama ilk defa Hz.
Ö� mer zamanında yapılmış olup ilk ribat onun zamanında oluşturuldu. Antakya’nın
(15/636) fethi ile birlikte buraya bir miktar asker yerleştirilerek, bunlara aylıklar
tahsis edildi. Burada yerleşen ve görev yapan askerlere (Murâbıt) denildi. Belâzürî�,
516 I, 236; İ�bnü’l-Esî�r, II, 128.
[99] Belâzürî�, I, 205, 206; Mustafa Alemüddin, el-Müctema’i’l-İslâmî fî merhaleri’t-tekvîn,
Beyrut 1992, s. 65.
[100] Ahmed Muhtâr Abbâdî�-Abdülaziz Sâlim, Târîhu’l-bahriyyeti’l-İslâmiyye fî Mısr ve’ş-
Şâm, Beyrut 1981, s. 16.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

fazla önem verilmediyse de Emevî� idarecileri, kendi dönemlerinde özel-


likle sınır boylarında kale yapımına büyük önem verdiler.[101]

İ�slâm ülkesinin içerisinde yer alan Mezopotamya’yı kuzeydoğu isti-


kametinde muhafaza eden es-Suğûru’l-Cezeriyye (Maraş, Hades, Zıbatra,
Keysûm, Şimşât, Malatya) denilen hudutla Suriye’yi koruyan es-Suğûru’ş-
Şâm (Tartûs, Adana, Massî�sa, Aynu Zerbâ, Beyyâs) denilen hudut boyla-
rında[102] yer alan büyük bir kısmı Bizanslılar tarafından tahliye edilmiş
olan şehirlerde, Emevî� halifeleri birtakım imar faaliyetlerinde bulundu-
lar[103] ve Bizanslılar tarafından boşaltılan bu yerlere bazı Arap kabilele-
rini yerleştirdiler.[104] Buralarda kale yapımına da girişen Emevî� halifeleri,
böylece bölgede devamlı olarak asker bulundurdular. Yukarıda sınır boy-
larında yer aldığını söylediğimiz bu şehirler, Bizanslılar ve Müslümanlar
arasında sürekli savaşlara sahne oluyordu. Bu bölgelerde bulunan kaleler
ve şehirler sık sık taraflar arasında el değiştiriyordu.[105]

Muâviye’nin daha önce Akdeniz sahillerinde bulunan şehirleri valilik


döneminde tahkim edip askerler yerleştirdiğinden bahsetmiştik. Halifeli-
ğinde de sahil boylarını Sayda, Beyrut Cübeyl, Trablus ve Akka’yı tahkim
etmeye büyük çaba gösterdi[106] ve Cebele, Antarsûs, Merakiyye ve Be-
lenyâs gibi sahil boylarında yer alan diğer şehirlere de kaleler yaptırdı.[107]
Müteakiben diğer halifeler bunlara ek olarak başkent Dımaşk yolu üzerin-
de bulunan Trablus ve Lazkiye şehirlerini de tahkim ettirdiler.[108]

Emevî�ler döneminde İ�slâm orduları bir taraftan İ�frî�kıyye’nin fethini


gerçekleştirip Atlas okyanusu kıyılarına kadar ulaşmışlardı. Burada or-
dugâh şehir olarak kurulan ve çepeçevre bir surla kuşatılan Kayrevan,[109]
bölge üzerinde İ�slâm hâkimiyetinin tesisinde önemli oldu. Okyanusa kıyı
bölgelerde de ayrıca ribatlar oluşturuldu.[110] Müslümanlar diğer taraftan
da Buhara ve Semerkant’ta fetihler gerçekleştirdiler, yeni elde edilen bu
bölgelerin de elde tutulabilmesi ve dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı

[101] Necdet Hammâş, eş-Şâm fî Târîhi’l-İslâm, İ�skenderiye 1966, s. 373.


[102] Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1995, II, 317;
Vefik ed-Dakdûkî�, el-Cündiyye fî ahdi devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1985, s. 207,208.
[103] Belâzürî�, I, 263; Dakdûkî�, s. 207.
[104] Dakdûkî�, s. 207.
[105] Dakdûkî�, s. 206, 210; Hitti, II, 317.
[106] Dakdûkî�, s. 210.
[107] Abdülaziz es-Sâlim, Trablus Şam fî târîhi’l-İslâm, İ�skenderiye 1966, s. 39.
[108] Belâzürî�, I, 213; Sâlim, s. 42. 517
[109] Nâsırî�, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Hâlid, Kitâbü’l-İstiksâ li ahbâri düveli’l-Mağribi’l-Aksâ
(thk. Ca’fer Muhammed en-Nâsırî�), Mısır 1954, I, 71; G. Yver, “Kayrevan”, İA, İ�stanbul
1967, VI, 468.
[110] Hüseyin Mu’nis, Târîhu’l-Mağrib ve hadâratuhu, Beyrut 1992, s. 93, 94.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

konulabilmesi için buralarda çok sayıda ribât kurdular.[111] Buhara ve Se-


merkant arasında yer alan ve stratejik öneme sahip olan Nûr[112] ve Buha-
ra’nın ribât yönünden en zengin yeri olan Beykent’i[113] burada zikretmek
yeterlidir. Yine Mervân b. Muhammed Ermeniyye ve Azerbaycan valiliği
döneminde savaşlardan sonra döndüğünde kışla olarak kullanmak üzere
ordugâh olarak Maraga şehrini kurmuştur.[114]

Bunların haricinde Emevî�lerin yapmış olduğu bazı şehir ve saraylar


da istinat kuleleri takviye edilmiş surlar ile çevrildi. Medinetü’l-Ancere,[115]
Rusâfe şehirleri ve Kasru’l-Hayri’l-Garbî�, Mışattâ ve diğer saraylar da dı-
şarıdan gelebilecek tehlikelere karşı savunmaya elverişli birer kale konu-
munda yapıldı. Kûfe örneğinde olduğu gibi Dârü’l-imâreler de bir kale ka-
dar sağlam ve savunmaya elverişli olarak inşa edildi. Haccâc’ın tesis ettiği
Vâsıt şehri, iki sur ve bir hendekle korunuyordu.[116] Emevî�ler devrinde
önemli bir konuma sahip olan Musul şehri de surla çevrildi.[117] Emevî�ler
döneminde Medine’de de korunma maksatlı birkaç tane saray yaptırıldı.
Ö� zellikle, Muâviye b. Ebî� Süfyân, Numân b. Bişr’e, Medinelilerin sığınma-
sı için Dûmetü’l-Cendel yolu üzerinde, Hull Sarayı’nı ve yine bu maksatla
Benî� Cüdeyle Sarayı’nı inşa ettirdi.[118] 63 (682-683) yılında, Medinelilerin
Abdullah b. Hanzale önderliğinde, Yezî�d’e karşı ayaklanmasında, şehrin
kuzeyinin korunması maksadıyla bu şahıs tarafından bir set yaptırıldı ve
bir de hendek kazdırıldı.[119]

G. Tersaneler

Mısır ve Suriye’nin Bizans’ın elinden alınmasıyla Akdeniz tabiî� bir


sınır haline geldi. Bizans’ın denizlerde üstünlüğü bulunuyordu. Her ne
kadar Araplar denizcilikle ilgili ciddi birtakım faaliyetlere girişeme-
mişseler de gemilerle seyahatlerde bulunmuşlardı. Hz. Peygamber ve
Hz. Ebû Bekir dönemlerinde fiilen deniz seferlerine çıkılmamış, fakat

[111] Hasan Kurt, Orta Asya’nın İslâmlaşma Süreci, (Buhara Örneği), Ankara 1998, s. 61,
62.
[112] Yâkût, V, 358.
[113] Hasan Kurt, s. 62, 63.
[114] Belâzürî�, II, 147.
[115] Bk. Can, İslâm Şehirleri, s. 98.
[116] Ya’kûbî�, Kitâbü’l-Büldân, s. 322; Behşel, Eslem b. Sehl er-Rezzâz el-Vâsıtî�, Târîhu
Vâsıt (thk. Avvâd Corcis), s. 38; Mukaddesî�, s. 118; Yâkût, V, 402.
[117] Yâkût, V, 259; Saî�d Devecî�, “Hıtatu’l-Musul fî� ahdi’l-Ü� meviyye”, Sumer, Bağdat 1951,
518 VII-2, 226.
[118] İ�bn Şebbe, Ebû Zeyd Ö� mer b. en-Nümeyrî� el-Basrî�, Târîhu’l-Medineti’l-Münevvere,
(Ahbâru’l-Medineti’l-Münevvere), (thk. Fehim Muhammed Şeltût), Beyrut 1990, I,
271, 272.
[119] Buhl, “Medine”, VII, 466.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

gemilerle nakliye ve balıkçılık vb. işlerin yapıldığı bilinmektedir. Hz.


Ö� mer ile yoğunluk kazanan fetih hareketleriyle Müslüman orduları kısa
süre zarfında bir yandan İ� ran körfezine, diğer yandan ise Akdeniz kıyı-
larına kadar ulaşmışlardı. Orduların bu denli hızlı ilerleyişleri ile deniz
seferleri de söz konusu olmuş, fakat bu seferleri gerçekleştirenler Halife
Ö� mer tarafından şiddetle cezalandırılmışlardı. Zira halife kendisiyle on-
lar arasında deniz ya da nehir bulunmasını istemiyordu.[120] Hz. Ö� mer
deniz seferlerine sıcak bakmasa da hububat naklinde deniz taşımacılı-
ğına müsaade ediyordu.[121] Bunun için Mısır’da gemiler yapıldı.[122] Bu
açıdan bakıldığında Mısır’daki tersane İ� slâm devletinin en eski tersanesi
olma özelliğini taşımaktadır.

Hz. Osman döneminde vali Muâviye, bölgesindeki sahil boylarını tah-


kim ettirmesi sonrasında halifeden donanma oluşturmak ve deniz sefer-
leri yapmak için izin kopardı.[123] Muâviye, usta ve marangoz toplayarak
bunları sahil boylarına yerleştirdi ve Ü� rdün ile Akka arasında birçok ter-
sanenin kurulmasını sağladı.[124] Vasiliev, burada çalışan ustaların Grek
ahalisinden temin edilmiş olduğunu söylemektedir.[125] Kıbrıs’ın fethi için
harekete geçen Muâviye gerekli askeri Akka’dan gemilere bindirdi[126] ve
29 (649-650) yılında Kıbrıs adasına çıkarma yaptı.[127] Arap donanması-
nın mevcudu 33 (653-654) yılına gelindiğinde 1.700’ü aştı.[128]

Emevî�ler döneminde Mısır’ın yanı sıra Suriye sahillerinde Akkâ,[129]


Sûr ve Trablus[131] şehirlerinde kurulan tersanelerde de gemiler inşa
[130]

[120] Alâ b. Hadramî�’nin 17 (638) yılında İ�ran ‘ın İ�stahr bölgesine yaptığı çıkartmada
yaşanan olumsuzluklar ve yine 20 (641) yılında Alkame b. Mücezziz’in Kızıl Deniz
boyunca Habeşistan kıyılarından gelebilecek tehlikeleri savuşturmaya yönelik
deniz faaliyetleri sonucunda çok sayıda geminin batmış olması Hz. Ö� mer’in deniz
seferlerine sıcak bakmamasına neden oldu. İ�bn Haldûn, Ebû Zeyd Abdurrahman,
Mukaddime, (trc. Zâkir Kadiri Ugan), İ�stanbul 1991, I, 645; Ali Muhammed Fahmy,
“The Muslim Navy During The Days of The Early Caliphate”, The Islamic Rewiew,
Mart 1952, XL, 52; H. Kinderman, “Sefî�ne”, İA, İ�stanbul 1967, X, 311-315.
[121] İ�bn Abdülhakem, s. 162-163; Ya’kûbî�, Târîh, II, 46; Taberî�, IV, 100; Makrizî�, II, 139;
Kalkaşendî�, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali, Subhu’l-A’şâ fî Sınaati’l-İnşâ, (şrh. Muhammed
Hüzeyin Şemseddin), t.y. 1987, III, 231; Faruk Mecid Lâvi, el-İdaretu’l-İslâmiyye fi
ahdi Ömer ibnü’l-Hattâb, Beyrut 1991, s. 231.
[122] Yâkût, II, 107.
[123] Belâzürî�, Fütûh, I, 295, 206.
[124] Belâzürî�, Fütûh, I, 189.
[125] A. A. Vasiliev, Bizans İmparatorluğu Tarihi, (trc. Arif Müfid Mansel), Ankara 1943, s.
270; Ayrıca bk. Hitti, II, 307, 308.
[126] Yâkût, IV, 162.
[127] Belâzürî�, I, 245, 246. 519
[128] Dakdûkî�, s. 251.
[129] Belâzürî�, Fütûh, I, 189.
[130] Belâzürî�, I, 189, 190; Yâkût, IV, 162.
[131] Salim, Trablus-Şâm, s. 37.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

edildi. Emevî�lerin İ� frî�kıyye’de tersane edinmeleri ise Abdülmelik’in ha-


lifeliğinde Hassân b. Numân’ın valiliği sırasında oldu.[132] Hassân tersa-
neyi Kartaca’nın on iki mil doğusunda yer alan[133] ve Bizanslıların Tir-
tiş[134] dediği yerde inşa ettirdi. Tirtiş tabiî� bir göl olan Râdis gölünün
kıyısındaydı. Aynı zamanda Râdis’in[135] Akdeniz kıyısında bir de limanı
bulunuyordu. Tirtiş, bu limandan göle açılan bir kanalla Akdeniz’e bağ-
landı.[136] Böylece tersane ve Tunus şehri Râdis’den girilen bir haliçte ku-
rulmuş oldu. Herhangi bir düşman saldırısına karşı da Râdis’in daha iyi
korunabilmesi için bir de ribat oluşturuldu ve buraya bir miktar asker
yerleştirildi.[137] Abdülmelik’in emriyle Mısır valisi Abdülaziz gemi yapı-
mında çalışacak olan 1.000 Kıptî� ustayı aileleriyle birlikte buraya gön-
derdi. Berberî�ler de gemi yapımı için ihtiyaç duyulan ahşap malzemenin
naklinde görevlendirildiler.[138]

Bu tersanenin tesis edilmesiyle Kuzey Afrika’da müstakil bir do-


nanma oluşturuldu ve bu deniz üssü ve tersane ile Kuzey Afrika, Suriye
ve Mısır’dan sonra deniz kuvvetleri açısından üçüncü önemli merkez
oldu.[139]

[132] el-Bekrî�, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdülaziz el-Endelûsî�, Kitâbü’l-mesâlik ve’l-memâ-


lik, (thk. Adrian Von Luvien-Endri Feeri), Tunus 1992, II, 695; Aly Mohamed Fahmy,
Muslim Sea-Power in the Eastern Mediterranean, Londra 1950, s. 69. Bk. Philip K.
Hitti, Syria, A Short History, Londra 1959, s. 128; C. H. Becker, “Dârussına’a”, İA,
Eskişehir 1997, III, 490.
[133] İ�bn ‘İ�zârî� el-Merrâkûşî�, Kitâbü’l-beyâni’l-muğrib fî ahbâri’l-Endelüs ve’l-Mağrib,
(thk. Levi Provençal), Leiden 1948, I, 34; Sâlim, el-Mağrib el-Kebîr, II, 249. Himyerî�
mesafenin on mil olduğunu bildirmektedir. Himyerî�, Muhammed b. Abdilmun’im,
Kitâbü’r-ravzi’l-mi’târ fî haberi’l-aktâr (thk. İ�hsan Abbâs), byy 1980, s. 143.
[134] el-Bekrî�, II, 695. Tûnus şehrinin eski ismi. Tûnus ismi burada bulunan büyük bir
manastırdaki bir rahibin isminden gelmektedir. Manastıra çok uzak bölgelerden zi-
yaretçi geliyordu. Burası Müslümanlar tarafından yıkıldı ve yerine de cami yapıldı.
Bk. Abdülvâhid el-Merrâkûşî�, (647/1249), el-Mu’cib fî telhîsi ahbâri’l-Mağrib, (tsh.
Muhammed Saî�d el-Uryân-Muhammed el-’Arabî� el-’İ�lmî�), Kahire 1949, s. 351. Bk.
Yâkût, II, 70; Himyerî�, s. 144.
[135] Tûnus limanlarından birisi. Himyerî�, s. 265, 266.
[136] Rakî�k, Ebû İ�shak İ�brahim b. el-Kâsım, Târîhu İfrîkıyye ve’l-Mağrib, (thk. Abdullah
el-Ali ez-Zeydân, İ�zzüddin Ö� mer Mûsâ), Beyrut 1995, s. 36; Mâlikî�, Ebû Bekir
Abdullah b. Muhammed, Kitâbü riyâdi’n-nüfûs (thk. Beşir el-Bekkûş, Muhammed
el-Arûsî� el-Matvî�), Beyrut 1983, I, 57; Bekrî�, II, 695; Himyerî�, s. 265, 266. Bk. Fahmy,
s. 70.
[137] Bekrî�, II, 694; Himyerî�, s. 266.
520 [138] el-Bekrî�, Kitâbü’l-mesâlik, II, 695; Bk. Seyyide İ�smail Kâşif, Abdülaziz b. Mervân,
Kahire 1962, s. 116; Seyyide İ�smail Kâşif, Mısır fî fecri’l-İslâm, Kahire 1947, s. 91;
Vefî�k Dakdûkî�, el-Cündiyye, s. 254; Sâlih Muhammed Feyyâd Ebû Diyâk, el-Vecîz fî
Târîhi’l-Mağrib ve’l-Endelus, İ�rbid 1988; s. 116, 117.
[139] Dakdûkî�, s. 270.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

H. Çarşı ve Pazarlar

Müslüman Araplar, kurdukları bütün şehirlerde istisnasız önce mes-


cid ve valilik konağını yapmışlar müteakiben de oturacakları evler ve bir
de çarşı (pazar) oluşturmuşlardır.[140] Küçükaşçı; “çarşı, bir şehrin iktisadî,
içtimaî�, fikrî ve siyasî yaşantısının bir suretidir”[141] demekte, şehrin ayrıl-
maz bir parçası olan çarşının, yeni kurulan İ�slâm şehirlerinde önem veril-
diğini ifade etmektedir.[142] Hz. Peygamber’in uygulamalarından, oluşturu-
lan çarşıların boş bir alan üzerinde kuruldukları, satıcıların yerleştikleri
mekânları daimi olarak ellerinde tutamadıkları sonucu çıkmaktadır. Her
ne kadar, Hz. Ö� mer döneminde bu duruma riayet edilmişse de, Emevî�ler
döneminde artık çarşılarda, her satıcının malını satmak için tezgâh kur-
duğu dükkânların varlığına rastlamaktayız. Zira çarşılar, boş mekânlar
yerine tuğla ve kireçle yapılıp kubbe ile örtülen kapalı mekânlara dönüş-
müştür.[143]

Muâviye kendi döneminde Medine çarşısına Dârü’l-Katrân ve Dâ-


ru’n-Noksân adında iki çarşı bina ettirdi ve satış yapacaklardan da vergi
alınmasını kararlaştırdı. Daha sonra Hişâm b. Abdülmelik devrinde Me-
dine’nin bütün çarşılarını kapsayan bir (Dâr) inşa edildi. Bu yeni çarşının
kemerleri ve kapıları bulunmaktaydı ve çarşının içerisi alt katları dükkân
üst katları ise tüccarlar için kiralanan odalar olarak yapıldı. Fakat bu çarşı
pek uzun müddet durmadı ve halkın isteği üzerine, Halife Velî�d b. Yezî�d
tarafından yıktırıldı.[144] Emevî�lerin Kûfe valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�
(105-120/723-737), şehre çarşılar yaptırarak, satış yapacaklar için ayrı
dükkânlar tahsis etti ve bu dükkânları da onlara kiraladı.[145]

Çarşılarla ilgili olarak değineceğimiz bir diğer husus ise bu çarşılarda


satış yapanların mesleklerine göre bir düzenlemeye tabi tutulmasıdır. Te-
miz ve gürültüsü az olan iş kollarından başlayarak çarşılar kademeli ola-
rak birbirleri ardınca yerleştirilmişlerdir.[146]

[140] Abdülaziz ed-Dûrî�, İslâm İktisat Tarihine Giriş, (trc. Sabri Orman), İ�stanbul 1991,
s. 61; Mustafa S. Küçükaşçı, “Emeviler Dönemi Şehir ve Yerel Yönetim Hizmetleri”,
İslâm Geleneğinden Günümüze Şehir ve Yerel Yönetimler, (ed.: Vecdi Akyüz-Seyfettin
Ü� nlü), İ�stanbul 1996, II, 127.
[141] Küçükaşçı, II, 127.
[142] Küçükaşçı, II, 127.
[143] Pedro Chalmeta, “Pazarlar”, İslâm Şehri, (haz. R. B. Serjeant; trc. Elif Topçugil),
�stanbul 1997, s. 140.
[144] İ�bn Şebbe, I, 270, 271; Semhûdî�, Nureddin Ali b. Ahmed, Vefâu’l-vefâ b. ahbâ- 521
ri’l-Mustafa (thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Beyrut 1984, II, 750-753;
Chalmeta, s. 139.
[145] Belâzürî�, II, 72; Ya’kûbî�, Kitâbü’l-Büldân, s. 311; Chalmeta, s. 139, 140.
[146] Munci el-Ka’bî�, el-Kayrevan, byy 1995, s. 23, 24, 25.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

I. Hastaneler

Hulefâ-yi Râşidî�n dönemlerinde bir kurum olarak hastanenin olup ol-


madığı hakkında kaynaklarımızda bilgi bulunmamakla birlikte savaşlarda
yaralanan askerler, muhtemelen orduyla birlikte savaş meydanına giden
kadınlar tarafından tedavi edilmekteydi.

Emevî�ler devrinde ilk hastanenin 88 (707) yılında halife Velî�d b. Ab-


dülmelik tarafından kurulduğu nakledilmektedir.[147] Yine bu halife döne-
minde cüzamlıların ortalıkta gezmeleri engellenerek, körlere yardımcılar
tahsis edildi ve bunlara erzak temin edildi.[148] Bundan başka Emevî�ler dö-
neminde Fustat’da Kanâdil Sokağında bir evin hastane olarak kullanıldığı
bilinmektedir.[149]

J. Hapishaneler

Hz. Muhammed (sas) döneminde yapı olarak müstakil bir hapishane-


ye rastlanmasa da, bazı borçluların, esir ve suçluların Mescid-i Nebevî�’nin
direklerine bağlandığına dair rivayetler bulunmaktadır.[150] Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ö� mer ve Hz. Osman’ın halifeliklerinde tutuklular ya mescide ya da
dehliz ve kuyulara kapatılmaktaydı. Hz. Ö� mer’in hapishane olarak kulla-
nılmak üzere Safvan b. Ü� meyye’nin evini satın aldığı rivayet edilmekte-
dir.[151] Bu arada ilk ordugâh şehir Basra kurulurken mescit ve valilik bi-
nasının yanına bir de hapishane yaptırıldı.[152] Hz. Ali halifeliğinde ilk önce
Nâfî’ adını verdiği hapishaneyi inşa ettirdi; fakat sağlam olmadığından
tutuklular buradan çok rahat kaçabiliyorlardı. Daha sonra ise Muhayyes
isimli başka bir hapishane yaptırdı.[153]

Emevî�ler döneminde birçok hapishanenin varlığına rastlamaktayız.


Belâzürî�, Muâviye’nin Dımaşk şehrinde bir hapishane yaptırdığından
bahsetmektedir.[154] Ayrıca bu şehrin eskiden Romalılara ait olması ne-

[147] Ya’kûbî�, Târî�h, II, 214; Nebih Â� kil, Târîhu halifeti Benî Ümeyye, byy 1975, s. 233;
Arslan Terzioğlu, “Bî�mâristan”, DİA, İ�stanbul 1992, VI, 163; Terzioğlu, “Selçuklu
Hastanelerinde Tıp Eğitimi ile Deontoloji ve Avrupa’ya Tesirleri”, Tarih ve Toplum,
Kasım 1992, XVIII, sy. 107, s. 291); Ekmeleddin İ�hsanoğlu, Suriye’de Modern Osmanlı
Sağlık Müesseseleri, Hastaneler ve Şam Tıp Fakültesi, Ankara 1999, s. 1.
[148] Ya’kûbî�, II, 214; Nebih Â� kil, s. 233.
[149] Terzioğlu, “Selçuklu Hastanelerinde Tıp Eğitimi ile Deontoloji ve Avrupa ‘ya
Tesirleri”, 291.
[150] Buhârî�, Salât, 76; Ebû Dâvud, Akdiyye, 29; Tirmizi, Diyât, 20.
522 [151] Kettânî�, Muhammed Abdülhayy, et-Terâtibu’l-idâriyye (Hz. Peygamber’in
Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar), (trc. Ahmet Ö� zel), İ�stanbul 1991, II, 57.
[152] Belâzürî�, II, 175; Yâkût, I, 513.
[153] Kettânî�, II, 55; Hamidullah, II, 934; Ali Bardakoğlu, “Hapis”, DİA, İ�stanbul 1997; XVI, 55
[154] Belâzürî�, Fütûh, II, 112.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

deniyle burada Romalılardan kalma ve içerisinde çok sayıda tutuklunun


hapsedilebileceği büyük mahzenler ve zindanların bulunma ihtimali de
vardı. Irak valisi Haccâc b. Yusuf da, Vâsıt şehrini kurduğunda Dimas adıy-
la anılan bir hapishane yaptırdı.[155]

K. Mezarlıklar

Hz. Muhammed (sas) putperestliğe karşı cephe alıp insanların, tek ya-
ratıcıları olan Allah’a (cc) ibadet etmeleri gerektiğini vurgularken cahiliye
inançlarından yeni kurtulmuş insanları da eski inançlarına sevk edecek
alışkanlıklardan uzak tutmağa çalışmıştır. Bu mealde ilk önceleri Hz. Pey-
gamber (sas) mezarlıkların ziyaret edilmesini,[156] kabirlerin kireçle yapıl-
masını, kabir üzerine oturulmasını ve kabirlerin üzerine bina ve kubbe
yapılmasını yasakladı.[157] Hz. Peygamber (sas) mezarları ziyaret hususun-
da koymuş olduğu yasağa ilk kendisi uyarak annesinin mezarını ziyarete
dahi gitmedi. Fakat daha sonra Allah (c.c.) tarafından bu yasak kaldırılmış,
böylece Hz. Muhammed (sas) Müslümanların kabirleri ziyaret etmesine
izin vermiş,[158] fakat peygamber kabirleri bile olsa mezarlara karşı tazim
ve tapınma ifade eden fiil ve hareketlerde bulunmayı yasaklamıştır.[159]

Hz. Peygamber (sas) bizzat uygulamalarıyla da mezarların nasıl yapıl-


ması gerektiğini gösterdi. Oğlu İ�brahim’in kabrini düz olarak kapatarak,
üzerine çakıl taşı koyup su döktü.[160] İ�brahim en-Nehaî�’nin, Hz. Peygam-
ber (sas), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ö� mer’in mezarlarını gören birinden nak-
lettiğine göre bu mezarlar, yerden yüksekti ve üzerlerinde beyaz mermer
parçaları bulunuyordu.[161] Uhud şehitlerinin kabirleri de kabarık ve yer-
den yüksek bir vaziyetteydi.[162] Hz. Osman’ın halifeliği esnasında mezarla-
rı düzletmesi,[163] mezarların üzerlerine birtakım şeylerin yaptırıldığını ya
da mezarların birbirlerinden yüksek yapıldığını akla getirmektedir. Fakat

[155] Behşel, s. 24.


[156] San’anî�, İ�bn Ebû Bekir Abdurrezzak b. Hişâm, el-Musannef, (thk. Habî�burrahman
el-A’zamî�), byy ts., III, 569; Ayrıca Kabir ziyaretinden nehyedilmenin sebeb ve hik-
meti ile ilgili olarak bk. Zeynüddî�n Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latifi’z-Zebî�dî�, Sahîh-i
Buhârî Muhtasarı ve Tecrid-i Sarîh Tercemesi, (trc. Kâmil Miras), Ankara 1972, IV,
373, 374.
[157] Müslim, “Cenâiz”, 11/ 93, 94, 95.
[158] Müslim, “Cenâiz”, 11/ 105, 106, 107; İ�bnü’l-Â� kûlî�, Ebü’l-Mekârim Gıyaseddin
Muhammed b. Muhammed, er-Rasf lima ruviye ani’n-Nebi mine’l-fi’l ve’l-vasf, Beyrut
1994, I, 343.
[159] Hamidullah, II, 1090, 1091. 523
[160] Zebî�dî�, IV, 608.
[161] Zebî�dî�, IV, 607; Beyhan Karamağaralı, Ahlat Mezartaşları, Ankara 1972, s. 1.
[162] Zebî�dî�, IV, 607.
[163] İ�bn Şebbe, III, 1018, 1019.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yine de mezarların üzerine bina veya kubbe gibi yapıların yapıldığına dair
bu dönemle alakalı elimizde bilgi bulunmamaktadır.

Müslümanların tesis ettikleri şehirlerde her kabilenin yerleştiği ma-


hallede kendisine ait mezarlığı bulunuyordu.[164] Kûfe mezarlıkları bu şe-
kilde olup şehrin siyasî� meselelerinde önemli bir rol oynamıştır. Zira bu
mezarlıklar isyan ve ihtilal gibi durumlarda toplanma yeri olarak kulla-
nılmışlardır.[165] Basra şehrinde ise Mirbed’in güneybatı kısmında şehrin
mezarlığı bulunuyordu. Bu mezarlık şehrin en büyük mezarlığı idi. Bura-
da Selm b. Ziyâd ve Basra valiliği yapan -Halife Abdülmelik b. Mervân’ın
kardeşi- Bişr b. Mervân gibi kişilerin kabirleri vardı.[166]

Basra mezarlıkları, Kûfe mezarlıklarından farklı bir durum arz edi-


yordu. Zira Kûfe’de her kabilenin yerleştiği yere yakınlığı itibariyle ken-
dilerine has mezarlıkları bulunuyordu. Ayrıca, Kûfe mezarlıkları siyasî�
hayatta önemli bir rol oynuyordu. Kabile fertleri, mezarlıkları isyan gibi
durumlarda toplanma yeri olarak kullanıyorlardı. Basra’da ise Kûfe’de-
kinin aksine özel mezarlık çok azdı ve bunların çoğu şahıs mezarlığıydı.
Zâbûka’daki Husayn Mezarlığı ve Şeybân Mezarlığı gibi. İ�nsanların çoğun-
luğu, ölülerini ya evlerine ya da herkesin eşit olduğu mezarlığa gömüyor-
lardı.

L. Kanallar, Setler ve Köprüler

Romalılar kendi dönemlerinde şehirlere su getirmek için su kemerle-


ri ve bentler tesis etmişler ve hatta bu sahada çok ileri gitmişlerdir.[167] Su-
riye topraklarında bulunan birçok şehir (özellikle Dımaşk şehri), Romalı-
ların hâkimiyeti altındayken iyi bir sulama sistemine sahip olmuştur.[168]

Emevî�ler ise kendi dönemlerinde, hazır buldukları bu sistemi tamam-


lamaya yönelik faaliyetler içerisinde olmuşlardı. Yezî�d b. Muâviye’nin ha-
lifeliğinde Dımaşk’ta bir nehir kazdırılmak suretiyle yüksek bölgelerdeki

[164] Kûfe için bk. Belâzürî�, II, 71; Ya’kûbî�, Kitâbü’l-Büldân, s. 361; Ayrıca bk. Yılmaz Can,
İslâm Şehirlerinin Fiziki Yapısı, s. 99. Kûfe’de her kabilenin kendilerinin ve reislerinin
isimleriyle anılan mezarlıkları bulunmaktaydı; Cebbânetü Arzem, Cebbânetü Bişr,
Cebbânetü Sâlim, Cebbânetü Murad, Cebbânetü Ezd, Cebbânetü Kinde, Cebbânetü
Saî�diyyî�n. Belâzürî�, Fütûh, II, 71, 75, 81, Ya’kûbî�, Kitâbü’l-Büldân, s. 361.
[165] Hişâm Cu’ayt, el-Kûfe, neş’etü’l-medînetü’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye, Beyrut 1993, s.
301; Salih Ahmed el-’Alî�, “Hıtatu’l-Basra”, VIII, 284.
[166] Sâlih Ahmed, VIII, 283.
524 [167] Ayhan Aytöre, “Türkler’de Su Mimarisi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk
ve İslâm Sanatları Enstitüsü, Milletlerarası I. Türk Sanatları Kongresi, Ankara 19-24
Ekim 1959, Ankara 1962, s. 68.
[168] Â� dil Abdulhak Selî�m-Hâlid Muaz, Meşâhidü Dımaşki’l-Eseriyye, Dımaşk 1950, s. 16,
17.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

arazilere su ulaştırıldı. Suyun getirilmesiyle ziraata elverişli


araziler genişletilerek buralarda yeni köyler oluşturuldu.[169]
Yezî�d’in kazdırdığı bu nehir bugün bile Nehr-i Yezîd diye anıl-
maktadır.[170] Tarımsal faaliyetlerde bulunup su kanalları aç-
tırması nedeniyle, Halife Yezî�d b. Muâviye’ye “Mühendis” la-
kabı verildi.[171]

Yezî�d b. Muâviye’den sonra gelen halifeler de suyu, şeh-


rin her köşesine dağıtma çabası içerisine girdiler. Böylece
evlere, saraylara ve camilere kadar su ulaştırıldı.[172] İ�bn Hav-
kal, bütün bu çalışmalar sonrasında Dımaşk şehrinin her ye-
rinde suyun bulunduğunu ifade etmektedir.[173] Ayrıca suyun
kullanımı kendisini mimari sanatlarda da göstererek Dımaşk
şehrinde havuzlar ve fıskiyeler inşa edildi.[174] Hişâm b. Abdül- Resim 27:
melik’in halifeliğinde yaptırılan Hırbetü’l-Mefcer sarayında bir de havuz Suriye’nin
Kanavât
bulunuyordu.[175] Şehrinde
bulunan bir
Sâsânî�ler de tarımsal faaliyetleri daha iyi gerçekleştirebilmek için, su- sarnıç.

lama sistemleri tesis etmişlerdi. Ö� zellikle Irak bölgesinde, bunların kont- [Fatih Erkoçoğlu
Arşivi]
rolü altında olağanüstü bir sulama sistemi oluşturulmuştu.[176] Bu sulama
sistemi sayesinde Irak bölgesinde çok büyük miktarda tarım arazisi sula-
nabiliyordu.

Irak bölgesinde tesis edilen Basra ve Kûfe şehirlerinin hem içme suyu
ihtiyacının karşılanması, hem de çevresindeki arazilere su temin etmek
için birçok kanal kazdırıldı. Bu kanallar, ya valiler tarafından halkın su ih-
tiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak ya da iktâ yolu ile sahibi oldukları
arazileri sulama maksadıyla özel şahıslar tarafından kazdırıldı.[177] Basra
şehrinde kazılan bazı kanallarını burada zikretmek istiyoruz:

Ma’kil Kanalı: Muâviye’nin emriyle Ziyâd’ın kazdırdığı kanal, halk


arasında Ma’kil kanalı olarak anılmıştır.[178] Ziyâd’ın kazdırdığı ve Fey-

[169] Â� dil Abdulhak Selî�m, s. 16, 17.


[170] Hitti, II, 363.
[171] Hakkı Dursun Yıldız, “Yezî�d b. Muâviye”, İA, İ�stanbul 1986, XIII, 412.
[172] Abdulhak Selî�m, 16, 17; Ayrıca bk. H. İ�. Hasan, Siyâsî-Dîni-Kültürel-Sosyal İslâm
Tarihi, (trc. İ�smail Yiğit, Sadreddin Gümüş), İ�stanbul 1991, II, 239; İ�rfan Aycan-
İ�brahim Sarıçam, Emeviler, s. 151,152.
[173] İ�bn Havkâl, I, 174; Abdulhak Selî�m, s. 17.
[174] Abdulhak Selî�m, s. 17. 525
[175] Creswell-Allan, s. 179, 180.
[176] Oleg Grabar, s. 43.
[177] Belâzürî�, II, 196, 197.
[178] Belâzürî�, II, 194; Phill Oxon, “Hıtatu’l-Basra”, Sumer, Bağdat, 1952, VIII, 78.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

zü’l-Basra adını verdiği kanal,[179] Abdullah b. Â� mir’in kazdırdığı Ü� bülle ve


Neyru’l-Esâvire denilen kanalları, Ziyâd’ın kızı Ü� mmü Habî�b’e nispet edi-
len Nehrü Ümmi Habîb, Dubeys Kanalları,[180] Nehrü Harb, Yezîdan, Nehrü
Ümmi Abdullah, Nehrü Selm, Humeyde Kanalı, Hayretân Kanalı, Nehrü İbn
Umeyr, Cübeyran, Nehrü Mürre, Talyekan, Nehrü Beşşâr, Nehrü Feyrûz, Neh-
rü el-Alâ, Nehrü Zira, Nehrü Habîb, Nehrü Ebû Bekre, Nehrü’r-Râye, Nehrü
Mekhûl,[181] Nehrü’l-Benât[182] Nehrü Yezîd, Nehrü Bilâl[183] ve Nehrü Adî.[184]

Basra’nın içme suyu ihtiyacı ise kanallardan değil de tatlı suyun te-
mini için kazdırılan sarnıçlardan karşılanıyordu. Haccâc, İ�bn Â� mir, Ziyâd
ve Ubeydullah b. Ziyâd’ın halkın da kullanımına açık olan kendilerine ait
sarnıçları bulunuyordu.[185]

Kûfe şehrinin su ihtiyacı kuyulardan karşılanıyordu. Mukaddesî�’nin


ifade ettiğine göre şehirde çok sayıda tatlı su kuyusu bulunuyordu.[186]
Belâzürî� bu kuyulardan Bi’rü’l Mübârek ve Bi’rü’l Câd’ı zikretmektedir.[187]
Ayrıca şehrin çevresindeki hurmalıklar ve bostanlar havuzlar ve kanallar
vasıtasıyla sulanıyordu.[188] Kûfe valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’nin el-Câ-
mi adıyla anılan kanalı bunlardan birisidir.[189]
Tarım arazilerini sulamak maksadıyla açılan bu kanallarla bölge ara-
zileri düzenli olarak sulanabiliyordu. Bu arada Dicle ve Fırat nehirlerinin
sık sık taşması, başka bir sorunun ortaya çıkmasına neden oldu. Sâsânî�-
ler devrinde de büyük bir sorun olan nehir taşmalarıyla ilgili çalışmalar
yapıldı. Sâsânî� hükümdarı Anuşirvan döneminde, mezkûr nehirlerin taş-
kınlıkları setler yapılmak suretiyle engellenmeye çalışıldı ve daha önceki
su baskınlarına maruz kalan araziler yeniden ıslah edildi. Hicrî� 6 veya 7
yılında Dicle ve Fırat ırmakları taşmış ve pek çok bölge su altında kalmıştı.
Dönemin Sâsânî� hükümdarı Perviz, suların taştığı gedikleri kapatmak için
önlemler almasına rağmen başarılı olamadı. Bu su baskınları sonucunda
birçok bölge su altında kaldı; mamur belde, köy ve araziler bu baskınlar-
dan zarar gördü. Böylece Batâyih (Bataklıklar) denilen bölgeler oluştu.[190]
Müslümanların bu esnada Irak topraklarında fetih faaliyetlerine

[179] Belâzürî�, II, 193.


[180] Belâzürî�, II, 195.
[181] Belâzürî�, II, 195-201.
[182] Ziyâd’ın kızlarına nispetle bu adı almıştır. Belâzürî�, II, 203; Yâkût, I, 516.
[183] Belâzürî�, II, 204.
[184] Adî� b. Ertât tarafından kazdırılmıştır. Belâzürî�, II, 213.
[185] Belâzürî�, II, 215.
526 [186] Mukaddesî�, 117.
[187] Belâzürî�, II, 76.
[188] Mukaddesî�, s. 117.
[189] Belâzürî�, II, 77.
[190] Belâzürî�, II, 86, 87.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

girişmeleri, İ�ranlıların nehirlerde açılan gediklerle ilgilenmelerine fırsat


vermedi. Böylece bölgede az önce zikrettiğimiz gibi geniş bataklıklar mey-
dana geldi.[191]
Emevî� halifeleri bu konuyla ilgilenmişler ve özellikle devletin kuru-
cusu, Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın halifeliğinde bu bataklıkların kurutulma-
sı ve arazilerin tarıma elverişli hale getirilmesi için Abdullah b. Derrâc,
Irak’ın haraç amilliğine tayin edildi. Bu şahsın gayretleri ile bataklıklar
ıslah edilerek burada beş milyon dirhem gelir getiren arazi ve çiftlikler
tesis edildi.[192] Emevî� idarecileri, bu bataklık arazilerin ve henüz işlenme-
ye açılmamış toprakların, mamur hale getirilmelerinin çok masraflı olaca-
ğını anlamaları üzerine bu toprakları vergiden muaf tutmak suretiyle iktâ
yolu ile dağıtmaya başlayarak, buraların imarını gerçekleştirdiler. Zira
iktâ yolu ile bu arazilere sahip olanlar bu yerleri ıslah etmekle mecbur
tutuldular.[193]
İ�slâm ülkesinin önemli ve bereketli bir diğer eyaleti olan Mısır ve
Mısır’ın tarım faaliyetleri için ise Amr b. el-Â� s ve Abdülaziz b. Mervân’ın
valiliklerinde hayati önem arz eden Nil nehrinin sularının yükseliş ve aza-
lışını ölçülmesi için mikyaslar (Nilometre) oluşturuldu.[194]
Burada zikretmek istediğimiz bir diğer konu da Mekke’deki set inşa-
larıdır. Mekke, genel itibariyle çok seyrek yağan yağmurların dışında, üç
dört yıl süren kuraklığın hâkim olduğu bir iklime sahiptir.[195] Yağmurun
sebep olduğu seller yüzünden Kâbe müteaddit defalar yıkılmış, Mescid-i
Harâm sular altında kalmıştı. Suların çekilmesi sonrasında ise buralarda
büyük miktarlarda çamur kalıyordu.[196] Su baskınlarının önlenebilmesi
için birtakım tedbirler alınmaya başlandı. Hz. Ö� mer’in hilâfeti esnasında
vukû bulan Ü� mmü Nahşel adlı selin, Mekke’nin yukarı tarafından Mesci-
di basması nedeniyle buraya iki ayrı bent yaptırıldı. Abdülmelik b. Mer-
vân döneminde vukû bulan Cühaf (veya Cüraf) diye isimlendirilen sel ise
Kâbe’yi tavaf etmekte olan hacıları basarak, onların eşyalarını ve mallarını
su altında bıraktı. Bunun üzerine Mekke valisi Hâlid b. Süfyân el-Mahzûmî�
meseleyle ilgilenerek, kapıları ovaya doğru açılan evlerin ve mescidin

[191] Belâzürî�, II, 87; Phill Oxon, “Hıtatu’l-Basra”, VIII-1, 75.


[192] Belâzürî�, II, 88; Bk. Maurice Lombard, İlk Zafer Yıllarında İslâm, (trc. Nezih Uzel),
�stanbul 1983, s. 119, 120.
[193] Belâzürî�, II, 201; A. N. Poliak, “Sami Doğunun Araplaştırılması”, (trc. Bahriye Ü� çok),
AÜİFD, Ankara 1954, I-II, s. 89.
[194] Mes’ûdî�, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin b. Ali, Mürûcü’z-zeheb ve me’âdinü’l-cevher,
(thk. Kâsım eş-Şemmâ’î� er-Rufâ’î�), Beyrut 1989, I, 326, 327; Küçükaşçı, “Emevî�ler 527
Dönemi Şehir ve Yerel Yönetim Hizmetleri”, I, 120.
[195] Lammens, ‘‘Mekke”, İ�A, İ�stanbul 1978, VII, 632; Emile Dermenghem, Muhammed’in
Hayat, (trc. Reşat Nuri), İ�stanbul 1930, s. 38.
[196] Dermenghem, s. 38, 38.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

önüne duvarlar ördürdü. Ayrıca, su baskınlarına karşı sokak başlarına da


bentler inşa ettirdi.[197]
Hişâm b. Abdülmelik’in halifeliğinde 120 (738) yılında şehirde bir su
baskını oldu.[198] Fakat bu su baskınıyla ilgili ne gibi önlemlerin alındığına
dair elimizde yeterli bilgi bulunmamakla birlikte Emevî� idarecilerinin,
şehirde meydana gelen su baskınlarına karşı yüksek setler oluşturarak,
önlemler almaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Bu çalışmaların yapılması
esnasında Kâbe’nin yakınında bulunan bir kısım evler yıkılarak, evlerin
bulunduğu sokaklar ortadan kaldırılmıştır.[199]
Müslümanların kurdukları şehirlerin bir kısmı nehir kenarlarında yer
alıyordu. Zamanla nüfusları artan bu şehirler, Musul şehrinde olduğu gibi
nehirlerin karşı kıyıları istikametinde genişlemek zorunda kaldı. Böyle-
ce nehrin ikiye bölmüş olduğu şehirde ulaşımın kolaylaştırılabilmesi için
köprü yapılması zaruri hale geldi.[200] Fustat şehrinin karşısında yer alan
Ravza adasıyla ulaşım bir köprü sayesinde sağlanıyordu.[201] Vâsıt şehrini
Dicle nehrinin batı kıyısına kuran Haccâc da, nehrin doğu kıyısında ka-
lan eski şehir Keşker’le irtibatı, yaptırdığı bir köprü vasıtasıyla sağladı.[202]
Haccâc’ın Irak valiliği sırasında şişirilen tulumların birbirlerine bağlan-
ması suretiyle oluşturulan sallarla ulaşım temin ediliyordu.[203]
Bunların dışında askerî� ihtiyaçlar doğrultusunda da köprüler inşa
ediliyordu. Hz. Osman’ın halifeliğinde, Suriye valisi Muâviye b. Ebî� Süfyân,
Menbic[204] mıntıkası üzerinde, yaz seferleri için Bizans arazilerine doğru
harekete geçen orduların nehri rahat geçmelerini temin maksadıyla bir
köprü yaptırdı.[205] Yine bu maksatla 125 (743) yılında kurulmuş bir baş-
ka köprü de Adana’dan Massî�sa’ya doğru giden bir yol üzerinde bulunan
köprüdür. Velîd Köprüsü diye anılan bu köprü, Velî�d b. Yezî�d tarafından
yaptırılmıştı.[206]

[197] Belâzürî�, I, 89-91; Lammens, VII, 635.


[198] Belâzürî�, I, 91.
[199] H. Lammens, VII, 635.
[200] Yâkût, V, 259; Saî�d Devecî�, “Cisru’l-Musul”, Sumer, Bağdat, ts., XII, 111.
[201] Hüseyin el-Bâşa, Dirâsatün fî’l-hadarati’l-İslâmiyye, Kahire 1988, s. 200.
[202] Ya’kûbî�, Kitâbü’l-Büldân, 322; Behşel, s. 39; Mukaddesî�, s. 118. Phill Oxon, 79, 80;
Galib b. Abdulkafi el-Kureşî�, Evveliyyâtu’l-Fâruk fî’l-idâreti ve’l-kadâ, Beyrut 1990, I,
181; Eski zamanlarda su engellerini aşmak için başvurulan çarelerle ilgili olarak bk.
528 Cevdet Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara 1975, s. 1.
[203] Belâzürî�, II, 203.
[204] Fırat nehri üzerinde Halep şehri yakınlarında yer alan bir şehirdir. Yâkût, V, 238.
[205] Necdet Hammâş, eş-Şâm fî sadri’l-İslâm, s. 373.
[206] Belâzürî�, I, 270.
Emevîlerde İmâr Faaliyetleri ■

M. Menzil, Dâru’z-Zuyûf, Funduk

Kureyş kabilesi, yaz ve kış yolculuklarında bulunurdu.[207] Bu yolcu-


luklar, muhtemelen altı aylık bir süre zarfında oluyor ve kervanlar gide-
cekleri yerlere varana kadar pek çok mevkide dinlenmek için duruyordu.
Hz. Muhammed’in de (sas) gençliğinde ticaret maksadıyla Suriye’ye gittiği
bilinmektedir. Bu zamanlarda kervanların dinlenmeleri için yol boylarına
han gibi yapıların yapılıp yapılmadığı hakkında kesin bir bilgimiz bulun-
mamaktadır. Muhtemelen kervancılar suyu bulunan vahalarda kendi ça-
dırlarını kurmak suretiyle konaklıyorlardı.
Eskiden yapılan yolculukların sıkıntılı ve meşakkatli geçmesi nede-
niyle insanlar mağdur duruma düşebiliyorlardı. Hz. Ö� mer’in halifeliğinde
bu amaçla Dâru’r-Dakîk [un evi] diye bir ev yaptırıldı. Bu eve yolda kalmış-
lar ve halifeye gelen yolculara (misafirlere) verilmek üzere un, kavut, hur-
ma ve kuru üzüm gibi ihtiyaç duyulan yiyecek maddeleri konuluyordu.[208]
Yine Hz. Ö� mer, Mekke ve Medine arasındaki Sübül yoluna yolcuların ihti-
yaçlarını giderecek ve kendilerini bir konak yerinden diğerine götürebi-
lecek kadar malzeme yerleştiriliyordu.[209] Bunlardan başka Mekke ve Me-
dine arasında yolculuk yapanların, bu güzergâha dinlenmek için yapılar
yapmak istediklerini Hz. Ö� mer’e bildirdikleri ve halifenin de bunlara izin
verdiği nakledilmektedir.[210] Hz. Ö� mer’in konuyla ilgili bir diğer faaliyeti ise
Kûfe’de şehre gelecek misafirler için Abdülmelik b. Umeyr’in Miltat deni-
len konağını tahsis ettirmesidir.[211]
Emevî�ler dönemi ile ilgili olarak İ�bn Sa’d, Ö� mer b. Abdülaziz’in Hora-
san yolu üzerinde hanların yapılmasına dair valisine mektup yazdığını[212] ve
ayrıca fakirler ve yolcular için aşevi açtırdığını zikretmektedir.[213] Belâzürî�
ise Hişâm b. Abdülmelik’in Sûr şehrinde hanlar yaptırdığından bahsetmek-
tedir.[214] Yine aynı halife döneminde yaptırılmış olan Kasru’l-Hayri’l-Garbî ve
Kasru’l-Hayri’ş-Şarkî gibi saraylarda, yolcuların ve mallarının barındırılabi-
leceği büyük hanların bulunduğu zikredilmektedir.[215]

[207] Kureyş 106/ 2.


[208] Kettânî�, II, 209.
[209] İ�bn Sa’d, Muhammed b. Sa’d ez-Zührî�, et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1996, III-IV, 150;
Taberî�, II, 492.
[210] İ�bn Sa’d, III-IV, 492; Kettânî�, II, 210.
[211] Belâzürî�, II, 65. 529
[212] İ�bn Sa’d, V-VI, 169.
[213] İ�bn Sa’d, V-VI,188.
[214] Belâzürî�, I, 190.
[215] Oleg Grabar, s. 169,170.
Prof. Dr. Ali AKSU
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

XI. EMEVÎ� DEVLETI�NI�N YIKILIŞI


VE TEMEL Ö� ZELLI�KLERI�

A. Emevî Devletinin Yıkılışı

Emevî� Devleti, Hulefâ-yi Râşidî�n döneminden sonra (632-


661) Muâviye b. Ebî� Süfyân tarafından Suriye’nin merkezi Dı-
maşk’ta kurulmuştur. İ�slâm tarihinin ilk hanedan devleti olan
Emevî� Devleti, adını kurucusu Muâviye b. Ebî� Süfyân’ın men-
sup olduğu Benî� Ü� meyye kabilesinden almıştır. Devlet, bizzat
halkın rızası ile değil de mücadele ile kurulduğu için ister iste-
mez problemler ve muhalefet hareketleri daha kuruluşundan
itibaren başlamıştır. Diğer bir ifadeyle Emevî� Devleti sorunlu
kurulmuş ve bu sorunların yol açtığı muhalefet hareketleri ile
devam etmiştir. Bu problemlerin başında cahiliye döneminden
itibaren devam edegelen Hâşimî�-Emevî� kabilecilik çekişmesi,[1]
Muâviye’nin Hz. Ali’ye karşı çıkması ile nüksetmiş ve devleti
kuruncaya kadar devam etmiştir. Bu nedenle Hâşimoğulları ile
olan bu olumsuz ilişkiler, devletin kuruluşundan yıkılışına kadar
düşmanca devam etmiştir. Aynı şekilde kabilecilik çekişmesi bu
sefer de biraz daha genişleyerek Kuzey Arapları ile Güney Arap-
ları arasında gerçekleşmiş ve devletin yıkılışına kadar veliahtlık
mücadelesi ile birlikte devam etmiştir.

Bir başka sorun da -Emevî� Devleti’nin yıkılış nedenlerinden


bahsederken üzerinde duracağımız gibi- devletin kuruluşu son-
rasında Muâviye tarafından gerçekleştirilen saltanat sistemidir.
Bu da, bizzat hanedan içerisinde hoşnutsuzlukların ve muhale-
531
fet hareketlerinin başlamasına sebep olmuştur.

[1] Emevî�-Hâşimî� çekişmesi hakkında bk. İ�brahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî


Çekişmesi, Ankara 1997.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Bütün bu sorunlara bir de yine kabilecilik ve hanedan anlayışları çer-


çevesinde gerçekleşen Emevî�lerin mevâlî�ye ve muhaliflere karşı baskıcı
politikalarını da ilave edersek herhalde Emevî� Devleti’nin sorunsuz bir
şekilde devam etmeyeceği daha iyi anlaşılacaktır. İ�şte bütün bu politikalar
ve uygulamalar sonucu muhalefet hareketlerinin ardı arkası kesilmemiş-
tir. Başta Suriye olmak üzere ülkenin her tarafında siyasî�, mezhebî�, eko-
nomik ve sosyal nedenlerden dolayı isyanlar ve karışıklıklar yaşanmıştır.
Bütün bunlar Emevî� Devleti’ni yıpratmış, zayıflatmış ve yıkılışa doğru gö-
türmüştür.[2]

Suriye’de bütün bu olanların yanında diğer bir yıpratıcı güç ise, Ab-
bâsî�ler idi. Abbâsî�ler, iktidarı ele geçirmek için bütün şartları kendi leh-
lerine ustaca kullanmasını bilmişler, yavaş ve emin adımlarla hedeflerine
doğru yürümüşlerdir. Bunda muhtemelen amca çocukları olan Alioğulla-
rının hazırlıksız, plansız ve düzensiz muhalefetlerini çok iyi okuduklarını
söyleyebiliriz. Ayrıca ülke genelinde -yukarıda da belirttiğimiz gibi- yay-
gın olan ve isyanlara dönüşen memnuniyetsizlikten istifade eden Abbâsî�-
ler, Emevî�lere karşı ihtilal hareketi hazırlığı içerisine girdiler. Hz. Peygam-
ber’in amcası Hz. Abbâs ve oğlu Abdullah siyasî� olaylara katılmamışlardır.
Ali b. Abdullah b. Abbâs, Velî�d b. Abdülmelik tarafından baskıya maruz
kalınca Dımaşk’ı terk edip Suriye hac yolu üzerinde bulunan Humeyme’ye
taşındı. Muhammed b. Ali burada 714 yılında Emevî� Devleti’ni yıkmak
üzere planlanan hareketini başlatmıştır.

Abbâsî�lerden önce Horasan bölgesinde Şiî�ler bir oluşum içerisindey-


diler. Bu oluşumu da Muhammed b. el-Hanefiyye’nin oğlu Ebû Hâşim yö-
netiyordu. Ebû Hâşim de Humeyme’ye taşınmış ve Abbâsî�ler ile temasa
geçmiş; hatta bir rivayete göre Ebû Hâşim 98 (716-717) yılında vefat et-
meden önce imameti Muhammed b. Ali’ye bırakmıştır. Bu aynı zamanda
Alioğulları ile Abbâsî�lerin işbirliğini sağlamıştır.

Muhammed b. Ali, Humeyme’yi imamet, Kûfe’yi yer altı faaliyetleri,


Horasan’ı da eylem merkezi olarak seçmiştir.[3] Hareketin 100 (718) yılın-
da başlatıldığı belirtilirse de ilk dönemleri hakkında kesin bir şey söyle-
mek mümkün değildir. Söyleyebileceğimiz şey, davetin öncelikle Araplara,
sonra da mevâlî�ye yönelik olduğudur. Bunun dışında söyleyebileceğimiz
bir başka husus ise, hareketin zaman zaman sıkıntılı anlar yaşamasına
rağmen Suriye’de gelişen iç karışıklıklar ve çalkantıların Abbâsî� hareke-
tini engelleyemediğidir.
532
[2] Emevî� Devleti’nin yıkılış nedenleri hakkında detaylı bilgi için bk. Ali Aksu, Emevî
Devleti’nin Yıkılışı, İ�stanbul 2007, s. 246-280.
[3] Muhammed b. Ali’nin yerlerin tespiti konusunda bk. Aksu, Emevî Devleti’nin Yıkılışı,
s. 178-183.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

743 yılında Muhammed b. Ali’nin ölümü üzerine hareketin başına


babasının vasiyeti gereği oğlu İ�mam İ�brahim geçmiştir. İ�mam İ�brahim, as-
len Arap olmayan Ebû Müslim’i tavsiye üzerine yanına alıp yetiştirdikten
sonra hareketi başlatması için Horasan’a temsilcisi olarak göndermiştir.
Ebû Müslim’in Horasan’a giderek hareketin kontrolünü üstlenmesi, ihtilal
faaliyeti için dönüm noktasıdır. Ö� zellikle Horasan’ın eylem merkezi ola-
rak seçilmesinin pek çok sebepleri bulunmaktadır. Emevî�lerin başkenti
Şam’dan uzakta olması, emniyet açısından önemlidir. Ayrıca burada Alio-
ğulları sempatizanlarının çoğunlukta olması ve Arap kabileleri arasındaki
mücadeleler Horasan’ın seçilmesinde önemli etkenlerdir.

Horasan’da başlayan Abbâsî� ihtilal hareketi, Merv’in ele geçirilme-


si ve Emevî�lerin Horasan valisi Nasr b. Seyyâr’ın Nisâbur’a çekilmesi ile
bölgede hâkimiyeti ele geçirmesi anlamında önemli bir noktaya gelmiştir.
Diğer taraftan Kahtabe b. Şebib de Nasr ile mücadele etmiş ve giriştiği
mücadelede galip gelmiştir. Artık Horasan, Emevî�lerin elinden çıkmıştır.

Nasr b. Seyyâr komutasındaki Arap kabileleri Nisâbur’dan Kûmis’e


taşınmak zorunda kalmışlardır. Nasr, Halife Mervân b. Muhammed’den
yardım talebinde bulunmuştur. Bunun üzerine Mervân, Irak Valisi Yezî�d
b. Hübeyre’den Horasan’a destek için kuvvet göndermesini istemiştir.
Yezî�d’in gönderdiği kuvvetler Nasr ile birleşmeden mağlup edilmiştir.
749 yılında Horasan tamamen Abbâsî�lerin eline geçmiştir. Horasan’dan
sonra Abbâsî� ordusu Irak’a doğru yönelmiştir. Kahtabe b. Şebib, Yezî�d b.
Hübeyre ile giriştiği savaştan galip çıkmış ve İ�bn Hübeyre Vâsıt’a çekilmek
zorunda kalmıştır. Giriştiği çatışmalardan birinde hayatını kaybeden Kah-
tabe’nin yerine komutayı oğlu Hasan almıştır. Hasan b. Kahtabe, Kûfe’yi
ele geçirmeyi başarmıştır.

İ�mam İ�brahim’in Mervân b. Muhammed tarafından yakalanıp Har-


ran’da öldürülmesinden sonra hareketin liderliğini Ebû Seleme el-Hallâl
üstlenmişti. Kûfe’nin ele geçirilmesinden sonra daha önceden gizlenmiş
olan Ebû Seleme ortaya çıkarak idareyi eline almıştır. Abbâsî� ailesi de giz-
lendiği yerden ortaya çıkmış ve iktidarın Ebû Seleme eliyle Alioğullarına
devredilmesinden endişe etmişlerdir. Çünkü Ebû Seleme, Alioğulları sem-
patizanı idi; ancak olayın farkına varan Horasanlılar bir şekilde Abbâsî� ai-
lesi adına idareye talip olan Ebü’l-Abbâs’a Kûfe Cami’nde biat etmişlerdir.

Ebü’l-Abbâs, burada yaptığı konuşmasında hilafetin kendi hakları


olduğunu belirtti. Alioğulları ile birlikte hareket ediyormuş görüntüsünü 533
verdiler ve iktidarı ellerine geçirdiklerinde Alioğullarını kendilerinden
uzaklaştırdılar ve onlara sırt çevirdiler. Ebü’l-Abbâs, Şiî�lerin çoğunlukta
olduğu Kûfe’den başkenti Hammâm A’yen’e nakletti.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Abbâsî�ler, Horasan’dan sonra saldırılarını iki koldan gerçekleştir-


diler. Biri, Kahtabe ve oğlu Hasan ile güneyden Kûfe, diğeri de Ebü’l-Ab-
bâs’ın amcası Abdullah b. Ali kumandasında kuzeyden Suriye istikâmetin-
de ilerledi. Halife Mervân b. Muhammed, Suriye ve el-Cezî�re Araplarından
oluşturduğu bir ordu ile Büyük Zap kenarında Abdullah b. Ali kumanda-
sındaki Abbâsî� ordusu ile karşılaştı. Mervân’ın birlikleri arasında çıkan
anlaşmazlık sebebiyle Abdullah b. Ali savaştan galibiyetle çıktı. Mervân,
yenilgiden sonra önce Harran’a çekildi. Harran’da kalamayacağını anla-
yınca sırasıyla Dımaşk, Ü� rdün ve Ebûfutrus’a kaçtı. Abdullah b. Ali hiçbir
mukavemetle karşılaşmadan Şam’ı ele geçirdi. Ardından Mısır’a kaçan
Mervân b. Muhammed’in peşinden bir birlik gönderdi ve Yukarı Mısır’da
Bûsir adı verilen yerde ona yetişti. Aralarında çıkan çatışma sonucunda
Mervân öldürüldü (750).

Mervân’ın öldürülmesinden sonra Emevî� yönetiminden geriye sade-


ce Irak Valisi Yezî�d b. Hübeyre kaldı. İ�bn Hübeyre, Vâsıt’ta Abbâsî�lere karşı
mukavemet gösterdi; ancak sonuçta kendisinin uzun süreli karşı koyama-
yacağını anlayınca teslim oldu. Böylelikle Emevî� Devleti tamamen yıkılmış
oldu.[4] Abbâsî�ler, bundan sonra artık hayatta kalan hatta ölen Emevî� aile-
sinden intikam almaya başladı.[5]

Emevî� Devleti’nin yıkılışını -tıpkı diğer devletlerin yıkılışında olduğu


gibi- tek bir nedene bağlamak doğru değildir. Dönemi içerisinde meydana
gelen pek çok olay, Emevî� Devleti’nin yıkılışında etkili olmuştur. Bu ne-
denleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Veliahtlık Mücadelesi

Emevî�lerde iktidarı elde etme istekleri daha halife Hz. Osman döne-
minde başladı. Emevî� Devleti’nin kurucusu olan Muâviye, Hz. Osman’ın
ailesinden olmamasına rağmen, onun kanını talep amacıyla iktidar heves-
lisi olduğunu ortaya koydu. Hasan b. Ali’nin iktidardan ayrılması sonucu
Muâviye, Emevî� Devleti’nin başına geçti. Muâviye, devletin idarî� ve askerî�
alanında yakın akrabalarına pek fazla yer vermedi. Siyasî� alanda daha
çok Muğî�re b. Şu’be, Ziyâd b. Ebî�h gibi Sakî�flilerden istifade etti. Muâvi-
ye’nin amca çocukları olan diğer Ü� meyyeoğullarına siyasette aktif görev
vermemesi, onların devlet ile olan ilişkilerinin zayıflamasına neden oldu.
Ayrıca Muâviye’nin ilk defa kendi yerine oğlu Yezî�d’i veliaht olarak atamak

534 [4] Emevî�lerin yıkılışı konusunda detaylı bilgi için bk. Ali Aksu, Emevî Devleti’nin
Yıkılışı, s. 192-236.
[5] Abbâsî�lerin Emevî�lerden intikam almaları hususunda bk. Ali Aksu, “Emevilerin,
Abbâsî�ler tarafından Soykırıma Uğratılması ve Ebü’l-Abbâs’ın Bu Soykırımdaki
Rolü”, CÜİFD, Sivas 2000, sayı.4, s. 259-268.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

istemesi, Süfyânî�lerle diğer Emevî� kollarının iyi olmayan aralarının daha


da açılmasını sağladı ve veliahtlık mücadeleleri de böylece başlamış oldu.[6]

Yezî�d de vefat etmeden önce oğlu II. Muâviye’yi veliaht olarak atadı.[7]
II. Muâviye’nin iki ay sonra hilafetten çekilmesi ve hemen sonra da ölmesi
üzerine Emevî� hanedanı arasında siyasî� bir kriz patlak verdi. Bu dönemde
Emevî� ailesi üç gruba ayrılmıştı: Bir tarafta Mervân b. el-Hakem’in liderliğini
yaptığı Ebü’l-Â� soğulları; diğer tarafta Saî�d b. el-Â� s’ın liderliğini yaptığı el-Â� -
soğulları ve Muâviye b. Yezî�d’in ölümünü takiben liderliğini Hâlid b.Yezî�d’in
yaptığı Süfyânoğulları. Devletin kurucuları olan Süfyânî�ler, II. Muâviye’nin
ölümünden sonra Emevî� ailesi içerisinde en zayıf grubu oluşturuyordu.[8]

Veliahtlık meselesi, Emevî� ailesinin bölünmesine sebep olan en


önemli etkenlerden biridir.[9] Buna rağmen, Mervân b. el-Hakem’in ikti-
dara geçmesi ve kendi oğullarını yerine veliaht atamasına kadar Ü� meyye
ailesi arasında önemli bir olay çıkmadı; ancak Emevî� Devleti’nin kurucu-
ları olan Güney Araplarının -yani Yemenî�lerin- II. Muâviye’nin ölümünden
sonra, iktidarın ezeli rakipleri olan Kuzey Araplarına -yani Mudarî�lere- ve
onların desteklediği İ�bn Zübeyr’in eline geçmesini önlemek için apar to-
par gerçekleştirdikleri Câbiye Toplantısı[10] (64/684) bildirgesi, iki kabile
grubu arasında bir mücadelenin başlamasına neden oldu. Söz konusu mü-
cadele, devletin yıkılışına kadar da devam etti.

Ü� meyyeoğulları, birlik ve beraberliklerini devam ettirebilmeleri için


Câbiye’de aldıkları karar üzere önce Mervân b. el-Hakem’e, onun ölümün-
den sonra Hâlid b. Yezî�d’e, ondan sonra da Amr b. Saî�d el-Eşdâk’a biat
edileceği hususunda anlaştılar.[11] Bununla üç Emevî� ailesi uzlaştırılmak
isteniyordu; ancak Süfyânî�lerin, Mervânoğullarını saf dışı bırakmalarına
karşılık Mervân b. el-Hakem de onlara aynı şekilde davrandı. Dolayısıyla,
hilafetin kendisinden sonra tekrar Süfyânî�lere geçmesine izin vermeye-
rek ilk defa yerine iki veliaht tayin etti. Buna göre kendisinden sonra ikti-
dara geçmek üzere oğullarından önce Abdülmelik, ardından da diğer oğlu
Abdülaziz için halktan biat aldı (65/685).[12] Böylesi bir uygulama, Emevî�-
lerde bundan sonraki dönemlerde görülen tayin usullerinden oldu.

[6] Emevî�ler döneminde veliahtlık ile ilgili geniş bilgi için bk. Saim Yılmaz, Emevîlerde
Veliahtlık (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) İ�stanbul 1996.
[7] Saim Yılmaz, Emevîlerde Veliahtlık, s. 56.
[8] Muhammed Süheyl Takkûş, Târîhu’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1996, s. 184-185.
[9] Hasan İ�brahim Hasan vd, en-Nüzumü’l-İslâmiyye, byy 1970, s. 55.
[10] Mustafa Fayda, “Câbiye”, DİA, İ�stanbul 1992, VI, 538. 535
[11] en-Nuzumü’l-İslâmiyye s. 57; Fayda, “Câbiye“ DİA; VI, 538, İ�smail Yiğit “Emevî�ler“
DİA, İ�stanbul 1995, XI, 91; Abdülkerim Ö� zaydın, “Eşdak” DİA, İ�stanbul 1995, XI,
460-461.
[12] Fuad Salih Seyyid, Mu’cemü’l-Evâil fi Târîhi’l-Arab ve’l-Müslimîn, Beyrut 1985, s. 29.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Mervân’ın söz konusu iki veliaht uygulaması, önce kendisine veliaht ola-
rak biat edilen kişi veya kişilerin veliahtlıktan çıkarılmasını beraberinde
getirdi. Bu da hanedan fertleri arasında fitne ve rekabet tohumları ektiği
gibi, kin ve düşmanlıklara da sebep oldu.[13]
Emevî� ailesinden Mervân b. el-Hakem tarafından başlatılan bu veli-
ahtlık mücadelesi, daha Abdülmelik’in hilafetinin başlangıcında meyvele-
rini vermeye başladı. 69 (689) yılında Abdülmelik’in, Mus’ab b. Zübeyr
üzerine harekete geçmesini fırsat bilen Amr b. Saî�d el-Eşdâk ayaklandı. İ�s-
yana girişmesinin nedeni ise, Câbiye toplantısında alınan karar gereğince
Hâlid b. Yezî�d’den sonra kendisinin hilafete geçmek üzere veliaht olarak
seçilmesine rağmen, Mervân b. el-Hakem’in onun bu hakkını gaspetme-
siydi. Fakat isyan girişimi, başarısızlıkla sonuçlandı. Amr’ın ayaklandı-
ğı haberini alan Abdülmelik’in seferden Şam’a dönüp Amr’ı öldürtmesi,
Emevî� ailesi arasındaki muhalefeti düşmanlığa dönüştürdü.[14] Amr’ın
öldürülmesi, aynı zamanda Emevî�lerin diğer kolunun temsilcisi olan ve
yine toplantıda alınan karar gereği Mervân’dan sonra iktidara geçmesi
gereken Hâlid b. Yezî�d’in halifelik için besleyebileceği hayalleri ortadan
kaldırdı; ancak bu durum, Süfyânî�lerin ileride Emevî� ailesinde meydana
gelecek olan bir takım çekişmelerde devletin yanında yer almamalarına
sebep oldu. İ�ntikam hislerini içlerinde saklayan ve hakları gaspedilen bu
iki ailenin devlet karşıtı güçlerin yanında yer almalarına ya da onların is-
yanlarına destek vermelerine neden oldu.[15] Mervân’ın ilk kez başlattığı
iki veliaht tayini, hanedan arasında fitne ve isyanların doğmasına, dolayı-
sıyla Emevî� Devleti’nin zayıflamasına neden oldu.
Abdülmelik de babası Mervân’ın yolundan giderek kardeşi Abdüla-
ziz’i veliahtlıktan azledip yerine oğulları Velî�d ve Süleyman’ı atadı. Ne var
ki, Abdülaziz, daha kardeşi Abdülmelik hayattayken vefat etti. Onun ölü-
mü, Abdülmelik’in işini kolaylaştırdığı gibi muhtemelen aralarında çıka-
cak olan kargaşayı da önlemiş oldu.[16]
Abdülmelik’ten sonra iktidara geçen oğlu Velî�d, kendisinden sonra ye-
rine geçmesi için Süleyman’ı azledip oğlu Abdülaziz b. Velî�d’i veliaht atamak
istediyse de, oğlunun önce ölmesi buna fırsat vermedi.[17] Süleyman b. Ab-
dülmelik de aynı şekilde kendi oğullarını veliaht tayin etmek istedi. Oğulla-
rından veliaht olarak önce Eyyûb’u atadı. Eyyûb’un ölümü üzerine bu sefer
diğer oğlu Davud’u atamayı denedi; ancak Davud, o esnada halife tarafından

[13] M. Ali Kapar, İ�slâm’ın İ�lk Dönemlerinde Bey’at ve Seçim Sistemleri, İ�stanbul 1998, s. 67.
536 [14] Muhammed Süheyl Takkûş, s. 65.
[15] Muhammed Süheyl Takkûş, s. 186-187.
[16] Taberî�, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk (thk. Muhammed Ebü’l-Fazl), Kahire 1993, VI,
416-417; Muhammed Süheyl Takkûş, s. 102; İ�brahim Hasan, II, 289.
[17] Hüseyin Atvân, eş-Şûra fi’l-Asri’l-Ümevî, Beyrut 1990, s. 114.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

İ�stanbul muhasarası için gönderilen ordunun içindeydi. Diğer taraftan hali-


fenin hastalığı da giderek artıyordu. İ�şte böylesi bir ortamda halife üzerinde
etkili olan âlim Recâ b. Hayve’nin teşvikiyle önce Ö� mer b. Abdülaziz’i, ardın-
dan yerine iktidara geçmek üzere kardeşi Yezî�d b. Abdülmelik’i veliaht ola-
rak atadı.[18] Emevî� halifeleri içerisinde bu tür siyasete bulaşmayan tek ha-
life, Ö� mer b. Abdülaziz’dir.[19] Süleyman’ın Ö� mer’i yerine veliaht atamasına,
özellikle hilafete geçmeyi bekleyen Hişâm b. Abdülmelik ve Abbâs b. Velî�d
gibileri karşı çıktılar. Ö� mer b. Abdülaziz, yerine hiçbir kimseyi veliaht olarak
atamadı. Selefi Süleyman’ın ikinci veliaht olarak atadığı Yezî�d b. Abdülmelik
iktidara geçti. Yezî�d b. Abdülmelik de kendisinden sonra oğlu Velî�d’i veliaht
atamak istedi. Fakat yaşının küçük olması nedeniyle yerine kardeşi Hişâm’ı,
ondan sonra da oğlu Velî�d’i veliaht tayin etti.[20] Hişâm hilafete geldiğinde
Velî�d b. Yezî�d’i veliahtlıktan azledip yerine oğlu Mesleme’yi atamak için
Velî�d ile mücadele etti.[21] Bu düşüncesini Ü� meyyeoğulları ileri gelenlerine
açtı. Bazılarının desteğini aldı; ancak Mesleme b. Hişâm’ın babasından önce
ölmesi, Velî�d’e Hişâm’dan sonra hilafete geçme fırsatını verdi.[22] Sonuçta,
Mesleme b. Abdülmelik gibi Emevî� ileri gelenlerinin desteğiyle Hişâm ta-
rafından azledilmekten kurtulan Velî�d, Emevî� tahtına geçti. Velî�d’in ikti-
dara gelmesiyle, Emevî� ailesi arasındaki çekişmeler doruk noktaya ulaştı.
Velî�d de iktidarda iken kendinden sonra iki oğlunu sırasıyla önce el-Hakem
b. Velî�d’i, ardından Osman b. Velî�d’i veliaht olarak atadı;[23] ancak Velî�d’in
Yezî�d b. Velî�d liderliğindeki Emevî� ailesi tarafından öldürülmesiyle iki oğlu
da hapsedildi. Yezî�d b. Velî�d döneminde alenen devlete karşı isyanlar başla-
dı. Devletin güçlü olduğu dönemlerde isteklerini gerçekleştiremeyenler bu
dönemde gerçekleştirdi.[24] Yezî�d, kendinden sonra kardeşi İ�brahim’i veli-
aht atadı. Fakat ilk kez iktidarı ihtilalle elde etme kapısını aralayan Yezî�d b.
Velî�d’in bu uygulamasını hayata geçiren Mervân b. Muhammed iktidarı ele
geçirdi. İ�ktidarı tamamen isyanlarla geçen Mervân b. Muhammed de kendi
yerine oğulları Abdullah ile Abdülmelik’i veliaht olarak atadıysa da devletin
yıkılması buna fırsat tanımadı.[25]
Emevî� ailesindeki bu taht kavgaları sadece halifelerle veya hane-
dan ile sınırlı kalmadı. Başta valiler olmak üzere komutanlar ve diğer

[18] İ�bn Kuteybe, el-İ�mâme ve’s-Siyâse (thk. Tâhâ Muhammed ez-Zeynî), byy ts., II, 92-93;
Atvân, eş-Şûra, s. 114; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Komisyon, İ�stanbul
1989, II, 400.
[19] Muâviye b. Yezî�d’i de -çok kısa bir süre de olsa iktidarda kalmasına karşılık- söyle-
yebiliriz. II. Muâviye’nin sistemi eleştirerek iktidardan çekildiği belirtilmektedir.
[20] İ�bnü’l-Esî�r, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut 1965, 177-178; Atvân, eş-Şûra, s. 114.
[21] Taberî�, VII, 209-211; Atvân, eş-Şûra, 115; Muhammed Süheyl Takkûş, s. 164. 537
[22] Abdülmünim Mâcid, et-Târîhu’s-Siyâsî li’d-Devleti’l-Arabiyye, Kahire 1976, III, 309.
[23] Taberî�, VII, 231-232; Atvân, eş-Şûra, s. 116; Muhammed Süheyl Takkûş, s. 166.
[24] Muhammed Süheyl Takkûş, s. 189.
[25] Atvân, eş-Şûra, s. 116.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

görevliler de bu çekişmelerden nasiplerini aldılar. Ö� zellikle iki veliaht


atama usulünde ikinci veliaht, iktidara geldiğinde kendisini veliahtlık-
tan uzaklaştırmak isteyen selefine yardım ve destek sağlayanları ce-
zalandırıyordu. Bu anlamda ilk ciddi gelişme Süleyman b. Abdülmelik
döneminde meydana geldi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Velî�d b. Abdül-
melik iktidara gelince kendisinden sonra iktidara geçmesi kararlaştırı-
lan Süleyman’ın yerine kendi oğlu Abdülaziz’i atamak istemişti. Bunun
için Velî�d, bölge valilerine haber göndererek kendisine destek vermele-
rini istedi. Irak valisi Haccâc b. Yusuf, Horasan valisi Kuteybe b. Müslim
ve Sind valisi Muhammed b. Kasım ona destek verdiler. Süleyman ikti-
dara geçtiğinde Velî�d’e destek verenlerden intikamını aldı. Her ne kadar
Haccâc, daha Halife Velî�d hayatta iken ölmüşse de, ailesi ve yakınları in-
tikamdan kurtulamadılar.[26]
Kısacası, Emevî� Devleti’nin yıkılış nedenlerinin en önemlilerinden
biri, sistemin temelini oluşturan veliahtlık ve özellikle iki veliaht atama
siyasetidir. Bu da, Emevî� Devleti’nin yıkılışına kadar süren Emevî� ailesi
arasındaki iç çekişmeyi beraberinde getirmiştir.

2. Kabile Asabiyeti Çekişmeleri


Cahiliye Araplarında kabilenin fertleri tam anlamıyla birbirlerine
kefil idiler. Kardeşleri ister zalim, ister mazlum olsun ona yardım eder-
di. Aralarından biri suç işlerse bütün kabile o suçu üzerine alırdı. O dö-
nemdeki Arapların vatandaşlığı milliyet vatandaşlığı değil adeta, kabile
vatandaşlığıydı.[27] Araplardaki bu durum, korunma ve korumak için bir
kabileye bağlanma şuuru, asabiyet olarak anılırdı. Bu da, o dönemdeki
toplumun kabile asabiyetinde ne derece ileri seviyede olduğunu göster-
mektedir. Bütün insanları adalet ve eşitliğe çağıran İ�slâm gelir gelmez
Arapların asabiyet duygularındaki aşırılıklarını büyük ölçüde giderdi. İ�s-
lâm, ırkı ne olursa olsun bütün Müslümanları birleştirmeyi, özellikle yay-
gın olan kabile asabiyetini ortadan kaldırmayı planladı.[28] Hz. Peygamber
de sözleriyle ve eylemleriyle bunu uygulamaya çalıştı; Arap olmayanlar-
dan müslümanlıklarında gerçekten samimi gördüklerini kendisinin yakın
dostları yaparak en üst mertebeye yükseltti. Habeşli Bilal ve İ�ranlı Selman
buna en güzel örnektir.[29]

[26] Taberî�, VI, 507-508.


[27] Mustafa Çağrıcı, “Asabiyet”, DİA, İ�stanbul 1991, III, 454; Sarıçam, “Hz. Muhammed’in
Peygamber Olarak Gönderildiği Ortam”, Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz.
538 Muhammed Ö� zel Sayısı, Ankara 2000, özel sayı, s. 12-13.
[28] Hucurât 49/23.
[29] Hz. Peygamber’in görev verdiği Mevâlî� hakkında geniş bilgi için bk. M. S. Hatipoğlu,
“İ�slâm’da İ�lk Siyâsî� Kavmiyetçilik Hilafetin Kureyşliliği”, AÜİFD, sy. XXIII, Ankara
1978, s. 146-149.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

Hz. Peygamber vefat ettiğinde geride -hiç şüphesiz- kardeşlik ve


eşitliğe dayalı bir sistem bırakmıştı. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ö� mer bu siste-
mi sürdürmeye titizlikle riayet ettiler. Ancak Hz. Osman, önemli birçok iş
ve memuriyetin idaresini Emevî� soyundan gelen yakınlarına bırakarak
asabiyetin tekrar ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu asabiyet, Hâşimî�-
lerle Emevî�ler arasındaki bir kabile asabiyeti idi. Söz konusu asabiyet,
sonuçta halifenin öldürülmesine neden oldu. Hz. Osman’dan sonra hi-
lafete geçen Hz. Ali de, Hz. Osman’ın uygulamasına benzer bir uygula-
ma ile karşılık verdi. Ancak Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde halifelerin Hz.
Peygamber dönemine yakın oluşu ve İ� slâm’ın hâlâ canlılığını korumuş
olması, asabiyet şuurunun Arapların gönüllerinde sıkışıp kalmasına ne-
den oldu. Yani İ� slâmî� şuur, bir anlamda asabiyet şuuruna engel oldu.
Hz. Osman döneminde başlayan Emevî�-Hâşimî� çekişmesini fırsat
bilen Muâviye’nin hilafeti zorla alması ve onu babadan oğula geçen bir
saltanat haline getirmesi ise, İ�bn Zübeyr’i destekleyen Kuzey Araplar ile
Emevî�leri destekleyen Güney Arapları arasında rekabetin ve düşmanlığın
oluşmasına neden oldu.[30]
II. Muâviye’nin ölümünden sonra Hassân b. Bahdal el-Kelbî� komuta-
sındaki Yemenî�ler, iktidarda güç sahibi oldu. Yemenî�ler Câbiye toplantı-
sında Mervân b. el-Hakem’i iktidara getirmişlerdi. Mervân’ın devletin ba-
şına geçmesiyle, Emevî�leri destekleyen Yemenî�lerle Abdullah b. Zübeyr’i
destekleyen Dahhâk b. Kays liderliğindeki Kaysî�ler, ilk defa Merc-i Râhıt
Savaşı’nda karşı karşıya geldi. Kaysî�lerin yenilmesi ve çoğunun ölümüyle
sonuçlanan savaş, kabile asabiyetini daha da körükledi.[31] 67 (686) yılın-
da meydana gelen Hazî�r Savaşı, Yemenî�ler karşısında mağlup olan Kaysî�-
lerin intikam savaşıydı. Şam ordusunda bulunan ve bir Kaysî� olan Umeyr
b. el-Habbâb es-Sülemî�’nin sancağını kaldırarak “Merc’in İ�ntikamı” diye-
rek bağırması bunu teyit etmektedir. Sonuçta savaş, İ�brahim el-Eşter’in
kuvvetlerinin galibiyeti ve İ�bn Ziyâd’ın ölümüyle sonuçlandı.[32]
Halife Abdülmelik de tıpkı Muâviye gibi, kabileler arasındaki dengeyi
sağlamaya çalıştı. Ö� rneğin Irak valiliğinde Haccâc’ı tutarken, Horasan va-
liliğine Yemenî� olan Mühelleb b. Ebî� Sufre’yi getirdi.[33] Ancak onun yerine
hilafete geçen Velî�d, her ne kadar iki grup arasındaki dengeyi korumaya
çalışmışsa da,[34] onun dönemi yine de Kaysî�lerin ilk defa güçlendikleri bir

[30] H. D. Yıldız, “Abbâsî�ler“, DİA, İ�stanbul 1988, I, 31.


[31] Taberî�, V, 535-538.
[32] Muhammed Hudarî�, ed-Devletü’l-Ümeviyye (thk. Muhammed el-Osmanî�), Beyrut 539
1986, s. 574; Muhammed Süheyl Takkûş, s. 192; Doğuştan Günümüze, II, 561.
[33] Taberî�, VI, 320.
[34] H. Kennedy, The Prophet and The of The Caliphates, The İslâmic Near East from the
Sixth to the Eleventh Century, New York 1986, s. 103.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

dönemdir. Ö� zellikle Abdülmelik döneminde siyasî� hayatı yükselen Irak


valisi Haccâc, Sind valisi Muhammed b. Kasım ile Mâverâünnehir fatihi
Kuteybe b. Müslim birer Kaysî� idiler ve onların sayesinde güçlü oldular.[35]
Genellikle sonra gelen halife, iktidar hırsı uğruna kendisinden ön-
ceki halifenin bağlı olduğu ya da desteğini aldığı kabilenin muhaliflerini
tutuyordu. Velî�d’in Kaysî�lerin yanında yer almasına karşılık, yerine geçen
kardeşi Süleyman, Kelbî�leri destekledi.[36] Süleyman’ın bu tutumu vali ve
komutanları da olumsuz etkiledi. Bu da suçları sadece Haccâc’ın valileri
ve Kaysî� olmak olan meşhur komutan ve valilerin cezalandırılmasını be-
raberinde getirdi.

Emevî� Devleti’nin güç ile zayıflama döneminin ortasında bir fetret


devri halifesi olan Ö� mer b. Abdülaziz, hiçbir kabile asabiyetine dayanma-
dı. Aksine, kabile asabiyetini mümkün mertebe yıkmaya çalıştı. İ�ki kabile-
den de göreve yeterli ehliyet sahibi kimseleri atamaya gayret etti;[37] fakat
Ö� mer b. Abdülaziz’in halifelik dönemi kısa sürdü. Onun ardından iktidara
geçen Yezî�d b. Abdülmelik, Kaysî�lerin yanında yer aldı; çünkü onun anne-
si Haccâc’ın yeğeniydi. Emevî� idaresini kötü bir şekilde etkileyen ve dev-
letin yıkılmasında büyük rol oynayan fitne hareketi Yezî�d b. Abdülmelik
döneminde gerçekleşti. Süleyman’ın taraf tutucu siyasetine bir aksülamel
olarak Yezî�d b. Abdülmelik, Mühelleboğullarından ve diğer Yemenî�lerden
intikam almayı, iktidara geldiğinde yapması gereken ilk görev olarak gör-
dü.[38] İ�şin ilginç tarafı Süleyman da Yezî�d b. Mühelleb’i Haccâc’a karşı Irak
valiliğine getirmişti. Yezî�d b. Abdülmelik döneminde ayaklanarak Basra’yı
ele geçiren Yemenî�lerin lideri İ�bn Mühelleb’in Mesleme b. Abdülmelik
tarafından öldürülmesinden sonra, Yemenî�lerin düşmanlığını kazanmış
olan Halife Yezî�d b. Abdülmelik, kendisini tamamen Kaysî�lere teslim etti.[39]

Yezî�d b. Abdülmelik’ten sonra hilafete geçen kardeşi Hişâm, Kaysî�-


lerin idareyi ele geçirmelerinden ve devlet içindeki nüfuzlarının artma-
sından korktu. Dolayısıyla, bunlardan kurtulmak ve Yemenî�lerle Kaysî�ler
arasındaki dengeyi kurmak amacıyla önce Yemenî�lerin tarafını tuttu; fa-
kat Hişâm’ın denge politikası,[40] beraberinde dengesizliği getirdi. Hişâm,
Kaysî� olan Ö� mer b. Hübeyre’yi Irak valiliği görevinden alıp yerine Yemenî�-
lerin lideri olan Hâlid b. Abdullah el-Kasrî�’yi getirdi.[41] Hâlid, Irak’tan son-
ra ikinci önemli yerleşim merkezi olan Horasan’a kardeşi Esed’i getirdi. O

[35] İ�bâdî�, s. 12; Atvân, Velîd, s. 294; Hitti, I, 432.


[36] Atvân, Sîretü’l- Velîd b. Yezîd, Kahire 1980, s. 294.
540 [37] Taberî�, VI, 554; H.İ�brahim Hasan, I, 427; Atvân, Velîd, s. 294-295.
[38] Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sükûtu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 213.
[39] H. Kennedy, s. 107-108.
[40] Taberî�, VII, 47.
[41] Taberî�, VII, 26 vd.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

da burada Kaysî�lere baskı yaptı. İ�ki kardeş valinin aşırı Yemenî� taassubu
içinde olmaları durumu tehlikeye sokunca Hişâm, hemen taraf değiştire-
rek bu sefer Kaysî�lerin tarafını tuttu.[42] Bu da, halifelerin kabile asabiye-
tindeki gerçek sâikin kendi siyasî� çıkarları olduğunu göstermektedir.

Hişâm, Hâlid b. Abdullah’ı görevinden aldı. Yerine bir Kaysî� olan ve


Hâlid’in selefinin oğlu olan Yusuf b. Ö� mer’i Irak valiliğine getirdi. Aynı po-
litikayı Kaysî� olan Nasr b. Seyyâr’ı Horasan’a vali atayarak sürdürdü. Yezî�d
ve Hişâm’ın ikinci yarı dönemlerinde ezilen Yemenî�ler, Hişâm’dan sonra
hilafete geçen Velî�d b. Yezî�d döneminde de ezilmeye devam ettiler.[43] Ö� zel-
likle Yusuf b. Ö� mer’in Yemenî�lerin lideri olan Hâlid b. Abdullah’ı öldürme-
si, Emevî� Devleti’nin yıkılışını çabuklaştıran en önemli nedenlerden biri-
dir. Çünkü Yemenî�lerin Yezî�d b. Abdülmelik döneminde öldürülen Yezî�d
b. Mühelleb’ten sonra ikinci kez liderleri öldürülüyordu. Bu durum artık
Yemenî�leri, kurmuş oldukları Emevî� Devleti’nden kurtulmak için bütün
yolları denemelerine ve devlet aleyhine gerçekleşen bütün isyanlara ka-
tılmalarına neden oldu. Halife Velî�d b. Yezî�d’e karşı tutumlarını sertleştir-
diler. Yemenî�ler Yezî�d b. Velî�d liderliğinde harekete geçerek Halife Velî�d’i
iktidardayken öldürdüler.[44] Velî�d’in öldürülmesi, gerçekten de Emevî�
Devleti’nin yıkılışının bir belirtisiydi. Çünkü halifenin öldürülmesiyle asa-
biyet mücadelesi, Ü� meyye ailesinin tamamen parçalanmasına, bu da dev-
letin yıkılmasına sebep oldu.[45]

İ�htilalle iktidara getirilen Yezî�d b. Velî�d, ister istemez kendisini iktidara


getiren Yemenî�lerin tarafını tuttu.[46] Böyle olunca, valilerini de Yemenî�ler-
den atamak zorunda kaldı. Yezî�d b. Velî�d’den sonra iktidara geçen kardeşi
İ�brahim de, Yemenî�lerin tarafını tuttu; ancak iktidarda çok kısa bir süre ka-
lan İ�brahim, Velî�d’in intikamını almak için el-Cezî�re’den hareket eden Mer-
vân b. Muhammed karşısında tutunamayarak iktidarı Mervân’a bırakmak
zorunda kaldı. Burada, Yezî�d ile İ�brahim’in babaları Velî�d b. Abdülmelik’in
daha çok Kaysî�lerin tarafını tutmasına rağmen, Yemenî�lerin tarafını tut-
maları ilginçtir. Bu da, Emevî� halifelerinin çoğunun kabile asabiyetindeki
amaçlarının siyasî� çıkarlarını gözetmeleri olduğunu ortaya koymaktadır.[47]

Yıllardır valilik yaptığı el-Cezî�re bölgesinin çoğunluğunun Kaysî�ler-


den oluşması ve bir takım siyasî� gelişmeler Mervân’ın Kaysî�lerin yanında

[42] Taberî�, VII, 47; İ�bâdî�, Ahmet Muhtar, Fi’t-târîhi’l-Abbâsî ve’l-Fâtımî, Beyrut, ts., s. 12.
[43] Muhammed Süheyl Takkûş, s. 194.
[44] Hodgson, I, 225; en-Neccâr, Muhammed Tayyib, Târîhu’l-âlemi’l-İslâmî: ed-Devle- 541
tü’l-Ümeviyye fi’ş-şark, Riyad 1985, s. 202-203.
[45] Wellhausen, Arap Devleti, s. 176; H. D. Yıldız, “Abbâsî�ler”, DİA, İ�stanbul 1988, I, 32.
[46] Atvân, Velîd, s. 312.
[47] Wellhausen, Arap Devleti, s. 215.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

yer almasını zorunlu hale getirdi;[48] çünkü Mervân, Yemenî�lerden maktul


Halife Velî�d’in intikamını almak amacıyla harekete geçmişti. Velî�d’in öldü-
rülmesiyle doruk noktasına çıkan asabiyet mücadelesi, Mervân dönemin-
de son raddeye ulaştı.[49] Filistin ve Hıms bölgesi, Yemenî�lerin lideri Sâbit
b. Nuaym liderliğinde; Tedmürlüler, Esbağ b. Züâle el-Kelbî� komutasında
isyan ettiler. Diğer taraftan Süleyman b. Hişâm liderliğinde Yemenî�ler, tek-
rar Mervân’a karşı ayaklandılar. İ�ktidara geçtikten sonra (127/744) uzun
bir süre Mervân’ı ve devleti zor durumda bırakan Emevî� ailesi iç çekişme-
si ve asabiyet mücadelesi, sonuçta Haccâc dönemindeki Hâricî� mücadele-
lerinden sonra en şiddetli Hâricî� isyanlarının ve devleti ortadan kaldıran
Abbâsî� ihtilalinin vücud bulmasına ve devletin yıkılmasına yol açtı. Aynı
şekilde asabiyet mücadelesi, Mervân’ın ilk defa başkenti Şam’dan, Kaysî�-
lerin merkezi olan Harran’a taşımasının sebebi oldu.[50]

Asabiyet mücadelesi, her iki kabilenin gözlerini öylesine köreltmişti


ki, Ebû Müslim tehlikesine karşı dahi tam bir ittifak sağlayamayacak dere-
ceye ulaşmıştı. Gözlerini ancak Abbâsî�lerin planlı ve hummalı çalışmaları
sonucu devletlerinin yıkılmasıyla açtılar. Fakat o zaman da iş işten çok-
tan geçmişti.[51] Kabile asabiyeti, Kuzey Afrika’da da Şam’dan ve Horasan
bölgesinden geri kalmayacak derecedeydi. Ö� zellikle, Berberî� isyanlarının
halledilmesinin ardından Şam’dan gelen Araplar (Belediyyûn) arasında
kabile asabiyeti olanca hızıyla devam etti. Ö� yle ki, Emevî� Devleti’nin yı-
kılışından ibret almayan Endülüs Emevî� Devleti’nin yıkılış nedenlerinin
başında da yine kabile asabiyeti gelmekteydi.[52] Bu iki siyasî� parti (Ye-
menî�-Kaysî�) arasında yıllardır süren kanlı mücadeleler, İ�slâm ordusunun
Fransa içlerine doğru ilerlemesini durdurdu. Bu mücadelenin XVIII. yüz-
yılda dahi Filistin ve Lübnan’da hala canlılığını koruduğu anlaşılmaktadır.[53]
Eğer gerçekten Araplar, Horasan’da kabilecilik asabiyetini bırakarak ara-
larında birleşmiş ve idare ile işbirliğine gitmiş olsalardı, Emevî� Devleti’nin
kaderi belki de bu şekilde olmayacaktı.[54]

Kısacası Emevî� Devleti’nin yıkılış nedenlerinden önemli ikinci neden,


üzeri küllenmiş olan kabilecilik ruhunun yeniden ortaya çıkması ve bu-
nun da beraberinde yine Emevî� ailesi arasında iç çekişmeyi getirmesidir.

[48] Hitti, I, 437-438; Hodgson, I, 225.


[49] Abdülmünim Mâcid, et-Târîhu’s-siyâsî, III, 315.
[50] H. Kennedy, s. 111.
[51] Abdüşşâfi, Muhammed Abdüllatif, el-Âlemü’l-İslâmî fi’l-asri’l-Ümevi, Kahire 1984, s.
524-525.
542 [52] M. Ö� zdemir, “Endülüs’ün Yıkılış Süreci Ü� zerine Mülahazalar”, AÜİFD, Ankara 1997,
XXXVI, 236-240. Endülüs ve Kuzey Afrika’daki Yemenî�-Kaysî� çekişmesi için bk.
Abdülmünim Mâcid, et-Târîhu’s-siyâsî, III, 321-322.
[53] Hitti, I, 433.
[54] Wellhausen, Arap Devleti, s. 238.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

3. Arapçılık Taassubu ve Emevî Devleti’nin Mevâlî Politikası

Emevî� Devleti’nin kuruluşu, kabilecilik üzerine tesis edildi. Bu yüz-


den iktidara geçen hemen hemen bütün halifeler muhalefet cephesiyle
sürekli mücadelelerle uğraşmak zorunda kaldılar. Ö� yle ki bu kabilecilik
sadece Arap-Mevâlî� arasında değil, bizzat Araplar arasında da meydana
geldi;[55] yani kendi aralarında asabiyet mücadelesi veren Araplar, Arap
olmayanlar karşısında kendilerinin üstün millet olduklarını belirterek
ırkçılık yapıyorlardı. Mevâlî�, İ� slâm öğretilerinde bulamadıkları bu ay-
rımcılıkla Emevî� Devleti’nde karşılaştıklarında, onlardan da ilk dönem-
de olduğu gibi Araplarla aynı statüye tabi tutulmalarını beklediler, ancak
bunu bulamadılar.[56]

Emevî� tarihinin sonuna kadar siyasî�, askerî� ve idarî� otoriteyi ellerin-


de tutanlar hep Araplar oldular. İ�slâm, Arap-Mevâlî� gibi bir ayrımı kabul
etmezken, Emevî�ler döneminde mevâlî�nin bazı haklardan Araplar kadar
faydalanamadığı görülmektedir. İ�ster istemez bu da, mevâlî�nin devlet
aleyhine girişilen isyanlara katılmalarını sağladı.[57]

Kısacası, Muâviye’nin devleti kurmasıyla birlikte Arapçılık kendini


toplumda hissettirdi. Bu durum, ilerleyen yıllarda çok daha belirgin bir
şekilde milliyetçilik haline dönüştü. Bu da, müslüman olup Arap olma-
yan (mevâlî�) halka karşı farklı ve zorbacı bir tutum sergilemelerine ne-
den oldu. Dolayısıyla, mevâlî� dediğimiz bu kesim, devlet aleyhtarı her
harekete katıldı. Devletin yıkılışında da anahtar rolü Arap olmayan un-
surlar oynadı.

4. Siyasî İhtilaflar ve İsyanlar

Emevî�lerin şaibeli bir şekilde iktidara gelmelerinden sonra hilafet


konusu başta olmak üzere dört muhalefet partisi oluştu: Bunlar, ana mu-
halefet partisini oluşturan Şî�a; iktidar mücadelesi sonucu bölünen Ü� mey-
yeoğulları; Tahkim Olayı’ndan sonra ortaya çıkan Hâricî�ler ve Emevî� Dev-
leti’ni yıkan Abbâsî�lerdi.[58]

Şiî�ler, hilafetin nas yoluyla Ali b. Ebî� Tâlib’in hakkı olduğunu ile-
ri sürerek Emevî�leri hiçbir zaman meşrû olarak kabul etmediler. Do-
layısıyla her konuda Emevî�lere karşı oluşan muhalefet hareketlerini

[55] Andre Mıquel, İ�slâm ve Medeniyeti (trc. Ahmet Fidan vd.), Ankara 1991, I, 107-110.
[56] Vaglieri, “Raşid Halifeler ve Emevî� Halifeleri”, İ�slâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti” 543
(trc. �lhan Kutluer), �stanbul 1989, I, 102.
[57] H. İ�brahim, II, 250; Ü� seyme el-Azm, el-Müctema’ fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1996, s. 37-
42.1980, s. 48-49.
[58] Muhammed Süheyl Takkûş, s. 200.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

desteklediler. Bunlar, Emevî� tarihi boyunca Hüseyin b. Ali’ye, Zeyd b.


Ali’ye, oğlu Yahya b. Zeyd’e ve en son olarak İ� mam İ� brahim’e yapılan
muameleyi asla affetmediler. Tam aksine, eylemlerini her zamankinden
daha faal bir duruma getirdiler. Emevî� Devleti’ne karşı kuruluşundan yı-
kılışına kadar isyan ettiler. Gerçekleştirdikleri isyanlarla devletin zayıf-
lamasına neden oldular.[59]

Ü� meyyeoğulları taraftarına gelince, bunlar arasında önce Süfyânî�ler-


le Mervânî� kolları arasında iktidar mücadelesi yaşandı. Mervânî�lerin ikti-
dara gelmesiyle bu sefer de kardeşler veya amca çocukları arasında taht
kavgaları başladı. Bu da Emevî� Devleti’nin yıkılışına neden oldu.

Emevî�lere karşı başkaldıran gruplardan biri de Hâricî�lerdir. Hâricî�ler,


hilafetin veraset yolu ile olamayacağı görüşünü benimseyerek Emevî�lere;
herhangi bir aileye münhasır olamayacağını belirterek de[60] Şî�a’ya karşı
muhalefet ettiler. Emevî�ler döneminde bütün gruplar arasında en fazla
isyana girişen -özellikle de Emevî� Devleti’nin son dönemlerindeki isyan-
larıyla devletin yıkılışında etkili olanlar- Hâricî�ler idi.[61] Onlar, Emevî� Dev-
leti’ni yıllarca çıkardıkları isyanlarla uğraştırdılar. Devletin son dönemle-
rinde peş peşe çıkardıkları, üstelik halk tarafından da önemli destek bulan
Dahhâk b. Kays, Abdullah b. Yahya ve Kuzey Afrika isyanlarıyla Emevî�leri
zor duruma sokarak muhalifleri olan Abbâsî�lerin işini kolaylaştırdılar. Ab-
bâsî�ler, Horasan’da isyan bayrağını açtıklarında Mervân, Hâricî� isyanlarıy-
la uğraşıyordu.[62]

Şî�a’nın başarısızlıkla gerçekleştirdiği isyan hareketlerinden Abbâsî�-


ler kendilerine ders çıkardılar. Dolayısıyla devleti yıkmak için planlı ve
örgütlü ihtilal hareketini başlattılar. Emevî� Devleti’nin bulunduğu karı-
şıklıktan da istifade eden Abbâsî�ler, yaklaşık otuz yıl sonra 129’da (748-
749) Emevî�lerle giriştikleri mücadeleyi 132 (749-750) yılında devletle-
rini kurarak noktaladılar. Kısacası, özellikle hilafet konusunda başlayan,
daha sonra farklı etkenlerin de girmesiyle bu grupların bitmek tükenmek
bilmeyen isyanları, başta Emevî� Devleti’nin zayıflamasına, sonuçta da yı-
kılmasına neden oldu.

[59] Hitti, I, 434; Ahmed Emin, Yevmü’l-İslâm, Beyrut, ts., s. 72-73; İ�smail Yiğit,
“Emevî�ler“ DİA, İ�stanbul 1995, XI, 95; M. Watt, “Emevî�ler Devrinde Şiilik” (trc. İ�sa
Doğan), OMÜİFD, Samsun 1998, sy. 10, s. 35-48.
[60] Naşi el-Ekber, Mesâilü’l-İmâme ve muktetafât mine’l-Kitabi’l-Evsât fi’l-makâlât (thk.
544 Josef Von Ess), Beyrut 1971, s. 68-69; Ahmet Akbulut, “Hâricî�liğin Siyâsî� Görüşleri”,
AÜİFD, Ankara 1989, XXXI, 342.
[61] Emevî�ler döneminde Hâricî� isyanları hakkında geniş bilgi için bk. Demircan,
Hâricîlerin Siyasi Faaliyetleri, İ�stanbul 1996.
[62] Demircan, Hâricîler, s. 253.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

5. Bazı Halifelerin Sorumsuz Yaşantıları

Emevî� Devleti’nin yıkılış nedenleri arasında, bazı halifelerin sorum-


suz yaşantıları gelmektedir. Daha devletin kuruluşunda Muâviye, oğlu
Yezî�d’e biat almak istediğinde çoğunluğu sahâbelerin oluşturduğu Hicâz
halkı, yaşantısından dolayı onun halifeliğine itiraz etmiş; hatta Abdullah
b. Hanzale liderliğinde ayaklanmışlardı. Çünkü Yezî�d’in oyun, eğlence ve
zevkine düşkün bir hayatı vardı.[63] Onun döneminde mûsiki, şiir ve eğlen-
ce bölgede oldukça yaygınlaştı.[64] Yezî�d b. Abdülmelik de ondan farksızdı.
Yezî�d b. Abdülmelik, Habbâbe adlı cariyesine âşık olarak devleti valilerin
idaresine bıraktı.[65] Bunların dışında Velî�d b. Yezî�d, Yezî�d b. Velî�d ve İ�bra-
him b. Velî�d gibi halifelerin idarî� yönden zayıf olmaları, Emevî� Devleti’nin
zayıflamasında etkili oldu.[66] Ö� zellikle, II. Velî�d dönemi, şarkıcı kadınların
revaçta olduğu, her taraftan şarkıcıların elini kolunu sallayarak geldiği bir
dönemdi.[67] Ses sanatçılarının Şam’a gelmeleri, burada halkın ahlakı ve
toplum yapısı üzerinde bazı değişikliklere neden oldu. Şarkılı, sazlı söz-
lü eğlenceler, İ�slâm dünyasının başka yörelerinde de yaygınlaştı. Böylesi
sanatçılara harcanan yüksek miktardaki harcamalar, keza toplumda lüks
ve israfın yayılması yanında sosyal tabakalaşmayı da beraberinde getirdi.

Ö� mer b. Abdülaziz hariç Emevî� halifeleri, maalesef dinî� ve ahlâkî� ko-


nularda halka güzel örnek olamadılar. Aksine, bir kısmı hâlâ cahiliye ka-
lıntısı olan duygu ve düşüncelerin etkisi altındaydı. Asrı-Saadet ve Râşid
halifeler dönemlerinde, idareciler de dâhil herkes dinî� ve ahlâkî� kontrol
(Emri Bi’l-Ma’ruf Nehyi Ani’l-Münker) müessesesini işletiyordu. Halbuki
Emevî�ler döneminde bu ortadan kalktı. Dolayısıyla -başta halifeler olmak
üzere- yavaş yavaş halkta da ahlakî� çöküntü yaşanmaya başladı. Halifele-
rin lüks, eğlence, zevk ve sefaya daldığı bir toplumda insanlar da aynı ha-
yatı yaşayacaklardı. İ�şte bu durum, aslında Kur’ân tarafından[68] toplumsal
çöküntünün başlıca nedenlerinden biri olarak sayılmaktadır.

Kısacası, Emevî� halifelerinden bazılarının sorumsuz hayat yaşamala-


rı, devlet işlerine ciddiyetle eğilmemeleri, toplumun dinamik ve sağlıklı
bir hayat sürebilmesi için devletin üzerine düşen görevi yerine getirme-
mesi de Emevî� Devleti’nin yıkılışını hazırladı. Ö� zellikle İ�slâm’ın temel

[63] H. İ�brahim, I, 4 32; Ü� nal Kılıç, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezî�d b. Muâviye,
�stanbul 2001, s. 396-412.
[64] Mustafa Kılıç, “İ�slâm Kültür Tarihinde Musiki: Başlangıçtan Emevî�lerin Sonuna
Kadar”, AÜİFD, Ankara 1989, XXXI, 437.
[65] Taberî�, VII, 22-23; H. İ�brahim, I, 419. 545
[66] Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi (trc. Zeki Megamiz), İ�stanbul 1328, I, 75
vd, III, 194.
[67] Mustafa Kılıç, s. 437.
[68] �sra 17/16-18.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

prensiplerinden uzaklaşıldığı fikri, Emevî�lere karşı olan bütün muhalif


grupların toplumda sürekli gündemde tuttukları bir husus oldu. Bu yak-
laşım, Abbâsî� hareketince de halka işlenmesi gereken bir slogan olarak
benimsendi.[69]

6. Devletin Sınırlarının Genişlemesi

Bir başka neden olarak da Emevî�ler döneminde devletin sınırlarının


alabildiğince genişlemesi ve bunları kontrol altında tutmanın zorluğu be-
lirtilmektedir.[70] Abbâsî� ihtilal hareketinin önde gelenleri de bunu fark et-
tikleri için hareketi merkezden uzak bir bölge olan Horasan’da başlattılar.
Aynı şekilde Emevî� Devleti son dönemlerinde Endülüs’te meydana gelen
siyasî� olaylara müdahale edememiş, iktidara gelen valileri -bazen isteme-
se de- kabullenmek zorunda kalmıştır.

Sonuç olarak, Emevî� Devleti’nin yıkılış nedenlerini kısaca şöyle özet-


leyebiliriz: Emevî� Devleti’nin İ�slâmî� değerlerden uzaklaşması sonucunda
kabile asabiyetine bağlı kalması, birbirini takip eden birçok nedeni bera-
berinde getirdi. Kabile asabiyeti, Arap asabiyetini; bu da mevâlî� üzerine
tahakküm, istibdâd ve zulmetmeyi beraberinde getirdi. Emevî� ailesinin
yine iktidar hırsı yüzünden bölünmeleri, devlete karşı olan grupların sü-
rekli isyanlarına, isyanlar da devletin yıkılmasına neden oldu.[71] Görül-
düğü gibi, devletin yıkılmasını tek bir nedene bağlamak yerine belirtilen
nedenlerin tamamına bağlamak -sanırım- daha doğru olacaktır.

546 [69] Desmond Stewart, İ�slâm ve Kültür ve Medeniyeti (trc. Murat Ö� zyiğit vd.), İ�stanbul
1994, s. 109.
[70] Ahmed Emin, Yevmü’l-İslâm, s. 74.
[71] Haydar Ahmed eş-Şihâbî�, Târîhu’l-Emir Haydar Ahmed eş-Şihâbî min mevlidi’n-Ne-
biyyi ila hurûbi’s-Salîbiyyîn (thk. Marun Ra’d vd), byy 1993, s. 135.
Prof. Dr. Ali AKSU
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

B. Emevî Devletinin Temel Özellikleri

• Emevî� Devleti, adını Ü� mmeyye b. Abdüşems’ten almak-


tadır. Muâviye, oğlu Yezî�d ve torunu II. Muâviye, Emevî�le-
rin Süfyânî� kolundan gelmektedir. II. Muâviye’den sonra
iktidar, Ü� meyyeoğullarının diğer kolu olan Mervânî�lere
geçmiştir. Mervân b. el-Hakem ile başlayan Mervânî�ler
ailesinden on bir halife iktidara geçmiştir.
• Emevî� ailesi cahiliye döneminden gelen Hâşimî�lerle mü-
cadeleleri yüzünden İ�slâm’a geç girmişlerdir. Ü� meyye
ailesi ileri gelenleri, Hz. Peygamber’in İ�slâm’a açık dave-
tinin ilk günlerinden itibaren halkın Müslüman olmasını
engellemeye çalışmışlardır. İ�slâmiyetin ilk dönemlerinde
Emevî� ailesinden Hz. Osman gibi sayıları oldukça az kim-
seler Müslüman olmuşlardır. Emevî�lerin çoğu, Mekke’nin
Fethi sonrasında Müslüman olmuşlardır. Geç müslüman
olmalarına rağmen idarî� konulardaki tecrübeleri saye-
sinde ve gönüllerinin İ�slâm’a ısındırılmaları ve saygınlık-
larını devam ettirmeleri için Hz. Peygamber tarafından
bazı idarî� görevlere getirilmişlerdir. Mekke’nin Fethi aka-
binde Attab b. Esî�d’in Mekke valiliğine getirilmesi bunun
en güzel örneğidir.
• Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde Ü� meyyeoğullarının siyasî�
ve idarî� durumu değişiklik arz etmektedir. Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ö� mer dönemlerinde Hz. Peygamber’in Emevî�le-
re uyguladığı politikanın uygulandığını söyleyebiliriz. O
politika ise, Emevî�lerin tecrübesi göz önünde bulundu-
rularak bir takım görevlere getirilmeleri, ancak kontrolü
elden bırakmama politikasıdır. Hz. Ebû Bekir döneminde
Emevî�ler, ordu kumandanlığı ve valilik gibi bazı görevle-
re getirilmişlerdir. Hz. Ö� mer döneminde de Muâviye, Şam
valiliğine atanmıştır. Bir Emevî� olan Hz. Osman dönemi
547
Emevî�lerin idareyi bütünüyle ele geçirdikleri, Hz. Ali
dönemi ise İ�slâm öncesi dönemden itibaren süregelen
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Emevî�-Hâşimî� çekişmesinin bir sonucu olarak mücadele ile geç-


miş, idareden Muâviye hariç diğerleri uzaklaştırılmıştır.
• Emevî�ler, geç dönemde Müslüman olmalarının bir sonucu olsa ge-
rek idarî� ve siyasî� hayatlarında İ�slâm’ın öngördüğü değerlerden
ziyade beslendiği cahiliye dönemi değerleriyle hareket etmişlerdir.
Hz. Osman döneminde idarî� görevlerin neredeyse tamamını elleri-
ne alıp diğerleriyle paylaşmamaları, iktidar uğruna Kur’ân’ı kendi
çıkarlarına kullanmaları ve devlet olduklarında ortaya sergiledik-
leri politikalar bunun en açık örnekleridir.
• Muâviye’nin Hz. Ali ile başlattığı iktidar mücadelesi Hz. Hasan’ın
iktidarı teslim etmek zorunda kalmasıyla Emevî� Devleti kuruldu.
Yine Muâviye, iktidarda iken yerine oğlu Yezî�d’i veliaht tayin et-
mesiyle İ�slâm tarihinde yeni bir dönemi başlatmıştır. O da salta-
nat dönemidir. Dolayısıyla Emevî� Devleti, dört halife döneminde
gerçekleşen seçim sistemi yerine ümmeti saltanat sistemiyle yö-
netmiştir. Bu da beraberinde Emevî� ailesi dışındakilerin saltana-
ta geçmesini engellemiştir. Bu durum ayrıca, Emevî� olmayanlara
karşı ayrımcı bir politika izlemeyi de beraberinde getirmiştir ki bu
da Emevî� Devleti’nin yıkılış sebeplerindendir. Halifelik müessesesi
her ne kadar saltanata dönüşmüş olsa da biat uygulaması şeklen
devam etmiştir.
• Emevî�ler Devleti, saltanat sisteminin ve uyguladıkları ayrımcı ve
sert politikalarının bir sonucu olarak değişik karakterlerde mu-
halefet ve isyan hareketleriyle karşı karşıya kalmıştır. Bu muhale-
fetleri Şiî�, Hâricî� ve Zübeyrî� olarak isimlendirebiliriz. Bunların ya-
nında mahallî�, siyasî�, ekonomik, etnik ve kabilevî� sebeplere dayalı
diğer ayaklanmalar da ortaya çıkmıştır. Ö� zellikle Emevî� Devleti’nin
son yıllarında iktidar mücadelesinden kaynaklanan isyanların ço-
ğunlukta olduğunu söyleyebiliriz.
• Emevî�ler döneminde fetih hareketleri oldukça fazladır. Dolayısıyla
bu dönem, İ�slâmiyet’in yayılış tarihi açısından önemlidir. Fetihler,
Hz. Osman’ın ikinci altı yıllık döneminden yani iç karışıklıkların
ortaya çıkmasıyla duraklamış ve bu duraklama Muâviye’nin ikti-
darı ele geçirip ülkede istikrarı sağlayıncaya kadar devam etmişti.
Emevî� halifeleri fetihlerle İ�slâm’ın yayılmasının aynı şey olduğu
düşüncesini taşımışlardır. Muâviye, duraklamış olan fetih hare-
548 ketlerini yeniden başlatmıştır. Fetihler, özellikle üç cephede yo-
ğunlaşmıştır. Suriye orduları ile Bizans hâkimiyetindeki Anadolu,
Ermenistan ve Azerbaycan bölgesine doğru; Irak orduları ile Hora-
san, Mâveraünnehir ve Sind bölgesine doğru; Mısır orduları ile de
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

Kuzey Afrika ve Endülüs yönünde gerçekleşmiştir. Emevî�ler döne-


minde en çok fetih hareketleri, iç karışıklık ve isyanların olmadığı
Velî�d b. Abdülmelik döneminde gerçekleşmiştir. Kara seferlerinin
dışında ayrıca deniz seferleri gerçekleştirilmiştir.
• Devlet güçlerinin hepsi halifenin elinde toplandığı için Emevî�lerde
vezirlik, Abbâsî�lerde olduğu gibi hukukî� bir statüye kavuşmamış-
tır. Ancak yetki bakımından halifeden sonra Irak valisi gelmektedir.
Emevî�ler döneminde Irak valiliği yapanlara baktığımızda neredey-
se tamamının Taif’in Sakî�f kabilesinden olduklarını görmekteyiz.
Muğî�re b. Şu’be, Ziyâd b. Ebî�h, Ubeydullah b. Ziyâd, Haccâc b. Yusuf
ve Yusuf b. Ö� mer bunlardandır. Emevî�lerin Sakiflilerle olan ilişkisi
İ�slâmiyet öncesi döneme kadar gitmektedir.
• Muâviye, Emevî� Devleti’nin başkentini Şam olarak belirlemişti.
Çünkü burası kendisinin yıllardır valilik yaptığı yerdi. Buranın Bi-
zans’a yakın olması, Muâviye’nin ve sonra gelen halifelerin model
olarak Bizans modelini almasında etkili olmuştur. Bizans modeli
öncelikle protokoller açısından Emevî� Devleti’ni etkilemiştir. Ay-
rıca saray hayatı bakımından da Bizans modeli etkili olmuştur.
Emevî� sarayı bazı halifeler zamanında müzikli eğlence merkezi ha-
lini almıştır. Ö� zellikle Yezî�d b. Abdülmelik ve oğlu II. Velî�d müziğe
ve şarkıcılara son derece düşkündüler.
• Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde hâkim olan dinî� motif, Emevî�ler dö-
neminde yerini saltanat motifine bırakmıştır. Bir başka ifadeyle
dinî� motif zayıflamış yerini kabile asabiyeti ve mülk motifi almıştır.
Bu da toplumda sosyal, kültürel ve dinî� değişimin ortaya çıkması-
na sebep olmuştur. Bu, sonuç da Emevî�lerin kendileri dışındakileri
ötekileştirmesini beraberinde getirmiştir.
• Mülk ve saltanat motifinin, dinî� motifin yerine geçmesi, Emevî�lerin
öncelikle Emevî� olmayanlara sonra da müslüman olup Arap olma-
yanlara (mevâlî�) karşı ayrımcı bir politika izlemelerini beraberin-
de getirmiştir. Emevî�ler döneminde ordu ilk dönemlerde tamamen
Araplardan oluşuyordu. Daha sonraları mevâlî� de askere alınmaya
başlandı. Ancak bunların kumandanlık makamına getirilmeleri
çok nadir olurdu. Bu da mevâlî� politikalarının bir sonucudur. Uy-
gulanan bu politikanın bir sonucu olarak mevâlî�, Emevî�ler aleyhine
gelişen isyanlara destek vermiştir. Destek verdiği en son hareket
ise, Emevî� Devleti’ni yıkan Abbâsî� ihtilal hareketidir. 549
• Emevî�ler döneminde gayrimüslimler, Müslümanlardan daha rahat
ve daha müreffeh bir hayat yaşamışlardır. Muâviye başta olmak
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

üzere diğer Emevî� halifeleri -Ö� mer b. Abdülaziz hariç- gayrimüs-


limlere aşırı derecede değer vermişler ve onları devlet kademele-
rinde ve sarayda istihdam etmişlerdir. Ö� mer b. Abdülaziz ise, gay-
rimüslimler ile ilişkileri tabiî� sınırına çekmiştir.[1]
• Emevî�ler döneminde kabile asabiyeti, çoğunlukla Kuzeyli Araplar-
la Güneyli Araplar arasında yaşanmıştır. Emevî� Devleti’nin kurulu-
şunda Güney Araplarının desteği söz konusudur. Ö� zellikle Mervân
b. el-Hakem döneminde Emevî�lerle Abdullah b. Zübeyr arasında
gerçekleşen Merc-i Râhıt Savaşı ile her iki gruba bağlı kabileler
arasında mücadele gün yüzüne çıkmıştır. Güney Arapları Emevî�le-
ri, Kuzey Arapları da İ�bn Zübeyr’i desteklemiştir. Sonraki dönemler
Kuzeyli-Güneyli çekişmeleri çoğunlukla veliahtlık çekişmelerinde
kendini göstermiştir. Bu konuyu da Emevî� Devleti’nin yıkılış se-
bepleri arasında detaylıca zikrettiğimiz için burada tekrar etmek
istemiyoruz.
• Emevî� Devleti’nde az da olsa imar, kültürel, iktisadî� ve bayındır-
lık faaliyetlerinde bulunulmuştur. I. Velî�d döneminde yapılan Şam
Emeviyye Camii başta olmak üzere camiler, köprüler, yollar yapıl-
mış, sağlık işlerine eğilerek hastaneler inşa edilmiştir. Cüzamlılar
ve âmâlar için özel hastaneler yapılmıştır. Divanlar Arapçalaştı-
rılmış, tercüme faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Emevî�ler dönemi-
nin ekonomik hayatının en önemli olaylarından biri hiç şüphesiz
Abdülmelik b. Mervân tarafından ilk İ�slâm parasının basılmasıdır.
Onun dönemine kadar ülkede Bizans dinarı ile İ�ran dirhemi kulla-
nılıyordu. Böylelikle Abdülmelik ülkesini Bizans parasına bağımlı-
lıktan kurtarmıştır.
• Emevî�ler döneminde ulemâya gereken önem ve değer verilmemiş-
tir. Zaman zaman gerek halifeler ve gerekse valiler tarafından kötü
muameleye tabi tutulmuşlardır. Ö� rneğin İ�bnü’l-Eş’as isyanına ka-
tıldıkları gerekçesiyle Saî�d b. Cübeyr ile Mâlik b. Enes’e zulüm ve
işkence yapılmış ve öldürülmüşlerdir. Hicâz valisi Hâlid b. Abdul-
lah el-Kasrî� ve Medine valisi Hişâm b. İ�smail âlimlere kötü davra-
nan[2] bürokratlardandır.
• Hz. Peygamber döneminde eğitim öğretim faaliyetinin mescitlerde
yoğunlaştığı görülmektedir. Emevî�ler döneminde yine mescitlerin
yanında âlimlerin evleri ve saray da önemli birer eğitim öğretim
550
[1] İ�rfan Aycan, “Ö� mer b. Abdülaziz ve Gayrı Müslimler”, Dini Araştırmalar, Ankara
1999, c. 1, sy. 3, s. 72; Mustafa Demirci, “İ�slâm Zımmî� Hukuku ve Dinî� Kimliklerin
Korunması”, İİD, Ankara 2007, s. 378.
[2] Bk. Mustafa Ö� zkan, Emevîler Döneminde İktidar-Ulema İlişkisi, Ankara 2008.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

merkezi halini almıştır. Emevî�ler döneminde ilmî� hareketin ağırlık


merkezini dinî� ilimler ve bu ilimlerle yakından ilgili olan İ�slâm ta-
rihi oluşturmuştur. Bunun yanında tıp ve kimya ile ilgili çalışmalar
da yapılmıştır. Tercüme faaliyeti bu dönemde Hâlid b. Yezî�d b. Muâ-
viye ile başlamıştır.[3]
• Emevî�ler döneminde Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde kurulan Kûfe
ve Basra şehirlerine ilaveten yeni şehirler kurulmuştur. Irak Vali-
si Haccâc b. Yusuf tarafından doğuda Kûfe ile Basra arasında Vâsıt
şehri, Ukbe b. Nâfî� tarafından da batıda Kayrevan şehri kurulmuş-
tur.
• Emevî�ler döneminde toplumsal yapı itibariyle sosyal tabakalaş-
ma meydana gelmiştir. Hz. Peygamber cahiliye döneminden kalma
sosyal tabakalaşmayı kaldırmaya çalışmıştı. Azatlı bir köle olan
Zeyd b. Hârise ile sosyal tabaka bakımından üst tabakada bulunan
Zeyneb bt. Cahş’ı evlendirmesi, yine Ü� sâme b. Zeyd’i Kureyş kabi-
lesinin ileri gelenlerinin varlığına rağmen ordu komutanlığı gibi
görevlere getirmekle bu sosyal tabakalaşmayı ortadan kaldırma-
ya çalışmıştı. Hulefâ-yi Râşidî�n döneminde de bu durum kısmen
devam etmişti. Ö� zellikle Hz. Osman’ın halife olmasıyla sosyal ta-
bakalaşma yeniden ortaya çıkmış, Emevî�ler döneminde iyice belir-
ginleşmiş ve kemikleşmişti. Bu dönemde sosyal tabakalar, asiller,
halife, aileleri, idareciler, Müslüman Araplar, Müslüman olmayan
Araplar (mevâlî�), hür köleler, zimmî�ler ve köleler olmak üzere de-
ğişik gruplara ayrılmıştır. Toplumun bazı kesimleri, düzenli maaş-
ları ve ganimetten aldıkları pay sayesinde maddî� bakımdan iyi bir
durumda bulunurken Emevî�lerin son dönemlerinde geniş halk kit-
lesi geçim sıkıntısıyla yüz yüze gelmiştir.[4]
• Emevî�ler döneminde toprak bütünlüğü sağlanmış; devletin hü-
kümran olduğu yerlerden kopma olmamıştır. Halbuki Abbâsî�lere
baktığımızda pek çok küçük devletçikler halinde kopmalar olmuş-
tur. Emevî�ler döneminde Abdullah b. Zübeyr’in dokuz yıllık hilafet
mücadelesini saymazsak tek bir halife olmuştur. Abdullah b. Zü-
beyr de zaten Emevî�lerin hakim olduğu bölgelerin tamamı tarafın-
dan kabul görmemiştir. Çoğunlukla Hicâz bölgesi tarafından halife
olarak kabul edilmiştir.

[3] Emevî�ler döneminde ilmî� faaliyetler konusunda detaylı bilgi için bk. İ�smail Yiğit,
Emevîler Devrinde İlmî Hareket (Basılmamış doktora tezi), Marmara Ü� niversitesi 551
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 1981; İ�smail Yiğit, “Emevî�ler”, DİA, İ�stanbul
1995, XI, 96-100.
[4] Emevî�ler döneminde sosyal tabakalaşma hakkında detaylı bilgi için bk. Ali Aksu,
“Emevî�ler Döneminde Sosyal Tabakalar”, İSTEM, sy. 8, Konya 2007, s. 63-83.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

• Muâviye b. Yezî�d, Velî�d b. Yezî�d ve İ�brahim b. Velî�d hariç Emevî� ha-


lifelerinin tamamı ölünceye kadar iktidarda kalmışlardır. Gerçi bu
durum sadece Emevî� halifelerine ait bir özellik değildir. Hulefâ-yi
Râşidî�n döneminde de halifeler ya ölünceye ya da öldürülünceye
kadar iktidarda kalmışlardır. Aynı durum Emevî� halifeleri için de
geçerlidir. II. Muâviye’nin kendi isteğiyle, babası ve dedesi Muâvi-
ye’nin politikalarını eleştirerek iktidardan çekildiği, II. Velî�d’in de
Yezî�d b. Velî�d tarafından öldürülmek suretiyle iktidardan alaşağı
edildiği bilinmektedir. İ�brahim b. Velî�d de Mervân b. Muhammed
karşısında tutunamayacağını anladığı için iktidarı bırakmak zo-
runda kalmıştır.
• Emevî�ler döneminde diğer devletlerde olduğu gibi halifelerin eş-
leri ya da Emevî� hanedanından kadınların siyasî� anlamda bir güç-
lerinden bahsetmemiz mümkün gözükmemektedir. Sadece Yezî�d
b. Abdülmelik döneminden itibaren özellikle cariyelerin saraylar-
da varlıklarını hissettirdiklerini söyleyebiliriz. Ö� zellikle de Yezî�d
b. Abdülmelik’in cariyeleri oldukları belirtilen Habbâbe ve Sella-
me’nin halife üzerindeki etkisini belirtebiliriz.
• Yukarıda belirttiğimiz özelliğe ilave olarak Emevî�lerin cariye po-
litikasının birbirine zıt bir şekilde yürütüldüğünü söyleyebiliriz.
Yezî�d b. Abdülmelik dönemine kadar Emevî� halifelerinin cariyele-
re bakışı onları bir mal ve meta gibi görmeleri şeklinde olmuştur.
Onlarla evliliğe hoş bakılmamıştır. Ancak Yezî�d b. Abdülmelik ile
bu bakış değişmiş, cariyeler halifeler üzerinde ağırlıklarını hisset-
tirmişler ve son dönem halifelerin cariyelerden dünyaya gelmiş
olmaları ilerleyen dönemlerde halifelerin cariyelere bakışlarının
değiştiğini göstermektedir. Ö� rneğin Mervân b. Muhammed’in an-
nesi Kürt asıllı cariye Lübabe idi.
• Emevî�ler döneminde siyasî�, sosyal, ekonomik, kültürel ve dinî�
alanda bir eksen kayması yaşanmıştır. Bu eksen kaymasının yaşan-
dığı alanlardan biri de kültür ve eğlence anlayışı alanında olmuş-
tur. At yarışları, ava düşkünlük, müzik, dans gibi daha da çoğalta-
bileceğimiz alanda gerçekten de aşırılığa gidilmiştir.[5] Emevî�ler
döneminde fetihler sonucu özellikle toplumun belirli kesimlerinde
sağlanan zenginlik ve bollukla birlikte bu çevrelerde lüks ve konfor
yayılmıştır. Buna bağlı olarak ise, eğlence bir sektör haline geldi.

552
[5] Emevî�ler döneminde eğlence hayatı hakkında detaylı bilgi için bk. İ�rfan Aycan,
“İ�slâm Toplumunda Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİFD, Ankara 1988,
XXXVIII, 155-193; Ramazan Altınay, Emevîlerde Gündelik Hayat, Ankara 2006, s.
371-457.
Emevî Devletinin Yıkılışı ve Temel Özellikleri ■

Bir zamanların dinî� ve ilmî� merkezi Hicâz, bu dönemde eğlence


merkezlerine şarkıcılar gönderen bir konum aldı. Elbetteki bu dö-
nemde eğlencenin gelişmesinde Arapların Rum, Fars, Türk ve Ber-
berî�ler gibi farklı din ve ırklara mensup insanlarla karışması sosyal
hayata etkisi önemli rol oynamıştır.
• Emevî�ler döneminde muhalif grupların devlete karşı tutumları so-
nucunda farklı mezhepler ve ekoller ortaya çıkmıştır. Kerbela Olayı
sonrasında Şî�a, Hz. Ali döneminde alt yapısı oluşan ancak Emevî�-
ler döneminde artık iyice güçlenen ve sistemleşen Hâricî�lik, yine
devletin politikalarına karşı çıkan Mu’tezile, Emevî�lerin yaptıkları
konusunda yorum yapmak yerine işi Allah’a havale eden Mürcie,
Emevî�lerin yaptıklarından dolayı sorumlu tutulamayacağını savu-
nan Cebriye mezheplerini bu bağlamda sayabiliriz.
• Emevî�ler döneminde İ�slâm devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştır.
Bu dönemde ülke, devlet merkezi olan Suriye ve civarı dışında, va-
lileri halife tarafından tayin edilen beş büyük eyalete ayrılmıştır.
Eyalet valisi, kendisine bağlı şehirlerin valilerini bizzat tayin hak-
kına sahip bulunuyordu. Bu eyaletler, merkezi Medine şehri olup
Arabistan’ın tamamını içine alan Hicâz; merkezi Kûfe olan Bas-
ra, Uman, Bahreyn, Kirman, Sicistan, Horasan ve Maverâünnehir
bölgelerini içine alan Irak; İ�rminiyye, Azerbaycan ve Anadolu’nun
Müslümanların elinde olan kısımlarını içine alan el-Cezî�re ve İ�frî�-
kıyye ile Endülüs’ün bağlı olduğu Mısır idi.[6]
• Emevî�ler döneminde devletin başlıca gelir kaynakları, Hulefâ-yi
Râşidî�n döneminde olduğu gibi fey, humus ve zekâttan oluşuyor-
du. Vergilerin toplanmasındaki usul, Hz. Ö� mer’in koyduğu kural-
lar çerçevesinde idi. Ne var ki bu vergilerin miktarı, toplanması ve
harcanma yerleri hususunda bazı değişiklikler yaşanmış, bazı ilave
vergiler konmuş, uygulamalarda yine bazı sapmalar yaşanmıştır.
Ö� rneğin cizye miktarında artırmaya gidilmiştir. Yine cizye mükel-
lefi zimmî�ler müslüman oldukları takdirde bu vergiden muaf olu-
yorlardı. Emevî�ler döneminde ilerleyen yıllarda gayrimüslimler
arasında İ�slâm’ın hızlı bir şekilde yayılması hazine gelirlerinde
önemli bir açığa sebep oluyor diye Müslüman olan gayrimüslim-
lerden cizye alınmaya devam edilmiştir.
• Emevî� halifeleri, devletin toplumsal temellerini sağlamlaştırmaya,
halk arasında süregelen bölünmüşlükleri ve ihtilafları ortadan kal- 553
dırmaya yönelik faaliyetlerde bulunmamışlardır. Emevî� Devleti’nin

[6] İ�smail Yiğit, “Emevî�ler”, DİA, İ�stanbul 1995, XI, 95.


İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

öncesinde ve sonrasında oluşmuş farklı siyasî� ve dinî� görüş men-


suplarının şikâyetlerini dinlemek, onlara alâka göstermek ve gide-
rilmesi istenen problemlerin, yerine getirilmesi istenen hususların
gerçekleştirilmesine gidilmemiştir. Aksine onların istek ve şikâyet-
leri görmezlikten gelinmiş; bunun yerine şiddete başvurulmuştur.
Emevî� halifeleri içerisinde bunu yapmaya çalışan tek Emevî� hali-
fesi Ö� mer b. Abdülaziz’dir. Ö� mer b. Abdülaziz, devlet-millet kucak-
laşmasını temin etmiştir.[7]

554

[7] İ�rfan Aycan, “Ö� mer b. Abdülaziz ve Gayrı Müslimler”, s. 69 vd.


KRONOLOJİ

Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN


İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

E linizdeki kronoloji Emevî�ler Devleti’nin kurucusu Muâvi-


ye’nin doğumundan başlayarak devletin yıkılışına kadar
geçen sürede meydana gelen belli başlı olayları tarihlendirmek
üzere hazırlanmıştır. Elinizdeki kitabın Emevî�ler bölümünün
yanı sıra belli başlı temel kaynaklar ve araştırmalar taranarak
önemli gelişmelerin tarihleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Bazı
olayların tarihlendirilmesinde ihtilaf olmakla birlikte üzerinde
mutabakat sağlanan tarihler tercih edilmeye çalışılmıştır. Zaman
zaman birden fazla tarih zikredilmesine de ihtiyaç duyulmuştur.
Hicrî� tarihlerin miladî� karşılıkları kaynaklarda geçen rivayetler-
den tespit edilememişse, başka karinelerden hareketle belirlen-
meye çalışılmış ya da tarih, iki miladî� yıla tekabül ediyorsa ikisi
de zikredilmiştir.

Kronolojiyi incelediğimizde Emevî�ler döneminin siyasî�,


askerî�, dinî� ve ictimaî� açıdan çok hareketli bir dönem olduğu
müşahede edilmektedir. Karışıklığın yoğunlaştığı yıllarda siyasî�
istikrarsızlık sonucu sık sık vali değiştirildiği, devlete uzun yıllar
hizmet eden valilerin kabile çatışması ya da hanedan içi çatış-
malar gibi sebeplerle azledildikleri ve hatta öldürüldükleri ol-
muştur.

Ü� meyyeoğulları ailesi mensuplarının Bizans’a karşı düzen-


lenen yaz ve kış seferlerine komuta etmeyi önemsedikleri, hatta
Halifelerin çocuklarından bu özellikleriyle temayüz etmiş kim-
selerin olduğu göze çarpmaktadır. Bizans seferlerinin iç karışık-
lığın sefere engel olacak şekilde yoğunlaşmadığı ya da Bizans’la
yürürlükte olan bir antlaşma olmaması durumunda ihmal edil- 555
mediği, ancak fetihlerin kalıcı olmaktan çok akınlar şeklinde
cereyan ettiğini söyleyebiliriz. Bu sebeple bir yerin birden çok
fethedildiğini görüyoruz.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hanedan mensuplarının Bizans topraklarındaki akınlarının özellik-


le Mervânî�ler döneminde arttığı; buna mukabil dönemin genelinde aile
mensuplarının donanmaya nadiren komuta ettikleri de dikkatten kaçma-
maktadır. Bunda deniz seferlerinin yüksek risk taşımasının etkili olduğu
düşünülebilir.

Irak bölgesinin karışık bir bölge olarak uzun yıllar sorun ürettiği, bu-
rada istihdam edilen valilerin seçiminde kabile rekabetinin ve halifelerle
ilişkilerin önemli bir belirleyici olduğu görülmektedir. Horasan da karı-
şık bir bölgedir. Hem Arap kabileleri arasında, hem de Araplarla mevâlî�
arasında yöneticileri sürekli meşgul eden problemler ortaya çıkmaktadır.
Irak’ın ve Horasan’ın birlikte yönetildiği yıllar olduğu gibi Horasan valisi-
nin daha güçlü yetkilerle merkezden atandığı da olmuştur.

Batı sınırı da isyanlarla dikkat çekmektedir. Arapların doğudaki ka-


bile rekabetini ve Arap-Mevâlî� çatışmasını önce İ�frî�kıyye’ye, oradan da
Endülüs’e taşımışlardır. Bazı yöneticilerin vergi tahsili için uyguladıkları
baskıcı yöntemler sık sık isyanlar doğmasına sebep olmuştur.

Eyalet valilerinin bölgelerindeki şehirlere vali tayininde çoğu za-


man bağımsız hareket ettiklerini, vali atamalarının da kabileler arasında
önemli bir ihtilaf konusu olduğu unutulmamalıdır.

Hicaz valiliğinin çoğu zaman ailenin elinde ya da ailenin iltifat etmek


istedikleri kimselere tevdi edilen, siyasî�, ekonomik ve askerî� açıdan önem-
li olmasa da ailenin hükümranlığını ifade eden sembolik bir anlamı oldu-
ğu da dikkatten kaçmamaktadır.

Veliahtlık sisteminin ve Halifelerin iki veliaht tayin etme çabasının


siyasî� istikrar getirmediği, aksine Ö� mer b. Abdülaziz hariç hemen hemen
her gelen halifenin kendisinden sonraki veliahdı azletme çabasına girdiği,
bunun da kabileler arası ilişkilere olumsuz etkisi olan hanedan içi çekiş-
me ve hatta çatışmaya yol açtığı müşahede edilmektedir.

556
Kronoloji ■

1. Muâviye b. Ebî Süfyân


Hicrî Miladî Hadise

602 veya
Emevîler devletinin kurucusu Muâviye’nin doğumu
603

2 623-624 Mervân b. el-Hakem’in Mekke’de doğumu


26 646 Abdülmelik b. Mervân’ın Medine’de doğumu
26 647 Yezîd b. Muâviye’nin doğumu
Hz. Hasan’ın hilafet hakkından vazgeçmesinden sonra Muâviye’nin
29 Temmuz
25 Rebiülevvel 41 hilafete gelişi (Halîfe b. Hayyât’e göre barış, Rebîülahir veya
661
Cemaziyelevvel 41’de olmuştur [s. 152].[1]
Hz. Hasan’ın aile fertlerini alıp Kûfe’den ayrılması ve Medine’ye
41 661
yerleşmesi
41 661 Muâviye’nin Hz. Hasan’ın komutanı Kays b. Sa’d’ı biate ikna etmesi
Abdullah b. Âmir’in Basra’ya vali olarak tayin edilmesi, Horasan ve
41 661
Sicistan Seferi
Hâricîlerden Ferve b. Nevfel el-Eşca’î’nin Şehrizûr’da isyan etmesi ve
41 661
öldürülmesi
Mısır valisi Amr b. el-Âs’ın teyzesinin oğlu Ukbe b. Nâfî’i İfrîkıyye
41 661
bölgesinin fethiyle görevlendirmesi
41 661-662 Kûfe’de isyan eden Hâricî Şebîb b. Becere’nin öldürülmesi
41 661-662 Kûfe’de isyan eden Hâricîlerden Ebû Meryem’in öldürülmesi
42 662-663 Kûfe’de isyan eden Hâricîlerden Ebû Leyla’nın öldürülmesi
Abdullah b. Âmir’in Abdurrahman b. Semüre’yi gazaya göndermesi,
42 662-663
Zerenc ve diğer bazı yerleri fethetmesi
42 662 Müslümanların el-Lân şehrine gazaya çıkmaları
42 662 Mervân b. el-Hakem’in Medine valiliğine tayin edilmesi
42 662-663 Ukbe b. Nâfî’in İfrîkıyye’de Gedâmis’i fethetmesi
42 662-663 Bizans ’a yönelik seferler düzenlenmesi
Tahkîm’de Hz. Ali’nin hakemi olan Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin vefatı (Ebû
42 662-663 Mûsâ’nın 43, 44, 50, 53 veya 54 yılında öldüğüne dair farklı rivayetler
de vardır.)
662-663
42 veya 43 Belh şehrinin fethedilmesi
veya 664
43 663-664 Bizans’a yönelik seferler düzenlenmesi
43 663-664 Büsr b. Ebî Ertât’ın Bizans topraklarında kışlaması
Abdurrahman b. Semüre’nin Sicistan bölgesinden Rihhac ve
557
43 663-664
Zâbelistan’ı fethetmesi

[1] Halî�fe b. Hayyât (240/854), Târî�h (thk. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1414/1993.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


43 663-664 Ukbe b. Nâfî’in Sudan’da bazı yerleri fethetmesi
Ramazan 43 Ocak 664 Amr b. el-Âs’ın vefatı
Müslümanların Kabil şehrine kadar ilerlemeleri ve bölgeyi vergiye
44 664
bağlamaları
44 664 Hâricîlerden isyan eden Müstevrid b. Ullefe’nin öldürülmesi
Müslümanların Abdurrahman b. Hâlid b. Velîd’in komutasında Bizans’a
44 664-665
yönelik seferler düzenlemesi ve Bizans topraklarında kışlamaları
44 664-665 Mühelleb b. Ebî Sufre’nin Sind bölgesinde (Hindistan) fetihler yapması
Abdullah b. Âmir’in gönderdiği Abdullah b. Sevâr el-Abdî’nin Kîkân’ı
44 664
fethetmesi
44 664 Muâviye’nin Ziyâd b. Ebih’i nesebine ilhak etmesi
Basra valisi Abdullah b. Âmir’in azledilerek yerine el-Hâris b. Amr
45 665 el-Ezdî’nin tayini, ardından onun da azledilerek Ziyâd b. Ebih’in tayin
edilmesi
45 665-666 Abdurrahman b. Hâlid’in Bizans topraklarında kışlaması
Muâviye’nin komutanlarından Muâviye b. Hudeyc’in İfrîkıyye’de
45 665
hâkimiyeti yeniden tesisi
Müslümanların Bizans topraklarına yönelik seferleri ve Mâlik b.
46 666
Abdullah Ebû Hakîm’in orada kışlamaları
46 666 Hâlid b. Velîd’in oğlu Abdurrahman’ın Hıms’ta şüpheli vefatı
Mâlik b. Hübeyre’nin Bizans topraklarında ve Abdurrahman el-Kaynî’nin
47 667-668
Antakya’da ordularıyla birlikte kışlamaları
Abdullah b. Sevvâr’ın Kîkân’da gazaya çıkması, ona karşı güçlerini
47 667-668
birleştiren Türkler’in İbn Sevvâr’ı ve ordusundaki askerleri öldürmeleri
Mâlik b. Hübeyre’nin Bizans topraklarında, Ebû Abdurrahman el-
47 667-668
Kaynî’nin ise Antakya’da kışlaması
Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın Mısır valiliğinden azli ve yerine Muâviye b.
47 667
Hudeyc’in tayin edilmesi
Ziyâd b. Ebih’in el-Hakem b. Amr el-Gıfârî’yi Horasan’a vali olarak
47 667
görevlendirmesi ve onun Gûr dağlarına yönelik seferleri
Bizans’a yönelik seferler düzenlenmesi, Ebû Abdurrahman el-Kaynî’nin
48 668 Antakya’da kışlaması, Abdurrahman b. Kays el-Fezârî’nin yaz seferine
çıkması
Muâviye’nin Mervân b. el-Hakem’i Medine valiliğinden azlederek yerine
48 668
Saîd b. el-Âs’ı tayin etmesi
558 Mâlik b. Hübeyre es-Sekûnî’nin Bizans topraklarında kışlaması,
49 669
Abdullah b. Kürz el-Becelî’nin yaz seferine çıkması
49 669 İstanbul’un karadan ve denizden kuşatılması
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Muâviye’nin oğlu Yezîd’i İstanbul muhasarasına göndermesi, Ebû Eyyûb
49 veya 50 669 ve 670
el-Ensârî’nin İstanbul muhasarası sırasında hastalanarak vefat etmesi
28 Safer 49 7 Nisan 669 Hz. Hasan’ın Medine’de vefatı
Mervân b. el-Hakem’in Medine valiliğinden azli ve yerine Saîd b. el-
Rebîülevvel 49 Nisan 669
Âs’ın tayin edilmesi
50 669 Yezîd b. Şecere er-Rehâvî ve Ukbe b. Nâfî’in deniz seferine çıkması
50 669 Kûfe’de veba salgınının ortaya çıkması
Kûfe valisi Muğire b. Şu’be’nin yakalandığı vebadan ölmesi ve Ziyâd b.
50 670
Ebih’in Basra’nın yanı sıra Kûfe’ye de vali olarak tayin edilmesi
Muâviye’nin oğlu Yezîd için Suriyelileri biate davet etmesi, Yezîd’e
50 670
veliaht olarak biat edilmesi
Büsr b. Ebî Ertât ve Süfyân b. Avf el-Ezdî’nin Bizans topraklarında gaza
50 670
yapmaları, Abdurrahman b. Âmir’in Bizans topraklarında kışlaması
50 670 Kapıdağ (Kyzikos) yarımadasının ele geçirilmesi
50 670 Ukbe b. Nâfî’in askerî bir garnizon olarak Kayrevan şehrini inşa etmesi
Muâviye b. Hudeyc’in Mısır valiliğinden azledilmesi ve yerine Mesleme
50 670
b. Muhalled’in Mısır ve İfrîkıyye valiliğine tayin edilmesi
Irak valisi Ziyâd b. Ebih’in şair Ferazdak’ı yakalamak istemesi üzerine
50 670
kaçarak Medine valisi Saîd b. el-Âs’a sığınması ve Saîd’in onu koruması
50 670 Horasan valisi el-Hakem b. Amr el-Gıfârî’nin Merv şehrinde vefatı
Ziyâd b. Ebih’in Rebî b. Ziyâd el-Hârisî’yi vali el-Hakem b. Amr el-
51 671
Gıfârî’nin vefatınden sonra Horasan valiliğine ataması
51 671 Belh şehrinde çıkan ayaklanmanın bastırılması
Fudâle b. Ubeyd’in Bizans topraklarında kışlaması ve Büsr b. Ebî
51 671
Ertât’ın yaz seferi düzenlemesi
Irak valisi Ziyâd tarafından Muâviye’ye gönderilen Hucr b. Adî ve bazı
51 671
arkadaşlarının idam edilmesi
51 671 İnsanların Yezîd’e veliaht olarak biat etmesi
51 671 Yezîd b. Muâviye’nin hac emirliği yapması
Ubeydullah b. Ebî Bekre’nin Türk hükümdarı Rutbil’le yıllık 1.000.000
52 672
dirhem vergi ödemesi koşuluyla antlaşma yapması
Süfyân b. Avf el-Ezdî ya da Büsr b. Ebî Ertât’ın askerleriyle Bizans
52 672
topraklarında kışlamaları
53 673 Rodos adasının fethi
Abdurrahman b. Ümmü’l-Hakem es-Sekafî’nin Bizans topraklarında 559
53 673
kışlaması
Ramazan 53 Ağustos 673 Irak valisi Ziyâd b. Ebih’in yakalandığı vebadan ölümü
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Ziyâd’ın ölümünden sonra Basra valiliğine Semüre b. Cündeb’in, Kûfe
53 673
valiliğine Abdullah b. Hâlid b. Esîd’in atanması
Abdullah b. Hâlid’in azledilerek yerine Dahhâk b. Kays el-Fihrî’nin tayin
54 674
edilmesi
54 674 Ubeydullah b. Ziyâd’ın Horasan valiliğine tayin edilmesi
Muhammed b. Mâlik’in ordusuyla Bizans topraklarında kışlaması ve
54 674
Ma’n b. Yezîd es-Sülemî’nin yaz seferi düzenlemesi
Mesleme b. Muhalled’in Hâlid b. Sâbit el-Fihrî’yi Mağrib topraklarında
54 674
gazaya göndermesi
Saîd b. el-Âs’ın Medine valiliğinden azledilerek yerine Mervân b. el-
54 674
Hakem’in tayin edilmesi
Dört yıl devam eden (54-58/674-678) İstanbul kuşatması ve fetih
54 674
seferlerinin başlaması
54 674 Toharistan, Kuhistan ve Buhara’nın fethi
55 675 Ubeydullah b. Ziyâd’ın tayin edilmesi
Süfyân b. Avf el-Ezdî veya Amr b. el-Muhriz’in veyahut Mâlik b.
55 675
Abdullah’ın Bizans topraklarında kışlaması
Abdullah b. Hâlid b. Esîd’in Kûfe valiliğinden azledilerek yerine Dahhâk
55 675
b. Kays el-Fihrî’nin tayin edilmesi
Cünâde b. Ümeyye, Abdurrahman b. Mes’ûd veya Mes’ûd b. Ebî
56 676
Mes’ûd’un Bizans topraklarında kışlaması
Denizde Yezîd b. Şecere er-Rehâvî, karada İyâd b. el-Hâris’in gazaya
56 676
çıkması
Ubeydullah b. Ziyâd’ın Horasan valiliğinden azledilerek yerine Saîd b.
56 676
Osman b. Affân’ın tayin edilmesi
56 676 Yezîd b. Muâviye’ye veliaht olarak biat edilmesi [2]
56 676 Semerkant’ın fethi
57 677 Abdullah b. Kays’ın Bizans topraklarında kışlaması
Eylül 677
Zilkade 57 veya Mervân b. el-Hakem’in Medine valiliğinden azledilerek yerine Velîd b.
veya Eylül
Zilkade 58 Utbe b. Ebî Süfyân’ın tayin edilmesi
677
57 677 Abdullah b. Kays’ın Bizans topraklarında kışlaması
Dahhâk b. Kays el-Fihrî’nin Kûfe valiliğinden azledilerek yerine
57 677
Abdurrahman b. Ümmü’l-Hakem’in tayin edilmesi

560
[2] Daha önce verilen tarihlere gore Yezî�d için 50 yılında Suriyelilerden, 51 yılında
da diğer insanlardan biat aldığı ifade edilmişti. Muhtemelen bu tarihler, Yezî�d’e
biat düşüncesinin insanlara duyurularak kısmî� biat alınan tarihler olup 56 yılında
-Hicaz’daki muhaliflerden de biat istenerek- resmî� biat alınmış olmalıdır. Yezî�d’in
biatinin altı-yedi yıl kadar süren bir süreç olduğu unutulmamalıdır.
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Mâlik b. Abdullah el-Has’amî’nin Bizans topraklarına gazaya çıkması
58 677-678
ve kışlaması
Cünâde b. Ebî Ümeyye komutasındaki donanmanın İstanbul önlerine
58 678 gelmesi, Mâlik b. Abdullah’ın karadan destek vermesine rağmen şehrin
fethedilememesi
58 678 Müminlerin annesi Hz. Âişe’nin vefatı
Dahhâk b. Kays el-Fihrî’nin Kûfe valiliğinden azledilerek yerine
58 678
Abdurrahman b. Ümmü’l-Hakem es-Sekafî’nin tayin edilmesi
Basra valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın Hâricîlere karşı sertleşmesi ve
58 678
başta Urve b. Üdeyye olmak üzere bazı Hâricîleri öldürmesi
59 678-679 Amr b. Mürre el-Cühenî’nin Bizans topraklarında kışlaması
Abdurrahman b. Ümmü’l-Hakem’in Kûfe valiliğinden azledilerek yerine
59 679
en-Nu’mân b. Beşîr el-Ensârî’nin tayin edilmesi
59 679 Abdurrahman b. Ziyâd b. Sümeyye’nin Horasan valiliğine tayin edilmesi
59 679 Basra valiliği yapan Abdullah b. Âmir’in vefatı
Receb 60 Nisan 680 Muâviye’nin vefatı
2. Yezîd b. Muâviye
Receb 60 Nisan 680 Yezîd’in hilafete gelişi
Hz. Hüseyin ve Abdullah b. ez-Zübeyr’in Yezîd’e biate davet edilmeleri
Receb 60 Mayıs 680
üzerine Medine’den Mekke’ye gitmesi
14 Haziran
10 Ramazan 60 Hz. Hüseyin’e Kûfelilerin davet mektuplarının gelmeye başlaması
680
60 680 Cünâde b. Ebî Ümeyye’nin Rodos’a girerek şehri yıktırması
Medine valisi Velîd b. Utbe’nin görevden alınarak yerine Amr b. Saîd
Ramazan 60 Haziran 680
el-Eşdak’ın tayin edilmesi
Kûfelilerin Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet etmeleri üzerine Hz. Hüseyin’in
60 680 durumu tahkik etmesi için amcaoğlu Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye
göndermesi
Medine valisi Amr b. Saîd’in Abdullah b. ez-Zübeyr’in kardeşi Amr b.
60 680
Zübeyr’i ona karşı bir askerî birliğin başında göndermesi
8 Zilhicce 60 9 Eylül 680 Hz. Hüseyin’in Mekke’den Kûfe’ye gitmek üzere yola çıkması
Müslim b. Akîl ve Hâni b. Urve’nin Kûfe’de Ubeydullah b. Ziyâd’ın
9 Zilhicce 60 10 Eylül 680
emriyle idam edilmesi
2 Muharrem 61 2 Ekim 680 Hz. Hüseyin’in Kerbela’da durdurulması
561
Hz. Hüseyin’in Kerbela’da kardeşleri, çocukları, yeğenleri ve diğer bazı
10 Muharrem 61 10 Ekim 680
akrabalarıyla birlikte öldürülmesi
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


İsyan eden Basra Hâricîlerinden Ebû Bilâl Mirdâs b. Üdeyye’nin
61 681
öldürülmesi
Selm b. Ziyâd’ın Horasan ve Sicistan vilayetine vali olarak tayin
61 681
edilmesi
Amr b. Saîd’in Medine valiliğinden azledilerek yerine Velîd b. Utbe’nin
61 681
tayin edilmesi
Aralarından Abdullah b. Hanzale’nin de bulunduğu Medine
62 682 ileri gelenlerinden bir heyetin Yezîd’le görüşmeleri için Şam’a
gönderilmeleri
Velîd b. Utbe’nin Medine valiliğinden azledilerek yerine Osman b.
62 682
Muhammed b. Ebî Süfyân’ın tayin edilmesi
Yezîd’in Nu’mân b. Beşîr el-Ensârî’yi Medinelilere göndererek onları
62 682 tekrar itaate davet etmesi ve Medinelerin Nu’mân’ın itaat yönündeki
tavsiyelerini reddetmeleri
Medinelilerin Abdullah b. Hanzale’ye biat etmeleri, Yezîd’in valisi
63 683 Osman b. Muhammed b. Ebî Süfyân’ı ve aralarında Mervân b. el-
Hakem’in de olduğu diğer Ümeyyeoğullarını şehirden kovmaları
Yezîd’in Medine’deki isyanı bastırmak üzere Müslim b. Ukbe
63 683
komutasında bir ordu göndermesi
Harre Savaşı, Şam ordusunun Medine’yi ele geçirmesi, Medinelilerin
27 Ağustos
27 Zilhicce 63 biat ettikleri Abdullah b. Hanzale ve çocukları başta olmak üzere
683
birçok Medinelinin savaşta öldürülmeleri
Mekke’deki Abdullah b. ez-Zübeyr’e karşı harekete geçen Şam
ordusunun yaşlı komutanı Müslim b. Ukbe el-Mürrî’nin ölümü ve
Muharrem 64 Eylül 683
Yezîd’n emri doğrultusunda orduya el-Husayn b. Nümeyr es-Sekûnî’nin
komuta etmesi
26 Muharrem 64 24 Eylül 683 Mekke muhasarasının başlaması
3 Rebîülevvel 64 30 Ekim 683 Kâbe’nin yanması
10 Kasım
14 Rebîülevvel 64 Yezîd b. Muâviye’nin ölümü
683
3. Muâviye b. Yezîd
Rebîülevvel 64 Kasım 683 Muâviye b. Yezîd’e halife olarak biat edilmesi

Yezîd’in ölüm haberinin duyulması üzerine Mekke muhasarasının


Rebîülâhir 64 Aralık 683
kaldırılması
562 Mekke muhasarasında Abdullah b. ez-Zübeyr’e destek olan Hâricîlerin
Cemâziyelevvel 64 Ocak 684 kendileriyle aynı görüşleri paylaşmadığını görünce ondan ayrılarak
Basra’ya gitmeleri
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Basra’ya giden Hâricîler arasında görüş ayrılığının ortaya çıkması
64 684
üzerine birkaç gruba ayrılmaları
25 Rebîülâhir 64 21 Aralık
veya Cemâziyelâhir 683 veya Muâviye b. Yezîd’in vefatı
64 Şubat 684
Ramazan 64 Mayıs 684 Muhtâr b. Ebî Ubeyd’in Kûfe’ye gitmesi

Hâricîlerden Nâfî b. el-Ezrak’ın ayaklanmak üzere taraftarlarıyla


Şevvâl 64 Haziran 684
birlikte Ahvâz’a gitmesi

4. Mervân b. el-Hakem
22 Haziran Câbiye toplantısında Mervân b. el-Hakem’in halife, Hâlid b. Yezîd’in
3 Zilkade 64
684 birinci veliaht, Amr b. Saîd el-Eşdak’ın ikinci veliaht olarak seçilmesi

Ubeydullah b. Ziyâd’ın Iraklıların kendisine itaati reddetmeleri üzerine


64 684
Basra’dan ayrılarak Şam’a gitmesi
Kûfelilerin -Ubeydullah b. Ziyâd adına şehri yöneten- Amr b. Hureys’i
64 684 azlederek onu kovmaları ve Âmir b. Mes’ûd’un onlara namaz kıldırması
hususunda anlaşmaları

Ubeydullah’ın Basra’dan ayrılmasından sonra yerine bıraktığı Ezd


kabilesinin lideri Mes’ûd b. Amr’ın Hâricîler tarafından düzenlenen
64 684 bir suikastla öldürülmesi, Temîm, Rebîa ve Ezd kabileleri arasında
çatışmalar meydana gelmesi ve Temîm’in on kişinin diyetini ödemeyi
kabul ederek barış yapması
Mercirâhit savaşı ve bu savaşta Dahhâk b. Kays el-Fihrî’nin
Muharrem 65 Ağustos 684
öldürülmesi
Yezîd’in vefatından sonra Horasanlıların bir halife seçilinceye kadar
65 684
kendilerini yönetmesi için Selm b. Ziyâd’a biat etmeleri

65 684 Mervân b. el-Hakem’in Mısır’ı ele geçirmesi

Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın vefatı (Onun 63, 65, 68 veya 69 yılında vefat
65 684-685
ettiğini nakledenler de vardır.)
22-24 4-6 Ocak Tevvâbûn hareketi mensuplarının Ubeydullah b. Ziyâd birlikleri
Cemaziyelevvel 65 685 tarafından Aynülverde’de mağlup edilmesi
Hâricî liderlerinden Ezârika fırkasının kurucusu Nâfi b. el-Ezrak’ın
Cemâziyelâhir 65 Ocak 685
Ahvâz bölgesinde meydan gelen savaşta öldürülmesi

65 685
Mervân b. el-Hakem’in oğulları Abdülmelik ve Abdülaziz’i veliaht tayin 563
etmesi
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Daha önce yanan Kâbe’nin Abdullah b. ez-Zübeyr tarafından yeniden
65 685
inşası
65 685 Horasan’da Temîmoğullarının vali Abdullah b. Hâzim’le savaşmaları
Ramazan 65 Nisan 685 Mervân b. el-Hakem’in vefatı
5. Abdülmelik b. Mervân
Basra’da çok sayıda insanın ölümüne sebep olan Cârif (silip süpüren)
65 685
vebasının meydana gelmesi

Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî’nin Hz. Hüseyin’in intikamını almak


14 Rebîülevvel 66 19 Ekim 685 iddiasıyla ayaklanması ve Abdullah b. ez-Zübeyr’in Kûfe valisi
Abdullah b. Mutî’i şehirden kovması

Muhtâr b. Ebî Ubeyd’in Hz. Hüseyin’i öldüren ordunun komutanı Ömer


66 686 b. Sa’d ve oğlunu öldürerek kesik başlarını Hz. Ali’nin oğlu Muhammed
b. el-Hanefiyye’ye göndermesi
66 686 Basra’da Muhtâr b. Ebî Ubeyd’e biat edilmesi
21 Temmuz
24 Zilhicce 66 Kûfelilerin Muhtâr b. Ebî Ubeyd’e karşı başarısız isyanları
686
66 (686) yılında hac maksadıyla Mekke’ye giden Muhammed b.
el-Hanefiyye’nin Abdullah b. ez-Zübeyr’in biat teklifini, bütün
Müslümanların biat etmeleri koşulunu ileri sürerek reddetmesinden
sonra Muhtâr’ın Kûfe’yi ele geçirdiği haberi üzerine Abdullah’ın
67 686
Muhammed’i ve yakınlarını Mekke’de bir evde hapsetmesi,
Muhammed’in durumu Muhtâr’a gönderdiği gizli bir mektupla
bildirmesi üzerine Muhtâr’ın gönderdiği bir birliğin Muhammed’i ve
akrabalarını kurtarmaları
Hâzir Savaşı’nda Ubeydullah b. Ziyâd’ın kuvvetlerinin Muhtâr’ın
5-6 Ağustos
9-10 Muharrem 67 komutanı İbrahim b. Mâlik el-Eşter’e karşı yenilmesi ve Ubeydullah ile
686
Husayn b. Nümeyr’in savaşta öldürülmeleri
Mus’ab b. ez-Zübeyr’in Abdullah b. ez-Zübeyr tarafından Basra
67 687
valiliğine tayin edilmesi
Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî’nin Kûfe’de Mus’ab b. ez-Zübeyr
14 Ramazan 67 3 Nisan 687
tarafından birkaç aylık kuşatmanın sonunda öldürülmesi
Abdullah b. ez-Zübeyr’in kardeşi Mus’ab’ı Basra valiliğinden azlederek
67 687
yerine oğlu Hamza’yı tayin etmesi
564 Abdullah b. ez-Zübeyr’in oğlu Hamza’nın Basra valiliğinde başarısız
68 687
olması üzerine kardeşi Mus’ab’ı görevine iade etmesi

68 687-688 Abdullah b. Abbas’ın Tâif’te vefatı


Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Ezârika Hâricîlerinin Fâris bölgesinden Basra bölgesine geçerek burada
68 687-688
isyanlar çıkarmaları
68 687-688 Suriye bölgesinde şiddetli kıtlık meydana gelmesi
Abdülmelik b. Mervân’ın Züfer b. Hâris üzerine yürümek üzere
Şam’dan ayrılmasını fırsat bilen Amr b. Saîd el-Eşdak’ın ayaklanması
69 689
ve hazineleri ele geçirmesi, bunun üzerine Abdülmelik’in Şam’a geri
dönmesi, Amr’ın Halife’den eman alması
Abdülmelik’in, tekrar ayaklanabileceğini düşünerek Amr b. Saîd el-
70 690
Eşdak’ı saraya davet ederek bizzat öldürmesi
Abdülmelik’in -Abdullah b. ez-Zübeyr ile mücadele edebilmek için
70 690 Bizans tarafından gelebilecek bir tehlikeden emin olmak amacıyla-
vergi ödemek üzere Bizans’la ağır koşulları olan bir anlaşma yapması
Abdülmelik b. Mervân’ın Mus’ab b. ez-Zübeyr’le savaşmak için Irak’a
71 690-691
gitmesi ve Kûfe’yi ele geçirmesi
690-691
71 veya 72 Deyrülcâselîk savaşında Mus’ab b. ez-Zübeyr’in öldürülmesi
veya 691

71 691 Hâlid b. Abdullah b. Hâlid b. Esîd’in Basra valiliğine tayin edilmesi

Hâricîlerden Necedât fırkasının kurucusu Necde b. Âmir’in,


72 691-692 yardımcılarından Bahreyn valisi Ebû Füdeyk’in planladığı bir suikast
sonucu öldürülmesi
72 691-692 Ebû Füdeyk’in Bahreyn’e hâkim olması
Abdullah b. ez-Zübeyr’in Haccâc tarafından Mekke’de muhasara altına
Zilkade 72 Mart 692
alınması
73 692-693 Hâricîlerden isyan eden Ebû Füdeyk’in öldürülmesi
73 693 Abdullah b. Ömer’in vefatı

14 veya 17 1 veya 4
Abdullah b. ez-Zübeyr’in Mekke’de öldürülmesi
Cemaziyelevvel 73 Ekim 692

73 692 Haccâc’ın Mekke, Yemâme ve Yemen valiliğine atanması


Hâlid b. Abdullah b. Hâlid b. Esîd’in Basra valiliğinden azledilerek
73 692-693 yerine Kûfe valisi olarak da görevlendirilen Halife Abdülmelik’in
kardeşi Bişr b. Mervân’ın atanması
73 692 Muhammed b. Mervân’ın Bizans topraklarında yaz seferine çıkması
Osman b. Velîd ile Bizanslılar arasında Ermeniyye’de meydana gelen
73 692-693
savaşta Bizanslıların kalabalık ordularına rağmen yenilmeleri 565
Medine valisi Târık b. Amr’ın görevden azledilerek burasının da
74 693-694
Haccâc’a bağlanması
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Hâccâc’ın Abdullah b. ez-Zübeyr tarafından inşa edilen, Hicr’in yapının
74 693-694 içine dâhil edildiği iki kapılı Kâbe’yi yıktırarak binayı eski haline uygun
olarak yeniden inşa ettirmesi
Daha önce Abdullah b. ez-Zübeyr adına görev yapan Mühelleb b. Ebî
74 693-694
Sufre’nin Abdülmelik adına Hâricîlerle savaşa memur edilmesi
Bükeyr b. Veşşâh’ın Horasan valiliğinden azledilerek yerine Ümeyye b.
74 694
Abdullah b. Hâlid b. Esîd’in atanması
Bişr b. Mervân’ın vefatından sonra Haccâc’ın Irak valiliğine tayin
75 694
edilmesi
Muhammed b. Mervân’ın Bizans topraklarında yaz seferine çıkması,
75 695 Ermeniyye’nin güney bölgeleri ile Maraş’ın tekrar Müslümanların eline
geçmesi
Mühelleb b. Ebî Sufre’nin Ezrakîleri Fâris bölgesindeki Kâcerûn’da
20 Ramazan 75 12 Ocak 695
yenmesi
17 Cemaziyelevvel
2 Eylül 695 İsyan eden Cezire Hâricîlerinden Salih b. Müserrih’in öldürülmesi
76
Şebîb b. Yezîd eş-Şeybânî’nin isyanı devam ettirmesi, Kûfe’ye girmesi,
76 695-696
daha sonra Haccâc’ın şehre tekrar hâkim olması
76 696 Abdülmelik’in dinar ve dirhem bastırması
77 696 Abdülmelik’in orijinal İslâmî dinar bastırması
Şebîb b. Yezîd’in devlet kuvvetlerini yenmesi ve komutan Attâb b. Verkâ
77 696
ve Zühre b. Haviye’yi öldürmesi
77 696 Şebîb’in ikinci kez Kûfe’ye girmesi
Hâricîlerden Şebîb b. Yezîd eş-Şeybânî’nin bir nehri geçerken atından
77 696
düşerek boğulması
Haccâc’ın Medâin valisi Muğîre b. Şu’be’nin oğlu Mutarrif’in isyan
77 696-697
etmesi ve öldürülmesi
Ezrakîler arasında ihtilaf çıkması ve Katarî b. el-Fücâe’den ayrılanların
77 696 bir kısmının Abdürabbih el-Kebîr’e bir kısmının Abdürabbih es-Sağîr’e
biat etmeleri
Ezrakîlerin lideri Katarî b. el-Fücâe’in Mühelleb’in birlikleri tarafından
77 696
öldürülmesi
Mısır valisi Abdülaziz b. Mervân’ın harap durumda olan İskenderiye
77 696 kalesini, denizden gelebilecek saldırılara karşı koyabilmek için
yeniden inşa ettirmesi
566 78 697
Horasan valisi Ümeyye b. Abdullah’ın görevden azledilerek Horasan’ın
Haccâc’a bağlanması
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Haccâc’ın Mühelleb b. Ebî Sufre’yi Horasan, Ubeydullah b. Ebî Bekre’yi
78 697
Sicistan’a vali olarak ataması
79 698-699 Suriye’de veba salgını
79 698 Ubeydullah b. Ebî Bekre’nin Rutbil’e karşı gazaya çıkması
80 699 Abdülmelik’in oğlu Velîd’i Bizans’a karşı sefere göndermesi
Vâkıdî’ye göre Basra’da Cârif (silip süpüren) vebasının meydana
80 699
gelmesi
80 699 Mühelleb b. Ebî Sufre’nin Maverâünnehir bölgesinde gazaya çıkması
Haccâc’ın Rutbil’le savaşmak üzere Abdurrahman b. el-Eş’as’ı
80 699
Sicistan’a bir orduyla göndermesi
Sicistan valisi Ubeydullah b. Ebî Bekre’nin vefatı ve Haccâc’ın onun
80 699
yerine Abdurrahman b. el-Eş’as’ı tayin etmesi
Mekke’de hacılara ve evlere büyük zararlar veren sel felaketi meydana
Zilhicce 80 Şubat 700
gelmesi
Muharrem 81 Mart 700 Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’nin Medine’de vefatı
81 700 İki yıl önce Bizanslıların eline geçen Erzurum’un tekrar geri alınması
Abdülmelik’in Ürdün’ün bir yıllık haracı karşılığında Suriye divanlarını
81 700
Arapçaya çevirmesi
Abdurrahman b. el-Eş’as’ın Haccâc’a karşı isyan başlatması (Vâkıdî’ye
81 700
göre bu ayrılma 82 (701) yılında meydana gelmiştir [Taberî, VI, 334].)[3]
81 701 Abdurrahman b. el-Eş’as’ın Basra’ya hâkim olması
Horasan valiliği de yapan ve Hâricîlerle mücadelesiyle ünlenen
Zilhicce 82 Ocak 702
komutan Mühelleb b. Ebî Sufre’nin vefatı
Haccâc’ın Mühelleb b. Ebî Sufre’nin vefatından sonra oğlu Yezîd b.
82 702
Mühelleb’i Horasan valiliğine tayin etmesi
Haccâc kuvvetleriyle Abdurrahman b. Eş’as kuvvetleri arasında
14 Cemaziyelahir 15 Temmuz
meydana gelen Deyrülcemâcim savaşında Abdurrahman kuvvetlerinin
83 702
yenilmesi
83 702 Haccâc’ın Abdurrahman b. el-Eş’as’ı Meskin’de yenilgiye uğratması
83 702 Haccâc b. Yusuf’un Vâsıt şehrini inşa etmesi
Halife Abdülmelik’in oğlu Abdullah’ın Bizans topraklarına gaza
84 703
yapması ve Misis’i fethetmesi
84 703 Yezîd b. Mühelleb’in Bâzeğîs’te Nîzek kalesini fethetmesi
567
[3] et-Taberî�, Ebû Câfer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’t-Taberî: Târîhu’r-rusül
ve’l-mülûk (thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), 4. Basım, Dâru’l-maârif, Kahire
1989 biatinin altı-yedi yıl kadar süren bir süreç olduğu unutulmamalıdır.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Haccâc’ın Abdurrahman b. el-Eş’as’ı yanında tutan Rutbil’e sağladığı
85 704
bazı menfaatler karşısında Abdurrahman b. el-Eş’as’ın öldürülmesi
85 704 Yezîd b. Mühelleb’in Horasan valiliğinden azledilmesi
Abdülmelik b. Mervân’ın kardeşi Abdülaziz’i veliahtlıktan azletme
85 704
çabası
Abdülmelik’in veliahtlığı bırakması taleplerini reddeden Mısır valisi
Cemaziyelevvel 85 Mayıs 704 kardeşi Abdülaziz’in vefatı, Mısır valiliğine Abdülmelik’in oğlu
Abdullah’ın atanması
Abdülmelik’in oğulları Velîd ve Süleyman’ı sırasıyla veliaht olarak
85 704
ataması
14 Şevval 86 8 Ekim 705 Abdülmelik b. Mervân’ın Şam’da vefatı
6. Velîd b. Abdülmelik
Şevval 86 Ekim 705 Velîd b. Abdülmelik’e halife olarak biat edilmesi
86 705 Haccâc’ın Kuteybe b. Müslim’i Horasan valiliğine tayin etmesi
86 705 Mesleme b. Abdülmelik’in Bizans topraklarında gazaya çıkması
86 705 Haccâc’ın Yezîd b. Mühelleb b. Ebî Sufre’yi tutuklaması
Abdülmelik b. Mervân’ın oğlu Mısır valisi Abdullah’ın Mısır divanlarını
87 705-706
Arapça’ya çevirtmesi
Ömer b. Abdülaziz’in yirmi beş yaşındayken Hicaz valiliğine tayin
87 706
edilmesi
Nîzek’in Kuteybe b. Müslim’le görüşmesi ve Kuteybe’nin Bâzeğis’e
87 706
girmemesi hususunda anlaşma yapmaları
87 706 Mesleme b. Abdülmelik’in Bizans topraklarına gazaya çıkması
87 706 Kuteybe b. Müslim’in Beykent’te gazaya çıkması
Cemaziyelahir 88 Mayıs 707 Bizans topraklarından Tuvâna kalesinin fethedilmesi
88 707 Mescid-i Nebevî’nin yıktırılarak genişletilmesi suretiyle yeniden inşası
Mesleme b. Abdülmelik’in Bizans topraklarında gazaya çıkması ve
88 707
Kostantine, Gazâle ve Ahrem kalelerinin fethedilmesi
88 707 Kuteybe b. Müslim’in Nûmüşkes ve Râmîsene’ye karşı gazaya çıkması
Halife Velîd’in yollar yapılması ve şehirlerde kuyular açılmasını
88 707
emretmesi
Mesleme b. Abdülmelik’in Bizans topraklarında gazaya çıkması ve bazı
89 708 kalelerin fethedilmesi; Abbâs b. el-Velîd’in el-Büdendûn taraflarında
yaz seferine çıkması
568 89 708 Kuteybe b. Müslim’in Buhara’da gazaya çıkması
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Mesleme b. Abdülmelik’in Azerbaycan taraflarındaki Bâb şehrine
89 708-709 ulaşıncaya kadar bazı kaleler ve şehirler fethederek Türklere karşı
gazası
89 708-709 Târık b. Ziyâd’ın İfrîkıyye’nin iç kısımlarına seferler düzenlemesi
Mesleme b. Abdülmelik’in Bizans topraklarında gaza yaparak beş
90 709
kaleyi fethetmesi, Abbâs b. Velîd’in Bizans topraklarında gaza yapması
Muhammed b. Kâsım es-Sekafî’nin Sind kralı Dâhir b. Sassa’yı
90 709
öldürmesi
Velîd’in kardeşi Abdullah’ı azlederek yerine Kurre b. Şerîk’i Mısır
90 709
valiliğine tayin etmesi
Bizanslıların donanma komutanı Hâlid b. Keysân’ı esir etmeleri ve
90 709
Bizans imparatorunun onu Velîd’e göndermesi
90 709 Kuteybe b. Müslim’in Buhara’da İslâm hâkimiyetini tesis etmesi
90 709 Kuteybe b. Müslim’in Soğd meliki Tarhûn’la anlaşma yapması
90 709 Nîzek’in Müslümanlarla yaptığı anlaşmaya ihanet etmesi
90 709 Kuteybe b. Müslim’in Horasan bölgesindeki Tâlikân’ı fethetmesi
Yezîd b. Mühelleb’in, kardeşleri ve beraberindeki adamlarıyla hapisten
90 709
kaçarak Süleyman b. Abdülmelik’e sığınması
91 710 Abdülaziz b. Velîd’in yaz seferine çıkması
Mesleme b. Abdülmelik’in Azerbaycan’daki Bâb şehrine kadar akınlar
91 710
yaparak Türklerle savaşması ve bazı şehir ve kaleleri fethetmesi
Toharistan bölgesinde isyan eden Nîzek Tarhûn’un yakalanarak idam
91 709-710
edilmesi
91 710 Kuteybe b. Müslim’in Şûmân, Kess ve Nesef’e karşı gaza yapması
Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin Mekke valisi olarak atanması [Vâkıdî bu
91 710
atamanın 89 (708) yılında yapıldığını nakleder (Taberî, VI, 440).]
Mesleme b. Abdülmelik ve Ömer b. Velîd’in Bizans topraklarında
92 710-711
gazaya çıkmaları, Mesleme’nin üç kaleyi fethetmesi
92 710-711 Şair el-Ahtal’ın ölümü
28 Nisan Târık b. Ziyâd’ın gemilerle Endülüs’e geçerek Cebelitârık’ta karargâh
5 Receb 92
711 kurması
92 711 Endülüs’ün fethi
26 Temmuz Târık b Ziyâd’ın Şezûne (Sidonia) şehri yakınlarındaki Lekke vadisinde
5 Şevval 92
711 Vizigot ordusunu ağır bir yenilgiye uğratması

569
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Abbâs b. el-Velîd’in Bizans topraklarında gazaya çıkması ve Samsat’ı
fethetmesi; Mervân b. Velîd’in Bizans topraklarında gazaya çıkarak
93 711-712 Hancere’ye kadar ulaşması; Mesleme b. Abdülmelik’in gazaya çıkarak
Malatya taraflarında Mâse, Hısnülhadîd [Demirkale], Gazâle ve
Berceme’yi fethetmesi
93 712 Ömer b. Abdülaziz’in Hicâz valiliği görevinden alınması
Nisan-Mayıs
Receb 93 İfrîkıyye valisi Mûsâ b. Nusayr’ın Endülüs’e geçmesi
712
Enes b. Mâlik’in 103 yaşında vefatı [Onun 90 (709), 91 (710), 92 (711)
93 711-712
ve 95 (714) yılında vefat ettiği de rivayet söylenir.]
Kuteybe b. Müslim’in Hâmcerd melikini öldürmesi ve Hârezmşah
93 711-712
melikiyle yeni bir antlaşma yapması
93 712 Semerkant’ın fethi
Mûsâ b. Nusayr’ın Târık b Ziyâd’ı Endülüs’ten azlederek onu
93 712
Tulaytula’ya göndermesi ve Tulaytula’nın fethi
93 712 İfrîkıyye bölgesinde etkili bir kuraklığın meydana gelmesi
Abbas b. Velîd’in Bizans topraklarına gazası ve bu yılda Antakya’yı
fethi; Abdülaziz b. Velîd’in Gazâle’ye ulaşıncaya kadar Bizans
94 713
topraklarında gaza yapması; Velîd b. Hişâm Burcülhammâm’a [Hamam
burcu] kadar ulaşması
94 713 Antakya ve Tarsus’un tekrar ele geçirilmesi
94 713 Suriye’de hissedilen bir deprem meydana gelmesi
94 712-713 Kâsım b. Muhammed es-Sekafî’nin Hind topraklarında fetihler yapması
Kuteybe b. Müslim’in Fergâna bölgesinin iki şehri olan Hocend ve
94 712-713
Kâşân’a ulaşıncaya kadar Şâş ve Fergâna’da gaza yapması
Yılın başında Ali b. Hüseyin [Zeynelâbidîn], onun ardından Urve b. ez-
Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb ve Ebû Bekir b. Abdurrahman b. el-Hâris
94 712-713
b. Hişâm’ın vefatı [Bu yılda vefat eden fakihler sebebiyle 94 yılına
“Fakihler yılı” denir (Taberî, VI, 491).]
Dönemin âlimlerinden ve tâbiînden Saîd b. Cübeyr’in Yezîd b.
713 veya
94 veya 95 Mühelleb isyanını desteklemesi sebebiyle yıllarca gizlendikten sonra
741
yakalanarak Haccâc tarafından öldürülmesi
Abbâs b. Velîd b. Abdülmelik’in Bizans torpaklarında gaza yapması ve
95 713-714 Tûles, Merzübâneyn ve Hirakla Kaleleri’ni fethetmesi, Abbâs b. Velîd’in
Kınnesrîn’i fethetmesi
570 95 713-714 Keyrec ve Mendel hariç Hind’in geri kalanının fethedilmesi
Mayıs-
Ramazan 95 Vâsıtulkasab’ın inşası
Haziran 714
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


95 713-714 Kuteybe b. Müslim’in Şâş’ta gaza yapması
95 714 Amasya ve Ereğli’nin ele geçirilmesi
95 714 Hazar bölgesinde Bâb şehrinin fethedilmesi
9 Haziran
21 Ramazan 95 Irak valisi Haccâc b. Yusuf’un ölümü
714
Haccâc’ın ölümünden sonra Irak valiliğine Yezîd b. Ebî Kebşe, haraç
95 714
amilliğine Yezîd b. Müslim’in atanması
96 715 Bişr b. Velîd’in Bizans topraklarına kış seferine gitmesi
Velîd’in vefatından önce oğlu Abdülaziz lehine kardeşi Süleyman’dan
veliahtlık hakkından vazgeçmesini istemesi, Süleyman’ın bunu kabul
etmemesi üzerine ona maddî vaatlerde bulunması, Süleyman’ın
ikna olmaması üzerine valilere oğlu Abdülaziz için biat almalarını
96 715
emretmesi, Haccâc ve Kuteybe dışındaki valilerin bu talimata
uymamaları; Velîd’in Süleyman’ı Şam’a çağırması ve Süleyman’ın
gitmemek için ağırdan alması üzerine ona karşı sefere çıkmak üzere
hazırlık yapması, ancak yola çıkamadan vefat etmesi
96 714-715 Kuteybe b. Müslim’in Kaşgar’ı fethetmesi ve Çin’e gazaya çıkması
13 Cemaziyelahir 23 Şubat
Halife Velîd b. Abdülmelik’in vefatı
96 715
7. Süleyman b. Abdülmelik
Cemâziyelâhir 96 Şubat 715 Süleyman b. Abdülmelik’e halife olarak biat edilmesi
1 Haziran Süleyman b. Abdülmelik’in Osman b. Hayyân’ı Medine valiliğinden
23 Ramazan 96
715 azletmesi
Yezîd b. Ebî Müslim’in Irak valiliğinden azledilerek yerine Yezîd b.
96 715
Mühelleb’in tayin edilmesi
Süleyman b. Abdülmelik’in Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’yi Mekke
96 715 valiliğinden azlederek yerine Talha b. Davud el-Hadramî’yi
görevlendirmesi
Mesleme b. Abdülmelik’in Bizans topraklarına yaz seferi düzenlemesi
96 715
ve Avf Kalesi denen bir kaleyi fethetmesi
Horasan valisi Kuteybe b. Müslim’in kendi askerleri tarafından
96 715
öldürülmesi
Süleyman’ın İstanbul’u kuşatmak üzere Mesleme b. Abdülmelik
97 715-716
komutasında bir ordu hazırlaması
Bizans topraklarına yaz seferi düzenleyen Süleyman b. Abdülmelik’in
97 715-716 571
oğlu Davud’un Mer’e [Kadın] Kalesini fethetmesi
Ömer b. Hübeyre el-Fezârî’nin deniz yoluyla Bizans topraklarına gazaya
97 715-716
gitmesi ve orada kışlaması
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Endülüs fatihi Mûsâ b. Nusayr’ın oğlu Abdülaziz’in Endülüs’te
97 715-716
öldürülmesi
Süleyman b. Abdülmelik’in Yezîd b. Mühelleb’i Horasan valiliğine tayin
97 715-716
etmesi
Süleyman b. Abdülmelik’in daha önce Mekke valiliğine atadığı Talha b.
97 716 Davud el-Hadramî’yi görevden alması ve yerine Ümeyyeoğullarından
Abdülaziz b. Abdullah’ı tayin etmesi
Muharrem 98 Ağustos 716 Mesleme b. Abdülmelik’in İstanbul kuşatması
Süleyman b. Abdülmelik’in oğlu Eyyûb için veliaht olarak biat alması;
98 716
Eyyûb’un bir süre sonra vefat etmesi
Dâvud b. Süleyman’ın Rum topraklarına gazaya çıkması ve Malatya
98 716-717
yakınlarındaki Kadın Kalesi’ni fethetmesi
98 716-717 Sakâlibe’nin şehrinin (Medinetü’s-Sakâlibe) fethedilmesi
98 716-717 Velîd b. Hişâm ve Amr b. Kays’ın Bizans topraklarında gaza yapmaları
Yezîd b. Mühelleb’in Cürcân ve Taberistan’a gazaya çıkması, Cürcân’ın
98 716-717
fethedilmesi
Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’nin büyük oğlu Ebû
98 716-717 Hâşim Abdullah’ın Abdullah b. Abbas’ın torunlarının oturduğu Suriye
bölgesindeki Humeyme’de vefat etmesi
8. Ömer b. Abdülaziz
10 veya 12 Safer 22 veya 24 Halife Süleyman b. Abdülmelik’in vefatı ve Ömer b. Abdülaziz’e halife
99 Eylül 717 olarak biat edilmesi
Süleyman b. Abdülmelik döneminde Mesleme b. Abdülmelik
99 717
komutasında başlayan İstanbul kuşatmasının kaldırılması
Türkler’in Azerbaycan’da Müslümanlara saldırmaları ve birçok kişiyi
99 717-718 öldürmeleri; Ömer b. Abdülaziz’in onlara karşı ordu göndererek onları
etkisiz hale getirmesi
99 717-718 Ömer b. Abdülaziz’in Yezîd b. Mühelleb’i Irak valiliğinden azletmesi
100 718 Abbasî propagandasının başlaması
Bizanslıların Lazkiye şehrine saldırarak şehir tahrip etmeleri ve bazı
100 718-719
Müslümanları esir almaları

Hâricîlerden Şevzeb el-Yeşkürî’nin isyan etmesi, Ömer b. Abdülaziz’in


100 718-719 ona görüşmek için adamlarını göndermesini istemesi, görüşmelerden
sonra Şevzeb’in isyanı askıya alması
572
Ömer b. Abdülaziz’in Velîd b. Hişâm el-Mu’aytî ve Amr b. Kays el-
100 718-719
Kindî’yi yaz seferine göndermesi
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


100 718-719 Yezîd b. Mühelleb’in Irak’tan Şam’a götürülerek hapsedilmesi
Cerrâh b. Abdullah’ın Horasan valiliğinden azledilerek yerine
100 718-719
Abdurrahman b. Nuaym el-Kuşeyrî’nin görevlendirilmesi
101 719-720 Yezîd b. Mühelleb’in hapishaneden kaçışı
9. Yezîd b. Abdülmelik
Ömer b. Abdülaziz’in vefatı ve Süleyman b. Abdülmelik tarafından
Receb 101 Şubat 720
ikinci veliaht olarak tayin edilen Yezîd b. Abdülmelik’in halife olması
Yezîd’in hilafete gelmesi üzerine Hâricîlerden isyan eden Şevzeb’in
101 720
öldürülmesi
Yezîd b. Mühelleb’in Halife Yezîd b. Abdülmelik’i hal’ettiğini ilan ederek
101 720
isyan etmesi
24 Ağustos Yezîd b. Abdülmelik döneminde isyan eden Yezîd b. Mühelleb’in Akr
14 Safer 102
720 savaşında öldürülmesi
102 720 Mesleme b. Abdülmelik’in Irak ve Horasan valiliğine atanması
102 720 Endülüs fâtihi Târık b. Ziyâd’ın vefatı
102 720-721 Soğdlulara ve Türklere karşı gaza yapılması
102 720-721 Sicilya’ya sefer düzenlenmesi
Ömer b. Hübeyre’nin Ermeniyye’de Bizanslıları hezimete uğratması ve
102 720-721
onlardan birçok kişiyi öldürerek 700 kadar esir alması
İfrîkıyye valisi Yezîd b. Ebî Müslim’in Irak valisi Haccâc gibi mevâlî’ye
cizye koyması ve köylerden şehirlere göç edenleri köylerine sürmesi
102 720-721 gibi uygulamalara kalkışması üzerine halkın onu öldürmesi ve
başlarına eski vali, Ensâr’ın mevlâsı Muhammed b. Yezîd’i vali
yapmaları
Mesleme b. Abdülmelik’in Irak ve Horasan valiliğinden azledilmesi ve
102 721
Ömer b. Hübeyre’nin vali olarak tayin edilmesi
Ömer b. Hübeyre’nin Horasan valisi Saîd Hadîne’yi görevden alarak
103 721-722
yerine Saîd b. Amr’ı tayin etmesi
Abbâs b. Velîd’in Bizans topraklarında gazaya çıkması ve Resle
103 721-722
adındaki bir şehri fethetmesi
103 721-722 Türkler’in el-Lân’a yönelik saldırıları
Irak valisi Ömer b. Hübeyre’nin Halife Yezîd b. Abdülmelik’in emriyle
103 721-722
Saîd b. Amr el-Hareşî’yi Horasan valiliğine ataması
103 721-722 Soğdluların memleketlerini terk ederek Fergana’ya sığınmaları 573
Horasan valisi el-Hareşî’nin Soğdlularla savaşı ve onların
104 722-723
dihkânlarından birçok kimseyi öldürmesi
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Yezîd b. Abdülmelik’in daha önce Mekke ve Medine valiliğine atadığı
Rebîülevvel 104 Eylül 722 Abdurrahman b. Dahhâk b. Kays el-Fihrî’yi azletmesi ve yerine
Abdülvâhid en-Nadrî’yi tayin etmesi
Ömer b. Hübeyre’nin Saîd b. Amr el-Hareşî’yi Horasan valiliğinden
104 722-723
azlederek yerine Müslim b. Saîd el-Kilâbî’yi tayin etmesi
Cerrâh b. Abdullah el-Hakemî’nin el-Lân’a gazaya çıkması ve bazı
105 723
yerleri fethetmesi
Saîd b. Abdülmelik’in Bizans topraklarında gazaya çıkması ve
105 723
gönderdiği 1000 kişilik askerî birliğin öldürülmesi
Müslim b. Saîd’in Türklere karşı başarısız bir sefere çıkması, ardından
105 723 Soğd bölgesinin şehirlerinde Afşine’ye gazaya çıkarak melikiyle
anlaşma yapması
24 Şaban 105 26 Ocak 724 Yezîd b. Abdülmelik’in Suriye bölgesindeki Belkâ’da vefatı
10. Hişâm b. Abdülmelik
Şaban 105 Ocak 724 Hişâm b. Abdülmelik’e biat edilmesi
Ömer b Hübeyre’nin Irak valiliğinden azledilerek yerine Hâlid b.
Şevval 105 Mart 724
Abdullah el-Kasrî’nin tayin edilmesi
Halife Hişâm’ın Medine, Mekke ve Tâif şehirlerinin valisi Abdülvâhid b.
Cemaziyelahir 106 Ekim 724 Abdullah en-Nadrî’yi azlederek yerine dayısı İbrahim b. Hişâm b. İsmail
el-Mahzûmî’yi tayin etmesi
106 725 Saîd b. Abdülmelik’in Bizans topraklarında yaz seferine çıkması
Haccâc b. Abdülmelik’in el-Lân’a gazaya çıkması ve ahalisiyle cizye
106 724-725
ödemeleri hususunda antlaşma yapması
Belh bölgesindeki Berûkân’da Yemenlilerle Mudar ve Rebîa kabileleri
106 724-725
arasında savaş meydana gelmesi
106 724-725 Müslim b. Saîd’in Türklerle savaşı ve görevden azledilmesi
Irak valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin kardeşi Esed b. Abdullah el-
106 724-725
Kasrî’yi Horasan valiliğine tayin etmesi
106 724-725 Cerrâh b. Abdullah el-Hakemî’nin Hazar topraklarına girmesi
Yemen’de Abbâd er-Ru’aynî adlı Hâricî’nin ayaklanması ve 300 kişi
107 725-726
olan bütün adamlarıyla birlikte öldürülmesi
Muâviye b. Hişâm’ın Bizans topraklarında yazın gazaya çıkması;
107 725-726
Mesleme b. Abdülmelik’in karadan gaza yapması
107 725-726 Suriye’de şiddetli bir veba salgının meydana gelmesi
Esed b. Abdullah el-Kasrî’nin Garşistan’daki Nemrûn dağlarında gazaya
574 107 725-726
çıkması
107 725-725 Esed b. Abdullah el-Kasrî’nin Gûr’a gazaya çıkması
107 725 Mısır’da meydana gelen Kıptî isyanının bastırılması
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Cerrâh b. Abdullah el-Hakemî’nin Ermeniyye, Abzerbaycan ve Cezire
107 725-726 valiliğinden azledilerek yerine Mesleme b. Abdülmelik’in tayin
edilmesi
108 726 Mesleme b. Abdülmelik’in Kayseri’yi fethetmesi
İbrahim b. Hişâm’ın Bizans topraklarında gazaya çıkması ve bir kale
108 726
fethetmesi
108 726-727 Dâbık’ta büyük bir yangın meydana gelmesi
108 726-727 Esed b. Abdullah el-Kasrî’nin Huttel’e karşı gazaya çıkması
Abdullah b. Ukbe b. Nâfî el-Fihrî’nin deniz seferine çıkması, Muâviye
109 727 b. Hişâm’ın Bizans topraklarında gazaya çıkarak Tîbe denen bir kaleyi
fethetmesi
Hişâm b. Abdülmelik’in oğlu Muâviye komutasındaki birliklerin
109 727
Amasya’yı ele geçirmesi
109 727-728 Esed b. Abdullah el-Esedî’nin Gûrîn’e gazaya çıkması
109 727 Hayrü’ş-şarkî sarayının birinci kısmının inşası
109 727-728 Sicilya’ya sefer düzenlenmesi
109 727-728 Hayrülgarbî sarayının inşası
Hişâm b. Abdülmelik’in Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’yi Horasan
109 727-728 valiliğinden azletmesi ve Horasan’ı yöneten kardeşi Esed b. Abdullah
el-Kasrî’ye görevden el çektirmesi
109 727-728 Eşras b. Abdullah es-Sülemî’nin Horasan valiliğine atanması
110 728 Sicilya’ya sefer düzenlenmesi
Mesleme b. Abdülmelik’in Bâbüllân şehri yakınlarında meydana gelen
110 728
savaşta Hazarları hezimete uğratması
Muâviye b. Hişâm’ın Bizans topraklarında gazaya çıkması Samâle’yi
110 728-729
fethetmesi, Abdullah b. Ukbe el-Fihrî’nin yaz seferine çıkması
Eşras b. Abdullah’ın Semerkant ahalisine Müslüman oldukları takdirde
kendilerinden cizye alınamayacağını söyleyerek İslâm’a davet etmesi,
110 728-729
Müslüman olduktan sonra da onlardan vergi almaya devam etmesi
üzerine onunla savaşmaları
Kurder ahalisinin irtidat etmesi, Müslümanların onlarla savaşarak
110 728-729
onları mağlup etmesi
Receb 110 Ekim 728 Hasan el-Basrî’nin Basra’da vefatı
Muâviye b. Hişâm’ın Bizans topraklarının sağ cenahında, Saîd b.

111 729-730
Hişâm’ın sol cenahında yaz seferine çıkmaları ve Saîd’in Kayseri’ye 575
kadar gitmesi, Abdullah b. Ebî Meryem’in donanmanın başında gazaya
çıkması
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Türkler’in Azerbaycan’a saldırıları ve Hâris b. Amr’ın onları hezimete
111 729-730
uğratması
111 729 Hayrü’ş-şarkî sarayının ikinci kısmının inşası
Mesleme b. Abdülmelik’in Ermeniyye, Azerbaycan ve Cezire
111 729-730 valiliğinden azledilerek Cerrâh b. Abdullah el-Hakemî’nin ikinci kez
bölge valiliğine tayin edilmesi
Hişâm’ın Eşras b. Abdullah es-Sülemî’yi Horasan valiliğinden azlederek
111 729-730
yerine Cüneyd b. Abdurrahman el-Mürrî’yi tayin etmesi
Muâviye b. Hişâm’ın Bizans topraklarında yaz seferine çıkması,
112 730-731
Harşene’yi fethetmesi ve Malatya’ya bağlı Ferendiyye’yi yakması
112 730 Sicilya’ya sefer düzenlenmesi
Erdebil yakınlarında meydana gelen savaşta Müslümanların Hazarlara
112 730 karşı büyük bir yenilgiye uğraması ve Vali Cerrâh b. Abdullah’ın
çatışmalarda öldürülmesi
112 730 Mesleme b. Abdülmelik’in Bâbülebvâb (Derbend) şehrini fethetmesi
Battal Abdullah’la (Battal Gazi) birlikte Bizans topraklarında gaza
113 731
yapan Abdullah b. Buht’un hayatını kaybetmesi
Horasan valisi Cüneyd b. Abdurrahman’ın Horasan’a giden Abbasî
113 731
dailerinden birisini öldürmesi
Bâbülebvâb (Derbend) şehrini ele geçirmek isteyen Hazarların
113 731
yenilgiye uğraması
Muâviye b. Hişâm’ın Bizans topraklarının sol cenahında, Süleyman
114 732 b. Hişâm’ın ise sağ cenahında gazaya çıkması ve Kayseri’ye kadar
ulaşması
Sekiz yıldır Medine valiliği yapan Hişâm’ın dayısı İbrahim b. Hişâm’ı
Rebiülevvel 114 Mayıs 732 Medine valiliğinden azlederek yerine Hâlid b. Abdülmelik b. Hâris b.
el-Hakem’i tayin etmesi
114 732-733 Vâsıt şehrinde veba salgının ortaya çıkması
Hişâm b. Abdülmelik’in Mervân b. Muhammed’i Ermeniyye ve
114 732
Azerbaycan valiliğine getirmesi
114 732 Sicilya’ya sefer düzenlenmesi
114 732 Tunus’ta Zeytüniye Camii’nin inşası
Belâtü’ş-şüheda (Puvatya) Savaşı’nda Müslümanların Frank
Ramazan 114 Ekim 732
kuvvetlerine karşı mağlubiyeti
115 733 Muâviye b. Hişâm’ın Bizans topraklarına gazaya çıkması
576 115 733 Suriye’de veba salgınının ortaya çıkması
115 733 Horasan’da etkili bir kuraklık meydana gelmesi
116 734 Muâviye b. Hişâm’ın Bizans topraklarına yaz seferine çıkması
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Irak ve Suriye’de etkili olan, ancak Vâsıt’ta birçok insanın ölümüne
116 734
neden olan veba salgını
Cüneyd b. Abdurrahman’ın vefatı ve Âsım b. Abdullah’ın Horasan
116 734
valiliğine tayin edilmesi
116 734 Mürcie mezhebinden Hâris b. Süreyc’in Horasan’da isyan başlatması
Bizans topraklarında Muâviye b. Hişâm’ın sağ cenahta, Süleyman
117 735 b. Hişâm’ın sol cenahta Cezire taraflarında yaz seferlerine gazaya
çıkmaları
Ermeniyye ve Azerbaycan valisi Mervân b. Muhammed’in Hazarlara
karşı gönderdiği iki askeri birlikten birisinin el-Lân bölgesindeki üç
117 735
kaleyi fethetmeleri, diğerinin Tomanşah’a giderek şehrin ahalisiyle
sulh yapması
Hişâm b. Abdülmelik’in Horasan valisi Âsım b. Abdullah’ı görevden
117 735 alarak burasını Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’ye bağlaması, Hâlid’in de
kardeşi Esed’i Horasan valisi olarak görevlendirmesi
Esed b. Abdullah’ın Abbasî dailerinden bir grubu yakalayarak
117 735 bazılarını öldürmesi, bir kısmına işkence ve müsle yapması, bazılarını
hapsetmesi
Hişâm b. Abdülmelik’in çocukları Muâviye ve Süleyman’ın Bizans
118 736
topraklarında gazaya çıkmaları
118 736 Ammâr b. Yezîd’in Horasan’daki Abbasoğullarının başına getirilmesi
Hâlid b. Abdülmelik b. el-Hâris’in Medine valiliğinden azledilerek
118 736
yerine Muhammed b. Hişâm b. İsmail’in tayin edilmesi
Ali b. Abdullah b. Abbas’ın Suriye bölgesindeki Humeyme köyünde
118 736
vefat etmesi
119 737 Velîd b. Ka’kâ el-Absî’nin Bizans topraklarında gazaya çıkması
Esed b. Abdullah’ın Huttel’e gazaya gitmesi ve birçok ganimetle geri
119 737
dönmesi
119 737 Esed’in Türk Hakan’ını öldürmesi
Süleyman b. Hişâm’ın Bizans topraklarında yaz seferine çıkması ve
Sendere’yi fethetmesi, İshak b. Müslim el-Ukaylî’nin gazaya çıkıp
120 738
Tomanşah’ın kalelerini fethederek bölgede tahribat yapması, Mervân b.
Muhammed’in Hazar topraklarına gazaya çıkması
120 738 Horasan valisi Esed b. Abdullah el-Kasrî’nin vefatı
Irak valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin görevden azledilerek yerine
120 738
Yusuf b. Ömer’in atanması 577
Yusuf b. Ömer’in Ca‘fer b. Hanzale’yi azlederek yerine Cudey b. Ali
120 738
el-Kirmânî’yi tayin etmesi
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Cudey b. Ali el-Kirmânî’nin azledilerek Nasr b. Seyyâr’ın Horasan
120 738
valiliğine tayin edilmesi
Mesleme b. Hişâm b. Abdülmelik’in Bizans topraklarında gazaya
121 739 çıkarak Metâmîr’i fethetmesi, Mervân b. Muhammed’in Altın Tahtın
Sahibinin memleketinde fetihler yapması
121 739 Mısır’da ortaya çıkan Kıptî isyanının bastırılması
121 739 Nasr b. Seyyâr’ın Maveraünnehir bölgesinde gaza yapması
Horasan valisi Nasr b. Seyyâr’ın yaptığı yeni bir düzenlemeyle 30.000
121 739 kadar mühtediden alınan cizyeyi kaldırması ve gayri meşru bir şekilde
cizyeden muaf tutulan 80.000 kişiye yeniden vergi koyması
3 Safer 122 8 Ocak 740 Kûfe’de ayaklanan Zeyd b. Ali’nin öldürülmesi
İfrîkıyye bölgesinde ortaya çıkan Berberî isyanında Hişâm b.
122 740 Abdülmelik’in Şamlı birliklerin başında bölgeye gönderdiği Külsûm b.
İyâd el-Kuşeyrî’nin öldürülmesi
Afyon yakınlarında Bizans İmparatoru III. Leon ve oğlu Konstantinos’un
ordusuyla savaşan Müslümanların ağır bir yenilgiye uğramaları ve
122 740
Bizans topraklarına yönelik seferlerde gösterdiği kahramanlıklarla
bilinen Abdullah el-Battâl’ın öldürülmesi
122 740 Yusuf b. Ömer b. Şübrüme’nin Sicistan’a vali olarak tayin edilmesi
123 741 Nasr b. Seyyâr’ın Soğdlularla barış yapması
123 741 Nasr b. Seyyâr’ın Fergana’ya ikinci defa gazaya çıkması
124 741 Muhammed b. Şihâb ez-Zührî’nin vefatı
124 742 Ebû Müslim el-Horasanî’nin faaliyete başlaması
Süleyman b. Hişâm’ın Bizans topraklarında yaz seferine çıkması ve
124 742
Bizans kralı Leon ile karşılaşması, ganimetler elde etmesi
Irak valisi Ömer b. Yusuf’un askerleri tarafından yakalanan Gulât
124 742
Şîa’dan Ebû Mansûr el-İclî’nin idam edilmesi

124 742 [?] Aşırı görüşleriyle bilinen Ca’d b. Dirhem’in idam edilmesi

Numân b. Yezîd b. Abdülmelik’in Bizans topraklarına yaz seferine


125 743
çıkması

6 Rebîülâhir 125 6 Şubat 743 Halife Hişâm b. Abdülmelik’in Rusâfe’de vefatı

11. Velîd b. Yezîd


Babası Yezîd b. Abdülmelik tarafından Hişâm’dan sonra veliaht tayin
578 Rebîülâhir 125 Şubat 743
edilen oğlu Velîd’e halife olarak biat edilmesi
26 Ağustos Abbasî hareketinin lideri Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas’ın
1 Zilkade 125
743 vefatı ve yerine oğlu İbrahim’in imam olarak seçilmesi
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Velîd b. Yezîd’in oğulları Hakem ve Osman için biat alarak Hakem’i
125 743
birinci, Osman’ı ikinci veliaht olarak tayin etmesi
Velîd b. Yezîd’in Nasr b. Seyyâr’ı Horasan’ın bağımsız valisi olarak
ataması, Irak valisi Yusuf b. Ömer’in Halife’yle görüşerek bölgenin
125 743
yönetimini kendisinden satın almak suretiyle, Horasan valisiyle ona
bağlı valilerin tekrar kendisine bağlanması

Velîd b. Yezîd’in dayısı Yusuf b. Muhammed b. Yezîd es-Sekafî’yi


Şaban 125 Haziran 743
Medine, Mekke ve Tâif valiliğine tayin etmesi

125 743 Velîd b. Yezîd’in kardeşi Gamr komutasında Kıbrıs’a sefer düzenlenmesi
125 742-743 Yahya b. Zeyd b. Ali’nin Horasan’da bir çarpışmada öldürülmesi
On beş yıl Irak valiliği yapan Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin Irak valisi
Muharrem 126 Kasım 743
Yusuf b. Ömer tarafından işkenceyle öldürülmesi
27 Cemaziyelahir 16 Nisan
Emevî Halifesi Velîd b. Yezîd’in öldürülmesi
126 744
12. Yezîd b. Velîd
28 Cemaziyelâhir 17 Nisan
Yezîd b. Velîd’e biat edilmesi
126 744
Hanedan arasında fitne meydana gelmesi, Mervân b. Muhammed’in
126 744 Halife’yi tanımayarak Velîd b. Yezîd’in intikamını almak üzere harekete
geçmesi ve Ermeniyye’den Cezîre bölgesine geçmesi
126 744 Velîd b. Yezîd’in kanını talep iddiasıyla Hımslıların ayaklanması
126 744 Ürdün ve Filistin ahalisinin valiye saldırarak onu öldürmeleri
Irak valisi Yusuf b. Ömer’in görevden azledilerek yerine Mansûr b.
126 744
Cumhûr’un atanması
Irak valisi Mansûr b. Cumhûr’un görevden aldığı Horasan valisi Nasr b.
126 744
Seyyâr’ın görevi devretmeyi reddetmesi
Mansûr b. Cumhûr’un Irak valiliğinden azledilmesi ve yerine Abdullah
126 744
b. Ömer b. Abdülaziz’in tayin edilmesi
Horasan’da Yemenî ve Nizârî kabileler arasında ihtilaf ortaya çıkması
126 744
ve Arapların ikiye bölünmesi
12 Zilhicce 126 25 Eylül 744 Yezîd b. Velîd’in vefatı
13. İbrahim b. Velîd
Zilhicce 126 Eylül 744 İbrahim b. Velîd’e biat edilmesi
Mervân b. Muhammed’in, hanedan mensuplarının ve halkın bir kısmı
579
127 744 tarafından halife olarak kabul edilmeyen İbrahim b. Velîd’i görevden
uzaklaştırmak üzere Suriye’ye gitmesi
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Hicrî Miladî Hadise


Halife İbrahim b. Velîd’in kuvvetleriyle ona biat etmeyi reddeden
18 Kasım
7 Safer 127 Mervân b. Muhammed kuvvetleri arasında meydana gelen ve
744
Muhammed’in galibiyetiyle sonuçlanan Aynülcer Savaşı
14. Mervân b. Muhammed
26 Safer 127 7 Aralık 744 Mervân b. Muhammed’e Şam’da halife olarak biat edilmesi
Mervân’ın Hıms’ta isyan eden Yemenîleri kısa bir kuşatmadan sonra
127 744 yenmesi ve bir daha isyan etmelerini engellemek için şehrin surlarını
yıktırması
127 744 Abdullah b. Muâviye’nin Kûfe’de isyan etmesi
127 744 İsyan eden Hâricî liderlerinden Dahhâk b. Kays’ın Kûfe’ye girmesi
Hanedandan ve dönemin önemli komutanlarından Süleyman b.
127 744
Hişâm’ın Mervân b. Muhammed’e isyan etmesi
Hâris b. Süreyc’in Horasan’daki Yemenîlerin lideri Cüdey el-Kirmanî ile
128 745
giriştiği savaşta öldürülmesi
Abbasî hareketinin lideri İmam İbrahim’in Horasan’daki taraftarlarının
128 745
başına Ebû Müslim’i getirmesi
Cehmiyye fırkasının kurucusu kabul edilen Cehm b. Safvân’ın
128 745-746
öldürülmesi
Dahhâk b. Kays eş-Şeybânî’nin Mardin yakınlarındaki Kefertûsâ’da
128 746
meydana gelen savaşta öldürülmesi
Daha önce gizli yürütülen Abbasî davetinin İmam İbrahim’in emriyle
15 Haziran
1 Şevval 129 Horasan’da açıkça yapılmaya başlanması, Horasan’daki taraftarlarının
747
Ebû Müslim’le birlikte savaşmak üzere söz vermeleri
Abdullah b. Muâviye’nin Ebû Müslim el-Horasanî tarafından
129 747
öldürülmesi
20 Ağustos Ebû Hamza ve yanındaki Hâricîlerin terviye günü savaşsız Mekke’ye
8 Zilhicce 129
747 girmeleri
Kudeyd’te İbadî Hâricîlerle Medineliler arasında meydana gelen ve
Safer 130 Ekim 747
Medinelilerin yengisiyle sonuçlanan savaş
23 Safer 130 2 Kasım 747 Ebû Hamza ve yanındaki Hâricîlerin Medine’ye girmesi
Cemaziyelevvel Vâdilkura’da İbadîlerin Mervân b. Muhammed’in gönderdiği orduya
Ocak 748
130 karşı ağır yenilgisi ve birçok Hâricî’nin öldürülmesi
130 748 Ebû Hamza ve Tâlibu’l-Hak Abdullah b. Yahya’nın öldürülmesi
Ebû Müslim’in Merv şehrine girmesi ve Ali b. Cudey el-Kirmânî’nin
Cemaziyelevvel
Ocak 748 Ebû Müslim’le savaşmak üzere onunla mutabakata varması, Nasr b.
130
580 Seyyâr’ın Merv şehrinden kaçması
Abbasî hareketinin lideri İmam İbrahim’in Kahtabe b. Şebîb’i Horasan
130 748
bölgesine komutan olarak göndermesi
Kronoloji ■

Hicrî Miladî Hadise


Yezîd b. Ömer b. Hübeyre’nin Cürcân âmili Nübâte b. Hanzale’nin
130 748
öldürülmesi
Kahtabe b. Şebîb’in Nübâte’nin öldürülmesinden sonra kendisine
130 748 karşı çıkmaya karar veren Cürcân ahalisinden yaklaşık 30.000 kişiyi
öldürmesi
12 Rebîülevvel 131 9 Kasım 748 Mervân b. Muhammed’in Horasan valisi Nasr b. Seyyâr’ın vefat etmesi
Irak valisi İbn Hübeyre’nin bölgedeki komutanı Âmir b. Dubâre’nin
131 749
öldürülmesi ve Kahtabe b. Şebîb’in İsfahan’a girmesi
131 749 Kahtabe’nin Nihâvendlilerle savaşması ve şehre girmesi
131 749 Kahtabe b. Şebîb’in Irak valisi İbn Hübeyre’ye karşı hareket geçmesi
Zilhicce 131 Ağustos 749 Şehrizûr’un Abbasîlerin eline geçmesi
132 749-750 Kahtabe’nin savaşta öldürülmesi

132 749 Mu’tezile’nin kurucusu kabul edilen Vâsıl b. Atâ’nın vefatı

Muhammed b. Hâlid’in Abbasî hareketi adına Kûfe’de ortaya çıkması,


14 Muharrem 132 2 Eylül 749
ondan sonra Kahtabe’nin oğlu Hasan’ın Kûfe’ye girmesi
İmam İbrahim b. Muhammed b. Ali’nin tutuklanarak Harran’a
132 749
götürülmesinden sonra hapisteyken ölmesi ya da öldürülmesi
Safer 132 Ekim 749 Ebül’l-Abbas es-Seffâh’ın ailesiyle birlikte Kûfe’ye gitmesi
28 Kasım
12 Rebîülahir 132 Kûfe’de Ebü’l-Abbâs es-Saffâh’a halife olarak biat edilmesi
749
Abdullah b. Ali komutasındaki Abbasî kuvvetlerinin Mervân b.
2 Cemaziyelahir
16 Ocak 750 Muhammed’in birlikleriyle karşı karşıya gelmesi ve bir haftadan fazla
132
süren savaştan sonra Emevî ordusunun ağır yenilgiye uğraması
Mervân b. Muhammed’ten önce halife seçilen, ancak hilafeti Mervân’a
11 Cemaziyelâhir
25 Ocak 750 bırakmak zorunda kalan İbrahim b. Velîd’in Zap Savaşı’nda nehirde
132
boğularak ölmesi
26 Nisan
14 Ramazan 132 Abbasî kuvvetlerinin Emevîlerin başkenti Şam’a girmeleri
750
6 Ağustos
27 Zilhicce 132 Son Emevî Halifesi Mervân b. Muhammed’in öldürülmesi
750

581
KAYNAKÇA
Giriş: Emevî Dönemiyle İlgili Belli
Başlı Kaynaklar ve Araştırmalar

Ahmed Emî�n, Fecrü’l-İslâm, 11. basım, Beyrut 1975.


Atçeken, İ�smail Hakkı, “Emevî�ler Dönemi Bibliyografyası”, İSTEM: İslâm
Sanat, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, Yıl: 4, sy. 8, 2006, s. 283-
283.
Avcı, Casim, “Mes’ûdî�”, DİA, XXIX, Ankara 2004.
Başaran, Selman, “Ebû Mihnef”, DİA, X, İ�stanbul 1994.
Fayda, Mustafa, “İ�bn A’sem el-Kûfî�”, DİA, XIX, İ�stanbul 1999.
İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyan, Fecr Yayınevi, Ankara
1990.
Demircan, Adnan, “Cumhuriyet Döneminde (1923-2010) Emeviler Hak-
kında Yapılan Çalışmalar”, İSTEM: İslâm Sanat, Tarih, Edebiyat ve
Mûsikîsi Dergisi, 2011, cilt: 9, sy. 17, s. 49-98.
Köse, Saffet, “İ�bn Abdülhakem”, DİA, XIX, İ�stanbul 1999.
es-Suyûtî, Târîhu’l-hulefâ (thk. Kâsım eş-Şemmâ’î� er-Rufâ’î�, Muhammed
el-Osmanî�), Dâru’l-kalem, Beyrut 1406/1986.
Terzi, Mustafa Zeki, “Nasr b. Müzâhim”, DİA, XXXII, İ�stanbul 2006
Varol, M. Bahaüddin, “el-İmâme ve’s-siyâse İ�simli Eserin Müellifi İ�bn Ku-
teybe midir?”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, Ankara
2003

I. EMEVÎLERİN SİYASÎ TARİHİ

Abdüşşâfî Muhammed Abdüllatî�f, el-Âlemü’l-İslâmî fi’l-asri’l-Ümevî, Kahi-


re, 1984.
Aksu, Ali, “Emevî�lerin Abbâsî�ler Tarafından Soykırıma Uğratılması ve
Ebü’l-Abbâs ‘ın Bu Soykırımdaki Yeri”, CÜİFD, sy. 4, Sivas 2000, s.
259-268.
Akyüz, Vecdi, Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi, İ�stanbul 1991.
el-Amr, Ali Abdurrahman, Hişâm b. Abdülmelik ve’d-devletü’l-Ümeviyye, 2.
basım, byy 1992.
Aselî, Bessam, Muâviye b. Ebî Süfyân, Beyrut 1996.
Atçeken, İ�smail Hakkı, “Emevî�ler Dönemi Bibliyografyası”, İSTEM, yıl: 4, sy.
8, Konya 2006, s.283-308.
585
Atçeken, İ�smail Hakkı, “Muâviye b. Yezî�d Ü� zerine Bir Araştırma”, SÜİFD, sy.
7, Konya 1997, s. 411-430.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Atçeken, İ�smail Hakkı, “Ö� mer b. Abdülaziz Dönemi Sonrası Emevî� İ�darecilerinin
Mevâlî� Politikaları”, SÜİFD, sy. 13, Konya 2002/Bahar, s. 69-88.
Atçeken, İ�smail Hakkı, “Puvatya (Balâtü’ş-Şühedâ) Savaşı ve Etkileri Ü� zerine Bir Araş-
tırma”, SÜİFD, sy. 8, Konya 1998, s.243-263.
Atçeken, İ�smail Hakkı, Devlet Geleneği Açısından Hişâm b Abdülmelik, Ankara 2001.
Atçeken, İ�smail Hakkı, Endülüs’ün Fethi ve Mûsâ b. Nusayr, Ankara 2002.
Atçeken, İ�smail Hakkı, İ�slâm Tarihine Oryantalist Yaklaşım -Emevî�ler Dönemi Ö� rneği-,
Konya 2007.
Atvân, Hüseyn, Nizâmü velâyeti’l-ahd ve virâseti’l-hilâfe fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1991.
Atvân, Hüseyn, Sîretu Velîd b. Yezîd, Kahire 1980.
Aycan, İ�rfan, “Ebû Süfyan”, DİA, İ�stanbul 1994, X, 230-232
Aycan, İ�rfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 1990.
el-Belâzürî, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşraf, Bağdat
1936.
el-Belâzürî, Fütûhu’l-büldân, çev: Mustafa Fayda, Ankara 1987.
Brockelmann, Carl, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi (trc. Neşet Çağatay), Ankara
1992.
Cahen, Claude, Doğuşundan Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar İslâmiyet (trc. Esat
Nermi Erendor), Ankara 1990.
Demircan, Adnan, “Cumhuriyet Döneminde (1923-2010) Emevî�ler Hakkında Yapılan
Çalışmalar”, İSTEM, yıl: 9, sy. 17, Konya 2011, s. 49-97.
Demircan, Adnan, İslâm Tarihinin İlk Asrında Arap-Mevâlî İlişkisi, İ�stanbul 1996.
ed-Dîneverî, Ebû Hanî�fe Ahmed b. Dâvûd (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdul-
mun’im Â� mir), Bağdat ts.
el-Ezdî, Ebû Zekeriya Yezî�d b. Muhammed (334/945), Târîhu’l-Mavsıl, Kahire 1967
Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İ�stanbul 1990.
Hasan İ�brahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslâm Tarihi (trc. İ�smail Yiğit, Sad-
reddin Gümüş), İ�stanbul 1987.
Hitti, Philip K., Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1989.
el-Işş, Yusuf, ed-Devletü’l-Ümeviyye, 3.Basım, Dımaşk 1994.
İbn Abdülber, el-İstiâb fî ma’rifeti’l-ashâb, thk. Ali Muhammed el-Becavî�, Kahire 1416.
İbn Abdürabbih, Ebû Ö� mer Ahmed b. Muhammed el-Endelüsî� (328/939), , el-İkdu’l-
ferîd, Kahire 1965.
İbn Ebi’d-Dem, Şihâbuddî�n İ�brahim el-Hamevî� (642/1244), et-Târîhu’l-İslâmî (thk.
Hamid Zeyyân Ganim Zeyyân), Kahire 1989.
İbn Haldûn, Abdurrahman b. Muhammed el-Mağribî� (808/1405), Târîhu İbn Haldûn,
Beyrut 1971.
586 İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İ�smâil (774/1372), el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1990.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), el-Maârif,
Beyrut 1987.
Kaynakça ■

İbn Sa’d, Muhammed (230/844), et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut ts.


İbn Tiktaka, Muhammed b. Ali b. Tabataba (709/1309-1310), el-Fahrî fî âdâbi’s-sultâ-
niyye ve’d-düveli’l-İslâmiyye, Beyrut ts.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam fî târîhi’l-ü-
mem ve’l-mülûk, Beyrut 1992.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), Sîretu ve menâkıbu Ömer b.
Abdülaziz el-halîfetü’z-zâhid (thk. Naî�m Zerzûr), Beyrut 1984.
İbnü’l-Esîr, Izzuddin Ebü’l-Hasen (630/1232), el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1965.
el-İmâme ve’s-siyâse (İ�bn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî�
(276/889)’ye nispet edilmektedir) (thk. Halî�l el-Mansûr), Beyrut 1992.
Kandemir, M. Yaşar, “Hind bint Utbe,” DİA, İ�stanbul 1998, XVIII, 64-65
Kapar, Mehmet Ali, Halîfeliğin Emevîlere Geçişi ve Verâsete Dönüşmesi, İ�stanbul 1998.
Lammens, H., “Merc-i Râhıt”, İA, İ�stanbul 1964, VII, 755.
Lammens, H., “Muâviye”, İA, İ�stanbul 1964, VIII, 438-444
Lewis, Bernard, Tarihte Araplar (trc. Hakkı Dursun Yıldız), İ�stanbul 1978.
el-Makrîzî, Takıyyuddin Ahmed b. Ali (845/1442), en-Nizâ ve’t-tehâsüm fîmâ beyne
Benî Ümeyye ve Benî Hâşim (thk. Hüseyin Mu’nis), Kahire 1988.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasen Ali b. Hüseyn b. Ali (346/957), Mürûcü’z-zeheb (thk. M. Muh-
yiddin Abdülhamid), Beyrut 1987.
Muhammed Hudarî�, ed-Devletü’l-Ümeviyye, Beyrut ts.
Onat, Hasan, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993.
Önkal, Ahmet, “Tahkim Olayı Ü� zerine Bir Değerlendirme”, İSTEM, yıl:1, sy. 2, Konya
2003, s.33-68.
Önkal, Ahmet, “İ�slâm Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İAD, Ankara 1992, sy. 6, s.
189-197.
Rayyıs, M. Ziyauddin, İslâm’da Siyasî Düşünce Tarihi (trc. Ahmet Sarıkaya), İ�stanbul
1990.
Rıyâd İsa, en-Nizâ beyne efrâdi’l-beyti’l-Ümevî ve devruhû fî sukûti’l-hilâfeti’l-Ümeviyye,
Dımaşk 1985.
Sarıçam, İ�brahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri (İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar), Ankara
1997.
Sırma, İ�hsan Süreyya, Emevîler Dönemi Hilâfetten Saltanata, İ�stanbul 1990.
es-Süyûtî, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî�bekr (911/1505), Târîhu’l-hulefâ, Mısır
1964.
eş-Şehristânî, Ebü’l-Feth Muhamed b. Abdülkerim (548/1153), el-Milel ve’n-nihal,
tah: Muhammed Fehmî� Muhammed, 2. basım, Beyrut 1992.
Varol, Mehmet Bahaüddin, “Emevî�lerin Hz. Ali Taraftarlarına Hakaret Politikaları Ü� ze-
rine”, İSTEM, yıl: 4, sy. 8, Konya 2007, s. 83-108. 587
Vida, G. Levi Della, “Emevî�ler”, İA (MEB), İ�stanbul 1993, IV, 240-258.
Watt, W. Montgomary, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara
1981.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kub b. Ca’fer b. Vehb b. Vâdıh (292/904), Târîhu’l-Ya’kûbî,
Beyrut 1960.
Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, DİA, İ�stanbul 1995, XI, 87-104
Zehebî, Siyeru A’lâmin-Nubelâ, thk. Şuayb el-Arnavût, Beyrut 1988.
ez-Zuhaylî, Vehbe, el-Halîfetü’r-râşid el-âdil Ömer b. Abdülaziz, 2. basım, Beyrut 1992.

II. MUHALEFETLE İLİŞKİLER VE ÇATIŞMALAR

A. Emevî Devleti’nde Muhalefet Hareketleri


Aksu, Ali, Emevî Devleti’nin Yıkılışı, İ�stanbul 2007.
Apak, Â� dem, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, İ�stanbul 2004.
Apak, Â� dem, İ�slâm Tarihi III, İ�stanbul 2008.
Aycan, İ�rfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 1990.
el-Belâzürî, Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf (thk. S. Zekkâr, R. Ziriklî�), Beyrut
1417/1996.
Brockelmann, Carl, İ�slâm Milletleri ve Devletleri Tarihi (trc. Neşet Çağatay), Ankara
1964.
el-Câbirî, M. Â� bid, İ�slâm’da Siyasal Akıl (trc. Vecdi Akyüz), İ�stanbul 1997.
Demircan, Adnan, Arap-Mevâlî İlişkisi, İ�stanbul 1996.
Demircan, Adnan, İ�slâm Tarihinin İ�lk Asrında İ�ktidar Mücadelesi, İ�stanbul 1996.
Demircan, Adnan, Hâricîlerin Siyasi Faaliyetleri, İ�stanbul1996.
Fığlalı, E. Ruhi, “Hâricî�liğin Doğuşu ve Fırkalara Ayrılışı”, AÜİFD, Ankara 1978.
Fığlalı, E. Ruhi, “Hasan”, DİA.
Fığlalı, E. Ruhi, “Hâricî�ler”, DİA.
Halîfe b. Hayyât (240/854), Târîh (thk. Ekrem Ziya el-Ö� merî�), Riyad 1405/1985.
el-İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Makâtilu’t-Tâlibiyyîn (thk. es-Seyyid
Ahmed Sakr), Beyrut 1415/1995.
el-Işş, Yusuf, ed-Devletü’l-Ü� meviyye, Dımaşk 1985.
el-İ�mâme ve’s-siyâse, Beyrut 1967.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ (774/1372), el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1974.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed (230/844), et-Tabakatü’l-kübrâ, Beyrut ts.
Kılıç, Ü� nal, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001.
Lammens, Henry, “Muâviye”, İ�A.
el-Makrizî, Takiyyüddin Ahmed b. Ali (845/1444), en-Niza ve’t-tehâsum fîma beyne
Benî Ümeyye ve Benî Hâşim, Leiden 1888.
588
Onat, Hasan, Emevîler Dönemi Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993.
Ömer Ferrûh, Târîhu Sadri’l-İ�slâm ve’d-Devleti’l-Ü� meviyye, Beyrut 1970.
Özkan, Mustafa, Emevîler Döneminde İktidar- Ulemâ İlişkisi, Ankara 2008.
Kaynakça ■

Riyad İsa, en-Nizâ beyne efrâdi’l-beyti’l-Ü� meviyye devruhû fî� sükûti’l-hilâfeti’l-Ü� me-
viyye, Beyrut 1406/1985.
Ebü’l-Arab, Muhammed b. Ahmed b. Temim et-Temî�mî� (333/945), Kitâbü’l-Mihan
(thk. Vehb el-Cebbûrî�), Beyrut 1408/1988.
Vloten, G. Van, Emevîler Döneminde Arap Hâkimiyeti, Şî�a ve Mesih akideleri Ü� zerine
Araştırmalar (trc. M. S. Hatipoğlu), Ankara 1986.
Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, DİA.
Yiğit, İ�smail, “Mevâlî�”, DİA.
Vida, Levi Della, “Emevî�ler”, İ�A.
Welhausen, Julius, İ�slâmiyetin İ�lk Derinde Dini- Siyasî Muhalefet Partileri (trc. Fikret
Işıltan), Ankara 1989.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Yak’ûb (294/897), Târîhu’l-Ya’kûbî (thk. Abdu’l-Emir Mühen-
na), Beyrut 1413/1993.
Yılmaz, Saim, Emevîlerde Veliahtlık (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), İ�stanbul 1996.

B. Ehli Beyt Taraftarları

1. Hucr b. Adî Hareketi


Ahmet Önkal, “Amr b. Hamık”, DİA, III, İ�stanbul 1991.
el-Askerî, Ebû Hilâl b. el-Hasan b. Abdullah b. Sehl (395/1005), Kitâbü’l-evâil, Beyrut
1987
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir, (279/892, Ensâb (thk. İ�hsan Abbâs), Beyrut
1979.
el-Buhârî, Ebû Abdullah İ�smail b. İ�brahim el-Cu’fî�, (256/869), Târîhu’l-kebîr, I-IX,
Beyrut ts.
ed-Dîneverî, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdulmü-
nim Â� mir, Cemalettin eş-Şeyyâl), Kahire 1960.
Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saî�d el-Endelusî�, (456/1064), Cemheretu ensâbi’l-A-
rab (thk. Komisyon), Beyrut 1983.
İbnü’l-Cevzî, Cemaluddin Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali, (597/1200), el-Muntazam
fi tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1995.
İbnü’l-Esîr, İ�zzuddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi’t-târîh
(trc. Ahmet Ağırakça), İ�stanbul 1991.
İbn Hibbân, Muhammed, (354/965), Kitabu’s-sikât, Haydarabad, 1975.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), el-Maârif
(trc. Hasan Ege), �stanbul ts.
İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 2001.
el-İsfahânî, Ebü’l-Ferec (356/966), el-Eğanî (thk. Abdullah Ali Muhanna), Beyrut
1995. 589
el-İsfahânî, Ebü’l-Ferec (356/966), Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn (thk. Ahmed Sakar), Beyrut
1987.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Halîfe b. Hayyât, Ebû Amr, (240/854), Târîhu Hâlife b. Hayyât (thk. Süheyl Zekkâr),
Beyrut 1993.
Hasan Onat, Emevi Devri Şîî Hareketleri ve Günümüz Şîîliği, Ankara 1993.
el-Himyerî, Muhammed b. Abdulmün’im (749/1348), Kitâbü’r-Ravdu’l-mi’târ fi habe-
ri’l-aktâr (thk. İ�hsân Abbâs), Beyrut 1980.
el-Keşî, Ricâl (thk. es-Seyyid Mehdî� er-Reaî�), Kum 1404, I, 250
Lammens, H., “Hucr b. ‘Adî� al-Kindî�”, The Encycleopaedia of Islam (new edition), III,
Leiden 1971.
Mesudî, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hasan b. Ali (346/957), Murucü’z-zeheb ve me’âdi-
nü’l-cevher, Kum 1984.
en-Nüveyrî, Şihâbuddin Ahmed b. Abrulvahhab, (733/1332), Nihâyetü’l-ereb fî fünû-
ni’l-edeb (thk. Muhammed Ref’at Fethullah), Mısır 1975.
Söylemez, M. Mahfuz, Bedevilikten Hadariliğe Kûfe, Ankara 2001, s. 188.
eş-Şabuştî, ed-Diyârât (thk. Korkis Avvâd), Beyrut 1986.
eş-Şiblî, Muhammed b. Abdullah ed-Dımaşkî�, (796/1393), Mehâsinu’l-vesâil fi ma’rife-
ti’l-evâil (thk. Muhammed Altuncu), Beyrut 1992.
Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî�, Târîhu’l-İslâm ve vefâya-
tu’l-meşâhir ve’l-a’lam -ahdu Muâviye b. Ebî Süfyân 40-61 (thk. Ö� mer Abdüs-
selâm Tedmürî�), Beyrut 1993.
et-Taberî, Târîh, Ebû Ca’fer Muhammed b Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l mülûk,
Beyrut 1987.
Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kub b. Vâzıh, (294/897), Târîhu Ya’kûbî, Beyrut 1992.

2. Kerbela Olayı
Abdullatif, M. Abdüşşafi, el-Âlemü’l-İslâmî fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1404/1984.
Ahsanullah, Muâviye, History of the Islamic World, New Delhi ts.
Akil, Nebihe, Hilâfetü benî Ümeyye, Beyrut 1394/1975.
el-Akkad, Abbâs Mahmud, Ebü’ş-şühedâ el-Hüseyin b. Ali, byy ts.
Akyüz, Vecdi, Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi, İ�stanbul 1991.
Algül, Hüseyin, Kerbela, İ�stanbul 2009.
Apak, Â� dem, İ�slâm Tarihi III, İ�stanbul 2008.
Ateş, Ahmed, “Hüseyin”, İ�A, IV, 634-640.
Aycan, İ�rfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 1990.
el-Belâzürî, Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf (thk. S. Zekkâr, R. Ziriklî�), Beyrut
1417/1996.
el-Belâzürî, Yahya b. Câbir (279/892), Fütûhu’l-büldân (trc. Mustafa Fayda), Ankara
1987.
590 Bilmen, Ö� mer Nasuhi, Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikatları, İ�stan-
bul ts.
Câferiyân, Resul, Masum İmamların Fikrî ve Siyasî Hayatı (trc. Ca‘fer Bayar), İ�stanbul
1994
Kaynakça ■

el-Cemîlî, es-Seyyid, İ�stişhâdü’l-Hüseyin, Beyrut 1408/1988


Conrad, Lawrence I, “Yazid I Ibn Muawiya”, Dictionary in the Middle Ages, New York
1989; vol. XII, s.721-722
Demircan, Adnan, İ�slâm Tarihinin İ�lk Asrında İ�ktidar Mücadelesi, İ�stanbul 1996.
ed-Dîneverî, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdülmü-
nim Â� mir, Cemaleddin eş-Şeyyal), Bağdat 1379/1959.
ed-Diyarbekrî, Hüseyin Muhammed b. Hasan (990/1582), Târîhu’l-hamîs fî ahvâli en-
fesi nefîs, Dâru’s-Sadr ts.
Ebû Mihnef, Lût b. Yahya, Maktelü’l-Hüseyin, Bağdat 1977.
Ebü’l-Arab, Muhammed b. Ahmed b. Temim et-Temî�mî� (333/945), Kitâbü’l-Mihan
(thk. Vehb el-Cebbûrî�), Beyrut 1408/1988.
Ferrûh, Ö� mer, Târîhu sadri’l-İslâm ve’d-devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1986.
Feryal bt. Abdullah, Sûretü Yezîd b. Muâviye fi’r-rivâyeti’l-edebiyye, Riyad 1995.
Fığlalı, Ethem Ruhi, “Hüseyin”, DİA, İ�stanbul 1999, XVIII, 518-521.
Fığlalı, Ethem Ruhi, “İ�slâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri”, AÜİFD,
Ankara 1983, XXVI, s. 353-370.
Halîfe b. Hayyât (240/854), Târîh (thk. Ekrem Ziya el-Ö� merî�), Riyad 1405/1985.
el-Hamevî, Yâkût, (626/1229), Mu’cemü’l-büldân (thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî�),
Beyrut 1410/1990.
Hammâş, Necdet, eş-Şam fî sadri’l-İslâm, Dımaşk 1408/1987.
Hasan, Hasan İ�brahim, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc. İ�smail Yiğit ve Ar-
kadaşları), İ�stanbul 1991.
Hatiboğlu, Mehmed, Hz. Peygamber’in Vefatından Emevîlerin Sonuna Kadar Siyasî İc-
timâî Hâdiselerle Hadis Münasebetleri (yayınlanmamış doçentlik tezi), Anka-
ra 1967
Honigman, E., “Karbala”, EI2, IV, 637-639.
Honigman, E., “Kerbela”, İ�A, VI, 580-582.
Muhammed Hudarî Beg, ed-Devletü’l-Ümeviyye (thk. Muhammed Osmanî�), Beyrut
1406/1986.
el-Işş, Yusuf (1387-1967), ed-Devletü’l-Emeviyyetü ve’l-ahdâsü’lletî sebekatha,
1406/1985.
İbn A’sem, Ebû Muhammed el-Kûfî� (314/926), el-Fütûh, Beyrut ts.
İbn Abdürabbih, Ahmed b. Muhammed el-Endelûsî� (327/939), el-İkdü’l-ferîd (thk.
Muhammed Saî�d Uryan), Kahire 1359/1940.
İbn Kuteybe (276/889), eş-Şi’r ve’ş-şuarâ, Beyrut 1412/1991.
İbn Manzûr (711/1311), Muhtasaru tarihi Dımaşk, Dımaşk 1405/1985.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed (230/844), et-Tabakatü’l-kübrâ, Beyrut ts.
İbn Teymiyye, Mecmû’u-feteva, (cem ve tertip Muhammed b. Kasım), byy ts. 591
İbn Teymiyye, Ra’sü’l-Hüseyin (thk. es-Seyyid Cemî�lî�), Beyrut 1408/1988.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İbnü’l-Cevzî, Cemalüddin Ebü’l-Ferec (597/1200), el-Muntazam fî tarihi’l-mülû-


ki ve’l-ümem (thk. M. Abdülkadir Atâ, Mustafa Abdülkadir Atâ), Beyrut
1412/1991.
İbnü’l-Esîr, İ�zzüddin Ebü’l-Hasan (630/1232), el-Kâmil fi’t-tarih (nşr. C. J. Tornberg),
Beyrut 1399/1979.
İbnü’l-İmâd, Şihâbu’d-Din Ebi’l-Felah (1032/1089), Şezerâtü’z-zeheb fî� ahbâr-ı men
zeheb (thk. Abdulkadir el-Arnavut, Mahmud el-Arnavut), Beyrut 1406/1986.
İbnü’l-Verdî, Ziyauddin Ö� mer b. Muzaffer (794/1391), Târîhu İbnü’l-Verdî, Beyrut
1417/1996.
İbrahim Beydûn, min Devleti Ömer ilâ Abdülmelik, Beyrut 1411/1991.
İbrahim Vâsıf, Şehâdeti Hüseyin İ�bn Ali, Metin Matbaası 1327/1909.
el-İ�mâme ve’s-siyâse (thk. Taha Muhammed ez-Zübnâ), Beyrut 1967.
el-İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Makâtilu’t-Tâlibiyyîn (thk. es-Sey-
yid Ahmed Sakr), Beyrut 1408/1987.
el-İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Kitabü’l-eğânî, (şrh. A. Mühennâ-S.
Câbir), Beyrut 1415/1995.
Kılıç, Ü� nal, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001.
Köksal, M. Â� sım, İ�slâm Tarihi, Hazreti Hüseyin ve Kerbela Faciası, Ankara 1984.
Lammens, Henry, “Yazid b. Muawiya”, EI (İng) VIII, 1162-1163.
Lammens, Henry, Le Califat De Yazid I, Beyrut 1921.
el-Mes’ûdî, el-Hüseyin b. Ali (346/957), Mürûcü’z-zeheb (thk. M. Muhyiddin Abdülha-
mid), Beyrut 1408/1988.
Mir Ahmed, S. V. Ali, Husain The Saviour of Islam, �ran ts.
Muhammed Rıza, el-Hasan ve’l-Hüseyin, Beyrut 1407/1987.
el-Mûsevî, Ali Şerefüddin, Dirâsât fî sevreti’l-İmam el-Hüseyin, (Arapçaya trc. Hüseyin
Hâci), byy 1414/1993.
el-Mûsevî, İ�brahim ez-Zincânî�, Cevle fi’l-emâkini’l-mukaddeseti, Beyrut 1985
el-Müderrisî, Seyyid Hâdî�, Kitabu Aşûra, Beyrut 1985.
Müseyyib Gazi, Kerbelanın İntikamı (trc. Emrullah Eraslan), İ�stanbul 1995.
en-Nüveyrî, Şihâbüddin Ahmed b. Abdülvehhab (677-733), Nihâyetü’l-ereb fî fünû-
ni’l-edeb (thk. M. Rıfat Fethullah, İ�brahim Mustafa), Kahire 1395/1975.
Onat, Hasan, “Şiî�liğin Doğuşu Meselesi”, AÜİFD, Ankara 1997, sayı XXXVI, s.79-117.
Önkal, Ahmet, “İ�slâm Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İ�AD, Ankara 1992, sy. 6, s.
189-197.
Ahmed Zeki Safvet, Cemheretü resâilü’l-Arab fî usûri’l-Arabiyye ez-zâhire, Beyrut ts.
Sarıcık, Murat, “Kerbela Olayında el-Hurr b. Yezî�d ve Hz. Hüseyin İ�le Mücadelesi”,
SDÜİFD, Isparta 1995, sy. II, s.103-148.
592 Sarıçam, İ�brahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri, İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, Ankara
1997.
Sıbtü İbnü’l-Cevzî (654/1256), Tezkiretü’l-havâs, Beyrut 1401/1981.
Kaynakça ■

Sırma, İ�hsan Süreyya, Hilafetten Saltanata Emevîler Dönemi, İ�stanbul 1991.


es-Süyûtî, Celaleddin, Târîhu’l-hulefâ (thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), byy
ve ts.
eş-Şehristânî, Hibetüddin el-Hüseynî�, Nehdatü’l-Hüseyin, Beyrut ts.
eş-Şemrî, Hezzâ b. İ�d, Yezîd b. Muâviye -el-Halifetü’l-müfterâ aleyh, Riyad 1993.
et-Taberî, Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’t-Taberî (thk. M. Ebü’l-Fazl İ�brahim),
Kahire ts. (de Goege neşrinden).
et-Tabersî, Ebû Ali el-Fazl b. el-Hasan (548/1153), İ�’lâmü’l-verâ bi a’lâmi’l-Hüdâ, Bey-
rut 1985.
Taha Hüseyin (1973), el-Fitnetü’l-kübra (Ali ve Benûh), byy ve ts.
et-Takkuş, Muhammed Süheyl, Târîhu’d-devleti’l-Emeviyye, Beyrut 1416/1996.
et-Temîmî, Ebü’l-Arab, Kitâbü’l-mihan (thk. Vehb el-Cebbûrî�), Beyrut 1408/1988.
el-Ukeylî, Ö� mer Süleyman, “Mübayaatü bi Yezî�d b. Muâviye bi velâyeti’l-ahd”, Mecelle-
tü Külliyetü’l-Âdâb, Riyad 1985, sy. XII/2, s.393-420.
el-Ukeylî, Ö� mer Süleyman, “Vakatü Kerbela”, Mecelletü külliyeti’l-âdâb, Riyad 1986, sy.
XIII, s.463-496.
el-Useylî, Saî�d, Kerbela, Beyrut 1406/1986.
el-Vekîl, Muhammed es-Seyyid, el-Emeviyyûn beyne’ş-şark ve’l-garb, Beyrut
1416/1995.
Vida, G. Levı Della, “Emevî�ler”, İ�A, İ�stanbul 1964, IV, 240-248.
Welhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
Welhausen, Julius, İ�slâmiyetin İ�lk Devrinde Dini- Siyasi Muhalefet Partileri (trc. Fik-
ret Işıltan), Ankara 1989.
el-Yafiî, Abdullah b. Es’ad b. Ali b. Süleyman (768/1347), Mir’atü’l-cinân, (haşiye: Halil
el-Mansûr), Beyrut 1417/1997.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Yak’ûb (294/897), Târîhu’l-Ya’kûbî (thk. Abdu’l-Emir Mühen-
na), Beyrut 1413/1993.
Yıldız, H. Dursun, “Yezî�d b. Muâviye”, İ�A, XIII, 411-413.
Yüksel, Ahmet Turan, İ�htirastan İ�ktidara Kerbela, Konya 2001.
Ziya Şakir, Kerbela Vakası ve Kerbela’nın İntikamı, İ�stanbul ts.

3. Tevvâbûn Hareketi
Abdüşşafî, M. Abdüllatif, el-Â� lemü’l-İ�slâmî� fi’l-asri’l-Ü� mevî�, byy 1984.
Algül, Hüseyin, Kerbela, İ�stanbul 2009.
Apak, Â� dem, İ�slâm Tarihi III, İ�stanbul 2008.
el-Belâzürî, Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşraf (thk. Süheyl Zekkâr, Riyad Zi-
riklî�), Beyrut 1417/1996.
Çubukçu, Asri, “Süleyman b. Surad”, DİA, İ�stanbul 2010, XXXVIII, 103. 593
Erkoçoğlu, Fatih, Abdülmelik b. Mervân ve Dönemi (Yayınlanmamış Doktora Tezi), An-
kara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2006.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Fığlalı, Ethem Ruhi, “İ�lk-Şiî� Olayları ve Tevvâbun Hareketi”, AÜİFD, Ankara 1983, sy.
XXVI, 335-352.
Hasan İbrahim, Hasan, İ�slâm Tarihi (trc. İ�smail Yiğit, Sadreddin Gümüş), İ�stanbul
1991.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed (230/844), et-Tabakatü’l-kübra, Beyrut ts.
İbnü’l-Esîr, İ�zzüddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi’t-tarih
(nşr. Carolus Johannes Tornberg), Beyrut 1399/1979.
el-Mes’ûdî, el-Hüseyin b. Ali (346/957), Mürûcü’z-zeheb (thk. M. Muhyiddin Abdülha-
mid), Beyrut 1408/1988.
en-Nüveyrî, Şihâbüddin Ahmed b. Abdülvehhab (677-733), Nihâyetü’l-ereb fî fünû-
ni’l-edeb (thk. R. Fethullah, İ�. Mustafa), Kahire 1395/1975.
Onat, Hasan, Emevîler Dönemi Şiî Hareketleri, Ankara 1993.
Özaydın, Abdülkerim, “Aynülverde Savaşı”, DİA, İ�stanbul 1991, IV, 283.
Sarıçam, İ�brahim, Emevî-Hâşimî İlişkileri, İslâm Öncesinden Abbâsîlere Kadar, Ankara
1997.
et-Taberî, Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’t-Taberî (thk. M. Ebü’l-Fazl İ�brahim),
Kahire ts.
Vloten, Gerlof Van, Emevî Devrinde Arap Hâkimiyeti, Şî�a ve Mesih Akideleri Ü� zerine
Araştırmalar (trc. M. Saî�d Hatiboğlu), Ankara 1986.
Welhausen, Julius, İ�slâmiyet’in İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri (trc. Fikret
Işıltan), Ankara 1993.
ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Târîhu’l-İ�slâm (thk. Abdüse-
lam Tedmûrî�), Beyrut 1410/1990.

4. Muhtâr es-Sekafî İsyanı


Ahmed b. Hanbel, (241/855), Kitâbü’l-ilel ve ma’rifeti’r-ricâl, thk. Vasiyyullah b. Mu-
hammed Abbâs, I-IX, el-Mektebetü’l-İ�slâmiyye, Beyrut 1988.
Aycan, İ�rfan, “Mus’ab b. Zübeyr”, DİA, XXXI, s. 227.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahyâ (279/892), Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf, thk. Süheyl
Zekkâr-Riyâd Ziriklî�, I-XIII, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1417/1996.
ed-Dûlâbî, Muhammed b. Ahmed (310/923), Kitâbü’l-Künâ ve’l-esmâ, I-II, Dârü’l-Kü-
tübi’l-İ�lmiyye, 2. bs., Beyrut 1403/1983.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed (456/1064), Cemheretü ensâbi’l-Arab, thk.
Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Dârü’l-Meârif, 5. bs., Kahire, ts.
İbn Kesîr, İ�smâî�l b. Ö� mer (774/1373), el-Bidâye ve’n-nihâye, I-XIV, Mektebetü’l-Meârif,
4. bs., Beyrut 1401/1981.
İbnü’l-Esîr, Ali b. Muhammed (630/1233), el-Kâmil fi’t-târîh, thk. C. Johannes Torn-
berg, I-XIII, Dârü Sâdır, Beyrut 1399/1979.
594 İbnü’l-Kelbî, Hişâm b. Muhammed (204/819), Cemheretü’n-neseb, thk. Nâcî� Hasan,
Mektebetü’n-Nahdati’l-Arabiyye, Beyrut 1407/1986.
Kocadağ, Yaşar, Keysâniyye, M.Ü� . Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 2004 (yüksek li-
sans tezi).
Kaynakça ■

Onat, Hasan, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, TDV Yayınları, Ankara
1993.
Öz, Mustafa, İslâm Mezhepleri Tarihi, ensâr, İ�stanbul 2011.
et-Taberî, Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, thk. Muhammed
Ebü’l-Fazl İ�brâhî�m, I-XI, Dâru Süveydân, Beyrut, ts.
Yaşaroğlu, Hasan, Muhtar es-Sekafi, M.Ü� . Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 1991
(yüksek lisans tezi).
Yiğit, İ�smail, “Muhtâr es-Sekafî�”, DİA, XXXI, 54.

5. Zeyd b. Ali İsyanı


Atçeken, İ�smail Hakkı, Devlet Geleneği Açısından Hişâm b. Abdülmelik, Ankara Okulu,
Ankara 2001.
el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali (463/1071), Târîhu Bağdat ev Medinetü’s-Selâm,
Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî�, Beyrut ts.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya (279/892), Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf (thk. Süheyl
Zekkâr, Riyâd Ziriklî�), Dârü’l-Fikr, Beyrut 1417/1996.
Doğan, İ�sa, İmam Zeyd b. Ali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2009.
Ergin, Ali Şakir, “Ferezdak”, DİA, XII (İ�stanbul 1995), s. 373-375.
Gündüz, Eren, Zeyd b. Ali Hayatı, Eserleri ve İslâm Hukuk Düşüncesindeki Yeri, Düşünce
Kitabevi, Bursa 2008.
Halîfe b. Hayyât (240/854), Târîh (thk. Ekrem Ziyâ el-Ö� merî�), Dârü Tayyibe, Riyad
1405/1985 (trc. Abdulhalik Bakır), Ankara 2001).
İbn Habîb, Ebû Ca’fer Muhammed (245/859), Kitâbü’l-Muhabber (thk. Ilse Lichtens-
tadter), Dârü’l-Â� fâkı’l-Cedî�de, Beyrut ts.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed (456/1064), Cemheretü ensâbi’l-Arab (thk.
Abdüsselâm Muhammed Hârûn), Dârü’l-Maârif, 5. basım, Kahire (önsöz tari-
hi 1382/1962).
İbn Hibbân, Muhammed el-Büstî� (354/965), Kitâbü Meşâhîru ulemâi’l-emsâr (thk.
Mavfred Fleıschhammer), Dârü’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrut ts.
İbn Hibbân, Muhammed el-Büstî� (354/965), Kitâbü’s-Sikât, Dâiretü’l-Maârifi’l-Osma-
niyye, Haydarâbâd 1393-99/1973-79.
İbn Kesîr, İ�smail b. Ö� mer (774/1373), el-Bidâye ve’n-nihâye, Mektebetü’l-Maârif, 4.
basım, Beyrut 1401/1981.
İbn Sa’d, Muhammed (230/845), et-Tabakâtü’l-kübrâ (thk. İ�hsan Abbâs), Beyrut
1377/1957.
İbnü’l-Esîr, Ali b. Muhammed (630/1233), el-Kâmil fi’t-târîh (thk. C. Johannes Torn-
berg), Dâru Sâdır, Beyrut 1399/1979.
İbnü’l-Harîrî, Ahmed b. Ali b. el-Mağribî�, Kitâbü Müntehabi’z-zemân fî târîhi hulefâi
ve’l-ulemâi ve’l-a’yân (thk. Abdüh Halî�fe), Dâru İ�ştâr, Beyrut 1993. 595
İbnü’l-Kelbî, Hişâm b. Muhammed (204/819), Cemheretü’n-neseb (thk. Nâcî� Hasan),
Mektebetü’n-Nahdati’l-Arabiyye, Beyrut 1407/1986.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İbnü’l-Kelbî, Hişâm b. Muhammed (204/819), Nesebü Me’add ve’l-Yemeni’l-kebîr (thk.


Nâcî� Hasan), Â� lemü’l-Kütüb, Beyrut 1988.
el-İclî, Ahmed b. Abdullah (261/875), Kitâbü’s-sikât (thk. Abdülmu’tî� Emin Kal’acî�),
Dârü’l-Kütübi’l-İ�lmiyye, Beyrut 1405/1984.
Karakuş, Nadir, Ebû Müslim el-Horasani Kişiliği ve Faaliyetleri (Basılmamış doktora
tezi), Selçuk Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1996.
el-Kütübî, Muhammed b. Şâkir (764/1363), Fevâtü’l-vefeyât ve’z-zeylü aleyhâ (thk.
İ�hsân Abbâs), Dâru Sâdır, Beyrut 1973.
Muhammed Ebû Zehre, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı (trc. Salih Parlak, Ahmet
Karababa), Şafak Yayınları, İ�stanbul 1993.
Salih Ahmed Hatîb, İmam el-Zeyd b. Ali el-müfterâ aleyh, el-Mektebetü’l-Faysaliyye,
Mekke 1984/1404.
es-Sedûsî, Müerric b. Amr (195/810), Kitâbü Hazfin min nesebi Kureyş (thk. Salâhud-
din el-Müneccid), Dârü’l-Kitâbi’l-Cedî�d, Beyrut 1396/1976.
Söylemez, M. Mahfuz, Bedevîlikten Hadârîliğe Kûfe, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
2001.
Şerhu Dîvâni’l-Ferezdak (haz. Î�liyyâ el-Hâvî�), eş-Şirketü’l-Â� lemiyye li’l-Kitâb, 2. basım,
1995.
Şevki Dayf, Târîhu’l-edebi’l-Arabî, I-V, Dârü’l-Maârif, 5, 7, 8. basımlar, Kahire.
et-Taberî, Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk (thk. Muhammed
Ebü’l-Fazl İ�brahim), I-XI, Dâru Süveydân, Beyrut ts.
Uyar, Gülgûn, “Ali-Fâtıma Evlâdı Arasında Bilgi İ�snâdı”, Mârife, 8/3 (2008), s. 239-258.
Uyar, Gülgûn, Ehl-i Beyt İslâm Tarihinde Ali-Fâtıma Evlâdı, İ�lahiyat Fakültesi Vakfı Ya-
yınları, 2. basım, İ�stanbul 2008.
ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed (748/1348), Târîhu’l-İslâm (thk. Ö� mer Abdüs-
selâm et-Tedmûrî�, Beşşâr Avvad Ma’rûf vd.), Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî�, Beyrut
1407/1987-.
Zeyd b. Ali (122/740), Müsnedü’l-İmâm Zeyd (thk. Abdülaziz Bağdâdî�), Dârü’l-Kütü-
bi’l-İ�lmiyye, Beyrut 1981.
Zorlu, Cem, Âlim ve Muhâlif, İ�z Yayıncılık, İ�stanbul 2011.
ez-Zübeyrî, Mus’ab b. Abdullah (236/850), Kitâbü nesebi Kureyş (thk. E. Lévi-Proven-
çal), Dârü’l-Maârif, 3. basım, Kahire 1982.

C. Hâricîler
Abdulmuttalib, Rıfat Fevzî�, el-Hilâfe ve’l-Havâric fi’l-Mağribi’l-Arabî, Kahire
1393/1973.
Abdurrâzık, Mahmûd İ�smail, el-Havâric fî bilâdi’l-Mağrib hattâ muntasafi’l-kar-
ni’r-râbi’i’l-hicrî, 2. basım, Mektebetü’l-Hurriyye el- Hadî�se, byy 1986.
596 Abdülkahir el-Bağdâdî, Ebû Mansûr b. Tâhir b. Muhammed (429/1037), Mezhepler
Arasındaki Farklar (el-Fark Beyne’l-Fırak) (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), İ�stanbul
1979.
Ahmed Emîn, Fecrü’l-İslâm, 11. basım, Beyrut 1975.
Kaynakça ■

Bâciyye, Sâlih, el-İbâdiyye bi’l-Cerîd fi’l-’usûri’l-İslâmiyye el-ûlâ, Tunus 1396/1976.


el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf, Süleymaniye Kütüp-
hanesi, Reisülküttap No: 597-598.
el-Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf, IV/2 (thk. Max Schloessinger), Kudüs 1936.
el-Belâzürî, Ensâbü’l-eşrâf, V (thk. S. D. F. Goitein), Kudüs 1936.
Bell, Alfred, el-Fıraku’l-İslâmiyye fi’ş-şimâli’l-İfrikîyye mine’l-fethi’l-’Arabî hatta’l-yevm
(trc. Abdurrahman Bedevî�), 2. basım, Beyrut 1981.
Dâdâh, Muhammed Veled, Mefhûmu’l-mülk fi’l-Mağrib min intisâfi’l-karni’l-evvel ilâ
intisâfi’l-karni’s-sâbi’, Beyrut 1977.
Demircan, Adnan, Hâricîlerin Siyasî Faaliyetleri, Beyan Yayınları, İ�stanbul 1996.
ed-Dîneverî, Ebû Hanî�fe Ahmed b. Dâvud (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdül-
mun’im Â� mir), Bağdat ts.
E’ûşet, Bükeyr b. Sa’î�d, Dirâsât İslâmiyye fi’l-usûli’l-İbâdiyye, 3. basım, Kahire
1408/1988.
Faruk Ömer, Târîhu’l-Halîci’l-Arabî fi’ı-usûri’l-İslâmiyyeti’l-vustâ, 2. basım, Bağdat
1985.
İbn Abdürabbih, Ebû Ö� mer Ahmed b. Muhammed (328/939), el-İkdu’l-ferîd (thk. Ah-
med Emî�n, Ahmed ez-Zeyn, İ�brahim el-Ebyârî�), Kahire 1940-1953.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî� (314/926), el-Fütûh, Beyrut 1406/1986.
İbn Ebü’l-Hadîd (655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa (thk. Heyet), Beyrut 1983.
İbn Haldûn, Abdurrahman (808/1406), Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İ�stanbul
1982.
İbn Haldûn, Abdurrahman (808/1406), Târîhu İbn Haldûn (nşr. Halil Şehhâde, Süheyl
Zekkâr), 2. basım, Beyrut 1408/1988.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İ�smail (774/1372), el-Bidâye ve’n-nihâye (thk. Alî� Şî�rî�), Beyrut
1408/1988.
İbn Kuteybe ed-Dî�neverî�, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-İmâme
ve’s-siyâse (thk. Tâhâ Muhammed ez-Zeynî�), Beyrut ts.
İbn Kuteybe ed-Dî�neverî�, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-Ma’ârif
(nşr. Muhammed İ�smail es-Sâvî�), 2. basım, Beyrut 1970.
İbn Sa’d, Muhammed (230/844), et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1405/1985.
İbn Teymiyye (728/1263), Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye (thk. Muhammed Reşâd Sâ-
lim), Dârü’l-kitâbi’l-İ�slâmî�, byy 1406/1986.
İbnü’l-İzârî el-Merrâkuşî (VIII/XIV), el-Beyânu’l-muğrib fî ahbâri’l-Endelüs ve’l-Mağ-
rib (thk. G. S. Golin, E. Levi-Provençal), 3. basım, Beyrut 1983 (Leiden 1948-
1951 baskısından ofset).
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Nureddin Alî� (597/1200), el-Muntazam fî
târîhi’l-mülûk ve’l-ümem, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisülküttab No: 715-
718. 597
İbnü’l-Esîr, İ�zzuddin Ebü’l-Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem Muhammed (630/1232), el-Kâ-
mil fi’t-târîh, Beyrut 1402/1982.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

el-İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin b. Muhammed (356/967), Kitâbü’l-Eğânî (thk.


Abdülemir Ali Mehennâ, Sâmir Câbir), Beyrut 1407/1986.
İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti (trc. Hamdi Aktaş vd.), İ�stanbul 1988-1989.
Kâşif, Seyyide İ�smail, Umân fî fecri’l-İslâm, 3. basım, Umân 1989.
Lakbâl, Mûsâ, el-Mağribu’l-İslâmî, 2. basım, Cezayir 1981.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin b. Ali (346/957), Mürûcü’z-zeheb ve me’âdi-
nü’l-cevher (nşr.: Barbier de Meynard, Pavet de Courteille), Paris 1861-1877.
Motylinski, A. D., “Abdullah b. İ�bâz al-Murrî� at-Tamî�mî�”, İA, I, İ�stanbul 1950.
el-Müberred, Ebü’l-Abbâs Muhammed b. Yezî�d (285/898), el-Kâmil (thk. Muhammed
Ebü’l-Fazl İ�brahim), Kahire ts.
en-Nebhânî, Muhammed b. Halî�fe b. Hamed et-Tâî�, et-Tuhfetü’n-Nebhâniyye fî târî-
hi’l-Cezîreti’l-’Arabiyye, Beyrut-Bahreyn 1406/1986.
en-Nüveyrî, Şihâbuddin Ahmed b. Abdülvehhab (733/1332), Nihâyetü’l-ereb fî fünû-
ni’l-edeb (thk. Ali Muhammed el-Becâvî�, Muhammed Rıfat Fethullah, İ�brahim
Mustafa vd.), Kahire 1923-1985.
Sâlim, es-Seyyid Abdülaziz, Târîhu’l-Mağrib fi’l-Asri’l-İslâmî, İ�skenderiye 1979.
es-Siyâbî, Sâlim b. Hammûd b. Şamis, Umân abre’t-târîh, Umân 1401/1980.
eş-Şehristânî, Ebü’l-Feth b. Abdülkerî�m b. Ebî� Bekir Ahmed (548/1153), el-Milel
ve’n-nihal (thk. Muhammed Seyyid Kî�lânî�), 2. basım, Beyrut 1395/1975.
Şelebî, Ahmed, Mevsû’atu’t-târîhi’l-İslâmî, 6. basım, Kahire 1982.
eş-Şemmâhî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ebî� Osman Saî�d b. Abdülvâhid (928/1522),
Kitâbü’s-Siyer, Cezayir ts.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, Bey-
rut 1407/1987.
Tâlibî, Ammâr, Ârâ’u’l-Havârici’l-kelâmiyye, Cezayir 1398/1978.
Tu’ayme, Sâbır, el-İbâdiyye akîdeten ve mezheben, Beyrut ts.
Wellhausen, Julius, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri (trc. Fikret
Işıltan), Ankara 1989.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (284/897), Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut ts.
Yâkût, Şihâbuddî�n Ebû Abdullah Yâkût b. Abdullah el-Hamevî� (626/1229), Mu’ce-
mü’l-büldân, Beyrut 1986.
Yıldız, Hakkı Dursun, “Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm”, DİA, I, İ�stanbul 1988.
Yıldız, Hakkı Dursun, İslâmiyet ve Türkler, İ�stanbul 1980.

D. Abdullah b. Zübeyr Ayaklanması


Aycan, İ�rfan, “Emevî�ler Döneminde Bir İ�ktidar Mücadelesi Ö� rneği: Abdullah b. Zübeyr
(622-692)”, AÜİFD, Ankara 2000, XLI, s. 99-105.
598 el-Bekrî, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdülaziz el-Endelûsî�, (487/1094), Mu’cem
mâ’sta’cem (thk. Cemal Talbe), Beyrut 1998.
el-Belâzürî, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf, (thk.
Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî�), Beyrut 1996.
Kaynakça ■

Beydûn, İ�brahim, el-Hicâz ve’d-devletu’l-İslâmiyye, Beyrut 1995.


el-Belhî, Ebû Zeyd Ahmed b. Sehl, (322/933), Kitâbü’l-bed’ ve’t-tarîh, Beyrut 1997.
ed-Dîneverî, Ebû Hanife Ahmed b. Dâvud, (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Ö� mer Fâ-
ruk et-Tabbâ’), Beyrut ts.
Ebü’l-Fidâ, Melik el-Müeyyed, ‘İ�mâdüddî�n İ�smail b. Muhammed b. Ö� mer (732/1331),
Târîh, (el-Muhtasar fî ahbâri’l-beşer), (tlk. Mahmûd Deyyûb), Beyrut 1997.
Fayda, Mustafa, “Câbiye”, DİA, İ�stanbul 1992, VI, 538.
Halîfe b. Hayyât, Ebû Amr b. Ebî� Hübeyre el-Leysî� el-Usfurî�, (240/854), Târîh (haz.
Mustafa Necib Fevvâz-Hikmet Fevvâz), Beyrut 1995.
Harputlu, Ali Hüsnü, Abdullah b. ez-Zübeyr, Kahire ts.
el-Himyerî, Muhammed b. Abdilmun’im, (727/1327), Kitâbü’r-ravzi’l-mi’târ fî habe-
ri’l-aktâr (thk. İ�hsan Abbâs), byy 1980.
Hitti, Philip K., Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1995.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. el-Hasan b. Hibetillah b. Abdullah eş-Şâfiî�, (571/1175),
Târîhu medineti Dımaşk (thk. Muhibbiddin Ebû Saî�d Ö� mer b. el-Ö� merî�), Bey-
rut 1996.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî� (314/926), el-Fütûh, Beyrut 1986.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İ�mâdüddî�n İ�smail b. Ö� mer (774/1372), el-Bidâye ve’n-nihâye,
byy 1932.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim, (276/889), el-İmâme ve’s-siyâse,
byy 1969.
İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d b. ez-Zührî� (230/844), et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1996.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâluddî�n Abdurrahman b. Ali, (597/1200), el-Muntazam
fî tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl Zekkâr), byy 1996.
İbnü’l-Esîr, İ�zzeddî�n Ebü’l Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem eş-Şeybânî�, (630/1233), el-Kâmil
fi’t-târîh (thk. Mektebü’t-Turâs), Beyrut 1989.
el-Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali, (821/1418), Meâsiru’l-inâfe fî me’âli-
mi’l-hilâfe (thk. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Beyrut ts.
Lammens, H., “Mercü’s-Suffer”, İA, Eskişehir 1997, VII, 755.
el-Menbîcî, Agobios b. Konstantin, (IV/X. Asır), el-Müntehab min Tarihi’l-Menbîcî (thk.
Ö� mer Abdüsselâm Tedmûrî�), Trablus 1986.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin, (346/957), Mürûcü’z-zeheb ve me’âdi-
nü’l-cevher (thk. Saî�d Muhammed el-Lehhâm), Beyrut 1997.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin, (346/957), et-Tenbîh ve’l-işrâf, Bağdat 1938.
en-Nüveyrî, Şihâbuddin Ahmed b. Abdilvahhâb, (733/1332), Nihâyetü’l-ereb fî fünû-
ni’l-edeb (thk. Ali Muhammed el-Becâvî�), Kahire 1929.
Onat, Hasan, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993.
eş-Şâbuştî, Ebü’l-Hâşim Ali b. Muhammed, (388/998), ed-Diyârât (thk. Korkis Avvâd), 599
Beyrut 1986.
Shaban, M. A., Islamic History: A New İnterpretation, Cambridge 1971.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, (310/932), Tarîhu’t-Taberî (Tarîhu’l-ümem


ve’l-mülûk), Beyrut 1997.
Wellhausen, Julius, İslâmiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasî Muhalefet Partileri (trc. Fikret
Işıltan), Ankara 1996.
el-Ya’kûbî, Ebû Ya’kub Ahmed b. Ca’fer b. Vehb b. Vâdıh, (284/897), Târîhu’l-Ya’kûbî
(thk. Abdu’l-Emî�r Mühennâ ), Beyrut 1993.
Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdullah Şihâbeddî�n Yâkût b. Abdullah er-Rûmî�, (626/1228),
Mu’cemü’l-büldân (thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî�), Dârü’l-Kütübi’l-İ�lmiyye,
Beyrut ts.
Zilhaim, Rudolph, “Fitnetü Abdullah b. ez-Zübeyr” (trc. Husâm es-Sâğî�r), Mecelletü
Mecma’i’l-Lüğati’l-Arabiyyeti, Dımaşk 1974, XLIX-4, 829-859.
ez-Zübeyrî, Ebû Abdullah el-Mus’ab b. Abdullah, (236/850), Kitâbü nesebi Kureyş,
(tsh. Levi Provençal), Kahire ts.

E. Abdullah b. Hanzale ve Harre Olayı


Aycan, İ�rfan- Söylemez, M. Mahfuz, “İ�bn Teymiyye ve Emevî�ler”, İdeolojik Tarih Oku-
maları, Ankara 1998.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya (279/892), Ensâbü’l-eşrâf (thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Zi-
riklî�), Beyrut 1996.
el-Beyhakî, Ebûbekr Ahmed b. Hüseyn (458/1066), Delâilü’n-nübüvve (thk. Abdül-
mu’tî� Kal’acî�), Beyrut 1985.
Bozkurt, Nebi - M. Sabri Küçükaşcı, “Medine”, DİA, Ankara 2003, XXVIII, 305-311.
el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İ�smail (256/870), Sahîhu’l-Buhârî, byy 1315
H.
Çağrıcı, Mustafa “Fitne”, DİA, İ�stanbul 1996, XIII, 157-158.
ed-Dîneverî, Ebû Hanî�fe Ahmed b. Davud (282/895) el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdül-
mün’ım Â� mir, Cemaleddin eş-Şeyyâl), Bağdat 1959.
Halîfe b. Hayyât (240/854), Târîh (thk. Ekrem Ziyâ el-Ö� merî�), Riyad 1985.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed (456/1064), Cevâmiu’s-sîra (thk. İ�hsan Ab-
bas vd.), Mısır ts.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İ�smail (774/1372), el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut 1985.
İbn Sa’d, Muhammed (230/844), et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1968.
İbn Teymiyye, Şeyhülislâm Takıyyüddin (728/1328), İbn Teymiye Külliyâtı, çev. Ah-
met � nkal vd., �stanbul 1988.
İbnü’l-Esîr, İ�zzüddin Ebü’l-Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem (630/1232), el-Kâmil fi’t-târîh,
Beyrut 1965.
el-İmâme ve’s-Siyâse ( İ�bn Kuteybe’ye nispet edilir) (thk. Tâhâ Muhammed ez-Zeynî�),
Beyrut 1967.
600 Kılıç, Ü� nal, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001.
Kur’ân-ı Kerim
Küçükaşcı, Mustafa Sabri, “Harre Savaşı”, DİA, İ�stanbul 1997, XVI, 245-247.
Kaynakça ■

Küçükaşcı, Mustafa Sabri, Cahiliye’den Emevilerin Sonuna Kadar Haremeyn, İ�stanbul


2003.
Küçükaşcı, Mustafa Sabri, Bk. Bozkurt, Nebi
el-Makdisî, Mutahhar b. Tahir (355/966’dan sonra), Kitâbü’l-Bed’ ve’t-târîh, Bağdat ts.
el-Mes’ûdî, Hüseyn b. Ali (346/957), Mürûcü’z-zeheb (nşr. C. Barbier de Meynard),
Paris 1869.
el-Mes’ûdî, et-Tenbîh ve’l-işrâf, Kahire 1357 H.
Önkal, Ahmet, “İslâm Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İAD, c. 6, sy. 3, Ankara 1992,
s. 193-197
Önkal, Ahmet, “Abdullah b. Hanzale”, DİA, İ�stanbul 1988, I, 104-105.
Önkal, Ahmet, “Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme”, İSTEM, yıl: 1, sy. 2, Konya,
2003, s. 33-68.
es-Semhûdî, Nureddin Ali b. Ahmed (911/1505), Vefâü’l-vefâ (thk. M. Muhyiddin Ab-
dülhamid), Beyrut ts.
Sırma, İ�hsan Süreyya, Emevîler Dönemi, İ�stanbul 1995.
Söylemez, M. Mahfuz, bkz Aycan, İ�rfan
es-Süyûtî, Celâleddin Abdurrahman b. Ebî� Bekr (911/1505) el-Hasâisu’l-kübrâ (thk.
Muhammed Halil Herrâs), Mısır 1967.
et-Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümemi ve’l-mülûk (thk.
Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Beyrut 1967.
Varol, Mehmet Bahaüddin, “Harre Vakası”, SÜİFD, yıl: 1997, sy. 7, Konya 1997, s. 513-
534.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Yakûb (284/897), Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut ts.
Yâkût el-Hamevî (626/1229), Mu’cemü’l-büldân, Beyrut 1990.
ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed (748/1347), Siyeru a’lâmü’n-nübelâ (thk. Şuayb
el-Arnavut vd.), Beyrut 1985.

F Abdurrahman b. el-Eş’as İsyanı


Athamina, Khalil, “Emevî Hilafeti Döneminde Arap İskânı” (trc. Saim Yılmaz), SAÜİFD,
(2000), II, 203-226.
Aycan, İ�rfan, Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 1990.
el-Bekrî, Ebû Ubeyd Abdullah b. Abdülaziz el-Endelûsî�, (487/1094), Mu’cem
mâ’sta’cem (thk. Cemal Talbe), Beyrut 1998.
el-Belâzürî, Ahmet b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf, (thk.
Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî�), Beyrut 1996.
el-Belâzürî, Ahmet b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Fütûhu’l-büldân (thk. Abdullah Enî�s
et-Tabbâ’, Ö� mer Enî�s et-Tabbâ’), Beyrut 1987.
el-Belâzürî, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Fütûhu’l-büldân (trc. Mustafa Fayda),
601
Ankara 2002.
el-Belhî, Ebû Zeyd Ahmed b. Sehl, (322/933), Kitâbü’l-Bed’ ve’t-tarîh, Beyrut 1997.
Dixon, A. A, The Umayyad Caliphate (65-86/684-705), (A Political Study), Londra 1971.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Çubukçu, Asri, “Eş’as b. Kays “, DİA, (İ�stanbul 1995), XI, 455, 456.
Faruque, Muhammad, “The Revolt Of Abd Al-Rahmân Ibn Al-Ash’ath: Its Nature And
Causes”, Islamic Studies, (Autumn 1986), XXV-3, 289-304.
Halîfe b. Hayyât, Ebû Amr b. Ebî� Hübeyre el-Leysî� el-’Usfurî�, (240/854), Tarîh, (haz.
Mustafa Necib Fevvâz-Hikmet Fevvâz), Beyrut 1995.
Hawting, G. R., The First Dynasty of Islam: The Umayyad Caliphate AD 661-750, Londra
2000.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî� (314/926), el-Fütûh, Beyrut 1986.
İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Ahmed Ali el-Askalanî�, (852/1448), el-İsabe fî temyîzi’s-sahâbe,
Beyrut 2004.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâluddî�n Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam
fî tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl ez-Zekkâr), byy 1996.
İbnü’l-Esîr, İ�zzeddî�n Ebü’l Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem eş-Şeybânî�, (630/1233), el-Kâmil
fi’t-târîh, (thk. Mektebü’t-Turâs), Beyrut 1989.
Kremer, Alfred Von, The Orient Under The Caliphs, Philadephia 1977.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin, (346/957), et-Tenbîh ve’l-işrâf, Bağdat 1938.
Sarıçam, İ�brahim, “Muhammed b. Eş’as”, DİA, (İ�stanbul 2005), XXX, 528.
Shaban, M. A., Islamic History A New İnterpretation, I, Cambridge 1971.
Streck, M., “Deyrülcemâcim”, İ�A, (Eskişehir 1997), III, 575, 576.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r, (310/932), Tarîhu’t-Taberî (Tarîhu’l-ümem
ve’l-mülûk) Beyrut 1997.
Ünlü, Nurî�, “Deyrülcemâcim”, DİA, (İ�stanbul 1994), IX, 270.
Vaglieri, L. Veccia, “İ�bn al-Ash’ath”, EI2, (Leiden 1971), III, 715-719.
Vloten, Gerlof Van, (1866-1903), Emevî Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şîa ve Mesîh Akîde-
leri Üzerine Araştırmalar (trc. Mehmed Saî�d Hatiboğlu), Ankara 1986.
Walker, John, A Catalogue of the Arab-Sassanian Coins, (Umaiyad Governors in the East,
Arab-Ephtalites, Abbasid Governors in Tabaristan and Bukhârâ, London 1941.
Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdullah Şihâbeddî�n Yâkût b. Abdullah er-Rûmî�, (626/1228),
Mu’cemü’l-büldân (thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî�), Dârü’l-Kütübi’l-İ�lmiyye,
Beyrut ts.
Yıldız, Hakkı Dursun, “İ�bnü’l-Eş’as, Abdurrahman b. Muhammed”, DİA, (İ�stanbul
2000), XXI, 32, 33.
Yiğit, İ�smail, “Mevâlî�”, DİA, (Ankara 2004), XXIX, 424-426.

G. Yezîd b. Mühelleb İsyanı


Aycan, İ�rfan - Sarıçam, İ�brahim, Emevîler, Ankara 1993.
602 el-Belâzürî, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf (thk.
Süheyl Zekkâr, Riyâd Zirikli), Beyrut 1996.
el-Belâzürî, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Fütûhu’l-büldân (thk. Abdullah Enî�s
et-Tabbâ’, Ö� mer Enî�s Tabbâ’), Beyrut 1987.
Kaynakça ■

el-Belâzürî, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Fütûhu’l-büldân (trc. Mustafa Fayda),


Ankara 1987.
Dixon, A. A., The Umayyad Caliphate (65-86/684-705), (A Political Study), Londra 1971.
Erkoçoğlu, Fatih, Emevî Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervân, Ankara
2011.
Fidan, M. Akif, Yezîd b. Abdülmelik ve Dönemi, Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Ens-
titüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2000.
Halîfe b. Hayyât, Ebû Amr b. Ebî� Hübeyre el-Leysî� (240/854), Târîh (haz. Mustafa Ne-
cî�b Fevvâz-Hikmet Fevvâz), Beyrut 1995.
Halil, İ�madüddin, İ�slâm Tarihi Bir Yöntem Araştırması (trc. Ubeydullah Dalar), İ�stan-
bul 1985.
Hattâb, Mahmûd, “Yezî�d b. el-Mühelleb b. Ebî� Sufre el-Ezdî�”, Mecelletü’l-Mecma’il-İl-
mi’l-Irâkî, (Bağdat 1987), XXXVIII, 14.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî� (314/926), Fütûh, Beyrut 1986.
İbn Hallikân, Ebü’l-Abbâs Şemseddin Ahmed b. Muhammed (681/1282), Ve-
feyâtu’l-a’yân ve enbâu’z-zamân (thk. Yusuf Ali Tavî�l, Meryem Kâsım Tavî�l),
Beyrut 1998.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-Maârif (thk. Servet
Ukkâşe), Kahire 1992.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam
fî tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl Zekkâr), byy 1996.
İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasan İ�zzeddî�n Ali b. Ebü’l-Kerem eş-Şeybânî� (630/1233), el-Kâmil
fi’t-tarîh, Beyrut 1989.
Konukçu, Enver, “Bir Akhun Prensi Tarhan Nî�zek”, Türkler, (ed. Hasan Celal Güzel, Ke-
mal Çiçek, Salim Koca), Ankara 2002.
Kurt, Hasan, “Horasan ve Mâverâünnehir ‘de Haccâc Ekolünün Çöküşü”, İ�AD, Ankara
2001, c. XIV, 3-4, 475.
Kurt, Hasan, “Süfyânî� Emevî�leri Sonrasında Horasan ve Maverâünnehir’de İ�ç Mücade-
leler (64-85/683-704)”, AÜİFD, Ankara 2001, XLII, 293.
Odabaşı, Fatma, Emevîler Döneminde Mühellebîler Ailesi (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), Marmara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 1993.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/932), Târîhu’t-Taberî (Târîhu’l-ümem
ve’l-mülûk), Beyrut 1997.
Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
el-Ya’kûbî, Ebû Yak’ûb Ahmed b. Ca’fer b. Vehb b. Vâdıh (284/897), Târîh (thk. Abdü-
lemir Mühennâ), Beyrut 1993.
Yâkût el-Hamevî, Sihâbeddî�n Ebû Abdullah Yâkût b. Abdullah er-Rûmî� (626/1228),
Mu’cemü’l-büldân (thk. Ferî�d Abdülaziz el-Cündî�), Dârü’l-Kütübi’l-İ�lmiyye,
Beyrut ts. 603
Yıldız, Hakkı Dursun, “Yezî�d b. Mühelleb”, İA, (Eskişehir 1997), XIII, 413.
ez-Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed et-Türkmânî� (748/1347),
Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, Beyrut 2004.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

III. KOMŞU DEVLETLERLE İLİŞKİLER VE FETİHLER

A. Bizans Devletiyle İlişkiler


Ahmed b. Hanbel, Müsned, I-V, İ�stanbul 1981.
Avcı, Casim, İslâm-Bizans İlişkileri, İ�stanbul 2003.
Avcı, Casim, “Müslüman Arapların İ�stanbul seferleri”, 2005-2006 Fatih Sempozyumla-
rı I-II, İ�stanbul 2007, s. 108-115.
Bailly, Auguste, Bizans Tarihi (Çev. Haluk Şaman), İ�stanbul ts.
Brooks, E. W. ‘The Arabs in Asia Minor (641-750) from Arabic Sources’, Journal of
Hellenic Studies, XVIII (1898), s. 182-208.
Canard, Marius, “Tarih ve Efsaneye Göre Araplar’ın İ�stanbul Seferleri” (Çeviren: İ�smail
Hami Danişmend), İstanbul Enstitüsü Dergisi, II (1956), s. 213-259.
Constantine Porphyrogenitus, De Administrando Imperio (ed. Gy. Moravcsik; çev. R.
J. H. Jenkins), Washington, D.C., 1967.
Creswell, K. A. C., “The Legend that al-Walî�d Asked for and Obtained Help from the
Byzantine Emperor. A Suggested Explanation”, Journal of the Royal Asiatic So-
ciety, 3-IV (1956), s. 142-145.
Gibb, Hamilton A. R., “Arab-Byzantine Relations under the Umayyad Caliphate”, Dum-
barton Oaks Papers, XII (1958), s. 220-233.
Grabar, Oleg, “Islamic Art and Byzantium”, Dumbarton Oaks Papers, XVIII (1964), s.
68-88.
Guilland, R., “L’Expedition de Mesleme contre Constantinople 717-718”, Etudes By-
zantines, Paris 1959, s. 89-112.
İbn Asâkir, Târîhu Medinet-i Dimaşk (nşr. Ebû Sa’î�d el-Amrî�), I-LXXX, Beyrut
1415/1995-2001/1421.
İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-nihâye, I-XIV,Beyrut-Riyad 1966.
İbn Kuteybe, el-Ma’ârif (nşr. Servet Ukkâşe), Kahire 1969.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh (nşr. C. J. Tornberg), I-XII, Beyrut 1979.
İbnü’l-Fakîh, Muhtasaru Kitâbi’l-büldân (nşr. M. J. De Goeje), Leiden 1967.
Kaplony, Andreas, Konstantinopel und Damascus. Gesandtschaften und Vertrage zwisc-
hen Kaisern und Kalifen 639-750, Untersuchungen zum Gewohnheits-Völkerre-
cht und zur interkulturellen Diplomatie, Berlin 1996.
Kazvînî, Âsâru’l-bilâd ve ahbâru’l-’ıbâd (nşr. Ferdinand Wüstenfeld), Göttingen 1848.
Kennedy, Hugh, “Byzantine-Arab Diplomacy in the Near East from the Islamic Conqu-
ests to the Mid-Eleventh Century”, Byzantine Diplomacy (ed. J. Shepard-S.
Franklin), Hampshire 1992.
Küçükaşcı, Mustafa S., “Anadolu’da Arap-Bizans Mücadelesi ve ‘Sâife’ Seferleri”, Türk
604 Kültürü İncelemeleri Dergisi, II (2000), s. 9-30.
Lemerle, Paul, Bizans Tarihi (Çev. Galip Ü� stün), İ�stanbul 1994.
Levçenko, M. V., Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi (Çev. Maide Selen, Yayıma
hazırlayan: Yaşar Selçuk), İ�stanbul 1999.
Kaynakça ■

Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsîm (nşr. M. J. De Goeje), Leiden 1877.


Makdisî, Ahsenü’t-tekâsîm (nşr. M. J. De Goeje), Leiden 1877.
Mes’ûdî, Murûcü’z-zeheb (nşr. M. Muhyiddî�n Abdülhamî�d), I-V, Beyrut 1384/1964.
Mikhail Psellos, Mikhail Psellos’un Khronographia’sı (Çev. Işın Demirkent), Ankara
1992.
Nikephoros (Short History, nşr. ve trc. Cyril Mango), Washington D. C. 1990.
Ostrogorsky, G., Bizans Devleti Tarihi (Çev. Fikret Işıltan) Ankara 1991.
Öztürk, Levent, İslâm Toplumunda Hıristiyanlar: Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Ka-
dar, �stanbul 1998.
Sa’îd b. Batrîk, et-Târîhu’l-Mecmû’, Beyrut 1909.
Selâhaddin el-Müneccid, en-Nüzumu’d-Diblûmâsiyye fi’l-İslâm, Beyrut 1403/1983.
Stratos, Andreas N.,Byzantium in the Seventh Century (Çev. Harry T. Hionides), I-V,
Amsterdam 1975.
Şeyhürrabve ed-Dımaşkî, Nuhbetü’d-dehr fî ‘acâ’ibi’l-berri ve’l-bahr (nşr. M. A. F.
Mehren), Saint-Petersbourg 1866.
Taberî, Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk (nşr. Ebû’l-Fazl İ�brahim), I-XI, Kahire 1972.
Theophanes, The Chronicle of Theophanes (Çev. Herry Turtledove), Philadelphia 1982.
Uçar, Şahin, “Müslümanların İ�stanbul’u Fethetmek İ�çin Yaptıkları İ�lk Ü� ç Muhasara”,
Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, Yıl: 2 Sayı: 1, Aralık 1986, s. 65-83.
Uçar, Şahin, Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi, İ�stanbul 1990;
Vasiliev, Alexander A., “Byzantium and Islam”, Byzantium (ed. N. H. Baynes-L. B. Moss),
Oxford 1948.
Ya’kûbî, Târîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut, ts.
Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler Zamanında Gerçekleştirilen İ�stanbul Seferleri”, II. Uluslararası
İstanbul’un Fethi Sempozyumu, İ�stanbul 1997, s. 45-61;
Zehebî,Târîhu’l-İslâm: h. 81-100 (nşr. Ö� mer Abdüsselâm Tedmürî�), Beyrut 1990.

B. Mâverâünnehir Bölgesinde Fetihler


Atsız, Nihal, “Kültegin”, Türk Ansiklopedisi, Ankara 1980, XXII, s. 417 vd.
Balyaev, E. A., Arabs, Islams and the Arab Caliphate (Rusçadan trc. Adolphe Gourevit-
ch), Kudüs 1969.
Barthold, Vasiliy Viladimir, Moğol İstilasına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıl-
dız), Ankara 1990.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya (279/892), Fütûhu’l-büldân (trc. Mustafa Fayda), Ankara
1987.
Chavannes, Edouard, Documents Sur Les Tou-Kıue (Turcs) Occıdentaux, Paris 1900.
ed-Dîneverî, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Abdül-
mün’im Â� mir), Kahire 1960. 605
Ebü’l-Fidâ, İ�smail b. Nureddin Ali (732/1332), Takvîmu’l-büldân (tsh. M. Reinaud, M.
Le Baron Mac Guckın de Slane), Paris 1840.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

el-Firdevsî, Ebü’l-Kâsım (411/1020), Şehname (trc. Necati Lugal), İ�stanbul 1945-


1955.
Frye, Richard Nelson, The Golden Age of Persia, London 1988.
Günaltay, Şemsettin, Müslümanlığın Çıktığı ve Yayıldığı Zamanlarda Orta Asyanın
Umumi Vaziyeti, Ankara, ts.
Hasan, S. A., “The Expansion of Islam into Central Asia and The Early Turco-Arab Con-
tacts”, Islamic Culture, XLIV, sy. 3, (July 1970), 165-176.
Hasan, S. A., “A Survey of The Expansion of Islam into Central Asia During The Umay-
yad Caliphate III”, Islamic Culture, XLVII, sy. 1, (January 1973), s. 1-13.
İbn A’sem el-Kûfî�, Ebû Muhammed Ahmed (314/926), el-Fütûh, Beyrut 1987.
İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed (808/1405), el-İber ve dîvânu’l-mübtede
ve’l-haber fî eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men âsâruhum min ze-
vi’s-Sultâni’l-Ekber, Beyrut 1979.
İbn Hayyât, Halî�fe el-Leysî� (240/854), Târîh (thk. Ekrem Ziya el-Ö� merî�), Riyad, 1985.
İbn Kesîr, İ�maduddin Ebü’l-Fidâ İ�smail b. Ö� mer (774/1372), el-Bidâye ve’n-nihâye,
Kahire, ts.
İbn Sa’d, Muhammed (236/850), et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut, ts.
İbn Tayfur, Ebü’l-Fazl Ahmed b. Tâhir (280/893), Kitâbü Bağdad, Kahire 1949.
İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi’t-
Târîh, Beyrut 1965.
İbnü’l-İmâd, Ebü’l-Felâh Abdulhay el-Hanbelî� (1089-1678), Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâri
men zeheb, Kahire, 1350.
Kafesoğlu, İ�brahim, “Türkler”, İslâm Ansiklopedisi (Milli Eğitim Bakanlığı), İ�stanbul
1988, XII-2, 167-251.
Kitapçı, Zekeriya, Türkistan’da İslâmiyet ve Türkler, Konya 1988.
Klyaştornıy, S. G., “Orta Asya Milletlerinin Araplara Karşı Mücadelelerine Dair (Orhun
Yazıtlarına Göre)” (trc. İ�smail Kaynak), Belleten, XXVI, sy. 104, (Ekim 1962),
s. 763-776.
Kurt, Hasan, Orta Asya’nın İslâmlaşma Süreci, Ankara 1998.
Kutlu, Sönmez, Türkler’in İslâmlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Ankara 2002.
Makdisî, Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed (388/988), Ahsenu’t-Tekâ-
sim Fî Ma’rifeti’l-Ekâlim, Leiden 1906.
Minorsky, V., “Tûrân”, İslâm Ansiklopedisi, (Milli Eğitim Bakanlığı), İ�stanbul 1980, XII-
2, 107 vdd.
en-Narşahî, Ebû Bekir Muhammed b. Ca’fer (348/959), Târîhu Buhara (thk. Emin Ab-
dülmecid Bedevî�), Nasrullah Mübeşşir et-Tırâzî�, Mısır, ts.
en-Nüveyrî, Şihâbuddî�n Ahmed b. Abdulvehhâb (733/1333), Nihâyetü’l-ereb fî fünû-
ni’l-edeb (thk. Muhammed Câbir Abdu’l-Â� l el-Hî�nî�), Kahire 1984.
606
Parmaksızoğlu, İ�smet, “Mâverâünnehir”, Türk Ansiklopedisi, Ankara, 1980, XXIII, 333
vd.
Kaynakça ■

Strange, Guy Le, Büldânü’l-hilâfeti’ş-şarkıyye (İ�ng. trc. Beşir Francis, Korkis Avvad),
Beyrut 1985.
et-Taberî, Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’r-Rüsül ve’l-mülûk (thk. Muhammed
Ebü’l-Fazl İ�brahim), Kahire, ts.
Talat Tekin, Orhon Yazıtları, Ankara 1988.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kub (292/905), Târîh, Beyrut, ts.
Yâkût, Şihâbuddin Ebû Abdullah b. Abdullah el-Hamevî�, (626/1228), Mu’cemü’l-Bül-
dân, Beyrut 1979.
ez-Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed, (748/1347), Târîhu’l-İslâm ve Ve-
feyâtu’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm (Peygamber Dönemi-120 yılı arası), Mektebe-
tü’l-Kudsî�, Kahire, 1368.
ez-Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm, Kahire 1954-1959.

C. Kafkasya ve Hazar Fetihleri


Atamonov, M. Hazar Tarihi, (trc., D.A.Batur), �stanbul 2004, Selenge Yay.
Belâzürî, Ebû’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ b. Câbir el-Belâzürî�, Fütûhu’l-Büldân, Beyrut
1987, Müessesetü’l-Maârif, (terc., M.Fayda, Ankara 1987, Kültür Bakanlığı
yay).
Brosset, Marie Felicite, Gürcistan Tarihi (Eski çağlardan 1212 yılına kadar), (trc.,
Hrand D. Andreasyan), Notlar ve Yayına Hazırlayan Erdoğan Merçil, Ankara
2003,TTK.Yay.
Grousset, René, Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi, (trc., Sosi Dolanoğlu), İ�s-
tanbul 2005, Aras Yay.
Halife b. Hayyât, Tarihu Halife b. Hayyât, (trc., A.Bakır), Ankara 2008, Bizim Büro Ba-
sımevi
Hamevî; Şehabüddî�n Ebû AbdillahYakut el-Hamavî�, Mucemü’l-Büldân, Beyrut 1990,
Dâru’l-Kütübü’l-İ�lmiyye.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed b. A’sem el-Kûfî�, el-Fütûh, Beyrut 1986.
İbn Kesîr, İ�mâmüddin Ebû’l-Fidâ İ�smail b. Ö� mer b. Kesî�r, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Beyrut
1974 Mektebetü’l-Maârif.
İbnü’l-Esîr, İ�zzüdddî�n Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed b. el-Esî�r, el-Kâmil fi’t-Târih, Bey-
rut 1979-1982, Dâru Sâdır.
Kaegi, Walter E., Bizans ve İlk İslâmFetihleri, (trc., M.Ö� zay), İ�stanbul 2000, Kaknüs Yay.
Kurat, A. Nimet, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devlet-
leri, Ankara 1972, Ankara Ü� niversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yay.
Müslüman Coğrafyacıların Gözüyle Ortaçağ’da Türkler, (derleyen ve trc. Y.Ziya Yörü-
kan), �stanbul 2004, Gelenek Yay.
Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerir et-Taberî�, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Beyrut
Mısır 1952, Daru’l-Kalem. 607
Taşağıl, Ahmet, “Hazarlar “, DİA, XVII, s.116.
Tombuloğlu, Tuba, Kafkasya’nın Etnik ve Kültürel Yapısının Oluşumunda Türkler’in
Rolü, Ank. Ü� . S.B.E. 2003, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Turan, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarih, İ�stanbul 1973,Turan neşriyat.
Ya’kubî, Ahmed b. Ebî� Ya’kûbî�, Tarihu’l-Ya’kûbî, Beyrut 1992, Dâru Sâdır.
Yıldız, H.D., İslâmiyet ve Türkler, İ�stanbul 1976.
Yörükan, Yusuf Ziya, Müslüman Coğrafyacılarının Gözüyle Ortaçağ’da Türkler, İ�stan-
bul 2004 Gelenek Yay.

D. İfrîkıyye ve Endülüs’te Fetih Hareketleri


Abdülaziz Seâlebî, Târîhu Şimâli’l-İfrîkıyâ (thk. Muhammed Mezâlî�, Beşir Selâme),
Beyrut 1407/1987.
Abdüşşâfi Muhammed Abdüllatif, el-Âlemu’l-İslâmî fi’l-asri’l-Ümevî, ? 1404/1984.
Abu’n-Nasr, Jamil M., A History of the Mağrib, 2. basım, Cambridge 1980.
el-Adevî, İ�brahim Ahmed, ed-Devletü’l-İslâmiyye ve İmparatoriyyetü’r-Rûm, 2. basım,
Kahire 1958.
Ahbâru Mecmû’a (thk. İ�brahim el-Ebyârî�), Beyrut 1401/1981.
Akram, A. I., The Muslim Conquest Egypt and North Africa, Lahore ?
Altuncu, Muhammed, Ukbe b. Nâfî Fâtihu Libya ve’l-Mağrib, Bingazi 1975.
Baynes, Norman H., el-İmparatoriyyetu’l-Bizantıyye, (Arapçaya trc. Hüseyin Mu’nis, Mu-
hammed Yusuf Zayed), Kahire 1957.
el-Bekrî, Abdullah b. Abdülaziz el-Bekrî� el-Endülüsî� (279/892), Mu’cem Ma’sta’cem
(thk. Mustafa es-Sekkâ), 3. basım, Beyrut 1938.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya (279/892), Fütûhu’l-büldân (thk. Muhammed Rıdvân),
Mısır 1350/1932 (Selahaddin el-Müneccid neşrinden Türkçe’ye trc. Mustafa
Fayda), Ankara 1987).
Bell, Alfred, el-Fıraku’l-İslâmiyye fi’ş-Şimâli’l-Ifrikîyye mine’l-fethi’l-Arabî hatta’l-yevm
(Fransızca’dan Arapçaya trc. Abdurrahman Bedevî�), 2. basım, Beyrut 1981.
Ebû Dıyâk, Salih Muhammed Feyyâz, el-Veciz fî târîhi’l-Mağrib ve’l-Endelüs mine’l-feth
ilâ bidâyeti asri’l-Murâbıtîn ve mülûki’t-tavâif, İ�rbed 1988.
el-Endelûsî, Muhammed b. Muhammed (Veziru’s-Serrâc) (1149/1734), el-Hule-
lü’s-sündüsiyye fi Ahbâri’t-Tunûsiyye (thk. Muhammed el-Habî�b el-Hî�le), Bey-
rut 1984.
Gottschalk, H. L., “Nodafrika unter den Muslimen”, Bustan 11, (1970).
Halîfe b. Hayyât (240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyat (thk. Süheyl Zekkâr), Dımaşk
1968.
Halîfe b. Hayyât (240/854), Kitâbü’t-Tabakât (thk. Süheyl Zekkâr), Dımaşk 1966.
Harekât, İbrâhim, el-Mağrib abre’t-târîh, 2. basım, Dârü’l-Beydâ 1984.
Hasan İbrahim Hasan, İntişâru’l-İslâm fi’l-kâreti’l-İfrîkıyye, 2. basım, Kahire 1963.
Hasan İbrahim Hasan, Siyâsi, Dinî, Kültürel ve İcmâî İslâm Tarihi (trc. İ�smail Yiğit,
Sadrettin Gümüş), İ�stanbul 1985-1986.
608
Hasan İbrahim Hasan, Târîhu’d-Devleti’l-Fâtımıyye fi’l-Mağrib ve Mısr ve Suriye ve
bilâdü’l-Arab, 4. basım, Mısır 1981.
Kaynakça ■

Hasan Hüsnü Abdülvehhab, Varakât ani’l-hadârati’l-Arabiyye bi İfrîkıyyeti’t-Tunûsiy-


ye, Tunus 1965-1981.
Hıdır, Abdülalî�m Abdurrahman, el-İslâm ve’l-Müslimûn fî İfrîkıyyeti’ş-Şimâliyye, Cidde
1406/1986.
Hitti, Philip K., İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1981.
Hüseyin Mu’nis, Fethu’l-Arab li’l-Mağrib, Kahire, 1366/1947.
Hüseyin Mu’nis, “Târî�hu Mısr mine’l-fethi’l-Arabî� ilâ en dehalehe’l-Fâtımiyyûn”, Târî-
hu’l-Hadârati’l-Mısriyye,? ts.
İbn A’sem el-Kûfî, (314/926), Kitâbü’l-Fütûh, Berut 1406/1986.
İbn Abdülhakem, Abdullah (214/829), Siretu Ömer b. Abdülaziz alâ mâ ravâhu’l-İmâm
Mâlik b.Enes ve ashâbuhû (thk. Muhmmed el-Kal’aci), Haleb ?
İbn Abdülhakem, Ebü’l-Kasım Abdurrahman b.Abdullah (257/870-871), Fütûhu
Mısr ve ahbâruhâ (nşr. C. C. Torrey), Leiden 1922.
İbn Cübeyr (614/1217), Rıhle, Beyrut 1384/1964.
İbnü’l-İzârî, Muhammed el-Merâkeşî� (695/1295), Kitâbü’l-Beyâni’l-muğrib fî ahbâri
Endelüs ve’l-Mağrib (thk. G. S. Colin, I.Lewi Provençal), Leiden 1948.
İbnü’r-Rakîk el-Kayrevâni (425/1034 ?), “Târî�hu İfrikıyâ ve’l-Mağrib” (nşr. M. Talbi),
Etudes d’Histoire Ifriqıyenne, Faculte Des Lettres Et Sciences Humaines De Tu-
nis, c:XXVI, Tunus 1982.
İbn Fakîh el-Hemezânî�, Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed (III./X. asır), Muhtasaru
Kitâbi’l-büldân (Ed. M. J. De Goeje), Leiden 1967.
İbn Hacer el-Askalânî�, Şihâbüddin Ahmed b. Ali (852/1448), Tehzîbu’t-Tehzîb, Beyrut
1325-1326.
İbn Haldun, Adurrahman b.Muhammed (808/1405-1406), Kitâbü’l-İber ve divâ-
nu’l-mübtede-i ve’l-haber fî eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve men âsâru-
hum min zevi’s-Sultani’l-Ekber, Beyrut 1391/1971.
İbn Hallikan, Ebü’l-Abbâs Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî� Bekir (681/1281),
Vefeyâtü’l-a’yân ve enbâü ebnâi’z-zemân (thk. İ�hsan Abbâs), Beyrut
1397/1977.
İbn Havkal, Ebü’l-Kasım (IV./X. asır), Kitâbü Sûreti’l-arz (nşr. H. Kramers), Leiden
1938 (II. Baskı).
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saî�d (456/1064), Cevâmiu’s-sîre (thk. İ�h-
san Abbâs, Nasî�ruddin el-Esed), Kahire ?
İbn Hurdazbih Ebü’l-Kâsım Ubeydullah b. Abdullah (280/893), Kitâbü’l-Mesâlik
ve’l-memâlik (ed. M. J. De Goeje), Leiden 1967.
İbn Iyâs, Muhammed b. Ahmed el-Hanefî� (928/1228), Bedâiu’z-zühûr fî vekâi’i’d-dü-
hûr, 2. basım, Kahire 140/1982.
İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî� (630/1232), Üsdü’l-gâbe
fî ma’rifeti’s-sahâbe (thk. Muhammed İ�brahim el-Bennâ, Muhammed Ahmed 609
Â� şur, Muhammed Abdullvehhâb Fâyed),? 1970.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî� (630/1232), el-Kâmil


fi’t-târîh, Beyrut 1965 (trc. İslâm Tarihi: el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, İ�stanbul
1986).
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ (774/1372-1373), el-Bidâye ve’n-nihâye (thk. Ahmed Ebû Mül-
hım, Ali Necî�b Atvî�, Fuâd es-Seyyid, Mehdî� Nâsıruddî�n, Ali Abdü’s-Sâtir), 4.
basım, Beyrut 1409/1989.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-İmâme ve’s-siyâse
(thk. Tahâ Muhammed ez-Zeynî�), Beyrut ? (Eserin İ�bn Kuteybe’ye nispeti
şüphelidir.)
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezî�d (273/886), Sünen, İ�stanbul 1413/1992.
İbn Rüste, Ebû Ali Ahmed b. Ö� mer (IV./X. asır), Kitâbü a’lâki’n-nefîse (ed. M. J. De Go-
eje), Leiden 1967.
İbn Sa’d, Muhammed (230/845), et-Tabakâtü’l-kübrâ (thk. İ�hsan Abbâs), Beyrut 1968.
İbn Salih, Ubeydullah (?), “Nassun Cedî�dun an Fethi’l-Arab li’l-Mağrib” (nşr. Lewi Pro-
vençal; ta’rib ve ta’lik: Hüseyin Mu’nis), Ma’hedü’l-Mısrî, Madrid 1373/1954,
c. II, sy. 1-2, s. 193-239 (1-47).
İbn Tağriberdî, Ebü’l-Mehasin Cemâlüddin Yusuf (874/1469), en-Nücûmu’z-zâhire fî
mülûki Mısr ve’l-Kahire, Kahire 1383/1963.
İdris, Hady Roger, Le Récit D’al-Mâlikî� Sur La Conquête de L’Ifrî�qıyâ, (traduction an-
notée et examen critique), REI, Paris 1969, c. XXXVII, Fasikül-1 (s. 117-149).
İdrisî, Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed (560/1166), Sıfatu’l-Mağrib ve ar-
du’s-Sûdân ve Mısr ve’l-Endelüs, Leiden 1968.
İhsan Abbâs, Târîhu Libya münzü fethi’l-Arabî hattâ matla’ı’l-karni’t-tâsi’ı’l-hicrî, Bin-
gazi 1967.
İmadüddin, S. Muhammed, Endülüs Siyasî Tarihi (trc. Yusuf Yazar), Ankara 1990.
el-İstahrî, Ebû İ�shak İ�brahim b.Muhammed (340/951), Kitâbü’l-Mesâlik ve’l-memâlik
(ed. M. D. De Goeje), Leiden 1967.
Julien, Şarl Andrei, Târîhu İfrîkıyye Şimâliyye (Arapça’ya trc. Muhammed Mezâlî�, Beşir
b. Selâme), 2. basım, Tunus 1983.
el-Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmed (821/1418), Subhu’l-a’şâ fî sınâ’ati’l-inşâ, Kahire
1357/1937.
Kâşif, Seyyide İ�smail, el-Velîd b. Abdülmelik (86-94/ 705/715), Mısır 1962.
el-Kazvinî, Zekeriyyâ b. Muhammed b. Mahmûd (682/1283), Âsâru’l-bilâd ve ahbâ-
ru’l-ibâd, Beyrut ?
el-Kindî, Ebû Ömer Muhammed b. Yusuf (350/961), Kitâbü’l-Vulât ve kitâbü’l-kudât
(thk. Rhuvan Guest), Beyrut 1908.
Kitâbü’l-İstibsâr fî Acâibi’l-Emsâr, Vasfu Mekke ve’l-Medine ve Mısr ve bilâdi’l-Mağrib,
Dârü’l-Beydâ 1985.
610 Lakbal, Mûsâ, el-Mağribu’l-İslâmî, 2. basım, Cezayir 1981.
Leon El-İfrikî, el-Hasan b. Muhammed, Vasfu İfrîkıyye (Fransızcadan Arapçaya trc.
Muhammed Huceyy, Muhammed el-Ahdar), 2. basım, Beyrut 1983.
Kaynakça ■

Lewis, Archibald, el-Kaviyyü’l-bahriyye ve’t-ticâriyye fî havzi’l-bahri’l-mutavassıt (500-


1100) (Arapçaya trc. Ahmed Muhammed İsa), Kahire 1960.
Lombard, Maurice, İlk Zafer Yıllarında İslâm (trc. Nezih Uzel), İ�stanbul 1983.
el-Makdisî, Şemsüddî�n Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed Ebû Bekir (IV./X. asır),
Kitâbü Ahseni’t-Tekâsim fî Ma’rifeti’l-Ekâlim (ed. M. J. De Goeje), 2. basım, Le-
iden 1967.
el-Makrizî, Takiyyüddî�n Ahmed (845/1442), el-Mevâiz ve’l-i’tibâr fî zikri’l-hıtat ve’l-
âsâr, Bulak 1270.
el-Mâlikî, Ebû Abdullah Muhammed (IV./X. asır), Riyâdu’n-nüfûs fî tabakati
ulemâi’l-Kayrevân ve İfrîkıyye ve zühhâdihim ve nüssâkihim ve seyru min ah-
bârihim ve fedâilihim ve evsâfihim (thk. Beşî�r el-Bekkûş), Beyrut 1403/1983.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (345/956), Kitâbü’t-Tenbîh ve’l-işrâf (ed.
M. J. De Goeje), Leiden 1967.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (345/956), Mürûcü’z-zeheb ve meâdi-
nü’l-cevher (thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Mısır 1377/1958.
el-Na’na’î, Abdülmecid, Târîhu’d-devleti’l-Ümeviyye fi’l-Endülüs (et-Târîhu’s-siyasî),
Beyrut 1986.
el-Nâsırî, eş-Şeyhu’l-Abbâs Abbâs b. Ahmed (?), Kitâbü’l-İstiskâ li ahbâri’l-düve-
li’l-Mağribi’l-Aksâ, Dârü’l-Beydâ 1954.
el-Nüveyrî, Şihâbuddî�n Ahmed b. Abdilvehhâb (733/1333), Nihâyetü’l-ereb fî fünû-
ni’l-edeb (thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Kahire 1395/1975.
Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1986.
Ömer Ferruh, Târîhu Sadri’l-İslâm ve’d-Devletü’l-Ümeviyye, Beyrut 1983.
Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları I, Ankara 1994.
Özkuyumcu, Nadir, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi, Kültür
Bakanlığı, e-kitap.
Özkuyumcu, Nadir, İfrîkıyye, DİA
Reyyis, Muhammed Ziyâüddin, Abdülmelik b. Mervân Muvahhidu’d-Devleti’l-Arabiyye
Hayâtuhu ve Asruhu, Mısır 1962.
Rossi, İ�ttori, Libya Münzü’l-fethi’l-Arabî hatta sene 1911 (Arapçaya trc. Halife Muham-
med et-Tüleysî�), Beyrut 1394/1974.
Sa’dî, Osman, Urûbetü’l-Cezâyir abre’t-Târîh, Cezâyir 1982.
Sa’d Zağlûl Abdülhamid, Târîhu’l-Mağribi’l-Arabî mine’l-feth ilâ bidâyeti usûri’l-vustâ
(Libya, Tunus, Cezayir, Mağrib), İ�skenderiyye 1979.
es-Safedî, Selahuddin Halil b. Aybek (764/1343), el-Vâfi bi’l-vefeyât (thk. Şükrü Fay-
sal), Beyrut 1401/1981.
es-Seâlebî, Abdülaziz, Târîhu Şimâli Afrikıyâ (thk. Muhammed Mezâli, Beşir Selâme),
Beyrut 1407/1987.
es-Sûlî, Ebû Bekir Muhammed b. Yahya (335/946), Edebü’l-küttâb (nşr. Muhammed 611
Behçet el-Eserî�), ? ?
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

es-Süyûtî, Celâlüddî�n Abdurrahman b. Ebî� Bekir (911/1505), Târîhu’l-hulefâ (thk.


Muhammed Muhyiddî�n Abdülhamid), Mısır 1371/1952.
es-Süyûtî, Celâlüddî�n Abdurrahman b. Ebî� Bekir (911/1505), Husnü’l-muhâdara fî
târîhi Mısr ve’l-Kâhira, Mısır 1967.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk (thk.
Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Beyrut (1387/1967). Ayrıca ed. M. J. de Go-
eje, I-III, 1879-1881.
Tâhâ, Abdülvâhid Zünnûn, “el-Feth ve’l-istikrâru’l-Arabiyyi’l-İslâmî fî şimâli İ�frikıyâ
ve’l-Endelüs, el-müessiruhu’l-Arabî�”, Mecelletü fasîle tarihiyye muhkeme ta’nî
bi-şuûni’t-târîh ve’t-türâsi’l-Arabî ve’l-ilmiyye el-âlemî, Bağdat 1403/1987, yıl:
13, sy. 32.
Talbî, Muhammed, “İfrikiyâ”, EI2, Leiden 1979, III, 1047-1049.
Tedmürî, Ö� mer Abdüsselâm, Târîhu Trablusşam, Beyrut 1984.
Tımâr, Muhammed b. Amr, Tlemsân abre’l-usûr, Cezâyir 1984.
Vekî, Muhammed b. Halef b. Hayyân (306/918), Ahbâru’l-kudât, Beyrut ts.
Versilânî, el-Hüseyin b. Muhammed (?), Nüzhetü’l-enzâr fî fazli ilmi’t-târîh ve’l-ahbâr,
2. basım, Beyrut 1974.
Welhausen, Julis, Arap Devleti ve Sükutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb (292/904), Kitâbü’l-Büldân (Ed.: M. J. De Goeje), Le-
iden 1967.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb (292/904), Târîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut ts.
Yâkût El-Hamevî, Şihâbuddî�n Ebû Abdullah (626/1229), Mu’cemü’l-Büldân (thk. Fer-
dinand Wüstenfeld), Leipzig 1866.
Yiğit, İ�smail, “Abdülaziz b. Mervân”, DİA, I, 192.
Yıldız, Hakkı Dursun, “Abdülmelik b. Mervân”, DİA, I, 269.
Yver, G., “İfrikıye”, İA, V/II, 939-940.
Yver, G., “Mağrib”, İA, VIII, 142-143.
Zâvî, Tâhir Ahmed, Târîhu’l-fethi’l-Arabî fî Libya, 3. basım, Libya ts.
ez-Zehebî, Şemsüddî�n Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1347), Kitâbü Düve-
li’l-İslâmiyye (thk. Fehim Muhammed Şeltût, Muhammed Mustafa İ�brahim),
Mısır 1974.
ez-Zehebî, Şemsüddî�n Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1347), el-İber fî haberi
men gaber (thk. Salahuddin el-Müneccid), Kuveyt 1960.

IV. EMEVÎLER DÖNEMİNDE TOPLUMSAL YAPI

A. Emevîlerin Kabile (Asabiyet) Siyaseti


612 B. Emevîler Döneminde Arap-Mevâlî İlişkisi ve İslâmlaşma
Ahmed Emin, Fecrü’l-İslâm, Kahire 1975.
Apak, Â� dem, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, İ�stanbul 2004.
Kaynakça ■

Apak, Â� dem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi III (Emevîler Dönemi), İ�stanbul 2010.
Apak, Â� dem, “Emevî�ler Dönemi Türk Arap İ�lişkileri ve Türkler’in İ�slâmlaşma Süreci-
nin Başlangıcı”, Türkler, IV, Ankara 2002, s. 324-335.
Ateş, Ahmed, “Asabiyet”, İ�A, I, 663.
Aycan, İ�rfan, “Emevî İktidarının Devamında Sakîf Kabilesinin Rolü”, AÜİFD, c. XXXVI,
Ankara 1997.
el-Belâzürî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Fütûhu’l-büldân (thk.
Abdullah Enis et-Tabbâ, Ö� mer Enis et-Tabbâ), Beyrut 1987.
Brockelmann, C., İ�slâm Milletleri ve Devletleri Tarihi (trc. Neş’et Çağatay), Ankara
1964.
Câbirî, Muhammed Â� bid, Fikru İbn Haldun el-asabiyye ve’d-devle, ? 1984, (Dâ-
rü’l-Beyzâ).
Çağrıcı, Mustafa, “Asabiyet”, DİA, III, 453.
Delice, Ali, “Emevî�ler Devleti’nin Yıkılış Nedenleri Ü� zerine Bazı Mülahazalar”, CÜİFD,
Sivas 1999, sy. 3.
Demirayak, Kenan-Ahmet Savran, Arap Edebiyatı Tarihi Cahiliye Dönemi, Erzurum
1996.
Demircan, Adnân, İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, İ�stanbul 1996.
ed-Dineverî, Ebû Hanî�fe Ahmed b. Davud (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (nşr. Ö� mer Fa-
ruk Tabbâ), Beyrut ts.
Halîfe b. Hayyât, Târîh (thk. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1993.
İbn Abdülhakem, Ebü’l-Kasım Abdurrahman b. Abdullah (257/870), Fütûhu Mısr ve
ahbâruhâ (thk. Charles Torrey), Kahire 1991.
İbn Abdürabbih, Ebû Ö� mer b. Ahmed b. Muhammed (327/939), Kitabuİ�kdi’l-ferî�d,
Kahire 1965.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İ�smail (774/1372), el-Bidâye ve’n-nihâye, Beyrut-Riyad ts. (Mek-
tebetü’l-Maârif-Mektebetü’n-Nasr).
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-İmâme ve’s-siyâse
(thk. Tâhâ Muhammed Zeynî�), Kahire 1967.
İbn Manzur, Ebü’l-Fazl Cemalüddin Muhammed b. Mükrim (771/1369), Lisânü’l-A-
rab, Beyrut ts. (Dâru’s-Sâdır).
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1201), Sîretu ve menâkıbu Ömer b.
Abdülaziz el-halîfetü’r-zâhid (thk. Nâim Zerzûr), Beyrut 1984.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1201), el-Muntazam fî tarihi’l-ü-
mem ve’l-mülûk (thk. Muhammed Abdülkadir Atâ, Mustafa Abdülkadir Atâ),
Beyrut 1992.
İbnü’l-Esîr, İ�zzüddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed (630-1232), el-Kâmil fi’t-târîh,
Beyrut 1986.
el-İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin b. Muhammed el-Kuraşî� (357/ 967), Kitabü’l-E- 613
ğânî (thk. İ�brahim el-Ebyârî�), Kahire 1970.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Kitapçı, Zekeriya, “Emevî�ler Devrinde Orta-Asya Mahalli Türk Hükümdar ve Aristok-


ratları Arasında İ�slâmiyetin Yayılışı”, Belleten, sy. 51, Ankara 1987.
Kurt, Hasan, Orta Asya’nın İslâmlaşma Süreci (Buhara Örneği), Ankara 1998.
Lammens, H., “Kelb”, İA, VI, 548.
el-Makkarî, Şeyh Ahmed b. Muhammed et-Tilmisânî� (986-1041), Nefhu’t-tîyb min
gusni’l-Endelüsi’r-ratîb (thk. İ�hsan Abbâs), Beyrut 1986.
el-Mes’ûdî, Takiyyüddin Ahmed b. Ali (345/957), Mürûcü’z-zeheb (thk. Muhammed
Muhyiddin Abdülhamid), Mısır 1964.
Muhammed Kürd Ali, Hıtatü’ş-Şam,Dımaşk 1935-1938.
Nass, İ�hsan, el-Asabiyyetü’l-kabeliyye ve eseruhâ fi’ş-şi’ri’l-Ümeviyye, Beyrut 1964.
Özaydın, Abdülkerim, “Hâlid b. Abdullah”,DİA, XV, 282.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk (thk.
Muhammed Ebü’l-Fazl İ�brahim), Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân).
Vloten, Gerlof Van, Emevîler Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şîa ve Mesih Akideleri Üzerine
Araştırmalar (trc. Mehmed S. Hatiboğlu), Ankara 1986.
Wellhausen, Julius, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri (çev. Fikret
Işıltan), Ankara 1989.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kûb el-Abbâsî�, (284/897), Târîh, Beyrut 1960.
ez-Zebidî, Seyyid Muhammed Murtaza (1205/1790), Tâcü’l-arûs, Beyrut ts. (Dâru Sâ-
dır).

C. Gayrımüslimler
Abdürrezzak, Ebû Bekir b. Hemmâm (211/826), el-Musannef (nşr. Habî�bürrahman
el-A’zamî�), Beyrut 1403/1983.
Akkavî, Rihab Hıdır, el-Mûcez fî tarîhi’t-tıb inde’l-Arab, Beyrut 1995.
Ali, Sâlih Ahmed, et-Tanzîmâtü’l-ictimâiyye ve’l-iktisâdiyye fi’l-Basra fi’l-karni’l-evve-
li’l-hicrî, Bağdat 1953.
Arslantaş, Nuh, Emevîler Döneminde Yahudiler, İ�stanbul 2005.
Arslantaş, Nuh, İslâm Dünyasında İktisadi ve İlmi Hayatta Yahudiler, İ�stanbul 2009.
Arslantaş, Nuh, İslâm Toplumunda Yahudiler, İ�stanbul 2011.
Arslantaş, Nuh, Yahudilere Göre Hz. Muhammed ve İslâmiyet, İ�stanbul 2011.
Ashtor, Eliyahu, “Basra”, EJd, IV, 311.
Ashtor, Eliyahu, “Cairo”, EJd, V, 25-31.
Atar, Fahrettin, İslâm Adliye Teşkilatı, Ankara 1991.
Avcı, Casim, İslâm-Bizans İlişkileri, İ�stanbul 2003.
Avi-Yonah, Michael- Abraham Brover- Eli Davis, “Tiberias”, EJd, XV, 1132.
Avi-Yonah, Michael, “Ramleh”, EJd, XIII, 1540-1541.
614
Aycan, İ�rfan, “Müslüman Yönetimlerde Bir arada Yaşama Tecrübeleri (Emevî� Mode-
li)”, İslâm ve Demokrasi, Kutlu Doğum Sempozyumu 1998 Bildirileri (yay. haz.
Ö� mer Turan), Ankara 1999, s. 31-39.
Kaynakça ■

Aycan, İ�rfan, “Ö� mer b. Abdülaziz ve Gayrı Müslimler”, Dinî Araştırmalar, 3 (1999), s.
65-81.
Bahşel, Eslem b. Sehl er-Rezzâz el-Vâsitî� (292/905), Tarîhu Vâsıt (nşr. Kürkî�s Avvâd),
Beyrut 1986.
Bar Hebraeus, Gregory Abu’l-Farac (680/1286), Abu’l Farac Tarihi (trc. Ö� mer Rıza
Doğrul), Ankara 1945.
Bareket, Elinoar, Fustat on the Nile, The Jewish Elite in Medieval Egypt, Brill 1999.
Baron, Salo Wittmayer, A Social and Religious History of the Jews, I-XI, New York 1957.
Bashan, Eliezer, “Exilarch”, EJd, VI, 1023-1034.
Becker, C.H., “Kahire”, İA, VI, 74-88.
Bein, Alexander- Paul Borchadrt- Howard Jacopsan, “Mosul”, EJd, XII, 444.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf (nşr. Halil Esâmine),
II/6, Kudüs 1993; IV/A (nşr. Max Schlonger), Kudüs 1971; VIII (nşr. Süheyl
Zekkâr, Riyâd Ziriklî�), Beyrut 1996.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Fütûhu’l-büldân (nşr. Abdullah Enî�s
et-Tabbâ, Ö� mer Enî�s et-Tabbâ), Beyrut 1987.
el-Birunî, Ebü’r-Reyhân Muhammed b. Ahmed (453/1061[?]), el-Âsârü’l-bâkiye
‘ani’l-kurûni’l-hâliye [Chronologie Orientalischer Völker von Alberuni] (nşr. C.
Eduard Sachau), Leipzig 1923.
Brody, Robert, The Geonim of Babylonia and the Shaping of Medieval Jewish Culture,
Yale University Press: New Haven and London 1998.
Cahen, Claude, Doğuşundan Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar İslâmiyet (trc. Esad
Nedim Erendor), Ankara 1990.
Cehşiyârî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdus el-Kûfî� (331/942), el-Vüzerâ ve’l-küttâb
(nşr. Mustafa Sakkâ vd.), Kahire 1401/1980.
Cevad Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, Beyrut 1976-1978.
Christensen, Arthur, İran fî ahdi’s-Sasaniyan (göz. geç. Abdülvehhab Azzâm; trc. Yahya
Haşşab), Beyrut: Dârü’n-Nahdati’l-Arabiyye 1982.
David, Abraham, “Hasdai ben Bostanai”, EJd, VII, 1365.
Demirci, Kürşat, “Hindistan”, DİA, XVIII, 92-94.
Durî, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi (trc. Hayrettin Yücesoy), İ�stanbul 1990.
Durmuş, İ�smail, “İ�bnü’l-Mukaffâ’”, DİA, XXI, 130-134.
Dursun, Davut, “Beyrut” DİA, VI, 81-84.
Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ahmed b. Abdullah b. İ�shak (430/1038), Kitâbü tarîhi İsba-
han: (Zikru ahbâri İsbahân) (nşr. Seyyid Kisrevi Hasan), Beyrut: Darü’l-Kütü-
bi’l-İ�lmiyye 1990/1410.
Ebû Ubeyd, Kâsım b. Sellâm (224/837), Kitâbü’l-Emvâl (trc. Cemaleddin Saylık), İ�s-
tanbul 1981.
615
Ebû Yusuf, Ya’kûb b. İ�brahim (182/798), Kitâbü’l-harâc, Beyrut ts.
Esamine, Halil, “Emevî�ler Döneminde Arapların İ�skânı” (trc. Nuh Arslantaş), Öneri
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 12 (1999), s. 271-280.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Fayda, Mustafa, “Hz. Ö� mer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşûr I-II”, AÜİFD 25 (1981),
s. 169-178; 26 (1983), s. 327-334.
Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İ�stanbul 1989.
Finkel, Avraham Yaakov, The Responsa Anthology, London 1990.
Fischel, Walter J., Jews in the Economic and Political Life of Islam, London 1968.
Friedman, Mordechai A., “Divorce upon the Wife’s Demand as Reflected in Manuscrip-
ts from the Cairo Geniza”, JLA 4 (1981), s. 103-126.
Gil, Moshe, Documents of the Jewish Pious Foundations from the Cairo Geniza, Leiden:
E.J. Brill 1976.
Gil, Moshe, Erets-Yisrael bi’Tkufat ha-Müslimit ha-Rişona (634-1099)‫ישראל בתקופת‬-‫ארץ‬
‫ המוסלימית הראשונה‬- [İslâmî Dönemde Filistin], I-III, Yeruşalayim 1983.
Goitein, Ş. D., Yahudiler ve Araplar Çağlar Boyu İlişkileri (trc. Nuh Arslantaş, Emine
Buket Sağlam), İ�stanbul 2004.
Goitein, Ş. D., “Minority Selfrule and Government Control in Islam”, SI-Ex. Fasc: Memo-
riae J. Schacht Dedicato, 31, s. 101-116.
Goldziher, Ignaz, “Usages Juifs, d’Apres la Litterature Religieuse des Musulmans”, REJ
28 (1894), s. 75-94.
Graetz, Heinrich (1817-1891), History of the Jews, The Jewish Publication Society of
America: Philadelphia 1891.
Grayzel, Solomon, A History of the Jews, Philadelphia 1952.
Güç, Ahmet, “Mâbed”, DİA, XXVII, 276-280.
Gürkan, Salime Leyla, “Ruhban”, DİA, XXXV, 204-205.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi ( trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1990.
Hamidullah, Muhammed, İslâm’da Devlet İdaresi (trc. Kemal Kuşçu), Ankara 1979.
Hammâş, Necdet, el-İdâre fi’l-Asri’l-Ümevî, Dımaşk 1980.
Harekât, İ�brahim, es-Siyâse ve’l-müctemea fi’l-asri’l-Ümevî, Mağrib 1990.
Havazelet, Meir, “Natronai Bar Nehemiah”, EJd, XII, 887.
Hirschberg, Haim Z’ew, “Jerusalem”, EJd, IX, 1409-1412.
Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi ( trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1980.
Honigman, E., “Urfa”, İ�A, XIII, 50-57.
İbn Abdülhakem, Ebü’l-Kâsım Abdurrahman b. Muhammed (257/870), Fütûhu Mısr
ve ahbâruhâ (nşr. Muhammed el-Hacerî�), Beyrut 1996.
İbn Cülcül, Ebû Davûd Süleymân b. Hasan (384/994?), Tabakâtü’l-etıbbâ ve’l-hükemâ
(nşr. Fuâd Seyyid), Kahire 1955.
İbn Ebû Usaybia, Ebü’l-Abbâs Muvaffakuddî�n Ahmed (668/1269), Uyûnü’l-enbâ fî ta-
bakâti’l-etıbbâ (nşr. Rıza Nizar), Beyrut ts.
İbn Havkal, Ebü’l-Kâsım Muhammed b. Ali (IV./X. yüzyıl), Kitâbü sûreti’l-arz (nşr. J. H.
616 Kramers), Leiden 1938-39.
İbn Kayyım, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebî� Bekir (751/1350), Ahkâmu ehli’z-zimme
(nşr. Subhi Sâlih), Beyrut 1983.
Kaynakça ■

İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed (230/884), et-Tabakâtü’l-kübrâ (nşr. İ�hsan Ab-
bâs), Beyrut 1405/1985.
İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasan İ�zzüddî�n Ali (630/1232), el-Kâmil fi’t-tarîh (nşr. C. J. Torn-
berg), Beyrut 1965.
İbnü’l-Kıftî, Ebü’l-Hasan Cemâlüddî�n Ali (646/1248), İhbâru’l-ulemâ bi-ahbâri’l-hu-
kemâ (Tarîhu’l-hükemâ) (nşr. Julius Lippert), Leipzig 1903.
İbnü’n-Nedîm, Muhammed Ebû Ya’kub (380/990), Kitâbü’l-fihrist, Kahire ts.
İstahrî, Ebû İ�shâk İ�brahim b. Muhammed (340/951-52’den sonra), Mesâlikü’l-memâ-
lik (nşr. M. J. de Goeje), Leiden 1927→1967.
Kallek, Cengiz, Asr-ı Saadet’te Yönetim-Piyasa İlişkisi, İ�stanbul 1997.
Kara, Cahit, İslâm Coğrafyasında Mecusîler (Emevîlerin Sonuna Kadar) (Basılmamış
Doktora Tezi), Ankara Ü� niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007.
Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, İ�stanbul 1991.
Kasım, Kasım Abduh, Ehlü’z-zimme fi Mısri’l-usûrü’l-vüstâ, Kahire 1977.
Kâşif, Seyyide İ�smail, Mısru’l-İslâmiyye ve ehlü’z-zimme, Kahire 1993.
Kazıcı, Ziya, İslâm Müesseseleri Tarihi, İ�stanbul 1991.
el-Kettânî, Muhammed Abdülhay b. Abdülkebî�r (1886-1962), et-Terâtîbü’l-idâriyye:
Hz. Peygamber’in Yönetimi (trc. Ahmet Ö� zel), İ�stanbul 1993.
Kılavuz, Ahmed Saim, “Bih-âferî�d b. Mâhferdî�n”, DİA, VI, 138.
Kılıç, Ü� nal, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001.
el-Kindî, Ebû Ö� mer Muhammed b. Yusuf b. Ya’kûb (350/961), el-Vülât ve’l-kudât (Tarî-
hu vülâti Mısr) (nşr. Rhuvon Guest), Müessetü Kurtuba: ts.
Kirkisânî, Ebû Yusuf Ya’kûb (940’dan sonra/X. asır), Kitâbü’l-envâr ve’l-merâkıb (nşr.
Leon Nemoy), New York 1940.
Lammens, H., “Ahtal”, İA, I, 226-228.
Landman, Leo, “The Office of the Medieval Hazzan”, JQR, n.s. 62 (1971-72), s. 156-187;
246-276.
Lassner, Jacop, “Jews in Islamic Lands”, The Jewish Enigma içinde, ed. David Englan-
der, London 1992.
Leder, Stefan, “The Attitude of the Jews and their Role towards the Arab-Islamic
Conquest of Bilad al-Sham”, Proceeding of the Second Symposium on the His-
tory of Bilad al-Sham during the Early Islamic Period up to 40 A.H./ 640 A.D.
içinde, Amman 1987, s. 175-179.
Lewis, Bernard, İslâm Dünyasında Yahudiler (trc. Bahadır Sina Şener), Ankara 1996.
Mahmud Esad, Tarih-i Dîn-i İslâm (nşr. Ahmed Lütfi Kazancı, Osman Kazancı), İ�stan-
bul 1995.
el-Makrizî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali (845/1441), el-Hıtatu’l-Makriziyye (Kitâbü’l-
mevâiz ve’l-’itibâr bi zikri’l-hıtat ve’l-âsâr), Kahire ts.
617
el-Makrizî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali (845/1441), en-Nukûdü’l-kadîmetü’l-İslâmiyye
(trc. İ�brahim Hakkı Konyalı), İ�stanbul 1946.
Mann, Jacob, Texts and Studies in Jewish History and Literature, Cincinnati Ohio, 1931.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Mann, Jacob, “The Responsa of the Babylonian Geonim as a Source of Jewish History”,
JQR n.s. 10 (1920-1921), s. 121-151; s. 309-365.
Margoliouth, G(eorge), “Some British Museum Genizah Texts”, JQR o.s. XIV (1908), s.
303-320.
el-Maverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habî�b (450/1058), el-Ahkâmü’s-sultâ-
niyye ve’l-velâyâti’d-dîniyye, Beyrut 1985.
Mazaheri, Ali, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları (trc. Bahriye Ü� çok), İ�stanbul
1972.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin (345/956), Mürûcü’z-zeheb ve meâdinü’l-cev-
her (nşr. M. Muhiddî�n Abdülhamid), es-Seâde: Mısır 1964.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin (345/956), et-Tenbîh ve’l-işrâf (nşr. Abdullah
İ�smail es-Savî�), Beyrut 1981.
Morony, Michael G., Iraq after the Muslim Conquest, Princeton-New Jersey 1984.
Morony, Michael G., “Religious Communities in Late Sasanian and Early Muslim Iraq”,
JESHO, XVII (1974), s. 113-134.
el-Mukaddesî, Şemsüddî�n Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed (380/990), Ahse-
nü’t-tekâsîm fî ma’rifeti’l-ekâlîm (nşr. M. J. de Goeje), E.J.Brill: Leiden 1906.
Muntner, Suessmann, “Medicine”, EJd, XI, 1185-1189.
Nâsır-ı Hüsrev (1061), Sefernâme (nşr. Yahya el-Haşşâb), Beyrut 1983.
Nemoy, Leon, “al-Qirqisani’s account of the Jewish Sects and Christianity”, HUCA 7
(1930), s. 317-399.
el-Ömerî, Ebü’l-Abbâs Şihâbüddî�n Ahmed b. Yahya (749/1349), et-Ta’rîf bi’l-mustala-
hi’ş-şerîf, Mısır 1312/1894.
Öztürk, Levent, İslâm Toplumunda Hıristiyanlar, İ�stanbul 1998.
Pirenne, Henri, Hz. Muhammed ve Charlemagne (trc. M. Ali Kılıçbay), Ankara 1984.
Rappaport, Uriel-Isaac Levitats, “Dayyan”, EJd, V, 1390.
Saraç, Celal, “İ�slâm Dünyasında Matematiğin Doğuşu ve Gelişmesi”, AÜİFD, 1953, s.
69-72.
Schechter, S., Saadyana, Geniza Fragments of Writings of Saadya Gaon and Others,
Cambridge 1903.
Sharon, Moshe Sevilla, İsrail Ulusunun Tarihi, Yeruşalayim 1981.
Söylemez, M. Mahfuz, “Eğitim ve Ö� ğretim Faaliyetleri”, Emevîler Dönemi Bilim, Kültür
ve Sanat Hayatı, Ankara 2003.
Streck, M., “Batî�ha”, İA, II, 334-339.
Sümer, Faruk, “Dihkan”, DİA, IX, 289-290.
Swartz, Merlin, “İ�slâm’ın Doğuşunu İ�zleyen Yıllarda Arap Topraklarındaki Yahudilerin
Durumu” (trc. Levent Ö� ztürk), SAÜİFD 2 (2001), s. 469-488.
618 eş-Şehristânî, Ebü’l-Feth Muhammed Abdülkerim b. Ebî� Bekir Ahmed (548/1153),
el-Milel ve’n-nihal (nşr. Muhammed Seyyid Kilanî�), Kahire 1961.
Şerira Gaon (1000’ler), İgeret Rav Şerira Gaon-Meturgam le-Laşon ha-Kodeş ‫אגרת רב‬
‫[שרירה גאון‬Rav Şerira Gaon’un Mektubu] (nşr. ve İ�branî�ceye trc. R. Nosson Do-
Kaynakça ■

vid Rabinowich), Kudüs 1991 (İ�ng. trc. The Iggeres of Rav Sherira Gaon (trc. R.
Nosson Dovid Rabinowich), Kudüs 1988).
Şeşen, Ramazan, “Buhara”, DİA, VI, 363-367.
Şeşen, Ramazan, “Tercüme Faaliyetleri”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İ�s-
tanbul 1992, III, 453-479.
Şeyzerî, Ebü’n-Necî�b Celâleddî�n Abdurrahman b. Nasr (774/1372), Nihâyetü’r-rütbe
fî talebi’l-hisbe (nşr. el-Bâz el-Arî�nî�), Kahire 1946.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Tarîhu’t-Taberî (nşr. Muhammed
Ebü’l-Fazl İ�brahim), Beyrut 1967.
Theophanes (213/818), The Cronicle of the Theophanes (Annu Mundi 6095-6305- A.D.
602-813) (�ng. trc. Harry Turtledove), Philadelphia 1982.
el-Vâkıdî, Muhammed b. Ö� mer (207/822), Kitâbü’l-meğâzî (nşr. Marsden Jones), Bey-
rut 1966.
el-Vekî, Ebû Bekir Muhammed b. Halef b. Hayyân (306/918), Ahbâru’l-kudât, Beyrut:
el-Mektebetü’l-Asriyye, ts.
Wellhausen, Julies, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kub İ�bn Vâdıh (292/904), el-Büldân (nşr. M. J. de Goeje),
Brill 1896.
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî� Ya’kub İ�bn Vâdıh (292/904), Tarîhu’l-Ya’kûbî, Daru Sâdır:
Beyrut 1960.
Yazıcı, Tahsin, “Belh”, DİA, V, 410-411.
Yazıcı, Tahsin, “İ�spehbed”, DİA, XXIII, 176-177.
Yazıcı, Tahsin, “Merzübân”, DİA, XXIX, 255-256.
Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, DİA, XI, 87-104.
Yüksel, Azmi, “Ahtal”, DİA, II, 183-184.
Zehebî, Şihâbüddî�n Muhammed b. Ahmed (748/1347), Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ (nşr.
Şuayb el-Arnâvûd vd.), Beyrut: Müessesetü’r-Risâle 1984/1405.
Zettersteen, “Sa’d b. Abi Vakkas”, İA, X, 18-20 (Madde Neşet Çağatay tarafından ikmal
edilmiştir.).

V. EMEVÎLERDE EĞİTİM-ÖĞRETİM

Askerî, Ebû Hilal b. el-Hasan b. Abdullah b. Sehl, Kitabu’l-Evâil, Beyrut 1987.


Aycan, İ�rfan, “Emevî�ler Dönemi Kültür Hayatında Bazı Beşeri Bilimlerin Tarihsel Geli-
şimi”, Dini Araştırmalar, II, sayı: 6, Ocak-Nisan 2000, Ankara s. 215.
Aycan, İ�rfan, “İ�slâm Toplumunda Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİFD, Ankara
1998, XXXVIII, s. 162.
Aycan, İ�rfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebî Süfyân, Ankara 2001.
Azergaşasb, Erdeşir, Merâsim-i Mezhebi ve Adab-ı Zerdüştiyân, Tahran 1979. 619
Baktır, Mustafa, İslâm’da İlk Eğitim Müessesesi Ashab-ı Suffa, İ�stanbul 1990.
Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Futuhu’l-Buldan, çev. Mustafa Fayda, Ankara 1987.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Browne, Edward, G. Arabian Medicine (Tıbb-ı İslâmi), Farsçaya çev. Mesud Recebniya,
Tahran 1973.
Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr, Resâilu’l-Câhız (er-Resâil el-Ebediyye), nşr. Alî� Ebû Mül-
him, Beyrut 1991.
Cevâd, AB, el-Mufassal fî Tarihi’l-Arap Kable’l-İslâm, Bağdat 1993.
Çelebi, Ahmed, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, çev. Ali Yardım, İ�stanbul 1983.
Dağ, Mehmet-Hıfzurrahman R. Ö� ymen, İslâm Eğitim Tarihi, Ankara 1974.
Dımeşkî, Muhammed b. Abdullah eş-Şiblî�, Mehasinu’l-Vesail fî Ma’rifeti’l-Evail, thk.
Muhammed Altuncu, Beyrut 1992.
Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harac, çev. Ali Ö� zek, İ�stanbul 1973.
Emin, Ahmed, Fecru’l-İslâm, çev. Ahmed Serdaroğlu, Ankara 1976.
Ferrûh, Ö� mer, “el-İ�lm fi Asri’l-Emevî�”, Mecelletü Mecme’i’l-İlmiyyi’l-Arabî, sayı: 40, Dı-
meşk 1965.
Gözütok, Şakir, “Resûlullah (sas) Döneminde İ�lköğretim Kurumları ve İ�şlevleri”, Dini
Araştırmalar, Eylül-Aralık 1998,1, sayı: 2, s. 165-199.
Günaltay, Şemsettin, “Kadim Felsefe İ�slâm Alemine Ne Şekilde ve Hangi’ Yollarla Gir-
di”, DFİFM, IV. 208.
Guneyme, Yusuf, “el-İ�lm fi’l-Hire 1”, Maşrik, XXX, Beyrut 1932.
Hamidullah, Muhammed, “el-İ�lâf veya İ�slâm’dan Ö� nce Mekke’nin İ�ktisadi-Diplomatik
Münasebetleri”, AÜİFD, IX, Ankara, s. 213-222.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Müesseselerine Giriş, çev. İ�hsan Süreyya Sırma, İ�stan-
bul 1980.
Hikmet, Ali Asğar, “Ta’lim-i Kur’ân be Nu Â� mûzan”, Mecelle-i Danişgah-ı Tahran Daniş-
gede-i Edebiyat, Tahran 1334, yıl: 3, sayı: 2, ss. 4.
Hitti, Philip, İslâm Tarihi, çev. Salih Tuğ, İ�stanbul 1982.,
İbn Abdirabbih, Yusuf b. Abdillah b. Muhammed, el-İkdul-Ferid, thk. Ahmed Emin,
Ahmed ez-Zeyn, �brahim el-Ebyari, Abdusselam Harun, Kahire 1968.
İbn Habîb, Ebû Ca’fer Muhammed, Kitabıı’l-Muhabber, thk. Eliza Lichtenstater, Hay-
darabad 1942.
İbn Hacer, İsâbe [İstiâb ile bir arada], Beyrut 1328.
İbn Hallikân, Vefayatü’l-A‘yân, Kahire 1948-1949.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Siyeru’n-Nebeviyye, thk. Mustafa Saka ve
arkadaşları, Beyrut ty.
İbn Kuteybe, Uyunu’l-Ahbâr, thk. Ahmed Zeki el-Adevî�, Kahire 1930.
İbn Saʻd, Muhammed, et-Tabakatu’l-Kübra, Beyrut ty.
İbn Sahnûn, Eğitim ve Öğretimin Esasları -Âdâbu’l-Muallimîn-, çev. M. Faruk Bayraktar,
�stanbul 1996.
620 İbn Kuteybe, el-Mearif, thk. Servet Ukkaşe, Kahire 1992.
İbnü’l-Cevzî, Cemaluddî�n Ebû’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali, Sıfatu’s-Safve, thk. Mah-
mud Fâhûrî�, Beyrut 1979-
İshafânî, Ebû’l-Ferec, el-Eğânî, thk. Abdullah Ali Muhanna, Beyrut 1995.
Kaynakça ■

Kalkaşandî, Subhu’l-A’şa fi Sinaati’l-İnşa, şrh. Muhammed Hüseyin Şemsuddin, Beyrut


1987.
Kazıcı, Yusuf Ziya, Ana Hatları ile İslâm Eğitim Tarihi, İ�stanbul 1983.
Kıftî, Cemaluddî�n Ebû’l-Hasan Ali b. Yusuf, Kitabu Ahbâri’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema,
Mısır 1326.
Kuradiyan, Hodâ Murâd, Keşver-i Hire der Kalemm-i Şahinşahiy-i Sasanîyân ez, 226 Ta
632 M, Tahran 1976.
Mahmud İbrahim, “İ�slâm’dan Ö� nceki Mekke’de Sosyal ve İ�ktisadi Şartlar”, Tarih Risa-
leleri, der. ve trc. Mustafa � zel, �stanbul 1995, s. 86-87.
Meclisî, Muhammed Bakır, Bihâru’l-Envâri’l-Camia li Dureri Ahbari’l-Eimmeti’l-Athar,
Beyrut 1983.
Mesʻudî, Murucu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddî�n Abdulha-
mid, Beyrut 1988.
Mu’tez, Abdullah, Kitabu Tabakati’ş-Şuara fi Medhi’l-Hulefa ve’l-Vüzera, nşr. Abbâs İ�k-
bâl, Londra 1939.
Rustah, Ebû Ali Ahmed b. Ö� mer, el-A’laku’n-Nefîse, thk. Halil el-Mansur, Beyrut 1998.
Sarıçam, İ�brahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2001.
Suyütî, Celaleddî�n, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân (Kur’ân İlimleri Ansiklopedisi), çev. Sakıp
Yıldız, Hüseyin Avni Çelik, İ�stanbul 1987.
Suyûtî, Celaleddî�n, Savnu’l-Mantık, thk. Ali Sami en-Neşşâr, Kahire 1947.
Şâbuşti, Ali b. Muhammed, ed-Deyârât, thk. Korkis Avvâd, Lübnan 1986.
Şiblî, Muhammed b. Abdullah ed-Dımeşkî�, Mehasinu’l-Vesaii Fi Marifeti’l-Evâil, thk.
Mahummed Altuncu, Beyrut 1992.
Şiblî, Nu’mânî�, Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, çev. Talip Yaşar Alp, İ�stanbul 1980.
Şirâzî, Ebû İ�shak, Tabakatu’l-Fukaha, thk. İ�hsan Abbâs, Beyrut 1970.
Tabersî, Ebû Mansur Ahmed b. Ali b. Ebî� Talib, el-İhticâc, thk. Muhammed Bakır el-Mu-
sevi el-Horasanî�, Beyrut 1981.
Uğur, Mücteba, “Amr b. Hüveyris”, DİA, III. 85.
Ülken, Hilmi Ziya, Uyanış Devrinde Tercümenin Rolü, İ�stanbul 1997.
Varol, Bahattin, “Hulefa-i Raşidî�n Dönemi Eğitim Ö� ğretim Faaliyetlerine Kısa Bir ba-
kış”, SÜİFD, yıl: 2000, sayı: X, s. 485.
Veki, Muhammed b. Halef b. Hayyân, Ahbaru’l-Kudât, Beyrut ty.
Yâkût, Mu’cemu’l-Udebâ ve İrşâdu’l-Erib ila Ma’rifeti’l-Edib, Beyrut 1991.
Yüksel, Ahmet Turan, İslâm’ın İlk Döneminde Ticari Hayat, İ�stanbul 1999.
Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Ma’rifetu’l-Kura el-Kibar alâ’t-Ta-
bakât ve’l-İ’sâr, thk. Beşşar Awad Ma’ruf, Şuayb Arnavut, Salih Mehdi Abbas,
Beyrut 1984.
Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyer A’lâm en-Nubela, thk. Şuayb 621
el-Arnavud, Hüseyin el-Esed, Beyrut 1984-1988.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Tarihu’l-İslâm ve Vefayatu’l-Me-


şahir ve’l-A’lâm Ahdu Muâviye b. Ebî Süfyân, 41-60, thk. Ö� mer Abdüsselâm
Tedmûrî�, Beyrut 1993.

VI. EMEVÎLERDE İLMÎ HAYAT

Ahmed Emin, Duha’l-İsIam, I-III.


Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, İ�stanbul 1999.
Atçeken, İ�. Hakkı, Hişam b. Abdülmelik Halifeliği ve Şahsiyeti (Basılmamış Doktora
Tezi), Konya 1977.
Aycan, İ�rfan-Sarıçam, İ�brahim, Emevîler, Ankara 1993.
Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara 1979.
Belâzürî, Ensabu’l-Eşraf, thk. İ�hsan Abbas, Beyrut 1979.
Cerrahoğlu, İ�smail, Tefsir Usulü, Ankara 1983.
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İ�stanbul 1989.
Fazlur Rahman, İslâm, çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın, İ�stanbul 1981.
Fığlalı, E. Ruhi, İmamiyye Şiası, İ�stanbul 1984.
İtikadî İslâm Mezhepleri, Ankara 1980.
Hamidullah, Muhammed, Siretu İbn İshak’ın Mukaddimesi, Konya 1981.
Harbi, O., Ömer b. Abdülazîz’in Devlet İdaresi (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sakar-
ya 1997.
Hassan, H., İ�brahim, İslâm Tarihi.
Hitti, P. R., Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, çev. Salih Tuğ, I-IV, İ�stanbul 1980.
Horovitz, Y., el-Meğâzî’l-Ulâ ve Müellifuhâ, Arapça çev. H. Nassar, Mısır 1948.
İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, Beyrut 1968.
İbn Hallikân, Vefayatü’l-A’yân, Kahire 1948-1949.
İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Kahire 1992.
İbn Nedim, Fihrist, Kahire 1945.
İbn Sa‘d, Tabakât, Beyrut ty.
İbn Kuteybe, el-Mearif, thk. Servet Ukkaşe, Kahire 1992.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, çev. Beşir Eryarsoy, İ�stanbul 1987.
Karaman, Hayreddin, İslâm Hukukunda İçtihat, Ankara 1971.
Katip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, İ�stanbul 1941.
Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, Ankara 1998.
Mesʻudî, Murûc, Mısır 1952.
Müberred, el-Kâmil, thk. İ�brahim b. Muhammed el-Delcimunî�, Mısır ty.
622 Onat, Hasan, Emevîler Devri Şiî Hareketleri, Ankara 1993.
Schacht, J., İslâm Hukukuna Giriş, çev. Mehmet Dağ, Abdulkadir Şener, Ankara 1977.
Sezgin, Fuad, Tarihu’t-Turasi’l-Arabi, 1983.
Kaynakça ■

Suyutî, Tarihu’l-Hulefa, I. Katar 1974.


Şafiî, İhtilafü’l-Hadis, thk. Abdullah Abdülaziz, Beyrut 1986.
Terzî, M. Zeki, İlk Siyer ve Meğazî Yazarları ve Eserleri, Samsun 1990.
Turgut, Ali, Tefsir Usulü ve Kaynakları, İ�stanbul 1991.
Ess Van, J., İslâm Kelamının Başlangıcı, çev. Şaban Ali Düzgün (Basılmamış Makale).
Vakıdî, el-Meğazi, thk. Marsden Jones, Kahire 1964-66.
Vekî, Ahbâru’l-Kudât, Beyrut ty.
Watt, M., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem R. Fığlalı, Ankara 1981.
İslâmî Tetkikler, çev. Süleyman Ateş, Ankara 1968.
Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, DİA, II. 104.
Yıldız, H. Dursun, “Abdülmelik”, DİA, I. 270.
Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut ve Arkadaşları, Beyrut 1981.
Zeydan, Corci, İslâm Medeniyeti Tarihi, çev. Zeki Meğamiz, İ�stanbul 1976.
VII. EMEV�LERDE D�N� HAYAT
Abdülhamid, İ�rfan, İ�slâm’da İ�tikadî� Mezhepler ve Akaid Esasları (trc. M. Saim Yep-
rem), �stanbul 1981.
Ahmed b. Hanbel (241/855), er-Red ale’l-Cehmiyye ve’z-Zenâdika, Riyad 1977.
Ahmed Emin, Fecrü’l-İslâm (trc. Ahmet Serdaroğlu), Ankara 1976.
Altınay, Ramazan, Emevîlerde Günlük Yaşam, Ankara 2006.
el-Âlûsî, Mahmud Şükri, Bülûğu’l-Erab fî Ma’rifeti ahvâli’l-Arab, Beyrut ts.
el-Askerî, Hasan b. Abdullah b. Sehl (395/1005), Kitâbü’l-Evâil, Beyrut 1997.
el-Bağdâdî, Ahmed b. Ali b. el-Hatî�b 463/1071), Târîhu Bağdâd, Medine ts.
el-Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed (429/1037), el-Fark beyne’l-fırak, Bey-
rut 1993.
el-Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed (429/1037), Usûlu’d-dîn, İ�stanbul
1928.
el-Bâkıllânî, Muhammed b. et-Tayyib (403/1013), et-Temhîd fi’r-reddi ale’l-mulhide-
ti’l-Muattıla ve’r-Rafıza ve’l-Havâric ve’l-Mu’tezile, Kahire 1947.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf, Beyrut 1996.
el-Buhârî, Ebû Muhammed b. İ�smail b. İ�brahim (256/870), el-Câmiu’s-sahîh, İ�stanbul
1992.
Câbirî, Muhammed Abî�d, İ�slâm’da Siyasal Akıl (trc. Vecdi Akyüz), İ�stanbul 1997.
Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr (255/869), Cimriler Kitabı (trc. Yahya Atak), İ�stanbul
1999.
Çağatay, Neşet, “Vâsıl b. Atâ”, İ�A, İ�stanbul 1986, XIII, 219-222.
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İ�stanbul 1986.
el-Ebşîhî, Ebü’l-Feth Şihâbuddin Muhammed b. Ahmed, el-Müstatraf fî külli fen-
623
ni’l-müstazraf, Beyrut 1986.
Ebü’l-Fidâ, İ�smail (732/1331), el-Muhtasâr fî ahbâri’l-beşer, Beyrut 1997.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Ebû Hanîfe, Numân b. Sâbit (150/767), Fıkhu’l-Ekber (trc. Mustafa Ö� z), İ�stanbul 1981.
Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah el- İ�sbahânî� (430/1038), Hilyetü’l-evliyâ ve Ta-
bakâtü’l-asfiyâ, Mısır 1932.
Ebû Zehra, Muhammed, Mezhepler Tarihi (trc. Sıbgatullah Kaya), Ankara ts.
el-Eş’arî, Ebü’l-Hasan Ali b. İ�smail (324/936), Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, İ�stanbu, 1928.
el-Eş’arî, Ebü’l-Hasan Ali b. İ�smail (324/936), Kitâbü’l-Luma’ fi’r-reddi alâ ehl-i zeyğ
ve’l-bida’, Beyrut 1987.
Fehmî, Abdurrezzâk Sa’d, el-Âmme fi’l-Bağdâd fi’l-Karni’s-Sâlis ve’r-Râbi’i’l-Hicrî, Bey-
rut 1983.
Fığlalı, E. Ruhi, “Hâricî�lerin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, AÜİFD, 1975, XX,
219-247.
Halîfe b. Hayyât (240/854), Târîhu Halîfe b. Hayyât, Riyad 1985.
Hasan İbrahim Hasan, en-Nüzumu’l-İslâmiyye, Mısır 1939.
Hasan İbrahim Hasan, Siyasî, Dinî, Kültürel-Sosyal İ�slâm Tarihi (trc. S. Gümüş, İ�. Yi-
ğit), İ�stanbul 1985.
İbn Abdürabbih, Ahmed b. Muhammed (327/939), el-İkdu’l-ferîd, Beyrut 1965.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetullah (571/1175), Târîhu medineti Dı-
maşk, Beyrut 1995-2000.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed (314/926), el-Fütûh, Beyrut 1986.
İbnü’l-Cevzî, Cemaleddin Abdurrahman b. Ali, Sıfatu’s-safve Beyrut 1979.
İbnü’l-Esîr, İ�zzeddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi’t-târîh,
Mısır 1348.
İbn Habîb, Muhammed (245/859), Kitâbü’l-Muhabber, Haydarabad 1942.
İbn Hallikân, Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî� Bekir (681/1282), Ve-
fayâtu’l-a’yân ve enbâü ebnâi’z-zemân, Beyrut 1977.
İbn Hazm, Ali b. Ahmed b. Saî�d (456/1064), el-Milel ve’n-nihal, Mısır 1317.
İbnü’l-İmâd, Abdulhayy Ebü’l-Fellah, Şezerâtü’z-zeheb fî� ahbâri men zeheb, Beyrut
1986.
İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim (276/889), el-Maârif, Beyrut 1970.
İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim (276/889), el-İmâme ve’s-Siyâse, byy 1909.
İbnü’n-Nedîm, Ebü’l-Ferec Muhammed b. İ�shak b. Ebî� Ya’kûb (385/995), el-Fihrist,
Mısır 1348.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed (230/844), Tabakâtü’l-Kübrâ, Leiden 1322.
İbnu’s-Salâh, Ebû Ö� mer Osman b. Abdurrahman, Mukaddimetu İbni’s-Salâh fî Ulû-
mi’l-Hadîs, Beyrut 1978.
el-İsfereyânî, Ebü’l-Muzaffer (471/1078), et-Tebsîr fi’d-dîn ve temyîzu’l-fırkati’n-nâci-
ye ani’l-fıraki’l-hâlikîn, Mısır 1940.
624 İbn Teymiyye, Ahmed b. Abdülhalim (728/1263), Kitâbü’l-İmân, Mısır 1325.
Kâdî Abdülcebbâr, İ�mâmuddî�n Ebü’l-Hasan (415/1024), Şerhu usûli’l-hamse, Mısır
1988.
Kaynakça ■

Kâdî Abdülcebbâr, İ�mâmuddî�n Ebü’l-Hasan (415/1024), Tabakâtü’l-Mu’tezile, Tunus


1974.
el-Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali, Subhu’l-aşâ fî sınââti’l-inşâ, Beyrut 1987.
Köktaş, M. Emin, Türkiye’de Dinî Hayat, İ�stanbul 1993.
Kutlu, Sönmez, Türkler’in İslâmlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Ankara, 2000.
el-Malatî, Muhammed b. Ahmed b. Abdurrahman (377/987), et-Tenbîh ve’r-red alâ
ehli’l-hevâ ve’l-bida’, Kahire 1326.
el-Mâturidî, Muhammed b. Muhammed b. Mahmud (333/944), Kitâbüt-Tevhîd (trc.
Bekir Topaloğlu), Ankara 2002.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin (346/957), Mürûcü’z-zeheb ve meâdinü’l-cev-
her, Mısır 1964.
Mevdûdî, Ebü’l-A’lâ, Hilâfet ve Saltanat (trc. Ali Genceli), İ�stanbul 1972.
en-Nemirî, Yusuf b. Abdülber (463/1070), Tabakâtü’l-fukahâ, Kahire 1350.
en-Nesefî, Meymun b. Muhammed (508/1114), Kitâbü Bahri’l-kelâm, Mısır 1914.
en-Nevbahtî, el-Hasan b. Mûsâ (300/912), Fıraku’ş-Şîa, Necef 1936.
Özkan, Mustafa, Emevîler Dönemi İktidar-Ulema İlişkisi, Ankara 2008.
Özkan, Mustafa, Dört Halife ve Emevîler Döneminde Din-Devlet İlişkisi, Ankara 2015.
Özkan, Mustafa, “İ�lk Dönem İ�slâm Tarihi Siyasî� Çatışmalarının Dışında Kalmaya Çalı-
şanlar: Tarafsızlar”, DÜİFD, Diyarbakır 2008.
Rayyıs, Ziyâuddin, İ�slâm’da Siyasî� Düşünce Tarihi (trc. İ�brahim Sarmış), İ�stanbul 1995.
er-Râzî, Muhammed b. Hüseyin Fahruddî�n (606/1209), İ�’tikâdâtu fıraki’l-Müslimî�n
ve’l-müşrikî�n, Kahire 1938.
es-Süyûtî, Celâleddin Abdurrahman b. Ebî� Bekir (911/1505), Târîhu’l-hulefâ, Mısır
1952.
eş-Şehristânî, Muhammed b. Abdülkerim (548/1153), el-Mile’l ve’n-Nihal, Beyrut ts.
eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Derrü’s-sehâbe fî menâkıbi’l-karâbe ve’s-
sahâbe, Dımaşk 1990.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/922), Târîhu’t-Taberî, Kahire 1977-
1988.
et-Taftazânî, Sa’duddî�n Mes’ûd b. Ö� mer (797/1395), Şerhu’l-akâid (trc. Süleyman
Uludağ), İ�stanbul 1982.
et-Tennûhî, el-Kâdı Ebü’l-Ali el-Muhessin b. Ali, Kitâbü’l-Ferec ba’de’ş-şidde, Beyrut
1978.
et-Tevhidî, Ebû Hayyân, el-İmtâ’ ve’l-müânese, Kahire ts.
et-Tirmizî, Muhammed b. İ�sa b. Sevre (279/892), Sünen, İ�stanbul 1992.
Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmine Giriş, İ�stanbul 1981.
Türkçe Sözlük, (haz. Türk Dil Kurumu), Ankara 1998.
Uludağ, Süleyman, İ�slâm’da İ�nanç Konuları ve İ�tikadî� Mezhepler, İ�stanbul 1998.
625
el-Vekî, Muhammed b. Halef b. Hayyân (306/918), Ahbâru’l-kudât, Beyrut ts.
el-Ya’kûbî, Ebû Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (297/897), Târîh, Necef 1358.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Yâkût el-Hamevî, Şihâbuddin (626/1229), Mu’cemü’l-Udebâ, Mısır ts.


Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, DİA, İ�stanbul 1995, XI, 99.
ez-Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed (748/1374), Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ,
Beyrut 1986.

VIII. EMEVÎLER DÖNEMİNDE GÜNDELİK HAYAT

Ahmed, Ahmed Abdurrezzâk, “Vesâilü’t-Teselliye ‘Inde’l-Arab”, Dirâsât fî’l-Hadâra-


ti’l-İslâmiyye, Mısır 1985.
Ala, Sâlih Ahmed, Hıtatu’l-Basra ve Mıntıkatuhâ, Irak 1986.
Altınay, Ramazan, Emevîlerde Günlük Yaşam, Ankara 2006.
Altınay, R., “Satranç”, DİA, XXXVI, İ�stanbul 2009, s. 178-181.
Altınay, Ramazan, “İslâm Mizahının Ortaya Çıkışı Ve İlk Örnekleri I”, Nüsha Dergisi, yıl:
4, sy. 15, s. 77-96 (2004).
Altınay, Ramazan, “İslâm Mizahının Ortaya Çıkışı ve İlk Örnekleri II”, Nüsha Dergisi, yıl:
5, sy. 16, s. 73-90, (2005).
el-Âlûsî, Mahmûd Şükrî�, Bulûğu’l-ereb fî ma’rifeti ahvâli’l-Arab (thk. Muhammed Beh-
cet el-Eserî�), Beyrut ts.
Aycan, İ�rfan-Sarıçam, İ�brahim, Emevîler, Ankara 1993.
Bahşel, Eslem b. Sehl el-Vâsıtî� (292/905), Târîhu Vâsıt (thk. Korkis Avvâd), Beyrut
1406/1986.
el-Bekrî, Abdullah b. Abdülaziz el-Endelüsî� (487/1095), Mu’cemu mâ’sta’cem min es-
mâi’l-bilâd ve’l-mevâdı (thk. Mustafâ es-Sekkâ), Beyrut 1403/1983.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-eşrâf (thk. Süheyl Zekkâr,
Riyâd Ziriklî�), Beyrut 1417/1996.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (279/892), Fütûhu’l-büldân (Ülkelerin Fetihleri)
(trc. Mustafa Fayda), Ankara 1987.
el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İ�smail (256/870), el-Câmiu’s-sahîh, İ�stanbul
1992.
el-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr b. Mahbûb (255/869), el-Hayavân (thk. Abdüsselâm
Hârûn), Mısır ts.
el-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr b. Mahbûb (255/869), el-Bursân ve’l-urcân ve’l-um-
yân ve’l-huvlân (thk. Muhammed Mürsî� el-Hûvlî�), Beyrut 1987/1407.
el-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr b. Mahbûb (255/869), Resâilü’l-Câhız (thk. Abdüs-
selâm Muhammed Hârûn), Beyrut 1411/1991.
el-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr b. Mahbûb (255/869), Beyân (thk. Abdüsselâm
Hârûn), Kahire 1948.
el-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr b. Mahbûb (255/869), Beyân (thk. Fevzî� Atevî�), Bey-
626 rut 1968.
el-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr b. Mahbûb (255/869), Cimriler Kitâbı (trc. Yahya
Atak), �stanbul 1999.
Can, Yılmaz, İ�slâm Şehirlerinin Fizikî� Yapısı (H. I.-III./M. VII./IX.), Ankara 1995.
Kaynakça ■

Dayf, Şevkî�, Târîhu’l-edebi’l-Arabî: Asru’l-İslâm, Kahire ts.


Diez, Ernst, Die Kunst Der Islamischen Völker, Berlin 1915.
Ebû Halîl, Şevki, el-Hadâratu’l-Arabiyyetü’l-İ�slâmiyye, Trablus 1987.
Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm (224/839), Kitâbü’l-Emvâl (thk. Muhammed Halî�l
Hirâs), Kahire 1401/1981.
Gregory, Abû’l-Farac (Bar Hebraeus) (685/1286), Abu’l-Farac Tarihi (trc. Ö� mer Rıza
Doğrul), Ankara 1945-1950.
Hamidullah, Muhammed, İ�slâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1980.
Hamidullah, Muhammed, İ�slâm Müesseselerine Giriş (trc. İ�hsan Süreyya Sırma), İ�s-
tanbul 1992.
Hasan İ�brahim Hasan, Siyasî-Dînî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc. İ�. Yiğit, S. Gümüş),
�stanbul 1985.
Hitti, Philip K., Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1980.
el-Hûfî, Ahmed, “el-Luğatu’l-Arabiyye târîhuhâ ve hasâisuhâ ve âsâruhâ fî�’l-hadâra-
ti’l-İslâmiyye”, Dirâsât fî’l-hadârati’l-İslâmiyye, Mısır 1985, I, 137.
Huleyf, Yusûf, Hayatü’ş-Şi’r fî’l-Kûfe ilâ nihâyi’l-karnî’s-sânî li’l-hicre, Kahire 1968/1388.
Islam Art and Architecture (ed. Markus Hattstein, Peter Delius), Könemann 2000.
Işın, Ekrem, “19. YY’da Modernleşme ve Günlük yaşam”, Tanzimattan Cumhuriyete
Türkiye Ansiklopedisi, İ�stanbul 1985, II, 535-572.
İbn Abdürabbih, Ebû Ö� mer Ahmed b. Muhammed el-Endelüsî� (428/1037), Kitâbü’l-
İ�kdi’-l-ferîd (thk. Komisyon), Kahire 1940-1973.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetullah (571/1175), Târîhu medineti Dı-
maşk (thk. Komisyon), Beyrut 1995-2000.
İbn Habîb, Muhammed el-Bağdâdî� (245/859), Kitâbü’l-Münemmak fî ahbâri Kureyş
(thk. Hurşit Ahmed Fârûk), Beyrut 1958/1405.
İbn Havkal, Ebü’l-Kâsım en-Nasî�bî� (IV./X. asır), Sûretü’l-arz, Leiden 1939.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), Uyû-
nu’l-ahbâr, Kahire 1925-1930.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), el-İmâme
ve’s-siyâse, byy 1909.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dî�neverî� (276/889), el-Maârif
(thk. Servet Ukkâşe), Kahire 1981.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed b. Sa’d b. Menî�’ el-Hâşimî� el Basrî� (230/845), et-
Tabakâtü’l-kübrâ (tlk. Süheyl Keyyâlî�), Beyrut 1414/1994.
İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ö� mer en-Nemî�rî� (262/875), Târîhu’l-Medineti’l-Münevvere (thk.
Fehî�m Muhammed Şeltût), Cidde 1394.
İbn Teymiyye, Takıyyüddî�n Ahmed (728/1328), Bir İslâm Kurumu Olarak Hisbe (trc.
Vecdi Akyüz), İ�stanbul 1989.
627
İbnü’l-Cevzî, Cemâluddî�n Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam
fî tevârîhi’l-mülûk ve’l-ümem, Beyrut 1995.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasan Ali b. Ebü’l-Kerem Muhammed b. Muhammed b. Abdilkerim


b. Abdilvâhid eş-Şeybânî� (630/1232), İslâm Tarihi: el-Kâmil fi’t-tarih Tercü-
mesi (trc. Komisyon), �stanbul 1985.
el-İsfahânî, Ebü’l-Ferec, Ali b. Hüseyin (356/967), Kitâbü’l-Eğânî (thk. Komisyon),
Beyrut 1963-1972.
el-İsfahânî, er-Râğıb, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed (502/1109), Muhâ-
darâtu’l-üdebâ ve muhâverâtü’ş-şu’arâ ve’l-büleğâ, Mısır 1287.
el-Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali (821/1418), Subhu’l-a’şâ fî� sınââti’l-inşâ
(Muhammed Hüseyin Şemsüddî�n, Nebî�l Hâlid el-Hatî�b, Seyyid Ali Nâbit),
Beyrut 1987/1407.
el-Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali (821/1418), Meâsiru’l-inâfe fî meâlimi’l-hilâ-
fe (thk. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Beyrut ts.
Kallek, Cengiz, “Hisbe”, DİA, İ�stanbul 1998, XVIII, 133-143.
el-Kettânî, Muhammed Abdülhayy, et-Terâtibu’l-idâriyye: Hz. Peygamber’in Yönetimi
(trc. Ahmet � zel), �stanbul 1990-1993.
Kılıç, Mustafa, “İ�slâm Kültür Tarihinde Mûsikî�-Başlangıçtan Emevî�lerin Sonuna Ka-
dar”, AÜİFD, Ankara 1989, sy. XXXI, s. 399-451.
Kılıç, Ü� nal, Tartışmaların Odağındaki Halîfe Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2001.
Koyuncu, Mevlüt, Emevîler Döneminde Saray Hayatı, İ�stanbul 1997.
Köten, Akif, “Asr-ı Saâdet’te Mizâh”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm (ed: Vecdi
Akyüz), İ�stanbul 1994, IV, 455-481.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (346/958), Mürûcü’z-zeheb ve meâdi-
nü’l-cevher (thk. Muhammed Muhyiddî�n Abdülhamî�d), Beyrut ts.
en-Nâcî, Abdülcebbâr, Dirâsât fî târî�hi’l-müdüni’l-Arabiyyeti’l-İ�slâmiyye, Basra 1986.
en-Nüveyrî, Şihâbuddî�n Ahmed b. Abdilvehhâb (677-733/1279-1333); Nihâyetü’l-e-
reb fî fünûni’l-edeb, Kahire 1923-1955.
el-Ömerî, Abdülaziz b. İ�brahim, el-Hıraf ve’s-sınâa fî�’l-Hicâz fî asri’r-Rasûl, byy 1985.
Özcan, Abdülkadir, “Asesbaşı”, DİA, İ�stanbul 1991, III, 464.
Söylemez, Mahfuz, Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe, Ankara 2001.
es-Süyûtî, Abdurrahman b. Ebî� Bekir b. Muhammed Celâluddin (911/1505), Târî-
hu’l-Hulefâ, Katar 1974.
eş-Şâbuştî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed (388/998), ed-Diyârât (thk. Korkis Avvâd),
Beyrut 1406/1986.
eş-Şiblî, Ahmed Câbullah, “et-Ta’lî�m ve’t-Terbiye ‘Inde’l-Müslimî�n”, Dirâsât fî’l-Hadâra-
ti’l-İslâmiyye, Mısır 1985.
eş-Şüzür, Tayyibe Sâlih, Elfâzu’l-hadârati’l-Abbâsiyye fî müellefâti Câhız, Kahire 1998.
et-Taberî, Ebû Ca’fer, Muhammed b. Cerî�r (310/923), Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk, Bey-
rut 1407.
628
et-Tenûhî, el-Kâdı Ebû Ali el-Muhessin b. Ali (383/994), Kitâbü’l-Ferec ba’de’ş-şidde
(thk. Abbûd eş-Şâlicî�), Beyrut 1398/1978.
Vekî, Muhammed b. Halef b. Hayyân (306/918), Ahbâru’l-Kudât, Beyrut ts.
Kaynakça ■

Yâkût el-Hamevî, Şihâbuddî�n Ebû Abdullah b. Abdullah (626/1228), Mu’cemü’l-bül-


dân, Dârü’l-Fikr, Beyrut ts.
Zeydân, Corci, İslâm Medeniyeti Tarihi (trc. Zeki Meğamiz), İ�stanbul 1971.

IX. DEVLETİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI

Atçeken, İ�smail Hakkı Atçeken, “Ö� mer b. Abdülaziz Dönemi Sonrası Emevî� İ�darecileri-
nin Mevâlî� Politikaları”, SÜİFD, 2002, XIII, 69-88.
el-Askerî, Ebû Hilâl el-Hasan b. Abdullah b. Sehl (395/1004), el-Evâil (haz. Abdurrez-
zâk Gâlib el-Mehdî�), Beyrut 1997.
Athamina, Khalil, “The Ulemâ’ in the Oposition: the “Stick and Carrot” Policy in Early
Islam”, The Islamic Quarterly, Londra 1992, XXXVI, 156.
Abbott, Nabia, Studies in Arabic Literary Papyri, Historical Texts, Chicago 1957.
Apak, Â� dem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi III (Emevîler Dönemi), İ�stanbul 2010.
Artuk, İ�brahim-Artuk, Cevriye, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmi Sikkeler
Katalogu, �stanbul 1970.
Avcı, Casim, “Hilâfet”, DİA, İ�stanbul 1998, XVII, 541.
Aycan, İ�rfan-Sarıçam, İ�brahim, Emevîler, Ankara 1993.
Aykaç, Mehmet, Abbâsî Devleti’nin İlk Dönemi, İdârî Teşkilatında Dîvânlar (132-
232/750-847), Ankara 1997.
Bailly, Auguste, Bizans Tarihi, Tercüman 1001 Eser, byy ts.
Bartold, V. V., “Caliph and Sultan”, The Islamic Quarterly, Londra 1963, VII-1, 2, 125.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Dâvûd (279/892), Fütûhu’l-büldân (trc. Mus-
tafa Fayda), Ankara 2002.
el-Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir b. Dâvûd (279/892), Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eş-
râf (thk. Süheyl Zekkâr, Riyâd Zirikli), Beyrut 1996.
Bell, H. I., “The Administration of Egypt under Umayyad Khalifs”, Byzantinische Zeits-
chrift, Leipzig 1928, XXVIII, 279.
el-Beyhakî, Ali b. Zeyd, (565(1169), Târîhu Beyhak (trc ve thk. Yusuf el-Hâdî�), Dımaşk
2004.
Câbirî, Muhammed Â� bid, Arap-İslâm Aklı (trc. Vecdi Akyüz), İ�stanbul 2001.
el-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr el-Basrî� (255/869), Resâil (şrh ve tlk. Muhammed
Bâsil ‘Uyûnu’s-Su’ûd), Beyrut 2000,
el-Cehşiyârî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdus (331/942-43), Kitâbü’l-vüzerâ
ve’l-küttâb (thk. Mustafa es-Sakkâ, İ�brahim el-Ebyarî�, Abdulhafız eş-Şelebî�),
Kahire 1938.
Chalmeta, Pedro, “Pazarlar”, İslâm Şehri (haz. R. B. Serjeant; trc. Elif Topçugil), İ�stan-
bul 1997.
Cheikh-Saliba, Byzantium viewed by the Arabs, Harvard � niversitesi 1992. 629
Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi (sad. Mümin Çevik), İ�stanbul 1976.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Creswell, K. A. C.- Allan, James W., A Short Account of Early Muslim Architecture, Kahire
1989.
Crone, Patricia, God’s Caliph: Religious Authority In The First Centuries Of Islam, Camb-
ridge 1986.
ed-Dâkûkî, Hüseyin Ali, “Nizâmü’l-berî�d fî� hadârati’l-Arabiyye”, el-Mevrîd, Bağdat
1989, XVIII, 87.
Defter, Nâhıd Abdurrezzâk, “Devâfi’u ve esbâbu ta’rî�bi’l-meskûkât”, el-Meskûkât, Bağ-
dat, X-XI, 18.
Demirci, Mustafa, İslâmın İlk Üç Asrında Toprak Sistemi, İ�stanbul 2003.
ed-Dîneverî, Ebû Hanife Ahmed b. Dâvud (282/895), el-Ahbâru’t-tıvâl (thk. Ö� mer Fa-
ruk et-Tabbâ’), Beyrut ts.
Dixon, A. A., The Umayyad Caliphate (65-86/684-705): A Political Study, Londra 1971
Dûrî, Abdülaziz, “Landlord and Peasent in Early Islam”, Der Islam, Berlin 1979, LVI,
104.
Dûrî, Abdülaziz, “Nizâmü’d-darâib fî� sadri’l-İ�slâm”, Mecelletü’l-Mecma’i’l-Lüğati’l-Ara-
biyye, Dımaşk 1974, XLIX-2, 54.
Dûrî, Abdülaziz, İslâm İktisat Tarihine Giriş (trc. Sabri Orman), İ�stanbul 1991.
Ebû Yusuf, Ya’kûb b. İ�brahim b. Habî�b b. el-Ensârî� el-Kûfî� (182/798), Kitâbü’l-harâc
(trc. Müderriszâde Muhammed Ataullah Efendi; sad. İ�smail Karakaya), An-
kara 1982.
Erkoçoğlu, Fatih, “İ�mar Faaliyetleri”, Emevîler Dönemi Bilim Kültür ve Sanat Hayatı,
(ed. �rfan Aycan), Ankara 2003.
Erkoçoğlu, Fatih, Emevî Devleti’nin Dönüm Noktası Abdülmelik b. Mervân, Ankara
2011.
Erkoçoğlu, Fatih, “Abdülmelik b. Mervân’ın Para Reformu”, İSTEM, Konya 2006, Sayı
8, 175.
Fayda, Mustafa, “Cerî�b”, DİA, İ�stanbul 1993, VII, 402.
Fayda, Mustafa, “Hz. Ö� mer ve Fey”, AÜİFD, Ankara 1982, V, 194-202.
Fayda, Mustafa, “Hz. Ö� mer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşûr”, AÜİFD, Ankara 1981,
XXV, 169-178.
Ferezdak, Ebû Firâs Hemmâm b. Gâlib b. Sa’saa et-Temî�mî� (114/732), Divân, Beyrut
1960.
Fısher, Sydney Nettleton, The Middle East: A History, Londra 1959.
Gerö, S., “Early Contacts Between Byzantium and the Arab Empire: A Review and
Some Reconsiderations”, Proceedings of the Symposium on Bilâd al-Shâm Du-
ring the Byzantine Period, (15-19 Kasım 1983) (ed. Muhammed Adnan Bak-
hit-Muhammed Asfour), Ammân 1986.
Grabar, Oleg, İslâm Sanatının Oluşumu (trc. Nuran Yavuz), İ�stanbul 1998.
630 Grierson, Philip, “The Monetary Reforms of ‘Abd Al-Malik”, Journal of The Economic
And Social History Of The Orient, Leiden 1960, III-3, 244, 245;
Gutas, Dimitri, Yunanca Düşünce Arapça Kültür (trc. Lütfü Şimşek), İ�stanbul 2003.
Kaynakça ■

Halîfe b. Hayyât, Ebû Amr b. Hübeyre el-Leysî� el-Usfurî� (240/854), Tarîh (haz. Musta-
fa Necib Fevvâz-Hikmet Fevvâz), Beyrut 1995.
Hassân Ali Hallâk, Ta’rîbu’n-nukûd ve’d-devâvîni’l-Arabiyye fî’l-asri’l-Ümevî, Beyrut
1986.
Hawting, G. R., The First Dynasty of Islam: The Umayyad Caliphate AD 661-750, Londra
2000.
Hinz, Walter, İslâm’da Ölçü Sistemleri (trc. Sevim Acar), İ�stanbul 1990.
Hitti, Philip K., History of Syria (including Lebanon and Palestine), Londra 1951.
Hitti, Philip K., Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1995.
İbn Abdülhakem, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdülhakem (214/829), Sîretü Ömer
b. Abdülaziz (thk. Ahmed Ubeyd), Dımaşk 1977.
İbn Abdülhakem, Ebü’l-Kâsım Abdurrahman b. Abdullah (257/871), Fütûhu Mısr ve
ahbâruhâ, Kahire 1991.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan b. Hibetillah (571(1175), Târîhu medineti Dımaşk
(thk. Muhibbiddî�n Ebû Saî�d Ö� mer b. el-Ö� merî�), Beyrut 1996,
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-İmâme ve’s-siyâse,
byy 1969.
İbn Mâkûla, Ebü’n-Nâsır Ali b. Hibetillah b. Alî� el-İ�clî� (475/1082’den sonra), el-İkmâl
fî ref’i’l-irtiyâb, Beyrut 1962.
İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d b. ez-Zührî� (230/844), et-Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1996.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâleddî�n Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam
fî tevârihi’l-mülûk ve’l-ümem (thk. Süheyl Zekkâr), byy 1996.
İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasan İ�zzeddî�n Ali b. Ebü’l-Kerem eş-Şeybânî�, el-Kâmil fi’t-tarîh
(thk. Mektebetü’t-Türâs), Beyrut 1989.
İlyas Baytar, Tatavvuru’l-kitâbeti’n-nukûş ala’n-nukûdu’l-Arabiyyeti (mine’l-cahiliyyeti
hatta’l-’asri’l-hadîs), byy ts.
İmadüddin Halil, Ömer b. Abdülaziz Dönemi ve İslâm İnkilabı (trc. Ubeydullah Dalar),
�stanbul 1984.
Kallek, Cengiz, “Harac”, DİA, İ�stanbul 1997.
Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali (821/1418), Subhu’l-a’şâ fî sına’ati’l-inşâ (şrh
ve tlk. Muhammed Hüseyin Şemseddin), Beyrut ts.
Kaplan, Michel, Bizans’ın Altınları (trc. İ�hsan Batur), İ�stanbul 2001.
Kâsım b. Sellâm, Ebû Ubeyd el-Herevî� el-Ezdî� (224/838), Kitâbü’l-Emvâl (trc. Cema-
leddin Saylık), İ�stanbul 1981.
Kayaoğlu, İ�smet, “Halifelik”, AÜİFD, Ankara 1980, IV, 142.
Köprülü, Fuad, “Orta zaman Türk Hukuk Müesseseleri, İ�slâm Amme Hukukundan
Ayrı Bir Türk Amme Hukuku Yok mudur?”, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araş-
tırmaları ve Vakıf Müessesesi, İ�stanbul 1983.
Kremer, Alfred Von, The Orient Under The Caliphs (�ngilizceye trc. S. Khuda Bukksh), 631
Philadelphia 1977.
Kutlu, Sönmez, “‘Ehl-i Beyt ‘ Sembolik Kapitalinin Tarihi Süreç İ�çinde Semerelendiril-
mesi”, İslâmiyât, Ankara 2000, III-3, 111.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Lapidus, İ�ra, M., İslâm Toplumları Tarihi (trc. Yasin Aktay), İ�stanbul 2002.
el-Makrizî, Takiyyuddî�n Ahmed b. Abdilkadir, (845/1442), Kitâbü’n-Nukûdi’l-İslâmiy-
ye, Konstantiniyye 1298/1880-81.
el-Maverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed, (450/1058), Ahkâmu’s-sultâniyye, Beyrut
1994.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin (346/957), Mürûcü’z-zeheb ve me’âdi-
nü’l-cevher (thk. Saî�d Muhammed el-Lahhâm), Beyrut 1997.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin (346/957), et-Tenbîh ve’l-işrâf, Bağdat 1938.
Miquel, Andre, İslâm Medeniyeti (Doğuştan Günümüze) (trc. Ahmed Fidan, Hasan
Menteş), Ankara 1991.
Morrisson, Cécile, Antik Sikkeler Bilimi Nümismatik: Genel Bir Bakış (trc. Zeynep Çiz-
meli Ö� ğün), İ�stanbul 2002.
el-Mukaddesî, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed el-Beşârî� (375/985),
Ahsenü’t-tekâsîm fî ma’rifeti’l-ekâlîm, Leiden 1906.
O’leary, De Lacy, İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yeri (trc. Hüseyin Yurdaydın, Yaşar Kut-
luay), Ankara 1971.
Rıdvân es-Seyyid, “el-Hilâfe ve’l-melik, dirâsetun fî�’r-ru’yeti’l-Ü� meviyyeti li’s-sultati”,
el-Mu’temer ed-düvelî’-râbi’ li-târîhi bilâdi’ş-Şâm, Bilâdu’ş-Şâm fî’l-ahdi’l-Ü-
mevî, 2-7 Rebi’u’l-Evvel 1407/24-29 Teşrînu’l-Evvel 1987, Arapça Kısım, I, (thr.
Muhammed Adnân el-Behî�t), Ammân 1989.
es-Sehavî, Şemseddî�n Muhammed b. Abdurrahman (902/1496), el-İ’lân bi’t-tevbîh li-
men zemme’t-tevârîh, Beyrut 1983.
Shaban, M. A., Islamic History: A New Interpretation, Cambridge 1971.
Shaked, Shaul, “From Iran to Islam: On Some Symbols of Royality”, Jerusalem Studies
in Arabic and Islam, (Kudüs 1986), VII, 79.
Sharon, Moshe, “The Umayyads as Ahl al-Bayt”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam,
(Kudüs 1991).
Sourdel, C., “Khalifa”, EI2, (Leiden 1978), IV, 938.
Söylemez, M. Mahfuz, Bedevilikten Hadâriliğe Kûfe, Ankara 2001.
Stillman, Yedida Kalfon, Arab Dress: A Short History from the Dawn to Modern Times,
Leiden-Boston-Köln, 2000.
es-Süyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Muhammed b. Osman, (911/1505), Târî-
hu’l-hulefâ, (tlk. Mahmud Riyâd el-Halebî�), Beyrut 1996.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/932), Târîhu’t-Taberî (Târîhu’l-ümem
ve’l-mülûk), Beyrut 1997
Taneri, Aydın, “Hacib”, DİA, (İ�stanbul 1996), XIV, 508.
Theophanes, The Chronicle, (An English translation of anni mundi 6095-9305 (A.D.
602-813), with inroduction and notes. Harry Turtledove), Philadelphia 1982.
Toynbee, Arnold, Tarih Bilinci, Bateş Yayınları, İ�stanbul 1978, II, 338.
632
Vloten, Gerlof Van, Emevî Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şîa ve Mesîh Akideleri Üzerine
Araştırmalar (trc. Mehmed Saî�d Hatiboğlu), Ankara 1986.
Vryonis, Speros, “Bir Dünya Uygarlığı: Bizans”, Cogito, sy. 17, Kış 1999, 39, 40.
Kaynakça ■

Watt, W. Montgomery, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), İ�s-
tanbul 1998.
Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükûtu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
Yahya b. Â� dem, Ebû Zekeriyya el-Kureşî�, (203/818), Kitâbü’l-harâc (thk. Hüseyin
Mu’nis), Beyrut 1987.
el-Ya’kûbî, Ebû Ya’kûb Ahmed b. Ca’fer b. Vehb b. Vâdıh, Târîhu’l-Ya’kûbî (thk. Abdüle-
mir Mühennâ), Beyrut 1993.
Yazıcı, Nesimi, “Klasik İ�slâm Döneminde Haberleşme Kurumu ile İ�lgili Bazı Mülaza-
lar”, AÜİFD, Ankara 1987, XXIX, 379.
Yiğit, İ�smail, “Ö� mer b. Abdülaziz”, DİA, İ�stanbul 2007, XXXIV, 53-55.
Zettersteen, K. V., “Omer”, İA, Eskişehir 1997, IX, 463.

X. EMEVÎLERDE İMÂR FAALİYETLERİ

Abbâdî, Ahmed Muhtâr-Salim Abdülaziz, Târîhu’l bahriyyeti’l-İslâmiyye fi havzi’l-bah-


ri’l-ebyazi’l-mutavassıt, İ�skenderiye ts.
Abdu’l-Hak, Selim Adil-Mu’az, Hâlid, Meşâhidü Dımaşki’l-eseriyye, Dımaşk 1950.
Âkil, Nebih, Târîhu hilâfeti Benî Ümeyye, byy 1975.
Alemüddîn, Mustafa, el-Müctema’u’l-İslâm fî merhaleti’t-tekvîn, Beyrut 1992.
Aycan, İ�rfan-Sarıçam, İ�brahim, Emevîler, Ankara 1993.
Aytöre, Ayhan, “Türklerde Su Mimarisi”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk ve
İslâm Sanatları Tarihi Enstitüsü, Milletlerarası I. Türk Sanatları Kongresi, An-
kara 19-24 Ekim 1959, Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1962.
Azm, Ü� seyme, el-Müctema’ fî’l-’asri’l-Ümevî, Beyrut 1996.
Bakır, Abdülhalık, “Basra”, DİA, İ�stanbul 1992.
Bardakoğlu, Ali, “Hapis”, DİA, İ�stanbul 1997.
Becker, C. H., “Dârussına’a”, İA, Eskişehir 1997.
Behşel, Eslem b. Sehl er-Rezzâz el-Vâsıtî� ( 292/905), Târîhu Vâsıt (thk. Avvâd, Corcis),
Beyrut 1986.
el-Belâzürî, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Fütûhu’l-büldân (trc. Zâkir Kadirî�
Ugan), �stanbul 1956.
el-Belâzürî, Ahmed b. İ�sa b. Ca’fer (279/895), Kitâbü Cümel min ensâbi’l-eşrâf (thk.
Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî�), Beyrut 1996.
Brockelmann, C., İ�slâm Milletleri ve Devletleri Tarihi (trc. Neşet Çağatay), Ankara
1964.
el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İ�smail, Sahîh, İ�stanbul 1992.
Buhl, F., “Medine”, İA, İ�stanbul 1957.
Can, Yılmaz, İ�slâm Şehirlerinin Fiziki Yapısı, Ankara 1995.
633
Can, Yılmaz, İ�slâm’ın Kutsal Mabedleri, (Kâbe, Mescidü’l-Haram ve Mescidü’-Nebî),
Samsun 1995.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Can, Yılmaz,”İ�lk İ�slâm Şehirlerinin İ�ki Ö� nemli Unsuru: Cuma Mescidi Dârü’l İ�mare İ�kili-
si Ü� zerine Bir Değerlendirme”, OMÜİFD, Samsun 1996, VIII, 123-134).
Chalmeta, Pedro, “Pazarlar”, İslâm Şehri (haz. R. B. Serjeant; trc. Elif Topçugil), İ�stan-
bul 1997.
Creswell, K. A .C.-Allan, James W., A Short Account of Early Muslim Architecture, Kahire
1989.
Cu’âyt, Hişâm, el-Kûfe, neş’etü’l-Medinetü’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye, Beyrut 1993.
Çam, Nusret, İ�slâmda Sanat ve Mimari, Ankara 1994.
Dermenghem, Emile, Muhammed’in Hayatı (trc. Reşat Nuri), İ�stanbul 1930.
Devecî, Saî�d, “Hıtatu’l-Musul fî� ahdi’l-Ü� meviyye”, Sumer, Bağdat 1951, VII-2, 222-236.
Devecî, Saî�d, “Cisru’l-Musul”, Sumer, Bağdat, XII, 108-123.
Dûrî, Abdülaziz, İ�slâm İ�ktisât Tarihine Giriş (trc. Sabri Orman), İ�stanbul 1991.
Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as, Sünen, İ�stanbul 1992.
Erkoçoğlu, Fatih, “İ�mar Faaliyetleri”, Emevîler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı
(ed. �rfan Aycan), Ankara 2003.
Fahmy, Aly Muhammed, “The Muslim Navy During The Days of The Early Caliphate”,
The Islamic Rewiew, Mart 1952, XL-3, 24, 25.
Fâris, Muhammed Kâmil, el-Câmiu’l-Ümeviyyu’l-kebîr bi Haleb, tarihuhu ve meâlimu-
hu’l-eseriyye, Haleb 1995.
Grabar, Oleg, İslâm Sanatının Oluşumu (trc. Nuran Yavuz), İ�stanbul 1998.
Hamidullah, Muhammed, Hz. Peygamber’in Savaşları (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1991.
Hamidullah, Muhammed, İ�slâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), İ�stanbul 1993.
Hammâş, Necdet, eş-Şâm fî’t-tarihi’l-İslâmî, İ�skenderiye 1966.
Hasan İbrahim Hasan, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc. İ�smail Yiğit, Sad-
reddin Gümüş), İ�stanbul 1991.
Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ) İ�stanbul 1995.
Ali, Salih Ahmed, “Hıtâtu’l-Basra”, Sumer, Bağdat 1952, VIII, 281-303.
İbn Abdülhakem, Ebü’l-Kâsım Abdurrahman b. Abdullah (257/871), Fütûhu Mısr ve
ahbâruhâ, Leiden 1922.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. el-Hasan b. Hibetillah b. Abdullah (571/1175), Tarîhu
Medinetü Dımaşk (thk. Muhibbibiddî�n Ebû Saî�d Ö� mer el-Ö� merî�), Beyrut 1995.
İbnü’l-Esîr, Ebü’l Hasan İ�zzeddî�n Ali b. Ebü’l-Kerem eş-Şeybânî� (630/1128), el-Kâmil
fi’t-târîh (thk. Mektebü’t-Turâs), Beyrut 1994.
İbn Haldûn, Ebû Zeyd Abdurrahman (808/1406), Mukaddime (trc. Zâkir Kâdiri
Ugan), �stanbul 1991.
İbn Havkal, Ebü’l-Kâsım en-Nasî�bî� (331/943), Kitâbü sureti’l-arz, Leiden 1938.
İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d b. Münî�’ ez-Zührî� (230/844-45), et-Tabakâtü’l-kübrâ,
634 Beyrut 1996.
İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ö� mer b. en-Numeyrî� el-Basrî� (262/875-76), Târîhu’l-Medine-
tü’l-Münevvere, (Ahbâru’l-Medineti’l-Münevvere) (thk. Fehî�m Muhammed Şel-
tut), Beyrut 1990.
Kaynakça ■

İbnü’l-Âkûlî, Ebü’l-Mekârim Gıyaseddin Muhammed b. Muhammed, er-Rasf lima ruvi-


ye ani’n-Nebî mine’l-fi’l ve’l-Vasf, Beyrut 1994.
Ka’bî, Müncî�, el-Kayrevân, byy 1995.
el-Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmet b. Ali (821/1418), Subhu’l-a’şâ fî sınâati’l-inşâ
(şrh. Muhammed Hüseyin Şemseddin), byy 1987.
el-Kettânî, Muhammed Abdü’l Hay, et-Terâtibu’l-idâriyye: Hz. Peygamber’in Yönetimin-
de Sosyal Hayat ve Kurumlar (trc. Ahmet � zel), �stanbul 1991.
el-Kureşî, Gâlib b. Abdi’l-Kâfî�, Evveliyyâtu’l-Fârûk fî’l-idareti ve’l-kadâ, Beyrut 1990.
Kurt, Hasan, Orta Asya’nın İslâmlaşma Süreci (Buhara Örneği), Ankara 1998.
Küçükaşçı, Mustafa S, “Emevî�ler Dönemi Şehir ve Yerel Yönetim Hizmetleri”, İslâm
Geleneğinden Günümüze Şehir ve Yerel Yönetimler (ed. Vecdi Akyüz, Seyfettin
Ü� nlü), İ�stanbul 1996.
Lammens, H., “‘Akî�k “, İA, İ�stanbul 1940.
Lammens, H., “Mekke”, İA, İ�stanbul 1978.
Lâvi, Faruk Mecid, el-İdâratü’l-İslâmiyye fî ahdi Ömer İbnü’l-Hattâb, Beyrut 1991.
Lewis, Bernard, Tarihte Araplar (trc. Hakkı Dursun Yıldız), İ�stanbul 1979.
Lombard, Maurice, İ�lk Zafer Yıllarında İ�slâm (trc. Nezih Uzel), İ�stanbul 1983.
el-Makrizî, Takiyyuddî�n Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali (845/1442), el-Mevâiz ve’l-i’tibâr
bi zikri’l-hıtât ve’l-asâr (el-Hıtâtu’l-Makrîzî), Beyrut ts.
Mantran, Robert, İ�slâm’ın Yayılışı Tarihi (VII-XI. Yüzyıllar) (trc. İ�smet Kayaoğlu) An-
kara 1981.
Marçais, Georges, “Ribât”, İA, İ�stanbul 1960.
el-Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. el-Hüseyin (346/957), Mürûcü’z-zeheb ve me’âdi-
nü’l-cevher (thk. Kâsım eş-Şemmâ’î� er-Rufâ’î�), Beyrut 1989.
Miquel, Andre, İ�slâm ve Medeniyeti (Doğuştan Günümüze) (trc. Ahmed Fidan, Hasan
Menteş), Ankara 1991.
el-Mukaddesî, Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Beşârî� (375/985),
Ahsenü’t-tekâsîm fî ma’rifeti’l-ekâlîm, Leiden 1906.
Mu’nis, Hüseyin, Tarîhu’l-Mağrib ve hadâratuhu, I-II, Beyrut 1992.
Müslim, Ebü’l-Hüseyin Müslim b. Haccâc, Sahîh, İ�stanbul 1992.
en-Nâsırî, Ebü’l Abbâs Ahmed b. Hâlid (1250-1315/1885), Kitâbü’l-istiksâ li ahbâri
düveli’l-Mağribi’l-Aksâ (thk. Ca’fer-Muhammed en-Nâsirî�), Mısır 1954.
Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1981.
Oxon, Phil, “Hıtatu’l-Basra”, Sumer, Bağdat 1952, VIII, 72-83.
Poliak, A. N., “Sami Doğunun Araplaştırılması” (trc. Bahriye Ü� çok), AÜİFD, Ankara
1954, I-II, 85-101.
er-Rakîk, Ebû İ�shâk İ�brahim b. el-Kâsım (383/993), Tarîhu İfrîkıyye ve’l-Mağrib (thk.
Abdullah el-Alî� ez-Zeydân, İ�zzeddin Ö� mer Mûsâ), Beyrut 1995. 635
Sâlim, Abdülaziz, Târîhu devleti’l Arabiyye, Beyrut 1986.
Sâlim, Abdülaziz, Trablusşam fî’t-târîhi’l-İslâmî, İ�skenderiyye 1966.
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

es-Sân’ânî, İ�bn Ebû Bekir Abdurrezzak b. Hişâm (211/826), el-Musannef (thk. Habî�-
burrahmân el-A’zamî�), byy ts.
Sauvaget, J., “Haleb”, İA, İ�stanbul 1997.
Selîm, Adil Abdulhak-Muaz Hâlid, Meşâhidu Dımaşki’l-eseriyye, Dımaşk 1950.
es-Semhûdî, Nureddin Ali b. Ahmed (911/1505), Vefâu’l-vefâ bi ahbâri’l-Mustafâ (thk.
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Beyrut 1984.
Sözen Metin-Tanyeli Uğur, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İ�stanbul 1996.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerî�r (310/932), Tarîhu’t-Taberî (Tarîhu’l-umem
ve’l-mülûk), Beyrut 1997.
Terzioğlu, Arslan, “Selçuklu Hastanelerinde Tıp Eğitimi ile Deontoloji ve Avrupa’ya
Tesirleri”, Tarih ve Toplum, Kasım 1992, XVIII, sayı. 107, 289-299.
Terzioğlu, Arslan, “Bî�mâristan”, DİA, İ�stanbul 1992.
Ülken, Hilmi Ziya, İ�slâm Sanatı, İ�stanbul 1948.
Vasiliev, A.A, Bizans İmparatorluğu Tarihi (trc. Arif Müfid Mansel), Ankara 1943.
Vekîl, Muhammed es-Seyyid, el-Ümeviyyûn beyne’ş-şark ve’l-garb, Dımaşk-Beyrut-Cid-
de 1995.
el-Ya’kûbî, Ebû Ya’kûb Ahmet b. Ca’fer b. Vehb İ�bn Vâdıh (284/897), Târîhu’l-Ya’kûbî
(thk. Abdülemir Mühennâ), Beyrut 1993.
el-Ya’kûbî, Ebû Ya’kûb Ahmet b. Ca’fer b. Vehb İ�bn Vâdıh (284/897, Kitâbü’l-Büldân,
Leiden 1891.
Yâkût el-Hamevî, Şihâbeddî�n Ebû Abdullah Yâkût b. Abdullah er-Rûmî� (626/1228),
Mu’cemü’l-büldân (thk. Ferid Abdülaziz el-Cündî�), Beyrut ts.
Yetkin, S. Kemal, İ�slâm Mimârisi, Ankara 1959.
Yıldız, Hakkı Dursun, “Yezî�d b. Muâviye”, İA, İ�stanbul 1986.
Yüksel, Ahmet Turan, Emevî Valilerinden Ubeydullah b. Ziyâd (28-67/648-686) Üzerine
Bir İnceleme, Konya 1998.
Yver, G., “Kayrevan”, İA, İ�stanbul 1967.
ez-Zebîdî, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latî�f, (893/1488), Sahîh-i Buhârî
Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih (trc. Kâmil Miras), Ankara 1972.

XI. EMEVÎ DEVLETİNİN YIKILIŞI VE TEMEL ÖZELLİKLERİ

Abdülmünim Mâcid, et-Târîhu’s-siyâsî li’d-Devleti’l-Arabiyye, Kahire 1976.


Abdüşşâfî, Muhammed Abdüllatif, el-Âlemü’l-İslâmî fi’l-asri’l-Ümevi, Kahire 1984.
Ahmed Emin, Yevmü’l-İslâm, Beyrut ts.
Akbulut, Ahmet, “Hâricî�liğin Siyâsî� Görüşleri”, AÜİFD, XXXI, Ankara 1989.
Aksu, Ali, “Emevilerin, Abbâsiler tarafından Soykırıma Uğratılması ve Ebü’l-Abbâs’ın
Bu Soykırımdaki Rolü”, CÜİFD, sy. 4, Sivas 2000.
636
Aksu, Ali, Emevî Devleti’nin Yıkılışı, İ�stanbul 2007.
Atvân, Hüseyin, eş-Şûra fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1990.
Atvân, Hüseyin, Sîretü’l- Velîd b. Yezîd, Kahire 1980.
Kaynakça ■

Çağrıcı, Mustafa, “Asabiyet”, DİA, III, İ�stanbul 1991.


Demircan, Adnan, Hâricîlerin Siyasi Faaliyetleri, İ�stanbul 1996.
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Komisyon, İ�stanbul 1989.
eş-Şihâbî, Haydar Ahmed, Târîhu’l-Emir Haydar Ahmed eş-Şihâbî min mevlidi’n-Nebiy-
yi ila Hurûbi’s-Salîbiyyîn (thk. Marun Ra’d vd.), byy 1993.
Fayda, Mustafa, “Câbiye”, DİA, VI, İ�stanbul 1992.
Fuad Salih Seyyid, Mu’cemü’l-Evâil fi Tarihi’l-Arab ve’l-Müslimîn, Beyrut 1985.
Hasan İbrahim Hasan vd., en-Nüzumü’l-İslâmiyye, byy 1970.
Hatipoğlu, M. S., “İ�slâm’da İ�lk Siyâsî� Kavmiyetçilik Hilafetin Kureyşliliği”, AÜİFD, sy.
XXIII, Ankara 1978.
Hudarî, Muhammed, ed-Devletü’l-Ümeviyye (thk. Muhammed el-Osmânî�), Beyrut
1986,
İbâdî, Ahmet Muhtar, fi’t-Tarihi’l-Abbâsî ve’l-Fâtımî, Beyrut ts.
İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-siyâse (thk. Tâhâ Muhammed ez-Zeynî�), byy ts.
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1965.
Kapar, M. Ali, İ�slâm’ın İ�lk Dönemlerinde Bey’at ve Seçim Sistemleri, İ�stanbul 1998.
Kennedy, H., The Prophet and The Age of The Caliphates, The İslâmic Near East from the
Sixth to the Eleventh Century, New York 1986.
Kılıç, Mustafa, “İ�slâm Kültür Tarihinde Musiki, Başlangıçtan Emevî�lerin Sonuna Ka-
dar”, AÜİFD, XXXI, Ankara 1989.
Nâşi el-Ekber, Mesâilü’l-imâme ve muktetafât mine’l-Kitabi’l-Evsât fi’l-Makâlât (thk.
Josef Von Ess), Beyrut 1971.
en-Neccâr, Muhammed Tayyib, Târîhu’l-âlemi’l-İslâmî: ed-Devletü’l-Ümeviyye fi’ş-şark,
Riyad 1985.
Mıquel, Andre, İ�slâm ve Medeniyeti (trc. Ahmet Fidan vd.), Ankara 1991.
Özaydın, Abdülkerim, «Eşdak» DİA, XI, İ�stanbul 1995.
Özdemir, M., “Endülüs’ün Yıkılış Süreci Ü� zerine Mülahazalar”, AÜİFD, XXXVI, Ankara
1997.
Sarıçam, İ�brahim, “Hz. Muhammed’in Peygamber Olarak Gönderildiği Ortam”, Diyanet
İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed Ö� zel Sayısı, Ankara 2000.
Sarıçam, İ�brahim, Emevî-Hâşimî Çekişmesi, Ankara 1997.
Stewart, Desmond, İ�slâm ve Kültür ve Medeniyeti (trc. Murat Ö� zyiğit vd.), İ�stanbul
1994.
et-Taberî, Muhammed b. Cerî�r, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk (thk. Muhammed Ebü’l-
Fazl), Kahire 1993.
Takkûş, Muhammed Süheyl, Târîhu’d-devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1996.
Ünal Kılıç, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, İ�stanbul 2000.
Üseyme el-Azm, el-Müctema’ fi’l-asri’l-Ümevî, Beyrut 1996.
637
Vagleri, “Raşid Halifeler ve Emevî� Halifeleri”, İ�slâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti” (trc.
�lhan Kutluer), �stanbul 1989.
Watt, M., “Emevî�ler Devrinde Şiilik” (trc. İ�sa Doğan), OMÜİFD, sy. 10, Samsun 1998.
Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sükûtu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963.
Yıldız, H. D., “Abbâsî�ler” DİA, I, İ�stanbul 1988.
Yılmaz, Saim, Emevîlerde Veliahtlık (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İ�stanbul 1996.
Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler” DİA, XI, İ�stanbul 1995.
Zeydan, Corci, Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi (trc. Zeki Megamiz), İ�stanbul 1328.
Emevî� Devletinin Temel Ö� zellikleri
Aksu, Ali, “Emevî�ler Döneminde Sosyal Tabakalar”, İSTEM, sy. 8, Konya 2007.
Altınay, Ramazan, Emevîlerde Gündelik Hayat, Ankara 2006.
Aycan, İ�rfan, “İ�slâm Toplumunda Eğlence Sektörünün Ortaya Çıkışı”, AÜİFD, XXXVIII,
Ankara 1988.
Aycan, İ�rfan, “Ö� mer b. Abdülaziz ve Gayrı Müslimler”, Dini Araştırmalar, c. 1, sy. 3, An-
kara 1999.
Demirci, Mustafa, “İ�slâm Zımmî� Hukuku ve Dinî� Kimliklerin Korunması”, İİD, Ankara
2007.
Özkan, Mustafa, Emevîler Döneminde İktidar-Ulema İlişkisi, Ankara 2008.
Yiğit, İ�smail, “Emevî�ler”, DİA, İ�stanbul 1995, XI, 96-100.
Yiğit, İ�smail, Emevîler Devrinde İlmî Hareket (basılmamış doktora tezi), Marmara Üni-
versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ�stanbul 1981.
D�Z�N
A
Abbâd b. Abd b. el-Cülendâ 159 Abdullah b. İ�bâd 147, 148, 156
Abbâd b. el-Ahdar et-Temî�mî� 146 Abdullah b. Mâhûz 147, 148
Abbâd b. el-Husayn 144 Abdullah b. Mes’ud 255, 372, 373,
Abbas b. Abdulmuttalib 35 385, 412, 413, 416, 423, 424
Abbâs b. Velî�d 61, 205, 537 Abdullah b. Mukaffa 399
Abbâsî� 16, 17, 46, 48, 51, 65, 74, 76, Abdullah b. Mutî� 101, 163, 164,
139, 219, 235, 237, 288, 292, 166, 168, 178
303, 304, 350, 354, 357, 367, Abdullah b. Osman b. Ebü’l-Â� s 514
368, 445, 487, 498, 516, 532, Abdullah b. Ö� mer 40, 55, 95, 101,
533, 534, 541, 542, 546, 549 121, 122, 154, 163, 178, 212,
Abbâsî�ler 16, 23, 33, 48, 66, 67, 71, 255, 292, 373, 385, 412, 424,
287, 308, 320, 324, 333, 334, 425, 445, 446, 447, 448, 450
344, 345, 350, 354, 366, 367, Abdullah b. Sa’d 114, 210, 254, 255,
368, 492, 532, 534, 539, 541, 256, 257, 259, 260, 263
544 Abdullah b. Sa’d b. Ebî� Serh 210,
Abdullah b. Abbâs 95, 101, 108, 254, 255, 259, 260, 263
130, 158, 183, 446, 447, 448, Abdullah b. Sa’d b. Nüfeyl el-Ezdî�
449, 532
114
Abdullah b. � mir 94, 144, 188, 289,
Abdullah b. Selam 414
386, 526
Abdullah b. Tahir 407
Abdullah b. Ca’fer 101, 163, 255,
Abdullah b. Ve’lân 231
475
Abdullah b. Yahya 156, 157, 544
Abdullah b. Cârûd 76
Abdullah b. Yezî�d 114, 122, 167,
Abdullah b. Cüeyye es-Sa’dî� et-
168
Teymî� 89
Abdullah b. Ebî� Amr el-Mahzûmî� Abdullah b. Zübeyr 17, 40, 41, 42,
177 49, 53, 54, 55, 57, 69, 95, 109,
Abdullah b. Ebî� Bekr 420 114, 116, 121, 122, 125, 127,
Abdullah b. Ebî�’l-Huzeyl el-Anzî� 147, 148, 149, 152, 153, 161,
381 162, 163, 164, 165, 166, 171,
Abdullah b. Ebü’l-Havsâ 141 173, 174, 176, 178, 179, 185,
Abdullah b. el-A’la 387 197, 201, 212, 214, 226, 255,
Abdullah b. es-Saffâr 147, 148 256, 258, 270, 271, 272, 281,
Abdullah b. Halife et-Taî� 88 282, 290, 291, 293, 297, 317,
Abdullah b. Hanzale 41, 162, 175, 365, 373, 413, 418, 419, 484,
176, 177, 178, 179, 180, 181, 539, 550, 551
518, 545, 562, 600, 601 Abdulmun’im Mâcid 27
Abdullah b. Hâris 86, 87, 289, 378, Abdurabbih el-Kebî�r 151, 152
401 Abdurabbih es-Sağî�r 151, 152 641
Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali Abdurrahman b. Abbâs b. Rebî�a
132 190
Abdullah b. Hâzim 164, 171, 201, Abdurrahman b. Abdullah 234,
226, 228, 293, 294 494, 516
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Abdurrahman b. Cahdem el-Fihrî� 163 Hz. Ali 21, 37, 38, 39, 42, 44, 48, 51, 55,
Abdurrahman b. Dahhâk 284 66, 67, 79, 80, 81, 82, 83, 88, 89, 91,
Abdurrahman b. Ebî� Bekir 40, 444, 466 92, 96, 97, 100, 101, 113, 114, 117,
Abdurrahman b. Ebî� Leyla 402, 448, 450 119, 120, 121, 122, 123, 127, 129,
Abdurrahman b. Eş’as 185, 188, 193, 130, 131, 132, 134, 136, 141, 142,
195, 200, 208, 282, 291, 330, 432, 163, 170, 173, 175, 178, 196, 197,
444, 515 207, 237, 245, 280, 289, 302, 333,
Abdurrahman b. Hassân 89 387, 393, 421, 424, 428, 430, 431,
Abdurrahman b. Hayyân el-Anzî� 91 433, 446, 447, 452, 453, 522, 531,
Abdurrahman b. Muhammed b. el-Eş’as 539, 543, 547, 548, 553
42, 186, 385 Ali b. Hüseyin Zeynelâbidî�n 178
Abdurrahman b. Nuaym 234 Ali er-Rızâ 128
Abdurrahman b. Osman es-Sekafî� 87, 88 Ali Hubeybe 27
Abdurrahman b. Süleyman 159 Ali Zeynelâbidî�n b. Hüseyin 127
Abdurrahman b. Utbe b. Cahdem el-Fihrî� Alkame b. Ebî�’l-Alkame 400
53 Amanos 213, 214
Abdurrahman el-Bahilî� 244 Â� mir b. Abdulkays 380
Abdussamet b. Abdu’a’la 394 Â� mir b. Dübâre 332
Abdülemî�r Abd Hüseyin Dixon 27 Â� mir b. eş-Şa’bî� 413
Abdülhamid b. Abdurrahman 143, 353, Â� mir b. Vâsile 188, 197
360 Amorion 212, 218, 221
Abdülkâhir el-Bağdâdî� 23 Amr b. Â� s 37, 38, 40, 254, 255, 259, 260,
Abdülkays 145, 153, 290, 294 280, 326, 338, 348, 362, 372, 416,
Abdülmelik b. Mervân 25, 27, 28, 29, 40, 428, 453, 506, 527
42, 43, 58, 68, 69, 70, 116, 117, 119, Amr b. Hamık 84, 85, 87
125, 156, 170, 179, 185, 186, 188, Amr b. Huveyris 82, 83, 90, 385, 403
202, 214, 217, 226, 227, 258, 270, Amr b. Kays 403
271, 273, 274, 290, 302, 305, 330, Amr b. Kerkere 406
335, 348, 354, 355, 363, 366, 468, Amr b. Saî�d 54, 55, 56, 57, 105, 147, 162,
476, 477, 479, 485, 487, 488, 489, 215, 281, 343, 351, 479, 481, 535,
500, 506, 510, 512, 524, 527, 550 536
Abdülmuttalib b. Hâşim 33 Amr b. Saî�d b. el-Â� s 55, 56, 57
Abdülvahit b. Kays 394 Amr b. Şureyh Şa’bî� 416
Abdülvehhâb b. Buht 221 Amr b. Zübeyr 147, 162
Abdümenâf b. Kusay 33 Amre bt. Abdurrahman 101
Abdüşems b. Abdümenâf 33, 480, 547 Andre Miquel 68, 69, 503
Abdüşşâfî� Muhammed Abdüllatî�f 27, 39, Antalya 210, 213, 435
68 Armenia 215, 221
Adî� b. Ertât 204, 311, 322, 359, 526 Â� sım b. Avf 89, 90
Adî� b. Ertat el-Fezarî� 292 Â� sım b. Avf el-Becelî� 89
el-Ahbâru’t-tıvâl 232, 282, 463, 493 Â� sım b. Ö� mer b. Katâde 418, 419, 420
el-Ahbâru’t-tıvâl 19, 50, 81, 95, 96, 144, Asr-ı Saâdet 71, 474
168, 181 Aşûrâ 104
Ahbârü’l-Ü� meviyyî�n 18 Atâ b. Ebî� Rebâh 384, 400, 413, 425, 443,
el-Ahkâmü’s-sultâniyye 22, 313 445, 448, 449, 450
Ahmed b. İ�brahim 437, 440 Atıyye b. Esved el-Yeşkürî� 147
642 Ahnef b. Kays 289, 290 Attâb b. Verkâ 150
Ahtal 24, 325, 345, 397 Auguste Bailly 220, 481
Hz. Â� işe 38, 92, 161, 162, 446, 447, 452 Avesta 341, 342, 389
el-Alâ b. Hureys 236 Avn b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ud 394
Alaka b. Kursum el-Kilâbî� 396 Aynu’l-Verde 167
Dizin ■

Azerbaycan 47, 68, 168, 171, 239, 243, Azzetü’l-Meylâ 390


246, 248, 249, 251, 286, 484, 518,
548, 553

B
Babü’l-İ�srafil 508 el-Belâzürî� 20, 21, 94, 113, 123, 134,
Babü’l-Kıble 508 142, 150, 151
Babü’n-Nisa 508 Belc b. Nüşbe Sa’dî� 514
Babü’s-Sûr 508 Bendun es-Soğdî� 226
Bağdat 16, 28, 50, 51, 95, 96, 129, 143, Benî� Hâşim 33, 34, 35, 76
144, 159, 170, 179, 181, 189, 200, Berberî� 46, 158, 216, 259, 264, 267, 268,
238, 349, 370, 392, 407, 420, 470, 269, 270, 271, 272, 275, 276, 542
485, 486, 490, 513, 518, 525, 528 el-Bidâye ve’n-nihâye 20, 51, 72, 120,
Bahreyn 149, 153, 154, 204, 352, 353, 129, 142, 168, 177, 218, 224, 246,
362, 484, 553 303, 443
el-Bâkıllânî� 23 Bih-Â� ferî�d b. Mâhfervedin 367
Bi’r-i Kâhine 274
Bar Kohba 337
Bizans 24, 37, 40, 46, 47, 58, 68, 69, 209,
Basra 30, 40, 42, 45, 81, 82, 83, 98, 108,
210, 211, 212, 213, 214, 215, 216,
116, 125, 129, 144, 145, 147, 148,
217, 218, 219, 220, 221, 222, 239,
149, 150, 151, 152, 154, 157, 158,
241, 246, 256, 257, 258, 271, 273,
164, 166, 167, 169, 170, 171, 189,
327, 328, 329, 330, 333, 342, 347,
190, 191, 196, 202, 204, 205, 206, 348, 351, 352, 361, 364, 365, 369,
207, 208, 224, 225, 238, 288, 289, 391, 409, 415, 417, 433, 434, 466,
290, 292, 297, 303, 304, 311, 317, 468, 480, 481, 482, 483, 484, 485,
322, 328, 330, 331, 332, 335, 339, 488, 489, 490, 491, 505, 506, 507,
343, 347, 349, 353, 361, 379, 387, 512, 516, 518, 519, 528, 548, 549,
404, 406, 410, 412, 425, 456, 457, 550
460, 463, 464, 470, 503, 504, 505, Budist 309, 311
513, 514, 515, 522, 524, 525, 526, Buhara 40, 43, 145, 223, 224, 225, 227,
527, 540, 551, 553 228, 232, 233, 304, 305, 306, 307,
Bedir 34, 35, 36, 137, 180, 182, 373, 374, 329, 335, 517, 518
417, 419, 422 Bükeyr b. Vişâh 171, 227

C-Ç
Câbir b. Zeyd 158 Cerî�r b. Abdullah 87, 90
Câbir el-Cu’fî� 422, 448 Cerrâh b. Abdullah 202, 206, 234, 246,
Ca’fer b. Hasan 132 247, 248, 249, 252, 494
Ca’fer b. Muhammed 136, 137 Ceyhun 40, 223, 225, 226, 227, 231, 304
Cafer es-Sadık 431 Ceyşebih b. Zâhir 307
Ca’fer es-Sâdık 128, 137 Cezî�re 48, 65, 141, 150, 154, 155, 156,
Cahiliye 16, 161, 183, 280, 509, 538 164, 167, 170, 171, 186, 288, 297,
Cebele b. Zahr 448 299, 329, 353, 356, 362, 365, 457,
C. E. Bosworth 30 484, 492, 534, 541, 553
Cebriyye 23, 67 Ceziretü Şerî�k 264
Cehmiyye 23, 442 Charles Martel 46, 219
Cemaziyelâhir 271 Creswell 216, 496, 508, 511, 512, 513, 643
Cemel 21, 38, 55, 114, 120, 140, 161, 514, 525
162, 428, 452, 454 Cüdey’ b. Ali el-Ezdî� 295
Cemheretü ensâbi’l-Arab 20, 124, 129 Cündişapur 342, 349, 369, 392, 433, 434,
Cemheretü’n-neseb 20, 124 435, 436, 438, 439
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Çang-Tsong 231 Çin 46, 224, 229, 231, 232, 234, 235

D
ed-Dahhak b. Muzahim 376 209, 211, 215, 216, 270, 287, 304,
Dahhâk b. Kays 48, 53, 54, 56, 155, 164, 313, 325, 333, 339, 344, 443, 451,
165, 182, 281, 287, 292, 539, 544 466, 481, 482, 483, 484, 485, 492,
Dârebcerd 146, 151 496, 500, 506, 513, 515, 517, 522,
Dâru’l-balât 219 524, 525, 531, 532, 534, 586, 587,
Daru’l-İ�mâre 83 588, 591, 599, 600, 608, 614, 616,
Deyrü’l-Câselî�k 171 624, 625, 627, 629, 630, 631, 633,
Dımaşk 21, 27, 28, 29, 39, 47, 50, 53, 55, 634, 636
64, 65, 74, 106, 139, 161, 164, 165, Duhâtu’l-Arab 40
166, 174, 175, 178, 179, 191, 192, Düceyl 189

E
Ebraş el-Kelbî� 63 Ebû Ubeyd 22, 119, 170, 187, 310, 311,
Ebû Amr Ubeyd b. Amr el-Hemdanî� 425 312, 313, 314, 347, 353, 356, 358,
Hz. Ebû Bekir 37 359, 360, 363, 461, 471, 493, 520
Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh 355, 358
416, 425 Ebû Ubeyde b. Muhammed b. Ammar b.
Ebû Bilal 145, 146 Yasir 394
Ebû Bilal Mirdâs 145, 146 Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî� Kerî�me 158
Ebû Bürde b. Ebî� Musa el-Eş’arî� 90 Ebû Ubeyde ve Muaz b. Cebel 37
Ebû Ca’fer Ahmed b. Yusuf 333 Ebû Yusuf 22, 310, 313, 314, 326, 327,
Ebû Ca’fer el-Mansur 400 337, 346, 347, 348, 353, 356, 357,
Ebû Cehil 35 358, 359, 361, 382, 389, 485, 492,
Ebû Eyyûb el-Ensârî� 212 494, 497, 500, 501
Ebû Füdeyk Abdullah b. Sevr 147, 153 Ebû Zübeyd et-Tâî� 466
Ebû Hafs el-Kebî�r 238 Ebü’l-A’ver es-Sülemî� 90
Ebû Hâlid b. Bermek 334 Ebü’l-Muhâcir Dinâr 262, 263, 264
Ebû Hanî�fe 19, 129, 139, 144, 445, 449, Ebü’l-Mu’î�n en-Nesefî� 23
456, 463 Ehl-i Beyt 23, 48, 51, 79, 97, 99, 101, 107,
Ebû Hanî�fe ed-Dî�neverî� 19 109, 111, 112, 113, 115, 116, 117,
Ebû Hayr el-Arabî� 406 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125,
Ebû İ�sa el-İ�sfahânî� 365 126, 127, 128, 129, 133, 135, 136,
Ebû İ�smail 394, 400 139, 140, 304, 345, 429, 448, 449,
Ebû Kays b. Abdumenaf b. Zühre 375 480
Ebû Leheb 34 ehl-i hal ve’l-akd 72
Ebû’l-Esved ed-Düelî� 412 Ehl-i Sünnet 65
Ebû Leyla 52, 142 Emevî� 15, 16, 17, 18, 19, 20, 22, 23, 24,
Ebû Meryem 142 25, 26, 27, 30, 33, 34, 36, 39, 40, 41,
Ebû Mihnef 18, 19, 21, 23, 95, 96, 97, 98, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 52, 53, 57,
99, 103, 104, 105, 106, 422 58, 59, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 71, 72,
Ebû Mihnef Lût b. Yahya 18, 21 73, 74, 75, 76, 77, 78, 80, 81, 82, 83,
Ebû Müslim el-Horasanî� 48 88, 92, 96, 97, 98, 100, 101, 103,
Ebû Nüceyd el-Cühdâmî� 448 109, 111, 112, 113, 114, 115, 116,
Ebû Saî�d el-Hudrî� 101 117, 120, 121, 125, 127, 128, 129,
644 Ebû Sarî�f el-Bedrî� 91 155, 156, 158, 159, 162, 163, 164,
Ebû Süfyân 34, 35, 36, 37, 49, 446 165, 166, 167, 169, 170, 171, 172,
Ebû Tâlib 34, 35, 89 175, 176, 177, 185, 186, 191, 193,
Ebû Tâlût 147, 152 194, 195, 196, 197, 198, 200, 202,
Dizin ■

204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, Emî�ru’l-Mü’minî�n 39


211, 213, 214, 217, 220, 221, 223, emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker 90
226, 227, 228, 231, 233, 235, 236, Endülüs 43, 48, 59, 68, 217, 219, 253,
237, 238, 245, 252, 280, 281, 283, 254, 266, 267, 272, 274, 275, 276,
284, 285, 286, 287, 288, 289, 292, 277, 283, 301, 497, 504, 542, 546,
294, 295, 299, 302, 303, 304, 307, 549, 553
309, 311, 314, 315, 317, 318, 319, Ermanyakos 242
325, 329, 330, 337, 339, 341, 343, Ermeni 24, 243
345, 347, 351, 352, 353, 354, 356, Ermenistan 171, 211, 239, 241, 244, 432,
361, 363, 364, 366, 367, 368, 375, 482, 484, 548
386, 391, 392, 393, 396, 397, 398, Es’ad b. Aseme 406
405, 407, 415, 416, 418, 419, 422, Eskişehir 165, 191, 199, 212, 216, 493,
423, 424, 425, 426, 431, 432, 433, 520
437, 442, 445, 446, 447, 448, 449, Esmâ bt. Ebû Bekir 161
451, 453, 454, 457, 459, 466, 468, Esved b. Yezid 413, 425
471, 472, 474, 475, 476, 477, 479, Eş’arî� 23
482, 483, 484, 487, 488, 489, 491, Eş’as b. Kays 86, 185, 322
493, 494, 498, 499, 504, 510, 512, Eş’as b. Sevvâr 385
513, 517, 527, 528, 531, 532, 534, Evs b. Sa’lebe 293
535, 536, 537, 538, 539, 540, 541, Eyyâmu’l-Arab 381, 396, 404, 405
542, 543, 544, 545, 546, 547, 548, Eyyûbî� 219
549, 550, 552, 553, 554

F
Fadl b. Dukeyn 376 363, 367, 369, 482, 484, 485, 496,
Fars 48, 198, 317, 331, 389, 472, 553 503, 504, 511, 542
Fatıma binti Münzir 420 Finike 210
Fâtımî� 219, 541 Fuat Sezgin 18, 418
Fatrus 339 Fudeyla b. Ubeyd 373
Fedâle b. Ubeyd 211, 212 Furât b. Şehnâse 334, 350
Ferezdak 24, 128, 480 Fustat 260, 315, 327, 328, 338, 343, 463,
Ferve b. Nevfel 142 504, 505, 506, 515, 522, 528
Ferve b. Nevfel el-Eşca’î� 142 Fustât 30
Filistin 38, 53, 54, 164, 165, 166, 210, Fütûhu’l-büldân 21, 202, 225, 285, 310,
286, 309, 328, 330, 346, 355, 358, 493, 505
Fütûhu Mısr ve ahbâruhâ 21, 305, 494

G-Ğ
Gaylan b. Seleme b. Mu’teb es-Sekafî� 375 Gazvetü’l-Esâvid 256
Gaylan ed-Dımaşkî� 432 G. Levi Della Vida 30, 68
gayrimüslim 309, 310, 311, 312, 313, Grabar 507
314, 317, 323, 324, 325, 326, 327, Grek ateşi 213, 217
328, 329, 330, 331, 332, 333, 334, Güney Arabistan 156, 309, 369, 370
335, 336, 337, 345, 347, 348, 349, Gürcistan 215, 239, 242, 243
350, 351, 354, 355, 358, 361, 488

H
645
Habbâbe 46, 545, 552 Habî�b b. Mühelleb 202
Habeşistan 35, 421, 512, 519 Hac 33, 337
Habib b. Mesleme 242, 243
Habî�b b. Mesleme el-Fihrî� 91
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Haccâc b. Yusuf 42, 59, 69, 172, 203, 282, Hz. Hasan 39, 74, 79, 93, 119, 120, 121,
285, 291, 294, 350, 385, 400, 412, 131, 141, 142, 280, 387, 393, 448,
439, 485, 523, 538, 549, 551 548
Hacerülesved 128 Hasan b. Urfute 400
el-Hadrâ 466, 467, 509 Hasan-ı Basrî� 204, 208, 312, 339, 387,
Hadramevt 153, 157, 185, 290 413, 425, 432, 445, 446, 447, 448,
Hadrianopolis 211 449, 456
Hz. Hafsa 373, 411 Hassân b. Bahdal el-Kelbî� 164, 539
Hakem b. Eyyûb es-Sekafî� 189 Hassân b. en-Nu’mân 270, 271, 272, 273,
Hakim b. Hizam 413 274, 275
Haleb 326, 349, 508, 510 Hassân b. en-Nu’mân el-Gassânî� 270
Hâlid b. Abdullah 47, 64, 130, 131, 138, Hassân b. Mâlik 51, 53, 54, 55, 57, 164,
150, 154, 285, 286, 290, 292, 295, 281
299, 318, 325, 327, 332, 338, 347, Hassân b. Mâlî�k b. Bahdal el-Kelbî� 50
348, 360, 487, 513, 521, 526, 540, Hassân b. Numân 506, 520
541, 550 Hassân b. Nu’mân el-Gassânî� 216
Hâlid b. Abdullah el-Kasrî� 47, 64, 130, Haşebiyye 126
131, 285, 292, 295, 299, 318, 325, Hâşimî�ler 34, 178
327, 332, 338, 347, 348, 360, 513, Hâşimoğulları 16, 33, 76, 110, 204, 531
521, 526, 540, 550 Hatî�b el-Bağdâdî� 21
Hâlid b. Heysem 236 el-Hatî�m Yezî�d b. Mâlik el-Bâhilî� 144
Hâlid b. Kelede 433, 435 Hatim b. Numan el-Bahilî� 246
Hâlid b. Safvan 397 Havsere b. Vedâ el-Esedî� 141
Hâlid b. Yezî�d 22, 53, 54, 55, 57, 164, Hayr b. Nuaym 322, 324
273, 274, 281, 297, 343, 345, 391, Hayyân b. Zıbyân 143
392, 410, 433, 435, 437, 479, 535, Hazar 46, 68, 140, 239, 241, 242, 244,
536, 551 245, 246, 247, 248, 249, 250, 251,
Halî�fe b. Hayyât 19, 78, 91, 101, 129, 161, 252, 272
173, 180, 189, 191, 194, 199, 202, Hendek 34, 35, 179, 515
205, 206, 258, 303, 304, 306, 307, Hıms 38, 48, 53, 65, 164, 165, 287, 327,
444, 447, 448, 485 331, 352, 484, 508, 542
Halil b. Ahmed 406 Hırbetü’l-Mefcer 496, 511, 525
Hama 38 Hıristiyan 69, 213, 264, 274, 310, 311,
Hammad er-Raviye 398, 423 317, 318, 322, 325, 326, 327, 328,
Hamza b. Abdülmuttalib 421 329, 330, 331, 333, 334, 335, 338,
Hamza ez-Zeyyât 380, 401 339, 341, 345, 347, 349, 350, 351,
Hânî� b. Urve 98 353, 354, 358, 362, 363, 365, 368,
Hanzale b. Beyhes 147 378, 414, 438, 439, 483, 494, 507,
H. A. R. Gibb 30, 68 508
Hâricî� 26, 39, 42, 46, 66, 67, 80, 144, 150, Hicâz 41, 42, 49, 53, 56, 66, 94, 100, 103,
155, 156, 157, 158, 159, 182, 199, 133, 163, 167, 172, 173, 174, 254,
289, 311, 464, 487, 488, 542, 544, 280, 281, 284, 472, 474, 475, 484,
548 513, 515, 545, 550, 551, 553
el-Hâris b. Ebî� Rebî�a 147, 150 Hind bint Utbe 36
Hâris b. Abdillah 166 Hindistan 43, 59, 206, 217, 309, 329, 497
Hâris b. Abdullah b. Ebî� Rebî�a 164 Hişâm b. Abdülmelik 26, 28, 40, 44, 46,
Hâris b. Süreyc 46, 236, 296, 303 58, 59, 60, 61, 68, 70, 128, 129, 130,
Harran b. Kerî�me 138 131, 132, 133, 137, 155, 221, 235,
646
Harre 17, 41, 116, 127, 162, 172, 175, 284, 285, 287, 295, 303, 319, 320,
178, 180, 181, 182, 183, 384 332, 344, 351, 354, 356, 364, 366,
Harun b. Musa el-A’ver el-Kâri 400 448, 494, 504, 506, 511, 513, 514,
521, 525, 528, 529, 537
Dizin ■

Hişâm b. İ�smail 62, 550 Hudeybiye 182


Hişâm b. Muhammed el-Kelbî� 20 Humeyd b. Hureys el-Kelbî� 215
Hişam b. Urve 420 el-Huneyf b. es-Sicf 167
Horasan 40, 45, 48, 53, 68, 76, 149, 161, Husayn b. Abdullah el-Kilabî� 91
164, 171, 172, 193, 196, 199, 200, Husayn b. Münzir 295
201, 202, 204, 207, 224, 225, 226, Husayn b. Numeyr 55, 102, 116, 147, 163
227, 228, 229, 231, 232, 233, 234, Huzeyfe b. el-Yeman 373, 379
235, 236, 237, 238, 282, 283, 285, Huzistan 508
286, 287, 288, 292, 293, 294, 295, Hür b. Yezî�d 102, 103, 104
296, 297, 299, 302, 303, 304, 329, Hüseyin el-Muallim 399
331, 332, 334, 344, 353, 357, 407, Hüseyn Atvân 28, 62
457, 472, 484, 485, 494, 499, 529, Hz. Hüseyin 17, 19, 40, 41, 69, 74, 78, 92,
532, 533, 534, 538, 539, 540, 541, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101,
542, 544, 546, 548, 553 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108,
H. R. Ö� ymen 375 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115,
Hubeyş b. Dülce 166 116, 119, 120, 121, 122, 123, 124,
Hucr b. Adî� 21, 78, 79, 80, 81, 89, 90, 91, 125, 127, 128, 129, 131, 143, 145,
92, 120, 290, 444, 446 147, 162, 167, 169, 176, 185, 205,
Hucr b. Yezî�d 87 330, 444, 447, 448, 464, 527, 544

I-İ
Irak 18, 29, 39, 42, 43, 45, 47, 48, 50, 53, İ�bn Asâkir 21, 161, 162, 163, 166, 167,
61, 64, 66, 92, 94, 114, 116, 125, 173, 183, 220, 386, 387, 443, 466,
130, 131, 139, 141, 143, 144, 148, 467, 469, 470, 472, 474, 475, 485,
149, 151, 155, 163, 164, 166, 167, 496, 506
168, 170, 171, 172, 173, 174, 185, İ�bn Â� sâl 322, 333, 349, 434, 436, 438
186, 187, 188, 189, 190, 192, 193, İ�bn A’sem 21, 95, 96, 99, 101, 102, 103,
194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 104, 105, 149, 150, 151, 167, 168,
201, 202, 206, 207, 208, 214, 236, 171, 172, 173, 187, 192, 197, 201,
280, 282, 283, 284, 285, 286, 287, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208,
288, 289, 290, 291, 292, 294, 295, 226, 232, 233, 235, 237, 245, 246,
297, 299, 301, 302, 304, 331, 332, 247, 248, 255, 256, 444, 447, 454
334, 335, 346, 347, 349, 355, 360, İ�bn Cüeyye 91
363, 368, 369, 370, 375, 381, 410, İ�bn Ebî� Subh 407
412, 413, 420, 424, 425, 427, 436, İ�bn Ebû Atî�k 475
439, 463, 470, 472, 483, 484, 485, İ�bn Ebû Rebî�a 149
488, 491, 492, 495, 496, 503, 504, İ�bn Habî�b 20, 21, 444, 451, 473
515, 523, 525, 526, 527, 528, 533, �bn Hacer 20, 185, 373, 419
534, 538, 539, 540, 541, 548, 549, �bn Hakan 247, 248, 249, 250
551, 553 İ�bn Haldûn 61, 142, 150, 151, 158, 519
Ira M. Lapidus 68, 69, 483 İ�bn Hâzim 164, 171, 293, 294
İ�bn Abdülber 20, 36, 37, 38 İ�bn Hazm 20, 23, 91, 124, 129, 172, 181,
İ�bn Abdülhakem 20, 21, 253, 254, 255, 276, 434, 444, 455, 456
256, 257, 258, 260, 261, 262, 263, İ�bn İ�shâk 18, 417, 418, 419, 420, 421
265, 268, 269, 270, 271, 273, 274, İ�bn Kesî�r 20, 51, 62, 63, 72, 98, 99, 101,
275, 276, 277, 305, 306, 307, 326, 104, 106, 120, 122, 129, 139, 142,
347, 494, 500, 516, 519 143, 150, 155, 168, 169, 170, 171,
İ�bn Abdürabbih 21, 61, 62, 63, 93, 94, 99, 172, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 647
104, 142, 143, 146, 147, 148, 305, 183, 224, 229, 232, 236, 246, 248,
444, 448, 465, 470, 471, 472, 475, 256, 270, 276, 277, 303, 304, 306,
476, 477 415, 443, 446, 447, 448, 451, 454
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

İ�bn Kudâme 20 İ�bnü’l-Eş’as 42, 43, 76, 185, 186, 187,


�bn Kuteybe 19, 21, 36, 39, 57, 90, 143, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194,
152, 172, 173, 176, 180, 201, 202, 195, 196, 197, 198, 204, 303, 448,
213, 275, 276, 277, 303, 304, 306, 449, 450, 550
379, 384, 394, 395, 399, 400, 422, İ�bnü’l-Fakî�h 219
439, 444, 447, 448, 453, 461, 462, İ�bnü’l-İ�zârî� 159, 255, 256, 257, 258, 260,
464, 466, 468, 470, 473, 475, 476, 262, 263, 264, 265, 266, 267, 269,
477, 480, 537 270, 271, 272, 273, 274, 276, 277
İ�bn Muhriz 390, 391 İ�bnü’l-Mukaffa 332, 426
İ�bn Mutî� 168 İ�bn Ü� mmü’l-Hakem 87, 88
İ�bn Nedim 412, 420, 421, 422, 433, 436 İ�bnü’z-Ziba’râ 182
İ�bn Sa’d 20, 60, 78, 82, 88, 95, 114, 116, İ�bnü’z-Zübeyir 114, 161, 162, 163, 164,
129, 143, 162, 179, 181, 182, 234, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171,
310, 311, 325, 328, 339, 348, 352, 172, 173, 174, 197, 201, 258, 487,
353, 354, 359, 360, 374, 379, 380, 505
381, 383, 388, 402, 448, 451, 464, �bn Zenceveyh 22
465, 475, 494, 498, 499, 500, 501, İ�bn Zübeyir 50, 53, 54, 55, 56, 94, 95,
529 114, 147, 226, 328, 535, 539, 550
İ�bn Süreyc 296, 390 İ�mam İ�brahim 48, 533, 544
İ�bn Şebbe 20, 465, 472, 473, 518, 521, İ�brahim b. el-Eşter 150, 205, 206, 208
523 İ�brahim b. Velî�d 47, 64, 70, 286, 545, 552
İ�bn Şihâb ez-Zührî� 416, 418, 419 İ�brahim en-Nehâî� 402, 412, 413, 425,
�bn Teymiyye 105, 106, 108, 154, 182, 445, 448, 450, 523
455, 462, 472 İ�brahim Sarıçam 25, 27, 72, 109, 112,
İ�bnü’l-Cevzî� 19, 20, 59, 60, 62, 82, 99, 185, 201, 370, 484, 512, 525, 531
102, 150, 154, 166, 168, 170, 173, İ�frî�kıyye 158, 159, 161, 253, 254, 255,
186, 195, 196, 199, 238, 283, 304, 256, 257, 258, 259, 260, 261, 263,
306, 380, 386, 398, 403, 443, 451, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 270,
467, 475, 485 271, 272, 273, 274, 275, 276, 497,
İ�bnü’l-Esî�r 20, 51, 54, 55, 57, 58, 60, 61, 504, 517, 520, 553
62, 63, 64, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, İ�hsan Süreyya Sırma 25, 107, 182, 372,
86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 94, 95, 464
114, 115, 117, 120, 122, 124, 129, �krime 158, 326, 413
130, 141, 142, 143, 144, 145, 146, İ�mran b. Husayn el-Huzaî� 387
147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, İ�mran b. Teym el-Basrî� 379
154, 155, 156, 157, 162, 163, 164, irade-i cüziyye 432
165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, �ran 19, 48, 66, 100, 301, 302, 329, 341,
172, 173, 177, 179, 185, 186, 187, 342, 343, 344, 354, 366, 368, 369,
188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 390, 409, 420, 433, 434, 435, 483,
195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 503, 506, 515, 519, 550
213, 224, 226, 227, 232, 234, 236, �rfan Aycan 25, 26, 27, 72, 80, 125, 162,
237, 242, 243, 244, 245, 246, 247, 182, 196, 201, 309, 336, 383, 392,
248, 249, 250, 251, 255, 256, 260, 396, 484, 499, 506, 512, 525, 550,
262, 265, 266, 267, 269, 270, 271, 552, 554
272, 273, 275, 276, 277, 280, 281, �sa b. Musa 238, 334, 350, 513
282, 283, 284, 285, 286, 287, 289, �sa b. Musa Guncar 238
290, 291, 293, 294, 295, 296, 297, �sfahan 150, 168, 332, 366, 367
299, 303, 304, 305, 306, 307, 311, �shak Ahbar 419
648
325, 328, 331, 333, 336, 348, 352, �shak b. Muhammed 188, 205
414, 443, 446, 447, 448, 460, 461, �smail b. Abdullah 306, 394, 493
462, 464, 467, 468, 469, 470, 471, �spanya 43, 46, 275, 276, 365, 366, 497
475, 482, 495, 505, 513, 516, 537
Dizin ■

�stanbul 13, 15, 18, 20, 21, 25, 26, 28, 414, 415, 416, 417, 418, 424, 434,
35, 36, 37, 38, 39, 40, 44, 52, 53, 56, 435, 436, 441, 442, 443, 444, 445,
59, 62, 67, 68, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 446, 447, 448, 455, 456, 457, 460,
84, 90, 94, 96, 97, 99, 103, 104, 107, 461, 462, 463, 464, 466, 467, 468,
110, 112, 113, 120, 123, 126, 127, 469, 471, 473, 474, 479, 480, 483,
129, 140, 141, 143, 145, 147, 148, 484, 485, 486, 489, 492, 493, 494,
156, 158, 161, 165, 171, 177, 178, 496, 497, 499, 501, 503, 505, 507,
181, 182, 183, 185, 191, 203, 208, 508, 509, 511, 513, 514, 515, 516,
209, 210, 211, 212, 213, 217, 218, 517, 519, 521, 522, 525, 527, 532,
219, 220, 221, 222, 223, 239, 241, 535, 536, 537, 538, 539, 541, 543,
242, 246, 248, 252, 280, 301, 303, 544, 545, 546, 551, 553
310, 311, 314, 315, 320, 324, 326, �yad b. � anem 387
327, 333, 338, 342, 344, 346, 350, İ�yas b. Beyhes el-Bâhilî� 231
351, 358, 365, 369, 370, 372, 373, �zmit 216
374, 377, 389, 392, 394, 410, 413,

K
Kabac Hâtun 224 Kerî�m b. Afî�f el-Has’amî� 89
Ka’b b. Sûr’un 322 Kesî�r b. Şihâb 90
Kâbe 33, 41, 42, 51, 125, 127, 128, 163, Keysâniyye 123, 126
172, 371, 384, 390, 403, 405, 421, Kıbrıs 37, 38, 210, 211, 213, 214, 215,
505, 509, 515, 527, 528 329, 353, 354, 355, 364, 498, 506,
Ka’b el-Eşkarî� 294 519
Kabî�sa b. Dubay’a el-Absî� 89, 91 Kınnesrî�n 48, 50, 53
Ka’bu’l-Ahbâr 414, 422 Kidâm b. Hayyân 89, 91
Kaderiyye 23, 400, 420, 432, 456, 457 Kindî� 22, 80, 85, 89, 197, 256, 260, 275,
Kadıköy 212 322, 324
Kadı Şureyh 377, 445, 446, 447 Kisrâ 212, 316
Kâdisiyye Savaşı 302 Kordeh 341, 389
Kafkasya 46, 239, 240, 241, 245 Kubbetü’l-Hadrâ 481, 513
Karî�b b. Mürre el-Ezdî� 144 Kubbetü’s-Sahra 335, 481, 506, 507, 508
Karkısiyye 50 Kudâme b. Câfer 22
Kartaca 216, 263, 264, 269, 271, 272, Kûfe 26, 30, 31, 40, 41, 42, 48, 66, 79,
273, 275, 520 80, 81, 82, 83, 84, 86, 87, 88, 89, 90,
Kâsım b. Muhammed b. el-Eş’as 187 91, 92, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102,
Kasru Burku 511 103, 105, 106, 108, 109, 112, 113,
Kasru Hâlid 513 114, 115, 116, 119, 120, 121, 122,
Kasru’l-Hayri’l-Garbî� 511, 518, 529 123, 124, 125, 129, 130, 131, 133,
Kasru’t-Tuba 511 134, 135, 137, 138, 139, 141, 142,
Kasrü’l-Hayri’ş-Şarkî� 511 150, 151, 155, 162, 164, 166, 167,
Kays b. Mahreme b. Muttalib 419 168, 169, 170, 171, 173, 175, 185,
Kays b. Müslim el-Cedelî� 380 186, 190, 191, 195, 196, 205, 225,
Kays b. Ubbâde 88 238, 288, 289, 290, 291, 292, 297,
Kayser 212 302, 303, 304, 311, 318, 322, 325,
Kayslılar 50, 54, 281, 285, 297, 298 327, 330, 332, 338, 343, 347, 348,
Kerbelâ 17, 21, 25, 41, 69, 73, 74, 78, 93, 349, 350, 358, 360, 361, 362, 366,
95, 98, 99, 102, 103, 104, 105, 106, 377, 380, 383, 384, 385, 389, 391,
107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 393, 398, 402, 403, 404, 410, 416, 649
114, 115, 116, 117, 119, 121, 122, 420, 423, 425, 427, 434, 436, 437,
124, 126, 127, 147, 162, 176, 178, 444, 446, 447, 460, 461, 463, 464,
205, 317, 351, 444, 447, 448, 553 466, 469, 470, 480, 485, 503, 504,
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

505, 513, 515, 518, 521, 524, 525, Kuzey Afrika 40, 45, 48, 68, 141, 158,
526, 529, 532, 533, 534, 551, 553
210, 215, 216, 254, 255, 256, 259,
Kumeyt 24, 376, 384, 401
Kureyb b. Ebrehe el-Himyerî� 215 275, 301, 304, 305, 306, 307, 309,
Kureyş 20, 34, 35, 54, 55, 129, 161, 162,
482, 484, 488, 497, 520, 542, 544,
177, 179, 180, 280, 281, 370, 405,
427, 473, 475, 477, 515, 529, 551 549
Kuteybe b. Müslim 43, 44, 59, 193, 201,
Kürt 552
203, 229, 232, 233, 282, 283, 294,
305, 306, 329, 335, 344, 538, 540 Kyzikos 213

L
Laura Veccia Vaglieri 30, 68 Levçenko 220
Lawrence I. Conrad 30, 68, 69 Libya 259, 263, 484
Lazkiye 38, 499, 517
Leone Caetani 30 Lübabe 552
Leontius 273 Lübnan 213, 309, 388, 504, 542

M
Ma’bed el-Cühenî� 400, 432, 448 Memlûk 16
Mâcüsebs b. Behram 332 Merc-i Râhıt 55, 56, 539, 550
Mâheyn 168 Merc Râhıt 165, 166
Mahzûmoğulları 34 Merdanşah 332
Malatya 212, 214, 328, 517 Mervân 16, 25, 26, 28, 29, 39, 40, 41, 42,
Malik b. Enes 420 43, 47, 48, 49, 52, 53, 54, 55, 56, 57,
Malik b. Heysem 236 58, 64, 65, 68, 69, 70, 94, 114, 116,
Mâlik b. Hübeyre 55, 91 117, 119, 125, 150, 154, 155, 156,
Mâlik b. Misma 290 157, 164, 165, 166, 168, 170, 175,
Mansûr b. Zâzan 325, 328 178, 179, 180, 181, 185, 186, 188,
Maranianos 343 191, 192, 202, 206, 214, 215, 216,
Mar Raba 323 217, 221, 226, 227, 251, 258, 270,
Mâserceveyh 334, 343, 344, 349, 350 271, 273, 274, 281, 282, 286, 287,
Mâsercis 434, 436, 439 290, 292, 297, 299, 302, 305, 322,
Maskale b. Hübeyre eş-Şeybânî� 90 330, 331, 332, 334, 335, 343, 344,
Mâturî�dî� 23 348, 354, 355, 363, 365, 366, 367,
Mâverâünnehir 45, 59, 199, 202, 217, 468, 476, 477, 479, 485, 487, 488,
223, 224, 225, 226, 227, 228, 229, 489, 498, 500, 504, 506, 510, 512,
231, 232, 233, 234, 235, 236, 237, 518, 520, 524, 527, 533, 534, 535,
238, 282, 291, 295, 303, 304, 305, 536, 537, 539, 541, 542, 544, 547,
306, 307, 317, 420, 497, 540 550, 552
el-Mâverdî� 22 Mervân b. el-Hakem 433, 434, 436, 439
Mecusî� 309, 310, 311, 312, 317, 324, Mervân b. Mühelleb 202
329, 330, 331, 332, 333, 334, 335, Mervânî�-Süfyânî� 50
338, 340, 341, 342, 344, 345, 347, Mescidu’s-Subey 380
352, 353, 354, 365, 367, 368 Mescidü A’zam 137
Medâin 87, 120, 155, 186, 205, 210, 302, Mesleme b. Abdülmelik 44, 58, 61, 143,
650 317, 350, 379, 505 216, 218, 221, 245, 250, 251, 252,
Medinetü’l-Ancere 504, 518 355, 364, 537, 540
Medinetü’l-Kasr 504 Mesleme b. Hişâm 63, 64, 537
Mehmet Dağ 375 Mesleme b. Muhalled 263, 264, 373
Mekki b. İ�brahim 421 Mesrûk b. el-Ecdâ 425
Dizin ■

el-Mes’ûdî� 19, 93, 113, 143 521, 522, 524, 525, 527, 528, 531,
Mes’ûd b. Amr 289 534, 535, 537, 539, 543, 545, 547,
Mevâlî� 16, 17, 28, 29, 42, 44, 46, 48, 68, 548, 549, 551, 552
69, 75, 76, 169, 191, 195, 204, 234, Muâviye b. Yezî�d 39, 41, 42, 49, 50, 51,
291, 296, 301, 302, 303, 304, 305, 52, 53, 70, 163, 226, 292, 535, 537,
306, 307, 308, 448, 459, 494, 532, 552
538, 543, 546, 549, 551 Mu’ayn b. Abdullah el-Muhâribî� 142
Meymun b. İ�mran 394 Muâz b. Cüveyn et-Tâî� 143
Mezopotamya 241, 281, 346, 483, 517 Mucemi’ b. Cariyye 373
Mısır 16, 28, 29, 39, 40, 42, 46, 48, 53, 57, Mufaddal b. Mühelleb 206
58, 65, 66, 79, 163, 166, 167, 173, Muğire b. Abdurrahman 418
181, 183, 210, 216, 221, 225, 241, Muğî�re b. Şu’be 40, 81, 82, 89, 120, 123,
254, 255, 256, 259, 260, 261, 263, 142, 534, 549
264, 269, 270, 271, 275, 280, 285, Muhammed b. el-Hanefiyye 101, 112,
297, 301, 306, 309, 313, 322, 324, 121, 122, 123, 124, 125, 163, 532
327, 330, 331, 334, 335, 343, 347, Muhammed b. Eş’as b. Kays 86
348, 349, 353, 356, 357, 358, 359, Muhammed b. Fazl b. Atıyye 238
361, 362, 363, 364, 365, 369, 394, Muhammed b. Hanefiyye 178, 481
400, 414, 415, 416, 418, 420, 422, Muhammed b. Kâsım 43, 44
427, 429, 433, 434, 435, 437, 440, Muhammed b. Mervan 245, 394
442, 443, 444, 446, 447, 451, 453, Muhammed b. Müslim 413
455, 456, 462, 463, 469, 471, 472, Muhammed b. Selâm 238
477, 479, 481, 482, 483, 484, 485, Muhammed b. Sî�rî�n 445
488, 494, 503, 504, 506, 510, 515, Muhammed b. Şihab ez-Zührî� 400, 415,
516, 517, 518, 519, 520, 527, 534, 425
549, 553 Muhammed el-Bâkır 125, 128, 129
M.İ�. Artamonov 244, 245, 246, 247, 248, Muhammed Hudarî� Bek 27
249, 250, 252 Muhammed Süheyl Takkuş 27
Muallaka-ı Seb’a 371, 403, 405 Muhammed Tayyib Neccâr 27
Muâviye b. Ebî� Süfyân 16, 17, 21, 25, 27, Muharrem 41, 102, 104, 111, 162, 163,
33, 34, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 46, 166, 170, 176, 190, 269
48, 49, 50, 51, 52, 53, 55, 61, 65, 66, Muhriz b. Şihâb el-Minkarî� 89, 91
68, 69, 70, 72, 74, 75, 76, 78, 79, 80, Muhtâr b. Ebî� Ubeyd 74, 89, 113, 115
81, 82, 83, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, Muhtâr b. Ebî� Ubeyd es-Sekafî� 74, 113,
94, 96, 100, 103, 104, 105, 111, 114, 115
119, 120, 121, 127, 141, 142, 162, Muhtâr es-Sekafî� 21, 42, 76, 119, 120,
163, 164, 173, 174, 175, 176, 181, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 148,
183, 195, 196, 199, 205, 206, 209, 167, 185, 289, 291, 303, 366
210, 211, 212, 213, 214, 221, 222, Muhtâriyye 126
223, 225, 226, 256, 257, 258, 259, Mus’ab b. Abdurrahman b. Avf 163
260, 263, 264, 270, 280, 281, 282, Mus’ab b. Zübeyr 42, 125, 164, 169, 290,
290, 292, 293, 297, 302, 305, 311, 303, 536
318, 322, 325, 328, 329, 330, 331, Musa b. Ka’b 236
333, 334, 338, 343, 349, 351, 352, Musa b. Nusayr 43, 44, 59, 275, 276, 277,
353, 354, 355, 358, 360, 361, 362, 283
363, 364, 372, 375, 391, 393, 396, Musa b. Ukbe 418
397, 410, 411, 412, 422, 423, 428, Musa el-Kâzım 128
434, 436, 438, 444, 446, 447, 448, Musul 87, 88, 91, 150, 154, 155, 156,
651
453, 460, 461, 466, 467, 468, 471, 168, 170, 171, 186, 191, 192, 249,
472, 476, 477, 479, 481, 482, 483, 328, 347, 353, 356, 362, 484, 504,
484, 485, 486, 488, 496, 504, 506, 518, 528
509, 512, 513, 516, 517, 518, 519, Mutarrif b. Abdullah 425
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

Mu’tezile 23, 67, 145, 387, 455, 456, 457, Müslim b. Akî�l 41, 96, 97, 98, 99, 101,
553 102, 109, 114, 121, 185, 330
Mücâhid b. Cebr 445, 448, 450 Müslim b. Bekre 514
Müdrik b. Dab el-Kelbî� 206 Müslim b. Cündeb 382, 384
Müdrik b. Mühelleb 202 Müslim b. Saî�d 295
Mühelleb b. Ebî� Sufre 17, 169, 171, 186, Müslim b. Ukbe 41, 147, 162, 178, 179,
189, 199, 200, 227, 293, 294, 539 180, 181, 182
Mühelleb b. Ebî� Sufreoğulları 45 Müslim b. Yesâr 448
Münzir b. Zübeyir 177 Müsned 110, 129, 212, 370
Mürcie 23, 67, 234, 431, 432, 454, 455, el-Müstevrid b. Ullefe 142
456, 457, 553 Müşebbihe 23
Mürre b. el-Hemedani 413 M. Ziyauddin Rayyis 51, 56
Müseyyeb b. Necebe 114

N
Nâfî� b. el-Ezrak 147 Nebî�h Â� kil 27
Nâfî� b. el-Ezrak el-Hanzalî� 147 Necde b. Â� mir 147, 152
Nasr b. Müzâhim el-Minkarî� 21 Necrân 317, 349, 352, 362
Nasr b. Seyyâr 48, 236, 237, 238, 285, Nehrevân 21, 23, 142
286, 295, 296, 302, 317, 332, 354, Ninova 102
355, 357, 533, 541 Nu’mân b. Beşî�r 53, 98, 164, 165, 177,
Nâtil b. Kays 53, 54, 164, 165, 166 518
Nâtil b. Kays b. Zeyd 53 Nusaybin 156, 167, 317, 392
Natronay Gaon 366

O-Ö
Oleg Grabar 216, 217, 496, 507, 510, 505, 509, 514, 515, 516, 519, 521,
512, 525, 529 522, 523, 527, 529, 539, 547, 553
Hz. Osman 16, 34, 37, 38, 54, 55, 65, 66, Ö� mer b. Abdülaziz 15, 17, 20, 22, 26, 28,
79, 82, 94, 161, 181, 182, 210, 242, 44, 45, 47, 48, 59, 60, 61, 67, 68, 69,
243, 244, 245, 254, 255, 256, 257, 70, 75, 127, 143, 155, 157, 203, 219,
259, 289, 297, 337, 362, 373, 383, 220, 222, 234, 246, 283, 284, 302,
411, 415, 417, 418, 424, 427, 428, 306, 307, 311, 312, 313, 314, 322,
435, 438, 452, 454, 466, 479, 516, 329, 335, 336, 344, 347, 353, 354,
519, 522, 523, 528, 534, 539, 547, 355, 357, 358, 359, 360, 361, 363,
548, 551 394, 400, 407, 411, 415, 416, 418,
Osman b. Mes’ûd 229 419, 424, 426, 432, 435, 439, 440,
Osman b. Muhammed 176, 178 472, 477, 493, 494, 495, 496, 497,
Hz. Ö� mer 37, 114, 119, 132, 136, 161, 498, 499, 500, 501, 505, 529, 537,
241, 242, 254, 302, 310, 313, 314, 540, 545, 550, 554
321, 326, 327, 328, 330, 337, 338, Ö� mer b. Fadl el-Basri 400
343, 347, 355, 356, 357, 358, 359, Ö� mer b. Hübeyre 45, 218, 284, 285, 292,
360, 363, 371, 372, 374, 376, 377, 295, 332, 356, 495, 540
378, 379, 382, 383, 384, 386, 387, Ö� mer b. Sa’d 41, 99, 102, 103, 104, 105,
407, 408, 411, 421, 423, 424, 433, 107, 108, 124
434, 435, 444, 491, 494, 495, 499,
652 P
Pavlus 339 P. Lemerle 219
Pezdevî� 23 Porphyrogenitus 219
Pitzigaudis 214
Dizin ■

R
Rafî� b. Leys 237 Rebî�ülâhir 166
Ramazan 25, 26, 96, 125, 145, 167, 168, Recâ b. Hayve 59, 60, 415, 537
202, 274, 383, 414, 442, 459, 477, Recep 36
552 Rene Grousset 242, 243
R. A. Nicholson 69 Reyyân b. Seleme el-İ�râşî� 137
Râşid Halifeler 16, 18, 21, 44, 71, 474, Rıza Savaş 2
516 Rifâa b. Şeddâd el-Becelî� 114
Ravh b. Zinbâ 55 rifâde 33
Rav Hunay 323 Robert Mantran 67, 68, 503
Rebî�a b. Amr et-Temî�mî� 148 Rodos 40, 210, 213, 214
Rebî�alı Müsennâ b. Muharrebe 289 Rum ateşi 44

S-Ş
Sabiî� 309, 310, 311, 345 Sergios 211, 330
Saborios 211, 222 Seyf b. Ö� mer 422
Sa’d b. Ebî� Vakkas 99, 373, 384, 389, 450 Seyyidü’l-Hâşimiyyî�n 129
Sa’d b. Mes’ûd 119, 120 Sıffî�n 21, 55, 114, 140, 453
Safiyye bint Hazm el-Hilâliyye 34 Sicilya 159, 210, 211, 271
Sahî�fetu’s-Sâdıka 372 Sicistan 42, 187, 188, 192, 193, 195, 196,
Saî�d b. Abdülmelik 347, 504 200, 202, 204, 226, 291, 484, 553
Sa’id b. Amr el-Haraşî� 248, 249 sikâye 33
Said b. Cübeyr 398, 413, 414, 425 Suriye 36, 37, 38, 39, 40, 42, 47, 48, 50,
Saî�d b. el-Â� s 161, 243 64, 65, 66, 161, 166, 167, 174, 195,
Saî�d b. el-Müseyyeb 101, 381, 420, 425, 197, 209, 210, 214, 215, 241, 244,
445, 446, 449 271, 281, 301, 309, 310, 311, 326,
Saî�d b. Müseyyeb 180, 182 335, 342, 364, 365, 369, 390, 416,
Saî�d b. Nimrân 89, 90 422, 427, 438, 472, 482, 483, 484,
Saî�d b. Nimrân el-Hemdânî� 89 485, 488, 503, 504, 509, 515, 516,
Saî�d b. Osman 94, 225 517, 518, 519, 520, 522, 524, 528,
Sâlih b. Abdurrahman 202, 332 529, 531, 532, 534, 548, 553
Salih b. Keysan 394 Sûsu’l-Ednâ 267
Sâlih b. Mihrâk 151 Süfyân b. Avf 212
Sâlih b. Müserrih 154 Sükeyne bt. Hüseyin 475
Sallabi 25 Süleyman b. Abdülmelik 25, 43, 44, 49,
Samirî� 309, 310, 328 58, 59, 60, 61, 70, 202, 211, 217,
Sayfî� b. Fesî�l eş-Şeybânî� 89 219, 222, 246, 283, 284, 294, 328,
Sehm ve el-Hatî�m 144 331, 332, 334, 347, 361, 394, 419,
Selâhaddin el-Müneccid 216 493, 499, 504, 506, 536, 538
Seleme b. Sâbit el-Leysî� 138 Süleyman b. Hişâm 48, 155, 287, 299,
Seleme b. Sa’d 158 542
Selh b. Huneyn 324 Süleyman b. Surad 96, 114, 115, 116, 122
Sellâme 46 Süleyman b. Surad el-Huzâî� 114
Selman b. Rabia 243, 244 Süleyman b. Sürâka 135
Selman b. Rabia el-Bahilî� 243 Sümeyr 333
Selm b. Ziyâd 226, 293, 524 Süveyd b. Gafle 448
es-Sem’ânî� 20, 238 Süyûtî� 16, 21, 53, 60, 93, 183, 276, 444, 653
Semerkant 40, 43, 106, 223, 225, 227, 466, 467, 472, 498
232, 234, 304, 305, 306, 363, 517, Şakî�k b. Sevr 144
518 Şam 28, 30, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 47, 49,
Semûre b. Cündeb 82 50, 53, 54, 55, 56, 57, 59, 83, 88, 89,
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

90, 91, 92, 99, 105, 106, 116, 120, Şebî�b b. Yezî�d eş-Şeybânî� 154
132, 142, 147, 148, 163, 164, 165, Şemir b. Zü’l-Cevşen 108, 124
166, 173, 175, 179, 180, 181, 183, Şerî�k b. Şeddâd el-Hadramî� 89, 91
242, 243, 250, 251, 252, 257, 270, Şerî�k b. Şeyh 237
280, 281, 282, 284, 286, 287, 288, Şerira Gaon 323
289, 291, 292, 295, 297, 298, 299, Şeyhürrabve ed-Dımaşkî� 219
304, 326, 327, 329, 330, 334, 348, Şihabuddin ez-Zührî� 394
349, 352, 353, 356, 362, 363, 364, Şiî� 18, 19, 21, 23, 26, 48, 66, 67, 74, 80,
367, 386, 387, 391, 392, 396, 400, 112, 113, 117, 122, 126, 169, 367,
401, 418, 421, 422, 423, 425, 427, 430, 431, 548
437, 438, 447, 466, 467, 488, 506, Şurahbil b. Sa’d 418, 419
509, 510, 517, 522, 533, 534, 536, Şurahbil b. Sımt 425
539, 542, 545, 547, 549, 550 Şureyh b. el-Haris 425
Şebes b. Rib’î� 90, 169, 188, 197 Şureyh b. Hanî� el-Hârisî� 90
Şebes b. Rib’î� er-Riyâhî� 90

T
Taberî� 19, 22, 94, 113, 120, 123, 124, Tavvâf b. Gallâk 145
129, 142 Tevrat 183, 322, 323, 341, 366
Taberî�stan 140, 193, 202 Tevvâbûn 74, 111, 112, 113, 114, 115,
Tabib Şukayr 138 116, 117, 122, 126, 167, 168
Tağlibliler 298 Theophanes 210, 211, 213, 214, 217,
Tahkî�m Olayı 38 218, 219, 221, 222, 338, 351, 364,
Taif 36, 375, 400, 549 494
Talk b. Habî�b 448, 450 Tiflis 337
Târık b. Ziyâd 43, 59, 275, 276, 283 Toros 214, 218
Tarif b. Mâlik 276 Trablus 166, 271, 273, 329, 334, 517,
Tarî�ku’l-A’zam 261 519
Tavus b. Keysan 413, 425 T. W. Arnold 68, 69

U-Ü
Ubâde b. Sâmit 372, 373, 386 UIûmül-Evail 410
Ubbâd b. Avvâm 400 Ukbe b. Â� mir 373
Ubey b. Ka’b 413 Ukbe b. Nâfî� 40, 215, 253, 255, 258, 259,
Ubeyd b. Evs 330 260, 261, 262, 264, 265, 266, 267,
Ubeydullah 28, 35, 41, 54, 69, 98, 99, 268, 269, 270, 305, 504, 506, 551
101, 102, 103, 104, 105, 107, 108, Ukbe b. Nâfî� el-Fihrî� 253, 258
109, 113, 116, 121, 124, 129, 134, Umâre b. Temî�m 194
144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, Urve b. Zübeyr 415, 417, 418, 425, 514
163, 164, 166, 169, 185, 186, 187, Utbe b. Ahnes 89, 90
188, 193, 208, 224, 225, 281, 289, Utbe b. Gazvan 514
306, 330, 331, 335, 361, 364, 373, Utbe b. Rebî�a 34
381, 419, 425, 428, 480, 493, 506, Uyûnül-ahbâr 21
513, 526, 549 � meyye 27, 29, 33, 34, 35, 36, 37, 39, 76,
Ubeydullah b. Cahş 35 94, 97, 133, 135, 137, 154, 175, 214,
Ubeydullah b. Ziyâd 41, 54, 69, 98, 101, 227, 294, 349, 370, 375, 386, 401,
103, 105, 107, 113, 116, 121, 124, 466, 506, 509, 522, 531, 535, 541,
654 145, 164, 166, 169, 185, 224, 225, 547
281, 289, 330, 331, 335, 513, 526, � meyye el-Ekber 33
549
Uhud 34, 35, 177, 182, 419, 523
Dizin ■

Ü� meyyeoğulları 16, 28, 33, 34, 37, 39, Hz. Ü� mmü Seleme 373
49, 50, 52, 54, 55, 56, 62, 64, 67, 76, Ü� rdün 28, 37, 38, 53, 54, 56, 164, 165,
112, 178, 270, 535, 537, 543, 544 281, 349, 355, 358, 363, 467, 484,
Ü� mmü Habî�be 35 510, 512, 519, 534
Ü� mmü Külsüm 325 Ü� sâme b. Zeyd et-Tenuhî� 358

V
Vâdi’l-Kurâ 38, 157, 166, 168 Velî�d b. Abdülmelik 25, 40, 43, 47, 58, 64,
Vâdiu’l-Azârâ 273 68, 70, 216, 217, 222, 276, 282, 286,
Vâil b. Hucr 90 291, 292, 296, 299, 328, 334, 349,
Vâil b. Hucr el-Hadramî� 90 488, 504, 505, 506, 510, 522, 532,
Vâkıdî� 18
538, 541, 549
Varaka b. Nevfel 371
Velî�d b. Ukbe 466
Vâsıl b. Ata 387
Vasiliev 216, 519 Velî�d b. Utbe b. Ebî� Süfyân 52
Vehb b. Münebbih 414, 418, 422 Verka b. Nasr 231
Vekî� b. Ebî� Sûd 233 Verkâ’ b. Sümey 89, 90
Vekî� b. Hasan et-Temî�mî� 295 Verkâ’ b. Sümey el-Becelî� 89

W
Wellhausen 25, 30, 50, 52, 62, 63, 68, 358, 360, 361, 482, 493, 494, 495,
144, 148, 155, 170, 174, 195, 196, 496, 497, 498, 500, 501, 540, 541,
199, 201, 204, 205, 207, 311, 314, 542
322, 333, 343, 349, 351, 354, 357, W. Montgomery Watt 30, 68, 480

Y
Yahudi 309, 310, 311, 315, 317, 318, 319, 290, 291, 292, 293, 294, 296, 348,
320, 321, 322, 323, 324, 327, 328, 349, 352, 353, 362, 363, 457, 484,
333, 334, 335, 338, 339, 341, 343, 498, 507, 515
344, 345, 346, 347, 348, 349, 350, Yermuk 36
351, 353, 355, 358, 365, 366, 367, Yezî�d 21, 22, 23, 25, 26, 27, 28, 36, 37, 39,
368, 388, 414, 421, 422, 434, 436, 40, 41, 42, 45, 46, 47, 49, 50, 51, 52,
439, 494, 515 53, 54, 55, 57, 60, 61, 62, 63, 64, 66,
Yahya b. � dem 22, 496, 497 69, 70, 73, 74, 78, 86, 87, 89, 91, 92,
Yahya b. el-Hâris 387 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101,
Yahya b. Vessab el-Esedî� 382 102, 103, 104, 105, 108, 109, 111,
Ya’kûbî� 19, 51, 53, 55, 60, 63, 64, 72, 88, 114, 116, 117, 119, 121, 122, 124,
95, 103, 142, 144, 149, 163, 164, 127, 130, 131, 142, 143, 144, 147,
166, 167, 168, 172, 175, 179, 201, 152, 154, 162, 163, 164, 165, 167,
206, 222, 226, 227, 232, 233, 235, 168, 174, 175, 176, 177, 178, 179,
236, 237, 253, 254, 255, 256, 258, 180, 181, 182, 183, 199, 200, 201,
259, 260, 265, 266, 272, 274, 280, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208,
281, 282, 283, 284, 285, 286, 287, 212, 214, 221, 226, 227, 228, 233,
291, 295, 302, 303, 304, 305, 306, 264, 270, 273, 274, 281, 284, 285,
307, 312, 316, 321, 325, 328, 348, 286, 287, 289, 292, 293, 295, 296,
349, 356, 446, 448, 453, 481, 505, 297, 299, 307, 317, 318, 325, 329,
509, 518, 519, 521, 522, 524, 528 330, 331, 332, 333, 343, 345, 351, 655
Yakup er-Ruhavî� 435, 440 354, 355, 356, 357, 358, 361, 362,
Yemâme 147, 152, 153, 167, 484 366, 377, 380, 384, 387, 391, 392,
Yemen 45, 47, 53, 56, 64, 85, 86, 140, 393, 394, 396, 397, 402, 406, 410,
141, 163, 281, 282, 287, 288, 289, 444, 447, 448, 471, 476, 477, 479,
İslâm Tarihi ve Medeniyeti 3 ■ Emevîler

499, 504, 511, 518, 521, 524, 525, 355, 358, 362, 396, 410, 444, 471,
526, 528, 533, 534, 535, 536, 537, 524, 525, 545, 551
540, 541, 545, 547, 548, 549, 551, Yezî�d b. Mühelleb 45, 73, 199, 200, 202,
552 203, 204, 205, 206, 207, 208, 228,
Yezî�d b. Abdülmelik 26, 45, 60, 61, 70, 233, 284, 292, 351, 361, 540, 541
203, 204, 206, 207, 208, 221, 284, Yezî�d b. Ö� mer b. Hübeyre 45, 292
292, 307, 351, 356, 357, 387, 394, Yezî�d b. Velî�d 47, 64, 70, 286, 287, 292,
397, 477, 511, 537, 540, 541, 545, 295, 299, 537, 541, 545, 552
549, 552 Yezî�d b. Velî�d b. Abdülmelik 47, 64, 286,
Yezid b. Ebî� Habî�b 422 292, 295, 299
Yezî�d b. Ebî� Süfyan 37 Yuhanna el-Ebras 317
Yezî�d b. Muâviye 25, 27, 39, 41, 42, 49, Yuhannes 365
50, 51, 61, 70, 78, 93, 104, 105, 111, Yusuf b. Ö� mer 47, 64, 130, 131, 133, 135,
119, 121, 127, 163, 175, 176, 181, 137, 139, 236, 285, 286, 299, 348,
183, 226, 264, 270, 281, 293, 297, 355, 541, 549
Yusuf el-Işş 27, 74, 97

Z
Zâdân Ferrûh 202, 330, 332, 344 Ziyâd b. Ebih 81, 82, 83, 85, 86, 290, 304,
Zahhâf et-Tâî� 144 332, 446, 460, 485
Zâtü’s-Savârî� 210, 256 Ziyâd b. Harrâş el-İ�clî� 143
Zehebî� 20, 82, 114, 128, 376 Ziyâd b. Mühelleb 202
Zerdüşt 309, 311, 342, 367, 389 Ziyâd b. Salih 237
Zeyd b. Ali 46, 74, 76, 127, 128, 129, 130, Ziyâd el-Acem 294
131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, Zübeyir b. Bekkâr 20
138, 139, 140, 304, 431, 448, 544 Zübeyir b. el-Mâhûz 150
Zeyd b. Eslem 413 Zübeyir b. Mâhûz 147
Zeyd b. Sabit 373, 374, 383, 413, 424 Zübeyrî� 20, 66, 129, 161, 162, 226, 548
Zeydiyye 140 Züfer b. Hâris 50, 53, 115, 164
Zî� Esbah 420 Züfer b. Hâris el-Kilâbî� 50, 115, 164
Zilhicce 39, 99, 101, 169, 180, 190, 200, Züheyr b. Kays 216, 265, 268, 269, 270
260
Ziyâd b. Amr 289, 290

656

You might also like