You are on page 1of 145

Dizgi - Baskı - Yayımlayan:

Yenigün Haber Ajansı


Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Aralık 1997
BİRSOVYET
DİPLOMATININ
TÜRKİYE
HATIRALARI
- 1 -

S.İ.ARALOV

Çeviren
HASAN ALİ EDİZ

Cumhurlye( GAZETESİNİN
OKURLARINA ARMAÖANIDIR.
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

TÜRKİYE 'YE ATANMAM . . . . . , ..................... 17


Çiçerin 'le Görüşme ...... ........... . ................. 18

Dostluk İlişkilerinin Başlaması .......................... 21

Sovyetler Birliği Yeni Türkiye'nin Candan Dostudur ......... 23

İtilaf Devletleri, Türkiye ve Sovyet Rusya ................. 25

Yapılan Mücadelede Enver Paşa'nın Rolü .................. 26

Türkiye'yi Sovyetlerden Ayırmaya Çalışıyorlar ............. 28

Menşeviklerin Haince Çalışmaları ....................... 28

Batı Emperyalistleri Güney Kafkasya'da................... 30

Güney Kafkasya'da Sovyet İktidarı İçin Mücadeleler ......... 33

Ermenistan ile Türkiye Arasında Savaş.................... 34

Ondjonikidze'nin Jloba'ya Telgrafı....................... 37

18'inci Kafkas Tümeninin Y ürüyüşü ve Batum'un Kurtuluşu .. 40

Yeni Tükiye ile Sovyet Rusya Arasında İlk Antlaşma...........

Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasında karşılıklı İlişkilerin


Gelişmesi ........................................... 42

İtilaf Devletlerinin Türkiye ile İlgili Tasarıları .............. 44

Türkiye'ye Gitmeden önce Lenin'le Görüşme .............. 45

5
Çiçerin Üzerine başkaca Birkaç Söz . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . 49
Ali Fuat Paşa'yı Ziyaret. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 50

ANKARA'YA YOLCULUK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53
Yolun Başlangıcı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53
Frunze ile Karşılaşma ................................. 56
Türkiye ile Sovyet Rusya Arasında Dostluk Antlaşması. . . . . . . 59
Samsun Valisi ile Görüşme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 61
Anadolu Yollarında . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 63
Yolda Köylülerle Konuşmalar ........................... 64
Havza Kasabasında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 72
Mustafa Kemal Üzerine Anlatılanlar. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 74
Merzifon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 77
Çorum, Alaca, Ycızgat . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . 78
Türk Subayı ile Konuşma . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80
Yolculuk İzlenimleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 82
Türk Ordusunun Zaferi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85
Dışişleri Bakanı ile Karşılaşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 87
Ankara Şehrinde kısa Bir Gezinti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 88
Mustafa Kemal Paşa ile İlk Karşılaşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89
Fahriye Hanım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 94
T0plum Kadını Halide Edip . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 95
Türkiye Üzerinde Amerikan Mandası Fikri . . . . . . . . . . . . . . . . 97.

Sovyet Elçisine Gösterilen llgi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 98


Suriye Köylüsünün Mektubu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99

6
Mustafa Kemal ile Cephede Karşılaşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
Mustafa Kemal Sovyet Elçiliğinde . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 100
Cepheye Gidişimiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 102
Polatlı-Biçer. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103
M.Kemal ve İsmet Paşalarla Buluşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 104
Sivrihisar Kasabası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 106
41.Tümen Karargahı................................. 107
2. Ordu Karargahı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107
1. Ordu Kararganı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 108
Başkomutanlık Karargahı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 109
Mustafa Kemal'in Düşünceleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 111
1. Ordunun Geçit Resmi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 113
Er Oyunları ve Temsil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 114
Öksüz Yurdu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 115
Anadolu'da Rus Köyü Cigidiya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 117
İsmet Paşa'nın Ziyafeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120
Mustafa Kemal'in Konuşması. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 121
Suvari Kolordusunun Geçit Resmi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 124
Konya'ya Geliş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 126
Medreseler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 127
Nalbantlık Okulu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . , 129
İmalatı Harbiye Fabrikası ve Atelyeleri. . ........ ...... .. 131 .

Topçu Okulu ve Askeri Lise . . . . . . .. . . . ... . . . . . . . . . . . . . 132


Kadınların Durumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 133
Mevlevi Tarikatı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 133

7
Öğretmen Okulunda Temsil.. ......... ................. 134
Mustafa Kemal Paşa'nın Halkla Konuşması ............... 135
Mustafa Kemal Paşa ile Önemli Bir Konuşma ............. 137
Türk Subayları ile Konuşmalar ......................... 138
Tük Erlerinin Politik Eğitimi ........................... 140
Kürt Meselesi....................................... 141
Mustafa Kemal ve Arap Ülkeleri........................ 143

8
ÖN SÖZ

S.I. Aralov'un "Bir Sovyet Diplomatının Hatı­


raları, 1922-1923" adlı kitabı, Sovyet devletinin
dış politika tarihi üzerine yazılmış, hatıra niteli­
ğinde, şimdilik yayımlanmış olan çok az sayıdaki
eserlerden biridir. Bu kitabın çıkışı, tam zama­
nında olmuştur. Kişisel gözlemlerle, açık ger­
çeklerle dolu olan bu eser, hiç şüphe yok ki
okurları - hem yalnız bizim ülkemizdeki okurları
değil - Ekim büyük sosyalist inkilabından sonra,
Sovyetler Birliği ile Kemalist Türkiye arasında
kurulan dostluk ilişkileri üzerine yeni ve değerli
bilgilerle zenginleştirecektir.
Kitabın yazan Semiyon lvanoviç Aralov, Birin­
ci Dünya Savaşı'nda Rus-Alman cephesinde bu­
lunuyordu. 1917 Şubat ihtilali sırasında cephedeki
askerlerin ihtilalci hareketlerine aktif olarak katıl­
dı. Birçok seferler ordu komitelerine seçildi. Ge­
neral Kornilov'un, ihtilal hareketine karşı hazırla­
dığı gerici ayaklanmanın bastırılmasına katıldı.

9
S.I. Aralov, ekim büyük sosyalist inkilabı
günlerinde, ikinci Sovyet kongresinde ordu dele­
gesi olarak bulundu. Bu kongrede l.V. Lenin, ta­
rihte ilk defa kurulmuş olan işçi-Köylü sosyalist
devletinin dış politikasının başlıca prensiplerini
formülleştirmiş ve barışla ilgili tarihsel kararna­
meyi ilan etmişti.
S.I. Aralov, 1918 yılında, doğrudan doğruya
Lenin'in emriyle Milli Savunma Bakanlığı Hare­
kat Şubesi Başkanlığı'na getirilmiş ve Lenin'in
önderliği altında, kızıl orduda ilk alay ve tümen­
lerin kurulması işiyle uğraşmıştı. Aralov, yabancı
devletlerin askeri müdahaleleri sırasında ve iç
savaş yıllarında Güney-Batı cephesinde, 12'inci
ordunun ve Cumhuriyetin Askeri ihtilal Şurası
Üyesi olarak bulunuyordu.
Kızıl ordunun iç savaşlarda kesin zaferinden
ve Polonya'ya karşı yürütülen askeri harekatın
sona erişinden sonra, S.I. Aralov, 1920 yılı eki­
minde, mütarekenin imzalanması ve Ukrayna sı­
nırlarının belirtilmesi için kurulan hükümet ko­
misyonunun başkanlığına seçildi. Polonya ile
barış andlaşmasının imzalanması çalışmalarına
aktif olarak katıldı.

10
Daha bu görüşmeler sırasında, S.I. Aralov'un
diplomatik kabiliyetleri ortaya çıkmış. S.I. Ara­
lov, devletinin Litvanya temsilcisi olarak bulun­
duğu sıralarda bu diplomatik kabiliyetlerini daha
da artmış olarak gösterdi.
Sovyetler Birliği'nin, durumun çok karışık ol­
duğu kemalist Türkiye'ye yetkili bir temsilci gön- ·

dermesi meselesi ortaya çıkınca, bu işe Aralov


uygun görüldü. Yoldaş Natsarenus'un kısa süren
misyonu hesaba katılmazsa, aslında S.I. Aralov,
lngiliz-Yunan istilacılarına ve içerdeki gericilere
karşı yürütülen milli-kurtuluş savaşının en karı­
şık ve en zor devrinde, Sovyetler Birliği'nin Tür­
kiye'de ilk elçisi olmuş oluyordu.
S.I. Aralov, Lenin'in verdiği direktiflerin ve
öğütlerin ışığı altında, bu mevkide Sovyetler Bir­
liği'nin menfaatlerini liyakatle temsil etti. Sovyet
halkı ile Türk halkı arasındaki dostluk ilişkilerini
güçlendirmek gibi büyük ve önemli bir iş gördü.
Yazarın hatıraları, uluslararası çok önemli
olaylarla dolu olan 1922-1923 devrini içine al­
maktadır.
Yazar, büyük sosyalist inkilabmm, doğu

11
halklarının - bu arada Ekim inkilabından sonra
emperyalist istilacılarına karşı ilk savaş bayrağı­
nı açmış olan Türkiye'nin - Milli Kurtuluş Savaş­
ları'nın gelişmesi üzerindeki etkilerini açık-seçik
göstermiş bulunuyor.
Türkiye'de bu savaşı, kabiliyetli bir general
olan Mustafa kemal Paşa idare etti. Mustafa Ke­
mal, ilerici subay ve erleri kendi çevresinde bir­
leştirmeyi başardı. Milli burjuvaziye dayanarak
emperyalist devletlere ve padişahın başında bu­
lunduğu içerdeki gericilere karşı milli savaşı or­
ganize etti.
Kitapta, o devir Türkiyesi'nin durumu canlı
bir biçimde tasvir edilmektedir. Sovyet misyonu­
nun, milli kurtuluş ateşiyle yanan Ankara'ya geli­
şini; S.I. Aralov'un, yeni Türkiye'nin idarecileriy­
le, kentlilerle, köylülerle yaptığı konuşmalan an­
latan sahifeler büyük bir değer taşımaktadır.
Okurların önünde, hiçbir çıkar gözetmeden bu
çetin savaş günlerinde genç Tükiye'ye etkili yar­
dımlarda bulunan Sovyetler Birliği'ne karşı Türk
halkında uyanan sempatinin hızla artışını göste­
ren inandıncı bir tablo canlanmaktadır.

12
Yazarın, canlı gerçeklere ve örneklere daya­
narak yeni Türkiye'nin lideri ve Sovyet dostluğu­
nun savunucusu Gazi Mustafa Kemal'in portre­
sini çizdiği bölümler, kitabın en önemli yerlerini
teşkil etmektedir.
Yazar, Mustafa Kemal'in halk önünde yaptığı
açık konuşmalardan, Türkiye'nin sıradan insan­
larıyla karşılaştığı zaman ileri sürdüğü düşünce­
lerden birçoğunu kitabına almış bulunuyor. Mus...
tafa Kemal okurların önünde, büyük Sosyalist
inkilabının, doğu halklarının milli kurtuluş savaş­
ları için taşıdığı tarihsel önemi bütün derinliğiyle
anlayan ve Türk-Sovyet dostluğunu yeni Türki­
ye'nin dış politikasının temeli olarak kabul eden
büyük bir devlet adamı olarak canlanmaktadır.
Yazarın cepheye yaptığı ziyaretler, onun, Türk
Milli Kurtuluş Savaşı'nın idarecileri olan Gazi
Mustafa Kemal, ismet, Fevzi ve Kazım Paşalarla,
Türk ordusu subay ve generalleriyle yaptığı ko­
nuşmalar çok değerli olup, tarihçiler için çok ya­
rarlı birer vesika niteliğindedir.
S.I. Aralov'un, dışardan Mustafa Kemal ile
bir düşüncede imiş gibi görünmelerine rağmen

13
işte, onun amansız düşmanları olan ve gerçekte
Batılı emperyalist devletlerle içerdeki feodal ge­
ricilerin yararına hizmet eden Tük devlet adam­
ları ile ilgili kişisel izlenimleri çok dikkate değer
bir nitelik taşımaktadır. Özellikle, Aralov'un, o
zamanki Türk Başbakanı Rauf Bey'le ve başka­
larıyla konuşmalarını anlatan satırlar Mustafa
kemal Paşa'ya karşı olan gerici muhalefetin ni­
teliğini açıklamak ödevini görmektedir.
Aralov, kitabında, Tük Cumhuriyeti'nin ku­
ruluşunu ve ülkedeki, kendisinin de tanık oldu­
ğu, ilerici yenilikleri anlatırken iktidara gelen
Türk milli burjuvazisine has ikizli karakteri de
açığa vurmaktadır. Milli burjuvazi, ülkenin milli
bağımsızlığı, üretim güçlerinin gelişmesi ve
ekonomik özgürlüğü için Türk halkının yabancı
istilacılara ve içerdeki inkilap düşmanlarına
karşı yaptığı mücadelede başa geçti. Ama, ay­
nı zamanda, Türkiye'nin iç ve dış durumunun
güçlenmesi oranında milli burjuvazi, her geçen
gün kendisi için daha büyük imtiyazlar elde
ederek, sayesinde yabancı istilacıları bozguna
uğrattığı ve derebeylik, sultanlık düzeninden

14
kurtulduğu, köylü ve işçi sınıfına tamamıyla
sırt çevirdi.
Kitabın, Boğazlar meselesi gibi en önemli
meselelerden birinin görüşüldüğü Lousanne
konferansına ayrılan bölümünde, yazar, konfe­
ransa katılan Türk delegelerinin durumu üzerin­
de tafsilatlı olarak durmaktadır. Bu konferansta
Türk delegeleri, Boğazlar meselesinde, konfe­
rans konuşmalarına katılan Sovyetler Birliği'nin
yardımına dayanarak Türkiye için çok elverişli
sonuçlar elde etmişlerdi. Bununla birlikte, Ara­
lov'un, Türk devlet adamlarıyla yaptığı konuş­
malardan, bayraktarlığını Lord Curzon'un yaptığı
lngiliz emperyalizminin: 16 Mart 1921 tarihinde
imzalanan Türk-Sovyet dostluk andlaşmasını
bozmak, kendisini Batı devletlerine daha kolay
bağlamak için yeni Türkiye'yi Sovyetler Birli­
ği'nden ayırmak gibi gizli emelleri meydana çık­
maktadır. Lausanne konferansı tablosunu anla­
tan yazar, aralarındaki çelişmenin doğurduğu ln­
giliz-Fransız düellosuna rağmen, gerek bu dev­
letlerin, gerek ltalya'yla, Birleşik Amerika'nın
Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dostluğu

15
bozmak gibi ortaklaşa bir isteğin çevresinde bir­
leştiklerini, çünkü bu dostluğun, emperyalist
devletlerin, özellikle doğudaki istilacı amaçları­
na ciddi bir engel teşkil etmekte olduğunu açık­
ça belirtmektedir.
Okurlar, kitapta, Mustafa Kemal'in Türk ha­
yatında yaptığı reformlarla ilgi ile tanışacaklar­
dır. S.I. Aralov'un hatıralarının bu konu üzerine
yazılmış sahifeleri, akıldan çıkmayacak olaylarla
ve gözlemlerle zengindir.

D.Yuditski

16
TÜRKİYE'YE ATANMAM

1 92 1 yılı Kasım ayının başında, Sovyetler Birliği'nin


Litvanya elçisi olarak bulunduğum Kovno'dan Mosko­
va'ya çağrıldım. Burjuva Litvanya'sında, benim için ta­
mamıyla yeni ve bilmediğim bir çalışma alanı olan Sov­
yet diplomatının ilk stajını görmekte idim. Ekim ihtilali­
nin ilk yıllarını, iç savaş cephelerinde, askeri işlerde ge­
çirdim. Büyük yurdumu başka ülkelerde, hem de birden
bire, elçi olarak temsil edeceğimi hiçbir zaman aklıma
getirmemiştim.
Moskova'ya geldim. Dışişleri Komiseri G.V. Çiçerin
elçi olarak Türkiye'ye gitmemi teklif etti.
- Ciddi bir iş, büyük bir sorumluluk, diye aklımdan
geçirdim. Acaba üstesinden gelebilecek miyim?
Türkiye... Kısa bir süre önce Küçük Asya'yı, Bal­
kanlar'ı, Mısır'ı elinde bulunduran büyük bir devletti ...
Gerçi şimdi ikinci sınıf bir devlet haline getirilmiş bulu­
nuyor, ama yine de dünya diplomasisinde büyük bir rol
oynamaktadır. Çanakkale Boğazı, Karadeniz' in anahtarı
sayılan İ stanbul Boğazı Türkiye'nin elinde ... Büyük dev­
letleri doğuya, İran'a, Hindistan'a, Suriye'ye, Irak'a gö­
türen yollar Türkiye üzerinden geçmektedir. Dumanı üs­
tünde bir Ermeni meselesi . . . Kürt meselesi .. pan-isla­
mizm, pan-Türkizm gibi meseleler... Üstelik şimdi orada
bir de savaş var. . Başında Mustafa Kemal olduğu halde
yeni Türkiye, emperyalist devletlerle ve onların maşası
Yunanistan'la, İ stanbul'da itilaf ordularının himayesinde
bulunan padişah hükürnetiyle savaşmaktadır.

17
Bir yığın şüphe kafama üşüştü. Bu şüphelerimi Çi­
çerin'e açtım. Çiçerin gözlüklerinin üstünden bana baktı.
Oldukça birbirini tutmayan sözlerimi sonuna kadar dinle­
di ve konuşmaya başladı.

ÇİÇERİN'LE GÖRÜŞME

Çiçerin:
- İşçi-köyiü devletini kimlerin kurduğunu, hiç dü­
şündünüz mü? Diye söze başladı. İşçiler, köylüler, ilerici
aydınlar kurdu. Bizler sanki, anadan doğma diplomat mı­
yız? Diplomat olmak için bir öğrenim mi gördük? Siz de
Çarlık ordusunda cephe komutanı değildiniz, ama yine
de iç savaşta ordular idare ettiniz. Uluslararası cephede
doğru iş görürsek partimiz bizi her zaman destekleyecek­
tir. Bu iş için neden sizi seçtik? Bunun iki nedeni var. Bi­
rincisi, siz askersiniz, Türkiye ise bir iç savaş içindedir.
İkincisi, ben sizin Litvanya'daki çalışmalarınızı izledim.
Oradaki çalışmalarınız olumludur.
Çalışmalarımın böyle övücü sözlerle değerlendiril­
mesi beni sevindirdi ve heyecanlandırdı. Kendimde bir
sözcük olsun söylemek gücünü bulamıyor, susuyordum.
G.V. Çiçerin gözlüklerini çıkardı. Oturmakta olduğu
koltuğun arkalığına iyice yaslandı ve sözlerine devam etti:
- Bir diplomatın kültürlü olması gerek. Kültür, bazı­
larının sandığı gibi, yemekte balığı bıçakla kesmemek
değildir. Dış alışkanlıklar çabucak benimsenebilir. Ger­
çek kültür, bilginin edinilmesi ve benimsenmesi, geçmi­
şin kültür mirasına sahip çıkılması, bu mirastan akıllıca
ve eleştirmeci bir gözle yararlanılması, durumun ve ko­
şulların doğru olarak değerlendirilmesidir.

18
Örnek olarak cephedeki arkadaşlarınızı alınız! Ordu­
ların içinde dipomatik alanda çalışmalarını serbestçe tav­
siye edebileceğiniz kişiler pekala vardır. Geçenlerde tü­
men komutanlarımızdan, kömür madeni işçisi Jloba -her­
halde kendisini cepheden tanıyacaksınızdır- parlak bir
diplomat olarak kendisini gösterdi: Aramızdaki anlaşma­
yı çiğneyerek Batum'u işgal eden, Türk generali Kazım
Karabekir Paşa'yı, bu şehri boşaltmaya ikna etti.
Georgi Vasilyeviç Çiçerin, bu konuşmamızda, bana
birçok pratik öğütler verdi ve şunları söyledi:
- XIX. yüzyıl Avrnpa politikası meselelerini öğren­
meniz, emperyalist savaşın çıkış nedenlerini incelemeniz
gerek, bu konuda Lenin' in eserleri size büyük ölçüde
yardımcı olabilir. Versailles, Sevres ve öteki andlaşmala­
rı, Türkiye ile imzalanan Mondros savaş bırakışmasını
(mütareke) tafsilatlı olarak inceleyiniz .. Talleyrand, Met­
temich, Bismarck gibi XIX. yüzyıl diplomatlarının en
önemli yanlarını bilmek gerekmektedir. Rus diplomatla­
rının çalışmalarım inceleyiniz! Türkiye ile ilgili olarak,
bu devletin tarihini, Çarlık Rusyası 'nın onunla yaptığı
andlaşmaları bilmek zorundasınız .. . Birleşik Ameri­
ka'nın, Almanya'nın, Fransa'nın ve öteki kapitalist dev­
letlerin Türkiye'de izledikleri politikayı öğreniniz. Türki­
ye ile ilgili ekonomik meseleleri günü gününe izleyiniz.
Bu, temellerin temelidir.
Çiçerin son söz olarak:
- Sovyet diplomatı haysiyetine çok değer vermek, ar­
kasında her zaman büyük işçi-köylü devletinin bulundu­
ğunu hissetmek, bununla birlikte şımarmamak, dürüst ol­
mak zorundadır. Sovyet diplomatı, çeşitli karışık durum-

19
larda serbest ve korkusuzca davranmalı, düşmanlarının
hile ve usullerini elden geldiğince iyi bilmelidir. Her şey­
den önce gerçeği ele geçirmeye çalışınız. Şu ya da bu po,.
litik meselenin konuşuluşunda her zaman açık olunuz.
Önünüze konulan bir meseleye cevap vermekte güçlük
çekerseniz, daha sonra cevap vereceğinizi veya hüküme­
tinizden soracağınızı söyleyerek onu erteleyiniz. Ya da
düpedüz, bu meseleyi bilmediğinizi söyleyiniz. Doğruluk
her zaman saygı uyandırır.
G. V. Çiçerin, konuşmamızda, büyük bir açıklıkla,
yeni Türkiye'nin bağ1msızlık için yaptığı savaşın ve bu
kurtuluş savaşında Mustafa Kemal ' in oynadığı önemli
rolün bir tablosunu çizdi.
3 8 yıl (*) sonra konuşmamızı ·kelimesi kelimesine
anlatmak, tabii mümkün değildir. Ama bu konuşmanın
anlamı ve bazı misalleri aklımdadır. Bu konuşma aslında
bir diplomasi dersi idi. George Vasilyeviç Çiçerin'e çok
minnettardım. Şu anda bütün bunlar okurlara ilkel görü­
nebilir.. Ama Sovyet diplomasisinin doğuş günlerinde bu
konuşma bana birçok şeyler verdi. Lenin'in dışişleri ko­
miserliği idaresini kendisine emanet ettiği Çiçerin, bu ba­
kımdan kültürlü bir adam ve usta bir diplomattı.
Lenin, Çiçerin'e büyük bir değer verir, onun için:
- Çiçerin, olağanüstü, vicdanlı, akıllı, bilgili bir
adam, derdi. Böylelerine değer vermek (**) gerek.
Türkiye'ye gitmeye razı oldum. Çiçerin ayağa kalktı.
Boynundaki kalın atkısını düzeltti:

(*) s.t. Aralov'un bu eseri 1960 yılında yayımlanmıştır.


(**) "Lenin'in toplu eserleri . XXXVI" 1959.
..

20
- İ şte bu iyi dedi. Hazırlanın. Bütün çağdaş vesikala­
rı dikkatle inceleyin. . . Hazırlanmanız için size iki hafta
veriyorum.
Hala şüphelerden kurtulamamıştım, ama hükümetin
bana gösterdiği güvenden memnun bir halde dışişleri ko­
miserliğinden çıktım.
Vakit gece yarısını bir hayli geçiyordu .. Zayıf ışıklan­
dırılmış Moskova caddeleri tenha idi. Kar yağıyordu. Bu
hafif soğukta derin derin solumak çok iyi oluyordu. Çi­
çerin 'le konuşmalarımız üzerine, Çiçerin' in kendisi üze­
rine düşüncelere dalmış bir halde yürüyordum.

DOSTLUK İLİŞKİLERİNİN BAŞLAMASI

Türkiye durumunun ve onun çevresinde meydana


gelen uluslararası durumun dikkatli bir incelenmesiyle
iki, üç hafta geçti.
Sgvyetler Birliği ile yepi, inkılapçı Türkiye (ya da o
zamanlar başındaki lider Mustafa Kemal'in adına uyula­
rak denildiği üzere Kemalist Türkiye) arasındaki karşılık­
lı ilişkiler, daha 1 920 yılının ilk yansında, yani Rusya'da­
ki iç savaşın en ateşli bir safhasında kurulmaya başlamış­
tı. Kızılordu Deniken'e son darbeyi indiriyordu. Ama iti­
laf devletleri bize saldırmak üzere Polonya'yı hazırlıyor­
lardı. Vrangel beyaz ordusu kuruluyordu. Sovyetler Birli­
ği zor bir durumda bulunuyordu. 1920 yılı Nisan'ında,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yurdunun milli menfaat­
lerini bilen Mustafa Kemal Paşa'nın teklifiyle, Sovyetler
Birliği'ne bir mektup göndererek, Sovyetler Birliği'nin,
emperyalistlerle yaptığı savaşta, inkılapçı Türkiye 'ye

21
yardımda bulunacağı ümidini belirtti. O zamanlar Mos­
kova le Anadolu arasında doğrudan doğruya bir bağlantı
yoktu. Bu mektup ancak 1 920 yılı 1 Haziran'ında alındı.
Çiçerin, Lenin'den aldığı direktif üzerine hemen Mustafa
Kemal Paşa'ya cevap verdi. Bu cevapta, Sovyetler Birliği
hükümetinin, Büyük Millet Meclisi'nin deklarasyonunu
büyük bir memnunlukla kabul ettiği ve iki devlet arasın­
da hemen diplomatik ve konsolosluk ilişkilerinin kurul­
ması teklif edildiği belirtilmekte idi.
1 920 yılının sonlarına doğru, Lenin'in genç Türki­
ye 'ye yaptığı fevkalade bir yardım olayı geçmiştir. Bu
olayı Çiçerin'in sözlerinden naklediyorum. Üç Türk sa­
vaş gemisi padişah hükümetine katılmak istemediklerin­
den Sinop 'ta İngilizler tarafından yakalanmış ve silahtan
arındırılmışlardı. Gemilerin başta subayları olduğu halde,
yürekleri yurt sevgisiyle dolu 1 50 kişilik mürettebatı, İn­
gilizlerin elinden kaçmayı başarmışlardı. Mustafa Kemal
Paşa, yardım etmesi için Sovyet hükümetine başvuruyor.
Lenin, Karadeniz'deki kızıl filo ile hemen temasa geçe­
rek her ne türlü olursa olsun, gemilere bir barınak temini­
ni, donatım ve yiyeceklerini sağlamasını ve onları Musta­
fa Kemal Paşa'nın meşru yeni Türk hükümetine teslim
etmesini Çiçerin'e emrediyor.
Çiçerin, Karadeniz Azak kıyıları savunma amiri
A.A. Kondratyev'i direkt hat üzerinden bularak, "Hayret­
tin Reis", "Preveze" savaş gemileriyle "Şahin" askeri ta­
şıt gemisinin muhafaza altına alınması hakkında Lenin'in
emrini kendisine bildiriyor.
Türk gemileri, Gelincik'in güneyinde kabul edilmiş­
ler ve selametle Novorosiysk'e, kıyı savunma teşkilatımı-

22
zın himayesine verilmişler ve tarafımızdan silahlandırıl­
mışlardır. Gemilerin bir Sovyet limanında bulunduklarını
öğrenen Mustafa Kemal Pa şa, Sovyet hükümetine ve ma­
halli deniz makamlarına bir teşekkür telgrafı göndermiş­
ti. Gemiler, 1 921 yılı başlarında genç Türkiye'ye geri ve­
rilmişlerdir.
Kemalist Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir
ilişki kurulmasına daha önce de girişilmişti. "Yeni Gün"
gazetesinin sahibi tanınmış Türk gazetecisi Yunus Nadi
Bey'in Türkiye'de bulunduğum sıralarda, bana S(lnradan
anlattığına göre, daha 1 9 1 9 yılı yazında, Sovyet hüküme­
tiyle bir ilişki kurmak ve Türkiye'de olup bitenleri anlat­
mak üzere, kendisi Moskova'ya gitmeye çalışmıştır.

SOVYETLER BİRLİGİ YENİ TÜRKİYE'NİN


CANDAN DOSTUDUR

Yunus Nadi Bey, konuşmamızda, Türk milli kurtuluş


hareketi taraflılarının, daha hareketin doğuşu sıralarında,
Sovyetler Birliği'nin yeni Türkiye 'nin hiçbir çıkara da,.
yanmayan candan dostu olduğunu anladıklarını bana
söylemişti. Türk gazetecisi, şöyle konuşmuştu:
- Biz genç Sovyet hükümetinin doğudaki milli hare­
ketlere yardım ettiğini duyduk. Sovyet hükümetince ya­
yımlanan, Türkiye 'nin paylaşılmasıyla ilgili Çarizmin
gizli anlaşmaları, Çarlık Rusyası'nın, Fransa'nın, İngilte­
re'nin, İtalya'nın, Türk halkına karşı besledikleri istilacı
niyetleri açığa vurdu.
Yunus Nadi Bey sözlerine şöyle devam etmişti:
- İttihatçıların, memleketin kanını, canını, zenginli-

23
ğini, Alman emperyalizmine sattıkları bizim için apaçık
bir şeydi. Osmanlı devletinin şimdiki idarecileri, başta
padişah olmak üzere, Türkiye"yi, İngilizlerin, Fransızla­
rın, İtalyanların ve Yunanlıların egemenliğine teslim etti­
ler. Çiçerin çok doğru söylüyor: Memleketin kurtuluşu
bizim elimizdedir, düpedüz bizim elimizde. O, emperya­
lizmle savaşmak için Türkiye ile Rusya'nın güçlerini bir­
leştirmelerini teklif etti. Sovyet hükümetinin Türk halkı­
na seslenişi, bizi çok duygulandırdı ve canlandırdı. Buna
karşılık da bizim gericileri kudurttu. Biz, Türk Milli Kur­
tuluş Savaşı idarecilerinin Sovyet Rusya ile Bolşeviklerle
dostluk ilişkileri kurması gerektiğini anladık.
Yunus Nadi Bey, Batılı devletlerin o yıllarda Milli
Kurtuluş Savaşı idarecilerini "Bolşevizm tehlikesi" ile
korkutmaya çalışarak, nasıl Sovyetler Birliği ' ne karşı
düşmanca bir propaganda yürüttüklerini anlattı. Yunus
Nadi Bey sözlerine devam ederek:
- Ama bu tehditler bizi korkutmadı ve korkutmuyor,
dedi. Birinci Dünya Savaşı sonunda biz Türkler, itilaf
devletlerince kelimenin tam anlamıyla dize getirilmiştik.
Rusya'daki ihtilal ve itilaf devletlerinin bize saldırışı, em­
peryalizmin, Doğu halklarının yağma edilmesinde, ezil­
mesinde oynadığı rol üzerine gözlerimizi açtı. Siz Deni­
ken ordularını ve onların müttefiklerini bozguna uğrattı­
ğınız zaman, biz ·başarınızla öğünmüş ve bu başarınıza
sevinmiştik. Beyazları Odesa'dan denize döktüğünüz za­
man da size hayranlık duymuştuk. Milli Kurtuluş Savaşı
idarecileri, birçok seferler, Türk halkının emperyalistlere
karşı savaşında, sizlerden bir yardım görmenin mümkün
olup olamayacağını anlamak için Bolşevik Rusya'ya git-

24
me çarelerini aramışlardır. Mustafa Kemal, Bolşevik
Rusya ile yapılacak bir anlaşmanın, Türkiye 'nin özgürlü­
ğünü sağlamaya yardımı dokunacağına kesin olarak inan­
mıştı.
Yunus Nadi Bey, Türk Milli Kurtuluş Savaşı'nın,
Sovyetler Birliği'nin iç savaşında geçen olaylarla, birçok
alanlarda ortaklaşa bir karakter taşıdığını da söyledi.
Yunus Nadi Bey'in sözleri üzerinde böylesine ayrın­
tılı olarak durmamın sebebi Sovyet hükümetinin Doğu
halklarına seslenişinin Türk ilerici çevrelerinde ne büyük
bir etki yaptığını göstermek içindir. Bu, Lenin' in milli
politikasının yürürlükteki durumu idi.

İTİLAF DEVLETLERİ, TÜRKİYE VE


SOVYET RUSYA

Vesikaları ve materyalleri tafsilatlı olarak incele­


mem, bana, itilaf emperyalistlerinin Sovyetler Birliği'ne
Kemalist Türkiye'ye ve bunların arasında kurulan dost­
luk ilişkilerine karşı yönelttikleri askeri· ve diplomatik sa­
vaşın, yavaş yavaş tam bir tablosunu çizmek imkanını
sağladı.
Eğer Kayser Almanya'sı Birinci Dünya Savaşı'nda
Türkiye'yi askeri uydusu haline getirdiyse, savaştan son­
ra, Mondros Mütarekesi ve Sevres andlaşması sonucunda
itilaf devletleri Türkiye'yi parçalamaya, politik ve ekono­
mik bakımdan büyük emperyalist devletlerin, tam anla­
mıyla egemenliği altına girmeye mahkı1m etmişlerdi.
Padişah hükümetinin ihanetine, Türkiye 'nin birçok
bölgelerinin Fransızlar, İtalyanlar, İngilizler ve Yunanlı-

25
lar tarafından işgal edilmesine, padişah taraftarlarının
birçok bölgelerde körükledikleri gerici isyanlara rağmen,
dört yıllık bir savaşın bitkin bir hale getirdiği Türk halkı,
özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak için istilacılara
ve kendisini ezen yerli derebeylerine karşı baş kaldırdı.
Türk feodalleri, halkı aldatmak ve genç Türkiye'nin birli­
ğini bozmak için, Mustafa Kemal Paşa'nın deyimiyle
şeytanca tertiplere başvurmuşlardır. Yine bunlar, Batılı
emperyalistlerin isteğine boyun eğerek, Türkiye ile Sov­
yetler Birliği arasında dostça ilişkilerin kurulmasına da
engel olmuşlardır.
Gerçi İngiltere ile Fransa arasında çok ciddi ekono­
mik ve toprak anlaşmazlıkları, daha başka anlaşmazlık­
lar, Türkiye ile ilgili, çıkar çelişmeleri yok değildi. Ama
yine de Sovyetler Birliği 'ne karşı ortaklaşa, düşmanca bir
politika gütmekte idiler. İngiltere, Yakın Doğu'da ve Ona
Asya'da ( İran, Afganistan, Buhara, Türkiye) Sovyetler
Birliği 'ne karşı gerici bir cephe kurmaya çalışıyordu. İn­
giltere, Türk-Sovyet yakınlaşmasını baltalamak için ajan­
larıyla -Pan İ slamizm ve Pan Türkizm akımı aracılığı ile­
Türkiye'de ve doğunun başka ülkelerinde az emek harca­
mamıştır.

YAPILAN MÜCADELEDE
ENVER PAŞA'NIN ROLÜ

Bununla bağlı olarak, eski İttihat ve Terakki Partisi li­


deri Enver Paşa'nın oynadığı rolü hatırlatmak yeter. Enver
Paşa, İngilizler'e Arabistan'da kum çölünü vemıek, Tür­
kistan 'da da Cengiz Han İmparatorluğu tipinde bir Orta

26
Asya İmparatorluğu kurmak amacını güden birtakım plan­
larla dolaşıp duruyordu. Enver Paşa, bu amacına erişmek
için bir "İ slam ordusu" kurmak niyetinde idi. Bu tasarısını
maskelemek için de boşu boşuna "komünizm taraflısı"
olarak görünmeye çalışmıştı. 1 920 yılı Eylül ayının ilk
günlerinde Bakü'de toplanan doğu milletleri kongresinde,
Enver Paşa'nın isteği üzerine, kendisinin kaleme aldığı bir
"deklarasyon" okunmuştu. Enver Paşa bu deklarasyonda,
Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'na Almanya'dan yana
katılmasını haklı göstermeye çalışıyordu. Deklarasyonda
ileri sürülen iddialara göre İngiltere, Fransa ve Çarlık Rus­
ya'sının Türkiye'yi tamamıyla esaret altına almak, mahvet­
mek isteklerine karşı, Almanya hiç değilse Türkiye'ye ya­
şama hakkı tanıyacaktı. Enver Paşa kongrede, Sovyet Rus­
ya'nın dostu olduğuna yeminler etmişti.
Bu büyük maceracı, i steyerek veya i stemeyerek
"deklarasyon"unda Türkiye'nin emperyalizmle savaşmak
zorunda olduğu, Doğu milletlerinin Sovyetler Birliği'ne
büyük bir umutla baktıkları gerçeğini söylemişti. Ama
Bakü Kongresi delegelerinin anlattıklarına göre, Enver
Paşa, gerçekte Biçerahov (*) kazaklarının ve çarlık gene­
rallerinin yardımıyla, Sovyet iktidarını devirme1': için Da­
ğıstan'da inkılaba karşı bir ayaklanma düzenlemişti. En­
ver'in arkadaşları ittihatçı İzzet (**) ve Halil Paşalar, Ta-

(*) L. Biçerahov: İngilizlerin emrinde bulunan Beyaz Eser Partisi Kazak


Birliği elebaşılarından biri idi. 1 9 1 8 yılı Temmuzunda lngilizlerin B akü'yü iş­
gal hareketine katıldı. Deniken'in emriyle Petrovsk'u eline geçirdi, H azar De­
nizi ötesi ve Tversy inkılap aleyhtan hükümetlerini kurdu. Biçerahov ordusu
dağlı köylülerin darbeleriyle bozguna uğradı. Kızılordu birliklerince imha edil­
di. Biçerabov lngiltere'ye kaçtı.
(**) Yusuf lzzet P aşa.

27
man emekçilerine karşı harekatta bulunmak için Dağıs­
tan' a girmişler, Bolşevikleri tutuklayıp ağıllan ve köyleri
yakmışlardı. Ama dağlı fakir köylüler, Biçerahov birlik­
leriyle Enver'in arkadaşlarını püskürtmüşler, Dağıstan
şehirlerini kurtarmışlar ve kızılordu ile birleşmişlerdi.

TÜRKİYE'Yİ SOVYETLER'DEN AYIRMAYA


ÇALIŞIYORLAR

Padişah hükümetinin gerici güçleri, Almanya, sonra­


lan İngiltere ve Fransa, daha 1 9 1 8- 1 92 1 yıllarında, Gür­
cistan'da, Ermenistan'da, Azerbaycan'da sınır hadiseleri
çıkarmışlardı. SonraJan Batum'un, Bakü'nün, Ermenis­
tan'ın işgali bunu izledi.
İngiliz ve Fransız emperyalistleri, yeni Türkiye ile
Sovyetler Birliği arasında direkt bir bağlantıyı önlemek
için Kırım ile Güney Kafkasya'yı ellerinde bulundur­
maya büyük bir önem veriyorlardı. Kırım'da General
Vrangel, Güney Kafkasya'da Gürcü Menşevikleri, Er­
meni Taşnakları, Azerbaycan müsavatçıları bu amaca
hizmet ediyorlardı. Yunanlıların Trakya'yı, Edirne 'yi,
itilaf devletlerinin İ stanbul 'u işgal etmeleri, Sovyetler
Birliği ile Türkiye arasındaki bağlantı yollarını kapa­
makta idi.

MENŞEVİKLERİN HAİNCE ÇALIŞMALARI

Lenin, daha 1 9 1 8 yılı haziranında, Güney Kafkas­


ya Menşeviklerinin Türk emperyalistleriyle bir anlaşma

28
imzaladıklarını söylemişti. Bir ay sonra ise Menşevikler,
.
İngiliz emperyalistlerinden yana olmuşlardı: Bakü Şura­
sının 2 5 Temmuz 1 9 1 8 tarihli toplantısında Bolşeviklerle
solcu eserlerin S. R. Sosyalist Revolüsyoner yanı ihtilalci
sosyalist 236 oyuna karşı, sağcı eserlerin, Taşnakların ve
'
Menşeviklerin 259 oyu ile İngilizlerin Bakü'ye çağnlma­
ları karar altına alındı. Stepan Şaumyan, kabul edilen bu
kararın, işçi ve köylüler hesabına yüz karası ve bir ihanet
olduğunu bildirdi.
Stalin, 26 Ekim 1 920 tarihinde, Vladıkafkas'tan Le­
nin' e çektiği telgrafta şöyle diyordu:. "Vandervelde ' ın
Gürcistan'a gelişi boşuna değildir. Gürcistan, Batum'u
itilaf devletlerine vermeye, belki de Vrangel'e geri çekil­
me yolunu açmaya, ayrıca Bakü'ye taarruza hazırlanı­
yor."
2 9 Ekim tarihinde Lenin, Stalin'e şu cevabı verdi:
"Gürcistan'ın Batum'u itilaf devletlerine, belki de gilice,
vereceğine, itilaf devletlerinin Bakü üzerine yürüyecekle­
rine hiç şüphe etmiyorum. Acele savunma tedbirleri dü­
şününüz ve alınız ..."
F. Maharadze, Gürcü Menşeviklerinin haince davra­
nışlarının karakterini çizerken, Gürcü Menşeviklerinin
Kemalist Türkiye ile Sovyetler Birliği'nin arasını açmaya
çalıştıkların� ve Batum şehrini de içine almak üzere Ar­
dahan, Artvin, Batum bölgelerini Türkiye'ye vermek için
çaba harcadıklarını hatıralarında yazmaktadır.
Gerçekte bu, Sovyetler Birliği'ne karşı kurulmuş in-

29
kılap aleyhtarı bir cephe idi. Ama bu birleşik cephede ba­
zı çatlaklar vardı: Güney Kafkasya zenginliklerinin elde
edilmesi, ekonomik pozisyon politik etkiler yüzünden
kulis arası bir savaşa gidiyordu. Burjuva milliyetçilerinin
ve Menşeviklerinin yardımı ile İngiltere, Fransa, Birleşik
Amerika Bakü petrollerini ele geçirmeye, Çiatur manga­
nezlerine ve Güney Kafkasya'nın öteki doğal zenginlik­
lerine el atmaya çalışıyorlardı.

BATI EMPERYALİSTLERİ
GÜNEY KAFKASYA'DA

İngiltere, 1 9 1 8 yılı sonlarından 1 9 1 9 yılı ortalarına


kadar Güney Katkasya'da, Türk-Alman ordularının mağ­
lubiyetinden sonra onların yerini alan kendi ordularını
bulundurmuştu. İngiliz işgali Batum'da 1 920 yılı ortaları­
na kadar sürdü. Fransa da, Batum bölgesinde bir etki ala­
nı kurmak sevdasında idi. Fransız Amerikalı Dumenil,
Gürcü Menşeviklerine, Fransız savaş filosunun yardımını
teklif etmişti. İtalyan savaş gemileri de, birşeyler kapabi­
lir miyiz diye, Batum limanını ziyaret etmekten geri kal­
mıyorlardı. Fransız destroyerleri Karadeniz'de Rus gemi­
lerine saldırıyorlardı.
Güney Kafkasya'da İngiltere ile Birleşik Amerika
arasında bir yarışma gelişmekte idi. Nitekim, 1 9 1 9 yılın­
da, yakın doğudaki Amerika misyonu başkanı Harbord,
hükümetine, yalnız Ermenistan' ın değil, Güney kafkas­
ya'nın da mandaterliğini almasını teklif etmişti.
Öte yandan İngiliz emperyalistleri de, Birleşik Ame­
rika'nın ve öteki müttefiklerinin bu bölgedeki nüfuzunu

30
z ay ı fl atmaya ç a l ı şıyorlardı. İ ngiltere, Amerikan
"Standard Oil " şirketinin, petrol satın alma konusunda
Azerbaycan petrol sanayicileriyle yaptığı anlaşmayı boz­
dumiayı başardı. Yine İngiltere, Fransa'nın, kendi savaş
filosu için petrol satın almasına engel oldu. Bu durumu
ele alan Fransız gazeteleri : " İngiliz dostlarımız, petrol
borularını, petrol vagonlarını, petrol sarnıçlarını kontrol
ederek, onların rızası olmadan petrol ihracına izin verme­
mektedirler, rıza gösterdikleri de hiçbir zaman görülme­
miştir" diye sitemli yazılar yazmışlardır. Buna karşılık
İngilizler vakitlerini hiç de boş geçirmemişlerdir. Britan­
ya centilmenlerinin, yarım milyon ton petrol, bir o kadar
da manganez alıp götürdüklerini söylemek yeter.
Tütüne ve başka mallara bile el atmaktan çekinmedi­
ler, bütün bunlardan başka, devlet bankasının Bakü şube­
sini tamtakır bir hale getirdiler.
Emperyalist devletlerin idarecileri, Menşevik Güney
Kafkasya Cumhuriyeti'ni kendi sömürgeleri gibi kullanı­
yorlardı. Onlardan düpedüz Sovyet Rusya'ya karşı sava­
şan beyaz generallere yardım etmelerini istiyorlardı.
1 920 yılı 2 Ocağında Çiçerin, Sovyet hükümeti adı­
na, Azerbaycan Müsavat hükümetine ve Gürcistan Men­
şevik hükümetine, Deniken'e karşı, Sovyet hükümetiyle
bir askeri ittifak yapmalarını teklif etti. Böyle bir teklif­
ten fena halde şaşıran Menşeviklerle Müsavatcılar, ne
yapmaları gerektiğini öğrenmek için itilaf emperyalistle­
rine başvurdular. İtilaf devletlerinin yüksek konseyi Cur­
zon'un teklifi üzerine, 12 Ocak 1 920 tarihinde, acele ola­
rak, Gürcistan hükümetiyle Azerbaycan hükümetini fi­
ilen tanıdı. Ermenistanla ilgili kararını da, Türk meselesi-

31
nin görüşülmesine kadar erteledi. Bu "tanıma" , Güney
Kafkasya Cumhuriyetleri'ni Rusya'dan koparmak ve hu­
kuken bu devletlerin içişlerine açıkça karışmak hakkını
kazanmak için yapılmıştı.
1 9 Ocak 1 920 tarihinde de, Paris 'te, Churchil' in,
Wilson'un Menşeviklerden Tseretelli ile Çehidze ' nin
Azerbaycan Müsavatçılarından Topçibaşev ile Mahera­
mov'un katılmasıyla yapılan bir toplantıda Güney Kaf­
kasya'ya silah, cephane, asker yardımında bulunulması­
na karar verildi. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan
devletlerine, Sovyetler Birliği ile Deniken arasındaki sa­
vaşta resmen tarafsızlıklarını ilan etmeleri, ama el altın­
dan da, Dağıstan'la Kuzey Kafkasya'yı işgal etmeleri
için Çarlık generallerine yardım etmeleri teklif edildi.
Gürcistan Menşevikleri emperyalistlerin isteklerini yeri­
ne getirdiler. Deniken Kızılordu tarafından bozguna uğ­
ratılınca, bozguna uğramış Deniken tümenlerinin artıkla­
rını kendi topraklarında barındırdılar ve Kınm'da general
Vrangel ordusuna katılmalarına yardım ettiler.
Gürcistan'ın Menşevik liderlerinden Noy Jordaniya,
Gürcistan'ın sözüm ona "Kurucu Meclis"inde Batı em­
peryalistlerini Doğulu fanatiklere tercih ettiğini söyle­
mek suretiyle Menşeviklerin durumunu açıkça ve küstah­
ca belirtmişti.
Azerbaycan müsavatçıları da bunlardan iyi davran­
mış değillerdi. 1 920 yılı Ocak ayında, Rus Bolşevik Par­
tisi Politbüro toplantısında, Çiçerin'in, Müsavat hüküme­
tiyle alıp verilen notaların sonuçlarıyla ilgili raporu görü­
şülürken, Lenin'in teklif ettiği aşağıdaki karar sureti ka­
bul edilmiştir:

32
"Deniken'e karşı, birlikte askeri harekatta bulunmak
teklifimizi reddettiği ve Hazer Denizi'nde bize karşı ha­
rekatta bulun:ın İngiliz birliklerine yardım ettiği için,
Azerbaycan hükümetine karşı güdülecek politikada bü­
yük bir dikkat ve güvensizlik göstermesi konusunda dı­
şişleri komiserliği görevlendirilmelidir. Dışişleri Komi-
. serliği, her milletin emekçi halklarının kendi alın yazıla­
rını kendilerinin belirtmeye haklan olduğu konusundaki
değişmez görüşümüzü bütünkesinliğiyle işaret ederek,
Azerbaycan hükümetinin bu çeşit davranışını şiddetle
protesto etmelidir."

GÜNEY KAFKASYA'DA SOVYET İKTfDARI


İÇİN MÜCADELELER

Güney Kafkasya'da, işçi ve köylüler, Sovyet iktidarı


için mücadele etmek üzere teşkilatlandırılırken yalnız
komünistler, emperyalistlere karşı duruyorlardı. Ama
bunlar, gizli çalışmak zorunda idiler. Güney Kafkasya
gizli bölge komitesi (F. Maharadze, A. Mikoyan, M. Ora­
helaşvili, M. Tsihakaya ve başkaları) kuruldu. 1 1 'inci
Kızılordu'nun askeri ihtilal komitesi üyesi S.M. Kirov,
bu bölge komitesiyle sıkı sıkıya bağlı idi. Rus Bolşevik
Partisi merkez komitesi, Kirov'un aracılığıyla Güney
Kafkasya Bolşeviklerine yardım etmekte idi.
Güney Kafkasya Cumhuriyetleri' nin emekçileri,
kendi Bolşevik teşkilatlarının önderliği ile Menşevik,
Müsavatçı, Taşnak hainlerine karşı baş kaldırarak ve Kı­
zılordu'dan da yardım görerek kendi cumhuriyetlerini
kurtardılar ve Sovyet idaresini ilan ettiler. İlk isyan eden-

33
ler, Azerbaycan emekçileri oldu. Buisyanı teşkilatlandır­
ma rolünü, Bakü işçileri oynamışlardır.
Kızıl Hazer filosu gemilerinden "Kars" ve "Arda­
han" İngiliz birliklerinin elinde bulunan Enzeli (Pehlevi)
limanına karşı kahramanca bir sefer yaptılar ve İngiliz
generali Shampeyn'i, Sovyetler Birliği'ne ait olan savaş
gemilerini teslim etmek ve Enzeli'yi boşaltmak zorunda
bıraktılar.
Azerbaycan işçi ve köylüsünün bu zaferi bu sıralarda
itilaf devletlerinin birleşik güçlerine karşı erkekçe savaş­
makta ol�n komşu Türk halkının, emperyalistlere karşı
mücadelesinde başarı umudunu güçlendirdi.
Ama Müsavatçılar yatışmadılar, 1 920 yılı Mayıs-Ha­
ziran aylarında, xukanda sözünü ettiğimiz Nuri Para (En­
ver Paşa'nın kardeşi) ile birlikte Gence'de isyan ettiler.
Şiddetli savaşlardan sonra isyan bastırıldı. Nuri Paşa ve
öteki elebaşılar, İran'a kaçtılar.
Yeni Türkiye'nin, kendilerinden ilerde söz edeceği­
miz öteki düşmanları Kazım Karabekir, Refet Paşalarla
Rauf Bey ve diğerleri iki yüzlü davranmakta idiler. Bun­
lar, işte, Sovyetler Birliği ile genç Türkiye arasındaki
dostluk ilişkilerini bozmaya çalışıyorlardı. Ama, bunların
gizli entrikaları haşan sağlayamıyordu.

ERMENİSTAN İLE TÜRKİYE


ARASINDA SAVAŞ

24 Eylül 1 920 tarihinde, Ermeni burjuva Taşnak hü­


kümeti, Türkiye'ye savaş açtı. Ama, birkaç gün sonra
Türkler taarruza geçti ve 30 Ekim'de Kars'ı işgal ettiler.

34
Taşnaklar, yardım isteğiyle itilaf devletlerine başvurdu­
lar. Birleşik Amerika, böyle bir zorunluğu üzerine alma­
dığı gerekçesiyle Ermenistan'a yardım edemeyeceğini
bildirdi.
Kendileri Ermeni hükümetini Türkiye'ye saldırmaya
teşvik ettikleri halde, İngiltere ile Fransa da Ermenilere
yardım etmeyi reddettiler. Türk ordusu 7 Kasımda Alek­
sandropol 'u (Gümrü) işgal etti. Taşnaklar bozguna uğra­
dılar ve Türkiye' nin ültimatomunu kabul etmek zorunda
kaldılar. Türkiye hükümeti Kars bölgesini onlardan iste­
di. Taşnak hükümetine, iç güvenliğini sağlamak için an­
cak 1 500 kişilik bir askeri birlik, 8 top ve 24 makineli tü­
fek bulundurmak izni verildi. Türkiye' ye, süresiz olarak
Ermenistan'ı kontrol etmek hakkı tanındı. Bu şartlara
uyularak ilkin bir mütareke, sonra da bir barış antlaşması
imzalandı.
Ermeni halkı isyan etti. Bunun sonucu olarak 29 Ka­
sım 1 920 tarihinde Taşnak hükümeti devrildi. Ermenistan
ihtilal komitesinin isteği ve Sovyet hükümetinin izin ver­
mesi üzerine 1 1 ' inci Kızılordu, isyancıların yardımına
geldi. 2 Aralık 1 920 tarihinde, Sovyet hükümeti, Erme­
nistan'ı sawnacağını ve Aleksandropol Antlaşması'nı ta­
nımadığını bildirdi.
Aynı gün Lenin, emperyalizm boyunduruğundan
kurtulmuş olan Ermenistan'ı tebrik etti: "Ermenistan,
Türkiye, Azerbaycan halkları arasında bir kardeş daya­
nışması yaratmak için bütün gücünüzü harcayacağınıza
hiç şüphe etmiyorum" dedi.
İngilizlerin işgali altındaki Batum'da da halkın em­
peryalist istilacılara karşı öfke ve hoşnutsuzluğu gittikçe

35
artmakta idi. 1 920 yılında burada çok gaddarlık gösteren
beyaz generallerden Liyahov öldürüldü. Buna bir karşılık
olmak üzere, İngilizler, Batum'daki Bolşevik teşkilatı
şeflerinden Gubeli'yi tutukladılar. 1 Mayıs'ta Batum
emekçileri büyük bir miting düzenlediler ve İngilizlerden
Gubeli'nin bırakılmasını istediler. İngilizler Gubeli'yi bı­
rakmak zorunda kaldılar, haziran başlarında, Kızılor­
du'nun kazandığı zaferlerin, İngiliz işçileri arasında inkı­
lapçı ruh halinın ve İngiltere'nin emperyalist politikasına
karşı yöneltilen protestoların artması üzerine, İngiltere,
Batum'daki ordusunu geri çekmek zorunda kaldı.
7 Mayıs 1920'de, Sovyetler Birliği ile Menşevik
Gürcistan hükümeti arasında bir barış antlaşması imza­
landı. Ama, Gürcü Menşevik hükümeti, ikili oyununa de­
vam etti, böylece ikili antlaşmayı bozmuş oldu.
Noy Jordan, 1920 yılı sonlarında, Batum bölgesini,
12-15 yıl süre ile İngilizlere kiraya vermeyi teklif etti.
Bununla bağlı olarak da, Menşevik Gegeçkori'yi, bu me­
seleyi görüşmek üzere Londra'ya gönderdi. Yukarıda söz
konusu edildiği üzere, Gürcistan Menşevikleri, Batum'la
bitişik bölgelerin Türkiye'ye verilmesi için bir antlaşma
imzalamışlardı. Bunu yapmaktan maksat, Kızılordu'nun
Kemalist Türkiye ile çatışmasını sağlamaktı. Bu işte, Ke­
malist Türkiye ile Gürcü Menşevikler arasında bir blok
meydana getirmeye çalışan Fransa, kışkırtıcı bir rol oy­
namakta idi. Mustafa Kemal, Fransa'nın bu teklifini red­
detti. Türkiye'nin milli çıkarlarını çok iyi anlayan Musta­
fa Kemal, başlıca amacının Sovyetler Birliği ile dostluk
ilişkilerini güçlendirmek olduğu kanısında idi.
25 Şubat 1921 tarihinde ayaklanan Gürcistan işçi ve

36
köylüleri Menşevikleri devirdiler. Böylece Gürcistan bir
Sovyet Cumhuriyeti oldu.

ORDJONİKİDZE'NİN JLOBA'YA TELGRAFI

11 Mart 1921 tarihinde, Ordjonikidze, 18'inci Kaf­


kas Süvari Tümeni Komutanı Jloba'ya gönderdiği bir
telgrafta, cebri yürüyüşle Batum'a hareket etmesi ve şeh­
ri işgal etmesi emrini verdi. Ordjonikidze, telgrafında:
"Ne gibi engeller olursa olsun, hepsinin üstesinden gele­
rek üç gün içinde Batum'a varmalısın, diyordu. Batum
büyük şehirdir. Orada bilgi ve itidalinizi kullanmak zo­
rundasınız. Geçeceğiniz yollardaki Müslüman halka kar­
şı çok dürüst ve sakıncalı olmalısınız. Türk ordusuna.kar­
şı ise bir ınüttef�k orduya karşı nasıl davranmak gereki­
yorsa öyle davranmalısınız. Moskova'da toplanan Türk­
Rus konferansı gereğince, Batum, Ahaltsih, Ahalkalaki,
Sovyet Gürcistan'ına bırakılmış bulunuyor. Batum'dan
telgrafını bekliyorum. Şanlı 18'inci tümene selamlar. Se­
ni çok çok öperim."

18'İNCİ KAFKAS TÜMENİNİN YÜRÜYÜŞÜ


VE BATUM'UN KURTULUŞU

18'inci Kafkas Tümeni, Batum'a doğru çekilen


Menşevik ordusuna yetişmek ve onların Türklerle bir sa­
vaşa girmelerini önlemek için, aşılması çok zor Godar
geçidinden Batum üzerine yürüdü. Atlılar, kar fırtınaları­
na aldırmadan, kalın kar tabakalarını aşarak 19 Martta
Batum kapılarına dayandılar. Yolda Jloba, 1 l 'inci Kızı-

37
lordu komutanı Hekker'den yeni direktif aldı. Hekker bu
direktifinde, Türklerle en iyi ilişkiler kurması ve hiçbir
çatışmaya yer vermemesi gerektiğini bildiriyordu.
Ama, Türk ordusu komutanlığı hiç de böyle davran­
madı. Kolordunun başında, Kemalistlere karşı gizlici mü­
cadele eden Sovyet Rusya 'ya karşı büyük bir düşmanlık
besleyen, Türkiye'nin doğu illerinde gericilere yardım
eden Kazım Karabekir Paşa bulunuyordu.
Jloba'nın tümenine bağlı öncü birlikler geçitten aşa­
ğı inerken, bir Türk süvari keşif kolu ile karşılaştılar.
Türk subayı, tümenin hemen hareketini durdurmasını is­
tedi. Jloba, nezaketle:
- Ben asker bir adamım, dedi. Komutanlığımın emri­
ni yerine getiriyorum. Bunun için yoluma devam etmek
zorundayım. Komutanlığınıza kişisel saygılarımı iletme­
nizi rica ederim.
Birkaç kilometre sonra, tümeni bir albay karşıladı.
Tehdit edici bir tavırla elini kaldırarak:
- Birliklerinizin Batum üzerine yürüyüşünü protesto
ederim, dedi. Gürcü hükümetiyle bizim bir anlaşmamız
vardır. Bir adım daha atarsanız, silah gücüyle birliğinizi
durdururum.
Jloba sükı1netle cevap verdi:
- Kızılordu'nun bir komutanı olarak Türk hükümeti­
ne ve Türk ordusuna karşı düşmanca hiçbir duygu besle­
miyorum, dedi. Ama, Batum'da Gürcü inkılap aleyhtarla­
rı var. Onun için, ordumun emrini yerine getirerek şehre
girmekte acele ediyorum.

38
Türklerle Kızılordu arasında silahlı bir çatışmaya yol
açmak için Gürcü Menşevikleri Türklere ateş açtılar.
Türkler Batum çevresinden taze kuvvetler getirdiler ve
Menşevikleri sıkıştırmaya başladılar. Jloba birlikleri bu
sırada şehre girdiler. Jloba'nın birlikleri Türk köylerinin
bulunduğu güneydoğu kesiminden şehre girmişlerdi. sü=
variler Batum limanını işgal ettiler. Kazım Karabekir Pa­
şa, Türklerin şehri daha önce işgal etmiş oldukları iddi­
asıyla Jloba'ya bir ultimatom gönderdi. Karabekir Paşa,
ultimatomda: "Batum'un bir zamanlar Türklere ait oldu­
ğunu bilmeniz gerek, diye yazıyordu. Menşevik Gürcü
hükümeti bütün bu topraklan bize bıraktı." ·

Jloba, nazik bir mektupla bu ultimatoma cevap vere­


rek, Türk komutanıyla şahsen tanışmak istediğini söyle­
di. İki komutan buluştular. Jloba, Kazım Karabekir Pa­
şa'ya, büyük Kızılordu birliklerinin yürüyüşünden söz
etti ve Türk komuta heyetine ve Kemalist Türkiye 'ye
karşı derin dostluk duygulan beslediğini, bundan ötürü
de, Türk ordusuna karşı elinde tuttuğu elverişli durum­
dan yararlanmadığını söyledi. Jloba, aynca, Sovyet hükü­
metinin ve Lenin'in, genç Türkiye devletine dostça duy­
gular beslediklerini de sözlerine ekledi.
19 Mant 1921 günü olup bitenler üzerine Kızılor­
du'nun, 98'inci Avcı Tugayı'na bağlı 292'nci Alay Ko­
mutanı İ.N. Zolotov'un hatıraları ilgi çekici niteliktedir:
Zolotov, bu konu ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:
"Karadeniz'de, Fransız bayrağını taşıyan bir destro-

39
yer göründü ve birliklerimize ateş açtı. Kazım Karabekir
birlikleri de bizimle savaşmakta idiler. Birinci ve ikinci
taburların ortaklaşa baskısı işi çabucak çözümledi: Barts­
hana ve Küçük Samei istihkamları bölgesindeki Türk
kuvvetleri karargahlarıyla birlikte esir edildiler. Bartsha­
na istihkamlarındaki kışlaları ele geçirince, Batum yö­
nünden ateş kesildi. Ama Menşevikler (General Mazni­
yev) Ankara hükümetine karşı savaşacaklarını bildirdiler.
Kazım Karabekir Paşa, şehrin teslimini elden geldiğince
geciktirmeye çalışıyordu. Batum'un askeri ihtilal şurası,
yeni bir ültimatom verdi, Kazım Karabekir de karakolla­
rını çekmeye razı oldu. (*)
Bütün bu tarihi olaylar, Kemalist Türkiye'deki gerici
güçlerin Gürcü Menşeviklerle işbirliği ederek, her ne ba­
hasına olursa olsun, Sovyet Rusya ile Türkiye'nin arasını
açmaya çalıştıklarını göstermektedir. Pek tabiidir ki bu
davranışlara, Batılı emperyalistlerin katıldığını söylemek
doğru olur.

YENİ TÜRKİYE İLE SOVYET RUSYA


ARASINDA İLK ANTL-AŞMA

28 Ocak 1920 tarihinde İstanbul'da toplanan Türk


parlamentosu, aynca aşağıda kendisinden söz edeceğim,
milli misakı kabul etti. Bu vesikanın başlıca maddelerin­
den biri, Türkiye'nin varlığının temel şartı olarak, kayıt­
sız şartsız bağımsızlığı ile memleketin özgür bir milli ve
ekonomik gelişmesi üzerine olan madde idi. Ankara'daki

(*) Zolotov'un hatıraları, Batum'da Acara Sovyet Cumhuriyeti Devlet


Müzesi'nde bulunmaktadır.

40
Büyük Millet Meclisi hükümetinin durumunu kuvvetlen­
diren bu çok önemli vesikadan sonra Mustafa Kemal Pa­
şa gerici iç ve dış güçlerin engellemesine rağmen, Sov­
yetler Birliği ile görüşmelerin yapılmasında direndi. Bu
görüşmeler, 16 Mant 1921 tarihinde Rus-Türk antlaşma­
sının imzasıyla sonuçlandı. Bu antlaşma doğu halklarına,
bağımsızlık ve özgürlük, isteklerine göre bir idare biçimi
seçme hakkını kabul etti. Sovyetler Birliği, Türkiye'de
kapitülasyon düzenini tanımamayı kabul etti. Çarlık Rus­
ya'sına verilmiş olan bütün özel imtiyazlardan, Çarlık hü­
kümetinin bütün alacaklarından vazgeçti. Boğaalar mese­
lesi, Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin incelemesine
getirilmeli idi. Antlaşmada, aynca milli misakın gücü de
kabul edilmekte idi.
Antlaşma gereğince, Kars, Ardahan, Artvin Türki­
ye'de kalmakta idi. Batum'da muhtar bir idare kurulacak,
Türk malları, gümrük ödenmeden transit olarak oradan
geçebilecekti. Y ine bu antlaşma gereğince, Nahcevan
Azerbaycan' ın himayesine verilmekte idi.
Antlaşmayı Sovyetler Birliği adına Çiçerin, Türkiye
adına da Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey imzalamış­
lardı.
Şunu da kaydetmeliyiz ki, Londra'da İtilaf Devletleri
ile Türkiye arasında yapılmakta olan görüşmeler başarı­
sızlıkla sonuçlanmıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hü­
kümeti, yeni Türkiye'nin kabul edemeyeceği gerici padi..,
şah hükümetinin imzaladığı Sevre antlaşmasından vaz
geçilmesini istiyordu. Ama, o sıralarda, İtilaf Devletleri,
pek tabii olarak, bu isteği kabule yatkın değillerdi.

41
TÜRKİYE İLE SOVYETLER BİRLİGİ
ARASINDA KARŞILIKLI İLİŞKİLERİN
GELİŞMESİ

Türkiye Moskova'ya, kendi elçisi olarak Ali Fuat


Paşa' yı tayin etti. Sovyet hükümeti, 29 Mart 1921 tari­
hinde Yoldaş Natsarer.us'u Türkiye elçisi olarak tayin et­
ti. bu olaydan daha birkaç ay önce, bir heyetimiz Anka­
ra 'ya gönderilmiş bulunuyordu. An laşmazlık niteliğini
taşıyan meseleler, yavaş yavaş çözümleniyordu. Doğu il­
lerindeki askeri komutanlık (Kazım Karabekir Paşa), Er­
menistan, bütün silahlarını teslim etmedikçe, Aleksand­
ropol (*) bölgesini boşaltmamakta direniyordu. Sovyet
hükümeti ile Türkiye arasında bu konudaki yazışmalar,
Türk ordusunun Aleksandropol'dan çekilmesiyle sonuç­
landı. Kazım Karabekir Paşa, o bölgeden çekilmeden Öiı­
ce; cephanelikleri havaya uçurdu. Sovyet Dışişleri Komi­
serliği bunu protesto etti. Moskova'daki Türk elçisi Ali
Fuat Paşa, suçu Ermeni Taşnaklanna yükledi.
26 Eylül 1921 tarihinde, Kars'ta, Sovyetler Birli­
ği'nin de katılmasiyle, Türkiye ve üç Güney Kafkasya
Cumhuriyeti arasında görüşmelere başlandı. 1 5 Ekim
1921 tarihinde, bir yanda Türkiye, öte yanda da Ermenis­
tan, Gürcistan ve Azerbaycan olmak üzere bir antlaşma
imzalandı.
Sovyet Ukrayna hükümeti, Türkiye ile Ukrayna ara­
sında, bir antlaşma imzalamak için yapılacak konuşmala­
rı idare etmek üzere, Ukrayna Kızılordusu baş komutanı

(*) Gümrü.

42
General Frunze'yi göndermeyi teklif ettiği zaman Türki­
ye hükümeti bu teklifi memnunlukla karşıladı. Frun­
ze' nin, 1 921 yılı sonlarında Ankara'da bulunuşu, Türkiye
ile Sovyet U krayna arasında bir dostluk antlaşmasının
imzalanması, Türkiye ile Sovyetler Birliği 'nin bundan
sonraki yakınlaşması, bu iki devlet arasındaki dostluk
ilişkilerinin gelişmesi bakımından büyük bir önem taşı­
makta idi.
Büyük Ekim sosyalist ihtilalinin güçlü y ankıları
Türk halkını uyandırmış , onu coşturmuştu. Türk halkı
bağımsızlık için mücadeleye atılmıştı.
Milli Kurtuluş Savaşı'nın başına, İç Anadolu burju­
vazisi ile, özellikle askerler arasında olmak üzere, ilerici
aydınlar geçmişti. Mustafa Kemal Paşa, bu ilerici aydın
askerler içinden çıkmıştı.
İtilaf Devletleri kapitalistleri Türkiye'de, İstanbul'da­
ki padişah hük:ümetinden yana olan, gerici, İstanbul ve
İzmir Büyük Komprador( * ) burj uvazisine dayanmakta
idi. Türk burj uvazisinin bu bölümü, y abancı sermaye ile,
özellikle İngiliz ve Fransız sermayesiyle sıkı sıkıya bağlı
olduğu için, yabancı kapitalistlerin ve tacirlerin Türk pa­

zarlarına sızmasına ve Anadolu' aki küçük ve orta tacir­
lerin silinip süpürülmesine yardım etmiş oluyordu.

(*) Komprador: İspanyolca (satın alıcı) anlamına gelen compradore sö­


zünden gelmektedir. Sömürgelerde ve geri kalmış ülkelerde, ithalat ve ihracat
işleriyle uğraşan, yabancı kapitalistlerle yerli pazar arasında aracılık eden kişi ..
Kompradorlar, geri kalmış ülkelerde, yerli ve milli sanayiin gelişmesine engel
oldukları için, gerici bir rol oynamaktadırlar. (H. A. Ediz).

43
İTİLAF DEVLETLERİNİN TÜRKİYE İLE
İLGİLİ TASARILARI

Emperyalistlerin Türkiye ile ilgili tasarıları çok ge­


nişti: İngilizler Musul petrollerine uzanmışlar ve petrolce
çok zengin olan bu bölgeyi işgal etmişlerdi. Fransızlar,
Suriye'nin kuzeyindeki büyük bir toprak parçasını (Ki­
likya' y ı ve başka yerleri) , İtalyanlar Konya' ya kadar
uzanmak üzere Antalya'yı ellerine geçirmişlerdi. İngiliz­
ler, Türkiye' nin Güneydoğu bölgesini, Kürdistan' ı Tür­
kiye'den ayırmayı düşünüyorlardı. Nihayet Batı emperya­
listleri, Samsun'dan Trabzon ' a kadar uzanan zengin böl­
geyi ellerine geçirmeyi ve orada sözüm ona bir "Pontus
Devleti" kurmayı tasarlıyorlardı.
Emperyalistlerin bu " antika sevgisi" üzerine Frun­
ze ' nin · s öylediklerini h atırlamak yerinde bir davranış
olur: "İs tanbul ve Atina ajanlarının planlı bir biçimde,
"Pontus-Yunan Devleti" kurmak gibi fanatik bir dövizle
h azırladıkları isyan, 1921 yılı başlarında patlak verdi.
Yunan filosunun Anadolu kıyılarında görünmesi ve bu
filo aracılığı ile askeri donatımın elde edilmesi sonucun­
da isyan karşılıklı bir boğazlaşma halini alıncaya kadar
·

gittikçe büyüdü. (*).


Anadolu'daki Milli Kurtuluş Savaşı' nın ilk ayları ,
milli çete birliklerinin ortaya çıkışıyla dikkati çekmekte­
dir. Bu çeteler, henüz düzenli bir ordu değildiler. Askeri
bilgiler yoktu, ama bilinçli idiler, savaş moralleri yüksek­
ti. Bunlar kıyasıya savaşıyor, düşmana başarılı darbeler

(*) Frunze, Toplu eserleri, cilt I, sahife 54.

44
.
indiriyorlardı. Padişah aj anları, dinin ve halifenin korun­
ması dövizleriyle Anado lu' nun çeşitli bölgelerinde
ayaklanmalar düzenlediler. Bunlar, eski ordunun artıkla­
rından bir ordu kurmuşlardı. (*) Ama, köylülerin kurduk­
ları çeteler, bu padişah ordusunu bozguna uğrattılar ve
gerici ayaklanmaları bastırdılar. Mustafa Kemal Paşa ile
ona bağlı dostları İsmet ve Fevzi Paşalar bu çeteleri bir­
leştirip düzenli bir ordu kurdular.

TÜRKİYE'YE GİTMEDEN ÖNCE


LENİN'LE GÖRÜŞN.IE

Bir gece, Çiçerin beni Dışişleri Komiserliği'ne ça­


ğırdı. Onu çalışır bir halde buldum. Masasının üzerinde
bir yığın kağıt ve kitap vardı; Çiçerin bana:
- Vladimir İlyiç Lenin sizi görmek ve Türkiye işleri
üzerine sizinle konuşmak istiyor, dedi. Artık siz işleri ya­
zışmaları, antlaşmaları, Türkiye tarihini öğrenmiş bulu­
nuyorsunuz. 1 3 Ekim'de Türkiye' nin Güney Kafkasya
Cumhuriyetleriyle imzalamış olduğu antlaşmayı, mutlaka
dikkatle okuyunuz. Bu antlaşmayı Sergey Konstantinoviç
Pastuhov'da bulabilirsiniz. Yarın Vladimir İlyiç' e gidece­
ğiz. Hazır olunuz.
Vladimir İlyiç'le bu yeni buluşmayı heyecanla bekli­
yordum. Nihayet bu saat gelip çattı .
Lenin' in çalışma odasında hiç bir şey değişmemişti.
Hatta, iç savaş yıllarında cephedeki durumu Vladimir İl­
yiç' e anlattığım harita bile aynı idi. Yazı masasının üstü

(*) Kuvayı İnzibatiye.

45
tam bir düzen içinde idi. Kitaplar, gerektiği an alınabile­
cek bir yerde ve durumda idi. Büyük çiçek buketi yine
aynı yerde idi.
Vladimir İlyiç yerinden kalktı, masasının arkasından
çıktı , Ç içerin'le dostça selamlaştı, hal, hatır sordu. Sorgu
dolu gözlerle bana baktı, elimi sıktı, cesaretlendirici sı­
cak bir bakışla ve sempati okunan bir gülümseyişle:
- Demek böyle, azizim, dedi, savaşı bitirdiniz. Dip­
lomat oldunuz, ala! Kılıcı sapan haline getirdiniz! İyi ve
gerekli bir iş. Lütfen oturunuz. l 7'nci orduyu hatırlıyo­
rum, hatırlıyorum. Ordunuz fena dövüşmedi. Şimdi size
büyük bir iş veriliyor. Türkiye'de yararlı çalışacağı nızı
umuyorum. Türkler, milli kurtuluşları için savaşıyor­
lar.Bunun için merkez komitesi, askerlik işlerini bilen bi­
risi olarak, sizi oraya gönderiyor. Emperyalistler Türki­
ye'yi soyup soğana çevirdiler, hala da soyuyorlar. Köylü­
ler ve işçiler buna katlanamadı lar ve baş kaldırdılar. Sa­
bır bardağı taştı, gerek Doğu halkları gerek biz emperya­
list kuvvetlere karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği emper­
yalistlerle olan işini bitirdi. Onları bozguna uğrattı ve
memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük, keskin tır­
naklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik.
Lenin Türkiye'de olup bitenleri çok iyi biliyordu:
- Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir, di­
yordu Lenin. ama, görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı. . . Kabi­
liyetli bir lider, milli burj uva ihtilalini idare ediyor. İleri­
ci, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkı labımızın
önemini anlamış olup, Sovyet Rusya'ya karşı olumlu
davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapı­
yor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da

46
yardakçılarıyla birlikte silip süp üreceğine inanıyorum.
Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkı­
na yardım etmemiz gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur.
Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyük­
lük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız. . İngiltere
onların üzerine Yunanistan' ı saldırttı. İngiltere ile Ameri­
ka bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı. . Sizi
ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bugünlerde Ukrayna
Cumhuriyeti adına Ankara'ya gidecektir. Herhalde onun­
la Türkiye'de karşılaşacaksınızdır.
- Kendimiz fakir olduğumuz halde Türkiye' ye mad­
di yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir.
Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir
yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız olmadığını hisset­
miş olacaktır. İngiliz işçileri ve öteki ülkelerin işçileri bi­
ze yakınlık gösterdikleri, grev yaptıkları, bizimle savaşan
Polonya' ya gönderilmekte olan silahları gemilere yükle­
medikleri zaman, bu bizim için büyük bir yardımdı. Bu
bize mücadelemizde büyük bir güç katmıştır. Bundan iş­
çilerimiz moralce büyük bir güç kazanmışlardır.
Lenin, sözlerine devam ederek:
- Çarlık Rusyası, yüz yıl boyunca Türkiye ile savaş­
mıştır. Bu tabii, Rusya'nın, Türkiye' nin amansız düşma­
nı olduğuna dair yapılan propagandalarla, halkın hafıza­
sında derin izler bırakmıştır. Bütün bunlar, Türk köylüsü­
nde, küçük ve orta mal sahiplerinde, tüccarlarda, aydın­
larda ve idareci çevrelerde Ruslara karşı dostça olmayan
duygular ve güvensizlik uyandırmıştır. Bilirsiniz ki, gü­
vensizlik ağır geçer. Bunun için de sabırlı, dikkatli, sa­
kıncalı bir çalışma gerekmektedir. Eski Çarlık Rusyası

47
ile Sovyet Rusya arasındaki ayırımı, sözle değil işle gös­
termek ve anlatmak gerekmektedir. Bu bizim ödevimiz­
dir. Siz de bir elçi olarak, Sovyetler Birliği' nin, Türki­
ye'nin işlerine karışmamak politikasının, halklarımız ara­
sında samimi bir dostluğun savunucusu olmak zorundası­
nız. Türkiye, bir köylü, bir küçük burj uva ülkesidir. Sa­
nayii çok azdır. Olanı da Avrupa kapitalistlerinin elinde­
dir. İşçisi çok azdır. Bunu dikkate almak gerekmektedir.
Bir kez daha tekrar ediyorum, dikkatli ve sabırlı olunuz ! .
Hükümet temsilcileriyle, halkla konuşmalarınızda her za­
man nazik ve güleryü zlü olunuz! . Allah sizi büyüklük
taslamaktan, kendini beğenmişlikten korusun! . .
Lenin, b u sözleri söyleyince gülümsedi v e Allah'ın
bu işle hiçbir ilgisi olmadığını ekledi ve sözlerine şöyle
devam etti:
- En önemlisi halka saygı göstermektir. Emperyalist­
lerin yağmacı, istilacı politikalarına karşılık bizim, hiçbir
çıkara dayanmayan dostluk ve memleketin iç yaşamına
karışmama durumumuzu açıklayınız! İşte sizin ödevi­
niz! . . Ne gibi yardımlarda bulunacağımızı da bildirelim;
en kuvvetli bir ihtimalle silah yardımında bulunacağız.
Gerekirse başka şeyler de veririz.
- Dil öğreniniz. Basit insanlarla, toplum adamlarıyla
sık sık görüşünüz! Çarlık rejiminin elçileri gibi kendini­
zi, tahta perdelerle, kale duvarlarıyla emekçi halktan
ayırmayınız! Çarlık elçileri, büyük vezirleri, memurları
satın alıyorlardı. Bu, bizim işimiz değildir. Biz halkla
dostluk kurmalıyız.
Lenin bir aralık:
- Ailenizle mi gidiyorsunuz? diye sordu. Bu çok iyi.

48
Çocuklarınıza Türkçe öğretiniz, sizin de öğrenmeniz ge­
rek .. Bu çok önemlidir.
Lenin veda sırasında elimi sıktı, bana iyi yolculuklar
diledi.
Bu, Lenin'le son karşılaşmamdı. Bir daha onu gör­
mek kısmet olmadı.

ÇİÇERİN ÜZERİNE BAŞKACA BİRKAÇ SÖZ

Çiçerin, uluslararası işlerde, Lenin politikasının sa­


dık bir uygulayıcısı idi. Çiçerin, kendine acımadan, din­
lenmek nedir bilmeden şaşılacak bir fedakarlıkla, derin
bir sevgi ile uluslararası cephede çalışmakta idi. Halbuki
sağlığı hiç de yerinde değildi. Şeker hastalığı ona hiç ra­
hat vermiyordu.
Georgiy Vasilyeviç Çiçerin'in, diplomasi tarihi ve
uluslararası ilişkiler konusunda derin bir bilgisi vardı.
Yeni dilleri anlatılamayacak bir çabuklukla kavramakta
ve öğrenmekte idi. Müzikten çok iyi anlıyor, kendisi de
piyano çalıyordu. Beethoven' in, Mozart' ın, Çaykovs­
ki' nin sonatlarını çalışındaki büyük ustalıkla Çin dele­
gasyonunu nasıl şaşırttığını, çok iyi hatırlıyorum. Dele­
gasyonun kimlerden kurulu olduğunu şimdi pek hatırla­
mıyorum. O sıralarda Çin'de devlet iktidarı sık sık değiş­
mekte idi. Bu şöyle olmuştu: Çin elçiliğinde bir ziyafet
verilmişti. Yabancı misafirlerin hemen hepsi gitmişti. Çi­
çerin piyanonun başına geçip oturdu. Pek de rahat olma­
yan, yüksek tavanlı salon yan karanlıktı. Çiçerin, Beet­
hoven' in sonatlarından birini·, notasız ezbere çalıyordu.
Duyarak çalıyor, melodiler, insanın yüreğine işleyen bir

49
biçimde, kah yavaş, tatlı, hazin, kah insanı mücadeleye,
fedal\arlıklarda bulunmaya çağırarak, uzun ince parmak­
larından dökülüyordu.

ALİ FUAT PAŞA'YI ZİYARET

M oskova'dan hareketimden önce Türk elçisi Ali Fuat


Paşa'yı ziyaret ettim. Türk elçisi beni güler yüzle, neza­
ketle karşıladı. Bir koltuğa oturttu. Sigara dolu bir kutu
uzattı. Bu davranışı yaparken de, sigaraların en iyi Sam­
·
sun tütününden Fransız " reji "si tarafından yapıldığını
söylemeyi de ihmal etmedi. Bu arada:
- M ustafa Kemal Paşa'nın çalışmalarına ilk adım
teşkil eden Samsun şehrini de göreceksiniz, dedi.
Küçük fincanlarla kahve getirdiler. Ali Fuat Paşa,
Milli Kurtuluş Savaşı'ndan ve Mustafa Kemal Paşa'nın
bu savaşta oynadığı rolden söz açtı.
Tıknaz vücutlu, açık renk saçlı, nisbeten genç olan
Ali Fuat Paşa, savaşmaya alışık bir general olarak, çok
iyi şartlar altında olmaı;; ına rağmen, şimdi sorumlu diplo­
matik bir kariyerde bulunuşundan şikayet etti. Ortaklaşa
düşmanlarımız olan emperyalistlerle vuruşmayı tercih et­
tiğini söyledi.
Biraz geçmişinden söz etti: Roma'da ataşemiliterlik
etmiş, çeşitli askeri görevlerde bulunmuş, 1 9 1 2 yılında
Arnavutluk isyanını bastırmış, Birinci Dünya Savaşı'nda,
Ruslara karşı Erzurum kesiminde savaşmıştı.
- Almanlardan yana savaşa katılmaları, İttihatçılar
hesabına büyük bir hatadır, dedi. Almanlar düpedüz
memleketi soydular, Türk ekonomisini harap ettiler, or-

50
dumuzu mahvettiler. Ordu boyuna kaçıyordu, görmek in­
sanın ağrına gidiyordu. Gerçi ben de İttihat ve Terakki
partisinden idim ama, onların politikasını yeriyorum. On­
lar Türkiye'yi mahvettiler. Artık hep sini anladım ve 1919
yılından beri Mustafa Kemal ile birlikte milletin kurtulu­
şu için savaşıyorum.
Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal'i övüyordu. özellikle
ona olan derin bağlılığı üzerine parmak basıyordu, ama,
heyecan dolu bu sözlerine rağmen, içimde öyle bir izle­
nim vardı ki, Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa'ya karşı
değildi ama, farkına varmadan, dostları olan Refet ile
Kazım Karabekir Paşa'dan, daha candan daha gönülden
söz ediyordu.
- Refet Paşa ile tanışacaksınız, diyordu, ne sevimli,
ne akıllı, ne kültürlü bir adam olduğunu göreceksini z. .
Sonralan Ankara'ya gidince, Refet Paşa'nın bir ko­
lorduya başarısızca komuta ettiğini, kendisini övmesini
seven, beceriksiz bir kişi olduğunu öğrendim.
Ali Fuat Paşa, Enver Paşa'nın büyük politik hatalar
işlediğini söylemekle beraber, ondan olumlu olarak söz
etti.
Konuşmamız bir saatten fazla sürdü. Vedalaşırken,
Ali Fuat Paşa bana, iyi yolculuklar diledi, Türkiye'de
dostluk ve ilgi göreceğimi temin etti.

51
ANKARA'YA YOLCULUK

YOLUN BAŞLANGICI

1 92 1 yılı Aralık ayının sonunda, elçiliğimizin bütün


kadrosu yola çıktı. O sıralarda Gürcistan'da, Türkiye' nin
Sovyet Güney Kafkasya Cumhuriyeti elçisi bulunuyordu.
Yine o sıralarda, ittihatçıların ünlü lideri Enver Paşa da
Tiflis'te bulunmakta idi. Yaveri büyük bir ısrarla davet et­
tiği halde onunla karşılaşmayı reddetmek zorunda kal­
dım. Reddedişim tamamiyle bilinen bir sebepten ileri ge­
liyordu. Enver Paşa, eski Osmanlı İmparatorluğu'nda bü­
yük bir rol oynamıştı. Aynı zamanda Anadolu'daki milli
hareketin ve şahsen Mustafa Kemal Paşa'nın amansız
düşmanı idi. Şayet onunla görüşse idim, daha baştan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinde, Sovyetler
Birliği hükümetine ve şahsen bana karşı bir güvensizlik
uyanmasına sebep olabilirdi. Görünüşe göre Enver Paşa
da bunu istiyordu.
Tiflis'te Gürcü yoldaşlarla ve Sovyetler Birliği'nin
Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan temsilcisi B. V. Le­
garn ile görüşmem sırasında, Gürcü halkının Menşevik
hükümetine karşı yaptığı savaşın, Jloba tümeni ile ilgili
yürüyüşün, Türkiye ile karşılıklı ilişkilerin ayrıntılarını
öğrendim. Türkiye temsilcisi Ahmet Muhtar Bey' i resmi
olarak ziyaret ettim. Muhtar Bey Rusya ile Ukrayna'daki
durumu biliyordu: Kendisi 1 9 1 8 yılında Kiev'de Konso­
los olarak bulunuyordu. Sonralan Muhtar Bey Moskova

53
Elçiliğine tayin edilmişti. Tiflis'te bana Mustafa Kemal
Paşa'yı, Ali Fuat Paşa'nın anlattığından çok daha candan
ve yürekten anlattı.
İnsanı okşayan harikulade bir rüzgar, yumuşak, ılık
bir güneş . . Mavi denizin birbirini kovalayan çırpıntılı
dalgaları .. Batum bizi böyle karşıladı. . . Aralık ayının ola­
ğanüstü Rus soğuklarıyla, Moskova karıyla göze çarpan
bir çelişme idi bu.
Elçiliğimizin bütün kadrosuyla Yeşilburnu ziyaret
ettik. Nebatat bahçesinde muhteşem tropikal bitkileri ve
çiçekleri hayran hayran seyrettik. . . Çakva plantasyonla­
rındaki genç çay fidelerini gördük. Uzun yıllar süren ezi­
yetli askerlik hayatından sonra, Güney çiçeklerinin hafif
kokularıyla dolu ılık deniz havasını solumak ne kadar gü­
zeldi!
Yola çıkan elçilik kadrosu kalabalıktı. Hepsinden söz
etmek elde olmasa bile, olağanüstü insanlar ve memurlar
olarak onları anmak isterim. Bunların birkaçından, bir­
den değil de, hatıralarımı anlattıkça söz edeceğim.
A.N. Golub, eski bir Bolşevikti. Bu yerlere daha ön­
ce gelmiş ve Trabzon konsolosluğu etmişti. Sonralan el­
çilikte konsolosluk işlerini idare etti. Bir süre birinci sek­
reterlik etti. Yaradılıştan yumuşak, ama prensip sahibi bir
adam olan Golub, bu prensipliliğini, Türk idarecilerine
karşı takındığı kıvrak davranışıyla çok iyi bağdaştırması­
nı biliyordu. Türklerle hiçbir zaman bir anlaşmazlığa
düşmemiş, ciddiyi, önemliyi, değersiz şeylerden ayırt et­
mesini bilmiştir. Türkler ondan, Türk halkının milli men­
faatlerini çok iyi bilen bir insan olarak söz etmişlerdir.
Elçilik kadrosunda, K.İ. Pırjebelski, Y.D. Kapşukova

54
(Elçiliğin ekonomik işlerine bakıyordu), kendi iş arka­
daşl arıyla birlikte, K.K. Zvonaryev (askeri ateşe), A.N.
Liyakov (Ekonomist) , A.G. Katelnikov ( sekreter), F.İ.
Valiyev, N.1. U spenskaya, R.D. Gunzburg, Y ü.V. Val tsev,
Y.K. Dimitriyevskaya ve daha başkaları. Bizi val i ile bir­
likte Trabzon'da karşılayan Golub bir yana, bütün bu ar­
kadaşlar, Batum'da yandan çarklı, eski "Feliks Cercins­
ki" gemisine bindiler.
Aynı gemide, bizimle birlikte, Türkiye Basın Bürosu
Müdürü (*) Ağaoğlu Ahmet Bey (Ageyev) de Türkiye'ye
gitmekte idi. Ağaoğlu çok güzel Rusça konuşuyordu. Ken­
disi Azeri asıllı idi. 1 908 yılında meşrutiyet inkılabı sırala­
rında, inkılabın cazibesine kapılarak, Çarlık Rusyası' ndan
Türkiye' ye gelmiş, Türk tabiyetine geçerek Türkiye'de
kalmıştı. Sonralan İttihatçıların, halk yığınlarını, köylüleri
aldattıklarına, işçi hareketlerini ezdiklerine inanç getirerek
hayal kırıklığına uğramıştı. Ağaoğlu Ahmet Bey Anado­
lu'daki Milli Kurtuluş hareketine katılmıştı. Rusya'yı iyi
tanıyan biri ve tecrübeli bir gazeteci olarak, Mustafa Ke­
mal Paşa onu Türk basınını idare etmeye memur etmişti.
Rize'den geçerken, kayıklarla bizi karşılamaya çıkan
Türklerin dostça saldırısına uğradık. Vapurumuz, kayık­
lardan kurulu bir fil o tarafından çevrildi ve durdu. Bizi
adeta çiçek yağmuruna tuttular. Her yandan dostça hay­
kın'şlar yükseliyordu. Birkaç sepet portakal hediye edil di . .
Buna karşılık vermek istediğimiz parayı kesin ol arak red­
dettiler. Her yandan "dostluk, Rusya ile dostluk! " sesleri
yükseliyordu. Halk ellerini ve feslerini sallıyordu.

(*) O zamanki adıyla "Matbuat Müdürü".

55
Trabzon'da, vali tarafından törenle kabul edildik.
Devlet ve şehir temsilcilerinin hazır bulunduğu öğle ye­
meğinde nutuklar söylendi ve karşılıklı olarak halkları­
mızın şerefine kadehler kaldırıldı.
Dış görünüşünü çok iyi hatırladığım valinin adını
unutmuş bulunuyorum. Pek de genç olmayan, davranışla­
rında çok nazik vali, Sovyetler Birliği 'nden candan ve
minnet dolu duygularla söz etti.
Deniz uzun bir süre dalgalandı. Ama bizim "Feliks
Cercinski " , fırtınanın saldırılarına namuslu namuslu da­
yandı ve hepimizi, sağlıkla Samsun Limanı'na getirdi.

FRUNZE İLE KARŞILAŞMA

Samsun 'da, Frunze ile, benim için unutulmaz bir


karşılaşma oldu.
Lenin, Frunze'nin Türkiye 'de bulunuşuna büyük bir
önem veriyordu. Frunze'nin memleket içinde yaptığı do­
laşmalar, köylülerle, şehir halklarıyla yaptığı sayısız ko­
nuşmalar, Ankara'da oturuşu, Mustafa Kemal Paşa ile
öteki devlet adamlarıyla karşılaşmaları . . Bütün bunlar
Türk kamuoyunda derin izlenimler bırakmıştı. Frunze'yi
karşılamak üzere Askeri ateşe Zvonaryev'le birlikte, şeh­
rin dışına gittik. Daha uzaktan bizi gördü, elini salladı,
yanımıza gelince kolaylıkla attan atladı. Uzun bir yolcu­
luğun sağladığı canlı, izlenimlerle dolu olan Frunze, he­
men gördüklerini, izlenimlerini, görüştüğü kişileri, canlı,
güzel sözlerle anlatmaya koyuldu.
Atını dizgininden tutarak, kendisine eşlik eden Türk
askerlerinden biraz uzaklaştı ve büyük bir öfke ile, öldü-

56 ·
rülmüş Rumların yollarda yatan cesetleriyle karşılaştığını
söyledi.
Benim büyük üzüntümü Mustafa Kemal Paşadan
saklamayınız . . . Mustafa Kemal Paşa'nın bu işle bir ilgisi
yok. Tam tersine onun, insanca davranılması için kesin
emirler verdiğini biliyorum. Bu cinayetler, bu zorbalıklar,
suçsuz insanlara karşı yapılan işkencelere karşı gösteri­
len bu ilgisizlik, emperyalist zulmünden kurtulmakta
olan bir ülke için hoş görülemez. Kamuoyu bunu mah­
kum edecektir. Hiç şüphe yok ki bunun başlıca sorumlu­
ları, İngiltere, Fransa emperyalistleriyle padişah hüküme­
tidir. Bu karışıklığı burada onlar yarattı. "Pontus devleti"
kurmak gibi budalaca bir düşünceyi onlar ileri sürdüler
ve Rum halkını bu isyana kışkırttılar. Yalnız, milli duy­
gulan incitmekten korkarak bu konular üzerine çok ihti­
yatlı konuşmak gerekiyor. Lenin' in, hakarete uğramış
milli duyguların korkunç hastalığı üzerine olan uyarma­
sını hatırlayınız.
Frunze, konuşmasını keserek:
- Serbest, kalınca başlıca meseleler ü�erinde uzun
uzun konuşuruz, dedi. Ustaca ata atladı. Birkaç dakika
sonra Samsun'a döndük. Vali, Frunze'ye büyük bir karşı­
lama töreni düzenlemişti.
Samsun'da bulunduğumuz sürece, Anadolu'daki si­
yasi durum üzerine tafsilatlı olarak düşüncelerimizi bir­
birimize söyledik, Frunze, Mustafa Kemal Paşa ile olan
görüşme ve konuşmalarını anlattı.
Frunze:
- Türkiye, ilerici bir demokratik gelişme yolundadır,
dedi. Ağır bir kurtuluş savaşı sürüp gidiyor, feodalizm,

57
özellikle dinsel gelenekler henüz çok güçlüdür. Emper­
yalist devletlerin ajanları, padişahın yardakçıları dinsel
bii fanatizmi körükleyip duruyorlar. Düzenli bir ordu he­
nüz tamamiyle kurulmamış, ilk zamanlar bizde olduğu
gibi, birbirinden ayrı birtakım çeteler faaliyet göstermek­
tedirler. Yer yer başkaldırmalar, ayaklanmalar oluyor.
Mustafa Kemal güç bir durumda . . . Çevresinde henüz pek
çok, hoşnut olmayan düşmanlar var. Kaynaşmış bir parti
yok. Baş olmak isteyen birçok paşalar var. Mustafa Ke­
mal, millete dayandığını söylüyor, ama bu millet bir bü­
tün değil ki. . . İ çinde köylüsü, işçisi, burjuvası var. Üste­
lik burjuvazinin çıkarları da başka başkadır. Bir kompra­
dor burjuvazi var ki, tümüyle emperyalistlerden yanadır.
Aydınların çoğu da Mustafa Kemal 'den yanadır. Ama
işin başlıcası apaçıktır; halk, emperyalist boyunduruğun­
dan ve soygunundan kurtulmak, başındaki padişahı, hali­
feyi ve iliklerine kadar çürümüş olan feodal beyleri at­
mak için savaşıyor. Hatk başarıya ulaşacaktır. Bu şimdi
apaçık görülüyor. Mustafa Kemal Paşa güçlü, iradeli bir
teşkilatçı, harikulade bir lider. İ nönü ve Sakarya savaşla­
rında kendini gösterdi. Akıllı bir devlet adamı. Değil yal­
nız yabancılara karşı, ama kendi çevresine karşı da bü­
yük bir diplomat. Herkese inanmaz, sık sık onun yüzüne
karşı yalan söylüyorlar, Mustafa Kemal de bunu anlıyor.
Okumuş, kültürlü insanlar az, bunları hesaplı kullanmak
zorunda. Mustafa Kemal, bir gün çok akıllıca şöyle bir
laf etti: Halkın sivrilttiği ve güvenine layık gördüğü kişi­
lerin sık sık, dikkatle, moral dayanıklılığını sınamak ge­
rek, hatta cephede bile karaktersiz komutanlara rastlan­
maktadır.

58
Zaman zaman bunların ihaneti görüldüğü halde
Mustafa Kemal bir dereceye kadar bunlara katlanmakta­
dır. Bunları inandırmaya ve idare etmeye çalışmaktadır.
Millete karşı olanlara ise, çok merhametsizce davran­
maktadır.
Mıhayil Vasilyeviç Frunze, sözlerine devam ederek:
- Onun iyi yardımcıları var, dedi. Fevzi Paşa ile Ka­
zım Paşa'ya(*) dikkatinizi çekerim. Bence bunlar, sadık,
fedakar yardımcılardır. Özellikle İ smet Paşa dikkatimi
çekti. Askerlik işinde çok usta bir adam, iyi bir kurmay.
Türklerin bu mücadelesinde birçok şeyler bana Kızılordu
birliklerini düzenli ordu haline getirdiğimiz, iç savaşın
ilk yıllarını hatırlattı. Bizim tecrübelerimizden yararlan­
ması için yeni, genç Türkiye'ye yardım etmemiz gerek.
Öyle sanıyorum ki bu konuda işleriniz iyi gidecektir.
M .V. Frunze tatlı tatlı gülümseyerek:
- Sizin buraya atanmanızda benim de biraz suçum
var, dedi. Neyse, öyle sanıyorum ki, herhalde benden şi­
kayetçi değilsiniz.

TÜRKİYE İLE SOVYET RUSYA ARASINDA


DOSTLUK ANTLAŞMASI

M.V. Frunze, Türkiye ile Ukrayna Sovyet Sosyalist


Cumhuriyeti arasında imzalanan dostluk ve kardeşlik
antlaşması üzerinde tafsilatlı olarak durdu. Bu antlaşma,
gerek karakter, gerek ruh bakımından Moskova'da imza­
lanan antlaşmaya benzemekte idi.

(*) Kazım Özalp.

59
Mihayil Vasilyeviç Frunze, kendi notları bulunan
antlaşmanın bir kopyasını bana gösterdi ve yüksek sesle
okudu: "Emperyalizme karşı yaptığımız mücadelede ara­
mızda bulunan dayanışmaya işaret ederek. .." nasıl? - Mi­
hayil Vasilyeviç Frunze neşeli neşeli antlaşmayı salladı -
birlikte emperyalizme karşı savaşıyoruz. Bu çok önemli
bir şey. . Demek ki biz yalnız değiliz .. Demek ki çoğaldık.
Bizim gibi insanlar arttı, dahası var: "Ayrıca, Karade­
niz'deki yakın komşuluklarını dikkate alıp, aralarında en
iyi ve yürekten gelen ilişkileri ve gerçek dostluğu, bütün
samimiyet ve açıklığıyla ebedi olarak güçlendirmeye ka­
rar verdiler. . ." Nasıl hoşunuza gitti mi. Ebedi olarak!
Frunze, bir süre sustuktan sonra:
- Biliyor musunuz, dedi, bizim kuşaklar büyük işler
yaratıyor. Bizim çocuklarımıza ve torunlarımıza öyle bir
miras bırakmalıyız ki, güç ve bilgi edinmiş olan onlar,
kolayca bunu ileri götürebilsinler ve sosyalist bir toplum
kurabilsinler, yeryüzünde ebedi bir barış doğabilsin . .
Doğru değil mi? Mustafa Kemal bizim yardımımıza çok
güveniyor. Biz ona bazı şeyler gönderdik ve gönderiyo­
ruz. Siz bu işi devam ettiriniz . .
Mihayil Vasilyeviç Frunze, hareketinden önce vapur­
da, mahalli hükümet .adamlarına bir veda ziyafeti verdi.
Ziyafet ve geçirme çok dostça oldu.
M.V. Frunze, neşeli neşeli kasketini salladı. Onun
güzel gülümsemesini hiç unutmam.
1 925 yılında artık onu tabutunda gördüm. Derin bir
acı benliğimi sardı. Samsun'da bize nasıl neşeli neşeli
gülümsediğini hatırladım. Harikulade bir insan. . Eziyetli,
ağır bir yaşayış sürmüştü. Emekçi halkın mutluluğu için

60
mücadele dolu bir yaşayış . . . O yaşamamış, bütün halkla
birlikte acı çekmiş, kendi kişiliğinde, sosyalizm için yiğit
bir savaşçı, büyük bir lider yaratmıştı. Şimdi hala içimde
o zamanki bu onarılmaz kayıbın duygulan yaşamaktadır.

SAMSUN VALİSİ İLE GÖRÜŞME

Frunze'nin gidişinden sonra, yolumuza devam hazır­


lıklarına başladık. Samsun hükümet adamlarına veda zi­
yareti yaptım. Samsun mutasarrıfı ile, şehir üzerine, em­
rindeki sancak üzerine, Mustafa Kemal Paşa üzerine
uzun uzun konuştuk. Mutasarrıf canlı, konuşkan bir
adamdı. Samsun ile Havza'nın tarihi birer şehir haline
geldiklerini söyledi. Mustafa Kemal Paşa, İ stanbul 'dan
ayrılmak zorunda kalışından sonra, onu ölümle tehdit
eden gerici idarecilerden saklanarak, burada, Samsun'da
karaya ayak basmıştı. Bu, 1 9 1 9 yılında olmuştu. Mustafa
Kemal Paşa, ilerici güçleri birleştirmek ve milli kurtuluş
savaşını geliştirmek için Samsun'dan, Havza'dan işe baş­
lamıştı. Mustafa Kemal ' in Samsun ' a gelişi sırasında,
Anadolu'nun çeşitli yerlerinde "Müdafaa-i Hukuk Cemi­
yetleri " kurulmuştu. Mustafa Kemal, bunları birleştir­
mek işini üzerine aldı. Buradan Türk halkına sirkülerler,
beyannameler gönderdi. O kendi arkadaşlarını Samsun'a
topluyordu.
Vali:
- Biz Samsun halkı, Mustafa Kemal'in çalışmalarına
Samsun'dan başlaması ile öğünüyoruz, dedi. Mustafa Ke­
mal, kutsal Anadolu topraklarına ayak basar basmaz, he­
men eski düzenle savaşa ve halkı birleştirmeye başladı.

61
Mustafa Kemal'in gelişi sıralarında Türk halkı istilacıla­
ra karşı ayaklanmaya ve çeteler kurmaya başlamış bulu­
nuyordu.
Vali anlatmalarına devam ederek:
- Buralarda da huzursuzluk vardı, dedi. Mustafa Ke­
mal, burada güvenilir bir durum sağlamadıkça Sam­
sun'dan ayrılmadı. 1 9 1 9 yılında İngilizler Samsun'a as­
ker çıkardılar. Emperyalistler Samsun'u ele geçirmekle,
Sovyetler Birliği'ne karşı bir savaş alanı hazırlıklarına gi­
rişmiş oluyorlardı. Burada Rumlar Müslüman halka sal­
dırıyorlardı. İdare makamları şaşkın bir halde idiler. Elle­
rinde insan gücü yoktu. Vasıtaları istilacılar tarafından el­
lerinden alınmıştı. Mustafa Kemal, birkaç gün içinde
Samsun işini yoluna koydu. Hükümet idaresini kurdu. En
iyi milli güçler onun çevresinde toplandı. Mustafa Kemal
Paşa, buradan Kolordu komutanlarına telgraflar çekiyor,
askeri birliklerin ve vilayetlerin durumu üzerine onlardan
tafsilatlı bilgiler istiyordu. En çok yazıştığı yerler Anka­
ra, Erzurum, Sıvas'tı. İzmir'in durumunu buradan öğre­
niyordu. o zamanlar ülke ile bağlantı çok kötü idi. Alınan
haberlerin çoğu rastlantı eseri idi. Mesela telgraf memur­
larından biri şöyle bir haber veriyordu: İşgal orduları Ma­
nisa'yı aldılar, 20'inci kolordu birlikleri trenle sevk edi­
lemedi, yaya olarak gidiyorlar, nerede bulundukları da
belli değil. Ya da, gericilerin Kastamonu'da ve Kayseri'de
başkaldırdıklarına dair bir haber alınıyordu. Mustafa Ke­
mal Paşa, burada, Samsun'da bu ayaklanmaların bastırıl­
maları için tedbirler alıyordu.
Şimdi, Mustafa Kemal'in hatıralarını okurken, An­
kara yolunda bölge idarecilerinin bana anlattıkları şeyle-

62
rin vesikalara dayanan tanıklarını bulmuş oluyordum.
Mesela, Mustafa Kemal, Samsun'dan, Erzurum'daki 1 5 .
kolordu komutanına şöyle bir telgraf çekiyor: " Sam­
sun'da ve Samsun bölgesinde durum öylesine karışık ki,
kötü birtakım sonuçlar doğmasından korkulabilir, onun
için burada kalmak zorundayım?"
Mutasamf benimle vedalaşırken şunları söyledi:
- Havza'dan geçeceksiniz . . . Orada da size Mustafa
Kemal'in işlerinden söz edeceklerdir. O, Havza'da burada
kaldığından daha çok kaldı. Bu sıralarda, padişaha bağlı
bir takım subayların Samsun'a çıkarılması söz konusu idi.
Mustafa Kemal bunu haber aldı ve subayları yakaladı.
Mutasamf bize, izleyeceğimiz yolu tafsilatlı olarak
çizdi. Geceliyeceğimiz ve gündüzleri mola vereceğimiz
yerler tavsiye etti. (Ne yazık ki, gerek mutasamfın gidiş
yolumuzu gösteren bu çizelgesi, gerek yolda karşılaştığı­
mız kişilerin adlarını yazdığım listeler kaybolmuş bulu­
nuyor) Mutasamf bizimle candan vedalaştı.

ANADOLU YOLLARINDA

Frunze'yi geçirdiğimizin ertesi günü, bizim heyet at­


la ve yaylı denilen arabalarla Anadolu'nun içerlerine
doğru hareket etti, Hepimiz 25 kişi idik. Samsun'dan,
Anadolu'nun tam ortasında bulunan Ankara'ya kadar
olan yolumuz dört yüz kilometre tutuyordu. Yolumuz,
dağlardan, boğazlardan, açık tepelerden, sık sık üzerin­
den geçmek zorunda kaldığımız dere boylarından geçi­
yordu. Bu, dar, çukurlarla, çöküntülerle kaplı kötü bir
yoldu. Birçok köylerden ve kasabalardan geçtik. Bir

63
Türk süvari birliği bize eşlik etmekte idi. Dağlarda çar­
pışmalar henüz tamamıyla sona ermemişti. Yolculara sal­
dırılar da eksik olmuyordu. "Pontus Devleti"nin destanı
sürüp gidiyordu. Uzaklardan tüfek sesleri geldiği zaman,
yanımızdaki erlerden bir veya ikisi, bu seslerin nedenini
anlamak için hemen dağlara koşup gidiyorlardı.

YOLDA KÖYLÜLERLE KONUŞMALAR

Bütün bu ağır yolculuğumuzun en ilgi çekici yanı,


köylülerle, kasaba halkıyla tanışmamız, onlarla, ülkenin
politik durumu üzerine, Mustafa Kemal'e, Türkiye Bü­
yük Millet Meclisi hükümetine, padişaha ve Sovyet Rus­
ya 'ya karşı davranışları üzerine konuşmamızdır. Tabii ki,
çeşitli görüşler ileri sürülüyordu. Köylüler, düşüncelerini
kasabalılardan daha açık, daha sade, daha büyük bir ce­
saretle ileri sürüyorlardı.
Sovyetler Birliği 'ne karşı hepsi de dostluk duygusu
besliyorlardı. "Rusya'dan toplar getirdiler (bunları cep­
heye götürmüşlerdi) Ruslar bize yardımı ediyorlar. . . "
Halkta, Sovyetler Birliği 'nin yardımı üzerine olan inanç
güçleniyordu.
Köylüler, kendi ağır durumlarını anlatıyorlardı :
"Toprağımız az, onu tahta ile sürüyoruz. Tarlalardan ge­
çerseniz, gözlerinizle görürsünüz. Savaşlar bizi mahvetti.
Savaş demek, köylünün toprağını, ailesini bırakarak sila­
ha sarılması demektir. Söylediklerine göre Kemal Paşa,
toprak için uğraşıyormuş, ama, padişah vermiyormuş.
Köylülerimizin gençleri, Kemal Paşa'ya yardıma gitti­
ler."

64
Köylülerin bir çoğu, padişah yardakçılarının çevirdi­
ği dolaplardan söz ediyordu: "Buralarda çeşitli insanlar
dolaşıyor. Bizi Mustafa Kemal Paşa'ya karşı ayaklandır­
mak istiyorlar. . . Diyorlar ki, halifeyi, müslümanları sa­
vunmak gerekiyormuş. Millet Meclisi'ne daha çok zen­
ginleri seçiyorlar. Bizim köylülerden kimsecikler orada
görülmüyor."
Konuştuklarımızın hemen hepsi büyük bir merakla
Sovyet Rusya'yı soruyorlardı. Rusya'da çarın devrildiği­
ne, Derebeylerinin kovulduğuna, toprakların paylaşıldığı­
na, şimdi memleketi halkın idare ettiğine dair söylentiler
buraya kadar gelmiş. Lenin'i anlatmamızı rica ediyorlar­
dı. Onun halktan yana, zenginlere karşı olduğu ve fakir­
lere yardım ettiği doğru mu idi?
Köylüler: "Yüzyıllar boyunca Ruslarla savaşhk, di­
yorlardı. Oysa ki Rus halkı bize karşı hiçbir kötülük bes­
lemiyor. Rus köylüsü de bizim köylüler de toprağı ekip
biçiyorlar .Ne diye döğüşsünler? Çarlar ve padişahlar
köylüleri savaşa gönderiyorlardı. Biz budalalar da gidi­
yorduk. Geri döndüğümüz zaman da ortalığın harap ol­
muş olduğunu görüyorduk. Sefalet içinde yaşıyoruz. Ho­
calar da çok toprağımızı aldılar. Paramızı da aldılar. . Biz
onlar için çalışıyoruz. Almanlar memlekete komuta ettik­
leri zaman az çekmedik. Bizi düpedüz soydular. . Ekme­
$imizi, tahılımızı elimizden aldılar. . Halk açlıktan ölü­
yordu. Korkunç hastalıklar da caba. O zamanın büyükle­
ri, Almanların bizi soymalarına yardım ediyorlardı. Aynı
şeyi kendileri de yapıyorlardı."
Buna benzer konuşmaları, çeşitli yerlerde başka baş­
ka biçimlerde işitmek zorunda kalıyorduk.

65
Şöyle bir olay hatırlıyorum:
Yorulmuştuk .. Ama, belirtilen mola yerine kadar da­
ha epey yolumuz vardı. Arabalar taşların ve çukurların
üzerinden geçerken zıplayıp duruyordu. At üzerinde gi­
denlerimiz ise, kah dik patikalardan dağlara tırmanmak,
kah dik yamaçl:-'"dan aşağı inmek zorunda kalıyordu.
Taşlar, atların nallan altından yağmur taneleri gibi etrafa
saçılıyordu. Yolda, bir çay kenarında, dağa yaslanmış bir
evle bir bahçeye rastladık. Evin bacasından kıvrıla kıvrıla
dumanlar çıkıyordu. Meğer burası bir kahvehane ile kü­
çük bir fırın imiş. Bizim uzun kafilemiz burada mola
verdi. Hepimiz keyifli bir soluk aldık. Hiç değilse bir sa­
at için sarsıntıdan kurtulacaktık. Harikulade güzel kızar­
mış çörekleri çabucak paylaştık. Küçük fincanlardaki
kahveleri nöbetleşe içtik. Çevredeki dağlardan ve ovalar­
dan köylüler geldi. Güneşten yanmış yüzleri esmer, göz­
leri sorgu dolu idi. Bellerine kocaman, geniş kuşaklar
sarmışlardı. Ayaklarında, eski, delik deşik, çarıklar vardı.
Kimisinin başında başlık vardı. Kimisi de atkı ile, ya da
düpedüz mendille başını sarmıştı.
Bunlardan birine, ne kadar toprağı olduğunu, kazan­
cını sordum. 20 dönüm toprağı varmış:
- Çavdar, buğday ekiyoruz, diye anlattı, ama, aşağı
yukarı yansını vergi diye elimizden alıyorlar. Biz de bu­
na aşar diyorlar. Köyümüzde bir ağa var ki onun 2000
dönüm toprağı var, tabii o varlıklı yaşıyor. Irgat kiralıyor.
Öteki köylülerle yaptığımız konuşmalardan, Türk
köyünün sınıflara ayrılma tablosu keskin çizgileriyle be­
lirmiş oldu. Köy ağalarının, 2 binden 3 bin dönüme ka­
dar topraklan var. Ortahalli köylülerin topraklan 1 00 ile

66
200, bazen de 300 dönüm arasında oynuyor. 20 dönüm
toprağı olan köylü ise, fakir köylünün ta kendisi . . Irgatla­
rın durumu hepsinden kötü. Bunlar ağaların, çiftlik sa­
hiplerinin, vakıfların topraklarında çalışmakta, ayda topu
topu 3 lira almakta, yiyeceklerini kendileri sağlamakta­
dırlar. Çobanlara ise bir çift çarık ile ayda, o da her za­
man değil, dört kifo un verilmektedir.
Masa başında eşlerimiz oturuyordu. Türk kadınları
bunlardan gözlerini ayırmıyorlardı. İlkin korka korka,
sonra daha cesur bunlara yaklaştılar. İçlerinden bazıları,
bunların gerçekten de kendileri gibi bir kadın olup olma­
dığını anlamak ister gibi, kürklerini, paltolarını ellediler.
Küçük oğlum ilgilerini çekti. Onunla birlikte, elçilik me­
murlarından birinin eşi olan bir tatar kadını oturuyordu.
Türk kadınlarıyla konuşmaya başladı. Türk köylü kadın­
lan, çocuk üzerine sorular sordular ve kendilerine yönel­
tilen sorulara da seve seve cevaplar verdiler. Geİıç bir
Türk kadını, benim çocuğuma doğru eğildi. Ansızın onu
öptü ve sırtını okşadı.
Türk köylülerine, daha yakınımıza gelip oturmaları­
nı söyledim. Hemen oracıkta yere oturdular. Onlara kah­
ve ikram ettik. Bir tercüman aracılığı ile onlarla konuş­
maya başladık. Köylüler tekrar tekrar Sovyetler Birliği,
Lenin, İhtilal ve Rus köylüsünün yaşayışı üzerine sorular
sordular, toprakların derebeylerinden nasıl alındığını, na­
sıl paylaşıldığını öğrenmeye çalıştılar. Verdiğimiz cevap­
ları dinlerken, köylüler birbirlerine bakıyor, aralarında
yavaşça fısıldaşıyor, birbirlerini kakıştırıyorlardı. Rus­
ya'da olup bitenleri, inceden inceye her şeyi, öğrenmek
istedikleri anlaşılıyordu.

67
Mustafa Kemal üzerine olan düşünceleri çok iyi idi.
Onun Rusya ile dostluk politikasını beğeniyorlardı. Ona
mı geldiğimizi soruyorlardı. "Çok iyi, çok iyi" öyleyse
diyorlardı.
Cesur ama güvensiz bakışlı bir delikanlı ·yanımıza
yaklaştı. Başını güzel bir bakışla sarmalamış, başlığın
püskülleri, zarif bir biçimde sağ kulağının arkasına sark­
mıştı. Geniş kuşağının üzerine, bir kayış ve bir fişeklik
dolamıştı. Elinde bir tüfek vardı. Köylülerin ona saygı
gösterdikleri hemen göze çarpıyordu. Kahvehanenin sa­
hibi ona kahve teklif etti ve koşup evinden bir iskemle
getirdi. Delikanlı iskemleye oturmak istemedi. Hemen
oracıkta, herkes gibi otların üstüne oturdu. Kendisine su­
nulan kahveyi aldı ve kahveciye teşekkür etti. Artık öğ­
renmiş bulunduğum "çok çok teşekkür ederim" sözlerini
ben de anladım.
Bunun, köyü ve yolu saldırıdan koruyan bir çete bir­
liğine bağlı olduğu anlaşıldı. Bu birlik, kısa bir süre son­
ra Mustafa Kemal Paşa'nın ordusuna katılacaktı. Çeteci,
söz arasında Rus Elçisi'nin geldiğini Ankara'dan haber
verdiklerini,yolu dikkatle korumaları gerektiği konusun­
da kendilerine emir verildiğini söyledi.
Bir kadın grubu daha yaklaştı. Ayaklarında çoraplar
ve geniş şalvarlar vardı. Kimisinin ayaklan çaputla bağlı
ve çamur içinde idi. Bunların yüzleri açıktı. Ancak bize
yaklaştıkları zaman, ağızlarını yemenileriyle örttüler.
Köylü kadınlarından birisi, daha cesaretlisi, konuşma­
mızla ilgilendi, hemen yanı başımda durdu. Gözleri ko­
caman kocaman, kara ve esrarlı, biraz da alaycı idi. Ona,
hayatını sormak istedim. Ama, Müslüman geleneklerine

68
aykırı bir iş yapmaktan korktuğum için, bu merakımı gi­
dermeyi, ülkeyi daha iyi tanıdığım bir zamana bırakmayı
uygun buldum.
Köylü kadınlarından çoğunun yüzleri, mutsuz ve
ağır yaşantılarının hikayesini yansıtıyormuş gibi, yıpran­
mış, sarı ve kırışık içinde idi. Kadınlar, konuşulanları
dikkatle dinleyerek, sessizce duruyorlardı.
Başka bir karşılaşnıa da ovada oldu. İki öküz, ucun­
da çapaya, ya da ilkel sapana benzer bir şeyin bulunduğu
bir sırığı çekmekte idi. Bir köylü bunun ardından gidiyor
ve bu basit aracı idare ediyordu. Onun yanında durduk.
Köylü:
· - Şurada, yolda toplar götürüyorlar, diye söze başla­
dı. Söylediklerine göre, düşmanlarını öldürsün ve toprağı
köylüye versin diye Rus Lenin bunları bizim Mustafa
Kemal'e hediye etmiş.
Bu köylü de fukaralığından yakındı. Barış içinde ya­
şandığından çok savaş içinde yaşanılan padişahlık dev­
rinde, ürününün yarısını elinden alırlarmış. Geri kalan
yarısının içinden de vergisini öder, bir bölümünü de ho­
caya verirmiş.
- Artık bununla yaşayabilirsen yaşa. . .
- Peki, ya şimdi nasıl?
- Şimdi de kötü.. Gerçi Mustafa Kemal durumumuzu
iyileştireceğini vaadediyor. Allah yardımcısı olsun.
- Ne kadar toprağınız var? diye sorduk.
Eliyle göstererek:
- İşte şu gördüğünüz topraklar. . Sert bir toprak. Bir
bölümü şu dağda, bir bölümü de şu yamaçta. .
- Yalnız siz m i çalışıyorsunuz?

69
- Hayır, ailece Çalışıyoruz. Karım, çocuklarım, çok
sıkıştığım zaman yardımcı tutuyorum. Ürünün yarısı
onun, yansı benim oluyor.. Toprağımın hepsi 100 dönüm
tutuyor. Hocalara da para veriyoruz . . Halbuki ellerinde
alabildiğine vakıf toprakları var. Toprak çok verimsiz. Ne
ile sürdüğümüzü görüyorsunuz .. Kara sapanı�. . Bununla
derin sürülmez ki .. Öküzleri beslemek gerek.. Pulluk ol­
malı. Ama onu nereden bulacağız?
Bir süre sustuktan sonra:
- Ruslar iyi insanlar dedi .. Çarı kovdular, derebeyini
de kovdular. Bize yardım ediyorlar..
Bu bizi duygulandırdı. Türk köyünde ne gazete var,
ne propagandacılar var, ama köylüler bütün temelli me­
selelerimizi biliyorlar. Lenin'i biliyorlar, işçi ve köylü ik­
tidarını biliyorlar. .
Dik bir bayırdan inmekte v e taşların üzerinde sek­
mekte olan bir arabaya rastladık. Bayırın sağında dereye
bakan, derin bir uçurum, solunda ise yüksek kayalar var­
dı. Yol daracıktı. Arabayı, on-on iki yaşlarında bir Türk
çocuğu sürüyordu. Arabayı durdurdu. . Öküzleri de kaya­
lara yanaştırdı. Kendisi ise, elinde uzun bir sopa olduğu
halde, öküzlerin arasında durdu. Yan yan bize bakıyordu.
Sırtında, geniş bir kuşağın içine sokulmuş, temiz bir
gömlek vardı. Ayaklarını çaputla sarmalamıştı.
Tercümanımızla onun yanında durduk. Buğdayları
nereden getirdiğini, köyünün nerede olduğunu, bir başına
korkup korkmadığını, adının ne olduğunu sorduk. Soru­
larımıza birer sözcükle cevap veriyor ve bu yabancılara
ürkek ürkek bakıyordu. Tercümanımıza, ona Rus olduğu­
muzu söylemesini ve Sovyetler Birliği üzerine bir şeyler

70
bilip bilmediğini sormasını rica ettim. Çocuk gülümsedi
ve şimdi Ruslar'ın, Türkler'in dostu olduğunu bildiğini,
kendi köylerinde yüzü ışıklı iyi bir Rus gördüğünü söyle­
di. Birkaç gün önce bu adam bunların evinde gecelemiş . .
"Herhalde Frunze olacak" diye düşündük. Çocuk, b u iyi
Rus'un nasıl kendisine hediyeler verdiğini, babasına na­
sıl Rus topraklarından, Rus köylüsünden söz ettiğini na­
sıl Rus askerinin şapkalarında bir kızıl yıldız taşıdıkları­
nı, şapkalarında kızıl yıldız bulunan bu askerlerin nasıl
1 4 devleti kovduklarını söylediğini anlattı. Çocuk, yüzü
ışıklı demekle, ne kadar da doğru ve şairce anlatmıştı,
Frunze'yi.
Konaklamak için kaldığımız köyde, bizi varlıklı, or­
ta yaşlı bir köylünün büyük bir köy evine yerleştirdiler.
Köylü -ile işleri üzerinde konuşmaya başladık. 3000 dö­
nüm toprağı, çok sayıda, galiba 2000 kadar davan, 1 00
kadar da büyük baş hayvanı, değirmeni varmış. Bu zen­
gin köylü de İngilizleri, Fransızları, Yunanlıları memle­
ketten kovduğu için, Mustafa Kemal'i övüyordu. Köylü,
" Yalnız Mustafa Kemal 'in padişahla barışması gerek­
mektedir" diye ekledi. Bu köylünün sofu olduğu anlaşılı­
yordu. Namaz vakti gelince, bizimle olan konuşmalarını
kesiyordu.
·

Yerel koşullara, özellikle köylerde uymak zorunda


kalıyorduk. Her yerde, masa, iskemle bulunmuyordu.
Çoğu zaman yerlerde, halıların üzerinde, bağdaş oturu­
yorduk. Köy evlerine girerken, mutlaka kunduralarımızı
çıkarmak gerekiyordu.
İlk misafir kaldığımız kasaba, Samsun'dan 25-30 ki­
lometre uzaklıktaki Kavak'dı. Kasabaya akşam üzeri var-

71
dık. Hemen geceleyeceğimiz yere bizi götürmelerini rica
ettik. Ama, oranın idare amirleri, ricalarımıza kulak as­
madılar. Uzun nutukların çekildiği, soruların sorulduğu
bol yemekli bir akşam yemeğine çağınldık. Şafakla kasa­
badan çıktık ve ortalık kararmadan Havza'ya geldik. Yol­
da yavaş gidiyorduk. Aramızda, çeşitli yaşlarda kimseler,
kadınlar ve çocuklar vardı. Bunları hesaba katmak zorun­
da idik.

HAVZA KASABASINDA

Havza, Mustafa Kemal Paşa'nın iki hafta kadar ça­


lıştığı ve Frunze'nin, Yunan esirlerine karşı çok kötü
davranıldığına tanık olduğu bir kasabadır. Frunze, sonra­
lan bütün bunları "Ankara'ya Gidiş" adlı hatıralarında
yazmıştır. Şunu da kaydetmeliyim ki, gerek bana, gerek
Frunze'ye, köylüler, kasabanın mülki amirleri, kısacası
konuşmak fırsatını bulduğumuz herkes, eskiden, Hıristi­
yan Rumlarla, onları çevreleyen Müslüman halkı arasın­
da, çok iyi ilişkiler bulunduğunu söylemekten geri kal­
mamışlardı. Şimdi ise, Türkiye'nin bu zengin ve nüfusca
kalabalık köşesi, tamamıyla mahvolmuş. Samsun, Sinop,
Amasya sancaklarının Rum halkından ancak, dağlarda
dolaşan birkaç çeteden başka bir şey kalmamış bulunu­
yor. Özellikle laz çetebaşılanndan Osman Ağa, canavar­
ca davranışlarıyla ün salmış bulunuyor. Osman Ağa, vah­
şi çetesiyle bütün bölgelerde, taş üstünde taş, omuz üs­
tünde baş bırakmamış. Yerli halk onun gaddarca davra­
nışlarını, dehşetle hatırlıyor.

72
M.V. Frunze, hatıralarında (*) Havza'dan on kilomet­
re uzaklıkta gördüğü bir tabloyu şöyle anlatmaktadır:
"Silahlarını henüz teslim etmiş 60-70 kişilik küçük
bir Rum grubuna rastladık. Hepsi de son haddine kadar
bitik idi. Kimisi, düpedüz bir iskelete benziyordu. Üzer­
lerinde elbise yerine bir takım paçavralar vardı. Çoğunun
ayaklarında çaput bile yoktu. Grubun ortasında, başında
papaz şapkası bulunan, uzun boylu zayıf bir papaz vardı.
Soğuk bir rüzgar esiyordu. Muhafız erlerin götürdüğü bu
kalabalık, Havza'ya gidiyordu. Bizi görünce, içlerinden
bazıları yüksek sesle ağlamaya, daha doğrusu, göğüsle­
rinden çıkan sesler zehirlenmiş yırtıcı bir hayvanın ulu­
masını andırdığı için, ulumaya başladı. Grubu bir süre
durdurdum. Bana eşlik eden, er adanılan dövmemelerini
tenbih etti ve hazin yürüyüş yine başladı. ."
Havza'ya birkaç kilometre kala, bizi kaymakam, as­
keri bir birlik ve şehir temsilcileri karşıladı.
Günün kalan bölümüyle geceyi Havza'da geçirdik.
belediye Reisinin evinde geceledik. Kasabada şerefimize
öğle yemeği, akşam yemeği verdiler ,kasabayı gezdirdi­
ler.. Nüfusu birkaç bini geçmeyen kasaba küçük, sokak­
ları dardı. Evlerin çoğu tahtadandı. Taş evler de vardı.
Kaymakam, büyük bir ihtimamla elçilik meinurlarını
yerleştiidi. Belediye Reisi şerefimize bir öğle yemeği
verdi. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dostluğun
ebediliği üzerine nutuklar çekildi. Kaymakam, olağanüs­
tü, duygulu bir insan olarak Frunze'den büyük bir övgü
ile söz etti:

(*) Frunze, Toplu Eserler, Cilt 1, Sahife 274-3 5 1 .

73
- Hem de bu bir. Rus generali, dedi. Öylesine sade ve
cana yakın ki tıpkı bizim Mustafa Kemal Paşa gibi . .

MUSTAFA KEMAL ÜZERİNE


ANLATILANLAR

Kaymakama ve öteki konuştuklarıma, Mustafa Ke­


mal' i görüp görmediklerini sordum. Böylece Mustafa
Kemal üzerine konuşmalar başladı . Bunlardan çoğu
Mustafa Kemal ile konuşmuşlardı. Mustafa Kemal onlara
çok nazik, çok alçak gönüllü davranmış . . Paşa burada
uzun bir süre çalışmış . . Hepsi de onun, kendini tamamıy­
la Türkiye'nin kurtuluşuna adadığını görmüşler. Mustafa
Kemal onları milli bir örgüt kurmaya davet etmiş . . Doğ­
rudan doğruya halkın içinden çıkan birleşik bir güce da­
yanmak gerektiğini onlara anlatmış . . Ülkenin her yanına
birçok telgraflar çekmiş, ona da kucak dolusu cevap telg­
rafları gelmiş . . Havza'da yapılan toplantılarda, konuşan
Mustafa Kemal şunları söylemiş: "Yurdun tam bir ba­
ğımsızlığını sağlayıncaya kadar, halkla birlikte büyük bir
fedakarlıkla çalışacağıma, bütün kutsal şeyler üzerine ye­
min ettim" bu sözler herkesin moralini yükseltmişti.
Havza'da konuştuklarım, Mustafa Kemal'in sözlerin­
den, onun halkla yaptığı konuşmalardan sonra, gençler
orduya katılmaya başlamış. Gençler yurtları için döğüşe­
ceğine, düşmanları yurttan kovacağına dair Mustafa Ke­
mal' e söz vermiş. Gençlerin, çocuklarını padişaha karşı
savaşmaya göndermek istemeyen babalarıyla, yaşlılarla
anlaşmazlığa düştükleri de olmuş . . Mustafa Kemal bura­
dan, Havza'dan bütün komutanlara, yüksek memurlara,

74
gönderdiği mesajlarda yurdun her yanından "Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk" teşkilatları kurmaya onları
davet etmiş. Havzalılar, böylesine büyük bir hareketin
onların küçücük kasabasından başlamış olmasıyla öğü­
nüyorlar.
Kaymakam:
- Emperyalistlerin: Fransızların, İngilizlerin, Yunan­
lıların yaptıkları zulüm ve gaddarlığı bütün halkın öğren­
mesi gerekir, diyordu. Halkın, korkmadan, açıkça, nefre­
tini göstermesi, mitingler, gösteriler düzenlemesi lazım­
dır. Halkı uyandırmak, İstanbul'un gerici hükümetinden
ne gibi tehlikeler geldiğini ona göstermek gerekir, bizim
görevimiz bütün halkı ayaklandırmaktır. Mustafa Kemal,
İngilizlerin Samsun'dan ayrılmak zorunda kalmaları üze­
rine Amasya'da ve öteki şehirlerde yapılan gösterilerden
çok sevinmişti.
Dinlenmek için henüz yerleşmeye fırsat bulmadan,
bana ayrılan evin kapısı çalındı. Gelen Türklerdi. İstira­
hat etmeye engel oldukları için özür dilediler ve çevreme
dizilerek, Rusya'da olup bitenler üzerine bana sorular
sormaya başladılar. Tercümanı çağırmak ve konuşmaları­
mızda bize yardım etmesini Ağaoğlu Ahmet Beyden rica
etmek lazım geldi. Canlı konuşmalarımız, gece yansın­
dan çok sonraya kadar sürdü. Her şey sade ve candan
oluyordu. Lenin'in görüşüne uygun olarak sıradan halkla
aramızda bir ilişki kuruluyordu.
Ertesi gün, Merzifon şehrine doğru yolumuza devam
ettik. Kısa bir süre sonra, esir bir Yunan kafilesine yetiş­
tik. Askeri Ataşe, Zvonaryev'le yanlarından geçerken,
Rusça bazı bağırmalar kulağıma çalındı. Bize yöneltilen

75
bu sesler hiç de dostça değildi. Zvonaryev kafileye yak­
laşarak, muhafızların müsaadesiyle, ne istediklerini sor­
du. Cevap olarak şunu duyduk:
- Ben hiçbir şey istemiyorum. Ben Bolşeviklerden
nefret ediyorum. Ben burada da size karşı, Türklere kar­
şı, Mustafa Kemal'e karşı savaşacağım. Mustafa Kemal,
Bolşeviklerle birlik oldu.
Öfkelenmiş, kendinden geçmiş olan bu adam, her­
halde çiftliğini, servetini kaybederek ihtilalden zarar gör­
müş olacaktı. Zvonaryev birkaç adım ilerleyerek, Türki­
ye'de özgürlük için kurtuluş savaşı yapıldığını ona anlat­
maya çalıştı. Ama, onun seslendiği adam öfkeli öfkeli
bağınyordu:
- Siz Türkler'le elbirliği ettiniz .. Çar Müslümanlarla
savaşmıştı. Siz, Bolşevikler ise onlara yardım ediyorsu­
nuz . .
Zvonaryev'i yanıma çağırdım. Sonradan öğrendiği­
mize göre, Yunan istila ordusunda, Karadeniz kıyıların­
dan askere alınmış beyaz Ruslar da varmış. Bunlar, haya­
li "Pontus Devleti" kurulması için savaşmak üzere Sam­
sun bölgesine gönderilmişlerdi. Onları buraya Fransızla­
rın emriyle, çeşitli beyaz Rus ve Yunan örgütleri gönder­
mişlerdi.
Konakladığımız şehir ve kasabalarda idare amirleri
bize pilav ve göbekli bardaklarla çay, küçücük fincanlar­
la da kahve ikram ediyorlardı. Konuşmalar, Emperyalist­
ler, Türk-Yunan savaşı ve Mustafa Kemal'in başarıları
üzerine geçiyordu. Sovyet Rusya üzerine, ardı arası kesil­
meyen sorular soruyorlardı. Lenin herkesin ağzında idi.
Mustafa Kemal 'in, Türkiye Büyük Millet Mecli-

76
si'nin, Lenin'in, Sovyetler Birliği hükümetinin, valinin,
belediye reisinin ve Sovyetler Birliği'nin Türkiye Elçisi
şerefine kadehler kaldırılıyordu. Fotoğraf çekmeyi ihmal
etmiyorlardı. Resimler kalite bakımından ilkeldi, ama
ben onları bugüne kadar sakladım. Havza'da sokakta res­
mimizi çektiler. Kalabalık bir halk yığını kasaba idareci­
leriyle ve kaymakamla birlikte resimlerinin çekilmesini
sağlamaya çalışan çocuklar toplanmıştı. Sanki kasabada
yalnız erkekler varmış gibi fotoğraflarda hiç kadın görül­
müyordu. Köyle kasabalar arasındaki ayrım burada ken­
dini gösteriyordu.

MERZİFON

Milek Köyü'nden Merzifon şehrine yöneldik. Mer­


zifon şehrinde Hot:a Ömer Efendi bizi öğle yemeğine da­
vet etti. Hoca Ömer Efendi çok ihtiyar bir kişi idi. Her­
kes onu, bir saygı belirtisi olarak "Baba" diye çağırıyor­
du. Yemekte Kaymakam Mustafa Rasim Bey ve birçok
hatırlı kasabalı vardı. Yemekten sonra kaymakam bizi
şehri görmeye davet etti. Pazarı gezdik. Doğrudan doğru­
ya yere yığılmış birçok mallar, kunduralar, elbiseler, gi­
yecek eşyası göze çarpıyordu.
Karazape, Alacık Köyleri 'nden geçtik. Yollarda yük­
lü eşeklere, develere, kağnı arabalarına, bizde olduğu gi­
bi kuru ot yüklü arabalara rastlıyorduk. İki tekerlekli
kağnı arabalarına yukarıdan ve aşağıdan sopalar sokul­
muş, bunların arasına kalın bezler gerilmişti. Bunların
içinde buğday taşıyorlardı. Bütün rastladığımız Türkler
bize selam veriyorlardı.

77
Alacık'tan, sabahın 7 'sinde hareket ettik ve bir gün­
de 40 kilometre yol aldık. Akşamleyin çok yorgun bir
halde Diminhacı'ya geldik.

ÇORUM, ALACA, YOZGAT

En duygulu karşılama Çorum şehrinde oldu. Daha


şehre beş kilometre kala, bizi yalnız Belediye Reisi, vali
temsilcisi değil, ellerinde bayraklar, koro halinde marşlar
söyleyen okul öğrencileri de karşıladı. Onlara teşekkür
ettik ve Rus çocuklarının selamlarını getirdiğimizi söyle­
dik. Bir otelde bize yer ayırmışlardı. Mutasarrıf Vehbi
Bey'le Belediye Reisi Nuri Efendi bize bir öğle yemeği
verdiler. Yemekte konuşmalar yaptılar.
Çorum'da bir hamal ile konuştum. Hamal sırtılJlı ok­
şadı ve gülümseyerek: "Ruslar iyi insanlar, yiğit insan­
lar" dedi.
1 922 yılı 2 1 Ocağında Çorum'dan Alaca'ya doğru
yola çıktık. Yol uzundu. Bir ırmağın kıyısında mola ver­
dik. Burada, civar köylerin köylüleri hemen etrafımızı
sardılar. Büyük bir nezaketle ve güler yüzle bize hizmet
ettiler. Süt ikram ettiler. Ve yeniden Rusya üzerine bit­
mez tükenmez sorular ve Türk köy hayatını anlatmalar. . .
Alaca'dan başlayarak yolumuz çok zahmetli idi ve
hep dağlardan geçiyordu. Akşama doğru Yozgat şehrine
geldik. Bütün elçilik memurlarımızı lise binasına yerleş­
tirdiler. Öğle yemeği, konuşmalar.. Özellikle okul müdü­
rü Ali Fua.t Bey'le tarih öğretmeni çok ateşli birer konuş­
ma yaptılar. Onlar, Tükiye ile Rusya arasındaki dostlu­
ğun büyük öneminden söz ettiler. Vali Hilmi Bey bizi,

78
Türk halkı adına selamladı. Sabahleyin okul öğrencileri,
kız ve oğlan çocukları toplandılar. Şiirler ve Mustafa Ke­
mal üzerine yazılmış şarkılar okudular.
Ailemle bana, ayrı bir yer gösterdiler. Evin hanımı
temiz bir Rusça ile konuşmaya başlayınca çok şaşırdık.
Hanımın çocukları da biri kız, öteki oğlan çocuğu, Rusça
konuşuyorlardı. Meğer Hanımın kocası doktormuş, esir
olarak Ukrayna'da bulunmuş . . Orada, evlerinde oturduğu
Ukraynalı bir kızla tanışmış, sevişmişler, evlenmişler, kız
da onunla Türkiye'ye gelmiş . . Kadın Türkçe konuşmayı
öğrenmiş, çok da iyi geçiniyorlarmış . . Bize çok candan
ikramlarda bulundular. Soru yağmurları bütün gece sür­
dü. Kan, koca, Rus ihtilali ve Lenin üzerine birinci elden
bilgi edinmek istiyorlardı. Biz de, kendi payımıza, Türk
milli hareketine, Kemalist orduya, doğrudan doğruya
Mustafa Kemal'e aynı ilgiyi gösteriyorduk.
Sonraları, bizim konuksever ev sahiplerimiz Ankara'ya
geldiler ve bana bir aile fotoğrafı hediye ettiler. Fotoğrafın
üzerine şunu yazmışlardı: "Rus halkının sayın temsilcisine..
Onu candan sevmiş olan bir Türk ailesinin hatırası".
Konuşmamız sırasında, evin sahibi hanıma:
- Yurdunuzu, Ukrayna'yı göreceğiniz geldi mi? diye
sordum.
- Gelmez olur mu? dedi. Anamı, babamı görmek is­
terdim. Gerçi onlardan mektup alıyorum ama, seyrek . .
Gitmek zor. Çocuklarla böylesine uzak bir yere, hele
böyle bir zamanda nasıl gidilir? Burada bir savaş var, or­
talık karışık.. Kocam askeri doktor, ona izin vermezler. .
Kocam olmadan da ben gitmem. Artık Türkiye benim
vatanım oldu. Halkı çok iyi, bana da çok iyi davranıyor.

79
Ankara'ya kadar bize eşlik etmek üzere Yozgat'ta
yanımıza bir subay verdiler. Onunla aramızda çok dikka­
te değer bir konuşma geçti. Bu konuşma, Yozgat'tan Yah­
şi-Han' a kadar sürdü. Yahşi-Han, bir şimendüfer istasyo­
nudur. Oradan Ankara'ya kadar trenle gidecektik. Din­
lenmek için, Başıbüyük, Ali Elma, Hacılar köylerinde
mola verdik.

TÜRK SUBAYI İLE KONUŞMA

Subay bize hayatta çektiklerinden söz etti. Yunanlı­


ların 1 9 1 9 yılında İzmir'i işgal edişlerini görmüş, bu çok
korkunç bir sahne imiş. Yunan işgal ordusuna, şehri ve
dolaylarını zaptetmek için İngiliz, Fransız, Amerikan ve
İtalyan gemileri yardım etmiş. Türk subayı:
- Bunlar, Türk kışlalarını top ateşine tuttu, diye an­
lattı. Halbuki ateş etmeye hiç lüzum yoktu. Çünkü biz
Türklerin zaten silahları alınmıştı. Bu "medeni" yırtıcı
hayvanların bize reva gördükleri vahşice zorbalıkları tas­
vir etmek zordur. Bizi dövdüler, bize hakaret ettiler. Bir­
çok Türk öldürüldü. Bunların içinde 30-40 kadar subay
vardı. Yaralılar ise SOO'ü geçiyordu. Bizi esir olarak gö­
tiirürlerken Yunan gemisi "Paris" sahile yanaşarak kafi­
leye ateş etti. Ben kaçmak fırsatını buldum. Bu canavar­
lıkları, pek tabii olarak, bütün Anadolu Türkleri öğrendi.
Subay sözlerine devam ederek:
- Şimdi bize kur yapan İngiltere ile Fransa, gemilerle
silah ve cephane getirerek, mavnalarla bütün Karadeniz
kıyısındaki Rumlara dağıttılar. Bu silah dağıtımı işini Yu­
nanlıların "Pont" teşkilatı idare etti. Hiç şüphe yok ki

80
suçları olmayan sivil Rumları, esirleri, göçmenleri öldür­
mek hiç de iyi bir şey değil. Eskiden onlar bizimle dostça
yaşıyor, kendi işleri güçleriyle uğraşıyorlardı. Şimdi on­
ları dağlarda öldürüyorlar. Onlar da bizimkileri öldür·
müşlerdi.
Subay çok açık konuşuyordu:
- Şimdi Türklerin silahı var. Köylüler de silahlanı­
yor, hayatımızı, haklarımızı koruyacağız, sonuna kadar
dövüşeceğiz, bizi esaret altına almalarına izin vermeye­
ceğiz! Artık yeter!
İ ngilizlerin, İ stanbul 'u işgal ettikleri zaman nasıl
davrandıklarını, yine bu yolculuğum sırasında öğrendim.
Samsun'da mutasarrıf ve Türk subayları bunu büyük bir
öfke içinde anlatmışlardı. İ stanbul'daki Mebuslar Meclisi
dağıtılmış, mebusları tutuklayarak Malta Adası 'na sür­
müşlerdi. Bütün ileri düşünceli aydınlar, bir bir tutuklanı­
yor, hapse atılıyor, ya da sürgüne gönderiliyorlardı.
Yanımdaki subay:
- Sizinle birlikte yolculuk eden sayın Ağaoğlu da
Malta'ya gönderilenlerden biridir, dedi. Kışla ve cepha­
nelikleri koruyan Türk erleri öldürülüyorlardı. Minarele­
re, makineli tüfekler ve İ ngiliz nöbetçileri konuyordu.
Bu, bizim yurtseverlik ve dinsel duygularımıza büyük bir
hakaretti. Biz Türkler bunu hiçbir zaman unutmayacağız!
Ancak yurt hainleri İngiliz emperyalistlerini destekleye­
bilirler.
Çok ağır ilerliyorduk. Samsun'dan hükümet merkezi
Ankara'ya kadar olan 400 kilometrelik yolu, yaklaşık
olarak iki haftada aldık. Ama bu durumdan yine de biz
yararlandık. Duraklamalı geçen bu uzun yolculuk bize

81
ülkenin yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, köylünün,
kentlinin, idare amirlerinin ruh halini, halkın kurtuluş sa­
vaşına olan davranışını, itilaf devletlerinin istilacı emelle­
rini, toprak meselesini öğrenmemize imkan verdi.
Yolculuğumuz sırasında hava, büyük bir çoğunlula
bize pek de güler yüz göstermedi. Hava soğuk ve yağışlı
idi. Dağlarda sulu kar yağdı Buna karşılık, çevreleri dağ­
larla kapalı olan vadilerde ılık rüzgarlar sanki bahar gel­
miş gibi bize taze ot, kırçiçekleri kokusunu getirdi.

YOLCULUK İZLENİMLERİ

Türk Milli Kurtuluş hareketinin lideri Mustafa Ke­


mal Paşa, sömürgecilik düzeni ile esaret altına alınmış
geri bir doğu ülkesi için işitilmemiş derecede büyük bir
politik iş, büyük bir teşkilat işi görmeyi başardı. Köylü­
ler, şehir burjuvazisi ve askerler arasındaki etkisi, şöhreti,
ona olan güven ve inanç çok büyüktü. Ama bununla bir­
likte halk arasında birlik yoktu. En zavallı durumda olan
fakir köylüler lidersizdi. Oysa ki nüfusun çoğunluğunu
onlar teşkil ediyordu. Bu göze çarpmakta idi. Yolda ko­
nuşmak fırsatını bulduğum bütün köylüler, adeta bir
ağızdan, derebeylerinin, zenginlerin baskısından kurtul­
maktan, hocaların, mollaların sömürmelerinden söz edi­
yorlardı. Büyük Millet Meclisi'nin ve Mustafa Kemal'in
direktiflerini tutmayan hiçbir köy halkı yoktu. Ama orta­
da maddi bir sonuç yoktu. Topraklar zenginlerin elinde
kalmakta devam ediyordu, yürürlükte olan feodal vergi­
ler, köylünün son lokma ekmeğini de elinden almakta idi.
Türkiye'de işçiler azdı. Bunlar sadece İstanbul'da,

82
Zonguldak'ta, tütün şirketlerinde toplanmış bulunuyor­
lardı. Türk halkının milli kurtuluş çabalan, daha çok ken­
diliğinden, çeteler kurmak biçiminde ortaya çıkmakta idi.
Pek çok köylü, Mustafa Kemal'in kurmuş olduğu orduya
seve seve, gönüllü olarak katılmaktı idi. Onlar bu ordu­
nun kişiliğinde kendi koruyucularını görmekte, onun yar­
dımıyla, değil yalnız yabancı boyunduruğundan, ama iç
zalimlerden kurtulmayı ve en önemlisi, toprağa kavuşma­
yı ve vergilerden yakayı sıyırmayı da ummakta idiler.
Şehirlerde ve kasabalarda küçük burjuvazi, zenaat­
kar, esnaf ve tüccarlar daha iyi bir yaşantının özlemi için­
de, ama kararsız bir halde idiler. Halk, padişaha ve hali­
feye olan inancını hızla yitiriyor, emperyalistlerin haris
emellerini anlamaya başlıyordu. Türk burjuvazisine ge­
lince, yeni akımların, cesur davranışların ve pek de so­
nuncu bir yer almayan, köylülerin zirai hareketlerinin do­
ğurduğu korku onu sarmıştı.
Gittikçe daha yüksek sesle sözü edilen Türk kadınla­
rının kurtuluşu düşüncesi, hele gericiliğin en teşkilatlı bir
gücü olan gerici hocaların propagandaları için bir besin
teşkil etmekte idi. Müslümanlık din duyguları, halifeye
bağlılık, Türkiye' nin bütün katlarında, bütün sınıfları
arasında hala çok güçlü idi. Ama toprak ağalarının, bur­
juvazinin, eski memurların başlıca korktuğu şey, zirai bir
ihtilaldi. Gericiliğin bu güçleri, daha o zaman, köylülü­
ğün, toprak konusunda, vergilere ve hoca baskısına karşı
mücadele etmek üzere birleşmelerine engel olmak için
ellerinden geleni yapmakta idiler.
Kimi yerlerde valiler, mutasarrıflar ve öteki idare
amirleri, eski devrin adamları idi. Mustafa Kemal, yavaş

83
yavaş bunları kendinden yana olanlarla değiştiriyordu.
Yeni düşünceler toplum düzeninde, şehir işlerinin idare­
sinde gittikçe kendini duyurmaya başlamıştı. Ama top­
lum adanılan da her zaman davranışlarında kesinlik gös­
teremiyor, kuşkulu adımlar atıyorlardı.
Yurtsever milli örgütlerin, "Müdafaa-i Hukuk Cemi­
yetleri"nin işleri de her zaman düzgün gitmiyordu. Mese­
la Trabzon'da, Fransızların ve Rumların icadı olan "Pon­
tus Devleti"nden Türkleri korumak için bir cemiyet ku­
rulmuştu. Ama bu cemiyet "Trabzon İl Muhtariyeti Ce­
miyeti" adını almış, yani bu vilayetin, merkezi hükümet­
ten ayrılma programını ileri sürmüştü. Başka yerlerde,
Konya'da, Batı bölgelerinde, amaçlan hiç belli olmayan,
çoğu mili harekete karşı düşmanca nitelik taşıyan birta­
kım sosyal örgütler kurulmuştu. Harekete "yardım" ba­
hanesiyle, bu örgütlere padişahın gerici ajanları sızıyor­
lardı. Bunlar, düşmanca gösteriler düzenliyor, çetelere sı­
zıyorlardı. Mustafa Kemal ondan yana olanlar bu çeşit
örgütleri dikkatle izliyor ve bunların düşmanca davranış­
larını fark eder etmez bunları dağıtıyorlardı.
Çoğu başı boş olan çeteler, gerici padişah-halifenin
etkisjne kapılmakta, Mustafa Kemal bunlarla savaşmak
zorunda bile kalmaktadır.
Elçilik heyetimizin geçtiği Anadolu'nun (Samsun­
Ankara) bölgesinde bütün yurtsever güçleri birbirine
bağlayan başlıca halka, başta komutanlar olmak üzere as­
keri birliklerdi. Kendi bölgelerinde politik önderlikleri de
bunlar yapmakta idiler. Mustafa Kemal'in Türkiye Bü­
yük Millet Meclisi 'nin emirleri, genelgeleri, kararları
Ankara'dan bunların aracılığı ile çevreye yayılmakta idi.

84
Öğretmenler, doktorlar, gazeteci, esnaf, tüccar gibi ilerici
demokratik güçler, askerlerin çevresinde toplanmakta
idiler. Resmi, resmi olmayan bütün görüş ve konuşmalar­
da bu, göze çarpmakta idi. Mustafa Kemal Paşa'nın as­
ker arasındaki şöhreti çok büyüktü. Mustafa Kemal, taş­
radaki işlerle ve halkın morali ile ilgili haberleri bunların
aracılığı ile almakta idi. Azınlık halinde kalmakla birlik­
te, generaller (paşalar) arasında, yeni idareye düşman,
padişaha ve halifeye bağlı kişilere de rastlanmakta idi.
Bütün tümenlerin, bütün alayların, milli hareketten
ve Mustafa Kemal'dan yana olduklarını söylemek yanlış
bir davranış olurdu. Böyle düşünmek, her şeyi bir renge
boyamak demek olurdu. Hayır, çoğu zaman, şu veya bu
askeri birlik için, şu veya bu tümen, ya da alay için mü­
cadele edildiği oluyordu. Nitekim 1 920 yılında, Sam­
sun'da 1 5 'inci tümenin padişah taraflısı bazı subayları
Büyük Millet Meclisi'ne karşı yıkıcı propagandalara gi­
rişmişlerdi. Buna benzer durumlar, başka yerlerde de gö­
rülmüştü. Mustafa Kemal Paşa'nın karargahı, bu çeşit
davranışların önüne geçmek bu gibi subayları uzaklaştır­
mak zorunda kalmıştı.

TÜRK ORDUSUNUN ZAFERİ

Çetelerden meydana getirilmiş genç Türk ordusu­


nun, Yunanlılarla ilk karşılaşması, 1 O Ocak 1 92 1 tarihin­
de İnönü mevkiinde oldu. Yunan ordusu 60 bin Türk or­
dusu ise 1 5 bin kişi idi. Ama yine de Yunan saldırıları
durdurulmuştu. Bu olayın, Türk ordusunun moralini kuv­
vetlendirmek, Milli Kurtuluş Hareketi'nin lideri olarak

85
Mustafa Kemal Paşa'mn otoritesini yükseltmek bakımın­
dan büyük bir etkisi oldu.
İnönü mevkiindeki ikinci savaş, 3 1 Mart 1921 tari­
hinde oldu. Yunanlılar ikinci defa yenilgiye uğradılar.
Ama bu olay, İngiliz emperyalistlerini durdurmadı. Onlar
Yunanlılardan askeri harekete devam etmelerini istediler.
Onlara tank, top ve İngiliz subayları gönderdiler. Yunan
ordusu 1 00 bin süngüye çıktı. Makineli tüfek sayısı
5600'ü, top sayısı ise 350'yi buldu. Bütün Türk ordusu
ise ancak 5 1 bin süngüden, 440 makineli tüfekten ve 1 62
toptan ibaretti.
1 92 1 yılı yazında büyük savaşlar oldu. Türk ordusu
Sakarya ırmağının gerisine çekilmek zorunda kaldı. Cep­
he Ankara'ya yaklaştı. Eskişehir, Afyonkarahisar gibi şe­
hirler düşman eline geçti.
Lloyd George sevindi ve genç Türk ordusunun tam
bir bozguna uğrayacağı kehanetinde bulundu. Ama onun
bu sevinci vakitsizdi.
23 Ağustostan 1 3 Eylüle kadar, İngiliz maddi yardı­
mına dayanan, çok iyi donatılmış Yunan ordusuyla, on­
dan sayıca iki kat küçük, ama yurt savunması gibi bir dü­
şünce ile canlanmış, morali yüksek Türk ordusu arasın­
da, çok çetin savaşlar oldu. Bu savaşlar, Sakarya Meydan
Savaşı adı ile ün almıştır. Yunanlılar bu savaşta tam bir
bozguna uğradılar. Yunan generallerinin ve Yunan Kralı
Konstantin'in büyük bir gürültü ile dünyaya ilan ettikleri
Yunan ordusunun Ankara üzerine yürüyüşü, böylece ke­
sin olarak suya düştü.
Türk ordusunun Sakarya Meydan Savaşı'ndaki bu
parlak zaferi, Büyül<- Millet Meclisi'nin ve başkomutan

86
olarak Mustafa Kemal Paşa'nın durumunu daha da güç­
lendirdi. Mustafa Kemal'e (Gazi) unvanı verildi.(*)
Bu zaferin sonucu olarak Türk-Fransız anlaşması
imzalandı ve İtalyanlar Antalya'dan çekildi.
Başında Franklin Bouillon(**) bulunan Fransız he­
yetiyle yapılan anlaşma, bizim Sovyet elçilik heyeti Ana­
dolu'da yolda bulunduğu sırada, Ankara'da imzalanmıştı.
Fransa bu antlaşma gereğince, Kilikya 'daki ordusunu
çekmiş, Türkiye ile savaştan vazgeçmiş ve Sevre antlaş­
ması altındaki imzasını annüle etmişti. İngiltere, bu an­
laşmayı protesto etti.
Yunan ordusunun yenilgisinden sonra Büyük Millet
Meclisi temsilcileri Londra konferansına çağrılınca, halk
bunu, Türk milletinin büyük bir başarısı olarak değerlen­
dirdi. Bu olay, Türkiye'nin her yanında, Mustafa Kemal
politikasının kesin başarısının bir belirtisi olarak kabul
edildi. Mustafa Kemal Paşa'nın idaresi altında halkın,
Yunanlılara ve İngilizlere öldürücü bir darbe indir�iği,
ağızdan ağıza yurdun her yanına yayılmakta idi.

DIŞİŞLERİ BAKANI İLE KARŞILAŞMA

Ankara'ya 30 kilometre kala, dar hatlı küçük bir şi­


mendifer istasyonu olan (Yahşihan) da bizim için özel bir
tören hazırlanmıştı. Bizi, Dışişleri Bakanlığı temsilcile­
riyle, Ankara'dan gelmiş olan elçiliğimiz memurları kar-

(*) Kitabın yazan, mareşallik rütbesini unutmuş olacak.


(**) Franktin Bouillon: Fransız Radikal-Sosyalist Partisi'nden bir Fran­
sız milletvekilidir. Birinci Dünya Savaşı'nda, Çekoslovakya'da, Balkanlar'da
ve Türkiye'de Fransız propaganda işlerini idare etmişti. (H.A Ediz)

87
şıladılar. Tren bizi gündüz saat dörtte Ankara'ya ulaştır­
dı. Bizi törenle, bando ile karşıladılar. Dışişleri Bakanı
Yusuf Kemal Bey bizi selamladı.
29 Ocak 1 922 tarihinde Yusuf Kemal Bey'i resmi
olarak ziyaret ettim.
Yusuf Kemal Bey'in dış görünüşünde gözüme çar­
pan iki şey, sık, değirmi siyah bir sakalla, sağ elinde iki
parmağının eksikliği oldu. Kendisi çok nazik ve sevimli
bir adamdı, sözlerimi dikkatle dinledi. Manalı, kara göz-
'
leri her hareketimi dikkatle izlemekte idi.
İlkin, yerleşmemizle ilgili birkaç soru sordu, yorucu
yolculuktan sonra eşimin sağlığını sordu. Ankara 'da kon­
forun eksikliğinden yakındı.
- Elçiliğiniz, kötü, köhne bir binada bulunuyor, dedi,
hoş bir şey değil, ama elden ne gelir. Helebir savaşı kaza­
nalım, Ankara'yı yeniden yapacağız! Moskova'daki Türk
elçiliği çok konforludur.
Konuşmalarımız, daha sonra son politik olaylara, as­
keri duruma döldildü. En sonra da Mustafa Kemal Paşa
ile görüşme işine, protokol bölümüne geçtik. Yusuf Ke­
mal Bey'i ziyaretim iki saat sürmüştü.
Dışişleri Bakanlığı 'ndaki konuşmalarımdan sonra,
Mustafa Kemal Paşa'ya güven mektubumu sunacağım
gün ve saat bildirildi. Ankara'ya geldiğim gün, Afganis­
tan, Buhara ve Azerbaycan elçilerini ziyaret ettim. Sonra
da, Yusuf Kemal Bey ziyaretimi iade etti.

ANKARA ŞEHRİNDE KISA BİR GEZİNTİ

Dışişleri Bakanlığı'nı ziyaretimle Mustafa Kemal

88
Paşa'ya resmi olarak tanıtılmam arasında geçen kısa za­
man süresi içinde, üstünkörü Ankara'yı dolaştım. Anka­
ra, daracık sokaklı köhne ahşap, evli, bol minareli bir şe­
hir, yan harap olmuş surlarıyla ve Beyazıt I'in sarayıyla
eski kale, şehre hakim bir mevkide.
XIV. yüzyılda, Yıldırım Beyazıt'la Timurlenk arasın­
da geçen olayın izleri bulunan Türkiye tarihini hatırla­
mak zorunda kaldım. Burada, Ankara'da Timurlenk'le
Türkler arasında büyük bir meydan savaşı olmuştu. Yıl­
dırım Beyazıt bu savaşta esir olmuş ve öz yurdu Türki­
ye'den dışarıya götürülmüştü.
Kaleyi, bizden önce General Frunze de ziyaret et­
mişti.
Kaleden bakılınca, şehrin geniş bir manzarası açılı­
yordu. Şehir sıkışık gibi görünüyordu. Ankara'nın etrafı
tepelerle çevrili idi. Uzaklarda, ayn ayn yüksek dağlar ve
dağ grupları göze çarpıyordu. Timurlenk'in kalesini göz­
den geçirdim. Mimarlık bakımından harikulade güzel
olan arkın artıklarını ve eski Roma köprüleriyle, Roma
imparatorlarından Agustus zamanından kalma tapınağı
seyrettim.
Bizim elçilik şehrin merkezinde, iki arabanın yanya­
na geçemeyeceği kadar dar bir sokakta, iki katlı, küçük
ahşap bir evde idi. Sokağımız yüksek minareli bir cami
ile son buluyordu.

MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE


İLK KARŞILAŞMA

Gazi Mustafa Kemal ile ilk karşılaşmamız 30 Ocak

89
1 922 tarihinde oldu ve çok dostça geçti. Yeni Türkiye'nin
lideri beni çok sade bir biçimde kabul etti. s,)Vyet hük­
ümetinin, bir elçisi olarak iki tarafın halkları arasında
Sovyet işçi-köylü hükümetiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisi hükümeti arasında, arilaşmalar yolu ile, dostluk
ilişkilerini geliştirmek ve güçlendirmek konusunda bana
yüklediği ödevle ilgili sözlerimi nihayet yeni, genç Türki­
ye 'nin gelişmesi ve emperyalistlere karşı esin zaferler ka­
zanması dileğimi büyük bir dikkat ve ciddilikle dinledi.
Daha sonra ben, Sovyet hükümetinin ve halk komi­
serleri konseyi başkanı Lenin'in, gerek Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ne ve gerek Mustafa Kemal Paşa'ya olan
başarı dileklerini ilettim.
Mustafa Kemal Paşa, bu iyi dileklerimden ötürü te­
şekkür ettikten sonra, iki ülke arasındaki, iki devletin ve
iki milletin böylesine muhtaç olduğu, büyük dostluğu
güçlendirmek konusunda bana verilen ödevi yerine getir­
mem için, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi hüküm�­
tinin, gerek kendisinin, ellerinden gelen yardım ve kolay­
lığı esirgemeyeceğini söyledi.
Mustafa Kemal Paşa:
- Ortaklaşa amacımız, emperyalizmle savaşmak, do­
ğu halklarını sömürgecilerin boyunduruğundan kurtar­
maktır, dedi. Müşterek çabalarımızla başarıya ulaşacağı­
mıza inanıyorum . Rusya'nın ve büyük lider Lenin'in
Türkiye'ye yaptığı yardımlar için teşekkür ederim.
Bu karşılıklı sözlerden sonra Mustafa Kemal beni
masaya davet etti. Kahve, çay getirdiler. Aramızda, bir
buçuk saat süren teklifsizce, resmi olmayan bir konuşma
başladı.

90
Gazi Mustafa Kemal Paşa, hala Frunze'nin ziyareti­
nin ve onunla yaptığı konuşmaların etkisinde idi.
- Frunze çok sevimli bir insan, dedi. Büyük bir ko­
mutan olarak ondan çok söz edildiğini işitmiştim. Ama
genel bilgisiyle, kültürüyle karşısındakini büyülediğini
bilmiyordum. Frunze ile konuşmaktan büyük bir zevk
duydum. Herhalde biliyorsunuzdur biz Frunze ile, bize
yapılacak askeri yardım konusunda anlaşmaya vardık.
Şimdi iş bunun gerçekleşmesinde. Bu anlaşmamızın kısa
bir zamanda yerine getirileceğini umuyorum.
Sonra Mustafa Kemal, cephedeki duruma geçti. Bi­
zim askeri işlerimiz üzerine bana sorular sordu. Mustafa
Kemal'in, Kızılordu'nun kuruluşu ve teşkilatı, iç savaş
sırasındaki savaş durumu, hatta bazı özel savaşlar üzerine
esaslı bilgisi olduğu anlaşılıyordu. Özellikle Perekop des­
tanını ve bu destanda Frunze'nin oynadığı rolü çok iyi
biliyordu.
Böylesine ayrıntılı bir bilgiyi nasıl elde ettiğini sor­
dum.
- Biz subaylar, hatta <leğil yalnız subaylar, bütün ile­
rici aydınlarımız, büyük ekim inkılabının ilk günlerinden
beri Bolşeviklerin izledikleri politikaya büyük bir ilgi
gösterdik. Biz Lenin'in, Rusya'nın ezilmiş halklarının
kurtuluşunu sağlayacak bir politika güttüğünü biliyor­
duk. Zaten onun büyük gücü buradadır. Umutlarımız
doğru çıktı. Beyaz orduların iç savaşta yenileceğine ina­
nıyorduk. Buna neden inanıyorduk? Çünkü Bolşeviklerin
Derebey topraklarını köylülere verdiğini, bütün emekçi
halkın Bolşeviklerden yana olduğunu, Lenin'in barış için
savaştığını biliyorduk. Bolşeviklerin kusursuz ,önderliği

91
ve disiplini altındaki yüz elli milyonluk bir halk yığını­
nın, hiçbir istilacı ordunun yenemeyeceği bir güç olduğu­
nu da biliyorduk.
Bu devirde Mustafa Kemal Paşa, bütün enerjisini,
orduya, onun donatımına teşkilatlandırılmasına, Yunanlı­
ları yenmeye, milli harekete karşı şurada burada patlak
veren isyanları bastırmaya yöneltmiş bulunuyordu. Bu­
nun için bizim ilk görüşmemiz; bunu izleyen bundan
sonraki görüşmelerimiz gibi, askeri işlerin ve askeri taah­
hütlerin konuşulmasıyla geçti.
Günlük işler, konsolosluk işleri gibi meseleleri, Dı­
şişleri Bakanıyla konuşmamı rica etti ve:
- Tabii, benim yardımım gerekirse, her zaman sizinle
görüşmekten büyük bir memnunluk duyacağım, diye ek­
ledi.
Mustafa Kemal Paşa üzerimde nasıl bir izlenim bı­
rakmıştı? Birisi ile ilk tanıştığınız zaman, her şeyden ön­
ce onun dış görünüşüne bakar, elinizde olmayarak karşı­
nızdakini inceler, onun jestlerine, gözlerinin, yüzünün
anlatımına dikkat edersiniz!
Mustafa Kemal'in saçları, sarı ve seyrek, bıyıkları
kırmızımtırak ve kırpıktı. Bütün dış görünüşüne tonunu
veren ve güçlü iradesini gösteren gözleri çeliktendi. Be­
nim ilk konuşmamı dinlerken onları böyle görmüştüm.
Masanın başına geçip küçük fincanlarla koyu kahvemizi
içerken, gözleri biraz koyulaştı, daha yumuşak, daha tatlı
hal aldı. Bu ayınını bundan sonraki karşılaşma ve konuş­
malarımızda da, hem yalnız benimle değil, onun yakın
çevresindeki kişilerle, İsmet ve Fevzi Paşalarla olan ko­
nuşmalarında da gördüm. Savaş vazifelerini çözümlerken

92
yanında bulunduğum anlar olmuştur. Bu sıralarda, gözle­
ri karşısındakini görmüyor izlenimini verirdi.
Mustafa Kemal Paşa, ortadan biraz uzun boylu, dol­
gun vücutlu idi. Yanakları çökükçe, kaşları sık ve genişti.
Beni ilk defa kabul ettiği zaman ceketinin yakasın­
da, dört bir yanı defne dalı ile çevrilmiş bir yıldız vardı.
Başında, koyun derisinden, kahverengi yüksek bir kalpak
bulunuyordu. Odasında da, çoğu zaman, başında kalpak­
la oturuyordu.
Mustafa Kemal Paşa ile görüştükten sonra, Azerbay­
can'ın Türkiye sefiri Abilov'u görmeye gittim. Abilov,
Türkçeyi çok iyi bilen eski bir Bolşevikti. Türk ilerici
toplumu ve Mustafa Kemal, ona büyük bir saygı göster­
mekte idi. Mustafa Kemal Paşa ile olan sorumlu konuş­
malarımıza, Abilov yoldaş her zaman aktif olarak katılır­
dı.
Abilov'un yanında Büyük Millet Meclisi'nin üç üye­
sine rastladım; bunlar: Reşat, Tevfik Rüştü ve Cemal Nu­
ri Beylerdi. (*) Böylece Türkiye'nin ileri gelen toplum
adamlarıyla ilişki kurmaya başladım.
Mustafa Kemal Paşa ile görüştükten sonra bütün ba­
kanları, genelkurmay başkanını, şehrin idarecilerini,
Meclis'in ileri gelen milletvekillerini ziyaret ettim. Ba­
kanlıklar büyük bir taş binada toplanmıştı. Bakanların
çalışma odaları, yan karanlık bir koridorda idi. Bir günde
birkaç bakanı ziyaret etmek fırsatını buldum. Bakanlarla
görüşmeler samimi bir hava içinde ve içilmesi zorunlu
olan bir fincan kahve başında geçiyordu. Bundan sonra

(*) Herhalde Celiil Nuri Bey olacak.

93
bana yapılan karşı ziyaretler başladı. Bunlar birkaç gün
sürdü.

FAHRİYE HANIM

Mustafa Kemal Paşa'nın evinde ev işlerini,. paşanın


kuzini Fahriye ( * ) Hanım idare etmekte idi. Karımla
onun ziyaretine giderdik. Uzun boylu, düzgün vücutlu,
kestane saçlı Fahriye Hanım, kara gözlerinin tatlı, yumu­
şak bakışıyla, bende, konuşmalarından zevk duyulan zeki
bir insan izlenimi bıraktı. Biz O'na yolculuğumuzdan,
Ankara'daki yaşantımızdan söz ederdik. O'da, kuzeninin
her zaman meşgul oluşundan, çok çalışmasından ve az
dinlenmesinden söz eder: sağlık durumu pek de iyi değil,
o ise bu çalışmalarıyla kendini harap ediyor, diye yakınır
ve bu durum onu çok üzerdi. Fahriye Hanım, Mustafa
Kemal Paşa'nın yanında, Paşa'nın işlerinin çokluğundan
ve sağlığından söz etmeye kalkıştığı zaman Paşa'nın can
sıkıntısıyla yüzünü buruşturduğunu, Fahriye Hanım'ın da
konuşmasını kestiğini fark ettik. Fahriye Hanım, eşim
Sofya İlnıçna ile arkadaş oldu ve birkaç defa yanlız başı­
na bize geldi. Fahriye Hanım şehirde yüzü kapalı dolaşır­
dı. Ama elçiliğe gelince çarşafını çıkarırdı. kendisi biraz
Fransızca bilirdi. Elçiliğe çevirmensiz (tercümansız) ge­
lirdi. Mustafa Kemal ona nazik davranır ve güleryüz gös­
terirdi.

(*) "Fahriye" değil "Fikriye" olacak. (H.A. Ediz)

94
TOPLUM KADINI HALİDE EDİP

Birgün eşimle beni, Türkiye Büyük Millet Meclisi


İkinci Başkanı Adnan Bey 'le eşi, yazar ve toplum kadını
Halide Edip Hanım ziyaret etti. Benim Türkiye'de bulun­
duğum yıllarda Adnan Bey'in önemli bir rolü yoktu. So­
rumlu Bakanlıklarda (İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakan­
lığı) bulunmuş olmasına rağmen oldukça renksiz bir kişi­
liği vardı. Sonraları, Türkiye dışındaki hayatı, onun Milli
Kurtuluş hareketine ihanetini ve yıkıcı çalışmalarını
meydana çıkardı.
Orta yaşlı, kültürlü, enerjik bir kadın olan eşi Halide
Edip Hanım' ın hayatı oldukça enteresandır. Halide Edip,
kızıla çalan saçlarıyla, koyu gri gözleriyle, dış görünü­
şünde çekici bir kadındı. Halide edip, bir toplum örgütü
olan "Türk Ocağı"na seçilmiş ilk Türk kadını idi. kendi­
si pedagojik çalışmaları olan kabiliyetli bir yazardı. Bi­
rinci Dünya Savaşı 'nda, hemşirelik etmişti. Politik görüş­
leri bakımından, genç Türk partisi " İttihat ve Terakki" li­
derlerine, özellikle Cemal Paşa ile Talat Paşa'ya yakındı.
Milli taassuba, Ermeni kırımına aktif olarak karşı koy­
muştu. Daha ilk gününden beri Türkiye'nin bağımsızlığı
için yapılan mücadeleye katılmış, emperyalizme karşı
olan görüşlerini açıkça savunmuştu. Yabancı istilacılara
ve padişah idaresine karşı yaptığı şiddetli mücadeleden
ötürü, İngilizlerin ısrarıyla, padişah mahkemesi tarafın­
dan ölüm cezasına çarptırılmıştı. İstanbul 'dan Anado­
lu'ya kaçmak zorunda kaldı. Orada gönüllü olarak Mus­
tafa Kemal'in ordusuna katıldı. Ve Yunanlılara karşı sa­
vaştı.

95
Karşılıklı komplimanlardan ve halhatır sormaların­
dan sonra politik konulara geçtik. Adnan Bey daha çok
susuyordu. Bi z Halide Edip'le konuşuyorduk. Sovyetfer
Birliği üzerine oldukça bilgisi vardı. Emperyalistler üze­
rine aramızda tartışma başladı. Halide Edip, Bi r eşik !
Ameri ka'nın, hiçbir ard düşünce beslemeden, herhangi
bir politik ve ekonomik baskıya başvurmadan Türkiye'ye
yardım edebileceğini, bunun içinde, Türkiye'nin Ameri­
kan mandasını sağlamaya çalışması gerektiğini ileri sür­
dü. Halide Edip, Birleşik Amerika mandası sağlandığı
takdirde, Amerika'nın Türkiye' yi İngiliz baskısına karşı
savunacağııv da söyledi. Ben, Amerikan emperyalistleri­
nin Türkiye' yi, en aşağı Avrupa empeyalistleri kadar esa­
ret altına almaya kabiliyetli olduklarını söyleyerek onun­
la tartıştım. Bunun üzerine Halide Edip, Birleşik Ameri­
ka'nın Filipinlere yardımını örnek olarak ileri sürdü. Ben
de kendisine tarihin, bu yardımın fiyatını gösterdiğini ve
Filipinlerin, tamamiyle Amerikan boyundurugu altına
girdiğini söyledim.
Şi mdi , İkinci Dünya Savaşı ' ndan s onra Hali de
Edip'in bel bağladığı Birleşik Amerika'nın "Hiçbir çıka­
ra dayanmayan" yardımlarının neye mal olduğunu görü­
yoruz.
Halide Edip Hanım, tipik bir burj uva toplum kadın
idi. Zaman sınavını veremedi, milli kurtuluş hareketi, de­
rebeylikle ve emperyalizmle savaş onun gücünün dışında
idi. Kocasıyla birlikte, İngiliz liberali zminin kanatlan al­
tına sığındı.

96
TÜRKİYE ÜZERİNDE AMERİKAN
MANDASI FİKRİ

Türkiye üzerinde bir Amerikan mandası kurulması


tartışmaları, daha "Müdafaa-i Hukuk" Sıvas Kongre­
si'nde ortaya çıkmıştı. İtilaf devletlerine karşı galip gel­
mek umutlarını yitiren Sıvas kongresinin, içlerinde İsmet
Paşa, Bekir Sami Bey de bulunan, bazı delegeleri, Ame­
rikan mandasını "kötülüğün azı"(*) sayarak bu görüşü
ortaya atmışlardı. Onlar bu görüşü savunurlarken, Erzu­
rum ve Sıvas kongreleri kararlarının 7'nci maddesine da­
yanmakta idi. Mustafa Kemal Paşa, hemen o zaman bu
paragrafın, Türkiye'nin hangi devletten gelirse gelsin, sa­
dece bilimsel, endüstriyel ve ekonomik yardımları kabule
hazır olduğunu, ama bunun politik ve milli bağımsızlık,
toprak bütünlüğü vaz geçilmez şartına bağlılık anlamını
taşıdığını ileri sürdü. Mustafa Kemal, o zaman yabancı
Amerikan mandasına olan bu eğilimle alay etti ve bu tek­
lifleri şiddetle reddetti. Mustafa Kemal Paşa'nın o za­
manki düşüncelerini bugün hatırlatmamız, yerinde bir
davranış olacaktır.
Ben şimdiye kadar yalnız burjuva aydınlarının elçili­
ğimize yaptıkları ziyaretlerden söz ettim. Türkiye'nin sı­
radan insanları da elçiliğimizi ziyaret ederlerdi. Birkaç
sefer elçiliğimize, savaşçı kadınlardan, çeteci Fatma Ça­
vuş da geldi. Fatma Çavuş bir çetenin başında bulunuyor­
du. Yunanlılarla ve asilerle döğüşmüştü. Fatma Çavuş,
kısa boylu, zayıf, enerjik yüzlü, kara gözlü, yaşlıca bir

(*) Ehven-i şer. (H. A. Ediz)

97
kadındı. Bir defasında, yine bir çeteci olan ve annesiyle
birlikte savaşlara katılan oğlu ile elçiliğe geldi. Fatma'nın
sırtında siyah bir ceket, ayağında çizgili bir eteklik vardı.
Belindeki geniş kuşağında, tüfek mermileri, kama, omu­
zunda da kayış görünüyordu. Başını bir yemeni ile sar­
mıştı. Fatma Çavuş, Sovyetler Birliği'ne olan sempatisini
belirtmek, bizim askerlik işlerimiz ve Rus kadınlarının iç
savaşa katılmaları konusu üzerine tafsilatlı bilgi almak
için gelmişti.
Elçiliğimize, uzun boylu, düzgün vücutlu bir çeteci de
gelirdi. O sıralarda misafirimiz bulunan ünlü Rus resim
sanatçısı Y.Y. Lansere'den bu çeteci ile Fatma Çavuş'un
portrelerini yapmasını rica ettim. Çeteciler resimlerinin
yapılmasına razı oldular. Yevgeni Yevgeneyeviç Lansere
de büyük bir memnunlukla bunların portrelerini yaptı. Ben
ancak bu çeşit ziyaretlerin birkaçından söz ettim.

SOVYET ELÇİSİNE GÖSTERİLEN İLGİ

Şehre her çıkışımda, tüccar, esnaf, beni dükkanları­


na, mağazalarına, imalathanelerine davet ederek, kendile­
riyle, birer bardak çay, ya da birer fincan kahve içmek
'teklifinde bulunurlardı. Çarşıda görünmemle beraber,
tüccarlar, ellerini göğüslerine bastırarak beni selamlar ve
kendileriyle laf atmak üzere içeri buyur ederlerdi. Eğer
çevirmensiz (tercümansız) sokağa çıkmış bulunuyorsam
konuşmamız, selamlaşmakla, gülümsemekle ve Türkçe
bildiğim birkaç sözle kalırdı.
Bir gün elçiliğe uzak Suriye köylerinden birinden bir
mektup geldi.

98
SURİYE KÖYLÜSÜNÜN MEKTUBU

Bu mektubun hikayesini anlatmak gerek. Elçiliğimiz


bu mektubu 1 922 yılı sonlarında, ya da 1 923 yılı başların­
da almıştı. uzak ve ücra Suriye köylerinden birinde yaşa­
yan Suriye köylüsü, köylerinde benim Lenin'in temsilcisi
olduğumu duyduklarını, köyde çok kötü bir yaşayış sür­
düklerini, onları ezdiklerini, çok eziyet çektiklerini, Le­
nin'in bütün fakir fukaranın koruyucusu olduğunu ve ken­
di ülkesini zalimlerden kurtardığını bildiklerini yazıyordu.
Şimdi bu mektubu kelimesi kelimesine anlatmak çok
zor, çünkü mektup bundan 3 8 yıl önce yazılmış bulunu­
yor. Ama mektubun ana düşüncesini çok iyi hatırlıyorum,
onu sanki şimdi önümde imiş gibi çok iyi görüyorum.
Mektup büyük bir kağıda, Arapça olarak yazılmıştı.
Mektup, elçilik personeli üzerinde büyük bir etki
yaptı. Bütün engellere, Sovyetler' e karşı yapılan bütün
düşmanca propagandalara rağmen Lenin'le, Sovyetler
Birliği ile ilgili gerçekler, ağızdan ağıza bütün doğu
emekçileri arasında yayılmış bulunuyordu. Mektupta,
Ekim Sosyalist İnkılabının büyük tarihsel etkisi, emekçi­
lerin Lenin'e olan sonsuz sevgi ve saygıları, açık-seçik
yansımış bulunuyordu.
Elçilik bu mektubu Moskova'ya, Dışişleri Komiser­
liği 'ne gönderdi.

MUSTAFA KEMAL İLE CEPHEDE


KARŞILAŞMA

Bir buçuk yıl içinde ben, Mustafa Kemal Paşa ile bi-

99
zim elçilikte, onun evinde, mecliste, cephede karşılaştım.
Mustafa Kemal Paşa, uzun ciddi konuşmalardan sonra
müzik dinlemeyi, dans etmeyi severdi. Yanında müzis­
yenler olduğu halde, elçiliğimize geldiği geceler olmuş­
tur. Halk müziği korosunun eşliğinde Türk şarkıları söy­
lerdi. O zaman gözleri koyulaşır, kederli bir hal alırdı. Bu
şarkılarda keder, halkın bitmez tükenmez savaşlardan
duyduğu acılar, köylünün acı düşünceleri okunuyordu.

MUSTAFA KEMAL SOVYET ELÇİLİGİNDE

Hatırlıyorum, bir gün Mustafa Kemal'in sekreteri te­


lefon ederek:
- Paşa bugün çoJ<: çalıştı, dedi, sizi ziyaret etmek, bi­
raz dinlenmek istiyor, yanında müzisyenler de olacak.
Biraz neşelenmek, dans etmek için kadınlı erkekli elçilik
memurlarını toplamanızı rica ediyor.
Gerçekten de akşama Mustafa Kemal geldi. Hem yal­
nız da değildi. Yaverlerini, yakın arkadaşlarını da getirmiş­
ti. Onunla birlikte, elçiliğin devamlı misafirlerinden, Milli
Savunma Bakanı Kazım Paşa da vardı. Kemal Paşa, vaktini
masa başında dost konuşmaları arasında geçirmeyi severdi.
Her zaman narzan, ya da Kafkasya'nın başka maden suları­
nı isterdi. Pek tabii olarak masada şarap da bulunurdu.
Bu ziyaretinde Mustafa Kemal, Türk klasiklerinden,
İran şairlerinden, özellikle Firdevsi'den birçok şiirler oku­
du. Türk şairi Necdeti'nin (*) lirik şiirlerini severdi. Bun­
ları okurken sesinde yeni bir takım notalar duyulurdu.

(*) Türk edebiyatında böyle bir şair hatırlamıyoruz. Beli�} " Necati",
belki de "Nedim"dir. Tanınmamış bir tekke şairi de olabilir. (H. A. Ediz)

1 00
Mustafa Kemal milli şiiri çok iyi bilirdi. Yurdunu,
onun tarihini, onun şarkılarını, ruhunun bütün derinliği
ile severdi.
Üzgün türk melodilerinden sonra, Mustafa Kemal,
eşimden ve elçilik sekreterinden, piyanonun eşliğinde
Rus şarkıları söylemelerini rica etti. Mustafa Kemal, bü­
yük memnunlukla onları dinledi, kendisi de şarkıya katıl­
dı. sonra "Kamarinskaya" adlı halk şarkısını çaldılar. El­
çiliğin kadın memurları dansa kalktılar. Mustafa Kemal
el çırpıyor, ayaklarıyla tempo tutuyordu. Vals ve başka
danslar oynandı. Eğlence faslı bittikten sonra Mustafa
Kemal beni ve Abilov'u ellerimizden tutarak bizimle ba­
zı meseleleri konuşmak istediğini söyledi.
- Aziz dostlar, yoldaşlar, -Mustafa Kemal sık sık be­
nimle Abilov'u (Yoldaş) diye çağırırdı- Cephedeki durum
çok gergin: Yunanlılar, Eskişehir doğrultusunda altı tü­
menlik bir kuvvet yığmış bulunuyorlar. Önümüzdeki haf­
ta içinde onlardan bir saldırı bekliyoruz. Yakında topla­
nacak olan Cenevre konferansı üzerinde bir etki yapmak
istiyorlar. Taşıt araçlarımız, atımız, eşeğimiz yok. Biricik
taşıt aracımız devedir. Develer bizde savaş kahramanıdır.
Oysa ki mermi götürmek zorundayız. Bize taşıt aracı ve
at yardımında bulunmanızı rica ederim. Rusya'nın da
güç durumda olduğunu biliyorum, o da zengin değil,
ama ne olursunuz, bizi kurtarınız, top, tüfek, mermi ve
para yardımından ötürü hükümetinize ve Lenin'e teşek­
kür ederim.
Kısa bir süre sonra Mustafa Kemal, bir elçi olarak,
bana cepheden şöyle bir mektup gönderdi: "Ordu birlik­
lerimizin, dostlarımızın memnunluğunu ve övgüsünü do-

101
ğurabilecek bir durumda olduğunu bildirmekte acele edi­
yorum."

CEPHEYE GİDİŞİMİZ

Beni, Abilov'u, Askeri Ateşe Zvonaryev'i, cepheye


gitmeye, Mustafa kemal'in kendisi çağırdı. Cepheyi do­
laştık. Altı piyade, üç süvari tümenini ziyaret ettik. Yeni
ordunun kuruluşunun yıl dönümünü kutlama töreninde
bulunduk. İki ordunun ve iki kolordunun karargahlarını
ziyaret ettik. Konya'da, cephe gerisindeki askeri müesse­
seleri gezdik. Askeri birliklerden edindiğimiz izlenimler
iyi idi. Bu, düzenli, disiplinli, çok iyi organıze edilmiş,
büyük inisiyatif sahibi, strateji ve taktik konularda yaratı­
cı anlayışı olan bir ordu idi. Ne var ki, ordunun giyim ve
kuşamı, özellikle kunduraları pek kötü idi.
Cephede bulunduğumuz günler, Türk ordusunun bü­
yük taarruz hareketlerine (Mart, Nisan 1 922) rastlamıştı.
Cepheye hareketimizden önce elçiliğin kadın memurları,
erlere götüreceğimiz hediyeler için küçük torbalar dikti­
ler. Torbalara, erlerin en çok ihtiyaç duyabilecekleri: iğ­
ne, iplik, düğme, tütün, şeker gibi şeyler doldurduk. Tor­
baların üzerine de Türkçe olarak şöyle bir yazı bastırdık:
"Sovyet Rusya Kızılordusundan Türk Erlerine" . Hediye­
leri, geçit resminden ve toplantılardan sonra, biz kendi­
miz dağıtmıştık. Hediyeler çok makbule geçti.
Cepheye gidişimle ilgili notlarımı saklamıştım. O
devrin, gördükleri�i ve duyduklarımı yansıtan vesikaları
olarak bunları aktarmaktan kendimi alamayacağım.
Mustafa Kemal'in savaş karargahım ziyaret etmemizi

102
doğuran üç sebep vardı: Mustafa Kemal'in uzun süren ayrı­
lığı dolayısıyla, bizzat onun çözümlemesini gerektiren bir
yığın mesele birikmişti. İtilaf Devletlerinin silah bırakışma
(mütareke) teklifini konuşmamız gerekiyordu.Bu onunla
bir görüşmeyi kaçınılmaz bir zorunltik haline getiriyordu.
Üstelik Mustafa Kemal'in kendisi de bu konuda bizim dü­
şüncelerimizi almak istiyordu. Nihayet, bu ziyaretle yeni
Türk ordusunu tanımak fırsatını da elde etmiş olacaktım.
27 Mart günü, sabah saat 7'de, özel bir vagonla, An­
kara istasyonundan, yaklaşık olarak 50 kilometre uzak­
lıkta olan Biçer istasyonuna doğru hareket ettik.

POLATLI-BİÇER

Polatla istasyonunda uzunca bir süre kaldım. Bulun­


duğumuz yeri tanımak için vagondan çıktık. Bir çayhane­
ye girdik. Orada ansızın bir tarihte Kınm'dan gelerek bu­
rada yerleşen ve Rus dilini unutmamış olan Tatarlara
rastladık. Gerçi kimliğimizi gizlemiştik ama, bura halkı
Sovyet Rusyalı olduğumuzu hemen anladı. Bizi belediye­
ye davet ettiler. Konuşmalarımızdan, kasaba halkının, iti­
laf devletleriyle yapılmakta olan savaşın anlamını çok iyi
anladıkları meydana çıktı. Konuşmalarımızdan sonra, Kı­
rım Tatarları bizi, kasabanın görülecek yerlerini görmeye
götürdüler. Askeri fırını gezdirdiler. Fırının düzeni ve
lezzetli ekmeği özellikle dikkatimizi çekti. ·

Akşamın beşine doğru Biçer istasyonuna geldik. ( *)

(*) Burada bir yanlışlık olsa gerek, çünkü Polatlı Ankara'dan 90 kilo­
metre uzaklıktadır. Biçer'den sonra geliyor.

1 03
Demiryolu, vagonlar ve lokomotifler, özellikle, bir aralık
Yunanlıların elinde kalan kesimdekiler, çok acınacak bir
durumda idi. Ünlü Sakarya Irmağı üzerindeki köprü, tah­
ta ayaklar üzerine kurulmuştu. Tirenler bu köpıiinün üze­
rinden, hemen hemen bir yaya hızıyla geçmekte idi. Va­
gonların çoğunda camlar kırıktı. Tirenlerde üçüncü mev­
ki vagonlardan meydana getirilmiş "salonlar" da vardı.
Vagonların üzerinde, Anadolu-Bağdat kumpanyasının
işaretleri görülüyordu.

M. KEMAL VE İSMET PAŞALARLA


BULUŞMA

Abilov'la birlikte, Biçer istasyonundan Sivri-Hisar'a


otomobille gittik. Bu, 1 00 kilometreyi aşkın bir yoldu.
Yolda, itilaf devletleri tarafından teklif edilen silah bıra­
kışması meselesini konuşmak üzere tam kadro halinde
Mustafa Kemal'e giden Türk hükümetine rastladık. Siv­
ri-Hisar'a sabahleyin saat 8 'de vardık. Resmi bir törenle
karşılandık:
Şeref kıtası, bando, halk topluluğu, kısacası herşey
vardı. Sivri-Hisar'da, Albay Arif Bey komutasındaki Ko­
lordunun karargahı bulunuyordu.
Mustafa Kemal Paşa ile batı cephesi komutanı İsmet
Paşa burada idiler. Bizi hemen kabul ettiler. Kahvaltı ik­
ram ettiler. Konuşmamız, batılı devletlerin teklif ettiği si­
lah bırakışması üzerine oldu. Paşaların ikisi de, teklif
edilen şartları çok olumsuz karşıladılar. Rusya ile karşı­
lıklı ilişkiler, bizim iç savaş meseleleri konuşuldu.
İç savaşlara katıldığımı bildikleri için beni soru yağ-

1 04
muruna tuttular. Konuşmalarımız, gece yarısından çok
sonraya kadar sürdü.
İstilacılara ve beyaz ordulara karşı, çok ağır şartlar
altında, birçok cephelerde yaptığımız dört yıllık savaşın
tafsilatlı bir tablosunu çizdim. Kızıl ordunun zaferlerini
anlattım. Komuta kadromuz, silahlarımız, haberleşme
yollarımız, askeri taşıt vasıtalarımız, kızılordunuıı donatı­
mı üzerine verdiğim bilgiler, özellikle büyük bir ilgi
uyandırdı. İsrarla Kızılordudaki siyasi komiserlerle ilgili
sorular sordular: Komutanlar savaşla ilgili emirler verir­
ken, bu siyasi komiserler işi bozmuyorlar mı idi?. Lenin
ve Frunze üzerine de birçok sorular soruldu. Cevaplarım
aslında, genç Sovyetler ülkesinin, yaşantı ve mücadelesi
konulu bir konferans halini aldı.
Şu anda, hatıralarımı yazarken, Mustafa Kemal Paşa,
canlı haliyle gözlerimin önüne gelmektedir. Onun dikkat­
li bakışlarını görüyor, anlamadığı bir noktayı açıklamamı
rica ederken, elinin dokunuşunu hissediyorum. Mustafa
Kemal Paşa, kimi zaman Abilov'a da sorular soruyordu.
Onlara bütün anlattıklarımı burada tekrarlamak için
bir zorunluk duymuyorum. Çünkü bunlar, Sovyet okurla­
rı için bilinen şeylerdir. Ben özellikle ordudaki politikça­
lışmaların büyük önemi üzerinde durdum. Kendilerine,
savaşçının politik eğitim, zafer işini çözemedi,dedim. Kı­
zılordunun sevk ve idaresinde, istilacıların, asi çarlık ge­
nerallerinin yenilgiye uğratılmasında, Bolşevik Partisinin
ve büyük bir askeri strateji deha&ı olan Lenin'in oynadık­
ları rolleri belirttim.

1 05
SİVRİHİSAR KASABASI

Ertesi sabah, Sivri-Hisar kasabasiyle tanışmaya git­


tik. İlkokulu gezdik, derslerinde bulunduk. Manzara ol­
dukça can sıkıcı idi. Çocuklar doğrudan doğruya yerler­
de oturuyorlardı. Sıra falanyoktu. Müzik dersinde çocuk­
lar Mustafa Kemal ile ilgili şarkılar söylediler ve şiirler
okudular. Okuldan ayrılırken, çocuklara gerekli hediyeler
alınmak üzere, sarıklı öğretmene, Sovyetler Birliği adına
biraz para verdik. çok duygulanan öğretmenin gözleri ya­
şardı. Boynuma sarıldı. Okulda kitap ve ders aracı yoklu­
ğundan uzun uzun yakındı.
Sivri-Hisar kasabasının Milli Kurtuluş savaşında
hizmetleri dokunmuştur. Halkın topladığı para ile bir
uçak satın alınmış ve cepheye gönderilmiştir. Kasabayı
ziyaretimiz sırasında, uçak kasabanın göklerinde uçmak­
ta idi.
1 92 1 yılında Yunanlıların yaptığı taarruz sonucunda
Sivri-Hisar Yunanlıların eline geçmişti. Ama, kasabanın
çilesi çok sürmemiş, Türk ordusunun baskısı altında, Yu­
nanlılar kasabayı bırakmak zorunda kalmışlardı.
Sivri-Hisar, çok eski, Ankara'dan da eski bir kasaba­
dır. Padişahlardan birinin mezarı da burada imiş. Eski ca­
mii, tamamiyle ihmal edilmiş, harap bir durumdaidi. Es­
ki caminin neden böylesine ihmal edildiğini sorduğu­
muzda, camiin imamı, devletin yardım etmediğini, öde­
nek vermediğini söyledi. Kendisine, dindar kişilerin bu
işle ilgilenmeleri gerektiğini söyledik; imam buna cevap
vermedi.

1 06
41. TÜMEN KARARGAHI

Öğlene doğru, otomobille, Akşehir'de bulunan batı


cephesi karargahına yollandık. Otomobillerden birinde
Mustafa Kemal Paşa vardı. İkinci otomobilde, benden
başka çevirmenim, bir de Türk subayı bulunuyordu.
Üçüncü otomobilde Abilov yolculuk ediyordu. Yedekte
bulunan tümenin yanından, cephe boyunca gidiyorduk.
Bıtık köyünde, komutanı Yarbay Murad Bey olan 4 1 'inci
tümenin karargahı bulunuyordu. Yine törenle karşılanma,
bando, ikramlar... Subaylarla konuşmalar, pek tabii ola­
rak aynı konu, silah bırakışması teklifi üzerinde geçiyor­
du. Tümen komutanı, bütün subay ve erlerin, Türkiye'yi
itilaf devletlerinin saldırısından korumak ateşiyle yandık­
larını, hepsinin silah bırakışması karşısında olduklarını
söyledi.
Konuşmadan sonra yolumuza devam ettik. Yolda, tü­
men birliklerinin eğitimlerini seyrettik. Genel olarak or­
dunun görünüşü fena değildi. Erlerin kılığı fazla kötü ol­
mamakla beraber, ayaklarında postallar yok gibi idi. Er­
lerin çoğu çarıklı idi. Erleri gözden geçirdikten sonra,
Aziziye kasabasına geldik. Burada, komutanı Selahaddin
Adil Paşa olan 2 'nci kolordunun karargahı bulunuyordu.

2. ORDU KARARGAHI

Bundan sonraki durağımız Bolvadin oldu. Burada


bizi, bağımsız 1 6 'ıncı tümen temsilcileri karşıladı. Bura­
da da erlerin eğitiminde bulunduk. Mustafa Kemal' in
emriyle, saldırı manevraları yapıldı. Burada da, erlerin

1 07
ayağında postal bulunmadığı gözüme çarptı. Erlerin elbi­
seleri de, 4 1 'inci tümene göre, çok daha kötü idi. Birlik­
leri denetlerken 4'üncü Kolordu komutanı Kemal Bey'le
ve öteki yüksek rütbeli subaylarla tanıştık.
Biçer istasyonundan, Bağdat demiryolunun bir kolu­
n•ın geçtiği Çay mevkiine kadar olan şose, ancak kurak
havalarda otomobillerin geçmesine elverişli idi. Yağmur­
lu havalarda bu yol, tam bir bataklık halini alıyordu. Ço­
ğunlukla toprak yollardan gitmek zorunda kalıyorduk.
Yollarda kervanlara az rastlıyorduk. Rastladıklarımı­
zın uzunluğu ise bir kilometreyi aşıyordu. Uzun bir iple
birbirine bağlanmış olan develer ağır ağır yürüyorlardı.
Develerin hepsine, mermi dolu küfeler yüklenmişti.
Mustafa Kemal Paşa:
- İşte bizim askeri taşıt araçlarımız, dedi. Yunanlıla­
rın tam tersi ... İngilizler onları,gereldi olan bütün askeri
taşıt araçları ile donatıyorlar. Ama yine de biz onları ye­
niyoruz ve yeneceğiz!
Yollarda hiçbir işaret direği yoktu. gerektiği zaman,
nöbetçiler bize yönümüzü gösteriyorlardı. Yollar, şiddetli
savaşların izlerini taşıyordu. Yunanlıların yakıp yıktığı
birkaç Müslüman köyünden geçtik.

1. ORDU KARARGAHI

Birinci Ordu Karargahının bulunduğu Çay mevkii,


Sultandağ sırtlarının eteğinde idi. Burada bizi özel bir
saygı ile karşıladılar. Köy bayraklarla donatılmıştı. Köy­
lüler bize candan sevgi gösterdiler.
En iyi komutanlardan biri olarak ün salan Birinci

1 08
Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, bizi kendi çalışma oda­
sında kabul etti. Bildiğime göre, kendisi eskiden Enver
Paşa taraflısı imiş. Ali İhsan Paşa, ince, zarif bir adamdı.
Boyalı bıyıklarile, bir salon generali izlenimini veriyor­
du. Dış görünüşüyle zarif, güler yüzlü bir general olması­
na rağmen, Ali İhsan Paşa, kendini beğenmiş davranışla­
nyle, kurnazlık okunan gözleriyle, kibirli bakışlariyle,
hiç de sempati uyandırmıyordu. Birkaç gün sonra, çok
dikkate değer Çir olay geçti. Birliklerin denetlenmesin­
den sonra, oyunlar düzenlendi. Bu sırada, bir er ilerliye­
rek, Mustafa Kemal'e hoş geldin anlamında, Arapça ya­
zılmış birşeyler okumaya başladı. Ali İhsan, bir kırbaç
vuruşu ile eri uzaklaştırdı. Bu olay kötü bir izlenim bı­
raktı. Mustafa Kemal Paşa da bunun farkında oldu. Son­
ralan, Ali İhsan Paşa'nın gerici muhalefetle ilişkisi oldu­
ğu anlaşıldı. Biz cepheden ayrıldıktan sonra, Mustafa
Kemal Paşa'nın, Ali İhsan'ı Birinci Ordu Komutanlığın­
dan uzaklaştırdığını bana söylediler.
Akşam yemeğine bütün subaylar davet edilmişti. Ye­
mek, konuşmalar yapılmadan geçiştirildi. Yemekten sonra
Askeri bando bir konser verdi. Subaylar da, milli Türk
çalgılanyle konsere katıldılar. Her misafirin önünde, me­
nünün ve konser programının yazılı olduğu bir liste vardı.

BAŞKOMUTANLIK KARARGAHI

Çay istasyonuna döndük, oradan da trenle Akşehir' e


geldik. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile batı cephesi
komutanlığının karargahları burada bulunuyordu. İstas­
yondan Mustafa Kemal'in evine kadar uzanan bir kilo-

1 09
metreyi aşkın, iki yanı ağaçlı yol boyunca, erler dizilmiş­
ti. İstasyondaki törenli karşılanmadan sonra, karargaha
uğradık, bizim için hazırlanmış olan eve gittik.
Akşehir, küçük, rahat, yeşillikler içinde bir kasaba.
Karargah, kasabanın en iyi evlerinden birinde olup, bü­
tün konforuyla, Avrupa usulünce döşenmişti.
Akşehir Yunanlılar tarafından işgal edilmemişti.
Ama, kenar mahallelerdeki evlerin çoğu, topçu ateşiyle
yıkılmıştı.
Sabahleyin Akşehir mezarlığına gittik. Türk halk hi­
civcisi Nasrettin Hoca'nın mezarı da orada bulunmakta­
dır. Hocanın mezarı büyük bir saygı görmekte, çevresin­
de her zaman bir kalabalık görülmekte, burası bir çeşit
ziyaret yeri sayılmaktadır. Mezarı ziyaretimiz sırasında,
mezarın çevresinde çarşaflı Türk kadınlan, birçok da su­
bay bulunuyordu. Subaylar ateşli ateşli konuşuyorlardı.
Mezarın üzerinde, çoğu Nasrettin Hoca'nın fıkrala­
rından alınmış birçok yazılar vardı. Bazılarının söyledik­
lerine göre, bu mezarda kimse yokmuş. Nasrettin Hoca
bu mezarı kendisi yaptırmış ve öldüğünü etrafa yayarak,
bilinmeyen bir ülkeye çekip gitmiş.
Gece Mustafa Kemal, Nasrettin Hoca'nın serüvenle­
riyle, onun padişahların, hocaların, zenginlerin hiyleci­
liklerini meydana vuran davranışlariyle ilgili birçok fık­
ralar anlattı.
İsmet Paşayı da ziyaret ettik.. Geri kalan zamanımızı,
Mustafa Kemal'in karargahında geçirdik. Akşama doğru,
Rumların bulunduğu bir köye gittik.
Köyde Rum erkekleri çok az kalmıştı. Köy halkının
çoğunluğunu kadınlar teşkil ediyordu. Gelişimiz büyük

1 10
bir ilgi uyandırdı. Bütün köy halkı sokaklara döküldü.
Otomobilimiz, kalabalık bir topluluk tarafından kuşatıldı.

MUSTAFA KEMAIJİN DÜŞÜNCELERİ

Akşam yemeğinden önce, Mustafa Kemal Paşa'nın


çalışma odasında Türkiye'nin politik durumu, İtilaf dev­
letlerinin teklif ettikleri silah bırakışmasının şartları ve
bu teklife verilmesi düşünülen cevap üzerine uzun uzun
konuşuldu. Mustafa Kemal Bakanlar Kumlu'nun ve ken­
disinin hazırladığı cevap tasarısını okudu. Karargaha ge­
len Bakanlardan bazılarının, özellikle, Trabzon Milletve­
kili ve Maliye Bakanı Hasan Bey'in, Türk maliyesinin
içinde bulunduğu ağır durum dolayısiyle, İtilaf Devletle­
rinin tekliflerine boyun eğmek gerektiği düşüncesini sa­
vunduğunu anlattı. Mustafa Kemal Türk halkının emper­
yalistlere boyun eğmeye karşı olduğunu, Sovyetler Birli­
ği 'nin Türkiye'ye yardım ettiğini, ilerde de yardım ede­
ceğini, bundan ötürü, emperyalistlere taviz vermemek
gerektiğini ileri sürerek Hasan Bey'in düşüncelerine iti­
raz etmiş, Türk ordusunun gücünün artması, emperya­
listler arasındaki anlaşmazlıklar, İtilaf Devletlerini böyle
bir teklifte bulunmaya zorlayan sebeplerin başında gel­
mektedir. İşin sonuna kadar gitmek ve emperyalistleri
yurdun kutsal topraklarından kovmak gerekmektedir. İşte
Mustafa Kemal 'in çıkardığı sonuçlar bunlardı.
Silah bırakışması teklifine verilen cevap, Mustafa
Kemal'in ileri sürdüğü düşüncelere uygun bir ruhta idi.
Böyle bir teklifte bulunulduğu için teşekkür edilerek, na­
zik bir tonla kaleme alınan Türk cevabında, üç büyük
devletin teklifinden çok uzaklaşan şartlar ileri sürülmüştü.

111
Mustafa Kemal Paşa ile dostça konuşmalarımız ara­
sında, Türkiye'nin iç durumuna da değindik. Ülkede re­
form yapılması gerektiğinden söz ettik. Mustafa Kemal
Paşa, batı cephesi karargahındaki konuşmamız sırasında,
ansızın Sovyetler Birliği'ndeki Bolşevik partisinin rolüne
ve önemine geçti:
- Sizin Rusya'da, mücadeleci, emektar bir işçi sınıfı
var, dedi. Ona dayanmak mümkündür ve dayanmalıdır.
Bizde işçi sınıfı yoktur, köylüye göre ağırlığı çok azdır.
Sizde endüstri gelişmiştir. Bizde ise yok gibidir. Fabrika­
larımız, parmakla sayılacak kadar azdır.
Ertesi gün ordu, kuruluşunun ve zaferlerinin yıldö­
nümünü kutladı. M.ustafa Kemal adına bir tebrik yazıp
gönderdim. Abilov Yoldaş da aynı şeyi yaptı. Yıldönümü
ile ilgili olarak, Ankara'daki Buhara ve Afganistan tem­
silcilerine de bir mesaj gönderdim.
Mustafa Kemal Paşa, Kızılordu adına yazdığı tebrik
mesajı ile cevap verdi. Sonra, Türk Başkomutanlık karar­
gahı Genel Kurmay Başkanının, yanımızda okuduğu bir
raporunu dinledik. Kürt liderlerinden birinden bağlılığını
ve Mustafa Kemal Paşa'nın bütün emirlerini yerine getir­
meye hazır olduğunu bildiren bir telgraf alınmıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize bu Kürt lideriyle nasıl ta­
nıştığını, düşmanını nasıl dost hale getirdiğini ve şimdi
Kürtlük işinde ondan nasıl yararlandığını anlattı. Genel
olarak Mustafa Kemal, nerede olursa olsun, ister Anado­
lu 'da göçebe aşiretler, ister Arabist:ın'da bedeviler arasın­
da olsun, her yerde, akıllıca davranışlarıyle, bu liderleri
kazanmakta büyük bir başarı göstermiştir.

1 12
1. ORDUNUN GEÇİT RESMİ

Ertesi gün otomobille, Çay köyüne, 1 ' inci ordu ka­


rargahına hareket ettik. Burada ordu, büyük bir geçit res­
mi yapacaktı. Devamlı olarak Sultandağı sırtlarının etek­
leri boyunca yol aldık. Yolumuz meyva bahçeleri arasın­
dan geçiyordu. Köye birkaç kilometre kala, bizi, 1 ' inci
ordu komutanı karşıladı.
Ordu karargahına gelince, kıyafetimizi değiştirdik ve
geçit resmine gittik. Hepimize birer at verdiler. Yanımda
bizim askeri ateşe vardı. Beni, Türk erlerine hediyelerini
vermek için gittiği Akşehir'de beklemişti.
Geçit resmine çıkan birliklere doğru giderken, yolda,
Mustafa Kemal Paşa'ya, ordunun önemi üzerine bir ko­
nuşma yapıp yapmıyacağını, eğer böyle bir konuşma ya­
pacaksa, Türk ordusunu, Sovyet Rusya adına tebrik et­
mek için benim de bir konuşma yapmama razı olup olmı­
yacağını sordum. Şu anda orduya politika sokmaktan, or­
du içinde politik ihtirasları körüklemekten çekindiği için
orduda konuşmalar yapmadığı cevabını verdi. Kızılordu­
yu daha bilinçli, böylelikle de daha güçlü ve daha disip­
linli bir hale getiren onun politik eğitimi konusunda söy­
lediklerimi kendisine hatırlattım:
- Ordu, dedim, ne olursa olsun, şu ya da bu politika­
nın ordusudur. Bundan ötürü onu buna hazırlamak, belli
bir politik ve terbiyeci çaba harcamak gerekir.
Cepheye gelince, Mustafa Kemal Paşa, bütün yüksek
rütbeli subayları çağırmalarını emretti. Yapılan törenin
önemini belirten bir konuşma yaptı ve daha küçük rütbeli
subaylara, onlar da erlere iletmek üzere benim ve Abi-

1 13
lov'un da tebriklerimizi bildirdi. Bu bir başlangıçtı. Bun­
dan sonraki ordu denetlemelerinde, artık Mustafa Ke­
mal 'in kendisi erlere nutuklar çekiyor, bizim de konuş­
malar yapmamızı rica ediyordu. Bundan sonra Mustafa
Kemal'e 5 7 ' nci, 1 5 'inci ve 2 3 ' üncü tümenler takdim
edildi. Tümenlerin genel görünüşü iyi, ama, kılık kıyafet­
leri oldukça karışıktı. Bunların da postalları yoktu. İki tü­
menin silahlan Alman, birinin Rus yapısı idi. Üç tüme­
nin, topyekı1n, insan sayisı 1 5 bindi. Erlerin yüzleri yor­
gundu. Gelişimizi uzun bir süreden beri bekliyorlardı.
Hepsi de törene uzak köylerden gelmişti. Mustafa Kemal
birlikleri dolaştı, onlarla merhabalaştı. Erler hepsi bir
ağızdan ve güvenli bir eda ile ona cevap veriyorlardı: Pi­
yade tümenlerinin gerisinde, hafif toplar, dağ toplan ve
ağır toplar olmak üzere, topçu yer almış bulunuyordu.
Denetleme sona erince, birlikler resmi yürüyüşle önü­
müzden geçtiler. Bütün bunlar iki saatten fazla sürmüştü.
Geçit resmi bittikten sonra, birlikler hemen oracıkta, ova­
da istirahat ettiler.
Geçit resmi bitince, bizi, özel olarak hazırlanmış bir
barakaya götürdüler, çay ve kahve ikram ettiler.

ER OYUNLARI VE .TEMSİL

Erler için oyunlar, şarkılar, danslar, güreşler, ödüllü


çeşitli yarışmalar başladı. İp çekişildi. Ekmeği kimin ça­
buk yiyeceği; kimin çabuk soyunup giyineceği yarışma­
ları yapıldı. Koşular düzenlendi. Oyunlar başlamadan ön­
ce bir hoca çıkıp dua etti, bundan sonra on kurban kesil­
di. Koyunları, bizim barakanın önünde hocanın kendisi

1 14
kesti. Er oyunlarından ve istirahatten sonra, bizi, 0rdu
karargahına, akşam yemeğine davet ettiler. Yemekte bü­
tün yüksek rütbeli subaylar da vardı. Yemek masası bü­
yük bir ambarın içine kurulmuş, yeşil otlarla ve Türk
bayraklarıyla süslenmişti. İki orkestra vardı. Biri askeri
bando idi. Ötekisi de Milli Türk müzik aletlerinden ku­
rulmuştu. Yemekte, karşılıklı dostça konuşmalar yapıldı.
Yemekten sonra, elektrikle aydınlatılmış ambarda bir
temsil verildi. Elektriği otomobil motorundan elde etmiş­
lerdi. Bütün bunlar bana, bizim Kızılordudaki temsilleri
hatırlatıyordu. Erler burada kendilerini daha özgür duy­
makta idiler. Bütün temsiller, bugünün konuları üzerine
yazılmış küçük yurtsever nitelikte piyeslerdi. Halkın,
Türkiye'nin bağımsızlığı için yaptığı savaşı öven şiirler
okundu. Bir sıra komik numaralar ve sahneler de vardı.
En sonunda, iki yobazın cahilliğiyle ve aç gözlülüğü ile
alay eden bir piyes oynandı. Bu piyes, çok beğenildi, er­
ler arasında bitmez tükenmez gülüşmelere yol açtı. Bu
olay, subayların yobazlığa karşı olan olumsuz tutumunu
çok açık olarak ortaya koymakta idi.
Sonra erler, yurtsever şarkılar söylediler. Mustafa
Kemal'e sevgi gösterileri yapıldı. Önceden uyuşmaya va­
rılmadan bir konuşma yapmaktan kaçınarak, biz de, Abi­
lov ile birlikte Mustafa Kemal'e dönüp onu alkışladık.
Bu olay, büyük bir heyecanın ve alkış tufanının kopması­
na sebep oldu. Eğlenceler, gece yarısına kadar sürdü.

ÖKSÜZ YURDU

Ertesi gün bir öksüz yurdunu ziyaret ettik. Bu ziya-

1 15
retimiz, beş-altı yaşındaki çocukların sünnet edildiği bir
zamana rastlamıştı. Bizi, çocukların yerlerde yatmakta
oldukları bir odaya aldılar. Çocukların yüzü sararmıştı.
kimisi inliyordu. Bunlar kadere terkedilmiş öksüz çocuk­
lardı. Sünnet olmak fırsatını bile bulamamışlardı.
Buradan Çay istasyonuna hareket ettik ve trenle Ak­
şehir' e döndük. Yolda, Mustafa Kemal'le konuşmamız
sırasında, tekrar, ordusunda kültürel ve politik çalışmala­
rın yokluğu meselesi söz konusu oldu. Biz, Türk ordu­
sunda gazete bulunmadığına işaret ettik. Mustafa Kemal
Paşa, bu iş için kendilerinde ödenek olmadığını, hatta su­
bay ve erlerin, birkaç aydanberi maaş bile alamadıklarını,
sonra, genel olarak, serbest bir matbaa bulunmadığını da
söyledi ve:
- Bu konuda bize yardım ederseniz, yardımınızı bü­
yük bir memnunlukla kabul ederiz, diye ekledi.
Sonra Kurmay Başkanını çağırttı ve orduda, politik,
kültürel bir çalışma için ne kadar paraya ihtiyaç bulundu­
ğunu onunla birlikte hesaplamaya koyuldu. Gazete ve
dergi çıkarmak için, hiç değilse iki tane gezici, bir tane
de batı cephesi için büyük matbaaya ihtiyaç vardı. Bir
sinema makinesi de tedarik etmek gerekiyordu. Bütün
bunların yıllık masrafı 1 00 bin lira kadar tutmakta idi.
Bu kadar çok bir paranın bende bulunmadığını, daha
mütevazi bir meblağ, mesela 20 bin lira kadar bir para
verebileceğimi bildirdim.
Harp Akademisi meselesi de görüşüldü. Mustafa
Kemal Paşa, Genel Kurmay'da buna benzerküçük bir ör­
güt bulunduğunu, burada subaylara ders verildiğini söy­
ledi. Burada, cephede, bir Akademi kurulmasının, İstan-

1 16
bul'a karşı iyi bir gösteri olacağı düşüncesini ileri sür­
düm. Bu düşünce Mustafa Kemal'in çok hoşuna gitti, İs­
met Paşa'ya bununla ilgili bazı emirler verdi.
Mustafa Kemal Paşa cepheden dönünce, bana, kendi
imzasını taşıyan ve batı cephesi komutanı İsmet Paşa'ya,
bir matbaa kurması için vermeyi vaadettiğim parayı ha­
tırlatan bir mektup gönderdi. Mektubu aynen şöyle idi:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisliği


Özel Kalem
6/1 87
Ankara, 20 Nisan 1 922
Rus Sovyet Cumhuriyeti Temsilcisi
Aralov Yoldaşa

Orduya bir matbaa sağlamak için bağışladığınız pa­


ranın bir bölümü ôlan on bin lirayı, Batı Cephesi Komu­
tanı İsmet Paşaya iletiİmek üzere, Milli Savunma Bakan­
lığınca gönderilen subaya vermenizi rica ederim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi


ve Başkomutan
Mustafa Kemal (İmza)

ANADOLU'DA RUS KÖYÜ CİGİDİYA

Bir gün Mustafa Kemal'le konuşurken, paşa, bana


ve Abilov'a dönerek:
- Akşehir'den pek de uzak olmıyan bir yerde, Cigidi­
ya adlı bir Rus köyü olduğunu biliyor musunuz? Dedi.
Oraya gitmek ister misiniz? Size bir kılavuz veririm.

1 17
- Nasıl Rus köyü? nereden gelmişler?
- Çok basit. . Sizin Birinci Çar Nikola zamanında di-
ni tarikatlar takip ediliyormuş. Tarikata bağlı olanları,
asıyor, hapse atıyor, sürgüne gönderiyorlarmış. Rus­
ya'nın güneyinde de tarikatlar varmış. Çarlık hükümeti­
nin takibatından kaçan tarikat mensupları, Romanya'ya,
oradan da Türkiye'ye sığınmışlar. Müslüman Türkiye,
onları barındırmış, kendilerine toprak vermiş.
Cigidiya'da, geniş sokaklar, tahta ve saç kaplı damla­
rında, eski kuyularının üzerinde leylekler bulunan, yük­
sek damlı güzel köy evleri gördük. İki otomobilin gelişi,
köy halkı arasında bir şaşkınlık yarattı. Halkın çoğu evle­
rine saklandı. Köyün tam ortasında durduk. Kocaman kı­
zıl sakallı yaşlıca iki köylü yanımıza yaklaştı.
Rusya'dan bir elçinin geldiğini öğrendikleri zaman,
önümüzde saygı ile eğildiler. Onlardan biri, orada toplan­
mış olan çocuklara seslenerek: Koşun, babalarınızı bura­
ya çağırın! dedi. Bütün köy evlerinden insanlar çıkmaya
başladı Aralarında renkli süslemelerle kaplı bluzlar, bor­
dürlü eteklikler giymiş kadınlar da vardı.
Bizi büyük bir köy evine, muhtara götürdüler, oturt­
tular. Aramızda, eski Rus şivesi kokan, gerçek Rus dili
ile bir konuşma başladı. Muhtar, burada Rusların çok es­
kidenberi oturduğunu bildirdi. Bunlar Nekrasov(*) tari­
katına bağlı imişler. . Bunların söylediğine göre, deniz kı­
yısı köylerinde yerleşen daha başka Ruslar da varmış.

(*) Nekrasov Tarikatı: Don ve Kuban kazakları arasında yaygın bir tari­
kattı. Bulavin isyanının (1 708) bastınlışından sonra, tarikat mensuplan lgnati
Nekrasov'un başkanlığında, Kuban'a, 1 827 yılında da Türkiye'ye göç etıniş­
lerdir. Puşkin'in "Kırcalı" hikayesinde bu tarikattan söz edilir. S.1. Aralov.

1 18
Bunlar balıkçılıkla geçiniyorlarmış. Türkler bunlara kötü
davranmıyorlarmış. Nekrasovcular, bütün Rus gelenek ve
göreneklerini korumuşlar. Köy kızlarından yalnız bir ta­
nesi, bir Müslümanla evlenerek köyden gitmiş ..
Bütün Cigidiya köylüleri dinde eski düzen taraflısı
idi. Rusçayı Türkçeden iyi bilmekle beraber Rusya'yı ha­
tırlamıyorlardı. Rus biçimi giyiniyor, sakallarını kesmi­
yorlardı. Babalan ve dedeleri Kuban'lı, Don'lu, ya da ço­
ğunlukla Samara'lı idi. Bazıları kendilerine Nekrasov'cu
diyorlardı. Yalnız eski Rus yazısını biliyorlardı. İçlerinde,
şimdiki Rus alfabesini bilenler çok azdı. Köyde, eski
İkonlarla süslü bir tekke ile, çok eski devirlerden kalma,
olağanüstü değerleri olan İkon'lann bulunduğu küçük bir
kilise vardı. Kilisede dinsel törenleri, seçimle iş başına
gelen Klim Yakovlev adlı bir papaz idare etmekte idi. O
sıralarda köyde 60 kadar ev vardı.
Nekrasovcular, Sovyet Rusya'daki yaşayış düzeni
üzerine birçok sorular sordular. Rusya'ya dönmek isteği­
ni gösterdiler.
Köyde enteresan bir olay geçti. Sokağa çıktığımız
zaman bizim Askeri Ateşe, köylülerle birlikte bir fotoğ­
raf çekmeyi teklif etti. Fotoğraf makinesini hazırladı. İşte
bu sırada bütün köy kadınlan "çekiyor;. Çekiyor;" diye
bir çığlık atarak çil yavrusu gibi dağıldılar. Onlar, hiçbir
zaman, ne bir fotoğraf makinesi, ne de bir fotoğraf gör­
müşlerdi. Askeri Ateşe Zvonaryev' in bir borudan baktı­
ğını ve elleriyle birşeyler yaptığını görünce, onları bu üç
ayaklı araca çekeceğini sanmışlar. .
Nekrasov'cular, XVIII'inci yüzyıl başlarındaki göre­
nek ve geleneklere göre yaşıyorlardı. Okulda öğrenim

1 19
Zebur üzerinden yapılıyordu. Çocuklar, sırtında, uzun si­
yah bir kaftan olan öğretmenin söylediklerini, bir ağız­
dan, koro halinde tekrarlıyorlardı. Öğretmenleri gözleri­
ni kitaplardan ayırmaya izin vermediği halde, şeytan ba­
kışlı çocuklar, bize büyük bir ilgi ile bakıyorlardı.
Konuştuklarımızın anlattıklarına göre, köylülerden
bazıları, adamakıllı rakı içiyorlarmış. Şimdi artık Nekra­
sov' cular Türk uyrukludurlar. Gençler Türk ordusunda
askerliklerini yapıyorlar. Buraya ilk yerleştikleri zaman
toprakları pek çokmuş, ama zamanla, topraklarını ellerin­
den almışlar. . . Cıvarlannda bulunan göçebe aşiretler, as­
ker kaçakları sık sık köylerine saldırır, mallarını ellerin­
den alırlarmış. Padişahlık zamanında, birçok atları, ara­
baları, salma olarak ordu için alınmış. Bütün bunlar, köy­
de oldukça ağır bir durum yaratmış . . Böylece Nekra­
sov'cularda şiddetli bir yurda dönmek isteği uyanmış. Bi­
zim köye gelişimiz, Nekrasov'cularda, bu isteğin gerçek­
leşebileceği umudunu uyandırdı.
Bir süre sonra Elçiliğe, Rusya'ya dönme meselesini
görüşmek üzere, köyce seçilmiş bir heyet geldi. Sovyet
hükümeti Nekrasov'cuların yurda dönmelerine izin verdi.
Onlara Kuban'da toprak dağıtıldı. Ancak varlıklı köylü­
lerden küçük bir azınlık Türkiye'de kaldı.

İSMET PAŞA'NIN ZİYAFETİ

Batı cephesi karargahına gelişimizin şerefine İsmet


Paşa bir ziyafet verdi. Mönü listeleri resimlerle süslen­
mişti. Resimleri yapanlar da subaylardı. Mustafa Kemal
Paşa ile Fahri Paşa, Sovyet Rusya, Lenin ve Kızılordu şe-

1 20
refine kadeh kaldırılmasını teklif ettiler. Ben de Mustafa
Kemal Paşa, Türk ordusu ve İsmet Paşa şerefine kadeh
kaldırılmasını teklif ettim.
Geceyi yine Mustafa Kemal Paşa'da geçirdik. Yusuf
Kemal Bey ' in Avrupa'dan Ankara'ya döndüğü haberi
alındı. İtilaf devletlerinin Türkiye'ye yaptıkları yeni bir
teklifin metni Ankara'dan geldi. Bu yeni barış teklifi
Sevre andlaşması ruhuna uygundu. Mustafa Kemal Paşa,
bu yeni teklif metnini, benimle Abilov'a verdi:
- İlkin silah bırakışması (mütareke) üzerine olan tek­
life genel bir cevap veririz, dedi, sonra da bu kürek mah­
kumiyeti teklifine cevap veririz.
Konuşma sırasında, Türk ordusunun kuruluş yıldönü­
mü ile ilgili olarak Buhara ve Afganistan elçiliklerinden bi­
rer tebrik telgrafı geldi. Afgan elçisinin tebriki Pan-İsla­
mizm ruhunda yazılmış olup, "Bütün Müslüman halkları
adına" ve "Hıristiyan kafirlere karşı son savaş" gibi cümle­
leri taşımakta idi. Bu tebrik telgrafı Mustafa Kemal'in ho­
şuna gitmedi, geri çevirmek istedi. Biz kendisine, bunu, kı­
saltılmış bir halde gazetelere vermesini söyledik, ama, biraz
geç kalmıştık. Çünkü tebrik, bütünüyle gazetelerde çıktı.

MUSTAFA KEMAUİN KONUŞMASI

Ordunun kuruluşunun yıldönümü ile ilgili olarak,


subay ziyafetlerinden birinde, Mustafa Kemal Paşa uzun
bir konuşma yaptı. Konuşmasında, cephedeki durumu
tahlil ettikten sonra, Türkiye'deki reformlar, Sevre and­
laşmasının tasfiyesi, gerici Padişah hükümetiyle mücade­
le üzerinde durdu.

12 ı
Mustafa Kemal, bu konuşmasında, iyi bir biçimde
gelişen Türk-Rus ilişkilerinden ve Sovyet hükümetinin
Türk ordusuna yaptığı yardımlardan birçok defalar söz
etti. Bu arada:
- Yunanlılarla itilaf devletlerinin silah bırakışması
(mütareke) üzerinde böylesine israr etmeleri, Türk ordu­
sunun başarılarının bi::- belirtisidir, dedi. İnönü'de ve Sa­
karya'da kazandığımız zaferler, yeni Milli Türkiye'nin
gücünü göstermektedir. Cephe gerisinde -kuzeyde ve do­
ğuda- hüküm süren sükunet, tamamıyle Sovyetler Birli­
ği 'nin dostluğu ile onun, hiçbir çıkar gözetmeden cö­
mertçe yardımlarıyla sağlanmıştır. Bunlar bizim, daya­
nıklılık ve güç kaynaklarımızdır. Tabii bu, İngiltere ile
öteki emperyalist devletlerin hiç de hoşuna gitmiyor. On­
lar Rusya ile aramızı bozmak için birçok defalar ajanları­
nı aramıza sokmuşlardır. Ancak bu emellerine hiçbir za­
man erişemiyeceklerdir. Bizim özgürlüğümüz ve gücü­
müz Sovyetler Birliği'ne bağlıdır. Bunu daima hatırlama­
mız gerekir. İngiltere, Yunanlıların tam bir bozguna uğra­
malarından korkuyor. Lord Curzon, herşey olup bitme­
den, bizi, Yunanlılarla bir silah bırakışması anlaşmasına
kandırmaya çalışıyor. Hatta daha ileri giderek, Anado­
lu'nun işgal altındaki öteki bölgelerini boşaltmayı bile
vaadediyor. Ama biz, yurdumuzun her bölgesindeki düş­
manlarımızı boğacağız. Bütün ülkenin, bütün milletin
başlıca ödevi olduğu gibi, bizim de başlıca ödevimiz, he­
nüz Türk topraklarında bulunan düşmanlarımızı, elde si­
lah, mahvetmek, yurdumuzdan kovmaktır.
Mustafa Kemal Paşa, sözlerine devam ederek:
- Bazı düşman ve zayıf kişiler, paniğe kapılarak, gü-

1 22
ya ordumuzun taarruz kabiliyetinden yoksun olduğunu ,
taarruz edemiyeceğini söylüyorlar. Ama biz, Türk ordu­
sunun güçlü olduğunu ve düşmanı yeneceğini biliyoruz.
Biz bunu İnönü'de, Sakarya'da gösterdik. Türk ordusu­
nun ilerde özgürlüğümüzü savunmaya yeterli olduğunu
göstereceğiz.
Mustafa Kemal Paşa, milli teşkilatı güçlendirmek
için bütün ülkede, büyük bir enerji ile çalışıldığını söyle­
di. ama İstanbul'da "Padişah hükümeti ve onun yardakçı­
ları, ahlaksızlıklarıyla, çapulculuklarıyla, milli zenginliği
çalmalarıyla ün almış, insan cinsinin seyrek rastlanır ör­
nekleridir. Bunlar, kirli işleriyle milleti bölmek ve onu
yırtıcı emperyalistlı:rin dişleri arasına atmak istiyorlar" .
Bunlar Mustafa Kemal' in kendi sözleridir.
Mustafa Kemal, sözlerine devam ederek:
- İstanbul hükümetinin nazırları (Bakanlar) satılık
kişiler, dedi. Onlar, İngiliz sterlininin, Amerikan doları­
nın hatırı için milli bağımsızlığımızı satmaya hazırdırlar.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu meşhur konuşmasını,
çok sakin ve kendine güvenir bir eda ile yapmış ama,
millet düşmanlarına ve özellikle İngiliz emperyalistlerine
karşı ağır deyimler kullanmaktan çekinmemişti.
Cepheden ayrıldıktan sonra piyade kolordusu komu­
tam Kazım Paşa'yı da ziyaret ettik. Kazım Paşa, bizi bü­
yük bir sevinçle karşıladı ve ordu içindeki çalışmalarım
anlattı.
- Orduyu kurarken büyük güçlüklerle karşılaştık, de­
di. Ortada dağınık, parça buçuk birliklerden başka birşey
yoktu. Bu konuda Mustafa Kemal Paşa'nın hakkını ver­
mek gerekir. Başlarında Mustafa Kemal Paşa olduğu hal-

1 23
de bizim subay grubumuzun, istilacıları ülkemizden ko­
vacaklarına, halkın tam bir bağımsızlığını ve Türki­
ye'nin milli sınırlan içinde bütünlüğünü sağlıyacaklan­
na bir çokları inanmıyordu. Biz ise, bağımsız bir Türki­
ye'nin yaratılışında, hiç kimsenin engel olamıyacağına
inanıyorduk..

SUVARİ KOLORDUSUNUN GEÇİT RESMİ

Yalık kasabasında bulunmakta olan süvari kolordu­


sunun geçit resmini görmek üzere 1 Nisan günü sabah
karanlığında hareket ettik. Süvari Kolordusu, 2'nci, 4'ün­
cü ve 1 4 ' üncü süvari tümenlerinden•meydana gelmişti.
Kolordunun komutanı Fahri Paşa, işinin ehli, cesur bir
süvari idi. Türkler onu bizim general Budyonni 'ye ben­
zetiyorlardı. Ovaya gelince bize verilen binek atlarına
bindik ve cepheyi dolaştık. Süvarilerin görünüşü piyade­
lerden çok daha canlı idi. Kılık kıyafetleri daha tek dü­
zendi. Hemen hepsinin ayağında çizme vardı. Atlar iyi,
ama ayrı ayn donlarda idi. Kolordunun mevcudu 6 bin
kılıçtı. Topçu ve makineli tüfekçiler dahil 8 bin kadar at
vardı.
Kolordunun komutanı Fahri Paşa, Mustafa Kemal
yaklaşınca, yalın kılınç Paşanın yanına koştu ve tekmil
haberini verdi. Kolordu, Mustafa Kemal Paşa'nın önün­
den süratli ile geçti. Geçit resminden ve küçük bir ma­
nevradan sonra, Mustafa Kemal Paşa alayları topladı ve
bir konuşma yaptı:
- Askerler, dedi, savaş artık bizim yüzümüze gülme­
ye başladı. İngilizlerin boğazlanmak üzere gönderdiği

1 24
Yunanlıları yeniyoruz. İngiliz emperyalistleri bizi yok et­
mek istiyorlar, ama bunu başaramıyacaklardır. Türk halkı
ve Türk ordusu, kendi bağımsızlığı için savaşa girişmiş
bulunuyor ve düşmanlarını, kendi kutsal topraklarından
atacaktır. Sovyetler Birliği'nin elçisi de burada, bizimle
birlikte bulunuyor. Kendisinden birkaç söz söylemesini
rica ediyoruz.
Eğerin üstünde, binicilik kurallarına göre doğru otu­
rup oturmadığımı bilmiyorum. Ama, atım rahat duruyor­
du. Bütün gözler bana dönmüştü. Yanımda Abilov vardı.
- Yiğit ve soylu erler, diye söze başladım, size Kızı­
lordu erlerinin selamını getirdim.
Mustafa Kemal Paşa, Fahri Paşa'ya birşeyler söyle­
di. O da elini salladı. Bunun üzerine Türk suvarileri, Kı­
zılordu şerefine " çok yaşa" diye bağırdılar. Ben sözüme
devam ettim:
- Gazi Mustafa Kemal Paşa'nız, Rus askerlerinin ve
Rus halkının, kendi yurdundan 1 4 ülkenin emperyalist­
lerini, bu arada, Yunanlıları da Ukrayna'dan attığını ve
kendi yurdunu kurtardığını söyledi. Rus işçi ve köylüsü­
nü iktidarı ellerine alarak yeni bir devlet kurmaktadırlar.
Sevgili dostlarım, sizin de yeni Türkiye'nin düşmanlarını
yenmenizi, aziz yurdunuzu kurtarmanızı, İzmir ve İstan­
bul şehirlerini geri almanızı dilerim. Kızılordu, soylu
davranışınızla sizin de orduya ve bağımsız Türkiye'ye
şeref kazandıracağınıza inanmaktadır.
Konuşmam yeniden "Yaşa" sözleriyle kesildi. Fahri
Paşa, selamlarının general Budyonni ' ye iletilmesini rica
etti.
Geçit resminden sonra, Kolordu komutanı bir öğle

125
yemeği verdi. Sonra biz trenle Konya'ya hareket ettik.
İsmet Paşa ile candan vedalaştık. Paşa, ceph�den fazla
uzaklaşmamak geleneğine sadık kalarak, bütün ricaları­
mıza rağmen, bizimle birlikte Konya'ya gelmeye razı ol­
madı.

KONYA'YA GELİŞ

Mustafa Kemal Paşa:


- İşte Konya! diye bağırdı. Paşanın biraz heyecanlan­
dığı görülüyordu. Bu hal, bundan bir yıl önce, Konya'da
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetine karşı baş gös­
teren ayaklanma ile açıklanabilirdi. Bu isyana yerli hoca­
lar, özellikle Mevleviler katılmış bulunuyordu. Mustafa
Kemal, Konya'daki bu isyanı bize anlattı. İsyanın eleba­
şısı, eşkiya bozması Delibaş adlı biri imiş. 500 asker ka­
çağının başına geçerek Konya'yı işgal etmiş ve iktidarı
eline geçirmiş. Hocalar ona yardım etmiş. Gönderilen su­
vari birlikleri Konya'yı kurtarmış, eşkıyalar kaçmış, De­
libaş Fransızlara sığınmış.
Trenden indiğimiz zaman artık ortalık kararmış bu­
lunuyordu. Bizi karşılamaya gönderilen çeşitli birliklere
bağlı erlerin elinde meş�leler vardı. İstasyonun önündeki
meydan baştan başa halkla dolmuştu. Mustafa Kemal va­
gondan indiği zaman bir alkış sağanağı koptu. Mustafa
Kemal, ağır ağır askeri birlikleri denetledi, onlarla mer­
habalaştı. Askeri birliklerden başka bizi, ellerinde meşa­
lelerle kız ve erkek öğretmen okulları öğrencileri, hatta
Medrese mollaları bile karşıladılar. İstasyondan çıktığı­
mız zaman, muhafız kordonunu yaran halk, bizi kuşattı.

1 26
Mustafa Kemal'in özel koruyucusu olan Lazlar, yolu aç­
mak, kalabalığı dağıtmak istediler. Ama Mustafa Kemal,
buna itiraz etti. Alkış sesleri ve "Yaşasın Mustafa Kemal
Paşa" haykırışları dinmiyordu.
Bizi arabaya bindirdiler, zorlukla yol alabiliyorduk.
Çünkü, istasyon caddesi de halkla dolu idi. Halk uzun bir
süre dağılmadı. Bize ayrılan binaya geçtikten sonra, ıs­
rarla Mustafa Kemal'in çıkıp görünmesini istediler. Mus­
tafa Kemal çıkıp birkaç söz söyledi. Paşa'nın bu sözleri
sevinçle karşılandı. Bana da, Sovyet Rusya'nın selamla­
rını ve Türkiye'ye başarı ve bağımsızlık dileklerini ilet­
mem fırsatını verdi. Abilov yoldaş da konuştu. Konuşma­
larımızda, şimdiki Türk hükümetiyle itilaf devletlerinin
elinde bir oyuncak olan eski padişah hükümeti arasındaki
farkları belirttik. Konuşmalarımız sıcak bir ilgi ile karşı­
landı.
Akşam yemeğinden sonra, Gazi Mustafa Kemal Pa­
şa 'ya ve Sovyet elçisine hoş geldiniz demek üzere, sivil­
asker birçok kişi geldi. Mustafa Kemal Paşa, itilaf dev­
letlerinin tafsilatlı olarak iki notasını hektoğraf ile bastır­
dı ve bir süre sonra, notalar üzerine ne düşündüklerini
söylemek üzere bizi ziyarete gelen sivil ve askeri büyük­
lere verdi.

MEDRESELER

O gece iki medreseyi ziyaret ettik. Kanlı, canlı he­


men hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda
dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cübbeli, beyaz sa­
rıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğile-

1 27
rek Mustafa Kemal Paşa'yı selamlıyorlardı. Bunların
içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Ke­
mal Paşa'dan, Medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu
zat, aynca, medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını
da istirham etti.
Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu
belli oluyordu. Ama, medrese öğrencilerinin askere alın­
mamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve
yüksek bir sesle, sertçe:
- Ne o, dedi. Yoksa sizin için medrese, Yunanlıları
mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı
değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi ço­
cukları cephelerde döğüşür, yurt için canlarım feda eder­
ken, siz burada, genç, sapasağlam delikanlıları besiye
çekmişsiniz!
Mustafa Kemal konuştukça, gözleri daha korkunç
bir hal alıyordu:
- Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın
emir vereceğim!
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı ke­
sildi, yabancıların yanında hükümet başkam onları payla­
mıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:
- Haydi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapıla­
cak bir şey kalmadı. Ve şöyle, isteksizce bir selam vere­
rek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatış­
madı:
- Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım!
Her şeyden önce onları mail dayanaklarından, vakıflar-

128
dan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir par­
çası,nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu
topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu
köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son verece­
ğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.
Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gör­
düğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17
bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu
demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin as­
kere alınmadıklarını sormam üzerine, Mustafa Kemal,
bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş ol­
duğunu söyledi. Bu inkılapçı adım, subaylar arasında bü­
yük bir sevinç yaratmış ve bu olay, son günlerin en çok
üzerinde durulan konusu haline gelmişti.

NALBANTLIK OKULU

Mustafa Kemal bana dönerek:


- Şimdi sizinle çok iyi bir iş yapacağız, dedi. Kalkıp
bir başka okula, nalbantlık okuluna gideceğiz! Oraya git­
meye söz verdim. Bugün okul ilk Türk nalbantlannı me­
zun ediyor. Şimdi size meseleyi anlatacağım.
Nalbantlık okulu nedir? Mustafa Kemal, heyecanla
bunu anlatmaya başladı. O devirde Anadolu'da, Türkler
arasında nalbant bulunmaması tuhaf görülecektir. Atlan,
Rum, Ermeni gibi sanatkarlar nallıyorlarmış. Şimdi
Rumlar Türklerle savaş halinde idiler. Ermenilerle de
dostluk ilişkileri kalmamıştı. Kötü, cahil nalbantlar atlan
sakat ediyorlardı. Bu durum karşısında, orduda, kısa sü­
reli nalbantlık kursları açılmıştı.

1 29
Okul binası nal biçiminde idi. okulun içinde birkaç
nalbantlık atelyesi kurulmuştu. Okul öğrencilerinin ço­
ğunluğunu cepheden getirilmiş erler teşkil ediyordu. Öğ­
renciler arasında Yunanlıların işgal ettikleri bölgelerden
getirilmiş öksüz çocuklar da vardı. Okulun duvarları şu
dövizlerle örtülmüştü: "Çalışanları Tanrı sever! " , "Çalış­
mak ibadettir! " , "İlkin çekiç ve alın teri, sonra eğlence",
"İşçinin teri kutsaldır."
Okulun avlusunda bizim için bir baraka kurulmuştu.
Mustafa Kemal Paşa'mn, benim ve Abilov'un önüne süs­
lü masalar konmuştu. İlk konuşmayı yapan okul müdürü
bir yüzbaşı oldu. Yüzbaşı, konuşmasında, okulun ordu
için, özellikle, ordunun süvari birlikleri için bilgili, tecrü­
beli nalbantlar yetiştirdiğini söyledi. Bugün, ilk defa ola­
rak otuz öğrenci mezun oluyordu.
Daha sonra, batı cephesi levazım müdürü Kazım
Bey konuştu. Kazım Bey, Menşevikler zamanında Türki­
ye'nin Cürcistan elçiliğini yapmıştı. Kazım Bey, ordu le­
vazımınca kurulan okulun tarihçesinden söz etti ve okula
şeref veren misafirlere teşekkür etti.
Sonra Mustafa Kemal söz aldı. Mustafa Kemal eski
Türkiye ile yeni Türkiye arasındaki derin ayrımlardan
söz etti, eski Padişah idaresinin emeği küçümsediğini,
her şeyi hazır olarak batıdan aldığını, halkta çalışma sev­
gisini geliştirmeyi süfli bir iş saydığını anlattı. Misal ola­
rak da, Osmanlı padişahlarından birinin, atını, Türk nal­
bandının değil de, Avusturyalı bir nalbandın nallamasını
istediğini söyledi.
Okul görüldükten sonra, söz bana, daha sonra da
Abilov'a verildi. Konuşmamda nalbantlık okulunun, ha-

1 30
ğımsızlığını işleyen ve itilaf devletlerine boyun eğmeyen
yeni Türkiye'yi semboti.ze ettiğini söyledim. Daha sonra
diplomaların verilmesine geçildi. Bu işi yapmaya biz
çağrıldık. Bizim Sovyet geleneklerine göre, her diploma
sahibine diplomasını verirken birkaç söz söylüyordum.
Öğrencilerden birine: " Senin nalladığın at, soylu. Türk
ordu ile birlikte İstanbul giren at olsun! " dileğinde bu­
lundum. Bir başka öğrenciye de "Güzel nallanmış hızlı
atın, İzmir'e girne ilk at olsun! " dileğini tekrarladım. Bu
sözlerim herkesin çok hoşuna gitti ve çabucak bütün şeh­
re yayıldı.

İMALATI HARBİYE FABRİKASI VE


ATELYELERİ

Harp Sanayii Fabrikası'nda ve otomobil tamir atel­


yelerinde çalışan işçi, subay ve erlerin gösterdikleri ener­
ji ve fedakarlıkların hakkını vermek gerekir. Korkunç fu­
karalıklarına ve en gerekli şeylerin eksikliğine rağmen bu
müesseseler, postal, elbise, tüfek, kılıç yapımında orduya
elle tutulur bir yardım yapmakta idiler.
Konya imalathanesi, üç katlı idi. Birinci katta doku­
macılar: üçüncü katta, dokunan kumaşlardan elbise di­
kenler; ikinci katta kunduracılarla saraçlar bulunuyordu.
Bütün işçilerin sayısı 1 50'yi bulmakta idi. Gerek imalat­
hane müdürü gerek işçiler, ordu için seve seve her şeyi
yapıyorlar, ihtiyaçlarından, başarılarından, çalışmaların­
dan, çabalarından dokunaklı bir dille söz ediyorlardı.
İmalatı Harbiye Fabrikası 'nda ordu için çok gerekli
olan top, tüfek tamir ediyor, süngüleri biliyor, kılıç yapı-

131
yorlardı. Bize, imalatta bir örnek olarak kullanılmak üzere,
Kazım Karabekir tarafından gönderilen bir Rus kılıcı gös­
terdiler. Tabii, her şey çok ilkel olarak yapılmakta idi. oto­
mobil parkında, Almanlar tarafından bırakılmış veya atıl­
mış otomobiller duruyordu. Bunların en gerekli bölümleri­
ni alıyorlardı. Yine burada, şoför okulu da bulunuyordu.

TOPÇU OKULU VE ASKERİ LİSE

Topçu okulu, genç subayları yetiştiriyordu. Oraya


ders zamanında gittik. Mustafa Kemal, öğrencilere birkaç
ödev verdi, onlar da yaptılar. Yunanlıların işgali altındaki
bölge halkı çocuklarının okuduğu askeri lise, bizde çok
iyi izlenimler bıraktı. Hesap, Fransızca, Türkçe, Coğraf­
ya, Tarih derslerinde bulunduk. Konya'da bulunuşumuzun
son günü, askeri lise öğrencileri, kötü havaya rağmen,
kendi inisiyatifleriyle bando ve şarkılarla bizi selamlamak
üzere oturduğumuz evin önüne geldiler. Konya'da hastane
ve sahra hastaneleri, alet ve edevat bakımından fakir, ama
temizdiler. Yaralıların bakımı ve beslenmesi çok dikkatli
organize edilmişti. Türk er ve subaylara ikramlarda bu­
lunmak üzere, Kızılordu adına birkaç yüz lira bağışta bu··
lunduk. Ertesi gün, öğretmen okulunu, öksüz yurdunu,
kız öğretim müesseselerini ziyaret ettik. Konya şehrinde,
ilkokul tipinde bir öğretim müessesesini gezdik. Dersler­
de bulunduk. Öğretmen sarıklı bir hoca idi. Bize saygı
göstermek amacıyla öğrencilerden birine, tahtaya, Arapça
olarak bizi övücü birkaç söz yazdırdı. Mustafa Kemal,
sert bir dille, Arapça saçmalarla uğraşacak yerde, Türkçe
olarak birkaç söz yazmasını emretti.

1 32
Mustafa Kemal Paşa'dan bu öğrenciye, " şu anda
Türkiye'nin sahibi kimdir?" diye sorulmasına müsaade
etmelerini rica ettim. Çocuğun ağzından birden bire "Pa­
dişah ! " sözü çıkıverdi. Çocuk orada bulunanların yüzün­
de bir şaşkınlık görünce, anlamsız bazı sözler geveledi.
Mustafa Kemal öfkelendi. Çocuklara " arapça saçmalar"
öğretecek yerde, Türkiye'nin bugünkü gerçek durumunu
öğretmenin gerektiğini söyleyerek okuldan ayrıldı. Başka
okullarda buna benzer bir olayla karşılaşmadığımızı söy­
lemek doğru olur.

KADINLARIN DURUMU

Benim anladığıma göre Konya'da kadınlar, kendile­


rini Ankara 'dan daha serbest hissediyorlardı. Sokaklarda,
yüzleri açık kadınlara rastlıyorduk. Bunlardan bir çokları
Mustafa Kemal 'i ziyarete geliyorlardı.
Kız öksüz yurdunda bizi çok dokunaklı bir biçimde
karşıladılar. Küçücük bir konser düzenleyerek şiirler
okudular. Kız öğretmen okulunda öğrenciler bize küçük
bir kart gönderdiler. Kartta şunlar yazılı idi: "Bay Sov­
yetler Birliği Elçisi! Okulumuzu ziyaretinizden ötürü, biz
Konya Türk kızları size teşekkür eder, Rus kızları kar­
deşlerimize samimi selamlarımızı iletmenizi rica ederiz.
Konya Öğretmen Okulu Öğrencileri. 30 Mart 1 922."

MEVLEVİ TARİKATI

Konya, eski bir tarikat olan Mevleviliğin merkezidir.


Tarikatın şeyhi olan Çelebi de burada bulunmaktadır. Bu

1 33
tarikat Türkiye'de 700 yıl önce ortaya çıkmıştır. Tarikatın
kurucusu, 1 207- 1 273 yıllan arasında yaşayan Celaleddin
Rumi'dir. Konya'da bu tarikata bağlı 300 kişi kadar var­
dır. Bunlar, siyah ipekli cübbeler ve kahve rengi külahlar
giyiyorlardı. Mevleviler daha çok halkın zengin çevrele­
rine bağlı kişilerdi. 1 92 1 yılında Mustafa Kemal'e karşı
olan ayaklanmaya bunlar da katılmışlardı. Mevlevi ayin­
lerine kadınlar da katılırdı. Konya'daki Mevlevi Tekkesi
çok güzeldir. Bu tekkenin bir kafesle ayrılan bölümünde,
Mevlana Celaleddin Rumi 'nin mezarı da bulunmaktadır.
Mevlana'nın mezarını teşkil eden sanduka, altın işlemeli
zengin örtülerle örtülüdür.
Tekkenin öbür bölümünde, ayinler yapılmaktadır.
Uygunsuz bir zamana rastlamasına rağmen, · bizim için
özel bir ayin yapıldı. Celaleddin Rumi'nin mezarı önün­
de taganni edildikten sonra, 1 3 Mevlevi ortaya çıkarak
rübap, ney ve deflerin hazin ahengi altında ağır adımlarla
mezarın etrafını dolaştılar. Sonra cübbelerini çıkararak,
ortaya çıktılar ve daha neşeli nağmeler altında raksa baş­
ladılar. Bu raks aralıksız olarak yanın saat sürdü.
Daha sonra Selçuklular devrinden kalma eski camiye
gittik. Bu olağanüstü güzel yapıt, savaşlardan zarar gör­
müş olup hemen hemen harap bir halde idi. O zamanlar
bunu onarmaya hazırlanıyorlardı. İkinci bir cami ise aske­
ri depo haline getirilmişti. Genel olarak bina kıtlığı yü­
zünden bazı camiler, depo olarak kullanılmakta idi. Cami­
lerden biri, subay hazırlama kursu olarak kullanılıyordu.

ÖGRETMEN OKULUNDA TEMSİL

Geceleyin, öğretmen okulunun temsillerinde hazır

1 34
bulunduk. Programda bir perdelik çocuk piyesi "Avcı" ,
Çanakkale'nin İngilizlere karşı savunulmasını canlandı­
ran üç perdelik piyes, yurt üzerine şiirler, Yunan zulmünü
anlatan " Bursa Faciası" adlı piyes. Bu piyeste;; aşın bir
şovenlik bulunduğu için, Mustafa Kemal bunu beğenme­
di. Piyeste kendisi övüldüğü halde, Mustafa Kemal, tem­
sili hazırlayanlara çıkıştı.

MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN HALKLA


KONUŞMASI

Mustafa Kemal Paşa bizi şehirde bir gezintiye çağır­


dı. Kısa zamanda etrafımızı, kılık kıyafetlerine göre aşa­
ğı tabakadan oldukları anlaşılan, bir halk kalabalığı çe­
virdi. Mustafa Kemal durdu. Hemen kalabalığın içinden
sorular yağmaya başladı. Mustafa Kemal bunları seve se­
ve cevaplandırdı. O'na Yunanlılarla yapılmakta olan sa­
vaş, Sovyetler Birliği, toprak, uluslararası durum, besin
maddeleri, milli eğitim, okullar hastaneler, hatta nedense
(Müslüman gelenekleri arasında olmamakla beraber)
anıtlar üzerine bile sorular soruldu. Bir çokları, pek sınır­
lı olan geçimlerinden söz etti. Bu arada, kadınların eşitli­
ğine, çarşafa, padişaha değinildi.
Sovyetler Birliği söz konusu olunca, Mustafa Kemal
"Biz onunla dostuz" dedi. Padişahlara gelince; onlar
yanlış bir politika güttüler, İngiltere, Fransa, Almanya ve
Avusturya'nın teşvikiyle, sadece Rusya ile savaştılar, di­
ye ekledi ve:
- Padişahlar halka acımadılar, Anadolu'ya acımadı­
lar, onu sadece soydular, dedi.

135
Bu konuşma sırasında Mustafa Kemal'in gözleri bir
iyilik ve şefkat pırıltısıyla tutuştu. Kendisine soru soranı
dostça elinden tutuyor, yalın, inandırıcı sözlerle ayrıntılı
cevaplar veriyordu. Biriken kalabalık bizi tepeden tırnağa
kadar süzüyor, hatta herkes gibi bir insan olup olmadığı­
mızı anlamak istiyormuş gibi, elleriyle bizi yokluyordu.
Mustafa Kemal Paşa gülümseyerek:
- Sovyet insanları üzerine, sık sık, saçma sapan şey­
ler söylüyorlar.. İşte görünüz, onlar burada, sizinle konu­
şuyorlar, yalnız bir başka dilde. Ama biz, yanın yamalak
sözlerle de birbirimizin ne demek istediğimizi anlıyoruz.
Çünkü amacımız birdir: sırtımıza binmiş olan emperya­
listleri atmak!
Bu çok güzel bir konuşma idi. Türkiye tarihinde ilk
defa olarak bir devlet başkanı açıkça ve yalın bir dille, halkı
ilgilendiren hayati meseleler üzerine, halkla konuşuyordu.
Konya'yı ziyaretimizin resmi bölümü bununla sona
erdi ve biz kendi başımıza buyruk kaldık. Hemen hemen
bütün gün şehirde dolaştık. Tüccarlar bizi dükkanlarına
davet ediyor; çay, kahve ikram ediyor, Rusya üzerine so­
rular soruyorlardı.
Konya, Ankara 'dan daha büyük ve daha geniş cadde­
leri ve bulvarı olan, evleri kargir bir şehir. Şehirde Nuh-u
Nebi'den kalma tek atlı dekovil var. Halk, sayılan çok
olan medreselerin, hocaların etkisiyle, Ankara'ya göre,
daha tutucu.
Mustafa Kemal, Konya yobazlarına çok kızıyor ve
öfkeli öfkeli:
- Konya yobazları salt çıkarları bozulmasın diye, İn­
gilizlere bağlanmaya, Türk halkını satmaya, "kafirlere"
boyun eğmeye hazır... diyordu.

136
MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE ÖNEMLİ
BİR KONUŞMA

Aynı gün Mustafa Kemal'le, itilaf devletlerine kesin


cevabı teşkil eden iş konuşmamıza devam ettik. Türk or­
dusu üzerine, olan konuşmamız çok enteresan geçti. Mus­
tafa Kemal, şu anda Türk ordusunun yeteri kadar teşkilat­
lı, disiplinli ve güçlü olduğunu, ama donatım bakımından
büyük bir yokluk içinde bulunduğunu söyledi. İtilaf dev­
letleriyle ve Yunanlılarla olan mücadelesinde Türkiye'ye
yaptığı yardımdan ötürü Sovyetler Birliği'ne yeniden te­
şekkür etti. Sovyetler Birliği'nin bundan böyle de Türk
halkına yardım edeceği umudunu belirtti. Mustafa Kemal:
- Her şeyden önce top ve tüfek mermisine, bir miktar
top ve tüfeğe ve her şeyden çok paraya ihtiyacımız var, dedi.
Sonra da, bu ricasını General Frunze'ye de tekrarla­
mış olduğunu söyledi.
Mustafa Kemal Paşa, Sovyetler Birliği'nin bir elçisi
olarak bana birçok defalar şunları söylemişti:
"Biz Türkler sizin ağır durumunuzu hesaba katmı­
yor değiliz. Rusya'nın kendisi de şu anda zengin değildir.
Bunun için, bize neler verip neler veremeyeceğinizi dü­
pedüz ve açıkça söylemenizi rica ederim. Bundan dostlu­
ğumuza hiçbir zarar gelemeyeceğine emin olabilirsiniz!
Biz yine de Sovyetler Birliği'ne saygı göstermekte kusur
etmeyeceğiz. Aramızdaki dostluk, yalnız sizin maddi
yardımınıza değil, manevi yardımınıza da dayanmakta­
dır. Sovyetler Birliği'nin, durumumuzun en ağır olduğu
bir sırada yardımımıza koştuğunu, bizi desteklediğini ha­
tırımızdan çıkarmıyoruz. Türkiye bunu hiçbir zaman

1 37
unutmayacaktır. Askeri hesaplar ve taarruz bakımından
kaynaklarımızı bilmemiz çok önemlidir. Yardımlarınız
hiçbir çıkara dayanmadığı için, Sovyet halkına, hüküme­
tine ve Lenin'e değer veriyoruz. Siz bizden boyun eğme­
mizi, siyasi bağlılıklar beklemiyorsunuz."
1 922 yılı Nisan'ında geçen Konya'daki konuşmaları­
mız sırasında Mustafa Kemal, Frunze ile görüşmüş oldu­
ğu, 1 O milyonun gönderilmesi meselesini Moskova'ya
hatırlatmamı benden rica etti.
Mustafa Kemal Paşa'nın rica ettiği şeylerin bir çoğu
gönderilmiş ve Türk ordusuna verilmişti. (*)
Türkiye ile karşılıklı ilişkilerimizin temelinde yatan
ortaklaşa amaç, emperyalizmle savaş ve Türkiye'nin sö­
mürgecilerin boyunduruğundan kurtarılmasıdır. Başında
Gazi Mustafa Kemal bulunan Türk hükümeti, Sovyetler
Birliği ile olan dostluğu, yeni Türkiye'nin milli emellerine
erişmek için büyük bir manevi destek olarak saymakta idi.

TÜRK SUBAYLARI İLE KONUŞMALAR

Mustafa Kemal Paşa toplantılarda bulunduğu, ya da


emirler vermekle uğraştığı sıralarda, cephede, ordu, ko­
lordu, tümen komutanlarıyla, alay ve karargah subayla­
rıyla yaptığım özel konuşmalardan, yeni Türk ordusunun
kuruluş tablosu meydana çıkmış oldu.

(* ) Sovyetler Birliği bundan önce de Türkiye'ye, yalnız manevi bakım­


dan değil, altın ve daha başka şeyler göndermek suretiyle maddi bakımdan
yardımlarda bulunmuştu. Nitekim Çiçerin 24 Mayıs 1 92 1 tarihli notasında
şunları yazmıştı: " ...Türkiye Büyük Millet Meclisi delegeleri Yusuf Kemal
Bey'le Rıza Nur Bey'in beraberlerinde götürdükleri 4 milyon altını gerçekten
de Türk hududundan geçirdiklerine dair Orjonikidze'den kesin teminat al­
dım." ("Sovyetler Birliği Dış Politika Vesikalan" 4'üncü cilt, Devlet Yayın­
lan. 1960, sahife 1 38). S.İ.Aralov

138
Subaylar, Padişah-Halifenin ihanetini, önceleri belli
belirsiz anladıklarını, ama kökleşmiş gelenekler yüzün­
den padişahsız, dini bir baş olan Halifesiz bir Türkiye
olabileceğini akıllarının bir türlü almadığını anlatıyorlar­
dı. İngiltere ile öteki büyük devletleri gücendirmek de
onları korkutuyordu.
Mustafa Kemal harekete geçtiği zaman, millet düşman­
ları, kurtuluş ordusunu çökertmek, subaylar arasında kuşku
uyandırmak için, kendi ajanlarını göndermişlerdi. ama Mus­
tafa Kemal'in büyük bir Türk olduğu meydana çıktı. Musta­
fa Kemal İngiltere'den, Yunanlılardan korkmak için bir sebep
olmadığını, bunlarla mutlaka savaşmak gerektiğini anlamıştı.
Başarıya ulaşmak için milletin birleşmesine ihtiyaç vardı.
Subaylar, Mustafa Kemal' in her subayın, her erin,
disiplinli, cesur ve ilerisini gören bir insan olmasını iste­
diğini anlatıyorlardı. Mustafa Kemal her zaman, ülkede
olup bitenler üzerine subaylara bilgi veriyordu.
Yine subaylarla yaptığım konuşmalardan, Rusya
üzerine, proleter inkılabı üzerine ilk defa onların dikkati­
ni çekenin Mustafa Kemal olduğu meydana çıkmaktadır.
Mustafa Kemal, yeni Rusya'dan korkmamak gerektiğine
yeni Rusya'nın hiçbir çıkar gözetmeden Türkiye'ye yar­
dım ettiğine, Türkiye'nin dostu olduğuna onları inandır­
maya ısrarla çalışmıştır.
Genellikle cephedekilerin savaş morali, milli kurtu­
luş ülküsüyle, istila ordularıyla savaşmak gerektiği kesin
inancıyla dolu olarak, yüksekti. Subaylar, padişahın
önünde yerlerde sürünmekle, emperyalistlerden merha­
met dilenmekle, Türkiye'nin çıkarlarının kurtulabileceği­
ne inanan Türkleri şiddetle suçluyorlardı.

1 39
Cephedeki subaylar, bu çeşit insanların idealden yok­
sun, korkak ve hain olduğunu birçok sefer söylemişlerdir.
Subaylardan biri, bir subay toplantısında Mustafa
Kemal'in söylediği sözleri hatırlattı. Mustafa Kemal, o
zaman, Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı Wilson'un va­
atleriyle ve onun 1 4 prensibiyle gerçekler arasında derin
aykırılıklar bulunduğuna işaret etmişti.
- Wilson prensiplerinin 1 2'nci maddesi Türkiye'nin
egemenliğini güven altına almıştı. - Mustafa Kemal soruyor
- Peki ne oldu? İngiltere Musul ile İstanbul'u; Fransızlar
Adana'yı, Urfa'yı ve diğer bölgeleri; İtalyanlar Antalya'yı,
Yunanlılar İzmir'i işgal ettiler. Emperyalistler Maraş'ta hal­
kı kılıçtan geçirdiler, bu eski Müslüman şehrini yıkıp yaktı­
lar ve hiç suçu olmayan binlerce insanı öldürdüler.
Birgün subaylarla yaptığım konuşmalar sırasında
içeriye Mustafa Kemal Paşa girdi. Bir kenara oturup ko­
nuşmaları dinlemeye başladı. Subayların sözlerinden
hoşnut kaldığı belli idi. Sonra bana şunları söyledi:
- Subayların ne söylediklerini duydunuz ya? Onlarm
hepsi de milletin birliği büyük idealini benimsemiş, inkı­
lapçı eğilim taşıyan, emperyalistlere karşı kişilerdir. Em­
peryalistlerin temsilcilerine karşı yapılan savaşı herkes
benimsemiş bulunuyor. Bu, haklı bir savaştır. Bu savaş,
Türk halkını emperyalist boyunduruğundan kurtaracaktır.

TÜRK ERLERİNİN POLİTİK EGİTİMİ

Bundan önce de yazdığım gibi, birlikte cepheye git­


tiğimiz zaman, Türk ordusunun politik eğitimi üzerine
Mustafa Kemal Paşa ile birçok seferler konuşmuştuk. Pa­
şa, politik komiserlerin ve politik şubelerin rolü üzerine
bana sorular sormuştu. Ben, bu konuda ona ayrıntılı bil-

1 40
giler vermiş, Türk ordusunda buna benzer bir teşkilat
kurmak mümkün olup olmadığını kendisine sormuştum.
Mustafa Kemal Paşa Türk ordusunda, milli sınırlar
içinde Türkiye'nin bağımsızlığını savunmak politik pren­
sibinin egemen olduğu cevabını verdi. Türk hükümeti,
ülkeyi emperyalistlere, hainlere karşı savunmaktadır, or­
du da böyle bir hükümete boyun eğmek zorundadır.
Mustafa Kemal Paşa, düşüncelerini şöyle açıkladı:
- Sizin Rusya'da durum başka türlü idi. Generaller ve
subaylar, çoğunlukla Çarlık hükümetinden, sonra da Ke­
renski'den yana idi. Er kitlesi ve subayların küçük bir bö­
lümü ise Bolşeviklerden yana idi. Türkiye'de durum baş­
ka türlüdür. Türk ordusu bütünüyle milli bağımsızlık ül­
küsüne sadık, inkılapçı, disiplinli bir ordudur. Ordunun
başında bulunan bizler politika ile uğraşıyoruz. Bizim po­
litikamız nedir? Her şeyden önce tümenlerin, kolorduların
başına, sadık, namuslu, dürüst komutanlar getirmektir. Si­
zin gibi biz de onları kontrol ederiz. Genç subay kadrosu­
nu ve erleri, biz büyüklerin güttüğü milli ruhta eğitiriz.
Bizim erlerimiz niçin savaştıklarını bilirler. Sizinle birlik­
te birkaç piyade tümenini, suvari kolordusunu dolaştık.
Bunlardaki disiplini fark ettiğinize eminim. Sizin ve Abi­
lov yoldaşın konuşmalarınıza çok memnun olduk. Subay­
ların, hükümetin ve yüksek komuta heyetinin çalışmaları­
na aykırı bir politika gütmemelerine çok dikkat ederiz.
Mustafa Kemal, sonuç olarak:
- Ordumuz politika dışında (a politik) değildir, dedi.

KÜRT MESELESİ

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türkiye'nin komşularıyla


dostça geçinmesi, onların bağımsızlığına kasdetmemesi

141
gerektiğini birçok seferler söylemiştir. Eskiden padişah­
ların idaresinde bulunan Suriye, Mısır gibi ülkeler, şimdi
bağımsızlıklarına kavuşmuş bulunuyorlar. Türkiye hiçbir
zaman bu ülkelerin özgürlüğüne kasdetmeyecektir. tam
tersine, Sovyetler Birliği bize nasıl yardım ediyorsa Tür­
kiye de onlara öyle yardım etmek zorundadır. Türkiye
İranla dostluk ilişkileri içindedir.
Mustafa Kemal, sık sık Kürt meselesi üzerinde dur­
muştur. Rumye gölü çevresinde yaşayan Kürtler, Türkiye
ile birlikte hareket etmek isteğini göstermişlerdi. Onların
silahlan, paralan vardı. İngiliz emperyalizmine karşı ha-
. rekete geçmeye hazırdılar. Mustafa Kemal:
- Kürt meselesi, karışık, çetin bir meseledir demişti.
Şunu dikkate almalısınız ki: Kürdistan, petrol, bakır, kö­
mür, demir ve daha başka madenler bakımından zengin
bir ülkedir. Başta, başlıca düşmanımız İngiltere olmak
üzere birçokları Kürdistana göz koymuş bulunuyorlar.
Burada stratejinin, İran'a, Kafkasya'ya, Irak'a giden tica­
ret yollarının da etkisi vardır. İngiltere, Kürtler' in iki
devlete ait olmasından faydalanmakta, bunu da bir koz
olarak kullanmaktadır. İngiltere, kendi egemenliği altında
bir Kürt devleti kurmak ve bu sayede, İran'a, kafkas­
ya'ya kumanda etmek istemektedir. İngiltere eskidenberi
Kürt liderlerini satın almaktadır. Şimdi Kürt liderleri bö­
lünmüş bulunuyor. Kimisi İran'a, kimisi İngiltere'ye, ki­
misi de bize bağlıdır. İngiliz ajanları Wool Noel ve baş­
kaları Kürdistan' ın bağımsızlığından dem vurmaktadır­
lar. Süleymaniye'de İngilizler Şeyh Mahmud'u, Türki­
ye'ye karşı harekete geçmeye zorlamışlardır.
Mustafa Kemal, Sıvas Kongresi sıralarında, İngiliz­
ler'in padişaha bağlı hainlerle birlikte, bu kongreyi başa­
rısızlığa uğratmak ve kongre delegelerini tutuklamak

1 42
için, nasıl Kürtler'i ayaklandırdıklarını hatırlattı. Mustafa
Kemal, gülümseyerek:
- Biz Türkler borç altında kalmayız, dedi. Güneyde
Kürtler' e, İngilizler' e karşı baş kaldırmaları için yardım
ettik. Hain Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın İngilizler'le
bir anlaşmaya vardığını ve bu anlaşma gereğince, Kürdis­
tan 'ın Türkiye'den ayrılmasını kabul ettiğini herhalde bili­
yorsunuzdur. Bu anlaşma Fransız gazetelerinde yayımlan­
dı. Bu anlaşmanın imzalanıp imzalanmadığını bilmiyo­
rum. Padişahla Damat Ferid'in, vicdanlarının elvermedi­
ğini sanmıyorum. Çünkü onlarda ne vicdan, ne de memle­
ket sevgisi var. Ama, Uluslararası durum ve bizim zafer­
lerimiz İngilizleri böyle bir andlaşmayı imzalamaktan ala­
koydu. Sonra, Fransa da bu andlaşmayı protesto ederdi.

MUSTAFA KEMAL VE ARAP ÜLKELERİ

Mustafa Kemal, Arap gruplarına karşı ihtiyatlı bir


politika güttüğünü söyledi. Çünkü bu konuda birçok be­
lirsiz noktalar vardı. Arabistan'dan ona bir heyet gelmişti.
Bu heyet, Arabistan sultanı Faysal'ı temsil ettiğini söyle­
mişti. Mustafa Kemal onlara "BeP sultan değilim, diye
cevap vermişti. Ben halkın seçtiği basit bir insanım. Bir
halk meclisi toplayın o zaman ben halkın bu temsilcile­
riyle anlaşırım."
Daha birçok, şüpheli delegeler gelmişti, Mustafa Ke­
mal onları kabul etmemişti. Osmanlı İmparatorluğu'na en
sadık olan Yemen'den bir heyet gelmişti. Yemen idaresi,
padişah Türkiyesiyle savaşmış ve bağımsızlığını elde et­
memişti. Bağdat da yardım için Türkiye'ye başvurmuştu.
Mustafa Kemal:
- Fazladan, boş kuvvetlerimiz yoktu. Ama onları ce-

1 43
saretlendirmek için, moral yardımı anlamında olmak
üzere Musul'a küçük bir birlik gönderdik.
Mustafa Kemal, İngilizlerin bağdat'ta kurdukları satı­
lık hükümeti her ne bahasına olursa olsun devirmeleri için,
Arap toplum adamlarına bir mesaj gönderdiğini bildirdi.
Mustafa Kemal, kendi söylediğine göre, Arap ülke­
lerine yardımı, bunların Türkiye'ye dönüşü biçiminde
değil, onların emperyalist boyunduruğundan kurtuluşu
olarak anlıyordu. Mustafa Kemal, Arap ülkelerinin, İngi­
liz ve Fransız emperyalistlerinin sadakalarını almalarını
önlemek, bağımsızlık ve özgürlüklerini elde etmelerini
sağlamak için onlara yardım etmeye çalışıyorduk.
Mustafa IÇemal:
- Biz Türkler, Milli Misakımızda, Arap ülkelerine sa­
hip olmaktan vazgeçtik, diye işaret etti. Araplar, kendi alın
yazılarını kendileri belirtebilirler ve belirtmelidirler. Sıvas
Kongresi 'nde Pan-Türkizm, Pan-İslamizm, Otomanizın
konularında tartışmalar oldu. Bu modası geçmiş prensiple­
rin taraflıları, ağızlan köpürerek, bunları savundular. Ama
aklı başında çoğunluk başka türlü karar verdi. Bu bizim
işimiz değildi, bizim amacımız, Türkler'in oturduğu top­
rakların çerçevesi içinde milli bir Türkiye kurmaktır. Arap
topraklarına sahip olmak, bizim için, uluslararası anlaş­
mazlıklara vesile teşkil edecek korkunç bir yol olurdu.
Mustafa Kemal'e Fas'tan, Cezayir'den ve başka yer­
lerden mektuplar geliyordu. Bu mektuplarda, Ankara'da,
genel bir Müslüman kongresinin toplantıya çağınlması
teklif edilmekte idi. Mustafa Kemal'in görüşüne göre, bu
hareket Pan-İslamizm karakterini taşıyordu. Bu, doğu
halklarının sömürgeciliğe, emperyalizme karşı mücade­
lesinin bir belirtisiydi.

1 44

You might also like