Professional Documents
Culture Documents
S. İ. Aralov - Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları 1
S. İ. Aralov - Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları 1
S.İ.ARALOV
Çeviren
HASAN ALİ EDİZ
Cumhurlye( GAZETESİNİN
OKURLARINA ARMAÖANIDIR.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9
5
Çiçerin Üzerine başkaca Birkaç Söz . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . 49
Ali Fuat Paşa'yı Ziyaret. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 50
ANKARA'YA YOLCULUK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53
Yolun Başlangıcı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53
Frunze ile Karşılaşma ................................. 56
Türkiye ile Sovyet Rusya Arasında Dostluk Antlaşması. . . . . . . 59
Samsun Valisi ile Görüşme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 61
Anadolu Yollarında . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 63
Yolda Köylülerle Konuşmalar ........................... 64
Havza Kasabasında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 72
Mustafa Kemal Üzerine Anlatılanlar. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 74
Merzifon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 77
Çorum, Alaca, Ycızgat . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . 78
Türk Subayı ile Konuşma . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80
Yolculuk İzlenimleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 82
Türk Ordusunun Zaferi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85
Dışişleri Bakanı ile Karşılaşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 87
Ankara Şehrinde kısa Bir Gezinti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 88
Mustafa Kemal Paşa ile İlk Karşılaşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89
Fahriye Hanım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 94
T0plum Kadını Halide Edip . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 95
Türkiye Üzerinde Amerikan Mandası Fikri . . . . . . . . . . . . . . . . 97.
6
Mustafa Kemal ile Cephede Karşılaşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
Mustafa Kemal Sovyet Elçiliğinde . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 100
Cepheye Gidişimiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 102
Polatlı-Biçer. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103
M.Kemal ve İsmet Paşalarla Buluşma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 104
Sivrihisar Kasabası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 106
41.Tümen Karargahı................................. 107
2. Ordu Karargahı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107
1. Ordu Kararganı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 108
Başkomutanlık Karargahı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 109
Mustafa Kemal'in Düşünceleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 111
1. Ordunun Geçit Resmi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 113
Er Oyunları ve Temsil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 114
Öksüz Yurdu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 115
Anadolu'da Rus Köyü Cigidiya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 117
İsmet Paşa'nın Ziyafeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120
Mustafa Kemal'in Konuşması. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 121
Suvari Kolordusunun Geçit Resmi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 124
Konya'ya Geliş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 126
Medreseler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 127
Nalbantlık Okulu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . , 129
İmalatı Harbiye Fabrikası ve Atelyeleri. . ........ ...... .. 131 .
7
Öğretmen Okulunda Temsil.. ......... ................. 134
Mustafa Kemal Paşa'nın Halkla Konuşması ............... 135
Mustafa Kemal Paşa ile Önemli Bir Konuşma ............. 137
Türk Subayları ile Konuşmalar ......................... 138
Tük Erlerinin Politik Eğitimi ........................... 140
Kürt Meselesi....................................... 141
Mustafa Kemal ve Arap Ülkeleri........................ 143
8
ÖN SÖZ
9
S.I. Aralov, ekim büyük sosyalist inkilabı
günlerinde, ikinci Sovyet kongresinde ordu dele
gesi olarak bulundu. Bu kongrede l.V. Lenin, ta
rihte ilk defa kurulmuş olan işçi-Köylü sosyalist
devletinin dış politikasının başlıca prensiplerini
formülleştirmiş ve barışla ilgili tarihsel kararna
meyi ilan etmişti.
S.I. Aralov, 1918 yılında, doğrudan doğruya
Lenin'in emriyle Milli Savunma Bakanlığı Hare
kat Şubesi Başkanlığı'na getirilmiş ve Lenin'in
önderliği altında, kızıl orduda ilk alay ve tümen
lerin kurulması işiyle uğraşmıştı. Aralov, yabancı
devletlerin askeri müdahaleleri sırasında ve iç
savaş yıllarında Güney-Batı cephesinde, 12'inci
ordunun ve Cumhuriyetin Askeri ihtilal Şurası
Üyesi olarak bulunuyordu.
Kızıl ordunun iç savaşlarda kesin zaferinden
ve Polonya'ya karşı yürütülen askeri harekatın
sona erişinden sonra, S.I. Aralov, 1920 yılı eki
minde, mütarekenin imzalanması ve Ukrayna sı
nırlarının belirtilmesi için kurulan hükümet ko
misyonunun başkanlığına seçildi. Polonya ile
barış andlaşmasının imzalanması çalışmalarına
aktif olarak katıldı.
10
Daha bu görüşmeler sırasında, S.I. Aralov'un
diplomatik kabiliyetleri ortaya çıkmış. S.I. Ara
lov, devletinin Litvanya temsilcisi olarak bulun
duğu sıralarda bu diplomatik kabiliyetlerini daha
da artmış olarak gösterdi.
Sovyetler Birliği'nin, durumun çok karışık ol
duğu kemalist Türkiye'ye yetkili bir temsilci gön- ·
11
halklarının - bu arada Ekim inkilabından sonra
emperyalist istilacılarına karşı ilk savaş bayrağı
nı açmış olan Türkiye'nin - Milli Kurtuluş Savaş
ları'nın gelişmesi üzerindeki etkilerini açık-seçik
göstermiş bulunuyor.
Türkiye'de bu savaşı, kabiliyetli bir general
olan Mustafa kemal Paşa idare etti. Mustafa Ke
mal, ilerici subay ve erleri kendi çevresinde bir
leştirmeyi başardı. Milli burjuvaziye dayanarak
emperyalist devletlere ve padişahın başında bu
lunduğu içerdeki gericilere karşı milli savaşı or
ganize etti.
Kitapta, o devir Türkiyesi'nin durumu canlı
bir biçimde tasvir edilmektedir. Sovyet misyonu
nun, milli kurtuluş ateşiyle yanan Ankara'ya geli
şini; S.I. Aralov'un, yeni Türkiye'nin idarecileriy
le, kentlilerle, köylülerle yaptığı konuşmalan an
latan sahifeler büyük bir değer taşımaktadır.
Okurların önünde, hiçbir çıkar gözetmeden bu
çetin savaş günlerinde genç Tükiye'ye etkili yar
dımlarda bulunan Sovyetler Birliği'ne karşı Türk
halkında uyanan sempatinin hızla artışını göste
ren inandıncı bir tablo canlanmaktadır.
12
Yazarın, canlı gerçeklere ve örneklere daya
narak yeni Türkiye'nin lideri ve Sovyet dostluğu
nun savunucusu Gazi Mustafa Kemal'in portre
sini çizdiği bölümler, kitabın en önemli yerlerini
teşkil etmektedir.
Yazar, Mustafa Kemal'in halk önünde yaptığı
açık konuşmalardan, Türkiye'nin sıradan insan
larıyla karşılaştığı zaman ileri sürdüğü düşünce
lerden birçoğunu kitabına almış bulunuyor. Mus...
tafa Kemal okurların önünde, büyük Sosyalist
inkilabının, doğu halklarının milli kurtuluş savaş
ları için taşıdığı tarihsel önemi bütün derinliğiyle
anlayan ve Türk-Sovyet dostluğunu yeni Türki
ye'nin dış politikasının temeli olarak kabul eden
büyük bir devlet adamı olarak canlanmaktadır.
Yazarın cepheye yaptığı ziyaretler, onun, Türk
Milli Kurtuluş Savaşı'nın idarecileri olan Gazi
Mustafa Kemal, ismet, Fevzi ve Kazım Paşalarla,
Türk ordusu subay ve generalleriyle yaptığı ko
nuşmalar çok değerli olup, tarihçiler için çok ya
rarlı birer vesika niteliğindedir.
S.I. Aralov'un, dışardan Mustafa Kemal ile
bir düşüncede imiş gibi görünmelerine rağmen
13
işte, onun amansız düşmanları olan ve gerçekte
Batılı emperyalist devletlerle içerdeki feodal ge
ricilerin yararına hizmet eden Tük devlet adam
ları ile ilgili kişisel izlenimleri çok dikkate değer
bir nitelik taşımaktadır. Özellikle, Aralov'un, o
zamanki Türk Başbakanı Rauf Bey'le ve başka
larıyla konuşmalarını anlatan satırlar Mustafa
kemal Paşa'ya karşı olan gerici muhalefetin ni
teliğini açıklamak ödevini görmektedir.
Aralov, kitabında, Tük Cumhuriyeti'nin ku
ruluşunu ve ülkedeki, kendisinin de tanık oldu
ğu, ilerici yenilikleri anlatırken iktidara gelen
Türk milli burjuvazisine has ikizli karakteri de
açığa vurmaktadır. Milli burjuvazi, ülkenin milli
bağımsızlığı, üretim güçlerinin gelişmesi ve
ekonomik özgürlüğü için Türk halkının yabancı
istilacılara ve içerdeki inkilap düşmanlarına
karşı yaptığı mücadelede başa geçti. Ama, ay
nı zamanda, Türkiye'nin iç ve dış durumunun
güçlenmesi oranında milli burjuvazi, her geçen
gün kendisi için daha büyük imtiyazlar elde
ederek, sayesinde yabancı istilacıları bozguna
uğrattığı ve derebeylik, sultanlık düzeninden
14
kurtulduğu, köylü ve işçi sınıfına tamamıyla
sırt çevirdi.
Kitabın, Boğazlar meselesi gibi en önemli
meselelerden birinin görüşüldüğü Lousanne
konferansına ayrılan bölümünde, yazar, konfe
ransa katılan Türk delegelerinin durumu üzerin
de tafsilatlı olarak durmaktadır. Bu konferansta
Türk delegeleri, Boğazlar meselesinde, konfe
rans konuşmalarına katılan Sovyetler Birliği'nin
yardımına dayanarak Türkiye için çok elverişli
sonuçlar elde etmişlerdi. Bununla birlikte, Ara
lov'un, Türk devlet adamlarıyla yaptığı konuş
malardan, bayraktarlığını Lord Curzon'un yaptığı
lngiliz emperyalizminin: 16 Mart 1921 tarihinde
imzalanan Türk-Sovyet dostluk andlaşmasını
bozmak, kendisini Batı devletlerine daha kolay
bağlamak için yeni Türkiye'yi Sovyetler Birli
ği'nden ayırmak gibi gizli emelleri meydana çık
maktadır. Lausanne konferansı tablosunu anla
tan yazar, aralarındaki çelişmenin doğurduğu ln
giliz-Fransız düellosuna rağmen, gerek bu dev
letlerin, gerek ltalya'yla, Birleşik Amerika'nın
Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dostluğu
15
bozmak gibi ortaklaşa bir isteğin çevresinde bir
leştiklerini, çünkü bu dostluğun, emperyalist
devletlerin, özellikle doğudaki istilacı amaçları
na ciddi bir engel teşkil etmekte olduğunu açık
ça belirtmektedir.
Okurlar, kitapta, Mustafa Kemal'in Türk ha
yatında yaptığı reformlarla ilgi ile tanışacaklar
dır. S.I. Aralov'un hatıralarının bu konu üzerine
yazılmış sahifeleri, akıldan çıkmayacak olaylarla
ve gözlemlerle zengindir.
D.Yuditski
16
TÜRKİYE'YE ATANMAM
17
Bir yığın şüphe kafama üşüştü. Bu şüphelerimi Çi
çerin'e açtım. Çiçerin gözlüklerinin üstünden bana baktı.
Oldukça birbirini tutmayan sözlerimi sonuna kadar dinle
di ve konuşmaya başladı.
ÇİÇERİN'LE GÖRÜŞME
Çiçerin:
- İşçi-köyiü devletini kimlerin kurduğunu, hiç dü
şündünüz mü? Diye söze başladı. İşçiler, köylüler, ilerici
aydınlar kurdu. Bizler sanki, anadan doğma diplomat mı
yız? Diplomat olmak için bir öğrenim mi gördük? Siz de
Çarlık ordusunda cephe komutanı değildiniz, ama yine
de iç savaşta ordular idare ettiniz. Uluslararası cephede
doğru iş görürsek partimiz bizi her zaman destekleyecek
tir. Bu iş için neden sizi seçtik? Bunun iki nedeni var. Bi
rincisi, siz askersiniz, Türkiye ise bir iç savaş içindedir.
İkincisi, ben sizin Litvanya'daki çalışmalarınızı izledim.
Oradaki çalışmalarınız olumludur.
Çalışmalarımın böyle övücü sözlerle değerlendiril
mesi beni sevindirdi ve heyecanlandırdı. Kendimde bir
sözcük olsun söylemek gücünü bulamıyor, susuyordum.
G.V. Çiçerin gözlüklerini çıkardı. Oturmakta olduğu
koltuğun arkalığına iyice yaslandı ve sözlerine devam etti:
- Bir diplomatın kültürlü olması gerek. Kültür, bazı
larının sandığı gibi, yemekte balığı bıçakla kesmemek
değildir. Dış alışkanlıklar çabucak benimsenebilir. Ger
çek kültür, bilginin edinilmesi ve benimsenmesi, geçmi
şin kültür mirasına sahip çıkılması, bu mirastan akıllıca
ve eleştirmeci bir gözle yararlanılması, durumun ve ko
şulların doğru olarak değerlendirilmesidir.
18
Örnek olarak cephedeki arkadaşlarınızı alınız! Ordu
ların içinde dipomatik alanda çalışmalarını serbestçe tav
siye edebileceğiniz kişiler pekala vardır. Geçenlerde tü
men komutanlarımızdan, kömür madeni işçisi Jloba -her
halde kendisini cepheden tanıyacaksınızdır- parlak bir
diplomat olarak kendisini gösterdi: Aramızdaki anlaşma
yı çiğneyerek Batum'u işgal eden, Türk generali Kazım
Karabekir Paşa'yı, bu şehri boşaltmaya ikna etti.
Georgi Vasilyeviç Çiçerin, bu konuşmamızda, bana
birçok pratik öğütler verdi ve şunları söyledi:
- XIX. yüzyıl Avrnpa politikası meselelerini öğren
meniz, emperyalist savaşın çıkış nedenlerini incelemeniz
gerek, bu konuda Lenin' in eserleri size büyük ölçüde
yardımcı olabilir. Versailles, Sevres ve öteki andlaşmala
rı, Türkiye ile imzalanan Mondros savaş bırakışmasını
(mütareke) tafsilatlı olarak inceleyiniz .. Talleyrand, Met
temich, Bismarck gibi XIX. yüzyıl diplomatlarının en
önemli yanlarını bilmek gerekmektedir. Rus diplomatla
rının çalışmalarım inceleyiniz! Türkiye ile ilgili olarak,
bu devletin tarihini, Çarlık Rusyası 'nın onunla yaptığı
andlaşmaları bilmek zorundasınız .. . Birleşik Ameri
ka'nın, Almanya'nın, Fransa'nın ve öteki kapitalist dev
letlerin Türkiye'de izledikleri politikayı öğreniniz. Türki
ye ile ilgili ekonomik meseleleri günü gününe izleyiniz.
Bu, temellerin temelidir.
Çiçerin son söz olarak:
- Sovyet diplomatı haysiyetine çok değer vermek, ar
kasında her zaman büyük işçi-köylü devletinin bulundu
ğunu hissetmek, bununla birlikte şımarmamak, dürüst ol
mak zorundadır. Sovyet diplomatı, çeşitli karışık durum-
19
larda serbest ve korkusuzca davranmalı, düşmanlarının
hile ve usullerini elden geldiğince iyi bilmelidir. Her şey
den önce gerçeği ele geçirmeye çalışınız. Şu ya da bu po,.
litik meselenin konuşuluşunda her zaman açık olunuz.
Önünüze konulan bir meseleye cevap vermekte güçlük
çekerseniz, daha sonra cevap vereceğinizi veya hüküme
tinizden soracağınızı söyleyerek onu erteleyiniz. Ya da
düpedüz, bu meseleyi bilmediğinizi söyleyiniz. Doğruluk
her zaman saygı uyandırır.
G. V. Çiçerin, konuşmamızda, büyük bir açıklıkla,
yeni Türkiye'nin bağ1msızlık için yaptığı savaşın ve bu
kurtuluş savaşında Mustafa Kemal ' in oynadığı önemli
rolün bir tablosunu çizdi.
3 8 yıl (*) sonra konuşmamızı ·kelimesi kelimesine
anlatmak, tabii mümkün değildir. Ama bu konuşmanın
anlamı ve bazı misalleri aklımdadır. Bu konuşma aslında
bir diplomasi dersi idi. George Vasilyeviç Çiçerin'e çok
minnettardım. Şu anda bütün bunlar okurlara ilkel görü
nebilir.. Ama Sovyet diplomasisinin doğuş günlerinde bu
konuşma bana birçok şeyler verdi. Lenin'in dışişleri ko
miserliği idaresini kendisine emanet ettiği Çiçerin, bu ba
kımdan kültürlü bir adam ve usta bir diplomattı.
Lenin, Çiçerin'e büyük bir değer verir, onun için:
- Çiçerin, olağanüstü, vicdanlı, akıllı, bilgili bir
adam, derdi. Böylelerine değer vermek (**) gerek.
Türkiye'ye gitmeye razı oldum. Çiçerin ayağa kalktı.
Boynundaki kalın atkısını düzeltti:
20
- İ şte bu iyi dedi. Hazırlanın. Bütün çağdaş vesikala
rı dikkatle inceleyin. . . Hazırlanmanız için size iki hafta
veriyorum.
Hala şüphelerden kurtulamamıştım, ama hükümetin
bana gösterdiği güvenden memnun bir halde dışişleri ko
miserliğinden çıktım.
Vakit gece yarısını bir hayli geçiyordu .. Zayıf ışıklan
dırılmış Moskova caddeleri tenha idi. Kar yağıyordu. Bu
hafif soğukta derin derin solumak çok iyi oluyordu. Çi
çerin 'le konuşmalarımız üzerine, Çiçerin' in kendisi üze
rine düşüncelere dalmış bir halde yürüyordum.
21
yardımda bulunacağı ümidini belirtti. O zamanlar Mos
kova le Anadolu arasında doğrudan doğruya bir bağlantı
yoktu. Bu mektup ancak 1 920 yılı 1 Haziran'ında alındı.
Çiçerin, Lenin'den aldığı direktif üzerine hemen Mustafa
Kemal Paşa'ya cevap verdi. Bu cevapta, Sovyetler Birliği
hükümetinin, Büyük Millet Meclisi'nin deklarasyonunu
büyük bir memnunlukla kabul ettiği ve iki devlet arasın
da hemen diplomatik ve konsolosluk ilişkilerinin kurul
ması teklif edildiği belirtilmekte idi.
1 920 yılının sonlarına doğru, Lenin'in genç Türki
ye 'ye yaptığı fevkalade bir yardım olayı geçmiştir. Bu
olayı Çiçerin'in sözlerinden naklediyorum. Üç Türk sa
vaş gemisi padişah hükümetine katılmak istemediklerin
den Sinop 'ta İngilizler tarafından yakalanmış ve silahtan
arındırılmışlardı. Gemilerin başta subayları olduğu halde,
yürekleri yurt sevgisiyle dolu 1 50 kişilik mürettebatı, İn
gilizlerin elinden kaçmayı başarmışlardı. Mustafa Kemal
Paşa, yardım etmesi için Sovyet hükümetine başvuruyor.
Lenin, Karadeniz'deki kızıl filo ile hemen temasa geçe
rek her ne türlü olursa olsun, gemilere bir barınak temini
ni, donatım ve yiyeceklerini sağlamasını ve onları Musta
fa Kemal Paşa'nın meşru yeni Türk hükümetine teslim
etmesini Çiçerin'e emrediyor.
Çiçerin, Karadeniz Azak kıyıları savunma amiri
A.A. Kondratyev'i direkt hat üzerinden bularak, "Hayret
tin Reis", "Preveze" savaş gemileriyle "Şahin" askeri ta
şıt gemisinin muhafaza altına alınması hakkında Lenin'in
emrini kendisine bildiriyor.
Türk gemileri, Gelincik'in güneyinde kabul edilmiş
ler ve selametle Novorosiysk'e, kıyı savunma teşkilatımı-
22
zın himayesine verilmişler ve tarafımızdan silahlandırıl
mışlardır. Gemilerin bir Sovyet limanında bulunduklarını
öğrenen Mustafa Kemal Pa şa, Sovyet hükümetine ve ma
halli deniz makamlarına bir teşekkür telgrafı göndermiş
ti. Gemiler, 1 921 yılı başlarında genç Türkiye'ye geri ve
rilmişlerdir.
Kemalist Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir
ilişki kurulmasına daha önce de girişilmişti. "Yeni Gün"
gazetesinin sahibi tanınmış Türk gazetecisi Yunus Nadi
Bey'in Türkiye'de bulunduğum sıralarda, bana S(lnradan
anlattığına göre, daha 1 9 1 9 yılı yazında, Sovyet hüküme
tiyle bir ilişki kurmak ve Türkiye'de olup bitenleri anlat
mak üzere, kendisi Moskova'ya gitmeye çalışmıştır.
23
ğini, Alman emperyalizmine sattıkları bizim için apaçık
bir şeydi. Osmanlı devletinin şimdiki idarecileri, başta
padişah olmak üzere, Türkiye"yi, İngilizlerin, Fransızla
rın, İtalyanların ve Yunanlıların egemenliğine teslim etti
ler. Çiçerin çok doğru söylüyor: Memleketin kurtuluşu
bizim elimizdedir, düpedüz bizim elimizde. O, emperya
lizmle savaşmak için Türkiye ile Rusya'nın güçlerini bir
leştirmelerini teklif etti. Sovyet hükümetinin Türk halkı
na seslenişi, bizi çok duygulandırdı ve canlandırdı. Buna
karşılık da bizim gericileri kudurttu. Biz, Türk Milli Kur
tuluş Savaşı idarecilerinin Sovyet Rusya ile Bolşeviklerle
dostluk ilişkileri kurması gerektiğini anladık.
Yunus Nadi Bey, Batılı devletlerin o yıllarda Milli
Kurtuluş Savaşı idarecilerini "Bolşevizm tehlikesi" ile
korkutmaya çalışarak, nasıl Sovyetler Birliği ' ne karşı
düşmanca bir propaganda yürüttüklerini anlattı. Yunus
Nadi Bey sözlerine devam ederek:
- Ama bu tehditler bizi korkutmadı ve korkutmuyor,
dedi. Birinci Dünya Savaşı sonunda biz Türkler, itilaf
devletlerince kelimenin tam anlamıyla dize getirilmiştik.
Rusya'daki ihtilal ve itilaf devletlerinin bize saldırışı, em
peryalizmin, Doğu halklarının yağma edilmesinde, ezil
mesinde oynadığı rol üzerine gözlerimizi açtı. Siz Deni
ken ordularını ve onların müttefiklerini bozguna uğrattı
ğınız zaman, biz ·başarınızla öğünmüş ve bu başarınıza
sevinmiştik. Beyazları Odesa'dan denize döktüğünüz za
man da size hayranlık duymuştuk. Milli Kurtuluş Savaşı
idarecileri, birçok seferler, Türk halkının emperyalistlere
karşı savaşında, sizlerden bir yardım görmenin mümkün
olup olamayacağını anlamak için Bolşevik Rusya'ya git-
24
me çarelerini aramışlardır. Mustafa Kemal, Bolşevik
Rusya ile yapılacak bir anlaşmanın, Türkiye 'nin özgürlü
ğünü sağlamaya yardımı dokunacağına kesin olarak inan
mıştı.
Yunus Nadi Bey, Türk Milli Kurtuluş Savaşı'nın,
Sovyetler Birliği'nin iç savaşında geçen olaylarla, birçok
alanlarda ortaklaşa bir karakter taşıdığını da söyledi.
Yunus Nadi Bey'in sözleri üzerinde böylesine ayrın
tılı olarak durmamın sebebi Sovyet hükümetinin Doğu
halklarına seslenişinin Türk ilerici çevrelerinde ne büyük
bir etki yaptığını göstermek içindir. Bu, Lenin' in milli
politikasının yürürlükteki durumu idi.
25
lar tarafından işgal edilmesine, padişah taraftarlarının
birçok bölgelerde körükledikleri gerici isyanlara rağmen,
dört yıllık bir savaşın bitkin bir hale getirdiği Türk halkı,
özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak için istilacılara
ve kendisini ezen yerli derebeylerine karşı baş kaldırdı.
Türk feodalleri, halkı aldatmak ve genç Türkiye'nin birli
ğini bozmak için, Mustafa Kemal Paşa'nın deyimiyle
şeytanca tertiplere başvurmuşlardır. Yine bunlar, Batılı
emperyalistlerin isteğine boyun eğerek, Türkiye ile Sov
yetler Birliği arasında dostça ilişkilerin kurulmasına da
engel olmuşlardır.
Gerçi İngiltere ile Fransa arasında çok ciddi ekono
mik ve toprak anlaşmazlıkları, daha başka anlaşmazlık
lar, Türkiye ile ilgili, çıkar çelişmeleri yok değildi. Ama
yine de Sovyetler Birliği 'ne karşı ortaklaşa, düşmanca bir
politika gütmekte idiler. İngiltere, Yakın Doğu'da ve Ona
Asya'da ( İran, Afganistan, Buhara, Türkiye) Sovyetler
Birliği 'ne karşı gerici bir cephe kurmaya çalışıyordu. İn
giltere, Türk-Sovyet yakınlaşmasını baltalamak için ajan
larıyla -Pan İ slamizm ve Pan Türkizm akımı aracılığı ile
Türkiye'de ve doğunun başka ülkelerinde az emek harca
mamıştır.
YAPILAN MÜCADELEDE
ENVER PAŞA'NIN ROLÜ
26
Asya İmparatorluğu kurmak amacını güden birtakım plan
larla dolaşıp duruyordu. Enver Paşa, bu amacına erişmek
için bir "İ slam ordusu" kurmak niyetinde idi. Bu tasarısını
maskelemek için de boşu boşuna "komünizm taraflısı"
olarak görünmeye çalışmıştı. 1 920 yılı Eylül ayının ilk
günlerinde Bakü'de toplanan doğu milletleri kongresinde,
Enver Paşa'nın isteği üzerine, kendisinin kaleme aldığı bir
"deklarasyon" okunmuştu. Enver Paşa bu deklarasyonda,
Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'na Almanya'dan yana
katılmasını haklı göstermeye çalışıyordu. Deklarasyonda
ileri sürülen iddialara göre İngiltere, Fransa ve Çarlık Rus
ya'sının Türkiye'yi tamamıyla esaret altına almak, mahvet
mek isteklerine karşı, Almanya hiç değilse Türkiye'ye ya
şama hakkı tanıyacaktı. Enver Paşa kongrede, Sovyet Rus
ya'nın dostu olduğuna yeminler etmişti.
Bu büyük maceracı, i steyerek veya i stemeyerek
"deklarasyon"unda Türkiye'nin emperyalizmle savaşmak
zorunda olduğu, Doğu milletlerinin Sovyetler Birliği'ne
büyük bir umutla baktıkları gerçeğini söylemişti. Ama
Bakü Kongresi delegelerinin anlattıklarına göre, Enver
Paşa, gerçekte Biçerahov (*) kazaklarının ve çarlık gene
rallerinin yardımıyla, Sovyet iktidarını devirme1': için Da
ğıstan'da inkılaba karşı bir ayaklanma düzenlemişti. En
ver'in arkadaşları ittihatçı İzzet (**) ve Halil Paşalar, Ta-
27
man emekçilerine karşı harekatta bulunmak için Dağıs
tan' a girmişler, Bolşevikleri tutuklayıp ağıllan ve köyleri
yakmışlardı. Ama dağlı fakir köylüler, Biçerahov birlik
leriyle Enver'in arkadaşlarını püskürtmüşler, Dağıstan
şehirlerini kurtarmışlar ve kızılordu ile birleşmişlerdi.
28
imzaladıklarını söylemişti. Bir ay sonra ise Menşevikler,
.
İngiliz emperyalistlerinden yana olmuşlardı: Bakü Şura
sının 2 5 Temmuz 1 9 1 8 tarihli toplantısında Bolşeviklerle
solcu eserlerin S. R. Sosyalist Revolüsyoner yanı ihtilalci
sosyalist 236 oyuna karşı, sağcı eserlerin, Taşnakların ve
'
Menşeviklerin 259 oyu ile İngilizlerin Bakü'ye çağnlma
ları karar altına alındı. Stepan Şaumyan, kabul edilen bu
kararın, işçi ve köylüler hesabına yüz karası ve bir ihanet
olduğunu bildirdi.
Stalin, 26 Ekim 1 920 tarihinde, Vladıkafkas'tan Le
nin' e çektiği telgrafta şöyle diyordu:. "Vandervelde ' ın
Gürcistan'a gelişi boşuna değildir. Gürcistan, Batum'u
itilaf devletlerine vermeye, belki de Vrangel'e geri çekil
me yolunu açmaya, ayrıca Bakü'ye taarruza hazırlanı
yor."
2 9 Ekim tarihinde Lenin, Stalin'e şu cevabı verdi:
"Gürcistan'ın Batum'u itilaf devletlerine, belki de gilice,
vereceğine, itilaf devletlerinin Bakü üzerine yürüyecekle
rine hiç şüphe etmiyorum. Acele savunma tedbirleri dü
şününüz ve alınız ..."
F. Maharadze, Gürcü Menşeviklerinin haince davra
nışlarının karakterini çizerken, Gürcü Menşeviklerinin
Kemalist Türkiye ile Sovyetler Birliği'nin arasını açmaya
çalıştıkların� ve Batum şehrini de içine almak üzere Ar
dahan, Artvin, Batum bölgelerini Türkiye'ye vermek için
çaba harcadıklarını hatıralarında yazmaktadır.
Gerçekte bu, Sovyetler Birliği'ne karşı kurulmuş in-
29
kılap aleyhtarı bir cephe idi. Ama bu birleşik cephede ba
zı çatlaklar vardı: Güney Kafkasya zenginliklerinin elde
edilmesi, ekonomik pozisyon politik etkiler yüzünden
kulis arası bir savaşa gidiyordu. Burjuva milliyetçilerinin
ve Menşeviklerinin yardımı ile İngiltere, Fransa, Birleşik
Amerika Bakü petrollerini ele geçirmeye, Çiatur manga
nezlerine ve Güney Kafkasya'nın öteki doğal zenginlik
lerine el atmaya çalışıyorlardı.
BATI EMPERYALİSTLERİ
GÜNEY KAFKASYA'DA
30
z ay ı fl atmaya ç a l ı şıyorlardı. İ ngiltere, Amerikan
"Standard Oil " şirketinin, petrol satın alma konusunda
Azerbaycan petrol sanayicileriyle yaptığı anlaşmayı boz
dumiayı başardı. Yine İngiltere, Fransa'nın, kendi savaş
filosu için petrol satın almasına engel oldu. Bu durumu
ele alan Fransız gazeteleri : " İngiliz dostlarımız, petrol
borularını, petrol vagonlarını, petrol sarnıçlarını kontrol
ederek, onların rızası olmadan petrol ihracına izin verme
mektedirler, rıza gösterdikleri de hiçbir zaman görülme
miştir" diye sitemli yazılar yazmışlardır. Buna karşılık
İngilizler vakitlerini hiç de boş geçirmemişlerdir. Britan
ya centilmenlerinin, yarım milyon ton petrol, bir o kadar
da manganez alıp götürdüklerini söylemek yeter.
Tütüne ve başka mallara bile el atmaktan çekinmedi
ler, bütün bunlardan başka, devlet bankasının Bakü şube
sini tamtakır bir hale getirdiler.
Emperyalist devletlerin idarecileri, Menşevik Güney
Kafkasya Cumhuriyeti'ni kendi sömürgeleri gibi kullanı
yorlardı. Onlardan düpedüz Sovyet Rusya'ya karşı sava
şan beyaz generallere yardım etmelerini istiyorlardı.
1 920 yılı 2 Ocağında Çiçerin, Sovyet hükümeti adı
na, Azerbaycan Müsavat hükümetine ve Gürcistan Men
şevik hükümetine, Deniken'e karşı, Sovyet hükümetiyle
bir askeri ittifak yapmalarını teklif etti. Böyle bir teklif
ten fena halde şaşıran Menşeviklerle Müsavatcılar, ne
yapmaları gerektiğini öğrenmek için itilaf emperyalistle
rine başvurdular. İtilaf devletlerinin yüksek konseyi Cur
zon'un teklifi üzerine, 12 Ocak 1 920 tarihinde, acele ola
rak, Gürcistan hükümetiyle Azerbaycan hükümetini fi
ilen tanıdı. Ermenistanla ilgili kararını da, Türk meselesi-
31
nin görüşülmesine kadar erteledi. Bu "tanıma" , Güney
Kafkasya Cumhuriyetleri'ni Rusya'dan koparmak ve hu
kuken bu devletlerin içişlerine açıkça karışmak hakkını
kazanmak için yapılmıştı.
1 9 Ocak 1 920 tarihinde de, Paris 'te, Churchil' in,
Wilson'un Menşeviklerden Tseretelli ile Çehidze ' nin
Azerbaycan Müsavatçılarından Topçibaşev ile Mahera
mov'un katılmasıyla yapılan bir toplantıda Güney Kaf
kasya'ya silah, cephane, asker yardımında bulunulması
na karar verildi. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan
devletlerine, Sovyetler Birliği ile Deniken arasındaki sa
vaşta resmen tarafsızlıklarını ilan etmeleri, ama el altın
dan da, Dağıstan'la Kuzey Kafkasya'yı işgal etmeleri
için Çarlık generallerine yardım etmeleri teklif edildi.
Gürcistan Menşevikleri emperyalistlerin isteklerini yeri
ne getirdiler. Deniken Kızılordu tarafından bozguna uğ
ratılınca, bozguna uğramış Deniken tümenlerinin artıkla
rını kendi topraklarında barındırdılar ve Kınm'da general
Vrangel ordusuna katılmalarına yardım ettiler.
Gürcistan'ın Menşevik liderlerinden Noy Jordaniya,
Gürcistan'ın sözüm ona "Kurucu Meclis"inde Batı em
peryalistlerini Doğulu fanatiklere tercih ettiğini söyle
mek suretiyle Menşeviklerin durumunu açıkça ve küstah
ca belirtmişti.
Azerbaycan müsavatçıları da bunlardan iyi davran
mış değillerdi. 1 920 yılı Ocak ayında, Rus Bolşevik Par
tisi Politbüro toplantısında, Çiçerin'in, Müsavat hüküme
tiyle alıp verilen notaların sonuçlarıyla ilgili raporu görü
şülürken, Lenin'in teklif ettiği aşağıdaki karar sureti ka
bul edilmiştir:
32
"Deniken'e karşı, birlikte askeri harekatta bulunmak
teklifimizi reddettiği ve Hazer Denizi'nde bize karşı ha
rekatta bulun:ın İngiliz birliklerine yardım ettiği için,
Azerbaycan hükümetine karşı güdülecek politikada bü
yük bir dikkat ve güvensizlik göstermesi konusunda dı
şişleri komiserliği görevlendirilmelidir. Dışişleri Komi-
. serliği, her milletin emekçi halklarının kendi alın yazıla
rını kendilerinin belirtmeye haklan olduğu konusundaki
değişmez görüşümüzü bütünkesinliğiyle işaret ederek,
Azerbaycan hükümetinin bu çeşit davranışını şiddetle
protesto etmelidir."
33
ler, Azerbaycan emekçileri oldu. Buisyanı teşkilatlandır
ma rolünü, Bakü işçileri oynamışlardır.
Kızıl Hazer filosu gemilerinden "Kars" ve "Arda
han" İngiliz birliklerinin elinde bulunan Enzeli (Pehlevi)
limanına karşı kahramanca bir sefer yaptılar ve İngiliz
generali Shampeyn'i, Sovyetler Birliği'ne ait olan savaş
gemilerini teslim etmek ve Enzeli'yi boşaltmak zorunda
bıraktılar.
Azerbaycan işçi ve köylüsünün bu zaferi bu sıralarda
itilaf devletlerinin birleşik güçlerine karşı erkekçe savaş
makta ol�n komşu Türk halkının, emperyalistlere karşı
mücadelesinde başarı umudunu güçlendirdi.
Ama Müsavatçılar yatışmadılar, 1 920 yılı Mayıs-Ha
ziran aylarında, xukanda sözünü ettiğimiz Nuri Para (En
ver Paşa'nın kardeşi) ile birlikte Gence'de isyan ettiler.
Şiddetli savaşlardan sonra isyan bastırıldı. Nuri Paşa ve
öteki elebaşılar, İran'a kaçtılar.
Yeni Türkiye'nin, kendilerinden ilerde söz edeceği
miz öteki düşmanları Kazım Karabekir, Refet Paşalarla
Rauf Bey ve diğerleri iki yüzlü davranmakta idiler. Bun
lar, işte, Sovyetler Birliği ile genç Türkiye arasındaki
dostluk ilişkilerini bozmaya çalışıyorlardı. Ama, bunların
gizli entrikaları haşan sağlayamıyordu.
34
Taşnaklar, yardım isteğiyle itilaf devletlerine başvurdu
lar. Birleşik Amerika, böyle bir zorunluğu üzerine alma
dığı gerekçesiyle Ermenistan'a yardım edemeyeceğini
bildirdi.
Kendileri Ermeni hükümetini Türkiye'ye saldırmaya
teşvik ettikleri halde, İngiltere ile Fransa da Ermenilere
yardım etmeyi reddettiler. Türk ordusu 7 Kasımda Alek
sandropol 'u (Gümrü) işgal etti. Taşnaklar bozguna uğra
dılar ve Türkiye' nin ültimatomunu kabul etmek zorunda
kaldılar. Türkiye hükümeti Kars bölgesini onlardan iste
di. Taşnak hükümetine, iç güvenliğini sağlamak için an
cak 1 500 kişilik bir askeri birlik, 8 top ve 24 makineli tü
fek bulundurmak izni verildi. Türkiye' ye, süresiz olarak
Ermenistan'ı kontrol etmek hakkı tanındı. Bu şartlara
uyularak ilkin bir mütareke, sonra da bir barış antlaşması
imzalandı.
Ermeni halkı isyan etti. Bunun sonucu olarak 29 Ka
sım 1 920 tarihinde Taşnak hükümeti devrildi. Ermenistan
ihtilal komitesinin isteği ve Sovyet hükümetinin izin ver
mesi üzerine 1 1 ' inci Kızılordu, isyancıların yardımına
geldi. 2 Aralık 1 920 tarihinde, Sovyet hükümeti, Erme
nistan'ı sawnacağını ve Aleksandropol Antlaşması'nı ta
nımadığını bildirdi.
Aynı gün Lenin, emperyalizm boyunduruğundan
kurtulmuş olan Ermenistan'ı tebrik etti: "Ermenistan,
Türkiye, Azerbaycan halkları arasında bir kardeş daya
nışması yaratmak için bütün gücünüzü harcayacağınıza
hiç şüphe etmiyorum" dedi.
İngilizlerin işgali altındaki Batum'da da halkın em
peryalist istilacılara karşı öfke ve hoşnutsuzluğu gittikçe
35
artmakta idi. 1 920 yılında burada çok gaddarlık gösteren
beyaz generallerden Liyahov öldürüldü. Buna bir karşılık
olmak üzere, İngilizler, Batum'daki Bolşevik teşkilatı
şeflerinden Gubeli'yi tutukladılar. 1 Mayıs'ta Batum
emekçileri büyük bir miting düzenlediler ve İngilizlerden
Gubeli'nin bırakılmasını istediler. İngilizler Gubeli'yi bı
rakmak zorunda kaldılar, haziran başlarında, Kızılor
du'nun kazandığı zaferlerin, İngiliz işçileri arasında inkı
lapçı ruh halinın ve İngiltere'nin emperyalist politikasına
karşı yöneltilen protestoların artması üzerine, İngiltere,
Batum'daki ordusunu geri çekmek zorunda kaldı.
7 Mayıs 1920'de, Sovyetler Birliği ile Menşevik
Gürcistan hükümeti arasında bir barış antlaşması imza
landı. Ama, Gürcü Menşevik hükümeti, ikili oyununa de
vam etti, böylece ikili antlaşmayı bozmuş oldu.
Noy Jordan, 1920 yılı sonlarında, Batum bölgesini,
12-15 yıl süre ile İngilizlere kiraya vermeyi teklif etti.
Bununla bağlı olarak da, Menşevik Gegeçkori'yi, bu me
seleyi görüşmek üzere Londra'ya gönderdi. Yukarıda söz
konusu edildiği üzere, Gürcistan Menşevikleri, Batum'la
bitişik bölgelerin Türkiye'ye verilmesi için bir antlaşma
imzalamışlardı. Bunu yapmaktan maksat, Kızılordu'nun
Kemalist Türkiye ile çatışmasını sağlamaktı. Bu işte, Ke
malist Türkiye ile Gürcü Menşevikler arasında bir blok
meydana getirmeye çalışan Fransa, kışkırtıcı bir rol oy
namakta idi. Mustafa Kemal, Fransa'nın bu teklifini red
detti. Türkiye'nin milli çıkarlarını çok iyi anlayan Musta
fa Kemal, başlıca amacının Sovyetler Birliği ile dostluk
ilişkilerini güçlendirmek olduğu kanısında idi.
25 Şubat 1921 tarihinde ayaklanan Gürcistan işçi ve
36
köylüleri Menşevikleri devirdiler. Böylece Gürcistan bir
Sovyet Cumhuriyeti oldu.
37
lordu komutanı Hekker'den yeni direktif aldı. Hekker bu
direktifinde, Türklerle en iyi ilişkiler kurması ve hiçbir
çatışmaya yer vermemesi gerektiğini bildiriyordu.
Ama, Türk ordusu komutanlığı hiç de böyle davran
madı. Kolordunun başında, Kemalistlere karşı gizlici mü
cadele eden Sovyet Rusya 'ya karşı büyük bir düşmanlık
besleyen, Türkiye'nin doğu illerinde gericilere yardım
eden Kazım Karabekir Paşa bulunuyordu.
Jloba'nın tümenine bağlı öncü birlikler geçitten aşa
ğı inerken, bir Türk süvari keşif kolu ile karşılaştılar.
Türk subayı, tümenin hemen hareketini durdurmasını is
tedi. Jloba, nezaketle:
- Ben asker bir adamım, dedi. Komutanlığımın emri
ni yerine getiriyorum. Bunun için yoluma devam etmek
zorundayım. Komutanlığınıza kişisel saygılarımı iletme
nizi rica ederim.
Birkaç kilometre sonra, tümeni bir albay karşıladı.
Tehdit edici bir tavırla elini kaldırarak:
- Birliklerinizin Batum üzerine yürüyüşünü protesto
ederim, dedi. Gürcü hükümetiyle bizim bir anlaşmamız
vardır. Bir adım daha atarsanız, silah gücüyle birliğinizi
durdururum.
Jloba sükı1netle cevap verdi:
- Kızılordu'nun bir komutanı olarak Türk hükümeti
ne ve Türk ordusuna karşı düşmanca hiçbir duygu besle
miyorum, dedi. Ama, Batum'da Gürcü inkılap aleyhtarla
rı var. Onun için, ordumun emrini yerine getirerek şehre
girmekte acele ediyorum.
38
Türklerle Kızılordu arasında silahlı bir çatışmaya yol
açmak için Gürcü Menşevikleri Türklere ateş açtılar.
Türkler Batum çevresinden taze kuvvetler getirdiler ve
Menşevikleri sıkıştırmaya başladılar. Jloba birlikleri bu
sırada şehre girdiler. Jloba'nın birlikleri Türk köylerinin
bulunduğu güneydoğu kesiminden şehre girmişlerdi. sü=
variler Batum limanını işgal ettiler. Kazım Karabekir Pa
şa, Türklerin şehri daha önce işgal etmiş oldukları iddi
asıyla Jloba'ya bir ultimatom gönderdi. Karabekir Paşa,
ultimatomda: "Batum'un bir zamanlar Türklere ait oldu
ğunu bilmeniz gerek, diye yazıyordu. Menşevik Gürcü
hükümeti bütün bu topraklan bize bıraktı." ·
39
yer göründü ve birliklerimize ateş açtı. Kazım Karabekir
birlikleri de bizimle savaşmakta idiler. Birinci ve ikinci
taburların ortaklaşa baskısı işi çabucak çözümledi: Barts
hana ve Küçük Samei istihkamları bölgesindeki Türk
kuvvetleri karargahlarıyla birlikte esir edildiler. Bartsha
na istihkamlarındaki kışlaları ele geçirince, Batum yö
nünden ateş kesildi. Ama Menşevikler (General Mazni
yev) Ankara hükümetine karşı savaşacaklarını bildirdiler.
Kazım Karabekir Paşa, şehrin teslimini elden geldiğince
geciktirmeye çalışıyordu. Batum'un askeri ihtilal şurası,
yeni bir ültimatom verdi, Kazım Karabekir de karakolla
rını çekmeye razı oldu. (*)
Bütün bu tarihi olaylar, Kemalist Türkiye'deki gerici
güçlerin Gürcü Menşeviklerle işbirliği ederek, her ne ba
hasına olursa olsun, Sovyet Rusya ile Türkiye'nin arasını
açmaya çalıştıklarını göstermektedir. Pek tabiidir ki bu
davranışlara, Batılı emperyalistlerin katıldığını söylemek
doğru olur.
40
Büyük Millet Meclisi hükümetinin durumunu kuvvetlen
diren bu çok önemli vesikadan sonra Mustafa Kemal Pa
şa gerici iç ve dış güçlerin engellemesine rağmen, Sov
yetler Birliği ile görüşmelerin yapılmasında direndi. Bu
görüşmeler, 16 Mant 1921 tarihinde Rus-Türk antlaşma
sının imzasıyla sonuçlandı. Bu antlaşma doğu halklarına,
bağımsızlık ve özgürlük, isteklerine göre bir idare biçimi
seçme hakkını kabul etti. Sovyetler Birliği, Türkiye'de
kapitülasyon düzenini tanımamayı kabul etti. Çarlık Rus
ya'sına verilmiş olan bütün özel imtiyazlardan, Çarlık hü
kümetinin bütün alacaklarından vazgeçti. Boğaalar mese
lesi, Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin incelemesine
getirilmeli idi. Antlaşmada, aynca milli misakın gücü de
kabul edilmekte idi.
Antlaşma gereğince, Kars, Ardahan, Artvin Türki
ye'de kalmakta idi. Batum'da muhtar bir idare kurulacak,
Türk malları, gümrük ödenmeden transit olarak oradan
geçebilecekti. Y ine bu antlaşma gereğince, Nahcevan
Azerbaycan' ın himayesine verilmekte idi.
Antlaşmayı Sovyetler Birliği adına Çiçerin, Türkiye
adına da Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey imzalamış
lardı.
Şunu da kaydetmeliyiz ki, Londra'da İtilaf Devletleri
ile Türkiye arasında yapılmakta olan görüşmeler başarı
sızlıkla sonuçlanmıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hü
kümeti, yeni Türkiye'nin kabul edemeyeceği gerici padi..,
şah hükümetinin imzaladığı Sevre antlaşmasından vaz
geçilmesini istiyordu. Ama, o sıralarda, İtilaf Devletleri,
pek tabii olarak, bu isteği kabule yatkın değillerdi.
41
TÜRKİYE İLE SOVYETLER BİRLİGİ
ARASINDA KARŞILIKLI İLİŞKİLERİN
GELİŞMESİ
(*) Gümrü.
42
General Frunze'yi göndermeyi teklif ettiği zaman Türki
ye hükümeti bu teklifi memnunlukla karşıladı. Frun
ze' nin, 1 921 yılı sonlarında Ankara'da bulunuşu, Türkiye
ile Sovyet U krayna arasında bir dostluk antlaşmasının
imzalanması, Türkiye ile Sovyetler Birliği 'nin bundan
sonraki yakınlaşması, bu iki devlet arasındaki dostluk
ilişkilerinin gelişmesi bakımından büyük bir önem taşı
makta idi.
Büyük Ekim sosyalist ihtilalinin güçlü y ankıları
Türk halkını uyandırmış , onu coşturmuştu. Türk halkı
bağımsızlık için mücadeleye atılmıştı.
Milli Kurtuluş Savaşı'nın başına, İç Anadolu burju
vazisi ile, özellikle askerler arasında olmak üzere, ilerici
aydınlar geçmişti. Mustafa Kemal Paşa, bu ilerici aydın
askerler içinden çıkmıştı.
İtilaf Devletleri kapitalistleri Türkiye'de, İstanbul'da
ki padişah hük:ümetinden yana olan, gerici, İstanbul ve
İzmir Büyük Komprador( * ) burj uvazisine dayanmakta
idi. Türk burj uvazisinin bu bölümü, y abancı sermaye ile,
özellikle İngiliz ve Fransız sermayesiyle sıkı sıkıya bağlı
olduğu için, yabancı kapitalistlerin ve tacirlerin Türk pa
�
zarlarına sızmasına ve Anadolu' aki küçük ve orta tacir
lerin silinip süpürülmesine yardım etmiş oluyordu.
43
İTİLAF DEVLETLERİNİN TÜRKİYE İLE
İLGİLİ TASARILARI
44
.
indiriyorlardı. Padişah aj anları, dinin ve halifenin korun
ması dövizleriyle Anado lu' nun çeşitli bölgelerinde
ayaklanmalar düzenlediler. Bunlar, eski ordunun artıkla
rından bir ordu kurmuşlardı. (*) Ama, köylülerin kurduk
ları çeteler, bu padişah ordusunu bozguna uğrattılar ve
gerici ayaklanmaları bastırdılar. Mustafa Kemal Paşa ile
ona bağlı dostları İsmet ve Fevzi Paşalar bu çeteleri bir
leştirip düzenli bir ordu kurdular.
45
tam bir düzen içinde idi. Kitaplar, gerektiği an alınabile
cek bir yerde ve durumda idi. Büyük çiçek buketi yine
aynı yerde idi.
Vladimir İlyiç yerinden kalktı, masasının arkasından
çıktı , Ç içerin'le dostça selamlaştı, hal, hatır sordu. Sorgu
dolu gözlerle bana baktı, elimi sıktı, cesaretlendirici sı
cak bir bakışla ve sempati okunan bir gülümseyişle:
- Demek böyle, azizim, dedi, savaşı bitirdiniz. Dip
lomat oldunuz, ala! Kılıcı sapan haline getirdiniz! İyi ve
gerekli bir iş. Lütfen oturunuz. l 7'nci orduyu hatırlıyo
rum, hatırlıyorum. Ordunuz fena dövüşmedi. Şimdi size
büyük bir iş veriliyor. Türkiye'de yararlı çalışacağı nızı
umuyorum. Türkler, milli kurtuluşları için savaşıyor
lar.Bunun için merkez komitesi, askerlik işlerini bilen bi
risi olarak, sizi oraya gönderiyor. Emperyalistler Türki
ye'yi soyup soğana çevirdiler, hala da soyuyorlar. Köylü
ler ve işçiler buna katlanamadı lar ve baş kaldırdılar. Sa
bır bardağı taştı, gerek Doğu halkları gerek biz emperya
list kuvvetlere karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği emper
yalistlerle olan işini bitirdi. Onları bozguna uğrattı ve
memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük, keskin tır
naklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik.
Lenin Türkiye'de olup bitenleri çok iyi biliyordu:
- Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir, di
yordu Lenin. ama, görülüyor ki, iyi bir teşkilatçı. . . Kabi
liyetli bir lider, milli burj uva ihtilalini idare ediyor. İleri
ci, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkı labımızın
önemini anlamış olup, Sovyet Rusya'ya karşı olumlu
davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapı
yor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da
46
yardakçılarıyla birlikte silip süp üreceğine inanıyorum.
Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkı
na yardım etmemiz gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur.
Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyük
lük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız. . İngiltere
onların üzerine Yunanistan' ı saldırttı. İngiltere ile Ameri
ka bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı. . Sizi
ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bugünlerde Ukrayna
Cumhuriyeti adına Ankara'ya gidecektir. Herhalde onun
la Türkiye'de karşılaşacaksınızdır.
- Kendimiz fakir olduğumuz halde Türkiye' ye mad
di yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir.
Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir
yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız olmadığını hisset
miş olacaktır. İngiliz işçileri ve öteki ülkelerin işçileri bi
ze yakınlık gösterdikleri, grev yaptıkları, bizimle savaşan
Polonya' ya gönderilmekte olan silahları gemilere yükle
medikleri zaman, bu bizim için büyük bir yardımdı. Bu
bize mücadelemizde büyük bir güç katmıştır. Bundan iş
çilerimiz moralce büyük bir güç kazanmışlardır.
Lenin, sözlerine devam ederek:
- Çarlık Rusyası, yüz yıl boyunca Türkiye ile savaş
mıştır. Bu tabii, Rusya'nın, Türkiye' nin amansız düşma
nı olduğuna dair yapılan propagandalarla, halkın hafıza
sında derin izler bırakmıştır. Bütün bunlar, Türk köylüsü
nde, küçük ve orta mal sahiplerinde, tüccarlarda, aydın
larda ve idareci çevrelerde Ruslara karşı dostça olmayan
duygular ve güvensizlik uyandırmıştır. Bilirsiniz ki, gü
vensizlik ağır geçer. Bunun için de sabırlı, dikkatli, sa
kıncalı bir çalışma gerekmektedir. Eski Çarlık Rusyası
47
ile Sovyet Rusya arasındaki ayırımı, sözle değil işle gös
termek ve anlatmak gerekmektedir. Bu bizim ödevimiz
dir. Siz de bir elçi olarak, Sovyetler Birliği' nin, Türki
ye'nin işlerine karışmamak politikasının, halklarımız ara
sında samimi bir dostluğun savunucusu olmak zorundası
nız. Türkiye, bir köylü, bir küçük burj uva ülkesidir. Sa
nayii çok azdır. Olanı da Avrupa kapitalistlerinin elinde
dir. İşçisi çok azdır. Bunu dikkate almak gerekmektedir.
Bir kez daha tekrar ediyorum, dikkatli ve sabırlı olunuz ! .
Hükümet temsilcileriyle, halkla konuşmalarınızda her za
man nazik ve güleryü zlü olunuz! . Allah sizi büyüklük
taslamaktan, kendini beğenmişlikten korusun! . .
Lenin, b u sözleri söyleyince gülümsedi v e Allah'ın
bu işle hiçbir ilgisi olmadığını ekledi ve sözlerine şöyle
devam etti:
- En önemlisi halka saygı göstermektir. Emperyalist
lerin yağmacı, istilacı politikalarına karşılık bizim, hiçbir
çıkara dayanmayan dostluk ve memleketin iç yaşamına
karışmama durumumuzu açıklayınız! İşte sizin ödevi
niz! . . Ne gibi yardımlarda bulunacağımızı da bildirelim;
en kuvvetli bir ihtimalle silah yardımında bulunacağız.
Gerekirse başka şeyler de veririz.
- Dil öğreniniz. Basit insanlarla, toplum adamlarıyla
sık sık görüşünüz! Çarlık rejiminin elçileri gibi kendini
zi, tahta perdelerle, kale duvarlarıyla emekçi halktan
ayırmayınız! Çarlık elçileri, büyük vezirleri, memurları
satın alıyorlardı. Bu, bizim işimiz değildir. Biz halkla
dostluk kurmalıyız.
Lenin bir aralık:
- Ailenizle mi gidiyorsunuz? diye sordu. Bu çok iyi.
48
Çocuklarınıza Türkçe öğretiniz, sizin de öğrenmeniz ge
rek .. Bu çok önemlidir.
Lenin veda sırasında elimi sıktı, bana iyi yolculuklar
diledi.
Bu, Lenin'le son karşılaşmamdı. Bir daha onu gör
mek kısmet olmadı.
49
biçimde, kah yavaş, tatlı, hazin, kah insanı mücadeleye,
fedal\arlıklarda bulunmaya çağırarak, uzun ince parmak
larından dökülüyordu.
50
dumuzu mahvettiler. Ordu boyuna kaçıyordu, görmek in
sanın ağrına gidiyordu. Gerçi ben de İttihat ve Terakki
partisinden idim ama, onların politikasını yeriyorum. On
lar Türkiye'yi mahvettiler. Artık hep sini anladım ve 1919
yılından beri Mustafa Kemal ile birlikte milletin kurtulu
şu için savaşıyorum.
Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal'i övüyordu. özellikle
ona olan derin bağlılığı üzerine parmak basıyordu, ama,
heyecan dolu bu sözlerine rağmen, içimde öyle bir izle
nim vardı ki, Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa'ya karşı
değildi ama, farkına varmadan, dostları olan Refet ile
Kazım Karabekir Paşa'dan, daha candan daha gönülden
söz ediyordu.
- Refet Paşa ile tanışacaksınız, diyordu, ne sevimli,
ne akıllı, ne kültürlü bir adam olduğunu göreceksini z. .
Sonralan Ankara'ya gidince, Refet Paşa'nın bir ko
lorduya başarısızca komuta ettiğini, kendisini övmesini
seven, beceriksiz bir kişi olduğunu öğrendim.
Ali Fuat Paşa, Enver Paşa'nın büyük politik hatalar
işlediğini söylemekle beraber, ondan olumlu olarak söz
etti.
Konuşmamız bir saatten fazla sürdü. Vedalaşırken,
Ali Fuat Paşa bana, iyi yolculuklar diledi, Türkiye'de
dostluk ve ilgi göreceğimi temin etti.
51
ANKARA'YA YOLCULUK
YOLUN BAŞLANGICI
53
Elçiliğine tayin edilmişti. Tiflis'te bana Mustafa Kemal
Paşa'yı, Ali Fuat Paşa'nın anlattığından çok daha candan
ve yürekten anlattı.
İnsanı okşayan harikulade bir rüzgar, yumuşak, ılık
bir güneş . . Mavi denizin birbirini kovalayan çırpıntılı
dalgaları .. Batum bizi böyle karşıladı. . . Aralık ayının ola
ğanüstü Rus soğuklarıyla, Moskova karıyla göze çarpan
bir çelişme idi bu.
Elçiliğimizin bütün kadrosuyla Yeşilburnu ziyaret
ettik. Nebatat bahçesinde muhteşem tropikal bitkileri ve
çiçekleri hayran hayran seyrettik. . . Çakva plantasyonla
rındaki genç çay fidelerini gördük. Uzun yıllar süren ezi
yetli askerlik hayatından sonra, Güney çiçeklerinin hafif
kokularıyla dolu ılık deniz havasını solumak ne kadar gü
zeldi!
Yola çıkan elçilik kadrosu kalabalıktı. Hepsinden söz
etmek elde olmasa bile, olağanüstü insanlar ve memurlar
olarak onları anmak isterim. Bunların birkaçından, bir
den değil de, hatıralarımı anlattıkça söz edeceğim.
A.N. Golub, eski bir Bolşevikti. Bu yerlere daha ön
ce gelmiş ve Trabzon konsolosluğu etmişti. Sonralan el
çilikte konsolosluk işlerini idare etti. Bir süre birinci sek
reterlik etti. Yaradılıştan yumuşak, ama prensip sahibi bir
adam olan Golub, bu prensipliliğini, Türk idarecilerine
karşı takındığı kıvrak davranışıyla çok iyi bağdaştırması
nı biliyordu. Türklerle hiçbir zaman bir anlaşmazlığa
düşmemiş, ciddiyi, önemliyi, değersiz şeylerden ayırt et
mesini bilmiştir. Türkler ondan, Türk halkının milli men
faatlerini çok iyi bilen bir insan olarak söz etmişlerdir.
Elçilik kadrosunda, K.İ. Pırjebelski, Y.D. Kapşukova
54
(Elçiliğin ekonomik işlerine bakıyordu), kendi iş arka
daşl arıyla birlikte, K.K. Zvonaryev (askeri ateşe), A.N.
Liyakov (Ekonomist) , A.G. Katelnikov ( sekreter), F.İ.
Valiyev, N.1. U spenskaya, R.D. Gunzburg, Y ü.V. Val tsev,
Y.K. Dimitriyevskaya ve daha başkaları. Bizi val i ile bir
likte Trabzon'da karşılayan Golub bir yana, bütün bu ar
kadaşlar, Batum'da yandan çarklı, eski "Feliks Cercins
ki" gemisine bindiler.
Aynı gemide, bizimle birlikte, Türkiye Basın Bürosu
Müdürü (*) Ağaoğlu Ahmet Bey (Ageyev) de Türkiye'ye
gitmekte idi. Ağaoğlu çok güzel Rusça konuşuyordu. Ken
disi Azeri asıllı idi. 1 908 yılında meşrutiyet inkılabı sırala
rında, inkılabın cazibesine kapılarak, Çarlık Rusyası' ndan
Türkiye' ye gelmiş, Türk tabiyetine geçerek Türkiye'de
kalmıştı. Sonralan İttihatçıların, halk yığınlarını, köylüleri
aldattıklarına, işçi hareketlerini ezdiklerine inanç getirerek
hayal kırıklığına uğramıştı. Ağaoğlu Ahmet Bey Anado
lu'daki Milli Kurtuluş hareketine katılmıştı. Rusya'yı iyi
tanıyan biri ve tecrübeli bir gazeteci olarak, Mustafa Ke
mal Paşa onu Türk basınını idare etmeye memur etmişti.
Rize'den geçerken, kayıklarla bizi karşılamaya çıkan
Türklerin dostça saldırısına uğradık. Vapurumuz, kayık
lardan kurulu bir fil o tarafından çevrildi ve durdu. Bizi
adeta çiçek yağmuruna tuttular. Her yandan dostça hay
kın'şlar yükseliyordu. Birkaç sepet portakal hediye edil di . .
Buna karşılık vermek istediğimiz parayı kesin ol arak red
dettiler. Her yandan "dostluk, Rusya ile dostluk! " sesleri
yükseliyordu. Halk ellerini ve feslerini sallıyordu.
55
Trabzon'da, vali tarafından törenle kabul edildik.
Devlet ve şehir temsilcilerinin hazır bulunduğu öğle ye
meğinde nutuklar söylendi ve karşılıklı olarak halkları
mızın şerefine kadehler kaldırıldı.
Dış görünüşünü çok iyi hatırladığım valinin adını
unutmuş bulunuyorum. Pek de genç olmayan, davranışla
rında çok nazik vali, Sovyetler Birliği 'nden candan ve
minnet dolu duygularla söz etti.
Deniz uzun bir süre dalgalandı. Ama bizim "Feliks
Cercinski " , fırtınanın saldırılarına namuslu namuslu da
yandı ve hepimizi, sağlıkla Samsun Limanı'na getirdi.
56 ·
rülmüş Rumların yollarda yatan cesetleriyle karşılaştığını
söyledi.
Benim büyük üzüntümü Mustafa Kemal Paşadan
saklamayınız . . . Mustafa Kemal Paşa'nın bu işle bir ilgisi
yok. Tam tersine onun, insanca davranılması için kesin
emirler verdiğini biliyorum. Bu cinayetler, bu zorbalıklar,
suçsuz insanlara karşı yapılan işkencelere karşı gösteri
len bu ilgisizlik, emperyalist zulmünden kurtulmakta
olan bir ülke için hoş görülemez. Kamuoyu bunu mah
kum edecektir. Hiç şüphe yok ki bunun başlıca sorumlu
ları, İngiltere, Fransa emperyalistleriyle padişah hüküme
tidir. Bu karışıklığı burada onlar yarattı. "Pontus devleti"
kurmak gibi budalaca bir düşünceyi onlar ileri sürdüler
ve Rum halkını bu isyana kışkırttılar. Yalnız, milli duy
gulan incitmekten korkarak bu konular üzerine çok ihti
yatlı konuşmak gerekiyor. Lenin' in, hakarete uğramış
milli duyguların korkunç hastalığı üzerine olan uyarma
sını hatırlayınız.
Frunze, konuşmasını keserek:
- Serbest, kalınca başlıca meseleler ü�erinde uzun
uzun konuşuruz, dedi. Ustaca ata atladı. Birkaç dakika
sonra Samsun'a döndük. Vali, Frunze'ye büyük bir karşı
lama töreni düzenlemişti.
Samsun'da bulunduğumuz sürece, Anadolu'daki si
yasi durum üzerine tafsilatlı olarak düşüncelerimizi bir
birimize söyledik, Frunze, Mustafa Kemal Paşa ile olan
görüşme ve konuşmalarını anlattı.
Frunze:
- Türkiye, ilerici bir demokratik gelişme yolundadır,
dedi. Ağır bir kurtuluş savaşı sürüp gidiyor, feodalizm,
57
özellikle dinsel gelenekler henüz çok güçlüdür. Emper
yalist devletlerin ajanları, padişahın yardakçıları dinsel
bii fanatizmi körükleyip duruyorlar. Düzenli bir ordu he
nüz tamamiyle kurulmamış, ilk zamanlar bizde olduğu
gibi, birbirinden ayrı birtakım çeteler faaliyet göstermek
tedirler. Yer yer başkaldırmalar, ayaklanmalar oluyor.
Mustafa Kemal güç bir durumda . . . Çevresinde henüz pek
çok, hoşnut olmayan düşmanlar var. Kaynaşmış bir parti
yok. Baş olmak isteyen birçok paşalar var. Mustafa Ke
mal, millete dayandığını söylüyor, ama bu millet bir bü
tün değil ki. . . İ çinde köylüsü, işçisi, burjuvası var. Üste
lik burjuvazinin çıkarları da başka başkadır. Bir kompra
dor burjuvazi var ki, tümüyle emperyalistlerden yanadır.
Aydınların çoğu da Mustafa Kemal 'den yanadır. Ama
işin başlıcası apaçıktır; halk, emperyalist boyunduruğun
dan ve soygunundan kurtulmak, başındaki padişahı, hali
feyi ve iliklerine kadar çürümüş olan feodal beyleri at
mak için savaşıyor. Hatk başarıya ulaşacaktır. Bu şimdi
apaçık görülüyor. Mustafa Kemal Paşa güçlü, iradeli bir
teşkilatçı, harikulade bir lider. İ nönü ve Sakarya savaşla
rında kendini gösterdi. Akıllı bir devlet adamı. Değil yal
nız yabancılara karşı, ama kendi çevresine karşı da bü
yük bir diplomat. Herkese inanmaz, sık sık onun yüzüne
karşı yalan söylüyorlar, Mustafa Kemal de bunu anlıyor.
Okumuş, kültürlü insanlar az, bunları hesaplı kullanmak
zorunda. Mustafa Kemal, bir gün çok akıllıca şöyle bir
laf etti: Halkın sivrilttiği ve güvenine layık gördüğü kişi
lerin sık sık, dikkatle, moral dayanıklılığını sınamak ge
rek, hatta cephede bile karaktersiz komutanlara rastlan
maktadır.
58
Zaman zaman bunların ihaneti görüldüğü halde
Mustafa Kemal bir dereceye kadar bunlara katlanmakta
dır. Bunları inandırmaya ve idare etmeye çalışmaktadır.
Millete karşı olanlara ise, çok merhametsizce davran
maktadır.
Mıhayil Vasilyeviç Frunze, sözlerine devam ederek:
- Onun iyi yardımcıları var, dedi. Fevzi Paşa ile Ka
zım Paşa'ya(*) dikkatinizi çekerim. Bence bunlar, sadık,
fedakar yardımcılardır. Özellikle İ smet Paşa dikkatimi
çekti. Askerlik işinde çok usta bir adam, iyi bir kurmay.
Türklerin bu mücadelesinde birçok şeyler bana Kızılordu
birliklerini düzenli ordu haline getirdiğimiz, iç savaşın
ilk yıllarını hatırlattı. Bizim tecrübelerimizden yararlan
ması için yeni, genç Türkiye'ye yardım etmemiz gerek.
Öyle sanıyorum ki bu konuda işleriniz iyi gidecektir.
M .V. Frunze tatlı tatlı gülümseyerek:
- Sizin buraya atanmanızda benim de biraz suçum
var, dedi. Neyse, öyle sanıyorum ki, herhalde benden şi
kayetçi değilsiniz.
59
Mihayil Vasilyeviç Frunze, kendi notları bulunan
antlaşmanın bir kopyasını bana gösterdi ve yüksek sesle
okudu: "Emperyalizme karşı yaptığımız mücadelede ara
mızda bulunan dayanışmaya işaret ederek. .." nasıl? - Mi
hayil Vasilyeviç Frunze neşeli neşeli antlaşmayı salladı -
birlikte emperyalizme karşı savaşıyoruz. Bu çok önemli
bir şey. . Demek ki biz yalnız değiliz .. Demek ki çoğaldık.
Bizim gibi insanlar arttı, dahası var: "Ayrıca, Karade
niz'deki yakın komşuluklarını dikkate alıp, aralarında en
iyi ve yürekten gelen ilişkileri ve gerçek dostluğu, bütün
samimiyet ve açıklığıyla ebedi olarak güçlendirmeye ka
rar verdiler. . ." Nasıl hoşunuza gitti mi. Ebedi olarak!
Frunze, bir süre sustuktan sonra:
- Biliyor musunuz, dedi, bizim kuşaklar büyük işler
yaratıyor. Bizim çocuklarımıza ve torunlarımıza öyle bir
miras bırakmalıyız ki, güç ve bilgi edinmiş olan onlar,
kolayca bunu ileri götürebilsinler ve sosyalist bir toplum
kurabilsinler, yeryüzünde ebedi bir barış doğabilsin . .
Doğru değil mi? Mustafa Kemal bizim yardımımıza çok
güveniyor. Biz ona bazı şeyler gönderdik ve gönderiyo
ruz. Siz bu işi devam ettiriniz . .
Mihayil Vasilyeviç Frunze, hareketinden önce vapur
da, mahalli hükümet .adamlarına bir veda ziyafeti verdi.
Ziyafet ve geçirme çok dostça oldu.
M.V. Frunze, neşeli neşeli kasketini salladı. Onun
güzel gülümsemesini hiç unutmam.
1 925 yılında artık onu tabutunda gördüm. Derin bir
acı benliğimi sardı. Samsun'da bize nasıl neşeli neşeli
gülümsediğini hatırladım. Harikulade bir insan. . Eziyetli,
ağır bir yaşayış sürmüştü. Emekçi halkın mutluluğu için
60
mücadele dolu bir yaşayış . . . O yaşamamış, bütün halkla
birlikte acı çekmiş, kendi kişiliğinde, sosyalizm için yiğit
bir savaşçı, büyük bir lider yaratmıştı. Şimdi hala içimde
o zamanki bu onarılmaz kayıbın duygulan yaşamaktadır.
61
Mustafa Kemal'in gelişi sıralarında Türk halkı istilacıla
ra karşı ayaklanmaya ve çeteler kurmaya başlamış bulu
nuyordu.
Vali anlatmalarına devam ederek:
- Buralarda da huzursuzluk vardı, dedi. Mustafa Ke
mal, burada güvenilir bir durum sağlamadıkça Sam
sun'dan ayrılmadı. 1 9 1 9 yılında İngilizler Samsun'a as
ker çıkardılar. Emperyalistler Samsun'u ele geçirmekle,
Sovyetler Birliği'ne karşı bir savaş alanı hazırlıklarına gi
rişmiş oluyorlardı. Burada Rumlar Müslüman halka sal
dırıyorlardı. İdare makamları şaşkın bir halde idiler. Elle
rinde insan gücü yoktu. Vasıtaları istilacılar tarafından el
lerinden alınmıştı. Mustafa Kemal, birkaç gün içinde
Samsun işini yoluna koydu. Hükümet idaresini kurdu. En
iyi milli güçler onun çevresinde toplandı. Mustafa Kemal
Paşa, buradan Kolordu komutanlarına telgraflar çekiyor,
askeri birliklerin ve vilayetlerin durumu üzerine onlardan
tafsilatlı bilgiler istiyordu. En çok yazıştığı yerler Anka
ra, Erzurum, Sıvas'tı. İzmir'in durumunu buradan öğre
niyordu. o zamanlar ülke ile bağlantı çok kötü idi. Alınan
haberlerin çoğu rastlantı eseri idi. Mesela telgraf memur
larından biri şöyle bir haber veriyordu: İşgal orduları Ma
nisa'yı aldılar, 20'inci kolordu birlikleri trenle sevk edi
lemedi, yaya olarak gidiyorlar, nerede bulundukları da
belli değil. Ya da, gericilerin Kastamonu'da ve Kayseri'de
başkaldırdıklarına dair bir haber alınıyordu. Mustafa Ke
mal Paşa, burada, Samsun'da bu ayaklanmaların bastırıl
maları için tedbirler alıyordu.
Şimdi, Mustafa Kemal'in hatıralarını okurken, An
kara yolunda bölge idarecilerinin bana anlattıkları şeyle-
62
rin vesikalara dayanan tanıklarını bulmuş oluyordum.
Mesela, Mustafa Kemal, Samsun'dan, Erzurum'daki 1 5 .
kolordu komutanına şöyle bir telgraf çekiyor: " Sam
sun'da ve Samsun bölgesinde durum öylesine karışık ki,
kötü birtakım sonuçlar doğmasından korkulabilir, onun
için burada kalmak zorundayım?"
Mutasamf benimle vedalaşırken şunları söyledi:
- Havza'dan geçeceksiniz . . . Orada da size Mustafa
Kemal'in işlerinden söz edeceklerdir. O, Havza'da burada
kaldığından daha çok kaldı. Bu sıralarda, padişaha bağlı
bir takım subayların Samsun'a çıkarılması söz konusu idi.
Mustafa Kemal bunu haber aldı ve subayları yakaladı.
Mutasamf bize, izleyeceğimiz yolu tafsilatlı olarak
çizdi. Geceliyeceğimiz ve gündüzleri mola vereceğimiz
yerler tavsiye etti. (Ne yazık ki, gerek mutasamfın gidiş
yolumuzu gösteren bu çizelgesi, gerek yolda karşılaştığı
mız kişilerin adlarını yazdığım listeler kaybolmuş bulu
nuyor) Mutasamf bizimle candan vedalaştı.
ANADOLU YOLLARINDA
63
Türk süvari birliği bize eşlik etmekte idi. Dağlarda çar
pışmalar henüz tamamıyla sona ermemişti. Yolculara sal
dırılar da eksik olmuyordu. "Pontus Devleti"nin destanı
sürüp gidiyordu. Uzaklardan tüfek sesleri geldiği zaman,
yanımızdaki erlerden bir veya ikisi, bu seslerin nedenini
anlamak için hemen dağlara koşup gidiyorlardı.
64
Köylülerin bir çoğu, padişah yardakçılarının çevirdi
ği dolaplardan söz ediyordu: "Buralarda çeşitli insanlar
dolaşıyor. Bizi Mustafa Kemal Paşa'ya karşı ayaklandır
mak istiyorlar. . . Diyorlar ki, halifeyi, müslümanları sa
vunmak gerekiyormuş. Millet Meclisi'ne daha çok zen
ginleri seçiyorlar. Bizim köylülerden kimsecikler orada
görülmüyor."
Konuştuklarımızın hemen hepsi büyük bir merakla
Sovyet Rusya'yı soruyorlardı. Rusya'da çarın devrildiği
ne, Derebeylerinin kovulduğuna, toprakların paylaşıldığı
na, şimdi memleketi halkın idare ettiğine dair söylentiler
buraya kadar gelmiş. Lenin'i anlatmamızı rica ediyorlar
dı. Onun halktan yana, zenginlere karşı olduğu ve fakir
lere yardım ettiği doğru mu idi?
Köylüler: "Yüzyıllar boyunca Ruslarla savaşhk, di
yorlardı. Oysa ki Rus halkı bize karşı hiçbir kötülük bes
lemiyor. Rus köylüsü de bizim köylüler de toprağı ekip
biçiyorlar .Ne diye döğüşsünler? Çarlar ve padişahlar
köylüleri savaşa gönderiyorlardı. Biz budalalar da gidi
yorduk. Geri döndüğümüz zaman da ortalığın harap ol
muş olduğunu görüyorduk. Sefalet içinde yaşıyoruz. Ho
calar da çok toprağımızı aldılar. Paramızı da aldılar. . Biz
onlar için çalışıyoruz. Almanlar memlekete komuta ettik
leri zaman az çekmedik. Bizi düpedüz soydular. . Ekme
$imizi, tahılımızı elimizden aldılar. . Halk açlıktan ölü
yordu. Korkunç hastalıklar da caba. O zamanın büyükle
ri, Almanların bizi soymalarına yardım ediyorlardı. Aynı
şeyi kendileri de yapıyorlardı."
Buna benzer konuşmaları, çeşitli yerlerde başka baş
ka biçimlerde işitmek zorunda kalıyorduk.
65
Şöyle bir olay hatırlıyorum:
Yorulmuştuk .. Ama, belirtilen mola yerine kadar da
ha epey yolumuz vardı. Arabalar taşların ve çukurların
üzerinden geçerken zıplayıp duruyordu. At üzerinde gi
denlerimiz ise, kah dik patikalardan dağlara tırmanmak,
kah dik yamaçl:-'"dan aşağı inmek zorunda kalıyordu.
Taşlar, atların nallan altından yağmur taneleri gibi etrafa
saçılıyordu. Yolda, bir çay kenarında, dağa yaslanmış bir
evle bir bahçeye rastladık. Evin bacasından kıvrıla kıvrıla
dumanlar çıkıyordu. Meğer burası bir kahvehane ile kü
çük bir fırın imiş. Bizim uzun kafilemiz burada mola
verdi. Hepimiz keyifli bir soluk aldık. Hiç değilse bir sa
at için sarsıntıdan kurtulacaktık. Harikulade güzel kızar
mış çörekleri çabucak paylaştık. Küçük fincanlardaki
kahveleri nöbetleşe içtik. Çevredeki dağlardan ve ovalar
dan köylüler geldi. Güneşten yanmış yüzleri esmer, göz
leri sorgu dolu idi. Bellerine kocaman, geniş kuşaklar
sarmışlardı. Ayaklarında, eski, delik deşik, çarıklar vardı.
Kimisinin başında başlık vardı. Kimisi de atkı ile, ya da
düpedüz mendille başını sarmıştı.
Bunlardan birine, ne kadar toprağı olduğunu, kazan
cını sordum. 20 dönüm toprağı varmış:
- Çavdar, buğday ekiyoruz, diye anlattı, ama, aşağı
yukarı yansını vergi diye elimizden alıyorlar. Biz de bu
na aşar diyorlar. Köyümüzde bir ağa var ki onun 2000
dönüm toprağı var, tabii o varlıklı yaşıyor. Irgat kiralıyor.
Öteki köylülerle yaptığımız konuşmalardan, Türk
köyünün sınıflara ayrılma tablosu keskin çizgileriyle be
lirmiş oldu. Köy ağalarının, 2 binden 3 bin dönüme ka
dar topraklan var. Ortahalli köylülerin topraklan 1 00 ile
66
200, bazen de 300 dönüm arasında oynuyor. 20 dönüm
toprağı olan köylü ise, fakir köylünün ta kendisi . . Irgatla
rın durumu hepsinden kötü. Bunlar ağaların, çiftlik sa
hiplerinin, vakıfların topraklarında çalışmakta, ayda topu
topu 3 lira almakta, yiyeceklerini kendileri sağlamakta
dırlar. Çobanlara ise bir çift çarık ile ayda, o da her za
man değil, dört kifo un verilmektedir.
Masa başında eşlerimiz oturuyordu. Türk kadınları
bunlardan gözlerini ayırmıyorlardı. İlkin korka korka,
sonra daha cesur bunlara yaklaştılar. İçlerinden bazıları,
bunların gerçekten de kendileri gibi bir kadın olup olma
dığını anlamak ister gibi, kürklerini, paltolarını ellediler.
Küçük oğlum ilgilerini çekti. Onunla birlikte, elçilik me
murlarından birinin eşi olan bir tatar kadını oturuyordu.
Türk kadınlarıyla konuşmaya başladı. Türk köylü kadın
lan, çocuk üzerine sorular sordular ve kendilerine yönel
tilen sorulara da seve seve cevaplar verdiler. Geİıç bir
Türk kadını, benim çocuğuma doğru eğildi. Ansızın onu
öptü ve sırtını okşadı.
Türk köylülerine, daha yakınımıza gelip oturmaları
nı söyledim. Hemen oracıkta yere oturdular. Onlara kah
ve ikram ettik. Bir tercüman aracılığı ile onlarla konuş
maya başladık. Köylüler tekrar tekrar Sovyetler Birliği,
Lenin, İhtilal ve Rus köylüsünün yaşayışı üzerine sorular
sordular, toprakların derebeylerinden nasıl alındığını, na
sıl paylaşıldığını öğrenmeye çalıştılar. Verdiğimiz cevap
ları dinlerken, köylüler birbirlerine bakıyor, aralarında
yavaşça fısıldaşıyor, birbirlerini kakıştırıyorlardı. Rus
ya'da olup bitenleri, inceden inceye her şeyi, öğrenmek
istedikleri anlaşılıyordu.
67
Mustafa Kemal üzerine olan düşünceleri çok iyi idi.
Onun Rusya ile dostluk politikasını beğeniyorlardı. Ona
mı geldiğimizi soruyorlardı. "Çok iyi, çok iyi" öyleyse
diyorlardı.
Cesur ama güvensiz bakışlı bir delikanlı ·yanımıza
yaklaştı. Başını güzel bir bakışla sarmalamış, başlığın
püskülleri, zarif bir biçimde sağ kulağının arkasına sark
mıştı. Geniş kuşağının üzerine, bir kayış ve bir fişeklik
dolamıştı. Elinde bir tüfek vardı. Köylülerin ona saygı
gösterdikleri hemen göze çarpıyordu. Kahvehanenin sa
hibi ona kahve teklif etti ve koşup evinden bir iskemle
getirdi. Delikanlı iskemleye oturmak istemedi. Hemen
oracıkta, herkes gibi otların üstüne oturdu. Kendisine su
nulan kahveyi aldı ve kahveciye teşekkür etti. Artık öğ
renmiş bulunduğum "çok çok teşekkür ederim" sözlerini
ben de anladım.
Bunun, köyü ve yolu saldırıdan koruyan bir çete bir
liğine bağlı olduğu anlaşıldı. Bu birlik, kısa bir süre son
ra Mustafa Kemal Paşa'nın ordusuna katılacaktı. Çeteci,
söz arasında Rus Elçisi'nin geldiğini Ankara'dan haber
verdiklerini,yolu dikkatle korumaları gerektiği konusun
da kendilerine emir verildiğini söyledi.
Bir kadın grubu daha yaklaştı. Ayaklarında çoraplar
ve geniş şalvarlar vardı. Kimisinin ayaklan çaputla bağlı
ve çamur içinde idi. Bunların yüzleri açıktı. Ancak bize
yaklaştıkları zaman, ağızlarını yemenileriyle örttüler.
Köylü kadınlarından birisi, daha cesaretlisi, konuşma
mızla ilgilendi, hemen yanı başımda durdu. Gözleri ko
caman kocaman, kara ve esrarlı, biraz da alaycı idi. Ona,
hayatını sormak istedim. Ama, Müslüman geleneklerine
68
aykırı bir iş yapmaktan korktuğum için, bu merakımı gi
dermeyi, ülkeyi daha iyi tanıdığım bir zamana bırakmayı
uygun buldum.
Köylü kadınlarından çoğunun yüzleri, mutsuz ve
ağır yaşantılarının hikayesini yansıtıyormuş gibi, yıpran
mış, sarı ve kırışık içinde idi. Kadınlar, konuşulanları
dikkatle dinleyerek, sessizce duruyorlardı.
Başka bir karşılaşnıa da ovada oldu. İki öküz, ucun
da çapaya, ya da ilkel sapana benzer bir şeyin bulunduğu
bir sırığı çekmekte idi. Bir köylü bunun ardından gidiyor
ve bu basit aracı idare ediyordu. Onun yanında durduk.
Köylü:
· - Şurada, yolda toplar götürüyorlar, diye söze başla
dı. Söylediklerine göre, düşmanlarını öldürsün ve toprağı
köylüye versin diye Rus Lenin bunları bizim Mustafa
Kemal'e hediye etmiş.
Bu köylü de fukaralığından yakındı. Barış içinde ya
şandığından çok savaş içinde yaşanılan padişahlık dev
rinde, ürününün yarısını elinden alırlarmış. Geri kalan
yarısının içinden de vergisini öder, bir bölümünü de ho
caya verirmiş.
- Artık bununla yaşayabilirsen yaşa. . .
- Peki, ya şimdi nasıl?
- Şimdi de kötü.. Gerçi Mustafa Kemal durumumuzu
iyileştireceğini vaadediyor. Allah yardımcısı olsun.
- Ne kadar toprağınız var? diye sorduk.
Eliyle göstererek:
- İşte şu gördüğünüz topraklar. . Sert bir toprak. Bir
bölümü şu dağda, bir bölümü de şu yamaçta. .
- Yalnız siz m i çalışıyorsunuz?
69
- Hayır, ailece Çalışıyoruz. Karım, çocuklarım, çok
sıkıştığım zaman yardımcı tutuyorum. Ürünün yarısı
onun, yansı benim oluyor.. Toprağımın hepsi 100 dönüm
tutuyor. Hocalara da para veriyoruz . . Halbuki ellerinde
alabildiğine vakıf toprakları var. Toprak çok verimsiz. Ne
ile sürdüğümüzü görüyorsunuz .. Kara sapanı�. . Bununla
derin sürülmez ki .. Öküzleri beslemek gerek.. Pulluk ol
malı. Ama onu nereden bulacağız?
Bir süre sustuktan sonra:
- Ruslar iyi insanlar dedi .. Çarı kovdular, derebeyini
de kovdular. Bize yardım ediyorlar..
Bu bizi duygulandırdı. Türk köyünde ne gazete var,
ne propagandacılar var, ama köylüler bütün temelli me
selelerimizi biliyorlar. Lenin'i biliyorlar, işçi ve köylü ik
tidarını biliyorlar. .
Dik bir bayırdan inmekte v e taşların üzerinde sek
mekte olan bir arabaya rastladık. Bayırın sağında dereye
bakan, derin bir uçurum, solunda ise yüksek kayalar var
dı. Yol daracıktı. Arabayı, on-on iki yaşlarında bir Türk
çocuğu sürüyordu. Arabayı durdurdu. . Öküzleri de kaya
lara yanaştırdı. Kendisi ise, elinde uzun bir sopa olduğu
halde, öküzlerin arasında durdu. Yan yan bize bakıyordu.
Sırtında, geniş bir kuşağın içine sokulmuş, temiz bir
gömlek vardı. Ayaklarını çaputla sarmalamıştı.
Tercümanımızla onun yanında durduk. Buğdayları
nereden getirdiğini, köyünün nerede olduğunu, bir başına
korkup korkmadığını, adının ne olduğunu sorduk. Soru
larımıza birer sözcükle cevap veriyor ve bu yabancılara
ürkek ürkek bakıyordu. Tercümanımıza, ona Rus olduğu
muzu söylemesini ve Sovyetler Birliği üzerine bir şeyler
70
bilip bilmediğini sormasını rica ettim. Çocuk gülümsedi
ve şimdi Ruslar'ın, Türkler'in dostu olduğunu bildiğini,
kendi köylerinde yüzü ışıklı iyi bir Rus gördüğünü söyle
di. Birkaç gün önce bu adam bunların evinde gecelemiş . .
"Herhalde Frunze olacak" diye düşündük. Çocuk, b u iyi
Rus'un nasıl kendisine hediyeler verdiğini, babasına na
sıl Rus topraklarından, Rus köylüsünden söz ettiğini na
sıl Rus askerinin şapkalarında bir kızıl yıldız taşıdıkları
nı, şapkalarında kızıl yıldız bulunan bu askerlerin nasıl
1 4 devleti kovduklarını söylediğini anlattı. Çocuk, yüzü
ışıklı demekle, ne kadar da doğru ve şairce anlatmıştı,
Frunze'yi.
Konaklamak için kaldığımız köyde, bizi varlıklı, or
ta yaşlı bir köylünün büyük bir köy evine yerleştirdiler.
Köylü -ile işleri üzerinde konuşmaya başladık. 3000 dö
nüm toprağı, çok sayıda, galiba 2000 kadar davan, 1 00
kadar da büyük baş hayvanı, değirmeni varmış. Bu zen
gin köylü de İngilizleri, Fransızları, Yunanlıları memle
ketten kovduğu için, Mustafa Kemal'i övüyordu. Köylü,
" Yalnız Mustafa Kemal 'in padişahla barışması gerek
mektedir" diye ekledi. Bu köylünün sofu olduğu anlaşılı
yordu. Namaz vakti gelince, bizimle olan konuşmalarını
kesiyordu.
·
71
dık. Hemen geceleyeceğimiz yere bizi götürmelerini rica
ettik. Ama, oranın idare amirleri, ricalarımıza kulak as
madılar. Uzun nutukların çekildiği, soruların sorulduğu
bol yemekli bir akşam yemeğine çağınldık. Şafakla kasa
badan çıktık ve ortalık kararmadan Havza'ya geldik. Yol
da yavaş gidiyorduk. Aramızda, çeşitli yaşlarda kimseler,
kadınlar ve çocuklar vardı. Bunları hesaba katmak zorun
da idik.
HAVZA KASABASINDA
72
M.V. Frunze, hatıralarında (*) Havza'dan on kilomet
re uzaklıkta gördüğü bir tabloyu şöyle anlatmaktadır:
"Silahlarını henüz teslim etmiş 60-70 kişilik küçük
bir Rum grubuna rastladık. Hepsi de son haddine kadar
bitik idi. Kimisi, düpedüz bir iskelete benziyordu. Üzer
lerinde elbise yerine bir takım paçavralar vardı. Çoğunun
ayaklarında çaput bile yoktu. Grubun ortasında, başında
papaz şapkası bulunan, uzun boylu zayıf bir papaz vardı.
Soğuk bir rüzgar esiyordu. Muhafız erlerin götürdüğü bu
kalabalık, Havza'ya gidiyordu. Bizi görünce, içlerinden
bazıları yüksek sesle ağlamaya, daha doğrusu, göğüsle
rinden çıkan sesler zehirlenmiş yırtıcı bir hayvanın ulu
masını andırdığı için, ulumaya başladı. Grubu bir süre
durdurdum. Bana eşlik eden, er adanılan dövmemelerini
tenbih etti ve hazin yürüyüş yine başladı. ."
Havza'ya birkaç kilometre kala, bizi kaymakam, as
keri bir birlik ve şehir temsilcileri karşıladı.
Günün kalan bölümüyle geceyi Havza'da geçirdik.
belediye Reisinin evinde geceledik. Kasabada şerefimize
öğle yemeği, akşam yemeği verdiler ,kasabayı gezdirdi
ler.. Nüfusu birkaç bini geçmeyen kasaba küçük, sokak
ları dardı. Evlerin çoğu tahtadandı. Taş evler de vardı.
Kaymakam, büyük bir ihtimamla elçilik meinurlarını
yerleştiidi. Belediye Reisi şerefimize bir öğle yemeği
verdi. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dostluğun
ebediliği üzerine nutuklar çekildi. Kaymakam, olağanüs
tü, duygulu bir insan olarak Frunze'den büyük bir övgü
ile söz etti:
73
- Hem de bu bir. Rus generali, dedi. Öylesine sade ve
cana yakın ki tıpkı bizim Mustafa Kemal Paşa gibi . .
74
gönderdiği mesajlarda yurdun her yanından "Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk" teşkilatları kurmaya onları
davet etmiş. Havzalılar, böylesine büyük bir hareketin
onların küçücük kasabasından başlamış olmasıyla öğü
nüyorlar.
Kaymakam:
- Emperyalistlerin: Fransızların, İngilizlerin, Yunan
lıların yaptıkları zulüm ve gaddarlığı bütün halkın öğren
mesi gerekir, diyordu. Halkın, korkmadan, açıkça, nefre
tini göstermesi, mitingler, gösteriler düzenlemesi lazım
dır. Halkı uyandırmak, İstanbul'un gerici hükümetinden
ne gibi tehlikeler geldiğini ona göstermek gerekir, bizim
görevimiz bütün halkı ayaklandırmaktır. Mustafa Kemal,
İngilizlerin Samsun'dan ayrılmak zorunda kalmaları üze
rine Amasya'da ve öteki şehirlerde yapılan gösterilerden
çok sevinmişti.
Dinlenmek için henüz yerleşmeye fırsat bulmadan,
bana ayrılan evin kapısı çalındı. Gelen Türklerdi. İstira
hat etmeye engel oldukları için özür dilediler ve çevreme
dizilerek, Rusya'da olup bitenler üzerine bana sorular
sormaya başladılar. Tercümanı çağırmak ve konuşmaları
mızda bize yardım etmesini Ağaoğlu Ahmet Beyden rica
etmek lazım geldi. Canlı konuşmalarımız, gece yansın
dan çok sonraya kadar sürdü. Her şey sade ve candan
oluyordu. Lenin'in görüşüne uygun olarak sıradan halkla
aramızda bir ilişki kuruluyordu.
Ertesi gün, Merzifon şehrine doğru yolumuza devam
ettik. Kısa bir süre sonra, esir bir Yunan kafilesine yetiş
tik. Askeri Ataşe, Zvonaryev'le yanlarından geçerken,
Rusça bazı bağırmalar kulağıma çalındı. Bize yöneltilen
75
bu sesler hiç de dostça değildi. Zvonaryev kafileye yak
laşarak, muhafızların müsaadesiyle, ne istediklerini sor
du. Cevap olarak şunu duyduk:
- Ben hiçbir şey istemiyorum. Ben Bolşeviklerden
nefret ediyorum. Ben burada da size karşı, Türklere kar
şı, Mustafa Kemal'e karşı savaşacağım. Mustafa Kemal,
Bolşeviklerle birlik oldu.
Öfkelenmiş, kendinden geçmiş olan bu adam, her
halde çiftliğini, servetini kaybederek ihtilalden zarar gör
müş olacaktı. Zvonaryev birkaç adım ilerleyerek, Türki
ye'de özgürlük için kurtuluş savaşı yapıldığını ona anlat
maya çalıştı. Ama, onun seslendiği adam öfkeli öfkeli
bağınyordu:
- Siz Türkler'le elbirliği ettiniz .. Çar Müslümanlarla
savaşmıştı. Siz, Bolşevikler ise onlara yardım ediyorsu
nuz . .
Zvonaryev'i yanıma çağırdım. Sonradan öğrendiği
mize göre, Yunan istila ordusunda, Karadeniz kıyıların
dan askere alınmış beyaz Ruslar da varmış. Bunlar, haya
li "Pontus Devleti" kurulması için savaşmak üzere Sam
sun bölgesine gönderilmişlerdi. Onları buraya Fransızla
rın emriyle, çeşitli beyaz Rus ve Yunan örgütleri gönder
mişlerdi.
Konakladığımız şehir ve kasabalarda idare amirleri
bize pilav ve göbekli bardaklarla çay, küçücük fincanlar
la da kahve ikram ediyorlardı. Konuşmalar, Emperyalist
ler, Türk-Yunan savaşı ve Mustafa Kemal'in başarıları
üzerine geçiyordu. Sovyet Rusya üzerine, ardı arası kesil
meyen sorular soruyorlardı. Lenin herkesin ağzında idi.
Mustafa Kemal 'in, Türkiye Büyük Millet Mecli-
76
si'nin, Lenin'in, Sovyetler Birliği hükümetinin, valinin,
belediye reisinin ve Sovyetler Birliği'nin Türkiye Elçisi
şerefine kadehler kaldırılıyordu. Fotoğraf çekmeyi ihmal
etmiyorlardı. Resimler kalite bakımından ilkeldi, ama
ben onları bugüne kadar sakladım. Havza'da sokakta res
mimizi çektiler. Kalabalık bir halk yığını kasaba idareci
leriyle ve kaymakamla birlikte resimlerinin çekilmesini
sağlamaya çalışan çocuklar toplanmıştı. Sanki kasabada
yalnız erkekler varmış gibi fotoğraflarda hiç kadın görül
müyordu. Köyle kasabalar arasındaki ayrım burada ken
dini gösteriyordu.
MERZİFON
77
Alacık'tan, sabahın 7 'sinde hareket ettik ve bir gün
de 40 kilometre yol aldık. Akşamleyin çok yorgun bir
halde Diminhacı'ya geldik.
78
Türk halkı adına selamladı. Sabahleyin okul öğrencileri,
kız ve oğlan çocukları toplandılar. Şiirler ve Mustafa Ke
mal üzerine yazılmış şarkılar okudular.
Ailemle bana, ayrı bir yer gösterdiler. Evin hanımı
temiz bir Rusça ile konuşmaya başlayınca çok şaşırdık.
Hanımın çocukları da biri kız, öteki oğlan çocuğu, Rusça
konuşuyorlardı. Meğer Hanımın kocası doktormuş, esir
olarak Ukrayna'da bulunmuş . . Orada, evlerinde oturduğu
Ukraynalı bir kızla tanışmış, sevişmişler, evlenmişler, kız
da onunla Türkiye'ye gelmiş . . Kadın Türkçe konuşmayı
öğrenmiş, çok da iyi geçiniyorlarmış . . Bize çok candan
ikramlarda bulundular. Soru yağmurları bütün gece sür
dü. Kan, koca, Rus ihtilali ve Lenin üzerine birinci elden
bilgi edinmek istiyorlardı. Biz de, kendi payımıza, Türk
milli hareketine, Kemalist orduya, doğrudan doğruya
Mustafa Kemal'e aynı ilgiyi gösteriyorduk.
Sonraları, bizim konuksever ev sahiplerimiz Ankara'ya
geldiler ve bana bir aile fotoğrafı hediye ettiler. Fotoğrafın
üzerine şunu yazmışlardı: "Rus halkının sayın temsilcisine..
Onu candan sevmiş olan bir Türk ailesinin hatırası".
Konuşmamız sırasında, evin sahibi hanıma:
- Yurdunuzu, Ukrayna'yı göreceğiniz geldi mi? diye
sordum.
- Gelmez olur mu? dedi. Anamı, babamı görmek is
terdim. Gerçi onlardan mektup alıyorum ama, seyrek . .
Gitmek zor. Çocuklarla böylesine uzak bir yere, hele
böyle bir zamanda nasıl gidilir? Burada bir savaş var, or
talık karışık.. Kocam askeri doktor, ona izin vermezler. .
Kocam olmadan da ben gitmem. Artık Türkiye benim
vatanım oldu. Halkı çok iyi, bana da çok iyi davranıyor.
79
Ankara'ya kadar bize eşlik etmek üzere Yozgat'ta
yanımıza bir subay verdiler. Onunla aramızda çok dikka
te değer bir konuşma geçti. Bu konuşma, Yozgat'tan Yah
şi-Han' a kadar sürdü. Yahşi-Han, bir şimendüfer istasyo
nudur. Oradan Ankara'ya kadar trenle gidecektik. Din
lenmek için, Başıbüyük, Ali Elma, Hacılar köylerinde
mola verdik.
80
suçları olmayan sivil Rumları, esirleri, göçmenleri öldür
mek hiç de iyi bir şey değil. Eskiden onlar bizimle dostça
yaşıyor, kendi işleri güçleriyle uğraşıyorlardı. Şimdi on
ları dağlarda öldürüyorlar. Onlar da bizimkileri öldür·
müşlerdi.
Subay çok açık konuşuyordu:
- Şimdi Türklerin silahı var. Köylüler de silahlanı
yor, hayatımızı, haklarımızı koruyacağız, sonuna kadar
dövüşeceğiz, bizi esaret altına almalarına izin vermeye
ceğiz! Artık yeter!
İ ngilizlerin, İ stanbul 'u işgal ettikleri zaman nasıl
davrandıklarını, yine bu yolculuğum sırasında öğrendim.
Samsun'da mutasarrıf ve Türk subayları bunu büyük bir
öfke içinde anlatmışlardı. İ stanbul'daki Mebuslar Meclisi
dağıtılmış, mebusları tutuklayarak Malta Adası 'na sür
müşlerdi. Bütün ileri düşünceli aydınlar, bir bir tutuklanı
yor, hapse atılıyor, ya da sürgüne gönderiliyorlardı.
Yanımdaki subay:
- Sizinle birlikte yolculuk eden sayın Ağaoğlu da
Malta'ya gönderilenlerden biridir, dedi. Kışla ve cepha
nelikleri koruyan Türk erleri öldürülüyorlardı. Minarele
re, makineli tüfekler ve İ ngiliz nöbetçileri konuyordu.
Bu, bizim yurtseverlik ve dinsel duygularımıza büyük bir
hakaretti. Biz Türkler bunu hiçbir zaman unutmayacağız!
Ancak yurt hainleri İngiliz emperyalistlerini destekleye
bilirler.
Çok ağır ilerliyorduk. Samsun'dan hükümet merkezi
Ankara'ya kadar olan 400 kilometrelik yolu, yaklaşık
olarak iki haftada aldık. Ama bu durumdan yine de biz
yararlandık. Duraklamalı geçen bu uzun yolculuk bize
81
ülkenin yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, köylünün,
kentlinin, idare amirlerinin ruh halini, halkın kurtuluş sa
vaşına olan davranışını, itilaf devletlerinin istilacı emelle
rini, toprak meselesini öğrenmemize imkan verdi.
Yolculuğumuz sırasında hava, büyük bir çoğunlula
bize pek de güler yüz göstermedi. Hava soğuk ve yağışlı
idi. Dağlarda sulu kar yağdı Buna karşılık, çevreleri dağ
larla kapalı olan vadilerde ılık rüzgarlar sanki bahar gel
miş gibi bize taze ot, kırçiçekleri kokusunu getirdi.
YOLCULUK İZLENİMLERİ
82
Zonguldak'ta, tütün şirketlerinde toplanmış bulunuyor
lardı. Türk halkının milli kurtuluş çabalan, daha çok ken
diliğinden, çeteler kurmak biçiminde ortaya çıkmakta idi.
Pek çok köylü, Mustafa Kemal'in kurmuş olduğu orduya
seve seve, gönüllü olarak katılmaktı idi. Onlar bu ordu
nun kişiliğinde kendi koruyucularını görmekte, onun yar
dımıyla, değil yalnız yabancı boyunduruğundan, ama iç
zalimlerden kurtulmayı ve en önemlisi, toprağa kavuşma
yı ve vergilerden yakayı sıyırmayı da ummakta idiler.
Şehirlerde ve kasabalarda küçük burjuvazi, zenaat
kar, esnaf ve tüccarlar daha iyi bir yaşantının özlemi için
de, ama kararsız bir halde idiler. Halk, padişaha ve hali
feye olan inancını hızla yitiriyor, emperyalistlerin haris
emellerini anlamaya başlıyordu. Türk burjuvazisine ge
lince, yeni akımların, cesur davranışların ve pek de so
nuncu bir yer almayan, köylülerin zirai hareketlerinin do
ğurduğu korku onu sarmıştı.
Gittikçe daha yüksek sesle sözü edilen Türk kadınla
rının kurtuluşu düşüncesi, hele gericiliğin en teşkilatlı bir
gücü olan gerici hocaların propagandaları için bir besin
teşkil etmekte idi. Müslümanlık din duyguları, halifeye
bağlılık, Türkiye' nin bütün katlarında, bütün sınıfları
arasında hala çok güçlü idi. Ama toprak ağalarının, bur
juvazinin, eski memurların başlıca korktuğu şey, zirai bir
ihtilaldi. Gericiliğin bu güçleri, daha o zaman, köylülü
ğün, toprak konusunda, vergilere ve hoca baskısına karşı
mücadele etmek üzere birleşmelerine engel olmak için
ellerinden geleni yapmakta idiler.
Kimi yerlerde valiler, mutasarrıflar ve öteki idare
amirleri, eski devrin adamları idi. Mustafa Kemal, yavaş
83
yavaş bunları kendinden yana olanlarla değiştiriyordu.
Yeni düşünceler toplum düzeninde, şehir işlerinin idare
sinde gittikçe kendini duyurmaya başlamıştı. Ama top
lum adanılan da her zaman davranışlarında kesinlik gös
teremiyor, kuşkulu adımlar atıyorlardı.
Yurtsever milli örgütlerin, "Müdafaa-i Hukuk Cemi
yetleri"nin işleri de her zaman düzgün gitmiyordu. Mese
la Trabzon'da, Fransızların ve Rumların icadı olan "Pon
tus Devleti"nden Türkleri korumak için bir cemiyet ku
rulmuştu. Ama bu cemiyet "Trabzon İl Muhtariyeti Ce
miyeti" adını almış, yani bu vilayetin, merkezi hükümet
ten ayrılma programını ileri sürmüştü. Başka yerlerde,
Konya'da, Batı bölgelerinde, amaçlan hiç belli olmayan,
çoğu mili harekete karşı düşmanca nitelik taşıyan birta
kım sosyal örgütler kurulmuştu. Harekete "yardım" ba
hanesiyle, bu örgütlere padişahın gerici ajanları sızıyor
lardı. Bunlar, düşmanca gösteriler düzenliyor, çetelere sı
zıyorlardı. Mustafa Kemal ondan yana olanlar bu çeşit
örgütleri dikkatle izliyor ve bunların düşmanca davranış
larını fark eder etmez bunları dağıtıyorlardı.
Çoğu başı boş olan çeteler, gerici padişah-halifenin
etkisjne kapılmakta, Mustafa Kemal bunlarla savaşmak
zorunda bile kalmaktadır.
Elçilik heyetimizin geçtiği Anadolu'nun (Samsun
Ankara) bölgesinde bütün yurtsever güçleri birbirine
bağlayan başlıca halka, başta komutanlar olmak üzere as
keri birliklerdi. Kendi bölgelerinde politik önderlikleri de
bunlar yapmakta idiler. Mustafa Kemal'in Türkiye Bü
yük Millet Meclisi 'nin emirleri, genelgeleri, kararları
Ankara'dan bunların aracılığı ile çevreye yayılmakta idi.
84
Öğretmenler, doktorlar, gazeteci, esnaf, tüccar gibi ilerici
demokratik güçler, askerlerin çevresinde toplanmakta
idiler. Resmi, resmi olmayan bütün görüş ve konuşmalar
da bu, göze çarpmakta idi. Mustafa Kemal Paşa'nın as
ker arasındaki şöhreti çok büyüktü. Mustafa Kemal, taş
radaki işlerle ve halkın morali ile ilgili haberleri bunların
aracılığı ile almakta idi. Azınlık halinde kalmakla birlik
te, generaller (paşalar) arasında, yeni idareye düşman,
padişaha ve halifeye bağlı kişilere de rastlanmakta idi.
Bütün tümenlerin, bütün alayların, milli hareketten
ve Mustafa Kemal'dan yana olduklarını söylemek yanlış
bir davranış olurdu. Böyle düşünmek, her şeyi bir renge
boyamak demek olurdu. Hayır, çoğu zaman, şu veya bu
askeri birlik için, şu veya bu tümen, ya da alay için mü
cadele edildiği oluyordu. Nitekim 1 920 yılında, Sam
sun'da 1 5 'inci tümenin padişah taraflısı bazı subayları
Büyük Millet Meclisi'ne karşı yıkıcı propagandalara gi
rişmişlerdi. Buna benzer durumlar, başka yerlerde de gö
rülmüştü. Mustafa Kemal Paşa'nın karargahı, bu çeşit
davranışların önüne geçmek bu gibi subayları uzaklaştır
mak zorunda kalmıştı.
85
Mustafa Kemal Paşa'mn otoritesini yükseltmek bakımın
dan büyük bir etkisi oldu.
İnönü mevkiindeki ikinci savaş, 3 1 Mart 1921 tari
hinde oldu. Yunanlılar ikinci defa yenilgiye uğradılar.
Ama bu olay, İngiliz emperyalistlerini durdurmadı. Onlar
Yunanlılardan askeri harekete devam etmelerini istediler.
Onlara tank, top ve İngiliz subayları gönderdiler. Yunan
ordusu 1 00 bin süngüye çıktı. Makineli tüfek sayısı
5600'ü, top sayısı ise 350'yi buldu. Bütün Türk ordusu
ise ancak 5 1 bin süngüden, 440 makineli tüfekten ve 1 62
toptan ibaretti.
1 92 1 yılı yazında büyük savaşlar oldu. Türk ordusu
Sakarya ırmağının gerisine çekilmek zorunda kaldı. Cep
he Ankara'ya yaklaştı. Eskişehir, Afyonkarahisar gibi şe
hirler düşman eline geçti.
Lloyd George sevindi ve genç Türk ordusunun tam
bir bozguna uğrayacağı kehanetinde bulundu. Ama onun
bu sevinci vakitsizdi.
23 Ağustostan 1 3 Eylüle kadar, İngiliz maddi yardı
mına dayanan, çok iyi donatılmış Yunan ordusuyla, on
dan sayıca iki kat küçük, ama yurt savunması gibi bir dü
şünce ile canlanmış, morali yüksek Türk ordusu arasın
da, çok çetin savaşlar oldu. Bu savaşlar, Sakarya Meydan
Savaşı adı ile ün almıştır. Yunanlılar bu savaşta tam bir
bozguna uğradılar. Yunan generallerinin ve Yunan Kralı
Konstantin'in büyük bir gürültü ile dünyaya ilan ettikleri
Yunan ordusunun Ankara üzerine yürüyüşü, böylece ke
sin olarak suya düştü.
Türk ordusunun Sakarya Meydan Savaşı'ndaki bu
parlak zaferi, Büyül<- Millet Meclisi'nin ve başkomutan
86
olarak Mustafa Kemal Paşa'nın durumunu daha da güç
lendirdi. Mustafa Kemal'e (Gazi) unvanı verildi.(*)
Bu zaferin sonucu olarak Türk-Fransız anlaşması
imzalandı ve İtalyanlar Antalya'dan çekildi.
Başında Franklin Bouillon(**) bulunan Fransız he
yetiyle yapılan anlaşma, bizim Sovyet elçilik heyeti Ana
dolu'da yolda bulunduğu sırada, Ankara'da imzalanmıştı.
Fransa bu antlaşma gereğince, Kilikya 'daki ordusunu
çekmiş, Türkiye ile savaştan vazgeçmiş ve Sevre antlaş
ması altındaki imzasını annüle etmişti. İngiltere, bu an
laşmayı protesto etti.
Yunan ordusunun yenilgisinden sonra Büyük Millet
Meclisi temsilcileri Londra konferansına çağrılınca, halk
bunu, Türk milletinin büyük bir başarısı olarak değerlen
dirdi. Bu olay, Türkiye'nin her yanında, Mustafa Kemal
politikasının kesin başarısının bir belirtisi olarak kabul
edildi. Mustafa Kemal Paşa'nın idaresi altında halkın,
Yunanlılara ve İngilizlere öldürücü bir darbe indir�iği,
ağızdan ağıza yurdun her yanına yayılmakta idi.
87
şıladılar. Tren bizi gündüz saat dörtte Ankara'ya ulaştır
dı. Bizi törenle, bando ile karşıladılar. Dışişleri Bakanı
Yusuf Kemal Bey bizi selamladı.
29 Ocak 1 922 tarihinde Yusuf Kemal Bey'i resmi
olarak ziyaret ettim.
Yusuf Kemal Bey'in dış görünüşünde gözüme çar
pan iki şey, sık, değirmi siyah bir sakalla, sağ elinde iki
parmağının eksikliği oldu. Kendisi çok nazik ve sevimli
bir adamdı, sözlerimi dikkatle dinledi. Manalı, kara göz-
'
leri her hareketimi dikkatle izlemekte idi.
İlkin, yerleşmemizle ilgili birkaç soru sordu, yorucu
yolculuktan sonra eşimin sağlığını sordu. Ankara 'da kon
forun eksikliğinden yakındı.
- Elçiliğiniz, kötü, köhne bir binada bulunuyor, dedi,
hoş bir şey değil, ama elden ne gelir. Helebir savaşı kaza
nalım, Ankara'yı yeniden yapacağız! Moskova'daki Türk
elçiliği çok konforludur.
Konuşmalarımız, daha sonra son politik olaylara, as
keri duruma döldildü. En sonra da Mustafa Kemal Paşa
ile görüşme işine, protokol bölümüne geçtik. Yusuf Ke
mal Bey'i ziyaretim iki saat sürmüştü.
Dışişleri Bakanlığı 'ndaki konuşmalarımdan sonra,
Mustafa Kemal Paşa'ya güven mektubumu sunacağım
gün ve saat bildirildi. Ankara'ya geldiğim gün, Afganis
tan, Buhara ve Azerbaycan elçilerini ziyaret ettim. Sonra
da, Yusuf Kemal Bey ziyaretimi iade etti.
88
Paşa'ya resmi olarak tanıtılmam arasında geçen kısa za
man süresi içinde, üstünkörü Ankara'yı dolaştım. Anka
ra, daracık sokaklı köhne ahşap, evli, bol minareli bir şe
hir, yan harap olmuş surlarıyla ve Beyazıt I'in sarayıyla
eski kale, şehre hakim bir mevkide.
XIV. yüzyılda, Yıldırım Beyazıt'la Timurlenk arasın
da geçen olayın izleri bulunan Türkiye tarihini hatırla
mak zorunda kaldım. Burada, Ankara'da Timurlenk'le
Türkler arasında büyük bir meydan savaşı olmuştu. Yıl
dırım Beyazıt bu savaşta esir olmuş ve öz yurdu Türki
ye'den dışarıya götürülmüştü.
Kaleyi, bizden önce General Frunze de ziyaret et
mişti.
Kaleden bakılınca, şehrin geniş bir manzarası açılı
yordu. Şehir sıkışık gibi görünüyordu. Ankara'nın etrafı
tepelerle çevrili idi. Uzaklarda, ayn ayn yüksek dağlar ve
dağ grupları göze çarpıyordu. Timurlenk'in kalesini göz
den geçirdim. Mimarlık bakımından harikulade güzel
olan arkın artıklarını ve eski Roma köprüleriyle, Roma
imparatorlarından Agustus zamanından kalma tapınağı
seyrettim.
Bizim elçilik şehrin merkezinde, iki arabanın yanya
na geçemeyeceği kadar dar bir sokakta, iki katlı, küçük
ahşap bir evde idi. Sokağımız yüksek minareli bir cami
ile son buluyordu.
89
1 922 tarihinde oldu ve çok dostça geçti. Yeni Türkiye'nin
lideri beni çok sade bir biçimde kabul etti. s,)Vyet hük
ümetinin, bir elçisi olarak iki tarafın halkları arasında
Sovyet işçi-köylü hükümetiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisi hükümeti arasında, arilaşmalar yolu ile, dostluk
ilişkilerini geliştirmek ve güçlendirmek konusunda bana
yüklediği ödevle ilgili sözlerimi nihayet yeni, genç Türki
ye 'nin gelişmesi ve emperyalistlere karşı esin zaferler ka
zanması dileğimi büyük bir dikkat ve ciddilikle dinledi.
Daha sonra ben, Sovyet hükümetinin ve halk komi
serleri konseyi başkanı Lenin'in, gerek Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ne ve gerek Mustafa Kemal Paşa'ya olan
başarı dileklerini ilettim.
Mustafa Kemal Paşa, bu iyi dileklerimden ötürü te
şekkür ettikten sonra, iki ülke arasındaki, iki devletin ve
iki milletin böylesine muhtaç olduğu, büyük dostluğu
güçlendirmek konusunda bana verilen ödevi yerine getir
mem için, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi hüküm�
tinin, gerek kendisinin, ellerinden gelen yardım ve kolay
lığı esirgemeyeceğini söyledi.
Mustafa Kemal Paşa:
- Ortaklaşa amacımız, emperyalizmle savaşmak, do
ğu halklarını sömürgecilerin boyunduruğundan kurtar
maktır, dedi. Müşterek çabalarımızla başarıya ulaşacağı
mıza inanıyorum . Rusya'nın ve büyük lider Lenin'in
Türkiye'ye yaptığı yardımlar için teşekkür ederim.
Bu karşılıklı sözlerden sonra Mustafa Kemal beni
masaya davet etti. Kahve, çay getirdiler. Aramızda, bir
buçuk saat süren teklifsizce, resmi olmayan bir konuşma
başladı.
90
Gazi Mustafa Kemal Paşa, hala Frunze'nin ziyareti
nin ve onunla yaptığı konuşmaların etkisinde idi.
- Frunze çok sevimli bir insan, dedi. Büyük bir ko
mutan olarak ondan çok söz edildiğini işitmiştim. Ama
genel bilgisiyle, kültürüyle karşısındakini büyülediğini
bilmiyordum. Frunze ile konuşmaktan büyük bir zevk
duydum. Herhalde biliyorsunuzdur biz Frunze ile, bize
yapılacak askeri yardım konusunda anlaşmaya vardık.
Şimdi iş bunun gerçekleşmesinde. Bu anlaşmamızın kısa
bir zamanda yerine getirileceğini umuyorum.
Sonra Mustafa Kemal, cephedeki duruma geçti. Bi
zim askeri işlerimiz üzerine bana sorular sordu. Mustafa
Kemal'in, Kızılordu'nun kuruluşu ve teşkilatı, iç savaş
sırasındaki savaş durumu, hatta bazı özel savaşlar üzerine
esaslı bilgisi olduğu anlaşılıyordu. Özellikle Perekop des
tanını ve bu destanda Frunze'nin oynadığı rolü çok iyi
biliyordu.
Böylesine ayrıntılı bir bilgiyi nasıl elde ettiğini sor
dum.
- Biz subaylar, hatta <leğil yalnız subaylar, bütün ile
rici aydınlarımız, büyük ekim inkılabının ilk günlerinden
beri Bolşeviklerin izledikleri politikaya büyük bir ilgi
gösterdik. Biz Lenin'in, Rusya'nın ezilmiş halklarının
kurtuluşunu sağlayacak bir politika güttüğünü biliyor
duk. Zaten onun büyük gücü buradadır. Umutlarımız
doğru çıktı. Beyaz orduların iç savaşta yenileceğine ina
nıyorduk. Buna neden inanıyorduk? Çünkü Bolşeviklerin
Derebey topraklarını köylülere verdiğini, bütün emekçi
halkın Bolşeviklerden yana olduğunu, Lenin'in barış için
savaştığını biliyorduk. Bolşeviklerin kusursuz ,önderliği
91
ve disiplini altındaki yüz elli milyonluk bir halk yığını
nın, hiçbir istilacı ordunun yenemeyeceği bir güç olduğu
nu da biliyorduk.
Bu devirde Mustafa Kemal Paşa, bütün enerjisini,
orduya, onun donatımına teşkilatlandırılmasına, Yunanlı
ları yenmeye, milli harekete karşı şurada burada patlak
veren isyanları bastırmaya yöneltmiş bulunuyordu. Bu
nun için bizim ilk görüşmemiz; bunu izleyen bundan
sonraki görüşmelerimiz gibi, askeri işlerin ve askeri taah
hütlerin konuşulmasıyla geçti.
Günlük işler, konsolosluk işleri gibi meseleleri, Dı
şişleri Bakanıyla konuşmamı rica etti ve:
- Tabii, benim yardımım gerekirse, her zaman sizinle
görüşmekten büyük bir memnunluk duyacağım, diye ek
ledi.
Mustafa Kemal Paşa üzerimde nasıl bir izlenim bı
rakmıştı? Birisi ile ilk tanıştığınız zaman, her şeyden ön
ce onun dış görünüşüne bakar, elinizde olmayarak karşı
nızdakini inceler, onun jestlerine, gözlerinin, yüzünün
anlatımına dikkat edersiniz!
Mustafa Kemal'in saçları, sarı ve seyrek, bıyıkları
kırmızımtırak ve kırpıktı. Bütün dış görünüşüne tonunu
veren ve güçlü iradesini gösteren gözleri çeliktendi. Be
nim ilk konuşmamı dinlerken onları böyle görmüştüm.
Masanın başına geçip küçük fincanlarla koyu kahvemizi
içerken, gözleri biraz koyulaştı, daha yumuşak, daha tatlı
hal aldı. Bu ayınını bundan sonraki karşılaşma ve konuş
malarımızda da, hem yalnız benimle değil, onun yakın
çevresindeki kişilerle, İsmet ve Fevzi Paşalarla olan ko
nuşmalarında da gördüm. Savaş vazifelerini çözümlerken
92
yanında bulunduğum anlar olmuştur. Bu sıralarda, gözle
ri karşısındakini görmüyor izlenimini verirdi.
Mustafa Kemal Paşa, ortadan biraz uzun boylu, dol
gun vücutlu idi. Yanakları çökükçe, kaşları sık ve genişti.
Beni ilk defa kabul ettiği zaman ceketinin yakasın
da, dört bir yanı defne dalı ile çevrilmiş bir yıldız vardı.
Başında, koyun derisinden, kahverengi yüksek bir kalpak
bulunuyordu. Odasında da, çoğu zaman, başında kalpak
la oturuyordu.
Mustafa Kemal Paşa ile görüştükten sonra, Azerbay
can'ın Türkiye sefiri Abilov'u görmeye gittim. Abilov,
Türkçeyi çok iyi bilen eski bir Bolşevikti. Türk ilerici
toplumu ve Mustafa Kemal, ona büyük bir saygı göster
mekte idi. Mustafa Kemal Paşa ile olan sorumlu konuş
malarımıza, Abilov yoldaş her zaman aktif olarak katılır
dı.
Abilov'un yanında Büyük Millet Meclisi'nin üç üye
sine rastladım; bunlar: Reşat, Tevfik Rüştü ve Cemal Nu
ri Beylerdi. (*) Böylece Türkiye'nin ileri gelen toplum
adamlarıyla ilişki kurmaya başladım.
Mustafa Kemal Paşa ile görüştükten sonra bütün ba
kanları, genelkurmay başkanını, şehrin idarecilerini,
Meclis'in ileri gelen milletvekillerini ziyaret ettim. Ba
kanlıklar büyük bir taş binada toplanmıştı. Bakanların
çalışma odaları, yan karanlık bir koridorda idi. Bir günde
birkaç bakanı ziyaret etmek fırsatını buldum. Bakanlarla
görüşmeler samimi bir hava içinde ve içilmesi zorunlu
olan bir fincan kahve başında geçiyordu. Bundan sonra
93
bana yapılan karşı ziyaretler başladı. Bunlar birkaç gün
sürdü.
FAHRİYE HANIM
94
TOPLUM KADINI HALİDE EDİP
95
Karşılıklı komplimanlardan ve halhatır sormaların
dan sonra politik konulara geçtik. Adnan Bey daha çok
susuyordu. Bi z Halide Edip'le konuşuyorduk. Sovyetfer
Birliği üzerine oldukça bilgisi vardı. Emperyalistler üze
rine aramızda tartışma başladı. Halide Edip, Bi r eşik !
Ameri ka'nın, hiçbir ard düşünce beslemeden, herhangi
bir politik ve ekonomik baskıya başvurmadan Türkiye'ye
yardım edebileceğini, bunun içinde, Türkiye'nin Ameri
kan mandasını sağlamaya çalışması gerektiğini ileri sür
dü. Halide Edip, Birleşik Amerika mandası sağlandığı
takdirde, Amerika'nın Türkiye' yi İngiliz baskısına karşı
savunacağııv da söyledi. Ben, Amerikan emperyalistleri
nin Türkiye' yi, en aşağı Avrupa empeyalistleri kadar esa
ret altına almaya kabiliyetli olduklarını söyleyerek onun
la tartıştım. Bunun üzerine Halide Edip, Birleşik Ameri
ka'nın Filipinlere yardımını örnek olarak ileri sürdü. Ben
de kendisine tarihin, bu yardımın fiyatını gösterdiğini ve
Filipinlerin, tamamiyle Amerikan boyundurugu altına
girdiğini söyledim.
Şi mdi , İkinci Dünya Savaşı ' ndan s onra Hali de
Edip'in bel bağladığı Birleşik Amerika'nın "Hiçbir çıka
ra dayanmayan" yardımlarının neye mal olduğunu görü
yoruz.
Halide Edip Hanım, tipik bir burj uva toplum kadın
idi. Zaman sınavını veremedi, milli kurtuluş hareketi, de
rebeylikle ve emperyalizmle savaş onun gücünün dışında
idi. Kocasıyla birlikte, İngiliz liberali zminin kanatlan al
tına sığındı.
96
TÜRKİYE ÜZERİNDE AMERİKAN
MANDASI FİKRİ
97
kadındı. Bir defasında, yine bir çeteci olan ve annesiyle
birlikte savaşlara katılan oğlu ile elçiliğe geldi. Fatma'nın
sırtında siyah bir ceket, ayağında çizgili bir eteklik vardı.
Belindeki geniş kuşağında, tüfek mermileri, kama, omu
zunda da kayış görünüyordu. Başını bir yemeni ile sar
mıştı. Fatma Çavuş, Sovyetler Birliği'ne olan sempatisini
belirtmek, bizim askerlik işlerimiz ve Rus kadınlarının iç
savaşa katılmaları konusu üzerine tafsilatlı bilgi almak
için gelmişti.
Elçiliğimize, uzun boylu, düzgün vücutlu bir çeteci de
gelirdi. O sıralarda misafirimiz bulunan ünlü Rus resim
sanatçısı Y.Y. Lansere'den bu çeteci ile Fatma Çavuş'un
portrelerini yapmasını rica ettim. Çeteciler resimlerinin
yapılmasına razı oldular. Yevgeni Yevgeneyeviç Lansere
de büyük bir memnunlukla bunların portrelerini yaptı. Ben
ancak bu çeşit ziyaretlerin birkaçından söz ettim.
98
SURİYE KÖYLÜSÜNÜN MEKTUBU
Bir buçuk yıl içinde ben, Mustafa Kemal Paşa ile bi-
99
zim elçilikte, onun evinde, mecliste, cephede karşılaştım.
Mustafa Kemal Paşa, uzun ciddi konuşmalardan sonra
müzik dinlemeyi, dans etmeyi severdi. Yanında müzis
yenler olduğu halde, elçiliğimize geldiği geceler olmuş
tur. Halk müziği korosunun eşliğinde Türk şarkıları söy
lerdi. O zaman gözleri koyulaşır, kederli bir hal alırdı. Bu
şarkılarda keder, halkın bitmez tükenmez savaşlardan
duyduğu acılar, köylünün acı düşünceleri okunuyordu.
(*) Türk edebiyatında böyle bir şair hatırlamıyoruz. Beli�} " Necati",
belki de "Nedim"dir. Tanınmamış bir tekke şairi de olabilir. (H. A. Ediz)
1 00
Mustafa Kemal milli şiiri çok iyi bilirdi. Yurdunu,
onun tarihini, onun şarkılarını, ruhunun bütün derinliği
ile severdi.
Üzgün türk melodilerinden sonra, Mustafa Kemal,
eşimden ve elçilik sekreterinden, piyanonun eşliğinde
Rus şarkıları söylemelerini rica etti. Mustafa Kemal, bü
yük memnunlukla onları dinledi, kendisi de şarkıya katıl
dı. sonra "Kamarinskaya" adlı halk şarkısını çaldılar. El
çiliğin kadın memurları dansa kalktılar. Mustafa Kemal
el çırpıyor, ayaklarıyla tempo tutuyordu. Vals ve başka
danslar oynandı. Eğlence faslı bittikten sonra Mustafa
Kemal beni ve Abilov'u ellerimizden tutarak bizimle ba
zı meseleleri konuşmak istediğini söyledi.
- Aziz dostlar, yoldaşlar, -Mustafa Kemal sık sık be
nimle Abilov'u (Yoldaş) diye çağırırdı- Cephedeki durum
çok gergin: Yunanlılar, Eskişehir doğrultusunda altı tü
menlik bir kuvvet yığmış bulunuyorlar. Önümüzdeki haf
ta içinde onlardan bir saldırı bekliyoruz. Yakında topla
nacak olan Cenevre konferansı üzerinde bir etki yapmak
istiyorlar. Taşıt araçlarımız, atımız, eşeğimiz yok. Biricik
taşıt aracımız devedir. Develer bizde savaş kahramanıdır.
Oysa ki mermi götürmek zorundayız. Bize taşıt aracı ve
at yardımında bulunmanızı rica ederim. Rusya'nın da
güç durumda olduğunu biliyorum, o da zengin değil,
ama ne olursunuz, bizi kurtarınız, top, tüfek, mermi ve
para yardımından ötürü hükümetinize ve Lenin'e teşek
kür ederim.
Kısa bir süre sonra Mustafa Kemal, bir elçi olarak,
bana cepheden şöyle bir mektup gönderdi: "Ordu birlik
lerimizin, dostlarımızın memnunluğunu ve övgüsünü do-
101
ğurabilecek bir durumda olduğunu bildirmekte acele edi
yorum."
CEPHEYE GİDİŞİMİZ
102
doğuran üç sebep vardı: Mustafa Kemal'in uzun süren ayrı
lığı dolayısıyla, bizzat onun çözümlemesini gerektiren bir
yığın mesele birikmişti. İtilaf Devletlerinin silah bırakışma
(mütareke) teklifini konuşmamız gerekiyordu.Bu onunla
bir görüşmeyi kaçınılmaz bir zorunltik haline getiriyordu.
Üstelik Mustafa Kemal'in kendisi de bu konuda bizim dü
şüncelerimizi almak istiyordu. Nihayet, bu ziyaretle yeni
Türk ordusunu tanımak fırsatını da elde etmiş olacaktım.
27 Mart günü, sabah saat 7'de, özel bir vagonla, An
kara istasyonundan, yaklaşık olarak 50 kilometre uzak
lıkta olan Biçer istasyonuna doğru hareket ettik.
POLATLI-BİÇER
(*) Burada bir yanlışlık olsa gerek, çünkü Polatlı Ankara'dan 90 kilo
metre uzaklıktadır. Biçer'den sonra geliyor.
1 03
Demiryolu, vagonlar ve lokomotifler, özellikle, bir aralık
Yunanlıların elinde kalan kesimdekiler, çok acınacak bir
durumda idi. Ünlü Sakarya Irmağı üzerindeki köprü, tah
ta ayaklar üzerine kurulmuştu. Tirenler bu köpıiinün üze
rinden, hemen hemen bir yaya hızıyla geçmekte idi. Va
gonların çoğunda camlar kırıktı. Tirenlerde üçüncü mev
ki vagonlardan meydana getirilmiş "salonlar" da vardı.
Vagonların üzerinde, Anadolu-Bağdat kumpanyasının
işaretleri görülüyordu.
1 04
muruna tuttular. Konuşmalarımız, gece yarısından çok
sonraya kadar sürdü.
İstilacılara ve beyaz ordulara karşı, çok ağır şartlar
altında, birçok cephelerde yaptığımız dört yıllık savaşın
tafsilatlı bir tablosunu çizdim. Kızıl ordunun zaferlerini
anlattım. Komuta kadromuz, silahlarımız, haberleşme
yollarımız, askeri taşıt vasıtalarımız, kızılordunuıı donatı
mı üzerine verdiğim bilgiler, özellikle büyük bir ilgi
uyandırdı. İsrarla Kızılordudaki siyasi komiserlerle ilgili
sorular sordular: Komutanlar savaşla ilgili emirler verir
ken, bu siyasi komiserler işi bozmuyorlar mı idi?. Lenin
ve Frunze üzerine de birçok sorular soruldu. Cevaplarım
aslında, genç Sovyetler ülkesinin, yaşantı ve mücadelesi
konulu bir konferans halini aldı.
Şu anda, hatıralarımı yazarken, Mustafa Kemal Paşa,
canlı haliyle gözlerimin önüne gelmektedir. Onun dikkat
li bakışlarını görüyor, anlamadığı bir noktayı açıklamamı
rica ederken, elinin dokunuşunu hissediyorum. Mustafa
Kemal Paşa, kimi zaman Abilov'a da sorular soruyordu.
Onlara bütün anlattıklarımı burada tekrarlamak için
bir zorunluk duymuyorum. Çünkü bunlar, Sovyet okurla
rı için bilinen şeylerdir. Ben özellikle ordudaki politikça
lışmaların büyük önemi üzerinde durdum. Kendilerine,
savaşçının politik eğitim, zafer işini çözemedi,dedim. Kı
zılordunun sevk ve idaresinde, istilacıların, asi çarlık ge
nerallerinin yenilgiye uğratılmasında, Bolşevik Partisinin
ve büyük bir askeri strateji deha&ı olan Lenin'in oynadık
ları rolleri belirttim.
1 05
SİVRİHİSAR KASABASI
1 06
41. TÜMEN KARARGAHI
2. ORDU KARARGAHI
1 07
ayağında postal bulunmadığı gözüme çarptı. Erlerin elbi
seleri de, 4 1 'inci tümene göre, çok daha kötü idi. Birlik
leri denetlerken 4'üncü Kolordu komutanı Kemal Bey'le
ve öteki yüksek rütbeli subaylarla tanıştık.
Biçer istasyonundan, Bağdat demiryolunun bir kolu
n•ın geçtiği Çay mevkiine kadar olan şose, ancak kurak
havalarda otomobillerin geçmesine elverişli idi. Yağmur
lu havalarda bu yol, tam bir bataklık halini alıyordu. Ço
ğunlukla toprak yollardan gitmek zorunda kalıyorduk.
Yollarda kervanlara az rastlıyorduk. Rastladıklarımı
zın uzunluğu ise bir kilometreyi aşıyordu. Uzun bir iple
birbirine bağlanmış olan develer ağır ağır yürüyorlardı.
Develerin hepsine, mermi dolu küfeler yüklenmişti.
Mustafa Kemal Paşa:
- İşte bizim askeri taşıt araçlarımız, dedi. Yunanlıla
rın tam tersi ... İngilizler onları,gereldi olan bütün askeri
taşıt araçları ile donatıyorlar. Ama yine de biz onları ye
niyoruz ve yeneceğiz!
Yollarda hiçbir işaret direği yoktu. gerektiği zaman,
nöbetçiler bize yönümüzü gösteriyorlardı. Yollar, şiddetli
savaşların izlerini taşıyordu. Yunanlıların yakıp yıktığı
birkaç Müslüman köyünden geçtik.
1. ORDU KARARGAHI
1 08
Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, bizi kendi çalışma oda
sında kabul etti. Bildiğime göre, kendisi eskiden Enver
Paşa taraflısı imiş. Ali İhsan Paşa, ince, zarif bir adamdı.
Boyalı bıyıklarile, bir salon generali izlenimini veriyor
du. Dış görünüşüyle zarif, güler yüzlü bir general olması
na rağmen, Ali İhsan Paşa, kendini beğenmiş davranışla
nyle, kurnazlık okunan gözleriyle, kibirli bakışlariyle,
hiç de sempati uyandırmıyordu. Birkaç gün sonra, çok
dikkate değer Çir olay geçti. Birliklerin denetlenmesin
den sonra, oyunlar düzenlendi. Bu sırada, bir er ilerliye
rek, Mustafa Kemal'e hoş geldin anlamında, Arapça ya
zılmış birşeyler okumaya başladı. Ali İhsan, bir kırbaç
vuruşu ile eri uzaklaştırdı. Bu olay kötü bir izlenim bı
raktı. Mustafa Kemal Paşa da bunun farkında oldu. Son
ralan, Ali İhsan Paşa'nın gerici muhalefetle ilişkisi oldu
ğu anlaşıldı. Biz cepheden ayrıldıktan sonra, Mustafa
Kemal Paşa'nın, Ali İhsan'ı Birinci Ordu Komutanlığın
dan uzaklaştırdığını bana söylediler.
Akşam yemeğine bütün subaylar davet edilmişti. Ye
mek, konuşmalar yapılmadan geçiştirildi. Yemekten sonra
Askeri bando bir konser verdi. Subaylar da, milli Türk
çalgılanyle konsere katıldılar. Her misafirin önünde, me
nünün ve konser programının yazılı olduğu bir liste vardı.
BAŞKOMUTANLIK KARARGAHI
1 09
metreyi aşkın, iki yanı ağaçlı yol boyunca, erler dizilmiş
ti. İstasyondaki törenli karşılanmadan sonra, karargaha
uğradık, bizim için hazırlanmış olan eve gittik.
Akşehir, küçük, rahat, yeşillikler içinde bir kasaba.
Karargah, kasabanın en iyi evlerinden birinde olup, bü
tün konforuyla, Avrupa usulünce döşenmişti.
Akşehir Yunanlılar tarafından işgal edilmemişti.
Ama, kenar mahallelerdeki evlerin çoğu, topçu ateşiyle
yıkılmıştı.
Sabahleyin Akşehir mezarlığına gittik. Türk halk hi
civcisi Nasrettin Hoca'nın mezarı da orada bulunmakta
dır. Hocanın mezarı büyük bir saygı görmekte, çevresin
de her zaman bir kalabalık görülmekte, burası bir çeşit
ziyaret yeri sayılmaktadır. Mezarı ziyaretimiz sırasında,
mezarın çevresinde çarşaflı Türk kadınlan, birçok da su
bay bulunuyordu. Subaylar ateşli ateşli konuşuyorlardı.
Mezarın üzerinde, çoğu Nasrettin Hoca'nın fıkrala
rından alınmış birçok yazılar vardı. Bazılarının söyledik
lerine göre, bu mezarda kimse yokmuş. Nasrettin Hoca
bu mezarı kendisi yaptırmış ve öldüğünü etrafa yayarak,
bilinmeyen bir ülkeye çekip gitmiş.
Gece Mustafa Kemal, Nasrettin Hoca'nın serüvenle
riyle, onun padişahların, hocaların, zenginlerin hiyleci
liklerini meydana vuran davranışlariyle ilgili birçok fık
ralar anlattı.
İsmet Paşayı da ziyaret ettik.. Geri kalan zamanımızı,
Mustafa Kemal'in karargahında geçirdik. Akşama doğru,
Rumların bulunduğu bir köye gittik.
Köyde Rum erkekleri çok az kalmıştı. Köy halkının
çoğunluğunu kadınlar teşkil ediyordu. Gelişimiz büyük
1 10
bir ilgi uyandırdı. Bütün köy halkı sokaklara döküldü.
Otomobilimiz, kalabalık bir topluluk tarafından kuşatıldı.
111
Mustafa Kemal Paşa ile dostça konuşmalarımız ara
sında, Türkiye'nin iç durumuna da değindik. Ülkede re
form yapılması gerektiğinden söz ettik. Mustafa Kemal
Paşa, batı cephesi karargahındaki konuşmamız sırasında,
ansızın Sovyetler Birliği'ndeki Bolşevik partisinin rolüne
ve önemine geçti:
- Sizin Rusya'da, mücadeleci, emektar bir işçi sınıfı
var, dedi. Ona dayanmak mümkündür ve dayanmalıdır.
Bizde işçi sınıfı yoktur, köylüye göre ağırlığı çok azdır.
Sizde endüstri gelişmiştir. Bizde ise yok gibidir. Fabrika
larımız, parmakla sayılacak kadar azdır.
Ertesi gün ordu, kuruluşunun ve zaferlerinin yıldö
nümünü kutladı. M.ustafa Kemal adına bir tebrik yazıp
gönderdim. Abilov Yoldaş da aynı şeyi yaptı. Yıldönümü
ile ilgili olarak, Ankara'daki Buhara ve Afganistan tem
silcilerine de bir mesaj gönderdim.
Mustafa Kemal Paşa, Kızılordu adına yazdığı tebrik
mesajı ile cevap verdi. Sonra, Türk Başkomutanlık karar
gahı Genel Kurmay Başkanının, yanımızda okuduğu bir
raporunu dinledik. Kürt liderlerinden birinden bağlılığını
ve Mustafa Kemal Paşa'nın bütün emirlerini yerine getir
meye hazır olduğunu bildiren bir telgraf alınmıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize bu Kürt lideriyle nasıl ta
nıştığını, düşmanını nasıl dost hale getirdiğini ve şimdi
Kürtlük işinde ondan nasıl yararlandığını anlattı. Genel
olarak Mustafa Kemal, nerede olursa olsun, ister Anado
lu 'da göçebe aşiretler, ister Arabist:ın'da bedeviler arasın
da olsun, her yerde, akıllıca davranışlarıyle, bu liderleri
kazanmakta büyük bir başarı göstermiştir.
1 12
1. ORDUNUN GEÇİT RESMİ
1 13
lov'un da tebriklerimizi bildirdi. Bu bir başlangıçtı. Bun
dan sonraki ordu denetlemelerinde, artık Mustafa Ke
mal 'in kendisi erlere nutuklar çekiyor, bizim de konuş
malar yapmamızı rica ediyordu. Bundan sonra Mustafa
Kemal'e 5 7 ' nci, 1 5 'inci ve 2 3 ' üncü tümenler takdim
edildi. Tümenlerin genel görünüşü iyi, ama, kılık kıyafet
leri oldukça karışıktı. Bunların da postalları yoktu. İki tü
menin silahlan Alman, birinin Rus yapısı idi. Üç tüme
nin, topyekı1n, insan sayisı 1 5 bindi. Erlerin yüzleri yor
gundu. Gelişimizi uzun bir süreden beri bekliyorlardı.
Hepsi de törene uzak köylerden gelmişti. Mustafa Kemal
birlikleri dolaştı, onlarla merhabalaştı. Erler hepsi bir
ağızdan ve güvenli bir eda ile ona cevap veriyorlardı: Pi
yade tümenlerinin gerisinde, hafif toplar, dağ toplan ve
ağır toplar olmak üzere, topçu yer almış bulunuyordu.
Denetleme sona erince, birlikler resmi yürüyüşle önü
müzden geçtiler. Bütün bunlar iki saatten fazla sürmüştü.
Geçit resmi bittikten sonra, birlikler hemen oracıkta, ova
da istirahat ettiler.
Geçit resmi bitince, bizi, özel olarak hazırlanmış bir
barakaya götürdüler, çay ve kahve ikram ettiler.
ER OYUNLARI VE .TEMSİL
1 14
kesti. Er oyunlarından ve istirahatten sonra, bizi, 0rdu
karargahına, akşam yemeğine davet ettiler. Yemekte bü
tün yüksek rütbeli subaylar da vardı. Yemek masası bü
yük bir ambarın içine kurulmuş, yeşil otlarla ve Türk
bayraklarıyla süslenmişti. İki orkestra vardı. Biri askeri
bando idi. Ötekisi de Milli Türk müzik aletlerinden ku
rulmuştu. Yemekte, karşılıklı dostça konuşmalar yapıldı.
Yemekten sonra, elektrikle aydınlatılmış ambarda bir
temsil verildi. Elektriği otomobil motorundan elde etmiş
lerdi. Bütün bunlar bana, bizim Kızılordudaki temsilleri
hatırlatıyordu. Erler burada kendilerini daha özgür duy
makta idiler. Bütün temsiller, bugünün konuları üzerine
yazılmış küçük yurtsever nitelikte piyeslerdi. Halkın,
Türkiye'nin bağımsızlığı için yaptığı savaşı öven şiirler
okundu. Bir sıra komik numaralar ve sahneler de vardı.
En sonunda, iki yobazın cahilliğiyle ve aç gözlülüğü ile
alay eden bir piyes oynandı. Bu piyes, çok beğenildi, er
ler arasında bitmez tükenmez gülüşmelere yol açtı. Bu
olay, subayların yobazlığa karşı olan olumsuz tutumunu
çok açık olarak ortaya koymakta idi.
Sonra erler, yurtsever şarkılar söylediler. Mustafa
Kemal'e sevgi gösterileri yapıldı. Önceden uyuşmaya va
rılmadan bir konuşma yapmaktan kaçınarak, biz de, Abi
lov ile birlikte Mustafa Kemal'e dönüp onu alkışladık.
Bu olay, büyük bir heyecanın ve alkış tufanının kopması
na sebep oldu. Eğlenceler, gece yarısına kadar sürdü.
ÖKSÜZ YURDU
1 15
retimiz, beş-altı yaşındaki çocukların sünnet edildiği bir
zamana rastlamıştı. Bizi, çocukların yerlerde yatmakta
oldukları bir odaya aldılar. Çocukların yüzü sararmıştı.
kimisi inliyordu. Bunlar kadere terkedilmiş öksüz çocuk
lardı. Sünnet olmak fırsatını bile bulamamışlardı.
Buradan Çay istasyonuna hareket ettik ve trenle Ak
şehir' e döndük. Yolda, Mustafa Kemal'le konuşmamız
sırasında, tekrar, ordusunda kültürel ve politik çalışmala
rın yokluğu meselesi söz konusu oldu. Biz, Türk ordu
sunda gazete bulunmadığına işaret ettik. Mustafa Kemal
Paşa, bu iş için kendilerinde ödenek olmadığını, hatta su
bay ve erlerin, birkaç aydanberi maaş bile alamadıklarını,
sonra, genel olarak, serbest bir matbaa bulunmadığını da
söyledi ve:
- Bu konuda bize yardım ederseniz, yardımınızı bü
yük bir memnunlukla kabul ederiz, diye ekledi.
Sonra Kurmay Başkanını çağırttı ve orduda, politik,
kültürel bir çalışma için ne kadar paraya ihtiyaç bulundu
ğunu onunla birlikte hesaplamaya koyuldu. Gazete ve
dergi çıkarmak için, hiç değilse iki tane gezici, bir tane
de batı cephesi için büyük matbaaya ihtiyaç vardı. Bir
sinema makinesi de tedarik etmek gerekiyordu. Bütün
bunların yıllık masrafı 1 00 bin lira kadar tutmakta idi.
Bu kadar çok bir paranın bende bulunmadığını, daha
mütevazi bir meblağ, mesela 20 bin lira kadar bir para
verebileceğimi bildirdim.
Harp Akademisi meselesi de görüşüldü. Mustafa
Kemal Paşa, Genel Kurmay'da buna benzerküçük bir ör
güt bulunduğunu, burada subaylara ders verildiğini söy
ledi. Burada, cephede, bir Akademi kurulmasının, İstan-
1 16
bul'a karşı iyi bir gösteri olacağı düşüncesini ileri sür
düm. Bu düşünce Mustafa Kemal'in çok hoşuna gitti, İs
met Paşa'ya bununla ilgili bazı emirler verdi.
Mustafa Kemal Paşa cepheden dönünce, bana, kendi
imzasını taşıyan ve batı cephesi komutanı İsmet Paşa'ya,
bir matbaa kurması için vermeyi vaadettiğim parayı ha
tırlatan bir mektup gönderdi. Mektubu aynen şöyle idi:
1 17
- Nasıl Rus köyü? nereden gelmişler?
- Çok basit. . Sizin Birinci Çar Nikola zamanında di-
ni tarikatlar takip ediliyormuş. Tarikata bağlı olanları,
asıyor, hapse atıyor, sürgüne gönderiyorlarmış. Rus
ya'nın güneyinde de tarikatlar varmış. Çarlık hükümeti
nin takibatından kaçan tarikat mensupları, Romanya'ya,
oradan da Türkiye'ye sığınmışlar. Müslüman Türkiye,
onları barındırmış, kendilerine toprak vermiş.
Cigidiya'da, geniş sokaklar, tahta ve saç kaplı damla
rında, eski kuyularının üzerinde leylekler bulunan, yük
sek damlı güzel köy evleri gördük. İki otomobilin gelişi,
köy halkı arasında bir şaşkınlık yarattı. Halkın çoğu evle
rine saklandı. Köyün tam ortasında durduk. Kocaman kı
zıl sakallı yaşlıca iki köylü yanımıza yaklaştı.
Rusya'dan bir elçinin geldiğini öğrendikleri zaman,
önümüzde saygı ile eğildiler. Onlardan biri, orada toplan
mış olan çocuklara seslenerek: Koşun, babalarınızı bura
ya çağırın! dedi. Bütün köy evlerinden insanlar çıkmaya
başladı Aralarında renkli süslemelerle kaplı bluzlar, bor
dürlü eteklikler giymiş kadınlar da vardı.
Bizi büyük bir köy evine, muhtara götürdüler, oturt
tular. Aramızda, eski Rus şivesi kokan, gerçek Rus dili
ile bir konuşma başladı. Muhtar, burada Rusların çok es
kidenberi oturduğunu bildirdi. Bunlar Nekrasov(*) tari
katına bağlı imişler. . Bunların söylediğine göre, deniz kı
yısı köylerinde yerleşen daha başka Ruslar da varmış.
(*) Nekrasov Tarikatı: Don ve Kuban kazakları arasında yaygın bir tari
kattı. Bulavin isyanının (1 708) bastınlışından sonra, tarikat mensuplan lgnati
Nekrasov'un başkanlığında, Kuban'a, 1 827 yılında da Türkiye'ye göç etıniş
lerdir. Puşkin'in "Kırcalı" hikayesinde bu tarikattan söz edilir. S.1. Aralov.
1 18
Bunlar balıkçılıkla geçiniyorlarmış. Türkler bunlara kötü
davranmıyorlarmış. Nekrasovcular, bütün Rus gelenek ve
göreneklerini korumuşlar. Köy kızlarından yalnız bir ta
nesi, bir Müslümanla evlenerek köyden gitmiş ..
Bütün Cigidiya köylüleri dinde eski düzen taraflısı
idi. Rusçayı Türkçeden iyi bilmekle beraber Rusya'yı ha
tırlamıyorlardı. Rus biçimi giyiniyor, sakallarını kesmi
yorlardı. Babalan ve dedeleri Kuban'lı, Don'lu, ya da ço
ğunlukla Samara'lı idi. Bazıları kendilerine Nekrasov'cu
diyorlardı. Yalnız eski Rus yazısını biliyorlardı. İçlerinde,
şimdiki Rus alfabesini bilenler çok azdı. Köyde, eski
İkonlarla süslü bir tekke ile, çok eski devirlerden kalma,
olağanüstü değerleri olan İkon'lann bulunduğu küçük bir
kilise vardı. Kilisede dinsel törenleri, seçimle iş başına
gelen Klim Yakovlev adlı bir papaz idare etmekte idi. O
sıralarda köyde 60 kadar ev vardı.
Nekrasovcular, Sovyet Rusya'daki yaşayış düzeni
üzerine birçok sorular sordular. Rusya'ya dönmek isteği
ni gösterdiler.
Köyde enteresan bir olay geçti. Sokağa çıktığımız
zaman bizim Askeri Ateşe, köylülerle birlikte bir fotoğ
raf çekmeyi teklif etti. Fotoğraf makinesini hazırladı. İşte
bu sırada bütün köy kadınlan "çekiyor;. Çekiyor;" diye
bir çığlık atarak çil yavrusu gibi dağıldılar. Onlar, hiçbir
zaman, ne bir fotoğraf makinesi, ne de bir fotoğraf gör
müşlerdi. Askeri Ateşe Zvonaryev' in bir borudan baktı
ğını ve elleriyle birşeyler yaptığını görünce, onları bu üç
ayaklı araca çekeceğini sanmışlar. .
Nekrasov'cular, XVIII'inci yüzyıl başlarındaki göre
nek ve geleneklere göre yaşıyorlardı. Okulda öğrenim
1 19
Zebur üzerinden yapılıyordu. Çocuklar, sırtında, uzun si
yah bir kaftan olan öğretmenin söylediklerini, bir ağız
dan, koro halinde tekrarlıyorlardı. Öğretmenleri gözleri
ni kitaplardan ayırmaya izin vermediği halde, şeytan ba
kışlı çocuklar, bize büyük bir ilgi ile bakıyorlardı.
Konuştuklarımızın anlattıklarına göre, köylülerden
bazıları, adamakıllı rakı içiyorlarmış. Şimdi artık Nekra
sov' cular Türk uyrukludurlar. Gençler Türk ordusunda
askerliklerini yapıyorlar. Buraya ilk yerleştikleri zaman
toprakları pek çokmuş, ama zamanla, topraklarını ellerin
den almışlar. . . Cıvarlannda bulunan göçebe aşiretler, as
ker kaçakları sık sık köylerine saldırır, mallarını ellerin
den alırlarmış. Padişahlık zamanında, birçok atları, ara
baları, salma olarak ordu için alınmış. Bütün bunlar, köy
de oldukça ağır bir durum yaratmış . . Böylece Nekra
sov'cularda şiddetli bir yurda dönmek isteği uyanmış. Bi
zim köye gelişimiz, Nekrasov'cularda, bu isteğin gerçek
leşebileceği umudunu uyandırdı.
Bir süre sonra Elçiliğe, Rusya'ya dönme meselesini
görüşmek üzere, köyce seçilmiş bir heyet geldi. Sovyet
hükümeti Nekrasov'cuların yurda dönmelerine izin verdi.
Onlara Kuban'da toprak dağıtıldı. Ancak varlıklı köylü
lerden küçük bir azınlık Türkiye'de kaldı.
1 20
refine kadeh kaldırılmasını teklif ettiler. Ben de Mustafa
Kemal Paşa, Türk ordusu ve İsmet Paşa şerefine kadeh
kaldırılmasını teklif ettim.
Geceyi yine Mustafa Kemal Paşa'da geçirdik. Yusuf
Kemal Bey ' in Avrupa'dan Ankara'ya döndüğü haberi
alındı. İtilaf devletlerinin Türkiye'ye yaptıkları yeni bir
teklifin metni Ankara'dan geldi. Bu yeni barış teklifi
Sevre andlaşması ruhuna uygundu. Mustafa Kemal Paşa,
bu yeni teklif metnini, benimle Abilov'a verdi:
- İlkin silah bırakışması (mütareke) üzerine olan tek
life genel bir cevap veririz, dedi, sonra da bu kürek mah
kumiyeti teklifine cevap veririz.
Konuşma sırasında, Türk ordusunun kuruluş yıldönü
mü ile ilgili olarak Buhara ve Afganistan elçiliklerinden bi
rer tebrik telgrafı geldi. Afgan elçisinin tebriki Pan-İsla
mizm ruhunda yazılmış olup, "Bütün Müslüman halkları
adına" ve "Hıristiyan kafirlere karşı son savaş" gibi cümle
leri taşımakta idi. Bu tebrik telgrafı Mustafa Kemal'in ho
şuna gitmedi, geri çevirmek istedi. Biz kendisine, bunu, kı
saltılmış bir halde gazetelere vermesini söyledik, ama, biraz
geç kalmıştık. Çünkü tebrik, bütünüyle gazetelerde çıktı.
12 ı
Mustafa Kemal, bu konuşmasında, iyi bir biçimde
gelişen Türk-Rus ilişkilerinden ve Sovyet hükümetinin
Türk ordusuna yaptığı yardımlardan birçok defalar söz
etti. Bu arada:
- Yunanlılarla itilaf devletlerinin silah bırakışması
(mütareke) üzerinde böylesine israr etmeleri, Türk ordu
sunun başarılarının bi::- belirtisidir, dedi. İnönü'de ve Sa
karya'da kazandığımız zaferler, yeni Milli Türkiye'nin
gücünü göstermektedir. Cephe gerisinde -kuzeyde ve do
ğuda- hüküm süren sükunet, tamamıyle Sovyetler Birli
ği 'nin dostluğu ile onun, hiçbir çıkar gözetmeden cö
mertçe yardımlarıyla sağlanmıştır. Bunlar bizim, daya
nıklılık ve güç kaynaklarımızdır. Tabii bu, İngiltere ile
öteki emperyalist devletlerin hiç de hoşuna gitmiyor. On
lar Rusya ile aramızı bozmak için birçok defalar ajanları
nı aramıza sokmuşlardır. Ancak bu emellerine hiçbir za
man erişemiyeceklerdir. Bizim özgürlüğümüz ve gücü
müz Sovyetler Birliği'ne bağlıdır. Bunu daima hatırlama
mız gerekir. İngiltere, Yunanlıların tam bir bozguna uğra
malarından korkuyor. Lord Curzon, herşey olup bitme
den, bizi, Yunanlılarla bir silah bırakışması anlaşmasına
kandırmaya çalışıyor. Hatta daha ileri giderek, Anado
lu'nun işgal altındaki öteki bölgelerini boşaltmayı bile
vaadediyor. Ama biz, yurdumuzun her bölgesindeki düş
manlarımızı boğacağız. Bütün ülkenin, bütün milletin
başlıca ödevi olduğu gibi, bizim de başlıca ödevimiz, he
nüz Türk topraklarında bulunan düşmanlarımızı, elde si
lah, mahvetmek, yurdumuzdan kovmaktır.
Mustafa Kemal Paşa, sözlerine devam ederek:
- Bazı düşman ve zayıf kişiler, paniğe kapılarak, gü-
1 22
ya ordumuzun taarruz kabiliyetinden yoksun olduğunu ,
taarruz edemiyeceğini söylüyorlar. Ama biz, Türk ordu
sunun güçlü olduğunu ve düşmanı yeneceğini biliyoruz.
Biz bunu İnönü'de, Sakarya'da gösterdik. Türk ordusu
nun ilerde özgürlüğümüzü savunmaya yeterli olduğunu
göstereceğiz.
Mustafa Kemal Paşa, milli teşkilatı güçlendirmek
için bütün ülkede, büyük bir enerji ile çalışıldığını söyle
di. ama İstanbul'da "Padişah hükümeti ve onun yardakçı
ları, ahlaksızlıklarıyla, çapulculuklarıyla, milli zenginliği
çalmalarıyla ün almış, insan cinsinin seyrek rastlanır ör
nekleridir. Bunlar, kirli işleriyle milleti bölmek ve onu
yırtıcı emperyalistlı:rin dişleri arasına atmak istiyorlar" .
Bunlar Mustafa Kemal' in kendi sözleridir.
Mustafa Kemal, sözlerine devam ederek:
- İstanbul hükümetinin nazırları (Bakanlar) satılık
kişiler, dedi. Onlar, İngiliz sterlininin, Amerikan doları
nın hatırı için milli bağımsızlığımızı satmaya hazırdırlar.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu meşhur konuşmasını,
çok sakin ve kendine güvenir bir eda ile yapmış ama,
millet düşmanlarına ve özellikle İngiliz emperyalistlerine
karşı ağır deyimler kullanmaktan çekinmemişti.
Cepheden ayrıldıktan sonra piyade kolordusu komu
tam Kazım Paşa'yı da ziyaret ettik. Kazım Paşa, bizi bü
yük bir sevinçle karşıladı ve ordu içindeki çalışmalarım
anlattı.
- Orduyu kurarken büyük güçlüklerle karşılaştık, de
di. Ortada dağınık, parça buçuk birliklerden başka birşey
yoktu. Bu konuda Mustafa Kemal Paşa'nın hakkını ver
mek gerekir. Başlarında Mustafa Kemal Paşa olduğu hal-
1 23
de bizim subay grubumuzun, istilacıları ülkemizden ko
vacaklarına, halkın tam bir bağımsızlığını ve Türki
ye'nin milli sınırlan içinde bütünlüğünü sağlıyacaklan
na bir çokları inanmıyordu. Biz ise, bağımsız bir Türki
ye'nin yaratılışında, hiç kimsenin engel olamıyacağına
inanıyorduk..
1 24
Yunanlıları yeniyoruz. İngiliz emperyalistleri bizi yok et
mek istiyorlar, ama bunu başaramıyacaklardır. Türk halkı
ve Türk ordusu, kendi bağımsızlığı için savaşa girişmiş
bulunuyor ve düşmanlarını, kendi kutsal topraklarından
atacaktır. Sovyetler Birliği'nin elçisi de burada, bizimle
birlikte bulunuyor. Kendisinden birkaç söz söylemesini
rica ediyoruz.
Eğerin üstünde, binicilik kurallarına göre doğru otu
rup oturmadığımı bilmiyorum. Ama, atım rahat duruyor
du. Bütün gözler bana dönmüştü. Yanımda Abilov vardı.
- Yiğit ve soylu erler, diye söze başladım, size Kızı
lordu erlerinin selamını getirdim.
Mustafa Kemal Paşa, Fahri Paşa'ya birşeyler söyle
di. O da elini salladı. Bunun üzerine Türk suvarileri, Kı
zılordu şerefine " çok yaşa" diye bağırdılar. Ben sözüme
devam ettim:
- Gazi Mustafa Kemal Paşa'nız, Rus askerlerinin ve
Rus halkının, kendi yurdundan 1 4 ülkenin emperyalist
lerini, bu arada, Yunanlıları da Ukrayna'dan attığını ve
kendi yurdunu kurtardığını söyledi. Rus işçi ve köylüsü
nü iktidarı ellerine alarak yeni bir devlet kurmaktadırlar.
Sevgili dostlarım, sizin de yeni Türkiye'nin düşmanlarını
yenmenizi, aziz yurdunuzu kurtarmanızı, İzmir ve İstan
bul şehirlerini geri almanızı dilerim. Kızılordu, soylu
davranışınızla sizin de orduya ve bağımsız Türkiye'ye
şeref kazandıracağınıza inanmaktadır.
Konuşmam yeniden "Yaşa" sözleriyle kesildi. Fahri
Paşa, selamlarının general Budyonni ' ye iletilmesini rica
etti.
Geçit resminden sonra, Kolordu komutanı bir öğle
125
yemeği verdi. Sonra biz trenle Konya'ya hareket ettik.
İsmet Paşa ile candan vedalaştık. Paşa, ceph�den fazla
uzaklaşmamak geleneğine sadık kalarak, bütün ricaları
mıza rağmen, bizimle birlikte Konya'ya gelmeye razı ol
madı.
KONYA'YA GELİŞ
1 26
Mustafa Kemal'in özel koruyucusu olan Lazlar, yolu aç
mak, kalabalığı dağıtmak istediler. Ama Mustafa Kemal,
buna itiraz etti. Alkış sesleri ve "Yaşasın Mustafa Kemal
Paşa" haykırışları dinmiyordu.
Bizi arabaya bindirdiler, zorlukla yol alabiliyorduk.
Çünkü, istasyon caddesi de halkla dolu idi. Halk uzun bir
süre dağılmadı. Bize ayrılan binaya geçtikten sonra, ıs
rarla Mustafa Kemal'in çıkıp görünmesini istediler. Mus
tafa Kemal çıkıp birkaç söz söyledi. Paşa'nın bu sözleri
sevinçle karşılandı. Bana da, Sovyet Rusya'nın selamla
rını ve Türkiye'ye başarı ve bağımsızlık dileklerini ilet
mem fırsatını verdi. Abilov yoldaş da konuştu. Konuşma
larımızda, şimdiki Türk hükümetiyle itilaf devletlerinin
elinde bir oyuncak olan eski padişah hükümeti arasındaki
farkları belirttik. Konuşmalarımız sıcak bir ilgi ile karşı
landı.
Akşam yemeğinden sonra, Gazi Mustafa Kemal Pa
şa 'ya ve Sovyet elçisine hoş geldiniz demek üzere, sivil
asker birçok kişi geldi. Mustafa Kemal Paşa, itilaf dev
letlerinin tafsilatlı olarak iki notasını hektoğraf ile bastır
dı ve bir süre sonra, notalar üzerine ne düşündüklerini
söylemek üzere bizi ziyarete gelen sivil ve askeri büyük
lere verdi.
MEDRESELER
1 27
rek Mustafa Kemal Paşa'yı selamlıyorlardı. Bunların
içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Ke
mal Paşa'dan, Medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu
zat, aynca, medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını
da istirham etti.
Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu
belli oluyordu. Ama, medrese öğrencilerinin askere alın
mamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve
yüksek bir sesle, sertçe:
- Ne o, dedi. Yoksa sizin için medrese, Yunanlıları
mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı
değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi ço
cukları cephelerde döğüşür, yurt için canlarım feda eder
ken, siz burada, genç, sapasağlam delikanlıları besiye
çekmişsiniz!
Mustafa Kemal konuştukça, gözleri daha korkunç
bir hal alıyordu:
- Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın
emir vereceğim!
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı ke
sildi, yabancıların yanında hükümet başkam onları payla
mıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:
- Haydi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapıla
cak bir şey kalmadı. Ve şöyle, isteksizce bir selam vere
rek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatış
madı:
- Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım!
Her şeyden önce onları mail dayanaklarından, vakıflar-
128
dan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir par
çası,nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu
topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu
köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son verece
ğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.
Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gör
düğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17
bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu
demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin as
kere alınmadıklarını sormam üzerine, Mustafa Kemal,
bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş ol
duğunu söyledi. Bu inkılapçı adım, subaylar arasında bü
yük bir sevinç yaratmış ve bu olay, son günlerin en çok
üzerinde durulan konusu haline gelmişti.
NALBANTLIK OKULU
1 29
Okul binası nal biçiminde idi. okulun içinde birkaç
nalbantlık atelyesi kurulmuştu. Okul öğrencilerinin ço
ğunluğunu cepheden getirilmiş erler teşkil ediyordu. Öğ
renciler arasında Yunanlıların işgal ettikleri bölgelerden
getirilmiş öksüz çocuklar da vardı. Okulun duvarları şu
dövizlerle örtülmüştü: "Çalışanları Tanrı sever! " , "Çalış
mak ibadettir! " , "İlkin çekiç ve alın teri, sonra eğlence",
"İşçinin teri kutsaldır."
Okulun avlusunda bizim için bir baraka kurulmuştu.
Mustafa Kemal Paşa'mn, benim ve Abilov'un önüne süs
lü masalar konmuştu. İlk konuşmayı yapan okul müdürü
bir yüzbaşı oldu. Yüzbaşı, konuşmasında, okulun ordu
için, özellikle, ordunun süvari birlikleri için bilgili, tecrü
beli nalbantlar yetiştirdiğini söyledi. Bugün, ilk defa ola
rak otuz öğrenci mezun oluyordu.
Daha sonra, batı cephesi levazım müdürü Kazım
Bey konuştu. Kazım Bey, Menşevikler zamanında Türki
ye'nin Cürcistan elçiliğini yapmıştı. Kazım Bey, ordu le
vazımınca kurulan okulun tarihçesinden söz etti ve okula
şeref veren misafirlere teşekkür etti.
Sonra Mustafa Kemal söz aldı. Mustafa Kemal eski
Türkiye ile yeni Türkiye arasındaki derin ayrımlardan
söz etti, eski Padişah idaresinin emeği küçümsediğini,
her şeyi hazır olarak batıdan aldığını, halkta çalışma sev
gisini geliştirmeyi süfli bir iş saydığını anlattı. Misal ola
rak da, Osmanlı padişahlarından birinin, atını, Türk nal
bandının değil de, Avusturyalı bir nalbandın nallamasını
istediğini söyledi.
Okul görüldükten sonra, söz bana, daha sonra da
Abilov'a verildi. Konuşmamda nalbantlık okulunun, ha-
1 30
ğımsızlığını işleyen ve itilaf devletlerine boyun eğmeyen
yeni Türkiye'yi semboti.ze ettiğini söyledim. Daha sonra
diplomaların verilmesine geçildi. Bu işi yapmaya biz
çağrıldık. Bizim Sovyet geleneklerine göre, her diploma
sahibine diplomasını verirken birkaç söz söylüyordum.
Öğrencilerden birine: " Senin nalladığın at, soylu. Türk
ordu ile birlikte İstanbul giren at olsun! " dileğinde bu
lundum. Bir başka öğrenciye de "Güzel nallanmış hızlı
atın, İzmir'e girne ilk at olsun! " dileğini tekrarladım. Bu
sözlerim herkesin çok hoşuna gitti ve çabucak bütün şeh
re yayıldı.
131
yorlardı. Bize, imalatta bir örnek olarak kullanılmak üzere,
Kazım Karabekir tarafından gönderilen bir Rus kılıcı gös
terdiler. Tabii, her şey çok ilkel olarak yapılmakta idi. oto
mobil parkında, Almanlar tarafından bırakılmış veya atıl
mış otomobiller duruyordu. Bunların en gerekli bölümleri
ni alıyorlardı. Yine burada, şoför okulu da bulunuyordu.
1 32
Mustafa Kemal Paşa'dan bu öğrenciye, " şu anda
Türkiye'nin sahibi kimdir?" diye sorulmasına müsaade
etmelerini rica ettim. Çocuğun ağzından birden bire "Pa
dişah ! " sözü çıkıverdi. Çocuk orada bulunanların yüzün
de bir şaşkınlık görünce, anlamsız bazı sözler geveledi.
Mustafa Kemal öfkelendi. Çocuklara " arapça saçmalar"
öğretecek yerde, Türkiye'nin bugünkü gerçek durumunu
öğretmenin gerektiğini söyleyerek okuldan ayrıldı. Başka
okullarda buna benzer bir olayla karşılaşmadığımızı söy
lemek doğru olur.
KADINLARIN DURUMU
MEVLEVİ TARİKATI
1 33
tarikat Türkiye'de 700 yıl önce ortaya çıkmıştır. Tarikatın
kurucusu, 1 207- 1 273 yıllan arasında yaşayan Celaleddin
Rumi'dir. Konya'da bu tarikata bağlı 300 kişi kadar var
dır. Bunlar, siyah ipekli cübbeler ve kahve rengi külahlar
giyiyorlardı. Mevleviler daha çok halkın zengin çevrele
rine bağlı kişilerdi. 1 92 1 yılında Mustafa Kemal'e karşı
olan ayaklanmaya bunlar da katılmışlardı. Mevlevi ayin
lerine kadınlar da katılırdı. Konya'daki Mevlevi Tekkesi
çok güzeldir. Bu tekkenin bir kafesle ayrılan bölümünde,
Mevlana Celaleddin Rumi 'nin mezarı da bulunmaktadır.
Mevlana'nın mezarını teşkil eden sanduka, altın işlemeli
zengin örtülerle örtülüdür.
Tekkenin öbür bölümünde, ayinler yapılmaktadır.
Uygunsuz bir zamana rastlamasına rağmen, · bizim için
özel bir ayin yapıldı. Celaleddin Rumi'nin mezarı önün
de taganni edildikten sonra, 1 3 Mevlevi ortaya çıkarak
rübap, ney ve deflerin hazin ahengi altında ağır adımlarla
mezarın etrafını dolaştılar. Sonra cübbelerini çıkararak,
ortaya çıktılar ve daha neşeli nağmeler altında raksa baş
ladılar. Bu raks aralıksız olarak yanın saat sürdü.
Daha sonra Selçuklular devrinden kalma eski camiye
gittik. Bu olağanüstü güzel yapıt, savaşlardan zarar gör
müş olup hemen hemen harap bir halde idi. O zamanlar
bunu onarmaya hazırlanıyorlardı. İkinci bir cami ise aske
ri depo haline getirilmişti. Genel olarak bina kıtlığı yü
zünden bazı camiler, depo olarak kullanılmakta idi. Cami
lerden biri, subay hazırlama kursu olarak kullanılıyordu.
1 34
bulunduk. Programda bir perdelik çocuk piyesi "Avcı" ,
Çanakkale'nin İngilizlere karşı savunulmasını canlandı
ran üç perdelik piyes, yurt üzerine şiirler, Yunan zulmünü
anlatan " Bursa Faciası" adlı piyes. Bu piyeste;; aşın bir
şovenlik bulunduğu için, Mustafa Kemal bunu beğenme
di. Piyeste kendisi övüldüğü halde, Mustafa Kemal, tem
sili hazırlayanlara çıkıştı.
135
Bu konuşma sırasında Mustafa Kemal'in gözleri bir
iyilik ve şefkat pırıltısıyla tutuştu. Kendisine soru soranı
dostça elinden tutuyor, yalın, inandırıcı sözlerle ayrıntılı
cevaplar veriyordu. Biriken kalabalık bizi tepeden tırnağa
kadar süzüyor, hatta herkes gibi bir insan olup olmadığı
mızı anlamak istiyormuş gibi, elleriyle bizi yokluyordu.
Mustafa Kemal Paşa gülümseyerek:
- Sovyet insanları üzerine, sık sık, saçma sapan şey
ler söylüyorlar.. İşte görünüz, onlar burada, sizinle konu
şuyorlar, yalnız bir başka dilde. Ama biz, yanın yamalak
sözlerle de birbirimizin ne demek istediğimizi anlıyoruz.
Çünkü amacımız birdir: sırtımıza binmiş olan emperya
listleri atmak!
Bu çok güzel bir konuşma idi. Türkiye tarihinde ilk
defa olarak bir devlet başkanı açıkça ve yalın bir dille, halkı
ilgilendiren hayati meseleler üzerine, halkla konuşuyordu.
Konya'yı ziyaretimizin resmi bölümü bununla sona
erdi ve biz kendi başımıza buyruk kaldık. Hemen hemen
bütün gün şehirde dolaştık. Tüccarlar bizi dükkanlarına
davet ediyor; çay, kahve ikram ediyor, Rusya üzerine so
rular soruyorlardı.
Konya, Ankara 'dan daha büyük ve daha geniş cadde
leri ve bulvarı olan, evleri kargir bir şehir. Şehirde Nuh-u
Nebi'den kalma tek atlı dekovil var. Halk, sayılan çok
olan medreselerin, hocaların etkisiyle, Ankara'ya göre,
daha tutucu.
Mustafa Kemal, Konya yobazlarına çok kızıyor ve
öfkeli öfkeli:
- Konya yobazları salt çıkarları bozulmasın diye, İn
gilizlere bağlanmaya, Türk halkını satmaya, "kafirlere"
boyun eğmeye hazır... diyordu.
136
MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE ÖNEMLİ
BİR KONUŞMA
1 37
unutmayacaktır. Askeri hesaplar ve taarruz bakımından
kaynaklarımızı bilmemiz çok önemlidir. Yardımlarınız
hiçbir çıkara dayanmadığı için, Sovyet halkına, hüküme
tine ve Lenin'e değer veriyoruz. Siz bizden boyun eğme
mizi, siyasi bağlılıklar beklemiyorsunuz."
1 922 yılı Nisan'ında geçen Konya'daki konuşmaları
mız sırasında Mustafa Kemal, Frunze ile görüşmüş oldu
ğu, 1 O milyonun gönderilmesi meselesini Moskova'ya
hatırlatmamı benden rica etti.
Mustafa Kemal Paşa'nın rica ettiği şeylerin bir çoğu
gönderilmiş ve Türk ordusuna verilmişti. (*)
Türkiye ile karşılıklı ilişkilerimizin temelinde yatan
ortaklaşa amaç, emperyalizmle savaş ve Türkiye'nin sö
mürgecilerin boyunduruğundan kurtarılmasıdır. Başında
Gazi Mustafa Kemal bulunan Türk hükümeti, Sovyetler
Birliği ile olan dostluğu, yeni Türkiye'nin milli emellerine
erişmek için büyük bir manevi destek olarak saymakta idi.
138
Subaylar, Padişah-Halifenin ihanetini, önceleri belli
belirsiz anladıklarını, ama kökleşmiş gelenekler yüzün
den padişahsız, dini bir baş olan Halifesiz bir Türkiye
olabileceğini akıllarının bir türlü almadığını anlatıyorlar
dı. İngiltere ile öteki büyük devletleri gücendirmek de
onları korkutuyordu.
Mustafa Kemal harekete geçtiği zaman, millet düşman
ları, kurtuluş ordusunu çökertmek, subaylar arasında kuşku
uyandırmak için, kendi ajanlarını göndermişlerdi. ama Mus
tafa Kemal'in büyük bir Türk olduğu meydana çıktı. Musta
fa Kemal İngiltere'den, Yunanlılardan korkmak için bir sebep
olmadığını, bunlarla mutlaka savaşmak gerektiğini anlamıştı.
Başarıya ulaşmak için milletin birleşmesine ihtiyaç vardı.
Subaylar, Mustafa Kemal' in her subayın, her erin,
disiplinli, cesur ve ilerisini gören bir insan olmasını iste
diğini anlatıyorlardı. Mustafa Kemal her zaman, ülkede
olup bitenler üzerine subaylara bilgi veriyordu.
Yine subaylarla yaptığım konuşmalardan, Rusya
üzerine, proleter inkılabı üzerine ilk defa onların dikkati
ni çekenin Mustafa Kemal olduğu meydana çıkmaktadır.
Mustafa Kemal, yeni Rusya'dan korkmamak gerektiğine
yeni Rusya'nın hiçbir çıkar gözetmeden Türkiye'ye yar
dım ettiğine, Türkiye'nin dostu olduğuna onları inandır
maya ısrarla çalışmıştır.
Genellikle cephedekilerin savaş morali, milli kurtu
luş ülküsüyle, istila ordularıyla savaşmak gerektiği kesin
inancıyla dolu olarak, yüksekti. Subaylar, padişahın
önünde yerlerde sürünmekle, emperyalistlerden merha
met dilenmekle, Türkiye'nin çıkarlarının kurtulabileceği
ne inanan Türkleri şiddetle suçluyorlardı.
1 39
Cephedeki subaylar, bu çeşit insanların idealden yok
sun, korkak ve hain olduğunu birçok sefer söylemişlerdir.
Subaylardan biri, bir subay toplantısında Mustafa
Kemal'in söylediği sözleri hatırlattı. Mustafa Kemal, o
zaman, Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı Wilson'un va
atleriyle ve onun 1 4 prensibiyle gerçekler arasında derin
aykırılıklar bulunduğuna işaret etmişti.
- Wilson prensiplerinin 1 2'nci maddesi Türkiye'nin
egemenliğini güven altına almıştı. - Mustafa Kemal soruyor
- Peki ne oldu? İngiltere Musul ile İstanbul'u; Fransızlar
Adana'yı, Urfa'yı ve diğer bölgeleri; İtalyanlar Antalya'yı,
Yunanlılar İzmir'i işgal ettiler. Emperyalistler Maraş'ta hal
kı kılıçtan geçirdiler, bu eski Müslüman şehrini yıkıp yaktı
lar ve hiç suçu olmayan binlerce insanı öldürdüler.
Birgün subaylarla yaptığım konuşmalar sırasında
içeriye Mustafa Kemal Paşa girdi. Bir kenara oturup ko
nuşmaları dinlemeye başladı. Subayların sözlerinden
hoşnut kaldığı belli idi. Sonra bana şunları söyledi:
- Subayların ne söylediklerini duydunuz ya? Onlarm
hepsi de milletin birliği büyük idealini benimsemiş, inkı
lapçı eğilim taşıyan, emperyalistlere karşı kişilerdir. Em
peryalistlerin temsilcilerine karşı yapılan savaşı herkes
benimsemiş bulunuyor. Bu, haklı bir savaştır. Bu savaş,
Türk halkını emperyalist boyunduruğundan kurtaracaktır.
1 40
giler vermiş, Türk ordusunda buna benzer bir teşkilat
kurmak mümkün olup olmadığını kendisine sormuştum.
Mustafa Kemal Paşa Türk ordusunda, milli sınırlar
içinde Türkiye'nin bağımsızlığını savunmak politik pren
sibinin egemen olduğu cevabını verdi. Türk hükümeti,
ülkeyi emperyalistlere, hainlere karşı savunmaktadır, or
du da böyle bir hükümete boyun eğmek zorundadır.
Mustafa Kemal Paşa, düşüncelerini şöyle açıkladı:
- Sizin Rusya'da durum başka türlü idi. Generaller ve
subaylar, çoğunlukla Çarlık hükümetinden, sonra da Ke
renski'den yana idi. Er kitlesi ve subayların küçük bir bö
lümü ise Bolşeviklerden yana idi. Türkiye'de durum baş
ka türlüdür. Türk ordusu bütünüyle milli bağımsızlık ül
küsüne sadık, inkılapçı, disiplinli bir ordudur. Ordunun
başında bulunan bizler politika ile uğraşıyoruz. Bizim po
litikamız nedir? Her şeyden önce tümenlerin, kolorduların
başına, sadık, namuslu, dürüst komutanlar getirmektir. Si
zin gibi biz de onları kontrol ederiz. Genç subay kadrosu
nu ve erleri, biz büyüklerin güttüğü milli ruhta eğitiriz.
Bizim erlerimiz niçin savaştıklarını bilirler. Sizinle birlik
te birkaç piyade tümenini, suvari kolordusunu dolaştık.
Bunlardaki disiplini fark ettiğinize eminim. Sizin ve Abi
lov yoldaşın konuşmalarınıza çok memnun olduk. Subay
ların, hükümetin ve yüksek komuta heyetinin çalışmaları
na aykırı bir politika gütmemelerine çok dikkat ederiz.
Mustafa Kemal, sonuç olarak:
- Ordumuz politika dışında (a politik) değildir, dedi.
KÜRT MESELESİ
141
gerektiğini birçok seferler söylemiştir. Eskiden padişah
ların idaresinde bulunan Suriye, Mısır gibi ülkeler, şimdi
bağımsızlıklarına kavuşmuş bulunuyorlar. Türkiye hiçbir
zaman bu ülkelerin özgürlüğüne kasdetmeyecektir. tam
tersine, Sovyetler Birliği bize nasıl yardım ediyorsa Tür
kiye de onlara öyle yardım etmek zorundadır. Türkiye
İranla dostluk ilişkileri içindedir.
Mustafa Kemal, sık sık Kürt meselesi üzerinde dur
muştur. Rumye gölü çevresinde yaşayan Kürtler, Türkiye
ile birlikte hareket etmek isteğini göstermişlerdi. Onların
silahlan, paralan vardı. İngiliz emperyalizmine karşı ha-
. rekete geçmeye hazırdılar. Mustafa Kemal:
- Kürt meselesi, karışık, çetin bir meseledir demişti.
Şunu dikkate almalısınız ki: Kürdistan, petrol, bakır, kö
mür, demir ve daha başka madenler bakımından zengin
bir ülkedir. Başta, başlıca düşmanımız İngiltere olmak
üzere birçokları Kürdistana göz koymuş bulunuyorlar.
Burada stratejinin, İran'a, Kafkasya'ya, Irak'a giden tica
ret yollarının da etkisi vardır. İngiltere, Kürtler' in iki
devlete ait olmasından faydalanmakta, bunu da bir koz
olarak kullanmaktadır. İngiltere, kendi egemenliği altında
bir Kürt devleti kurmak ve bu sayede, İran'a, kafkas
ya'ya kumanda etmek istemektedir. İngiltere eskidenberi
Kürt liderlerini satın almaktadır. Şimdi Kürt liderleri bö
lünmüş bulunuyor. Kimisi İran'a, kimisi İngiltere'ye, ki
misi de bize bağlıdır. İngiliz ajanları Wool Noel ve baş
kaları Kürdistan' ın bağımsızlığından dem vurmaktadır
lar. Süleymaniye'de İngilizler Şeyh Mahmud'u, Türki
ye'ye karşı harekete geçmeye zorlamışlardır.
Mustafa Kemal, Sıvas Kongresi sıralarında, İngiliz
ler'in padişaha bağlı hainlerle birlikte, bu kongreyi başa
rısızlığa uğratmak ve kongre delegelerini tutuklamak
1 42
için, nasıl Kürtler'i ayaklandırdıklarını hatırlattı. Mustafa
Kemal, gülümseyerek:
- Biz Türkler borç altında kalmayız, dedi. Güneyde
Kürtler' e, İngilizler' e karşı baş kaldırmaları için yardım
ettik. Hain Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın İngilizler'le
bir anlaşmaya vardığını ve bu anlaşma gereğince, Kürdis
tan 'ın Türkiye'den ayrılmasını kabul ettiğini herhalde bili
yorsunuzdur. Bu anlaşma Fransız gazetelerinde yayımlan
dı. Bu anlaşmanın imzalanıp imzalanmadığını bilmiyo
rum. Padişahla Damat Ferid'in, vicdanlarının elvermedi
ğini sanmıyorum. Çünkü onlarda ne vicdan, ne de memle
ket sevgisi var. Ama, Uluslararası durum ve bizim zafer
lerimiz İngilizleri böyle bir andlaşmayı imzalamaktan ala
koydu. Sonra, Fransa da bu andlaşmayı protesto ederdi.
1 43
saretlendirmek için, moral yardımı anlamında olmak
üzere Musul'a küçük bir birlik gönderdik.
Mustafa Kemal, İngilizlerin bağdat'ta kurdukları satı
lık hükümeti her ne bahasına olursa olsun devirmeleri için,
Arap toplum adamlarına bir mesaj gönderdiğini bildirdi.
Mustafa Kemal, kendi söylediğine göre, Arap ülke
lerine yardımı, bunların Türkiye'ye dönüşü biçiminde
değil, onların emperyalist boyunduruğundan kurtuluşu
olarak anlıyordu. Mustafa Kemal, Arap ülkelerinin, İngi
liz ve Fransız emperyalistlerinin sadakalarını almalarını
önlemek, bağımsızlık ve özgürlüklerini elde etmelerini
sağlamak için onlara yardım etmeye çalışıyorduk.
Mustafa IÇemal:
- Biz Türkler, Milli Misakımızda, Arap ülkelerine sa
hip olmaktan vazgeçtik, diye işaret etti. Araplar, kendi alın
yazılarını kendileri belirtebilirler ve belirtmelidirler. Sıvas
Kongresi 'nde Pan-Türkizm, Pan-İslamizm, Otomanizın
konularında tartışmalar oldu. Bu modası geçmiş prensiple
rin taraflıları, ağızlan köpürerek, bunları savundular. Ama
aklı başında çoğunluk başka türlü karar verdi. Bu bizim
işimiz değildi, bizim amacımız, Türkler'in oturduğu top
rakların çerçevesi içinde milli bir Türkiye kurmaktır. Arap
topraklarına sahip olmak, bizim için, uluslararası anlaş
mazlıklara vesile teşkil edecek korkunç bir yol olurdu.
Mustafa Kemal'e Fas'tan, Cezayir'den ve başka yer
lerden mektuplar geliyordu. Bu mektuplarda, Ankara'da,
genel bir Müslüman kongresinin toplantıya çağınlması
teklif edilmekte idi. Mustafa Kemal'in görüşüne göre, bu
hareket Pan-İslamizm karakterini taşıyordu. Bu, doğu
halklarının sömürgeciliğe, emperyalizme karşı mücade
lesinin bir belirtisiydi.
1 44