You are on page 1of 52

C İL D : 1 ★ S A Y I; 1 17 E Y L Ü L 195:.

s
Ç ı k a r k e n
Yeni Tarih Dünyası, neşir hayatında kar- ken, bütün tarih boyunca Türkiye ile müna-
şılaşılmaıa muhtemel bütün güçlükleri yene­ sebatı olan memleketlerin bize ait vesikaları­
rek, yazı ve resim dokümanlarını da fazla- nı da araştırmaktan geri durmamış, dünya
siyle temin ettikten sonra, kendini okuyucu­ müzeleriyle münasebetler tesis ederek,
larına arzederken, tevazuu bir tarafa -bira-' çok zengin ve şimdiye kadar bilinmiyen ha­
karak nefse itimadın bir ifadesi olan «iddialı kikatleri Türk ilim ve irfanına kazandır­
olma» yı prensip edindiğini de açıkça, ilk sa­ mıştır.
yısı ile ilân etmektedir.
Bir mecmuanm yaşayabilmesi*için lâzım
Şu bakımdan kendimizi Övüyoruz: olan maddi ve manevî bütün unsurları.bir
araya getirmeğe muvâffak olan «Yeni Tarih
1 — Yeni Tarih Dünyası, memleketin en
Dünyası» nın bir üslunlüğü de fiyatı ile elde
tanınmış imzalariyle hâlelenmiştir.
etmiş bulunmaktadır.
2 — Her yazı, mutlaka o sahanın en sa-
Gerek yazı ve gerek resim dokümanları
lâhiyetli kaleminden çıkmaktadır.
için pek büyük maddî fedakârlıklara katla­
3 — Yeni Tarih Dünyası, Türkiyede şim­ nan mecmua, fiyatım 100 kuruş yerine 50
diye kadar, hiç bir yerde neşredilmemiş bin­ kuruş yapmış, iyi eser verebilmenin manevî
lerce tarihî resim temin etmiş bulunuyor ki, zevki yanında kazancı da ikinci plâna at-
bunlar birer birer yalnız bu mecmuada görü- m_i5tır.
lecektir.>
Yeni Tarih Dünyası, on beş günde bir,
4 — Yeni Tarih Dünyası, Fatih Sultan aksamadan neşriyatına devam edebileceğini
Mehmet’ten bu yana ecnebiler tarafından okuyucularıhoi müjdelerken, göreceği alâkaya
Türkiye için yazılmış, fakat hiç biri henüz faz'asiyle mukabele edeceğini de şimdiden
Türkçeye tercüme edilmemiş, belki on sene vadeder.
sayfalarını doldurabilecek muhtelif dilde ese­
ri kütüphanesine yerleştirmiş, bir kısmını en 'k ★
salâhiyetli mütercimlere tevdi etmiştir.
KAPAK R E S M İM İZ :
5 — Arşivlerimizde ve kütüphanelerimiz­ Z o n a r o ’n u n Ç e n g i l e r ta b los u..
de, hususî ellerde tek nüsha olan öyle eserler
vardır ki, bunlardan bir kısmından ilim âlemi
bile haberdar değildir. Yeni Tarih Dünyası
bunları dâ tesbit etmiş, etütler yaptırmış ve
neşredilmek üzere dosyasına koymuştur.
Yeni Tarih Dünyası
Y ı l • 1, S ayı : 1
6 — Memelketimizde en mühim tarihî hâ­
diseler içinde yaşamış öyle şahsiyetler vardır F iya tı 50 K u r u ş t u r .
ki, bunların tarihimiz için muhakkak bir ve­
sika olan görgülerini kedileri ile mezara ve O n beş g ü n d e bir ç ı k a r . '

binnetice nisyana götürmelerine «Yeni Tarih Sahibi: A. Banoğlu it: Yazı İşleri Müdürü :
Dünyası» meydan vermemek için çalışmış ve N A, Banoğlu ik İdarehane : Nuı*uosmani-
muvaffak olmuştur. Yani «Yeni Tarih D ün­ ye cad. No. 57 Kat 1 ^ Telefon : 21649 ^
yası», asırlardan beri gözlerden ve ilim âle­ Abone şartları: Seneliği 12, Altı aylığı
minden ırak kalmış vesikaları ortaya koyar­ 6 liradır Dizgi ve baskı : ERCAN Mat4:
ken, canlı tarihleri de ihmal etmemiştir. baası, Kapak klişe : Nur Klişet atölyesi|
a
7 — Yeni Tarih Dünyası, bir taraftan
Türkiye içindeki kıymetleri bir araya toplar­
Ü ilİ

A b dülâziz, P a r is t e İ m p a r a t o r ve İm parato rJçenin şe re fin e verd ik le ri kab u l r e s m in de ..

ABDÜLÂZİZ'İN 1867 PARİS SEYAHATİ


Mecmuamız, tarihimize ait şimdiye kadar neşredilmemiş bütün yabancı kay­
naklarım da birer birer Türk okuyucularına sunacaktır. Bu yazılar, Abdülazizin
seyahati esnasında çıkan Fransızca lllustration’dan terçiime edilmiş ve resim­
ler de, yine aym mecmuadan iktibas edilmiştir.

S ultan A ziz Pariste... B u M em leketinin k ritik duru­


dört kelim e sekiz gündenberi m una ve hâzinesinin iyi va­
h a lk ın hayalini o kadar alev­ ziyette olmamasına rağmen,
lendirdi ki, Prusya kralının Sultan A bdülâziz ecnebi
ve Ç arın hâtıraları tamamiy- memleketlere tariLnn kaydet­
le silindi. (1) B u yeni ziya­ tiği b üy ük bir ihtişam la se­
retçilerin İkinci Mehmet sü­ yahat ediyordu.
lâlesinden plm ası, din, dil, Haşmetm^aba, İstanbulda,
âdetlerdeki derin değişiklik­ kendisine tahtın vârisi Meh-
ler, b u seyahatin binbir gece _med Murad Efendi, iki ye^
masalına benzemesine sebep ğenlerinden Abdülhamid E-
oluyordu. t'evdi ve Yusuf İzzeddin E-
fendi yüksek şahsiyetlerden
(1) O tarihte her ik i h ü ­ m ürekkep parlak bir heyet,
küm dar Parisi ziyaret etmiş­ A b d ü l â z i z 27 t e m m u z 1897 de generaller, saray zabitleri, su­
lerdi. V iy a na d a . baylar ve bilhassa bunların
üniforması giymiş ve mecidi
nişanı takm ış olan Prens de
Galles tarafından karşılan­
dı. D izbağı nişanının b üyük
kordonu ile Cambridge d ü ­
k ü de ayni ünifor^nayı tadı­
yordu. M üslüm anların şefi i-
le İngiliz prenslerinin mülâ-
katları hiç el sıkmadan vu ku j
buldu. Abdülâziz, elini fe­
sine göt-ürdü ve derhal prens­
ler de şapkalarını çıkardılar.
Kraliçe Viktorya tarafın ­
dan haşmetmeap’a yapılan
hüsnükabulün hususiyeti her­
kes tarafından görüldü. K ra­
liçe, yüksek m isafirlerini Bu-
ckingham Sarayımn büyük
m erdiveninde bekliyordu.
Abdülâziz, fesini hafifçe kal- ^
dırdı ve şark âdetlerine gö- 1
A b dülâziz EIysee s a r a y ı n d a Fransız İm paratoriy le. re, kraliçeyi, elini kalbine, ^
sonra dudaklarına ve alnına
arasında ism ini zikretmeden bir h üküm d ar böyle karşılan­ götürerek hürm etle selâm la­
geçemiyeceğimz dış işleri ve- m am ıştı. B u g ü rü ltü lü gös­ dı.
k ili Fuad Paşa refakat edi­ terilerin sebebi, sempatiden İngiltere kraliçesi, sefir­
yordu. ziyade m eraktı, fakat p ad i­ ler, ve Londra halkı, M üslü­
Osm anlI donanması F ran ­ şah için bu karşılanış çok m anların sultanına m uhte­
sız, İngiliz ve İtalyan gemi­ şaşaalı idi, kendinden evvel şem bir kab u l resmi yaptılar.
lerinin refakatinde Toulon’a buraya gelen Prusya k ralı T ürk im paratorluğunun el­
vardı. Burada donanm a ve ve Çara yapılan, m erasim in de tutulm ası İngiliz politika­
h a lk tarafından padişah uzun aynını görmüş oldu. sının önem li noktası değil \
zam andanberi eşi görülm e­ A bdülâziz, İstanbul h ü k ü m m idir?
miş bir şekilde karşılandı. darına hasta adam nazarı ile B u muhteşem hüsnükabul
Her gemiden 101 pare top a- bakanlara onun dünyada hâlâ İngiliz m isafirperverliği ta­
tıld ı ve 4 salvo ile selâm lan­ b üy ük bir yeri olduğunu bize rihinde yer alacaktır. B ütün
dı. Birincisi Sultan lim ana anlatm ak istiyordu. «Kuran» İngiliz gazeteleri, H in t sefi­
girerken, İkincisi^, donanm a­ A vrupadan gitti ise, Asya ve ri tarafından verilen ziyafe­
nın önünden geçerken, üçün- A frikada h âlâ h ü k ü m sür­ tin şahâneliğini methettiler.
cüsü gemiden inerken ve dör m üyor mu? Times gazetesinin dediğine
düncüsü tersanede bulunan Rene du M E R ZE R
«Inflexible» gemisinden atıl­ İN G İLT ER ED E
dı. Sultan Aziz Fransayı ziya­
S ultanm bu coşkun kabul- retten sonra, İngiltereyi zi­
eden fevkalâde memnun oldu yaret etm em ezlik edemezdi.
ğu yüzünden belli oluyordu. Garbın iki büyük devleti
Fransız m akam larına m em ­ İngiltere ve Fransa, Türkle-
nuniyetini bildirm esini Fuad ri Ruslara karşı m üdafaa et­
Paşadan rica etti. A bdülâziz mek için iyice birleşmiş ve
Eransızca konuşmuyordu ve silâhlanm ış değiller m iydi?
bir m ütercim in yardım ı, ko- Sultan, Paristen 11 tem ­
nuşm alarm gelişmesinde za­ muz 1867 perşembe akşamı
rarlı oluyordu. «Reine Kortense» gemisi ile
Parisin yaptığı resmi k a ­ ayrıldı ve ayın 13 üncü cu­ A bdülâziz, Londrada K ard ina
bul, hamşetmeabı çok m üte­ martesi günü Douvres’a var­ im huzuriyle ya p ıla n mera­
hassis etmişti, hakikatte hiç dı. Haşmetmeap, feldmareşal sim de..
4
göre on senedenberi İngilte-
rede buna benzer bir ziyafet
görülmemiştir.
B iliniyordu ki Sultan, her-
şeyin üstünde harp gösteri­
lerini severdi. M axim ilien’-
nin ölüm ü ile um um î m atem ­
de olunm asm a rağmen Ab-
dülaziz, ordularm geçişini
görm pk istemişti. Haşmet-
meap, güzel îngiliz donan-
m asınm manevrasm ı görme­
ği de arzu ediyordu ve Spit-
head deniz resmi geçidi, pa­
dişahın en hoşuna giden eğ­
lence olm uştur .
Geçit, 17 tem m uz çarşam­
ba günü oldu.;B u geçitte İn ­
giltere, elinin altm da b u lu ­
nan gemileri toplayabilm e­
sine rağmen Spithead donan­ A b d ü l â z i z ’In Liyon is t a s y o n u n d a Üçüncü N ap oly on tarafınd an
ması 102478 tonluk, 22500 ka rşıla n m a sı.
beygir kuvvetinde ve 1099
top^lu 31 harp gemisinden S ultan Ingiltereyi ayın 23- B u galeri 16 ncı asırda A rşi­
müteşekil<Ji. B u m uhakkak ünde saat 11 de terketti. d ü k Ferdinand de Tyrol ta­
k i muhteşem, b üy ük b ir m an rafından Inssbrûck civarın­
zara idi ve b u harp gemile­ AVUSTURYADA:
da Abraş şatosunda k u ru l­
rinin m üthiş gürültüleri, his­ Sultan Aziz, Belçika ve muştur.
si bir tesir yaratıyordu. A lm anyadan geçerken Belçi­ H alihazırda Am bras gale­
Kraliçe bu müstesna vazi­ ka ve Prusya k ralla rı tarafın risi Aşağı Belvedere’in ilk
yette A bdülazizi dizbağı n i­ dan karşılandıktan sonra a- katında bahçeye bakn b üy ük
şanı ile ta ltif etti ve haşmet- yın 27 sinde V iyanaya geldi. pencerelerle aydınlanm ış sa-
meap, pantalon giym ediği i- V iyanada A bdülâziz evvelce lonlarındadır ve Üst Belve-
çin bu kurdeleyi sol om uzu­ birinci Napoleon’nun oturdu­ dere’de de tablolar galerisi
na taktı. ğu Schoenbrünn sarayına m i­ vardır.
safir edildi ve V iyana sarayı Gayet şık yaldızlı olan b u
Londra şehri tarafından
tarafından şerefine yapılan salonlara silâhlar b üy ük b ir
haşmetmeap’a verilen ziya­
m erasimler o kadar parlak zevkle yerleştirilmiştir. B u n ­
fet de fevkalâde idi. B ilin d i­
olduku ki, âdeta Londra ve Pa- ların içinde birinci Maximi-
ği gibi İngilterede an’ane m u ­ ristekilerle yarışır vaziyette
cibince krallara belediye rei­ lien’nin (1519) silâhları. Ar­
idi. B u merasim leri büy ük şidük F erdinand’ın m uhafız­
si tarafından ziyafet verilir. manevralar. V iyana opera­ larından yedi buçuk ayak
Sultana sorulan bir soru­ sında gala, «Africaine» nin bir yüksekliğindeki silâhı, Sigis-
ya karşılık Abdülâziz Türki- sahnesi, Taglioni’nin balesini mond de Koenigsfeld’in y al­
yede başlamış olduğu işi ta ­ Luxenburg’da ziyafetler ta­ dızlı silâhı. Sultan Süleyma-
m am lam ak için kendisine dü kip etti. nın bir eldiveni, 1683 V iya­
şen vazifeyi yapacağını ve V iyanadan geçerken Amb- na muhasarası sırasında alın ­
İngiltere ile Turkiyeyi b ir­ raser (Ambraser Sam m iung) mış vezir K ara Mustafa P a­
leştiren iyi münasebetleri galerisi, büy ük silâh bilgisine şanın silâhları. D ü k Alex-
kuvvetlendirm ek için çalı­ sahip olan Sultanın nazan- andre Farnese’in şahâne silâ­
şacağını söyledi. B u m ülâkat dikk atin i celbetmkete h aklı hı vardır. Am bras galerisi­
esnasında haşmetmeabın krali­ idi. Viyanada Belvedere mâ- nin en ehemmiyetli kısm ı si­
çeye C iritteki hıristiyanlara likânelerinde bulunan bu ga­ lâhlar olmasına rağmen, v a­
serbestlik vaad ettiği söyle­ leri, dünyanın en m ükem m el zo gibi antika eşyalar da na­
nir. silâh koleksiyonuna sahiptir. zarı dikkati celbetmektedir.
ik i Mustafa
Arasında

II. Sultan
Murad
o
Yazan :
Nalıid Sırn ÖRÎK

UTİ OsmanlI müverri ı-


|yi lerinin nazarlarında, Meh
met Çelebi ile ve oğlu II.
Muratla taht dâvasma girmiş
ve iki kere Kümelinde hüküm
sürmeğe muvaffak olmuş bu­
lunan Mustafa, yalnız ve an­
cak bir sahtekârdır. Çünkü,
Yıldırım Bayezıt Şehzadesi
Mustafa Ankara meydan m u­
harebesinde kaybolup gitmiş­
tir. Garp müverrihlerine ve
yeni tarihçilerimize göre ise,
Mustafa kaybolmamış, hayli
zaman meydana çıkmamağı
tercih ettikten sonra da Meh­ ik in ci İVlurad ( A s lı T o p k a p ı S a r a y ı res im g a le r is in d e )

met Çelebi ve II. Muratla çar­ düşmüş olsa gerektir.. Fakat, ve tedbirden ibarettir; Doğru­
pışmış ve müddeti üzerinde itti­ faraza Semerkand’a gitmiş ol­ su bir sahtekârlıktır. ^
fak edilemeyen bir zaman ve sa da, dönüşüne ait bir ema­ 3 — . Mehmet Çelebi ile taht
İki kere saltanat sürmeğe mu­ re muhakkak ki mevcut de­ dâvasına kalkışan adam haki­
vaffak olmuştur. Fakat Bal­ ğildir. Meydana çıkmamış, ya­ katen Yıldırım Bayezit şehza­
kanlı bir tarihçiye, Roman­ ni şehit düşmemişse bile bir desidir. Mağlûp edilip Bizan-
yalI meşhur Jorga’ya nazaran, köşede meçhul yaşamağı ter­ sa iltica etmiş, Osmanlı padi-
ik i Mustafa vardır, yani Çele­ cih etmiş ve izi belli olmadan şahiyle bir anlaşma neticesin­
bi Sultan Mehmetle ve II. M u­ ölmüştür. Bu cihetle de, Mus­ de hapsedildiği Lim ni kalesin­
ratla iki ayn adam çarpış­ tafa Çelebi olduğu iddiasiyle de de ölmüştür. Buna muka­
mıştır ve bunlardan ilki haki­ ortaya çıkan adam bir sahte­ bil, II. Muradın cülûsu üzeri­
katen Y ıldırım ’ın şehzadesi o- kârdır. ne Kümeline geçerek orada bir
lup diğeri bir sahtekârdır, asıl 2 — Mustâfa Çelebi bir m üd müddet saltanat sürmeğe, hat­
ve nesebi meçhul bir insan det meydana çıkmamış, fakat tâ Anadoluya geçmeğe mu­
dır. Mehmet Çelebi’nin saltanatı vaffak olan ve nihayet mağ­
Şu halde de, Osmanlı m ü­ sırasında Kümelinde taht dâ­ lûp edilip öldürülen adam bir
verrihlerinin tuttukları kes­ vasına girmiş, mağlûp olup sahtekârdır. Osmanlı devleti­
tirme yoldan başlıyarak mu­ Lim ni adasına hapsedilmiş ve nin başına bir gaile çıkarmak
ammayı belletmeğe girişirsek, II. Murad’ın cülûsundan sonra istemiş olan Bizans tarafından
aşağıdaki faraziyeleri sıralıya- salıverilerek Kümelini ele ge­ icat edilmiş bir mahlûktur.
biliriz; çirmiş, bir müddet saltanat 4 —• Çelebi Sultan Mehmet
1 — Yıldırım Bayezit şeh­ sürdükten sonra esir edilip öl­ devrinde ortaya çıkıp Yıldı­
zadesi Mustafa, babasının e- dürülmüştür. Hakikî bir şeh­ rım Bayezit şehzadesi olduğu­
saretile neticelenen Ankara zadedir ve kendisine (düzme) nu iddia eden adam bir sah­
meydan muharebesinde şehit denmiş oln\ası ancak bir hile tekârdır, esaslı bû- muvaffa-
•6
kıyet de elde edememiştir. Fa­
kat II. Murat devrinde ortaya
çıkıp Kümelinde bir müddet
saltanat sürmeğe muvaffak o-
lan ve sonra (düzme) yafta-
siyle idam edilen adam haki­
katen Yıldırımdın oğlu Mus­
tafa Çelebidir.
5 — Mustafa Çelebi olduk­
larını iddia ederek iki ayrı
sahtekâr meydana çıkmıştır.
Evvelkisi Mehmet Çelebi ta­
rafından kapattırıldığı Lim ni
kalesinde ölmüş ve II. Mura-
dm cülûsunu müteakip Bizan-
sın yardımiyle ikinci bir düz­
me Mustafa icat edilip ortaya
çıkarılmıştır.
Bu faraziyelerden beşi de
Ramazanda gece çalgıcı ve şarkıcıları
pekâlâ ileri sürülebilir. Birin­ R a m a z a n T ü r k l e r için h ı r i s t i y a n l a r ı n o r u c u ve k a r n a v a l ı
cisi eski Osmanh müverrihle­ g ib i b ir a y d ı r , o r u ç s a b a h a ğ a r m a d a n s iy a h ve m a v i b ir ip l iğ i
ri tarafından ilân edilmişti, a y ı r d e d e b il e c e ğ i n iz z a m a n d a n e yırdedem ly eceğiniz z a m a n a
İkincisi bugün umumiyetle ka­ k a d a r s ü re r, 24 s a a t in geri k a l a n t a r a f ı k a r n a v a l d ı r . Y a s a ğ a k a ­
bul edilmektedir. Üçüncüsü, d a r g id e n o r u c u n m a h r u m i y e t l e r i y a l n ı z y e m e k ve iç m e k de­
Jorga’nın iddiasıdır. Ancak, ğ il, a y n i z a m a n d a da ç u b u k t u r . Neyse ki b u m a h r u m i y e t l e r i
hele üçüncüsüne (belki) yi lâ g e c e n m e ğ le n c e le r i t a k i b e d e r . C am ilerin ka n d ille ri y a n a r,
yık görünce, dördüncü ve be­ g ü n e ş in b a t ı ş ı n a k a d a r boş o lan s o k a k l a r İ ns a n la d o la r , d ü k ­
şinci faraziyeleri de varit ve k â n l a r ı n eks erisi b ilha s s a f ı r ı n , k e b a p ç ı, b a k k a l a ç ık k a l ı r .
m üm kün bulmak icabeder. Ve K a h v e l e r d e ve u m u m î y e rle r d e ç a lg ı c ı l a r , gece ş a r k ıc ı l a r ı ,
bu son ,faraziyelerin hiç değil­ o y u n c u l a r , m e d d a h l a r , K a r a g ö z ( y a h u t Ç i n g ö lg e si) e t r a f l a ­
se geniş muhayyileli Jorga ta­ r ın a b u çeşit e ğ le n c e le r i sev en b ü y ü k b ir k a l a b a l ı k t o p l a r l a r .
rafından niçin ileri sürülme­ O y u n c u l a r g e n ç R u m l a r d ı r , b a ş la r ı tid a s ı r m a p ü s k ü l l ü p a r ­
diklerini ve âciz kalemimize la k k ü lâ h la r ı, o m u z la r ın ın üzerine d ü ş m ü ş k o k u l u s a çla rı,
bırakıldıklarım kendi kendi­ s iy a h a b o y a n m ı ş ka ş ve k i r p i k l e r i ile ş a r k ı s ö y l iy e r e k rak-
mize sorabiliriz. Bunları söy­ s ed e rle r. Ç a l g ı c ı l a r ve ş a r k ı c ı l a r -. m ü s l ü m a n , h ı r is t i y a n ve
ledikten sonra, macerayı, Mus- y a h u d i d i r l e r - b u n l a r 7-8 k i ş i l i k g u r u p l a r h a l i n d e d o l a ş ı r l a r .
tafayı «Yıldırım Bayezit» şeh­ B u n l a r u m u m i y e t l e a y n ı ş a h ı s l a r d ı r . K e m a n l a , g ita r , f l ü t ve ­
zadesi olarak kabul eden ta­ y a n e y ’ le ş a rk ı s ö y le r le r. Ezbere ö ğ r e n d i k l e r i b ü t ü n ş a r k ı l a r
rihçilerin hikâyelerine uygun k a h r a m a n l ı k ve a ş k a d a i r d i r . (İllustration 1867)
şekilde anlatalım: A. U B İC İN Î
Mehmet ve İsa Çelebilerden
büyük olduğunda şüphe bulun
madiği gibi Süleymandan da götürülmüştür. Burada evvel­ hut da Mustafa bu tcirzda bir
büyük olması bile muhtemel o ce de hatırımıza gelen istifha­ hükümdarlığı reddedip Semer­
lan, çünkü dedesi I. Muradın mı tekrar edebilir, neden Ti- kand’a götürülmeği tercih et­
şehit düştüğü Kosva muha­ murlengin ona da İsa, Meh­ miştir. Mustafa Çelebi bir
rebesinde ismi geçen Mustafa met ve Musa Çelebilere yap­ müddet orada kalacak ve Ti-
Çelebi, Ankara muharebesin­ tığı g’bi h il’at ve fermanla ba­ murlehgin 1405 de ölümünden
de kahramanca savaşmış, mağ basının arazisinden bir parça sonra sessizce küçük Asyaya
lûbiyet tahakkuk edince Sü­ vermeyip Semerkand’a niçin gelecektir. Lâkin babasının
leyman ve Mehmet Çelebiler götürdüğünü kendi kendimize mülküne ayak atmaz, bir müd
gibi kaçmıyarak babasının ya­ düşünebiliriz. Fakat yine di­ det, hayli müddet, Karaman-
nında kalmış, Bayezid’in ölü­ yebiliriz ki kendisine emni­ oğlunun topraklarında, Niğde-
münden sonra da Timur tara- yet edememiş, onu fazla ka­ de oturarak olayların seyirci­
fmdan -maiyette Semerkand’a biliyetli bulup çekinmiş*; ya­ si kahr; Süleyman Çelebinin
7
oğlu Orhan Çelebi çok da­ Mehmet kardeşini İmparator dediğimiz gibi, artık on seki­
ha evvel ortaya atılacak ve II. M anuil Pâleologos’tan ıs­ zine varmış bulunuyordu ve
isticalinin cezasını kellesiyle rarla istiyecek, fakat bu ısrarı Amasyada valiydi: Lim ni a-
değilse de hemen hemen ayni bir şey tem*in etmeyince m ü­ dası Edirneye daha yakın de­
derecede acı bir keyfiyet ol­ zakereye girmesi icap edecek­ ğil miydi ve on sekiz yaşında­
mak üzere gözlerinin nurunu tir.^ ki delikanlıya nisbetle bizzat
verip ödedikten sonra da Mus­ Pazarlık neticesinde karar­ kendinin de büyüğü bulunan,
tafa Çelebi muvafık am hâlâ laşan şekil, şehzadenin otuz yaşı kemale ermiş bir şehzade
gelmemiş bularak hep bekli- kişiden mürekkep maiyetile erkân ve ümeraca devletin
yecektir. Eğer meskûkât ka­ birlikte ve bir rivayete göre başına geçmeğe daha ehil sa­
taloglarındaki 1419 tarihini ta­ yüz bin, bir rivayete göre do­ yılmaz mıydı?
şıyan ve Edirnede basılmış bu­ kuz yüz bin akçe tediyesi m u­ Bu erkân ve ümera Musta-
lunan «Mustafa Bin-i Baye- kabilinde Lim ni adasında mah fayı tercih ile davet edecek
zıt Han» yazılı sikkede Os- pus yaşatılmasıdır. Şu ı kadar olurlarsa, hattâ onu Bizans sa­
m anh tarihlerinin «Düzmece ki bu anlaşma İmparatorun lıverir de sadece müsait bir
Mustafa», Düzme Mustafa», hayatta kalacağı ve Sultan durum alırlarsa, henüz hiç har
«Sahte Mustafa», «Nâbedid Mehmed’in tahtta bulunacağı betmemiş delikanlı tâ Kosva
Mustafa» ve «Câli Mustafa» müddet için muteberdir. Yani muharebesinden beri cenge a-
dedikleri adam gibi uydurma yarın Mehmet Çelebi gözlerini lışkm, hayattan türlü tecrübe
değilse, Mustafa Çelebi Si- kaparsa, Bizans, Mustafa Çele edinmiş adamla nasıl baş ede­
mavnah Şeyh Bedrettinle m ü­ biyi serbest bırakabilir ve pa­ bilirdi ?
ritleri Börklüce Mustafa ve dişahın henüz çocukluk yaşm- Kaldı ki, eğer Mehmet Mus
Torlak Kemalin yer yer isya­ da bulunan veliahdının olgun tafa Çelebi olduğunu, kardeşi
na hazırlandıkları sırada mey luk çağına gelmiş ve harp tec­ olduğunu iddia eden adamın
dana çıkmış, fakat meydana rübesine sahip bir adamla mü­ yalan söylediğine, bir düzme,
çıkmakla kalmıyarak Edirne cadele etmesi icabeder. bir sahtekâr olduğuna ihtimal
ve Serezde hüküm sürmeğe Bereket ki, Mehmet Çelebi veriyorsa, korkusu ve ıstırabı
de muvaffak olabilmiştir. bu anlaşmadan sonra daha bir daha da büyük olmak icabe-
Muvaffakiyetin bu dereceye kaç yıl tahtta kalarak devle­ derdi; Sade oğlunun ve nesli­
varmış bulunduğunda şüphe tin. bünyesinde istikrar sağlı- nin varlığı tehlikede kalmıya-
etsek, Mustafanm Edirne ve yacak, Timur’a mağlûbiyetin cak, fakat uğrunda rivayete
Serezde hâkimiyet kurduğunu ve iç harp yıllarınm yaraları­ göre kırk yara almış bulun­
tereddüt ile karşılasak bile, nı kısmen olsun tedavi ede­ duğu devlet de bir serserinin,
saltanat dâvacısı şeklinde mey cek, veliahdı Murada da taht bir Bizans bendesinin ellerine
dana çıkmış olduğu muhak­ hiç değilse on sekizine vardık­ düşecek demekti. Bereket ki.
kaktır. Eflâk Voyvodası ve tan, bu şehzade bir derece bil­ Çelebi Sultan Mehmet, ricali
Musanın kaynatası Mirçea ken gi ve görgü edindikten sonra üzerinde büyük bir. nüfuza sa
dişine müzaheret edecek, Meh nasip olacaktı... hipti ve bu nüfuz sade padi­
met Çelebi tarafından m ülkü ★ şah olmasının değil, fakat pek
elinden alınmış bulunan İzmir Mehmet Çelebi saltanatının kâm il ve müdebbir bir insan
oğlu Cüneyt bey hareketine dokuzuncu yılında ve 1421 de olmasının da neticesiydi. Öl­
iştirak edecektir. Rumeli bey­ Edirne civarında avlanmakta düğü zaman m ülk dahilinde ye­
leriyle timarlı Sipahileri ve olduğu sırada nüzul isabetile ni karışıklıklara meydan vere­
akıncılar da ona yardım ede­ attan düşüp sarayına götürül­ cek hareketlerden şiddetle sa-
ceklerdir. Vaziyet herhalde dü ve bir daha kalkamıyaca- kmılmasmı, ölümünün gizli tu­
ciddi bir mahiyet almıştır ki, ğmı, ölüm ün muhakkak bu­ tularak Amasyadan veliahdin
Mehmet Çelebi bizzat Küme­ lunduğunu anlaymca bütün çağırılmasını, ona biat edilme­
line gelip savaşacak ve Mus­ endişeleri, korkuları canlan­ sini vasiyet etti:
tafa Çelebi Selânik yakınla­ dı. İlk doğan oğlu Kasımı — Tiz oğlum Murad’ı getir-
rında yapılan muharebeyi kay 1406 da, henüz Amasya emiri dün. Ben hod bu döşekten kur-
bedecek, artık Bizans elinde iken kaybetmişti, veliahdı o- tulmazun. Murad gelmedin ben
bulunan bu şehrin kalesine, lup Dulgadır hükümdarların­ ölürün. Memleket birbirine ko-
yanmda Cüneyt bulunduğu dan Süli beyin kızı Emine ha­ tuşur. Tedarük idün: benim ve-
halde sığınacaktır. tundan 1403 de doğmuş olan fatum duyulmuya! dedi.
Bunun üzerine Çelebi Sultan ikinci oğlu Murat da az önce, Bu sözlerin can üzerinde bir
S
acaba nedendir? Delikanh şeh
zade acaba hastaydı da hemen
yola mı çıkmadı, acaba yollar
da hastalandı da mı eğlendi ve
neden Edirneye kadar gitmiye
rek biat merasimi Bursada ic­
ra olundu? Ve hele niçin yeni
padişah biattan sonra da Bur-
sadan ayrılmadı?
Kuvvetli bir ihtimale göre,
bu ayrılmayış, Edirnenin ar­
tık elde olmadığından ve çün­
kü Lim ni adasmdaki mahpu­
sun, yani Yıldırım Bayeziy şeh­
zadesi ve yeni padişahın am­
cası Mustafa Çelebinin oraya
varıp saltanatını ilân etmiş bu
lunmasmdan ileri gelmiştir, hat
tâ belki hareket derhal büyük
bir inkişaf arzettiği için II. M u­
rat Amasyadan hemen ayrılmış
olsa dahi yollarda eğlenmiş, E-
dirneye gitmeğe değil de hemen
Bursaya gelmeğe bile cesaret
edememiştir...
Bursaya nihayet varıp kendi­
B İRU N H Â Z İN E S İ İB R İK T A R AĞASI sine biat edilir edilmez, II. Mu-
KÂHYASI Sultan a p te s t a lırken ve­ rad’m verdiği ilk emirlerden bi
Saraydaki B irun h â z i n e s i­ ya y ü z ü n ü yık a rk en e lle r i­ ri, hayattaki dört biraderinden
n in k â h y a s ı d ı r . B a ş ı n d a ü s­ henüz pek ufak oldukları için
ne su d ö k e r d i. K ı r m ı z ı kaf
küf g iy m e k t e d i r . Elbisesi birer sancak beyliğine gönde­
ta n , mor kuşak, kırm ızı
k ı r m ı z ı d ı r . Ş a l v a r da ekse­ rilmemiş bulunan ve Bursa s.a
şalvar, sarı yemeni g iy e r ­ rayında yaşıyan Mahmut, Y u ­
r iy a kırm ızı olurdu, yem e­
n ile r sarı renkte id i. le rd i. suf ve Ahmet Çelebilerin göz­
lerine m il çektirmek olacaktı:
adam tarafından söylenmesi de tahnit edilen cesedin asker hü Bu zavallıların en büyükleri
tesirlerini -çoğaltıyordu... küm.darını görmek istedikçe, henüz sekizinin içindeydi.
Çelebi Sultan Mehmet bir kay loş bir odanın penceresinden Bu emri verdiği sırada genç
da göre hasta düşmesinden gösteriliyor ve ölünün başiyle padişah üç küçük şehzadenin
bir kaç gün sonra, daha zayıf kolları arkadan kımıldatılarak ağabeyleri olup bir müddet
bir ihtimale göre de altı ay bu hileler sayesinde hakikat önce İsparta sancak beyliği­
yattıktan sonra ölünce, baş­ gizleniliyordu. ne yollanmış Mustafa isimli
ta veziriâzam Bayezit Paşa ol Tarihin kaydına göre, bu bir kardeşi daha bulunduğunu
mak üzere devlet erkânı A- vaziyet kırk bir gün sürmüş, elbette ki unutmuş değildi.
masyaya haberci yollayıp M u­ yani kırk bir gün Osmanlı tah Hattâ, belki bu hususta da ge
radı çağırdılar ve o gelip ken tı münhal kalmış ve II. M u­ rekli tedbirleri almış, yani bu
dişine biat edilinciye kadar, rat Amasyadan ancak kırk bir şehzadeyi zehirlemek, yahut
padişahın ölümünü ilâna cesa gün sonra Bursaya gelebilmiş, da sessizce ele geçirip Isparta-
ret etmediler. Mehmet Çelebi­ Çelebi Sultan Mehmedin ölü­ dan çıkardıktan sonra .«kârını
nin hastalığının devam ettiği­ mü de o zaman ilân edilerek yolda gördürmek üzere» bir
ne ve hastanın dışarı çıkması­ yeni padişaha biat olunmuştur. kaç adamı Bursadan yollamış­
na hekimlerin müsaade etme­ Fakat Amasyadan Bursaya tı: Öyle olsa da bu adamlar İs­
diğine orduyu inandnmağa da giden yol rüzgâr gibi uçan bey parta kasabasına varamıyacak,
aldıkları tedbirler sayesinde girler sırtında kırk bir gün soldan geri döneceklerdi,
süremiyeceğine göro bu gecikiş ( D e v a m e decek)
muvaffak oldular. Padişahın
:9
K a sım p a şa sırtla rın d a n , ta rih î İstan b ulun görü n ü şü ..

Lamartine'în Şark Seyahati


üy ük F r a n s ı z e d ip ve f i ­ Çeviren : nı, b u k u s u r l a r ı n a r a ğ m e n , o-

B lo zo fu De Lam artine^in
(1823 . 1883 de b ir ş a r k
s eyahatinden hatıralar, in tib a ­
Hamdi VAROĞLU kurlarım ızın
d e c e ğ in i
alâk a la rın ı
um duğumuz
celbe
kısım ­
l a r ı n a in h i s a r e t m e k şa rtile ye r
lar, d ü ş ü n c e l e r ve m a n z a r a l a r , De L a m a r t î n e için c a d d e l e r ye r ik tib a s e tm e ğ i f a y d a l ı b ul
y a h u t b ir s e y y a h ı n n o t l a r ı ) adlı a çtırm ış b ulun uy oruz, fa­ d u k . Ç ü n k ü e v v e lâ L a m a r t i n e ,
m e ş h u r eseri (1) b u g ü n k ü d ü n ­ ka t, o n u n ş a r k ^ . m e k t u p l a r ı d e v rin in zihniyetine a z ç ok
y a k a r ş ıs ı n d a h a y li e s k im i ş b ir hâlâ T ürk okuyucusunun u y m ak la b era be r, y in e de en
m a n z a r a a rz e d er. F a k a t b il h a s ­ m e çhulüd ür. «Yeni T arih in s a flı te n kitçi olarak k alm a­
sa « İ s t a n b u l » k ıs m ı, ta rih m e­ D ünyası» bu çok e n tere sa n ğı b i l m i ş b ir y a b a n c ı m ü e llif­
r a k l ı l a r ı n ı n , seve seve o^kuya- eseri, H a m d i V a r o ğ l u ' n u n sa ti r. S o n r a da, t e t k i k ve m ü ş a
c a k l a r ı s a y f a l a n ih t i v a etm ek­ l â h i y e t l i k a l e m i y l e T ü r k o- hed e k u d r e t i b a k ı m ı n d a n , ese­
te d ir . L a M a r tin e , y a ş a d ı ğ ı ça kuyucusuna s unm aktad ır. rin in k ıym eti çok yüksektir.
ğ ın i c a p la r ı n a , te lâ k k ile r in e , De L a m a r t i n e ' i n s a tı r l a r ı ara­
ka n a a tlerin e uym aktan geri tır. K i t a b ı n d iğ e r k ı s ı m l a r ı n d a sında te sad üf edeceğimiz h ü ­
k a lm a m ış , e se r in in İstanbul da m e s e lâ şöyle m ütalâalara c u m l a r ı n ı , ne k a d a r a ğ ı r o l u r ­
b a h s in e , T ü r k ruhunu r en c id e t e s a d ü f e d ilir : « T ü r k l e r i n , t a b i ­ sa o lsu n, aynen tercüm e e d i­
edecek m a h iy e t t e s a t ı r l a r sı­ atı y a h u t s a n a t e s e rle rin i b oz­ y o ru z . T â ki, T ü r k l e r i n a s ır la r
k ıştırm ak tan kendini a la m a m ış d ukları id d ia sı d o ğ r u değildir. boyunca, büyük m üe llif ka­
T ü rk le r h e r şeyi h a li üzere l e m l e r iy l e dünyaya nasıl ta­
(1) Souvenirs, impressions, b ı r a k ı r l a r ; o n l a r ı n y e g â n e t a h nıtılm ış o ldu k la rı, garb ın bu
pens^es et paysages pendant r ip ta r z l a r ı h iç b ir şeyi ısla h g a y r e tk e ş l iğ i k a r ş ıs ı n d a d a b i ­
un Voyage en Orient eu notes e tm e m e ktir.» z im y in e a s ır l a r boyu» ne k a ­
d'un Voyageur. B iz De L a m a r t i n e ’ in k i t a b ı ­ dar b ig â n e ka ld ığ ım ız ib retle
10
ettikleri denizler, kıyılar, fü-
» « » iü ia sunlu şehir bunlar mı?» Diye
düşündüm.
Bütün cihangir •milletlerin,
dünya hâkimiyetinin timsali
diye, sıra ile, birbirlerinin e-
linden almağa savaştıkları,
hem Avrupaya, hem Asyaya
hâkim, dünya payitahtı bura
sı mı? Ressamlarla şairlerin,
tepeleri ve çifte denizi üzerin
de, körfezleri, surları ve dağ­
ları ile çevrili, tabiatın hâzi­
nelerine ve şarkın debdebesi­
ne sahip olarak hüküm süren
beldeler melikesi diye tasav­
vur ettikleri şehir bu mu? Ge
niş bir anfiteatr gibi oyulmuş
bağrında bembeyaz bir şehir
barındıran altın yaldızlı sırtı,
dumanh ve erguvanî bulutlar
arasında kaybolan Venüs’ü
İsclario B o u n d e l m a n t i ' n i n 1420 de y a p t ı ğ ı k ı y m e t l i b i r
ile, kara yapraklı dalları ma­
Ç anakkale Boğazı liaritası..
vi bir denize gömülen Castel-
görülsün! Bu arada, bundan yıp aşmak, yahut karaya as­ lamare ormanlariyle, bizzat
y ü z yirnni sene e v v e lk i eski ker çıkarmak, hisarları arka­ Allah tarafından bu limanın
İstanb ulu, y in e Lam artine^in dan kuşatmakla kabil. Çanakka ağzında yapılmış dev ölçüde
k a l e m iy l e ç i z i l m i ş c a n lı ve zen le boğazı ancak Ruslar tarafın dalgakıranlar gibi, o muazzam
gin tab lolar halinde görm ek dan muhafaza edilirse zaptı koyu tıkayan, yamaçları asma
de, sa yın o k u r l a r ı m ı z için a y ­ imkânsız olur (2). çubuklarının altın sarısına, vil
rı b ir z e v k o lacak tır ü m id in ­ Hızlı akıntı, bizi Gelibolu-
deyiz. nun ve boğaz kıyılarındaki ka
sabaların önünden ok gibi ge­
18 M A Y I S 1833
çirdi. Marmara adalarının, kar
Uyandığım zaman sabah ol­ şımızda gitgide büyüdüklerini
muştu. Süraltle giden geminin görüyoruz. Şimal rüzgârları
yardığı suların haşırtısını ve yolumuzu kestiği için, Avrupa
tekne etrafında kuşlar gibi cı­ sahili boyunca iki gün, iki ge­
vıldaşan ufacık sabah dalgala­ ce gittik. Sabahleyin, Adaları
rının şıpırtılarını işitiyorum. ve solumuzda Yedikule surla-
Lombar kapağını açtım. Beyaz riyle İstanbulun sayısız mina­
ve yuvarlak tepeler üzerinde, relerinin göklere yükselen kü-
Çanakkale hisarlarının beyaz lâhlarmı gördük. İlerledikçe
duvarlarmı, burçlarını ve top­ daha başka minareler görüyo­
larının koskoca namlularını ruz. İstanbulu bu ilk görüşte,
gördüm. Boğazın bu noktada­ üzüntülü bir hayret ve hayal
ki genişliği ancak bir fersah, sukutu duydum. «Dünyaya hük
birbirinin tıpkısı olan Asya meden insanlar, Romayı ve
sahili ile Avrupa sahili ara­ Napoli kıyılarını, uğrunda terk
sında, güzel bir nehir gibi kıv
rıla kıvrıla uzanıyor. Hisarlar, (2) Bu âfâki mütalâanın ce­
bu denizi, bir kapının kanatla vabını, Lamartine’e, Çanakka-
rı gibi örtüyor. Fakat Türkiye lede Türk askerinin yarattığı S elv ile r e l k a p l ı eski B e y o ğ lu ..
ile Avrupanın bugünkü duru­ büyük hamaset destanı ile ver ^ Edmonde de Apıicis’in bir
munda, geçidi denizden zorla­ mistik. gravürü —
A s ırla r ın b in b ir m acerasını g ö r m ü g G a l a t a k u l e s in in ve c i v a r ı n ı n , İki y ü z yıl e v v e lk i g r a v ü r ü . .

lâların beyaz renklerine boya­ temadiyen seyrediyor, bizi his kubbesi, güneş ışığında pırıl
lı, tepeleri volkanlı Procida ve sedilecek bir hızla yaklaştırı­ pırıl yanıyordu. Bu camilerin
îschia adalarile, Napoli kör­ yordu. Eski Bizansm Rum şuur­ tatlı gök mavisine boyanmış
fezine kıyas edilen yer bura­ ları köşesinde denize bakan Or­ duvarları, kubbelerinin kur­
sı mı? Burada, hayali gözle­ taçağdan kalma, hantal ve abus şun örtüleri, onlara, porselen­
rimde daima mevcut o azametli bir yapı yığını teşkil den birer âbide manzarası ve
manzara ile kıyas edilecek bir eden Yedikule surlsın önün­ cilâsı veriyordu. Asırlık servi
şey göremiyorum. Gerçi, gü­ den geçip, İstanbul evlerinin 1er, bu kubbelere, hareketsizz
zel ve nazlı bir denizde seya­ kenarında, Marmara denizinde, ve kara renkli tepeleriyle re­
hat ediyorum, fakat üzerlerin bizim gibi şimal rüzgârlarınm fakat ediyor, şehirdeki evle :S
de yeknesak ve yuvarlak te­ şiddetinden liman dışında ka­ rin çfeşitli boyaları, İstanbulu
pelerin yükseldiği sahiller yas­ lan bir sürü geminin ve ka- bir çiçek bahçesini dolduran
sı gerçi ufukta Trakya yığm ortasında demirledik. Sa bütün renklere buyuyordu. So­
Oiympe’inin beyaz karla­ at akşamm beşiydi. Sema mas kaklarda hiç gürültü duyulmu­
rı var, fakat bunlar gök maviydi, güneş pırıl pırıldı. Is- yordu. Sayısız pencerelerden
te beyaz bir buluttan ibaret tanbulu hor görmekten yavaş hiç birinin kafesi açılmıyordu.
ve manzaraya yakından ihti­ yavaş vazgeçiyordum. Eski de Bu kadar kalabalık insanların
şam vermiyor. Körfezin niha­ vir surlarının artıklar ile şirin oturduğu bu yerde, bu kalabalı-
yetinde, kayasız, koysuz, girin­ bir şekilde yapılmış olan ve ğm varlığını belli eden hiç bir
tisiz çıkıntısız, aynı seviyede, üzerlerinde bahçeler, köşkler, hareket yoktu. Gündüzün ya­
aynı yuvarlak tepelerden baş­ aşı boyalı ahşap evcikler bu­ kıcı güneşi altında her şey u-
ka bir şey görmüyorum. lunan şehrin bu kısım duvar­ yuyor gibiydi. Yalnız, her şe­
Kılavuzun parmağını uzata­ ları, tablonun birinci plânını kilde ve her büyüklükte yel­
rak bana gösterdiği İstanbul, teşkil ediyordu. Bu manzaranın kenlinin, her istikamette gi­
Avrupa sahilinin büyük bir üstünde, kat kat basamaklar dip geldiği körfezde hayat var
tümseği üzerinde smırlanmış, gibi, sayısız binalar sedler teş­ dı. Her an, İstanbulun hakikî
beyaz bir şehirden ibaret. Bu- kil ediyor, aralarında, porta­ limanı ve Boğazın medhali o-
kadar uzak bir yere gelip ha­ kal ağaçlarının tepeleri ve ser­ lan Haliçten, pupayelken ge­
yal sukutu aramağa değer miy vilerin sivri ve kara uçları gö­ milerin çıktığını, yanımızdan
di?» züküyordu. Onların da tepe­ geçip Çanakkaleye doğru u-
A rtık bakmak istemiyor­ sinde, oymalı minarelerile ye­ zaklaştığmı görüyorduk. Fa­
dum. Bir yandan da, gemi mü- di sekiz büyük camiin yaldızh kat Boğaziçinin medhalini gö­
12
remiyor, hattâ vaziyetîni bile binden geçerek Boğaz medha- tısı, bu yerde, Cenevredeki
anhyaınıyorduk. line doğru pupayelken yola Rhönes sulan gibi, şınitılı ve
Akşam yemeğini, bu muhte­ çıktık. Bir sürü demirli gemi mavi dalgacıklar teşkil edi­
şem manzara karşısında, gü­ arasından dolaşarak yarım sa yordu. Bu sedler, dev ölçiide
vertede yedik. Türk kayıkları at gittikten sonra, şehir surla­ servilerle çınarların tepelerÜL-
gelip bize sualler soruyorlar, rının devamı olan saray du­ den altın yaldızh kubbeleri gö
erzak ve yiyecek getiriyorlar. varlarına ulaştık. Bu duvar­ züken padişahın sarayma ka­
Kayıkçılar, şehirde vebadan lar, üzerine İstanbulun bina dar tatlı meyillerle yükseliyor;
hemen hemen eser kalmadığı­ edilmiş olduğu tepenin üç kıs bu sedlerde de öyle ulu ser­
nı söylüyorlar. Mektuplarımı mında, Marmara denizi ile Bo­ viler var ki gövdeleri, duvar­
şehre gönderdim. Saat yedide, ğaziçi ve Haliç kanalım, yani ları aşıyor, dalları bahçeler­
Sardunya Başkonsolosu Mösyö İstanbulun büyük iç lim anım den taşıyor, yığm yığm yap­
Truqui, elçilik subaylariyle ayıran köşeyi teşkil ediyor­ rakları denize sarkıyor, kayık
birlikte ziyaretimize geldi ve lar. Allahla insan, tabiatla sa­ la n gölgelendiriyor; kayıkçı­
bizi Beyoğlundaki evine m i­ nat elele vererek, insan gözü­ lar, arasıra bunların gölgesin­
safir olarak davet etti. Henüz nün dünya üzerinde temaşa e- de mola veriyorlar. Bu top a-
bir yangm geçirmiş olan şe­ debüeceği en harikalı manzara ğaçlar arasında, yer yer, sa­
hirde oturacak yer bulmağa yı burada yaratmış veya bu raylar, kasırlar, köşkler, deni­
imkân yok. Mösyö Truqui’nin noktaya yerleştirmişler. ze bakan oymalı, yaldızh ka­
daha ilk görüşmemizde bize Budaklarımdan gayri ih ti­ pılar, eski ve acayip biçimli
gösterdiği lütufkâr dostluk ve yari bir nida yükseldi. Napoli bakır ve tunç top bataryalan
kendisine karşı duyduğumuz körfezi ile onım bütün füsu­ görülüyor; saray müştemilâ­
incizap, teklifini kabul etme­ nunu ebediyyen ımuttum. Bu tından olan bu deniz kenarın­
mize sebep oldu. M uhalif rüz­ muhteşem ve zarif manzarayı daki kasırlarm kafesli pençe
gâr hâlâ devam ettiğinden, herhangi bir şeyle mukayese releri sulara bakıyor, kafesle­
gemiler bu akşam demir ala- etmek, hilkate hakaret sayı­ rin aralarmdan, dairelerin yal
mıyacaklar, gemide yattık. lır. dizil tavanlariyle bu tavanla­
Büyük saraym uçsuz bu­ ra asıh âvizelerin pırıltıları
İSTANBUL
caksız bahçelerindeki çepeçev gözüküyor. Adım başında sa­
20 Mayıs, 1833 re sedleri taşıyan duvarlar, rayın duvarma gömülü, zarif
Saat beşte, güvertede, ayak bizden bir kaç adım ötede, so- çeşmelerden, gelip geçenler,
taydım. Kaptan, denize bir fi­ lumuzdaydı; denizle araların­ hararetlerini söndürsünler di­
lika indiriyor. Onunla bera­ da, suların mütemadiyen ya­ ye, mermer yalaklara şm l şı­
ber filikaya bindim; denizin ladığı, taş döşeli ensiz bir kal­ rıl sular dökülüyor.
yaladığı İstanbul surları di­ dırım vardı; Boğazın ezelî akın (D evam ı var)

K ı z k u l e s i ’n in n a d ir resim lerinden b ir i - J . B. H l m a r i -
V e n e d ik t e T ü r k t ü c c a r l a r ı n ı n h a n d ep o la r ı (16 ncı asra a it bir gravürden)

Osmanlı imparatorluğunun kuruluşundan zamanımıza kadar:

Türk - Venedik Muahedeleri..


ENEDİK şehri, Adriya­ mayan, fakat devlete çok bü­
V tik denizinin şimalinde B ü t ü n ye rli ve y a b a n c ı k a y yük hizmette bulunan, vatan­
bir takım adacıklar üze nakla r taranm ak s u r e tile perverliğin şahikasına çıkanla
rine kurulmuştur. K üçük ara vücude g e t ir ile n bu seri, rın isimleri de senato karariy
yolları müstesna, sokakları, ta rih boyunca d e v le tle r le le bu altın deftere kaydedilir
caddeleri, ^u nakil vasıtaları, y a p ıla n m uahedeleri toplu ve bu suretle kendileri asilza­
kayıklar, motorler ve bu şehre l a r a k v e re c e ktir . de olurlardı.
mahsus olan «Gondol» lardır. --------______________ / Ortaçağda Avrupanın en zen
Karaya 3600 metre uzunluğun Yazan : gin devletlerinden biri olan
da bir demiryolu köprüsü ile Reşat Ekrem KOÇU bu şehir, hüküm ve nüfuz sa­
bağlanmış olan bu şehirde, hasını genişleterek Lombardi
ipekli kumaş, billûrculuk ve cıklara kaçıp sığınmasiyle ku yanın bir kısmını, Dalmaçya
ince bakı<rcılık gibi lükis sa­ rulmuştu. Venedikliler, Orta­ ve Arnavutluk sahillerini. Mo­
nayi fevkalâde inkişaf etmiş­ çağda deniz ticaretiyle uğraşa­ ra yarımadasının en m ühim li­
tir; büyük gemi inşaatı tez­ rak, zengin olmuşlar ve Avru manlarını, Makedonya limanla­
gâhları ve bu müesseseleri bes panm ilk Cumhuriyetlerinden rını, Ege adalarının büyük bir
leyen denizcilik âlât ve edevat birini kurmuşlardı. kısmını, büyük Girit ve K ıb­
ve levazımı fabrikaları, tütün Venedik Cumhuriyeti, asil­ rıs adalarını eline geçirerek,
imalâthaneleri ve kibrit fabri zadeler cumhuriyeti idi. Dev­ bir müstemleke imparatorlu­
kaları dünyaca bir şöhrettir. leti bir zadegân senatosu idare ğu kurdu ve yelken _ kürek
Çok zengin müzeleri ve kütüp eder ve Doçe, Duçe, Doj ün- devrinde Akdenizin en kuv­
haneleri vardır. vanmı taşıyan bir devlet başka vetli donanmalarından birine
Venedik şehri. Milâdın 452 nı, reisicumhur temsil ederdi. sahip oldu.
yılında Hun İmparatoru Atil- Doçe, kaydihayat şartile in t’hap Geniş salâhiyetli valiler ta­
lânm İtalyaya yürüdüğü sıra­ edilir. Zadegân ailelerinin isim rafından idare edilen bu müs­
da, Adriyatik denizinin şima­ leri, ((Altın defter» denilen bir temlekelerdeki Venedikliler A
linde oturan ahalinin bu ada- kütükte yazılıydı. Asilzade ol­ navatan - şehir ile münase^
14
betlerini asla kesmezler. Yani Krallığı» adını taşıyan eski şısına durulmaz kuvvetti. E-
müstemlekelerde yerleşip kal­ Sardunyaya verdiler. Bu su­ dimeye gelen bir Venedik el­
mazlardı, Venedik, onlar için retle Venedik, ve Venedikliler çisi, Cumhuriyetin Arnavut­
daima bir kudsiyet taşımıştı. İtalyan m illî birliğine katıl­ luk sahilindeki müstemlekeleri
Avrupanın büyük devletleri mış oldu. için bir garanti aldı, buna kar
Uezdinde ilk defa olarak daimî ★ şılık Venedik Cumhuriyeti E-
^elçilik bulunduran devlet Ve- OsmanlI İmparatorluğunun mir Süleymana her yıl 1600
ledik Cumhuriyetidir. «Bay», Venedik Cumhuriyeti ile im ­ Düka altını vermeği taahhüt
balyos ûnvanmı taşıyan bu el­ zaladığı muahedeler ve bu mu­ etti.
çiler daima gayet cesur ve liya­ ahedelerin etrafında toplanan Çelebi Sultan Mehme/t za­
katli, malûmatlı kimseler ara­ hâdiseleri sıralıyalım: manında 1413 Bursa muahede
sından seçilir, bulundukları Emir Süleyman zamanında si: 1408 muahedesi yenilendi.
memleket hakkında . merkeze 1408 Edirne muahedesi: Ti­ Çelebi Sultan Mehmet 2^a-
mufassal raporlar gönderir',mur Ankara muharebesinde manmda 1416 Bursa muahe­
kendilerine en doğru malûma Yıldırım Bayezit’i nriağlûp ve desi: Venedik Cumhuriyetinin
tı toplayıp getiren casus şe­ esir etmişti. Osmanlı devleti, elinde bulunan adalar ahali­
bekeleri kurarlardı. kuruluşunun birinci asrını ye­ sinden çıkan korsanlar bir kaç
Türkler, Ege denizi etrafını ni doldurmuş iken ağır bir dar Türk tüccar gemisini vurdu..
İ alıp Yavuz Sultan Selimin Mı be yemiş, fakat siyasî bünye­
sindeki hayatiyet taptaze idi.
Bundan Cumhuriyeti mesul tu
sır seferiyle Doğu Akdeniz böl tan Sultan Mehmedin emriyle
gesini de ele geçirince Vene­ Emir Süleyman devlet erkânı hareket üssü Geliboluda bulu
dik müstemleke imparatorlu­ ile süratle Bursaya çekilmiş, nan Türk donanması da bir
ğunun şa’saası söndü. Venedik orada padişahlığı resmen miselleme hareketine geçti,
müstemlekeleri tamamen Türk ilân edilerek hemen Kümeline ve Karadenizden /gelen Vene­
1er tarafından alınarak bu A k­ geçmişti. Edirr>‘=‘ r^ııvf^Vk-î^t'" ^ dik tüccar gemilerini çevire­
deniz ahtapotunun bütün kol­ devlet merkezi olmuştu. Balkan rek müsadere etti. Venedik
ları budandı. Nihayet, Napol- larda Türk ordusu yine kar i Cumhuriyeti harp ilân etti.
yon Bonapart Avrupanın siya
sî haritasını değiştirirken,
Kampo Fermio muahedesiyle
Venediği Avus'ljury^^ İmpara­
İs ta n b u ld a F ra n s ız O rd u s u
torluğuna verdi. D ü n y a harp ta rih in d e,
İtalya, Ondokuzuncu asır or b ir d ö n ü m n o k ta s ı o lan
talarma kadar sadece coğrafî Siv asto pul harbinde ,
bir isimdi. Avrupada büyük T ü r k - İ n g il i z - F r a n s ı z
Fransız ihtilâlinden sonra hür orduları m üştereken,
riyet ve milliyet fikirleri ya­ R uslara karşı ç a rp ışm ış
yılınca bu yarımadanın halkı la rd ı. Dünya ta rih in d e,
da m illî bir birlik kurmağa S iv a s to p o l harbi ha k k ın
çalıştı. Bu hareketin başına, da c il t le r le eser neşre­
Sardunya «Piyemonte» kralh- d i l m i ş o l d u ğ u hald e, m a ­
ğı geçti. Venedikte de Manin alesef biz, ne T ü r k men-
adında bir vatanperver çıktı b a la r ı n ı, ne de y a b a n c ı
ve Avusturyaya isyan ederek m e n b a l a r ı t a r a m ı ş ve b ir
evvelâ Venediğin istikbalini a ra y a g e t ir m iş i z d ir . Bu
ilân eyleyip yeni bir Cumhu­ mevzuda, e l im i z d e bu­
riyet kurdu. Fakat Menin ve lunan ç o k en te re san y a ­
arkadaşlarının çok şiddetli mu z ıla rı, sırası gelince, s ü ­
Lavemetine rağmen, Avustur­ tu nlarım ızd a neşredeceğiz. G e le c e k s a y ı m ı z d a , harbe iş t ir a k
yalIlar bu m illî hareketi boğ­ etm ek üzere îs ta n b u la gelen F r a n s ı z ordularının, hüküm­
mağa muvaffak oldular. 1866 d a r A b d ü l h a m i d ’in ö n ü n d e y a p t ı k l a r ı b ir geçit resmi hak­
da PrusyalIlar AvusturyalIları kında b ir Fransız y a z a r ın ı n y a z ı s ı n ı ve ente resan r e s im leri,
Sadovada mağlûp ederek Ve­ o k u y u c u l a r ı m ı z a s u n a c a ğ ız .
nediği aldılar ve artık «İtalya
Çanakkale Boğazı dışında ya­ Türk düşmanı Arnavut pren­
pılan bir deniz muharebesini si İskenderin Venedikliler ta­
Venedikliler kazandı. Fakat rafından yardım görmesi,
Ticaret menfaatleri ve bilhas 1463 de iki devlet arasmda
sa Karadeniz yolunun Türk su bilfiil harbin başlamasmı in­
lanndan geçişi Duçeyi sulha taç etti. Duçe, Akkoyımlu hü- ^
yanaştırdı, her iki taraf elle­ kümdarı Uzun Haşanla Fatih’e
rindeki esirleri iade ederek, karşı bir ittifak akdetti. Kara
1408 muahedesi yenilendi. man oğullarını ayaklandırdı.
İkinci Murat zamanında 1430
Fakat Sultan Mehmet Kara­
Edim e muahedesi: Bir Bizans
man beyliğini ortadan kaldırıp
beldesi olan Selânik ahalisi îm
Uzun Haşanı mağlûp ettikten
paratora isyan ederek Vene-
sonra Türk orduları Adriyatik
diğe iltihaklarm ı ilân etmiş.
sahiline iniverdi ve öncü akın
Cumhuriyet de bu iltihakı ka
cılar Venedik şehrinin bir kaç
bul etmişti. Balkanlarda Make­
saatlik yakmlarmda görüldü.
donya topraklarma giren Türk
Cumhuriyet derhal sulh istedi.
ordusu Selâniği tehdide başla­
Yunan sahilmde Negroponto
dı. Venedik Cumhuriyeti harp
= Eğriboz adası Türklere terk
açarak donanmasım Türkle-
edildi Venedik Cumhuriyeti
rin Gelibolu tersanesini ve
100.000 Düka altını harp taz­
Türk donanmasım yakmak ü-
minatı Verdi.
zere Çanakkale Boğazı sula-
E m ir Süleym an..
rma gönderdi; gemi sayısı, to­ Fatih Sultan Mehmet za-
najı vesair teçhizatı ‘ bakım ın­ manmda 1480 İstanbul ticaret
sularına göndermeğe cesaret e-
dan Venediklilerle boy ölçüşe­ muahedesi: Venedikliler 1478
demedi. Müdafiler elli üç gün
cek durumda bulunmıyan sulhımden ancak iki sene son
üm it ile boş yere yol gözlediler.
Türk donanması, Türk deniz­ ra bu muahede ile Türkiye
Türkler şehre girince Fatih
cilerinin gayret ve fedakârlı­ topraklariyle eski ticarî müna­
Sultan Mehmet, kendi devleti­
ğı ile düşmanı Boğazdan çe­ sebetlerini kurmağa muvaffak
ne ait olmayan bir şehri gönül
kilmeğe mecbur etti. Az sonra oldular. ^
lü düşman olarak müdafaa e-
da Türkler Selâniği zaptetti­
den Mîlnatto’yu başını kesti­ İkinci Bayezilt ^zamanında
ler. Venedik Cumhuriyeti bu
rerek idam ettirdi. Venedikle 1490 muahedesi: Dalmaçyada
emrivakii kabul zorunda kaldı
İstanbul muhasarasmda başla Osmanlı _ Venedik hududu ye
ve 1416 muahedesi hükümle­
mış olan husumet, 25 sene niden gözden geçirilip tesbit
rince sulh yapıldı.
sürdü. ve tahdit olundu.
Fatih Sultan Mehmet zama­
nında 1478 İstanbul muahede­ Türklerin Mora ve Bosna ve İkinci Bayezit zamanmda
si: İkinci Sultan Mehmedin Arnavutluk fütuhatı, Ege ada 1502 İstanbul sulh muahedesi:
culûsu ve İstanbulu muhasa­ lan n ı birer birer fethetmesi. Adriyatik denizinde Kataro li
raya başlamasiyle beraber Ve manı Venediklilerin elindeydi,
nediğin en namlı ailelere men­ buradan Karadağ topraklarına
taarruz ettiler. Venediğe harp
sup bazı şövalyeler, Karade-
nizden gelen kadırgaların kap
Girid Adası açıldı. More sahillerinde Ve­
tanları ve gemicileri İstanbul nediğe ait olan Moton, Koron,
Yazan : Navarin ve Yunanda Lepanto
müdafaasına katıldılar. Hattâ
İmparator nezdindeki Balyos
M. H a lid BAYRİ = İnebahtı müstahkem şehirle
Jirolome Minotto Topkapı ri ve lim anlan fethedildi. Türk
burçlarından birinin üzerine, Gelecek sayım ızda okuya­ akıncıları yine Venedik kapıla- *
İmparatorun bajrrağı yanına cağınız bu y a zı, meşhur rina dayandı. Cumhuriyet İstan -
Venedik Cumhuriyetinin Sen Derya K ap tan Ç e n g e l o ğ lu bula elçi göndererek Bosna, Ar
Mark arslanı tasvirini taşıyan T a h i r pa şa h a k k ı n d a b i l i n ­ navutluk. Yunan ve More top­
Venedik Cumhuriyeti bayrağı­ meyen bir d e s ta n ı da İh­ rakları üzerindeki bütün iddia
nı çekti. Fakat Cumhuriyet, tiva e d e c e k tir . larından vazgeçti.
kuvvetli donanmasmı İstanbul Re ş a d E k r e m K O Ç U
16
M


■II
H a l v e t î l e r e m a h s u s d e v r a n z i k r i n i n blp e c n e b i ressam ta ra fınd a n tasvir e d ile n şe kil..

Tarikatlerin tarihine toplu bir bakış


K A A Di R i Li K
A rtık tam am ly le ta rih e mal olm uş b u lu n a n tarik atle r h a k k ın d a , b ug üne k a d a r to plu b ir
eser ya zılm a m ıştır. Zam an zaman ir tic a m evzuu d a o la n tarik atle rin m e n s u p l a r ı ve b u
m e v z u d a b ilg i s a h ip l e r i de g id in c e , b i r ç o k h a kika tle rin yok olacağını düşünerek b u se^
r iye başlam ış b ulun m ak tay ız. Bu s e r in i n 20 y ı l l ı k İ l m î b ir ç a l ı ş m a n ı n n e tic e s in d e h a z ı r ­
lanm ış o lduğu nu s ö ylers ek , vereceğim iz m a lû m a t ın , dünya d in âlim lerin i de ş id d e t l e
a l â k a d a r e d e b ile c e ğ in e iş a re t etm iş oluruz.

İslâm medeniyeti tarih in ­ Yazan : mekasıd, Silsile-tit-turuk, Â-


deki fik rî ve İçtimaî gelişme­ C e m ale dd in Server
sarı-Mecidiye, Gülşeni-Azi-
nin, yenileşmenin zam anım ı­ REVNAKOĞLU
zan..) Daha yenilerden: (Gül-
za kadar akıp gelen safhaları deste-i Dervişan, Gülkonca-ı
tetkik edilirken; ilim ve ta­ Âşikan, Hediyyetül - Salikin,
O
rih bakım ından m utlaka in ­ Hediyyetül-Halidin, Mira-
celenmesi lâzım gelen tari­ vermiş değillerdir. (Şekayık) tüt-türuk, Esmari-Esrar, To­
katler ve müesseseleri üze­ zeyil ve tercemeleri ile Ke- marı - türuk, Tuhtetül - Uş-
rinde şimdiye kadar ufak te­ malüddin-i H a rirî’nin A ra p ­ şakiye) ve nihayet son zaman
fek ve dağınık da olsa h ay li­ ça (T ıbyânütteraik) ı başta larda büy ük bir him m etle
ce eser yazılm ıştı. Fakat b u n ­ gelmek üzere nisbeten telif meydana getirilen (Mahasal-ı
ların pek çoğu, m aâl ve m u h ­ tarihleri sırasiyle çoğu A ra p ­ Ö m rüm ), (Tomar-ı K ebir) gi­
teva itibariyle, b iribirlerinin ça olan (Nefehat, Tabakat, bi yazma hazineler ,keza
hemen benzeri veya az fark ­ Lemezat, U lviyat, Hulâsat- (Kıbletülenfesüâfat, M irati
lısı olduklarından bu m evzu­ ül-hediye, Tezkiratül-fıalve- Evliya, H adikatül Evliya, Zi-
da yeni vesikalara dayanan tiyye, Tuhfetül-mücahidin, yareti-Evliya, Ezharizürafa,
esaslı bir fik ir ve m alûm at H âzâinül-H akayik, M ir’atül- Hadikai-tekâya» Mecmua-ı-
tekâya, Yadigârı-şemsî ve
b unlara ilâveten ayrıca gö­
rülen (Fütüvve) 1er, (Sohbet-
nâm e) 1er, (Dergâhnâm e) 1er,
(K eşkül) 1er ve çeşitli (To­
m arlar) da dahil olm ak ü-
zere biraz daha sadeleşmiş,
kısaltılm ış yazma, basma e-
serlerde ise; İslâm dünyasın­
da yıllarca h ük üm ran olmuş
tü r lü tarikatlerin kendisine
mahsus olan tarih ve teşkilâ­
tın ı tanıtm ak veya aydınlat­
m aktan ziyade, tarikat b üy ük
lerinin, tanınm ış sofilerin,
şifahî an’aneye geçmiş birta­
k ım menkabeİerini, sohbet
ve irşad meclislerini, tafsi-
lâtiy le hikâye edilmiş h al
tercemelerini. ihtiva etm ek­ Sağdaki resim : A c ı ç e ş m e d e K aad iriy ed e n A y iş e H atun, y a h u t
te olduklarından, tasavvuf S a r m a ş ı k t e k k e s i n i n son ş e y hi M ektupçu M e h m e t N uri M o lla ,
irfan ın d a ve İslâm tarihinde bey m e r h u m ve h a l i fe l e r i , s o l d a k i resim:* H ı r k a i ş e r i f _ P e r ş e m b e
teşkilâtlı, m untazam metod- t e k k e s i son şeyhi H a l il S a m i P a ş a z a d e M e h m e t C a f e r H a y r u l l a h
lu b ir icra tarzı ve -devrinin bey m e r h u m ( o t u r a n ) ve h a life le r i.
kendi tâbiriyle- «Maarif-i
Rabbaniye» m ektebi olan ta­ reform u yapmış, b un un la ye çalışacağız.
rikatlerin, gayeleri hakkında da kalm ayıp esaslı fo rm ü l­ B ilinm iş ve kökleşmiş ana
doyurucu müspet b ir m a lû ­ ler ve m etodlarla teşkilât­ tarikatlerin en m eşhurların­
m at b ulm ak m ü m k ü n değil­ landırm ış bulunan bu teşek­ dan ve en başta gelenlerin­
dir. küllerin, bilhassa ritm ik ve den b iri olan «Kaadiriyye» yi,
estetik bünyesini, asırlar bo­ biz de -tarihin seyrine uya-
Hele bu teşekküllerin, İs- yunca gelen k ü ltü r tarafla­
tanbula geliş, kurulu-ş ve ya­ rak- yazımızda en başa ve
rını bildirm eğe takatleri yok­ önceye alıyoruz.
yılış safhaları ve tesirleri ü-
tur.
zerinde tam tetkiklere daya­
Şim di artık teşkil ve ter­ K A A D İR İY Y E — KaadirlUk
nan az çok İlm î, tarihî değer
taşıyan bir kitap yazılm ış d i­ tipleriyle devrini ve hizm e­ İslâm dünyasında, «Gavsi-
yemeyiz. tini, çoktan tam am lıyan, ye­ A ’zam» nam iyle tanınm ış
rin i ve değerini tarihe b ırak ­ (Kendisinden insanların m e­
İn kılâp tan sonra ise, m en­ mış olan bu hem dinî, bediî, det um duğu ve feyiz bekledi­
sup veya m uarız bir tak ım hem de İçtim aî bir m ües­ ği en b üy ük velî) ve takdis
yetkisiz kalem lerin hiç bir sese olan, bundan dola­ edilmiş b ulunan Bağdatlı
kök lü, emekli bir bilgiye da­ yı da devrinde h alk ın «terbi­ Seyyid A b d ü l Kaadir-i Cey-
yanm adan, tam am iyle şahsî ye ocağı» bilinen dergâhla­ lâ n î’ n in kurduğu ilk büy ük
ve hissî olarak şurada, bura- rın, yığın yığın m ahsuller ve­ tarikattir. Kendisi tarikat
da yaptıkları neşriyatın da, ren, büy ükler yetiştiren, k ü l­ «pir» lerinin en büyüklerin-
İlm î bakım dan göze görünür tür ve edebiyatı, musikîsi, ftden ve başlarından sayılan:
bir kıym eti olm adığından, İs- folklörü, karakteristik husu­ «Aktâb-ı - lirbaa» n ın yani
lâm da tefekkür medeniyeti siyetleri, incelik ve güzellik­ dört b üy ük «kutb» un başın­
demek olan tasavvuf teşkilâtı leri başta gelmek üzere b ütün da gelir,
n ın daim a ileriye doğru gi­ gelenekleriyle, asırlardır en
den yüksek gaye ve ham lele­ çok tutunduğu ve yayıldığı Hazreti Pîr, bazı kay ıtlar­
rini, hele ibadet usuHerine, b ir şehir olan İstanbuldaki da görüldüğü gibi İran taraf­
-bir nevi semavî konser ve yerini ve b ırak tığ ı izleri, m üs larında «Geylân» da değil,
raks mahiyetindeki- (Se­ bet vesikalarla hiç bir tarafa B ağdat’ın «Dicle» kenarında,
m â ’) 1, m üziği, katm ak sure­ kaymadan,, -sütunların m ü ­ «Ceylân» kasabasında, 11 Ra-
tiyle zam anında en b ü y ü k saadesi nisbetinde- belirtmi- b i’ussanî - R ab i’u lâ h ır 470 -
18
retin simasında C elâl ve aza­ E bul Hattad M ahfuz İb n i Gü-
1075 de, dünyaya gelmiştir.
m etin eserleri görünüyoıŞ- rani, E b ül Hasen M uham m ed
Arabistanda um um iyetle İb n i K aadî, E bu Y a ’lâ M u ­
du».
kendisine «Ceylâni» derler. ham m ed İb n i Hasen’den ve
H indistan ve İranda ise k ü ­ 6 yaşına gelince annesi o-
E bu Said İb ni M übarek, b in
çük bir şive ve telâffuz değiş­ n a K u r ’ani kerim i öğretme­
A.1İ M ahzum î) den usûl, fü r û ’a
mesiyle: «Geylâni» olarak b i­ ye başladı. D in kitap ların ı
mezhep ve ahlâka dair ders­
linir. okuttu. Biraz sonra da otur­
ler gördü. «Muhammed İb ni
duk ları yerdeki mektebe ver
K a ad iriliğin Türklerden E bul Hasen-ül B a k lâ n î’den,
di. 488 de yaşı 18 e gelmişti.
ve Arabistandan sonra en E bu Said-i Semanî, İb n i Ab-
T ahsilini ilerletm ek için Bağ-
çok yayıldığı, yerleştiği yer, d ülk e rim b in Huseyn»den
data gitm ek istedi. Annesi o-
H indistan olm uştur. B j la ­ veşair hadîs bilginlerinden
nu kendi eliyle kervana tes­
larda «Gavsi-A’zam ’a sevgi hadîs ilm in i ve hadîs usûlü­
lim etti. K aafile kalkarken;
ve b ağlılık, o dereceyi bul-, nü tahsil eyledi. «Ebu Zeke-
şu nasihati verdi:
m uştur ki, bazıları onun tü r ­ riya Y ahya İbni A liy y i Teb-
besini, kendilerine «kıblegâh» rizî» den edebî ilim le ri elde
ittihaz etmişlerdir. İfrat bir etti. Zam an zam an sohbetin­
teveccüh ve telâkki gibi gö­ de b u lun d uğu «Şeyih Ham-
rülen bu derunî iltica, m âne­ m ad İb n i Müslimüddebbas»
vi b ir m üzayakaya m âruz kal ın ve m âru f sofî «Hallacı
dıkları zâm an yapılm aktadır. Mansur» un tarikat ve tasav­
Y an i bir m üşkil karşısında vufa dair irşad ve irfanından
daralıp b un ald ık la rı veya fazlasiyle faydalandı. B u su­
«Nevafili-umur)) denilen dün retle şer’î ilim le rin «Hadîs»
ya dertleri üzerinde olabilir. şubesinde sağlam ve kuvvet­
A b d ü l K aadirin asıl ismi: li olarak ihtisas yapmış b u ­
«Şeyh Muhyeddin», künyesi lunuyordu. Şöhret ve ik tid a­
(A ile adı) Ebu Muham m ed; rı gittikçe ilerledi. Kısa bir
pederleri de, «Cengidost» na- zam an içinde m üslüm an d ü n ­
miyle tanınm ış «Ebu Salih» yasında b ü y ü k bir «Muhad-
kiinyeli «Seyyid Musa» dır. dis» oldu. Z am anının «İmam»ı
O n u n babası: «İm am Seyyid ve H anbelî’lerin şeyhi b ilin ­
A b d ullahh i Ceylî, onun da di.
babası «İm am Seyyid Y ahy a K a a d iri tacı d ik m e k te , kemer Fakat b u emsalsiz olgun­
Zahid» dir. Valdeleri: «Şeyh iş le m e k t e za m a n ın ın usta luğa eriştikten sonra kendi­
b ir
Seyid A b d ullahh i Savmiî» s a n a t k â r ı o la n ve 20 yo y a k ı n sinde «Ma’rifetullah» zevki
n in kızı: «Ü m m ül Hayır» na- te lif eseri b u l u n a n S u l t a n a h ­ uyanm ağa başladı. B ir tari-
m iyle bilinen: «Seyyide Fâ- met Kaygusuz Tekkesi Şeyhi kate girmesi, b ir mürşide bağ
time» dir. Ş a i r H acı M u s t a f a Ş e v k i lanm ası icab ediyordu. Z ah i­
A ltın zincir veya sülâle Efendi m e rh u m .. rî ilim le r insanı ancak irfan
m ânasına «Silsiletüzzeheb» kâbesinin ’kapısm a kadar ge­
tâb ir olunan ecdadının ne­ — «Oğlum , ne suretle o- tirebiliyor; h akikatin harî-
sepleri ise anneleri tarafın ­ lursa olsun sakın yalan söy­ mine sokamıyordu. B ir baş­
dan «İm am Hasen» e, babala­ leme. Aslâ doğruluktan ay­ ka yol tutm ak lâzımgeldiği-
rı cihetinden «İm am Hu- rılm a.. B u sana yeter!» ni, şöylece takdir, tasdik k â ­
seyn» e, onların vasıtasiyle A b d ül K aadir, kervanla be fi değil; hemen tatb ik etmek
de «İmam-ı Alî» ye varır. B u raber Bağdata giderek N iza­ lâzım dı.
cihetle Gavsi A ’zam, hem A- m iye medresesine girdi. B u Üskadı «Kaadıyyül-kuzat:
levi, hem Hasenî, hem H ü ­ medrese, o vak tin en b ü y ü k Şeyh Ebu Said İbni M übarek
seyni» dirler. üniversitesi haysiyetini taşı­ bin A liy y i Mahzumî» ye. b i­
yordu. Zekî çocuk, bir kaç at ederek (derviş olup terbi­
Tarihçilerin, «anadan doğ­
sene içinde burasım bitirdi, yesi altına girerek), orı4an ta­
m a veli» diye yazdıkları
icaze «diploma» aldı. Ayrıca rikat hırkasiyle çeyiz^şndi.
Seyyid A b dülkadir için y i­
devrin b ü y ü k âlim lerinden «Giyindi».
ne bazı m en’bâlar diyorlar
ki: - «ilk doğuşunda bile Haz (E bul Vefa A li İbni U kayi, (Devam ı var)
19
B i r i n c i A b b a s P aş a İbrahim P a§a K avalalı M ehm et A li P aşa

Son Mısır Hükümdarları


Tarihin Kefesind e.., i

En s a l â h i y e t l i b i r k a l e m d e n ç ı k a n b u y a z ı , K a v a l a l ı M e h m e t A l i P a ş a d a n b a şlıy ar a k Kral
F a ru k 'a kadar, b ütün hü k ü m da rların m ace ralarını, karakterlerini, entrikalarını, bugüne
k a d a r if şa e d i l m e y e n hakikatlerle ortaya dökm ektedir..

1805 senesinin Mayıs ayın­ Yazan : ve halka dayamr bir otorite


da, Mısır halkı, bir Osmanlı Kahire Üni. Tarih Prof. Dr, sağhyacak olan bu büyük kuv
zabiti olan Mehmet Aliyi Mı­
sıra vali olarak seçmişti. Na-
kibüleşraf ve Mısırhlarm re­
H Ü S E Y İN

o
M U N İS vetten hükümetini mahrum
bir akü.
s;
Tehlikeli zamanlarda bımu
isi Seyyit Ömer Mükerrem, Çeviren : kendisi de anladı. 1840 da dev
onu bu mevkie namzet gös­ S elâm i M. Y U R D A T A P letlerin, azli için müdahale
termiş, memleketin ileri gelen etmeleri m üm kün olduğunu
leri, büyük şeyhler ve bütün o hissedince Mısırlılara, onun
halk da buna muvafakat et­ tarafım tutmalarını ve devle­
mişti. nin bütün icraatını mürakabe
tine dua etmelerini istedi.
ediyor, ona halkm şikâyetle­
Ömer Mükerrem, o zaman Fakat, Mehmet Aliyi Mı­
rini, ve isteklerini bildiriyor­
ona şöyle demişti: sırlılara bakmadan m utlak bir
du.
«— Senden adalet ve iyilik idare kurmaîsmdan suçlandı-
Mehmet Ali, iyi bir otorite rabilir miyiz? Bunu yaparsak,
umduğumuzdan, şartlarımıza kurup mevkiini adamakıllı
riayet ederek valimiz olacak- bence ifrata varmış oluruz.
sağlamlaştırıncaya kadar Ö- Bir çokları bu hâdiselerin
sımz.»
mer Mükerremin mürakabe- 1809 da cereyan ettiğini unu­
Şüphesiz ki Ömer Müker­ lerini ve bazı işlere karışma­ tuyor. 1809 da ise, dünyada,
rem, burada «şartlarımız» tâ­ sını kabul etmişti. Ondan son millet tarafından idare ve mü
birinden, halkı temsil ^ e n ra Ömer Mükerremden ve bü rakabe edilen lancak üç h ü­
Ömer Mükerrem ile büyük tün halktan kurtulm ak için kümet vardı: İngiltere, Birle­
şeyhlerin seçtikleri valiyi mü ne lâzımsa yapmaya başladı. şik Amerika devletleri, İsviç­
rakabe etmeyi kastediyordu. Şüphesiz ki, bunu yapmakla re birliği..
Nitekim öyle olmuştu. Ö- kendini çok mutazarrır etti. Diğer devletler ise müste­
mer Mükerrem, Mehmet Ali- Ona bu memlekette hakiki bit ve mutlak idareli hükû-
20
metierdi. dusuna hazırladığı zaferleri si- daleti namma bu adamm ne
Şarkta, devlet işlerim, âmir lemem. Bu ordunun başmda fazla, ne eksik, hakkım ver­
leri murakabe etmenin ne de da oğlu İbrahim vardı. meliyiz..
mek olduğunu bilen kimse Sudan’m fethini düşünen ve 1800 senesindeki Mısırla 1839
yoktu. bunu kuvveden fiile çıkaran senesindeki Mısırm arasmda
Ömer Mükerremin Mısırda Mehmet Aliyi unutamam. ne büjrük farklar vardır.
milletin mürakabesi altında A ltm aramak veya Sudan­ Fakat, bu adamm kusurları
ve seçeceği bir hâkim in idare lıları askere almak için buna m da belirtmemiz lâzımdır. O-
edeceği bir hükümetin kurul teşebbüs etmiş olabilir. Fakat nun şiddetli ve müstebit ida­
masını istemesi, ileri bir gö­ netice, Sudanı Mısıra, Mısırı re şeklini, egoistliğini göste­
rüştü. Mehmet Aliye koştuğu Sudana bağlamaktır. Bu m u­ ren sert darbelerini, halktan
kaddes bağdır.' dedikleri gibi, uzaklaşm.asım ve yalnız ailesi
şartlar da bugün «Anayasa»
dediğimiz şeydi. her işin sonuna bakılır. ne ehemmiyet vermes.ini zik­
Eğer Mehmet Ali, o şartla­ Islahatmın son hedefi ordu­ retmek icabeder.
ra riayet ederek ve Mısırm daydı diyenler var. Güzel, bu Zamanmın en zeki adamla­
ileri gelenlerin kontrolü altın ordu kim in için ve kimler­ rından biri olan Mısırlı Ab-
da hüküm etini idare etseydi, den müteşekkildir?. On doku dürrahman Elceberti, Meh­
zuncu asrın başmda, büyük bir met A li hakkmda en isabetli
ne olurdu?.
ordu hazırlamadan bir devlet hükm ü veren adamdı.
Bu memleket bir kaç on se­
kurulabilir mi? «Mehmet A li paşanm eline
ne ileri giderdL
düşen fırsatlar, devrinin hiç bir
Fakat o, istibdadı tercih et­
hükümdarına nasip olmamıştı,
ti ve 13 Ağustos 1809 da Ö-
Onun azimkârlığı, idareciliği,
mer Mükerremden kurtuldu.
mertliği yanmda bir parça da
Bundan dolayı muahaze ede-
adalet ve hakseverliği olsay­
miyeceğimizi söylemiştim..
dı, asrmm harikası, bulun­
Çünkü, - hükümet sistemi ba
maz adamı olurdu...»
kımından - asrımn zihnitye-
Mehmet Ali, son günlerin­
tini taşıyordu: Mutlakıyet zih
de takip ettiği yolun hatalı ol
niyeti., sonra, otoritesini iyi
duğunu anlamıştı.
kullanıyordu.
(Balmirston) onu benlikle
Biz burada hakikatleri zik­ itham etmekte ve şöyle de­
rediyoruz. H alkm hisleriyle mektedir:
oynamak istemeyiz. İnsanların «O, kendi hesabma çakşır­
hisleriyle oynayan kimselerin S ait P aş a dı. Onu destekleyen bir halk
âkibetlerini gördük. H üküm ­ kütlesi yoktur. İngilterenin h ü
lerimizde âdil, mütalâaları­ O devir ki, Napolyon’un as­ cumuna uğradı, Fransa onun
mızda olgun olmaya çaüşaca- rıdır. Savaşların, kuvvet ve ta yardımına koşmadı. O s m ^ lı
ğız. hakküm lük asndır. hükümeti de ondan intikam
Adalet, Mehmet Alinin M ı­ Her şeyi ordu için yaptığı­ almaya başladı. Hepsi, onun
sır’a büyük h izm ^le r yaptı­ nı kabul edelim, bu düşünce­ hesabını tasfiye etmeğe elbirli
ğını belirtmemizi icap ettiri­ nin, memleketi uyandırdığmı ği etmişlerdi. Son dakikalar­
yor. adlarını tarihinden silemiye- da Mısırlılardan kendisine
İyi hatırlarım (Reisicum­ ceğimiz kahramanlarm yetiş­ yardım elmelerini ve onun için
hur) Albay Mehmet Necip ge­ mesine âm il olduğunu kim in­ dua etmelerini istedi. Fakat,
çen Temmuzun 23 ündeki nut­ kâr edebilir. Bu kahramanlar, iş işten geçmişti.
kunda, Mısır ordusunun şerefli sırf Mehmet A linin zamamn- Belki de aptallaşmasma, çıl­
mazisinden bahsederek Avru- da yetiştikleri için m i tarih dırmasına ve 2 Ağustos 1849 da
panın kapılarmı çaldığım söyle sayfalarından çıkaracağız? ölümüne bu sebep olmuştu..
misti. Şunu belirtmek isterim Rıfaa R âfi’i, Haşan İsken- ★
ki, bu orduyu hazırlayan ve derani’yi, Mehmet Biyomi’yi,
^Avrupanın smrr kapılarmı çal­ Haşan Elverdanı’yi, Ahmet
İbrahim Paşa
maya gönderen Mehmet A li’dir. Yusufu ve bir çoklarını nasıl Mehmet A li Paşaya yardım
Onun içindir ki, Mısır tarihin unutalım !. edenlerin başmda oğlu İbra­
döl, Mehmet Alinin Mısır or­ O halde memleketimizin a­ him gelmektedir. Bu haneda-
21
nm içinde, yegâne Mısırlı, İb- Mektepleri kapadı, mensup ku çekmekle vakit geçirirdi.
rahimdi. Hisleriyle Mısırlı de larm ı dağıttı. Rıfaa Rafiiye Sait, onun tipindeki adam­
mek istiyorum. O kendini öy­ etmediğini bırakmadı. Ordu­ lar gibi gayet uysal ve eli a-^
le sayıyor, ailesini sevmiyor­ yu alçalttı, mekteplerini ka­ çıktı.
du. Ekser vaktini yerlilerle ge­ pattı. Ve fabrikaları ihmal et­ Fakat bu uysallığı ve cö­
çiriyordu. Büyük Mısır zafer­ ti... mertliği yalnız milletine de
lerinin ve fütuhatının kahra­ Cariyeler, köleler ve harem­ ğil, herkese karşı idi.
manı oydu. ağaları arasında sefih bir ha­ Halkın, ağır yükü altında in
Evet, müverrih «Elceberti»; yat yaşadı ve nihayet onlar lediği bir çok vergileri indir
babası onu Elsaid bölgesi­ tarafından öldürüldü. Evet., mis, devlet işlerini idare etmekî^
ne hâkim tayin ettiği zaman, bir gün o cariyeler ve köleler te yardımı olsun diye bir hü­
gösterdiği şiddet ve zulmü bir oldular ve onu Benha’daki kümet meclisi kurmuş, Meh­
tenkit ediyor, bunda haklıdır. sarayında öldürdüler. met A li paşanın ve Abbas pa­
İbrahim o sıralarda büyük O kaba eliyle babasının ve şanın orduda kojrmuş olduk­
hatalar işlemiş, bir çok adam . ağabeyisinin kırk senede yap ları kayıtları kaldırmış. Mısır­
ların felâketine sebep olmuş, tığını altı senede yok etti. lıların subay olabilmelerine mü
bazı kereler gayri İnsanî hare­ Bilmiyorum, hangi akıllı ve saade etmişti. Köylüleri pok
ketlerde bulımmuştu. mütefekkir zat bunu söyledi: sever, onlara yardım etmekten
Lâkin dedikleri gibi iylik- «Mehmet Ali Paşa ile oğul­ geri durmazdı. Bir gün, köylü
1er kötülükleri yok eder. ları arasındaki fark, baba de­ bir kadına (450) altın ihsan
İbrahim paşanın, yeni M ı­
sır ordusunun ilk muzaffer
Mısırlı kumandanı olması k â­
lirerek öldü, onlar da deli o-
1arak doğdular.»
Abbas da, bu delilerin ilki
etmişti.
Ayni zamanda Fransızlara,,^
İngilizlere ve Osmanlı hükü­
\
fidir. idi..
metine de ayni cömertliği ve
Onun elde ettiği büyük za­
uysallığı göstermişti. ^
ferler, bugün kendi adiyle a-
nılan meydandan heykelinin Sait Mısır’ın başına bir çok dert
kaldırılmasını istiyenlere m u­ Said’in en mümeyyez vasfı, 1er açan Süveyş kanalının haf
halefet etmemizi âmirdir. Çün bütün işlerinde tesiri görülen riyalinin imtiyazını F. De Las-
kü bu heykel' yalnız İbrahim saflığı idi. Bım u yüzünden ve seps’e vermiş, Avrupa banka- ;
için değil, Mısır ordusu ve za­ halinden anlamak kabildi.. larına, faizine bakmadan avu­
ferleri için de dikilmiştir. Çok şişmandı. Hayret edilecek cunu açmış ve memleketin i î ^
derecede oburdu. tisadiyatına ağır bir darbe t e ^

Bahriye mektebinde arkadaşı kil eden İngiliz, Fransız şir-^
Abbas I olan F. De Lesseps, yemek ketlerine imtiyazlar dağıtmış­
Bahis, Abbasa intikal edin­ sıralarında herkese verilen ma tı.
ce, kendimizi başka bir âlem­ karna payını Saide bırakmak OsmanlI padişahına hoş gö­
de buluruz. suretile onun dostluğunu ka­ rünmek için donanmayı par­
Mısır, onun hükümdarlığı zandığım söylüyor. çalamış, tahtalarını satmıştı.
zamanında bir çok talihsizlik­ Bu makarna ikramı, Saidin, Onun zamanmda, yabancı dev
lere uğradı. Abbas I. hayatın­ De Lessepe’e olan itimadını ar let konsolosları, memleketi sö.
da hiç ışık görmeyen bir ada­ tırmış ve ona Süveyş kanalını mürdükçe sömürüyorlardı. On­
ma benziyordu. Bir kerecik ol açmak müsaadesini vermeğe lar âdeta devlet içinde dev­
sun İnsanî bir duygu duyma­ âm il olmuştu. letti.
mış, dünyadajı haberi olma­ Tenbeldi, iş yapmayı, ken­ Sait, paranın kıymetini bil­
yan bir cahildi. Kaba, saba bir dini yormayı sevmezdi. mezdi. Bir taraftan ahr. Bir
adamdı, ne ailesi onu sever, Babası Mehmet A li paşa, taraftan verirdi. Parası tüke­
ne de o ailesini severdi. Her­ ona günde iki saat, Nil neh­ nince borç ahr, memleketin
kesten şüphe ediyor, herker. rinde kayığa binip kürek çek istikbalini rehine koyardı. Bu
de ondan şüphe ediyordu. A- meşini emretmişti. Sait, ar­ nunla beraber, son derece iyi
ile efradının arkasından hafi- kadaşı F. De Lesseps’in N il ke kalpli, merhametli bir adam­
yeler, casuslar koyardı. Etra­ narındaki evine kadar kürek dı. Bir keresinde, ay başı gel­
fını karanlıklarla sârdırırdı. çeker, oraya varınca kayığı diği h,?ade, devlet lılaz&nesin-
Çünkü ancak karanlıkta yaşı- bağlar, eve g;irip iki saatten de memurlara verilecek kâfi
yabiliyordu. kalan zamanı kürek yerine uy miktarda para bulunmayınca.
22
maya devam etti. Bu borçlar Düşmanlarını, İstrikinin’-
saraylarındaki bazı eşyaları sat
onu ve Mısır’ı boğdu. le harcadığmı, bir ziyafette
tırıp maaşlarını dağıtmıştı.
«Onu mazur görmek lâzım memleketin eşrafından ona ya

dır. Çünkü Osmanlı hüküme­ kın adamı zehirlediğini söy­
İsmail ti onun sırtinı kamçı'üyor. Av lerler.
rupa devletleri de onu çem­ M a d a ly a n ın öbür tarafı :
İsmail’in devrine geliyo­
ber içine alıyordu» diyorlar. Fakat, İsmaU’in yalnız bu
ruz.
Bu, öyle bir devir ki, ci­ Bizce, bu bir özür değildir. cephesini gören, tarihî bir şey
nayetle başlar ve cinayetle Mânâsız ve ehemmiyetsiz bir yazmak için eline kalemi al­
(Hidevi) ünvanını almak için mamalıdır
biter.
İlk cinayeti: Kefrüzzeyyat milyonlar harcamasına ne lü ­ İsmail, her şeye rağmen,
köprüsünün açılışı ve rakiple zum vardı! memlekette hamle yapmış bir
İsmail’in saltanatın evlâtla­ adamdır. Mehmet Ali; Mısır’a,
rinden bazılarının öldürülme­
rında kalması, Mısır tahtından ileri ve çalışkan dünyanın ka­
si...
Mehmet A li’nin diğer aile ef­ pılarını açmışsa, İsmail de o-
İkinci cinayeti; israf ve ho­
radının m ahrum bırakılması nu bu kapıdan içeriye sokmuş
vardalığı ile Süveş kanalı me
için OsmanlI hükümetinden ve yoluna devam etmesini sağ
selesinde memleketin menafi-
ini satmasıdır. büyük meblâğlar mukabilinde lamıştır.
fermanlar koparması, affedi­ İsmail, Mısır’ın Sudandaki
Üçüncü cinayeti: Mısır hal­
hakkını teyit eden ve ona A f­
kının hakkını yemesi, memle­ lir şey değildi.
keti ecnebi, boyunduruğuna Müverrihlerden biri, İsma- rika ailesinde iyi bir mevki
sağlayan adamdır. Bugüne ka
teslim etmesi ve m illî duygu
dar fütuhatçı Mısır ordusu­
lan hiçe sayması..
nun 1875 de Musavva’ ve Zey-
O, sefih bir mirasyedi idi.
la’ın üstünde bayrağını dal­
Halkı çahşkan ve büyük işler
galandırdığı günlerin hatırala ,
başarmaya kadir, zengin bir
memleketin tahtına varis ol­ riyle öğünmekteyiz.
Coğrafya cemiyetini kuran, j
muştu. Bu mirası yok etti.
Mariette te Maspieo’ya kadim ,
Onun için zekidir, diyorlar­
Mısır’ın şanh tarihine ait keş- !
dı. Ondan bu vasfı kaldırma-
fiyatlarda bulunmak için teş- j
hyız. Zeki olmuş olsaydı, or­
vik ve yardım eden, rasatha­
dusunu Afrikada fütuhata har
camaz, Osmanlı hüküm etin­ neyi ve operayı inşa ettiren ve
Mısır’ın üzerinden asırların
den istiklâlini almak için, şu­
na buna milyonlar yedirmez­ tozunu müthiş bir şiddetal sil­
di. Beşer tarihinde bir insa­ ken, İsmaildir.
İ s m a il Paşa Tarihte bir hakikat vardır.
nın milletinin istiklâlini rüşvet
Onu İsmail’in hükümetine tat
le almaya kalkıştığı görülme­
il’in m alûm yerlere harcadığı bik edersek, onun iyi tarafla­
miştir. Fakat İsmail bu zihni­
paraları tesbit etmiş. K ırk dört rından birini meydana çıkar­
yette bir adamdı.
Hükümetinin ilk yıllarında, milyon sterlini geçmemiş. Ge­ mış oluruz:
lirin ye istikrazların yekûnu, Halkın şikâyet ettiği ve şi­
Amerikadaki dahilî harp do-
yüz elli milyon sterlin oldu­ kâyet seslerinin duyulduğu bir
layısile, memleketin geliri bir
ğuna göre, aradaki yüz küsur devrin hükümeti çok kötü­
hayli yükselmişti. Öyle ki, M ı­
milyon sterlin nereye gitmiş? dür, denilmez. Çok kötü dev­
sır’ın senevî pamuk satışı on
Bu cihetten İsmail çok gad­ rin gölgesinde şikâyet dinle­
dört milyon Sterline yüksel­
dardı. Süveyş kanalmın açılış mezsiniz, hükümet bütün, ses- ,
mişti. Bunun ebediyyen devam
edeceğini zannetti, bu m ühim töreninde verdiği muazzam zi­ leri boğmuştur.
yafetler ve bu uğurda oluk İsmail’in devrinde, millet
geliri har vurı;p harman sa­
gibi akan altınlar, prenslerin nefes almış, şikâyet etmiş, ba­
vurmaya başladı. 1865 sene­
muhteşem düğünlerindeki is­ ğırmış ve patlamıştır. Onun
sinde birdenbire, Amerika iç
raf at.. ve canlarına kıydığı in­ zamanında halk, Mehmet A-
harbi duruverince, Mısır’ın ge
sanlar. li’nin' zamanınmkinden daha
liri iki milyona indi.
Bunların hesaplarını ver­ çok serbesttir.
İsmail, masrafını kısmadı,
(Sonu gelecek s a y ı d a )
sağdan, soldan istikrazlar yap mek ne güç!
23
Abdülhamfd Sarayında Çerkezler:

Çerkez kızlan saraydan


niçin çıkarılm ıştı?..
Yazan: Haşan AMCA

tfTÜN istilâcı impara­


B torluklar gibi, OsmanlI
İmparatorluğu da saray
sından sonra, muhacirliğin do
ğurduğu derin sefalet, insan
ahş verişine büyük bir revaç
iarmda muhtelif ırk ve unsur­ vermiş, kızım jsatan babalar,
lara kapılarmı açmış, zaman, âdeta m illî bir âdetin icabını
zaman bir Sırph, bir Rum, bir yapar görünmüş ve bu o ka­
Macar veya bir Slav, padişah dar tabu bir şekUde devam
anası veya kansı sıfatiyle sa­ etmiştir ki, kul cinsi demek­
rayda hükm ünü hissettirmiştir. le Çerkezi ifade etmek bir ol­
Çerkezlerin Osmanh saray- muştur. İstanbulda evinde o-
larmd'a görünmeleri, eski bir turan bir Oerkez hanıma da,
devre varmaz. İstilâ ve fütu­ ccKul cinsi» demek caiz görülür
hat devrinin kapanmasiyle, ve bununla hiç kimsenin kulu
ağnam suretiyle esir tedariki kölesi olmayan hanım m ırkı
m üm kün olmaymca; civardan mensubiyeti ifade edilmiş o-
güzel ırka mensup kadm lann lurdu...
çalmarak celbi yolu bulun­ Saraylarda Çerkezlerin ve
muş ve bu suretle Kafkasya- Çerkez kadm larmm devletin si
dan muhtelif imkânlarla Os­ yası bünyesi üzerinde tesirli '
manlI saraylarına getirilen kız oldukları bir devir görülme­
1ar, sarayda mevki almağa baş_ miştir. Böyle isim bırakmış ka
lamışlardır.
dm pek yok gibidir. Esasen,
Rulslarm Kafkasyayı istilâ- kocasından ileri bir adım atar
görünmek m illî terbiyelerine
uygun olmadığı için, saraylar­
da Çerkezlerden bariz kadm
p iü i» şirretliğini temsil eden bir ka
dm efendi veya valide sultan
gelmiş değildir. Y ı l d ı z d a , A b d ü l h a m i d ’in mu-
Sadece şahsan tebarüz etme h a f i 2î l a r ı n d a n Ç e r k e z miilâzd-
miş olmakla beraber bir ka­ m i M e h m e t efe ndi..
dının kocası veya evlâdı üze­ (Yıldız albümünden)
rinde müessir olamıyacağı da
iddia edilemez. Şu veya bu başka bir ırka mensup kimse
meselelerde hâkim olmuş ka­ bulunmaz bir hale gelmişti. Â-
dm olabilir, ancak kendine iza deta saraylı demek, Çerkez de­
fe edilecek bir devir yaratmış mek olmuştu. Bu, Meşrutiyet
Çerkeş kadını, ismiyle, cismiy ilânına kadar böylece devam eı
le tarihimize karışmış değil­ mişti.
dir. Menfasmdan avdet eden meş
Son zamanlarda saraylarda, hur Elena kahramanı Deli Fuat
bir kısmı nakden satılmış, bir paşaya İstanbul halkmm yaptı­
kısmı ana ve babası rızasiyle ğı büyük kabule Çerkez ittihat
B ir Ç e r k e z g ü z e li ti pi. saraya verilmiş Çerkezlerden ve teavün cemiyeti de bir hey-
etie katılmış ve bir kaç gün son
ra, cemiyetin riyasetini kabul
etmesi ricasiyle hoş âmedi ifa
sına iki genci memur etmişti.
Ayaspaşadaki konağmda pa
şa tarafmdan kabul edilen iki
genç talebe, cemiyetin hedef ve
mesaisinden bahsederken sa­
raydaki kızlardan da bahse
fırsat bulmuşlar ve bunların
serbest bırakılmaları için paşa
nın tavassutunu istemişlerdi.
Paşa bımu bir izzeti ne­
fis meselesi yapan gençlere
hak vermiş, yalnız şöyle bir
ihtarda bulunmağı unutma­
mıştı:
— Çocuklar, biliyorsımuz ki,
ben o adamla (Abdülhamitle)
darğınım ve tabiî ömrümün
sonuna kadar da öyle kalaca­
ğım; fakat şunu öyle biliniz ki,
o böyle kadm işlerinde o dere
ce perhi:dsâr, o derece namus
ludur ki, oradaki kızlar baba-
lanm n evinden ziyade emni-
yettedirler. Adamm bu >cephe
si böyle sağlamdır. Bizden bir
teklif vuku bulur bulmaz, e-
min olun derhal bunları çıka­
A b d ü lh a m it s a ra y ın d a k i Çerkez kızlan nın se rb est b ıra k ılm a la rı
rır.. Sonra bu kızl^ar ziyan olma
nı t e m i n eden Ç e r k e z D el! F u a t Paşa ..
sın. Ortalarda kalırlar diye
korkarım..
Gençler ısrar etmişler : rar ederler. Paşa İngiliz sefaret
müsteşarına söyler.
— Paşam, neden ortada ka­
lacaklar. Babalarının evlerine Abdülhamit, teklifi derhal
gidecekler.. kabul etmiş ve bir hafta son
ra saraydaki Çerkez cariyele-
— Doğru ama, onlar köylü re serbest olduklarmı ferman
lerin işine yaramaz. Köylüyü buyurmuştu. Bunlar, İstanbul
de onlar beğenmez, bedbaht daki Çerkezlerin tezahürleri
olmazlar m ı? Maamafih ben arasında posta posta trenlere
(Fiç Moris) e söylerim, o da bindirilerek sevk edildiler.
cuma selâmhğında söyler. Bey Bu hareket, asırlardan beri
nelmilel esaretin ilgası kanu­ devam edegelen harem hayatı
nunun tatbikına İngiltire devle nm sonu demek oluyordu. Da­
ti memurdur. Bu münasebetle ha doğrusu haremde bir ihtilâl
Fiç Moris söyler. O da emi­ oluyordu. Gerçi hürriyete ka­
nim çıkarır. Bakın, yine içim vuşmak istemiyen, Yıldızm loş
de bir üzüntü var, böyle yap odalarında yaşamayı tercih e-
makla bu çocuklara fenalık denler olmuştu. Fakat ne de ol
yapmış olmıyalım! sa kalanların da içi, yavaş ya­
Gençler, bunun izzeti nefse vaş hürriyet ateşi ile yanma­
giran geldiğinden ve buna son ğa başlamıştı.
B ir s a ra y lı g üzeli.. verilmesi doğru olduğunda ıs­ H. A M C A
25
M e l l i n g 'i n t a b l o s u n d a H a r e m i n iç in i gösteren k , s ,m .
Ti
İ f :j
İ«o.<sâ*<-.îa^'^V‘0'.

V a l id e S u l t a n ve h i z m e t i n d e k i c a r i y e l e r (Melling’in tablosundan)

Haremden Mektuplar
Yazan ; Sirkeci istasyonunun karşı­
B u ya zı serisi, tarih im izd e M. Ç a ğ a t a y ULUÇAY sındaki burundan, Ahırkapıya
y e p y e n i b ir u f u k a ç a c a k t ı r , kadar uzanan sahil şeridinin ü_
I zerinde mermer direkli, kurşun
çünk ü bugüne kadar meçhul
k a l m ı ş b ir ç o k t a r i h î ha ki- kubbeli köşklere baktıkça insa
den hükümdar, nam ve şanı­ nın gönlü açılır, ruhu şenle-
k a t l a r ı a n c a k b u ya zı serisi
na lâyık bir sarayda oturur, nirdi. Sahilden Mecidiye köş­
ile öğre n e c e ğ iz . Ve b u ya zı,
sefer dışında imparatorluğu künün bulunduğu yere -kadar
O s m a n l I h a r e m i için b u g ü n e
buradan idare ederdi. Bursa uzanan geniş arazi, setlere ay­
k a d a r y a z ı l a n l a r ı n ne k a d a r
ve Edirne sarayları bir tara­ rılmış, her şeddin üzeriae ne­
ha y a l m a h s u l ü ve u y d u r m a
fa bırakılırsa, İstanbulda Fa­ fis pancurlu ve danteleli köşk
o l d u ğ u n u da m e y d a n a ko y a
tihin yaptırdığı eski ve yeni 1er yapılmıştı. Köşklerin etra­
çaktır. Y m e b u y a z ı d a , b ir
saraylar, devirlerinin en güzel fında bahçeler, bahçeleri birbi­
çok O sm anlI s ultan ların ın ,
binalarıydı. Bilhassa Kanunî rinden ayıran tahta duvarlar
bugüne kadar neşredilm e­
ve ondan sonraki hüküm dar­
miş m e ktuplarını ilk defa
lar, Sarayburnuna inşa ettirilen
o k u y a c a k s ı n ız .
yeni saraya bir çok kasırlar
ENİ zamanların en kuv ilâve ettirerek burasını ikinci
vetli impiaratorlukla- bir İstanbul haline koydular.
rından b'drisilni kuran Boğazdan ve Adalardan bakı­
OsmanlIların; 'üç ^ kıtada da, lınca serviler arasında yükse­
ülkelere hükmettikleri, her­ len kurşun örtülü kubbelerin,
kesçe malûm bir hakikattir. çeşitli ağaç ve çiçekler altın­
Bu imparatorluğu idare e- da dinlendiği görülürdü.
vardı. Her köşk, bahçesinde ha l^rde, değerli taşlardan yapıl- ğunda cümle ve gramer hata*
vuzlar, içlerinde pırıl pırıl par- miş kopça ve düğmeler de, ları olduğımu, yayın esnasında
lıyan fıskiyelerle yıkanırdı. Ha­ ayağa giyilen p ın l p ın l ve çe­ göstermeğe çalışacağız. Kadın
vuzların kenarlarındaki kame­ şit çeşit renkleriyle gözleri do­ ların devşirme olduklarmı is­
riyeler, çiçek saksıları, mey­ yuran ve dolduran minnecik ter pat edecek, hatalarmı göste­
ve ağaçlan ve nihayet ıhlamur likler de ayrıca bir zarafet ve recek pek çok yanlışlıklar da,
luklar, bu bahçelerin en gü­ yüzellik vardı. mektuplar da vardır. Böyle
zel süsleriydi. olmakla beraber, bunlarm ta ‘
İşte bir zamanlar dünya poli
Sevimli köşklerin biricik tıkasım ve mukadderatını elle­ rihte olduğu gibi, edebiyatı­
dekor ve kemeri, dünyanın rinde bulunduran Osmanlı pa­ mızın çeşitli devirlerinin üslû
çeşitli yönlerinden getirilen dişahları, kısaca tarif ve tavsi­ bunu mektup dilini ,ve tarzla
meyve ağaçları, lâle ve gül fini yapmağa uğraştığımız, her rmı göstermeleri bakımından,
bahçeleriydi. Kasırlardan içe­ birisi başlı başma bir âlem o- büyük kıymet taşıdıklarında,
ri girilince sofalar, hünkâr ab- lan, böyle kasırlarda ve âlem­ şüphe yoktur.
dest odası, Kızlarağası, Si- lerde yaşarlardı. Padişah kadm ve kızlarına
lâhtarağa odaları ve nihayet ait mektuplar, Fatih ile başla­
Buraya esefle şunu da ilâve
kadın efendi ve valide sultana makta, Sultan Abdülâziz ile
edelim ki, sarayın teşkilâtı lâ-
ait odalar, devirlerin en m u­ sona ermektedir. X V II ve
yıkı veçhile aydmlanmış de­
tena yerli ve yabancı kumaş- X V II. Yüz 3allara ait mektup­
ğildir. Hattâ «Zillullah-ı fil-
lariyle süslenmişlerdi. Kasır­ lar ise petk azdır. Buna mu­
âlem», «Sultanülberreyn vel-
ların tabanını, mevsimine gö kabil X V Yüzyılın ikinci ya­
bahreyn» sıfatlarım taşıyan
re, Mısır hasırları, nihali, î- rısı ile X V I. ve X IX . Yüzjnl-
OsmanlI padîşahlarmm; bun­
ran halı ve seccadeleri örter­ lara ait mektuplar ekseriyeti
ları söylemekle hiç bir zaman
di. Her odanın tavanmda, bü- teşkil edör. Bımun sebeplerim
hepsiain iyi bir lahsil gördü­
lûr fenerler veya kandiller a- X V ve X V I asırlarda padişah
ğünü iddia etmiyeceğiz. Bil­
sılıydı. Odalarda sedirler, üzer kızlannm evlenince kocalariy
akis, mektuplardaki yazılarmm
lerinde kadife veya diğer kıy­ le beraber İstanbuldan aynL
çirkia, girift, ve okunaksız ol-
metli kumaşlardan kaplan­ malarında, padişah kadınları­
duğupnu ileriye süreceğiz. Ço-
mış minder ve yastıklar vardı. nın, ekseriyetle oğuUariyle
Pencereler ve kapılar, renk beraber sancaklara gönderil­
renk kadife perdelerle örtülüy­ melerinde, padişahların sık
dü. Odalarda dünyamn dört sık seferde budunmalarmda;
bucağmdan getirilmiş billûr, X IX . Yüzyılda ise padişahların
altın ve gümüş kaplar vardı. X V ve X V I. asırlarda olduğu
gibi İmparatorluk dahilinde ge
Harem de, yukarıda izah ve
zilere çıkmalarında, kısa m üd­
tasvirini yaptığımız eşya ve
detler için de olsa, kadm efen­
mobilyelerle süsilenmişti. Ka-
di ve çocuklarından ayrı ya­
din efendiler, ikballer, usta ve
şamlarında; bu suretle sık sık
kalfalar, ayrı ayrı dairelerde ya muhaberetta bulunmalartnda
şardı. Her dairede, bir evde
aramak lâzımdır.
bulunması icap eden odalar
Bunları yazmakla, bizim e-
ve mobilyeler mevcuttu. Bu o- le geçirdiğimiz mektupların,
odaların her yerinde, her in-
Osmanlı padişahlannm hüküm
sanm rüya ve hülyasmı nef­ ran olduğu zamanlara ait, ya­
sinde toplayan ve padişahın
zılmış muharreratın hepsi ol­
haremine dahil olan dünya­
duğunu hiç bir vakit iddia et­
nın en güzel kadınları yaşar­
tiğimiz akla gelmesin. Bunlar,
dı. Başlarmda hotozlar, göğüsle sultan, kadın efendi ve kızla­
rinde en kıymetli taşlardan ya rının yazdıkları mektupların
pilmiş ziynet takımları, belle­ belki de binde biridir. Fakat o
rinde kemerler, bu su gibi akan mânah ve muammalı âlemden
İlâhî vücutlara ayrı birer gü­ İşte g a r p resam lan n ın haya­ bize kadar geldikleri için en bü
zellik verirdi. înce ve narin l in d e y a ş a y a n H a r e m . . yük kıymet ve haberler mahi-
roplarm üzerine giyilmiş kürk (Edmonddo de Amicis) den yetindedirler.
28
inkılâp tarihimizde böyuk yeri ve rolü olan:

YUSUF KEMAL TENGİRŞENK


HATIRALARINI ANLATIYOR

Y u s u f K e m a l T e n g i r ş e n k , b iz z a t rol oynadığı in k ılâp ta r i­


him izin b i r ço-k m e ç l ı ü i k a l m ı ş Jıâ diselerfn ! ilk d e fa « Y e n i
T a r i h D ü n y a s ı » s a y f a l a r i y l e m i l l î t a r i h i m i z e m a l e t m e k t e d ir .

Konuşan : K A N D E I V I İ R

İM DÎ Çamlıcada, îstanbu- Fakat, şimdi bunu derken,


^ la tepeden bakan yem- o günlerin de nereden başla-
9 yeşil bir tabiatın sükûn dığmı sarahatle kestirebilmek
ve huzuru içindeki - muvakkat pek kolay değil..
olmasını dilediğimiz - inziva kö Tıpkı, her olayın hakikî baş
şeşinde, serapa memleket ve langıcını isabetle tesbit et­ Y u su f Kem al Tengirşenk
millet hayrına mücadelelerle mek isteğiyle hareket ederken in k ılâp y ılların d a..
dolu geçmişin acı ve tatlı ha- (Cumhuriyet) in de, 101 pare
tıralarile başbaşa yaşıyan Ata­ topla resmen ilân edildiği 29 dizilmiş mitralyözler görülü­
türk devri aydın smıfınm müs­ Ekimde değil, fakat çok da­ yordu. Yasak, diye karşıma
tesna siması ve bizzat Atatürk- ha evvel Türkiye Büyük M il­ çıkan adama, Kastamonu me­
ün en yakın ve vefakâr fikir let Meclisinin açıldığı 23 N i­ busu olduğumu. Mecliste bu­
ve ideal arkadaşı saym Yusuf san 1920 de fiilen teessüs ettiği­ lunmam lâzım geldiğini, gide­
Kemal Tengirşenk’le mecmua­ ni kabul etmek zonmda olu­ ceğimi tekrar ettiğim halde,
mız adına Kandemir’in yaptı­ şumuz gibi, m illî mücadelenin bırakmadı. Anlaşılıyordu ki,
ğı bu çok enteresan görüşme­ başlangıcını da en isabetli şe­ bütün yollar geceden tutulmuş
yi, ilgi ve zevkle mütalâa e- kilde bulm ak için, biraz daha tur. Eve avdetten başka çare
deceklerinden emin olduğu­ gerilere göz atmamız gerekir. yoktu. Fakat evde fazla kal­
muz okuyucularımıza sunar- Bu mevzua gelince, düşü­ madım. Mutlaka Meclise git­
Ken, yakın tarihin bugüne ka­ nürken, sayın Tengirşenk’i mek karariyle, tekrar çıktım
dar meçhul kalmış bazı say­ dinliyorum: ve kapatmağı akıl etmiyecek-
falarını da aydınlatmaktan bü — 16 mart sabahı, bermutat lerini tahmin ettiğim yolsuz,
yük bir memnuniyet duyuyo­ Fındıkhdaki Meclisi Mebusa- izsiz ağaçlıklar arasmdan, kim
ruz. na gitmek üzere, kayinpederi- seye görünmemeğe çahşarak,
★ min şu karşıki evinden çık­ Şemsipaşaya indim. Kıyıda
Her şeyin bittiği, bütün ü- mış, ağaçlar arasından ilerli­ bir kayanın üstüne oturdum,
mitlerin de söner gibi olduğu yordum ki, şivesinden Türk baktım. Manzara fecidi. L i­
inhilâlin o kara günlerinde olmadığı anlaşılan biri önü­ man yabancı harp gemileriyle
bile; «bir kanş da olsa, m ut­ m ü keserek: (Yasak!) dedi. dolmuştu. Vakıa son günlerde
laka, tam istiklâline sahip bir Bu esnada, eve doğru yerleş­ hava hayli bulanmış, vaziyet
vatan» parolasiyle memleket tirilmiş bir sürü mitralyöz gö­ vahamet kasbeder gibi olmuş­
ve millet hesabma ne istediği­ züme ilişti. İşim var, gidece­ tu amma, işin bu dereceye va­
n i bilerek azim ve imanla m ü­ ğim, deyişime kulak bile as­ racağı tahmin edilemezdi. Hiç
cadeleye atılıp, sonuna kadar mayan meçhul muhatabım, unutmam, bu manzara karşı­
bu idealle yürüyenlerden biri (Yasak, gidemezsiniz) den sında duyduğum tarif edilmez
olduğunu o günlerden beri ya­ başka bir şey demiyordu. Dön elem ve ıstırapla, kendimi tu­
kından tanıyarak bildiğimiz düm. Aşağı yoldan gitmek is­ tamadım:
sayın Yusuf Kemal Tengin- tedim. Bir kaç adım sonra, — Ben bunun intikam ını a-
şenk’le konuşmağa başlarken, yine (Yasak!) diye durdurul­ lacağım! dedim.
dilin ucuna, yine (o günler) dum. Burada da ağaçlar ara­ — Ne kadar sonra alabildi­
den başka ne gelebilir? sına ateşe hazır bir vaziyette niz.'
— Çok geçmedi... Üç sene Nihayet 27 martta Sinop m|
sonra Moskovada yapmağa mu busu Doktor Rıza Nur, Konyaj
vaffak olduğumuz muahedeye mebusu Vehbi, Eskişehir mc;;
attığım tarih, 16 marttır î busu Abdullah Azmi ile bir.
— Şemsipaşadan, Fındıklıya likte, İstanbuldan yola çıktı
geçince? İlk merhale, tabiî İzm itt.
— O günkü Meclisin hali... Fakat İzmit mutasarrıfı, habe­
Evvelâ, gider gitmez, İstanbul rimiz olmadan, gelişimizi (İs-!
işgalinin tafsilâtını aldık. Şeh tanbuldan gelen dört mebustan
zade karakolunun basılışı, uy­ mürekkep heyeti nasıha) diye
kudaki askerlerimizin şehit etrafa haber verdiği için, Gey
edilişi ile başlıyarak Harbiye vede acaip bir hava ile karşı­
Nezaretine ve her tarafa sira­ laştık. Zaten, o günlerin ick-
yet eden işgal... Biraz sonra bı, pek haklı olarak buluttan
Meclis kapısına da dayandı­ nem kapan kuvayı müliyeci-
lar. Başta Rauf bey (Orbay) 1er, (Heyeti nasıha) dan kuşku
olmak üzere bazı mebusları lanarak, indiğimiz han odasını,
istiyorlardı. Verelim, vermi- göz hapsine aldılar. Vakıa, çı­
yelim diye münakaşalar oldu. kıp dolaşıyoru2l ama, işte o ka­
Gümüşhane Mebusu Zeki Bey: dar, uzaklaşmamıza, hele An­
(— Rauf!.. İşte rıhtımda va­ karaya doğru yollanmamıza im
sıta var. Derhal kıyafetini de kân yok..
ğiştir, atla, karşıya geç., kaç!) Bu sırada Abdullah Azmi
diyor, bu fikre iştirak eden­ efendi kırk derece ateşle se­
ler de görülüyordu. Fakat Rauf rilmiş yatıyor, Vehbi Hoca da
bey, bu fikre iştirak etmiye- namazdan, niyazdan baş kal­
rek, düşmanları mütecaviz ve dıramıyor...
zalim duruma sokmak için, Uzatmıyalim, Geyveye gelen
sonuna kadar dayanmak ka­ kuvayı mülîye kumandanı
Bu y a z ı m ı z d a adı geçen
rarında idi. Nitekim öyle yap­ Mahmut bey delâletile, yapı­
R a u f O rbay..
tı. O günkü bu hâdisenin taf­ lan muhabere neticesinde,
silâtı malûmdur. Neticede, düş mevzuu değil. Kendisi burada (Heyeti nasıha) falan olmadı-^
manın hareketi protesto edil­ yok. Ankarada, nasıl reis o- ğımızı, sırf bir hasbihal içini
di. lur? cevabını verişim üzerine, gifttiğimizi anlayan Ankara,J
Bu hâdiseden evvel, Rauf de, gidip kendisini görmem, yola devam etmemize müsaa-J
bey, behemehal Ankaraya gi­ teklifinde bulımmuştu. de etti. Geniş bir nefes aldık.
dip Mustafa Kemal Paşa ile, Kara Vasıf da, hattâ Rauf Geyvede kendisiyle uzun u-
temas etmemi'istiyordu. beyden daha fazla, Mustafa zadıya görüştüğümüz Mahmut
Esasen, Ezrurum ve Sivas Kemal Paşa ile temas etmem beyden, Ankara ahvali ve ku-
kongrelerinde bulunarak, îs- hususunda ısrar ediyordu. Bu vayı milliyenin durumu hak­
tanbula döndükten sonra, Mec arada sadrazam Salih paşa ile kında hayli ferahlatıcı malûJ
lisi Mebusanda kuvayi milli- Fevzi (Çakmak) paşa da m ut mat edindiğim için de, artık
yenin, daha doğrusu henüz te­ laka Ankaraya gidip, Mustafa bir (kuvvet) in var olduğuna
şekkül etmiş Heyeti temgiliye Kemal Paşa ile görüşmem lâ­ inanmış, seviniyordum.
nin mümessili durumunda bu­ zım geldiğini söylüyorlardı. A- O gece, İstanbuldan kaça
lunan Rauf bey, Mustafa Ke­ ma ne görüşecektim, bu hu­ rak, başka bir yoldan buraya
mal Paşayı Meclis Reisi yap­ susta kimsenin bir şey dediği glmiş olan Doktor Adnan, Ha
mak istiyordu. Ben, buna iti­ yoktu. Vaziyeti yakından gö­ lide Edib gibi yeni Ankara yol
raz edince, o: rüp bir hasbihal.. culariyle buluştuğumuz sofra
— Mustafa Kemal yalnız bir 16 mart hâdisesinden sonra, başında, ayağa kalkarak, coşJ
asker değildir. Büyük bir dev­ bu mevzudaki teklif ve ısrar muş;
let adamıdır, emin ol! demiş ve lar artınca. Meclisten benim — Bu memleket kurtulacak
benim: de aralarına katılacağım dört Bu vatan mutlaka istiklâl v€
— Orasını bilmem. Zaten kişilik bir heyetin Ankaraya hürriyetine kavuşacak! Diye,
askerliği falan meselesi bahis gitmesi kararlaştırıldı. hakikaten inanç ve imanla ba
30
ğırmıştım. Ertesi günü direzi-
ne ile yola çıktık. Sak^yaya
kadar ârızasız gittik. Köprüyü
geçerek, trene bindik. Ama,
o zamanki tren denen şeyleri
bilirsiniz... Tarife hacet yok...
Nihayet doğru Ankara.
Mustafa Kemal Pasa, mai­
yetiyle, bizi karşıladı.
Onu ilk defa görüyordum.
Faytonda beni sağına aldı. Ko
nuşa konuşa ziraat mektebine
geldik. Biraz istirahatten son­
ra, sofra başında toplandık.
A li Fuat paşa, Refet bey, Hüs
rev Sami, Hüsrev (Gerede),
Çevat Abbas, yaver Salih bey
lerle, henüz tanıştığımız di­
ğerleri de vardı. Sıcak, sami­
mî bir hava içinde idik.
Artık, m illî dâvanın zafere
ereceği hakkmdaki inancım,
büsbütün kuvvetlenmişti. (Kuv
v^ete ’ istinat etmeden hiç bir
şey olmaz) derken, burada,
kuvveti temsil eden başların,
bir araya gelerek, ayni m ak­
sat ve ideal etrafında elele ver
miş olamalarmı görmek, bü­
tün tereddütlerimi, endişeleri­
mi silmiş, kalbimi inançla dol
durmuştu.
— Mustafa Kemal Paşanın
o sırada bütün düşüncesi, 16. Ası r Y e n i ç e r i l e r i
kapanan İstanbul Meclisi Me-
A r şivle rim iz, k ü t ü p h a n e l e r i m i z ve d ü n y a kütüphane ve
busanı yerine, m üm kün oldu­
m ü z e l e r i, t a r i h i m i z e a i t v e s i k a l a r l a d o l u ik e n , m a a e l s e f b u n ­
ğu kadar süratle, Ankarada,
la r d a n is tif a d e y o l l a r ı b ulam ıyo ru z, d aha doğrusu aram ıyo»
fevkalâde salâhiyeti haiz bir
ruz. Y e n i T arih D ünyası, büyük fe da k ârlık la r ba h a sın a da
Millet Meclisi toplamaktı. Va
olsa, bu b o ş lu ğ u , k e n d i i m k â n l a r ı ile d o l d u r m a y a ç a lı ş a c a k t ı r .
ziyet hakkmdaki hasbıhalimiz
Y u k arıda gördüğünüz X V I. a s ra a it resim , İ t a l y a m ü ­
bitince, bu mevzu etrafında
z e le r in d e b u l u n m a k t a d ı r . Biz, R e n z o S e r to li S o l is ’in m a a le s e f
görüşmeğe başladık.
biz de ne t e r c ü m e edilm iş, ne de b a h s e d i l m i ş o lan Solmano-
Bu meclis nasıl kurulacak­
il M a g n i f i c e ) K a n u n î Sultan S üle ym an k ita bın d a n ik tib as
tı? Mustafa Kemal Paşa tama
etm e kte yiz ki, eserde, r e s m in eski b ir gravürden ik tib a s
mile yabancısı olduğundan,
e d ild iğ in i de b ilh a s s a kaydedilm ektedir.
tabiatiyle bu işi bilmiyordu.
Yeniçeri k ı y a fe tl e r i , b i r ç o k d e ğ i ş i k l i k l e r g e ç ir m i ş t i r ve
Bir taraftan, İstanbul mec­
çoğunun kıy afe tle rini tesbit e tm e k im k â n ı vardır.
lisinden gelen mebuslar vardı.
Bu s a tı r l a r ı yazm aktan m aksad ım ız, b ir n o k t a y a iliş­
Bir yandan da bütün vilâyet
m e k t i r . 30 A ğ u s t o s Z a f e r B a y r a m ı m ı z d a te m s il e dilen Yeni
lerle, liva ve kolordu kuman
ç e r il e r i n , g e r e k k ı y a fe t, g e r e k e lbise yi giy e n ve keçe k ü l â h -
danlıklarma yapılan tebliğlerle
l a n t a ş ı m a k t a n â c iz pe rso n e lin in tih a b ın d a lây ıkı derecede
yeni mebuslar seçiliyordu. A-
hassasiyet g ö s t e r i l m e m i ş o l d u ğ u n u g ö r d ü k . K u l a ğ ı m ı z a gelen
nadolunun o günkü vaziyeti
b i r r iv a y e te göre, a l â k a d a r l a r d a n b ir i: « U y d u r d u k » k e l im e s in i
dolayısiyle bu iş te pek kolay
s a r fe tm iş . A m a n d i k k a t , t a r i h i u y d u r m a y a k a l k a r s a k , c id d e n
olmıyacağa benziyordu.
g ü lü n ç o luruz.
(Devam ı var)
B iz a n s ın m u h t e ş e m kr a liç e s i T h e o d o r a , n e d i m e l e r i y l e b e r a b e r d e v r i n i n ş a h a n e k o m ş u l a r i y l e (Re-
n a n n a 'd a San Vitale k i lis e s in d e 6 ıncı a sra a i t b ir m ozaylkten)

Hodanın tarihi ve hikâyeleri


M
ODANIN mahiyeti ne­ maksızın eşit olabilir!
dir? Sualini şöyle ce­ Kütleleri ark asınd an s ü rü k Tarihte bunun o kadar çok
vaplandırabiliriz: însan leyen moda, hangi sebep­ misalleri vardır ki- şayılmajs
giyiminin ezelden ebede ka­ lerle s a lg ın b ir h astalık la bitmez. Bunlardan bir ka­
dar değişen nizamı. Ya bunun h a l i n e g e l d i? M e r a k l ı h i k â ­ çını burada sıralıyalım. Fidsi
kökü nereye bağlıdır dersi­ ye ler, g ü lü n ç v a k ı a l a r ve Adasmda yerleşmiş olan ka­
niz? Maymunlar gibi taklitçi feci akıb etle r.^ bilenin reisi, bir gün maiyeti
lik insiyakından doğduğunda —’ Nakleden ------ ile gezintiye çıkar. Yolda sa-
şüphe yoktur. Taklitçiliğin se ym başkan yere yuvarlanır ve
bebine gelince; bu ya saygı, Sadettin PİRALt burnu kırıhr. Bu vaziyeti gö­
yahut da taklit edeceğimiz in­ ren maiyet erkâm hiç tereddüt
sanla eşit olmak arzusuna da­ O etmeden başkam taklit ederler.
yanan duygumuzun teşvikın- Zira, burnunun kıkırdağı e-
dan ibarettir. ki, kökü saygıya bağh olan tak zilmiş bir reise, sağlam ve
Şimdi saygı ve duygumuz­ litçilikte asıl olan şey, kendin­ düzgün bir burunla hizmet et­
dan gelme tiklitçiliği ele ala­ den üstün olamn meziyet sayı mek kadar küstahhk olamaz!
lım. Basit, iptidaî bir kavim ­ lan taraflarmdan ziyade ku­ Afrikanın bazı kabilelerinde
de, aşağı tabakadan olanla­ surlarını taklit etmektir. Bir de buna benzer âdetler hâlâ
rın, kendilerinden üstün olan uşak, efendisiyle kudrette asla terkedilmez bir «etiket» ola­
ları taklit etmelerindeki ruh fakat aciz kousımda daima ve rak caridir. Meselâ, şayet ka­
haletini inceliyelim. Göreceğiz- hiç bir muahazeye maruz kal­ bile reisi kazaen atından düşe-
32
cek olursa, protokol icabı ya-
nmdakilerin de, hiç vakit kay­
betmeden atlarından 3ruvarlan-
maları zarurîdir. Aksi takdirde
maiyet erkânı arasından uzak­
laştırılmak suretile «saygısızlık
larının cezasını» çekerler.
Bu konuda bir de Ortaçağ
Avrupasma göz atalım. Fran­
sa kralı Sent L u i’nin kızımn
ayakları çok büyük ve çirkin­
di. Prenses, kocaman ayakla-
rım n ayıbını örtmek için, onları
gizliyen çok uzun etekli rop­
lar giymeği âdet edinmişti.
Prensesi taklitte gecikmiyen
saray kadmlarmdan sonra, bü
tün Fransada XIIT inci asır
boyunca kadınlar, ayaklarını
güzel de olsa, saklamak zorun
da kaldılar.
1461 yılmda Burguntlu F ilip­
in başmda üreyen çıbanlar yü
zünden saçlarını kökünden
traş ettirmesi lâzım geldi.
Genç asilzadelerden beş yüzü
derhal prensi taklit ederek
saçlarmı kes;tirip efendilerini
bu müşkül durumdan kurtar­
dılar. Bu tarihten sonra da er­
keklerde kesik saç moda oldu.
Bu vak’adan yarım asır sonra,
Fransada Françoi I in saçları
dökülmeğe başlamıştı. Başı â-
deta çıplak danecek kadar az
saçla örtülü olarak iştirak et­
tiği bir baloda, kralm bu feci
halini gören asilzadeler, ertesi
gün saçlarmı dibinden traş et­
tirerek efendilerinin huzuru­
na onun gibi çıplak kafalı ola­
rak çıktılar. Fransada bu çıp­
lak kafa modası; Hanri II.,
Francoi II., Charlee IX ve
R o m a n ı n p a r l a k g ü n l e r i n d e b ir h a m a m â l e m i ve d e v r in moda-
Henri IV ün saltanatları sü­
siy le R om alı k ızlar (A lm a T a d e m a ’n m tablosu)
resince moda olmuştu, Loui
X II I zamanına kadar Fran­ oldu. Fakat majestenin peru­ O tarihe kadar bu hastalığa tu
sız erkekleri bu modaya u- kasından başka, pek çok takli­ tulmuş olup da, utançlarından
yup saç uzatmadılar. de elverişli tarafları da vardı. dertlerini saklayanlar, şimdi
Ya «Güneş kralı»? Lui X IV Meselâ akan kokan,, fistüUii bu hastalıklarile iftihar edi­
nün seyrek, kızıl saçjları yüzün burnu. Nihayet bir gün bu şa­ yorlar, haşmetmeaba bu yön­
den kullanm ak zorunda kaldı hane burun ameliyat edildi. den benziyebildikleri için gu­
ğı «peruka» X V II inci asır Derhal Fransa sarayında bu­ rurlanıyorlardı.
boyunca erkeklerin baş tacı run fistülü âdeta moda oldu.. Tarihî vesikalara göre, krahn
33
derlerken dahi aksamakta de­ nen iğri büğrü dişlerini ört-
vam ettiler. mek zoriyle, l^'ünuşurken ağzı ı
Kralın sevgilisi Marquise nı hep elinde tuttuğu dantelli 1
Montespan saraya kabulünün bil mendil ile kapardı. Onun '
ilk günlerinde gebe kalmıştı. bu hali devrinin kadmları a-
Gittikçe şişmekte olan karnı­ rasında bir zarafet jesti ola­
nı gizlemek için, bizzat kendi rak taammüm etmişti.
buluşu olan gayet geniş bir Görülüyor ki, hükümdarla­
harmaniye, giyip, Seil de rın, büyük adamların zayıf,
Boeuf’a geldi. Bu yeni kıya­ hattâ gülünç tarafları etrafm-
fet kadınların çok hoşuna git­ dakiler tarafından taklit edili
miş olacak ki ertesi gün kra­ yor ve moda halini alıyor.
lın gözdesinin giymiş olduğu
Ya şairlerin, muharrirlerin
harmaniyenin eşleri kapışıla-
m ukallitleri yok; mudur? d i­
ark satılmağa başladı. Fransız yeceksiniz. Hem de ne kadar
vardır. Şekspir’e, Hugo’ya,
Dante’ye hiç olmazsa dış gö­
15 inci a s ır d a V e n e d i k k ız la r ı.
rünüş itibariyle benzemeğe
yeltenen ne kadar taklitçi var
burun ameliyatını takip eden dır bir bilseniz... Bütün bun­
günlerde, talihli operatöre o- lar «saygı» dan gelme taklit­
tiız kadar saray mensubu bu- çiliklerdir. Birine benzemek,
runlarinı ameliyat ettirmek ü- onunla ayni tarzda giyinmek
zere müracaat etmişlerdi. Bu­ cinsinden doğma taklitçilik
runlarını ameliyat ettirmek ise, tamamile backa bir psiko­
isteyen bu asilzadeler arasın­ lojiye dayanır ve ayrı bir ma
da, bir an . evvel ameliyat ol­ hiyet arzeder. Bu nevi taklit
mak iştiyakiyle rekabet baş çiliği'n tekâmülünü. Ortaçağ
göstermiş, hattâ bu yüzden sınıflaşmasında en iyi misal-
çıkan anlaşmazlıklar düello lerile görmekteyiz. Roma ile
ile neticelenmişti! Bizansın ahalisi şu sınıflara
Fistül illeti öylasine moda ayrılırlardı: Büyük asilzadeler,
oldu ki burunları sağlam olan asilzadeler, halk ve köylüler.
iar bile gûya kendilerinde, Bu sınıflardan herhangi biri­
bu hastalık varmış gibi görü­ ne mensup olanlar, "kendi sı-
nerek, kralın gözüne hoş gö­
rünmek istediler. 15 inci a s ır d a F r a n s ı z kraliçesi
Saray erkeklerinin bu hali, ve n e d i m e l e r i.
kısa bir zaman sonra kadınla­
ra da sirayet etti. Onlar da, kadınları bu pelerine asıl mak
kendi aralarında erkeklerden şadına uygun olarak «Les in-
geri kalmamak için onlarınkine nocentes» adını vermişlerdir.
benzeyen bir moda icat etti­ Misallere devam edelim.
ler. Kralın gözdesi Prenses Prusyanın güzel kraliçesi Luy
Lâvalliere hafifçe topallardı. zayi hepimiz biliriz. İşte bu
Buna dikkat eden kadınlar da kadın çok çirkin olan boynu­
yürürken prenses gibi aksa­ nu örtsün diye daima tüllere
mağa başladılar. Tabii bir a- bürünürdü' Meşhur tablosun­
yağını aksatarak yürümek ka da da tüllere sarılmış olarak
dınlar arasında moda oldu. görünür. İşte bu «Vesta tü­
Versay Sarayının bütün ka­ lü» Orta Avrupanın kadın mo­
dınlan, aksak prensesin orta­ dasına o tarihte hâkim olmuş
dan kaybolmasına kadar, yal tu. Fransa kraliçesi meşhur 14 ü n c ü a s ır d a Fransız kadın
nız yürürlerken değil, dans e- Jozefin de, çok çirkin görü­ m o d a sı.
34
Fransa krallarından Hen-
rie II. al rengi hükümdarlara
hasretmiş, X IV . Lui ise altın
ve gümüş işlemeli kumaşların
kendinden başkaları tarafın­
dan giyilmesini yasak etmiş­
ti.

Peki ama, bu yasaklar ne ne­


tice verdi dersiniz? Hiç, Çün­
kü, bizzat «Güneş Kralı» ken
di koyduğu yasağı, kendisi
bozdu. Dostu olan Mareşal Vil
leroy’ya kendi elbiselerinden,
altın işlemeli bir ceket hediye
etmek suretile, bu çeşit elbi­
seler giyilmesini moda haline
koydu.

Kralın ceketini giymek m ü­


saade ve lütfuna erişen Mare­
şal, pek tabiî olarak, diğer sa­
ray adamlarının haset veya
gıptasını tahrik edecek ve ö-
lüm bahasına da olsa onlar
da altın sırmalı ceket giymek
■■, ^ i 11- \ istiyeceklerdi. Nitekim böyle
de oldu. Daha sonraları al­
tın sırma im alâtının başlı ba­
şına bir sanayi şubesi haline
gelmesine sebep olan bu mo­
da, hâlen merasim elbiselerin
de, lüks kadın tuvaletlerinde
hükm ünü icra etmektedir.

X V III inci asırda sınıf m ü­


işte tarih in karan lık ların d an taşların ifşa etiği b ir moda.
cadelesi kızışmağa başladı. Bu
M i l â t t a n önce y a ş a m ı ş o lan k r a li ç e I I I . A m e n o p h i s Fe lesege’n in
devirde halk tabakasından o-
şahane kıy a fe ti..
lan zenginler, büyük asilzade
nıflarına mahsus elbiseler gi­ man çıkarmak zorunda kaldık sınıfla, hiç olmazsa dış görü­
yerlerdi. Daha aşağı tabaka­ ları emirnameler, hâdiseyi tev nüş bakımından eşit olabilmek
dan bir adamın, kendinden sik bakımından mühimdir. için pahalı ve süslü elbiseler
üstün olanlax-a mahsus elbise­ 1294 tarihinde, «Güzel Fi- giymeği âdet edindiler.
yi giymesi ağır cezayı icap et­ lip» tarafından imzalanan bir
Dün böyle olduğu gibi, bu
tiren suçlardan sayılırdı. Fa­ emirle; halk tabakasından olan gün de bu konuda değişen bir
kat ezeldenberi insanlar, men- bir kadın için Hermine kürk şey yoktur. Her ne kadar ce­
olunan şeylere karşı hariştir- giymek, altın kemer ve kıy­ miyet nizamında Ortaçağın sı­
1er. Bu şaşmaz kaide sebebiy metli taşlar takmak katiyen nıf farkları kalmadı ise de,
le, halk sınıfına liıensup bir yasak edilmiştir. Bu emire gö eski zamanın moda çılgınlıkla
erkek asil zümrenin, asilzade re: Orta derecede asil bir ka rının örneklerini bu gün de
lerden olan bir kadın da bü­ dm senede yalnız bir tane ye­ aramızda görmekteyiz.
yük asilzadelere mahsus elbi­ ni elbise yaptırabilcek, bü­
seleri giymekte, _ mevcut ya­ yük asilzade sınıfından olan îşte hizmetçiniz. Ö!zinli gü­
sağa ve ağır cezalara rağmen, bir saray kadmı da bir yıl zar nünde muhakkak hanımının
tereddüt etmemişlerdir. Bu fında ikiden fazla elbise yap giyimini taklit edecektir. Ha­
hususta kr?JİP,rın zaman za­ tıramıyacaktır. nımının giydiği şapkanın, is-
35
karpinin eşini giyecek, robu­
nun modelini yaptıracaktır.
Bu karakteri itibarile moda
ya, «insanlar arasmda müsa­
vat yaratan unsur» da diyebili­
riz.

Kütlenin tâbi olduğu hisler­
den bahsettik. Bu arada unut
mamak lâzımdır ki, beşer cami­
ası her şeyden evvel iki bü­
yük zümreye, kadın ve er­
kek cinslerine ayrılmıştır. Bu
iki cinsi yekdiğeri üzerine his
sen müessirdir. Biz bu hissi,
çok defa bizatihi hassas olan
konuyu, moda bahsinde de
gözden uzak tutamayız. Bu nok
tai nazardan modayı, aşkın
ilhamı olan kendini beğendir­
me arzusu doğurmuştur deni­
lebilir.
Tabiat kanunu, zıt cinslerin
yekdiğerinin hoşuna gitmek
için gayret sarfötmelerini â-
mirdir. Bu hal, aynen hayvan
16nci a s rın modaisı. H e rm n in b a şlığ ı ve eteği ile b ir
lar âleminde de böyledir. Ger
Fransız k a d ını.
çi hayvanlarda moda yoktur.
Çünkü onlar tabiatın kendim
lerine verdiği kıhkta doğar, duygusu» doğmuş ve tekâmül ker külâhı biçiminde, uzun,
yaşar ve ölürler. Çok eski de­ etmiştir. «Hemvin» ismi verilen kü-
virlerde yaşamış olan ilk in­ lâhlar giyerler ve saçlarını bu
sanlar arasmda da hayat, bu­ Beşer hayatında en garip in acayip şapkanın içine gizler­
günkü hayvanlardan pek fark kılâp budur. «Utangaçlık duy­ lerdi. Onlarm saçlarmın kum
İl olmadığına inanabiliriz. gusunun» - tâbir caizse - «Ku rai veya sarı olduğunu anla­
tup noktası» nda, cinslere ve mak imkânsızdı. Saç gizleme
Moda, ilk giyim eşyasmm
modaya göre devirler değiş­ yolundaki gayretleri bir sıra
kullanılması üe başlamışür.
miştir. o kadar arttı ki, ense ve şa­
Yahut da, başka bir tâbirle mo­
da, insanın tabiat vergisi o- Meselâ Avrupalı kadmlarm kaklardaki saç kıllarım bile
lan anadan doğma kılığına, yüzlerini, kol ve göğüslerini traş etmek âdet oldu...
kendi buluşu ile bir şeyler ilâ örtmemelerine karşıhk, şarkta İlk insanların, iptidaî devir
ve ettifi zamandan itibaren or­ yaşıyan bir çok kavimlerde lerinde «Âdem oğlunun» asıl
taya çıkmıştır. Vahşi kavimler kadın vücudunun bu kısımla­ elbisesi tabiî derisi idi. Bu hal
arasmda yapılan incelemeler, rını sıkı, sıkı örterek diğer uzun Yüzyıllar boyunca de­
bu tekâmülü el ile tutulur bir yerlerini çıplak bırakmakta vam etti. Bunun bugün «an­
halde bugün dahi bize göster beis görmez.. Ortaçağda XV. tik» cemiyetlerde de böyle ol­
mektedir. İlk giyim eşyası hay inci asnn başlangıcında, «U- duğunu cesaretle idida edebili
van derileri idi. Tüyler, boya­ tangaçlık duygusu» kadın saç riz. Eski Yunanlılarda bile, hâ
lar, dövmeler, burun veya ku larının büyük bir kıskançlıkla lâ bizde olduğu gibi elbiseler
lak küpeleri ise ilk süs ve mü yabancı gözlerden saklanması vücudün muhtelif kısımlarına
cevherleri teşkil ederler. Bun­ na sebep olmuştur. Kraliçe göre ayrı ayrı dikilmiş değil­
lar delâletile ve bu yoldan ip-. Ysabeau de Baviere devrinde di.
tidai kavimlerde «utangaçhk Fransız kadmları başlarına şe ( G e l e c e k sayı d iğ e r m o d a la r )
36
o
Yazan :

Muazzez ÇIĞ
Arkeoloji Müzesi Su
mer ve Eti Çivi ya­
zılan mutahassısı

Dünyâda ilk rüşvet hâdisesi


ve
Sümer mektepleri
e ç e n Yüzyıl içinde Ya-
G
vinde toplamış bulunmaktadır.
kmşark arkeoloğlarmıi] A rk eo lo ji m ü ze s in d ek i b ir Bunlarm yardımiyle Sumerle
en m ühim işlerinden bi Sumep ta b letin i ilk d e fa rin kavim tabakalarım, içti­
risi Sımierlileri ve onlarm me okuyan M uazzez Ç iğ, d ü n ­ mai bünyelerini, İdarî teşkilâ­
deniyetlerini meydana çıkar­ ya İ lim âle m in e k ıy m etli tım öğrenebiliyoruz. Aym za­
malarıdır. Fakat onlar için bu bip eser kazandırm ıştır. manda bu tabletler vasıtasiy-
beklenilmiyen bir netice idi. Aynı zam anda son derece le biz onların kalplerine ve dü
Çünkü arkeoloğlar Mezopotam m e rak lı bir hikâyeyi ih ti­ şüncelerine de nüfuz edebili­
yadaki hafriyata, Sumerlileri v a e den bu yazı, ilk d e fa yoruz. Bütün bunlardan, 5000
değil, Asûr ve Babilleri ara­ «Yeni T arih D ün y ası» ile sene evvel Dicle ve Fırat ne­
mak maksadiyle başlamışlardı.. il i m â l e m i n e i n t i k a l e t m e k ­ hirleri arasında yaşayan Su-
Asûr ve Babiller ile medeniyet­ tedir.. ' merlerin çok yüksek bir mede
leri hakkmda Tevrat, klâsik niyete sahip olduklarmı öğre­
ve klâsik devirden evvelki olursa, Sumerlerin heykel ve niyoruz. Onlar bir taraftan ba
kaynaklardan edindikleri bil­ kabartmalarından, onlarm gö­ takhklan kurutmuş, diğer ta­
giler onlan bu aramalara teş rünüşleri h a la m d a bir fikir raftan mükemmel kanallar a-
vik etmişti. Fakat Sumerler edinilebilir. Ayni zamanda kül çarak sıcak ve kuru toprağı
ve Sumerlillik hakkmda en u- tür malzemesi olan saray ve sulamışlar. İtina ile elde edil­
fak bir malûmatları yoktu. mabetlerini inşa ettikleri tuğ­ miş tohumlardan zengin ve
Çünkü onların ne memleket­ la ve sütunları, âlet ve silâh­ olgun mahsul almışlardır. Ta­
leri ne de kendileri hakkmda ları, kap ve vazoları, mücev­ cirler ve gemicileri komşu
o zamana kadar bilinen yazılı her ve tezyinatı da görüle­ memleketleri olan Mısır ve Hin
vesikalarda en ufak bir iz gö­ rek medeniyetleri tasavvur distan, Filistin ve İran ile sı­
rünmüyordu. 2000 seneden faz edilebilir. Bunlardan başka, kı ticarî münasebetler kur­
la bir zamandan beri «Sü­ Sumerlerin işleri, İktisadî ve muşlardır. Her türlü sanatkâr
mer» ismi bile insanların hafı­ İdarî kayıtları olan mübalâğa yetirtirmiş, muntazam me ma­
zasından silinmişti. Halbuki, sız on binlerce tablet bazı mO- m ur şehirler tesis etmişlerdir.
şimdi Sumerler, Yakın şarkın zelerin bilhassa bu hususta İktisadî ve ticarî sahada ol­
en iyi bilinen kavimlerinden dünyada zenginlik bakımın­ duğu gibi onlarm fikrî ve ru­
biridir. Eğer Arkeoloji Müze- dan ikinciliği alan İstanbul Ar- hî sahada da çok ileride ol­
sipin eski şark kısmı gezilecek kçoloii n^üzesinnin tablet arşi­ duklarını görüyoruz. Onlar
mazi ile istikbal arasında sihir
li bir bağ mahiyetinde olan ya
zıyı icat etmişlerdir. Evvelâ ik
ÂBİDELERİMİZ
tisadi ihtiyaçlar için kullanı­
lan bu yazı, bilâhare asırlar
boyunca tekâmül ettirilmiş ve
nihayet Milâttan evvel 2000
de bir çok kasidelerini, en zor
kompozisyonlarını kamışla, kir
li fakat bozulmıyan çamur üze
rine yazmağa muvaffak olmuş­
lardır.
Bundan da onların yalnız ya­
zı sistemini icat eden bir ka­
vim değil, icat ettikleri bu ya­
zıyı hayatın her türlü sahasın­
da kullanmağı bilen nadir halk
tan biri olduğunu anlıyoruz.
Çivi yazısı ismi verilen Sü­
mer yazı sisteminin icat ve in­
kişafı doğrudan doğruya Sümer
mekleplerinde olmuştur. M ilât­
tan evvel 2000 - 3000 seneleri
arasındaki devre ait Sümer
mektebinin mevcudiyetini gös­
teren vesikalara malikiz. Bun
1ar çok olmamakla beraber, zen
gin muhtevalarından, asırlar
boyunca mektebe verilen ehem
miyeti mükemmel bir şekilde
tebarüz ettirmektedirler. Fakat
biz mekteplere ait ve onun teş-
kilâtiyle metotları hakkında bil
gi veren en m ühim malzemeyi
Milâttan evvel 2000 senelerinde Ç E N B E R L İ T A Ş
bulmaktayız. Mektep tabletle­
ri ismini verdiğimiz bu vesika K o s t a n t i n s ü t u n u adı v e r i l e n ve K o s t a n t i n m eydanının

lardan yüzlercesi doğrudan doğ ortasında b u lu n a n bu s ü tü n , b u g ü n m uhafaza edilm ekte o lan


rüya talebeler tarafından hazır B iz a n s s ü t u n l a r ı n ı n en u z u n u d u r . K o s t a n t i n t a r a f ı n d a n R o m a -
lanarak bozuk yazı temrinleri- dan getirile re k b u ra y a d ik ilm iş tir. R o m a lı A p o llo n h e y k e l in i
le doldurulmuştur. Bunların ü- taşırken, buraya s ıra s iy le K ostantin, Jüly e n ve T e od o s ’ un
zerinde müptedi talebelerin yaz h e y k e l l e r i k o n m u ş t u r . H e y k e l l e r l e b ir l ik t e u z u n l u ğ u 50 m e t ­
dıkları karmakarışık yazıdan re o l d u ğ u n u k a y d e d e n eserler v a r d ı r .
başlıyarak ilerlemiş talebele­ 1801 yılı ze lzelesinde s ü t u n u n ü s t ü n d e k i he yke l d ü ş m ü ş ,
rin dikkat ve itina ile yazdık Aleksi K o m n e n ta r a fın d a n t a m ir e ttirilerek ü s t ü n e y a l d ı z lı
la n yazılar görülmektedir. Bu b ir s a lip ko yd urulm uştu.
tabletler için kullanılan mal­ S ü t u n a « Ç e n b e r l i t a ş » d e n m e s i n i n sebebi, parçaların^' de­
zemenin (çamurun) fena ol­ m i r ç e n b e r le r le tu ttu ru lm u ş o lm a s ın d a n d ır .
ması, yazıların gayri m un­ Ç e n b e r l i t a ş ı n a l t ı n d a k i k a l ı n d u v a r , 1701 de. S u l t a n M u s ­
tazam bir şekilde oluşu, ilk ba tafa ta r a fın d a n ö rd ürülm üştür.
kışta onların bir hususiyet ar
zettiğini anlatmaktadır. Hattâ yazıdan dolayı yumuşak ça­ rak yazdığı yazıyı kendisine
bu hususu ihtirası olmıyan- muru sıkmış ve atmış, bazan bırakmak için diğer tarafım
1ar bile tefrik edebilmektedir. yanlış yazdığı kısmı kesmiş, koparmıştır. Hocaların nümu­
Bazan talebe fena yazdığı bir bazan da hocanın nümune ola­ ne yazısı umumiyetle sol taraf
38
tadır. Talebe de onun karşısı­ lıklı olanları arasında kendisi­ Sümer mekteplerindeki ted
na aynını kopya etmiştir k i bir ni öğretme ve öğrenmeye has- ris programına gelince; bımu
Itablet üzerinde bu yazı farkı, redenler de olmuş. Bu eski bil­ tetkik ettiğimiz ^aman, asrı­
|Çok bariz olarak göze çarpmak ginlerden bir çoğu da, maişet­ mızın mekteplerinden pek
tadır. lerini öğretme ücretleriyle te­ farklı bulmuyoruz. Bunları şu
' İşte bu mektep tabletleri min etmişler ve ömürlerini, veya bu kaynaktan değil, doğ
I vasrtasiyle mevcut okımma tetkikle ve yazmakla geçirmiş rudan doğruya talebelerin ken
I metotları ile programlarını öğ lerdir. Biz eldeki malzemeden di elleriyle yazmış oldukları
renmekteyiz. Ayrıca bu devir- talebelerin öğrenme ücreti o- vesikalardan çıkarıyoruz. Biz,
I deki mektebin tedrisat faaliye- larak mektep idaresine bir yazıya ilk başlayan bir tale­
i tini bize doğrudan doğruya is­ miktar para verildiğini anlıyo­ benin en basit bir işareti kop­
pat eden kompozisyonlara da ruz. Herhalde bu paralar ho­ ya için ilk gayretlerini göste­
i sahibiz. calara maaş olarak tevzi edil­ ren vesikalardan en ilerlemiş
I Bunlara göre Sümer 1erin icat miştir. talebelerin büyük "bir itina üe
I ettikleri yazının merkezi mek- Talebelerden büyük bir kıs­ yazmış oldukları tabletlere
' tepti. Sümer yazarları ve şair- mı zengin ailelere mensuptu. kadar sahibiz.
f leri, efsane, destan, İlâhi, dar- Çünkü fakirin mektebte oku­ Bu vesikalardan çıkardığı­
^ bımesel, öğüt ve bilği veren ması için zaman ve para ba­ mız neticeye göre, bir Sümer
kompozisyonlar gibi bütün ede­ kımından büyük bir gayret mektebinin programını iki um u
bi nevilerini orad:i öğrenmişler sarfetmesi lâzımdır. Bazı ve­ mî grupa ayırabiliriz; Birincisi,
ve öğretmişlerdir. sikalarda mektepten mezun yalnız işaretlerin öğretilmesi,
Sümer mektebinin ilk hede­ olan kâtibin babasının vali, İkincisi ise edebî ve yaratıcı­
fi hiç şüphe yok ki, meslekî elçi, yüksek mabet memuru, dır. Birincide Sümer yazısının
idi. Zira çok geniş olan idari ve askerî memur, kaptan, rahip, nasıl yazıldığı öğretiliyor. Bu
İktisadî işlerini yürütebilmek müdür, iş'çibaşı, kâtip, arşi- nun için Sümer yazıcıları bir
için yazıya ihtiyaç vardı. Bu vist ve muhasip olduğu görülü­ tedris sistemi icat etmişlerdir.
işlerin başında da mabet ve sa­ yor. Garip olan şey, bu kâtip­ Buna göre Sümer dili birbir-
ray gelmektedir. Fakat mektep ler içinde hiç bir kral oğluna leriyle münasebetiar kelime­
1er tekâmül ve inkişaf ettikçe, rastlanmamasıdır. lere ve cümlelere göre grup-
bilhassa proğramları genişle­ Mektep teşkilâtma gelince: landırılmıştır. Meselâ; Evvelâ
dikçe Sümer sahasında öğren Sumercede mektebin ismi basit işaretlerin kopyaları öğ­
me ve kültür merkezi olmuş­ «e-dub-ba = tablet evi» dir. retildikten sonra hecelere ge­
tur. Onun duvarları içinde bir Bu mektebin en büyük otori­ çilmiş, heceleri de öğretmek
çok felsefî, riyazi, tabiî, kim ­ tesi yani m üdürü «mektebin için müşahhas bir usul tatbik
yevî, nebatî, hayvanî bilgileri babası» denilen şahıstır. Bu­ etmişler. Şahıs isimlerini öğ­
öğrenen mütahassıslar yetiş­ nun yardımcısı «Büyük bira­ retecekleri hecelere gruplan­
miştir. Bunlar bu bilgilere ye­ der» dir. Bunun vazifesi: tale­ dırmışlar ve bu suretle çocuk
nilerini ilâve etmişlerdir. Bu­ belerin kopya etmeleri için, ların hafızalarında kolaylıkla
rada ecdadın yarattığı edebî tablet yazmak, onların hazır­ kalmasını sağlamışlardır. Bun
kompozisyonlar çalışılmış, kop ladıkları vazifeleri dinlemek, dan sonra ağaç, kamış isimle­
ye edilmiş, hattâ yeniden ya­ hatalı işlerini düzeltmek veya rini, böcek, kuş, vesaire
ratılmıştır. Sümer mekteple­ cezalandırmaktır. Bunlara ilâ şeklinde gruplandırılmış hay­
rinden mezım olanların büyük veten mektep teşkilâtmda «bah van isimlerini, köy, şehir ve
bir kısmı mabet ve sarayın çeyi idare eden adam», «etike­ mmtaka adlarını, taş, maden
muhtelif kısımlarındaki kâtip tin adamı», «hademe», «kapı­ nevilerini gösteren kitap ha­
likleri almışlardır. Meselâ Bir cı» da vardır. Bunlardan baş­ linde hazırlanmış listelerin
çok kâtip sınıfları görüyoruz. ka şahıslar da olduğu anlaşıl­ kopyası öğretilmiş, ihtim alki
Kıdemsiz kâtip, yüksek kâtip, makta ise de, vazifeleri bilin­ bu isimler ezberletilmiştir. Bü
kralhk ve mabet kâtipleri, miyor. Maamafih bunlardan tün cağrafî, tabiî, nebatî, ma­
İdarî işlerin hususî bir saha- birisi disiplini temin eden bir denî terimlerin bu şekilde gu-
şında ihtisas kesbetmiş olan şahıstır ki, belki bunu bizim ruplandırılması ihtisas mese­
yüksek kâtipler, hükümet ve eski mubassırlara benzetebili­ lesinin tarihçesini gösterir..
devlet baş memurluk payesi­ riz. Bunların ücreti de talebe­ Bunlara ilâveten talebeler bir
ne yükselen kâtipler gibi. lerin getirdiği paradan veril­ çok riyazi tabletler de hazır-
Memlekette zengin ve var­ miş olmahdır. lannşlardır. Bu tabletlerde
S î
» İÜ : ili l i i P »
iiiii liii
■ III»

1
M ecm uam ız, m e m l e k e t i m i z i a l â k a d a r eden ve ş i m d i y e k a d a r n e ş r e d i l m e m i ş pek kıym etli
t a r i h î t a b l o l a r l a s a y f a l a r ı n ı s ü s l e m e k te d e v a m e d e c e k tir . B u r a d a gördüğünüz re s im , Bo-
____ ğ a z iç in d e b ir eğle n c e â le m in i ca n la n d ırm a k ta d ır.

mükemmel kerrat cetvellerile cüme ederek böylece lügati şiirler, darbımesel, hikâye, di­
teferruatlı problemler ve çö­ hazırlamışlardır. daktik tipte bilgi veren yazı­
zülüşleri yazılmıştır. Lisan sa­ lardır.
hasında Sümer gramerinia ted Sümer programınm ikinci
kısmı olan edebi ve yaratıcıh- Öğretme metot ve tekniğine
ris programında ehemmiyetli
ğına gelince: Milâttan evvel ü- gelince: bu hususta bize ma­
bir mevkü olduğunu görüyoruz.
çüncü binin ikinci yarısmda, lûmat verecek kaynak çok az
Mektep tabletleri arasında
fiil tasriflerini, isim terkiple­ meydana getirilmiş ve inkişaf dır. Bir vesikada talebenin
ettirilmiş olan pek çok ve bir gün evvel tableti hazırla-
rini gösteren uzun listeler var
muhtelif edebi kompozisyonla dığmı, ertesi günü çahş-
dır. Üçüncü binin sonlarına
rın taklidi, kopyası ve tetki­ tığmı görüyoruz. Müdürün yar
doğru Samı olan Akadlarm,
kidir. Bu eski edebi nevileri dımcısı olan şahıs, talebe için
tedrici olarak Sümer ülkeleri­
yüz kadardır ki, bunları numa yeni bir tablet daha hazırhyor.
ne doğru sokulması ve onları
Talebenin bir tableti çahşma-
zaptetmeleri neticesi eski öğ­ ralandırmışlar ve kataloğları-
sı ve kopya etmesi için bir hay
retmenler tam mânasiyle be­ nı yaptırmışlardır. Ekserisi şi­
li emek sarfettiğinden şüphe
şeriyetin en eski lügatini ha- ir tarzmda olan bu edebî ne­
vilerin, uzunlukları 50 satır.^ edilemez. Kopya edilen tablet
zırmışlardır. Samî fatihler yal
dan 1000 satıra kadardır. Bun m üdür ve yardımcısı tarafm-
nız Sümer yazısını iktibas et­
dan kontrol ediliyor. Bazan,
mekle kalmamışlar, Sumerle- lardan şimdiye kadar bilinen
leri Sümer tanrı ve kahra- yaplış bulunduğu zaman ceza
rin yüksek ve zengin edebiya­
landınhyor. Talebe vazifesini
tını kendilerine hazine yap­ manlarmm yaptıklarmı, tem­
eve götürüp babasına da öğ­
mışlar ve Sümer dili, konuş­ sil ettikleri işleri ve geçirdik
rendiklerini okuyabiliyor.
ma dilinden çıktıktan sonraya leri maceraları şiir tarzmda ö
kadar onun üzerinde çalışmış, ven destan ve mitolojiler, kral, Sümer mekteplerinin tedri­
ve taklit etmişlerdir. İşte bu­ ve tanrıları için yazılan İlâ­ satında hafıza muhakkak ki,
nun neticesi pedagojik ihtiyaç­ hiler, Sümer memleketinin m ühim bir rol oynamıştır. Ho­
tan dolajn Sümer kelimeleri harap olmasmdan mütevellit ca ve asistanlar,
ve cümlelerini Akat diline ter duyulan elemleri ihtiva eden ( S o n u g elecek s a y ı d a )
40
Eskilerden segmeier;

Meyhane
Âlemi
Yazan ;
S elim Nüz het^ G E R Ç E K

M ecm uam ız, her s a y ı s ın d a


eski m u h a rrirle rin tarih
mevzuunda çok e n ter e sa n
ve fay d alı b uld uğu yazı,
larını i k t ib a s ederek oku­
yu cu la rın a sunacaktır. Es­
ki Y e d i g ü n k o lle k s iy o n la -
rın d a n i k t ib a s e t t i ğ i m i z il k
yazı, kıym etli tarih çi mer­
h u m Selim N ü z h e t G erçek-
in bu s a y f a m ı z d a o k u y a c a ­
ğ ı n ı z nefis m a k a l e s i d i r .

z u n kış gecelerini k ı­
U saltmak ve akşam cılık
zevkini uzatm ak için,
bugün olduğu gibi, eski de­
virlerde de, içkiye düşkün-
lerin meyhaneye gitm ek â-
detleriydi. Fakat eski m ey­
haneler bugünkülerden çok
farklıydı.
Eski meyhanelerin nasıl
olduğu yalnız ağızdan kapm a
m alûm at ile bilinm ektedir. Eski b ir m i n y a t ü r o la n b u resim , o d e v i r l e r d e k i m e y h a n e l e r d e n
B unların b elli başlılarından b irin in iç in i g ö steriy or. İşret e d e n ler, t a h t a ta b la la rın b a ş ın a
ancak Samatyada b ulunan o t u r a n l a r ve ç e n g il e r i n ç a lg ıs ın ı d i n l i y e r e k , o y u n u n u se y re d e r e k
A ltın Oluk, G üm üş H alkalı,
i ç k i l e r i n i iç e rle rd i. T e z g â h ve f ı ç ı l a r a r k a p l â n d a g ö r ü n ü y o r .
Dış K alpakçı, İç K alpakçı gi­
bi birkaçının ism i ötede be­
tiğim iz perakende m alûm ata gâhı b ulunurdu. B u tezgâhın
ride zikredilm iştir. Diğer
göre, bunları tarif edelim. kapı karşısında olduğu n adi­
semtlerde de bu isimlerde ve
ren vâk i idi.
buna benzer m uhtelif isim ­
Meyhanelerin b ir kenarı­
lerde meyhaneler m evcut­
Eskiden, daha nezih gös­ na da mezeci tezgâhı konur­
muş.
term ek için, şerbethane de­ du. Tezgâhta, şim diki gibi ra­
B u eski meyhanelerin ismi nilen bu meyhanelerin sokak kı, şarap kadehleri ve su bar­
çokça anılm adığı gibi resim­ kapısı dışına, tabelâ m aka­ dakları ile ufak tabaklar için­
leri de yapılmazmış. B u ld u ­ m ında, bir hasırlı asmak â- de, mevsimine göre, mezeler
ğum uz onsekizjnci asrın son­ detti. K apıdan içeri girildiği bulunurdu. Tezgâhın önünde,
larında yapılm ış yegâne zaman kapıya yakın bir yer­ üst tarafa doğru, k u lp la rın ­
resme ve rasgeldikçe kaydet­ de, sağda veya solda, işret tez dan asılmış birçok k üçük ib ­
rikler vardı. B u n lar tezgâhın gibi m ahiyetini meydana çı­ olanlarını davet müdavim-
süsleriydi. kardığından meyhaneler kav lerce hiç ih m âl edilmezdi.
Meyhanenin içi m iny atür­ gacı herifleri birer bahane Ç ün k ü meyhanede aranılan
de g örüld üğü gibi, etrafına ile savmıya çalışırlar; arif ve başlıca vasıf ince zevk ve sa-^
dört ayaklı hasır iskemleler zarif m üşterileri de .tü r lü m im i hava idi.
dizilm iş tahta sofralarla iio- tü rlü ikram la avlam ıya u ğ ­ B u sebepledir kî, meyhane
luydu. raşırlardı. eski devirlerde hiç eksilmi-
Meyhanelerin bazılarının Meyhanelerde, daha ev­ yen meyhane aleyhtarlığına
şırvanı da vardı. Bazılarında velden sipariş edilmezse, çal­ m ukabil, tecellisinin p arlak­
dayalı, döşeli birer, ikişer o- gı bulunm azdı. Fakat m ü d a­ lığından, m üd avim olmıyan-
da da bulnurdu. B u üst k a ­ vim lerin içlerinde eksik ol- lardan tıp k ı m üd avim olan­
ta, tabiatile m üdavim lerin m ıyan hanendeler, sazende­ lar gibi, daim a çok hararetli
üste gelenleri çıkarılırdı. ler sayesinde, ufak b ir rica m üdaf ileri bulm uştur. K a ­
Tavanın ortasına itina ile ve niyazdan sonra, meyhane­ zasker B âki, koca kavuğuna
yapılm ış, cilâlanm ış küçük nin âhengi tem in edilirdi. rağmen:
bir fıçı asmak da büy ük bir Her günün gecesi, her ne­ Hoş geldi hana m eyhanenin
zinet sayılırdı. Bazan da a l­ şenin kederi olduğu gibi, âhü havası
tında, ortalama, içi sardalya meyhane âlem inin de safası B illâ h güzel yerde yapılm ış
dolu b ir fıçı da konulurdu. ve cefası çoktu. yıkılası.
★ ' M eyhanenin safası tabiat demekten çekinmemiş, hattâ
Y eniçerilerin ilgasından ehli, lâtif m izaçlı olanların, ondan daha mutaassıp olm a­
evvel b ü y ü k meyhanelerin içk inin cilâsile parlıyan ze­ sı lâzım gelen şeyhülislâm
m ünasip m ahalline b ir çıngı­ k âların ı oradakilerin istifa­ Yahya da:
rak asılması da m utattı. Mey­ desi için, m usiki, şiir ve n ü k ­ Mescitte riya pişeler etsin ko
hanenin kapısı önünde a k ­ te halinde sarf etmeleriydi. riyayı
şam ları m içolardan biri d u ­ B u âlemlere doyum olmazdı. Meyhaneye gel k im ne riya
rup elinde çıngırağın ipi bek­ M eyhanenin cefası ise ken­ var ne m ürayi.
lerdi. B ir zabit geldiğini gö­ dini tutam ıyan işret d üşkün ­ diyerek o zam anki m eyhane­
rünce derhal ip i çeker ve o lerinin kalkm ıya savaştıkla­ lerin burada kısaca tebarüz
zaman m eyhanenin kapısı rı ve kalkayım dedikçe yıkı­ ettirm ek istediğimz sam im î
kapanırdı. Herkes de sükûtî lıp gittikleri fıçı diplerinin ha havasını vasfetmiştir. Başka
bir tarzda oturur, m içonun li ile, kapıda gözetilen b ü tü n misallere lüzum var mı?
zabitin geçtiğni haber vere­ itinaya rağm en aradan sızan Zam anım ıza atlarsak m ey­
cek olan ikinci çıngırağı çal­ oyun bozucuların ahvaliydi. hane m üd avim i olm adığı h a l­
m asını beklerdi. B u n u m üte ­ K orkağı cesur, düşm anı dost, de Yahya K e m al’in bu çok
akip herkes yine âlemine de­ bigâneyi âşinâ yapan içkinin,: güzel şiirini buluruz:
vam ederdi. Geçen zabit ise ayıkken çok hasis olanları, Meyhane höyledir hir içen
bunu kendisine bir hürm et sarhoşken çok cömert yap­ dMİma içer
telâkki ederek m eyhanenin m asından ileri gelen cıv ık lık ­ Dildadegân içer, d il içer, dil-
kapanm a saatine kadar, her­ lardı. rüha içer
hangi bir şekilde, m üdahale Meyhanelerde basit hare­ Gurbette dost kadrini derha-
etmezdi. ketlerin bile an’aneleri v ar­ tır et K em al
B u çıngırağın bir vazifesi dı. Meselâ cıgara sarmak isti- Alemde ehli dert ile dert
de m eyhanenin kapanm a sa­ yenler «hiç olur m u o tü tü n ­ âşinâ içer.
atinin geldiğini bildirm ekti. cü güzelinden geçmek» tar­ Evet, b ir içen b ir daha içer.
Kısaca suretlerini çizdiği­ zında bir mısra okuyarak tü ­ Dert âşinâ içer, zevk âşinâ
m iz bu meyhanelere m üd a­ tün keselerini veya tabaka­ içer, ç ü n k ü... Cevabı Har-
vim olanların biraz da siret- ların ı çıkarırlardı. putlu H ayrinin ağzından din-
lex'ini hulâsaya çalışalım: ★ liyelim :
Eskiden sinni otuzdan aşa­ O zam anlarda da bugün İstekle m id ir içtiğim iz hâde
ğı olanlar alenen işret ede­ gibi parası olanlar keyifleri­ azizim
mez ve meyhanelere hiç gi- ni tazelemiye, olm ıyanlar da Dert ateşini zehr ile söndür­
reraezlerdi. Meyhaneye ge­ para tedariki için yolları en- mek içindir
lenlerin ise «meyhane âdap dazelemiye veyahut b ir ah ­ Mey neşeye de zevke de m ah­
ve erkânına» riayet etmeleri baba tesadüf için etrafı gö- sus değildir
şarttı. zetlemiye başlarlardı. B u n la ­ Erhaht gam ı belki tez öld ür­
İçki insanın, m ihenk tası rın hoş sohbet ve meclis ârâ mek içindir.
42
dişahın, garibine gidiyor ve a-
sabiyetini belli eder bir şekil­
de:
— Nasıl olur, diyor, söyleyin
de yapayım.
O zaman şeyh efendi şöyle
bir doğrularak cevap veriyor:
— Öyleyse bir daha bu tek
keye gelmeyin!
Padişah şaşırmış bir halde
soruyor:
— Beni evliyaullah kapısm
da kovuyor musunuz?
Dedenin cevabına bakın:
— Buraya «Mahmut efen­
di» olarak gelirdeniz gel’n,
S ulta n Abdülâziz. jT^oksa Sultan Mahmut olarak
gelip dervişlere ihsanlarda bu

5 padişaha dair lunarak onların kalbini Allah


tan gizin kesenize çevirecekse
niz gelmeyin.

bilinmeyen fıkralar ★
Sultan Mahmut yaşlanmış,
A li Nutki Dede ve halefleri
Resuhi B a y k a r a ’ n ın n e k l e t t iğ i b u f ı k r a l a r ı n h iç b ir i b u g ü n e ölmüşler, bilâhare ilim ve ir-
kadar n e şredilm em lştir. M u h a rrir, fık ra la rı, b a ba s ı Y e n i- faniyle meşhur olan Osman
kapı M e v l e v ih a n e s i son ş e yhi B a k i e fe n d id e n din le m iştir.. Salâhaddin Dede efendi Yeni-
kapı Mevlevihanesine şeyh ol­
Yazan : RESU H Î B A Y K A R A muştur. Şeyh efendi daha çok
gençtir.
Çok soğuk ve karh bir kış
B a b a m Yenikapı Mevle­
vihanesi son şeyhi Ab-
yemiyor. O zamamn terbiye ve
âdabına aykırı.
günü yaşlı padişah Mahmut,
yanında iki şehzadesi Mecit ve
diUbaki efendiden dinle Bir taraftan da dervişlerin
I miştim: Aziz tekkeye âyinde bulunma­
padişah ihsanma alışmamala­ ğa gelir. Kapıdan kendisini kar
! İkinci Sultan Mahmudun ilk rını istiyor. şılıyan Osman efendiye, yanın
devirleri. Yenikapı Mevleviha Bir gün Sultan Mahmut yi­ daki şehzadeleri göstererek:
nesinde Ali Nutki Dede efen­ ne dergâha geliyor ve âyini — Şeyhim, der, bunlar ol­
di şeyh. Sözü sohbeti dinle­ müteakip şeyhin odasında Ali saydı, bu havada gelmezlerdi
nir, hakikaten içi ve dışı te­ Nutki Dede ile konuşmağa ko ama, biz geldik.
miz bir zat. Meşhur şairimiz yuluyor. Aradan yıllar geçer İkinci
Şeyh Galibin müşarünileyhin ' Bir 'âralık: Mahmut ölür, Mecit padişah
dervişi oMuğunu söylemek, ken — Şeyhim, diyor, benden olur. Y ’ne karlı ve soğuk bir
disi hakkmda fazla söz söyleme bir şey emretmez misiniz? günde Sultan Mecit tekkeye
ğe lüzum bırakmaz, sanırım. Dede efendi: çıkageliyor ve kapıdan girer­
Sultan Mahmut ikide birde — Estağfurullah, yok, diyor. ken:
tekkeye gelmekte, âyinde bu­ Padişah ısrar ediyor: — Şeyh efendi, peder mer­
lunduktan sonra da dervişlere — Canım, bir şey emredin hum bizim için gelmezdi de­
ihsanlar vermekteydi. de yapayım. mişti ama, işte biz de geldik,
Şeyh efendi padişahın bu ha­ der.
Koca dede artık dayanamı­
reketini doğru bulmuyor, fa­ yor: ★
kat, durup dururken de! — Var amma, yapamazsınız. İşte İkinci Abdülhamit dev
— Dervişlere para verme­ Bu cevap, bilhassa Sultan rinin jurnacılığm ın garabeiti-
yin, ihsanda bulunmayın, di­ Mahmut gibi mağrur bir pa­ ne dair bir fıkra:
Mithat paşa ve hemfikirleri den memnım kalmış, fakat Beşinci Mehmet ünvaniyle tah­
nin gayretile tahta geçen Be­ aynı zamanda da kuşkulanmış ta geçen Sultan Reşad'a dair.
şinci Muradın akıl' hastalığı, tı. Demek ki diğer bir (icma-ı Mermuh, halim; selim, der­
artık gizlenemiyecek bir hale ümmet) le bir gün kendisi de viş, aza kanaat eder bir pa­
gelmişti. Bir delinin padişah tahtından olabilirdi. Bu fikir, dişahtı. Senelerce bir dairede
ve bilhassa halife oimasma ve şeyhin, bilâhare Taife sür­ kapalı kalması, onun zaten ka
şeran cevaz yoktu. Halk arasın düğü Mithat Paşanın şeyhi o- naatkâr olan ruhunda tam bir
da bu dedikodu gün geçtikçe bu luşu, İkinci Abdülhamidi Os­ teslimiyet ve kadere rıza do­
yüyordu : man Salâhattin ^efendiye ve ğurmuştu.
Nihayet Mithat paşa ve taraf dolayısiyle şeyhi bulunduğu Birinci Cihan Harbi ilân e-
tarlan Sultan Muradı hal’ ile, Yenikapı Meylevihanesine kar dilmiş, ve Ösmanh devleti har
yerine İkinci Abdülhamidi ge­ şı kuşkuya düşürmüştü. Tekke be girmiştir. Bundan fevkal­
çirmeğe razı oldular. Fakat cu ve şeyhi jum alcıların daimî âde müteessir olan Yenikapı
lûs yapılıncıya kadar bu komp kontrolü altında idi. Mevlevihanesi şeyhi Abdülbaki
lo gizli tutulacaktı. Abdülhami Osman Salâhattin efendi­ Dede efendi padişaha tehevvür­
din tahta geçmesi için de şey nin ölümünden sonra da bu le, Halife ve Sultan olması do-
hülislâmm halifenin (muhtelil kontrol devam etti. Dedenin layısile bu harbe girilmesine
şuûr) olduğuna dair fetva ver yerine şeyh olan Mehmet Ce- mâni olması lâzım geldiğini,
mesi lâzımdı. lâlettin efendi zamanında jur- âdeta ihtar eder. Genç şeyhin
Vüzera, rical, ulema ve me- nalcılardan nefes alınmıyordu. aldığı cevap şudur:
şayih toplanmışlardı. Arala­ Bir âyin günü idi. Bir âyin — Oğlum, bu harbin iki ne­
rında ,Mithat paşanın şeyhi ol okunuyordu. Bu âyinde Sultan ticesi vardır: Galibiyet veya
ması dolayısile meşrutiyet ta­ Veled’in şöyle bir güftesi söy­ mağlûbiyet. Eğer galip gelir­
raf tarlarmı tutan, Yenikapı leniyordu. sek bizim menfaatımızadır.
Mevlevihanesi şeyhi Osman milletin menfaatına mâni ol­
Herki bugün V e led e in a n u b e n
Salâhaddin Dede vardı. mak ise hiyanettir. Mağlûp da
yüz süre,
olabiliriz. Fakat bu deliler (ya
Uzun ve heyecanlı bir bek- Yohsul ise b a y (1) o lu r , bay ni İttihatçılar) bir defa karar
lem.e devresi başladı. Fetvae- ise s u l t a n o lur. vermişler ve girmişler. Mâni
m ini efendi fetvayı getirmemiş
Bu beyitin ikinci mısramın olmanın im kânı yok. Önlerine
ti. Herkes merak içindeydi.
son kısmını «Parise sultan o- geçerek m âni olmağa çalışsam,
Bilhassa Abdülhamit, acaba
lur» diye anlayan fırsat düş­ beni mahvederler. Bu ise büsbü
sultan Murat taraftarları bu hâ
künü ve o zaman veliaht olan tün delilik olur.
diseyi öğrenerek bu cemiyete
karşı bir harekete mi geçiyor sultan Reşadın Mevlevi ve Ye-
lardı. nikapı mevlevihanesi dervişi
olduğunu bilen bir hafiye, der Sultan Reşad’ın, yine bazı
Bu sırada Osman Salâhattin
hal saraya şöyle bir jurnal sebepler dolayısile cimriliği de
efendi, neye beklendiğini, çu­
verir: Mevleviler, şehzade Re­ meşhurdur. Yenikapı Mevlevi­
lusun niçin yapılmadığını sor­
şat efendiyi Parise sultan yap­ hanesi şeyhi evleniyor. Âdap
du. Fetvanın gelmediği cevabı
mak istiyorlar. ve usule göre de padişaha bu
verildi. Onım üzerine Dede e-
Tabiî, bütün vesvese ve ev­ akdi haber veriyor. Sultan Re­
fendi:
hamına rağmen, harikulâde şat fevkalâde memnım oldu­
— Fetvaya ne lüzum var, ğunu söyliyerek, âdeta torunu
zeki olan Abdülhamit bu jur-
icma-ı ümmet (bir mesele ü- nun karısı saydığı bu hanımı
nalla gölmekle iktifa eder.
zerinde İslâm âlim ve ileri ge görmek istediğini ısrarla söy­
lenlerinin fikirlerinin ittifakı) Nasıl gülmesin ki, o devirde
lüyor. Bunun üzerine şeyhin
var ya, dedi. Fransızlar kendi krallarını bi­
hanımını kayınvalidesi hanım
le başlarından atarak çoktan
Bu cevap o anda Abdülha- alarak padişahın huzuruna çı­
Cumhuriyeti ilân etmişlerdir.
m id’i huzura kavuşturdu. Tam karıyor. Sultan Reşat gelin
culûsa başlanacağı sırada da, hanımı çok beğendiğini söylü­
Fetvaemini gelerek yeni padi yor ve bir hayli iltifat ediyor.
şah tahta geçirildi. İşte bir fıkra daha, bu da Fakat ihsan olarak verdiği sa­
Abdülhamit, Osman Salâ­ dece beş altındır.
hattin efendinin bu hareketin­ (1) Bay, zengin. Resuhi BAYKARA
M eşrutiyetten sonra, b ir e ğ le n c e âlem i ( Z a r z e c k i ’n in b ir t a b l o s u )

İstanbul Ressamları;

Zâ r z e c k i ve Eserleri
İstanbul Güzel Sanatlar A- resmin hissiyatla kaim oldu­
kademisi profesörü Josepy M ecm uam ız, güzel İstan- ğuna kanaat getirdi. İdeâlizm
Güzel Sanatlar A kadem isin­ b u l a â ş ı k r e s s a m l a r ı n eser­ onda kökleşti ve zihnine yer­
de Gerson’un yanında uzun le rin i ve h ay atların ı fırsat leşti. S abırlı ve yeni çalışma-
müddet çalışmış, M ünih Güzel d üştükçe o k u y u c u la rın a su­
Sanatlar Akademisinde Sa­ nacaktır. Bu nüshada meş­
natlar Akademisinde Ans-
hur PolonyalI Z a r z e c k i ’y'
chütz, B arth ve Seitz gibi ho ve e se rle rin i veriyoruz.
çaların talebesi olarak h a k i­
kati ve renklerin kuvvetini Adalphe l^halasso’dan
anlamış bir ressamdı. çeviren :
Tahsili bitip, paletine h â ­ Ercan ERKSAN
kim olunca, genç artist Bav-
yerayı terketmeği d üşün m ü­ çalarının usullerinde kendi
yordu. Burada 10 sene kaldı. görüşünü buldu. Kral Theo-
Sıra ile Ratisbonne, İngols- dor von Piloty, Knaus, Def-
tadt, Augsbourg ve eski sa­ reıgger’in atölyeleri onu m ık ­
nat merkezi olan Nurem- natısın madenleri çektiği gibi
berg’i ziyaret etti Mman ho- çekiyordu. B u ziyaretlerinde J a r n i a Z â r z e c k i.
■f tir. Burada dekor artistin te
essürü ile o kadar karışmış;
tır ki, hakikatin ve idealiz
m in hissesini bulm ak pek gü
tür. Gri-m avi dalgaların ü
zerinde uçan kayıktan gen
hanım , son bir selâm gönde
rir. Son bir gayretle sevgili
sine gençliğinin ve aşkm u
W
bütün şa’şaası ile genç, gü­
zel görünm eği özlediği zan
nedilir. Sevgilisinin onun be­
yaz hayalini gözünde ve gön­
lünde saklamasını aşk dolu kal
bi ile ister. Halbuki biraz son-
ra, kayık burnu dönünce,
genç kadın şaşkın, arkadaşı­
I ? ;'C>' ' > : >>. >■<''' t ^ " i ' > ' ? '■"-' '-f nın ayaklarına yığılacak ve
ağlıyarak sevgilisine y ık ık
bir duvarın yanında bir son­
B o ğ a z iç i k ı y ı l a r ı n d a . . bahar akşamı A llahaısm ar­
lad ık dediğini anlıyacak. Tab
larla canlı şekillerin hisleri­ vinç, bazan ıstırap, bazan ü-
lonun renkleri bile, bol öla-
ne h âkim oldu. Nihayet, fır­ m itsizlik, bazan usanç ifade rak serpilmiş beyazlar, gri­
çasından em in olunca, Avru- ediyordu. S. V aleri’de o ldu­ ler, m orlar ressamın hissiya­
pada b ir seyahat yapmağa ğu gibi meçhul, psikolojik, tını belirtiyor ve güzelin sa­
karar verdi. Avusturya ve ruhî karakterleri göstermi­ natta ve tabiattaki yerini an­
Romanyaya geçti. Viyanadan yor, ifakat elle tutulurcasm a latıyor.
Bükreşe geldi, orada m üh im canlı, kendi hissiyatı ile â- B ir artist üzerinde terbiye
siparişler alarak epeyce k a l­ henkli bir surette eserler mey
ve muhit, nadir olarak, Joseph
dı. Nihayet 1833 te İstanbula dana getiriyordu. Warnie-Zarzecl^i’nin eserlerin
geldi.
Ressamın tarzını belirtm e­ den daha iyi b ir tazyik yapa­
İstanbulda fevkalâde m an­
si bakım ından bu dört tablo­ bilir.
zaralar, artistik konuların tü
su: Musicien am bulant, K ief Aşağı Loire’da Nantes’te
kenmez yenilikleri, fazla de­
du Pacha, Danseuses Tching- Fransaya hicret etmiş Polon­
ğişiklik, kostüm, tip, ırk zen­
hian^s ve K ie f le Lendem ain yalI bir babadan ve Bröton-
ginliği resme hız vermesine se-' de la Constitution son dere­
yalı dindar b ir anneden 1850
bep oldu ve bu tükenmez hâ­ ce karakteristiktir. D ördü de senesinde doğan artist, bütün
zineden faydalanmaya kendi­ her yerde, gökte, gölgeli çi­ hay atınca bu ik i zıt^kuvvetin
n i bağladı. çekliklerde, parlak havada, tesiri altında kalm ıştır: H u ­
Tabiatın ve h ak ik î sahne­ m avi sularda, yaldızlı u fu k ­ dutsuz bir inanç ve başı boş-
lerin karşısında içli hislerini ■larda görüleli'"dans .ve şarkı­
^ luluk. .Bu b irb iri ile anlaşma­
izhar etmek' ■ isteği, onu o ları sevinçle olduğu gibi ifa ­ sı gayri kabil iki aykırı his­
kadar sardı ki, îstanbula yer de ediyor. B u parlak renk sin bolluğu bize ik i fevkalâ­
leşmeğe karar verdi. Ayni se­ senfonisi tabiatın bayram ı­ de kompozisyon vermiştir.
ne bu şehrin Güzel Sanatlar nın sanki bestesi idi.- «Finiş Vanitatum » ressa­
Akademisine resim hocası o- Ressamın idealizm i o k a­ m ın tarzını belki de en iyi
larak çağırıldı. dar b üy üktü ki, sahnelerden hülâsa eden eserdir. A çık o-
Türkiyedeki şarklı ressam birini m ezarlıkta göstermek­ larak iki fikrin, daha doğru­
larm hepsinden ziyade Joseph ten çekinmedi, bununla ta­ su ik i hissin çarpışmasını gös
Warnia-Zarzecki hislerin,! iz­ biatın canlılığın ı ve ö lüm ün terir: Însanî gururun îm anla
har ediyordu. Ona göre sa­ m atem ini belirtiyordu. çatışması. Çorak bir arazide
nat, duygu olunca mevcut o- «Boğaziçi k ıy ıları h âtıra­ yalnız mezarların harçları a-
labilirdi. A ynı zamanda his­ ları» tablosunda «Allahaıs­ yakta duruyor ve insan ze­
siyat, tablolarının mevzuu o- m arladık» sahnesi ne kadar kâsının egoistliği, zevki ve
luyordu. Tabide^- bazan se- hissî bir surette belirtilm iş­ gururu için icat ettiği her şey
46
A v e M a r ia .

cırılmış ve devrilmiş olarak fa, meçhule doğru yürüyor. de büjKiklük; sonsuz bir gök,
îorülüyor. Yerlere dağılm ış Bu m eçhuliyet iğri bir çizgi sonsuz bir deniz. Sal hayat­
jalet ve kitap, tekerlek ve ile ufukta birikm iş siyah b u ­ tan ayrılm ış bu vücudü kö"
leykeltraş bıçağı, .şişe ve y ük lu tla rın arasmda belli ola­ pükleri ile örtüp tekrar açan
lükler, tam bur ve lir; sanat- rak gösterilmiş. dalgalarla kalkarak sonsuz
arı, ilmi, endüstriyi, ticare- Daha zor anlaşılır b ir sem­ uçurumun üzerinde ilerliyor.
i, oyunları ve zevkleri tem- bolizmle «Ave. Maria» bize Her dakika onun y utulm a­
fîil ediyor. B u y ık ın tı yığınla üm itsizliğe boyun eğmenin ga sından korkuluyor. B u olay­
•mm arasından bir adam ge­ libiyetini gösteriyor. Fena lara karşı mücadelede zaval­
diyor. Ö lü m ü n sesini işitiyor birleşmiş bir tahta y ığ ın ın ­ lı küçük, yorgun ve kudret­
Jıre çıktığı gibi fak ir ve çıp- dan m üteşekkil olan salıp ü- siz başını eğiyor, kendini ka­
ak olarak ebediyete girm e­ zerinde âç, susuz ve fırtınada dere teslim ediyor; A y d ın la­
ğe hazırlanıyor. Son f(aatte bir çocuk ölmüş büyük baba- nan gökte teselli edici b ir
ie r şeyin boşluğunu anlıyor. smın ceserini bekliyor ve az­ yıldız ‘ gözüküyor bu ıstı­
iEayıflannıadan, başı yukar- gın dalgalar bu cenazenin a- rap ve m atem in üzerine bir
îa, yavaş ve şahâne öte tara­ layını teşkil ediyor. Her yer­ güneş ışığı konduruyor.

Ira n ih tilâ lle ri


v e

P e h le v î H â k im iy e ti

G ele c ek sayım ızda okuyaca­ K a ç a r s ü lâ le s i y e r i n i P ehlevi-


ğ ı n ız b u yazı, İra n tarih in in lere nasıl t e r k e tti? R ız a Şah
kanlı ih tilâ lle rin i to plu o larak P e h l e v i ’n in İstanbula gelişi
ih t i v a ede ce ktir. ve hâtıraları.
T a r i h
Kitapları ve Tarih yazıları^
arasında-12
N a h id S ır r ı Ö R İ K

Fatih Sultan Mehmed Han -1 sani ve Istanbulun 50C


üncü fethi - Adilşahiler ve Adilşahiier muammas
SM ANLI İm parato rlu­
O ğ u n u n son n azırların ­
d a n ve v e z ir l e r in d e n o-
P aş a d a m e ş ’ u m s u ç l a r ı n ı ir ­
tik â p etm ek
m a z d ı.
fı r s a t ı n ı b ula­
m ü p h e m lik le r le dolu - b ü tü
eserle rin d i k k a t l i b i r t e t k i k t e
g e ç ir il i ş in d e n sonra vücud
lu p son h ü k ü m d a r l a r ı n d a n A b Fakat VI M ehmet bahusus g e t i r i l m i ş b u l u n d u ğ u n u da he
d ü l â z i z ’in de d a m a d ı b u l u n a n , v e l i a h d ı n eniştesi o l d u ğ u için s a y fa is p a t e t m e k t e ve Fati
eski n a m ve ü n v a n i l e D a m a d - ı M e h m e t Ş e r if P a ş a y a güven- h a k k ı n d a b i r kasid e t e r t ib in
ş e h r i y a r î M e h m e t Ş e r if Paşa, m i y e c e k ve pa şa O s m a n l ı İ m ­ den ç e k i n i l e r e k m e s e lâ Ç a n
b u g ü n k ü a d iy l e de s a y ın M e h ­ p a r a t o r l u ğ u n u n en son y ı l l a ­ d a rlı h a k k ı n d a k i r ü ş v e t idd|a
m e t Ş e r if Ç a v d a r o ğ l u , İ s t a n ­ r ı n d a s iy as î b i r rol o y n a y a m ı - -îinın b ir is n a t ve if tir a o l d u
b ul f e t h i n i n B e ş y ü z ü n c ü yıl- yacak, C u m h u riy e tin ilân ın d a ğ u da a ç ık ç a t a s d i k e d i l m e k
d ü n ü m ü m ün aseb e tile çıkan da o s ı r a l a r d a h a r e m i E m i n e te dir .
eserle rin biz e en hacim lisini s u l t a n ı n ir t i h a l e t m i ş b u lu n ­ IVlehmet Ş e r i f ' ^"Paşa, esk
d e ğ il, f a k a t en ö z l ü s ü n ü ik r a m m asına rağm en, m illî h u d u tla r d e v l e t s a l n a m e l e r i y l e eski m ü
etti, (Fatih S ulta n M ehm ed d ı ş ın a ç ı k m a k zorunda k ala­ v e r r i h l e r i n b i r ke re ta h tta r
H a n ı s â n i ve İ s t a n b u l u n f e t h i ) c a k t ı . A v r u p a d a g e ç ir m i ş oldu- a t ı l d ı ğ ı n ı s ö y l e m e k t e n h a y â et
b a ş lı ğ ı n ı t a ş ı y a n bu k i t a p , a y ­ ti k l e r i F a t i h 'i n h a k ik a tte ik
ni z a m a n d a d ü n k ü r e s m î d il in , kere is k a t e d i l m i ş o ld u ğu m
yani B a b ı- â li if a d e s in in en da k a b u l e d iy o r, f a k a t bu n o k
g ü zel n ü m u n e l e r i n d e n b i r i n i de tai n a z a r ı is p at için lü zum ı
te şkil e d iy o r. M u a r if e s iy l e m a ­ k a d a r delil k u l l a n m ı y o r . Hu-
alesef şe r e fy a p o l m a d ı ğ ı m bu lâ sa, k i t a p F a t i h ve F a ti h dev
zatı o tu z beş y ı l ı b u l a n b ir z a ­ ri h a k k ı n d a e tr a f lı b i r eseı
m a n önce, y a n i m ü t a r e k e n i n a- o l m a k t a n z iy a d e m e v z u u n âd(
k a b i n d e T e v f i k P aşa k a b in e s i ta z ü b d e s in i s u n a n , z a m a n ı m ı
k u r u l u p Meclisi M e b u s a n h u ­ zın t a r i f i y l e d e rli t o p l u b i r ri
zurunda programı okunurken, s a le ( A m a g e n ç l e r k u l l a n d ı ğ ı
u z a k t a n g ö r m ü ş , söz s ö y l e m e k dili p e k a n l a m ı y a c a k l a r d ı r , es­
ten â c i z v e y a m ü t e h a ş î _ y a n i k ile r de kitabı biraz muh-
ko rk ar - sard arâzam k ab in e ­ ta s a r b u la c ak la rd ır: Sayın
s in i ve p r o ğ r a m ı n ı b ir t ü r l ü m ü e l l i f t e n pe k k ı y m e t l i b ir eser
Fatih S ultan M ehm et eseri te şkil edeceği m u h a k k a k olan
s a v u n a m a z k e n _ ve söz s ö y le ­
m e ğ e z iy adesiJ e d ü ş k ü n a r k a ­ m üe llifi Mehmet Ş e r if Çav­ hâtıralarını bekliyoruz. Bu
daşı d o k t o r R ı z a T e v f i k f e v ­ daro ğlu (Paşa) h âtıraların d a S u l t a n Ham IdM
k a l â d e yersiz s özle rle h ü k ü ­ B a l k a n H a r b i s ı r a s ı n d a Selâ-
m etin m e v k iin i berbat eder­ ğu uzun y ılla r esnasında k a­ n ik t e n İ s t a n b u l a g etirişi hak-
ken - k ü r s i y e çıktığına, pek lem ve ir f a n i y l e m i l l î k ü t ü p h a ­ kın d ak i k ısım d a n o k u d u k la r ı­
güzel b ir m ü d a h a l e ile va zi. n e m iz e b ü y ü k b i r h i z m e tt e b u ­ m ız ta m a m e n s a h ip olm ak
yeti k u r t a r d ı ğ ı n a ş a h i t o l m u ş ­ l u n m a m ı ş o l d u ğ u için k e n d i s i n e a r z u s u n u v e re n b ir k u v v e t ve
t u m . M e h m e t Ş e r if Ç a v d a r o ğ l u s it em e t m e k , elbette ki h a k k ı ­ g ü z e l l ik t e d i r .
o t a r i h t e n b i r k a ç yıl önce de m ı z d ı r . H â t ı r a l a r ı n ı y a z m ı ş o- Sayın Ç a v d a ro ğ lu pe k fa-
G a z i A h m e t M u h t a r ve K â m i l lu p o l m a d ı ğ ı n ı b ilm e d iğ im iz tin ve c id d e n p ü r f a z i l e t bir
P a ş a l a r ı n k a b i n e l e r i n e iş t ir a k M a k y a v e l ve B a t u t a m üterci­ han ım o ld uğu nu b ild iğ im iz
e tm i ş ve o l g u n l a ş m ı ş b i r z a t ­ m i n e , bu k ü ç ü k eserine d a y a ­ c e nn e tm ekân ha re m in id e n duy
tı ve ş ü p h e y o k ki S u l t a n Me h n ıp m ü v e r r i h s a f a tı n ı v e r m e k d ukla rın ı da i l â v e edin c e, m u
m e t V a h d e t t i n ö z eniştesi, y a n i te de m a z u r u z . Kitabı, k en­
hakkak ki hâtırat! O sm anlı
A b d ü l m e c i t d a m a d ı F e rit P a ­ disi gib i d e ğ e rli b ir ş a h s iy e t­
ta rih in in ve O s i^a n o ğ ulları
şa y e rin e a m c a s ı A b d ü l â z i z ’ in ten b e k l e n e c e k v ü s a t ve e h e m
d a m a d ı o lan b u paşayı s a d a ­ m i y e tte n nise be te n m ahrum ­ ta rih in in pek çok s a fh a s m t
rete g etir se y d i, v e k a y i b a ş k a d ur. B u n u n l a b e r a b e r F a ti h a y d ın la ta n b ir m ah iy e t ve e-
b ir seyir t a k i p e de b ilir , Fe rit h a k k ın d a m e v c u t - yer yer he m m iy e t a la c a k t ı r .
 D İ L Ş A H İ L E R » ve A D İL - d i l ş a h i l e r -  d i l ş a h i y y e d e v le ­
Ş A H İL E R M U A M M A S I t i n i tesis e tm iş tir . İ ş m a il H i k
İ s t a n b u l Ü n iv e r s ite s i E d e b i­ m e t E rtaylan bu k a çırılış h i­
yat F a k ü l t e s i p r o fe s ö r l e r in d e n k â y e s in e t a m a m e n i n a n m ı ş ve
îa yın İ s m a il H i k m e t E r ta y la n - b u in a n ı ş e s n a s ı n d a sade b ir
n bundan evvel n e ş re ttiğ i noktayı tam am en unutm uş.
( S u l t a n C e m - H a y a t ı ve eser- B u n o k ta . D o ğ u d a d e v l e t k u ­
e ri) kitabı, bu ş e h z a d e n i n r an b ü t ü n b ü y ü k v e y a b ü y ü ­
î d e b i y a t t a r i h i m i z d e h a i z bu- cek a d a m la r la o nların h iz m e t­
lerindeki m üv e rrih le rin m üte

İ
u n d u ğ u m e v k i d e n d o la y ı Pro-
e sö r ü n te d ris ve ih tisa s s a h a ­ va zı, b a z a n ziy a d e s ile m ü t e v a
fını te ş kil eden T ü r k e d e b iy a t ı z! m e n ş e le r in i s ü s l e m e k ve p a r
:arihi h u d u t l a r ı n ı a ş m ı y o r de­ l a t m a k i h t i y a c ı n ı d u y m u ş ol­
n e k t i. Bu d e fa n e şre ttiğ i ( Â d i l d ukla rıd ır. B u n a a it en son
m i s a l i de, g eç e n le rde , m a z i l i
İ l a h i l e r - H i n d i s t a n d a b ir T ü r k -
u z a k a s ır l a r a d a y a n m ı y a n Ka-
s l â m d e v l e ti ) u n v a n l ı - ve C e m valalı M e h m e t A li h a n e d a n ı­
ultan h a k k ın d a k i eseri g ib i
n ın son reisi, y a n i s a b ı k M ıs ır
®|nefis b a s k ılı, r e n k l i r e s im le r le
K ralı F a r u k v e r m iş , Make­
üzeyyen- k i ta p , d o ğ r u d a n doğ d o n y a l I a s lı n d a n o l u ş u n a r a ğ ­
u y a t a r i h s a h a s ın a a i t b u l u ­ m e n u l e m a y ı p e y g a m b e r nes­
nuyor. K e n d ile rini D o ğ u ta- Â d ilşa hilerde n b ir I m p a r a to -
linden g e ld iğ i h a k k ın c a bir
ihi h a k k ı n d a d e r in a ra ş t ım a - riçe: Ç a n d B ib i S u l t a n . v e s ik a h a z ı r l a m a ğ a m e m u r ey­
ara verm iye n le r, ( Â d ilş a h ) -
l e m iş t i. A t a t ü r k de b u n e v i ­
er) v e y a  d i l ş a h i y y e ) d ev le ti den b ir hevese k a p ı l m ı ş ve
n in beşyüzüncü y ıld ö nü m ü
la k k ın d a k i m alûm atı sayın b u n a te n e z z ü l e t m i ş o lsa yd ı,
m ünasebetiyle İstanbul Ü n i­
H. B a y u r ’ un T ü r k T ariJı K u ­ a s lın ı il k O s m a n o ğ u lla r ın m
v e rs ite s in in b a stır m a y ışın d a n
r u m u n c a n e şre d ile n (H in d is ­ a k ı b e t i m e ç h u l v e y a esrarlı h e r
d o la y ı s it e m le r e diyo r. Efs a n e
tan T a r i h i ) is im li ve p e k c id ­ h a n g i b i r eski s eh z a de s in e v e ­
veya m u a m m a n ın kendisine
di e serin de b u l a b i l i r l e r . O r a ­ y a O s m a n l I d e v l e t i n i n i l k za ­
gelince, g û y a b u Y u s u f A d i l ,
da m e v c u t m alûm ata göre, m a n l a r ı B u lc ta ris ta n d a , S ır b is ­
O sm anlI hakanî M. M u r a d ’m
H i n d i s t a n d a k i Behnr.anî dev- ta n v e y a B o s n a d a s a l t a n a t s ü r
en son z a m a n l a r ı n d a doğm uş
eti d a ğ ı l d ı ğ ı z a m a n t e ş e k k ü l m ü ş k r a l h a n e d a n l a r ı n d a n b i­
ede n ye n i d e v le tle r d e n b iri, b ir ş e hzadesi o l u p , a n n e s i de
r in e b a ğ l a m a k işini mükem­
kendilerine garib an denilen ve b ir h ü k ü m d a r k ı z ı d ır . B a b a s ı ­
m e le n b a ş a r a c a k t a r i h ç i l e r b u l ­
n ın ö l ü m ü n ü M a n is a d a haber
ç oğu T ü r k o lan yabancılar m a k t a m ü î s k ü l â t a asla uğra­
a l ı p ve b i r d a k i k a g e c i k m e ğ e
züm resine m ensup Y u s u f A- m azdı. Â d i l ş a h i l e r ’ in II. M u­
s a b r e d e m e y i p « B e n i seven a r ­
dil T ü r k m e n t a r a f ı n d a n 1490 r a t ’ta n g e l d ik l e r i h a k k ın d a k i
k a m d a n g e ls in !» d iy e r e k y o l u ­
da, y a n i İ s t a n b u l d a W . B a y e z it id d i a d a h a k i k a t t e n z iy a d e h a ­
saltan at sürerken k u r u lm u ş tu r . n a d ü ş t ü ğ ü E d ir n e y e v a r ı r v a r ­
yal v e v a he sao, v a n i o t a r i h t e
maz, Fatihi m ü s ta k b e l b ir fitne
Y u s u f A d i l ’den s o n r a e v l â d ı n ­ d ü n y a n ı n en b ü v ü k d e v l e t l e r i n ­
k o r k u s u ile k a r d e ş i n i n boğul-
d a n 8 kişi h ü k ü m d a r l ı k e de­ den b i r i n i n s a l t a n a t h a n e d a n ı n a
nnasını e m r e d e c e k , b u e m i r ne­
cek, b u n l a r ı n s o n u n c u s u , y a n i m ensup g ö rü n ü p n e v zu h u r dev­
tic es ind e de m i n i m i n i b ir t a b u t
İsk e n d e r A d i l ş a h za m a n ın da , lete b i r asale t ve' e h e m m i y e t
ve 1686-8 de m ü l k l e r i M o n g o l b a b a s ı n ı n k i y l e b i r l i k t e Bursa-
m a l e t m e k hesabı m e v c u d a ben
ya y o la n ac a k tır. F akat h a k i­
hakanı E v r e n g z ib A le m g ir” e /rer. Fark t a r i h ’-nde m u t l a k a m a
k a tt e, b u t a b u t t a k i k ü ç ü k ö-
in t i k a l e de c e ktir . 1686, O s ­ sal istiyen g a r p m ü v e r r i h l e r i
lü F a t i h i n k a r d e ş i d eğ il, a l e l a ­
m anlI ta h tın d a Avcı S u ltan H(«^ında b u iriH«»Ha h 'c b ir t a ­
cele t e d a r i k e dile n b ir b e n ze ­
M e h m e d ’ in g e ç ir d iğ i u z u n yıl r ih ç i t a r a f ı n d a n İ s m a il H i k m e t -
ri, b ir k ü ç ü k k ö l e d i r . F a t i h i n
la r ın s o n d a n e v v e lk is id ir . A- bey l}.9tadımır df‘recesir»de em-
ü v e y a n n e s i o la n S u l t a n o ğ l u ­
d i l ş a h i l e r in e a it o l a r a k H i k m e t n iv e tle k a b u l edümi*? deoMdir.
nu O s m a n o ğ u lla r ı m ülk ün ün
B a y u r ’un k i t a b ı n d a n ve b ü t ü n N itekim , H ikm et Bayur key.
d ı ş ın a k a ç ı r t m a ğ a m u v a f f a k ol­
t a r ih le r e alınabilecek o lan f iy e tte n sadene b ir rivayet­
m u ş ve B u r s a d a k i şe h z a d e k a ­
bu ic m a l y a n ı n d a , b u h a n e d a ­ t i r diy e b a h s e d ip geçm ekte­
b ir l e r in i y e n i b ir t a ş la z a v a l l ı
n ın m ü v e r r i h i t a r a f ı n d a n ile- bir kö le s ü s le m iş tir . H a k i k i şeh dir.
ri s ü r ü l m ü ş - red d i de, t a s d ik i z ade de İ r a n d a ta h s il ve te r b iy e F a k a t , h a k i k k a t nis beti bel
de g ü ç - b ir m a s a l, b ir efs a­ g ö r d ü k t e n ve Ş i î m e z h e b in d e ki y ü z d e beşi b u l a n b u i h t i ­
ne v e y a m u a m m a v a r d ı r ki, y e ti ş ti k te n s o n r a H i n d î s t a n a ge m a l i n h e m e n h e m e n k a tiy e tle
İ sm a il H i k m e t Ertaylan b u ­ ç e r e k B e h m e n î d ev le ti h i z m e ­ kab ulün de n sarfınazar, eser
n u n c a z ib e sin e pe k f a z l a ka- t i n d e y ü k s e l m i ş , o d e v l e ti n i n ­ s a b ır lı b ir a r a s t ı m a n ı n m a h s u
(p ı l m ı ş b u l u n u y o r , b ulun uy o r k ır a z ı ü z e r i n e S e l c u k l a r m m ü l İ Ü, b a s k ı ise en ileri m e m l e ­
da e s e rin in ön sözünde m u ­ k ü n d e o l d u ğ u g ib i m üteaddit k e tl e r i n n e ş riy a tı arasında
a m m a y ı k a ti y e n h a l l e d i l m i ş sa k ü ç ü k d evletler kuru lu rk e n da d i k k a t i çe k e c e k mükem­
y a r a k e se rin in İ s t a n b u l fethi- o da m e r k e z î B i c a b u r o lan A- m e liy ette . A n c a k ne y a z ı k t ı r
kî Usan it in a l ı , hlkâve h ^ r . l û l 1951 - M a r t 1952» t a r i h i n i
r a k d e ğ il. He le b i r e debîyat V© C i l t I I I , sayı 5-6 iş a r e tle ­
m ü v e r r i h i n e h iç y a k ış m ıy a n
z a a f l a r ve k u s u r l a r l a d o l u c ü m
r i n i t a ş ı y a n b u n ü s h a y ı ve b u n
d a n e v v e lk il e r i n i , , ç ı k a r a n l a r ı
: DE’ V IA G G I
lelere rastg e lm ek benî hem
m ü t e e s ir etti, h e m şa şırttı. Mese
ve y a z a r la r ı
okuyucunmun
d ış ın d a , hiç b ir
görm em iş b u ­
)i PIETRO DELLA VA:
lâ, 36 ncı s a y f a d a k i şu c ü m ­ l u n d u ğ u n a d a r a h a t ç a y e m i n e- ÎL P E L L B G K î H r
le: « B u t e m a s s o n u n d a  d il- d e b i l i r i m . Halb-uki, 181 b ü y ü k
ş a h i l e r in i n k ı r a z ı ve Bab ur- c e k s a y fa t u t a n b u n ü s h a i ç i n ­
ş a h i l e r in de i n h i t a t î y l e s o n a er de d i k k a t ve is tif a d e ile o k u n
m is tir .» K i t a p t a b u çeşit p e k m a ğ a l â y ı k İki ü ç ya zı v a r ki,
ç o k c ü m l e var: İ s m a il H i k m e t M . M ü n i r A k t e p e im z a s ı n ı t a ­
bey g ü n d e b i l m e m k a ç ya zı ye­ ş ıy a n « T u z c u o ğ u l l a r ı is y an ı»
t iş tire n ve d ö k t ü r d ü ğ ü s a tı r l a İ sim li m a k a l e b u n l a r ı n b a ş ın d a
ra b ir d a h a ç ö z a t m a ğ a v a k t i g e l m e k t e d ir . U z a k b ir m a z i n i n ' l/ i Vi i A.
b u l u n m ı y a n b ir gazeteci d e ğ i l ­ g it t ik ç e s islenen y ı l l a r ı a r d ı n d a
d ir k» b ö yle c ü m l e l e r i n i m a z u r k a l m ı ş ik i T r a b z o n - R iz e se­
g ö r e l im ! y a h atin d e a d la rın ı ilk defa
B İR D ERG İ d uyd uğum bu d ere b e y i a ile s i­
B?zde r e s m î müe sse sele r ta n in k u r u c u s u ve en m ü h im
rafın d a n m ü h im m a srafla r ih ­ şa h s iy e ti o l a n M e m î ş ’ in 1816 da
tiyar o lu n a ra k , b i r h a y li da ve y ı l l a r c a R lz e d e â d e t a m ü s
e m e k h a r c a n a r a k y a p ı l a n neş ta k îl bir halde h ü k ü m sür­
r iy a t ı n en b ü y ü k t a l i h s n z ü ğ i , d ü k t e n s o n r a T r a b z o n u ele cıe
b u n l a r ı n h e m e n h e m e n »stisna ç ir iş i ve ü z e r i n e ®evk edMen
sız ş e k ild e d ep ® Ia rd a ç ü r ü m e - k u v v e t ta ra fın d a n d e aecîrülp
ğe m a h k û m e diliş le ri, ç o k bo ­ id a m ın d a n sonra da e vlâdiyle
z u k b ir te v zi usu»ü seb e bile m ensupları ta ra fınd a n y ap ı­
d a â ıtılm a v ıs la r ı, d a^ıtılam ay ış-
la n ayaklanm alar, i l k defa
l a r ı d ı r . İ s t a n b u l Ü n iv e r s ite s i E-
o larak ta m b ir e tü d ü n m evzu
d eb iy a t F a k ü lte s in in
d o s t u m t z P r o f e ö r C a v i t Bay-
d eâerH
u n u te ş k il e d l v o r v»» muV»ar*rîr
e lde e t m i ş b u l u n d u â u m a l û m a
1650 Yılında
s u n ’ un n e z ar e ti a l t ı n d a o l a r a k
«T arih D ernie î» a'^ 1n d a b?r
tı m u v a f f a k i y e t l e k u l l a n a r a k , ,
b u o la y l a r ı m u v a f f a k i y e t l e teş­
Islanlıul
m e c m u a ç ı k a r d ı ğ ı n ı d a geçen M e ş h u r'İta ly a n se y y a h ı
rih ve t a s a v v u r e t m i ş b u l u n u ­
gün, tg m a m ile te s a d ü fî ola­
yor. K a l d ı kİ, k ö k l e r i I I I . S e ­ P e l l e g r i n o ’n u n 1650 y ı l ı n ­
r a k , ö S r e n d i m , 1953 de b a s ıl­
lim dev rin d e n pe le re k 1834 e da y a p t ı ğ ı ş a r k s e y a h a t i n i ,
m ış b u lu n m a k la beraber «E y
k a d a r süren bu T uzcu o ö ulları ç o k k ı y m e t l i b i r eserde t o p ­
ailesi, 30 s a y f a l ı k b î r e tü tl e an l a n m ı ş t ı r . 1650 y ı l ı n d a , pe k
«Yeni T arih Dünyası»,
l a t ı l m ı s , t ü k e t i l m i ş o l a m a z . Ü-
m e m l e k e t t e k i t a r i h a r a ş t ır ­ m ahdut m ik tarda basılm ış
n iv e r s ite v e y a T a r i h K u r u m u ,
m a la rın ı b u n u n a z a m î de­ o lan b u eser, R o m a d a K a r ­
A k t e p e ’ n in o h a v a l i d e d o l a ş m a
recede k u s u r s u z o lm asın a
sını, b iz z a t d in l e y e n l e işe k a ­ d in a l V in c o n z o V a r n u t e l l i -
d i k k a t ve g a y r e t e d e r e k sü
t u n l a r ı n d a a k s e t t ir m e ğ i b i l ­ r ış m ı ş l a r ı son d in l e y e n i h t i y a r ­ nln hususî hütüphanesin-
d ir m e ğ e k a r a r v e rm iştir. ları b u d ü n y a d a n g ö ç ü p g i t m e ­ den, b ilin m iy e n bir fiya tla
K a l ı n c iltte n m e c m u a ve lerinden ön c e d in le y e b ilm e si­ satılm ış ve bundan s on ra ,
gazete m akale sin e kadar ni t e m i n etm elidir. D ah a çok elden ele g e ç m iş tir . K ita­
d ik k a te lâ y ık her ç a lışm a ­
m a l û m a t ve malzenhe elde e d i­ b ın ü s t ü n d e k i el yazılar,, e-
dan bahsetm ek, şia rı o l a ­
c a k tı r . E s e r le r in d e n ve y a ­ n ip bu etüdün c id d î b ir eser serin çok k ıy m etli o lduğu­
zılarından bu s ü tun la rd a halinde ye rîiden yazılabilm esi nu b elirtm ektedir.
b a h s e d il m e s i n i is tiy e n z a t ­ içîn> b u ş a rttır. Y e ni Tarih D ü n y a s ı , işte
la r ve müesse seler, b u n l a r ­
D e v le t m e r k e z i n i n z a â f ı n d a n bü çok nadir eseri t e m i n
d a n b ir e r n ü s h a ve sureti
is tif a d e e d e r e k A n a d o l u d a ve e tm i ş b u lu n m ak tad ır. Eski
« B i b l i y o g r a f y a » işa retile bi
R u m e l i n d e y e r ye r t ü r e m i ş ve İ ta l y a n d ili ile y a z ı l m ı ş o l­
ze g ö n d e r m e l i d i r l e r . İlâ v e
b a z ı l a r ı n ı n h â k i m i y e t l e r i n e an
e d e l im ki k e y f i y e t b iz i m m a s ı n a r a ğ m e n , A d n a n Ta-
için b ir t a a h h ü t te ş k il et- c a k ü z e r l e r i n e o r d u l a r s e v k edi
hir ta r a fın d a n m u v a ffa k i­
m i y e c e k t ir . D iğ e r b i r ifad e lip n i h a y e t v e r i l e b i l m i ş o-lan
yetle d i l i m i z e ç e v r i lm iş t ir .
ile, bize y o l l a n a c a k he r y a ­ taşra â y a n ı n m hiç bir i h a k ­
zı ve eserden bahsetm ek k ı n d a da he*ıÜ2l e tr a f lı b i r eser P e k y a k ı n d a b u n a d i r eseri
hu su su n da ta r a fım ız d a n ya vazîlm am ıs, hattâ b u n la rın tam s ayfalarım ızda okuyacak­
p ilm iş bir ta a h h ü t yoktur. b ir c e tve lle ri tanzim edilm e ­ sınız.
m iştir.
50 'N
Zengin Mukâfath Müsabaka
1 — Bu resim size hangi
Atalar sözünü hatırlatıyor?
2 — M asada (?) yerinde ne
eksiktir ?
B u ik i s o r u n u n c e v a b ı n ı 1 E k i m d e ç ı ­
« K a h r a m a n Ç o c u k l a r » ç o c u ğ u n u seven
kacak olan «A ltın K itap lar» ser is inin il k
her a n a ve b a b a n i n gözü k a p a l ı ç o c u k l a r ı ,
eseri olan « K a h r a m a n Ç o c u k l a r » da bula-
na ta v s ity e edeceği bir eserdir, ç ü n k ü bu
caksm ız. O güne kadar y u k a r ık i ik i s o r u ­
eserler, T ürk çocuğuna okuma ze v k i ve ­
nun cevabını «N uruosm aniye cad. No. 57
recek, h is le r in i, ahlakın ı k u v vetlen d ire ­
ERCAN İVlatbaası k a t 1 de «A L T IN K İ­
cek eserle rdir. A l t m K i t a p l a r ’m i l k serisi
T A P L A R » a d re sin e g ö n d e r i r s e n i z ç o k z e n ­
12 kitap o l a c a k ve her 36 s a y f a l ı k eser,
gin m ü k âfatîı h e d iy e le re iş t ir a k etm iş o-
y a l n ı z 25 k u r u ş a v e r ile c e k tir . ^
lursunuz.
D İ K K A T : Y e ni T arih D ü n ya sın ın ço­ B U L M A C A M IZ IN MÜKÂFATLARI

c u k n e ş riy a tı olan «A ltın K itap lar», T ü r k Y u k a r ıd a k i bulm acayı doğru halleden­


ç ucukları için b ir s ü p r iz , a n a ve b abalar ler a r a s ı n d a t a m 500 o k u y u c u y a m u h te lif
için de d erin b ir nefes a l m a s ev in c i o l a ­ h e d iy e le r v e rile c e k tir. Bu h e d iy e le r ara­
c a k tır . sında kol ve cep s aatleri, k ıym etli dolm a
«A ltm K ita p la r » m ilk eseri « K a h r a ­ kalem ler, k itaplar, fotoğraf m akineleri,
m an Ç o cuklar» b a şta n başa res im li d ö r t vesaire v a r d ı r .
büyük hikâye d en ib a r e t t ir ve 36 s a y f a l ı k V a k i t g e ç ir m e d e n müsabaka iş t ir a k
eser 25 k u r u ş a verilm ektedir. e tm e n iz i ta v s iy e ederiz.

Ekicigil Yayınevinin pek millim ¥e güzel bir teşebbOsO


Memleketimizin son devirlerde yaşa­ ren bütün kıymet ve şöhretleri ehemmi­
mış meşhurları hakkında tam ve yanlış­ yetlerine göre ve bazıları âdeta müstakil
sız bilgi veren bir eser bulunmadığını ve birer kitap teşkil edecek tafsilât ile an­
mevcutların bu ihtiyacı tatmin etmekten latmakta, ayni zamanda bir kısmı hiç bir
maalesef uzak bulunduklarım takdir eden yerde neşredilmemiş nefis resimlerle de
«Ekincigil Yayınevi», m illî kütüphanemizin süslenmüş bulunmaktadır.
bu pek büyük boşluğunu gidermek üzere Her ayın ilk günü kırk büyük sayfa­
«YÜZ ELLİ Y IL IN M E Ş H U R L A R I» lık fasiküller halinde intişar edece kolan
isminde ansiklopedik bir lügat hazırla­ « Y ü z Elli Y ı l i n m e ş h u r l a r ı »
maktadır. Ansiklopedisinin ilk fasikülü istisnaî ola­
4 büyük cilt tutacağını hasap ettiğimizrak
bu ansiklopedik lügat, bilhassa son asır 15 E k i m 1953 de
tarihine ait telif ve tercümeleriyle haklı çıkacak ve ondan sonra her ayın ilk günü
bir şöhret elde eden kıymetli muharrir İstanbulda ve bütün Türkiyedeki bayilere
N A H İD S IR R I Ö R İK dağıtılmış bulunacaktır.
tarafından pek sabırlı bir çalışma ve pek 15 Ekim 1953 yününü bekleyiniz!
ciddî bir itina ile hazırlanmaktadır. Kâğıdın ve baskısının nefasetine ve
Bu eser edebiyat, sanat, ilim, siyaset münderecatın kıymet ve ehemmiyetine rağ
ve askerlik sahalarında ve memleket hu­ men, her fasikülün fiyatı;
dutları dahilinde kendini tanıtan ve göste­ a n c a k « B İ R » l ir a d ır .
-.I'ĞİSİ

, . ,' İİ-I

You might also like