You are on page 1of 29

BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

NÜKLEĠK ASĠTLERĠN KEġFĠ ve ÖNEMĠ

NÜKLEĠK ASĠTLERĠN KEġFĠ


 İlk defa T. Friedrick miescher 1869 yılında cerahatta (irinde) ve som balığı hücrelerinin çekirdeğinde görüldüğü
için bu moleküllere çekirdek asidi anlamında nükleik asit adını vermiştir. Daha sonra yapılan araştırmalarda,
çekirdek olsun olmasın tüm canlı hücrelerde bulundukları saptanmıştır.

BİLGİ:
 Bilim insanları önceleri, hücrelere ait genetik bilginin, proteinler tarafından taşındığını kabul ediyorlardı. Çünkü
proteinler, hücrenin kuru ağırlığının yaklaşık yarısını oluşturan ve hücreden hücreye farklılık gösterebilen
moleküllerdi.
 Ayrıca tüm hücrelerin yapısındaki proteinlerin farklı olması ve proteinleri oluşturan amino asitlerin 20 farklı
çeşidinin bulunması, proteinlerin kalıtsal bilgiyi taşıdığına olan inancı güçlendiriyordu.

 İlk olarak Friedrich Miescher tarafından keşfedilen nükleik asitlerin yapısı, o zamana kadar kalıtsal bilgiyi
taşıdıkları kabul edilen proteinlerin yapısından daha farklıydı. Proteinlerin yapısındaki bazı amino asitler kükürt
taşımaktaydı ancak nükleik asitlerin yapısında hiç kükürt bulunmuyordu. Proteinlerin yapısında 20 farklı amino
asit bulunmasına rağmen nükleik asitler 4 farklı nükleotitten oluşuyordu.

 1944 yılında Oswald Avery (Ozvıld Evıri, 1877-1955), Colin MacLeod (Kolin Meklod, 19091972) ve Maclyn
McCarty (Maklin Mekkarti, 1911-2005) adlı bilim insanları daha önce 1928 yılında Frederick Griffith (Frederik
Griffit, 1879-1941) tarafından yapılmış olan deneyleri temel alarak gerçekleştirdikleri deneyle DNA‟nın genetik
madde olduğunu ispatlamışlardır.

Bu deneyde zatürreye neden olduğu bilinen Streptococcus pneumoniae (Streptokokus pnömoni) bakterisi
kullanılmıştır.
Bu bakterinin iki formu vardır. Kapsüllü olan form zatürreye neden olurken kapsülsüz form bu hastalığa neden
olmamaktadır.
Griffith, bu bakterilerle yaptığı deneyler sonucunda kapsüllü canlı bakterilerin hastalığa neden olduğunu,
kapsülsüz canlı bakterilerin ve ısıtılarak öldürülmüş kapsüllü bakterilerin hastalığa neden olmadığını belirlemiştir

www.bilkem.com 1
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

SONUÇ:
Griffith, tek başına hastalığa neden olmayan kapsülsüz bakteriler ile ısıtılarak öldürülmüş kapsüllü bakterileri bir
arada tuttuktan sonra fareye verdiğinde, farenin zatürre hastalığına yakalanıp öldüğünü tespit etmiştir. Ölü farenin
kanını incelediğinde ise çok sayıda kapsüllü bakteri formunun bulunduğunu gözlemlemiştir. Bu durumda ölü
kapsüllü bakterilerden kapsülsüz bakterilere geçen ve kapsülsüz bakteriye kapsül yapma özelliği, dolayısıyla
zatürreye neden olma özelliği kazandıran bir maddenin bulunduğunu fark etmiştir. Griffith, canlı bakterilerin
yaşadıkları ortamdan ölü bakterilere ait maddeleri alması şeklinde gerçekleşen bu olaya transformasyon adını
vermiştir ancak bu maddenin ne olduğunu açıklayamamıştır.

1944 yılında Avery, MacLeod ve McCarty yaptıkları deney ile Griffith‟in deneyinde ölü kapsüllü bakterilerden
canlı kapsülsüz bakterilere geçen, genetik bilginin taşınmasında görevli maddeleri bulmuşlardır.
Bu deneyde; ısıtılarak öldürülmüş kapsüllü bakterilerden elde edilen özüt, üç ayrı ortamda
Proteaz (proteinleri parçalayan enzim)
DNAaz (DNA molekülünü parçalayan enzim)
RNAaz (RNA molekülünü parçalayan enzim)
enzimleri ile bir arada tutulduktan sonra her üç ortama da canlı kapsülsüz bakteriler eklenmiştir. Elde edilen özüt,
farelere enjekte edilmiştir. Buna göre; özüt, farelere enjekte edilmiştir. Buna göre;

www.bilkem.com 2
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

SONUÇ:
Bu bakterilerden sadece DNAaz enzimi ile müdahale edilen özüt, farede zatürreye neden olmazken diğer
bakteriler yine kapsül yapma yeteneği kazanmış ve farede zatürreye neden olmuştur.
Öyleyse DNAaz, kapsüllü bakterilere ait DNA moleküllerini parçalamış, böylece kapsülsüz bakterilerin kapsül
yeteneği kazanmasına engel olmuştur.
Bu deneyle, kapsüllü bakterilerden kapsülsüz bakteriye geçerek kapsül oluşumu sağlayan yani hastalık yapma
özelliği taşıyan transformasyon ajanının DNA olduğu bilgisine ulaşılmıştır.

NÜKLEĠK ASĠTLERĠN ÖNEMĠ


 Nükleik asitler, organizmaların genetik bilgiyi bir nesilden diğerine aktarmasına izin veren moleküllerdir.
 Nükleik asitler, hücre çekirdeğindeki genlerden hücrenin diğer kısımlarına bilgi aktaran mesaj molekülleridir,
hücrenin yapısal özelliklerini ve yaşamsal fonksiyonlarını düzenler.
Örneğin, canlılarda enerji üretimi, protein sentezi, hücre bölünmesi gibi yaşamsal olaylar nükleik asitlerdeki
bilgilerle kontrol edilir. Bu özelliklerinden dolayı nükleik asitlere yönetici moleküller de denir.

NÜKLEĠK ASĠTLERĠN ÇEġĠTLERĠ ve YAPISI


NÜKLEĠK ASĠTLERĠN YAPISI
 Nükleik asitler, nükleotid adı verilen yapı birimlerinden meydana gelir.
Bir nükleotidin yapısında ;
1. Azotlu organik bir baz,
2. Beş karbonlu bir şeker,
3. Fosfat grubu (fosforik asit= H3 PO4 ) bulunur.

 Baz ve şekerin glikozit bağı ile bağlanarak oluşturduğu yapıya nükleozit denir.
 Nükleozite bir fosfat, fosfoester bağı ile bağlanarak nükleotid oluşur.
 Baz + Şeker = Nükleozit
Nükleozit + Fosfat = Nükleotid

ġekil:Yukarıda nükleik asitlerin yapı birimi olan bir nükleotidin yapısını oluşturan moleküller ve bağlar
gösterilmiştir.

www.bilkem.com 3
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

1.BeĢ karbonlu Ģekerler:


 Riboz ve deoksiriboz olmak üzere iki çeşittir.
 Riboz, RNA‟nın, Deoksiriboz ise DNA‟nın yapısında bulunur.
 Deoksiribozda, riboza göre bir oksijen atomu eksiktir.
BİLGİ:
Nükleik asitlerin isimlendirilmesi yapılarındaki 5 C’lu bu şekerlere (pentozlara) göre yapılır.

2. Azotlu organik bazlar:


Azot ve karbon atomlarının halka şeklinde birleşmesi ile meydana gelir.
İki çeşittir.
a.Pürinler: Çift halkalı, büyük moleküllerdir. Adenin (A) ve Guanin (G) olmak üzere iki çeşittir.
b.Pirimidinler : Tek halkalı olup, küçük moleküllerdir. Timin (T), Sitozin (S veya C) ve Urasil (U) olmak üzere üç
çeşittir.
DNA‟daki bazlar: A,T,G,C
RNA‟daki bazlar: A,U,G,C

BİLGİ:
DNA’ya özgü baz Timin, RNA’ya özgü baz ise Urasildir.

3. Fosforik asit (fosfat grubu= H3 PO4 ):


DNA ve RNA‟da ortak bulunan inorganiktir.
Kompleks moleküllerin yapısına girdiği zaman fosfat grubu adını alır.

BİLGİ:
Nükleik asitlerin yapısında aminoasit ve peptid bağları bulunmaz.

 Canlılarda; DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) ve RNA (Ribonükleik Asit) olmak üzere iki çeşit nükleik asit
bulunur.

DNA (Deoksiribo Nükleik Asit)


DNA, Prokaryot hücrelerin sitoplazmasında, ökaryot hücrelerin çekirdek, mitokondri ve kloroplastlarında bulunur.

BİLGİ:
Ökaryot hücrelerin sitoplazmasında DNA bulunmaz. RNA sentezi de olmaz.
Prokaryot hücrelerin sitoplazmasında DNA bulunur ve RNA sentezi de olur

 Bugün geçerli olan DNA modeli Watson-Crick modelidir.


 DNA molekülü sarmal (heliks) şeklinde kıvrılmış iki iplikten oluşmuştur.
 Yangın merdivenine benzeyen bu sarmal yapıda, merdivenin kenarında şeker ve fosfat molekülleri,
basamaklarda ise pürin ve pirimidin bazları bulunur.
 Bazlardan Adenin ile Timin arasında ikili, Guanin ile sitozin arasında üçlü zayıf hidrojen bağları bulunur.

www.bilkem.com 4
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

 Bu zayıf hidrojen bağları DNA çift sarmalını bir arada tutar.


 Her zaman A karşısına T, G karşısına C gelir.
 DNA‟da nükleotidlerden birinin fosfatı diğerinin şekeri ile özel bir bağ yapar. Bu bağa 3-5 fosfo-diester bağı
denir.
 Bir zincirdeki nükleotidler, fosfodiester bağları ile birbirine bağlıdır.
 Çift sarmalda bir iplikteki nükleotitlerin birbirine bağlanma yönü, öbür ipliktekilerin yönünün tersidir. DNA
ipliklerinin bu düzenine antiparalel denir.
 DNA ipliklerin asimetrik olan uçları 5′ (beş üssü) ve 3′ (üç üssü) olarak adlandırılır, 5′ uç bir fosfat grubu, 3′ uç ise
bir hidroksil grubu taşır.

www.bilkem.com 5
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

DNA molekülünde karşılıklı iki zincirdeki bazların eşleşmesi

Bütün DNA‟larda;
A = T ve G = C ise A/T = G/C=1
A+C = G+T
A+G = T+C (pürin bazları = pirimidin bazları)
A+G/T+C = A+C/G+T = 1
Toplam nükleotit sayısı = (A+T)+(G+C)
H bağı sayısı= Toplam Nükleotit sayısı + Guanin (Sitozin) sayısı
3G + 2T veya 3C + 2A = Toplam H bağı sayısı
A+T/G+C oranı türe özgüdür.
BİLGİ:
n = nükleotid sayısı olmak üzere;
1.Sentezinde oluşan su molekülleri sayısı:
 DNA‟nın en küçük bileşenlerinden (fosfat, şeker ve bazlardan) sentezlenmesi sırasında;

Tek zincir için: 3n-1= Su


Çift zincir için: 3n-2= Su

Nükleotidleri hazır kullanılırsa;


Tek zincir için: n-1= Su
Çift zincir için: n-2= Su

2. Kurulan fosfodiester bağı sayısı:


Bir zincirdeki fosfodiester bağı sayısı = n-1
İki zincirdeki fosfodiester bağı sayısı = n-2

www.bilkem.com 6
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

BİLGİ:
Nükleotidler arasındaki hidrojen bağları, zayıf fiziksel bağlar olduğu için oluşumları sırasında su açığa çıkmaz,
yıkımları sırasında da su harcanmaz.

RNA (Ribonükleik Asit)


Prokaryot hücrelerde sitoplazma ve ribozomda,
Ökaryot hücrelerde ise çekirdek, sitoplazma, ribozom, kloroplast, mitokondri gibi yapılarda bulunur.

 Tek nükleotid dizisinden oluşmuştur.


 Yapısındaki 5 C‟lu şeker riboz‟dur.
 Organik bazları adenin, guanin, sitozin ve urasildir. Timin bulunmaz.
 Protein sentezinde görev alır.
 Tek nükleotit zincirinden oluştuğu için kendini eşleyemez.
 Nükleotidleri fosfodiester bağları ile bağlanarak nükleotid zinciri oluşur.
 A- T, G-C eşitliği de yoktur.
 Bütün RNA çeşitleri DNA‟da bulunan şifreye göre sentezlenir.
 Sentezlenmesini sağlayan enzim RNA polimeraz,
Hidrolizini sağlayan enzim ribonükleaz (RNAaz) dır.
 Bütün RNA çeşitleri protein sentezinde görev alarak hücredeki yaşamsal olayların yönetiminde DNA'ya yardımcı
olur.
 Üç çeşit RNA vardır
Mesajcı RNA (mRNA),
Taşıyıcı RNA (tRNA),
Ribozomal RNA (rRNA)

Mesajcı RNA (mRNA):


Sentezlenecek proteinin amino asit dizisini belirleyen bilgiyi DNA‟dan alan alır ve ribozomlara taşır.
Hücrede en az olandır.
Toplam RNA'nın %5'ini oluşturur.
Ribozomal RNA (rRNA):
Proteinlerle birlikte ribozom organelinin yapısını oluşturur.
Protein sentezi sırasında peptid bağlarının kurulmasında görev alır.
En fazla olandır.
Hücrede bulunan toplam RNA‟nın %80‟ini oluşturur.

BİLGİ:
RNA çeşitlerinden tRNA ve rRNA kendi üzerinde katlandığı için hidrojen bağı içerir ancak mRNA hidrojen bağı
içermez.

www.bilkem.com 7
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

TaĢıyıcı RNA (tRNA):


Protein sentezi sırasında kullanılacak aminoasitleri ribozomlara taşır.
Hücredeki toplam RNA'nın %15'ini oluşturur.

 RNA‟nın her hücredeki miktarı farklılık gösterir. Örneğin kas hücreleri gibi protein sentezinin yoğun olduğu
hücrelerde fazla miktardadır.

BİLGİ:
rRNA’nın yapısı, tüm ökaryotlarda aynıdır. Bu nedenle sentezlenen proteinin yapısının ve işlevinin
belirlenmesinde rRNA’nın etkisi yoktur.

RNA çeĢitlerinin ortak özellikleri:


 Protein sentezinde görev yaparlar.
 Kendilerini eşleyemezler, DNA tarafından üretilirler.
 Tekrar tekrar kullanılabilirler.
 Yapılarında organik yapıda olan adenin, urasil, guanin sitozin bazları ile riboz şekeri, inorganik yapıda olan
fosfat (fosforik asit) bulunur.

www.bilkem.com 8
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

BİLGİ:
n = nükleotid sayısı olmak üzere;
RNA sentezinde açığa çıkan su molekülü sayısı: 3n–1 dir.

DNA ve RNA’nın Ortak Özellikleri:


 C, H, O, N ve P elementleri içermesi
 Polinükleotit yapılı olmaları
 Adenin, guanin, sitozin bazlarının bulunması
 Beş karbonlu şekerin (pentoz) bulunması
 Yapılarında inorganik fosfat grubu bulunması
 Genetik bilgiyi taşıması (DNA-mRNA için)
Ökaryot hücrelerde çekirdek, çekirdekçik, mitokondri ve kloroplastlarda; prokaryot hücrelerde ise sitoplazma ve
bulunması
 Protein sentezinde görev yapmaları
 Tüm canlılarda bulunur.

DNA ve RNA’nın Farklı Yönleri


DNA RNA
Timin bazı DNA‟ya özgüdür. Urasil bazı RNA‟ya özgüdür.
Yapısında deoksiriboz şekeri vardır. Yapısında riboz şekeri vardır.
Çift ipliklidir. Tek ipliklidir.
DNA çift zincirinde;
Böyle bir eşitlik yok
Adenin = Timin; Guanin = Sitozin
Kendini eşleyebilir ve onarabilir. Kendini eşleyemez ve onaramaz.
Yıkılıp yeniden yapılamaz. Yıkılıp yeniden yapılabilir.
Ökaryot hücrelerde çekirdek, çekirdekçik,
Ökaryot hücrelerde çekirdek, çekirdekçik, mitokondri
sitoplazma, mitokondri, kloroplast ve ribozomlarda;
ve kloroplastlarda; prokaryot hücrelerde ise
prokaryot hücrelerde ise sitoplazma ve
sitoplazmada bulunur.
ribozomlarda bulunur.
Protein sentezine dolaylı olarak katılır. Protein sentezine doğrudan katılır.
DNA polimeraz ile sentezlenir RNA polimeraz ile sentezlenir.
Hidrolizleri DNAaz ile olur. Hidrolizleri RNAaz ile olur.

Yöneticidir. Emir verir. DNA‟nın emirlerini uygular.


Her türün diploit hücresinde miktarı sabittir. Hücreden hücreye miktarı değişir.
DNA‟da gen bulunur. RNA‟da gen bulunmaz.

www.bilkem.com 9
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Gen ve DNA iliĢkisi

 Kalıtımı sağlayan materyalin küçükten büyüğe doğru sıralanması;

Azotlu organik baz ˂ Nükleozit ˂ Nükleotit ˂ Gen ˂ DNA ˂ Kromozom

DNA EġLENMESĠ (REPLĠKASYON)

 DNA molekülü, her hücre bölünmesi öncesinde kendisini eşleyerek kalıtsal bilginin yavru hücrelere eşit miktarda
aktarılmasını sağlar.
DNA eşlenmesinin nasıl gerçekleştiğini ispatlamak için 1958 yılında Matthew Meselson (Methiv Meselsın) ve
Franklin Stahl (Franklin Sıtal ) tarafından deneyler yapılarak farklı modeller test edilmiştir. Sonuçta DNA‟nın her iki
ipliğinin de kendisini eşleyerek yeni birer iplik oluşturduğu “yarı korunumlu (semikonservatif) eĢlenme”
modelinin doğruluğu ispatlanmıştır.
 Meselson ve Stahl, bakterilerin gelişme ortamlarına azotun izotopunu ekleyerek deneylerini yaptılar.

BİLGİ:
14 15
İzotop: Atom veya proton numaraları aynı kütle numaraları farklı elementlere denir. Örneğin N ve N birbirinin
izotopudur.

BİLGİ:
 Bir DNA’nın her iki ipliğindeki azotların kütle numaraları 14 olursa ( N N) buna normal azotlu DNA denir.
14 14

 Her iki ipliğindeki azotların kütle numaraları 15 olursa ( N N) buna ağır azotlu DNA denir.
15 15

 Eğer bir zincirindeki azotun kütle numarası 14 diğer zincirindeki azotun kütle numarası 15 olursa buna da melez
DNA denir.
 Bu DNA’lar, santrifüj edildiğinde deney tüpünde farklı batnlaşmalar gösterirler. Ağır DNA’lar dibe çöker, melez
DNA’lar ortada, hafif DNA’lar ise en üstte bantlaşma gösterirler.

www.bilkem.com 10
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Meselson ve Stahl, tafından yapılan çalışmalar aşağıda özetlenmiştir:


15
a) Meselson ve Stahl tarafından E. coli bakterileri azotun ağır izotopu olan N içeren kültür ortamında birçok nesil
15
boyunca üretilmiştir. Nesiller sonra ortamdaki bakteri DNA'larının N izotopunu taşıdığı gözlemlenmiştir. Bu
bakterilerin DNA'ları ayrıştırılıp santrifüjlendiğinde DNA'ların tüpün dip kısmında bir bant oluşturacak şekilde
toplandığı görülmüştür.

15 14
b) DNA'larında N bulunan bakteriler, N izotoplu azotun bulunduğu ortama bırakılmıştır. Birinci üreme
sonucunda bakteri DNA'ları ayrıştırılıp santrifüjlendiğinde deney tüpünün orta kısmında bir bantlaşma olduğu
gözlemlenmiştir. Orta kısımda bantlaşmanın nedeni birinci bölünme sonucu meydana gelen bakteri DNA'larının
%100'ünün melez olmasıdır.

14 15
c) İkinci üreme sonunda santrifüj edildiklerinde ise oluşan bakteri DNA‟larının %50‟sinin melez ( N N) olduğu,
14 14
%50‟sinin normal azot ( N N) içerdiği, bu nedenle de hem ortada hem üstte bantlaşma olduğu gözlemlenmiştir.

www.bilkem.com 11
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

SONUÇ:
Çalışmaların sonucunda DNA'nın bir ipliği aynen korunurken diğer ipliği yeniden sentezlenmiştir. Bunun sonucu
DNA kendisini “yarı korunumlu” olarak eşler denilmiştir.
BĠLGĠ:
15 14 14
Radyoaktif azotlu ( N‟li ) bir DNA nın normal azotlu ( N) ortamda veya normal azotlu ( N) bir DNA nın
15
radyoaktif azotlu ( N‟li ) ortamda birkaç kez eşlenmesi soruluyorsa, DNA nın yarı korunumlu olarak eşlendiği
dikkate alınır. Bu durumda bu DNA kaç kez eşlenirse eşlensin; isterse 200 DNA oluşsun bu DNA lardan ikisi
melez geriye kalanlar ise ortam azotunu taşıyan DNA!‟lar olacaktır.

DNA eĢlenmesinin önemi:


 Hücrenin bölünmesini sağlar.
 Kalıtsal özelliklerin yeni hücrelere aktarılmasını sağlar.
 Çok hücreli bir organizmanın tüm vücut hücrelerinin aynı genetik bilgiye sahip olmasını sağlar.
 Üremeyle kalıtsal özelliklerin oğul döllere aktarılmasını sağlar.
 Bazı organellerin (mitokondri ve kloroplast) hücre içinde çoğalmasını sağlar.

DNA EġLENME MEKANĠZMASI


 DNA eşlenmesinin başladığı özel bölgelere replikasyon orijini adı verilir.

BİLGİ:
Prokaryotlarda çembersel DNA da bir başlangıç ve bir bitiş noktası,
Ökaryotik hücrede ise çok sayıda başlangıç ve bitiş noktaları vardır.

Programda belirtilmiĢ DNA replikasyonunda görev yapan enzimler ve görevleri:


Helikaz: DNA çift sarmalını replikasyon orijinleri bölgelerinden iki kolu tersine büküp açan enzim.
DNA polimeraz: Açılan DNA zincirlerini kalıp olarak kullanarak yeni DNA zincirinin oluşumunu sağlayan enzim.
DNA ligaz: DNA parçalarını birleştiren (yapıştıran) enzim.

Prokaryotlarda DNA replikasyonu


 Prokaryotlarda DNA çembersel olduğu için bir noktadan başlayan replikasyon, iki yönde ve her iki iplikte birden
devam ederek DNA tamamen kopyalanıncaya kadar sürer.

Şekil: Prokaryotlarda DNA replikasyonu

BİLGİ:
DNA eşlenmesini sitoplazmada gerçekleştiren bir hücre kesinlikle prokaryot yapısına sahip bir hücredir. Çünkü
ökaryotik hücrelerin sitoplazmasında DNA yoktur.

www.bilkem.com 12
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Ökaryotlarda DNA replikasyonu


 Ökaryotların DNA‟ları doğrusaldır ve çok daha uzundur. Ökaryot DNA‟larında replikasyon sırasında yüzlerce
replikasyon orijini oluşur. Böylece DNA eşlenmesi daha kısa sürede tamamlanır.
 DNA eşlenmesi sırasında helikaz adı verilen enzim, çift sarmalın replikasyon orijinleri bölgelerine gelerek iki
kolu tersine büküp açar.
Arkasından DNA polimeraz enzimi, ayrılmış olan her DNA ipliğinin karşısına uygun yeni nükleotitleri sıralayarak
kalıp DNA ipliklerine uygun birer DNA ipliği daha oluşmasını sağlar.
 Sentezlenen yeni iplikler farklı şekillerde uzar. DNA polimeraz enzimi, uzayan bir ipliğin sadece 3´ ucundaki
nükleotidin karşısına yeni nükleotit ekleyebilir.
Bunun için DNA replikasyonu, 5‟ → 3‟ yönünde ilerler; Kalıp olarak görev gören zincir 3‟ → 5‟ yönünde okunur.
3´→ 5´ yönünde uzanan kalıp ipliğin karşısına gelecek olan yeni iplik, 5´ ucundan 3´ ucuna doğru kesintisiz olarak
sentezlenir.
 Diğer kalıp DNA ipliği ise 5´→3´ yönünde uzanır. Bu nedenle karşısındaki ipliğin kesintisiz bir şekilde
sentezlenmesi mümkün olmaz. Replikasyon çatalı açıldıkça yeni iplik, 5´ ucundan 3´ ucuna doğru uzanan
parçalar hâlinde sentezlenir. Oluşan parçaların bir süre sonra ligaz enzimi ile birbirine bağlanmasıyla kesintisiz bir
iplik oluşur.
 Bu durumda yeni sentezlenen ipliklerden biri, ileriye doğru kesintisiz bir şekilde sentezlenirken diğeri parçalar
hâlinde geriye doğru sentezlenmiş olur. Bu parçalara Okazaki parçaları adı verilmiştir

BİLGİ:
DNA replikasyonu (sentezi), 5’ → 3’ yönünde ilerler. Çünkü DNA polimeraz enzimi, uzayan bir ipliğin sadece 3´
ucundaki nükleotidin karşısına yeni nükleotit ekleyebilir.Kalıp zincir 3’ → 5’ yönünde okunur.

www.bilkem.com 13
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Şekil: Ökaryotlarda DNA replikasyonu

GENETĠK ġĠFRE
ġifre: Bir bilgiyi bir formdan başka bir forma dönüştürmede kullanılan semboller sistemidir.
 DNA'daki dört çeşit nükleotit (A, T, G, C) üçlü kombinasyonlar ile şifre oluşturur.
 Bu nedenle DNA'da 4x3 = 64 çeşit şifre bulunur.

BİLGİ:
Eğer genetik şifrede 4 çeşit nükleotitin 2’li kombinasyonları hâlinde olsa idi, 4x2 = 16 şifre (kod) meydana gelirdi.
Bu da 20 çeşit amino asit için yeterli olmazdı. Bu durumda 4 çeşit amino asit protein sentezinde hiç
kullanılamazdı.

 DNA ve mRNA'daki üçlü nükleotit grubuna kodon adı verilir.


 Genetik kod, tüm kodonları kapsayan genetik şifredir.
 Bir kodon bir amino asidi belirler. (3 nükleotit = 1kodon= 1amino asit)
 mRNA molekülünde 64 çeşit kodon bulunur. Fakat amino asit çeşidi bildiğiniz gibi 20‟dir. O halde belirli bir
amino asit, birden fazla kodon tarafından belirlenebilmektedir.
 AUG kodunu başlangıç (start) kodunudur ve metionin amino asidini şifreler.

BİLGİ:
Protein sentezinin başlangıç kodonu aynı zamanda metionin amino asidini şifreliyorsa canlılardaki proteinlerin
sentezi metionin amino asidi ile başlar. Bu nedenle proteinlerin ilk amino asidi metionin olur. Fakat daha sonra bu
başlangıç amino asidi, bir enzim tarafından zincirden çıkarılabilir.
Bunun için bütün proteinler metionin ile başlar diyemeyiz. Ancak sentezleri metionin ile başlar diyebiliriz.

 64 kodondan 3 tanesi (UAA, UAG, UGA) amino asit şifrelemez. Bu kodonlara durdurucu (stop) kodon adı
verilir.Bunlar ribozomlara protein sentezini durdurması için sinyal veren kodonlardır.
 Stop kodonları (3 tane) amino asit şifrelemediği için mRNA'daki 61 çeşit kodon, protein yapısındaki 20 çeşit
amino asit için şifre oluşturur.
 tRNA'daki üçlü nükleotit grubuna antikodon adı verilir.
 Bildiğiniz gibi tRNA‟nın görevi sitoplazmadaki amino asitleri ribozomlara taşımaktır. Bu yüzden 61 çeşit
antikodon, 61 çeşit tRNA vardır.

BİLGİ:
 Protein sentezi ile ilgili olarak; DNA’da→64 şifre (Kodon) , mRNA’da→ 64 kodon, tRNA’da→61 antikodon
bulunur.
 Aminoasitlerle ilgili olarak; DNA’da → 61 şifre (Kodon), mRNA’da → 61 kodon, tRNA’da → 61 antikodon vardır.

 Proteinlerin yapısına katılan 20 çeşit amino asit olmasına rağmen bunları şifreleyen genetik kod veya kodon
sayısı 61‟dir. Böylece hemen hemen her amino asit için birden fazla sayıda kodon vardır.

www.bilkem.com 14
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

BİLGİ:
Genetik kod sayısının fazla olmasının canlılara sağladığı yarar; Genlerde meydana gelen bazı mutasyonlara karşı
canlıyı korumaktır. Örneğin ACU kodonu Treonin amino sidine karşılık gelir. Her hangi bir nedenle mutasyona
uğrayıp ACA şekline dönüşürse, ACA kodonu yine treonine karşılık geldiği için sentezlenen proteinde bir bozulma
meydana gelmeyecektir.
 Yukarıda ifade edilen genetik şifre, kodon, antikodon, “başla” ve “dur”(“start ve stop”) kodonları bütün canlılarda
aynıdır. Bu durum genetik şifrenin evrenselliğini gösterir. Örneğin mRNA'daki UCU kodonunun bütün canlılarda
karşılığı aynı olup serin amino asidini belirler.

BİLGİ:
.Bir kodon sadece bir amino asidi şifreler. Fakat bazı amino asitlerin birden fazla kodonu olabilir. Örneğin UUU ve
UUC kodonlarının her ikisi de fenilalanini belirlediği halde bunların hiç birisi bir başka amino asidi kodlamaz

Kalıtsal kavramların küçükten-büyüğe doğru sıralaması:


 Baz < Nükleozit < Nükleotid < Kod (kodon, antikodon) < Gen < DNA <Kromatin iplik < Kromozom şeklindedir.

PROTEĠN SENTEZĠ MEKANĠZMASI


 DNA‟daki genetik şifreye göre ribozomda amino asitlerden protein molekülü yapımına protein sentezi denir.

BİLGİ:
Protein sentezi bütün canlı organizmalarında gerçekleşir. Ancak her canlı hücre protein sentezi yapmayabilir.
Örneğin olgun alyuvar hücreleri çekirdek ve ribozom dahil organellerini kaybederler. Dolayısı protein sentezini
gerçekleştiremezler.

 Bir gen bir proteini doğrudan oluşturmaz. Önce DNA‟daki bilgi RNA‟ya aktarılır. RNA ise protein sentezini
programlar.

BİLGİ:
1 gen çeşidi = 1 protein çeşidi

 Proteinlerin yapı taşları (monomerleri) amino asitlerdir.


 Aminoasitlerin dehidrasyonu ile oluşurlar.
 Komşu amino asitler peptid bağı ile bağlanır.
 Her bir peptid bağına karşılık bir su molekülü açığa çıkar.

BİLGİ:
Protein moleküllerinin farklı olmasında etkili olan faktörler:
 Şifreyi veren genlerin nükleotid dizilişlerinin farklı olması
 Şifreyi taşıyan mRNA‘daki nükleotid dizilişlerinin farklı olması
 Protein yapısındaki amino asitlerin sayısı
 Protein yapısına katılan amino asit çeşidi
 Proteindeki amino asitlerin diziliş sırası
 Protein sentezindeki aminoasitlerin çeşitlerinin sayısı
 Protein çeşitliliğinde amino asitlerin bağlanma biçiminin (peptid bağının) hiçbir rolü yoktur. Çünkü; Amino asitler
arasındaki peptid bağları daima birinci amino asidin karboksil grubundaki karbon ile ikinci amino asidin amino
grubundaki azot arasında kurulur.
 Ayrıca protein çeşitliliğinde proteinlerin üretildiği ribozomların ve rRNA'nın da bir etkisi yoktur.

 Protein sentezinde görev alan başlıca organel ve moleküller:


DNA, mRNA, tRNA, amino asit, enzim, ATP ve ribozom organeli

www.bilkem.com 15
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Ribozomlar
 Protein sentezinin yapıldığı, büyük ve küçük olmak üzere iki alt birimden oluşan organeldir.
 Her iki alt birim protein ve rRNA'dan oluşur.
 Küçük alt birim mRNA için, büyük alt birim tRNA için bağlanma bölgesi içerir.

Şekil: RNA çeşitlerinin ribozoma bağlanma bölgeleri

Protein sentezi basamakları:


protein sentezi iki ana basamakta gerçekleşmektedir.
I.Basamak:
DNA‟nın bir ipliğinin üzerindeki genetik kodlara uygun olarak mRNA sentezinin gerçekleştiği transkripsiyon olayı,
II.Basamak: mRNA‟nın, şifrenin kopyasını alıp sitoplazmaya geçmesinden sonra ribozom tarafından okunup
protein sentezinin gerçekleştiği evre olan translasyon basamağıdır.

Protein sentezi sırasında gerçekleşen olaylar sırası ile;


1.Önce DNA‟nın protein sentezine kalıplık edecek bölgede iki iplik RNA polimeraz ile açılır.
2.DNA‟nın anlamlı zinciri üzerinden RNA polimeraz enzimi ile mRNA sentezlenir. Bu olaya transkripsiyon
(yazılma) denir.
mRNA sentezine kalıplık eden DNA ipliğine anlamlı iplik, diğer ipliğe ise tamamlayıcı iplik denir.

BİLGİ:
mRNA sentezi, DNA’nın anlamlı zincirinin 3′ ucundan başlayarak gerçekleştirilir. O halde mRNA zinciri, 5’ → 3’
yönünde oluşur.
DNA üzerinden mRNA sentezlenirken DNA’nın anlamlı zincirindeki Adeninin karşısına mRNA'da Urasil gelir.

ÖNERİ:
DNA’daki baz dizisi tRNA'daki antikodonlara çevrilirken eğer bazlar arasında Timin varsa sadece bunu Urasile
çevirmek yeterlidir. Yoksa DNA baz sırası bire bir tRNA’da da aynıdır.
Örnek: DNA’daki baz dizisi ATG GCG ise buna karşılık tRNA'daki sıra; AUG GCG şeklinde olur.
tRNA'daki baz sırası (antikodon) verilmiş DNA daki isteniyorsa sadece varsa Urasilleri Timin olarak değiştirmek
yeterlidir. Diğerleri aynı kalır.

www.bilkem.com 16
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Şekil: Ökaryot hücrelerde transkripsiyon

BİLGİ:
RNA polimeraz, bir genin transkripsiyonunu, DNA üzerinde bulunan bağlanabildiği promotor olarak adlandırılan
özel nükleotid dizisinden başlatır.

3.Şifreyi alan mRNA, çekirdek zarında bulunan porlardan sitoplazmaya geçer.


4.mRNA, ribozomun küçük alt birimine; bağlanması ile translasyon olayı başlar.
5.mRNA‟nın baĢlatma kodonu (AUG), ribozom tarafından okunur. AUG kodonunun karşılığı olan UAC
antikodonuna sahip tRNA, sitoplazmada metionin amino asidini kendine bağlar. Bu sırada ATP harcanır. tRNA,
taşıdığı metionin amino asidini mRNA‟nın başlatma kodonuna karşılık gelecek şekilde ribozoma getirir.
6.İlk amino asit ribozoma getirildikten sonra ribozomun büyük alt birimi küçük alt birimine bağlanır ve böylece
protein sentezi başlar.

7.tRNA‟nın antikodonu mRNA kodonuna bağlanınca protein sentezi başlar. DNA'nın genetik şifresini ribozomlara
getiren mRNA'daki şifrenin okunmasına translasyon denir.
(Burada mRNA ile tRNA arasında geçici zayıf hidrojen bağları kurulur.)
8. Taşınan amino asitler arasında peptit bağı kurulur. Bu sırada her bir bağ için bir molekül su açığa çıkar.
9. Protein sentezi mRNA üzerindeki bütün kodonlar okununcaya kadar devam eder. İşlem devam ederken
durdurma kodonlarından (UAA, UAG, UGA) herhangi biri geldiğinde protein sentezi sona erer.
 Protein sentezinin sona erdiği evrede yeni sentezlenen protein en sondaki tRNA'dan ayrılır ve mRNA serbest
kalır. Bu arada ribozom alt birimleri de birbirinden ayrılır. Ayrılan mRNA, tRNA ve ribozom alt birimleri yeniden
protein sentezine katılabilir.

www.bilkem.com 17
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

SANTRAL DOGMA
 1958 yılında Francis Crick hücre içindeki genetik bilgi akışının DNA‟dan RNA‟ya ve RNA‟dan da proteine doğru
olduğunu ifade etmek için santral dogma kavramını kullanmıştır.
 DNA‟daki genetik bilgiden RNA aracılığı ile ribozomlarda protein sentezlenmesine santral dogma denir.

Şekil: Santral dogma olayında DNA‟dan proteine bilgi akışı

 Santral dogma tek yönlü gerçekleşir. DNA‟dan protein sentezlenir. Ancak proteinden RNA, RNA‟dan da DNA
sentezi olmaz.(İstisnalar hariç)
 Buna göre santral dogma DNA‟dan DNA‟ya ya da RNA‟ya ve oradan proteine bilgi aktarımıdır. Replikasyon,
transkripsiyon ve translasyon olaylarını kapsar.
 Prokaryot hücrelerde replikasyon ve transkripsiyon olayları sitoplazmada, translasyon olayı ise ribozomda
gerçekleşir.
 Ökaryot hücrelerde replikasyon ve transkripsiyon olayları çekirdekte, midokondri ve kloroplastlarda, translasyon
olayı ise ribozomda gerçekleşir.
 Replikasyon olayı hücrenin bölüneceğini kanıtlar.
 Transkripsiyon ve translasyon olayları ise protein sentezi sırasında meydana gelir.
(Protein sentezinde replikasyona gerek yoktur.)

BĠLGĠ:
 Replikasyon olayında A, G, C ve T nükleotitleri;
 Transkripsiyon olayında A, G, C ve U nükleotitleri;
 Translasyon olayında ise amino asitler kullanılır.
 Replikasyon olayı bölünemeyen hücrelerde (örneğin sinir hücrelerinde) gerçekleşmez. Transkripsiyon ve
translasyon olayları protein sentezi yapan tüm hücrelerde gerçekleşir.
 Replikasyon sırasında oluşabilecek bir hata kalıtsal olabilir.
 Transkipsiyon ve translasyon olaylarındaki hatalar kalıtsal olmaz, fakat farklı bir proteinin üretimine neden
olabilir.

POLĠRĠBOZOM (POLĠZOM)
 Bir mRNA„nın birden fazla ribozoma tutunması ile oluşan çoklu yapıya denir.
 Ribozomlardan biri başlama kodonunu geçince, başka bir ribozom mRNA'ya bağlanarak oluşur.
 Bu yapılar hücrenin aynı proteinin çok sayıda kopyasını kısa bir süre içinde üretmesine yardımcı olur.

Şekil: Bir mRNA‟nın çok ribozom tarafından okunması (polizom)

BĠR GEN BĠR POLĠPEPTĠT HĠPOTEZĠ


 Hücredeki yaşamsal olaylarda görev alan enzimler protein yapısındaki moleküllerdir. Bu moleküllerin
sentezinden sorumlu DNA parçasına gen adı verilir.
 Genler protein sentezinden sorumlu olduklarından enzim sentezinden de sorumludur. Enzimler, canlılardaki
yaşamsal olaylarda görevli moleküllerdir. Bu nedenle enzimlerin sentezinden sorumlu genlerin yapısının
bozulması, canlının yaşamını önemli ölçüde etkiler.
 Canlılardaki her bir polipeptit zincirinin dolayısıyla her bir enzimin bir gen tarafından şifrelenmesine bir gen bir
polipeptit hipotezi denir.

www.bilkem.com 18
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

BİLGİ:
Polipeptid ve protein terimleri tam olarak eş anlamlı değildirler.
Proteinler 20 çeşit amino asitten oluşturulan polimerlerdir. Amino asit polimerleri polipeptidler olarak
adlandırılırlar.
Bir protein bir ya da birden fazla polipeptidden oluşmuş kendine özgü üç boyutlu yapıya sahip polimerlerdir.
Polipeptidi bir ip yumağına benzetirsek protein, bu ip yumağı ile örülmüş hırka gibidir diyebiliriz.

 Canlılardaki her bir enzimin, bir gen tarafından şifrelendiği 1940‟lı yıllarda George Beadle (Corc Bidıl) ve Edward
Tatum‟un (Edvırt) ekmek küfüne neden olan Neurospora crassa (Nörospora krassa) adlı mantar türü ile
yaptıkları deneylerle ispatlanmıştır.

Beadle ve Tatum’un yaptığı çalışma:


Neurospora ( tip); karbonhidrat, mineral ve biyotin (B7 vitamini) içeren basit besi ortamlarında yaşamını devam
ettirip çoğalabilen bir mantardır. Yani hiç amino asit bulunmayan bir ortamda bile diğer organik besinleri amino
asitlere çevirebilen enzimlere sahiptir.
Neurospora sporlarını X ışınlarına maruz bıraktıktan sonra gelişen mutantların bir bölümünün basit kültür
ortamında yaşayamadıklarını tespit etmişlerdir.
Fakat bu mutantları, 20 amino asidin de bulunduğu ortama koyduklarında mutantların yaşamlarını devam
ettirebildiklerini gözlemlemişlerdir. Böylece mutasyonun, amino asit sentezinde bir soruna yol açtığı sonucuna
ulaşmışlardır.
Beadle ve Tatum, tam besin ortamında (tüm amino asitlerin bulunduğu ortam) yaşayabilen mutant türlerden
örnekler alıp bu türleri basit kültür ortamının bulunduğu deney tüplerine aktarmışlar ve her tüpe tek bir amino asit
çeşidi ilave etmişlerdir. Bu sayede mutasyonun hangi enzim üzerinde etki gösterdiğini tespit etmişlerdir. Örneğin;
mutasyona uğramış sporlar, basit kültür ortamında üreyemezken arjinin amino asidinin bulunduğu ortamda
üreyebilirlerse arjinin sentezinden sorumlu genlerinde bir mutasyon olduğu anlaşılır.

SONUÇ:
Araştırmacılar, arjinin amino asidinin; öncü bir organik molekülün ornitine, ornitinin sitrüline, sitrülinin ise arjinine
dönüştüğü basamaklar şeklinde sentezlendiğini belirlemişlerdir

Deneyleri sonucunda bu basamaklardaki reaksiyonları gerçekleştiren farklı enzimleri sentezleyemeyen üç tip


mutant elde etmişlerdir:
Birinci tip mutantlar: Ornitin, sitrülin ve arjininin ayrı ayrı verildiği ortamlarda yaşayabilirken sadece öncü
molekül, verilen ortamda yaşayamamaktadır
Sonuç:
A geni mutasyona uğramıştır. Öncü molekülü, ornitine dönüştüren A enzimi sentezlenememiştir.

Ġkinci tip mutantlar: Ayrı ayrı sitrülin ve arjinin verilen ortamlarda yaşayabilirken sadece öncü molekül ya da
ornitin verilen ortamlarda yaşayamamaktadır

www.bilkem.com 19
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Sonuç:
B geni mutasyona uğramıştır. Ornitini sitrüline dönüştüren B enzimi sentezlenememiştir.

Üçüncü tip mutantlar: Arjinin verilen ortamlarda yaşayabilirken öncü molekül, ornitin ya da sitrülin verilen
ortamlarda yaşayamamaktadır.
Sonuç:
C geni mutasyona uğramıştır. Sitrülini, arjinine dönüştüren C enzimi sentezlenememiştir.

GENETĠK MÜHENDĠSLĠĞĠ BĠYOTEKNOLOJĠ


 Genetik mühendisliği: Genlerin izolasyonu, çoğaltılması, nükleotit dizilişlerinin belirlenmesi, farklı canlıların
genlerinin birleştirilmesi ya da bir canlıdan başka bir canlıya gen aktarılması gibi çalışmalarla uğraşan bilim
dalıdır.
BİLGİ:
Genetik mühendisliği, bugünkü biyoteknolojinin temelini oluşturan bir bilim dalıdır.

Biyoteknoloji: Doğa bilimleri ve çeşitli mühendislik dallarından yararlanarak DNA teknolojisiyle yeni bir
organizma elde etmek veya var olan bir organizmanın genetik yapısında arzu edilen yönde değişiklikler meydana
getirmek amacıyla kullanılan yöntemlerin tamamını kapsayan bir bilim dalıdır.
 Genetik mühendisliği ile elde edilen bilgiler sayesinde biyoteknolojik yöntemler kullanılarak daha ucuz, daha
kolay veya daha verimli ürünler günlük hayatımıza kazandırılır

BİLGİ:
İstenen özellikte olan genin bir başka canlıya aktarılması genetik mühendisliğinin alanı iken, istenen amaca
yönelik ürün elde edilmesi ise biyoteknolojinin alanıdır. Örneğin, E.coli bakterisine, insülin üretecek özelliklerin
kazandırılması genetik mühendisliğinin alanıdır. İnsülinin saflaştırılması, gerekli kontrollerinin yapılması ve ilaç
özelliği kazandırılması ise biyoteknolojinin alanıdır.

 Gen mühendisliği ile genetik yapıyı değiştirir. Gen aktarılır veya etkisizleştirilir.
 Biyoteknoloji ile doğal olarak var olmayan yeni ürünler elde edilir veya ihtiyacı karşılayamayan ürünlerin daha
fazla miktarda üretilmesi sağlanır. Bu duruma; protein, antibiyotik, hormon, antikor vb. maddelerin üretimi, yeni
özelliklere sahip sebze ve meyvelerin üretimi, tıbbi bitki ve çiftlik hayvanı üretimi, yapay organ ve doku üretimi,
atıkların yeniden kullanılabilir hâle getirilmesi örnek olarak verilebilir.
 Biyoteknolojinin çalışma alanlarının başında genomik, proteomik ve biyoinformatik gelir.

ZORUNLU AÇIKLAMA:
Genom, bir organizmanın DNA‟ları üzerindeki genetik bilgilerin tamamıdır. Organizmaların genomları üzerinde
çalışan genomik, bir organizmanın tüm DNA dizisinin belirlenmesi, genom organizasyonu ve gen ifadesinin
kontrolü çalışmalarını içerir.

www.bilkem.com 20
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Proteomik, bir organizmada genom tarafından kodlanan tüm proteinlerin sistematik olarak çalışıldığı disiplindir.
Biyoinformatik; biyolojik bilgilere bilgisayar teknolojisini ve matematiği uygulayarak karmaşık biyolojik verileri
derleyen ve analiz eden bilimsel disiplindir.

Gen mühendisliğinde 3 temel aĢama bulunur;


Canlı hücrelerden DNA izolasyonu
Rekombinant DNA (rDNA) üretimi
Rekombinant DNA‟nın hücreye aktarımı

DNA izolasyonu:
Canlı hücrelerde bazı kimyasallar ve enzimler yardımıyla saf olarak DNA elde edilmesine
denir.

Rekombinant DNA üretimi:


Farklı DNA parçalarının birleştirilmesi sonucu üretilmiş olan yeni DNA molekülüne Rekombinant DNA denir.

BĠLGĠ:
Rekombinant DNA üretiminde polimerazlar, DNA ligazlar ve restriksiyon endonükleazlar olarak adlandırılan
enzimler kullanılır.

Rekombinant DNA teknolojisiyle oluşturulmuş enzimler; deterjan, şeker ve peynir üretiminde kullanılmaktadır.
Polimerazlar: DNA sentezinde görev yapan enzimlerdir.
Fosfatazlar: Fosfat bağlarını koparan enzimlerdir.
Restriksiyon endonükleazlar: DNA molekülündeki istenilen geni tanıyıp kesen enzimlerdir.
DNA ligazlar: İstenilen genin plazmite bağlanmasını sağlayan enzimdir.

Gen mühendisliğinin gelişimine katkıda bulunan bilimler genetik, moleküler biyoloji ve mikrobiyolojidir.

Gen Teknolojileri,
Gen Aktarımı:
Günümüzde bilim insanları, istenen genlerin bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara aktarımını kontrol
edebilmekte ve canlıya yeni özellikler kazandırabilmektedirler.
Farklı bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş Örneğin; doğal yollarla üretilen pirinçte bulunmayan
ve A vitamini öncüsü olan beta karoten maddesinin oluşumundan sorumlu gen, nergis bitkisinden Agrobacterium
tumefaciens (Agrobakteriyum tumefasiyens) bakterisi aracılığıyla çeltiğe aktarılmıştır. Böylece pirince beta-
karoten üretme yeteneği kazandırılmıştır. Altın pirinç olarak adlandırılan bu pirincin üretimi ile A vitamini
eksikliğinin giderilmesi amaçlanmaktadır.

Gen Klonlaması:
Bir genin kopyasını oluşturmak için kullanılan yöntemleri kapsar. Tek bir hücreden çoğaltılan ve genetik yapısı
aynı olan hücrelere klon denir.

BİLGİ:
Genlerin klonlanmasında çoğunlukla bakterilerden yararlanılır. Çünkü bakteriler; sağlam hücre duvarları
sayesinde olumsuz koşullara dayanıklıdır, hızlı çoğalır, kolaylıkla izole edilebilir, genetik modifikasyonlara
uygundur ve ucuz kaynaklarla beslenebilir.

Bir gen nasıl kopyalanır?


Bakteriyel plazmitin gen klonlanmasında kullanılması:
Genlerin ya da DNA parçalarının klonlanabilmesi için plazmitler kullanılır.
Plazmitler, bakterilerde kromozom dışında bulunan, kendi kendine bölünebilen küçük halkasal yapıdaki
DNA'lardır.

www.bilkem.com 21
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Bakteriyel plazmitin kullanıldığı gen klonlanma iĢleminin basamakları:


1. İstenilen geni taşıyan DNA ile vektör olarak kullanılacak bakteri plazmidi saf olarak elde edilir.
2. Klonlanacak geni taşıyan DNA parçası ve plazmit restriksiyon enzimleri ile kesilir.
3. Kesilen plazmit ve klonlanacak genin uçları birbirini tamamlayan nükleotitlerden oluşur. Bu uçlar ligaz enzimi ile
birleştirilerek klonlanacak gen plazmite eklenmiş olur. Bu durumda plazmit, farklı kaynaktan gelen iki DNA'nın
kombinasyonu olduğu için bir rekombinant (yeni bileşenli) DNA molekülüdür.
4. Genetiği değiştirilmiş plazmit, bakteri hücresine tekrar aktarılır.
5. Bakteri, klonunu oluşturmak üzere kültürde çoğaltılır. Plazmite aktarılan gen klonlanmış ve yeni hücrelere de
aktarılmış olur. Böylece bir canlıya ait gen, diğer bir canlıya yeni bir metabolik özellik kazandırmak amacıyla
kullanılır.

Şekil: Bakteriyel plazmitin gen klonlamasında kullanımı

Gen Terapisi
 Bozuk olan genlerin sağlam olanları ile yer değiştirilmesi tekniğe gen terapisi denir.
 Gen terapisi istenmeyen genleri örneğin kısa boyluluk, renk körlüğü, göz bozukluğu eğer varsa kalıtsal
hastalıklar gibi genleri bulup kontrol altına alabilecek, istenilenleri ekleyip istenilmeyen genleri pasif hale
getirebilecektir.
 Gen terapisi; kanser, kalp hastalığı, diyabet ve hemofili dâhil birçok hastalığın tedavisi için umut vermektedir.

Gen terapisinde uygulanan basamaklar:


1.Normal bireyden alınan bir gen klonlanır. RNA versiyonuna çevrilir. Zararsız bir virüsün RNA genomuna sokulur.
2 Hastanın kemik iliğinden alınan hücreler rekombinant virüs ile enfekte edilir.
3.Virüs normal insan genini içeren kendi genomunun bir bir DNA kopyasını hastanın hücrelerindeki DNA‟ya katar.
4.Bu hücreler hastaya enjekte edilir.

www.bilkem.com 22
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Şekil: İnsan gen terapisi

DNA Parmak İzi Analizi


 DNA parmak izi yöntemi, bir insanın DNA'sını oluşturan baz sırasının diğer insanların DNA baz sıralarından
farklı olmasına dayanır.
 Her bireyin DNA dizilimi, tek yumurta ikizleri hariç, kendine özgüdür.
 İki kişinin aynı DNA parmak izine sahip olma olasılığı oldukça düşük (milyarda bir) olduğundan birçok adli
vakada bu yöntemden faydalanılır.
 İnsan genomunda anlamlı ve anlamsız baz dizileri bulunmaktadır. Anlamsız diziler; herhangi bir proteini
kodlamayan, büyük çoğunluğu tekrar eden DNA dizilerinden oluşmaktadır. Bir canlıya ait hücredeki DNA baz
diziliminde tekrar eden anlamsız baz dizilerinin jel üzerinde oluşturdukları bantlı yapılara DNA parmak izi denir.
 DNA parmak izi elde etmek için DNA, uygun restriksiyon enzimi ile kesilir. Tekrar eden anlamsız baz dizileri
PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) yöntemiyle çoğaltılır. Temel olarak PCR mekanizmasının amacı, yüksek
sıcaklıkta yapısı bozulmayan bir DNA polimeraz kullanılarak DNA replikasyonunu ve çoğaltılmasını sağlamaktır.
Elde edilen DNA‟lar özel bir jele yüklenir. Elektroforez adı verilen bir yöntemle farklı uzunluktaki DNA parçaları
birbirinden ayrılır. DNA parçaları jel üzerinde büyüklüklerine göre belirli uzaklıklarda bantlar oluşturur. Bu bantlı
yapılar, bireylere özgüdür ve DNA parmak izi olarak adlandırılır.
 Bu yöntemle sperm, kan, tırnak, kıl gibi canlı kalıntıları kriminal çalışmalarla incelenerek, bir çocuğun anne
babasının tesbiti ya da suçlu ve masum insanların bulunması sağlanır.
DNA parmak izi yönteminin basamakları:
1.Bireyden alınan DNA örneği uygun restriksiyon enzimleri ile kesilir.
2.Tekrar edilen DNA parçaları PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) yöntemiyle çoğaltılır.
3.Elde edilen DNA parçaları jele yüklenir ve elektroferez tekniği ile DNA‟lar büyüklüklerine göre değişik uzaklıkta
bantlar oluşturulur.
4.DNA‟ya bağlanan bir boyanın ilave edilmesinden sonra oluşan bantlar ultraviyole ışık altında floresan pembe
renkli bir bant oluşturur.
5.Oluşan bant profiline DNA parmak izi denir.

www.bilkem.com 23
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Şekil: DNA parmak izi oluşturma basamakları

DNA parmak izinin kullanıldığı alanlar:


 Suçluların ortaya çıkarılmasında,
 Babalık davalarında,
 Bulaşıcı hastalıkların teşhis edilmesinde,
 Göçmen sorunlarında,
 Bitki ve hayvan türlerinin korunması gibi alanlarda kullanılır.

BİLGİ:
Genetik danışmanlık; kalıtsal hastalığı olan veya taşıyıcılık riski bulunan kişilere tanı testlerinin uygulanması,
hastalıkların seyri, tekrarlama riskleri, hastalığın olası sonuçları, varsa tedavisi ve diğer çözüm yolları ile ilgili bilgi
verilmesidir.

Kök Hücre Teknolojisi


 Kök hücreler, kendisini yenileyebilen ve uygun şartlar sağlanırsa vücut içinde ya da laboratuvarda birçok hücre
tipine dönüşebilen farklılaşmamış hücrelerdir.
 Kök hücreler uygun ortam hazırlandığında bilinen 200‟den fazla hücre türüne dönüşebilme potansiyeline
sahiptir.
 Kök hücreler, tüm vücut doku ve organlarında, kan dolaşımında bulunur.

BİLGİ:
Kök hücreler üç temel kaynaktan elde edilir.
Bunlar; yetişkin kök hücreleri, kordon kanından elde edilen kök hücreler ve embriyonik kök hücrelerdir.

 İnsan vücudunda da kök hücreler, bütün dokuları ve organları oluşturan ana hücrelerdir.
 Embriyonun erken dönemlerinde (blastula evresinde) elde edilen kök hücreler embriyonik kök hücre olarak
adlandırılır.
Henüz farklılaşmamış olan bu hücreler sınırsız bölünebilme ve kendini yenileme, dokulara ve organlara
dönüşebilme yeteneğine sahiptir.
 Kök hücre teknolojisi, bir hücrenin ölmesi ya da görevini yapamaması sonucu gelişen diyabet, parkinson,
alzheimer ve bağışıklık sistemiyle ilişkili hastalıkların tedavisinde,
 Yanmış vücut dokularının onarımında, organ nakillerinde, Kimi kanser türlerinin ve kalp kaslarının
yenilenmesinde ve daha birçok hastalığın tedavisinde umut ışığı olmaktadır.

BİLGİ:
Göbek kordonu kan bankası: Hemen doğum sonrası, doktor bir iğne ile göbek kordonundan bir miktar (yaklaşık
yarım fincan) kan alır. Kök hücrelerce zengin göbek kordonu dondurulur ve kan bankasında saklanır. Bu kan
gerektiğinde buradan alınarak tedavi amaçlı kullanılır.

www.bilkem.com 24
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

 Hücrelerin yapı ve işlevinin bozulma nedenlerinin anlaşılması için hücrelerin vücut dışında ve uygun ortamlarda
çoğaltılarak araştırılması tekniğine hücre kültürü denir.
 Hücre kültürü ile ilgili uygulamalar sonucunda uygun kök hücrelerden doku ve organ geliştirilebileceği fikri ortaya
çıkmıştır. Bu fikir günümüzde uygulama alanı bulmuş ve çeşitli doku ve organların yapay olarak üretilmesi
sağlanmıştır.

Model Organizma Nedir?


Deney ve araştırmalarda kullanılmaya uygun özellikleri taşıyan canlılara verilen isimdir.

Genetik çalışmalarda model organizma niçin kullanılır?


 Bu organizmaları laboratuvar ortamında üretmek ve üretimlerini devam ettirmek kolaydır ve dikkate değer
deneysel avantajlar sunar.
 Ayrıca bu organizmaların üretimi ucuz, etik açıdan fazla sorun yaratmaz.
 Model organizmalar, üzerinde çalışılması zor olan diğer türler hakkında (insan da dahil) bilgi edinmek için
kullanılır.
Çalışmalarda kullanılacak model organizmalar seçilirken göz önüne alınan faktörler;
 Yaşam döngülerinin kısa olması
 İnsan genomu ile homolojisinin yüksek olması
 Jenerasyonlar arası sürenin kısa olması
 Embriyonik gelişiminin kolayca izlenebilmesi ve müdahale edilebilirliği
 Kolay kültüre alınması
 Deney manipulasyonlarına uygun olması
 Genetik analizlere uygun olması
 Etik açıdan fazla sorun oluşturmamaları

3 farklı model organizma tipi vardır;


1.Genetik Model Organizmalar
2.Deneysel Model Organizmalar
3.Genomik Model Organizmalar

1.Genetik Model Organizmalar


 Genetik analizler için uygundur.
 Bu organizmalar çok hızlı ürerler ve kısa zaman içerisinde çok fazla nesil oluştururlar.
 Çok fazla mutant bireyler genelde elde edilir.
 Genetik haritalar çıkarılabilir.
Örnek: Sirke sineği, tek hücreli bazı mantar türleri, bazı yuvarlak solucanlar

2.Deneysel Model Organizmalar


 Ürettikleri dayanıklı embriyolar nedeniyle gelişim biyolojisinde model organizma olarak kullanılır.
Örnek: Gallus gallus (tavuk) ve Xenopus laevis ( bir kurbağa türü) gibi…

3.Genomik Model Organizmalar


 Bu tip organizmaların genetik yada deneysel avantaj ve dezavantajlarına bakılmaksızın model organizma olarak
seçilirler. Çünkü evrimsel gelişimde çok önemli bir noktada olmaları yada genomlarının bazı kalitesi bunlar
üzerinde çalışmayı ideal kılar.
Örnek: Fugu rubripes (şişen balık) insanlarınkine benzer gene sahiptir ancak daha küçük genomları vardır.
Büyüklükteki bu farklılık insan genomundaki DNA tekrarlarından ve intronlardan kaynaklanır.

BİLGİ:
Model organizmalarla ilgili çok önemli bir nokta ise genlerinin insan genleriyle yakından ilişkili olmasıdır.

 Bu zamana kadar tanımlanmış insan hastalık genlerinin %60 dan fazlası şaşırtıcı bir şekilde meyve sineği ve
nematod (ipsolucan) genlerine benzemektedir.
 İmmün sistemimiz gibi ileri düzeyde evrimsel gelişimi etkileyen genler basit hayvanlardakine daha az benzerlik
gösterirler. Bu gibi genler için fare gibi bize daha yakın model canlıya ihtiyaç duyulur.

www.bilkem.com 25
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

 Fare genomlarının organizasyonu insan genomlarının organizasyonuna benzerdir. İnsanlarda gözüken bozuk
genlerin taklidiyle hastalık modellerini kanıtlamak için fareler kullanılır. Ayrıca bu modeller yeni ilaçların etkinliğinin
testi içinde kullanılabilir.

GENETĠK MÜHENDĠSLĠĞĠ VE BĠYOTEKNOLOJĠ UYGULAMALARI


1.Tarım Alanındaki Uygulamalar
Rekombinant DNA teknolojisi kullanılarak bitkilerde ürün kalitesi ve verimlilik artırılabilmekte; bitkinin böceklere,
soğuğa, kuraklığa, tuza, herbisitlere (yabancı ot öldürücüler), virüslere vb. karşı dirençli olması
sağlanabilmektedir.

Ayrıca pek çok bitkinin tek bir doku hücresi, kültür ortamında geliştirilerek olgun bitki oluşturulabilmektedir. Bütün
bunlar, tarımda DNA teknolojisinin kullanımını oldukça kolaylaştırmaktadır. Genetiği değiştirilmiş tek bir hücreden;
istenen özellikleri taşıyan, verimli bitki türleri elde edilebilmektedir. Oluşan türler, kazandıkları yeni özellikleri,
sonraki nesillere tohumla taşımaktadır.

Bitkilerde Klonlama basamakları


1. Agrobacterium'un plazmitlerinden birine (A plazmiti) rekombinant DNA tekniğiyle antibiyotik direnç geni ve
böceklere karşı direnç geni aktarılır.
2. Bitki yaprağı kesilerek yaralanma bölgesine Agrobacterium bakterisi bulaştırılır.
3. Yaralanan bitki hücrelerinden salgılanan özel bir madde, bakterideki diğer plazmiti (B plazmiti) aktif hâle geçirir.
B plazmiti, rekombinant A plazmitin bitki hücresine geçmesini sağlar.
4. Böylece istenilen gen bitkilere aktarılmış olur. Genetiği değiştirilmiş bitki hücreleri antibiyotik ve büyüme
hormonu içeren kültür ortamına taşınır.
5. Oluşan yeni bitki hem antibiyotiğe hem de böceklere karşı dirençli olur.

Hayvanlarda Klonlama
İnsanlardan izole edilen büyüme hormonu geninin fare embriyolarına aktarımı sonucu normale göre daha iri
fareler elde edilmiştir.
Bir sığır ırkından fazla kas üretimine neden olan bir geni izole ederek farklı ırktaki sığırlara hatta koyunlara
aktarmış ve daha fazla et üreten transgenik organizmalar elde etmişlerdir.
Klonlama yöntemi ile bitki ve hayvanlarda ata canlı ile aynı genetik özelliklere sahip canlılar da elde edebiliriz.
Memeli canlılardaki ilk klonlama 1997 yılında gerçekleştirilmiştir.

Klonlama sonucu oluşan ilk memeli olan Dolly, DNA'sını aldığı koyunun genetik olarak ikizidir.
Dolly'nin klonlanma basamakları:
1. Ergin bir koyunun memesinden bir hücre alınır. Bu somatik hücre genetik olarak bir koyunun oluşması için
gerekli bütün genleri içermektedir. Fakat bu genlerden sadece bir kısmı aktif durumdadır.
2. Meme hücresi besin bakımından fakir bir ortama alınarak hücre döngüsü durdurulur. G0 evresine giren
hücrenin bütün genleri aktifleşmiş durumdayken çekirdeği çıkarılır.
3. Başka bir koyundan alınan yumurta hücresinin çekirdeği çıkarılır.
4. İlk koyundan alınan meme hücresinin çekirdeği, boşaltılmış yumurta hücresinin içine yerleştirilip, elektrik akımı
yardımıyla kaynaştırılır.
5. Elektrik akımı aynı zamanda yumurta hücresinin bölünmeye başlamasını uyarır. Mitoz bölünmeler sonucunda
altı günlük olan erken embriyo oluşur.
6. Erken embriyo taşıyıcı anne görevini yapacak olan üçüncü bir koyunun rahmine yerleştirilir.
7. Embriyonik gelişimin tamamlanması ile bir kuzu (Dolly) dünyaya gelir. Bu kuzu genetik olarak meme hücresinin
çekirdeği alınan koyunla özdeştir.

www.bilkem.com 26
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

BİLGİ:
Çok ince iğne yapısına sahip mikroenjektör ile hücre zarı geçilerek doğrudan çekirdeğe rekombinant DNA
aktarılması yöntemine mikroenjeksiyon yöntemi denir.

BĠZĠM TÜRKĠYE OLARAK YAPTIKLARIMIZDAN


 2007 yılında İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesinde uzman bir ekip tarafından yürütülen çalışmalarla
Türkiye'deki ilk klonlama gerçekleştirildi. Klonlanmış kuzuya "Oyalı" adı verildi.
 2009 yılında TÜBİTAK, İstanbul ve Uludağ Üniversitelerinin iş birliğiyle yürütülen “Anadolu Yerli Sığırlarının
Klonlanması Projesi” kapsamında klonlanan buzağıya “Efe” adı verildi.

Wilmut’un klonlama ile ilgili çalışması


1986 yılının ilk yarısında Profesör Wilmut ve ekibi ilk kez embriyonik hücrelerde adları Megan ve Morag olan iki
kuzu çifti üretmeyi başardılar. 1997 yılına gelindiğinde ise Profesör Wilmut yetişkin bir koyunun meme
hücresinden adını o dönemin sanatçılarından biri olan Dolly Parton‟dan alan Dolly isimli bir koyunu
kopyaladıklarını duyurdular. Bu, o zamana kadar ilk kez bir vücut hücresinin yumurta hücresine füzyonu sonucu
ile elde edilmiş başarılı bir üretimdi.
Dolly 2003 yılında solunum problemlerinden ölmesine rağmen Prof. Wilmut çalışmalarını Edinburgh‟ta
yenilenebilir tıp araştırmaları merkezinin üreme biyolojisi bölümünün başkanı olarak sürdürdü. Onun bu başarısı
tedavi amaçlı hayvan klonlamalarının da önünü açtı. Bu amaçlarla hayvan klonlama önemli tıbbi bilimsel
gelişmelerin kapısını aralamakta büyük umut ışığı taşımaktadır. Örneğin hemofili hastalığında önemli rol oynayan
bir protein hayvanlar üzerinden üretilerek insanlara verilebilir ve hastalığa çözümler geliştirilebilir öte yandan
organ nakillerinde bu klonlanmış hayvanlar kullanılabilinir. Bunun yanı sıra süt ve yün üretimi gibi amaçlar ile de
klonlanmış hayvanlar olası bir kaynak sıkıntısına çözüm olabilir.

www.bilkem.com 27
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Tıp alanındaki uygulamalar


DNA teknolojisi ile elde edilen ilk ürün insülin hormonudur.
Bundan önceki yıllarda insülin, domuz ve sığırdan elde ediliyordu; ancak bu yöntem oldukça masraflıydı. Ayrıca
hayvanlardaki insülinin kimyasal yapısının insandakinden farklı olması bazı alerjik tepkilere de neden olmaktaydı.
Gen mühendisliğiyle elde edilen insülin, kimyasal olarak insan insülininin aynısıdır. Ayrıca bu yöntemle daha ucuz
ve çok miktarda insülin üretilir.

Gen mühendisliği çalışmalarıyla insülin hormonunun elde edilmesi

BĠLGĠ:
İnsülin üretiminde kullanılan bu yöntem daha sonra büyüme ve kalsitonin hormonunun üretimi için de
kullanılmıştır.

 1980'li yıllarda izole edilen insan interferon geninin E.coli bakterisinin genomuna yerleştirilmesiyle çok daha
ucuz ve fazla miktarda interferon üretimi gerçekleştirilmiştir. Üretilen interferondan virüs enfeksiyonlarının
engellenmesinde yararlanılmaktadır. (İnterferon: Hücrelerin virüslere karşı oluşturduğu protein yapısındaki özel
savunma maddesidir)

Endüstri Alanındaki Uygulamalar


Rekombinant DNA teknolojisinin kullanıldığı alanlardan biri de endüstriyel enzimlerin üretimidir.
Bu enzimlerin bazıları sentetik olarak da üretilebilmektedir ancak biyoteknolojik yöntemlerle daha hızlı ve
ekonomik üretim yapılmaktadır. Bu enzimler; tıpta, gıda endüstrisinde, deterjanlarda, tekstilde, çevre kirliliğinin
önlenmesinde, dericilikte ve kâğıt endüstrisinde kullanılmaktadır.

Çevre alanındaki uygulamalar:


Genetik mühendisliğiyle elde edilen mikroorganizmalar, çevre sorunlarının çözümü için yaygın bir şekilde
kullanılmaktadır. Özgül enzimlere sahip olan ve atıklarda yaşamlarını sürdürebilen binlerce bakteri türü, doğanın
geri dönüştürücüleri olarak hizmet vermektedir.
 Kompostlama ve atık su arıtımı bunun bilinen en iyi örnekleridir.
 Kompostlamada saman, kâğıt, mutfak atıkları gibi atık ürünler bakterilerin ürettiği enzimlerle ayrıştırılır.
 Benzer şekilde lağım sularının arıtıldığı sistemlerde de bakteriler, organik bileşikleri parçalayarak zararsız hâle
getirir.
 Bazı bakteriler bakır, kurşun, nikel gibi ağır metallerin doğada birikmesini önler ve bunların canlılara olan zararlı
etkilerini azaltır.
 Petrol gibi çevreyi kirleten pek çok maddenin temizlenmesinde de transgenik mikroorganizmalardan
yararlanılmaktadır.

www.bilkem.com 28
BİLKEM GENDEN PROTEİNE Devrim Sarısoy

Nanoteknoloji Alanındaki Uygulamalar


 Nanoteknoloji 1-100 nm arasındaki boyutlarda malzemelerin özelliklerini inceleyen, mühendislik, fizik, kimya,
biyoloji ve tıp alanlarını kapsayan disiplinler arası bir alandır. Nanoteknoloji ile maddelerin önceden bilinmeyen
özellikleri keşfedilmiş, elde edilen bulgular kullanılarak yeni cihaz ve sistemler geliştirilmiştir. Bu cihaz ve
sistemlerden hastalıkların tanı ve tedavisinde yararlanılmaktadır.
 Nanopartiküller kanserli hücrelerin büyümesini önlemede, nano lifler biyomedikal alanda, tıbbi protezlerde
(yapay organlarda ve yapay damarlarda), teletıp malzemelerinde, ilaç transferinde, yara örtü malzemelerinde,
tıbbi yüz maskelerinde ve doku iskeletlerinde kullanılmaktadır.
Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi‟nde yürütülen üç boyutlu doku ve organ
basımı çalışmalarında tıpta çığır açacak bir buluş yapıldı. Dünyada ilk kez canlı hücreler kullanılarak 3B biyo-
yazıcıyla üretilen aort dokusu sayesinde artık insan vücudunun yapay organı reddetmesi dönemi kapanıyor.

GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar)


 Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter
kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara “ Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” veya kısaca GDO
adı verilmektedir.
GDO ile ilgili kaygıların bazıları şunlardır:
 GDO'lar öldürücü alerjilere neden olabilir.
 GDO'lu yemler, hayvanlarda antibiyotik direncini artırır, antibiyotiklerin etkisini azaltır.
 Çoğu GDO'nun içerdiği böcek öldüren toksinlere hamile kadınların kanında ve fetusunda rastlandı.
 GDO ekim tarlalarında kullanılan yabani ot ilaçları, memeliler için toksik etki ve insanlarda hormonal dengeyi
bozma riski taşıyor.
 Viyana Üniversitesi'nde fareler üzerinde yapılan araştırmalarda, GDO'lu domatesleri yiyen farelerin, üç nesil
sonra kısırlaştığı görülmüş.
 Fareler üzerinde yapılan deneylerde kanserojen etkisi tespit edilmiştir.
 İstenmeden de olsa insanlığa zarar verecek ve belki de insan türünün ortadan kalkmasına neden olacak bir
mikroorganizma ya da başka bir tür yaratılabilir.
 Biyolojik savaşlarda insanlığın zararına kullanılabilir.
 Genetik yapının değiştirilmesi suretiyle insanlarda yeni bir hastalığa yol açan bakteri, vücudu savunmasız
yakalayacağı için ciddi hastalıklara neden olabilir.
 Transgenik bitkilerde bulunan bazı toksinler, zararlı olmayan böcek türlerini öldürücü etki yapabilir.
 İnsanların besin kaynaklarını sadece bazı dev anonim şirketleri kontrol edebilir.

GDO’nun olası yararları nelerdir?


 Gen aktarımı sayesinde besinler daha cazip ve kaliteli hale getirilebilir ve daha çok ürün alınabilir.
 Bu organizmalar bazı hastalıklara karşı daha dirençli kılınarak, verim artışı yoluyla dünyada açlıkla mücadele
edilebilir.
 Meyvelerin olgunlaşma süreci değiştirilebilir,
 Besin öğeleri zenginleştirilebilir,
 Depolama ve raf ömrü uzatılabilir, besinlerin tatları arttırılabilir.

Örnek:
 Kutupta yaşayan bir balıktan alınan anti-freeze geni çileğe aktarıldığında çileğin soğukta yetiştirilmesi
sağlanmıştır.
 Yapısında A vitamini bulunmayan beyaz pirince, A vitamini sentezi yapan bir bakterinin aktarılmasıyla pirinç
türlerinin A vitamini ürettiği görülmüştür.

BİYOGÜVENLİK VE BİYOETİK
 Biyogüvenlik: İnsan ve diğer canlıların sağlığını, çevre ve biyolojik çeşitliliği korumak için GDO ve ürünleri ile ilgili
faaliyetlerin güvenli bir şekilde yapılmasını ifade eder.
 Biyoetik; Biyoteknoloji ve gen teknolojisinde yaşanan gelişmeler, insan ve diğer canlıların yaşamları, insanın
özgürlük ve onuru açısından etik anlamda meydana getirdiği sorunların irdelenmesi ve çözüm önerilerinin
geliştirilmesi üzerinde çalışan bir disiplindir.
 Biyoetik çalışmaları, yüksek teknoloji ile gerçekleştirilen bilimsel araştırmalarda nelere izin verilip nelerin
yasaklanması gerektiği; neye, ne kadar izin verilmesinin etik anlamda doğru kabul edilebileceği gibi sorulara yanıt
arar ve bu konuda standartlar geliştirilmesini hedefler.

www.bilkem.com 29

You might also like