You are on page 1of 24

4.

ÜNİTE

ÜNİTE 4 / BİRİNCİHazırlayan
MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ

Öğr. Gör. Onur AKDOĞAN


 KONU BAŞLIKLARI

1. BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ ÖNCESİ GELİŞEN OLAYLAR

2. YENİ OSMANLILAR

3. BİRİNCİ MEŞRUTİYET’İN İLANI VE KANUN-I ESASİ

 OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ

4. 1877-1878 OSMANLI-RUS SAVAŞI VE BERLİN KONGRESİ

5. STRATEJİK TOPRAKLARIN KAYBI

6. BULGARİSTAN’IN DOĞU RUMELİ’Yİ İLHAKI

7. DUYUN-I UMUMİYE İDARESİ’NİN KURULMASI

8. BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE JÖN TÜRK MUHALEFETİ

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


ANAHTAR KELİMELER

 MEŞRUTİYET

 YENİ OSMANLILAR

 KANUN-I ESASİ

 93 HARBİ

 BORÇLAR

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


1. BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ ÖNCESİ GELİŞEN OLAYLAR

Kuruluşundan Kanun-i Esasi’nin ilânı tarihine kadar geçen devirde, mutlak yönetim anlayışının
hâkim olduğu, Osmanlı Devleti’nde de Batı’daki bir burjuva hareketi niteliğinde olmamakla
birlikte, XIX. Yüzyılın ortalarına doğru bir takım anayasacılık hareketlerinin başladığı görülür.
Ancak bu hareketler daha çok devlet memurluğundan yetişme bir avuç insanın, çöken devleti
kurtarabilmek için düşünebildikleri ve genellikle Batı’dan aktardıkları çarelerden ibaret olmuştur.

Türkiye’de Anayasal hareketlerin başlangıç noktası konusunda farklı yaklaşımlar olmakla birlikte,
Tanzimat dönemi boyunca zaman zaman yayınlanan fermanlarda anayasal hareketlere bir
basamak olma niteliği daha açık ve nettir.

Osmanlı Devleti’ndeki çöküşü durdurabilmek amacıyla ilân edilen Tanzimat Fermanı ve


Tanzimat döneminde (1839-1876) yapılan tüm modernleşme çabaları istenilen sonuçları
vermemiştir. Müslüman olmayan unsurlar, Tanzimat’la birlikte gelen yerine getirilmesi gereken
yükümlülüklerden memnun olmamışlardır ve 1856 Islahat Fermanında daha geniş haklar
tanınmasıyla güçlenerek bağımsızlık amaçlı isyanları sürdürmüşlerdir. Bunun yanı sıra Avrupa
devletlerine tanınan yeni ve geniş kapsamlı ayrıcalıklar, bunlardan alınan yüksek miktarda
borçların, sanayi ve ticaret alanında kalkınmaya imkân vermemesi ve devleti batının ekonomik
sömürüsüne açık hale getirmesi; ayrıca Tanzimat dönemi batılılaşmasının ekonomik yönünün,
yabancı müdahalesinden yararlanan azınlıkların işine yaraması ve böylece Osmanlı Devleti ve
toplumunun özellikle Tanzimat dönemiyle birlikte Batı emperyalizmine açık hale gelmesi ve
sarayın gereksiz harcamalarının da etkisiyle toplumda belli kesimler bu duruma karşı tepki
duymaya başlamışlardır.

Bu tepkilerden birisi olayın sorumlularının Çengelköyü’ndeki Kuleli Kışlası’nda


sorgulanmalarından dolayı Kuleli Vakası olarak bilinenidir. Niteliği ile ilgili farklı birçok fikrin
ileri sürüldüğü bu olay her ne nedenle yapılmış olursa olsun bu eylemin gizli bir teşkilatlanmaya
gidilerek iktidara karşı direnmek için yapılmış olması ve özellikle de bu eylemde gizli
teşkilatlanma fikrinin bulunuyor olması oldukça önemlidir. Ayrıca ordunun siyasete ilk
müdahalesi de 1859’da Kuleli Olayı ile başlamıştır. Bu müdahale artık ordunun siyaset alanında
bir güç olarak belirdiğini göstermiştir. Bu olaydan sonra gerçekleşen diğer bir müdahale ise
1865’te kurulan İttifak-ı Hamiyet adındaki bir örgütten gelmiştir. Bu hareketin içinde de
yönlendiren grup içerisinde olmamakla birlikte yine askerler vardır. Her iki olayında
başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın, bu olaylar, yönetime karşı tepkinin artık siyasete müdahale
etmek şeklinde olduğunu göstermiştir.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


Ancak I. Meşrutiyet dönemi öncesi asıl muhalefet hareketini, Tanzimat döneminde ortaya çıkan
ve Genç veya Yeni Osmanlılar olarak isimlendirilen aydınlar başlatmışlardır.

2. YENİ OSMANLILAR

Tanzimat reformları ülkede merkezi otoriteyi hâkim kılma yönünde gelişmişti. Ulaşım araçlarının
süratlenmesi ve telgrafın ülke genelinde yaygınlaşması merkezi idarenin yerleşmesine önemli bir
katkı sağlamıştı. Dolayısı ile 19. yüzyılın ikinci yarısında, merkezi otoritenin yaygınlaştığı, ülke
ile ilgili kararların başkentten alındığı, aynı zamanda, idari alanda gerçekleştirilen yeni yapılanma
neticesi kararların alınması ve mekanizmalarının işlemesinde Osmanlı hükümetinin ön plana
çıktığı bir süreç yaşanmaya başlandı. Bu dönemde Mustafa Reşit, Âli ve Fuat Paşalar gibi
yetenekli ve dirayetli devlet adamlarının varlığı da merkezi hükümetin ağırlığının
hissedilmesinde rol oynayan bir faktördü. Diğer taraftan eğitim alanında sayıları çok olmasa da
modern eğitim veren okulların açılması yeni nesillerin daha iyi eğitim almalarını sağlamıştı.
Giderek Tanzimatçı devlet adamlarının uygulamaları ile yetinmeyen, ülkede daha geniş ama aynı
zamanda yerli karakter taşıyan reformlar yapılmasını isteyen bir kesim oluştu. Yeni Osmanlılar
olarak adlandırılan bu kesim İslami vurgulamalar yapıyor, İslamiyet’teki meşveret yani danışma
mekanizmasının işletilmesini savunuyor, buna bağlı olarak da ülke idaresinde anayasa ve
parlamentonun yer alacağı meşruti bir rejimin gerekliliğini savunuyordu. Şinasi, Namık Kemal,
Ali Suavi, Ziya Paşa gibi aydınlar meşrutiyet düşüncelerini topluma benimsetme çabası
içindeydiler. 1860 yılında Agâh Efendi’nin yayımladığı Tercüman-ı Ahval, 1862’de Şinasi
tarafından çıkarılan Tasvir-i Efkâr ve Ali Suavi’nin Muhbir gazeteleri Yeni Osmanlıların
düşüncelerini dile getirdikleri yayın organları olmuşlardı. Burada özellikle Âli Paşa’nın
bulunduğu Osmanlı hükümetinin icraatları tenkit ediliyor, yöneticiler baskıcı ve zalim olmakla
suçlanıyor, İslami esaslara dayalı bir parlamenter sistemin ülke idaresine hâkim kılınması
isteniyordu.

1867 yılında Sadrazam Âli Paşa tarafından çıkarılan bir kararname ile basın üzerine şiddetli bir
sansür uygulandı ve Yeni Osmanlılar Avrupa’ya kaçarak faaliyetlerini orada sürdürmeye başladı.
Orada kendilerine Mısır Hıdivi İsmail Paşa’nın kardeşi Mustafa Fazıl Paşa destek oluyordu. Yeni
Osmanlılar Avrupa’daki faaliyetleri çerçevesinde çıkardıkları gazeteler (Hürriyet, Muhbir, Ulûm)
aracılığıyla düşüncelerini ve isteklerini duyurmaya çalıştılar. Talepleri şu hususlarda
yoğunlaşıyordu: Yönetime İslami esaslara dayalı bir parlamenter sistemin yani meşveret
usulünün hâkim kılınması; devlet adamlarının icraatlarından sorumlu tutulmaları; israfın, dış
borçlanmanın önlenmesi, maliyenin yoluna sokulması; eğitim seferberliği ilan edilerek halkın
cehaletten kurtarılması; maksatlı şekilde maddi sefalete itilen ulemanın bu durumundan

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


kurtarılması; ülkedeki misyonerlerin faaliyetlerine karşılık Müslümanların da kendi dinlerine
sahip çıkmaları; körü körüne taklitçiliğin ve dalkavukluğun terk edilmesi; dışa karşı haysiyetli bir
dış politika takip edilmesi; şeriatın temel prensiplerinden taviz verilmemesi.

Yeni Osmanlıların bu taleplerine karşılık iktidardaki Tanzimatçı devlet adamları, ülke için gerekli
reformların kendileri tarafından zaten yapılmakta olduğunu, birçok dini ve etnik yapıdan oluşan
Osmanlı İmparatorluğu’nda parlamentolu bir sistemin bütünlükten çok parçalanmaya yol
açacağını ifade ediyor ve Yeni Osmanlıların önerilerine şiddetle karşı çıkıp üzerlerindeki baskıyı
artırıyorlardı. Yeni Osmanlılar ise bir taraftan Avrupa taklitçiliğini tenkit ederken, diğer taraftan,
özellikle batı Avrupa ülkelerindeki beğendikleri bazı uygulamaları örnek olarak göstermekten de
geri kalmıyorlardı. Mesela İngilizlerin medeni oldukları fakat aynı zamanda dinlerine de bağlı
bulundukları, dürüst ve namuslu insanlar oldukları vurgulanıyor, diğer taraftan da “dinimizi,
milliyetimizi bozan taklitçi zihniyetten vazgeçmeliyiz” deniyordu. Esas itibariyle sayıları çok
olmayan ve Osmanlı toplumu üzerinde etkinlikleri sınırlı kalan Yeni Osmanlılarla paralel
düşünenler arasında devlet bürokrasisinde yer alan iki önemli isim de mevcuttu. Bunlar Mithat
Paşa ve Harp Okulu Komutanı Süleyman Paşa idi. O sırada veliaht olan Şehzade Murat da
kendilerine destek oluyordu. Fakat sahip oldukları güç çerçevesinde gerek Yeni Osmanlıların
gerekse Mithat Paşa’nın özledikleri meşruti bir yönetime kavuşmaları zor görünüyordu. Fakat
birtakım siyasi gelişmeler ülkedeki meşrutiyet taraftarlarının önünü açacaktı.

Sultan Abdülaziz döneminin son yıllarında ortaya çıkan gelişmeler, ülkenin kaderini derinden
etkilemiş, geleceğin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Osmanlı Devleti 1870’li yılların
başlarında gerek siyasi gerekse iktisadi açıdan bir darboğazın içine girmişti. Tanzimat
reformlarının uygulayıcısı ve ülkeyi Batı ile bütünleştirme politikalarının temsilcileri olan
Mustafa Reşit, Fuat ve Âli Paşalar bu yıllarda tarih sahnesinden çekilmiş bulunmaktaydılar. Bu
arada, Tanzimat reformlarını yetersiz bulup anayasalı ve parlamentolu bir meşrutiyet idaresi
talep eden Yeni Osmanlılar da muhalefet hareketlerine hız vermişlerdi. Genellikle basın yoluyla
fikirlerini duyurmaya çalışan Yeni Osmanlılar, önemli ve nüfuzlu bir şahsiyet olan Mithat
Paşa’nın desteği ile devlet kademelerinde de taraftar bulmuş oluyorlardı. Bu arada, Sadrazam
Mütercim Rüştü Paşa, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ile Serasker Hüseyin Avni Paşa ve
Süleyman Paşa gibi komutanlar da çeşitli sebeplerle Abdülaziz’e muhalif bir konumda
bulunuyorlardı. Aynı yıllarda devletin maliyesi de zor günler geçirmekteydi. Kırım Harbi’nden
beri alınmaya alışılmış olan dış borçlar ülke ekonomisini bir tıkanma noktasına getirmişti.
Nitekim 1875 yılına gelindiğinde devlet borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmişti. Devletin iflası
anlamına gelen bu durumu Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın başında bulunduğu hükümet,

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


dünya kamuoyuna duyurmuştu (1875). Bu olaydan sonra birbirini takip eden birçok olumsuz
gelişme, Osmanlı Devleti’ni felakete doğru sürükleyecekti.

Avrupa Devletleri borç/bono faizi ödemelerini durdurarak vatandaşlarının mağduriyetine sebep


olan Osmanlı Devleti’nin cezalandırılması gerektiği kanaatindeydi. Buna paralel olarak
Osmanlıların artık kendisini toparlayamayacağı düşüncesiyle imparatorluğun paylaşılması fikri
kabul görmeye başladı. Diğer taraftan, içerde de gayrimüslim tebaanın bir kesimi bu durumdan
pay çıkarma gayreti içindeydi; nitekim ayrılıkçı fikirlerle Balkanlarda isyan çıkardılar. Bu karışık
ortamın başkente yansıması ise Sultan Abdülaziz’e yapılan darbe şeklinde tecelli etti. Sadrazam
Mütercim Rüştü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Mithat Paşa’nın öncülüğünde
gerçekleştirilen bir saray darbesi ile Abdülaziz tahttan indirildi; yerine öteden beri tahta geçmek
için meşrutiyetçilerle iş birliği halinde olan V. Murad padişah yapıldı (30 Mayıs 1876).

V. Murad üst üste yaşanan gelişmelerden bir hayli olumsuz etkilenmiş ve rahatsızlanmıştı.
Padişahlığı döneminde bu etkileri üzerinden atamadı. Bu arada darbecilerden Hüseyin Avni Paşa,
Abdülaziz’in kayınbiraderi Çerkez Hasan tarafından suikast neticesi öldürülünce, meşrutiyet
taraftarlarının ve Mithat Paşa’nın önü açıldı. Meşrutiyet taraftarları V. Murad’ın hastalıklı haliyle
amaçlarına ulaşamayacaklarının farkındaydılar. Bu sebeple veliaht Abdülhamid ile anlaşarak onu
tahta çıkardılar (31 Ağustos 1876). Böylece önceleri kimsenin dikkate almadığı Şehzade
Abdülhamid saltanat makamına geçmiş oluyordu.

3. BİRİNCİ MEŞRUTİYET’İN İLANI VE KANUN-I ESASİ

II. Abdülhamid, önceden verdiği söze uyarak 23 Aralık 1876’da Kanun-ı Esasi’yi (anayasa) ilan
etti. Anayasanın bir an evvel ilanında Mithat Paşa ve arkadaşlarının büyük etkisi oldu. Anayasayı
hazırlamak için bir komisyon kuruldu. Avrupa’da kullanılmakta olan Anayasalardan Fransa ve
Belçika anayasaları incelendi. Ancak padişahın tahttan indirilmesinde anlaşanlar, yeni kurulacak
rejimde hak ve yetkiler konusunda anlaşamadılar. Sadrazam Mehmet Rüştü Paşa, padişahın
yetkilerinin sınırlanmasına ve hükümetin kuruluşuna getirilen yeniliklere karşı çıktı. Sadrazamın
ısrarı ile Anayasa taslağında bazı değişiklikler yapıldı. II. Abdülhamid de tasarıda hükümdarın
yetkilerini sınırlayan bazı maddeleri değiştirdikten sonra, gerek görülen kimselerin ülke dışına
gönderilmesi yetkisini devlet başkanına veren bir hükmün tasarının 113’üncü maddesine
eklenmesini istedi. Büyük tedirginlik yaratan bu madde padişahın onayının alınabilmesi için
anayasaya kondu.

Kanun-ı Esasi içeriği incelendiğinde de görüleceği üzere mevcut durumda köklü değişiklikler
getirmedi. Padişahın yetkilerini yazılı kanun güvencesi altına almış oldu. Önceki dönemin fikir

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


tartışmalarında önemli yer tutan Meclis-i Şura-yı Ümmet, kanun teklif etme yetkisi olmayan bir
danışma organı hâlinde ortaya çıktı. Bütün bunların yanında padişah ve hükümetin yetkilerinin
yazılı esaslara dayanmasını kabul etmeleri de önemli bir gelişme olarak kabul edilebilir.

12 bölüm, 119 maddeden oluşan Kanun-u Esasî daha çok Osmanlı deneyim ve uygulamasına
dayanan içeriğiyle dikkat çekmektedir. Yasama işleri, Mebusan Meclisi ve Ayan Meclisi’nden
kurulu bir “Meclis-i Umumi (Genel Meclis)” tarafından yürütülecekti. Güçler ayrılığı ilkesi gerçek
olmaktan çok biçimseldi, kurumsal değişiklikler geçmiş uygulamadan köklü bir ayrılış yerine bir
evrimi yansıtmaktaydı. Komisyonun en liberal üyeleri bile bir cumhuriyet kurulmasını ya da
padişahın hükümranlık haklarının temelde kısıtlanmasını önermemişlerdi. Osmanlı
hükümdarlığı halifeliği de koruyarak Osmanlı hanedanının en yaşlı üyesine geçiyordu (3. ve 4.
maddeler). Padişahın kişiliği kutsaldı ve
yaptıklarından kimseye karşı sorumlu değildi (5.
NOT: madde). Böylece tüm Anayasa padişahın iyi niyetine
bağımlı hâle gelmişti. Padişah bakanları atama ve
azletme hakkına sahip olduğu için bakanlar,
parlamento yerine ona karşı sorumlu oluyorlardı. Para
1876 Anayasası padişahın yetkilerinde
bir kısıtlama yapmadığı gibi aksine, bastırılması, hutbelerde adının söylenmesi, yabancı
yetkilerini kanun güvencesi altına devletlerle anlaşmalar imzalamak, savaş ve barış ilanı,
almıştır. Bu nedenle 1876 Anayasası ile şeriat hükümlerinin uygulanmasının gözetimi yasalar
kurulan siyasi sisteme, parlamentonun gereğince verilmiş cezaların hafifletilmesi ya da
varlığı ile desteklenmiş “meşruti affedilmesi, parlamentoyu zamanından önce toplamak
monarşi” diyebiliriz. Halkın seçtiği
veya dağıtmak yetkileri arasındaydı. Padişah,
temsilcilerden oluşan Heyet-i
Mebusan’ın bulunmasına rağmen, parlamento kararlarını yasa hâline dönüştürmek için
padişah, yürütme ve yasama resmen ilan edebilir ve parlamentonun onayına
yetkilerinden hiç ödün vermemiştir. başvurmadan yeni yasalar çıkarabilirdi. Gerekli
Bununla birlikte yine de 1876 Kanun-i gördüğünde olağanüstü durum ilan ederek anayasa
Esasisi, padişahın yetkilerinin güvencelerini geçici olarak kaldırabilir, kendisine ve
kısıtlanması yönünden Sened-i
devlete tehlikeli gördüğü kişileri sürgüne
İttifaktan itibaren başlayan gelişmenin
yollayabilirdi (113. Madde). Anayasa’da dikkat çeken
bir ileri adımıdır. Anayasa, ferman
şeklinde ilan edilmiş olsa bile, halkın maddelerden biri de devletin resmî dilinin Türkçe
temsilcilerini ilk defa geniş çaplı bir olduğunu ifade eden ve memur olmak için Türkçe
şekilde, bir araya getirecek olması bilmeyi şart koşan 18. maddeydi. Aslında bu madde
bakımından önemlidir. hem gerçeğin bir ifadesi hem de millî devlete giden
yolda önemli bir adımdı.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


Bu sırada büyük devletler Balkanlar’da yapılacak düzeltimleri görüşmek üzere, İstanbul’da
uluslararası bir konferans düzenlediler. 23 Aralık 1876’da Tersane’deki konferans açılmak
üzereyken, Kanun-u Esasi’yi, yani meşrutiyeti duyuran top atışları başladı. Hariciye Nazırı Saffet
Paşa, söz alarak, durumu açıkladı ve Osmanlı halkı meşrutiyet sayesinde kendi yönetimini
üstlendiğine göre, artık konferans için yapacak bir şey kalmadığını bildirdi. Temsilciler bu olup
bittiyi pek soğuk karşıladılar ve çalışmalarını meşrutiyeti dikkate almadan yürüttüler. Sonunda
konferans, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’ı özerkliğe doğru götürecek geniş bir ıslahat planı ortaya
koydu. Plan reddedilirse elçilerin İstanbul’dan ayrılacağı, muhtemelen Rusya’nın savaş açacağı
uyarısı yapıldı.

Konferans Osmanlı itirazlarım dikkate alarak, ufak bazı değişiklikler yapmakla beraber, planının
kabulü için Osmanlı hükümetine bir hafta süre verdi. Red halinde delegeler ve elçiler İstanbul’u
terk edeceklerdi. Salisbury, Abdülhamit ve Mithat nezdinde ültimatomun kabulü için hayli ısrar
etti ve red edilmesi halinde Rusya ile savaş çıkacağını ve Osmanlı devletinin mahvolacağını
bildirdi.

Osmanlı hükümeti özel bir meclise danıştıktan sonra planı reddetti. Elçiler İstanbul’u terk ettiler.
Sadrazam Mithat Paşa, konferansın son bulmasından 16 gün sonra Abdülhamit tarafından hem
azledildi hem ülke dışına sürüldü. Bu suretle Anayasa’nın 113’üncü maddesi, ilk defa, bu
Anayasa’yı yapan Mithat Paşa’ya uygulanmış oldu.

3.1. OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ

Anayasanın ilanından sonra sıra meclisi oluşturacak seçimlerin yapılmasına gelmişti. Seçimler
sürenin yetersizliği nedeniyle geçici olarak çıkartılan “Seçim Talimatı”na göre yapılmıştır.
Talimata göre 80’i Müslüman, 50’si gayrimüslim olmak üzere 130 mebusun seçilmesine karar
verilmişti. Ancak seçimler zaman yetersizliği nedeniyle tam olarak yapılamadı. 1876 yılına ait
olmak üzere vilayet meclisleri üyeleri ikinci seçmen sayılarak, mebusları bunların belirlemesine
karar verildi.

Birinci mecliste 69’u Müslüman, 46’sı gayrimüslim olmak üzere toplam 115 mebus bulunuyordu.
İlk Osmanlı Meclisi, 19 Mart 1877 Pazartesi günü Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan bir törenle açıldı.
Meclisin açılış gününde tüm resmî daireler tatil edilmişti. Meclis­i Mebusan ilk toplantısını 20
Mart 1877 tarihin­ de Sultanahmet’teki Darülfünun binasında yapmış, 28 Haziran 1877 tarihinde
ilk toplantı yılını tamamlamıştır. Meclis­i Âyan için ise 21’i Müslüman, 5’i gayrimüslim olmak
üzere 26 üye seçildi. Meclis­i Mebusanın 13 Aralık 1877­14 Şubat 1878 tarihleri arasında geçen
ikinci döneminde 106 mebus görev yapmıştır. Bunların 59’u Müslüman, 47’si gayrimüslim idi.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


Müslümanlarla gayrimüslim mebusların oranına baktığımızda%56’ya %44 oranı ortaya
çıkmaktadır. Bu oran Müslim ve gayrimüslim mebusların neredeyse eşit oranda temsil
edildiklerini göstermektedir. O dönemde gayrimüslim halkın toplam nüfus içindeki oranlarının
1/4 olduğu düşünüldüğünde, mebus sayısı ile nüfusların arasında bir denge olmadığı ortaya
çıkmaktadır.

İkinci dönem mebusları da seçim kanunu çıkmadığı için aynen birinci seçimde de olduğu gibi
Talimat-ı Muvakkate çerçevesinde seçilmişlerdi. Yine halkın oyu söz konusu değildir. İkinci
dönem mebusların sayısı daha da düşmüş, 130 olması gereken mebus sayısı 96’da kalmıştır.
Bunların 56’sı Müslüman, 40’ı gayrimüslim idi. Âyan sayısı 38’dir. Meclis 1876-1877 savaşının en
şiddetli döneminde açılmış ve zor ülke şartları ile karşı karşıya kalmıştır.

Meclis-i Mebusan’da görüşmeler devam ederken, Osmanlı-Rus Savaşı’da Osmanlılar için felakete
dönmüş, Rus kuvvetleri Ayastafenos’a (Yeşilköy) yaklaşmışlardı. Mebuslar, açığa vurmamakla
beraber, Padişahı bu kötü gidişten sorumlu tutmakta idiler. Sultan II. Abdülhamid’de kendisinin
savaşın gidişinden sorumlu tutulmakta olduğu hissediyordu. Bu nedenle savaşa devam veya
barış yapmak seçeneklerinden biri hakkında karar vermek için Yıldız’da 43 kişilik olağanüstü
meclis topladı. Toplantıya katılanlar, savaşın devamı lehinde ve aleyhinde konuşurken, İstanbul
mebusu Astarcılar Kethudası Ahmet Efendi’nin kendisini suçlar mahiyetteki sözleri karşısında
“Ben artık Sultan Mahmud’un yolunda gitmeye mecbur olacağım.” diyerek toplantı salonunu terk etti.
Sultan II. Abdulhamid Kanun-ı Esasî’nin kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak meclisi süresiz
tatil etti (13 Şubat 1878).

Padişahın meclisi süresiz tatil etmesinin gerçek sebebi tabi ki bu değildi. Bunlar görünen sebepti.
Gerçek sebepleri ikiye ayırmak mümkündür. 1- İç sebepler, 2-Dış sebepler.

İç sebeplerin başında, psikolojik bir sebep olan halkın henüz meşrutiyet yönetimine hazır
olmaması ve eğitimin eksikliği gelmektedir. Türk toplulukları tarih boyunca bir hükümdar
tarafından yönetilmiş, hükümdarlık hakkının Tanrı tarafından verilmiş ilahî bir kuvvet olarak
görülmüştür. Türk toplumu I. Meşrutiyet dönemine gelinceye kadar böyle bir psikoloji içerisinde
bulunuyordu.

Diğer bir sebepte, saray mensuplarının padişahı üzerindeki etkileriydi. Özellikle, torpil, rüşvet ve
benzeri yollarla çeşitli makamlara geçmiş olan saray mensupları ve devlet memurları meşrutiyet
yönetimine taraftar değillerdi. Dolayısıyla bu tür insanlar meşrutiyetin varlığından rahatsız
oluyorlardı.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


Dış sebeplerin başında ise Avrupa’nın büyük devletlerinin meşrutiyetin ilânından duydukları
rahatsızlık geliyordu. Önceleri ıslahat bahanesiyle Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışıyorlardı.
O zaman karşılarında sadece padişah ve sadrazam vardı. Bu ikisini ikna etmek onlar için pek zor
olmuyordu. Şimdi ise karşılarında halkın temsilcisi olan bir parlamento vardı. Meşrutiyet
yönetimi bunların işlerini zorlaştırıyordu. Gerçekten de Meclis-i Mebusan’ın kapatılması sonucu
batılı devletlerden büyük bir tepki gelmemiştir.

Sultan II. Abdülhamid, meşrutiyet yöntemine son verirken kendisine karşı koyacak bir güçte
yoktu. Genç Osmanlılar dağılmış, Midhat Paşa sürgüne gönderilmiş, ordu savaş nedeniyle
meşrutiyete sahip çıkacak bir durumda değildi. İşte, II. Abdülhamid bu sebeple meşrutiyet
yöntemine kolaylıkla son vermiştir.

4. 93 HARBİ VE BERLİN KONGRESİ

Büyük emperyalist güçlerin oyun alanı hâline gelen Osmanlı topraklarında yapılan bütün
girişimlere karşın istenilen neticelerin alınamaması Balkanlardaki güç dengelerini Rusya lehine
değiştirmiştir. İngiltere ve Fransa’nın 1853-1856 Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yanında
yer almaları Rusya’yı dengelemeye yönelikti. Nitekim Paris Antlaşması (1856) ile Rusların
Balkanlara inme ve Boğazları ele geçirme emelleri bir süreliğine engellenmişti. Ancak Rusya, 13
Mart 1871’de Londra Antlaşması ile Karadeniz’de donanma bulundurma hakkını büyük
devletlere onaylatmıştı.

Rusya, Balkan coğrafyasındaki Panslavizm faaliyetlerini aktif biçimde desteklemişti. 1875’te


Bosna ve Hersek’te çıkan isyan sunî bir şekilde büyütülerek uluslararası bir sorun hâline
getirilmiş, Rusların teşvikiyle Karadağ ve Sırbistan isyancılara yardım etmiş ve Osmanlı
Devleti’ne savaş açmışlardı. Bosna ve Hersek isyanının ardından 2 Mayıs 1876’da Bulgaristan’da
büyük bir ayaklanma çıkmış, Osmanlı Devleti mayıs ayının sonlarına doğru büyük ölçüde
kontrolü ele almıştı. Ayaklanma bastırılırken Bulgarlara büyük zulüm ve katliamlar yapıldığı
propagandaları Avrupa kamuoyunda etkili olmuş, bu sebeple özellikle İngiliz dış politikasında
Osmanlı Devleti aleyhine gelişmeler görülmüştü.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


Rusya, İngiltere, Fransa Avusturya-Macaristan, Almanya ve

NOT: İtalya’nın katılımıyla 23 Aralık 1876’da İstanbul’da toplanan


Tersane Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nden Balkanlardaki
egemenlik haklarını ihlal eden ağır şartları kabul etmesi
Tarihlere 93 Harbi olarak geçen
büyük yıkımın en büyük etkisi altı istenmiştir. 18 Ocak 1877’de Osmanlı Devleti büyük
asırdır buralara medeniyet getiren devletlerin bu isteklerini reddetmiştir. Konferansa katılan
Müslüman nüfus üzerine olmuştur. devletler 31 Mart 1877’de Londra’da yeniden toplanarak
Bulgaristan’daki Müslüman Türk
Londra Protokolü’nü imzalamışlar ve İstanbul
nüfus ile Ortodoks Hristiyan nüfus
dengesi 93 Harbi sırasında Konferansı’ndaki isteklerinde ısrar etmişlerdir. Bunun
Bulgaristan’daki Müslüman Türk üzerine Osmanlı Devleti 10 Nisan 1877’de Londra
halkına yapılan büyük bir katliam Protokolü’nü de reddetti. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı
ve bunun sonucunda meydana
gelen göçler ile Bulgarlar lehine
topraklarındaki Hristiyanları korumak iddiasıyla 24 Nisan
değişmiştir. Ruslar ilk ele 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. İngiltere kendi
geçirdikleri Ziştovi’den başlayarak menfaatlerinin muhafazası şartıyla, diğer Avrupa devletleri
Bulgaristan’da ayak bastıkları her
ise herhangi bir şart öne sürmeden tarafsız olacaklarını ilan
yerde özellikle Kossak süvarileri ve
Bulgar çeteleri vasıtasıyla pek çok
ettiler.
Türk köyünü yakıp yıkmışlar,
kadın ve çocuk ayırt etmeden 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda Ruslar, Osmanlı
Müslüman Türk nüfusa karşı kuvvetlerini mağlup ederek Batı’da İstanbul yakınlarına,
katliamlara başlamışlardı. Yeşilköy’e kadar gelmişler, doğuda ise Ermenilerin de yoğun
Tuna ve Edirne Vilayetlerinde
olarak yaşadığı bölgelerin bir kısmını ele geçirmişlerdi. 3 Mart
yaşayan Türklerin 500.000’i 1877-
1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında 1878 günü imzalanan Ayastefanos Antlaşması, özellikle
katliam, açlık ve hastalık sebebiyle Bulgar milliyetçilerinin hayallerinin büyük bir bölümünü
hayatını kaybetmiştir. Bu katliam karşılıyordu. Rusya’nın büyük Bulgaristan devleti yoluyla
ve hastalıktan kurtulmayı
sıcak denizlere açılma imkânı bulması, İngiltere ve bilhassa
başarabilen bir milyonu aşkın
Müslüman Türk ahali, canlarını birliğini yeni teşkil etmiş olan Almanya’yı endişelendirmiştir.
kurtarmak için göç etmek zorunda Derhâl harekete geçen bu iki devlet Berlin’de yeni bir
kalmıştır. Bu göçmenlerin önemli konferans toplanmasını sağlamıştır. Burada İngiltere,
bir bölümü de İstanbul’a gelmiştir.
üzerinde planlar yaptığı Kıbrıs’ı almış, Almanya da
Rumeli’den İstanbul’a Eylül 1879’a
kadar 387.804 muhacir gelmiştir. Bulgaristan’ın küçültülmesini sağlayarak Rusya’nın etkisini
1877-1891 yılları arasında resmî sınırlandırmaya muvaffak olmuştu.
istatistiklere göre 767.339
Bulgaristan muhaciri daimî olarak Berlin Antlaşması’yla Ayastefanos Antlaşması neticesinde
iskân edilmek üzere Anadolu ve kurulan büyük Bulgaristan, İngiltere ve Avusturya
Trakya’ya sevk edilmiştir.
Macaristan İmparatorluğu’nun kaygıları giderilecek şekilde
parçalara bölünmüştür. Bir prenslik şeklinde yapılandırılan

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


Bulgaristan Tuna Nehri ve Balkan Dağları arasında kalan küçük bir alanla sınırlandırılmıştır.
Berlin Antlaşması ile Bosna-Hersek’in yönetimi Avusturya Macaristan’a bırakılmış, Sırbistan,
Karadağ ve Romanya’da resmen bağımsız olmuşlardır. Teselya Yunanistan’a verilmiş, Kars,
Ardahan ve Batum Ruslara bırakılmış, Doğu Beyazıt ise Osmanlı Devleti’nde kalmıştır. Doğu
Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde ıslahat yapılması kabul edilmiştir. Bunların dışında
Osmanlı Devleti Rusya’ya ağır bir savaş tazminatı ödemeyi de kabul etmiştir.

5. STRATEJİK TOPRAKLARIN KAYBI

Ayastefanos Antlaşması’yla geri planda kaldığını düşünen İngiltere, Berlin’de Avusturya ve


Almanya’nın da desteği ile Rusya ile gizlice anlaştı. Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü
koruma ve konferansta yardım vaadi ile Kıbrıs’ın yönetiminin geçici olarak İngiltere’ye
bırakıldığı antlaşma 4 Haziran 1878’de imzalandı. Devrik padişah V. Murad’ı yeniden tahta
çıkarma tehdidi gölgesinde gerçekleşen oldubittiyi II. Abdülhamid Kıbrıs’ta hükümranlık
haklarına asla zarar verilmemesi şartıyla onayladı.

İngiltere özellikle 1880’lerden itibaren, Osmanlı Devleti’ni parçalama ve onun toprakları üzerinde
kendisine bağlı millî devletler kurma politikasını hayata geçirmiştir. İngiltere stratejik çıkarları
doğrultusunda 20 Ağustos 1882’de Mısır’da Port-Said’e asker çıkarmış ve 15 Eylül 1882’de
Kahire’ye girerek Mısır’a fiilen yerleşmiş ve böylece Mısır da Osmanlı Devleti’nin elinden
çıkmıştır. Osmanlı Devleti bu durumu 1885 yılında kabul etmiştir.

Fransa da yeni düzenlemeden payına düşeni aldı. İngiltere ve Almanya, Fransa’nın Tunus’u
almasına göz yumacaklarını belirtince Fransa 1881’de göçebe kabilelerin Cezayir sınırını ihlal
etmesi gibi basit bir bahaneyi öne sürerek ülkeye asker gönderdi. Ardından zorla imzalatılan bir
antlaşmayla askerî işgal resmîleştirildi. Aynı antlaşma uyarınca Tunus Beyi’nin dış ilişkiler ve
maliye alanındaki yetkileri Fransa’ya devredildi ve ortak sorunlarda ilişkileri yürütmek üzere
ülkeye bir yüksek temsilci atandı. Güneyde işgale karşı başlayan direnişin bastırılmasından sonra,
1883 yılında, Fransız Vali Paul Cambon, Tunus Bey’i Ali Bin Hüseyin’e, imzalattırdığı Mersa
Sözleşmesi ile Fransız hükümetinin gerekli göreceği idari, adlî ve mali reformların yapılmasını
sağladı. Böylece Fransa, Tunus’a tamamen hâkim oldu.

6. BULGARİSTAN’IN DOĞU RUMELİ’Yİ İLHAKI

Bulgarlar Berlin Anlaşması’yla sınırlarının daraltılmasından bir hayli rahatsız olmuşlar ve


Ayastefanos Anlaşması’yla vaat edilen büyük Bulgaristan’ı kurmayı kendilerine millî hedef
olarak belirlemişlerdi. Bulgaristan Berlin Anlaşması’ndan sonra Makedonya ve Doğu Rumeli’yi

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


kendisine bağlamak hedefine yönelerek Osmanlı Devleti’ne karşı yayılmacı bir politika takip
etmiştir. Eylül 1885’te Bulgar komitecileri Filibe’de gerçekleştirdikleri bir oldubitti ile Vali Gavril
Paşa’yı tutuklamış ve vilayetin Bulgaristan ile birleştiğini ilan etmişlerdi. Ertesi gün Bulgar Prensi
Alexander ordusu ile Doğu Rumeli’ye girerek kendisini vilayetin Prensi ilan etmiştir.

Balkanlarda dengeleri sarsan bu gelişmeden rahatsız olan Sırbistan en büyük tepkiyi göstermiş
ve Bulgaristan’a savaş ilan etmiştir. Ordularını Osmanlı sınırlarına yığan Bulgarlar hazırlıksız
yakalanmış, ancak kısa sürede toparlanarak Sofya yakınlarında Slivnitsa’da iki gün süren savaşı
kazanmışlardı. Bu netice, Bulgarlara Belgrad yolunu açmışsa da Avusturya Macaristan’ın
diplomatik müdahalesi ile savaş sona ermiştir.

Sonuçta Osmanlı Devleti, bu ilhakı örtülü bir biçimde kabul etmek zorunda kalmıştır. 1 Ocak
1886’da yapılan anlaşma ile Bulgar Prensi’nin aynı zamanda Doğu Rumeli Valisi olmasına karar
verildi. Her 5 yılda bir Prens Sultan’ın ve büyük güçlerin yeniden onayıyla valiliğe devam
edecekti.

Bu durum, Berlin Anlaşması’nın Osmanlı Devleti aleyhine ihlal edilebileceğini göstermiş,


Sırbistan ve Yunanistan’da tazminat ve toprak taleplerinde bulunmuşlardır.

7. DUYUN-I UMUMİYE İDARESİ’NİN KURULMASI

Kırım Savaşı’nın getirdiği büyük masraflar için ilk defa 1854 yılında yabancı bir ülkeye borçlanan
Osmanlı Devleti yirmi yıllık süreçte borç faizlerini dahi ödeyemeyecek duruma düşmüştü. 1877-
1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndaki yenilgi sebebiyle Rusya’ya ödenecek savaş tazminatı zaten
ekonomik sıkıntı içinde olan Osmanlı maliyesini iyice bozdu. Artık Osmanlı maliyesi iflas etmek
üzereydi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti dış müdahaleye meydan vermemek için alacaklıların
vekillerini görüşmeye çağırdı. İstanbul’da yapılan görüşmeler sonucunda alacaklılar ile bir
anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma 20 Aralık 1881 tarihli (28 Muharrem 1299) bir kararname ile ilan
edildi. Tarihe “Muharrem Kararnamesi” adıyla geçen bu anlaşmayla İstanbul’da “Duyun-ı
Umumiye idaresi” kuruldu. Yedi (7) üyeden oluşan komisyonda alacaklıları temsilen birer İngiliz,
Fransız, Alman, Avusturya, İtalyan ve Galata bankerlerinin temsilcisi ve Osmanlı temsilcisi yer
alıyordu. Duyun-ı Umumiye İdaresi’nin gelir kaynakları, tuz, tütün, ispirto, balık, ipek, pul ve
damga, Bulgaristan vergisi, Kıbrıs vergisi, Doğu Rumeli vergisi gibi geliri çok olan vergilerdi. Bu
şekilde devletin mali gücünü elinden alan Duyun-ı Umumiye, “devlet içinde devlet” durumuna
gelmiştir. Devlet vergi toplama yetkisinin bir kısmını, hem de önemli gelir kaynaklarını
alacaklarına karşılık bu komisyonun insafına terk etmiştir. Faiz oranlarını belirleyen Duyun-ı
Umumiye idaresi, kendi memurlarını atama hakkına da sahipti. 1912 yılında Osmanlı maliye

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


memurlarının sayısı 6.000 civarında iken bu kurumun memur sayısı 10.000’e yaklaşmaktaydı.
Duyun-ı Umumiye memurları köylere kadar giderek alacaklıların borçlarına karşın vergileri
toplamaktaydı.

Duyun-ı Umumiye İdaresi, Millî Mücadele Dönemi’nde de varlığını devam ettirmiş ancak Ankara
Hükûmeti egemen olduğu bölgelerde bu idarenin gelirlerine el koymuştur. Tahvilleri hiç
hükmüne inen alacaklıların bu durumu Lozan Anlaşması ile çözüme kavuşmuş, Osmanlı borçları
yeniden yapılandırılarak 2/3’lük kısmı Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilmiştir.

8. I. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE JÖN TÜRK MUHALEFETİ

Tanzimat döneminin sosyal ve ekonomik başarısızlıkları, iç karışıklıkların meydana gelmesi ve


dış müdahalelerin çoğalması ve artan iktidar baskısı siyasal bir muhalefet hareketinin doğmasına
neden olmuştur.

“Kuleli Vakası” ismini cereyan eden olay veya yerden değil de sorumlu bulunanların hapsedildiği
yerden alan bir olaydır. Siyasal muhalefetin ilk icraatı olarak kabul edilebilecek olan Kuleli
Vakasının mahiyeti tam olarak anlaşılamamıştır. Olay meşruti bir idarenin oluşması için mi yoksa
Padişah Abdülmecit’in kişiliğini hedef aldığı için mi yapıldığı tam olarak anlaşılamamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda devleti meşruti bir yapıya getirmek amacıyla girişilen ilk muhalif
hareketler 1865’li yıllarda başlamıştır. Ancak meşrutiyet fikri Osmanlı İmparatorluğu için daha
önce de gündeme gelmiş ancak bunlar önemsiz tavsiyelerden öteye gidememiştir.

Yeni Osmanlılar, artan baskılardan bir süre sonra birer birer yurtdışına gitmişlerdir. Yeni
Osmanlıların yurt dışına gitmeleri görüşlerinin siyasal ve ideolojik alanda biçimlenmesinde
önemli rol oynamıştır. Meşrutiyet talepleri yurtdışında faaliyette bulundukları dönemde
olgunlaşmıştır.

Yeni Osmanlıların Osmanlı Devleti’nin kurtulma reçetesi konusundaki düşünceleri şöyle


özetlenebilir. İlk olarak imparatorluk içinde hürriyetçi uygulamaların arttırılması, din duygusu,
hanedana bağlılık gibi duyguların yanında vatan sevgisinin de yer alması, anayasayla bağlı bir
idari rejimin oluşturulması ve yürütmeyi denetleyecek olan bir meclisin kurulmasıdır. Yeni
Osmanlılar içerisinde bu görüş o kadar ileri gitmiştir ki zaman zaman Namık Kemal ve Ziya Paşa
gibi insanlar halkın egemenliğinin sağlanması ve cumhuriyet fikirlerinin oluşmasına katkıda
bulunacak düşüncelerini ifade etmişlerdir.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


31 Ağustos 1876 tarihinde II. Abdülhamit padişah oldu. 23 Aralık 1876 tarihinde meşrutiyetin ilan
edildiğine dair ferman Bâbıâli binasının avlusunda okundu. Bu bildiri kalabalık ve coşkulu bir
halk tarafından da dikkatle dinlendi. Osmanlı Devleti’nde Anayasalı devlet idaresine 1876
Kanun-u Esasi ile geçilmiştir. Kanun-i Esasi’de belirtilen en önemli vurgu imparatorluk içinde
yaşayan tüm insanların ırk ve din ayrımı olmaksızın “Osmanlı” olduğu vurgusudur. 1876
Anayasası Türk Siyasi tarihinde Osmanlı Devleti için yeni açılımların başlangıcı olmuştur. Bu
anayasa Osmanlı İmparatorluğu’nda hukuk devleti anlayışına dair yeni açılımların getirilmesini
sağlamıştır.

13 Şubat 1878 tarihinde Meclis-i Mebusan süresiz olarak tatil edilmiştir. Bu tatil etme II.
Abdülhamit’in Kanun-i Esasinin Padişah’a tanıdığı yetkiye dayanarak Meclis-i Ayan’dan
çıkartmış olduğu karar ile gerçekleştirilmiştir. Meşrutiyetin tatil edilmesi ve Kanun-i Esasi’nin
askıya alınması yeni bir devrin başlangıcı olarak siyasal hayatta yerini almıştır. Bu dönem 1908
yılına kadar süren yaklaşık 30 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Bu süre içinde II. Abdülhamit
idaresinin baskıcı bir yönetim anlayışı geliştirmiş olduğu nitelemelerinden dolayı bu dönem için
“İstibdat Dönemi” tabiri kullanılmıştır.

I. Meşrutiyet hareketinin kısa sürmesinin sebepleri arasında belki de en önemlisi Osmanlı’nın


geleneksel sosyal ve toplumsal temelinin son derece zayıf olmasıdır. Türk millî burjuvazisi yeni
doğmaya başlamış, ülkenin ekonomik durumu kötümser durumda olması ve köy ve kasabalarda
yaşayan halkın meşruti rejimi tam olarak desteklemiyor olmasıdır.

Abdülhamit idaresinin baskısı arttıkça siyasal faaliyetlerde yeni canlanmalar meydana gelmiştir.
1889 yılında İstanbul’da Askerî Tıbbiye talebelerinden olan Ohrili İbrahim Temo, Kafkaslı
Mehmet Reşit, Diyarbakırlı Abdullah Cevdet ve Arapkirli İshak Sukûti isimli öğrenciler İttihad-ı
Osmanî adıyla Askeri Tıbbiye’de bir cemiyet kurmuşlardır.

Cemiyetin en önemli amacı, Osmanlı Devleti’ni çökmenin eşiğine getiren II. Abdülhamit
tarafından uygulanan istibdatın kaldırılmasıdır. Ancak II.Abdülhamit istibdatının kaldırılması
sadece bu cemiyetin amacı değil bunun dışında bazı oluşumların da gayesidir. Bunun için bu
cemiyetin mensubu olmasa da istibdadı kaldırmak isteyenler ve protesto edenlere Jön Türkler adı
verilmiştir.

Cemiyet yıllar içinde büyümüş ve isimleri çeşitli değişikliklere uğradıktan sonra son olarak
“Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti” adını almıştır. Cemiyetin başlangıçtaki kurucuları İstanbul
Askerî Tıbbiye Mektebi öğrencileri iken sonradan Harbiye, Bahriye, Mühendis okullarında

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


bulunan kişilerden de cemiyete katılanlar olmuş ve devam eden süreçte yüksek kademedeki
memurların da katılımı sağlanmıştır.

Cemiyetin gerek Avrupa’daki üyeleri gerekse diğer bölgelerde yaşayan üyeleri arasında tam bir
görüş birliği olduğu söylenemez. Temelde birleştikleri noktalar genel olarak Kanun-i Esasinin
yeniden yürürlüğe girmesi ve parlamentonun yeniden açılması anlamına gelen Meşrutiyetin ilan
edilmesi meseleleridir. Bu konularda hem fikir olan üyeler bu konuların nasıl yerine getirileceği
noktasında görüş ayrılıklarına düşmektedir. Bu görüş aykırılıkları, ılımlı bir şekilde Sultan’ı razı
etmeye, yabancı devletlerin müdahalesinden silahlı bir eyleme girişmeye kadar geniş bir
yelpazede meydana gelmiştir. Hiç kuşku yoktur ki bu görüş ayrılıkların temeli siyasal iktidara
karşı duyulan öfke, hoşnutsuzluk, kırgınlık gibi sebeplerle bir araya gelmiş insanların ortak bir
noktada buluşamamalarıdır.

II. Abdülhamit Avrupa’daki muhaliflerinin güçlenmesini önlemek için çeşitli girişimlerde


bulunmuştur. Jön Türk üyelerinden bazılarına haberler ve elçiler göndererek yurda dönmeleri
halinde affa mazhar olacakları ve buna ilaveten çeşitli memurluk görevlerine tayinleri yapılacağı
konusunda vaatler veriyordu. Hiç kuşkusuz bu engelleme çabaları kısmen başarıya ulaşmış,
zaman zaman örgüt üyelerinin önemli şahsiyetleri de çeşitli nedenlerle cemiyetten ayrılmışlarıdır.
Ayrılan cemiyet üyelerinden en önemlisi kuşkusuz Mizancı Murat Bey’dir. II.Abdülhamit, Murat
Bey’le anlaşması için Ahmet Celalettin Paşa’yı görevlendirmiştir. Paşa ile Murat Bey arasındaki
konuşmadan sonra Murat Bey İstanbul’a dönmeyi kabul etmiştir. Murat Bey’in Avrupa’dan ve
Cemiyet’ten ayrılarak İstanbul’a dönmesi ve memurluğa tayini örgüt içinde geniş yankı
uyandırmıştır. Bu olay cemiyet içinde bir karamsarlığa ve kötümserlik havasının esmesinin neden
olmuştur.

Damat Mahmut Paşa’nın İstanbul’dan oğulları Prens Sabahattin Bey ve Prens Lütfullah Bey’le
beraber Avrupa’ya II. Abdülhamit idaresindeki hoşnutsuzluğundan dolayı kaçarak gelmeleri Jön
Türk hareketinin yeniden ivme kazanmasına neden olmuştur. Çünkü özellikle 1895’lerden sonra
gerek Ahmet Rıza’dan memnuniyetsizlik gerekse bazı üyelerin İstanbul’a gelerek II. Abdülhamit
tarafından kendilerine verilen memurlukları kabul etmeleri neticesinde üyelikten ayrılmış
olmaları Jön Türklerin faaliyetlerini sekteye uğratmıştır.

Prens Sabahattin Bey gerek Osmanlı Devleti idaresi içinde gerekse Osmanlı Devleti’nin idaresi
dışındaki dağınık bir hal alan Jön Türk hareketinin yeniden toparlanması için büyük çaba sarf
etmiştir. Prens Sabahattin Bey, muhalif grupların birlikte hareket etmesi için büyük bir kongrenin

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


yapılması gereği üzerinde durmuş ve bu yolda çalışmalara başlamıştır. 1902 yılının şubat ayı
içinde bu kongre gerçekleşmiştir.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


BÖLÜM SONU SORULARI

1- Birinci Meşrutiyet dönemi öncesi gelişen olayları açıklayınız.

2- Birinci Meşrutiyet’in ilanını ve Kanun-ı Esasi’nin içeriğini açıklayınız.

3- 93 Harbi’nin sonucunda meydana gelen gelişmeleri yazınız.

4- Duyun-ı Umumiye İdaresi’ni açıklayınız.

5- Birinci Meşrutiyet dönemindeki Jön Türklerin amacını açıklayınız.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


1) Aşağıdakilerden hangisi Kanun-i Esasi’nin özelliklerinden biri değildir?

A. Devletin resmî dili Türkçedir

B. Padişah kendisine ve devlete tehlikeli gördüğü kişileri sürgüne yollayabilir

C. Bakanlar padişaha karşı sorumludur.

D. Padişah yaptıklarından dolayı meclise karşı sorumludur.

E. Meclisi açma ve kapatma yetkisi padişaha aittir.

2) Osmanlı Devleti’nin alacaklılarından oluşan bir komisyon tarafından idare edilen ve


Muharrem Kararnamesi ile meydana getirilen kurumun adı aşağıdakilerden hangisidir?

A. Duyun-ı Umumiye

B. Şura-yı Devlet

C. Meclis-i Ayan

D. Meclis-i Ahkâm-ı Adliye

E. Meclis-i Vükelâ

3) 1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşı sonrası Osmanlı Devleti ve Rusya arasında imzalanan
Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması şartlarını kendi çıkarlarına uygun bulmayan Avrupa
devletleri yeni bir antlaşma yapılmasını talep etmişlerdir. Bu antlaşma aşağıdakilerden
hangisidir?

A. Paris Antlaşması

B. Yeniköy Antlaşması

C. Berlin Antlaşması

D. Londra Antlaşması

E. Lozan Antlaşması

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


4) I. Meşrutiyetin ilanında ve Kanun-ı Esasi’nin hazırlanmasında etkili olup daha sonra
padişah tarafından sürgüne gönderilen devlet adamı aşağıdakilerden hangisidir?

A. Mithat Paşa

B. Mehmet Rüştü Paşa

C. Mustafa Fazıl Paşa

D. Cevdet Paşa

E. Ahmet Rıza Bey

5) Osmanlı Devleti olası bir Rus saldırı karşısında ülkesini savunacağı düşüncesiyle
aşağıdakilerden hangisinin yönetimini 1878 yılında İngiltere’ye geçici olarak
bırakmıştır?

A. Mısır

B. Kıbrıs

C. Rodos

D. Meis

E. Kırım

6) 1878 Berlin Antlaşması’na göre bağımsızlık kazanan Balkan devletleri aşağıdakilerden


hangileridir?

A. Arnavutluk, Yunanistan, Karadağ

B. Romanya, Yunanistan, Karadağ

C. Romanya, Sırbistan, Karadağ

D. Bulgaristan, Romanya, Karadağ

E. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


7) Osmanlı Devleti’nin içinde hangi kurumun açılması ‘devlet içinde devlet’ durumu ile
karşı karşıya kalınmıştır?

A. Sekban-ı Cedit

B. Muhassıllık Meclisleri

C. Duyun-ı Umumiye İdaresi

D. Babıali

E. Meclis-i Mebusan

8) Osmanlı Devleti’nin aşağıda verilen hangi konferansta alınan kararları kabul etmemesi,
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlamasına neden olmuştur?

A. Paris Barış Konferansı

B. Ayastefanos Antlaşması

C. Tersane Konferansı

D. Yeşilköy Antlaşması

E. Londra Boğazlar Sözleşmesi

9) 1853-1856 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya karşı yaptığı Kırım Savaşı’nda
Avrupalı devletlerin desteği ile savaş kazanılmıştır. Savaş sonrası yapılan Paris
Antlaşması’nın bazı maddelerine baktığımızda sanki Osmanlı Devleti yenilen devlet
durumuna düşürülmüştür.

Aşağıdakilerden hangisi bu durumu gösterir niteliktedir?

A. Osmanlı Devleti ve Rusya, Karadeniz’de savaş gemisi bulundurmayacak ve tersane


kurmayacaktır.

B. Osmanlı Devleti Avrupa devleti sayılacak ve Avrupa devletler hukukundan


yararlanacaktır.

C. Osmanlı Devleti toprak bütünlüğü Avrupalı devletlerin garantisinde olacaktır.

D. Ticaret gemileri Tuna’da serbest dolaşabilecek.

E. Boğazlar konusunda 1841 Londra Antlaşması geçerli olacaktır.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


BÖLÜM KAYNAKÇASI

AKŞİN, S. (2018). KİSA 20. YUZYİL TARİHİ.

BERKES, NİYAZİ; TÜRKİYE’DE ÇAĞDAŞLAŞMA (YAY. HAZ. A. KUYAŞ), YAPI KREDİ YAY.,
İSTANBUL 2010.

ERASLAN, C ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ I. (2013). ANADOLU ÜNİVERSİTESİ.

ERASLAN, C. ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ I. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ.

GENCER, ALİ İHSAN-ÖZEL, SABAHATTİN; TÜRK İNKILÂP TARİHİ, DER YAY., İSTANBUL
2010.

KAAN, O. "TÜRK SİYASİ TARİHİ’NDE JÖN TÜRK KONGRELERİ". ECONHARRAN 3 (2019 ):


1-19

KIZILTAN, Y. "I. MEŞRUTİYETİN İLANI VE İLK OSMANLI MECLİS İ MEBUSAN I". GAZİ
ÜNİVERSİTESİ GAZİ EĞİTİM FAKÜLTESİ DERGİSİ 26 (2006 ): 251-272

KUNT, M., AKŞİN, S., & ÖDEKAN, A. (1988). TÜRKİYE TARİHİ. TÜRKİYE TARİHİ. ISTANBUL,
CEM.

ÖRENÇ, ALİ FUAT. OSMANLI TARİHİ (1789-1908). İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

ÖRENÇ, ALİ FUAT; YAKINÇAĞ TARİHİ (1789-1918)-GİRİŞ, AKADEMİ TİTİZ YAY., İSTANBUL
2012.

SANCAKTAR, FATİH MEHMET. TÜRK DEMOKRASİ TARİHİ. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ.

TURAN, R., SAFRAN, M., HAYTA, N., ÇAKMAK, M. A., DÖNMEZ, C., & ŞAHİN, M. (2011).
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ.

M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU, "MEŞRUTİYET", TDV İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ,

HTTPS://İSLAMANSİKLOPEDİSİ.ORG.TR/MESRUTİYET (30.10.2021).

UZUN, H. (2005). TÜRK DEMOKRASİ TARİHİNDE I. MEŞRUTİYET DÖNEMİ . AHİ EVRAN

ÜNİVERSİTESİ KIRŞEHİR EĞİTİM FAKÜLTESİ DERGİSİ , 6 (2) , 145-162.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ


ÖZTÜRK, CEMİL. (2020). İMPARATORLUKTAN ULUS DEVLETE TÜRK İNKILAP TARİHİ.

ÜNİTE 4 / BİRİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ GELİŞMELERİ

You might also like