You are on page 1of 9

Ünite 6

Yazılı Anlatım ve Türleri


(Gezi Yazısı/Seyahatname-Sohbet/Söyleşi)

Dr. Yasemin BULUT*


BÖLÜMDEKİ KONULAR

Bu ünitede öğrenilecek konular:

1. Gezi yazısı ve seyahatnamenin tanımı ve özellikleri.

2. Sefaretnamenin tanımı.

3. Dünya edebiyatında belli başlı seyahatnameler.

4. Türk edebiyatında belli başlı seyahatnameler.

5. Sohbet, söyleşi nedir?

6. Sohbet türünün özellikleri.

7. Türk edebiyatında söyleşi türünde eser veren yazarlar.

i
GEZİ YAZISI / SEYAHATNAME

Gezilip görülen yerlerle ilgili çeşitli bilgi, gözlem ve edinilen tecrübelerin anlatıldığı yazılara
gezi yazısı denir.

Yazıya konu olan yer ile ilgili bir ansiklopedi maddesinde yer alacak bilgileri de içeren gezi
yazısının farkı, gezilen yerlerin tarihi, coğrafi ve kültürel özelliklerini yalnızca bilgi vermek
amacıyla değil, okuyucuda bu yerleri keşfetme hevesi uyandıracak şekilde anlatmasıdır. Yazar
her türlü ayrıntıya yer verebilir: anlatılan efsaneler, inanışlar, giyim kuşam şekilleri, yemekler,
eğlence şekilleri, tarihi eserler, iklim, ağız özellikleri, ünlü bir kişi, ünlü bir yer gibi. Ancak gezi
yazıları bilimsel yazı türü değildir. Gezilen, görülen yer ile ilgili bu ayrıntıların nasıl ve ne
kadarının anlatılacağı yazarın isteğine bağlıdır ve özneldir. Aynı yerle ilgili farklı kişilerin
yazdıklarında farklı bilgiler ve izlenimler bulunabilir. Bu öznelliği sebebiyle çok güvenilir
metinler olmasa da gezi yazıları; edebiyat, dilbilim, tarih, coğrafya, sosyoloji gibi birçok bilim
dalı için yardımcı kaynaktır.

Bir yazının gezi yazısı türüne dâhil edilebilmesi için yazarın gerçekten gittiği, gezdiği bir
yeri anlatması gerekir. Yazar, bunu kanıtlamak için yazısında fotoğraflar ve çeşitli belgelere
yer verebilir. Genellikle anı yazılarından ayırt etmede güçlük çekilen gezi yazılarını bu türden
ayıran, amacının gezilen yeri anlatmak olmasıdır. Anı yazılarında yazar, gezdiği bir yerden
bahsetse bile amacı kendi yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerini, başkalarıyla olan ilişkilerini
anlatmaktır, yazının var olma sebebi gezip görülen yer değildir.

Gezi yazıları okuyucuya hiç gidip görmediği, bilmediği çok başka memleketleri anlattığı
gibi, okuyucunun yaşadığı yer ile ilgili ilginç bilgiler de verebilir. Yazarın bakış açısı, gözlem
gücü bir yerde uzun yıllar yaşayanların bile bilmediği, fark etmediği ayrıntıları ortaya
çıkarmasını sağlar.

Gezi yazılarına eskiden seyahatname denirdi. Dünya edebiyatında 10. yüzyılda İbn Fazlan
Seyahatnamesiyle Ahmed b. Fazlan, 13. yüzyılda yazdığı Il Milione adlı eseriyle Marco Polo,
14. yüzyılda İslam coğrafyasına gezilerini anlatan İbn Batuta bu türün önemli temsilcileridir.

Türk edebiyatında seyahatnamenin ilk ve önemli örnekleri olarak Hoca Gıyaseddin


Nakkaş’ın 1422’de tamamladığı Acâibü’l-Letâyif’i, Piri Reis’in 1521’de tamamlayıp 1525’te
yeniden düzenleyerek Kanunî Sultan Süleyman’a sunduğu Kitab-ı Bahriye’si, Seydi Ali Reis’in
1557’de yazdığı Mir’atü’l-Memâlik’i, Trabzonlu Âşık Mehmet Çelebi’nin 1597’de tamamladığı
Menâzıru’l-Avâlim’i, Kâtip Çelebi’nin 1732’de basılan Cihannümâ’sı sayılabilir.
1
Türk edebiyatında seyahatname türünün en önemli eseri 17. yüzyıldaki geniş Osmanlı
coğrafyasının tarihini, gelenek, görenek, sanat, zanaat ve insanlarının yaşayışına dair
ayrıntıları tüm yönleriyle aktaran, 10 ciltlik Evliya Çelebi Seyahatnamesi’dir.

Osmanlı Devletinin çeşitli ülkelere gönderdiği elçilerinin, gittikleri yerle ilgili bilgi ve
gözlemlerini içeren yazılarına sefaretname denir. Bunların bir kısmı yalnızca resmi yazı
niteliğindeyken, bazısı seyahatname sayılabilecek niteliktedir. Yirmisekiz Çelebi Mehmet
Efendi’nin 1720–1721 tarihli Fransa Sefaretnamesi bu nitelikteki en önemli eser sayılabilir.

Avrupa’ya seyahat eden tek Osmanlı padişahı Abdülaziz’in, 1867’deki bu seyahati


sırasında yanında bulunan İstanbul şehremini Ömer Faiz Efendi tarafından yazılan Sultan
Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, Ahmet Midhat Efendi’nin 1889’da yazdığı Avrupa’da Bir
Cevelan’ı, Ahmet İhsan’ın 1891 tarihli Avrupa’da Ne Gördüm’ü, Cenap Şahabettin’in Avrupa
Mektupları (1919) Türk edebiyatında Cumhuriyetten önce yazılmış önemli
seyahatnamelerdir. Cumhuriyet döneminde ilginin arttığı bu türde Halide Adıvar’ın Dağa
Çıkan Kurt’taki gezi notları, Ahmet Haşim’in Frankfurt Seyahatnamesi, Reşat Nuri Güntekin’in
Anadolu Notları, Falih Rıfkı Atay’ın Gezerek Gördüklerim, Haldun Taner’in Düşsem Yollara
Yollara adlı eserleri sayılabilir.

Örnek:

AŞKIN KÂBE’Sİ VERONA

Öncelikle Verona’nın “Aşkın kenti” olduğunu vurgulamakta yarar var. Çünkü bütün
dünyanın bildiği Romeo-Juliet aşkı burada yaşanmış. Kont Luigi Lo Porto’nun 1531’de kaleme
aldığı bu öyküyü asıl ölümsüzleştiren Shakespeare oldu.

Romeo’nun Juliet’e serenat yaptığı öne sürülen balkon, bugün âşıkların Kâbe’si gibi.
Verona’ya gelen turistler, önce bu balkonu görmeye gidiyorlar. Küçük avlu öylesine kalabalık
oluyor ki, ziyaretçiler aceleden hikâyenin tadını çıkaramıyor. Avlunun girişindeki duvarlar,
içinde isimler yazılı olan kalp işaretleriyle kaplı. İçlerinde Türk isimlerinin bulunduğu kırmızı
kalplere de rastlanıyor.

Verona’ya “Roma’nın bonzaisi” diyenler de çoğunlukta. Gerçekten de daracık sokakları,


geçitleri, kiliseleri, eski binaları, heykelleri, neşeli meydanları ve arenası ile Roma’yı andırıyor.
Sokaklar, yılın 12 ayında turistlerle dolup taşıyor, çünkü Verona’da boş geçen bir ay yok.
Opera festivali, dans gösterileri, konserler, fuarlar tüm dünyayı bu küçük kente çekiyor.

2
Unesco’nun “Dünya Kültür Mirası” listesinde
yer alan Verona’nın kalbi, Arena’nın bulunduğu,
kaldırımları pembe mermer döşeli Bra
Meydanı’nda atıyor. Arena’nın karşısına
sıralanan kahvelerin meydana bakan ön
kısımlarında yer bulanlar kendilerini şanslı
addediyorlar. Çünkü bütün güzel kadınlar, ilginç
tipler, yaşlı zamparalar, mihrabı hâlâ yerli yerinde duran yaşsız kadınlar, bir şemsiyenin
peşinde koşturan Japon turistler, şapkasının içinde İsa resmi olan dilenciler, fare benzeri
köpekleriyle dolaşan leydiler, eşcinsel çiftler, atlı ve arabalı polisler, jandarmalar hep bu
masaların önünden geçip gidiyor. İnsan bu geçit törenini izlerken zamanın nasıl akıp geçtiğini
hiç hissetmiyor.

Verona’ya gidince Garda Gölü’nü görmeden dönmek gezinin yarım kalmasına neden
oluyor. Etrafı yüksek yeşil dağlarla çevrili gölün kıyısındaki saray benzeri evler insanı hem
kıskandırıyor, hem de tatlı hayallere sürüklüyor. Sözün özüne gelirsek, İtalya’nın bu küçük
kenti Verona’nın gündüzünde kahkahalar çınlarken, gecelerinde ise Arena’dan yükselen
notalar her tarafta uçuşuyor. Klasik bir deyimle: Verona’da bütün günler şenlikli geçiyor.

Arena di Verona

Arena, Verona’nın simgesi. İki bin yaşındaki Roma amfiteatrı 22 bin seyirci alıyor. Opera
festivali bu görkemli tiyatroda icra ediliyor. İlk opera 1913’te sahnelenmiş. Giuseppe
Verdi’nin yüzüncü doğum günü için sahnelenen “Aida” operası festivalin ana fikri olmuş. O
gün bugündür, yani tam 89 yıldan beri aralıksız bu opera festivali sürüp gitmiş. Biletlerin
neredeyse bir yıl önceden satıldığı festivalde yer bulmak oldukça zor. Opera saat 21:00’de
başlıyor. Arena’nın bulunduğu meydan, saatler öncesinden smokinli erkeklerin, şık tuvaletler
giymiş kadınların istilasına uğruyor. Oval Arena’nın bir ucu sahneye dönüştürülmüş.
Muhteşem dekor, sahnenin arkasındaki sıralara dizilen koro, ellerinde meşaleler tutan
askerlerin görüntüsü, Arena’ya girenlere ilk şoku yaşatıyor.

Oyun bitince izleyicilerin çoğu, yeniden meydandaki kahveleri dolduruyor. Oyunun kritiği
yapılıyor. Arena’dan çıkan sanatçılar, kahvelerin önünden geçerken herkes ayağa kalkıp
onları alkışlıyor. Tüm meydan gece yarısı alkışla inliyor.

3
Ben 89. Verona Opera Festivali’nde Verdi’nin üç eserine bilet bulabildim: “La Traviata”,
“Nabucco” ve “Aida”. Üçü de birbirinden muhteşemdi. Hele “Nabucco”da koronun üst üste
iki kere söylediği “Zafer Marşı” beni kendimden geçirdi.

(Yaşin 2012)

SOHBET / SÖYLEŞİ

Yazarın herhangi bir konu hakkında, samimi bir arkadaşıyla söyleşiyormuş gibi yazdığı
yazılara söyleşi ya da sohbet denir.

Söyleşi türündeki yazıların, üslubu dışında, deneme, fıkra türlerinden pek bir farkı yoktur.
İstenen her tür konuda yazılabilir. Neredeyse gerçek bir sohbetin yazıya dökülmüş şeklidir.
Bahsedilen konuyla ilgili derin bilgi ve incelemelere yer verilmez. Yazar kişisel duygu ve
düşüncelerini içinden geldiği gibi dile getirir. Fıkralar anlatabilir, atasözlerinden örnekler,
şiirlerden alıntılar yapabilir.

Söyleşi türünde anlatım akıcı ve samimidir. Konuşma dilindeki kelimeler, deyimler


kullanılır. Devrik cümlelere, soru cümlelerine yer verilir.

Türk edebiyatında söyleşi türünde eser veren belli başlı yazarlar şunlardır: Nurullah Ataç,
Şevket Rado, Suut Kemal Yetkin, Melih Cevdet Anday.

Örnek:

BEZENMEK

Nurullah ATAÇ

Bilmem ben kendime çekidüzen vermesini, derviş gibiyimdir. Berbere uğramaya üşenip
sakal bir karış, saçlar öylesine, günlerce dolaştığım olur. Bir Mehmet Beyimiz vardı, çoktan
öldü, rahmet dilemiş olacak, hatırlayıverdim. Tanışır, konuşurdum ama adımı hiç mi merak
etmemiş, yoksa unutu mu vermiş, nedir? Bir gün benim için: “Hani saçı sakalı akar gibi bir
adam geliyor buraya, o işte.” demiş, duyanların hepsi de anlamışlar ben olduğumu. Bana da
söylediler, hoşuma gitti, doğrusu tam bulmuş rahmetli. Çamurdan kaçınmayı bir türlü
beceremem; çoraplarım hep düşer; yakamla boyun-bağımın biri bir yandadır, biri bir yanda;
cigara külüne bulanmışım, ona da aldırmam… Dedim ya, derviş gibiyimdir.

4
Eee! Ne yapalım? Fikir adamıyım, bilim adamıyım ben; derin derin düşüncelerimden çıkıp
da süslenmeye, dış güzelliklerle uğraşmaya ayıracak vaktim mi var benim? Okuyup okuyup da
içimi bezeyeyim, kafamı donatayım, yeter bana. Ama görenler beni beğenmeyeceklermiş,
varsınlar beğenmesinler! Öyle görünüş düşkünü kimselerin diyeceklerinden bana ne? Ben
geçici şeylerle, istedik mi çıkarıp atabileceğimiz şeylerle değil, bizim ta içimize işleyen,
benliğimizi yoğuran meziyetlerle övünen insanlardanım; onlarla yetinmeyip bir de dışa
bakanlar uzak olsunlar benden, onlarla düşüp kalkmayı ister miyim ben?

Bilirsiniz beni, bilirsiniz de inanmazsınız bu son dediklerime. Saçımın sakalımın akar gibi
olduğu, benim kendime çekidüzen vermesini bilmediğim doğrudur ama övünülecek şey mi
bu? Süslenmek, bezenmek elimden gelmez ama süslenmeyi, bezenmeyi kötülemeye
kalkanlara pek kızarım. Adam dediğin üstüne başına da bakmalıdır; yalnız temiz giyinmesi de
yetmez, kendine yakışacak şeyleri bulmalı, güzel olmaya, kendini bezendirmeye çalışmalıdır.

Güzel olmak… “Ya yaradılışından güzel değilse?” demeyiniz, en çirkin, en biçimsiz insanlar
dahi, biraz zevkleri varsa, o çirkinliklerini, biçimsizliklerini örtmenin, başka güzelliklerle
karşılarındakilere unutturmamanın bir yolunu bulurlar. Süslenirler, bezenirler, öylelikle olsun
kendilerini karşılarındakilere şirin gösterirler.

“Ben yaradılışımdan güzel değilim” deyip de boynunu bükmek olur mu? Medeniyet
dediğiniz, bir bakıma, tabiatla savaşmak, tabiatı olduğu gibi bırakmayıp düzeltmek,
insanoğlunun istediği hale getirmek değil midir? Öyle olunca insanlar arasındaki çirkinlikleri
de: “Ne yapalım? Öyle doğmuş onlar!” deyip çirkin bırakamayız, onları da elimizden
geldiğince güzelleştirmek borcumuzdur. Bittabi kendimizden başlayarak.

Bu söylediklerimin kendimi de kötülemek olduğunu biliyorum. Benim işime gelmiyor diye


doğruyu saklayayım da işime gelecek doğrular mı uydurayım? Üstüne başına bakmayan,
kendine bir çekidüzen vermeye özenmeyen adam gerçekten medenî bir adam değildir. Bir
kere öyle kimselerde çevrelerindekilere bir aldırışsızlık vardır. Çevrelerindekilere gerçekten
aldırsalar, onları gerçekten düşünseler kendilerini onlara beğendirmek isterler. “Ben böyle
sallapati gezerim, korkunç bir suratım olur, gene de başkalarının arasına girerim, benimle
konuşurlar, konuşmaya mecburdurlar.” demek kendini beğenmenin, büyüklenmenin ta
kendisi değil midir? Böyle kendini beğenen, büyüklenen kişiden topluma ne iyilik gelebilir?
Bilgisi varmış, derin derin düşünceleri varmış, şöyle iyilikleri, böyle üstünlükleri varmış…
Bütün o bilgisi, derin derin düşünceleri, iyilikleri, üstünlükleri kendisinde, başkalarınca da

5
beğenilmek, başkalarınca da hoş, sevimli görülmek dileğini uyandırmamışlarsa topluma ne
hayrı olur öyle meziyetlerin? İyi biliniz, süslenmeyi, bezenmeyi kötüleyen, bir suç saymaya
kalkan kimseler, toplumu hiçe sayan kimselerdir. Çocuklarınızın, gençlerin kendilerini
beğenmeyip toplum için çalışmalarını istiyorsanız, onlara bezenmek, kendilerini çevrelerine
beğendirmek dileğini de aşılayınız. O bezekleri iç bezekler, dış bezekler diye de ayırmayınız.
İkisi de lüzumludur, ikisi de birbirinin tamamlayıcısıdır.

Bezenmeyi kötüleyenlere bir başka bakımdan da kızarım. Önce kişilerin bezeklerine


takılırlar, sonra da toplumun bezeklerini küçümserler. “Bize şairden önce, feylesoftan önce, iş
adamı gerektir; tiyatrodan, eğlence yerlerinden önce daha önemli şeyler vardır.” diye
kendilerini beğene beğene bir konuşurlar, maazallah! Tüyleri ürperir insanın. Giderek şairle
feylesofu, tiyatroyu, eğlence yerlerini, hattâ hemen bir fayda sağlamayacak bilgilerle uğraşan
kimseleri toplum için zararlı saymaya başlarlar. Kişilerin güzel giyinmeye özenmelerini
ayıpladıkları gibi sözlerini doğru dürüst söylemeye, düşüncelerine bir biçim vermeye
çalışmalarını da beğenmezler, onları birer biçim düşmanı olmakla suçlarlar, biçimsiz özün
kendini belirtmeyeceğini anlamazlar da: “Biz öz istiyoruz, öz!” diye bağırırlar. Bu da her türlü
medeniyetin yok olmasına varır.

(Ataç 1961: 757)

DESTEKLEYİCİ OKUMALAR

http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi14/Cilt1/4.%20Baki%20Asilt%C3%BCrk.pdf

http://www.millifolklor.com/tr/sayfalar/92/06-.pdf

http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/sedat_maden_seyahatname.pdf

https://www.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/2272/unite05.pdf

6
KAYNAKLAR

Gezi Yazısı / Seyahatname


Asiltürk, Baki (2009), “Edebiyatın Kaynağı Olarak Seyahatnameler”, Turkish Studies,
Volume 4/1-I Winter 2009, sayfa 911-995.
http://www.turkishstudies.net/Makaleler/965054258_4.%20Baki%20Asilt%C3%BCr
k.pdf
Gömeç, Sadettin (2000), “İslam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine”, Tarih
Araştırmaları Dergisi, 1999–2000, cilt 20, sayı 31, sayfa 51–92. Ankara: Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü yayınları.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/28/177.pdf
Haşim, Ahmet (1989), Bize Göre, Gurubânhâne-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnâmesi,
İstanbul: MEB Yayınları.
Yaşin, Mehmet (2012), “Aşkın Kâbe’si Verona”, Atlas, Eylül 2011, Sayı 222,
http://www.kesfetmekicinbak.com/askin-kabesi-verona/2775n.aspx?Page=1

Sohbet/Söyleşi
Ataç, Nurullah (1961), “Bezenmek”, Türk Dili Dergisi, 10. cilt, sayı 118, Ankara: TDK
yayınları.

You might also like