You are on page 1of 18

Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi

International Journal of Turkish World Scientific Researches

2023; 4(1): 1-18

Moğollarda Aristokratik Devlet Geleneğinin Temelleri ve Uygulaması

Bilen YILMAZ

Makale Bilgisi ÖZET

Makalenin Türü: Araştırma Makalesi Türkler gibi Moğollar da aristokratik devlet geleneğine
sahiplerdi. Her iki milletin de benzer mitolojik hafızaları vardı.
Makalenin Geliş Tarihi: 17.4.2023
Türkler, farklı boy ve ailelere mensup olarak çok sayıda devlet
Makalenin Kabul Tarihi: 24.6.2023 kurmuşken; Moğollar için Borcigin olmaktan öte Cengizli olmak,
DOI: 10.54970/turkuaz.1284473 Asya bozkırlarındaki iktidar savaşlarının en önemli silahıydı.
Cengiz Han, aristokrasi içinde doğmuş; fakat tüm varlık ve
gücünü kaybetmiş bir figür olarak karşımıza çıkar. Bu esnada
Moğol toplumu, efendileri etrafında toplanmış, bağımlı yığınlar
olarak yaşama tutunmaya çalışıyorlardı. Reşidüddîn’in ifadesiyle
“soylu; fakat açlığı ve susuzluğu bilen bir lidere” ihtiyaç vardı.
Cengiz Han bu beklentiye cevap verirken, gücünü toplamak için
bozkırın güçlü aristokratlarından yardım gördü; fakat hemen
ardından ilk darbeyi onlara indirdi. O, eşitler arasında birinci
olmak istemiyordu. Gökyüzündeki Tanrı gibi; yeryüzünde tek
olmak istiyordu. Bu nedenle kurmakta olduğu imparatorluğun
aristokratik devlet temelini yeniden inşa etti. Sivil aristokrasiyi,
askerî hiyerarşi içinde güdümlü hale getirdi. Güven ve sadakate
dayalı yükselen yeni zümreler oluşturdu. Fakat yerleşik
toplumlarla temas neticesinde iki önemli sorun ortaya çıktı.
Bunlardan birisi, zaten yerleşik aristokrasinin kendisiydi. Diğeri
ise daha önce güdümlü hale getirilen; fakat iktidarı, değişmek ve
yozlaşmak ile suçlayan göçebe bozkır aristokrasisiydi. Bu
çalışmada, Cengiz Han’dan önce de varlığı bilinen aristokratik
toplum düzeni ve Cengiz Han ile kurumsallaşan yeni tip
aristokratik devlet geleneğinin değişim, dönüşüm ve uygulama
pratiğine yer verilmiştir

Anahtar kelimeler: Moğollar, Cengiz Han, aristokrasi, devlet


geleneği.

Foundations and Practice of Arictocratic State Rule in the Mongols

ABSTRACT

In Turkish and Mongolian historical studies, the majority of studies on social structure revealed that these
two nations, living with nomadic steppe traditions in similar climates and geography, had an aristocratic
state tradition. Both nations had similar mythological memories. However, for Turks, the state tradition is
not represented by a single family; For the Mongols, being Genghis beyond being Borjigin would be the most
important weapon of the power struggles in the Asian steppes for many years. Genghis Khan was born into
the aristocracy; but he appears as a figure who has lost all his wealthy and power. Meanwhile, Mongolian


Doktor, bağımsız araştırmacı, Antalya/TÜRKİYE, bilenyilmaz111@gmail.com ORCID: 0000-0002-
0310-6930.

1
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

society was trying to hold on to life as dependent masses gathered around their masters. In the words of
Reşidüddin, “noble; but a leader who knew hunger and thirst was needed” While Genghis Khan was
responding to this expectation, he sought help from the powerful aristocrats of the steppe to gather his
strength; but soon after, he dealt them the first blow. He did not want to be first among equals. Like God in
the sky; He wanted to be alone on earth. For this reason, he rebuilt the aristocratic state basis of the empire
he was establishing. He subordinated the civil aristocracy within the military hierarchy. He created new
groups rising based on trust and loyalty. But as a result of contact with settled societies, two important
problems emerged. One of them was the already established aristocracy itself. The other is previously
guided; but it was the nomadic steppe aristocracy who accused power of change and corruption. In this
study, the practice of change, transformation and implementation of the aristocratic social order, which was
known before Genghis Khan, and the new type of aristocratic state tradition institutionalized with Genghis
Khan.

Keywords: Mongols, Genghis Khan, aristocracy, state rule.

GİRİŞ

Moğol toplumunu Cengiz Han mı oluşturdu? Yoksa O, bütünün parçalarından yalnızca biri midir?
Vladimirtsov’un “Cengiz Han genel olarak yeni bir şey getirmedi” (1934: 96) cümlesi ne anlam
ifade ediyor? Cengiz Han mevcut aristokrasi içinden mi geliyordu? Yoksa varlığı ve sınırları
müphem olan sınıflı toplumu, görünür mü kıldı? Kurgu ve gerçek arasındaki Moğolların Gizli
Tarihi (MGT) nasıl okunmalı? Bu soruların cevabını vermeden, Moğol toplumundaki aristokratik
devlet geleneğinin sınırlarını belirlemek mümkün değildir.

Toplumbilim adlandırmaları, her koşulda aynı anlam ve içeriği yansıtmayabilir. Aristokrasi,


demokrasi ve cumhuriyet gibi kavramların kökenleri her ne kadar Antik Yunan’a dayanıyorsa da
M.Ö. 500’lerde Kuzey Hindistan’da da benzer bir yönetim algısının uygulanmış olduğu
bilinmektedir (Ateş, 1986: 13). Bu nedenle başta iklim ve doğa koşulları olmak üzere toplumsal
yapıları büyük oranda farklı olan göçebelerin aristokrasi algısı da farklıdır. Antik Yunan’da
Cumhuriyet ve demokrasinin geniş halk kitlelerine sunduğu sonsuz yetki, eğitimsiz ve bilgisiz
yığınlara, doğru ve yanlışı ayırt etme kabiliyeti sunamazken, kendi varlığına da tehlike
oluşturuyordu. Toplumsal kaos durumlarını bertaraf edecek tek gücün aristokrasi olarak
belirmesi ise paradoksal sonuçlar doğurmuştur. Önceleri, “en iyi” olarak meydan okuyan
aristokrasi, iyi olma vasfını mal-mülk ve soy zenginliğinden değil, bizatihi sonradan kazanılan
yeterlilik ve bilgelik ile açıklıyordu (Göze, 1986: 3-4; Şenel, 2004: 135). Fakat zaman içinde
yozlaşmaya başlayacak olan kavram, soy aktarımını ön koşul olarak belirlemeyi seçti. Ortaya çıkan
sınıfsal eşitsizlikler, huzursuz halk kitlelerini, eşitlik vadeden öğretilere, daha da ötede dinlere
yönlendirdi. Orta Çağ boyunca daha da derinleşecek olan sınıfsal çatışma, bu kez ilahî değil, insanî
aydınlanma ile yüzünü farklı bir yöne çevirdi.

Yunanca aristos (en iyi) ve kratia (güç) kelimelerinin birleşimi olan aristokrasi, kuramsal temelini
Platon ve Aristo’dan alır. M. Ö. 5. yüzyılda, ordulara komuta eden “en iyi ve güçlü” askerlere atfen
kullanılmaya başlandığı görülen kelimenin, o dönem Atina kent devletlerinde büyük değer gören
cesaret ve liyakati karşılamak üzere sıklıkla kullanıldığı ve bu vasıfların zamanla sivil yöneticileri
de kapsam içine aldığı görülür. Fakat kelimenin kapsadığı anlamın tam karşılığı, bu vasıfların
verasetle aktarılmaya başlamasıyla şekillenmiştir. Buna köle-efendi ilişkisi de eklenince, ikincil
bir aristokrasi kavramı belirmiştir. Zenginlik ise kavramın sınıfsal niteliğinin başını çekmiştir
(Fisher, 1993: 74). Bu noktada ilk evre ile temelden bir çelişki görülse de çoğu zaman zaten
yalnızca zenginlerin “en iyi ve güçlü” olabileceği kabulü, meseleyi kendi içinde tutarlı şekilde
çözmüştür. Öyle ki, temelinde Tanrı karşısında her insanın eşitliğini prensip edinmiş olan ilahî

2
Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi
International Journal of Turkish World Scientific Researches

dinler bile aristokrasi ile olan karmaşık ilişkinin tarafı olarak durumu idare etme yolunu
seçmişlerken, Papa’nın bile bu zenginlik karşısında sindiği gözden kaçmamıştır (Latham, 2011:
230). Neticede aristokrasi bu haliyle plütokrasi ile paralel hareket etmiştir. Nitekim bahsettiğimiz
peşin kabul nedeniyle, liyakate dayalı meritokrasi ile de iç içe geçmiştir. Bu durum Fransız ihtilali
öncesine kadar devam eder. Monarşi ile otokrasi arasındaki dengenin sağlanamaması sonucu
geniş halk kitlelerinde tepki belirmiş; buna bir de yoksulluk eklenince devrim kaçınılmaz
olmuştur. Fransız Devrimi ile gelişen “her insan eşit haklarla doğar” yargısının tabi sonucu olarak,
doğuştan gelen soyluluk kavramının “en iyi” olmak için yeterli olmadığı anlaşılmaya başlanmıştır
(Şahin, 2010: 111-114).

Moğollara gelecek olursak: Moğollar da yakın akrabaları Türkler gibi Asya steplerinde en az üç bin
yıldır benzer toplumsal örgütlenme modelleriyle yaşam sürmüşlerdir. Sosyal yapı; oguş (aile),
urug (aileler birliği), bod-boy (bir siyasi teşkilata bağlı), bodun (beyler birliği, siyasi yönden
müstakil veya değil), il (müstakil topluluğun oluşturduğu devlet) (Kafesoğlu, 1992: 215)
şeklindedir. Genel olarak savaş halinde yaşayan bozkır halkları, Kaşgarlı Mahmud’un tabiriyle
“barış zamanında devlet haline geliyorlardı” (Gökalp, 1995: 137). Alt federatif yapılarında boy
beylerince yönetilen göçerler, devlet oluşumu esnasında han, hakan ve kağan gibi unvanları
taşıyan yöneticilerin emrinde birleşiyorlardı. Bu yöneticilerin en temel ve vazgeçilmez vasfı,
toplumsal yapıya (töreye) uymaları ve bilge (yetkin) kişilikte olmalarıdır. Tanrı tarafından
kutsanmış olmak (kut alma) bile ikinci plana atılabiliyordu. Bu nedenledir ki zaman zaman
kurultayların kağan seçiminde belirleyici olduğu görülmüştür (Koçak, 2011: 25). Türkler
açısından bakıldığında, hükümdarın töreyi uygulaması, bilge ve alp olması, doğru düşünmesi,
düşündüğünü uygulaması, cesur ve realist olması (Öztürk, 1973: 39-40) kuralı, Antik Yunan’daki
ilk tip aristokrasiyi (en iyi ve en güçlü lider) işaret ederken; Moğol bozkır aristokrasisi, Ortaçağ
Avrupası’nda görülen ikinci tip (üstün soy) aristokrasiyi işaret ediyordu. Bu durum, aşağıda da
değineceğimiz üzere, Barthold ve Vladimirtsov arasındaki fikir ayrılığında da belirecektir.

1. MOĞOLLARDA ARİSTOKRASİNİN TEMELLERİ

Medeniyet kavramının batı merkezli tanımlamasına göre, göçebe bozkır kültürü, sırf yaşam biçimi
nedeniyle oluşan farka istinaden, gelişmiş-azgelişmiş ya da ileri-geri gibi sınıflandırmalara tabi
tutulmuştur. Üstelik bu tanımlamada en önemli noktanın uzmanlaşma ve örgütlenme olduğuna
vurgu yapılır. Ne var ki çoğu yerleşik toplumların devlet örgütü ile tanışması, göçebe bozkır
kültürü ile teması sayesindedir (Rasonyi, 2017: 36-37).

Yukarıdaki açıklamaya tezat gibi görünse de göçebe devletin oluşumu ve pastoral karakterini
muhafazası da tarımcı ve şehirli toplulukların varlığına muhtaçtır. Üstelik göçebe topluluk
içindeki sosyal tabakalaşma sınırlıdır ve bu da devlet olma şartlarını karşılamaya yetmez. Öyleyse
göçebe devlet, varlığını fetih teorisine1 borçludur. Göçebelik, çevresine sadece iktisadî yönden
değil, sosyo-politik ve kültürel yönden de uyum sağlamak durumundadır. Bu uyum
mekanizmasının ucunda fetih bulunur (Khazanov, 2015: 350). Fetih ise sosyal sınıfların
oluşmasında tetikleyici rol üstlenir (Wittvogel, 1963: 324). Bu durumda Cengiz Han’dan önce var
olduğu düşünülen aristokrat sınıfın yönetme erkinin devlet kurmaya yetecek oranda tabakalaşma
yaratamadığı sonucuna varılabilir. Ömrünün büyük kısmını iç mücadeleler ile geçiren ve sınırları
aştığı esnada ölen Cengiz Han’ın açtığı yolda en önemli adımın oğlu Ögedey tarafından atılmış
olduğu anlaşılmaktadır ki, devletin genetik şifrelerini barındıran Moğolların Gizli Tarihi’nin (MGT)

Bu teoriyi temsil edenlerin başında Gumplowicz, Oppenheimer, Thurnwald, Westtermann ve


1

Eberhard gelmektedir.

3
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

yazılışı da bu zaman dilimine denk gelmektedir. Nitekim bu ana kadar var olmayan efsanevi bir
şecere yazıldığı gibi, sosyal tabakaların yer ve sınırları da çizilmiş oldu.

1.1. Kurgusal (Mitolojik) Temel

Göçebe bozkır toplumları genel manada han ve halk olarak iki ana tabakadan oluşurlar. Halk
içindeki sınıfsal farklar -en azından Moğollar açısından- çağdaşları olan komşu toplumlardaki gibi
kesin çizgilerle belirlenmiyordu. Han ve ailesi açısından Moğol aristokrasisinin gerçekçi toplumsal
temelleri olmakla birlikte, kurgusal veya mitolojik olarak adlandırılabilecek bir temeli de
bulunuyordu. Bu mitolojik soy anlatısı her ne kadar bütün Moğolların atalarını bir kurt ve bir
geyiğe bağlasa da bir noktada soyun kutsiyetine Tanrı’nın bizzat müdahale ettiği görülür.

Kurgusal (mitolojik) temele göre Cengiz Han’ın büyük büyükannesi olarak kabul edilen Alan
Goa’nın, kocasının ölümünden sonra evlenmediği halde üç çocuk dünyaya getirdiği ve bunun da
sarışın ve ela gözlü bir adam kılığına giren Tanrı vasıtası ile mümkün olduğu şeklindeki
savunusunun, Moğol yönetici ailelerinin en önemli referans kaynağı olduğu bilinir. Nitekim bu
anlatı, MGT (2016: 3-9) ile kayıt altına alınarak büyük oranda resmiyet kazanmıştır. MGT esasen
var olan ya da biçim değiştiren aristokrasinin temellerini de atmıştır. Reşidüddîn’in (1374: 169)
“Moğolların zan ve takrirlerine göre -günahı anlatanın boynuna-” (be zu’m-i Mogol ve’l-uhdetu
ale’r-ravi) ifadesiyle aktardığı bu anlatıda Alan Goa, çocuklarına şu şekilde seslenmektedir:

“Kardeşlerinizi (güya bacadan sızan ışıktan hamile kalınmak suretiyle dünyaya gelen bu
çocukları) karabaşlı adi insanlarla mukayese ederek nasıl böyle konuşabiliyorsunuz? Onlar
bütün insanların Hanı oldukları zaman adî halk gerçeği anlayacaktır” (Reşidüddin, 1374: 171).

Cengiz Han, Alan Goa’dan doğan olağanüstü çocukların en küçüğü olan Bodonçar’ın dokuzuncu
göbekten torunudur. Nitekim Borcigin kabilesinin (oboh) Kıyat oymağına (yasun) bağlı Cengiz
Han’ın başarısının ardından Moğol aşiretlerini Kıyatlara mensup olanlar ve olmayanlar diye ikiye
ayırma geleneği yerleşmişti. Kıyatlar, saf ve temiz anlamına gelen Nirunları1 (Reşidüddin, 1374:
171) oluştururken; diğerleri için Dürlükinler adı kullanılacaktır. Bu sayede Cengiz ve ailesi Tanrı
çocukları, onların emirleri ise Tanrı’nın emirleri olarak kabul görecektir. Nitekim Cengiz’in büyük
han ilan edildiği 1206 kurultayında, Tanrı buyruğunun bizzat Şaman Kokoço (Teb-Tengger)
tarafından açıklanması da tesadüf olmasa gerektir.

Cengiz ve ailesine dair aristokratik kurgusal temelin daha birçok referansı vardır. Avuç içinde kan
tutarak doğumu, müstakbel kayınpederinin görmüş olduğu rüya (MGT, 2016: 19) ve
düşmanlarından kaçtığı esnada kendisine yol gösteren Tanrısal işaretler (MGT, 2016: 23-41)
bütünüyle onun asaletinin göstergeleri olarak sunulur. Dahası, zafer yolunda Burhan Haldun

1El Ömerî (2014: 58) konuyu şöyle anlatır: “Alan Kua 'nın kocası ölünce dul kaldı. Kocası ölmeden bir
süre önce Alan Kua hamile kalmıştı, fakat kocası onun kendisinden olmadığını söyledi. Bu konuda
karar verecek birine müracaat etti. O da kadına kimden hamile kaldığını sordu. Kadın şu cevabı verdi:
Kimseden hamile kalmış değilim. Bir gün oturuyordum ve apış aram açıktı. Bir nur indi ve apış arama
üç defa girdi. Böylece hamile kaldım. Ve ben üç erkek çocuğa hamileyim. Çünkü o nurun her girişinde
bir çocuğa hamile kaldım. Bana onları doğuruncaya kadar süre verin. Eğer üç erkek çocuk doğurursam,
söylediklerimin doğru olduğunu anlarsınız, aksi halde benimle ilgili istediğiniz kararı verirsiniz.
Gerçekten de bir batında üç erkek çocuk doğurdu: Bukin Fugagi [Bugu-hadagi], Bosan Salci [Buhatu-
salci] ve Budancar [Bodonçar-mangkah]. Bu üç çocuk, annelerinin bir nurun apış arasına girdiğini iddia
etmesi sebebiyle nuranî çocuklar olarak bilindi. Bu yüzden Cengiz-Han'a Güneşin oğlu denilir.”

4
Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi
International Journal of Turkish World Scientific Researches

Dağı’na çıkarak aç susuz şekilde kendini izole etmesi, ilahî dinlerin peygamberlerini andırıyordu
(Amitai, 2010: 126; Bira, 2003: 76). Benzer bir anlatı Hayton tarafından aktarılmıştır ki, İslam
Peygamberi Hz. Muhammed için aktarılan güvercin anlatısını anımsatmaktadır:

“Cengiz Han ölüm tehlikesinden kurtulmak için dikenli çalıların arasına girdi. Düşmanları
takipten karargâhlarına dönüp yağmaya giriştiler ve ardından da saklanmış kişileri aramaya
başladılar. Ancak bu sırada bir kuş, duc olarak anılan puhu kuşu, imparatorun ardına
saklandığı çalının üstüne kondu. Kuşun çalının üstünde olmasından ötürü bunun ardında
kimsenin olmayacağını düşünen düşmanları “eğer burada saklanmış bir kimse olsaydı buraya
kuş konmazdı” diyerek burayı aramaktan vazgeçtiler” (Hayton, 2015: 78).

Kurgusal temelin, yer yer Cengiz Han ve Moğolları çok sert şekilde eleştiren ve hatta lanetleyen
yazarlarca da kabul görmüş olması ilginçtir. Örneğin Cüzcanî, Hâce Ahmed-i Vahşi’den duyduğu
şekliyle şunları aktarmaktadır:

“Cengiz Han, Tabgaç memleketlerini zapt edip, dört yıl boyunca orada fesat çıkarıp, kan
döktükten sonra bir gece rüyasında gayet uzun bir sarığı başına dolamakta olduğunu gördü.
Bu sarık dolana dolana büyük bir harman gibi olmuştu ve yorgunluktan bitap düşmüştü.
Uyandığında yakınlarına ve ilim erbabına rüyasını anlatıp yorumunu sorduğunda kimse cevap
veremedi. Daha sonra Müslüman bir tacir çağırıldı. O, sarığın Arapların tacı olduğunu ve İslam
memleketlerinin Cengiz Han’ın tasarrufuna gireceğinin işareti olarak yorumladı. Bu yorum
Cengiz Han’ın hoşuna gitti” (Cüzcanî, 2016: 56).

Moğol şiddetini derinden yaşayan Ermeni tarihçi Aknerli Grigor ise Cengiz Han’a ait asalet
anlatısını şu şekilde aktarıyordu:

“Önceleri putperest olan Moğolların akılları başlarına gelince bu bozuk inançtan vazgeçip
Tanrı’dan af dilediler ve O’nun emirlerine uymaya söz verdiler. Bunun üzerine melek, altın
tüylü bir kartal şekline girip, kendi lisanlarıyla konuşarak onlara göründü ve Cengiz adını
taşıyan reislerini çağırdı. Ona Tanrı’nın bütün emirlerini buyurdu ve kağan unvanı verdi.
Ayrıca, çok memleketler ve eyaletler zapt ederek hadsiz hesapsız surette çoğalmalarını dahi
söyledi ki, bu aynen hâsıl olmuştur” (Grigor, 2012: 19-20).

1.2. Toplumsal Temel

Moğol kabileleri, avcılığa dayalı orman kabileleri olan “hoyin irgen” ve çobanlardan oluşan bozkır
kabileleri olan “ke’er-ün irgen” olarak ikiye ayırılıyordu. Bunlar arasında gerek siyasî gerekse
sosyal yönden en aktif olanlar “Ke’er-ün irgen” yani bozkırda yaşayan göçebe kabileler idi. Kan
bağları ile birleşen “yasun” (kemik), birçok yasun’un birleşmesi ile “oboğ” (oba), obaların
birleşmesi ile “irgen” (halk, boy) meydana geliyor ve birçok halkın birleşmesi ile de “ulus” (devlet,
millet) teşekkül ediyordu. Siyasî hayat açısından en etkili birim, irgen (yani kabile) idi. “İrgen”
kavramı kabile manasının yanı sıra yabancı devlet anlamında da kullanılıyordu (Danuu, 2016: 17-
18).

Moğol devlet geleneği, Türklerde olduğu gibi bozkır aristokrasisine göre tatbik edilmiş ve toprak
bağlılığı yerine soy bağını benimsemişti (Arsal, 1947: 371). Fakat aynı soya mensup bulunan
kardeş (urux) olanlar arasında da eşitlik yoktu; zenginleri, yoksulları, nüfuzluları, nüfuzsuzları

5
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

vardı. Kendi kabilesi tarafından yeterince kollanamayan aileler, başka kabile şeflerine (noyan)1
bağlanmak zorunda kalıyorlardı. MGT’de adları geçen kara halkın (haraçu)2, noyad (noyanlar)
nüfuzu altına girmeleri -bu durum XII. yüzyıl sonlarına doğru belirginleşmeye ve yerleşmeye
başlamıştır- Cengiz Han devrinde kurumsallaşırken, köle durumundakilerin (bogol) konumu
değişmediği gibi vasıfları çeşitleniyordu. Bu noktada varlığından şüphe edilemeyen bozkır
aristokrasisi, geleneksel temeliyle birlikte kurumsal bir nitelik kazanıyordu (Vladimirtsov, 1995:
108-109).

Göçebe toplumların sosyal ve iktisadî yapısındaki temel dinamik, bozkır kültürüdür. Bu kültürün
başlıca aktörleri ise “en güzel otlakları ele geçirmek için itişip kakışan ve bazı hallerde gezinmeleri
asırlar süren hayvan sürülerini yaylak ve kışlak arasında getirip götüren Türk-Moğol
kavimleridir” (İlgen, 2010: 823). Türkler gibi Moğollar da devletleşme süreci öncesinde dağınık
halde yaşam sürerken, toplumsal uzmanlık ve tabakalaşmadan görece uzak durmuşlardı. Göçebe
toplulukların yerleşikler üzerine sistemli akınlar düzenleme zorunluluğu ortaya çıktığında ise iç
hesaplaşma ve yine zorunlu birleşme süreci başlamış ve böylece sosyal farklılıklar artma
eğilimine girmişti. Nitekim Oppenheimer’a göre (1997: 43) “devlet, oluşumu sırasında tümüyle
zafer kazanmış bir insan grubunun, yendikleri üzerindeki egemenliğini bir düzene bağlamak ve
kendini içten gelecek ayaklanmalarla dıştan gelecek saldırılara karşı güvenceye almak amacıyla
kurduğu ekonomik sömürü organından başka bir şey değildir.” Khazanov’a göre (2015: 356) ise
bu düzeni ayakta tutacak olan tek güç, fetihtir.

Cengiz Han’dan önce Moğol toplumunda sınıfsal farklılıkların varlığı ya da durumu hakkında net
bilgilere sahip olamasak da 13. yüzyıl başlarında genel görünüm hakkında bir takım malumata
sahibiz. Her ne kadar Vladimirtsov (1995: 133-180) bu evreyi göçebe feodalizmi olarak tanımlasa
ve tabakalaşmaya vurgu yapsa da gerek MGT, gerekse de Camiü’t-Tevârih bu dönemde toplumsal
bir uzlaşı veya koordinasyonun varlığına dair net bilgiler aktarmazlar. Aksine MGT’nin epik dili,
bu dönemi kargaşa, güvensizlik ve huzursuzluk ortamı olarak tanımlar (Khazanov, 2015: 357).
Fakat MGT içinde, Cengiz Han öncesi toplumsal uzlaşı yoksunluğuna rağmen, Cengiz ailesinin tüm
fertlerinin aristokrat sınıftan olduğuna yapılan açık atıflar, Orta Çağ Avrupası’nın feodal3 düzen
içindeki aristokrasi ile bire bir benzemese de soylu tabakaya vasallık ilişkisiyle bağımlı
tabakaların varlığı inkâr edilemez:

“Benim dedemin eşiğinde köle idiniz,


Benim dedemin kapısında hizmetçi idiniz…
Elbise ile doğmuş bir çocuğum ben,
Çırılçıplak doğmuş bir çocuksun sen!” (MGT, 2016: 105).

Cengiz Han’ın aristokrasi içinden geldiğine dair temkinli yaklaşılması gerektiğini düşünen
araştırmacılar da vardır. Bunların başında Amitai (2004: 693) gelmektedir. Henüz Cengiz adını
almadan önce kullandığı Temuçin adının Gizli Tarih’te geçtiği şekliyle, doğumu esnasında esir

1 Noyanlar arasında da güç ve azamet farkı bulunuyordu. Nitekim Cengiz Han, Burguci-noyan’ı
hanlardan aşağıda fakat diğer noyanlardan yukarıda konumlandırmıştı (Reşidüddîn, 1362, I: 126). Ata
Melik Cüveynî de (2013: 453) Uluğ (Yeke) Noyan adını Cengiz Han’ın oğlu Tuluy için kullanmıştır.
2 Aristokratik toplum düzeninde haraçuların, kesimlik küçükbaş hayvan ve feodal kamplarına vade ile

sağmal hayvan temini gibi mükellefiyetleri vardı (Yakubovsky, 2000: 18).


3 Rasony (1971: 180) her yıl Cengiz Han ve şehzadeler için sunulan tüm Moğol kızları örneğinin, Avrupa

feodalizminde görülen mütegallibelik ile benzerliğine dikkat çelmektedir. Nitekim Vladimirtsov’a göre
de (1995: 123) Moğol hanlarının hâkimiyeti zorba (usurpateur) hâkimiyetiydi.

6
Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi
International Journal of Turkish World Scientific Researches

alınmış olan bir Tatar’ın adının verilmesi olarak açıklanması tartışmaya açıktır. Nitekim Amitai
(2004: 693) Cengiz’in, han olmadan önce demircilik mesleği ile uğraştığını ve adının da mesleği
nedeniyle sonradan verilmiş olması gerektiğini ifade etmiştir.

Şimdilik meseleyi Cengiz Han özelinden çıkaracak olursak, Moğol toplumundaki aristokrasiyi,
zenginlik ve köle-efendi eksenli göçebe feodalizmine bağlamak için ölü gömme adetlerine de
bakmak uygun olacaktır. Nitekim soylu mezarlarının sıradan mezarlarla olan farkı, han ve ailesine
münhasıran betimlenmekten ötedir. Plano Carpini, Moğol soylu ailelerine ait mezarları ve ölü
gömme adetlerini şöyle aktarmaktadır:

“Soylu biri öldüğünde, onu bozkırda gizlice kazdıkları çok sevdiği bir yere gömerlerdi. Soylu,
otağın içinde oturmuş gibi, önünde bir masa, üstünde bir kâse dolusu et ve bir testi kımız, bir
kısrak veya yavrusu, bir at eğer ve üzengileri ile birlikte gömülürdü (Ayan, 2015: 51)…
Soylulardan bazılarını başka şekilde gömdükleri de olurdu. Önce kimseye görünmeden
bozkıra çıkarlar, orada çayırlık bir yerde büyük bir çukur kazarlar ve bu çukurun etrafında bir
tünel açarlar. Ondan sonra bu tünele ölen kişinin en sevdiği kölesi yatırılarak, ölüyü de onun
üzerine koyarlar. Köle havasızlıktan boğulmak üzereyken, tünelden çekip çıkarırlar,
dinlenmesini sağlarlar ve bu töreni üç defa tekrar ederler. Neticede böyle bir törenden canlı
olarak kurtulan köleyi azat ederler” (Ayan, 2015: 53).

12. yüzyıl boyunca Moğollarda toplumsal yapının temeli ataerkil sistem üzerine kuruluydu. Baba
tarafından akrabaların kurduğu birliğe “obog” deniyordu (Vladimirtsov, 1995, s. 46). Fakat yine
de çağdaş kültürlere nazaran kadının ve ana figürünün gücü açıkça hissediliyordu. Klan dışından
evliliğe önem veriliyordu. Birden fazla kadınla evlilik ve çevre kabilelerden kız kaçırma oldukça
yaygındı. Ekonomik kaygılarla çoğu zaman savaş halindeki kabilelerin, bu tip sosyal gerekçelerle
de birbirleriyle savaştıkları oluyordu (Vernadsky, 2015, s. 27). Oboglar, dış evlilikler sayesinde
büyüdükçe, bölünmeye başlayarak farklı obogların oluşması ve daha da ileride yeni klanların
oluşmasını sağlıyordu. Fakat yine de klanlar, hangi klana ve hangi oboga dayandıklarını
hatırlıyorlardı. Klanın birliği için soy bağı temel şart olsa da dinî ve geleneksel kaideler etrafında
da birlik sağlanıyordu. Nitekim dinî törenlerden dışlanmak, zaten klandan kovulmak anlamına
geliyordu. Aile içinde hiyerarşik bir yapı vardı. En büyük erkek çocuğa hizmette kusur edilmez ve
zamanla kendisine “beki”1 unvanı verilirdi. En küçük erkek evlat ise baba ocağının dirlik ve
düzenini sürdürüp, ateşin her daim yanmasından sorumluydu ki bu nedenle “odçigin” olarak
adlandırılmıştı (Vladimirtsov, 1995: 43).

Moğol bozkır göçebelerinin temel geçim kaynakları at ve koyun sürüleriydi. Klan, mevsim
değişimlerini takip ederek hayvanlarını otlatmak ve karınlarını doyurmak için toplu şekilde
göçüyordu. Konaklama noktalarında ise “küriyen” veya “küregen” adı verilen bir oturum düzenine
geçerlerdi. Klanın lideri en içte olmak üzere, diğer ailelerin çadırları onun etrafında daire
biçiminde toplanıyorlardı. Bazı zengin ailelerin kendi başına hareket ettikleri de oluyordu. Bu
türden oturum düzenine ise “ayil” deniyordu (Vladimirtsov, 1995: 62). Bu zengin ve kalabalık
ailelere hizmet eden bağımlı veya köle olarak da tabir edilen “unagan bogol” aileler de vardı.
Genellikle başka bir kabile ile yapılan savaşta yenilen tarafın bu statüye düştüğü söylenebilir ki;
bu statünün, Ortaçağ Avrupa feodalitesi ile mukayese edilebilir bir aristokrasi düzenine işaret
ettiği düşünülebilir (Vernadsky, 2015: 29). Moğol şövalyesine “bagatur” denirken, bir grup
bagaturun başındakine ise “noyan” denirdi ki bu da Avrupa’daki “lord” a karşılık geliyordu. Ayrıca
Moğolların, Cengiz Han’dan az evvel patriarkal toplumdan feodalizme geçiş sürecini tamamlamış
olduğuna işaret eden bazı göstergeler de mevcuttu. Bunlar, bozkır aristokrasisinin ortaya çıkışı,

1 Vladimirtsov’a göre (1995, s. 115) bu unvan da aristokrasiye işaret etmektedir.

7
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

kabile birliklerinin teşekkülü, bireysel göç tarzından toplu göç tarzına geçiş ve sürek avlarının
düzenleniş şekillerindeki değişmeler olarak sıralanmaktadır (Tuğrul ve Korkut, 2021: 156). Ama
yine de Avrupa feodalizminden, sınıfsal geçişler ve hukukî haklar konusunda ayrı tutulması
gerektiğine işaret eden araştırmacılar da var. Biran’a göre (2019: 21) Moğol toplumunu belirleyen
soylular, halk ve bağımlılar arasında keskin çizgiler yoktu ve bunun temel nedeni göçebe hayat
tarzıydı. Moğol toplumunda han ve ailesini bir tarafa bırakacak olursak aristokratik zirveyi
“noyanlar” oluşturuyordu. Cengiz Han zamanında yeniden toplumsal hayata entegre edilen
“tarhanlar” ise aristokrat sınıftan olmasalar da Han’ın güvenini kazanmış olmaları ve onun
tarafından ödüllendirilmiş olmaları nedeniyle ayrıcalıklı konumdalardı (Roux, 2001: 143).

Vladimirtsov’a göre Moğol toplumunu “göçebe feodalizmi” olarak adlandırdığı bir evreden
geçiyordu. Görüşünü desteklemek adına, toplumsal hayattaki iş bölümünü öne sürse de
Khazanov’a göre bu yetersiz bir savunmadır. Ona göre MGT’de sıkça geçen “marangozlar” ve
“demirciler” gibi meslek gruplarının feodal düzenle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Avrupa
feodalizminin, vasallık ilişkisini bozkır hayatında görmek imkânsızdır. Esasen zaten bütün
Moğollar, Han’ın vasalı konumundadır (Khazanov, 2015: 360). Ayrıca toplumsal tabakalar
arasındaki ast-üst ilişkisi, temel kaynak ve araçlara erişim imkânıyla değil; güç ve iktidar (han) ile
olan ilişkiyle belirlenmiştir. Bağlılık ve sömürü ilişkisi aslında Moğol aristokrasisi ile fethedilen
halklar (Moğol olmayan) arasındaydı (Khazanov, 2015: 364).

Weatherford’a göre (2019: 21) Cengiz Han, içinden geldiği aristokratik feodal sistemi yıkarken,
bireye ait erdemlere, sadakat ve başarıya dayalı yeni bir düzen kuruyordu. Marshall’a göre (1996:
16) sadakat başarıyı değil; başarı sadakati getirmiştir. Babasına ve ailenin geri kalanına yapılan
suikast girişimlerini hayatının sonuna dek unutmayan Cengiz Han, kurmaya çalıştığı devletin
temelini “güven ve sadakat” temeli üzerine inşa ederken, aristokrasiyi de dizginlemeyi
planlıyordu. Bu nedenle yakın korumalarına (hassa ordusu) özel bir değer biçmişti. Çelişkili gibi
görünse de bu birlikleri daha çok Moğol aristokrasisi içinden seçiyor, böylece hanedan dışı güçleri
de itaat altına almayı hedefliyordu (Uyar, 2007). Bu noktada Aristokrasi ile olan savaşını, yine
aristokrasiyi kullanarak sürdürüyordu.

Cengiz’in aristokrasi içindeki konumunu belirlemek üzere bazı toplumsal unvan ve kalıpların
kullanımına dikkat etmek gerekir. Bagaturların yönettiği halka “karaçu” denirdi. Bunlar hür
olmalarına rağmen içtimai bakımdan aşağı seviyede görülen insanlardı. Alan Goa’nın çocuklarına
hitaben “kardeşlerinizi karabaşlı insanlarla nasıl mukayese edersiniz” cümlesinde geçen
“karabaşlı insanlar” işte bu halktır. Temuçin’in babasının “bagatur” unvanını kullandığı
düşünülürse, Cengiz Han’ın aristokrasi içinden geldiğini söylemek yanlış olmaz. Gelecekte Cengiz
Han olarak anılacak Temuçin’in kanımızca bu gerçeklerden bağımsız şekilde devlet kurmaya
teşebbüs etmiş olması mümkün değildi. Zira Moğol aristokrasisinin tepesinde han ve sülalesi
bulunuyordu. Daha sonraki üst tabakayı Noyanlar oluşturuyordu. Fakat bunlar da kendini
tanımlayan bagatur (yiğit), seçen (bilge), mergen (nişancı), bökö (pehlivan) gibi lakaplar
alıyorlardı (Vladimirtsov, 1995: 114). Her bir kabilenin başındaki kabile reisi ve onun yakınları
sıradan kabile üyelerinden farklı bir statüdeydi. Kabileler de kendi arasında ast-üst ilişkisi içine
girme eğilimindeydiler. Diğer göçebe çoban kabilelere boyun eğen vassal göçebe çoban kabileler
bulunuyordu ki Moğol Devleti bu nedenle sadece göçebelerin yerleşiklerle mücadelesi ile değil
aynı zamanda göçebelerin ayrıcalıklı unsurları ile onlara tabi sıradan gruplar arasındaki
ihtilaflarla doğmuştu (Khazanov 362).

Cengiz Han devrine kadar Moğolistan coğrafyasında kimsenin dikkatini çekmeyen, geleneklerle
sınırlandırılmış ve doğal ekonomiye bağlı olarak yaşayıp, Alan Goa efsanesinden bihaber yaşayan

8
Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi
International Journal of Turkish World Scientific Researches

Mongoloid halklar bulunuyordu. 12. yüzyıla gelindiğinde yaygın şekilde kullanıldıkları görülen
sosyal unvanlar, farklılaşmayı tetiklemeye başlamıştı. Fakat bu unvanların mitolojik soylulukla ya
da mal zenginliğiyle doğrudan bağlantısı yoktu. Bu unvanlar şahsî icraat ve kabiliyet ile alakalıydı.
Bu bireysel liderlik yetisini başarıya dönüştürecek olan ise Moğollar arasında güçlenmeye
başlayan kolektif sorumluluk bilinci olmuştur. Esasen Vladimirtsov’un göçebe feodalizmini bu
temel üzerinde kurgulamak yerinde olacaktır (Gumilev, 2013: 30-31). Nitekim Gumilev’e göre
(2013: 48) Temuçin, bir hükümdar veya feodal senyörün oğlu değil, aksine bütün serveti sahip
olduğu enerji ve emsalsiz teşkilatçılık kabiliyetinden ibaret olan bir bahadırın oğluydu. Fakat
Gumilev’in bu tespiti, bu esnada varlığı tartışmasız olan Moğol bozkır aristokratik toplum gerçeği
ile çelişmektedir. Zaten aynı yazar bir başka paragrafta (2013: 63) “Aslında Temuçin, ne Toğrul
gibi han, ne de babası gibi zengin bir kabile reisi idi.” cümlesi ile aristokratik toplum düzenine
vurgu yaparken; Temuçin özelinde var olan fakat kaybedilmiş bir aristokratik güce işaret
etmektedir.

Esasen Cengiz Han, kurduğu devletle aristokrasiyi arkasına alarak yine aristokrasi ile savaşmıştır.
Moğol tarihinin en önemi isimleri arasında olan ve tüm Kıpçaklar ile Doğu Avrupa’yı dize getiren
Cebe1 (Zurgadai) Noyan ve İran ile Anadolu’yu yıkıp geçen Baycu Noyan’ın, Tayciutlar’ın Busut ve
Suldus alt klanından olduklarını ve dolayısıyla aristokrasi içinden geldiklerini belirtmek gerekir.
Zira Moğol aristokrat kabileleri arasında öne çıkanların başında Tayciutlar gelir. Reşidüddîn’in
çok büyük ve asil bir kavim olarak tanımladığı Tayciutlar, bazı rivayetlere göre Moğolların
efsanevi lideri Haydu’nun torunu Çarahay-linhu’ya dayanan bir klandı (Vladimirtsov, 1995: 115).
Diğer bir anlatıya göre Habul Han ölürken, hanlığı yedi oğlundan birine değil; Tayciutlardan
Ambagay’a bırakmıştı. Borciginlerden olmayan Ambagay’ın tarihsel düşman olan Tatarlarca
yakalanması ve Kuzey Çin hükümdarı Altan Han tarafından da katledilmesi sonucunda Moğolların
birliği bozulmuştu. Böylece Moğollar Cengiz Han’a kadar bir daha toparlanamamışlardı (Dalay,
1996: 43). Fakat bir ara Cengiz Han’ın babası Yesugey’e bağlı olarak yaşam süren Tayciutların,
onun ölümünün peşi sıra birlikten ayrılmaları ve dahası henüz küçük yaştaki Temuçin’i (Cengiz
Han) öldürmek istemeleri yine Moğol toplumundaki aristokrasi savaşının en açık göstergesiydi.

2. CENGİZLİLER DEVRİNDE MOĞOL ARİSTOKRASİSİNİN PRATİĞİ

Cengiz Han, kurmakta olduğu imparatorluğun askerî yapısından başlamak üzere, hukuk düzeni
dâhil birçok devlet geleneği uygulamalarında eski Türk devletlerini örnek almıştır. Devlet
merkezi olarak seçtiği bölgenin Ötüken; şehrin ise Karakurum olması dahi bu görüşü
desteklemeye yeter. Nitekim mevcut aristokrasiyi dengelemek adına yeniden dirilttiği “tarhanlık”
uygulaması da Türk kültürü bakiyesiydi (Golden, 2018: 130).

Cengiz Han’ın pay ettiği sosyal, askerî ve idarî mevkiler, geleneksel toplum yapısından sıyrılma
eğiliminde olduğunu ve “uluslaşma” evresine geçildiğini gösteriyordu (Roux, 2001, s. 144). Fakat
Vladimirtsov’a (1995: 119) göre Moğol siyasal gelişiminde, halk uluslaşma sürecine dâhil
edilmemiş; aksine bu, aristokratik bir mesele olarak kalmıştı. Bu durumda, Cüveynî’nin (1988:
96) örnek olarak verdiği ve Yasa’da yer aldığı şekliyle “şehzadelerin ve devlet büyüklerinin
gösterişli elbiseler giymesi, şatafatlı lakaplar kullanması yasaktır” cümlesinin samimiyetine
temkinli yaklaşmak gerekir. Reşidüddîn ise bir taraftan Cengiz ailesinin aristokratik temellerini
yüceltirken, diğer taraftan Gazan Han devrindeki reformları yüceltmek uğruna, feodal angaryanın

1Eski adı Zurgadai (Cirho’adai) iken Cebe (ok ucu) ismi bizzat Cengiz Han tarafından kendisine
verilmiştir (MGT, 2016: 75).

9
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılışını-nitekim bu gerçeğin varlığını kabullenerek-


övgüyle aktarmaktadır. Bunu yaparken de Gazan Han’a ait ifadeleri kullanmaktadır:

“Herkes biliyor ki, Moğol ulusunu oluşturan cesur babalarımız çok ağır yükümlülükler
altındaydılar. Hayvanlarından kopçur alınıyordu. Yasak ve kalan üzerlerinde bir yüktü.
Yamların bakımından sorumluydular. Birçok Moğolun kileri boşalmışken hem yöneticilere
hizmet ediyor hem de savaşlara gidiyorlardı. Biz bunları yoluna koyduk.” (Rashid-ad-Din,
1957: 292).

Moğol toplumundaki aristokratik teamüllerin Cengiz ailesi özelindeki yansımasına farklı bir
mecradan yaklaşmak isteyen araştırmacılar da olmuştur. Vladimirtsov (1995: 128-131),
Barthold’un (1963: 137; 2015: 167) Cengiz’in Moğol soylularını temsil ettiği, Camuha’nın ise
görece daha demokrat ve halkçı olduğu yönündeki fikirlerine ilk zamanlar katılmakla birlikte;
sonradan tamamen reddetmiştir. Ona göre Camuha, Cengiz etrafında toplanmaya başlayan
aristokrasi karşısında, mecburen böyle bir tavır takınmak zorunda kalmıştı. Aslında Camuha da
soylu sınıftandı. Bunun sağlamasını da, Camuha’nın kendi askerleri tarafından Cengiz Han’a teslim
edildiğinde1 Cengiz’in “Köleler, kendi efendilerini yakaladılar” şeklindeki ifadesiyle yapmaktadır.
Fakat aynı Vladimirtsov (1995: 78-79), ari soy mitlerinin bu dönemde suni olarak Cengiz ailesi
tarafından üretildiğini, esasen aristokrat sınıfına dâhil olmak için bunun tek koşul olmayıp,
zenginlik ve siyasal gücün de yeterli olduğu görüşündedir. Nitekim Camuha’nın soyu, Cengiz Han
ile ortak ata olan Bodunçar’a dayanmayıp; onun haremine girdiğinde zaten hamile olan bir
cariyeden doğan çocuğa dayanmaktadır (MGT, 2016: 12).

Gökteki Tanrı gibi, yeryüzünde tek olmak isteyen Cengiz Han’ı ve demokrasi kavramını yan yana
getirmek olası görünmez. Fakat Cengiz Han, bugünden bakıldığında demokratik teamüller gibi
algılanabilecek bazı uygulamaları, esasen yine aristokratik devlet geleneğine uydurmayı bilmiştir.
Uygulamaları yasal zemine oturtmaya gayret göstermiştir. Büyük önem verdiği baş yargıçlık
(yarguci) makamını, çocukluğundan beri adaletine inandığı en küçük kardeşi Şigi Kutuhu’ya
vermişti (Arsal, 1947: 371). Zaten kardeşine söyledikleri de bir noktada emir niteliğindeydi:

“Tanrı’nın verdiği güçle bütün ulusu iradem altında toplarken sen benim gözüm ve kulağım
oldun. Şimdi sen bütün halkı kendi adlarına göre ayırarak, analarımıza, bize, kardeş ve
oğullarımıza taksim et. Öyle ki, keçe çadırda oturanlarla tahta kapılı evlerde oturanlar
birbirinden ayırt edilsin” (MGT, 2016, s. 136).

Cengiz Han’ın, varlığından beslendiği; fakat bir anlamda da ayak bağı olarak gördüğü geleneksel
Moğol aristokrasisi, başka faktörlerin de devreye sokulmasıyla bertaraf edilebilirdi. 12. yüzyıl
boyunca merkezî idareden mahrum olarak bozkırda savrulan Moğollara, en azından huzur
vermeyi başarmış olan şamanlar, bu aşamada taraf seçmek zorundaydılar. Mönglik ailesinin ve
Tebtenggeri’nin Cengiz Han’ı desteklemeleri kaçınılmaz olmuştu (Roux, 2001, s. 148). Esasen
Moğol aristokrasisi bir lider arıyordu. Khazanov’a göre (2015: 359) bu esnada Moğol toplumu
dışarıya yayılma ihtiyacı içindeydi. Ama Cengiz’in bu gücü aristokrasi ile de paylaşmaya
tahammülü yoktu. Nitekim aristokratik yapısıyla öne çıkan kurultay toplantılarında da yüksek ses
çıkmasına izin verilmiyordu. Yani Cengiz Han, eşitler arasındaki birinci değildi. Moğol

1 Barthold (2015: 167-168) MGT’de geçtiği şekliyle Camuha’nın 1205 yılında Cengiz Han tarafından
idam edildiği kaydına şüpheyle yaklaşmaktadır. Barthold, Cüveynî tarafından kaydedilmiş olan bir
hikâyede, 1220 yılında Buhara’da ele geçirilen ve Cengiz Han tarafından öldürülen “Bahadır Gürhan”
adlı kişinin Camuha olabileceği üzerinde durmaktadır.

10
Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi
International Journal of Turkish World Scientific Researches

aristokrasisi hiçbir zaman onunla eşit olmayı tahayyül edemezdi. En yüksek karar mercii kağandı
(Temir, 1989: 117). Reşidüddin’in, Cengiz’in hanlık yolundaki mücadelelerini bu denli detaylı
anlatması da, bu mücadeleyi esasen Moğol aristokrasisini bastırma hikâyesi olarak kaydetme
isteğiyle açıklanabilir (Khazanov, 2015: 358). Bu açıdan bakıldığında, Cengiz Han hiçbir zaman
halk lideri olmamış, gerek Gizli Tarih’te gerekse diğer kaynaklarda halka hitaben bir seslenişine
şahit olunmamıştır. O doğrudan noyanlara, bahadırlara ve şehzadelere seslenmiştir
(Vladimirtsov, 1922: 55).

Cengiz Han’ın aristokrasi içinden gelmekle birlikte, iktidar yolundaki ilk engel olarak gördüğü
Moğol aristokrasisini dizginlemesi ve sivil aristokrasiyi askeri hiyerarşi içinde eritme gayreti
bütünüyle başarılı olamamıştı. Türkistan ve civarında ele geçirdiği halkların ne şekilde
yönetileceği sorunu o henüz hayattayken başlamıştı. Cüveynî’nin aktardığı kadarıyla buraların
yönetimi konusunda –esasen halka muamele konusunda- Çağatay ve Cuci arasında ihtilaf
yaşanıyordu. Her ne kadar Cüveynî bunu, Müslümanlara uygulanan şiddet özelinde açıklamaya
çalışsa da bizce bu, ele geçirilen bölgelerin yerel aristokrasi ile ne şekilde muhatap olunacağı
meselesiydi. Zira Moğol orduları için yerel aristokrasi, mal varlığı ile değerlendiriliyordu ve çoğu
zaman hayatta kalıp kalamayacakları ne kadar bonkör olduklarına bağlıydı. Cüveynî (1988, I: 150-
160) bu detayı Maveraünnehr işgalinde ve özellikle de Buhara muhasarasında aktarmaktadır.

Cengiz Han devrinde görülmeye başlayan yerleşik aristokrasi ile ilişkiler probleminin, Ögedey
devrinde de devam etmekle birlikte, onun devlet idareciliğini olgunlaştırdığı görülür. Kitan asıllı
Çinli danışmanı Yehlü Çutsay, eski bir Çin atasözü olan “Çin’i at sırtında ele geçirebilirsin; fakat at
sırtında yönetemezsin” cümlesini Moğolca olarak tercüme ettiğinde Ögedey için bazı reformlara
girişmek kaçınılmaz olmuştu (Khazanov, 2015: 365). Bunların başında gelen vergi reformu, Moğol
mezalimine karşı görece bir sempati geliştirse de imparatorluğun her yerinde aynı etkiyi
gösteremedi. Her ne kadar Cengiz Han döneminde kendi istekleriyle Moğol emperyalizmine dâhil
olsalar da Uygur aristokrasisinin de bazı konularda huzursuz olduğunu, bıraktıkları sivil
belgelerinden anlamak mümkündür (Özyetgin, 2004: 172-174).

Güyük döneminde Müslüman topluluklar başta olmak üzere genel olarak yerleşikler üzerindeki
baskı yeniden artmış; bu durum Hıristiyan misyonerlerce de (Ruysbroeckli Willem, 2010: 161-
167) itiraf edilmişti. Onun ölümünün ardından bölünmüş haldeki Moğol aristokrasisinin de
desteği ile –kimi kaynaklarda bir hükümet darbesi olarak geçer- yönetimi ele geçiren Mengü
devrinde radikal kararlar alınmıştı. Öncelikle Ögedey ve Çağatay ailesinin sivrilen simaları
ortadan kaldırıldı. Mengü, desteğini aldığı Cuci ailesinin tarihsel misyonuna uygun olarak
Müslümanlar konusunda ılımlı hareket etmeye gayret etti; fakat göçebe Moğol aristokrasisine
karşı sert bir tutum sergiledi. Özellikle de Ögedey ailesi ile ticari ilişkilere giren zengin kesimin
elde ettiği imtiyazları men etti (Cüveynî, 1988, III: 52-55).

Moğol göçebe bozkır aristokrasisinin Kubilay, Altınorda, İlhanlı ve Çağatay sahalarındaki


görünümü bazı farklar barındırıyordu. Öncelikle temelde göçebe hayat tarzı üzerine kurgulanmış
olan Moğol aristokrasisi, yerleşik hayat ile olan ilişki ağını her kültür ve coğrafyada aynı ölçütler
ile kurma imkânı bulamamıştır. Örneğin Altınorda sahası, coğrafya, iklim şartları ve yerleşik hayat
ile olan mesafeli duruş nedeniyle, geleneksel Moğol aristokrasisini daha fazla yaşatma imkânı
bulurken; İran (İlhanlı) sahasında yüzlerce yıllık şehir hayatı ve kültür birikimi karşısında yerel
bürokrasi ile olan zorunlu ilişki ağı karşısında dönüşüm geçirmek durumunda kalmıştı.

İlhanlı devletinde yerel aristokrasinin en önemli göstergesi Sahip Divanlık makamıydı. Devletin
ve maliyenin idaresi bu makam ile özdeşleşmişti. Sahip Divanlar, devlet umurunun tanzimi,

11
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

postaların idaresi, para bastırılması başta olmak üzere geniş çaplı bir yetki ile donatılmışlardı
(Spuler, 2011: 322). Fakat 1290 yılına gelindiğinde İlhanlı ekonomisi neredeyse çökmüştü.
Yabancı ülkelere olan borçlar ödenemiyorken tüm kentler isyan tehdidi ile parçalanmaktaydı.
1295 yılında başa geçen Gazan Han, Müslüman halk ve yerel aristokrasi ile uyum sağlamak adına
İslam dinini kabul etti (Marshall, 1996: 132). Görünüşteki dinî dönüşüm de Moğol aristokrasisi ile
yerel aristokrasi arasındaki çatışmayı engelleyemedi. Aksine, hanlar düzeyindeki İslamlaşma,
Moğol aristokrasisinin tepkisine neden olmuştu (Arslan, 2014: 415). Sahip Divanların yerel
aristokrasi ile olan ilişkileri ve maddî alış-verişleri de bu tepkiyi artırıyordu. Çatışmanın en
belirgin sonucu ise Tacüddin Alişah haricindeki tüm baş vezirlerin idam edilmesi oldu (Spuler,
2011: 310). Nitekim Kaşânî (1384: 136-196) eserinde, Alişah döneminde rüşvet ve yolsuzlukla
yapılan mücadeleye geniş yer vermiştir.

Moğol aristokrasinin öz benliğini görece daha fazla koruduğu bölgelerin başında Altınorda sahası
geliyordu. Moğol tahakkümünden önce Kıpçak bozkırlarının siyasi ve sosyal durumu hakkında
bilgi temin edilecek kaynak sayısı oldukça azdır. Fakat bu dönemde Kumanlar özelinden hareket
edecek olursak, feodalleşmekte olan bir düzene tabi bulunan göçebelerin, tarım bölgelerine bitişik
alanlarda yerleşik hayata geçmiş olduklarını söyleyebiliriz. Esasen Yedisu ve kuzeyindeki
Türkeşler, Oğuzlar ve Karluklar bu süreci tamamlamak üzereydiler (Yakubovsky, 2000: 4).

Bölgedeki feodal ilişki ağının en karakteristik görüntüsü, doğudan batıya büyük bir alıcı kitlesi
olan köle ticaretiydi (Yakubovsky, 2000: 7). 10. yüzyılda Kuman, Hazar ve Oğuz beyleri arasında
yüz binlerce büyük ve küçükbaş hayvana sahip soylu sınıfının varlığı bilinmektedir ki, bu sınıfın
özel toprak mülkiyeti de bulunuyordu. Yine 10. yüzyıla ait zengin göçebe mezarlarının varlığı da,
Moğol öncesi bozkır aristokrasisini işaret etmektedir (Yakubovsky, 2000: 13-14). Moğol
saldırılarının en şiddetli olduğu yıllarda bölgeden geçen Ruysbroeckli Willem’in, Kuman soylu
mezarları ve ölü gömme adetleriyle ilgili verdiği bilgiler değerlidir. Bu bilgiler arasında, 13. yüzyıl
ortalarındaki Kıpçak bozkırlarının dinî ve kültürel açıdan geçirmekte olduğu dönüşümün izini
sürmek de mümkündür:

“Kumanlar ölünün üstüne bir höyük yapar ve ölü için doğuya bakan ve elinde, göbeğinin
hizasında kadeh tutan bir heykel dikerler. Buna ek olarak zenginler için piramitler, yani küçük,
sivri evler inşa ederler. Bazısında ise, burada taş bulunmamasına rağmen taştan evler inşa
ederler. Kısa süre önce ölen bir adam için yüksek direklerin arasına, yeryüzünün her bir
yönüne doğru dört tane olmak üzere, on altı at derisi astıklarını gördüm. İçmesi için kımız,
yemesi için et de koymuşlardı. Bütün bunlara rağmen adamın vaftiz olduğunu iddia
ediyorlardı” (Ruysbroeckli Willem, 2010: 108).

Altınorda sahasında, Moğol tahakkümünden sonra çok sayıda kozmopolit şehir kurulmuş,
temelde köle-efendi bağımlılığına dayalı bir üretim zinciri oluşturulmuş ve bu düzendeki şehirler,
eski yerleşik hayata oranla daha fazla gelişme göstermişlerdi (El-Ömerî, 2014: 116-118). Bu
paradoksal ilişki ağı göçebe Moğol aristokrasisini idareci sınıf olarak tahakküm kurmaya
muktedir kılıyordu. Ayrıca Moğol göçebe aristokrasisi ile Altınorda sahasındaki sıradan
göçebelerin etnik farklılığı da dikkat çekicidir. Esasen olan şey, hâlihazırdaki Kıpçak
aristokrasisinin yerini Moğol aristokrasisinin almasıydı (Khazanov, 2015: 366-367).

Yakubovsky’e göre (2000: 72) Altınorda Devleti feodal bir monarşidir. Cuci’nin öldüğü 1227’den
1359’a kadar Batu ailesinin elinde bulunan kuvvet, tam anlamıyla, Deşt-i Kıpçak’ta, Aşağı Volga’da,
Bulgarya’da, Kırım’da ve Harezm’de bulunan göçebe, yarı göçebe ve yerleşik aristokrasinin elinde
toplanmıştı. Bu feodal aristokrasinin başında hanedan üyeleri bulunurken, sağ ve sol oğlanları,

12
Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi
International Journal of Turkish World Scientific Researches

tümen beyleri ve ayrı kısımların hükümdar veya valileri (Harezm’deki Kutluğ Timur gibi) devlet
düzeninin omurgasını teşkil ediyorlardı. Nihayet bunlar yeni han seçmek ve herhangi bir askerî
teşebbüsü görüşmek maksadıyla toplanan kurultaylarda en önemli rolü oynuyorlardı.

Moğol aristokrasisinin Çin’deki görünümü daha farklıydı. 1230 yılında Kuzey Çin’e giren Moğol
aristokratları, bölge topraklarını hayvancılık için meraya çevirme niyetindeydiler. Ögedey ise bu
çağrıya kulak asmayarak tarım alanlarının korunması yönünde hüküm vermişti. Bu konuda Yehlü
Çutsay’ın telkinleri etkili olmuştu (Marshall, 1996: 42). Kubilay devrinde Güney Çin’in büyük
kısmına hâkim olunduğunda benzer bir eğilim görülmekle birlikte, yıkım ve talan politikasına
geçit verilmemişti. Fakat Çinli ve Uygur Türklerinin vergi konusundaki hoşnutsuzluğu ile ilgili bazı
adımlar da atıldı. Kubilay tüm memur ve danışmanları Çinlilerden seçti1 (Marshall, 1996: 113).
Abisi Mengü Han gibi o da ticaret şirketleriyle “ortaklık” adı altında güçlü bağlar kurmaya devam
etti; fakat Kubilay devri, imparatorluğun zirvesi olduğu gibi, çöküşün de başladığı devirdi
(Marshall, 1996: 121, 129). Moğol aristokrasisinin bir meydan okuması olarak nitelenebilecek
olan Arık Böke ve Kaydu isyanlarında, geleneksel Moğol aristokrasisi ile modern dünya uyumunu
yakalamak isteyen iktidarın çatışmaları epey yorucu oldu. Kubilay, görünürde galip gelse de
“gelenekten kopma” ithamı ses yükseltmeye devam etmişti (Khazanov, 2015: 369-373).

Ögedey devrinden beri, Moğol aristokratlarına Kuzey Çin’de toprak dağıtımı ve bu topraklarda
yaşayan yerel halktan alınacak vergilerin miktarı ve usulüne dair verilen imtiyaz nedeniyle,
Uygurlarla ve kısmen Çinli ama daha ziyade Kitan ve Cürcen aristokrasisi ile aralarında derin
çatlaklar oluşmuştu. Kubilay Hanlığı, 1323 yılında beşinci Yüan Hanı Şidebala’nın suikastla
öldürülmesinin ardından Moğol soylu sınıfının on yıl sürecek iç savaşına sahne olmuştu. Gerek
geleneksel Moğol aristokrasisi ve gerekse Cengiz ailesi, Çin’deki yerleşik aristokrasi ile bir uyum
sağlayamayınca çözülme hızlanmıştı. Yüan Hanedanı’nın sonunu getiren esasen bu uyumsuzluk
olmuştu (Dalai, 1977: 332).

Türkistan’daki Moğol hâkimiyeti de Kubilay Hanlığı ile benzer koşullara sahipti. Hükmedilen
sahadaki nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman olunca, yaşam biçimi olarak temelden farklı olan
Moğolların bölge hâkimiyetini sağlam kılmasının tek yolu, yerel aristokrasiyi ayakta tutmaktı.
Zaten yerel aristokrasinin, Karahitay ve Nayman baskısından bıkkınlığı, Moğol hakimiyetinin evlâ
görülmesine neden olmuştu. Moğol işgallerinin ilk muhatapları arasında olan Doğu Türkistan’da
yetişen Cemal Karşî de bu bıkkınlığa eserinde (2005: 117-126) büyük yer vermişti. Vezirlik
kurumu başta olmak üzere üst düzey yönetim kademesi daima bu aristokrasi içinden çıkmıştı. Ne
var ki Cengiz ailesi dışındaki göçebe bozkır aristokrasisi için yerel aristokrasinin hiçbir kıymeti
yoktu (Kafalı, 2005: 55). Esasen Cengizliler için de aristokrasi hem varlık ön koşulu hem de önemli
bir ayak bağı anlamına geliyordu. Kubilay’ın Arık Böke ve Kaydu ile yaptığı savaşları bu açıdan
değerlendirmek gerekir. Savaşların en çok zarar verdiği bölgeler görece Çağatay Hanlığı
idaresindeydi. Bu savaşlar sırasında tarım alanları çöle dönmüştü (El-Ömerî, 2014: 107). Fakat
yine de hayatın yeniden canlanmasında yerel aristokrasi ile Moğollar arsında bir uyum sağlandığı
görülür (Yakubovsky, 2000: 27).

1Bu görevlilerin büyük kısmı Çinlileşmiş Kitanlar olmalıdır. Çünkü Marco Polo’nun (2015: 87-88)
verdiği bilgilerden, Kubilay’ın Çinlilere güvenmediği ve bu nedenle devlet idaresinde, Müslüman ve
Hıristiyanlara öncelik verdiğini aktarmaktadır.

13
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

Kebek Han devrine gelindiğinde, göçebe Moğol aristokratlarının bir kısmı şehirlere yerleşmeyi
tercih etmiş ve han tarafından verilen soyurgal1 ile vergi muafiyetine kavuşmuşlardı. Yerleşik
aristokrasinin Türkistan’da kazandığı şöhret, Cengiz Han ile ortak ataya dayandığını iddia eden
Timur ve içinden çıktığı Barlaslar özelinde güç kazanmaya devam etmişti (Khazanov, 2015: 374).
Türkistan’da Cengizli aristokrasi gücü öylesine etkiliydi ki bu kan bağı olmadan devlet kurmak
neredeyse imkânsızdı. Son Çağatay Hanı İsen Buka’nın ölümünün ardından doğuda Aksu şehrini
merkez alarak, Kaşgar, Hotan, Yarkend, Kaşan, Ahsiket, Andican gibi şehirlerin yönetimiyle
iktidarı fiilen ele geçirmiş olan Moğol Duğlat kabilesinin reisi Emir Bulacı, iktidarına resmiyet
kazandırmak adına Çağataylı ve dolayısıyla Cengizli kanı taşıyan bir han arayışına girişmişti. İsen
Buka’nın oğlu olduğu ileri sürülen Tuğluk Timur, Moğolistan bozkırlarından getirilerek tahta
çıkarılmıştı. Her ne kadar Mirza Haydar Duğlat (2006: 165) onun soyunu Alan Goa’ya kadar
götürüp, saf kan bir Cengizli olarak tanıtsa da Barthold’a göre (2015: 223) ismi bile sonradan
belirlenmiş bu kişinin Cengizli soyu ile hiçbir ilgisi yoktu. Ama Cengizli asil kanı taşımak iddiası
bile devlet kurmaya ya da iktidar olmaya yetecek kadar etkin bir siyaset malzemesiydi.

SONUÇ

Cengiz Han, 12. yüzyıl boyunca güç kaybeden aristokratik iktidarın son halkası olarak dünyaya
gelmiş; yaşamının büyük kısmını, parçalanmış haldeki Moğol boylarını bir araya getirmekle
geçirmişti. Biliyordu ki aristokrasi, büyümenin ön koşulu olduğu gibi, parçalanmanın da başlıca
sebebiydi. Bu nedenle geleneksel bozkır aristokrasisini kendine bağımlı kılmak için dışa açılmış
ve büyük fetih hareketlerine girişmişti. Elde edilen gelirler, askerî hiyerarşi içinde eritilmiş olan
aristokrasiye pay edilirken; uygulamalarını hukuksal zemine oturtmayı da ihmal etmemişti.
Mevcut aristokrasi yanında, güven ve sadakat karşılığında ödüllendirilmiş, ayrıcalıklı zümreleri
ise denge unsuru olarak kullanmayı bilmişti.

Cengiz Han’ın bağımlı hale getirmeyi başardığı geleneksel Moğol aristokrasisi, varis devletler için
önemli bir sorun oldu. Moğol hanlarının, yerel aristokrasi ile olan ilişkileri, Moğol aristokrasisi
tarafından, gelenekten kopmak ve bozulmakla suçlanmalarına neden oldu. Bu da Moğolistan
dışındaki Moğol hegemonyasının çözülmesini hızlandırdı.

Günümüzde, İslam kültür dairesinde bulunan ve Moğol akınları neticesinde şekillenmiş olan
Türkistan’ın, bu dönem hakkındaki hafızası pek olumlu olmasa da Moğol aristokrasisinin zirvesi
olarak tanımlanan Cengizlilik olgusunun, yakın tarihe kadar önemli bir siyasal referans olarak
kullanıldığı da unutulmamalıdır.

1Altın Orda Hanlığı gibi Cengiz Han sonrası Moğol devletlerinde, özellikle de İran, Azerbaycan ve
Anadolu’nun doğusunda kurulan Türkmen beylikleriyle Bâbürlüler’de başarılı kumandanlara, ele
geçirilen yerlerde mukavemet göstermeden merkezî otoriteye bağlılık gösteren yöneticilere, hıristiyan
ruhbanları dâhil din adamlarına, sanatkâr ve ediplere verilen bir ihsanın ve belgesinin adıdır (Ölmez,
2009: 388).

14
Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi
International Journal of Turkish World Scientific Researches

KAYNAKÇA

Aknerli Grigor (2012). Okçu milletin tarihi. Çev. Hırant D. Andresyan. İstanbul: Yeditepe Yayınları.

Amitai, R. (2004). Did Chinggis Khan Have a Jewish Teacher?: An Examinetion of an Early
Fourteenth Century Arabic Text. Journal of the American Oriental Society, Vol. 124/4.

Amitai, R. (2010). The Mongols as Seen by The Arabic Sources: The View from Across Asia.
Chinggis Khaan And Globalization, İnternational Academic Conference, Ed. Ts. Tserendorj-
N. Khishigt: Ulaanbaatar.

Arsal, S. M. (1947). Türk tarihi ve hukuk. İstanbul: Akgün Matbaası.

Arslan, İ. (2014). Moğollar arasında İslâmiyet’in yayılışı. İstanbul: Okur Akademi.

Ata Melik Cüveynî (1988). Tarih-i cihan güşa I-III. Çev. Mürsel Öztürk. Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.

Ata Melik Cüveynî (2013). Tarih-i cihan güşa. Çev. Mürsel Öztürk. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları.

Ateş, T. (1986). Cumhuriyet. İstanbul: Süreç Yayıncılık.

Ayan, E. (2015). Plano Carpini’nin Moğolistan seyahatnamesi. Ankara: Gece Kitaplığı.

Barthold, V. V. (1896). Obrazovaniye İmperii Çingiz Hana. Tipografia İmparatorskoy Akademi


(10), 105-119.

Barthold, V. V. (1963). Istoriia Turkestana. Vol. I, Moscow: Izdatelstvo Vostochnoi Literatury.

Barthold, V. V. (2015). Orta Asya Türk tarihi. Ankara: Divan Kitap.

Bira, S. (2003). Mongolian tenggerism and modern globalism: A retrospectice outlook on


globalisation. Ulaanbaatar: The White Horse Press.

Biran, M. (2019). Cengiz Han. Çev. Ahmet Fethi Yıldırım. İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları.

Dalai, Ç. (1977). Borba za velikokhanskii prestol pri Khubilae i ego preemnikakh. Tataro-Mongoly
v Azii і Evrope. Ed. S. L. Tikhvinskii, Moscow.

Dalai, Ç. (1996). Hamag Mongol Uls, Ulaanbaatar: Shuh Erdem Kompani.

Danuu, A. (2016). İlhanlı Devleti’nde vezaret. (Yayımlanmamış doktora tezi), Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Djamal al- Karşî (2005). Al-Mulhakat bi’s- Surah. İstoriya Kazakistana v Persidskih İstoçnikah,
Arapçadan Rusçaya çev. Ş. H. Vohidova - B. B. Aminova, Almatı: Dayk Press.

15
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

El-Cüzcani, Minhac-ı Sirac (2016). Tabakat-ı Nâsırî (Moğol İstilasına Dair Kayıtlar) Çev. Mustafa
Uyar, İstanbul: Ötüken Neşriyat.

El-Ömerî, Şihabeddin Fazlullah (2014). Mesâliku’l-Ebsâr (Türkler Hakkında Gördüklerim ve


Duyduklarım). Çev. Ahsen Batur, İstanbul: Selenge Yayınları.

Fisher, N. R. E. (1993). Slavery in Ancient Greece. Bristol: Classical World Series.

Golden, P.B. (2018). Dünya tarihinde Orta Asya. Çev. Yahya Taştan. İstanbul: Ötüken.

Gökalp, Z. (1995). Türk medeniyeti tarihi. Sadeleştiren: Yalçın Toker. İstanbul: Toker Yayınları.

Göze, A. (1986). Siyasal düşünceler ve yönetimler. İstanbul: Beta Yayıncılık.

Gumilev, L. N. (2013). Eski Ruslar ve büyük bozkır halkları II. Çev. Ahsen Batur. İstanbul: Selenge
Yayınları.

Hemadânî, Reşîduddîn Fazlullah (1374). Câmi‘u’t-tevârîh I. (Tsh. Doktor Behmen Kerîmî), Tahran:
İntişârât-i İkbal.

İlgen, A. (2010). Bozkır göçebelerinde sosyo-ekonomik yapı. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi,
0 (49), 817-840.

Kafalı, M. (2005). Çağatay Hanlığı. Ankara: Berikan Yayınevi.

Kafesoğlu, İ. (1992). Türk milli kültürü. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.

Kaşȃnȋ, Ebulkasım Abdullah bin Muhammed. (1384). Tarih-i Padişah Said Gıyaseddünya ve’d- Din
Olcaytu. (Yay. Haz. Mehin H.). Tahran: Beynelmilel-i Heftomin Numayişgah.

Khazanov, A. M. (2015). Göçebe ve dış dünya. Çev. Ömer Suveren. İstanbul: Doğu Kütüphanesi.

Koçak, K. (2011). Eski Türklerde devlet gelenekleri ve törenleri. (Yayımlanmamış doktora tezi),
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Korykoslu Hayton (2015). Doğu ülkeleri tarihinin altın çağı. (Çev. Altay Tayfun Özcan), İstanbul:
Selenge Yayınları.

Latham, A. A. (2011). Theorizing the crusades: Identity, institutions, and religious war in
medieval Latin Christendom. International Studies Quarterly, Vol. 55.

Marco Polo’nun Geziler Kitabı (2015). Çev. Ömer Güngören. İstanbul: Yol Yayıncılık.

Marshall, R. (1996). Doğudan yükselen güç: Moğollar. İstanbul: Sabah Yayınları.

Mirza Haydar Duğlat (2006). Tarih-i Reşidî (Geride Bıraktıklarımızın Hikayesi). İstanbul: Selenge
Yayınları.

Moğolların gizli tarihi (2016). Çev. Ahmet Temir. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

16
Uluslararası Türk Dünyası Bilimsel Araştırmalar Dergisi
International Journal of Turkish World Scientific Researches

Oppenheimer, F. (1997). Devlet. Çev. Alaeddin Şenel, Yavuz Sabuncu. Ankara: Engin Yayınları.

Ölmez, M. (2009). “Soyurgal” maddesi. https://islamansiklopedisi.org.tr/soyurgal Erişim Tarihi:


24.06.2023.

Öztürk, A. (1973). Ötüken Türk kitabeleri. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Özyetgin, A. M. (2004). Eski Türk vergi terimleri. Ankara: Köksav Yayınları.

Rashid-ad-Din (1957). Dzhami-at-tavarikh (Sbornik letopisei). Baku: Izdateltsvo Akademii Nauk


Azerbaidzhanskoi.

Rasonyi, L. (1971). Tarihte Türklük. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.

Rasonyi, L. (2017). Doğu Avrupa’da Türklük. Haz. Yusuf Gedikli. İstanbul: Selenge Yayınları.

Reşîdüddîn Fazlullah-i Hemadânî (1362). Câmi‘ü’t-tevârîh I-II. Nşr. Behmen Kerîmî, Tahran:
İntişarat-ı İkbal.

Roux, J.P. (2001). Moğol İmparatorluğu tarihi. Çev. A. Kazancıgil-A. Bereket. İstanbul: Kabalcı
Yayınları.

Ruysbroeckli Willem (2010). Mengü Han’ın sarayına yolculuk 1253-1255. Ed. Peter Jackson, David
Morgan, Çev. Zülal Kılıç. İstanbul: Kitap Yayınevi.

Şahin, E. (2010). Platon ve Fârâbî’de aristokrasi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51
(1), 111-130.

Şenel, A. (2004). Siyasal düşünceler tarihi. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Temir, A. (1989). Cengiz Han. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Tuğrul, M. ve Korkut, C. (2021). Cengiz Han’ın iktisat düşüncesi ve mirası. TUBA (27), 150-168.

Uyar, M. (2007). İlhanlı Devleti’nin askerî teşkilâtı (Yayımlanmamış doktora tezi), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Vernadsky, G. (2015). Ruslar ve Moğollar. Çev. E. B. Özbilen. İstanbul: Selenge.

Vladimirtsov, B. Y. (1922). Çingis Han. Moskva: İzdateltsva Gırjebina .

Vladimirtsov, B. Y. (1934). Obshchestvennyi Stroi Mongolov (Mongobkii Kochevoi Feodalizm).


Leningrad: Izdatelstvo Akademii Nauk.

Vladimirtsov, B. Y. (1995). Moğolların içtimaî teşkilâtı. Çev. Abdülkadir İnan. Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.

Weatherford, J. (2019). Cengiz Han. Çev. Sermin Karakale. İstanbul: Kronik Kitap.

17
Cilt /Volume 4, Sayı/Issue: 1, Haziran/June 2023 Ankara

Wittvogel, K. (1963). Oriental despotism. A comparative study of total power. New Haven: Yale
Universty Press.

Yakubovsky, A. Y. (2000). Altın Ordu ve çöküşü. Çev. Hasan Eren. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.

18

You might also like