You are on page 1of 2

Âlemin Başlangıcı Olduğuna Dair Deliller

Âlemin başlangıcı olduğunu savunan düşünürler genellikle âlemin ezelîliğiyle ilgili delilleri çürütmek
yerine kendi iddialarını desteklemek için deliller sunmuşlardır. Bu bağlamda, erken dönem Hristiyan
düşünürü Yahyâ en-Nahvî'nin Aristo fiziğinin sonsuzluğun imkânsızlığı veya sonlu cismin sonlu güç
içerdiği temel ilkelerinden hareketle âlemin varlığının bir başlangıcı olması gerektiği yönünde ürettiği
deliller İslam dünyasına aktarılmış ve Kindî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi Müslüman düşünürler tarafından
da kullanılmıştır. Bununla birlikte, Yahyâ en-Nahvî'nin bu delillerine özellikle Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn
Rüşd tarafından cevaplar üretilmiş ve âlemin ezelîliği tartışmalarında bu cevaplar etkili olmuştur.

Âlemin başlangıcı olduğunu savunanlar, sonsuzluk kavramından hareketle deliller sunmaktadırlar.


Râzî ise bu delillerin zorunlu olarak âlemin başlangıcını ispatlamadığını göstermeye çalışır. Ancak Râzî,
birçok Aristocu öncüle katılmadığını belirtirken, âlemin ezelîliğini reddederek başlangıcı olduğunu
savunan en yaygın delilin hareket ve sükûn kavramlarına dayandığını ifade eder. Râzî'ye göre, cisim
ezelî olsaydı ya hareket halinde ya da sakin olması gerekirdi. Ancak her iki alternatif de mantıksızdır,
dolayısıyla cisim ezelî olamaz ve bir başlangıcı olması gerekir. Bu delil üç temel öncüle dayanır: Cisim
ya hareket halindedir ya da sükûn halindedir; ezelde cisim hareket halinde olamaz; ezelde cisim
sükûn halinde olamaz. Râzî, bu değerlendirmesinde sükûnu hareketin yokluğu olarak tanımlayan
Aristo'ya katılmaz.

Sonsuzlukla ilgili delilleri sunarken Râzî, cisimlerin ezelî olarak hareket halinde olamayacağını
ispatlamak için kullanır. Bu bağlamda, genellikle şu deliller zikredilir: İlk olarak, sonsuz sayı artmaz. Bu
nedenle geçmiş günlerin sayısı sonsuz olamaz, çünkü her yeni gün geçmişe bir ilâve yapar. Ayrıca,
geçmiş günlerin sonsuz olduğunu varsayarsak, şu ana kadar varlık kazanmış insan ruhlarının da sonsuz
olması gerekir. Ancak her yeni günle birlikte insan ruhlarının sayısının arttığı gözlemlenir, bu yüzden
geçmiş günlerin sayısının sonlu olması gereklidir. İkinci olarak, geçmiş günlerin ya tektir ya da çifttir ve
her durumda ilâveye açıktır. Klasik cevaplardan biri, günlerin geçmiş yönünden sonsuz, gelecek
yönünden ise sonlu olduğudur. Ayrıca, sonsuz ardı ardına gelişin mümkün görüldüğü belirtilir.Sonlu
cismin sonlu güce sahip olduğu ilkesinden hareketle, göksel cisimlerin de sonlu güçlere sahip olması
sebebiyle âlemin bir bütün olarak sonlu olduğu iddia edilebilir.Râzî'ye göre filozoflar âlemi Tanrı'dan
aldığı güç nedeniyle ezelî ve ebedî kabul ettiklerini ifade etmektedir.

Râzî'ye göre, kelamcıların âlemin bir başlangıcı olduğuna dair ürettikleri delillerin burhânî olarak kesin
bir şekilde bu iddiayı ispatladığını iddia etmek zordur. Aynı şekilde filozofların âlemin ezelîliğiyle ilgili
delillerinin de onların iddiasını desteklediği söylenemez. Ancak Râzî, Tanrı'nın zatı ve sıfatlarından
hareketle âlemin ezelîliğine dair üretilen delilleri oldukça güçlü bulmaktadır.Râzî'nin görüşüne göre,
Tanrı'nın zatı ve sıfatlarından yola çıkarak âlemin ezelî olduğuna dair deliller güçlüdür. Bu deliller,
âlemin yaratıcısının varlığı, mutlak bir güç sahibi olan Tanrı'nın âlemi sürekli olarak var etmesi ve
yönetmesi gibi temel düşüncelere dayanır. Râzî'ye göre, bu deliller âlemin ezelî olduğunu destekleyen
güçlü argümanlar olarak kabul edilebilir.

Sonuç olarak, Râzî âlemin ezelîliği konusundaki delillerin gücünü Tanrı'nın zatı ve sıfatlarından
almasında görmekte ve bu delilleri oldukça etkileyici bulmaktadır. Ancak, kelamcıların ve filozofların
âlemin başlangıcı veya ezelîliği konusundaki delillerinin kesin bir ispat niteliği taşıdığını iddia etmek
zordur. Bu konu, felsefi ve teolojik tartışmalara açık bir alandır ve farklı düşünürler arasında farklı
görüşler bulunmaktadır.
Sonuç

Râzî, Tanrı'nın varlığına dair delilleri kesinlik ifade eden deliller ve iknaî deliller olmak üzere iki
kategoriye ayırır. İlk gruptaki deliller, imkân ve hudûs (hâdis oluş) temelinde zatların ve sıfatların
imkânı ve hudûsuyla ilgilidir. Râzî, sıfatların hâdis oluşundan kaynaklanan delillerin, diğer delillere
göre daha tercih edilebilir olduğunu vurgular. İkinci grupta ise iknaî deliller olarak, meşhur kişilerin
sözlerine dayanan deliller ile farklı bilim dallarının yöntemleriyle üretilen deliller bulunur. Râzî'ye
göre, bu delillerin her biri tek başına kesinlik ifade etmese de, bir araya getirildiğinde kesinlik derecesi
artmaktadır.Râzî'nin bu yeni tasnifi, kelamcıların geleneksel yönteminden farklılaştığını
göstermektedir. Râzî, sadece kelamcıların delilleriyle yetinmeyip, filozofların, sûfîlerin ve diğer bilim
insanlarının Tanrı'nın varlığına dair ürettikleri delilleri de bir araya getirerek kendi özgün yöntemini
oluşturmuştur. Bu şekilde, farklı disiplinlerden gelen delillerin birlikte değerlendirilmesiyle daha
kapsamlı bir argüman sunmaktadır.

Sonuç olarak, Râzî'ye göre kelamcıların âlemin başlangıcıyla ilgili delilleri veya filozofların âlemin
ezelîliğiyle ilgili delilleri kesin bir ispat niteliği taşımamaktadır. Ancak, Râzî Tanrı'nın zatı ve
sıfatlarından hareketle âlemin ezelîliğiyle ilgili delilleri oldukça güçlü bulmaktadır. Râzî, Tanrı'nın
varlığına dair kesinlik ifade eden ve iknaî delillerin bir araya getirilerek değerlendirilmesiyle daha
güçlü bir argümanın ortaya çıkabileceğini savunmaktadır.Tanrı'nın varlığının ispatlanması, Tanrı-âlem
ilişkisini açıklama yöntemine de yansımaları olduğunu söyleyebiliriz. İslam düşünürleri arasında,
âlemin ezelîliği konusunda yapılan tartışmalarda genel olarak iki görüş öne çıkmıştır. Bir tarafta,
âlemin ezelîliğinin aklen imkânsız olduğunu ve İslam'ın temel ilkeleriyle çeliştiğini savunanlar
bulunurken, diğer tarafta ise bu öğretinin İslam'ın temel ilkeleriyle uyumlu olduğunu savunanlar yer
almıştır. Bu tartışmada, Kur'an-ı Kerim'in yerin ve göğün yaratılışından bahsetmesine rağmen yaratma
kavramının nasıl anlaşılması gerektiği konusunda İslam düşünürleri arasında uzlaşma
sağlanamamıştır.Erken dönem kelâmcılar genellikle yaratmayı, daha önce yok iken varlığa getirme
şeklinde anladıkları için ezelî âlem anlayışını dinin temel ilkelerine aykırı görmüşlerdir. Bu eğilim,
İslam geleneği içinde yaygın olan bir durumdur. Ancak zamanla kelâmcılar, kendi düşünce sistemlerini
felsefî düşünceyle zenginleştirme çabasıyla bu yaygın anlayışın dışına çıkmışlardır.Râzî ise yaratmanın
yoktan ve zaman içinde anlaşılabileceği gibi, başlangıçsız bir yaratma şeklinde de anlaşılabileceğini
düşünmektedir. Ona göre, ezelî yaratma Tanrı'nın hür iradesine engel teşkil etmez. Râzî ayrıca,
kelâmcıların ve filozofların fâil-i muhtâr (istediği gibi eylemde bulunan) kavramına yükledikleri anlam
arasındaki farklılığı vurgular ve kelâmcıların bu terimi Tanrı'ya atfetmesinin yanlış olduğunu ifade
eder.Râzî'nin vurgulamak istediği nokta, âlemin varlığını sürdürebilmek için Tanrı'ya muhtaç
olduğudur. Bu nokta, filozoflar ve kelâmcılar tarafından farklı yöntemlerle ifade edilebilir.

You might also like