Professional Documents
Culture Documents
İLHAN TEKELİ
I.GİRİŞ
Anadolu’nun 10.000 yıllık yerleşme tarihi içinde, Anadolu toprakları çok zengin ve
nitelikleri çok farklı göç deneyimleri yaşamış ve bugünkü kültürel çeşitliliğini bu
süreçler sonrasında kazanmıştır. Tabii bu çok uzun dönemdeki nüfus yer
değiştirmelerinin tarihini kapsamlı bir biçimde vermeme olanak yok. Bu nedenle
kuracağım anlatıda sayfalardan ve zamandan tasarruf etmek yolunu bulmam
gerekiyor.
İkinci tasarrufu ise bu yüz elli yıllık dönemdeki göç öyküsünü sürekli bir tarihsel anlatı
içinde kurmaktan kaçınarak, bu dönem içindeki göçleri niteliklerine göre
sınıflandırarak ve sadece bu kategorileri ayrı, ayrı ele alarak yapacağım. Yüz elli yıllık
tarih içinde niteliksel olarak farklı olan dört göç kategorisi üzerinde duracağım.
Üçüncü kategori olarak 1975’lerden sonra hakim hale gelen kentler arası göç ele
alınabilir. Denilebilir ki, bir ülkede kentleşmenin belli bir oranı aşması halinde hakim
olan göç türü kentler arası göç olacaktır. Tabii bu mantıksal bir sonuçtur. Ama burada
vurgulanmak istenen bu mantıksal sonuçlar değil, göçlerin gerisindeki güdülerin ve
temel mekanizmaların değişmiş olmasıdır. Artık bir yapısal dönüşümün ortaya
çıkardığı göçlerden değil, ekonomik fırsatların mekansal dağılımın eşitsiz olmasından
kaynaklanan göçlerden söz etmek doğru olacaktır.
Dördüncü bir kategori olarak insan mekan ilişkisinin değişmesini tanımlamakta göç
kavramının yetersiz kalmaya başladığı, bunun yerine yaşam güzergahları
kavramıyla ele almanın doğru olduğu bir döneme geçildiği üzerinde durulmaktadır.
Günümüzde insanlar yaşamları boyunca çok sayıda yer değiştirmekte yani yaşamları
boyunca bir güzergah üzerinde hareket etmektedirler. Belki bundan da daha
önemlisi, bu güzergahların belli bir kısmının daha başlangıçtan planlanabilmekte
olmasıdır.
Her göç olgusu hem bireysel, hem de toplumsal düzeyde bir uyum sağlamaktadır.
Ama kısa erimde bu uyum çoğu kez hem bireysel, hem de toplumsal düzeyde sancılı
olmakta ve doğurduğu sorunların çözülmesi için çaba gerektirmektedir. Bu nedenle
her göç kategorisi ele alınırken bu göçlerin hem bireyler hem de toplumsal düzeyde
ne tür uyumlar sağladığı ve kısa erimde ne tür sorunlar yarattığı üzerinde
durulacaktır. Tabii bu dört göç kategorisi betimlenirken her biri içinde geliştiği
ortamın, demografik ve ekonomik karakteristikleri içine oturtulmaya çalışılacaktır.
II.BALKANLAŞMA GÖÇLERİ
Gelen göçmenlerin sayıları çok büyüktür. Osmanlı toplumu üzerinde çok önemli
etkileri olmuştur. Bilinmektedir ki bu göçmen grupları tarıma yeni teknolojilerin ve
ürünlerin sokulmasında çok etkili olmuştur. Anadolu tarımına pulluk ve yaylı arabalar,
patates üretimi bu gruplarca sokulmuştur. Ayrıca Müslüman girişimcilerin sayısının
artmasında bir başlatıcı olmuştur. Balkan Savaşından sonra Selanik’ten İstanbul’a
göçenler İstanbul’da dokuma sanayiinin kurulmasında önemli rol oynamışlardır. Bu
göç hareketinin ekonomik katkıları da göz önüne alındığında bu içe göçün Osmanlı
İmparatorluğunun küçülmesini bir ölçüde kompanse ettiği söylenebilir. Bu göç
devletin denetlediği artı üründeki küçülmenin topraktaki küçülmeden daha az
olmasını sağlamıştır.
Bu bölümü sonuçlandırmadan önce bir konuya daha değinmekte yarar var. 19.
Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğundaki göçlerin sadece balkanlaşma
göçleri olduğunu düşünmek doğru olmaz. Ama balkanlaşma göçlerinin önemi daha
çok ekonomik ve sosyal nedenli göçlerin üzerinde durulmasını engellemiştir. Klasik
Osmanlı döneminde temelde köylünün toprağa bağlı olması,kentler arasında geliş
gidişler ancak “mürur tezkeresi” alınmasını gerektirmesine karşın denetlenemeyen
göçlerin gerçekleştiğini bu konuda “çift bozan akçesi” gibi bir tür cezanın gelişmiş
olmasından değişik zamanlarda bu göçü engellemek için alınan önlemlerden
biliyoruz. Bu tür yer değiştirmelerin 19. Yüzyılın sonlarına doğru artmış olması
beklenebilir. McCarty 1878-1911 yılları arasında Anadolu’nun nüfusunun yüzde 50
düzeyinde arttığını hesaplamıştır. Bu nüfusun yılda yüzde 1.5 büyümesi demektir.
Bunun sadece dıştan alınan göçlerle açıklanmasına olanak yoktur. Bunda bu
dönemde halk sağlığı koşullarının gelişmiş olmasının önemli katkısı bulunmaktadır.
1835’den itibaren veba, 1865’ten itibaren kolera salgınları görülmemiştir. 19 Yüzyılın
sonlarında İstanbul’da doğum oranlarının düştüğünü, buna karşılık özellikle liman
kentlerinde nüfus artışlarının hızlandığını biliyoruz. Bu çerçeve bize bu dönemde belli
bir ölçüde kentleşmenin ve içgöçün yaşandığını gösteriyor. Ama bunu bu çok
hareketli dönemde diğer nüfus hareketlerinden ayırarak hesaplayamıyoruz.
III. KENTLEŞME
Kentleşme dediğimizde yapısal değişmeyi de işaret eden bir iç göç hareketinden söz
ediyoruz. Bu iç göçle yaşamlarını köylerde sürdürenlerin bu yaşam yerlerinden
koparak kentlerde tarım dışı işlerle hayatlarını kazanarak yaşamaya başlaması
anlatılmaktır. Kentleşmeyle bu tür tek yönlü bir yer değiştirme ve aynı zamanda
toplumsal bir dönüşüm kastedilmektedir.Bu her ulusun sanayileşme yolunda
yaşaması gereken yapısal ve sancılı bir dönüşümdür.
Türkiye bu dönüşümü Avrupa ülkelerine göre çok kısa bir sürede yaşamıştır. Bu
dönüşüm bir kişinin yaşamı içinde olup bitmiştir. Avrupa ülkelerinde yaşanan
dönüşüme göre en azından iki misli hızlı yaşanan bir dönüşümdür. Bu dönüşümün
modernitenin meşruiyet çerçevesine uygun olarak gerçekleşmesi için hem sanayi
alanında büyük yatırımlar yapılarak istihdamın yaratılması, hem de kentlerin gerekli
alt ve üst yapılarla donatılması için büyük yatırımlar yapılması gerekmektedir. Oysa
Türkiye’nin kapital birikim hızı bu gereksinmeleri karşılamaktan çok uzaktır. Bu
nedenle söz konusu dönüşümün sorunlar taşıyarak gerçekleşmesi kaçınılmazdır.
Türkiye bu dönüşüm çok partili bir siyasal rejime geçiş ile birlikte yaşandığı için,
modernist gelişme kalıplarını zorlayan bir popülizmin katkılarıyla, Türkiye çok önemli
siyasal gerilimler yaratmadan bu dönüşümü gerçekleştirmeyi bilmiştir.
Kentleşme olgusunun yeterli bir biçimde kavranabilmesi için önce köylülüğün nasıl
çözüldüğünü ve kırsal alanda ne tür değişmeler yaşandığını açıklamak gerekir. Daha
sonra köyden kente gelen grupların kentlere nasıl yerleştiğine ve kendilerine yaşam
kurduklarına açıklık kazandırmak gerekir. Bizde konuyu aynı sırayı izleyerek
geliştirelim.
Özellikle Batı Anadolu’da kırsal alanda yapılan tarımsal üretimin dış pazarlar için
yapılmaya başlaması dolayısıyla tarımsal üretimde uzmanlaşmanın tarihi 19. Yüzyılın
ortalarına kadar uzanmaktadır. Tarım alanında makinalı tarımın ilk uygulamaları
yirminci yüzyılın başlarında görülmeye başlamıştır. Cumhuriyet kuruluşunun ilk
yıllarında makinalı tarıma geçiş için bir atılım yaptıysa da, 1929’da dünyada
yaşanmaya başlayan büyük ekonomik bunalım, bu atılımın sürdürülmesine olanak
bırakmamıştır. Bu nedenlerle Türkiye kentleşme dönüşümünü İkinci Dünya Savaşı
sonrasında yaşamaya başlamıştır. Kentli nüfus oranı 1945’lerde yüzde 20’lerden
2000’lerde yüzde 80’lerin üstüne çıkmıştır. Köylerden kente göç bu süre içinde
doğrusal olarak artan bir akım halinde gerçekleşmemiştir. Bahattin Akşit Shorter’ın
geliştirdiği The Population of Turkey (1924-1994) çalışmasından yararlanarak üç
sıçrama ya da üç dalga saptamaktadır. İlk sıçrama 1950-1955 döneminde olmuştur.
1945-1950 yılları arasında köylerden kentlere olan göç 214 bin iken 1950-1955
döneminde birden 904 bine sıçramıştır. Bu dört misli bir artıştır. 1960-1965
dönemine kadar kırdan kente olan göç aşağı yukarı bu düzeyde sabit kalmış, bu
dönemde 1.939 bine yükselerek iki misli bir artış göstermiştir. Bu düzeyini
dalgalanmalarla korurken 1985-1990 döneminde 2.654 bine yükselerek yeni bir
sıçrama göstermiştir. Eğer köyden kopuşun böyle sıçramalı bir seyir izlediği kabul
ediliyorsa bu kopuşu açıklamak için geliştirilecek kuramların bu dalgalanmaları da
açıklayıcı özellikler kazanması gerekir.
II. Dünya Savaşından çıkmış olan Türkiye hızlı bir kentleşme beklentisi içinde
değildir. Hızla sanayileşmeyen bir ülkede bu hızdaki bir kentleşmenin olabileceğini de
o zamana kadar yaşanan Dünya deneyimi de göstermiyordu. Zaten Türkiye’nin
II.Dünya Savaşı öncesindeki temel politikası nüfusun kırda tutulması ve kentleşmenin
önlenmesi yönündeydi. Türkiye çalışan nüfusun işçileşmesini ve kentleşmesini
tehlikeli buluyor ve sosyal rahatsızlıkların kaynağı olarak görüyordu. Bu nedenle en
açık örnekleri, Zonguldak kömür madenlerinde ve Karabük Demir ve Çelik
işletmelerinde görüldüğü biçimde, köyde yaşayan işçi kategorileri yaratılmaya
çalışılmıştı. Yani Türkiye’nin yöneticileri ve elitleri yaşanacak hızlı kentleşme
olgusuyla, bu olgunun kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunun bilincinde olmadan ve
zihni olarak ona karşı bir vaziyet alışı içindeyken karşılaşmışlardır.
1970’li yılların sonuna doğru gecekondu yapımında yeniden bir nitelik değişmesi
ortaya çıktı. Kente yeni gelenlerin, kentte kısa sürede gecekondu yapabilmeleri,
büyük ölçüde olanaksız hale gelince, gecekondu yapımı şiddet kullanabilen radikal
siyasal gruplar tarafından örgütlenmeye başladı. Özellikle yeni gecekondu alanları
şiddet kullanan radikal grupların himayesi altına girdi. Buralarda artık mafya gücü
değil bu grupların gücü egemen olmaya başladı. Artık onlardan para değil,
gecekondu yapmalarına olanak verilmesi karşılığında radikal ideolojilere sadakat
talep ediliyordu. 1980 müdahalesi sonrasında gecekondu alanlarında bu parçalanma
zaman içinde yok oldu. Ama aynı model bir ölçüde değişik tarikatlar tarafından
uygulamaya konuldu.
Ama bu çözüm bir kentin çok küçük bir kesimi için geçerli olabilecekti. Diğer
gecekondu bölgeleri için bu gerçekçi bir çözüm değildi. Bu bölgelerdeki
gecekonduların sahiplerinin büyük kesimi af için gerekli harçları bile yatırmadılar.
Gecekondu mahallerinin bir kısmında yıkyap süreciyle yaşanan bu dönüşüm
gecekondu kiracılarına gecekondu arzını azaltıyor, onların yaşamını daha da
zorlaştırıyordu. Bu son af yasasının belki de en ironik yanı gecekondu bölgelerini
modernitenin meşruiyet kalıpları içine sokmak isterken, modern kesimlerin imar
mevzuatı dışındaki gelişmeleri ve kaçak yapıları için af getirmesiydi. Devlet nasıl
spekülasyonda eşitlik sağlıyorsa kentin iki kesimi arasında imar mevzuatı dışına
çıkmada da eşitlik sağlıyordu! Gecekondu bölgelerinin zihniyeti arabesk müzikle
nasıl kentin diğer kesimlerine taşındıysa, imar konusundaki tutumları da aynı şekilde
kentlerin diğer kesimlerini etkiliyordu. Kentin modern kesimindekiler gecekondulularla
girdiği ilişkilerde onların dönüşmesini beklerken hayretle kendilerinin de
dönüştüğünün farkına varıyorlardı.
1984 yılında yürürlüğe giren bu aftan sonra geçen yirmi yılda beklenen dönüşmenin
piyasa mekanizması içinde gerçekleşmesi ancak belli alanlarda oldu. Ama Türkiye’de
kent planlamasının gündemine dönüşüm projeleri sorunsalını getirdi. Bu dönüşümde
belediyeler girişimci rolünü oynamağa başladılar. Bu yolla önemli dönüşüm projeleri
gündeme geldi. Kırk yıl boyunca sürekli çözümsüzlüklerin nedeni haline gelmiş olan
modernitenin meşruiyet kalıbı değişim projeleriyle kendisini yeniden üretmek yolu
buluyordu.
İstihdamın yapısının tanınmasında iki farklı türde çalışma gelişti. Bunlardan birinci
türü Raci Bademli ve Gürel Tüzün vd. olduğu gibi geleneksel teknolojiyle küçük
üretim üzerinde duruyordu. Bu çalışmalar bu kesimin kentteki istihdam sorununa
katkısından çok ekonomik kalkınmada oynayabileceği kritik rolü ele alıyordu. İkinci
türde olan çalışmalar önceleri marjinal sektör daha sonra informel sektör diye
adlandırılan kesim üzerinde durdu. Kırsal kesimdeki mekanizmalar göçü azaltmasına
karşın, ne sanayileşme ne de küçük üretim bu azaltılmış göçü bile emecek kadar
istihdam yaratamıyordu. Bir anlamda modernitenin meşruiyet kalıpları içinde, nasıl
kente gelenlere konut sağlanamıyorsa, bu kalıplar içinde aynı şekilde yeterli istihdam
sağlanamıyordu. Ama onlar nasıl kentte gecekondu yaparak yaşıyorsa, kendilerine
informel denilen yani modernitenin meşruiyet kalıplarına sığmayan iş olanakları
yaratıyordu. Bu olgu üstünde örgütlü olmayan işler kavramı altında ilk olarak
Mübeccel Kıray’ın İzmir çalışmasında ele alındı. Ben de bu kesimin Türkiye’de
büyüklüğünün hesaplanabilmesi için bir yöntem geliştirerek büyüklüğünü hesapladım.
Kentleşme belli oranı aşınca, kırlardan kentlere olan göçlerin miktarı kentlerden
kentlere olan göçten daha büyük hale gelecektir. Bu tarihten sonra kentlerden
kentlere olan göç sürekli olarak hakimiyet oranını artıracaktır. Ayşe Gedik’in
hesaplamalarına göre 1965-70 döneminde il merkezleri arasındaki göçün toplam
göçlerin yüzde 28,5’ğunu oluşturarak, aynı dönemde tüm göçlerin yüzde 17’sini olan
kır kent göçlerini aşmıştır. 1975-80 döneminde il merkezleri arasındaki göç yüzde
33,7’ye yükselirken kırlardan kentlere olan göç yüzde 14’de düşmüştür. 1980-85
döneminde il merkezleri arasındaki göç toplam göçlerin yüzde 31,2 iken, kırdan kente
olan göçler yüzde 8,5 düzeyinde kalmıştır.
Artık hakim olan göç eğilimi kentten kente olan göçlerdir. Bu göçler kırdan kente olan
göçlere göre daha akışkandır. Göç edenler gittikleri yerlerde çok daha az uyum
sorunları yaşamaktadırlar. Sistemin akışkanlığı artmıştır. Nüfusun dağılımı ekonomik
fırsatlara daha kolayca uyum yapmaktadır. Göçün sistemin etkin olarak çalışmasını
sağlamakta katkısı daha çok artmıştır.
Nasıl göç, bireye ilişkin bir kararsa güzergah seçimi de bireye ilişkin bir karardır. Göç
kuramlarının bireyin kararına ilişkin yönlerini güzergah seçimleri ya da güzergah
oluşturulması konularında yeniden formüle etmek gerekecektir. Aslında sanayi
toplumunda bile bireylerin kariyer seçimlerinin gerçekte bir yer seçimi değil bir
güzergah seçimi olduğu düşünülebilir. Örneğin subay olan ya da dışişleri bakanlığına
giren bir memur her noktasını kendinin seçemeyeceği bir güzergah seçmiş
olmaktadır. Küreselleşmiş bir dünyanın bilgi toplumuna yol alırken bireylerin mekanla
ilişkisini çözümlemekte iç göç kavramı elverişli olmaktan çıkacak, güzergah
kavramını kullanmak gerekecektir. 1998 yılında Tarih Vakfı’ının iç göçler
konusundaki Gerede toplantısında güzergah kavramının önemine değinmiştim. O
dönemden bugüne kadar güzergah kavramını merkeze alınan bir çalışma yapılıp
yapılmadığını bilmiyorum. Onun için bu konuda yapılmış bir araştırmadan henüz söz
edemiyorum.
Bu dört türdeki saf göç tartışmasının tümü gözden geçirildiğinde dikkati çeken bir
özellik bu tartışmada modernite projesinin aldığı merkezi konumdur. Göç olgusunun
anlaşılmasında, hem yaşanan uyum sorunlarının ortaya çıkmasında, hem de
bulunan çözümlerin yorumlanmasında modernite güçlü bir referans oluşturmaktadır.
Genel olarak göç uzun erimde alındığında bir uyumu gerçekleştirmektedir, yani bir
çözümdür. Göç kısa erimde pek çok sancıya ve soruna neden olmaktadır. İşte
politika önerilerinin esas yoğunlaşacağı alan bu kısa erimdeki sancıların azaltılması,
sorunların çözülmesidir. Bu konuda elde edilecek başarı toplumun akışkanlığını
artıracaktır. Akışkanlık ne kadar yükselmişse göçün bir çözüm olarak görülmesi
eğilimi artacaktır.
KAYNAKLAR
Ağanoğlu, H. Yıldırım:Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makus Talihi Göç, Kum Saati, Kasım
2001, İstanbul.
Akşit Bahattin:” İç Göçlerin Nesnel ve Öznel Toplumsal Tarihi Üzerine Gözlemler: Köy Tarafından Bir
Bakış”, Tarih Vakfı, Türkiye’de İçgöç 6-8 Haziran 1997, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, Ocak
1998,s.22-37.
Arslan Hüseyin:16.yy. Osmanlı Toplumunda Yönetim, Nüfus, İskan, Göç ve Sürgün, Kaknüs Yayınları,
Haziran 2001, İstanbul.
Bademli Raci: Distorted and Lower Forms of Capitalist Industrial Production in underdeveloped
Countries: Contemporary Artizan Shops and Workshops in Eskişehir and Gaziantep, Turkey,
Massachusets Institute of Technology, Cambridge, Mass.1977 (Yayınlanmamış Doktora Tezi)
Dündar Fuat:İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskan Politikası (1913-1918), İletişim Yayınları, 2001,
İstanbul.
Erbil Pervin:Anadolu’ya Ağlıyordu Niobe Tüm Yönleriyle Rum Tehciri ve Tehcirin Tarihsel Kaynakları,
Sorun Yayınları, Ekim.2001, İstanbul.
Geray Cevat: Türkiye’den ve Türkiye’ye Göçler ve Göçmenlerin İskanı, 1923-1961, AÜ Siyasay Bilgiler
Fakültesi,Ankara,1962.
Gökaçtı Mehmet Ali:Nüfus Mübadelesi Kayıp Bir Kuşağın Hikayesi, İletişim Yayınları, 2002, İstanbul.
Hallaçoğlu Ahmet:Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913),Türk Tarih Kurumu
Yayınları,1994, Ankara.
İpek Nedim:Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994.
Karpat Kemal:Osmanlı Nüfusu (1830-1914), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Nisan 2003, İstanbul. Aynı
çalışma “Ottoman Population (1834 ?-1914), The University Wisconsin Press,1985.
Karpat Kemal:The Gecekondu: Rural Migration and Urbanization, Cambridge University Press,1976.
Karpat Kemal: Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme, Yurt Yayınları, Ankara,1983.
Kıray Mübeccel Belik: Örgütleşemeyen Kent, Sosyal Bilimler Derneği Yayınları, Ankara, 1972.
Kıray Mübeccel, Hinderick Jan: Social Stratification as an Obstacle to development, A Study of Four
Villages, Praeger Special Studies in International Economics and development, New York,1970.
Kuban Doğan:”Kırsal Kültürün Proto-Kent Deneyi (1950-1960), Bilanço 1923-1998, Tarih Vakfı
Yayınları,İstanbul, 1999,s.319-331.
Özbay Ferhunde, Yücel Banu:” Türkiye’de Göç Hareketleri, Devlet Politikaları ve Demografik Yapı”,
Nüfus ve Kalkınma, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Nisan 2001, Ankara.
Shorter Fredric C, Angın Zeynep :Negotiating Reproduction, Gender, and Love During the Fertility
Decline in Turkey, The Population Council West Asia and North Africa, Regional Papers, No.42. April,
1996,
Şenyapılı Tansı: Bütünleşmemiş Kentli Nüfus Sorunu, ODTÜ Mimarlık Fakültesi,Ankara, 1979.
Şimşir Bilal:Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt.I,II,III, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989.
Tekeli İlhan:”Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu”,Toplum ve Bilim, Sayı.50, Yaz
1990,s.49-71.
Tekeli İlhan:”Gecekondu Planlama Sorunları ve Yolları”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Sayı.2, İlkbahar
1971.
Tekeli İlhan: “Kalkınma Sürecinde Marjinal Sektör ve Türkiye Üzerinde Bir Deneme” (Haziran 1974),
İlhan Tekeli: Bağımlı Kentleşme, TMMOB.Mimarlar Odası, Ankara, 1977,ss.45-80.
Tekeli İlhan Erder Leila: Yerleşme Yapısının Uyum Süreci Olarak İç Göçler, Hacettepe Üniversitesi
Yayınları, Ankara,1978.
Tekeli İlhan: “Türkiye’de İçgöç Sorunsalı Yeniden Tanımlanma Aşamasına Geldi”, Türkiye’de İçgöç,
Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, Ocak 1998,ss.7-21.
Tüzün Gürel:” Small Industry”, K.Ebiri, G.Tüzün,Y.Kepenek:The Growth and Development of the
Turkish Manufacturing Industry 1950-1976, Economic and Social Research Institute, ODTÜ Ekonomi
Bölümü, Ankara, ss.89-150.
Anadolu’nun 10.000 yıllık yerleşme tarihi içinde, Anadolu toprakları çok zengin ve
nitelikleri çok farklı göç deneyimleri yaşamış ve bugünkü kültürel çeşitliliğini bu
süreçler sonrasında kazanmıştır. Ben bu yazımda bu uzun göç tarihinin son yüz elli
yılı içinde yaşanan, niteliksel olarak farklı dört göç olgusu üzerinde duracağım. Bu
dört göç kategorisini de betimlerken her birinin içinde geliştiği ortamın, demografik ve
ekonomik karakteristikleri içine oturtmaya çalışacağım. Söz konusu göç kategorilerini
ele alırken geçmişten günümüze uzanan bir sıra göz önünde tutulacak olmasına
rağmen, tarihi aralarında bir boşluk bırakmayacak biçimde dönemlere ayırmak
kaygısı taşınmayacaktır.
Dört kategoriden ilki büyük ölçekli balkanlaşma göçleri dönemidir. Bu göçler genel
olarak 1860-1927 arasını kapsayan yıllarda, büyük topraklara yayılmış bir sanayi
öncesi imparatorluğunun ulus devletlere parçalanması sırasında siyasal nedenlerle
ortaya çıkmıştır. Küçülen imparatorluğun kaybolan topraklarında artık barınamayan
Müslüman nüfus büyük kitleler halinde Anadolu’ya sığınmıştır. Bu göçler Anadolu’nun
bugünkü etnik kompozisyonu belirlediği kadar, tarımsal teknolojinin ve deseninin
belirlenmesinde de önemli rol oynamıştır.
Tabii Türkiye’nin 1963’lü yıllardan sonra yaşadığı, büyük ölçekli, Avrupa ülkelerine
olan göçler bu gerilimin azaltılmasında da önemli rol oynamıştır. Önemli bir kısmı
kırsal alandan doğrudan Avrupa’ya olan bu göçleri kentleşme olgusunun bir
tamamlayıcısı olarak düşünmek doğru olur. Bu süreç, bu toplantıda, başka bildirilerde
ele alınacağı için, bu yazıda ayrıca üzerinde durulmayacaktır.
Üçüncü olarak 1980’lerden sonra hakim hale gelen kentler arası göçtür. Denilebilir
ki, bir ülkede kentleşmenin belli bir oranı aşması halinde hakim olan göç türü kentler
arası göç olacaktır. Tabii bu mantıksal bir sonuçtur. Ama burada vurgulanmak
istenen bu mantıksal sonuçlar değil, göçlerin gerisindeki güdülerin ve temel
mekanizmaların değişmiş olmasıdır. Artık bir yapısal dönüşümün ortaya çıkardığı
göçlerden değil, ekonomik fırsatların mekansal dağılımın eşitsiz olmasından
kaynaklanan göçlerden söz etmek doğru olacaktır.
Dördüncü bir kategori olarak insan mekan ilişkisinin değişmesini tanımlamakta göç
kavramının yetersiz kalmaya başladığı, bunun yerine yaşam güzergahları
kavramıyla ele almanın doğru olduğu bir döneme geçildiği üzerinde durulmaktadır.
Günümüzde insanlar yaşamları boyunca çok sayıda yer değiştirmekte yani yaşamları
boyunca bir güzergah boyunca hareket etmektedirler. Belki bundan da daha
önemlisi, bu güzergahların belli bir kısmının daha başlangıçtan planlanabilmekte
olmasıdır.
Tabii ki burada sözü edilen dört kategori, pür kavramsal kategoriler olarak
tanımlanmıştır. Tabii belli bir dönemin göçünün betimlenmesi söz konusu olduğunda
bu dört hatta yabancı ülkelere olan göç de dahil olmak üzere beş kategori birlikte
kullanılacaktır.