mizin tersi olanlard ır. Ateşin h ızı sayesinde nemi
giden ve daha önceden söz ettiğimiz topraktan daha kuru olan topra ğ a hamurlu toprak denir. Toprak ba- zen nemi içeride tutarak ateşin etkisiyle erir ve soğu - du ğ unda kara toprak olur. Böylesi bir karışım sonun- da kendilerine ait suyun b ü y ü k bir kısm ı m kaybeden, daha ince toprak parçalar ı ve tuzlu bir tad ı olan iki töz ü yar ı kat ı hale getirir ve suyla eriyebilir durumda tutar. Bunların birincisi sodad ır, ya ğı ve tozu çıkar- maya yarar, İkincisi ise lezzetli ve yasalara da uygun şekilde tanrılara hediye olarak verilen tuzdur. Bu iki cisim topraktan ve sudan olu şur, ateşte erir, suda eri- mez. Bunlar ı n nasıl ortaya çıkt ı klar ına bakalım . Ateş ve hava topra ğı eritemezler. Çü nk ü kendilerindeki par çalar topra ğın kendi aralarındaki par çalar ından daha k üçü kt ü r. Burada kendilerine kolayca bir yol bulurlar ve ilerlerler, bu sayede de çöz ülmez ya da erimezler. Su parçalar ı ise daha b ü y ü kt ü r, burada 61 kendilerine zorla bir yol bulurlar ve topra ğı da par- çalarlar. Eğer toprak gerçekten kuvvetli bir şekilde yoğ unlaşmad ı ysa, su tek başına bunu eritebilir . Eğ er kuvvetli şekilde yoğunlaştı ysa, o zaman da ateş d ı- şında hiçbir şey onu çözemez. Çü nkü bu aradan sa- dece ateş ge çebilir. Su çok kuvvetli bir şekilde yoğ un- laştı ysa, sadece ateş taraf ı ndan çöz ü lebilir, su yoğ unlaşmad ı ysa ateş taraf ı ndan çözü lebilir, hava da suyun aralı klarından geçip, üçgenlere gelene ka - dar her noktasından geçerek onu çözer. Hava kuv- vetli bir şekilde yoğunlaştı ysa, öğeleri yok olmadan başka hi çbir etken taraf ı ndan çöz ü lemez. Kuvvetli bir şekilde yoğunlaşmad ı ysa ateşte erir. Bir de top- rakla ve suyla karışı k cisimler var. Su , topraktaki ara- l ı klardan geçer ve bunları sı kıştı rır, bu durumda d ı- şarı dan gelen su artık geçecek yer bulamaz ve cismin 76 fv Timaios
etraf ından akar, bu şekilde onu eritememiş olur.
Oysa ateş parçalan suyun arası na sızabilir. Çü nk ü nasıl su toprak ya da ateşi etkilerse ayn ı şekilde ateş de suyu etkiler. Bu nedenle ateş, toprak ve suyun ka- rışım ından olu şmu ş cisimleri eritebilecek tek öğedir. Birleşmiş maddelerde su ve toprak oranı değişebilir, bunlar çeşitli camlar ve eriyebilir taşlard ır. Yine top- ra ğın sudan daha az oldu ğu kar ışımlar ise mum, çam sakızı ya da bu t ü rden şeylerdir. Nesnelerin şekilleri ve kendi aralarındaki birleşmeler ve değişimlerden kaynaklanan t ü rlerden söz ettik. Sı rada bunların bize nasıl etkide bulundukları konusu var. Hangi nesne- den söz edersek edelim, bu nesnenin bir duyuma yol a çması gerekir. Fakat bedenin kendisinden ya da be- denle ilgisi olan kısımdan yani ruhun öl ü ml ü kıs- mından hen ü z söz etmedik. Yapmam ız gereken şey, duyguya yönelik etkilere geçmek ve duyguya yöne- lik etkilerden de bedene ve ruha geçerek konu şmak. Aynı anda konuyu incelemek çok ama çok zor bir şey. Bu nedenle birini ispatlanm ış kabul ederek diğe- rini konu şmak ve sonra ilkine geri d önmek mantı klı gör ü n ü yor. Şimdi ruh ve bedenle ilgili her şeyi bildi- ğimizi varsayalı m ki bu sayede kendilerini olu ş turan nitelikleri ve bunların etkilerini rahatça inceleyebile- lim . Ateşin sıcak oldu ğunu söyl ü yoruz. Peki neden? Ateşin bedenimiz ü zerindeki etkisine bakalım. Ü ze- rimizde çok net bir etkisi oldu ğ undan herhalde hiç kimsenin ku şkusu yoktur. Ateşin u çları incedir, a çı- ları dard ır ve kendisi k üçü kt ü r. Çok h ızlı hareket eder, bu sayede bir canlıd ır ve karşılaştığı şeyi kolay- ca keser ve böler. Bunun gerekçesini anlayabilmek için ateşin ger çek şekline bakmak gerekir. Yani öz ü 62 bakımından diğer nesnelere gö re karşısmdaki şeyi kesmeye ve bölmeye çok daha uygundur. Sıcak ad ını 77 Platon
verdiğimiz şeye duyguya yönelik anlam ını veren de
ateşin kendisidir. Elbette sıca ğın zı ttından ve onun etkisinden de söz etmek gerekir. Bedenimizi çevrele- yen partik ü ller arasında en bü y ü kleri ona dahil olur ve en küçük parçalar partikülleri hareket ettirir. Fakat yerlerini alamadıkları zaman bizdeki partikülleri sıkış- tırırlar. Bedenimizdeki bölü mler birbirlerinden farklı ve hareket edebilir durumdad ır. Bu parçalar bedenimi- zi dengeli bir hale getirirler ve hareketsizleşmesini sağ- layarak sıkıştırırlar. Ancak bir nesne doğaya uygun ol- mayan bir şekilde baskı altındaysa o nesnenin kendisini zı t yönde hareket ederek savunması doğal- d ır. Bu savaş titreme ya da ü rpermedir. Tü m bu etki- lerin hepsine ve onları olu ş turan etkilere soğ uma de- nir. Eğer bir şey bedenimize dayanam ıyorsa ona yumu şak, bedenimiz bir şeye dayanamıyorsa ona da katı denir. Nesnelerin birbirlerine yönelik durumla- rına göre de yumu şak ve katı isimleri kullanılı r. Eğer nesnenin tabanı küçü kse bu nesne direnemez, taban d ö rtgense ve sa ğ lam bir yere oturuyorsa dirençli- dir, hatta en dirençli oland ı r. Ayn ı şekilde yoğ un bir birleşimden olu şan nesneler de serttir ve bunlar da son derece dirençlidir. Hafifi ve a ğı rı yukar ı ve a şa- ğı ile beraber anlatmam ı z halinde başarılı bir sonu - ca ulaşabiliriz. Evreni ikiye bölen bir çizgi vard ır ve iki bölge ortaya çı kar. Birisi cisim gibidir ve bir kit- lesi vard ı r, bu kısım her şeyi kendisine doğ ru yani aşağı ya doğ ru çeker. İ kincisi ise şeyleri kendisine doğ ru yani yukarıya doğ ru çeker. Bu d üşü nce ta- mamen hatalıd ır. Oysa gö k bir k ü re şeklindedir, bu nedenle de merkezden eşit uzaklı kta, u çlar ı olu ştu - ran noktalar da son noktalar olarak birbirleriyle eşittir. Merkez olan kısım da bu son noktalardan eşit derecede uzakt ır ve sanki her birinin karşısm- 78 f ö* Timaios
daym ış gibi kabul edilmelidir. Eğer evren bu söyle-
diğimiz şekildeyse, bu durumda aşa ğı ya da yukarı isimlerinin verilmesi pek de mantı kl ı olmaz. Yine evrenin merkezinde olan bir şeyin de aşa ğıda ya da yukarıda oldu ğ unu söylemek doğ ru olmayacaktır. Oysa bu d ü nyan ın merkezidir. Kendisini d önd ü ren şey ise merkez değ ildir ve birbirlerinden farkl ı ve merkeze karşı herhangi bir cisme yakı n olan hiçbir par çayı kapsamayacaktı r. Bu durumda özleri aynı olan şeylere nasıl olur da zı t isimler verilir? Durum böyleyse nasıl olur da doğru söyledi ğimiz d üşü nü- l ü r ? Evrenin merkezinde tamamlanm ış durumda olan bir cismin var oldu ğ unu söylememiz gerekir. Bu cisim kat ı bir cisimdir ve Uçlar birbirine benze- diği için onlara doğ ru hareket etmesi söz konusu 63 değildir. Bu cismin çevresini dola şı r ve kendisinin karşısı nda yer alan cismin bir noktasına belli bir a çı- dan baktığı için aşa ğı derken, ayn ı yere başka bir a çıdan bakt ığı için yukarı ad ını verecektir . Öte yan- dan daha önceden de belirttiğimiz şekilde k ü renin i çinde herhangi bir noktaya a şa ğı ya da yukar ı de- mek anlamsız olacakt ır. Peki, neden böyle bir isim- lendirme yapı yoruz? Neden göky ü z ü n ü bu tarz ke- limelerle ifade etmeye çalışı yoruz ? Öncelikle bilmemiz gereken bir nokta var. Evrende sadece ateşin bulundu ğ u bir yerde ya da ateşe meyilli olan asıl k ü tlenin oldu ğ u noktada bir insan bulunuyor olsun. Bu kimse k ü tleyi etkileyebilecek g üçte olsun, bu sayede terazide ateş par çalarını tartabiliyor, te- razinin bir taraf ı nı y ü kselterek ateşi havaya kaldı ra- biliyor, bir başka öze sahip olan havaya doğ ru bu ateşi çekebiliyor oldu ğ unu varsayalım . Bu durum- da bü y ü k ateş par çasındansa k üçü k ateş par çası nın adam ın hareketlerine boyun eğmesi daha kolayd ır. 79 Platon
Eğer tek bir güç iki ayrı nesneyi kald ı r ıyorsa, bu du -
rumda daha k üçü k olanın daha kolayca boyun eğe- ceği, daha b ü y ü k olanın daha fazla direneceği a çıktır . Bu durumda birine daha a ğır, diğerine aşa ğıya doğ- ru gidiyor, bir diğerine de yukarıya çıkıyor denebilir. Evet, bizler de oldu ğumuz noktada tam da tan ı mla- d ığı m ız şekilde hareket etmekteyiz. Bir teraziye de toprağın tözün ü ya da toprağın kendisini yerleştirdi- ğimiz zaman onu farkl ı bir öğe olan havadan ya da kendi öz ü nden daha farklı bir şekilde çekeriz . Bu du - rumda tartılan tözler kendilerine benzeyenlerle bir - leşmek isterler, fakat aralar ında en k üçü k olan kendi- sini yabancı bir şeye bırakan g üce daha kolayca boyun e ğecektir. Bu nedenle de kendisine hafif , zorla itilene ise a ğır deriz. Aynı şekilde zorla itilen yere yu - karı, diğer kısma da a şa ğı denir. Bu durumda nesne- lerin birbirlerine karşı durumları değer kazanmakta- d ı r, çü nk ü tü rlerin gerçek k ü tleleri birbirlerinin tam karşısındaki yerde olurlar. Örneğin bir noktada hafif ya da a ğı r ya da aşa ğı ya da yukarı dediğimiz bir şeyi aynı tü rden bir başka şeyle karşılaştırd ığımız zaman tü m bu şeylerin arasmda zı tlık ilişkisi oldu ğunu , eğ ri ya da bamba şka yönde oldukları m ya da bu şekilde bir yöne girdiklerini gö r ü r üz. Bu arada her zaman aynı kalan bir başka noktaya dikkat etmek gerekir. Bir nesne hareket halindeyken kendisine benzer bir şeye doğ ru hareket ederse a ğı rlaşı r ve bu nesne aşa- ğıya doğru gider. Tam tersi durum ya şand ığı zaman da tam aksi bir sonuca ulaşı rı z. Bü tü n bu olayların nedenleri bu şekildedir. Kayganl ık ve buru şukluk konularında herkes nedenleri gö rebilir ve anlatabilir. Buru şukluk b ü t ü n ü olu şturan parçaları n eşit olma- malarından kaynaklanı r. Kayganlık ise parçalar ı n 64 birbirlerine olan eşitliklerinden kaynaklanmaktad ır. 80 Timaios
Sırada bedenimiz için ortak etkilerden söz etmek var.
Bunlar ı n en önemlileri bedenin organlar ı ndan geçe- rek duyulara varan hazlar ve acılard ı r. Yine duyuma ba ğ l ı olan hazları ve acı ları kendinde tutan etkilerin nedenlerini de incelemek gerekir. Etkilerin nedenle- rini kavrayabilmek için duyular olsun ya da olmasın kolayca harekete geçirilen öz ve kolayca harekete ge- çirilmeyen öz arasındaki farkı açıklamakta yarar var, çü nk ü ulaşmak istediğimiz sonuca ancak bu yoldan ula şabiliriz. Kolayca harekete geçirilebilen ö z ü n bir organa ufacık da olsa etkisi oldu ğunda organı n her parçası kendisine yapılan etkiyi bir diğer parçaya ya da bir di ğer organa geçirir. Bu etkileşim bilince kadar devam eder ve en sonunda da bilinç kendisini olu ş- turan nesnenin niteliğini kavrar. Bir de tersi sö z ko- nusu olabilir yani organ kolayca etkilenmiyordur, bu durumda organ etraf ındaki hiç orgam harekete geçi- remez, sadece kendisinde bir etki yaratılı r. Yani or- ganlar etkiyi birbirlerine iletemezler, bu durumda etki kendilerinde kalı r ve canlı nı n tamamma geçme- diği için de duyum olamaz. Topraktan olu şan kemik- ler, sa ç ya da di ğer organlar için de benzeri bir du - rum geçerlidir. Daha önceden söz ü n ü etti ğimiz şeylerde ateşin ve havanın etkisi bü y ü kt ü. Bu neden- le de gör ü m ve duyumu ilgilendirirdi. Haz ve acı ko- nusunda şunları belirtebiliriz. Doğaya uygun olma- yan bir şekilde aniden olan yoğ un bir etkiyle acı getirir. Aniden doğal duruma d ön üş de haz verir. Yavaşça ortaya çıkan şeyler bu kadar etkili olmaz, ta- bii ki aniden olanlar ı n etkisi b ü y ü kt ü r. Kolayca orta- ya çı kan etkide ise haz ve acı yoktur, o sadece duygu - ya yöneliktir. Evet, görsel akışı ilgilendiren etkiler böyledir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu t ü rden akışlar gü n ışığı nda bedenimizle bir b ü t ü n olu ştu - 81 Platon ^ rurlar. Herhangi acı veren bir şey yani yanma, kesil- me gibi şeylerden dolayı acı çekmez . Aynı şekilde eski haline d önerken de haz duymaz. Fakat nası l bir 65 etkiye maruz kalı rsa ya da nası l bir nesneyle karşıla- şı rsa buna göre hislerimiz daha netleşir. Çöz ü lmesi ve bir araya gelmesinde bir zorlama yoktur. Öte yan- dan bir cisim daha bü y ü k par çalardan olu şuyorsa, kendi ü zerindeki baskı aracı na boyun eğer ve b ü tün hareketleri bedene aksettirir. Bu sayede de hazlar ve acı lar ortaya çı kar. Değişiklik acı, eski duruma d ön üş hazd ı r. Bir organ kendi töz ü n ü kaybetse ve yava şça bu şekilde çöz ü lse ya da aniden dolsa şöyle bir du - rumla karşı laşı l ı r: Çöz ü lme sı rasmda organlar her- hangi bir şey hissetmezler ancak dolmalar ı esnasmda duygulanımları olur. Bu durumda ruhun öl ü ml ü kıs- mı herhangi bir acı çekmez, hatta tam aksine haz du - yar. Örneğin güzel kokular söylediğimizin ispatıd ır. Öte yandan organlar aniden değişip yavaşça eski hallerine geri d önd ü kleri zaman daha önce ortaya çı- kan etkiden farkl ı bir etki ortaya çı kar. Tam da acı veren yanma ve kesilmelerde oldu ğ u gibi. B ü t ün be- deni ilgilendiren ortak etkiler hakkında sö yleyecek- lerimiz bu şekilde. Sırada m ü mk ü n oldu ğunca farklı organlarda ortaya çı kan etkiler ve bu etkilerin neden- leri konular ını anlatmaya çalışmak var. Biraz önce tatma duygusu ile ilgili şeyleri konu şmaktan vazgeç- miştik. Şimdi dille ilgili bu şeyleri a çıklamaya çal ışa- ca ğız. Bu konu da diğer bir çok konuda oldu ğ u gibi çeşitli birleşme ve ayr ılmalarla ilgilidir. Ancak diğer organlara göre daha fazla buru ş ukluk ve kayganlıkla ilgili şeylerdir , ince damarlara giderek ta ki kalbe ka- dar ilerleyen dilin tat almasını sa ğ layan, öz ü nde top- rak olan cisimler bedende nemli ve yumu şak şeylere değdiklerinde suya d ön üşü rler, ince damarları kuru - 82 rb* Timaios
turlar ve buru şuk olanlar ı donuk, daha az buru şuk
olanları da ekşi gibi hissederiz. Eğer dilin etraf ını te- mizleyen tözler sanki bir azot gibi dilin bir kısmım eritecek g üçteyse, bu t ü r şeylere yakıcı deriz. Ancak azottan daha hafif ve hafif çe yakan tözler buru şuk- luk olmadan tuzludur, tuzlu olanlar ise daha az acı verirler. Yine a ğızdaki sıcaklığı emenler ve bu şekil- de havaya d ön üşen t özler de vard ır. Bu t ö zler kendi- lerini sıcaklaştı ran şeyleri yakarlar. Daha hafif olduk- larından havaya doğ ru y ü kselirler ve evrenin boşlu ğunda yer alan duyu organlarma doğ ru y ü kse- lirler. Yolda karşıla şt ı klar ı her şeyi kestikleri için de kendilerine pü r ü zsü zleştiren ad ı verilir. Bazı cisim- ler giderek incelirler ve damarlara girerler, burada kendi bü y ü kl ü klerine uygun bir şekilde toprak ve hava par çalarıyla karşılaşırlar. Bunlar toprak ve hava par çalarmı birbirlerinin etraf ı nda çevirir ve karıştı- rı rlar. Kar ışan nesneler birbirlerine çarpar ve birbir- lerinin içine girerler, bu sayede çeşitli çukurlar orta- 66 ya çı kar, toprak ve hava parçacıkları da ç ukurlara giren nesnelerin etraf ı na yay ılır. Ard ından havay ı kapsayan bir y ü zey olu ş turur. Bunun i çinde bazen hiçbir şey olmaz, bazen ise toprak olur , işte bu ha- vayla dolu yerler boş olan k ü re şeklindeki k ü tleleri olu ştururlar. Bir su kabarcığı saf ve saydam bir parti- k ü lden olu şur, mayalar ise toprakl ı, hareketli ve ya- nar durumda olan kö p ü klerdir. Bü t ü n bunlara neden olan şeyler ekşidir. Biraz önce tatma duygusuna yö- nelik olarak söylediğ imiz şeylerin hepsinin bir zı tt ı vard ı r. Eğer bu partik ü l dediğimiz kısı mlara giren cisimler kendi özlerine uygun şekildeyseler kabar- cı klar yumu şatılır, doğ al olmayan bir şekilde sı kışt ı- rılm ış ya da d üğü mlenmiş olan parçalar çöz ü l ü r. Bu sayede de nesne eski doğal şekline m ü mk ü n oldu - 83 Platon
ğ unca yaklaşı r. Bu tü r etkilerin daima hoş karşılanan
bir panzehiri vard ı r, bu da tatlıd ır. Tatma ile ilgili olarak bu kadar yeterli. Sı rada buruna yönelik nite- likler var. Belli t ü rleri yoktur. Aslında koku dediği- miz şey her zaman için tamamlanmamış bir şeydir ve hiçbir şekil şu kokuya sahiptir diye bir genelleme ya- pamayız. Koklamamı z için gerekli olan damarlar, toprak ve su için dar, ateş ve hava içinse geniş tir. Bu nedenle ateşin ve havanm kokusu hissedilmez. Öte yandan ıslanan, nemli, partikü ll ü ya da bu ğulanmış cisimlerde koku vard ır. Su ve hava birbirlerinin yeri- ne geç tikleri zaman değişiklik arasında ortaya çı kan cisimlerde koku olur. T ü m kokular ya duman ya da sis şeklindedir. Havaya geçişte sis, suya geçiş te du - man olur . Kokuların sudan daha ince, havadan daha kalın olmaları nın nedeni budur . Bir insanın nefes borusunu kapatı rsak ve nefesini zorla çı karı r- sak söylediğimiz şey daha anla şılır hale gelir. Bu durumda d ışar ı ya koku çı kmaz ve nefes kokusu yok olur. Koku t ü rlerini iki gruba ay ı rmam ı z uy- gundur. Ancak bu grupların ger çek birer isimleri yoktur. Çü nk ü bu t ü rler sı radan ya da çok şekilli 67 olarak ortaya çı kmad ılar. Koku t ü rleri arası ndaki tek ayrım acıya ya da hazza neden olmalarıd ı r. Bu koku - lardan biri en yukarıdan en a şa ğı ya kadar t ü m bede- nimize etki edip onu irkiltirken, diğeri ise yumu şak- tır ve g ü zel bir şekilde doğal duruma dönd ü r ü r. Sırada üçüncü duyu organımız ve onun ne t ü r etkiler ald ığını konu şmak var. Ses, havanın kulaklar aracıl ı- ğıyla beyin, kan ve ruha indirdiği bir darbe gibi bir şeydir. Bu sayede kafadan başlayıp karaciğere kadar bir hareket yaşanı r. Hareket ne kadar hızlıysa ses de o kadar ince olur, hareket a ğı rla ştıkça ses de kalı nla- şı r. Hareket aynı oldu ğ u sü rece ses de ayn ı olur ve 84 fi * Timaios
tatlı olur. Yine hareketin sert olması sesin g üçl ü, yu -
mu şak olması ise g üçsü z olması anlam ına gelir. Öte yandan sesler arasındaki uyumdan daha sonra söz edeceğiz. Şimdi de d örd ü nc ü duyu orgamm ızı konu - şalım. Aslında buna genel bir başlık olarak renkler diyoruz ama onu da alt başlıklara indirgememiz ge- rekiyor. Her cisimden çıkan ve parçaları bir duyum olu şturan, gör ünt ü ye bağlı olan şey alevdir. Gö rme nedenlerimizi daha önceden anlatm ıştık. Sı rada renklerle ilgili a çıklamalar yapmak var. Tabii ki bun- ları akla en yakın şekilde yapaca ğız. Diğer cisimler- den ayr ılı p gör üşe çarpan cisimlerin bazılar ı görsel akıştan küçü k, bazıları bü y ü ktü r, bazıları ise aym bü y ü kl ü ktedir. Aym bü y ükl ü kte olanlar saydam ol- duklar ından gör ü nmezler. Yine daha bü y ü k ya da k üçü k olunmasına ba ğlı olarak görme kısalı r ya da uzar. Yani cisimler bedenle karşıla ştıkları zaman so- ğ uk ya da sıcak, dille karşılaşt ı kları zaman yakıcı ya da buruk dediğimiz şeylerle akrabad ı r. Bu cisimler soğ uk ve sıcak cisimler gibi etkiler yapan siyah ve beyaz cisimlerdir. Fakat bunlar farklı organlar ı etki- lediklerinden onları daha farkl ı olarak algılar ız. Ken- dilerine şu isimler verilmelidir: Görme ışınını b ü y ü- t ü yorsa beyaz, k üçü lt ü yorsa siyah. Öte yandan h ızlı ca hareket eden bir ateş göz ışınına çarparsa ü ze- rinde bir baskı yaratı r ve a çıklıkların erittiği göze ka- dar genişler ve ard ından da gözyaşı ad ını verdiğimiz suyu damlatır. Bu hareketin kendisi de ateştir ve bu akışa doğ ru ateşe bir y ıld ır ım gibi çakarak d ışar ı f ır- 68 larsa d ışardaki ateş içeri girer ve ıslaklı k ateşi sönd ü- r ü r. Bu kar ışı m çeşitli renkleri doğurur. Buradaki his göz ü n kamaşmasıdı r, kamaşmaya neden olan şey ise parlaklıktır. İki ateş t ü r ü yamnda üçü ncü bir ateş t ü r ü daha vard ır. Bu ateş de göz ıslaklığına kadar ge- 85 - Platon <v
lir ve onunla karışır ancak diğerinden farkı parlak
olmamasıd ı r. Ateş ve karıştığı ıslaklı k ışıldayarak kan rengine neden olur. Bu renk kı rm ı zıd ı r. Kı rm ızı- ya ve beyaza kar ışan parlakl ı k sar ıd ı r. Öte yandan karışı mdaki renk oranları m ise bilsek bile söyleme- meliyiz. Çü nk ü buradaki zorunlu ve akla uygun a çı klamalar yeterli olmaz. Kı rm ızı, siyah ve beyaz karışı rsa erguvan, bu kar ışı m yak ılı rsa ve içine de si- yah eklenirse kahverengi olur. Sarı, boz rengin birle- şimi açı k kahverengi, beyaz ve siyahm kar ışı mı boz rengi, okra rengi de beyazın ve sarının birleşmesin- den olu şur. Beyazı sarı ve siyahla karışt ı rsak lacivert elde edilir, lacivert ve beyaz kar ışı rsa a çı k mavi, kes- tane rengi ve siyah birbirine kar ışı rsa yeşil elde edi- lir. Bu söylediğimiz örneklerden hareketle diğer renklerin de ne şekilde ortaya çı ktı kları akla uygun bir şekilde a çı klanabilir. Fakat tü m bu şeyleri dene- mek insanı n ve tanrının özleri arasındaki farkı bilme- mek anlamına gelir. Çok sayıda şeyi tek bir şey gibi birleştirmek ve ard ından da o bir tek şeyi çok şey du - rumuna getirmek sadece tanr ı n ı n becerebileceği bir şeydir. İ nsanlarsa şimdi ve gelecekte bunu asla bece- remeyeceklerdir. Tanrı kendi kendine yeterlidir, do- ğan nesnelerin en g ü zelinin ve en iyisinin yarat ıcısı- d ı r. Zorunluluk tarafmdan kurulan bu şeyleri tanrı da evreni yaratı rken kulland ı. Doğan her şeye bir iyilik ekledi ve bu t ü r nedenlerden de yararland ı. Bu nedenle elimizde zorunlu ve tanrısal olmak ü zere iki ayrı tü r neden var. Bunlar birbirlerinden farklı d ır. Kendi ya şam ı m ızın en iyi şekle b ü r ü nmesini istiyor- sak sü rekli olarak bu tanrısal nedenin peşinden koş- mamız gerekir. Zorunlu nedenleri ise tanrısal neden- 69 lere ula şmak i çin bir araç olarak gö rmeliyiz, bu olmaksızın incelenen nesnelerin teker teker kavran- 86 '
- rt> Timaios
ması ya da kendilerinden bir pay alınması sö z konu -
su olamaz. Bundan sonra bir şey inşaa edenler gibi, bizler de elimizdeki seçilmiş ara çlarla ele ald ığı m ız konuyu incelemeyi tamamlayabiliriz. Başlangıçta söylediğ imiz şeyi tekrarlayarak ba şa d önelim. Yani hikâ yemizi başlangıca uygun şekilde sonland ı ralı m. Daha önce de belirttiğimiz gibi Tanrı t ü m nesnelerin hem kendi içlerinde hem de ba şka nesnelere kar şı bir oranları olmasını sa ğlam ış tır. Bunu elbette ki orana ihtiyacı olan nesnelerde ger çekleştirir. Bu yapılma- dan önce yani t ü m ölçülere uygun bir oran olmadan önce kaos vard ı. Çü nk ü bundan önce nesnelerin sa- dece tesad üfi bazı oranlar ı bulunuyordu . G ü n ü m ü z- de ateş, su ya da buna benzer şeylere bir isim verili- yor ancak o zamanlar bu şekilde ismi olan bir nesne yoktu . Tanrı b ü t ü n bu şeyleri d ü zene koydu , ard ın- dan da t ü m öl ü ml ü leri ve öl ü ms ü zleri kapsayan ev- reni olu şturdu . Öl ü msü z tanrıları da kendisi yaratı r- ken, kendi çocuklarına öl ü ml ü insanları yaratma işini verdi. Bu tanrılar da tanrıy ı ö rnek ald ılar. Ruh- taki öl ü msü zl ü k ilkesinden hareketle ruhun etraf ına ölü ml ü bir beden koydular . Bedenin görevi onu taşı- ması yd ı. Ard ından bedene bir ruh daha verdiler, bu ruhta köt ü ve uzak durulması zor olan bazı arzular vard ı. Sonra sırasıyla köt ül üğü en fazla besleyen şey olan haz, ard ından iyilikten uzak durmamızı sa ğ la- yan acılar, kö tü tavsiyelerde bulunan atılganlık ve korku , sonra zor sakinleşen öfke, en son olarak da bizi kolayca kand ı ran umudu yarattılar. B ü tü n bu şeyleri d üşüncesi olmayan duyumla ve her şeye gö z ü kapalı giren aşkla birleştirdiler. Ard ından da zorun- lulu ğa uygun olarak ölü ml ü ruhları ortaya çıkard ı- lar. Öte yandan tanrısal ilkeye zarar vermekten de çekiniyorlard ı. Bu nedenle ger çekten bir zorunluluk 87