You are on page 1of 2

Siz hiç gördünüz mü?

Siz hiç yüzlerce kişi uçak alanında ya da herhangi bir


gümrük kapısında sırada beklerken bir işçinin VIP
salonundan geçirildiğini gördünüz mü?
Ya da bir emekçinin özel zırhlı arabalarda polis korteji
eşliğinde seyahat ettiğini?
Peki bir küçük esnafın yol güzergahı üzerine 50 metrede
bir polis koruması konulmasını?
Bir küçük üreticinin ayaklarının altına kırmızı halılar
serilmesi ya da onuruna binlerce liralık harcamalarla
resepsiyonlar düzenlenmesini?
Eminim ki hiç biriniz böyle bir şeye tanık
olmamışsınızdır.
Ben de olmadım, ama ülkemizin kuzey parçasına gelen
sömürge yöneticilerinin temsilcilerine ya da büyük iş
adamlarına bunların yapılmasını sıklıkla görmeye
başladık hep birlikte.
Acil olarak bir işinizi halletmek için bir yere gitmeye
çalışırken polis tarafından yolların kapatılması nedeniyle
işinizi halledemediğiniz olmuştur muhtemelen.
Olmadıysa üzülmeyin, belli ki bundan sonra sıklıkla bu
uygulamalarla karşılaşacağız bu ülkede ve elbet size de
denk gelir bir gün.
Siz de bir işinizi halletmek için iş yerinizden bin bir
zorlukla aldığınız izninizi bu şekilde heba edersiniz
günün birinde.
Saatlerce ara sokaklardan gideceğiniz yere varmaya
çalışırken, sıkışmış trafik içerisinde siz de ağzınıza gelen
küfrü sıralarsınız mutlaka...
Çok da garipsememek lazım aslında bu olanları.
Ne de olsa bu düzenin adı “sömürge düzeni”!
Ve bu düzenin kurucuları sultanlar gibi hizmet gören bu
şahsiyatlar!
Düzen onların düzeniyse onlara hürmet edilmesi de
normal oluyor günün sonunda.
Sorun onlara hürmet edilmesinde değil aslında, sorun
düzenin neden onların düzeni oluşunda.
Bir düşünün, örneğin onların toplumsal yaşama katkıları
nedir?
Herhangi bir üretim yapıyorlar mı mesela ya da
toplumsal refahı artırmak için ne gibi çalışma
yürütüyorlar?
Evet onlar ülkenin yönetimi için kafa patlatıyorlar ya da
sahip oldukları şirketlerin daha fazla kar elde etmesi için
didinip duruyorlar.
Ama bu çabalarının topluma katkısı nedir ki?
Ülkenin yönetimi için kafa patlatan “sultanlar” işçi,
emekçi, küçük esnaf ve de üreticiler için patlatmıyorlar
ki kafalarını, sahip oldukları büyük şirketlerin daha fazla
kar elde etmesi için didinenlerin kendi çıkarları için
değil mi çabaları?
Ve tümünü bir araya getirdiğimizde bu şahsiyatların
daha fazla kar elde edebilmesinin yolu işçilerin,
emekçilerin, küçük esnaf ve üreticilerin daha az
kazanması ve yoksullaşması değil mi sonuçta?
İşte sorun da tam burada; hükmedenlerin üretenlerin
değil de üretmeden, üretenleri sömürerek yaşam
sürenlerin oluşu...
Eğer toplumun büyük bir bölümünü oluşturan biz işçi,
emekçi, küçük esnaf ve üreticilerin yaşamlarımızın
giderek daha da ağırlaşmasını istemiyorsak, bizim
ürettiklerimiz üzerine saltanat kuran bu “sultanların”
hükümranlığını dağıtmamız gerekiyor muhakkak!
Onlar olmadan biz planlı bir şekilde üretmeye ve
ürettiklerimizi adil ve ihtiyaçları dikkate alınarak
dağıtımını planlayarak çok daha iyi bir şekilde devam
edebiliriz mesela.
Ancak biz üretenler olmasak bu asalaklar takımı
sürdüremezler yaşamlarını, çünkü ekmek dahi
bulamazlar doyurmak için karınlarını.
Peki neden bu asalakların saltanatına bağlılık?
Neden güvenmiyoruz kendi ellerimizdeki güce?
Ama kaçarı yok, işçiler-emekçiler olarak birlik olursak
ne kadar güçlü olduğumuza güvenmek ve bunu
başarabildiğimiz oranda bu asalaklar takımının ne kadar
güçsüz olduğunu öğrenmek zorundayız.
Başka yolu yok bu asalakların saltanat düzeninden
kurtulmanın!
Tabi bu yazdıklarımız bu çürümüş düzenden bıkmış
olanlara en başta, ama aynı zamanda bu çürümüşlük
içerisinde yaşamayı tercih edenlere de bu tercihlerinin
yanlışlığını anlatmaya devam ederek ısrarla...

You might also like