herkes bütün yaşama kolaylıklarına bol bol kavuşur. Başka her yerde 'senin benim' ilkesiyle, karmaşık olduğu kadar da kötülüğe elverişli bir toplum düzeni kurulmuştur. Binlerce yasa çıkarılır, yine de ne herkes ev sahibi olur, ne kimsenin mülkü korunabilir, ne de başkasınınkinden kolayca ayrılabilir. Her gün sürüyle açılan ve bir türlü bitmek bilmeyen davalara bakın. Bunları düşünürken Platon'a candan hak veriyorum ve mülk ortaklığını istemeyen uluslara yasa hazırlamaya yanaşmamış olması beni hiç de şaşırtmıyor. Bu büyük dâhi çok önceden görmüş ki, insanları mutluluğa ulaştırmanın tek yolu, eşitlik ilkesini uygulamaktır. Oysa mülkün tekelde ve mutlak olduğu bir devlette eşitlik kurulamaz sanırım, çünkü orada herkes türlü yollarla kazanabildiği kadar kazanmakta haklı görür kendini ve ulusun zenginliği ne kadar büyük olursa olsun, eninde sonunda başkalarının yoksulluğuna göz yumacak küçük bir azınlığın eline geçer. Çok kez zenginin mutluluğuna ermek daha çok yoksulun hakkıdır. Cimri, ahlaksız, yararsız nice zenginler yok mu? Buna karşılık dürüst, kendi halinde, zanaatı ve durmadan çalışmasıyla devlete, yarar görmeden yararlı olan sayısız yoksul var. İşte bütün bunlar beni kesin olarak şu inanca götürdü ki, mülk sahipliğini ortadan kaldırmak memleketin zenginliğini eşitçe, doğrulukla dağıtabilmenin ve insanlığı mutluluğa kavuşturmanın biricik yoludur. Mülkiyet hakkı toplumsal yapının temeli oldukça, en kalabalık ve en işe yarar sınıf yoksulluk, açlık, umutsuzluk içinde yaşayacaktır. Kötülüğü hafifletecek çareler bilmiyor değilim; ama bunlar hastalığı iyi edemeyecek ilaçlardır. Örneğin şunlar: Bir kişinin elde edebileceği toprağı ve parayı sınırlandırmak. Zorbalığa ve bozgunculuğa karşı sert yasalar koymak. Yükselme tutkusu ve entrikaları kötüleyip cezalandırmak. Devlet görevlerini parayla satmamak." Ben de Raphael'e dedim ki: "Sizin düşüncelerinize katılmak şöyle dursun, bence tam tersine, mülk ortaklığını uygulayan memleket dünyanın en yoksul memleketi olacaktır. Halkın yiyecek, giyecek ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaksınız? Herkes işten kaçacak ve başkasının emeğiyle geçinecek. Yoksulluk tembelleri işe sürse bile, yasa herkesin hakkını başkalarına karşı korumayacağı için durmadan başkaldıranlar olacak ve sizin devlette kan gövdeyi götürecek. Kargaşalığın önüne nasıl geçeceksiniz? Memurlarınızın sözde bir üstünlüğü olacak sadece: Korku, saygı veren şeyi almış olacaksınız onlardan. Kimseyi kimseden üstün saymayan, bu hep bir sıradan insanların nasıl bir devleti olabileceğini düşünemiyorum bile." "Böyle düşünmenize şaşmıyorum," dedi Raphael; "hayal gücünüz böyle bir devleti tasarlamaya yetmiyor ya da yanlış tasarlıyor onu. Ben Utopia'da beş yıl yaşadım ve bu yeni dünyayı eskisine haber vermek için geldim. Siz de oraya gitmiş, orada nasıl yaşandığını görmüş olsaydınız, dünyanın hiçbir yerinde daha düzenli bir yer olmadığını söylerdiniz benim gibi." Peter Giles söze karıştı ve dedi ki Raphael'e: "Bu yeni dünyada bizimkinden daha gelişmiş uluslar olduğuna inandıramazsınız beni. Tabiat bizim dünyamızda kafaları daha düşük bir mayadan yaratmış olamaz ya. Üstelik bizim arkamızda eski bir uygarlık örneği var. Uzun bir gelişme içinde gerek ihtiyaçlar, gerek hayatı güzelleştirme isteği nice buluşlar doğurmuş. Ayrıca rastlantılardan doğma nice buluş daha var ki, en keskin dehalar bile düşünemez onları." "Eskilik konusunda," dedi Raphael, "bu yeni dünyanın tarihlerini okumadan doğru bir yargıya varamazsınız. Bu tarihlere göre, bizim dünyamızda daha insan yokken orada şehirler varmış. Dâhilerin ya da rastlantıların getirdiği buluşlarsa, dünyanın her yerinde olağan şeylerdir. Zekâca yeni dünyalılardan üstün olduğumuzu kabul edebilirim. Ama çalışmada, işçilikte, ustalıkta bizi çok geride bırakmışlar. Size bunu bir örneğiyle anlatayım. Bizim gelişimizden önce Utopialıların Avrupa'dan hiç haberi yokmuş. Yalnız on iki yıl kadar önce fırtınadan bir gemi batmış adanın önlerinde. Mısırlı ve Romalı bazı yolcuları dalgalar kıyıya atmış. Bu yolcular ölünceye kadar Utopia'dan ayrılmak istememişler. Bu olaydan çok yararlanmış Utopialılar. Kurtulan yabancılardan Roma'nın bilimleri ve sanatı üstüne bütün bildiklerini öğrenmişler. Bu bilgileri geliştirerek, öğrenemediklerini de kendileri çıkarmışlar. Böylece bir rastlantıyı değerlendirip eski dünyanın bütün marifetlerini benimsemişler. Belki bizlerden daha başka düşenler de olmuştur oraya. Ama zamanla unutulmuşlar herhalde. Belki benim gelişimi de unutacaklar bir gün. Oysa bu mutlu adalılar benden çok yararlandılar, Avrupa'nın en güzel buluşlarını benden öğrenip kendilerine mal ettiler. Ama bizler kim bilir kaç yüzyıl sonra ancak onların en güzel kurumlarını benimseyebileceğiz? Aynı zekâ, aynı olanaklarla onlarınki kadar rahat bir toplum düzeni kuramayışımız bundan işte. Onların kafaları durmadan yeni buluşlara yöneliyor, yararlı her şeyi geliştirip uygulamanın yolunu arıyorlar." "Peki," dedim, "bize bu mutlu adayı iyice anlatın. En küçük ayrıntılarına kadar her yanıyla gösterin onu bize. Taşını toprağını, ırmaklarını, nehirlerini, insanlarını, kurumlarını, yasalarını serin önümüze dilediğiniz gibi. Bilmediğimiz her şeyi öğrenmeye can atıyoruz, inanın buna." "Hay hay," dedi Raphael; "bütün bunlar hep gözümün önünde henüz. Ama çok zaman ister bu iş." "Öyleyse," dedim "gidip yemek yiyelim önce. Sonra bol bol vaktimiz olur." "Nasıl