You are on page 1of 2

saçılan kıyım kıyım etleri pirinç

düğmeleriyle kaplanacak. Bin bir parça


parramparrrça her şey yerli yerinde. Uf mu
oldu? Oo, bişeyciğin kalmaz. Ver elini, işte,
gördün mü? Oo, bişeyciğin kalmaz. El
sıkışalım gel. Oo, bişeyciğin kalmaz, canım.
Harikalar yaratacaktın, ha? Coşkulu
Columbanus'tan sonra bir misyoner daha
Avrupa'ya. Fiacre ile Scotus gökyüzünde
cevrücefataburelerine kurulmuşlar, arjantinleri
taşadursun, yaygaralılatinkahkahalarını
koparıyorlar: Euge! Euge! Newhaven'da vıcık
vıcık çamurlu rıhtım boyunca valizini
sürüklerken, hamal üç peni ya, bozuk
Ingilizceyle konuşuyormuşsun numarası
yapman. Comment? Paha biçilmez ganimetler
getirmiştin dönerken; Le Tutu, Pantolon Biane
et Culotte Rouge'un yırtık pırtık beş sayısı, bir
de mavi Fransız telgrafı, antika şeyler:
-Annen ölüyor çabuk gel baban.
Halam anneni senin öldürdüğün kanısında.
Bu yüzden sana karşı.
O halde Mulligan 'in halası şerefine,
Anlatayım sizlere jestimin sebebi ne.
Ahlaki bir yaşantı sürdürmüştür her
daim
Hannigan ailesi, onun sayesinde.
Güney duvarının taşlarını izlerken, ayakları
kum karıklarını birden çalımlı bir tartımla
arşınladı. Gururla baktı onlara, istif edilmiş
taştan mamut kafatasları. Denizde, kumda,
taşlarda altın ışıklar. Güneş orda, ince uzun
ağaçlar, limonsarısı evler.
Paris sabah mahmurluğunda, limonsarısı
sokaklarda hoyrat güneş ışığı. Dumanı
üstünde ayçörekleri, kurbağayeşili pelinler,
Paris'in sabah buhuru havayla cilveleşmekte.
Belluomo, karısının âşığının karısının
yatağından kalkıyor, başörtülü evkadını,
elindeki fincan tabağında asetik asit fır
dönüyor. Rodot'nun Yeri'nde Yvonne ile
Madeleine, ağızları flan breton pusuyla
sararmış, altın dişleriyle chausson çöreklerini
öğüterek sırra kadem basan güzelliklerini
yeniden canlandırmaktalar. Parisli erkek
yüzleri geçmekte, afsunlanmış füsünkârlar,
kâküllü conquistadores.
Öğle ımızganması. Kevin Egan matbaa
mürekkebine bulanmış parmaklarıyla barut
sigaraları sarmakta; Patrice'in beyaz perisini
içtiği gibi o da yeşil perisini yudumlamakta.
Çevremizde pisboğazlar acılı lobyaları
çalakaşık mideye indirmekteler. Un demi
setier! Parlak kaptan fışkıran kahve buharı.
Egan'ın bir işaretiyle, garson kız masama
geliyor. II est irlandais. Hollandais? Non
fromage. Deux irlandais, nous, Irlande, vous
savez? Ah, oui! Hollandais peyniri istediğini
sanmıştı kız. Postprandialiniz, bu sözcüğü
biliyor musunuz? Postprandial. Bir zamanlar
Barselona'da bir adamla tanışmıştım, tuhaf bir
adamdı, postprandaialim derdi ona. Yaa:
Slainte! Tahta masaları çevreleyen şaraplı
nefesler ve oburca tıkınma gurultuları girift
olmuş. Egan'ın soluğu salçayabulanmış
tabaklarımızın üzerinde salmıyor, dudaklarının
arasından yeşil perili kazmadişi fırlamış.
İrlanda'dan, Dalcaslılardan, umutlardan
komplolardan, Şimdi de değerli bir önder,
pimander Arthur Griffith'ten (AE) dem
vurmaktayız. Beni de kendi boyunduruğuna
koşsun diye, kıyalarımız ortak davamızmış.
Babanın oğlusun sen. Bu sesi tanıyorum.
Kanrengiçiçekli dimi gömleğinin ispanyol
püskülleri, gizlerini açarken nasıl da tirilderdi.
M. Drumont, ünlü gazeteci Drumont, kraliçe
Viktorya'ya ne diyor, biliyor musun? Sarı dişli
moruk cadaloz. Dents jaunesli bir vieille
ogresse. Maud Gonne, güzel kadın, la Patrie,
M. Millevoye, Felix Faure, nasıl öldüğünü biliyor
musun? Şehvet düşkünü herifler. Upsala'daki
kaplıcada erkek çıplaklığını oğuşturan froeken,
bonne a tout faire, demişti, tous les messieurs.
Ama bu monsieurye çalışmaz, dediydim ben
de. Pek sefih âdetler bunlar. Oysa yıkanmak

You might also like