Genelde siyasi sohbetlerin ana sorusudur; Nasıl kurtulur bu memleket?!
Ülkede yaşanan siyasi ve ekonomik krizler sonucunda dönem dönem siyasete yönelik artan ilgi, bir süre sonra ümitsizliğe ve “Bu memlekette hiç bir şey olmaz” umutsuzluğuna dönüşür. Son dönemde yaşanan gelişmeler ise giderek artan bir politikleşmeye işaret etmekte. Ülkemizin kuzeyinde artan ekonomik sorunlar, hayatın pahalılaşması, işsizlik, özelleştirme ve Kıbrıs sorununun tekrardan ısıtılmaya başlanması Annan planı sonrası dönemde uzun bir süredir siyasetten uzaklaşan kesimlerin yeniden politikleşmesini beraberinde getiriyor. Yaşanan sorunlar sadece Kıbrıs’la da sınırlı olmadığı için, emperyalist-kapitalist üretim düzeninin küresel çapta yaşadığı krizin etkilerinin de giderek ağırlaşması ve yakın bir gelecekte bir öncekindeki gibi teğet geçmeyeceği şimdiden ilan edilmesi bizi bekleyen zorlu bir döneme, belki de Arap ülkelerinde ve Yunanistan, İspanya gibi ülkelerde yaşanan toplumsal hareketlenmeler benzeri vardır ve yaşanan süreçler bir birine benzese de aynı olmama ihtimali yüksektir. Elbette her ülkenin kendine göre farklı koşulları vardır. Ülkemize baktığımızda 2000’li yıllar ile birlikte gelişen ve Annan planı döneminde zirve yapan çok geniş tabanlı bir toplumsal hareketlenme yaşandığını görebiliyoruz. Son dönemde kimilerine göre 2000’li yılların başına tezgâhlanan ve Kıbrıs’ın kuzeyinde uygulanan oyunun bir benzeri tekrardan sahnelenmeye çalışılıyor. Neydi bu oyun? Kitlelerde mevcut yapıya yönelik artan tepkiyi “çözüm ve AB” sloganı altında toplamak ve bunun üzerinden mevcut yapılanın çürüyen kısımlarını yenileyerek, yapının devamlılığını sağlamak. Bunun sonucunda kimileri “devrim” yaptık diyerek ortalarda dolaşmaya ve aslında “statüko” denen yapının aslında yeni yüzlerle devam ettirildiğini gizlemeye çalışacaklardı. Ancak olan ne bir köklü bir değişim ne de “devrim”di. Sadece 30 küsur yıldır sürdürülen “çözümsüzlük çözümdür” politikasının “çözümü arzulayan taraf” tanımlaması ile sürdürülmesiydi. Yıllardır sorunun çözümünün önünde esas engel olarak görülen/gösterilen politika bir anda çözümün “güvencesi”ne dönüştürülmüştü. Yıllarca tüm emperyalist güçlerce “ülkeyi işgal eden ve çözümsüzlüğü koruyan” taraf olarak kabul edilen TC devleti yine aynı güçler tarafından bir anda “çözüm için irade ortaya konmasını sağlayan” barış elçisine dönüştürülecekti. Sanki ülkenin bölünmesini ve TC devleti tarafından kendi çıkarları doğrultusunda işgal edilmesini sağlayan NATO üyesi aynı emperyalist güçler değilmiş gibi. Peki bugün de benzer bir oyun mu sahnelenmeye çalışılıyor? Bunu bilmek çok güç, dahası bu emperyalist güçler açısından dünyayı kontrol edebilmek için yapılan planlarda tek bir seçenek ve yöntem yoktur. Onlar yaşanan gelişmeler karşısında çoğu zaman çok sayıda alternatif plana sahiptirler. Dahası eğer bir coğrafyada yaşanan gelişmeler o coğrafyada örgütlü olan ve kendileri ile uyumlu hareket eden yapılanmalar tarafından kontrol edilebilir durumdaysa ortada çok da önemli bir sorun yoktur demektir. Son dönemde yaşanan gelişmeler işte bu noktada önemlidir. Çünkü dünyanın çeşitli yerlerinde gelişen ve önümüzdeki dönemde ülkemizde de gelişmesi muhtemel toplumsal hareketlenmeler üzerinde bu güçlerin tam bir kontrolü bulunmamaktadır. Ülkemiz açısından bakacak olursak bu güçler açısından en büyük dezavantaj kitlelerin yakın geçmişte, 2000’li yıllarla birlikte, benzer oyunları yaşayarak görmeleri ve kitleleri emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda yönlendiren bu coğrafyaya ait yapılanmalara karşı ciddi bir güvensizlik duyuyor olmasıdır. Emperyalist güçler açısından ciddi bir dezavantaj olan bu olgu, bizler açısından, yani bu ülkenin gerçek anlamda bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele edenler açısından önemli bir avantajdır. Önemli olan ise bu avantajı kazanıma çevirebilmektir. İşte bu noktada, “Nasıl kurtulur bu memleket?” sorusunu giderek daha çok insanın sormaya başladığı bir süreçte, memleketin ve dahası günün sonunda dünyanın bu barbarlıktan kurtulmasının yolunun ne olduğunu daha güçlü ve örgütlü şekilde kitlelere anlatmak hayati bir önem kazanmaktadır. Bizlerin “Memleketin ve dahası dünyanın nasıl kurtulacağına” dair ortaya koyacak kapsamlı ve programlı görüşlerimiz vardır. Bu nedenle Gelecek Gazetesi bu mücadelenin meydanlara döküldüğü bir süreçte, 2 Mart eyleminin yapıldığı gün yayına başlamıştır. Ve bu nedenle Gelecek Gazetesi 1 Ekim tarihinde gerçekleştireceğimiz büyük bir konser sonrasında günlük yayına geçmeyi hedeflemektedir. Önümüzde önemli bir süreç ve büyük bir görev duruyor; gelişen toplumsal mücadeleyi sınıfsal temellere dayandırmak için daha güçlü ve daha örgütlü bir mücadeleyi örmek! 1 Ekim akşamı gerçekleştireceğimiz olan Grup Yorum Lefkoşa Konseri bu süreçte kritik bir adımdır ve en iyi şekilde bu adımı atmak görevi öncelikli görevimiz olmalıdır.
Yunanistan'daki Büyük Ekonomik Kriz: 2008'de başlayan ve dünyayı alarma geçiren Yunanistan ekonomik krizini keşfetmek için bir yolculuk. Bunun nedenleri ve sonuçları nelerdir