You are on page 1of 3

Tekelci güçlere ve karlara karşı 19.

yüzyılın son çeyreğinde


başlamış olan hareket 20. yüzyılda da devam
etmiştir. Ancak, "büyüyen bela" hakkında pek çok söz
söylenmiş olmasına rağmen, pek az şey yapılmıştır. Bir
şeyler yapmak azminde oldukları sırada bile, ne Federal
Ticaret Komisyonuna ne de Adalet Bakanlığının tröstleri
denetlemekle görevli dairesine, işin gerektirdiği para ve
personel verildi.
Gerçekte, bu konuda pek bir şey yapılamazdı da. 191 1
yılında Standart Oil Company "dağıtıldığı" zaman, J.P.
Morgan'ın şu yerinde gözlemde bulunduğu anlatılır:
"Hiçbir yasa bir kimseyi kendisi ile rekabete zorlayamaz."
Sonraki olaylar Bay Morgan'ın haklı olduğunu göstermiştir.
1935 yılına gelindiğinde:
A BD' deki bütün büyük şirketleri n yüzde birinin o nda
biri, bütün büyük şirketlerin to plam varl ıkla rının yüzde
52'sine sah ipti.
Bütün büyük şirketleri n yüzde bi rinin o nda bi ri, bütün
büyük şirketleri n to plam net geli ri ni n yüzde SO'si ni
elde etti.
29
Bütün imalatçı şirketlerin yüzde 4'ünden azı, bunların
hepsinin birlikte elde ettiği net karlar ın yüzde 84'ünü
kazandı.
"Yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapmak
için, bundan daha mükemmel bir mekanizma tasarlanamazdı."
TNEC raporunun tekelleşme konusunda söylediği bu.
Rapor, tekelleşmenin, işçiler, malzeme üreticileri, tüketiciler
ve hisse senedi sahipleri üzerindeki etkilerini kanıt
olarak göstermekte.
İşçiler yoksullaşır, çünkü "tekelci, işçilere üretkenliklerine
eşit bir ücret ödemez."
Malzeme üreticileri, örneğin çiftçiler, yoksullaşır;
çünkü, "tekelci, kimi zaman düşük fiyatlar öder."
Tüketiciler yoksullaşır, çünkü tekelci, yüksek "fiyatlarla
satar."
Diğer yandan, hisse senedi sahipleri zenginleşir;
çünkü, "tekelci, böylece, gerekli olmayan ölçüde yüksek
karlar sağlar."
Ne zaman kudret ve zenginliğin az sayıda elde toplanması
gibi bir tehlike olduğu ileri sürülecek olsa, Büyük İş
Aleminin savunucuları, tablonun çizildiği kadar karanlık
olmadığını söylerler. Karların gereksiz biçimde yüksek olması
halinde bile, bu karların küçük bir gruba gitmediğini,
milyonlarca insan arasında paylaşıldığını iddia ederler.
Geniş bir hisse senetleri dağılımı olduğunu, yalnız başına
bir kodamanın değil, fakat Ahmet'in, Mehmet'in, Ali'nin
ve daha milyonlarca küçük insanın tekelci dev şirketlerin
30
sermayelerine ortak olduğunu ileri sürerler. Bu, akıllıca
bulunmuş bir kanıttır ve çok kişiyi yanıltır.
Ama Amerikan sanayisine "halk"ın sahip olduğu
iddiası bir safsatadır. Herhangi bir şirketin hisse senedi
sahiplerinin sayısı gerçekten büyük olabilir. Ama bunun
önemi yoktur. Önemli olan, kaç kişinin ne kadar
hisseye sahip olduğudur. Önemli olan, karların hisse
sahipleri arasında nasıl bölüşüldüğüdür. Bu rakamları
elde ettiğimiz an, bir bütün olarak "halk"ın, Amerikan
sanayisinin küçücük bir bölümüne sahip olduğunu,
buna karşılık bunun büyük kısmına bir avuç kodamanın
sahip bulunduğunu ve muazzam karları cebe indirdiğini
görürsünüz.
Bu konuda en etkileyici ve en kolay anlaşılır rakamlar,
Başkan Roosevelt'in 1938 yılında Kongreye verdiği
rakamlardır:
1929 yılı, hisse senetleri dağıl ımı için müstesna bir yıl
oldu. Ama, aynı yıl nüfusumuzun yüzde birinin onda
üçü, bireylerce elde edilen temettülerin yüzde 78'ini
aldı. Bu, yuvarlak hesap şu demektir: Nüfusunıuzun
her 300 kişisi içinden biri, şirket karlarından her doların
78 sentini tek başına cebine indirirken, geriye kalan
299 kişi geriye kala n 22 senti aralarında bölüşür.
Gerçek manzara, Kongreye, 1941 yılında, Senatör O.
Mahoney tarafından, "Ulusal Ekonomi Geçici Komitesinin
(TNEC) Nihai Raporu ve Tavsiyeleri" adlı belge ile sunulmuştur:
"Biliyoruz ki, ülkenin servetinin ve gelirinin
büyük kısmına az sayıda büyük şirket sahiptir; bu büyük
şirketler ise son derecede az sayıda insanın malıdır ve bu
3 1
büyük şirketlerin işlerinden doğan karlar, çok küçük bir
grubun eline geçer."
5. GELİR DAGILIMI
Biz Amerikalıların iyi yaşadığı doğru değildir. Gerçek
şudur ki, az sayıda talihli vatandaşımız lüks içinde yaşarken,
büyük çoğunluk sefil bir hayat sürer. "Bizim yüksek
hayat standardımız" boş bir övünmedir, bu sözün halkımızın
çoğunluğu için doğru bir tarafı yoktur.
Başkan Roosevelt ikinci görev dönemine başlarken
yaptığı konuşmada, "Bu ulusun üçte birinin kötü konutlarda
yaşadığını, giyiminin ve beslenmesinin kötü olduğunu
görüyorum," diyerek, bizim yüksek yaşam standardımız
efsanesinin üzerindeki sis perdesini kaldırdı.
Bütün diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi, ABD' de
de, üretilen mal ve hizmet miktarlarında, yıllar içinde
devamlı bir artış olagelmiştir. Gerçekten yararlı ihtiyaç
malları ile harikulade lüks mallarından oluşan kesintisiz
bir mal akımı, halkın yararlanmasına sunulmuştur.
Ancak, bu mal bolluğuna erişme imkanı, halkın gereksinmeleriyle
değil, satın alma gücüyle ölçülür. Çoğu
Amerikalının ulusal gelirden aldığı pay, onlara hayatlarını
daha zenginleştirebilecek ve daha doyumlu kılabilecek
nesneleri satın alabilme olanağını veremeyecek kadar
küçüktür.
Resmi istatistikler bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Örneğin, ABD Nüfus Sayımı Bürosunun 1966 yılı için
Amerika' da ailelere göre düzenlediği bir gelir dağılımı
tablosn (Seri P-60, No. 53, 1967, s. 1) şöyledir:
32
Yıllık Aile Geliri Aile Sayısı
1 .000 dolardan az 1 .149.000
1 .000-1.999 dolar 2.635.000
2.000-2.999 dolar 3.197.000
3.000-3.999 dolar 3.341.000
4.000-4.999 dolar 3.474.000
5.000-5.999 dolar 4.108.000
6.000-6.999 dolar 4.574.000
7.000-7.999 dolar 4.542.000
8.000-9.999 dolar 7 .408.000
10.000-14.999 dolar 10.008.000
1 5.000 ve fazlası 4.486.000
Toplam 48.922.000
10.322.000 ailenin, yani toplam aile sayısının yüzde
2l'inden çoğunun, 1966 yılında, yılda 3.999 dolardan daha
az gelir sağlamış olduğuna dikkat ediniz! Bu, ABD'de her
beş aileden birinin, yemek, içmek ve eğlenmek için, haftada
80 dolardan az bir gelir elde ettiği anlamına gelir.
Haftada 80 doların, bir aileye, 1966' daki fiyatlarla nasıl
bir hayat sağlamış olacağını takdir edersiniz.
Ama tahmine girişmemize de lüzum yok. Ilugünün
"zengin" Amerika'sında yüksek sayıda umutsuzca yoksul
insanın bulunduğu, bizzat Başkan Johnson'un 1967 baharında
Kongreye gönderdiği mesajla kanıtlanmış bulunuyor.
Sunduğu rapora göre: 1) Zengin Amerika' da, yoksul
çocukların yüzde 60'ı, yani beş çocuktan üçü, hiçbir
zaman dişçiye gitmiyor; 2) Zengin Amerika' da, engelli
yoksul çocukların yüzde 60'ı tedavi 3örmüyor; 3) Zengin
33
Amerika' da, yoksul bebeklerin hayatlarının ilk yılı içinde
ölüm oranı, yoksul olmayanlarınkinden yüzde 50 daha
yüksek.
Birçok Amerikalı düzgün bir hayat sağlamaya yeterli
bir gelir elde edemezken, tepedekiler gerekenin çok üstünde
para kazanmıştır. Nüfus Sayımı Bürosunun 1966
yılı için hazırladığı Amerika' da ailelerin geliri raporuna
göre, aile sayısının, gelir merdiveninin tepesinde bulunan
yüzde 20'si ülkedeki bütün ailelerin toplam gelirlerinin
yüzde 40,7'sini alırken, aile sayısının merdivenin
tabanında bulunan yüzde 60'ı sadece yüzde 35,5'ini elde
etmiştir. Tepedeki beşte-bir, tabandaki beşte-üçten daha
fazla gelir elde etmiştir. Ama zirvedeki en zenginler, gelirlerinin
büyük kısmını alıp götüren çok yüksek vergiler
ödemek zorunda değil midir? Kendilerine sorarsanız öyle
diyeceklerdir; ne var ki, bu doğru değildir.
Bunun doğru olmadığını, Tennessee Senatörü Gore'un,
1 1 Nisan 1965 günlü The New York Times Magazine'de
yayınlanan bir makalesi ortaya koyuyor. "Vergi Ödemeden
Nasıl Zengin Olunur" başlıklı makalesinde, Senatör
şöyle diyor: " . . . Bu tür örnekleri vergi reformu yandaşları
gün ışığına çıkardığında, birçok kişi bunları, tipik
olmadıklarını söyleyerek bir kenara itiyor; bunlar, hala,
ödeme gücüne dayanan artan oranlı bir vergi sistemine
sahip olduğumuza inanıyor. Ancak gerçek şudur ki, yılda
bir milyon dolar ya da üstünde geliri bulunan 'tipik' vergi
yükümlüsü, birçok fabrika işçisi ya da öğretmene göre,
gelirinin düzenli olarak daha küçük bir oranını yıllık vergi
olarak ödüyor."

You might also like