You are on page 1of 8

Güncel Tarihyazım Tarzları 203

Biyografi

149Abdulhamit KIRMIZI*
İnsan insanla ilgilenir, insanı ilgilendirir, ilişkisel bir varlıktır. Kendini
başkalarının tecrübelerinden tanımaya, onlarla hayata anlam vermeye çalışır.
Hayatın her yerinde başkalarının hikayeleri vardır. Biyografi (yaşamöyküsü)
denilen yazı türü başkasının hayatını kayda geçirmekle ilgilenir. Biyografi bir
hayatı yorumlayarak yazıyla anlatmaktır, onu bir metnin kalıbına sokmaktır.
Bir hayatın yazılı temsilidir, inşasıdır, canlandırılmasıdır, sunumudur.
Biyografi ya geçmişte yaşamış kişileri ya da yaşayan kişilerin geçmişini konu
edindiğinden tarihçinin de ilgi sahası içindedir; bir insan hayatının tarihidir.
Kadim zamanlardan beri yazı kültürü olan her medeniyette örnek ha-
yatlar kaydedilmiş ve yorumlanarak anlatılmıştır. İslam dünyasında biyografi
çalışmalarının tarihi, hadis ilminin ve ulemasının kurumsallaşmasıyla başlatı-
lır. Hadis tenkidi sayesinde Hazret-i Peygamber’in yaptıkları ve söyledikleri
titizlikle tespit edilmiş ve hayatı başka anlatı gelenekleri de kullanılarak siyer
ve meğazi kitaplarında öykülendirilmiştir. Cahiliye devrinde ahbarî denilen,
eski haberleri nakleden nesep, şiir, kıssa ustası ve kabile tarihi uzmanı bir tür
tarihçi, hem İslam tarihçiliğinin hem de siyer yazıcılığının, dolayısıyla biyog-
rafların atasıdır. Sonra hadisçilerin gelişen titiz yöntemlerine ayak uydura-
mayıp kaybolmaya başlayan ahbârîlerin teknikleri zenginleştirilmiş ve biyog-
rafi mecmuaları oluşmaya başlamıştır. Tarihçilik de, sîret/siyer yazımı da dini
ilimlerin kucağında gelişmiş, muhaddisleri, fakihleri, müfessirleri, sufileri, şa-
irleri, dilbilimcileri, edipleri vs. içeren biyografik sözlükler eşzamanlı olarak
erken bir dönemde gelişmiştir. Sîret/sîra, ahbâr, menâkib, tabakât, mu’cem
gibi başlıklar İslam tarihçiliğinde olaylardan ziyade hayat hikayelerine ilgi
duyulduğunu düşündürür. Tarih başlığı altında yazılan kitaplar çoğu zaman
biyografilerdir. Araplarda her ismin aynı zamanda soyu, dolayısıyla aile ta-
rihini içermesi (bin, binti: patronymics), zaten biyografi için hazır bir nüve
teşkil eder.150
Arap ve İran edebiyatındaki birikimi tevarüs etmekle beraber Orta Asya
ve Selçuklu dünyalarında üretilen Saltukname, Cengizname, Timurname,

* Prof. Dr. İstanbul Şehir Üniversitesi, Tarih Bölümü, abdulhamitkirmizi@sehir.edu.tr


150 Michael Cooperson, Classical Arabic Biography: The Heirs of the Prophets in the Age
of al-Ma’mûn, Cambridge University Press, 2000, s. 1-20.
204 Tarih için Metodoloji

Danişmendname, Battalname gibi eserlerden de gelen bir Türkçe biyografi


geleneği Osmanlılar devrinde de sürmüştür. Peygamber ve evliya hayatlarını
anlatan kitaplar yanında Süleymanname ve Selimname gibi bir padişahı ve
devrini anlatan eserler verilmiş, birçok vekayiname padişah hayatlarını esas
alarak yazılmış, bunların çoğunda anlatılan dönemin şahsiyetleri hakkında
terceme-i hâl ve vefeyât pasajları eklenmiştir.151 Ancak klasik Osmanlı dev-
rinde biyografi terceme-i hâlden ziyade terâcim-i ahvâl eserleriyle gelişmiştir.
Müstakil bir hayatı anlatan kitaplardan daha fazla tabakât ve tezkire gibi top-
lu biyografi lugatleri yazılmıştır.
20. yüzyıla kadar genellikle âbide şahsiyetlerin, devletleri ve orduları
yöneten büyük adamların, kahramanların, kalpleri yöneten manevi şahsi-
yetlerin, ermişlerin, eserleriyle medeniyetleri etkileyen alimlerin ve şairlerin
hayatları yazılmıştır. Eleştirellikten uzak ve çoğunlukla didaktik olan bu bi-
yografiler 19. yüzyılda “hayatı ve eserleri” başlıklı kuru ve resmi metinlere
dönüşmüştür. “Büyük adamlar” ile sınırlı ve tarihi bunların yaptıklarından
ibaret gören biyografi türü 20. yüzyılda modern tarihyazımı tarafından uzun
müddet küçümsenmiştir. Sosyal tarihe yönelen 1980’lere kadar tarihyazımı
sınıf, kitle, toplum, ulus gibi kolektif özneleri esas almıştır. Sosyal bilimler-
de yapı-fâil dengesinin yapısal çözümlemeler lehine bozulmasının etkisiyle
tarihçiler sosyal, ekonomik, demografik vb. motiflerin peşine düşünce, birey
mücerret, edilgen ve etkisiz eleman olarak istatistiklerdeki rakamlarda veya
büyük anlatılardaki kalabalık öznelerde eriyip kaybolmuştur.
Ancak tarih insansız düşünülemez ve anlatılamaz. Halide Edip’in deyi-
şiyle, “biyografi tarihe insanî simasını verir.” Tarihyazımının özellikle postmo-
dernist etkilerle yaşadığı değişim ve vardığı sentezler neticesinde 20. yüzyılın
sonunda biyografi yeni bir itibar kazanmıştır. Tarihsel söylemin doğası dönü-
şüme uğramıştır: ‘İnsanı çerçeveleyen şartlar’ yerine ‘şartların içindeki insan’;
ekonomik ve demografik problemler yerine kültürel ve duygusal olanlar, dü-
şünceler, inançlar, adetler önem kazandı. Sosyoloji, ekonomi ve demografi-
nin etkisi yerini daha ziyade antropoloji ve psikolojiye bıraktı, tarihin öznesi
topluluk yerine birey oldu. Katmanlı ve tek-sebepli izah modeli yerine etki-
leşimli, bağlantılı ve çok-sebepli açıklama modelleri; metodoloji açısındansa
bir grubun nicel değerlendirmesi yerine bireysel örnekleme; organizasyon
açısından analitik yerine betimleyici yaklaşımlar değer kazandı. Tarihçinin
fonksiyonu kavramsallaştırılırken bilimsellik yerine edebîlik öne çıktı.152

151 Bkz. Feridun Emecen, “Osmanlı Kronikleri ve Biyografi”, İslam Araştırmaları Dergisi
3 (1999), 83-90.
152 Lawrence Stone, “The Revival of Narrative: Reflections on a New Old History,” Past
and Present 85, 1979, s. 3-24.
Güncel Tarihyazım Tarzları 205

Tarihyazımındaki dönüşüm 2000’den beri sözü edilmeye başlanan biyog-


rafik dönemeç bağlamında özetlenecek olursa: 1980’lerde bellek etrafında
dönen tartışmalar öznelliğe yapılan vurguyu güçlendirdi, pozitivist ve tarih-
selci yaklaşımların verdiği rehaveti sarstı. Feministler kadının konvansiyonel
belgelerle nüfuz edilemeyen tarihini sözlü ve biyografik kaynaklarla inşa etti.
Pozitivist sosyal bilime karşı postmodernizm kimlik tartışmalarına getirdiği
refleksivite yaklaşımıyla öznelliğin keyfiliğini öne çıkardı, toplumsal yapıların
belirleyiciliğini reddetti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, küreselleşmenin
şiddetlenmesiyle, sınıf ve ulus gibi kolektif özneleri merkeze alan büyük an-
latılar itibar kaybetti. İnsan ve toplum bilimlerinde biyografik yöntemlerin
revaç kazanmasını sağlayan açı kaymasında, 1990’lardaki başka bazı geliş-
melerin de etkisi oldu. Biyografi araştırmacıları anlamanın psikanalitik ve
psikodinamik yapılarına eğilmeye başladı. Kültür yeniden keşfedildi ve tem-
sili vurgulayan “kültürel çalışmalar”dan ziyade, fâillikle ilgilenen kültürel sos-
yoloji önem kazandı. Ve tabii insanın kendine ve başkalarına sunabileceği
bir hikaye inşa ettiği anlatısallığın yeni cazibesini de unutmamak lazım.153
Kısaca, Marksizmin ve Yapısalcığılığın (Strüktüralizm) krizinden faydalanan
biyografi yeniden tarih disiplininin gönlünü kazandı. Tarihi insanlı yazmak154
geçer akçe oldu ve 2000’li yıllarda sadece biyografiye has birçok araştırma
merkezi kuruldu, lisansüstü programları açıldı, dergiler çıktı, bilimsel toplan-
tılar yapıldı ve yapılıyor. Bütün bu gelişmeler son kırk yıldır farklı akademik
disiplinlerin -ama özellikle de biyografi türünü asıl sahiplenen edebiyat ile
tarihin- sınırlarının esnemesiyle de alakalıdır. Artık biyografi disiplinler arası
çalışmaya velut imkanlar tanıyan bir müşterek sahadır.

Biyografi “Yorar”
Biyografi insanı yorar. Bunun iki anlamı vardır:
1. Biyografi bir yorumdur; hayatı yazılan kişiyi yorumlar. Onun farklı
deneyimlerini yakalamaya, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Yazar mal-
zemeyi olduğu gibi aktarmaz, seçer ve kendince düzenler, adeta bir aranjman
yapar. Sebep-sonuç ilişkileri kurar, neyin önemli olup olmadığına karar verir.
Tercüme, bir sözü nasıl bir dilden başka bir dile çevirmekse, terceme-i
hâl de bir hayatı okuyucunun anlayacağı dile çevirmektir. Tam bir tercüme

153 P. Chamberlayne, J. Bornat, T. Wengraf (ed.), The Turn to Biographical Methods


in Social Science, London: Routledge, 2000, 4-10. Ayrıca bkz. Abdulhamit Kırmızı
(haz.), Otur Baştan Yaz Beni:Oto/Biyografiye Taze Bakışlar (İstanbul: Küre, 2013), 7.
154 Derin Terzioğlu, “Tarihi İnsanlı Yazmak”, Cogito 29 Güz 2001, s. 284-295.
206 Tarih için Metodoloji

hiç olamayacak ve her çeviren muhakkak kendi yetkinliğine göre başkasın-


dan başka çevirecektir. Yazarın eğitimi, ideolojisi, toplumsal kökeni, sınıf ve
statüsü, mesleği, özel hayatı, kendi hayat deneyimi bu yorumda önemli bir
yer tutar. Bu yüzden “biyografide iki kişinin hayatı vardır” denir. Yazar, bütün
bu müktesebatıyla, başkasının hayatından geriye kalan malzemeler arasın-
da kendince anlamlı bağlantılar kurmaya çalışır. Elbette bu çalışmayı zama-
nın ve türün akademik paradigmalarına, bilimsel konvansiyonlarına ve okur
beklentilerine uygun şekilde yapar. Ancak bütün bir karmaşık bilgi yığınının
bir hayat düzeninde organizasyonu, bir anlatı olarak inşası mutlaka öznel bir
seçmece, kurmaca ve düzenlemece gerektirir. Bu yüzden farklı yazarlar farklı
zamanlarda aynı kişi hakkında farklı portreler çizer. Yazar hayat hikayesini
görünmeyen, zamanının ruhunda yüzen, çoğunlukla kendisinin dahi bilmedi-
ği ideolojik erekler etrafında örer. Yazar akvaryumdaki balık gibi hangi kül-
türel, tarihsel ve toplumsal sularda yüzdüğünün farkında değildir; yaşadığı
çağ yazdığı biyografinin alt metnidir. Biyografi mutlaka günün anlayışlarının,
söylemlerinin sınırları içinde kurgulanır.
Öte yandan, biyografik özne, modern hümanist birey tasavvurunun
tanımladığı gibi yeknesâk, tutarlı ve değişmez bir benliğe ve kimliğe sahip
değildir. Hayat mantıklı bir kurgu gibi doğrusal ilerlemez. Çelişkilerle dolu
dağınık deneyimler çeşitliliğine anlatırken bütünlük ve tutarlılık veren
yazarın kendisidir.155 Bunu yaparken, özellikle de kişiye sosyal ve siyasal
kimlikler biçerken dikkatli olmalıdır. İnsan değişik zaman ve durumlarda
farklı kimlik parçaları ödünç alabilir, kendisine pastiş bir kişilik derleyebilir,
sosyal bir bukalemun olabilir. Kimlikler akışkandır, hem kendileri hem onları
taşıyan kişiler değişir. Kimlik hakkındaki ifadeler mutlaka öznenin geçirdiği
dönüşümü yansıtabilmeli, onu tek bir kompartımana hapsetmemelidir.
2. Biyografi yorucudur; hayatı yazan kişiyi yorar. Yazarından kendi sos-
yal hayatında başka insanlar hakkında dikkatli bir gözlemci olmasını ister.
Yazarın yazdığı kişiyle kimseyle olmadığı kadar bir yakınlığa girmesi gerekir.
Birinin hayatını yazmak, yıllarca sürebilen, adını her yerde dikkatle araması-
na sevk eden bir tutku ve hatta saplantı gerektirir. Yazdığı kişi yazara musal-
lat olmalı, belki onun rüyalarına girmelidir.
Yazar kendi hayatında yorulmadan başka hayatları yormaya hazır değil-
dir. Kendi hayat tecrübesi arttıkça, başka hayatları gözlem ve yorum yeteneği
de artar.

155 Abdulhamit Kırmızı, “Oto/Biyografik Vebal: Tutarlılık ve Kronoloji Sorunları,” Otur


Baştan Yaz Beni: Oto/Biyografiye Taze Bakışlar, İstanbul: Klasik, 2013, s. 11-28.
Güncel Tarihyazım Tarzları 207

Akademisyenler, hele tarihçiler, genellikle hayat yazımının gerektirdiği


altyapıdan yoksun olarak yetişir. Halbuki biyografın âlet-edevât kutusu bir-
kaç mesleğe yetecek kadar kalabalık olmalıdır. Tarihçi olmak yetmeyecek-
tir, mütercim-i hâl’in edebiyattan, psikolojiden, sosyolojiden, coğrafyadan,
kısaca bütün insan ve toplum bilimlerinden biraz haberdar olması lazımdır.
Dahası, hayatı yazılan kişinin eğitimi, mesleği ve kariyeriyle ilgili alanları da
öğrenmesi gerekecektir. Tarihçinin, hayatını yazdığı kişinin hüviyetine göre
siyasi ve idari tarih, ya da kültür, zihniyet, hatta müesseseler ve şehir tarihi
gibi tarihin alt dallarına da dalması kaçınılmazdır.
Biyograf muhakkak evvelkilerin kişi hakkında yazdıklarını, tabiri caizse
esâtîrü’l-evvelîn’i bilmeli, ancak düşünüşünde, kompozisyonunda, öznesini
inşa faaliyetinde bunların yanıltıcı etkilerinden korunabilmelidir. Biyografi-
nin özgün olmalıdır, ancak hayatı yazılan kişi istisnai bir şahsiyet olmak zo-
runda değildir. Bilakis, günümüzde akademik biyografilerin öznesinin içinde
yaşadığı ve mensubu bulunduğu zamanı, mekanı, çevreyi, mesleği, sınıfı, top-
lumu, kültürü, ülkeyi, devleti veya medeniyeti temsil kabiliyeti önemli görül-
mektedir. Yaprak ve ağaç, ağaç ve orman misali, birey temsil ettiği daha geniş
bir dünyayı daha derinden anlamayı sağlar. Tersi de doğrudur; Dilthey’in de-
diği gibi, “partikülü anlamak bütünü bilmeye bağlıdır.” Biyografi yazmak kişiyi
bir dönem hakkında ustalaştırır. Ancak bir dönemin ustası olduktan sonra
yazılan biyografi gibisi de yoktur.
Tarih ve biyografi ayırt edilemeyecek derecede iç içedir. O halde tarih
usulü için geçerli bütün kurallar biyografi için de geçerlidir. Biyografiyi mi-
henge vuracak ayrı bir mizan ve saf bir metodu yoktur. Yazılan biyografiler
sayısınca biyografi metodu vardır. Hatta denebilir ki, biyografi bizatihi bir
usuldür. Her biyografi türün standartlarını ve sınırlarını yeniden belirler. Her
biyografi kaynaklarla tür/janr arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlar. Zaten tü-
rün tanımlanması her zaman eserler yazıldıktan sonra gelir, yani terminoloji
pratikten sonra gelir. Bir yaşamı öykülemek her defasında yeni bir deney ve
deneyimdir, hatta maceradır. Biyografinin kimin hakkında yazıldığıyla doğ-
rudan ilişkilidir yöntem. Bir devlet adamınınki bir şairin, bir hükümdarınki
bir eşkıyanın, bir patronunki bir işçinin hayatını yazma yöntemine benzeme-
yecektir. Biyografinin hangi okur kitlesini hedef aldığı da yöntemde belirle-
yicidir.
Kitaplar, şahsi evrak, resmi yazışmalar, mektuplar, not defterleri, gün-
lükler, hatırat, otobiyografi, fotoğraflar, filmler, sosyal medya hesapları, fa-
turalar, imeyller, binalar, eşyalar, karikatürler, gazeteler, dergiler, ölüm ilan-
ları... Biyografi hayata dair bütün bu kalıntılardan, bu bilgi mezarlığından bir
208 Tarih için Metodoloji

hikaye çıkartmaktır. Tozlu kuru bilgilerin kanlı canlı hale getirilmesi sırasında
gerçekle sanat arasındaki ahengi sağlamak biyografın en zor işidir. Hem mal-
zemeye ihanet etmemeli, hem belgenin katı diline yenik düşerek sanatkârâ-
ne bir üslûbu feda etmemelidir. Dramatik kurguya izin vermeyen akademik
kodlar eseri okuyucusuz bir bilgi yığınına çevirir. O yüzden birçok akademik
biyografi referans kitabı olarak kalır, zevk için okunan bir kitap seviyesine
yükselemez. Biyografinin aynı zamanda sanat olduğu unutulmamalı, zanaat
kısmının mükemmelliğiyle yetinilmemelidir. Yazar akademik kimliğini yeri
geldiğinde unutmasını bilmeli, metne okuyucu açısından bakabilmelidir.
Üslup ve ihtisas okudukça ve yazdıkça gelişecektir. Biyografın usta el-
lerden çıkma çokça biyografi okuması, müstakil bir biyografi yazmadan önce
küçük biyografik denemelerle kalem temrînleri yapması elzemdir.

Nasıl Biyografi Yazarsın?


1. SEÇ. En kolayı kimi yazacağına karar vermektir: Aramana gerek yoktur,
o seni bulur. Seni cezbetmeyen konuya henüz hazır değilsindir. Yazma
ihtiyacı duymuyorsan yazma. Hakkını vermeyeceğin işe hiç girişme. Ye-
teneğini ve birikimini göz önünde bulundurarak kendine sor: Bunu yaza-
bilecek doğru kişi ben miyim?
2. KARARLI OL. Kararlıysan, yazacağın kişi artık hayat arkadaşındır: 7/24
kafanda olacak, hep onu düşüneceksin, rüyalarına girecek. Tekrar sor
kendine: Emin misin?
3. OKU. Onunla ilgili daha önce yazılmış her şeyi oku, yazılmayan ve yanlış
yazıldığını düşündüğün yönlerini tespit et. Okumalarını genelden öze-
le doğru yap, mesela ansiklopedilerden başla. Kaynağa asla güvenme;
suçsuzluğu ispat edilene kadar maznûndur. Okuduklarından, gözden
geçirdiklerinden bir kaynakça hazırla, gerekirse hangi sayfaların önemli
olduğunu belirten özet notlar tut. Kafanda var diye rehavete kapılma,
mutlaka yazıya dök. Yazdıklarını mutlaka yedekle, hatta başka bir bilgi-
sayarda kopyası bulunsun.
4. İSKELET KUR. Bu kararlar ışığında yazının akışını yönlendirecek es-
nek bir iskelet kur, geçici basit başlıklar sırala. Bu düzen kronolojik de
olabilir, hayatın veya zamanının dönüm noktalarına göre de olabilir.
5. DOSYALAR AÇ. Düzenlediğin iskeletteki başlıkları ayrı Word belge-
leri olarak aç ve kaynakları okudukça ilgili malzemeyi alıntı ya da anlatı
olarak yerine kaydet. Kaydettikçe alt başlık ihtiyaçları da doğacaktır.
Güncel Tarihyazım Tarzları 209

6. ARŞİVE GİT. Arşive ancak açık kaynakları tükettikten sonra git. Te-
mel bilgilere sahip olmadan belgelerde boğulmak siyâk-sibâkı anlayın-
caya kadar gereğinden fazla yoracaktır. Öte yandan, ulaşılan her yeni
bilgi-belge araştırmacıyı hikayesini yenileyen bir döngüye sarmalı, yeni
bağlantılar kurarak başka bilgi-belgelere savurmalıdır.
7. FORM SEÇ. Henüz kullanılmamış kaynaklarla yeni neler söyleyebilece-
ğini düşün. Kaynaklar biyografinin mahiyetini ve sınırlarını belirler: Bü-
tün hayatı mı, sadece bir yönünü mü? Makale mi, kitap mı? Akademik
mi, popüler mi?
8. ÖYKÜLE. Alt başlığın altındaki malzeme yeterince biriktiğinde kopuk
parçaları birleştir, malzemeyi mantıklı bir öyküye büründür. Yavaş yavaş
iskeletin kemiklerine etler, kaslar, damarlar giydirilmeli.
9. İLGİLİLERİ GÖR. Yazılı bütün malzemeyi genelden özele tespit edip
kullandıktan sonra, kişinin yaşayan akrabaları, dostları varsa sözlü gö-
rüşmeler yap. Ellerinde kişisel evrak/obje olup olmadığını mutlaka sor.
İmkanın varsa yaşadığı yerleri ziyaret et ve fotoğraf çek.
10. AKADEMİK ÇALIŞ. Tarihçi olarak biyografi yazarken öyküleme fas-
lında senden beklenen bilimsel konvansiyonları unutma. Referans siste-
min, tabirlerin, transkripsiyonların sarih ve tutarlı olsun. Dipnotlarında-
ki sayfa numaralarını kaydetmeyi erteleme, aynı işi iki defa yapma.
11. BİRLEŞTİR. Sonunda ayrı üniteleri birleştir ve öyküyü bütünlediğinde
kalan boşlukları, uyumsuzlukları, tekrarları düzelt. Metnin organizasyo-
nu sürekli değişecektir, sorun değil. Deneme-yanılma ile ilerlemek türün
ruhunda var.
12. DEMLE. Bütün malzemeye hakim olduktan sonra yeni fikirler, sorular,
sorunlar ve bağlantılar bulacaksın. Daha önce yazdıklarını yargıla, şüp-
heyle tekrar oku, Üşenme, eski yazdıklarını yeniden yazmaktan çekinme.
13. 13. ÜSLUPLU OL. Cümlelerini damıt ve arıt. Başlık ve giriş bölümü
benzersiz, her bölüm diğerinden ayrı okunabilir olsun. Sonuç bölümün-
de karakteri toparla.

Örnek Metinler
Ömer Seyfettin’in hikayeciliğini anlamak, kişilerine, temalarına, sanatı-
na işleyebilmek için yirminci yüzyılın ilk yirmi yılı içindeki tarihi olayları göz-
den geçirmek, Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya Savaşı olaylarını, impa-
ratorluk yıkılırkenTürk aydınlarının ruh ve düşüncelerini, politik akımlarını
izlemek gerekiyor. Bu kitapta onun yaşadığı çevreler anlatılırken, o çevreleri
etkileyen olaylara da yer verilmiş, bu olayların Ömer Seyfettin’e ve çevresin-
210 Tarih için Metodoloji

dekilere nasıl yansıdığının tasvirine önem verilmiştir. Aslında eski ‘terceme-i


hâl’ ile ‘biyografya’ arasındaki önemli fark da bu noktalarda bulunmaktadır.
Biyografya, insanı soyut bir boşlukta değil, çağı, yeri ve ilişkileri içinde be-
lirlemeye çalışan bir türdür. Biyografyada anlatılan yalnız olayların iskeleti
değil, insanoğlunun, zaman ve çevre içindeki bağlantıları ile çatışarak yürü-
yüşünü tasvirdir. Bütün bu bağlantıların ona işlemesini eserlerine yansıması-
nı, düşüncelerini etkilemesini, eserlerinin yazılmasında ‘olay-eser’ ilişkilerini
tasvir etmektir.
Tahir Alangu, Ömer Seyfettin: Ülkücü Bir Yazarın Romanı, May Yayın-
ları, İstanbul 1968, s.15.

Örnek 2
Çocukların doğumları dolayısıyla yine tebrikler sunuluyor, bazen tebdîle
çıkılan bir günde kolluklara atıyyeler dağıtılıyor ve Enderûn’da Beşik Alayı
yapılıyordu. Şehzâde ve sultanlarla ilgili olarak sarayda uygulanan çeşitli
merasimler (bed-i ta’lîm-i Kur’ân, bed-i tırâş, hatm-i Kur’ân vs.) ile başta
sadrâzam olmak üzere onlara verilen hediyelere, bunların cevaplarına dâir
müteferrik bilgiler bulunmaktadır. Şehzâde Mustafa’nın yedi yaşından iki
ay alır almaz sabahleyin namaza başlatılması, Şehzâde Mahmud’un Cuma
selamlığına ilk çıkarılışının kaydı, sarayda uygulanan belirli bir takvimin ve
pek bilinmeyen “mu’tâd”ların varlığını ortaya koyan iki örnek olarak dikkat
çeker.
Onlara verdiği ve belki uygun gördüğü isimlere bakıldığında, Abdülha-
mid’in dindar yapısını yansıtan, gelecekte benzemelerini istediği kimselere
dair niyetini de ortaya koyan ipuçları elde edilebilir. İlk üç çocuğunun adları
Hz.Peygamber’e ve ailelerine aittir (Abdullah, Hatice, Mehmed). Babasının
(Ahmed), annesinin (Rabia, ilki vefat ettiğinden iki kez) ve kardeşlerinin
(Esma, Mehmed, Saliha, Süleyman, Mustafa) isimleri, yine Hz.Peygamber ve
nesliyle ilgili (Ayşe, Fâtıma, Mehmed, Mustafa, Amine, Saliha, Rabia) adları
söz konusudur. Emine şekline dönüşen ve Hz. Peygamber’in validesinin ismi
olan Amine’yi padişah bu şekilde ve bu niyetle verdiğini yazmıştı. Bu isimler
daha başka bakışlarla da değerlendirilebilir ve mesela hanedanın büyük pa-
dişahlarına (Mehmed, Süleyman), Başkadın Ruhşah’a (Hatice) atıflar ara-
nabilir. Doğumda isimlerle birlikte mahlas konulması seleflerine kıyasla az
örnekli bir uygulama idi (Mehmed Nusret, Murad Seyfullah, Mahmud Adlî).
Bu yüzyılın başından itibaren gelişen “abd” köküyle isim verme adetini o da
izlemişti (Abdullah, Abdurrahim, Abdülaziz).
Fikret Sarıcaoğlu, Kendi Kaleminden Bir Padişahın Portresi: Sultan I. Ab-
dülhamid (1774-1789), Tarih ve Tabiat Vakfı, İstanbul 2001, s.21-22.

You might also like