You are on page 1of 4

Kuruluş Döneminde Osmanlı’nın Sürgün Politikası

Konuya başlamadan önce Rumeli’ye yapılan sürgünlerin ve uygulanan iskan politikasının iyi
anlaşılması bakımından Osmanlı’nın Rumeli’ye geçişini ve bu sırada Rumeli’nin içinde bulunduğu
vaziyeti kısa bir şekilde anlatmamın yararlı olacağını düşünüyorum.

Bildiğiniz gibi Rumeli tabiri Osmanlı daha beylik zamanındayken Selçukluların Batı Anadolu için
kullandığı bir tabirdir. Osmanlı batıya doğru genişleyip Balkanlara çıkınca Rumeli tabiri de şekil
değiştirdi. Osmanlı Rumelisi İstanbul boğazından Tuna’ya kadar olan bölgeyi içerir hale gelmişti.

Osmanlı’nın Rumeli ‘ye ilk geçişi Bizans’ın içinde gerçekleşen çalkantılardan faydalanarak olmuştur.
Bu dönemde Bizans’ta bir istikrarsızlık hakimdi. Balkanlar’da Bizans otoritesi zayıflamaya başlamış ve
bir mücadele sahası haline gelmişti. Bu siyasi belirsizlikle birlikte bölgede baş gösteren veba gibi
salgın hastalıklarla hayatlarını kaybeden , feodal düzenin altında angaryaya ve dini baskılara maruz
kalan(bogomil Bulgarların macarlar tarafından Katolikliğe maruz bırakılmak istenmesi gibi) halk
sefalet ve fakirlik içerisindeydi. Özellike Osmanlı’nın ilk faaliyet alanı olan Gelibolu yarımadasında
devamlı depremlerin yaşanması bu bölgedeki bir kısım halkın harap haldeki şehirlerden kuzeydeki
sağlam kalan yerleşimlere taşınmasına neden olmuştu. Osmanlı böyle bir ortamda bir yandan siyasi
fırsatları değerlendirerek Balkanlar’a çıkacak diğer yandan da bu durum içerisinde olan Rumeli halkını
istimalet politikasıyla iktidarına ısındırıp hakimiyetini kolayca kabul etmlerini temin edecekti.Bunları
yaparken de devamlı bir şekilde çeşitli nedenlerle Anadolu’daki bir kısım nüfusu Balkanlar’a
naklederek kendine insan kaynağı sağlayıp aynı zamanda fethedilen bu yeni topraklarda kalıcı olmayı
hedefleyecekti.

Osmanlı’nın Rumeli’ye geçişi Orhan Gazi döneminde Bizans’ta Kantakuzenos ve İoannis arasında
çıkan taht mücadelesine bağlı gelişen olaylar sonucunda gerçekleşmiştir. Kantakuzenos’u destekleyen
Osmanlı kuvvetleri Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa kumandasında 3 defa Rumeli’ye çıkmış ve
1352 yılında İoannes’i destekleyen Sırp kuvvetlerini yenilgiye uğratmıştır. Süleyman Paşa bu seferler
sırasında Bizans tarafından kendisine üs olarak verilmiş olan Gelibolu’daki Çimbi kalesini 1353’te ele
geçirmiş ve böylelikle Osmanlı’nın Rumeli’deki varlığını başlatmıştır. Sonraki yıl yani 1354’te
gerçekleşen bir depremle yarımadadaki kale , şehir ve kasabaların surları harap olunca Süleyman Paşa
hızlıca hareket edip bölgede pek çok fetihler yaparak yayılım sağlamıştır.

Gelibolu’ya yerleşildikten sonra Rumeli’de önemli bir güç haline dönüşmüş olan Sırpların ve diğer
Balkan milletleri olan Bulgar ve Macarların tehlikesinin yanı sıra Venedik-Bizans ittifakının tehtidi
karşısında Osmanlı, burada kalıcı olmak , elinin altında bir insan gücü bulundurmak için hızlıca bir
iskan politikası benimsedi. Bu bağlamda Rumeli’ye 1356-1357 yıllarında ilk sürgünler gerçekleşti. Bu
ilk muhacirler ilhak edilmiş Karesi topraklarındaki Türklerdir ve Gelibolu’ya ve yarımadanın kuzeyine
yani uçlara yerleştirilmişlerdir. Bundan sonraki süreçte Osmanlı Gelibolu’yu bir sıçrama tahtası olarak
kullanıp Rumeli’ye doğru genişlemesini devam ettirecektir. Bunu yaparken bir iskan politikası olarak
Anadolu’daki nüfusu yeni fethedilen yerlere konum olan sürgün ve diğer çeşitli yollarla yerleştirerek
Rumeli’yi bir Türk yurdu haline getirip topraklarının işlendiği, şehir ve köylerinin imar edildiği bir refah
ortamı oluşturmaya çalışacaktır.

Osmanlı’nın bu başarısı tabi sadece Bizans’ın ve dönemin Rumeli’sinin içinde bulunduğu durumla
açıklanmaz. Osmanlı’dan önce Balkanlar’a ve Ege Adalarına çıkmış, buralara akınlar yapmış olan
Karesi, Aydın, Saruhan, Menteşe beylikleri buralarda tutunamamış, kalıcı hale gelmemişlerdi. Bunun
sebebi sahip oldukları kısıtlı nüfusu bu yerlerde kalıcı olmak için buralara aktarıp kaybetmek
korkusuydu. Osmanlı’nın başarısı komşu beylikleri ilhak edip onların kendi tabanlarıyla aynı olan
tabanlarını Rumeli’de yeni fethettikleri bölgelere başarılı bir şekilde aktarmasıyla
gerçekleşmiştir.Bunun yanında Rumeli’ye geçişin hemen öncesinde Karesi beyliğinin önemli ölçüde
ilhak edilmiş olması ve buradan Ece Bey,Gazi Evrenos,Hacı ilbeyi gibi önemli beylerin yanı sıra
Rumeli’ye aktarmak üzere bir insan kaynağını kazanmaları da onların bu başarısının sebeplerindendi.

Osmanlı Balkanlar’a geçtikten sonra burada kalıcı olmak, Türkleştirmek , islamiyeti yaymak ve burayı
yurt haline getirmek isteklerinin yanı sıra burada işlenmeyen toprakları şenlendirmek, madenleri işler
hale getirmek ve kendisine bunlardan vergi ve asker olarak geri dönüş almak amacıyla Anadolu’daki
Türkleri çeşitli nedenlerle sürgün yoluyla Balkanlar’da iskan ettirmiştir. Bu amaçla sürgünler Orhan
döneminden itibaren başlamış ve kuruluş dönemi boyunca da istikrarlı bir şekilde devam etmiştir.
Tabi Balkanlar’a Türklerin yerleşimi sadece sürgün yoluyla olmadı. Yeni fethedilen bu topraklara
gönüllü gidenler de vardı. Anadolu’daki topraksız Türkler toprak kazanmak ve uçlara yerleşenlerin
edindikleri gibi servet elde etmek için devletin yerleştirdiği yerlerde köyler kurup devletin verdiği
toprakları kullanırlardı . Bunların yanında Ömer Lütfü Barkan’nın “kolonizatör dervişler” dediği
dervişler de Rumeli’nin Türkleşmesinde önemli etkide bulunmuşlardır. Bu kişiler Rumeli’nin
İslamlaşmasında önemli rolleri olduğu gibi çorak yerlere kurdukları tekke ve zaviyelerin etrafına
zamanla Türklerin yerleşip bu yerleri köy haline getirmesiyle bölgenin Türkleşmesi bakımından da
etkili olmuşlardı. Osmanlı Rumeli’de fethettiği yerleri hemen miri,vakıf ve ıkta şeklinde taksim edip
ıktalı topraklara bu muhacirleri yerleştirip toprakların işler hale getiriyor, şenlendiriyordu. Buralara
yerleşen halktan yeni ortama alışana kadar örfi tekaliften ve diğer olağanüstü zamanlarda alınan
vergilerden muaf tutarlardı. Yine Rumeli’ye iskan ettirilen Türkler buradaki subaşılarına bağlanırlardı.
Bu yeni coğrafyada Osmanlı Türkleri özellikle işler yolların ve vadilerin etrafına yerleştirmeye özen
gösterirdi. Böylelikle ordunun yeni fetihlere giderken yol üstünde ihtiyaçlarını temin edeceği
yerleşimlerin kurulmasını hedeflerdi.

Burada Osmanlı’nın sürgün politikasını aynı zamanda içerde, Anadolu’da söz dinlemeyen düzeni
bozan göçer yörükleri itaat altına almak, memleket içerisinde düzeni sağlamak için de uyguladığını
görüyoruz. Bu konuyla ilgili kaynakçada ilgili makalesini verdiğim münir Aktepe Aşıkpaşazade’nin
eserinden yararlanarak Yıldırım Bayezid zamanında Saruhan’daki göçer halkın bu bölgedeki tuz
yasağını kabul etmemeleri nedeniyle Filibe’ye sürgün edildiğini yazar.Bununla birlikte Osmanlı kuruluş
döneminde yalnız göçebeleri değil aynı zamanda şehirli ve köylü halkı da sürgün ettiğini de belirteyim.
Zamanla bu iskan politikası köylerde kasabalarda her on evden bir veya iki hane şeklinde sürügünlerin
yapılması halinde de uygulanmıştır.

Sürgün,sıkça tekrarladığım gibi Rumeli’de kalıcı olmak vs gibi pek çok nedenin yanında Osmanlı’nın
Anadolu’da siyasi tehlike olarak addettiği toprak beylerinin, soyluların etkinsizleştirilmesi için de
kullanılan bir metottu. Köklerinden kopartılarak yabancı oldukları bir memlekette kendilerine toprak
verilen bu soylular, uçlarda düşman önlerine sürülüp onlara vazifeler verilerek hem sınır güvenliğinin
temini hem de onların siyasi bir tehdit olmaktan çıkmaları sağlanıyordu. Bu Osmanlı’ya sınırlarda
devamlı gazaların yapılması, yeni fetihlerin önünün açılması, toprağın işlenmesi ve siyasi bir tehdit
olmaktan çıkmış kendisine bağlı yeni insan kaynaklarının edinimi şeklinde geri dönüyordu. Dolayısıyla
Osmanlı her fırsatta Anadolu’daki siyasi tehdit oluşturacak bu beyleri çeşitli bahanelerle Rumeli’ye
sürgün etmiştir. Bu konuda Ömer Lütfü Barkan kaynakçamda verdiğim makalesinde incelediği 1431-
1432 yıllarına ait bir mücmel defterinden (mücmel defteri, tahrir sonuçları ve tımarların dağılışını
gösteren defterlerdir) yola çıkarak fetret döneminde tekrar güç kazanmış beylerin I. Mehmed ve II.
Murad dönemlerinde Arnavutluk’a tımar ve vazifeler verilerek sürgün edildiğini söyler. Bundan başka
Fatih zamanında Kastamonu ve Sinop’un fethinden sonra 1458 yılında buradan İsfendiyaroğlu İsmail
Bey’in maiyetiyle birlikte Filibe’ye sürgün edildiğini görüyoruz(münir Aktepe-oruç bin adil). Osmanlı
bu gibi sürgünlerle Anadolu’da çıkacak siyasi bir kalkışmanın önüne geçmek ve daha demin saydığım
pek çok gayeyi birlikte elde etmiş oluyordu.
Anadolu’daki bu Türk beylerinin yanında Timur’un çekilmesinden sonra burada kalan kalabalık Tatar
bakiyeler de Osmanlı’yı endişelendirmiştir. Dolayısıyla bu kalabalık tatar gruplar da çeşitli bahanelerle
Rumeli’ye geçirilmek istenmiştir. Bu bağlamda I.Mehmed zamanında İskilip’teki tatarlar Filibe civarına
sürgün edildiğini söylemek lazım.

Anadolu’dan Rumeli’ye yapılan bu sürgünlerin, nüfus naklinin yanında bir de ters istikamette
sürgünlerin de olduğu görülür. Ortakçı kul ismiyle Rumeli’den Anadolu’ya sürgün edilip yerleştirilen
bu Hıristiyan halktan (bunlar esir alınan askerler de oluyordu) düzeni bozacakları korkusu dolayısıyla
çekinildiği için böyle bir yol izleniyordu. Buna örnek olarak Yıldırım Bayezid zamanında 1393 yılında
Tırnova alındıktan sonra Tırnova halkının ve 1397 yılında Argos’un alınışından sonra esir alınan
Rumların Anadolu’ya sürgün edilip yerleştirilmesi gösterilebilir (Hüdai Şentürk). Yine bu konuda
Trabzon örneği ilgi çekicidir. Trabzon 1461 yılında fethedildikten sonra Arnavutluk’ta henüz
Müslüman olmuş düzeni bozmaya müsait olan yerli toprak beyleri buraya sürgün edilmiş ve aynı
Anadolu’dan Rumeli’ye sürgün edilen beyler gibi köklerinden kopartılarak Osmanlı’ya karşı daha sadık
ve uysal davranmaları sağlanmıştır. Yine Trabzon örneğinin bir başka ilgi çekici yanı da Anadolu
içerisinde bir göçe şahit olmamızdır. Fetihten sonra Amasya, Samsun gibi civar şehirlerden Trabzon’a
Türk sürgün edilirken Trabzon’un yerli Hıristiyan halkının bir kısmı da İstanbul ve Rumeli’ye sürgün
edilmiştir(Ömer lütfü barkan).

Bundan başka sürgün konusunda Osmanlı’nın Rumeli’de fethettiği yerlerdeki Hıristiyan toprak
beylerinin çok azını eski yerlerinde bırakmış olduğunu, çoğunu ülke içerisinde başka yerlere sürgün
ederek yine etkinsizleştirme yoluna gittiğini söyleyebiliriz (Hüdai Şentürk).

Sonuç olarak Osmanlı Rumeli’ye geçmesinden itibaren burada tutunmak, burada yurt kurmak , gaza
ve fütuhatı sürdürebilmek için bu yeni fetih sahasında ihtiyaç duyduğu insan kaynağını Anadolu’dan
sürgün ve diğer çeşitli yöntemlerle Rumeli’ye iskan ettirdi. Bu iskan yöntemleri arasında konum olan
sürgün tabiri caiz ise Osmanlı’nın bir taşla kuş sürüsü elde ettiği bir yöntemdi. Sürgünle birlikte hızlı
bir şekilde yeni topraklarda kökleşiliyor, yeni fetih sahalarına yakın insan kaynağı daha hızlı bir şekilde
sağlanıyor, siyasi olarak tehlikeli görülen unsurlar etkinsizleştirilip sadık birer kul haline getiriliyordu.
Sürgün ve başlarda anlattığım gibi diğer çeşitli yöntemler sonucunda Balkanlarda kısa sürede pek çok
köy ve yerleşim kurulacak ,bölge Türk ve İslamlaşacak Osmanlı Rumeli dediği bu topraklarda
kökleşecektir.
Osmanlı Gelibolu’da yerleştikten sonra daha öncesinde Selçuklularda da uygulanmış olan bir uç
teşkilatı kurdu. Bu teşkilatı Orta Asya’da da Türklerin kullandığı şekliyle sol, orta ve sağ şeklinde
oluşturdu. Uçlar yeni yapılan fetihlerle sınırların genişlemesiyle daima ileri taşındı ve önceki uç yerleri
Türk-İslam kültürüne sahip şehirler, yerleşimler şeklinde meydana çıktı. Uçlara

You might also like