You are on page 1of 2

(Yirmisekizinci Mektub'dan)

Yedinci Risale Olan Yedinci Mes'ele

َ ‫ْي ِممَّا ي َ ْج َم ُع‬


‫ون‬ َ ِ ‫اّٰللِ َوب ِ َر ْح َم ِتهِ فَ ِب ٰذل‬
ٌْ ‫ك فَ ْليَ ْف َر ُحوا ُه َو َخ‬ ‫ُق ْل بِفَ ْض ِل ه‬
Şu mes'ele "Yedi İşaret"tir.
Evvelâ Tahdîs-i Ni'met sûretinde birkaç Sırr-ı İnâyeti izhâr eden
"Yedi Sebeb"i beyan ederiz:
Birinci Sebeb : Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir
Vâkıa-i Sâdıkada görüyorum ki : Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı
Dağı'nın altındayım. Birden o dağ, müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi
parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki,
merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: "Ana korkma! Cenab-ı Hakk'ın
Emridir; o Rahîmdir ve Hakîmdir." Birden o hâlette iken, baktım ki
mühim bir Zât, bana âmirane diyor ki : "İ'caz-ı Kur'ân'ı beyan et."
Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâbdan
sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân,
kendi kendine müdafaa edecek. Ve Kur'âna hücum edilecek; İ'câzı,
Onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu İ’cazın bir nev'ini şu zamanda
izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak.
Ve namzed olduğumu anladım.
Madem İ’caz-ı Kur'ân'ı bir derece beyan, Sözlerle oldu. Elbette o
İ’cazın hesabına geçen ve Onun Reşehatı ve Berekâtı nev'inden olan
Hizmetimizdeki İnâyatı izhar etmek, İ’caza yardımdır ve izhar etmek
gerektir.
İkinci Sebeb: Mâdem Kur'ân-ı Hakîm Mürşidimizdir,
Üstâdımızdır, İmamımızdır, herbir âdabda Rehberimizdir; O, kendi
kendini medhediyor. Biz de O'nun Dersine ittibâan, O'nun Tefsirini
medhedeceğiz.
Hem mâdem yazılan Sözler Onun bir nevi Tefsiridir ve o
Risalelerdeki Hakaik, Kur'ânın malıdır ve Hakikatlarıdır. Ve mâdem

Kur'ân-ı Hakîm ekser Sûrelerde, hususan ‫ال َۤر‬larda ۤ ‫حم‬


َ lerde kendi kendini
BARLA LÂHİKASI 11

Kemâl-i Haşmetle gösteriyor, Kemâlâtını söylüyor, lâyık olduğu medhi


kendi kendine ediyor. Elbette Sözlerde in'ikâs etmiş Kur'ân-ı Hakîm'in
Lemeât-ı İ'câziyesinden ve o Hizmetin makbûliyetine alâmet olan
İnâyât-ı Rabbâniyyenin izharına mükellefiz. Çünki o Üstadımız öyle
eder ve öyle Ders verir.
Üçüncü Sebeb: Sözler hakkında tevazu' sûretinde demiyorum;
belki bir Hakikatı beyan etmek için derim ki: Sözlerdeki Hakaik ve
Kemalât, benim değil Kur'ân'ındır ve Kur'ân'dan tereşşuh etmiştir. Hattâ
Onuncu Söz, yüzer Ȃyât-ı Kur'âniyyeden süzülmüş bâzı katarattır. Sâir
Risaleler dahi umumen öyledir. Mâdem ben öyle biliyorum ve mâdem
ben fâniyim, gideceğim; elbette bâki olacak birşey ve bir Eser, benimle
bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve mâdem ehl-i dalâlet ve
tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri
çürütmek âdetleridir; elbette Semâ-yı Kur'ân'ın yıldızlarıyla bağlanan
Risaleler, benim gibi çok îtirâzata ve tenkidata medar olabilen ve sukut
edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı. Hem mâdem örf-i nâsda, bir
eserdeki mezâya, o eserin masdarı ve menba'ı zannettikleri müellifinin
etvarında aranılıyor ve bu örfe göre, o Hakaik-i Âliyeyi ve o Cevâhir-i
Galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde
gösteremeyen şahsiyetime mal etmek, Hakikata karşı büyük bir
haksızlık olduğu için Risaleler kendi malım değil, Kur'ân'ın malı olarak,
Kur'ân'ın Reşehat-ı Meziyatına mazhar olduklarını izhar etmeye
mecburum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru
çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.
Dördüncü Sebeb: Bâzan tevâzu', küfran-ı ni'meti istilzam
ediyor; belki küfran-ı ni'met olur. Bâzan da Tahdîs-i Ni'met, iftihar olur.
İkisi de zarardır. Bunun çâre-i yegânesi ki; ne küfran-ı nimet çıksın, ne
de iftihar olsun. Meziyyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük
etmeyerek, Mün'im-i Hakikinin Eser-i İn'âmı olarak göstermektir.
Meselâ: Nasılki murassa' ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giy-
dirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese: " ُ‫اّٰلل‬
‫ َما َشا ٓءَ ه‬çok güzel-
sin, çok güzelleştin." Eğer sen tevazu'kârâne desen: "Hâşâ!.. Ben neyim,
hiç. Bu nedir, nerede güzellik!" O vakit küfran-ı ni'met olur ve hulleyi
sana giydiren mahir san'atkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirane
desen : "Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi
birini gösteriniz..." O vakit, mağrurane bir fahirdir.

You might also like