ون َ ِ اّٰللِ َوب ِ َر ْح َم ِتهِ فَ ِب ٰذل ٌْ ك فَ ْليَ ْف َر ُحوا ُه َو َخ ُق ْل بِفَ ْض ِل ه Şu mes'ele "Yedi İşaret"tir. Evvelâ Tahdîs-i Ni'met sûretinde birkaç Sırr-ı İnâyeti izhâr eden "Yedi Sebeb"i beyan ederiz: Birinci Sebeb : Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir Vâkıa-i Sâdıkada görüyorum ki : Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı'nın altındayım. Birden o dağ, müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: "Ana korkma! Cenab-ı Hakk'ın Emridir; o Rahîmdir ve Hakîmdir." Birden o hâlette iken, baktım ki mühim bir Zât, bana âmirane diyor ki : "İ'caz-ı Kur'ân'ı beyan et." Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâbdan sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân, kendi kendine müdafaa edecek. Ve Kur'âna hücum edilecek; İ'câzı, Onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu İ’cazın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak. Ve namzed olduğumu anladım. Madem İ’caz-ı Kur'ân'ı bir derece beyan, Sözlerle oldu. Elbette o İ’cazın hesabına geçen ve Onun Reşehatı ve Berekâtı nev'inden olan Hizmetimizdeki İnâyatı izhar etmek, İ’caza yardımdır ve izhar etmek gerektir. İkinci Sebeb: Mâdem Kur'ân-ı Hakîm Mürşidimizdir, Üstâdımızdır, İmamımızdır, herbir âdabda Rehberimizdir; O, kendi kendini medhediyor. Biz de O'nun Dersine ittibâan, O'nun Tefsirini medhedeceğiz. Hem mâdem yazılan Sözler Onun bir nevi Tefsiridir ve o Risalelerdeki Hakaik, Kur'ânın malıdır ve Hakikatlarıdır. Ve mâdem
Kemâl-i Haşmetle gösteriyor, Kemâlâtını söylüyor, lâyık olduğu medhi
kendi kendine ediyor. Elbette Sözlerde in'ikâs etmiş Kur'ân-ı Hakîm'in Lemeât-ı İ'câziyesinden ve o Hizmetin makbûliyetine alâmet olan İnâyât-ı Rabbâniyyenin izharına mükellefiz. Çünki o Üstadımız öyle eder ve öyle Ders verir. Üçüncü Sebeb: Sözler hakkında tevazu' sûretinde demiyorum; belki bir Hakikatı beyan etmek için derim ki: Sözlerdeki Hakaik ve Kemalât, benim değil Kur'ân'ındır ve Kur'ân'dan tereşşuh etmiştir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer Ȃyât-ı Kur'âniyyeden süzülmüş bâzı katarattır. Sâir Risaleler dahi umumen öyledir. Mâdem ben öyle biliyorum ve mâdem ben fâniyim, gideceğim; elbette bâki olacak birşey ve bir Eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve mâdem ehl-i dalâlet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir; elbette Semâ-yı Kur'ân'ın yıldızlarıyla bağlanan Risaleler, benim gibi çok îtirâzata ve tenkidata medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı. Hem mâdem örf-i nâsda, bir eserdeki mezâya, o eserin masdarı ve menba'ı zannettikleri müellifinin etvarında aranılıyor ve bu örfe göre, o Hakaik-i Âliyeyi ve o Cevâhir-i Galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mal etmek, Hakikata karşı büyük bir haksızlık olduğu için Risaleler kendi malım değil, Kur'ân'ın malı olarak, Kur'ân'ın Reşehat-ı Meziyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim. Dördüncü Sebeb: Bâzan tevâzu', küfran-ı ni'meti istilzam ediyor; belki küfran-ı ni'met olur. Bâzan da Tahdîs-i Ni'met, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çâre-i yegânesi ki; ne küfran-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun. Meziyyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük etmeyerek, Mün'im-i Hakikinin Eser-i İn'âmı olarak göstermektir. Meselâ: Nasılki murassa' ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giy- dirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese: " ُاّٰلل َما َشا ٓءَ هçok güzel- sin, çok güzelleştin." Eğer sen tevazu'kârâne desen: "Hâşâ!.. Ben neyim, hiç. Bu nedir, nerede güzellik!" O vakit küfran-ı ni'met olur ve hulleyi sana giydiren mahir san'atkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirane desen : "Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz..." O vakit, mağrurane bir fahirdir.