You are on page 1of 6

ALLAH’IN VARLIĞI VE SIFATLARI

1)Allah Lafzı

Allah lafzının türediği köken hakkında üç farklı görüş


bulunmaktadır:

1) Allah lafzı ‘’ilah’’ kelimesinden türemiştir.


2) Allah lafzı, lahe-yelihu kökünden gelmekte olup alamı
‘’gizlenmek, duyuların üzerinde ve ötesinde olmak, aşkın ve
münezzeh olmak demektir.
3) Allah kelimesi, Cahiliye dönemi Araplarının putlarından birisi
olan Lat (el-Lat) putunun adından ya da yakın bir görüşe göre de
Aramice elaha kelimesinden gelmiştir.

Kur’an’da ise yüce yaratıcı için en çok kullanılan isim Allah’tır. Allah,
O’nun özel ve zatını anlatan adıdır. Bunun dışında Kur’an’da Allah için
çok sayıda isim ve sıfat a kullanılmıştır.

2)Allah’ın Varlığı

Düşünce tarihinde Tanrı’nın varlığı konusunda başlıca üç eğilimden


söz etmek mümkündür. Bunlar:

- Teizm
- Ateizm
- Agnostisizm

Teizm, en temel anlamda Tanrı’nın varlığını kabul eden akımdır.


Tesitler belirli bir kutsal kitaba dayanarak Tanrı’nın varlığı ve sıfatları
hakkında daha geniş bir bilgi birikimi ortaya koymuşlardır.

Ateizm, Tanrı’nın varlığını reddeden bir düşünüş biçimidir. Bunlara


İslami literatürde ‘’dehri’’ adı verilmiştir.

Agnostisizm ise Tanrı’nın var ya da yok olduğu konusunda bir fikir


öne sürmekten kaçınan düşünüş biçimidir. Bunlara da İslam
geleneğinde ‘’vakıfiyyun’’ denilmiştir.

Alemin kendi kendisini var edemeyeceği ve mükemmel düzeni


kuramayacağı düşüncesi, zorunlu olarak ilim, kudret ve irade sahibi
bir yaratıcının varlığını doğurmaktadır. Kelamcılar bunu marifetullah
olarak adlandırmışlardır.
Marifetullah kavramı Yüce Allah’ın varlığını bilmek ve O’nu tanımak
anlamına gelmektedir. Marifetullah kavramının dilimizdeki en güzel
karşılığı ‘’Allah’ı tanımak’’tır.

3)Allah’ın Birliği

İnsanların Yüce Allah’ı gereği gibi tanıyamadıklarını ifade eden


Kur’an, doğal olarak doğru bir tasavvur ortaya koymuştur.

İnsanların en çok düştükleri yanılgı, alemi yaratan bir yaratıcıyı


kabul etmekle birlikte O’na ortaklar koşmak olmuştur. Uluhiyette
tehvid bozulunca, ubudiyette tevhidi korumak mümkün
olmamaktadır. Zira kendisini kutsallık atfedilen kişi ya da varlıklar
bununla kalmamakta, ibadet ve dua eden varlıklara dönüşmektedir.
Bu nedenle Kur’an öğretisine göre Allah’ın tekliği, benzersizliği,
otraksız oluşunun kavranması her şeyden daha çok önem
taşımaktadır. Esasen dinler tarihine bakıldığına insanların sorununun
büyük oranda ateizm değil politeizm (şirk) olduğu görülmektedir.

Müslüman kelamcılar, İslam dinini diğer dinlerden ayıran en önemli,


temel ve özgün şeyin tevhid inancı oluğunun farkındaydılar. Diğer
dinlerin özellikle Yahudilik, Hıristiyanlık, Zerdüştlük ve Maniheizm gibi
dinlerin mensupları ile girilen teolojik tartışmalarda, İslamı’ı diğer
dinlerden ayıran özelliğin Tanrı’nın varlığından çok, O’nun tek ve
benzersiz oluşu inancı olduğu gerçeği açığa çıkmıştır. Bu durumda
Müslüman kelamcılar, şirke (paganizm, hulul, ittihad) ve teşbihe
(antropomorfizim) izin vermeyecek tarzda Allah’ın tek (ehad, vahid)
oluşunu temellendirmeye çalıştılar.

Kur'an'da yer alan bir anlatım Kelamcıların dikkatini çekmiş ve bunu


Allah'ın birliğinin delili olarak geliştirmişlerdir. Temanu’ delili adı
verilen sistemleştirme çabası Kur’an’daki üç ayete dayanmaktadır.

Kelamcılar öncelikle ilahlık kavramı üzerinde durmuşlardır. İlahlık


tek olmayı, üstün olmayı ve yönetimde eş ve ortak kabul etmemeyi
gerektirir. Anlaşmaya yanaşmak başkasının gücünü kabul etmek
demektir.

Evrenin bölünmez ontolojik bütünlüğü onun tek bir Tanrı tarafından


yönetilmesini gerektirmektedir. Eğer ki en az 2 Tanrı olsaydı neler
olurdu sorusunun cevabı:
İkisinin de iradesi gerçekleşmez.

İkisinin de iradesi gerçekleşir.

Sadece birisinin iradesi gerçekleşir.

Bu delil varsayımları ortaya koyup, ihtimalleri teke indirdiği için


Temanu (karşılıklı engelleme) delili olarak adlandırılmıştır.

4)Allah’ın Sıfatları

Hadis rivayetlerinde isimler ve sıfatlar dağınık ve çok az sayıda


geçmektedir. Bazı rivayetlerde Allah'ın isimlerini ezberleyenlerin ya da
bazı vakitlerde okuyanların cennete gideceğine dair haberler, alimler
tarafından değerlendirme konusu yapılmıştır.

İslam tarihinde sıfat kavramının ilk defa Vasıl b. Ata tarafından


kullanıldığı söylenmektedir. O, ‘’kim Allah için Kadim mana ve sıfat
kabul ederse iki ilah ve iki kademin varlığını kabul etmiş olur’’ diyerek
sıfatlar konusunda teolojik bir tutum sergilemiştir. Şii eğilimli Hişam
b. Hakem ise ‘’İlim Allah'ın sıfatıdır’’ diyerek sıfatları kabul eden bir
yaklaşım benimsemiştir. Sünni geleneğin erken döneminde ise
Abdullah İbn Küllab da ‘’Allah'ın isimleri, O’nun sıfatlarıdır’’ sözüyle
Hişma yakın bir tutum sergilemiştir. Kelam sıfatı üzerinde duran ve
Allah'ın sıfatlarını reddeden ilk kişinin Ca’d b. Dirhem olduğu
belirtilmektedir. Onun ardından Cehm b. Safvan bu görüşü almış ve
savunmuştur. Sıfatları reddeden grupları tanımlamak üzere kullanılan
Cehmiyye kavramı ona atıfla kullanılır olmuştur. Özellikle Sünni
gelenekte ve Hanbeli çevrede Cehmiyye’ye reddiye neredeyse mezhebi
kimliği belirlemede bir ayraç olarak kullanılmıştır.

Sıfatlar konusunda kelam geleneğinde başlıca üç yaklaşım öne


çıkmaktadır:

1) Mutezile’nin Yaklaşımı

Mutezile ekolünün kabul ettiği beş temel ilkeden biri tevhiddir.


Mutezile’ye göre tevhid, Yüce Allah’ın zatını doğru tanımanın temel
ölçülerini içerir. Buna göre; Allah, ezelidir.

Allah’ın dışındaki her varlık muhdes yani sonradan yaratılmıştır.


Mutezile’nin bu yaklaşımı ekolün kurucularından sayılan Vasıl b.
Ata’dan nakledilen, ‘’Allah’ın yanında kadim bir mana ve sıfat kabul
etmek iki ilaha inanmak demektir’’ görüşüne dayanmaktadır.
Mutezile bu görüşünü bir tutarlılık üzere ilahi sıfatlara da
uygulamıştır. Allah’ın ‘’zatı üzerine zait ya da zatı ile kaim (kaim bi
zatihi) sıfatları reddetmişlerdir. Mutzile, Yüce Allah’ın bilen, işiten,
gören bir varlık olduğunu kabul etmekle beraber buna getirdikleri
yorum farklıdır. Mutezile’nin büyük çoğunluğuna göre Allah, kendi zatı
ile birlikte olan ilim, kudret ve irade ile değil, zatı ile alim, kadir,
müriddir. Böylece Mutezile duyulur elemde bilindik anlamda bir sıfat
teorisini kabul etmemiştir.

Onların bu yaklaşımı karşıtları tarafından sıfatların inkarı olarak


anlaşılmış ve Mutezilliğe ‘’muhattıla’’ suçlamasında bulunulmuştur.
Muattıla, Tanrı’ya işlevsiz, eylemsiz ve niteliksiz kılmak anlamına
gelen pasifize edici bir nitelemedir. Oysa Mutezile, sıfatların ayrı
varlıklar olduğunu reddetmiş bununla birlikte onların zata dahil
ederek, zat içinde eritmiştir. Mutezile’nin temel kaygısı Tanrı’yı
pasifize etmek değildir. Aksine teşbih ve tecsime düşmekten uzak
durmaktır. Çünkü Allah’ın yanında kadim manalar ya da sıfatlar kabul
etmek, teaddüdü’l-kudema’ya (birden fazla kadim varlığın kabul
edilmesi) götürmektedir.

Mutezile’ye göre kelam insanların eylemidir. İnsan zorunlu olarak


kelam sahibi olarak ses, organlar ve belirli ardışık bir süreye ihtiyaç
duyar.

Kısacası Mutezile ekolü sıfatlar konusunda tenzihci bir yaklaşımı


temsil etmiştir. Onun bu yaklaşımı diğer Müslüman Ekoller tarafından
nasların aşırı zorlanarak yorumlanması şeklinde görülmüş ve sert bir
şekilde eleştirilmiştir.

2)Ehl-i Hadis’in Yaklaşımı

Mutezilenin sıfatlar konusundaki görüşünde yönelim en sert


yaklaşımı gösterenlerin başında Ahmet İbn Hanbel gelmektedir.
Nasların zahirini aşırı bağlılık yanlısı olan ve sıfatlara da bu tarzda
inanması gerektiğini savunan Ahmet İbn Hanbel, inanç konularından
nazar, araştırma ve yorumu sapkınca bulmaktadır. Dini konularda
özellikle akaidle ilgili ilkeler üzerinden yapılan cidal ve tartışmaları
bidat olarak görmektedir. Selefi zihniyetin öncü ismi sayılan Ahmet
İbn Hanbel her ne kadar sıfatlar konusunda seçici ve yorum ağırlıklı
bir tutum sergileyen Mutezile ile nasların zahiri anlamlarını temel
alan Müşebbihe ve Mücessime arasında bir yol tutmaya çalışmış ise de
genel tutum olarak teşbih ve tecsim çizgisine daha yakın durmuştur.
Sıfatlar konusunda ayet ve hadislerin lafzi yapılarıyla yetinmeyi
reyden kaçınmaya ve teslim olmayı daha doğru bulmaktadır.

Kulların sıfatları ile Allah'a nitelendirilmesi teşbih ifade


etmemektedir. Yüce Allah'ın sıfatları ile mahlukatın sıfatları arasında
isim benzerliğinin dışında bir ortaklık ve benzerlik (müşareket,
teşabüh) yoktur. Allah'ın ve insanların ilim sıfatı vardır. Ancak Allah’ın
ilmi kamil, insanlarınki ise eksik ve hataya açıktır.

Sıfatlar konusunda Selefi görüşü en sistemli bir şekilde dile getiren


İbn Teymiye’dir. Ona göre sıfatlardan soyutlanmış mücerret bir zatın,
sadece zihni bir varlığı olduğu savunulabilir. Naslarda yer almayan
isim ve sıfatların Allah için kullanılmasına karşı çıkarlar.

3)Ehl-i Sünnet Kelamcılarının Yaklaşımı

Ehl-i Sünnet kelamcılar sıfatlar konusunda bir sınıflama


yapmışlardır. İlahi sıfatları; nefsi sıfatlar, selbi sıfatlar, subuti (meani)
sıfatlar, fiili sıfatlar ve haberi sıfatlar şeklinde kısımlara ayırmışlardır.

Nefi sıfatlar, Allah’ın varlığını gösteren sıfatlardır.

Fiili sıfatlar, Ehl-i Sünnet kelamcılarına göre ya tekvin (Maturidiler)


ya da kudret (Eşariler) sıfatının bir sonucu olarak kabul edilir. Bu
sıfatlar Yüce Allah’ın zatı ile ilgili olmayıp O’nun alem üzerindeki
tasarruflarını anlatmaktadır.

Subuti sıfatlar, zat üzerine zahit manalara delalet eden sıfatlardır.


Bunlara sıfat-ı meali dışında, sıfat-ı zatiyye, sıfat-ı ve maneviyye ve
sıfat-ı vûcudiyye de denilmiştir. Mutezile ve felsefeciler sıfatları
reddederken ya da farklı yorumlarken, Kerramiye, Selefiye, Ehl-i Hadis
ve Ehl-i Sünnet kelamcıların sıfatlarının varlığını kabul etmişlerdir.

Ehl-i sünnet kelamcılarının sıfatlar konusunda geliştirdikleri ilkeler


şu şekilde özetlenebilir:

Sıfatlar zatın aynı değildir. O’nun üzerine zahittirler. Mutezilli’ye


göre sıfatlar Allah'ın zatının aynısıdır. Ehl-i Sünnet kelamcıları sıfatlar
konusunda akli yorumları kabul etmekle beraber nasların zahiri ile
ters düşmeyecek bir tutum sergilemişlerdir.
Sıfatlar Yüce Allah'ın zatı ile kaimdir. Sıfatları zatın dışında ve
ondan bağımsız düşünmek mümkün değildir. Ancak Mutezile’den farklı
olarak sıfatları zattan bağımsız birer varlığa sahip olduğunu
savunmuşlardır.

Allah'ın bütün sıfatları kadimdir. Allah'ın hadis şeylere mahal


(mahallu’l-havadis) olması gerekir ki bu muhaldir. Ehl-i Sünnet’in bu
görüşüne Mutezile karşı çıkmıştır. Onlara göre irade ve kelam
sıfatlarının hadistir. Hanbeliler de Sünni kelamcılardan ayrı
düşünmüşlerdir. Onlara göre Allah'ın havadisin mekanı olması
mümkündür.

Ehl-i Sünnet kelamcılarına göre bütün ilahi sıfatlar kadim ve


ezelidir. Bu konuda Maturidiler ve Eşariler görüş Birliği içindedirler.
Ancak fiili sıfatlar Maturidilere göre Allah'ın zatı ile gerçek ve kadim
iken Eşarilere göre nispi ve hadistir.

Ehl-i Sünnet kelamcıları sıfatları kabul etmekle birlikte teşbih ve


tecsime düşmemek için bazı sıfatların anlaşılması hususunda bir
takım temel ilkeler ortaya koymuşlardır. Bunlar özelde Yüce Allah'ın
tenzih edilmesine yöneliktir:

Allah cisim değildir.

Allah cevher değildir.

Allah araz da değildir.

Allah havadisin mahalli değildir.

Allah'a cihet (yön) isnat edilmez.

Arş konusu Ehl-i Ssünnet kelamcılarına göre aşkınlık olarak


yorumlanmıştır. Hanbeliler ve Selefiler ise arz konusunu gerçek
manada anlamışlardır.

You might also like