You are on page 1of 25

2

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI

Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
 “Toplumcu Gerçekçilik”, “Toplumcu Gerçekçi Edebiyat”, “Toplumcu Gerçekçi
Roman” kavramlarının birbiriyle ilişkisini açıklayabilecek,
 Toplumcu Gerçekçi Edebiyat’ın Türkiye dışındaki edebî ve düşünsel kaynakla-
rını, Türk edebiyatında “Toplumcu Geçekçilik” akımının sosyal ve siyasal arka
planı hakkında değerlendirme yapabilecek,
 Toplumcu Gerçekçi Roman’ın ilk örneklerini ve bu eserlerin kendilerinden son-
ra gelen eserleri yapı ve içerik bakımından nasıl etkilediklerini açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.

Anahtar Kavramlar
• Edebiyat ve İdeoloji • Sosyal Realizm
• Toplumcu Gerçekçi Edebiyat • Türk Romanı ve Sosyalist
• Toplumcu Gerçekçi Roman Gerçekçilik
• 1930-1980 Arası Türk Romanı

İçindekiler

• TOPLUMCU GERÇEKÇİ ROMANIN


SİYASAL SOSYAL ARKA PLANI
Toplumcu Gerçekçi
Çağdaş Türk Romanı • TOPLUMCU GERÇEKÇİ KÖY ROMANI
Roman ve Gelişimi
• TOPLUMCU GERÇEKÇİ İŞÇİ ROMANI
• TOPLUMCU GERÇEKÇİ AYDIN ROMANI
Toplumcu Gerçekçi
Roman ve Gelişimi

TOPLUMCU GERÇEKÇİ ROMANIN SİYASAL SOSYAL ARKA PLANI


Türkiye’de toplumcu gerçekçi edebiyatın siyasal ve düşünsel arka planının Cumhu-
riyet öncesinden başladığı genel bir yaklaşım olarak kabul edilse bile, bu kabul, siya-
sal ve edebî metinlerle fazlaca desteklenebilecek, bir kabul değildir. Ahmet Oktay’ın
dediği gibi Türkiye solunun geçmişinde kuramsal taban görme eğilimi romantik bir
tavırdır (Oktay 2008:209). Edebiyatın sosyal işlevini öne çıkaran Tanzimat yazarla-
rından Sami Paşazade, Fransa’da ayak üstü tanıştığı Lenin’den çok önemsiz bir şekil-
de söz eder. Tanzimat aydını devleti ıslah etmek için meşrutiyete doğru giden yolu
ararken Marksçı bir siyasal tasarımın Avrupa’da olgunlaştığının farkına bile varmaz.
Oktay, Tanzimat aydınının esasında bir burjuva edebiyatı yaratmakta olduklarını Fuat
Köprülü’den yaptığı şu alıntıyla destekler: “Saraya ve onun dayanağı olan medreseye,
tekkeye devlet adamlarına, ayan ve eşrafa dayanan feodal klasik edebiyata karşılık, Şi-
nasi, Ziya Paşa ve Kemal mektebi, vatan millet ve halkçılık mefkurelerine hizmet eden
ve tamamıyla Fransız edebiyatından mülhem yeni bir burjuvazi edebiyatı yaratmak
istiyordu.” (Oktay, 2008: 211). Türkiye’deki sosyalist fikirlerin kaynaklarına bakılırken
Beşir Fuat’a da atıf yapılır. Onun biyolojik materyalizmi ve din karşıtlığı, bu atıfla-
rın yapılmasına vesile olmuştur. Gerçekte Beşir Fuat’ın yazılarında Marks’a hiç atıfta
bulunmadığı gibi Avrupa ve Rusya’daki etkisine dair de bilgi yoktur. Tevfik Fikret’in
devlet karşıtlığı, hürriyet ve yoksulluk şiirleri, zaman zaman Türkiye sosyalist edebiya-
tının öncülü gibi yorumlansa da esasen Fikret, pozitivist ve hümanist etkilerle yerle-
şik kültür ve siyasete tepki gösterir. Kaldı ki Osmanlı toplum yapısının din, tevekkül,
devlet ve tebaa gibi ana belirleyicileri, sömüren ve sömürülen şeklindeki sınıflaşmanın
doğurucusu olan sanayileşmeye ve kapitalistleşmeye imkân vermemiştir. Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e uzanan süreçte, başta toplumcu gerçekçi edebiyatın ana metni olan Das
Kapital dâhil olmak üzere sosyalizm etrafında da bir çeviri etkinliği olmamıştır.
Osmanlı Türkiyesi’nde sosyalist düşünce esas olarak İkinci Meşrutiyet
Dönemi’nde görülür. Genel kayıtlara göre Türkiye’de sosyalist düşüncenin ilk ya-
zarı, 1910’da çıkardığı İştirak adlı gazeteden dolayı İştirakçi Hilmi olarak bilinen
Hüseyin Hilmi’dir. İştirakçi Hilmi’nin 1919’da kurduğu Türkiye Sosyalist Fırka-
sı ve yayınladığı idrak gazetesi ile debbağhane, tersane ve tramvay grevlerinde
önemli rolü olduğu belirtilmektedir. Oya Baydar, “İstanbul işçi hareketi üzerin-
deki etkinliği İngiliz işgal kuvvetlerinin desteğine sahip olduğu şaibesiyle gölge-
lenmiş olsa da özellikle tramvay işçilerinin sonraki yıllarda da sürecek mücadele
geleneğinde Hüseyin Hilmi’nin de payı olduğu söylenebilir” demektedir. Hüseyin
Hilmi’nin İştirak dergisinde özellikle 1912 yılındaki sayılarda sosyalizm ve onun
30 Çağdaş Türk Romanı

çevresindeki kavramları tartışılıyor olması, onun Osmanlı Türkiyesindeki ilk sos-


yalist yazar olarak anılmasını geçerli kılmaktadır.
İştirak Çevresi içinde Hüseyin Hilmi’den sonra adı üzerinde en çok konuşu-
lan ikinci kişi Dr. Refik Nevzat’tır. Refik Nevzat, eski bir Jön Türk’tür; Paris’te
bulunduğu sıralarda Fransız sosyalistlerinden etkilenerek solcu olmuş, Hüseyin
Hilmi çevresi ile irtibata geçmiş ve Osmanlı Sosyalist Fırkasının Paris şubesini
kurumuştur (Tekin, 2002:176).
Cumhuriyet Dönemi’nde, hukuk, eğitim, millî ekonomi gibi alanlardaki mo-
dernleşmeler, birçok yönüyle Tanzimat ve Islahat hareketlerinin, hız ve yaygınlık
kazanmış şekli olarak görülebilirler. İttihat ve Terakki’nin 1913’lerden sonra mil-
liyetçi ideolojiyi sistemleştirmesi ve bir yönetim tabanı olarak işlemesi düşünülür-
se Cumhuriyetin, bu sürecin siyasal inkılabı olduğu kabul edilebilir. Yeni devletin
düşünsel yapısını ve hedeflerini anlamak için, 1922 ile 1938 arasında yapılan inkı-
lapların belli başlılarını hatırlamak yeterlidir. Yeni devletin ve kültürün inşasında
düşünsel temel Türk milliyetçiliğidir. Laik ve pozitivist karakterli bu milliyetçilik,
yeni sosyolojinin tekliflerini taşımak durumunda olduğu gibi, yönetim ve kurum-
sal alandan itilen dinin bıraktığı boşlukları da doldurmak durumundadır.
Tek Parti Dönemi’nin edebiyat Tek Parti Dönemi’nin edebiyat ve fikir hayatını belirleyen halkçılık düşünce-
ve fikir hayatını belirleyen sidir. Aslında halkçılık düşüncesini Mustafa Kemal, Gökalp’tan almıştır ve onun
halkçılık düşüncesidir.
için halkçılık merkezinde halkı sınıfsızlaştırmak vardır. İnönü Dönemi’nde ise
halkı “aydınlatmak, istenilen doğrultuda dönüştürmek” merkezinde kalmıştır.
Sosyalist ve hümanist eğilimlerle birleşmiştir bir ölçüde. Etkinliğini halkevleri ve
köy enstitüleri ile genişletmiştir. Tek Parti ideolojisinin kaldıraçları durumundaki
halkçılık ve köycülükle olsun; o kavramları sahiplenen sol Kemalistlerin ek bir
kilit kavram sayarak devreye soktukları hümanizmle olsun, solun ilişkileri her
zaman karışık ve sorunlu olmuştur. Sosyalist, işçi sınıfı diyemediği için köylü ve
halk kavramlarına sarılmıştır (Oktay, 1993:53-58).
Türk edebiyatında genel olarak Marksizm merkezinden yayılan ideolojik yapı-
yı kuran kuşkusuz Nâzım Hikmet’tir. O, Türkiye’de sınıfların çatışmasına dayanan
bir gelenek olmadığı hâlde, belki de ilk olarak emek, yoksulluk, sömürülme gibi
temaları işlemeye başlar. Nâzım Hikmet’in getirdiği bu içerik sadece Cumhuri-
yet Dönemi’ndeki şiiri değil, bütün edebiyatı etkiler. Nitekim sadece İlhami Bekir
Tez, Hasan İzzettin Dinamo, Rıfaz Ilgaz, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ahmet Arif
gibi şairler değil, Sabahattin Âli, Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi romancılar da
Nâzım’ın açtığı yolda devam ederler. Hatta 1960’larda modernist ve bireyci edebi-
yata (temeli marksizim olsa da) karşı çıkarak sosyalist gelişmeye paralel etkinlikte
bir edebiyat ortamı kurmaya çalışan ikinci kuşak toplumcu edebiyat da köy roma-
nı da Nâzım’ın kurduğu edebiyat atmosferinden nefes alır. Nâzım Hikmet’in 1929
yılında Resimli Ay dergisinin 4. sayısından itibaren başlattığı “Putları Yıkıyoruz”
kavgası, Türkiye’de edebiyat çevresinde başlayan ideolojik kavganın da merkezini
oluşturur. Nâzım’ın ağır bir şekilde eleştirdiği şairlerden birinin, yenileşen Türk
şiirinin ilk mimarı (Abdülhak Hamit), diğerinin, milliyetçiliğin ilk şairi (Mehmet
Emin Yurdakul) olmasından dolayı büyük bir gürültü kopar. Örneğin; Hamdullah
Suphi, İkdam gazetesinde Nâzım Hikmet ve arkadaşlarını “bolşevik kapısının mü-
seccel köleleri” (Oktay 1993:100) olarak nitelendirir. Nâzım Hikmet’in enternasyo-
nal eşitlikçi, modern ve materyalist duruşuna, “Kerem ile Aslı” ve “Şeyh Bedreddin
Destanı” ile kurduğu sosyalist gelenek algısı, Türkiye’deki yerli sosyalizmin de kay-
nağı olmuştur. Nitekim Cahit Tanyol, Kemal Tahir hatta Attilâ İlhan’ın düşüncele-
rinin merkezi sayılabilecek “Anadolu sosyalizmi” bu kaynaktan hareket etmiştir.
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 31

Türkiye’de hapishane ve edebiyat ilişkisinin sosyal bir olgu olarak tarihe yerleş-
mesinde de Nâzım Hikmet bir dönüm noktasıdır. Komünizm propagandası yap-
mak veya Türkiye Cumhuriyeti’ni veya ordusunu tahkir etmek suçundan dolayı
Nazım Hikmet birçok defa yargılandığı ve tutuklandığı gibi, birçok şair yazar da
Nazım’ın kitaplarını okumak ve onun yaptığını yapmak gibi sebeplerden dola-
yı yargılanmış ve mahkûm olmuştur. Siyasal ve edebî tarihe “Donanma Davası”
olarak geçen yargılamalar ve mahkumiyetler önemlidir. 1938’de Nazım Hikmet,
Kemal Tahir, Nuri Tahir, Hamdi Alev Şamilof, Emine Alev, Dr. Hikmet Kıvılcımlı,
Fatma Nudiye Yalçı, Kerim Korcan, Mehmet Ali Kantan, Seyfi Tekbilek, Hüseyin
Avni Durugün gibi şair, romancı, gazeteci yargılanmış ve hapse atılmışlardır. Ke-
mal Tahir ve Orhan Kemal gibi toplumcu gerçekçi romanın ustaları sayılan bu iki
ismin hayatında Nazım Hikmet’le kurdukları ilişki ve bir eğitim mekânı hâline
getirdikleri hapishane oldukça önemlidir.
Türk romanında toplumcu gerçekçiliğin ilk yansımaları, işçi hayatlarının an- Türk romanında toplumcu
latılmasıyla 1930’larda başlar. Bazı yazarlar, eserlerinde ikinci planda da olsa sınıf gerçekçiliğin ilk yansımaları,
işçi hayatlarının anlatılmasıyla
çatışmalarına yer verirler. Reşat Enis, “okumuş bir tornacı”ya Marksist yorumlar 1930’larda başlar.
yaptırır: “Harbi isteyen patrondur; kapitalisttir. Yok olası kapitalist... Sönmek bil-
mez ihtirası, onun gözlerini içinde bulunduğu sınırlarının dışına çeker, ona, dışa-
rıda işletecek maden lazımdır; sürecek toprak lazımdır. O, malını satacak piyasa
arar.” (Naci, 1990: 338). Maden işçilerinin hayatını anlatan Reşat Enis, Afrodit
Buhurdanında Bir Kadın’da (1938) maden işçileriyle sanayi işçilerini, “sömürü-
lenler” olarak gösterir.
Sabahattin Âli, Sadri Ertem gibi yazarların eserlerinde de belirli bir toplumcu
gerçekçilik vardır. Ama söz konusu üç yazarda da “sosyalist öz”, tek tek yazar-
ların kişisel özelliklerini, oturmuş veya seyyal birikimlerini yansıtır. Henüz işçi
sınıfı, bütünüyle toplumcu gerçekçi yöntemlerle ele alınmaz. Ancak halka dönüş,
toplumsal etkinlik sürecine giren yeni bir insanı haber verir. Mesela Sabahattin
Âli’nin Kuyucaklı Yusuf ’u. Bu yeni, yarı feodal bir yapının veya yoksulluktan bık-
mış bir toplumun insanı, oluşmakta olan yeni bilinçteki insanı yansıtır: “İşçi olu-
şumunda ilk halka, Avrupa piyasalarının artan taleplerine uygun olarak bahçe
ve sanayi ürünlerinin (yani uzmanlaşmış tarımın) gelişmesi sonucu tarım kesi-
minde ilk kez kapitalist üretim ilişkilerinin belirmeye başlamasıdır. (...) Yukarıda
tanımladığımız anlamdaki bir kapitalizmin, etki alanına giren ilk yöre Çukurova
olmuştur (Naci, 1990: 326).
“Toplumcu bir yazarım (...) Bozuk düzenimizin nedenlerini insanlarımıza
göstermek, onları uyarmak, gösterip uyarmakla da kalmayıp bozuk düzeni dü-
zeltmeye çaba göstermelerini, bu çabayı el birliği ile göstermemiz gerekliliğini
yanıtlarım.” (Orhan Kemal, 1974: 117) diyen Orhan Kemal, Çukurova’daki bu
yeni gelişen, “kara düzen”in getirdiği iktisadi atılımlar içinde yenilen, acı çeken,
birbiriyle boğuşan, sınıf değiştirme hırsıyla birbirinin sırtına basan bu insanları
yansıtır. Denilebilir ki Türk romanında işçiyi, bütün çevresiyle en geniş manada
eserlerine alan romancı Orhan Kemal’dir. “Ekmek” peşinde koşan küçük insanın
hayatını yazan yazar, şahıslarını bir “sınıfsal bilinç” içerisinde göstermiş midir?
Kendisinin roman bütününe sinen sınıfsal bilincin düzeyi nedir? “Kendini bilen
bir yazar için zaten sınıfların dışında bir edebiyat yoktur.” diyen bir yazarın, işçi-
leri, ağaları, iş birlikçileri örtülü bir şekilde sınıf bilinci içinde ele aldığı düşünül-
melidir.
32 Çağdaş Türk Romanı

Kuşkusuz Cumhuriyet sonrasında “yerli sosyalist düşünce” ve “yerli sosya-


list edebiyat” bağlamındaki tartışmaların içinde adı en çok geçen yazar Kemal
Tahir’dir. O, Kemalizm’den Marksizm’e geçişiyle, yerli bir sosyalizme evrilişiyle,
Osmanlı gerçeğini kabul edişiyle, Osmanlı tarzı bir iktisadi anlayışı önermesiyle
hep tartışmaların odağında yer alır. Anadolu toplumunun yapısı, tarihsel gerçeği
ve anlamı üzerine söyledikleri onu evrensel sosyalizmden ayırır. Asya Tarzı Üre-
tim Tarzı’nın özelliklerini ve niteliklerini Osmanlı ve Anadolu hayatında gören
Kemal Tahir, her toplumun kendi iktisadi şartlarına göre biçimleneceğini ve esa-
sen bugünkü sosyal bozukluğun toplumun kendi iktisadi ve siyasi yapısını kura-
mamasından kaynaklandığını düşünür.
Sadri Ertem, Reşat Enis, Sabahattin Âli’lerle başlayan sosyalist gerçekçi roman,
Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt’larla devam eder.

Tek Parti Dönemi’nin edebiyat fikir hayatını hangi düşünce belirlemiştir?


1
TOPLUMCU GERÇEKÇİ KÖY ROMANI

İlk Köy Romanından Toplumcu Gerçekçi Köy Romanına


Köyden söz eden romanların tarihi elbette Ahmet Mithat’ın Bahtiyarlık’ına,
Nâbizâde Nâzım’ın Karabibik’ine, Ömer Ali Bey’in Türkmen Kızı’na kadar götü-
rülebilir. Cumhuriyet Dönemi’ndeki Anadolu’ya yöneliş hareketlerinin, halkçılık
ilkesinden geçerek köy enstitülerini doğurduğu, onun da köy edebiyatını beslediği
söylenebilir. Ancak kullandığımız tematik başlık, belli bir dünya görüşü içinde
köye ve köylüye yaklaşan romanları ifade etmektedir. Aslında “köy romanı” adı-
nın da bu romanlara verilen isim olduğu genel bir kabuldür. Ramazan Kaplan,
Türk Romanında Köy adlı çalışmasında köyü ve köylüyü anlatan romanları tarih-
sel bir sırayla ele alıp değerlendirir. 1876-1923; 1923-1950; 1950-1960; 1960-1980
şeklinde yapılan kronolojik tasnifte konuyla ilgili 90’a yakın kitap üzerinde çalı-
şan Kaplan da köy romanının köy enstitülü yazarlarla özdeşleştiğine dikkat çeker
(Kaplan, 1997). köy enstitüleri bir kalkınma sevdasının çocuğudur. Kırsalı, kendi
şartları içinde geliştirmenin yollarını arayan bu yapı, tarım ve zanaatkârlık alanın-
da önemli elemanlar yetiştirir. Bunun yanı sıra oralara tayin edilen sosyal bilimler
hocalarının etkisiyle, üretim tüketim ilişkilerine kafa yoran, köy gerçekliklerini
yorumlayan ve bu özellikleri ile köye müdahale etmeleri gerektiğine inanan, ken-
dilerini aydın gören insanlar yetiştirir. Kitap okumaya alıştırılan bu insanların he-
men hepsi, aynı zamanda hiç olmazsa birkaç şiir de yazmışlardır. Enstitülerden
yetişen romancıların tamamı ya doğrudan veya hümanizm ve halkçılık üzerinde
sosyalisttirler; köye ve köylüye bakışlarını sosyal gerçekçilik (sosyal realizm- top-
lumcu gerçekçilik- sosyalist realizm) belirler. Ama bu bakış açısıyla roman ya-
zanlardan Köy Enstitüsü mezunu olmayanlar da vardır. Sayısı oldukça fazla olan
romanların ismini vermek bu çalışma için imkânsızsa da en çok konuşulan ro-
manlardan birkaçını yayımlanış sırasına göre saymak gerekir. Mahmut Makal,
Bizim Köy 1950 (aslında köyle ilgili notlardan oluşan bir kitap); Orhan Hançerli-
oğlu, Ekilmemiş Topraklar 1954; Kemal Tahir, Sağır Dere 1955; Yaşar Kemal, İnce
Memed 1955; Yaşar Kemal, Teneke 1955; Talip Apaydın, Sarı Traktör 1958; Fakir
Baykurt, Yılanların Öcü 1959; Fakir Baykurt, Irazca’nın Dirliği 1961; Kemal Bil-
başar, Cemo 1966; Hasan Kıyafet, Gominis İmam 1969; Kemal Tahir, Büyük Mal
1970; Abbas Sayar, Yılkı Atı 1970; Dursun Akçam, Kanlı Derenin Kurtları, 1976.
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 33

Enstitülerden yetişen romancıların tamamının ya doğrudan veya hümanizm


ve halkçılık üzerinden sosyalist olduğunu; köye ve köylüye bakışlarını, sosyal ger-
çekçiliğin belirlediğini söylemiştik. Bu ortak ideolojik arka plan ve bakış açısı,
romanlarda ortak bir şema da oluşturmuş mudur? Yaşadıkları gerçekleri anlattık-
larını söyleyen romancıların, köylünün problemlerini gördükleri açıktır. Örneğin;
köyde yoksullar, zenginlerden daha çoktur. Köylüler, pozitivist ahlaktan çok ge-
leneksel ahlaka bağlıdır. Köylerde imamlar, şeyhler, ağalar da vardır. Köylü hem
topraksızdır hem de toprağını verimli kullanacak araçlardan yoksundur. Bütün
bunlar, köylünün gerçeklikleri olarak işlenmiştir ve doğrudur. Ama bu çatışmala-
rın tarafları birçok romanda aynıdır: Bir kere köyde mutlaka sömürülen büyük bir
kitle, sömüren birkaç kişi vardır. Sömürülenin yanında bir öğretmen, kaymakam,
hâkim vs. bir aydın bulunur. Sömürenler, ağadır, belediye başkanıdır ve yanında
her zaman şeyh veya imam vardır. Bazen aydının vereceği savaşı, ezilenlerin için-
den bir kahraman (bir genç bir kadın vs.) verir. Bu ortaklıkları bir şema sayarsak
bu şemadan, Türkiye’nin sosyalist gelişmesinin köyden olacağı düşüncesi çıkmak-
tadır. Köydeki yapıyı feodal bir yapı olarak algılayan bu yaklaşım, köylünün ah-
lakını da feodal bir ahlak olarak değerlendirir. Buna göre din, gelenekler, üretim
ilişkileri, “ağalar” üzerinden feodal yapıyı beslemektedir. Fakat bütün romanlarda
bu şablonunun olduğunu söylemek de doğru değildir. Örneğin; Talip Apaydın’ın
Sarı Traktör’ünde, köyün delikanlısı, daha fazla verim elde etmek ve bu arada işa-
ret edilen bir kişi olmak için traktör almak ister. Teknolojinin tarıma girmesi yo-
luyla olacak kalkınma, eserin ana düşüncesini oluşturur. Diğer taraftan 1960’lar-
dan sonra köye bakışta bir değişme yaşanır. Aynı ideolojik arka plandan gelen
Kemal Tahir, “Köyü yazan romancılardan beklediğimiz bir şey, bence, Türk mille-
tinin müşterek, yani birleşik ruhunu, davranışını keşfetmeye çalışmaktır.” (Kemal
Tahir, 1960: 87) diyerek, köylülüğün durağan ve değişmeyen bir yapı olmadığını
onu, farklı açılardan ele almak gerektiğini ileri sürer. Herhâlde romanların şehir
köy ilişkisini canlı tutması, köyü tarihsel bir süreç içinde de ele alması bu, Anado-
lu Türk ruhunu bulma düşüncesine bağlıdır. Benzer ve farklı tutumları yansıtmak
üzere Mahmut Makal’ın Bizim Köy, Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü, (ikisi de köy
enstitüsü mezunudur), Yaşar Kemal’in Teneke ve Kemal Tahir’in Büyük Mal adlı
romanları üzerinde kısaca duralım.

Köy Romanları Üzerine

Mahmut Makal: Bizim Köy


Köy Enstitüsü mezunu Mahmut Makal’ın 1950 yılında yayımlanan Bizim
Köy’ünden kısaca söz etmek gerekir. Köy hayatına dair tutulan notlardan oluşan
bu kitabın bir roman olmadığı söylense de köy romanının öncüsü sayılmış ve de-
falarca basılmıştır. Notlara, mülakatlara ve raporlara dayanan bu kitapta Makal,
“Beş temel unsur üzerinde durmuştur: birincisi ekonomik sıkıntılar; ikincisi, ilkel
malzeme kullanma; üçüncüsü, toprak meselesi; dördüncüsü, yeni teknolojilere
yabancılık; beşincisi ise sosyal yardımlaşma ve kooperatifleşmedir.” (Yalçın, 2003:
87). Aslında Bizim Köy’den sonra yazılan köy romanlarının tematik alanı da aşağı
yukarı Bizim Köy’deki gibidir. Cumhuriyet’ten sonraki köy romanını bütün te-
malarıyla değerlendiren bir çalışmada romanlar taranmış ve şu problemler tespit
edilmiştir. Ekonomik güçlükler (işsizlik, topraksızlık, susuzluk, tefecilik); sosyal
hayatın geriliği (aydın köylü ayrılığı, sağlık, eğitimsizlik, cahillik, hurafeler); sosyal
çatışmalar (arazi kavgaları, siyasi çekişmeler, köylü ve devlet, ağalık) yasa ve ahlak
34 Çağdaş Türk Romanı

(öç alma, eşkıyalık, tecavüz) etkili unsurlar (din, hurafe, gelenek) (Kaplan, 1997).
Bizim Köy’ün öğretmeninin, köylünün din anlayışı ve din önderi hakkındaki tu-
tumu da kendisinden sonra gelenlerde devam eder. Romanda istihza ile anlatılan
şeyh ve halk ilişkisi, Vurun Kahpeye’den, Yeşil Gece’den Yaban’dan devralınan bir
tutumla Bizim Köy’den sonraki romanlarda da devam eder. Bizim Köy’ün köy-
lülerinin konuşması, başka romanlarda başka köylerin ağzı olarak devam eder.
Bizim Köy’ün öğretmeni, yine diğer romanlarda öğretmen, savcı, hâkim, doktor,
kaymakam olarak halkı aydınlatmak için çalışır; bu yolda iftira dâhil her şeyi göze
alır. Bu arada romanlarda geçen mekânların bir kısmının köy olmadığını, ilçe ol-
duğunu belirtmek gerekir. Şehirden ötesini köy görmek, aydınlar için normal-
dir belki ama bir köylü için köy ve ilçe çok farklıdır. Köy romanı denilen birçok
roman üzerinde yapılan çalışmalarda bunun üzerinde durulmaz. Bunun birinci
sebebi, arka plandaki Anadolu’yu aydınlatmak düşüncesidir. Bu yüzden köy, ka-
saba, ilçe fark etmemektedir. İkinci sebebi ilçe denilen yerlerin bile, değişen hayat
karşısında, ekonomik ve sosyal olarak köyden farksız oluşlarıdır.

Mahmut Makal’ın, Bizim Köy romanında üzerinde durduğu temel unsurlar nelerdir?
2
Yaşar Kemal: Teneke
Yaşar Kemal’in Teneke adlı romanı 1955’te yayımlanır. Teneke, köy romanlarının
bir kısmı için belirlenen şablona uyan bir romandır. Ana problem, yerleşim yerine
yakın yerlerde çeltik ekmek isteyen ağalarla buna karşı çıkan kişiler arasında ya-
şanır. Okçuoğlu ve diğer ağalar, çeltik ekmek için kaymakamlıktan ruhsat almak
zorundadırlar. Fakat kaymakamlığa vekalet eden Resul Efendi işi sürüncemede
bırakmaktadır. Çünkü ekim yapılmak istenen yerler yerleşim alanlarına yakındır;
oluşacak bataklıklar sıtma salgınını başlatabilir. Fakat ekim için de zaman kal-
mamıştır. Tam bu sırada yeni atanan kaymakam Fikret Irmaklı gelir. Ağalar onu
öyle bir ilgi ve ziyafetle karşılarlar, onun için ilçenin en güzel evini hazırlarlar ki,
kaymakam şaşırır kalır. Çeltik ekimi yapılacak yerin meskûn mahal olmadığına
kaymakamı inandırarak ruhsatnameyi alırlar. Oysa Sazlıdere köyü ruhsatı alınan
yerin içindedir. Okçuoğlu köylünün tarlasını satın almak ister ama Mehmet Ali ve
Zeyno Kadın gibi köylüler, bunu kabul etmezler. Bu arada ruhsat verilmemesi ge-
reken yere ruhsat verdiğinden dolayı kaymakam hakkında dedikodular başlamış-
tır. Emekliliği yaklaştığı için kaymakamın suyuna giden Resul Efendi dayanamaz
ve ruhsat alınırken çevrilen dalavereleri kaymakama anlatır. Tecrübesiz kayma-
kam, gerçeği öğrenince hemen kendisi için hazırlanan evden çıkıp kaymakamlığa
yerleşir. Bu arada köylüye kızan ağa, suyu tarlalara bırakmış köy çamur içinde
kalmıştır. Zeyno Kadın ve bazı köylüler kaymakama şikâyete gelirler. Kayma-
kam gerçeği öğrendiği için, çeltik ruhsatlarını vermez. Ağalar Siyasetçi Ahmet’e
bir telgraf yazdırarak Ankara’ya gönderirler. Bu da yetmez, kaymakamlık oda-
sını kurşunlatırlar. İzinsiz olarak suyu tarlalara bırakmaya başlarlar. Kaymakam
Eleştirmenler, köy romancılığı bentlerin başına jandarma diker. Okçuoğlu, jandarmanın görmezden gelmesi için
içinde Yaşar Kemal’e ayrı rüşvet çarkını işletmişse de yeni jandarmalar gelmiştir. Okçuoğlu, yeni bir çare
bir önem vermişlerdir.
Romanlarındaki zengin ve olarak köylülere çok yüksek paralar ödeyerek köyü terk etmelerini ister. Birçoğu
masalsı Türkçe, gelenek ve boyun büker ve köyü terk eder. Ancak birkaç kişi direnir. Kaymakamın başka yere
görenekler, halk kahramanlığı
ve diğer folklorik ögelerin gönderilmesi için bir heyet Ankara’ya gitmiş ve işin olacağı haberini getirmiştir.
yeni bir dille aktarılması Nihayet kaymakamın Kars Kağızman’a tayini çıkar. Ağaların çocukları ayartma-
bu “önemin” bağlı olduğu
özelliklerdir. sıyla bütün çocuklar, kaymakam köyden çıkarken teneke çalarlar.
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 35

Uluslararası ününü, dönemin sosyalist edebiyat yayılmasına, yazarın politik


manevralarına bağlayanlar olsa bile, saydığımız romancı özelliklerinin bunda et-
kili olduğunu düşünen de çoktur. Teneke de kaymakam ve ağalar, ilçede yaşasa
da işlenen, Sazlıdere köylüsünün problemidir. Ekonomik temelli olan çatışmanın
genel olarak iki tarafı vardır: Birinci tarafta ağalar ve onlardan beslenen köylü-
ler, memurlar ve siyasetçiler vardır. İkinci tarafta, emeklerini ve mallarını ağala-
ra terk etmek istemeyen köylüler ve onların haklı olduğunu düşünen kaymakam
vardır. Fakat iki taraftaki sosyal figürler, çatışmanın devam etmesi için aynı di-
renci veya sebepleri göstermezler. Örneğin; köylülerin çoğu, önce direnseler de
ağaların parası ve sosyal gücü karşısında köylerini terk ederler; yani üretimlerine
ve geleceklerine sahip çıkmazlar. Köy romanında köye gelen aydın tipinin tem-
silcisi kaymakam, toyluğu atlattıktan sonra ağalar tarafından köylüler tarafına,
yani feodaliteden, emek tarafına geçer. Resul Efendi, dengeyi sağlayan az sayıdaki
tiplerdendir. Gerçekte, üzerindeki baskılar olmasa, daha hak sever daha dürüst
olacağı kesindir. Ağaların gücü nereden gelmektedir: Bir kere onlar, kırsalın ileri
gelenleri yani soylularıdırlar. Büyük toprak sahibi oldukları için paraları vardır.
Sonra siyasi iradeyle yakınlıkları, çıkar ilişkileri vardır. Bu imtiyaz ve imkânların
verdiği güçle, doğal paylaşımı ortadan kaldırırlar; kanunları, siyasal yapıyı, moral
değerleri, çıkarları doğrultusunda biçimlendirirler. Daha doğrusu bu doğrultuda
biçimlenen değerleri atalarından devralır ve bu yapının değişmesini istemezler.
Bu yapı, kendi emeğiyle geçinen insanların direncini kırdığı gibi (köylülerin çoğu
köylerini terk ederler); onların, bir ara bölgede (iş birlikçi) yeni imkânlar bulma-
sına da izin verir (Ağaların yanında yer alan yoksul köylüler, jandarmalar, me-
murlar gibi). Bu yapının insani ve doğal olmadığını düşünen ve buna direnen ki-
şiler, güçlerini, emeğine ve kendilerini besleyen toprağa sahip çıkma bilincinden
ve kanunlardan alırlar. Yaşar Kemal, yapıyı böyle ortaya koyarken elbette tarihsel
maddecilik felsefesine ve sosyalist ekonomik ilkelerine bağlıdır. Ama gücünü köy-
lünün haklılığından ve kanunlardan alan kaymakamı, teorik bir idealist hâlinde
ortaya koymaz. Hatta direncin doğallığını artırmak için, direnen köylüleri de öne
çıkarır. Peki sonunda romanda kim kazanmıştır? Köylülerin çoğunu köyden çıka-
ran, kaymakamı sürdüren ağalar mı? Köyünden çıkmayan köylüler ve tayini çıksa
bile ağaların çıkarlarına hizmet etmeyen kaymakam mı? Galiba, yazar için daha
önemli olan, çatışmayı ortaya koymaktır. Çatışmanın ortaya konuluş biçimi oku-
ru, haklarına sahip çıkan köylünün ve kendi çıkarı için halkını feodalite çarkına
ezdirmek istemeyen kaymakamın yanına çeker. Sınıfsal bilincin köydeki düzenin
değişmesiyle ilerleyeceğini düşünen sosyal gerçekçi yazarın hedefi de budur.

Fakir Baykurt: Yılanların Öcü


Köy Enstitüsü mezunu Fakir Baykurt da köy romancıları içinde en çok okunan, Fakir Baykurt, köy romancıları
içinde en çok okunan, en
en bilinen yazarların başında gelir. Bunun, romancı özelliklerinden gelen sebepleri bilinen yazarların başında
olduğu gibi, siyasal hayatına, romanlarının sinemaya aktarılmasına bağlı sebeple- gelir.
ri de vardır. “Çalışan kırk bin Türk köyünün acısını, çilesini, sesimizin yettiğince
duyurmaya çalışalım. Bu bizim için hem haktır, hem görevdir.” (Baydar, 1960: 43)
diyen Fakir Baykurt, bu hak ve görevin gerçek gözlemlerle yerine getirilebileceğini
düşünür. Daha sonra sadece gözlemci gerçekliğin yeterli olmayacağını düşünerek
“sanatta çabam, köylü yaşayışını, halkçı ve devrimci açıdan yazmayı sürdürmek-
tir (...) edebiyat, insanlarımızı hayata karşı, devrimci tavır ve davranışlı yapmada
önemli bilinçlendirme aracıdır.” (Baykurt, 1981) der. Bu “devrimci bilinçlendirme”
için niçin köy seçilir? Fakir Baykurt, önemli olanın köy, şehir olmadığını, herkesin
36 Çağdaş Türk Romanı

iyi bildiği yerdeki bozuk düzeni anlatması gerektiğini söylese de bu pek de doyu-
rucu bir cevap değildir. Belki şu düşünülebilir: Bu yazarlar sözünü ettikleri “bi-
linçlenmeyi” köy enstitülerinde öğrendiler; mezun olduktan sonra da çalıştıkları
yerler köylerdi; doğal olarak, bilincin aktarılacağı yerler köylerdi. Alemdar Yalçın,
bu sebeplerin yanına, köy romanının geliştiği yıllardaki uluslar arası etkileri de koy-
makta ve bilinçlenmenin (devrimin) köyden geçerek geleceği inancının, bu etkilere
bağlı olduğunu işaret etmektedir (Yalçın, 2003:150). Başka bir soru da sorulmalı:
Bu romanlar köylüyü nasıl bilinçlendirecek? Herhâlde köylünün kitap okuduğunu
hele de roman okuduğunu söylemek mümkün değildir. Beklenebilecek en inanılır
etkilenme, köye gelen aydından köylünün etkilenmesi olacaktır. Öyleyse bu roman-
lar, köylüye değil, köylünün nasıl bilinçleneceğini okuyacak olanlara yazılmıştır.
Fakir Baykurt’un, 1958’de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen Yılanların
Öcü adlı romanı 1959’da yayımlanır.Yazar daha sonra bu romanının problemini
Irazcanın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı ile devam ettirir. Roman yayımlandığı
yıllarda olumlu eleştirilerin yanı sıra olumsuz eleştiriler de alır. Olumlu eleştiriler,
romanın köy gerçekliklerini anlatmasıyla; olumsuz eleştiriler, köylüye bakışıyla
ve eserin müstehcenliği ile ilgilidir. Fakir Baykurt’un romanlarındaki cinsellik
anlatımı, daha sonraları da eleştiri konusu edilmiş; örneğin Tırpan adlı romanı
bu boyutuyla tartışılmıştır. Yılanların Öcü’nün hikâyesi, Burdur’un seksen evlik
Karataş köyünde geçer. Vali, şehre bir heykel yaptırmak için köylere salma sa-
lar. Karataş köyünün muhtarı, bu parayı temin etmek için, Kara Bayram’ın evinin
önünü, ihtiyar heyeti üyesi Haceli’ye satar. Bayram’ın annesi Irazca Ana, bu işe
karşıdır ve bunu muhtarın ve yandaşlarının bir zulmü olarak algılar. Muhtar ve
köy heyeti bu arazinin köy malı olduğunu söylerler. Hatta köyün imamı Beytul-
lah Hoca’da muhtara ve ileri gelenlere karşı gelmenin çıkarlarına zarar vereceğini
düşünerek, arazinin Bayram’a ait olmadığını söyler. Böylece Irazca Ana ve Bay-
ram, köyün güçlerine karşı direnmeye başlarlar. Ana oğul, Haceli’nin yapmaya
başladıkları kerpiçleri parçalarlar; Muhtar tuzağa düşürerek Bayram’ı dövdürür;
Haceli, Kara Bayram evde yokken, karısı Haççe’yi döver ve çocuğunun düşmesi-
ne sebep olur. Muhtar, işin devlete kadar uzanacağını düşünerek hemşire getirip
olayı ört bas etmeye kalkar. Köyü ziyarete gelen kaymakama verilecek ziyafet için,
Kara Bayram’ın kuzusu el altından kesilir. Irazca Ana, kaymakam köye girmeden
yolda karşılar ve olanları anlatır. Kaymakam, dürüst, haksever bir insandır. İşin
mahkemelik olmasını istemeyen Muhtar, Haceli ile Bayram’ın barışmasını ister.
Bayram, çaresizdir. Zaten topraklandırma zamanında köyün ağası, arazisini bir
yığın parayla köye satmış, parasını bankadan almış; köylüleri bankaya borçlandır-
mıştır. Kara Bayram’a düşürülen tarla çoraktır. Küçücük bir parçası ekilebilmekte-
dir. Dolayısıyla barışmaya meyillidir. Fakat Irazca Ana, buna asla müsaade etmez.
Kocasının yıllar önce öldürdüğü bir yılandan dolayı, yılanlar nasıl hâlâ Bayram-
lardan öç alma peşindeyse Bayram da dövülmesinin, düşürülen bebeğinin öcünü
almalıdır. Irazca Ana, “bunca hakarete, bunca zulme, bunca zillete nasıl dayanı-
yorsunuz hey Bayram” diyerek, direnmenin gereğini ortaya koyar.
Yılanların Öcü’nde çatışma unsurlarını oluşturan yapı, biraz önce değindiğimiz
Yaşar Kemal’in Teneke’sindeki yapıyla hemen hemen aynıdır. Muhtar ve çevresin-
dekiler, her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda düzenlerler; bu düzene karşı duran-
ları, her türlü yolu mübah sayarak ezerler. Buna karşılık, yoksulluğun, kimsesizliğin
çarklarından geçmiş, oğluna hem ana hem baba olmuş Irazca Ana ve oğlu Bayram,
zulme ve zillete karşı dururlar. Muhtar’ın yanında, çıkarlarını muhtarın, yani gü-
cün ve paranın yanında bulanlar ve köyün imamı vardır. Bayramların yanında ise
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 37

gücünü kanundan ve devletten alan kaymakam vardır. Kişilerin kendi yöresel ağız-
larıyla konuşmaları, köydeki kavgaların sebeplerinin gösterilmesi, köylünün inanç
ve korkularının vakaya katılması gibi özellikler, romanın gerçeklik dünyası olarak
değerlendirilebilir. Fakat, niçin Bayram’a sahip çıkacak bir köylü yoktur? Köyleri-
mizdeki sosyal yapı tamamen güçlü olana hizmet eden bir yapı mıdır? Veya köy-
lerde muhtar, ağa, imam, niçin hep ezen taraftır? Bu soruların sosyolojik temellere
dayanan cevapları, Yılanların Öcü veya benzeri romanlarda yoktur.

Kemal Tahir: Köyün Kanburu


Kemal Tahir, köyü ve köylüyü, sosyal ve siyasal yapının tümüyle ilişkilendirir ve Kemal Tahir’in köy
böylece Anadolu insanının ortak ve bütünlüklü yapısını ortaya çıkarmak ister. romanında görünüşü, biraz
da bu tarihsel ve sosyolojik
Alemdar Yalçın, Kemal Tahir’in, Osmanlı toprak sisteminin, Batı’daki serflik ve temellendirmeleri ile dikkat
derebeylik sistemine benzemediğini, köy romanlarını yazdığı sırada keşfettiği- çeker.
ni söyler (Yalçın, 2003: 174). Bunu doğru bir tespit olarak kabul edersek Kemal
Tahir’in sözünü ettiğimiz ilişkilendirmede başarılı sonuçlara vardığı sonucu orta-
ya çıkar. Romancının vardığı sonuç, kültür geleneğinin, ekonomik geleneğin, her
millette kendine göre bir değişim yolu izlediğidir.
Kemal Tahir’in Köyün Kamburu adlı romanı da Yılanların Öcü gibi 1959’da
yayımlanır. Bu roman da Fakir Baykurt’un romanı gibi üçlü serinin bir parçasıdır.
Daha 1960’lara gelmeden, köy gerçekliğine farklı yaklaşımların oluşmaya başla-
dığı görülür Köyün Kamburu’nda. Romanın hikâyesi, yakalandığı hastalıktan do-
layı tuhaf davranışlarda bulunan, olur olmaz kızıp köpüren Parpar Ahmet’in oğlu
Çalık Kerim’in etrafında geçer. Parpar Ahmet, hastalığı geçsin diye çirkin ve to-
pal bir kızla evlendirilir. Fakat hastalığı geçeceğine artar; olur olmaz zamanlarda
karısını dövmeye başlar. İçine giren cinlerin çıkması için, Uzun İmam’ın fikriyle
direğe bağlanıp dövülen adamcağız ölür. Kadıncağız kocasından yediği dayak-
tan olacak, çocuğunu erken doğurur. Doğan çocuk, hem sakat hem çirkindir. Bu
yüzden Çalık Kerim diye anılır. Çalık Kerim, sakat ve çirkindir ama parlak bir
zekâya sahiptir. Çiftlik sahibi Ömer Efendi, çocuğu yanına kuyrukçu olarak alır.
Çiftliğe gelen dindar kılıklı Abuzer Efendi, aslında ahlaksız bir adamdır ve Ömer
Efendi ölünce, oğlu Kenan’ı düzenbazlığıyla kullanıp çiftliğe sahip olmak ister.
Bu namus düşkünü adam, bu işi başardığı gibi, sürülerini ve içine farklı madde-
ler karıştırdığı gıdaları, Osmanlı ordusuna satarak, orduyu soymaktadır. İkinci
Meşrutiyet’ten sonra da düzeni bozulmaz çünkü İttihat ve Terakki ile de sağlam
ilişkiler kurmuştur. Çalık Kerim, çiftlikte kalamaz ve köye döner; gördüklerini
anlatır. Köyde İmam’ın okumaya gelen öğrencisi ile ilişkisini de görüp anlatınca,
İmam onu, Çorum’a medrese tahsili için gönderir. Çalık Kerim tahsili bitirir ve
köye döner. Köydeki gençler birinci Dünya Savaşı cephelerine dağılmıştır. Çalık,
askere kabul edilmediği için, köyde düzenini kurmaya başlar. Bir süre sonra ima-
mı, hatta bütün köylüyü yanına çeker. Abuzer’den gördüğü dalavereleri çevirerek,
savaş yıllarında karaborsacılık yaparak zengin olur. İstediği kızla evlenmek için ,
kendisine tedaviye gelen kızın yavuklusunu zehirler ve kızla evlenir.
Görüldüğü gibi Köyün Kamburu’nda köy romanı şablonu kırılır; ağalar ve
köylüler şeklindeki çatışma, yerini daha karmaşık çatışmalara bırakır. Ekonomik
yapıdan eşkıyalığa, cinsel saplantılardan, siyasete kadar, toplumun yaşama biçi-
mini oluşturan her tabana uzanır. Sosyal ve siyasal gelişmelerin etkisinde gelişen
köylü tutumunda genetik ve natüralist etkiler aranması, köy romanı için yeni bir
bakıştır. Köydeki ahlaksız, zorba, düzenbaz yapıyı, çöken imparatorluğun oluştur-
duğu kaos ve güvensizlik ortamıyla ilişkilendirmek, Çalık Kerim’in, karaborsaya
38 Çağdaş Türk Romanı

girmesinde, köyü, düzenbazlığıyla yanına almasında, eşkıya ile baş edecek kadar,
hile ve desise ustası olmasında, hem çirkinliğinden ve hem de çiftlikte aynı karak-
terdeki Abuzer Efendi’yi izlemiş olmasından gelen etkiler vardır. Yazar, böylesi
bir tutumla birbirini etkileyen bütün olgular arasında bir Anadolu kimliği bul-
ma peşindedir. Anadolu’daki bu olumsuz yapı, tarihin derinliklerinden gelmemiş,
çöken bir devletin her türlü otoritesinin kaybından beslenmiştir. Kemal Tahir’in
köylüyü, cinsel sapkınlıklar, hileler ve çeşitli ahlaksızlıklar içinde göstermesi, bir-
çok haklı eleştiri almıştır. Fakat Kemal Tahir, Anadolu idealizminden de romantik
Marksist tutumdan da ötede bütüncül bir bakış getirdiği iddiasındadır. Ona göre,
iyiyi kötüyü kesin çizgilerle ayırmak; köylüyü övmek veya köydeki varsayılan feo-
dal yapının karşısına, emeğine sahip çıkan bir cesur adam çıkarmak veya bilinçli
bir sosyalisti köye göndermek, Anadolu gerçeğini bulmada uygun yollar değildir.

Kemal Tahir’in Köyün Kamburu romanı hangi yönleriyle köy romanı şablonunun
3 dışına çıkmıştır?

TOPLUMCU GERÇEKÇİ İŞÇİ ROMANI

İşçi Romanının Doğuşu


Osmanlı toplum yapısı, sınıflı bir yapı değildir. Marksist iktisat teorilerinde izlenen
diyalektiğe göre de Osmanlı toplum yapısında sınıfların olması mümkün değildir.
Sanayileşme olmadan, kapitalist üretim ilişkileri şekillenmeden işçi sınıfının olu-
şamayacağı genel bir kabuldür. Böyle de olsa Islahat hareketlerinden sonra bazı işçi
cemiyetleri kurulmuştur: “Bilinen ve belgelenmiş ilk işçi örgütü Ameleperver Ce-
miyetidir. İlk işçi hareketi de 1872 yılında patlak vermiştir. 1895 yılında Osmanlı
Amele Cemiyeti kurulmuştur. Gizli ve yıkıcı çalışmalar yaptıkları gerekçesiyle bu
kuruluşun 1896’da kapatılmasından sonraki ilk önemli işçi hareketi, Reji İdaresi-
ne karşı tütün işçilerinin 1906 grevidir.” (Naci, 1990: 327). Osmanlı’nın son yılla-
rında oluşan bütün bu işçi hareketlerinin temelinde “işçi hakları” olduğu açıkça
görülmektedir. Ancak bu “hak arama” istekleri, Marksist anlamda bir sınıfsallaş-
mayı içermezler. Avrupa’daki sanayileşme süreci içinde gelişen sınıf hareketleri-
nin, Türkiye’ye “ücretlerin iyileştirilmesi yolundaki istekler” biçimindeki yansıma-
larıdırlar. Cumhuriyeti izleyen yıllarda, işçi hareketlerinin sosyalistler tarafından
yönlendirildiği görülmektedir. 1936’da çıkarılan “İş Kanunu”nu anlatırken Recep
Peker’in söyledikleri, bunu ifade eder: “Yeni İş Kanunu, sınıfçılık şuurunun doğ-
masına imkân veren hata yollarını ortadan silip süpürecektir”. Yine 1933 yılında
Türk Ceza Kanunu’nun 201. maddesine getirilen bir değişiklikle işçileri işi bırak-
maya zorlayanlara ağır cezalar konmuş ve 1938’de de sınıflara dayanan kuruluşlar,
dolayısıyla sendikalar yasaklanmıştır (Naci, 1990: 328). Türkiye’de henüz işçi sı-
nıfının olmadığını, mevcut çalışmaların işçi gelişimini planlamak, hızlandırmak
şeklinde algılanması gerektiğini vurgulayan Niyazi Berkes, bu anlayışın bile savaş
sonrası hükümetlere büyük bir telaş verdiğini söyler (Berkes, 1975: 133).
Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Reşat Enis gibi romancıların romanlarında işçi so-
runları görülse bile, Türk romanında, yeni gelişen sanayileşmeyi, ağalık ve patron-
luk arası bir tutumu olan fabrika sahiplerini ve bu fabrikalarda, köylülükten şehir
işçiliğine doğru kaymaya çalışan işçileri, geniş anlamıyla anlatan romancı Orhan
Kemal’dir. Orhan Kemal’in bütün hikâye ve romanlarında işçiler vardır. Yazarın
gerçek hayatında da işçiler-yoksullar dışında sürekli bir çevresi pek yoktur. Amele-
likten, hamallığa oradan kâtipliğe kadar her işte çalışan Orhan Kemal’in Adana’da
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 39

iken oturup eğleştiği kahveler işçilerin kahveleridir. Bu kahvelerde işçi ustası


dostlarından alıp okuduğu kitaplar içinde, Rusya’daki yoksulları ve işçileri anla-
tan Maksim Gorki’nin kitaplarının önemli bir yeri vardır. Orhan Kemal’in kendi
hayatına ve kendi çevresine benzeyen roman dünyasına girmesi böylece başlamış
olur. Ama asıl “bilinçlenme” Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le tanışmasıyla baş-
lar. Bu süreç, yazarı, bilinçli olarak toplumsal gerçekliği anlamaya, ona tanık olup
yansıtmaya götürür. Artık o, sosyal yapı içerisinde hep yoksulları, ekmek kavgasını,
düzenbazlığı, yozlaşmayı, cinselliği görür ve anlatır. Çünkü, sosyal sınıflar arasın-
daki zıtlığın anlaşılması “kökü mutlaka sınıf gerçeğine dayanan, insana dayanan
yeni yollar aranıp bulunduğu oranda” (Orhan Kemal, 1969) gerçekleşecektir.

İşçi Romanları Üzerine

Orhan Kemal: Bereketli Topraklar Üzerinde


Orhan Kemal’in 1954’te yayımlanan Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında
birinci derecedeki kişilerin üçü de işçidir. İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse
Hasan, her yıl Çukurova’ya ekmek parası için akın eden binlerce Anadolu insa-
nından üçüdür. Fakat bu üç arkadaş, fabrika görmemiş köylü ırgatlardır. Köydeki
otuz kuruşluk yevmiyeler geçinmelerine yetmeyince gurbet elde çalışmaya mec-
bur kalırlar. Yusuf, Ali ve Hasan’ın ekmek mücadelesinde ortak bir bilinç görül-
mez. Onlar, kendi sınıflarının farkında olmadıkları gibi, kendi aralarında birlik
olmayı bile bilmezler. Özellikle Yusuf çıkarcı ve dost bilmez bir karakter sergiler.
Köse Hasan hastalanıp, yatağa mahkûm olunca, Ali’ye “Hepimizinki de bir ekmek
derdi meselâ. Sen çalışacaksın, ben çalışacağım, o yatacak, olmaz” demesi, bozuk
düzenden sadece kendini kurtarmak istediğini gösterir. O, Hasan’ın fabrika şart-
larına dayanamayıp zatürreye yakalandığını kavrayamaz. Uysal, hatta iş birlikçi
tavrıyla bozuk sosyal düzene uyum sağlamaya çaba sarfeder. Yusuf ’un kendi sı-
nıfının çıkarlarını dile getirmesi, kendi gerçeğine de ters düşer zaten. Ekmek pe-
şinde şehrin fabrikasına, inşaatına, tarlasına giden üç arkadaştan sadece Yusuf ’un
başarılı olması ilginçtir. İnsanı ezen toplumsal bir zıtlık içinde en tepkisiz kişiyi
başarılı göstermek acaba yazarın bilinçli bir tercihi midir? Eğer öyleyse yazar, kav-
gasız, uzlaşmacı (aslında boyun eğici), çıkarları için ikiyüzlü davranan birini niçin
öne çıkarsın? Düşüncemiz odur ki, Yusuf ’un bireysel mücadelesinde duvarcı us-
talığına kadar varması yazarı etkilemiştir. Yusuf gibi birinin ekmek kavgasından
salimen çıkmasında şu mesaj da verilmiştir: Böyle bir ekonomik ve sosyal düzen-
den ancak iki yüzlü, çıkarcı ve iş birlikçi insanlar başarılı olabilirler.
Pehlivan Ali, Yusuf gibi herkese uyum sağlayan biri değilmiş gibi görünse de
aslında o da sürüklendiği olaylarda bireysel bir irade göstermez. İri yarı gövde-
sinin altında duygusal ve zayıftır. Özellikle Fatma’yı alıp çiftliğe gittikten sonra
yozlaşmış düzenin iş birlikçisi olan Kâtip’in Irgatbaşı’nın çevirdiği dolapları gör-
mez; sezse de müdahale edemez. İnşaatta iken kaçırıp getirdiği Fatma’yı onlar elde
ettikçe, o da Abdal kızıyla ilişkiye girer. İbrahim Tatarlı ve Rıza Mollof, Bereket-
li Topraklar Üzerinde’yi Marksist açıdan incelerken Ali’nin “her haksızlığa karşı
yumruk sıkan biri” olduğunu söylerler (Tatarlı ve Mollof, 1969: 115). Ama bu
tanımlama Ali’ye “bol” gelir. Çünkü vaka boyunca Ali’nin haksızlıklarla mücadele
ettiği görülmez. Patoza gönderildiğinde, işinden olmak korkusuyla, haksızlıkla-
ra, baskılara zaman zaman tepki veren Zeynel’in yanında bile yer almaz. Zeynel’i
kendi sınıfını aşağılayan ağa-ırgatbaşı ikilisine kafa tutan biri olarak değil, yiğit,
cesur bir adam olarak algılar. Yazarın, Ali’nin çözülüşünde cinsel zaafları merkeze
40 Çağdaş Türk Romanı

alması ilginçtir. Fabrikada, inşaatta, çiftlikte, patozda işçilik yaptığı hâlde, işçi-
likle ilgili bir problemle çıkmaz karşımıza. Genel manada Marksist estetik için-
de görülen Orhan Kemal için bu bir çelişkidir. Çünkü eğer işçilerin (insanların)
hayatında, “yabancılaşma” oluyorsa Marksist iktisat teorisine göre bu, üretenin
üretimden ayrılmasıyla başlar. İşçinin sefil durumunu açıklamak için Marx “ya-
bancılaşmış” çalışma teorisini ileri sürer. Kapitalist düzende çalışma, klasiklerin
düşündüğü gibi nötr (yansız) değil, “yabancılaşmış”tır. Çünkü ürün, üreticiden
ayrılmıştır, ona ait değildir. Öyleyse yabancılaşma sadece filozofik değil, ekono-
mik planda da söz konusudur (İbarrola, 1969: 84).
Zeynel, romandaki bireysel yapıyı az da olsa zorlayan kişidir. İçinden taş çı-
kan pilavı döküp, ağaya, ırgatbaşına sövüp sayması, haksızlığa karşı bir isyandır.
Küfürlerine “günah” diyen ihtiyara “günde yirmi saat çalış, sonra da dişinden ol
(...) ekmeğin hasını, yemeğin etlisini yerler” şeklindeki cevabı “biz-onlar” ikiliğini
ortaya koyar. Çalışıp üreten “biz”dir, yiyip tüketen “onlar”dır. Edebiyatın söylemi
ile ideolojinin söyleminin farklı olduğunu ve yazarın buna dikkat gösterdiğini dü-
şünebiliriz. Asım Bezirci, “Zeynel’in kavgası bireysel”dir (Bezirci, 1984: 142) der.
Evet, öyle görünmektedir ama bize göre, romanda sınıfsal tepkinin en net hâli
Zeynel’in davranışlarından yansımaktadır. Orhan Kemal, romanlarındaki tecrü-
beli ve vasıflı işçileri daha bilgili, daha onurlu gösterir. Patoz ustaları da böyledir-
ler. Hem Irgatbaşı’nın kışkırtmaları sonucunda işinden kovulan patoz ustası, hem
de onun yerine gelen usta, “işçi sınıfı”nın varlığını hatırlatan ifadeler kullanırlar.
Patoz ustası, işçilerle değil, Irgatbaşı’yla yer içer. Hiçbir zaman Irgatbaşı’nın işçiler
aleyhine konuşmalarını desteklemez ama işçilerle beraber de hareket etmez. Elbet-
te onun işçileri egemen güç (ağa, ırgatbaşı, onların yardımcıları) karşısında haklı
bulması önemlidir. Hele Irgatbaşı’na “Emekçiyim ben, köle değil.” demesi, top-
lumsal yapıdaki temel zıtlığı kavradığını gösterir. Bereketli Topraklar Üzerinde’de
kadın işçiler de vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün: Fabrikada çalışan-
lar, tarlada çalışanlar; işçi erkeklerin yanlarında varlığını sürdüren ancak işçi olup
olmadıkları belli olmayanlar. Aksiyonda yer alsın almasın, romanda geçen bütün
kadınlar, gayrimeşru ilişki içine girerler. Neden böyle? Tahir Alangu’nun bu ko-
nuda vardığı hüküm, analize muhtaçtır: “Orhan Kemal’in hikâyelerinde ise güçlü,
çalışkan, evine, erkeğine bağlı, ailenin temelidirler. Erkeklerini felaket günlerinde
yalnız bırakmaz, ekmeklerini kazanmakta ona yardımcı olurlar. Bunların en güzel
örneği Cemile’deki kadın tipidir (Alangu, 1965: 381). Alangu bunları yayımladı-
ğında Orhan Kemal romanlarının yarısından fazlası yayımlanmıştı. Alangu’nun
bu romanları hesaba katmaması şaşırtıcı. Kadınların roman ve hikâyelerdeki ko-
numu hakkında bir genellemeye gidiyor eleştirmen. Halbuki bu romanda olduğu
gibi birçok romanda geçen kadınlar, Alangu’nun belirlediği özellikleri taşımazlar.
Örnek gösterilen Cemile, Orhan Kemal’in otobiyografik karakterli bir romanıdır.
Cemile’nin Nuriye Öğütçü Hanım olduğu bilinmektedir ve söz konusu özelliklere
sahip olduğu da doğrudur.

Orhan Kemal: Gurbet Kuşları


Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları adlı romanı 1962’de yayımlanır. Bu romandaki İflah-
sızın Memet, Bereketli Topraklar Üzerinde’deki şehirliyle iki yüzlü bir uyum sağla-
yarak başarılı olan, duvarcı ustası olarak köyüne dönen İflahsızın Yusuf ’un oğludur.
Bir kuşluk vakti İflahsızın Memet, vagon vagon, kamyon kamyon İstanbul’a akan
köylülerden biri olarak Kurtalan’dan yükünü alıp gelen bir trenle Haydarpaşa’ya dü-
şer. İstanbullu, bu yorganlı, şalvarlı, hak huk tüküren yabanilerden bıkıp usanmıştır.
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 41

Memet, adresini alıp geldiği Gafur Emmisinden yardım göremeyince, Hamal Veli
sayesinde, yığınla Anadolulu ırgatın barındığı bir handa kalır. İstanbul’a gelenleri
çarpan, sömüren sadece iş çevreleri değildir. Birbirleriyle sosyal ekonomik seviyeyi
paylaşan, aynı amaçlarla İstanbul’da bulunanlar da birbirlerini sömürürler. İflahsı-
zın Memet, kaldığı handa bu tür dalaverelere şahit olduğu gibi, yurtlarından, yuva-
larından kopan insanların nasıl cinsel sapmalara düştüklerini de görür. Bir müddet
babası Yusuf gibi, kendini kuşatan çıkarcı ilişkilerle, ekonomik sömürülerle, sosyo
kültürel aşağılamalarla uyum sağlamaya çalışır. Fakat kendi iç dünyasındaki umu-
du, direnci kaybetmez. Çalıştığı işten kaytarmaz, ama bu arada ırgatlığın geçiciliği-
ni, yetmezliğini fark eder ve duvarcı ustalığını düşünür ve öğrenir.
Diğer ırgatlar sadece karınlarını doyurmaya yarayan bir çalışma dünyasında
umutlarını kaybedip kumar, cinsel sapma, dedikodu yoluyla yozlaşırken; Memet,
bir taraftan emeğinin değerini anlar; bir taraftan da köyünden aldığı dinsel ve ge-
leneksel hazır kalıp bilgileri sorgulamaya başlar. Mesela artık dini, köyündeki ima-
mın anlattığı gibi algılamaz. Allah bazı insanları efendi, bazı insanları kul olarak
yaratmamıştır. Memet’in Kadıköy civarındaki bir inşaatta duvarcılığı öğrenmeye
başlamasından sonraki hayatında hep dikey bir gelişme görülür. İnşaata komşu olan
köşkün hizmetçisi Ayşe ile tanışır. Ayşe, yoksul bir aileden gelen karakterli bir kız-
dır. Üçkağıtçı, yağcı ve iki yüzlü Gafur’a yüz vermemesi, komşu hizmetçinin paralı
erkeklerle beraber olmasını bir ahlaksızlık olarak görmesi, hep kocasıyla fabrikada
çalışan Hatça ablası gibi bir hayat düşlemesi, onun hangi sosyal sınıfa ait olduğunun
bilincinde olduğunu gösterir. Memet’le Ayşe, sınıf atlama tutkuları içinde insani öz-
lerini yabancılaştıran bir uzlaşma sürecine girmezler. Bu sırada Menderes iktidarı
yeni bir politik organizasyona gitmekte, Vatan Cephesi adıyla mahallelere kadar va-
ran bir dernekleşmeye gitmektedir. Memet’le Ayşe’nin patronu Hüseyin Korkmaz,
parti büyüklerinin güvenini kazanmak için çevresindekileri bu cepheye kaydetmek
ister. Memet ve karısı Ayşe buna yanaşmazlar. İflahsızın Yusuf, kapılanacağı iyi bir
efendi bulduğu için Memet’i Hüseyin Korkmaz’a kötüler. Böylece Memet’in yerine
komisyoncu dükkânında çalışmaya başlar. Memet ve karısı, bu iki yüzlü, çıkar iliş-
kilerine dayalı ahlâksız ilişkiler ağı içinde kendilerine yer olmadığını anlarlar. Bu
düzenle uyuşmak yerine Ayşe’nin Hatça Ablam dediği işçi karı kocanın Zeytinbur-
nu’ndaki gecekondularına yerleşirler. Zaten Memet’in Vatan Cephesi’ne girmeme-
sinde bu çiftin tesiri de vardır. Gecekondu, Hatça ve kocasının hayatı çevresinde
mutlu, onurlu ve güvenli bir mekân olarak ortaya çıkar. Bu yüzden Ayşe ve Memet,
taksitle bir arsa alırlar. Gündüzleri fabrikaya giden karı koca, geceleri gecekondu-
larını yapmaya başlarlar. Memet, bu aşamada Anadolu’dan gelen yoksul insanların
ve onları yöneten siyasi organların başka bir yüzünü görür. İnsanlar yarı aç yarı
susuz, çamur içinde ördükleri duvarların yıkılmaması için yeşil elbiseli görevlilere
para vermektedirler. Memet ile Ayşe de verirler ve bu verdiklerinin “rüşvet” olduğu-
nu gecekonduda “komünist” diye bilinen öğretmenden öğrenirler. Gecekondudaki
halkın çoğu öğretmenin asiliğinden, devlet görevlilerine karşı çıkmasından rahat-
sızdırlar. Memet ve karısı ise öğretmenin dürüst, akıllı ve insanî yönünü görürler.
Vakanın İflahsızın Memet’in kendi sınıfını bulmasıyla sona ermesi, elbette ideolojik
bir hedeftir. Dönemin sosyopolitik yapısını yansıtan, gecekondulaşma sürecini gös-
teren, köylülükten ve iş birlikçilikten işçi olmaya uzanan çizgisiyle Gurbet Kuşları,
çok farklı bir yere oturur. Gurbet Kuşları’ndaki İflahsızın Memet’i olumlu bir tip
oluşunu bilerek tasarladığını söyleyen Orhan Kemal, aslında romandaki olumlu ki-
şinin yazarın kendisi olduğu, yani dünya görüşü olduğu görüşündedir. Böyle olunca
İflahsızın Memet, yazarın dünya görüşünün, gelecek anlayışının bir temsilcisidir.
42 Çağdaş Türk Romanı

TOPLUMCU GERÇEKÇİ AYDIN ROMANI

Toplumcu Gerçekçilik ve Birey Olarak Aydın


Sosyal aydınlatma isteklerinin baskın olduğu roman tarihimiz düşünüldüğünde, ro-
manlardaki aydınların erken “bunalmaya” başladığı söylenebilir mi? Halit Ziya’nın
Mai ve Siyah’ındaki Ahmet Cemil’i, romanda bunalan ilk kentli aydın sayabilirsek
roman tarihimizde daha çeyrek bir yüzyıl geçmeden görülen bunaltının erken ol-
duğunu söyleyebiliriz. Ahmet Cemil’e, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore’sindeki
Necdet’i, Yaban’daki Ahmet Celal’i ekleyebiliriz. Cumhuriyet’in ilk yıllarından sonra
bunalan aydın yine görünür: Peyami Safa’nın Yalnızız’ındaki Samim, Tanpınar’ın
Huzur’undaki İhsan, huzuru ararken hep huzursuzdurlar. Fakat Tanzimat’tan
1960’lara kadarki romanlarımızın tamamı düşünüldüğünde, bizim roman aydın-
larımızın, erken bunalmanın aksine, varlıklarını toplumun yararına harcamak iste-
yen idealistler olduğu görülür. Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ve Rakım Efendi’sin-
deki Rakım Efendi; Bahtiyarlık’ındaki Şinasi; Mehmet Murat’ın Turfanda mı Turfa
mı’sındaki Mansur; Reşat Nuri’nin Yeşil Gece’sindeki Ali Şahin; Halide Edip’in Yeni
Turan’ındaki Kaya ve Oğuz; Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’sindeki Şinasi ve Ferit;
köy romanlarındaki öğretmenler, kaymakamlar gibi aydınlar, hayatlarını, toplum-
larını aydınlatmaya harcarlar. Başlangıçtan 1960’lara kadar, genel olarak yazarla-
rından (yaratıcılarından) pek de ayrı düşünülemeyen roman aydınları, toplumunu,
kültür, siyasal düşünce ve hatta ekonomik olarak kalkındırmak sevdasındadırlar.
Tanzimat romanının aydınları, bazen yenileşen hayatın zararlarından, Batılılaş-
ma taklitlerinden milletini korumak isterler; bazen Batı ile Doğu arasında yeni bir
senteze ulaşarak örnek olurlar. Cumhuriyet romanının bazı aydınları, genel olarak
Cumhuriyet’in hedef ve ilkeleri çerçevesinde, eski düşünceyle, hurafelerle savaşırlar.
Bu aydınların bir kısmı, milletinde millî bir şuur uyandırmak isterler. Köy roma-
nının aydınları, halkı, kendilerini ezen ve sömüren kişilere ve düzene karşı bilinç-
lendirirler. Anlaşılan o ki, ister iktidar destekli olsun, ister iktidara muhalif olsun,
söyleyeceklerinin toplum için önemli olduğunu düşünen her yazar, romanı, aydın
ile halk arasındaki zihni ilişkiyi sağlayan bir tür olarak görmektedir.
1960’lardan sonraki bazı romanlarda bunalan aydın, artık Tanzimat ve Cum-
huriyet romanlarındaki aydın gibi, kesin inançları olan, iddiası ve önerisi olan
aydın değildir. Bu romanlardaki aydının bunaltısı, yeni bir kimliği arayan, kök-
leriyle bağlar kurmak isteyen Peyami Safa’nın ve Tanpınar’ın aydınlarının bunal-
tısından da farklıdır. Bu aydınların bir kısmı, neyi niçin yaşadığını bilmeyen ve
yaşadıklarını anlamlandıramayan, bir anlamın peşinde de olmayan; bir kısmı, uğ-
runa savaştıkları ideolojik değerlerle birlikte yenilgiye, ihanete, baskıya uğrayan;
maddileşen ve sıradanlaşan ilişkilerle başa çıkamayan; bir kısmı felsefeyle hayat
arasında kalan, inançlarındaki merkez kuvveti kaybeden aydınlardır. Birbirinden
farklı görünseler bile, bu aydınları “modern insanın bunalımı” noktasında birleş-
tirmek mümkündür. Bu bunaltıların zihinsel ve kuramsal arka planında, özellikle
Nietszche, Camus ve Sartre’ı bulmak mümkündür. İkinci Dünya Savaşını, sosya-
list ve kapitalist dünya arasındaki soğuk savaşı, Türkiye özelinde darbelerle gelen
baskı ve hapishaneleri de bunaltıyı besleyen bir siyasal arka plan olarak görmek
gerekir. 1960’lardan 2000’e kadar kentli aydın bunalımlarını yansıtan roman sa-
yısı oldukça fazladır. Birkaç örnek vermek gerekirse: Yusuf Atılgan, Aylak Adam;
Oğuz Atay, Tutunamayanlar; Erdal Öz, Yaralısın; Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yat-
mak; Mehmet Eroğlu, Issızlığın Ortasında; Selim İleri, Bir Akşam Alacası; Sevgi
Soysal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti; Vedat Türkali, Bir Gün Tek Başına.
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 43

Yusuf Atılgan: Aylak Adam


Yusuf Atılgan’ın ilk romanı Aylak Adam 1959’da yayımlanır. Her ne kadar, yetiş-
kin bir aydın olmasa da otuzuna merdiven dayamış, kentli ve paralı olan Aylak
Adam’ın C.’si, bunalma biçimiyle kendisinden sonra bunalan roman kişilerinin ön-
cüsü sayılmalıdır. Çalışmayan, hazırdakini yiyen bir aylaktır C. Hemen her sabah
işi varmış gibi sokaklara çıkan C., bir süre ressam Sadık’ın yanında vakit geçirir;
ressamın öğrencilerinden biri onun portresini yapar; sonra kendini caddelere vu-
rur. Çok sınırlı olan tanıdık çevresi alışmıştır C.’nin bu hâline. İçindeki bunaltı, ona
bir “şey” arattırmaktadır sanki ama ne arandığı belli değildir. Aradığı şey kadın
olmasa gerektir. Çünkü tanıştığı kadınlarla hiçbir zaman sağlıklı bir ilişki kuramaz,
daha doğrusu, bilinmeyen dürtülerle onlardan uzaklaşır. Tanışıp ilişkiyi ilerlettiği
Ayşe’nin evine gidip onu evde bulamayınca içinden sevindiğini hisseder. Caddeler-
den, meyhanelerden, sinemalardan oluşan bir döngü içinde, iç dünyasını dinler; en
çok çocukluğunda takılı kalır. Sanki tanıştığı kadınlarda bir anne bulamadığı için
uzaklaşmaktadır. Ve belki de kadın ve anne, bilinçaltında aynileştiği için, cinsel
dürtülerinin doğallığı da bozulmuştur. Bir gün sokakta bir genç kızın peşine takı-
lır. Günlerce kızı takip eder. Sonunda buluşup tanışırlar ama ilişki ilerleyince yine
biter. C., evlenecek, elinde paketlerle evine gidecek biri değildir. Yazlığa taşınan C.,
orada eski sevgilisi Ayşe ile karşılaşır. İlişkileri yeniden canlanır ama, hep bir eksik-
lik duyar. Sanki olmasını beklediği bir şey vardır ve o bir türlü olmamaktadır. C.,
Ayşe’ye çocukluğundan, sert ve soğuk biri olan babasından, annesinin ölümünden
ve kendisini dizlerine yatırıp büyüten teyzesinden söz eder. Kadın bacaklarına düş-
künlüğü, belki de bilinçaltındaki anne/teyze sıcaklığındandır. Fakat bir gün baba-
sını teyzesinin bacaklarını okşarken görmüştür. Çocuk babasının üzerine atılmış
fakat baba, çocuğu fırlatıp atmıştır. Evlenmekten, baba olmaktan korkmasının ne-
deni bu olabilir. Hayatında bunalımı sona erdirecek, içindeki boşluğu dolduracak
bir şey yoktur çevresinde C’nin. Bir gün sokakta otobüse binen bir kadın görür.
Aradığının o olduğuna inanır. Fakat bulduğu gibi kaybetmiştir.
Fethi Naci, C.’nin, “bütün değerlerini yitirmiş, dayanacak bir şey arayan, he-
nüz yolunu bulamamış aydın gençliğin tipik bir örneği” olduğunu ve romancı-
nın, aylak adamın neden çıkmazdan kutulamayacağını sezmeyi okura bıraktığını
söyler (Naci, 1990 :366). Bir başka yazıda, Aylak Adam C.’nin bireysel eylemin
mantığını us dışında odaklandırdığı, düşünceyi eylemin dinamiği kıldığı ve Yu-
suf Atılgan’nın iletişimsizlik problemini toplumsal kurumlaşma biçiminde de
gözlemlediği belirtilir (Işın, 1982). Aylak Adam C.’nin, bunalan, yerini yönünü
bulamayan bir kişi olduğu, roman üzerinde görüş bildirenlerin ortak oldukları bir
konu. Atılgan’ın bunalımın toplumsal nedenlerini göstermediği ve bu nedenler
üzerinde durmadığı da belirtilir bu eleştirilerde. Bunun sebebi, roman üzerine
söylenen hemen hemen bütün sözlerin ve yapılan eleştirilerin, sosyal gerçekçi bir
bakış açısına bağlı olmasıdır. C.’nin, bunaltı ve çıkmazın kaynağı olarak burjuva
düzeni gösterilmeli, yazar, bunalan kişisinin, bu düzenin çelişki ve tutarsızlıkla-
rından sıyrılabileceğini işaret etmelidir. Oysa Aylak Adam’da bunalan insanın ni-
çin böyle olduğuna dair, yaslanabileceğimiz tek kaynak, bireyseldir. C.’nin davra-
nışlarını belirleyen libido ve bilinç altıdır. Böyle olunca da romana sosyal gerçekçi
bir açıdan değil, psikanalitik bir açıdan yaklaşmak gerekir. Sert ve soğuk baba,
yumuşak ve sıcak anne/teyze figürleri, C.’nin huzursuzluğunun, güvensizliğinin
kaynaklarıdırlar. Bu huzursuzluktan çıkış yolu olarak görülen değer ise “sevgi”dir.
Fakat bu gerçek sevgi asla bulunmaz çünkü C.’nin annesi ölmüştür.
44 Çağdaş Türk Romanı

Oğuz Atay: Tutunamayanlar


Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı 1972’de yayımlar. Yayımlandığı yıllarda çok tartışı-
lan, eleştirilere konu olan bir roman olmasa da yayımlandıktan on yıl kadar sonra,
çok sayıda eleştirmenin dikkatini çeker. Postmodern romanın ilkleri bağlamında
birçok eleştirinin konusu olur. Romanın iç içe geçen kurguları (alışılmamış ve
aslında roman kurgusunun içinde olan ön sözler, yine kurgu içinde bir kurgu olan
yayımcının mektubu), kişilerinin, olaylar içindeki davranışları ve ilişkilerinden
çok, zihinsel devinimleriyle var olmaları ve aydının kendi içindeki hesaplaşması
(Turgut Özben’in eleştirel ve ironik tutumu), eleştirilerin en belirgin konularıdır.
Tutunamayanlar’ın konusunu, “Selim adlı arkadaşının intiharını araştıran mü-
hendis Turgut Özben’in hayatı” olarak not etmek mümkünse de romanın yapısı,
olaylardaki düzensizlik ve karışıklık, sembolik anlatımlar, böyle bir belirlemeyi
çok yüzeysel kılar. Romanın dış kurgusu diyebileceğimiz Sonun Başlangıcı bölü-
mü, bir gazetecinin verdiği bilgileri nakleder. Güya Turgut Özben, yaşadıkların-
dan çıkardığı notları gazeteciye göndermiş ve yayımlanmasını istemiştir. Bu olay-
dan iki yıl sonra gazeteci bu notları bazı isimleri değiştirerek yayına hazırlamıştır.
Yayımlayıcının Açıklaması bölümünde ise, notlarda geçen yer ve şahıs isimleri-
nin gerçekle ilgisi olmadığı belirtilir. Kitabın sonuna eklenen Turgut Özben’in
Mektubu’nda ise, Turgut, romanın asıl hikâyesinin nasıl oluştuğunu, Selim’in
intiharını araştırmaya başlamasını ve arkadaşının günlüğünden oluşan kurguyu
anlatır. Galiba bu bölümdeki asıl maksat, okuru, Turgut, Selim ve Süleyman’ın
yaşadıklarına hazırlamak, ayrıntılara dikkat etmesini sağlamaktır. Romanın iç
kurgusuna gelince: Turgut Özben, arkadaşı Selim Işık’ın intihar ettiğini öğrenir
ve bu intiharın sebeplerini araştırmaya koyulur. Selim’in arkadaşlarıyla görüşür.
Selim’in arkadaşı Metin’in bir kızla ilişkisi vardır. Selim, kızla Metin’in uyuşma-
dıklarını söylemiştir ama sonradan kendisi aynı kızla arkadaş olmuştur. Zeliha
adlı bir kız iki arkadaşın hayatından da çıkıp gitmiştir. Esat, Selim’i liseden beri ta-
nımaktadır. Ona göre Selim’in ilginç bir karakteri vardır; kıvrak bir zekâsı, oyun-
cu yeteneği olan Selim, Oscar Wilde, Maksim Gorki gibi yazarlar okumaktadır.
Selim’in arkadaşlarından biri de Süleyman Kargı’dır. Süleyman, Selim’in altı yüz
mısralık bir şiirini verir Turgut’a. Bu şiir, Selim’in kafa karışıklığını ve bunalımla-
rını yansıtan bir metindir. Şiirde kendisinin, yalnız, sabırsız, amansız, cansız biri
olarak bilindiğini anlatır Selim. Evlenme noktasına geldiği kız arkadaşı Gülseli de
Selim’in her şeyden kuşkulandığını, geleceğe güven duymadığını söyler. İlişkile-
rini doğal bir sonuca ulaştıramayan Selim’in inancı da yoktur; kendisini bağlaya-
cak bütün değerlerden kaçmaktadır. Bir ara içkiye düşmesi de yaşadığı bunalı-
mı hafifletmek içindir. Hiçbir çevrede tutunamayan Selim, Gülseli’ye gönderdiği
mektuptan sonra intihar etmiştir. Selim, hayatının sonlarında “tutunamayanlar”a
ilişkin bir ansiklopedi hazırlamakta ve kendisi için de bir madde ayırmaktadır. Bu
maddede âdeta “tutunamayan” Selim’in arka planı verilmektedir. Bir kasabalıdır
ve babası küçük bir memurdur. Çocuk yaşta büyük şehre göç ederler. Sınıfın arka
sıralarına oturur; yaşıtlarının okumadığı kitapları okur. Dünya savaşı çıktığında
askere gider ve orada Süleyman Kargı ile tanışır. Askerlikten sonra iş bulamaz
veya bulduğu işlerde çalışmaz; kendini terkedilmiş olarak hisseder. Bütün bu
araştırmalar sürecinde Turgut Özben de değişmeler olur. Alışılmış bağlar altında
hayatını sürdürdüğünü düşünen Turgut, giderek Selim’le özdeşleşir ve fark eder
ki kendisi de bir “tutunamayan”dır. Kendini bağlayan toplumsal değerlerden kop-
maya başlar. Romanın sonunda ortadan kaybolur.
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 45

Yazar Oğuz Atay, Selim Işık, Turgut Özben ve Süleyman Kargı’nın iç içe giren
öyküsünde neyi göstermeye çalışmaktadır? Şehirli aydının köksüz ve retorik ha-
yatını mı? Bütünüyle modern şehir hayatının isteklerinin, bağımlılıklarının, dav-
ranışlarının, kısaca düşünme ve yaşama biçiminin boşluğunu mu? İdeolojilerin
getirip bıraktığı karanlık eşikleri mi? Ya da bütün bunlar içerisinde yaşayan bir
aydının eninde sonunda düşeceği bunalım ve kaçışı mı? Galiba Tutunamayanlar’da
bunların hepsi gösterilmeye çalışılmıştır. Romanı kaplayan kara mizah, bunalımın
ağırlığından kaynaklanmaktadır. Selim Işık’ın hazırladığı sosyalist yönetmelik, ne
Lenin’in uygulamalarından ne de kendi yaşadığı pratiklerden çıkar: Dinsel ve ar-
kaik metinlere benzer. Bu yönüyle ideolojik tasarımlar köksüz ve retoriktir. Yazar,
Selim’e bunu hazırlatarak, aydın retoriğini eleştirir ve onunla ince ince alay eder.
Şehirli hayatında, çocukluktan üniversiteye kadarki eğitim, devlet ile halk ilişkile-
rini biçimlendiren bürokrasi, sosyal bağların temeli olan aile ve evlilikler, insanla-
rın amaçları ve istekleri hep çelişkiler ve tutarsızlıklarla doludur. Bu hayatın bilgisi,
aşkı, parası, dostlukları, çelişkileri fark eden insanı huzurlu kılmaya yetmez. Alem-
dar Yalçın, Tutunamayanlar’da asıl verilmek istenenin, Turgut Özben şahsında bir
tutunamayan olmadığını söyler. Ona göre romanda tam tersine, kendisiyle barışık,
eksikliklerini, açmazlarını çok iyi anlamış gerçek bir aydının içtenlikle yaptığı öz
eleştiri; toplumsal, kültürel ve sosyal çelişkilerin ortaya konuluşu vardır (Yalçın,
2003: 493). Romandaki eleştirel tutum dikkatli okunduğunda bu çıkarsamayı pay-
laşmamak mümkün değil. Fakat çelişkilerini, açmazlarını görmüş ve toplumsal ve
kültürel çelişkileri fark etmiş Turgut Özben ve Selim Işık’ın yine de “tutundukları-
nı” ve bunalımdan çıktıklarını gösteren bir işaret yoktur. Selim’in bir kurban oldu-
ğunu düşünsek bile, ortada kaybolan bir Turgut vardır. Turgut Özben’in Olric adlı
kurgusal kişiyle (ikinci ben’i de diyebiliriz) konuşması; içinde yaşadığı dünyadan
uzaklaştığını düşündükçe Olric’e yaklaşması; Turgut’un bir dönüşüm geçirdiğini
gösterir. Olric’le yaptığı simgesel yolculuk, kendi içine doğru yaptığı yolculuktur.
Sanki Olric’le bir şeyi fark etmiştir ve bunu içinde yaşadığı burjuva toplumuyla
paylaşması imkânsızdır. Bu yanıyla düşünüldüğünde intihar eden Selim, burjuva
çıkmazında intihar eden Turgut’un nihilizmi; hayatını sonsuz bir yolculuğa çeviren
Turgut, Turgut’un metafiziğidir. Bu da “toplumsal belirlemeler dışında soyut bir
insan kavramını öne sürmek” (Belge, 1994:191) biçiminde düşünülebilir.

Selim İleri: Bir Akşam Alacası


Selim İleri’nin Bir Akşam Alacası 1981’de yayımlanır. Sanatçı-aydın ilişkileri çer-
çevesinde gelişen romandır. Kendini kabul ettirmiş, ünlenmiş ama bütün bunlarla
tatmin olmamış; hayatından ve sanatından kopmuş bir ressam ile sanatında ara-
yışlar için de olan bir romancının toplumsal ilişkileri, iç yaşantıları ile anlatılır.
Romancı Emre Taran’ın sıkıntılarının kaynağı, kurmaya çalıştığı roman anla-
yışına ve roman diline bir türlü ulaşamamasıdır. Ülkedeki siyasal çatışma ortamı,
eleştirmenlerin yargısız infazları ve yazdıklarını küçümseyişleri, Emre üzerinde
baskı oluşturmakta, onun yaratıcı kimliğini olumsuz etkilemektedir. Soylu bir
aileden gelen, yalnız yaşayan Emre, edebiyat çevrelerinde tartışılan, önemsenen
yerlerde ol(a)mayan, siyasal gerginliğin bir tarafında yer al(a)mayan bir aydındır.
Aslında çevresinde sınırları belirlenmiş bakış açıları izin verse kendi edebiyat an-
layışını ve siyasi görüşünü oluşturup söyleyecektir; ama buna pek imkân yoktur.
Bir bakıma yaşama biçimiyle birlikte olduğu insanlardan, algı ve anlayış olarak
ayrılmaktadır. Fakat içinde yaşaya geldiği ilişkileri değiştirmesi de mümkün gö-
rünmemektedir. Bunaltısının sebebi budur.
46 Çağdaş Türk Romanı

Emre Taran’ın edebiyat, siyaset ve toplumsal hayat içinde durduğu yerle Selim
İleri’nin durduğu yer birbirine çok benzemektedir. Emre Taran’ı bireysel olmakla
suçlayan şair Atilla gibi toplumcuları, büyük ihtimalle Selim İleri de tanır. Sanı-
yorum Emre Taran da “Okurum ve ben öyle yalnızız ki” (İleri, 1986) diyen Selim
İleri’yi iyi tanıyordur; çünkü o da yazarı gibi, özgür bir ortamda her şeyin var ola-
bileceğini ve tartışılabileceğini düşünür. Fakat sanat ve düşünsel çevresi, durmadan
Emre’ye yüklenerek onun kendi olmasına izin vermemekte; “ben zavallı, yalnız bir
adamım; benden ne istiyorsunuz” dedirtecek kadar baskı kurmaktadır. Emre, ha-
yatındaki biten şeylerden büyük ıstırap duyar. Zayıflasa da yaralansa da aşklar ve
dostluklar bitmemelidir. Anılarından, yani yaşadığı güvenli ve seçkin ortamdan
ayrılmak istemeyen bilinç altıdır bu aslında. Emre Taran solcudur solcu olmasına
ama, naif, kibar ve hüzünlü anılarından kurtulamadığı için, ideolojilerin şiddetini
ilkel kan davaları gibi görmekten kendini alamaz. Selim İleri, bir romancının iç
dünyasını görünür kılarak, birçok romanında olduğu gibi bireyin problem dün-
yasına eğilir. Bu yalnız kişilerin mutsuzluğu, doğal olarak toplumsal göstergeler
taşırlar ama bu romanlarda asıl problem, hiçbir zaman kendi bireyselliğinden kur-
tulan sosyal aydın problemi değildir. Ahmet Oktay, bir taraftan, İleri’nin ekonomik
ve sınıfsal düzeyi ciddiye almadığını söyler; diğer taraftan onun, popüler romancı
kimliğine bürünerek enikonu siyasal romanlar yazdığını ileri sürer (Oktay, 1986).

1960’lardan 2000’e kadar kentli aydın bunalımlarını yansıtan romanlar hangileridir?


4
Toplumcu Gerçekçi Roman ve Darbeler
1960 sonrası romanın temel 1950-2000 arası romanın siyasal kültürel ve sosyal arka planını özetlemeye çalı-
temaları, ikinci demokrasi şırken, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nin, Cumhuriyet tarihimizde yeni bir dö-
çalışmaları, Menderes dönemi
ve ihtilalin getirdikleri, nem açtığını söylemiştik. Bugün, hazırlanışı, uygulanışı ve sonuçları ile birçok
götürdükleridir. noktada tartışılmış bulunan darbenin, büyük bir ihtimalle hâlen bilinmeyenleri
vardır. Öncelikle bu darbenin, birçok bileşenleri olan bir “tepki” olduğu düşü-
nülmektedir. Bu ortak tavrın unsurlarını birkaç maddede toparlamak mümkün
değilse de bir edebiyat çalışmasının genel zeminini yoklamak için bir toparlama
yapılabilir: 1. Pazar ekonomisinin veya solun söylemiyle, Amerikan kapitalizmi-
nin güçlenmeye başlamasından duyulan rahatsızlık 2. İnönü Dönemi bürokrasi-
nin hiyerarşik üstünlüğünü kaybetmesi 3. Muhafazakâr ve dinî argümanlarının
siyasetin içinde çoğalması 4. Her alandaki çağdaşlaşmanın geriye gittiği düşüncesi
5. Özgürlüklerin kısıtlandığı, öğrencilerin siyasal olarak kışkırtıldığı haberleri. Bu
unsurların her birinin görünen ve görünmeyen boyutları olduğu bugün de tar-
tışılmaya devam etse de darbenin, idareyi ele aldıktan sonra uyguladıklarına ve
61 Anayasası’na bakılınca, bu unsurların darbe bileşenini oluşturduğu görülür.
Türkiye demokrasinin tanıştığı asıl hazin durum ise idamlardır. Artık neredeyse
hiç kimsenin doğruluğu konusunda görüş bildirmediği bu idamlar, siyasete bağlı
sosyal hayatın şekillenmesinde çok önemli etkilere sahiptir. İdamları, sosyal vic-
danında affetmeyen geniş kitleler, sonraki yıllarda Menderes Dönemi’ni anlatan
her türlü edebiyat ve düşünce eserlerine yoğun ilgi gösterdiler.

Sevgi Soysal: Şafak


Sevgi Soysal’ın Şafak adlı romanı 1975’te yayımlanır. Roman, Adana’da bir gece-
kondu mahallesindeki bir eve gece yapılan baskınla başlar ve sabahın erken saatle-
rinde sona erer. Bu kısa zaman dilimi içinde neredeyse tek olay, devrimci bir gurup
arkadaşın gözaltına alınıp sorgulanması ve serbest bırakılmasıdır. Romanın zama-
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 47

nı geriye dönüşlerle genişleyerek ideolojik arka planı içine alır. Evin sahibi Maraşlı
Ali, “Ecevitçi”dir. Oya, Ali’nin yiğeni Mustafa’nın arkadaşıdır ve bu iki genç de dev-
rimcidirler. Yine Ali’nin akrabası olan Avukat Hüseyin de eski bir İşçi Partilidir.
Gözaltına alınanlar emniyete götürüldükten sonra başka bir görüntü devreye girer.
Bu gözaltına alanların toplantısıdır. Emniyet müdürü Zekai Bey, fabrika müdürü
olan emekli albay Muzaffer’in evindeki briç partisinden ayrılarak sorgulama için
emniyete gider. Sorgulama ve işkenceler gece boyu devam eder. Emniyet Müdürü
Zekai, Emekli Albay ve sanayici Muzaffer, Polis Abdullah, ilerici devrimci insanları
ve bu bilinci yok etmekte birleşmiş kapitalizmin ve faşizmin; Oya ve Mustafa dev-
rimci gençlerin; Zekeriya, ispiyoncu iş birlikçilerin; Avukat Hüseyin, kişisel çıkar-
larının güdümünde savundukları ideolojilerden vazgeçebilen oportünistlerin; Ali,
dürüst, namuslu ve doğal işçi sınıfının göstergeleridirler. Gözaltına alınan kişiler
içinde işkenceye maruz kalanlar iki devrimci ve Ali’dir. Diğerleri bir şekilde düzen-
le uzlaşma ve veya düzene yanaşma yolunu bulurlar. Oya, daha önce de komünizm
propagandası yapmaktan hapiste yatmış, iki çocuklu bir yazardır. Mustafa da aynı
sebeplerle içerde kalmış bir öğretmendir. Ali ise işçidir.
“Sevgi Soysal, biri iç biri dış iki tür çatışmayı ana tema olarak seçmiş. Dış ça-
tışma, devrimcilerle, egemen güçler arasındaki çatışmadır. İç çatışma ise romanın
ana kişileri Oya ile Mustafa’nın, küçük burjuva kimlikleriyle devrimci kimlikle-
ri arasında yaşadıkları bunalımdan kaynaklanır” (Moran, 1994: 20). Romandaki
dış çatışma, devrimci hayatın ve edebiyatın doğal yansımasıdır. Oysa iç çatışmayı,
sorgulamayı harekete geçiren 12 Mart tutuklamaları ve işkencelerdir. Sosyalist eği-
limler için 12 Mart bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Daha önce yanlarında hissede-
bilecekleri bütün güçler, ezen gücün yanında yer alıvermiştir. Yenilmelerinin açık
sebebi budur. Fakat bu yenilginin derindeki sebebi, işçi olamamış küçük burjuva-
dır. Oya ile Mustafa, sorgulama ve işkence gecesinde, geriye dönüşlerinde hep kü-
çük burjuva alışkanlıklarına, davranışlarına takılıp kalırlar. Ali’yi tasvir edişindeki
güvenli ve sevimli bakış fark edilirse anlatıcının da problemi, işçi ol(a)mamakla
ilintili gördüğü düşünülebilir. Romanda üzerinde özellikle durulduğu anlaşılan bir
şey de, içkence ve cinsellik ilişkisidir. Egemen güçler, özellikle kadın devrimcilere
işkence ederken onların cinselliğine de saldırmaktadırlar. Çünkü bu güçlerin ahla-
kı, temelde cinselliği bir acı çektirme ve intikam alma olarak algılamaktadır.

Erdal Öz: Yaralısın


Erdal Öz’ün Yaralısın adlı romanı 1974’te yayımlanır. Bu roman da Şafak gibi, bir
gözaltıyla başlar. Romanda zaman ve tarih açık olarak belli olmasa da işkence, sor-
gulama, egemen güçler karşısında yalnız kalan, kendisiyle çatışmaya düşen, bütün
değerlerini sorgulayan devrimci genç portresi, 12 Mart romanının belirgin özellikle-
rinden biridir. Fakat yazarın tarihsel durumu belirsizleştirmesinde amaç, sadece hâlâ
etkileri bütün kuşatıcılığıyla devam eden egemen güçlerden sakınmak değil; baskı ve
sömürü düzenleri karşısında alınan tavrı anlatmaktır. Yaralısın’ın 12 Mart dönemi-
nin kazandırdığı bir roman olduğunu söyleyen Erdal Öz, bu romanda kendisinin de
içinde olduğu bir savaşın izlenimlerini değil, genel olarak toplumun yakalandığı bu
hastalık döneminde faşizm mikrobuna karşı çıkmayı anlattığını söyler (Öz, 1975).
Gözleri bağlanmış olarak gözaltına alınan genç, içerde çok ağır bir sorgulama ve
işkenceye maruz kalır. Hangi suçla göz altına alındığı belli değildir. Roman üzerine
yapılan değerlendirmelerde, Erdal Öz’ün, gencin politik geçmişini ve diğer tarihsel
bilgilerini vermemesi olumsuz bulunmakta ve romanın sadece bir işkence belgeseli
olabileceği belirtilmektedir. Ama içeri alınan genç, yasak kitaplar okumaktadır; içeri
48 Çağdaş Türk Romanı

alınacağını bilmektedir; içerde arkadaşlarının ismini vermemektedir. Bütün bunlar


romanın politik dokusunu ortaya koyar. Romanda asıl ortaya konmak istenen, in-
sanlık dışı sayılabilecek bir mekanizmanın karşısında yalnız kalan, ezilen, taşıdığı
düşüncelerden kuşkuya düşen bir devrimcinin yenilgisidir. Yenilmiştir çünkü “faşi-
zan” güçler karşısında halkı yanında görememiştir. Mekanizma onu “Nurileştirmiş-
tir”. (Nuriler, egemen güçlerin, kendi düzenlerinin ayakta durması için kurban ettik-
leri, çeşitli suçlarla toplum dışına ittikleri, insanlıktan çıkardıkları adi suçlulardır.)

Mehmet Eroğlu: Issızlığın Ortasında


12 Mart sonrasında yazılıp yayımlanan, “içeri alınan ve işkence gören devrimci”
görüntüsünden farklı bir çatışmayı ortaya koyan bir roman Mehmet Eroğlu’nun
Issızlığın Ortasında’sıdır. 1979 yılında yayımlanan roman, 12 Mart döneminde
sorgulama ve işkenceden geçmiş; o tarihten sonra da yaşayıp tanık olduklarıy-
la da kendi içinde çatışmalar yaşamış, bu çatışmalardan sağlıklı bir dönüşüme
ulaşamamış Ayhan’ın hikâyesidir. Romanın vakası 1975 yılındaki iki aylık bir za-
man dilimidir. Fakat geriye dönüşler, serbest çağrışımlar, etkili zaman süresini,
çocukluğa kadar genişletir. Çocukluğu, ailesinden uzakta, İzmir’de yatılı okulda
geçen Ayhan, bütün gençliğini uğruna savaştığı devrim için harcamıştır. Erdal
Öz’ün zamanı ve kişileri soyutlaştırmasının tersine Eroğlu, tarihsel zamanı, kişile-
ri ve olayları açıkça vermektedir. Hatta “Eroğlu’nun geçmişi ile romanın baş kişisi
Ayhan arasında bağlantılar olduğu gözlemlenebilmektedir. Yazarın, 1971 yılında
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden makine mühendisi olarak mezun olması, 12
Mart’ta tutuklanması, hapis yatması ile Ayhan’ın aynı yıllarda makine mühendisi
olarak mezun olması ve tutuklanması arasında benzerlik bulunmaktadır” (Yalçın,
2003: 568). Ayhan, 1974 Kıbrıs çıkarmasına asteğmen olarak katılmış, Türk insa-
nının savaş içindeki ruh hâlini görmüş, şehitlik ve gaziliğin ölüme verilen en yük-
sek değer olduğuna tanık olmuştur. Askere gitmeden önce yaşadığı politik yenilgi;
askerde içine düştüğü, ve daha önce hiç tanımadığı duygular içindeki insanları
görüşü, ölmek veya öldürmek şeklindeki savaş gerçeği, Ayhan’ı kendi vicdanını,
geçmişini, hayatın anlamını sorgulamaya itmiştir.
Ayhan askerlik dönüşü geldiği Ankara’da boşluğun içinde bocalamaya devam
eder. Kendi içinde devrimci teorileri ve pratikleri olan; birbirlerini keskinleştiren
sosyal gruplar, cunta tarafından dağıtıldıktan sonra, kimi gençler içerde kalmış;
kimileri ölmüş; kimileri saklanmış; kimileri düzenin belirlediği yaşama biçimine
uyum sağlamış; kimileri de kendi dünyasına kapanmıştır. Ayhan’ın en yakın dost-
larından Ali, çatışmada ölmüş; Zafer ise kayıptır. Ayhan, dostu Zafer’in peşinde İs-
kenderun çevresinde her türlü gayrimeşru yoldan para kazanan Kör Abdül’e ulaş-
mıştır. Fakat Kör Abdül, Ayhan’ı da kendi düzenbazlığı içine çekmek ister. Güya
Zafer, Ayhan ismiyle aralarına girmiş fakat hasmı Hasan Bey tarafından öldürül-
müştür. Fakat Ayhan işin peşini bırakmaz oda Zafer ismiyle arkadaşını aramaya
devam eder. Fakat ulaştığı bilgiler çok şaşırtıcıdır. Kişiliğine hayran olduğu Zafer,
zaaflarıyla bilinir biri olmuştur. Siyasi polis Ayhan’ın (yani Zafer’in) zaaflarını ya-
kalamış ve onu yem olarak kullanmaya başlamıştır. Ayhan’ın, devrimci kişiliğine
hayran olduğu Zafer, sonunda yurt dışına kaçmıştır. Ayhan’ın içindeki bir direk
daha yıkılır. İnanmak ister ama onu da başaramaz. Bütün varlığıyla yaşadığı top-
luma yabancı olduğunu da anlar. Artık insanlıkta inanılacak bir şey kalmamış; in-
sanlığın değer verdiği bütün kavramlar, kanla yıkanmıştır; artık beyninin bu an-
lamsızlık içinde yeri yoktur. Bütün bunlar onu Nemrut Dağı’nda intihara sürükler.
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 49

Özet
“Toplumcu Gerçekçilik”, “Toplumcu Gerçekçi bakış açısı, romanlarda ortak bir şema da oluş-
1 Edebiyat”, “Toplumcu Gerçekçi Roman” turur. Örneğin; köyde yoksullar, zenginlerden
kavramlarının birbiriyle ilişkisini açıklayabilmek daha çoktur. Köylüler, pozitivist ahlaktan çok
Toplumcu Gerçekçi Roman kavramı, sosyal geleneksel ahlâka bağlıdır. Köylerde imamlar,
problemlere eğilen, toplum gerçekliklerini şeyhler, ağalar da vardır. Köylü hem topraksızdır
romanın tematik alanı hâline getiren bütün hem de toprağını verimli kullanacak araçlardan
Türk romanını kapsamaz. Bu edebî adlandır- yoksundur. Köydeki yapıyı feodal bir yapı olarak
ma, düşünsel ve siyasal tabanında Marksizm algılayan bu yaklaşım, köylünün ahlakını da feo-
ve Sosyalizm bulunan roman için kullanılır. dal bir ahlak olarak değerlendirir. Buna göre din,
Türkiye’de sosyalist düşünce, esas olarak İkinci gelenekler, üretim ilişkileri, “ağalar” üzerinden
Meşrutiyet Dönemi’nde görülür. Genel kayıtlara feodal yapıyı beslemektedir. Fakat aynı ideolojik
göre Türkiye’de sosyalist düşüncenin ilk yazarı, arka plandan gelen Kemal Tahir, köylülüğün du-
1910’da çıkardığı İştirak adlı gazeteden dolayı rağan ve değişmeyen bir yapı olmadığını, onu,
İştirakçi Hilmi olarak bilinen Hüseyin Hilmi’dir. farklı açılardan ele almak gerektiğini ileri sürer.
Türk romanında toplumcu gerçekçiliğin ilk
yansımaları, işçi hayatlarının anlatılmasıyla Toplumcu Gerçekçi Roman’ın ilk örneklerini ve
1930’larda başlar. 3 bu eserlerin kendilerinden sonra gelen eserleri
yapı ve içerik bakımından nasıl etkilediklerini
Toplumcu Gerçekçi Edebiyat’ın Türkiye dışındaki açıklayabilmek
2 edebî ve düşünsel kaynaklarını, Türk edebiyatında 1950’lerle birlikte Marksist ve sosyalist düşünsel
“Toplumcu Geçekçilik” akımının sosyal ve siyasal tabana bağlı olan aydınların oluşturduğu, “ro-
arka planı hakkında değerlendirme yapabilmek manda aydın bunalımı” şeklinde adlandırılabile-
Bazı yazarlar, eserlerinde ikinci planda da olsa cek Toplumcu Gerçekçi Roman’ın farklı bir kolu
sınıf çatışmalarına yer verirler. Reşat Enis, “oku- da vardır. Bu bunaltıların zihinsel ve kuramsal
muş bir tornacı”ya Marksist yorumlar yaptırır. arka planında, özellikle Nietszche, Camus ve
Maden işçilerinin hayatını anlatan Reşat Enis, Sartre’ı bulmak mümkündür. İkinci Dünya Sa-
Afrodit Buhurdanında Bir Kadın’da (1938) ma- vaşını, sosyalist ve kapitalist dünya arasındaki
den işçileriyle sanayi işçilerini, “sömürülenler” soğuk savaşı, Türkiye özelinde darbelerle gelen
olarak gösterir. Fakat Türk edebiyatında genel baskı ve hapishaneleri de bunaltıyı besleyen bir
olarak Marksizm merkezinden yayılan ideolojik siyasal arka plan olarak görmek gerekir. Bu bağ-
yapıyı kuran kişi Nâzım Hikmet’tir. O, Türkiye’de lamda Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Sevgi Soysal,
sınıfların çatışmasına dayanan bir gelenek olma- Adalet Ağaoğlu, Selim İleri gibi romancıların
dığı halde, belki de ilk olarak emek, yoksulluk, adları anılabilir.
sömürülme gibi temaları işlemeye başlar. Nâzım
Hikmet’in getirdiği bu içerik sadece Cumhuri-
yet Dönemi’ndeki şiiri değil bütün edebiyatı et-
kiler. Sabahattin Âli, Orhan Kemal, Kemal Tahir
gibi romancılar Nâzım’ın açtığı yolda devam
ederler. Özellikle Kemal Tahir ve Orhan Kemal
gibi toplumcu gerçekçi romanın ustaları sayılan
isimlerin hayatında Nâzım Hikmet’le kurdukla-
rı ilişki ve bir eğitim mekânı hâline getirdikleri
hapishane oldukça önemlidir. Köy enstitülerin-
den yetişen romancıların tamamı ya doğrudan
veya hümanizm ve halkçılık üzerinden sosya-
listtirler. Köye ve köylüye bakışlarını, toplumcu
gerçekçilik belirler. Ortak ideolojik arka plan ve
50 Çağdaş Türk Romanı

Kendimizi Sınayalım
1. “Toplumcu gerçekçi roman” kavramı aşağıdakiler- 6. Toplumcu Gerçekçi Roman kategorisinde yer alan
den hangisini içermez? romanların tamamı aşağıdakilerden hangisinde birlikte
a. Düşünsel ve siyasal kaynağı Maksizm ve Sosya- verilmiştir?
lizm olan yazarları a. Ekilmiş Topraklar, Sağır Dere, İnce Memed,
b. Köy romanlarını Yalnızız
c. Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal gibi b. Teneke, Irazcanın Dirliği, Sahnenin Dışındaki-
romancıları ler, Kanlı Derenin Kurtları
d. Sosyal hayatın emek ve sermaye ilişkisine bağlı c. Cemo, Yılanların Öcü, Yılanı Öldürseler, Bere-
olarak kurulduğu görüşünü ketli Topraklar Üzerinde
e. Toplum sorunlarını ele alan bütün romanları d. Gurbet Kuşları, Yaralısın, Yağmuru Beklerken,
Issızlığın Ortasında
2. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de orta çıkan e. Kaplumbağalar, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksa-
“Toplumcu Gerçekçi Roman”ın edebî ve kuramsal kay- na, Kuyucaklı Yusuf, Firavun İmanı
nak olarak kabul edilemez?
a. Nazım Hikmet 7. Toplumcu gerçekçi romana ilişkin en kapsamlı
b. Maksim Gorki doğruyu içeren ifade aşağıdakilerden hangisidir?
c. George Lukas a. Toplumcu gerçekçi roman, sosyalist roman ola-
d. Yakup Kadri Karaosmanoğlu rak da anılmaktadır.
e. Sovyet Sosyalist Yazarlar Kurulatayı b. Köy romanı, toplumcu gerçekçi romandır.
c. Düşünsel ve siyasal kaynak olarak bakıldığında
3. Aşağıdakilerden hangisi 1950-1980 yılları arasın- toplumcu gerçekçi roman, köy romanı, işçi ro-
da roman yazan toplumcu gerçekçi bir romancı olarak manı ve aydın romanı da kapsar.
sayılmaz? d. Toplumcu gerçekçi roman Tanzimat’tan beri
a. Kemal Tahir devam eden sosyal romanın başka bir adıdır.
b. Tarık Buğra e. Toplumcu gerçekçi roman Sadri Ertem’in Saba-
c. Yaşar Kemal hattin Âli’nin romanlarıyla başlamıştır.
d. Talip Apaydın
e. Fakir Baykurt 8. Aşağıdakilerden hangisi Toplumcu Gerçekçi Ro-
manın en belirgin temaları arasında sayılmaz?
4. Aşağıda verilen romancı-roman eşleştirmelerinden a. İşçilerin hayatları
hangisi yanlıştır? b. Geleneklerin ve inançların kaybı
a. Orhan Kemal: Teneke c. Üretenler ve sermaye sahipleri
b. Kemal Tahir: Köyün Kanburu d. Hapishaneler ve darbeler
c. Sevgi Soysal: Şafak e. Köylüler ve hayatları
d. Fakir Bayurt: Yılanların Öcü
e. Talip Apaydın: Sarı Traktör 9. Aşağıdakilerden hangisi Toplumcu Gerçekçi aydın
romanının etkilendiği yazarlardan biri değildir?
5. Toplumcu gerçekçi romanın belirli ölçülerde yas- a. Karl Marx
landığı ilke Atatürk ilkelerinden hangisidir? b. Jean Paul Sartre
a. Laiklik c. Albert Camus
b. Milliyetçilik d. Henri Bergson
c. Halkçılık e. Frederic Nietszche
d. Cumhuriyetçilik
e. Devletçilk 10. Köyden şehre gelen işçileri ve hayatlarını en çok
işleyen romancı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Sadri Ertem
b. Fakir Baykurt
c. Latife Tekin
d. Yaşar Kemal
e. Orhan Kemal
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 51

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı


1. e Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- Sıra Sizde 1
nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- Tek Parti Dönemi’nin edebiyat fikir hayatını belirleyen
den gözden geçiriniz. halkçılık düşüncesidir. Aslında halkçılık düşüncesini
2. d Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- Mustafa Kemal, Gökalp’tan almıştır ve onun için halk-
nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- çılık merkezinde halkı sınıfsızlaştırmak vardır. İnönü
den gözden geçiriniz. dönemi’nde ise halkı “aydınlatmak, istenilen doğrul-
3. b Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- tuda dönüştürmek” merkezinde kalmıştır. Sosyalist ve
nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- hümanist eğilimlerle birleşmiştir bir ölçüde. Etkinliği-
den gözden geçiriniz. ni halkevleri ve köy enstitüleri ile genişletmiştir. Tek
4. a Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi İşçi Parti ideolojisinin kaldıraçları durumundaki halkçılık
Romanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. ve köycülükle olsun; o kavramları sahiplenen sol Ke-
5. c Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- malistlerin ek bir kilit kavram sayarak devreye soktuk-
nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- ları Hümanizmle olsun, solun ilişkileri her zaman karı-
den gözden geçiriniz. şık ve sorunlu olmuştur. Sosyalist, işçi sınıfı diyemediği
6. c Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Köy için, köylü ve halk kavramlarına sarılmıştır.
Romanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
7. c Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- Sıra Sizde 2
nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- Notlara, mülakatlara ve raporlara dayanan bu kitapta
den gözden geçiriniz. Makal, “Beş temel unsur üzerinde durmuştur: birincisi
8. b Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Roma- ekonomik sıkıntılar; ikincisi, ilkel malzeme kullanma;
nın Siyasal Sosyal Arka Planı” konusunu yeni- üçüncüsü, toprak meselesi; dördüncüsü, yeni tekno-
den gözden geçiriniz. lojilere yabancılık; beşincisi ise sosyal yardımlaşma ve
9. d Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi Aydın kooperatifleşmedir.”
Romanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
10. e Yanıtınız yanlış ise “Toplumcu Gerçekçi İşçi Sıra Sizde 3
Romanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Köyün Kamburu’nda köy romanı şablonu kırılır; ağa-
lar ve köylüler şeklindeki çatışma, yerini daha karma-
şık çatışmalara bırakır. Ekonomik yapıdan eşkıyalığa,
cinsel saplantılardan, siyasete kadar, toplumun yaşama
biçimini oluşturan her tabana uzanır. Sosyal ve siyasal
gelişmelerin etkisinde gelişen köylü tutumunda gene-
tik ve natüralist etkiler aranması, köy romanı için yeni
bir bakıştır.

Sıra Sizde 4
1960’lardan 2000’e kadar kentli aydın bunalımlarını
yansıtan roman sayısı oldukça fazladır. Birkaç örnek
vermek gerekirse: Yusuf Atılgan, Aylak Adam; Oğuz
Atay, Tutunamayanlar; Erdal Öz, Yaralısın; Adalet
Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak; Mehmet Eroğlu, Issızlığın
Ortasında; Selim İleri, Bir Akşam Alacası; Sevgi Soy-
sal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti; Vedat Türkali, Bir Gün
Tek Başına.
52 Çağdaş Türk Romanı

Yararlanılan Kaynaklar
Alangu, Tahir. (1965). Cumhuriyetten Sonra Hikâye Naci Fethi. (1990). 100 Soruda Türkiye’de Roman ve
ve Roman 1. İstanbul. Toplumsal Değişme 2. Baskı. İstanbul: Gerçek Ya-
Atay, Oğuz. (1998). Tutunamayanlar. İstanbul: İleti- yınevi.
şim Yayınları. Oktay, Ahmet. (2008). Toplumcu Gerçekçiliğin Kay-
Atılgan, Yusuf. (1974). Aylak Adam. İstanbul: Bilgi Ya- nakları/ Sosyalist Realizm Üstüne Eleştirel Bir
yınevi. Çalışma. 4. Baskı. İstanbul: İthaki Yayınları.
Baydar, Mustafa. (1960). Edebiyatçılarımız Ne Diyor- Oktay, Ahmet. (1986). “Selim İleri İle Söyleşi Hayal ve
lar. İstanbul. Istırap’ın Çevresinde”, Hürriyet Gösteri, Şubat. İs-
Baykurt, Fakir. (1981). Tırpan. 10.Baskı, İstanbul: tanbul.
Remzi Kitabevi. Oktay, Ahmet. (1993). Cumhuriyet Dönemi Edebiya-
Baykurt, Fakir. (1959). Yılanların Öcü. İstanbul: Yük- tı (1923-1950). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
selen Matbaası. Öz, Erdal. (1975). Yeni Ortam Gazetesi. 1 Kasım, İs-
Belge, Murat. (1994). Edebiyat Üstüne Yazılar. İstan- tanbul.
bul: Yapı Kredi Yayınları. Öz, Erdal. (1996). Yaralısın. İstanbul: Can Yayınları.
Berkes, Niyazi. (1975). Türk Düşününde Batı Sorunu. Soysal, Sevgi. (1985). Şafak. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
İstanbul: Bilgi Yayınları. Tahir, Kemal vd.(1960). Beş Romancı Tartışıyor. İs-
Bezirci, Asım. (1984). Orhan Kemal. İstanbul: Tekin tanbul: Düşün Yayınevi.
Yayınevi. Tahir, Kemal. (2000). Köyün Kamburu. İstanbul: İtha-
Eroğlu, Mehmet. (2000). Issızlığın Ortasında. İstan- ki Yayınları.
bul: Everest Yayınları. Tatarlı, İ., Mollof R. (1969). Hüseyin Rahmi’den Fakir
Işın, Ekrem. (1982). Tan Gazetesi Roman Seçkisi. Ey- Baykurt’a Marksist Açıdan Türk Romanı. İstan-
lül. İstanbul. bul: Habora Kitaplığı.
İbarrola. (1969). Marksist Açıdan Ekonomi Politik Tekin, Yusuf. (2002). “Türkiye’de İlk Sosyalist Hareket
Yabancılaşma ve Hümanizm (Çeviren: Kenan So- İştirak Çevresinin Sosyalizm Anlayışı Üzerine Bir
mer). İstanbul: Ser. Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bil-
İleri, Selim. (1986). “Selim İleri İle Söyleşi, Hayal ve giler Fakültesi Dergisi, 57 (4), Ankara.
Istırap’ın Çevresinde”, Hürriyet Gösteri. Şubat, İs- Yalçın, Alemdar. (2003). Siyasal ve Sosyal Değişmeler
tanbul. Açısından Cumhuriyet Dönemi Çağdaş Türk Ro-
İleri, Selim. (1998). Bir Akşam Alacası. İstanbul: Oğ- manı. Ankara: Akçağ Yayınları.
lak Yayınları.
Kemal, Orhan. (1974). Türkiye Defteri Orhan Kemal
Özel Sayısı. 10, Ağustos, İstanbul.
Kemal, Orhan. (1969). “Nasıl Yazıyorum”, Varlık. 15
Mart, İstanbul.
Kemal, Orhan. (1995). Gurbet Kuşları. İstanbul: Tekin
Yayınevi.
Kemal, Orhan. (1996). Bereketli Topraklar Üzerinde.
İstanbul: Can Yayınları.
Kemal, Yaşar. (2004). Teneke. İstanbul: Yapı Kredi Ya-
yınları.
Kaplan, Ramazan. (1997). Cumhuriyet Dönemi
Türk Romanında Köy. 3. Baskı, Ankara: Akçağ
Yayınları.
Makal, Mahmut. (1991). Bizim Köy. İstanbul: Çağdaş
Yayınları.
Moran, Berna. (1994). Türk Romanına Eleştirel Bir
Bakış 2. 3.Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

You might also like