Professional Documents
Culture Documents
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
“Toplumcu Gerçekçilik”, “Toplumcu Gerçekçi Edebiyat”, “Toplumcu Gerçekçi
Roman” kavramlarının birbiriyle ilişkisini açıklayabilecek,
Toplumcu Gerçekçi Edebiyat’ın Türkiye dışındaki edebî ve düşünsel kaynakla-
rını, Türk edebiyatında “Toplumcu Geçekçilik” akımının sosyal ve siyasal arka
planı hakkında değerlendirme yapabilecek,
Toplumcu Gerçekçi Roman’ın ilk örneklerini ve bu eserlerin kendilerinden son-
ra gelen eserleri yapı ve içerik bakımından nasıl etkilediklerini açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Edebiyat ve İdeoloji • Sosyal Realizm
• Toplumcu Gerçekçi Edebiyat • Türk Romanı ve Sosyalist
• Toplumcu Gerçekçi Roman Gerçekçilik
• 1930-1980 Arası Türk Romanı
İçindekiler
Türkiye’de hapishane ve edebiyat ilişkisinin sosyal bir olgu olarak tarihe yerleş-
mesinde de Nâzım Hikmet bir dönüm noktasıdır. Komünizm propagandası yap-
mak veya Türkiye Cumhuriyeti’ni veya ordusunu tahkir etmek suçundan dolayı
Nazım Hikmet birçok defa yargılandığı ve tutuklandığı gibi, birçok şair yazar da
Nazım’ın kitaplarını okumak ve onun yaptığını yapmak gibi sebeplerden dola-
yı yargılanmış ve mahkûm olmuştur. Siyasal ve edebî tarihe “Donanma Davası”
olarak geçen yargılamalar ve mahkumiyetler önemlidir. 1938’de Nazım Hikmet,
Kemal Tahir, Nuri Tahir, Hamdi Alev Şamilof, Emine Alev, Dr. Hikmet Kıvılcımlı,
Fatma Nudiye Yalçı, Kerim Korcan, Mehmet Ali Kantan, Seyfi Tekbilek, Hüseyin
Avni Durugün gibi şair, romancı, gazeteci yargılanmış ve hapse atılmışlardır. Ke-
mal Tahir ve Orhan Kemal gibi toplumcu gerçekçi romanın ustaları sayılan bu iki
ismin hayatında Nazım Hikmet’le kurdukları ilişki ve bir eğitim mekânı hâline
getirdikleri hapishane oldukça önemlidir.
Türk romanında toplumcu gerçekçiliğin ilk yansımaları, işçi hayatlarının an- Türk romanında toplumcu
latılmasıyla 1930’larda başlar. Bazı yazarlar, eserlerinde ikinci planda da olsa sınıf gerçekçiliğin ilk yansımaları,
işçi hayatlarının anlatılmasıyla
çatışmalarına yer verirler. Reşat Enis, “okumuş bir tornacı”ya Marksist yorumlar 1930’larda başlar.
yaptırır: “Harbi isteyen patrondur; kapitalisttir. Yok olası kapitalist... Sönmek bil-
mez ihtirası, onun gözlerini içinde bulunduğu sınırlarının dışına çeker, ona, dışa-
rıda işletecek maden lazımdır; sürecek toprak lazımdır. O, malını satacak piyasa
arar.” (Naci, 1990: 338). Maden işçilerinin hayatını anlatan Reşat Enis, Afrodit
Buhurdanında Bir Kadın’da (1938) maden işçileriyle sanayi işçilerini, “sömürü-
lenler” olarak gösterir.
Sabahattin Âli, Sadri Ertem gibi yazarların eserlerinde de belirli bir toplumcu
gerçekçilik vardır. Ama söz konusu üç yazarda da “sosyalist öz”, tek tek yazar-
ların kişisel özelliklerini, oturmuş veya seyyal birikimlerini yansıtır. Henüz işçi
sınıfı, bütünüyle toplumcu gerçekçi yöntemlerle ele alınmaz. Ancak halka dönüş,
toplumsal etkinlik sürecine giren yeni bir insanı haber verir. Mesela Sabahattin
Âli’nin Kuyucaklı Yusuf ’u. Bu yeni, yarı feodal bir yapının veya yoksulluktan bık-
mış bir toplumun insanı, oluşmakta olan yeni bilinçteki insanı yansıtır: “İşçi olu-
şumunda ilk halka, Avrupa piyasalarının artan taleplerine uygun olarak bahçe
ve sanayi ürünlerinin (yani uzmanlaşmış tarımın) gelişmesi sonucu tarım kesi-
minde ilk kez kapitalist üretim ilişkilerinin belirmeye başlamasıdır. (...) Yukarıda
tanımladığımız anlamdaki bir kapitalizmin, etki alanına giren ilk yöre Çukurova
olmuştur (Naci, 1990: 326).
“Toplumcu bir yazarım (...) Bozuk düzenimizin nedenlerini insanlarımıza
göstermek, onları uyarmak, gösterip uyarmakla da kalmayıp bozuk düzeni dü-
zeltmeye çaba göstermelerini, bu çabayı el birliği ile göstermemiz gerekliliğini
yanıtlarım.” (Orhan Kemal, 1974: 117) diyen Orhan Kemal, Çukurova’daki bu
yeni gelişen, “kara düzen”in getirdiği iktisadi atılımlar içinde yenilen, acı çeken,
birbiriyle boğuşan, sınıf değiştirme hırsıyla birbirinin sırtına basan bu insanları
yansıtır. Denilebilir ki Türk romanında işçiyi, bütün çevresiyle en geniş manada
eserlerine alan romancı Orhan Kemal’dir. “Ekmek” peşinde koşan küçük insanın
hayatını yazan yazar, şahıslarını bir “sınıfsal bilinç” içerisinde göstermiş midir?
Kendisinin roman bütününe sinen sınıfsal bilincin düzeyi nedir? “Kendini bilen
bir yazar için zaten sınıfların dışında bir edebiyat yoktur.” diyen bir yazarın, işçi-
leri, ağaları, iş birlikçileri örtülü bir şekilde sınıf bilinci içinde ele aldığı düşünül-
melidir.
32 Çağdaş Türk Romanı
(öç alma, eşkıyalık, tecavüz) etkili unsurlar (din, hurafe, gelenek) (Kaplan, 1997).
Bizim Köy’ün öğretmeninin, köylünün din anlayışı ve din önderi hakkındaki tu-
tumu da kendisinden sonra gelenlerde devam eder. Romanda istihza ile anlatılan
şeyh ve halk ilişkisi, Vurun Kahpeye’den, Yeşil Gece’den Yaban’dan devralınan bir
tutumla Bizim Köy’den sonraki romanlarda da devam eder. Bizim Köy’ün köy-
lülerinin konuşması, başka romanlarda başka köylerin ağzı olarak devam eder.
Bizim Köy’ün öğretmeni, yine diğer romanlarda öğretmen, savcı, hâkim, doktor,
kaymakam olarak halkı aydınlatmak için çalışır; bu yolda iftira dâhil her şeyi göze
alır. Bu arada romanlarda geçen mekânların bir kısmının köy olmadığını, ilçe ol-
duğunu belirtmek gerekir. Şehirden ötesini köy görmek, aydınlar için normal-
dir belki ama bir köylü için köy ve ilçe çok farklıdır. Köy romanı denilen birçok
roman üzerinde yapılan çalışmalarda bunun üzerinde durulmaz. Bunun birinci
sebebi, arka plandaki Anadolu’yu aydınlatmak düşüncesidir. Bu yüzden köy, ka-
saba, ilçe fark etmemektedir. İkinci sebebi ilçe denilen yerlerin bile, değişen hayat
karşısında, ekonomik ve sosyal olarak köyden farksız oluşlarıdır.
Mahmut Makal’ın, Bizim Köy romanında üzerinde durduğu temel unsurlar nelerdir?
2
Yaşar Kemal: Teneke
Yaşar Kemal’in Teneke adlı romanı 1955’te yayımlanır. Teneke, köy romanlarının
bir kısmı için belirlenen şablona uyan bir romandır. Ana problem, yerleşim yerine
yakın yerlerde çeltik ekmek isteyen ağalarla buna karşı çıkan kişiler arasında ya-
şanır. Okçuoğlu ve diğer ağalar, çeltik ekmek için kaymakamlıktan ruhsat almak
zorundadırlar. Fakat kaymakamlığa vekalet eden Resul Efendi işi sürüncemede
bırakmaktadır. Çünkü ekim yapılmak istenen yerler yerleşim alanlarına yakındır;
oluşacak bataklıklar sıtma salgınını başlatabilir. Fakat ekim için de zaman kal-
mamıştır. Tam bu sırada yeni atanan kaymakam Fikret Irmaklı gelir. Ağalar onu
öyle bir ilgi ve ziyafetle karşılarlar, onun için ilçenin en güzel evini hazırlarlar ki,
kaymakam şaşırır kalır. Çeltik ekimi yapılacak yerin meskûn mahal olmadığına
kaymakamı inandırarak ruhsatnameyi alırlar. Oysa Sazlıdere köyü ruhsatı alınan
yerin içindedir. Okçuoğlu köylünün tarlasını satın almak ister ama Mehmet Ali ve
Zeyno Kadın gibi köylüler, bunu kabul etmezler. Bu arada ruhsat verilmemesi ge-
reken yere ruhsat verdiğinden dolayı kaymakam hakkında dedikodular başlamış-
tır. Emekliliği yaklaştığı için kaymakamın suyuna giden Resul Efendi dayanamaz
ve ruhsat alınırken çevrilen dalavereleri kaymakama anlatır. Tecrübesiz kayma-
kam, gerçeği öğrenince hemen kendisi için hazırlanan evden çıkıp kaymakamlığa
yerleşir. Bu arada köylüye kızan ağa, suyu tarlalara bırakmış köy çamur içinde
kalmıştır. Zeyno Kadın ve bazı köylüler kaymakama şikâyete gelirler. Kayma-
kam gerçeği öğrendiği için, çeltik ruhsatlarını vermez. Ağalar Siyasetçi Ahmet’e
bir telgraf yazdırarak Ankara’ya gönderirler. Bu da yetmez, kaymakamlık oda-
sını kurşunlatırlar. İzinsiz olarak suyu tarlalara bırakmaya başlarlar. Kaymakam
Eleştirmenler, köy romancılığı bentlerin başına jandarma diker. Okçuoğlu, jandarmanın görmezden gelmesi için
içinde Yaşar Kemal’e ayrı rüşvet çarkını işletmişse de yeni jandarmalar gelmiştir. Okçuoğlu, yeni bir çare
bir önem vermişlerdir.
Romanlarındaki zengin ve olarak köylülere çok yüksek paralar ödeyerek köyü terk etmelerini ister. Birçoğu
masalsı Türkçe, gelenek ve boyun büker ve köyü terk eder. Ancak birkaç kişi direnir. Kaymakamın başka yere
görenekler, halk kahramanlığı
ve diğer folklorik ögelerin gönderilmesi için bir heyet Ankara’ya gitmiş ve işin olacağı haberini getirmiştir.
yeni bir dille aktarılması Nihayet kaymakamın Kars Kağızman’a tayini çıkar. Ağaların çocukları ayartma-
bu “önemin” bağlı olduğu
özelliklerdir. sıyla bütün çocuklar, kaymakam köyden çıkarken teneke çalarlar.
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 35
iyi bildiği yerdeki bozuk düzeni anlatması gerektiğini söylese de bu pek de doyu-
rucu bir cevap değildir. Belki şu düşünülebilir: Bu yazarlar sözünü ettikleri “bi-
linçlenmeyi” köy enstitülerinde öğrendiler; mezun olduktan sonra da çalıştıkları
yerler köylerdi; doğal olarak, bilincin aktarılacağı yerler köylerdi. Alemdar Yalçın,
bu sebeplerin yanına, köy romanının geliştiği yıllardaki uluslar arası etkileri de koy-
makta ve bilinçlenmenin (devrimin) köyden geçerek geleceği inancının, bu etkilere
bağlı olduğunu işaret etmektedir (Yalçın, 2003:150). Başka bir soru da sorulmalı:
Bu romanlar köylüyü nasıl bilinçlendirecek? Herhâlde köylünün kitap okuduğunu
hele de roman okuduğunu söylemek mümkün değildir. Beklenebilecek en inanılır
etkilenme, köye gelen aydından köylünün etkilenmesi olacaktır. Öyleyse bu roman-
lar, köylüye değil, köylünün nasıl bilinçleneceğini okuyacak olanlara yazılmıştır.
Fakir Baykurt’un, 1958’de Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen Yılanların
Öcü adlı romanı 1959’da yayımlanır.Yazar daha sonra bu romanının problemini
Irazcanın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı ile devam ettirir. Roman yayımlandığı
yıllarda olumlu eleştirilerin yanı sıra olumsuz eleştiriler de alır. Olumlu eleştiriler,
romanın köy gerçekliklerini anlatmasıyla; olumsuz eleştiriler, köylüye bakışıyla
ve eserin müstehcenliği ile ilgilidir. Fakir Baykurt’un romanlarındaki cinsellik
anlatımı, daha sonraları da eleştiri konusu edilmiş; örneğin Tırpan adlı romanı
bu boyutuyla tartışılmıştır. Yılanların Öcü’nün hikâyesi, Burdur’un seksen evlik
Karataş köyünde geçer. Vali, şehre bir heykel yaptırmak için köylere salma sa-
lar. Karataş köyünün muhtarı, bu parayı temin etmek için, Kara Bayram’ın evinin
önünü, ihtiyar heyeti üyesi Haceli’ye satar. Bayram’ın annesi Irazca Ana, bu işe
karşıdır ve bunu muhtarın ve yandaşlarının bir zulmü olarak algılar. Muhtar ve
köy heyeti bu arazinin köy malı olduğunu söylerler. Hatta köyün imamı Beytul-
lah Hoca’da muhtara ve ileri gelenlere karşı gelmenin çıkarlarına zarar vereceğini
düşünerek, arazinin Bayram’a ait olmadığını söyler. Böylece Irazca Ana ve Bay-
ram, köyün güçlerine karşı direnmeye başlarlar. Ana oğul, Haceli’nin yapmaya
başladıkları kerpiçleri parçalarlar; Muhtar tuzağa düşürerek Bayram’ı dövdürür;
Haceli, Kara Bayram evde yokken, karısı Haççe’yi döver ve çocuğunun düşmesi-
ne sebep olur. Muhtar, işin devlete kadar uzanacağını düşünerek hemşire getirip
olayı ört bas etmeye kalkar. Köyü ziyarete gelen kaymakama verilecek ziyafet için,
Kara Bayram’ın kuzusu el altından kesilir. Irazca Ana, kaymakam köye girmeden
yolda karşılar ve olanları anlatır. Kaymakam, dürüst, haksever bir insandır. İşin
mahkemelik olmasını istemeyen Muhtar, Haceli ile Bayram’ın barışmasını ister.
Bayram, çaresizdir. Zaten topraklandırma zamanında köyün ağası, arazisini bir
yığın parayla köye satmış, parasını bankadan almış; köylüleri bankaya borçlandır-
mıştır. Kara Bayram’a düşürülen tarla çoraktır. Küçücük bir parçası ekilebilmekte-
dir. Dolayısıyla barışmaya meyillidir. Fakat Irazca Ana, buna asla müsaade etmez.
Kocasının yıllar önce öldürdüğü bir yılandan dolayı, yılanlar nasıl hâlâ Bayram-
lardan öç alma peşindeyse Bayram da dövülmesinin, düşürülen bebeğinin öcünü
almalıdır. Irazca Ana, “bunca hakarete, bunca zulme, bunca zillete nasıl dayanı-
yorsunuz hey Bayram” diyerek, direnmenin gereğini ortaya koyar.
Yılanların Öcü’nde çatışma unsurlarını oluşturan yapı, biraz önce değindiğimiz
Yaşar Kemal’in Teneke’sindeki yapıyla hemen hemen aynıdır. Muhtar ve çevresin-
dekiler, her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda düzenlerler; bu düzene karşı duran-
ları, her türlü yolu mübah sayarak ezerler. Buna karşılık, yoksulluğun, kimsesizliğin
çarklarından geçmiş, oğluna hem ana hem baba olmuş Irazca Ana ve oğlu Bayram,
zulme ve zillete karşı dururlar. Muhtar’ın yanında, çıkarlarını muhtarın, yani gü-
cün ve paranın yanında bulanlar ve köyün imamı vardır. Bayramların yanında ise
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 37
gücünü kanundan ve devletten alan kaymakam vardır. Kişilerin kendi yöresel ağız-
larıyla konuşmaları, köydeki kavgaların sebeplerinin gösterilmesi, köylünün inanç
ve korkularının vakaya katılması gibi özellikler, romanın gerçeklik dünyası olarak
değerlendirilebilir. Fakat, niçin Bayram’a sahip çıkacak bir köylü yoktur? Köyleri-
mizdeki sosyal yapı tamamen güçlü olana hizmet eden bir yapı mıdır? Veya köy-
lerde muhtar, ağa, imam, niçin hep ezen taraftır? Bu soruların sosyolojik temellere
dayanan cevapları, Yılanların Öcü veya benzeri romanlarda yoktur.
girmesinde, köyü, düzenbazlığıyla yanına almasında, eşkıya ile baş edecek kadar,
hile ve desise ustası olmasında, hem çirkinliğinden ve hem de çiftlikte aynı karak-
terdeki Abuzer Efendi’yi izlemiş olmasından gelen etkiler vardır. Yazar, böylesi
bir tutumla birbirini etkileyen bütün olgular arasında bir Anadolu kimliği bul-
ma peşindedir. Anadolu’daki bu olumsuz yapı, tarihin derinliklerinden gelmemiş,
çöken bir devletin her türlü otoritesinin kaybından beslenmiştir. Kemal Tahir’in
köylüyü, cinsel sapkınlıklar, hileler ve çeşitli ahlaksızlıklar içinde göstermesi, bir-
çok haklı eleştiri almıştır. Fakat Kemal Tahir, Anadolu idealizminden de romantik
Marksist tutumdan da ötede bütüncül bir bakış getirdiği iddiasındadır. Ona göre,
iyiyi kötüyü kesin çizgilerle ayırmak; köylüyü övmek veya köydeki varsayılan feo-
dal yapının karşısına, emeğine sahip çıkan bir cesur adam çıkarmak veya bilinçli
bir sosyalisti köye göndermek, Anadolu gerçeğini bulmada uygun yollar değildir.
Kemal Tahir’in Köyün Kamburu romanı hangi yönleriyle köy romanı şablonunun
3 dışına çıkmıştır?
alması ilginçtir. Fabrikada, inşaatta, çiftlikte, patozda işçilik yaptığı hâlde, işçi-
likle ilgili bir problemle çıkmaz karşımıza. Genel manada Marksist estetik için-
de görülen Orhan Kemal için bu bir çelişkidir. Çünkü eğer işçilerin (insanların)
hayatında, “yabancılaşma” oluyorsa Marksist iktisat teorisine göre bu, üretenin
üretimden ayrılmasıyla başlar. İşçinin sefil durumunu açıklamak için Marx “ya-
bancılaşmış” çalışma teorisini ileri sürer. Kapitalist düzende çalışma, klasiklerin
düşündüğü gibi nötr (yansız) değil, “yabancılaşmış”tır. Çünkü ürün, üreticiden
ayrılmıştır, ona ait değildir. Öyleyse yabancılaşma sadece filozofik değil, ekono-
mik planda da söz konusudur (İbarrola, 1969: 84).
Zeynel, romandaki bireysel yapıyı az da olsa zorlayan kişidir. İçinden taş çı-
kan pilavı döküp, ağaya, ırgatbaşına sövüp sayması, haksızlığa karşı bir isyandır.
Küfürlerine “günah” diyen ihtiyara “günde yirmi saat çalış, sonra da dişinden ol
(...) ekmeğin hasını, yemeğin etlisini yerler” şeklindeki cevabı “biz-onlar” ikiliğini
ortaya koyar. Çalışıp üreten “biz”dir, yiyip tüketen “onlar”dır. Edebiyatın söylemi
ile ideolojinin söyleminin farklı olduğunu ve yazarın buna dikkat gösterdiğini dü-
şünebiliriz. Asım Bezirci, “Zeynel’in kavgası bireysel”dir (Bezirci, 1984: 142) der.
Evet, öyle görünmektedir ama bize göre, romanda sınıfsal tepkinin en net hâli
Zeynel’in davranışlarından yansımaktadır. Orhan Kemal, romanlarındaki tecrü-
beli ve vasıflı işçileri daha bilgili, daha onurlu gösterir. Patoz ustaları da böyledir-
ler. Hem Irgatbaşı’nın kışkırtmaları sonucunda işinden kovulan patoz ustası, hem
de onun yerine gelen usta, “işçi sınıfı”nın varlığını hatırlatan ifadeler kullanırlar.
Patoz ustası, işçilerle değil, Irgatbaşı’yla yer içer. Hiçbir zaman Irgatbaşı’nın işçiler
aleyhine konuşmalarını desteklemez ama işçilerle beraber de hareket etmez. Elbet-
te onun işçileri egemen güç (ağa, ırgatbaşı, onların yardımcıları) karşısında haklı
bulması önemlidir. Hele Irgatbaşı’na “Emekçiyim ben, köle değil.” demesi, top-
lumsal yapıdaki temel zıtlığı kavradığını gösterir. Bereketli Topraklar Üzerinde’de
kadın işçiler de vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün: Fabrikada çalışan-
lar, tarlada çalışanlar; işçi erkeklerin yanlarında varlığını sürdüren ancak işçi olup
olmadıkları belli olmayanlar. Aksiyonda yer alsın almasın, romanda geçen bütün
kadınlar, gayrimeşru ilişki içine girerler. Neden böyle? Tahir Alangu’nun bu ko-
nuda vardığı hüküm, analize muhtaçtır: “Orhan Kemal’in hikâyelerinde ise güçlü,
çalışkan, evine, erkeğine bağlı, ailenin temelidirler. Erkeklerini felaket günlerinde
yalnız bırakmaz, ekmeklerini kazanmakta ona yardımcı olurlar. Bunların en güzel
örneği Cemile’deki kadın tipidir (Alangu, 1965: 381). Alangu bunları yayımladı-
ğında Orhan Kemal romanlarının yarısından fazlası yayımlanmıştı. Alangu’nun
bu romanları hesaba katmaması şaşırtıcı. Kadınların roman ve hikâyelerdeki ko-
numu hakkında bir genellemeye gidiyor eleştirmen. Halbuki bu romanda olduğu
gibi birçok romanda geçen kadınlar, Alangu’nun belirlediği özellikleri taşımazlar.
Örnek gösterilen Cemile, Orhan Kemal’in otobiyografik karakterli bir romanıdır.
Cemile’nin Nuriye Öğütçü Hanım olduğu bilinmektedir ve söz konusu özelliklere
sahip olduğu da doğrudur.
Memet, adresini alıp geldiği Gafur Emmisinden yardım göremeyince, Hamal Veli
sayesinde, yığınla Anadolulu ırgatın barındığı bir handa kalır. İstanbul’a gelenleri
çarpan, sömüren sadece iş çevreleri değildir. Birbirleriyle sosyal ekonomik seviyeyi
paylaşan, aynı amaçlarla İstanbul’da bulunanlar da birbirlerini sömürürler. İflahsı-
zın Memet, kaldığı handa bu tür dalaverelere şahit olduğu gibi, yurtlarından, yuva-
larından kopan insanların nasıl cinsel sapmalara düştüklerini de görür. Bir müddet
babası Yusuf gibi, kendini kuşatan çıkarcı ilişkilerle, ekonomik sömürülerle, sosyo
kültürel aşağılamalarla uyum sağlamaya çalışır. Fakat kendi iç dünyasındaki umu-
du, direnci kaybetmez. Çalıştığı işten kaytarmaz, ama bu arada ırgatlığın geçiciliği-
ni, yetmezliğini fark eder ve duvarcı ustalığını düşünür ve öğrenir.
Diğer ırgatlar sadece karınlarını doyurmaya yarayan bir çalışma dünyasında
umutlarını kaybedip kumar, cinsel sapma, dedikodu yoluyla yozlaşırken; Memet,
bir taraftan emeğinin değerini anlar; bir taraftan da köyünden aldığı dinsel ve ge-
leneksel hazır kalıp bilgileri sorgulamaya başlar. Mesela artık dini, köyündeki ima-
mın anlattığı gibi algılamaz. Allah bazı insanları efendi, bazı insanları kul olarak
yaratmamıştır. Memet’in Kadıköy civarındaki bir inşaatta duvarcılığı öğrenmeye
başlamasından sonraki hayatında hep dikey bir gelişme görülür. İnşaata komşu olan
köşkün hizmetçisi Ayşe ile tanışır. Ayşe, yoksul bir aileden gelen karakterli bir kız-
dır. Üçkağıtçı, yağcı ve iki yüzlü Gafur’a yüz vermemesi, komşu hizmetçinin paralı
erkeklerle beraber olmasını bir ahlaksızlık olarak görmesi, hep kocasıyla fabrikada
çalışan Hatça ablası gibi bir hayat düşlemesi, onun hangi sosyal sınıfa ait olduğunun
bilincinde olduğunu gösterir. Memet’le Ayşe, sınıf atlama tutkuları içinde insani öz-
lerini yabancılaştıran bir uzlaşma sürecine girmezler. Bu sırada Menderes iktidarı
yeni bir politik organizasyona gitmekte, Vatan Cephesi adıyla mahallelere kadar va-
ran bir dernekleşmeye gitmektedir. Memet’le Ayşe’nin patronu Hüseyin Korkmaz,
parti büyüklerinin güvenini kazanmak için çevresindekileri bu cepheye kaydetmek
ister. Memet ve karısı Ayşe buna yanaşmazlar. İflahsızın Yusuf, kapılanacağı iyi bir
efendi bulduğu için Memet’i Hüseyin Korkmaz’a kötüler. Böylece Memet’in yerine
komisyoncu dükkânında çalışmaya başlar. Memet ve karısı, bu iki yüzlü, çıkar iliş-
kilerine dayalı ahlâksız ilişkiler ağı içinde kendilerine yer olmadığını anlarlar. Bu
düzenle uyuşmak yerine Ayşe’nin Hatça Ablam dediği işçi karı kocanın Zeytinbur-
nu’ndaki gecekondularına yerleşirler. Zaten Memet’in Vatan Cephesi’ne girmeme-
sinde bu çiftin tesiri de vardır. Gecekondu, Hatça ve kocasının hayatı çevresinde
mutlu, onurlu ve güvenli bir mekân olarak ortaya çıkar. Bu yüzden Ayşe ve Memet,
taksitle bir arsa alırlar. Gündüzleri fabrikaya giden karı koca, geceleri gecekondu-
larını yapmaya başlarlar. Memet, bu aşamada Anadolu’dan gelen yoksul insanların
ve onları yöneten siyasi organların başka bir yüzünü görür. İnsanlar yarı aç yarı
susuz, çamur içinde ördükleri duvarların yıkılmaması için yeşil elbiseli görevlilere
para vermektedirler. Memet ile Ayşe de verirler ve bu verdiklerinin “rüşvet” olduğu-
nu gecekonduda “komünist” diye bilinen öğretmenden öğrenirler. Gecekondudaki
halkın çoğu öğretmenin asiliğinden, devlet görevlilerine karşı çıkmasından rahat-
sızdırlar. Memet ve karısı ise öğretmenin dürüst, akıllı ve insanî yönünü görürler.
Vakanın İflahsızın Memet’in kendi sınıfını bulmasıyla sona ermesi, elbette ideolojik
bir hedeftir. Dönemin sosyopolitik yapısını yansıtan, gecekondulaşma sürecini gös-
teren, köylülükten ve iş birlikçilikten işçi olmaya uzanan çizgisiyle Gurbet Kuşları,
çok farklı bir yere oturur. Gurbet Kuşları’ndaki İflahsızın Memet’i olumlu bir tip
oluşunu bilerek tasarladığını söyleyen Orhan Kemal, aslında romandaki olumlu ki-
şinin yazarın kendisi olduğu, yani dünya görüşü olduğu görüşündedir. Böyle olunca
İflahsızın Memet, yazarın dünya görüşünün, gelecek anlayışının bir temsilcisidir.
42 Çağdaş Türk Romanı
Yazar Oğuz Atay, Selim Işık, Turgut Özben ve Süleyman Kargı’nın iç içe giren
öyküsünde neyi göstermeye çalışmaktadır? Şehirli aydının köksüz ve retorik ha-
yatını mı? Bütünüyle modern şehir hayatının isteklerinin, bağımlılıklarının, dav-
ranışlarının, kısaca düşünme ve yaşama biçiminin boşluğunu mu? İdeolojilerin
getirip bıraktığı karanlık eşikleri mi? Ya da bütün bunlar içerisinde yaşayan bir
aydının eninde sonunda düşeceği bunalım ve kaçışı mı? Galiba Tutunamayanlar’da
bunların hepsi gösterilmeye çalışılmıştır. Romanı kaplayan kara mizah, bunalımın
ağırlığından kaynaklanmaktadır. Selim Işık’ın hazırladığı sosyalist yönetmelik, ne
Lenin’in uygulamalarından ne de kendi yaşadığı pratiklerden çıkar: Dinsel ve ar-
kaik metinlere benzer. Bu yönüyle ideolojik tasarımlar köksüz ve retoriktir. Yazar,
Selim’e bunu hazırlatarak, aydın retoriğini eleştirir ve onunla ince ince alay eder.
Şehirli hayatında, çocukluktan üniversiteye kadarki eğitim, devlet ile halk ilişkile-
rini biçimlendiren bürokrasi, sosyal bağların temeli olan aile ve evlilikler, insanla-
rın amaçları ve istekleri hep çelişkiler ve tutarsızlıklarla doludur. Bu hayatın bilgisi,
aşkı, parası, dostlukları, çelişkileri fark eden insanı huzurlu kılmaya yetmez. Alem-
dar Yalçın, Tutunamayanlar’da asıl verilmek istenenin, Turgut Özben şahsında bir
tutunamayan olmadığını söyler. Ona göre romanda tam tersine, kendisiyle barışık,
eksikliklerini, açmazlarını çok iyi anlamış gerçek bir aydının içtenlikle yaptığı öz
eleştiri; toplumsal, kültürel ve sosyal çelişkilerin ortaya konuluşu vardır (Yalçın,
2003: 493). Romandaki eleştirel tutum dikkatli okunduğunda bu çıkarsamayı pay-
laşmamak mümkün değil. Fakat çelişkilerini, açmazlarını görmüş ve toplumsal ve
kültürel çelişkileri fark etmiş Turgut Özben ve Selim Işık’ın yine de “tutundukları-
nı” ve bunalımdan çıktıklarını gösteren bir işaret yoktur. Selim’in bir kurban oldu-
ğunu düşünsek bile, ortada kaybolan bir Turgut vardır. Turgut Özben’in Olric adlı
kurgusal kişiyle (ikinci ben’i de diyebiliriz) konuşması; içinde yaşadığı dünyadan
uzaklaştığını düşündükçe Olric’e yaklaşması; Turgut’un bir dönüşüm geçirdiğini
gösterir. Olric’le yaptığı simgesel yolculuk, kendi içine doğru yaptığı yolculuktur.
Sanki Olric’le bir şeyi fark etmiştir ve bunu içinde yaşadığı burjuva toplumuyla
paylaşması imkânsızdır. Bu yanıyla düşünüldüğünde intihar eden Selim, burjuva
çıkmazında intihar eden Turgut’un nihilizmi; hayatını sonsuz bir yolculuğa çeviren
Turgut, Turgut’un metafiziğidir. Bu da “toplumsal belirlemeler dışında soyut bir
insan kavramını öne sürmek” (Belge, 1994:191) biçiminde düşünülebilir.
Emre Taran’ın edebiyat, siyaset ve toplumsal hayat içinde durduğu yerle Selim
İleri’nin durduğu yer birbirine çok benzemektedir. Emre Taran’ı bireysel olmakla
suçlayan şair Atilla gibi toplumcuları, büyük ihtimalle Selim İleri de tanır. Sanı-
yorum Emre Taran da “Okurum ve ben öyle yalnızız ki” (İleri, 1986) diyen Selim
İleri’yi iyi tanıyordur; çünkü o da yazarı gibi, özgür bir ortamda her şeyin var ola-
bileceğini ve tartışılabileceğini düşünür. Fakat sanat ve düşünsel çevresi, durmadan
Emre’ye yüklenerek onun kendi olmasına izin vermemekte; “ben zavallı, yalnız bir
adamım; benden ne istiyorsunuz” dedirtecek kadar baskı kurmaktadır. Emre, ha-
yatındaki biten şeylerden büyük ıstırap duyar. Zayıflasa da yaralansa da aşklar ve
dostluklar bitmemelidir. Anılarından, yani yaşadığı güvenli ve seçkin ortamdan
ayrılmak istemeyen bilinç altıdır bu aslında. Emre Taran solcudur solcu olmasına
ama, naif, kibar ve hüzünlü anılarından kurtulamadığı için, ideolojilerin şiddetini
ilkel kan davaları gibi görmekten kendini alamaz. Selim İleri, bir romancının iç
dünyasını görünür kılarak, birçok romanında olduğu gibi bireyin problem dün-
yasına eğilir. Bu yalnız kişilerin mutsuzluğu, doğal olarak toplumsal göstergeler
taşırlar ama bu romanlarda asıl problem, hiçbir zaman kendi bireyselliğinden kur-
tulan sosyal aydın problemi değildir. Ahmet Oktay, bir taraftan, İleri’nin ekonomik
ve sınıfsal düzeyi ciddiye almadığını söyler; diğer taraftan onun, popüler romancı
kimliğine bürünerek enikonu siyasal romanlar yazdığını ileri sürer (Oktay, 1986).
nı geriye dönüşlerle genişleyerek ideolojik arka planı içine alır. Evin sahibi Maraşlı
Ali, “Ecevitçi”dir. Oya, Ali’nin yiğeni Mustafa’nın arkadaşıdır ve bu iki genç de dev-
rimcidirler. Yine Ali’nin akrabası olan Avukat Hüseyin de eski bir İşçi Partilidir.
Gözaltına alınanlar emniyete götürüldükten sonra başka bir görüntü devreye girer.
Bu gözaltına alanların toplantısıdır. Emniyet müdürü Zekai Bey, fabrika müdürü
olan emekli albay Muzaffer’in evindeki briç partisinden ayrılarak sorgulama için
emniyete gider. Sorgulama ve işkenceler gece boyu devam eder. Emniyet Müdürü
Zekai, Emekli Albay ve sanayici Muzaffer, Polis Abdullah, ilerici devrimci insanları
ve bu bilinci yok etmekte birleşmiş kapitalizmin ve faşizmin; Oya ve Mustafa dev-
rimci gençlerin; Zekeriya, ispiyoncu iş birlikçilerin; Avukat Hüseyin, kişisel çıkar-
larının güdümünde savundukları ideolojilerden vazgeçebilen oportünistlerin; Ali,
dürüst, namuslu ve doğal işçi sınıfının göstergeleridirler. Gözaltına alınan kişiler
içinde işkenceye maruz kalanlar iki devrimci ve Ali’dir. Diğerleri bir şekilde düzen-
le uzlaşma ve veya düzene yanaşma yolunu bulurlar. Oya, daha önce de komünizm
propagandası yapmaktan hapiste yatmış, iki çocuklu bir yazardır. Mustafa da aynı
sebeplerle içerde kalmış bir öğretmendir. Ali ise işçidir.
“Sevgi Soysal, biri iç biri dış iki tür çatışmayı ana tema olarak seçmiş. Dış ça-
tışma, devrimcilerle, egemen güçler arasındaki çatışmadır. İç çatışma ise romanın
ana kişileri Oya ile Mustafa’nın, küçük burjuva kimlikleriyle devrimci kimlikle-
ri arasında yaşadıkları bunalımdan kaynaklanır” (Moran, 1994: 20). Romandaki
dış çatışma, devrimci hayatın ve edebiyatın doğal yansımasıdır. Oysa iç çatışmayı,
sorgulamayı harekete geçiren 12 Mart tutuklamaları ve işkencelerdir. Sosyalist eği-
limler için 12 Mart bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Daha önce yanlarında hissede-
bilecekleri bütün güçler, ezen gücün yanında yer alıvermiştir. Yenilmelerinin açık
sebebi budur. Fakat bu yenilginin derindeki sebebi, işçi olamamış küçük burjuva-
dır. Oya ile Mustafa, sorgulama ve işkence gecesinde, geriye dönüşlerinde hep kü-
çük burjuva alışkanlıklarına, davranışlarına takılıp kalırlar. Ali’yi tasvir edişindeki
güvenli ve sevimli bakış fark edilirse anlatıcının da problemi, işçi ol(a)mamakla
ilintili gördüğü düşünülebilir. Romanda üzerinde özellikle durulduğu anlaşılan bir
şey de, içkence ve cinsellik ilişkisidir. Egemen güçler, özellikle kadın devrimcilere
işkence ederken onların cinselliğine de saldırmaktadırlar. Çünkü bu güçlerin ahla-
kı, temelde cinselliği bir acı çektirme ve intikam alma olarak algılamaktadır.
Özet
“Toplumcu Gerçekçilik”, “Toplumcu Gerçekçi bakış açısı, romanlarda ortak bir şema da oluş-
1 Edebiyat”, “Toplumcu Gerçekçi Roman” turur. Örneğin; köyde yoksullar, zenginlerden
kavramlarının birbiriyle ilişkisini açıklayabilmek daha çoktur. Köylüler, pozitivist ahlaktan çok
Toplumcu Gerçekçi Roman kavramı, sosyal geleneksel ahlâka bağlıdır. Köylerde imamlar,
problemlere eğilen, toplum gerçekliklerini şeyhler, ağalar da vardır. Köylü hem topraksızdır
romanın tematik alanı hâline getiren bütün hem de toprağını verimli kullanacak araçlardan
Türk romanını kapsamaz. Bu edebî adlandır- yoksundur. Köydeki yapıyı feodal bir yapı olarak
ma, düşünsel ve siyasal tabanında Marksizm algılayan bu yaklaşım, köylünün ahlakını da feo-
ve Sosyalizm bulunan roman için kullanılır. dal bir ahlak olarak değerlendirir. Buna göre din,
Türkiye’de sosyalist düşünce, esas olarak İkinci gelenekler, üretim ilişkileri, “ağalar” üzerinden
Meşrutiyet Dönemi’nde görülür. Genel kayıtlara feodal yapıyı beslemektedir. Fakat aynı ideolojik
göre Türkiye’de sosyalist düşüncenin ilk yazarı, arka plandan gelen Kemal Tahir, köylülüğün du-
1910’da çıkardığı İştirak adlı gazeteden dolayı rağan ve değişmeyen bir yapı olmadığını, onu,
İştirakçi Hilmi olarak bilinen Hüseyin Hilmi’dir. farklı açılardan ele almak gerektiğini ileri sürer.
Türk romanında toplumcu gerçekçiliğin ilk
yansımaları, işçi hayatlarının anlatılmasıyla Toplumcu Gerçekçi Roman’ın ilk örneklerini ve
1930’larda başlar. 3 bu eserlerin kendilerinden sonra gelen eserleri
yapı ve içerik bakımından nasıl etkilediklerini
Toplumcu Gerçekçi Edebiyat’ın Türkiye dışındaki açıklayabilmek
2 edebî ve düşünsel kaynaklarını, Türk edebiyatında 1950’lerle birlikte Marksist ve sosyalist düşünsel
“Toplumcu Geçekçilik” akımının sosyal ve siyasal tabana bağlı olan aydınların oluşturduğu, “ro-
arka planı hakkında değerlendirme yapabilmek manda aydın bunalımı” şeklinde adlandırılabile-
Bazı yazarlar, eserlerinde ikinci planda da olsa cek Toplumcu Gerçekçi Roman’ın farklı bir kolu
sınıf çatışmalarına yer verirler. Reşat Enis, “oku- da vardır. Bu bunaltıların zihinsel ve kuramsal
muş bir tornacı”ya Marksist yorumlar yaptırır. arka planında, özellikle Nietszche, Camus ve
Maden işçilerinin hayatını anlatan Reşat Enis, Sartre’ı bulmak mümkündür. İkinci Dünya Sa-
Afrodit Buhurdanında Bir Kadın’da (1938) ma- vaşını, sosyalist ve kapitalist dünya arasındaki
den işçileriyle sanayi işçilerini, “sömürülenler” soğuk savaşı, Türkiye özelinde darbelerle gelen
olarak gösterir. Fakat Türk edebiyatında genel baskı ve hapishaneleri de bunaltıyı besleyen bir
olarak Marksizm merkezinden yayılan ideolojik siyasal arka plan olarak görmek gerekir. Bu bağ-
yapıyı kuran kişi Nâzım Hikmet’tir. O, Türkiye’de lamda Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Sevgi Soysal,
sınıfların çatışmasına dayanan bir gelenek olma- Adalet Ağaoğlu, Selim İleri gibi romancıların
dığı halde, belki de ilk olarak emek, yoksulluk, adları anılabilir.
sömürülme gibi temaları işlemeye başlar. Nâzım
Hikmet’in getirdiği bu içerik sadece Cumhuri-
yet Dönemi’ndeki şiiri değil bütün edebiyatı et-
kiler. Sabahattin Âli, Orhan Kemal, Kemal Tahir
gibi romancılar Nâzım’ın açtığı yolda devam
ederler. Özellikle Kemal Tahir ve Orhan Kemal
gibi toplumcu gerçekçi romanın ustaları sayılan
isimlerin hayatında Nâzım Hikmet’le kurdukla-
rı ilişki ve bir eğitim mekânı hâline getirdikleri
hapishane oldukça önemlidir. Köy enstitülerin-
den yetişen romancıların tamamı ya doğrudan
veya hümanizm ve halkçılık üzerinden sosya-
listtirler. Köye ve köylüye bakışlarını, toplumcu
gerçekçilik belirler. Ortak ideolojik arka plan ve
50 Çağdaş Türk Romanı
Kendimizi Sınayalım
1. “Toplumcu gerçekçi roman” kavramı aşağıdakiler- 6. Toplumcu Gerçekçi Roman kategorisinde yer alan
den hangisini içermez? romanların tamamı aşağıdakilerden hangisinde birlikte
a. Düşünsel ve siyasal kaynağı Maksizm ve Sosya- verilmiştir?
lizm olan yazarları a. Ekilmiş Topraklar, Sağır Dere, İnce Memed,
b. Köy romanlarını Yalnızız
c. Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal gibi b. Teneke, Irazcanın Dirliği, Sahnenin Dışındaki-
romancıları ler, Kanlı Derenin Kurtları
d. Sosyal hayatın emek ve sermaye ilişkisine bağlı c. Cemo, Yılanların Öcü, Yılanı Öldürseler, Bere-
olarak kurulduğu görüşünü ketli Topraklar Üzerinde
e. Toplum sorunlarını ele alan bütün romanları d. Gurbet Kuşları, Yaralısın, Yağmuru Beklerken,
Issızlığın Ortasında
2. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de orta çıkan e. Kaplumbağalar, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksa-
“Toplumcu Gerçekçi Roman”ın edebî ve kuramsal kay- na, Kuyucaklı Yusuf, Firavun İmanı
nak olarak kabul edilemez?
a. Nazım Hikmet 7. Toplumcu gerçekçi romana ilişkin en kapsamlı
b. Maksim Gorki doğruyu içeren ifade aşağıdakilerden hangisidir?
c. George Lukas a. Toplumcu gerçekçi roman, sosyalist roman ola-
d. Yakup Kadri Karaosmanoğlu rak da anılmaktadır.
e. Sovyet Sosyalist Yazarlar Kurulatayı b. Köy romanı, toplumcu gerçekçi romandır.
c. Düşünsel ve siyasal kaynak olarak bakıldığında
3. Aşağıdakilerden hangisi 1950-1980 yılları arasın- toplumcu gerçekçi roman, köy romanı, işçi ro-
da roman yazan toplumcu gerçekçi bir romancı olarak manı ve aydın romanı da kapsar.
sayılmaz? d. Toplumcu gerçekçi roman Tanzimat’tan beri
a. Kemal Tahir devam eden sosyal romanın başka bir adıdır.
b. Tarık Buğra e. Toplumcu gerçekçi roman Sadri Ertem’in Saba-
c. Yaşar Kemal hattin Âli’nin romanlarıyla başlamıştır.
d. Talip Apaydın
e. Fakir Baykurt 8. Aşağıdakilerden hangisi Toplumcu Gerçekçi Ro-
manın en belirgin temaları arasında sayılmaz?
4. Aşağıda verilen romancı-roman eşleştirmelerinden a. İşçilerin hayatları
hangisi yanlıştır? b. Geleneklerin ve inançların kaybı
a. Orhan Kemal: Teneke c. Üretenler ve sermaye sahipleri
b. Kemal Tahir: Köyün Kanburu d. Hapishaneler ve darbeler
c. Sevgi Soysal: Şafak e. Köylüler ve hayatları
d. Fakir Bayurt: Yılanların Öcü
e. Talip Apaydın: Sarı Traktör 9. Aşağıdakilerden hangisi Toplumcu Gerçekçi aydın
romanının etkilendiği yazarlardan biri değildir?
5. Toplumcu gerçekçi romanın belirli ölçülerde yas- a. Karl Marx
landığı ilke Atatürk ilkelerinden hangisidir? b. Jean Paul Sartre
a. Laiklik c. Albert Camus
b. Milliyetçilik d. Henri Bergson
c. Halkçılık e. Frederic Nietszche
d. Cumhuriyetçilik
e. Devletçilk 10. Köyden şehre gelen işçileri ve hayatlarını en çok
işleyen romancı aşağıdakilerden hangisidir?
a. Sadri Ertem
b. Fakir Baykurt
c. Latife Tekin
d. Yaşar Kemal
e. Orhan Kemal
2. Ünite - Toplumcu Gerçekçi Roman ve Gelişimi 51
Sıra Sizde 4
1960’lardan 2000’e kadar kentli aydın bunalımlarını
yansıtan roman sayısı oldukça fazladır. Birkaç örnek
vermek gerekirse: Yusuf Atılgan, Aylak Adam; Oğuz
Atay, Tutunamayanlar; Erdal Öz, Yaralısın; Adalet
Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak; Mehmet Eroğlu, Issızlığın
Ortasında; Selim İleri, Bir Akşam Alacası; Sevgi Soy-
sal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti; Vedat Türkali, Bir Gün
Tek Başına.
52 Çağdaş Türk Romanı
Yararlanılan Kaynaklar
Alangu, Tahir. (1965). Cumhuriyetten Sonra Hikâye Naci Fethi. (1990). 100 Soruda Türkiye’de Roman ve
ve Roman 1. İstanbul. Toplumsal Değişme 2. Baskı. İstanbul: Gerçek Ya-
Atay, Oğuz. (1998). Tutunamayanlar. İstanbul: İleti- yınevi.
şim Yayınları. Oktay, Ahmet. (2008). Toplumcu Gerçekçiliğin Kay-
Atılgan, Yusuf. (1974). Aylak Adam. İstanbul: Bilgi Ya- nakları/ Sosyalist Realizm Üstüne Eleştirel Bir
yınevi. Çalışma. 4. Baskı. İstanbul: İthaki Yayınları.
Baydar, Mustafa. (1960). Edebiyatçılarımız Ne Diyor- Oktay, Ahmet. (1986). “Selim İleri İle Söyleşi Hayal ve
lar. İstanbul. Istırap’ın Çevresinde”, Hürriyet Gösteri, Şubat. İs-
Baykurt, Fakir. (1981). Tırpan. 10.Baskı, İstanbul: tanbul.
Remzi Kitabevi. Oktay, Ahmet. (1993). Cumhuriyet Dönemi Edebiya-
Baykurt, Fakir. (1959). Yılanların Öcü. İstanbul: Yük- tı (1923-1950). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
selen Matbaası. Öz, Erdal. (1975). Yeni Ortam Gazetesi. 1 Kasım, İs-
Belge, Murat. (1994). Edebiyat Üstüne Yazılar. İstan- tanbul.
bul: Yapı Kredi Yayınları. Öz, Erdal. (1996). Yaralısın. İstanbul: Can Yayınları.
Berkes, Niyazi. (1975). Türk Düşününde Batı Sorunu. Soysal, Sevgi. (1985). Şafak. İstanbul: Bilgi Yayınevi.
İstanbul: Bilgi Yayınları. Tahir, Kemal vd.(1960). Beş Romancı Tartışıyor. İs-
Bezirci, Asım. (1984). Orhan Kemal. İstanbul: Tekin tanbul: Düşün Yayınevi.
Yayınevi. Tahir, Kemal. (2000). Köyün Kamburu. İstanbul: İtha-
Eroğlu, Mehmet. (2000). Issızlığın Ortasında. İstan- ki Yayınları.
bul: Everest Yayınları. Tatarlı, İ., Mollof R. (1969). Hüseyin Rahmi’den Fakir
Işın, Ekrem. (1982). Tan Gazetesi Roman Seçkisi. Ey- Baykurt’a Marksist Açıdan Türk Romanı. İstan-
lül. İstanbul. bul: Habora Kitaplığı.
İbarrola. (1969). Marksist Açıdan Ekonomi Politik Tekin, Yusuf. (2002). “Türkiye’de İlk Sosyalist Hareket
Yabancılaşma ve Hümanizm (Çeviren: Kenan So- İştirak Çevresinin Sosyalizm Anlayışı Üzerine Bir
mer). İstanbul: Ser. Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bil-
İleri, Selim. (1986). “Selim İleri İle Söyleşi, Hayal ve giler Fakültesi Dergisi, 57 (4), Ankara.
Istırap’ın Çevresinde”, Hürriyet Gösteri. Şubat, İs- Yalçın, Alemdar. (2003). Siyasal ve Sosyal Değişmeler
tanbul. Açısından Cumhuriyet Dönemi Çağdaş Türk Ro-
İleri, Selim. (1998). Bir Akşam Alacası. İstanbul: Oğ- manı. Ankara: Akçağ Yayınları.
lak Yayınları.
Kemal, Orhan. (1974). Türkiye Defteri Orhan Kemal
Özel Sayısı. 10, Ağustos, İstanbul.
Kemal, Orhan. (1969). “Nasıl Yazıyorum”, Varlık. 15
Mart, İstanbul.
Kemal, Orhan. (1995). Gurbet Kuşları. İstanbul: Tekin
Yayınevi.
Kemal, Orhan. (1996). Bereketli Topraklar Üzerinde.
İstanbul: Can Yayınları.
Kemal, Yaşar. (2004). Teneke. İstanbul: Yapı Kredi Ya-
yınları.
Kaplan, Ramazan. (1997). Cumhuriyet Dönemi
Türk Romanında Köy. 3. Baskı, Ankara: Akçağ
Yayınları.
Makal, Mahmut. (1991). Bizim Köy. İstanbul: Çağdaş
Yayınları.
Moran, Berna. (1994). Türk Romanına Eleştirel Bir
Bakış 2. 3.Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.