You are on page 1of 14

MODERN EDEBî TÜRLER-1

DENEME
A. MODERNİTE ve MODERN EDEBİYAT
• Modernite, Avrupa tarihinde yaşanan ve daha sonra dünya tarihini etkisi altına alan
birtakım iktisadi, teknolojik, teolojik, siyasi, toplumsal ve -belki de en önemlisi-
epistemolojik kırılmaların yaşanmasıyla tezahür eden ve son kertede insan bilincinde
yaşanan derinlikli dönüşümün temsili olan bir sürece işaret eder. Böylesine çok yönlü
bir tarihsel olguyu tek birtanıma indirgemek elbette doğası gereği imkânsızdır. Bu
sebeple belirli bir kalıp yargı üreten indirgemeci moderlik tanımlarına başvurmaktansa
genel itibariyle söz konusu hadiseyi bir süreç olarak değerlendirmek ve modernliği
farklı cepheleriyle birlikte ele almak, onu anlamlandırma açısından daha yararlı
olacaktır. Nitekim burada esas itibariyle odaklanacağımız husus olan modern edebiyat
da modernlikle ilişkili olan sahalarda yaşanan gelişmelerin neredeyse her birinden
nasibini almıştır. Tabii bu tarihsel çerçeve içerisinde edebiyat, bir taraftan modern
durumun etkisi altında dönüşürken bir taraftan da modernliğe müdahil olan, onun
gelişim seyrini belirleyen faktörlerden biri hâline gelmiştir.
• Avrupa’da modernliğin doğuşunda belirleyici olan çok sayıda ve farklı alanlardaki
gelişmelerin bazılarına temas edecek olursak; 15. asırda matbaanın icadı insanın
bilgi ile olan ilişkisinde köklü bir değişime yol açmanın yanı sıra yeni bir
toplumsal/kamusal alanın inşasına öncülük etmiş, 16. asırla birlikte Kopernik’in
astronomi çalışmaları o güne kadarki evren tasavvurunu tersyüz etmiş, yine bu
asırda ortaya çıkan teolojik tartışmalar ve mezheplerle birlikte Katolik Kilisesi’nin
hâkimiyet alanında dağılmalar yaşanmış, yeni din yorumlarıyla dünyevileşmenin
zemini güçlendirilmiş, 17. asırda R. Descartes, J. Locke ve B. Spinoza gibi
filozofların düşünce tarihinde yarattıkları sarsıntı ile yeni bir epistemoloji
kurulmuştu. Bununla beraber bir taraftan da feodalizm yerini kapitalizme bırakıyor,
deniz yoluyla coğrafi keşifler ve sömürgecilik faaliyetleri var olan dünya düzeni
üzerinde yeni bir emperyalist hegemonyanın inşasını hızlandırıyor, bilim ve
teknolojide yaşanan gelişmeler sonucu endüstri devrimi baş göstererek tarihin
akışını başka bir istikamete sevk ediyor, kentleşme ile yeni toplumsal sınıflar
türüyordu.
• Merkezîleşen yönetim biçimleri ve uluslaşma/ulus-devletleşme süreçleri ise
modernitenin hem sonucu hem de taşıyıcısı olarak siyasal düzenleri tanzim
ediyordu. Netice itibariyle ampirizm ve rasyonalizmin yükselişi dünyevileşme ile
beraber, insanın yeryüzündeki kendi durumuna dair bilincini yeniden
tasarlamasını beraberinde getirmiş ve modern durum 18. asır itibariyle kitlesel
olarak tecrübe edilir düzeye erişmişti.
• Yaşanan tüm bu gelişmelerle birlikte insan bilincindeki zaman ve mekân tasavvuru da radikal bir dönüşüme uğradı.
Parçalı ve matematiksel bir zaman anlayışı kuşanan modern insan geçmiş, şimdi ve gelecek arasında keskin sınır
hatları çizerken, yukarıda bahsedilen çeşitli gelişmeler sonucu bir mekân devrimi de yaşandı. Netice itibariyle görme
biçimi değişen insan, artık dünyayı başka bir gözle kavrıyordu. Başka bir gözle kavranan dünyanın da başka bir
biçimle, başka bir dille anlatılması kaçınılmazdı. Modernite öncesi klasik edebiyatların görme biçimleri olan edebî
türlerin, yeni insan ve yeni hayatı anlama ve anlatmada yetersiz kaldığı sanat ve edebiyat dünyasında gittikçe
yaygınlaşan bir kanaat hâlini alıyordu. Çağının tanığı ve zamanının evladı olarak yazarın, kendini bu atmosferden ve
tarihsel akıştan soyutlaması pek kolay değildi. Ayrıca modern kent hayatı da kendi sanatını yavaş yavaş inşa etmeye
girişecekti. Tam da bu noktada edebiyat tarihi hem yeni türlerin (roman, öykü, deneme vb.) doğuşuna, hem de var
olan türlerin (şiir, tiyatro vb.) dönüşümüne, yani modern görme biçimlerine ayak uydurma serüvenlerine şahitlik
edecekti.
• 19. asır, Osmanlı Devleti’nin o günü itibariyle içinde bulunduğu durumun hayra alamet olmadığı, 17. asrın sonlarından
beri süregelen hadiselerin bazı köklü reformları kaçınılmaz kıldığı vb. görüşlerin artık daha yüksek sesle ve gerek
idari gerek entelektüel alanda dile getirildiği bir kesit olacaktır. Avrupalı devletler karşısında alınan yenilgileri ve
onların kaydettiği ilerlemeleri göz önüne alan Osmanlılar, buralarda yaşanan gelişmeleri dikkatle takip etmeye ve
gelinen durumu incelemeye koyuldu. Bu bağlamda 18. asırdan itibaren Devlet-i Aliyye’nin içine düştüğü çıkmazdan
kurtulma adına birtakım reform girişimlerinde bulunuldu. Sonraları sosyal bilimler literatüründe “Türk modernleşmesi”,
“Batılılaşma”, “medeniyet değişimi” vb. adlarla anılacak olan süreç en genel hatlarıyla böyle bir bağlam içerisinde
ortaya çıkmaya başladı. İlk başlarda idare, askeriye ve eğitim alanlarında devlet eliyle başlatılan, yaygın kanaate göre
Tanzimat Fermanı olarak anılan girişimle önemli bir dönemeci atlatan reform süreci sonraları sanat ve edebiyat
camiasında da yankılarını bulmuş; 19. asrın ikinci yarısı itibariyle yoğunluk kazanacak, gittikçe sistemleşecek bir
modernizasyon süreci böylece başlamıştır.
• Türk edebiyatındaki ilk modernler yeni (modern) bir edebiyat inşa etmek için yola koyulurken
Osmanlı edebiyat geleneğini yoğun eleştirilere tâbi tutmuş, hâlihazırdaki edebiyatın gelinen
noktada yetersiz kaldığını ve toplumsal açıdan bakıldığında faydadan çok zarara sebep
olduğunu dile getirmişlerdir. En bilinen ve yaygın etkiye sahip olanlardan birini zikredecek
olursak Namık Kemal, “Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı Şamildir” başlıklı
manifestosunda hem edebiyatın en başta bir dil meselesi olduğunu hem de bir dilin gelişmesinin
o dildeki edebiyata bağlı olduğunu dile getirmiş, bunun ötesinde düşünsel ve toplumsal
ilerlemenin dile bağlı olduğunu beyan etmiş ve sonrasında Osmanlı ediplerini sert bir şekilde
eleştirmiştir. Ona göre Osmanlı edipleri genel okur kitlesinin ve halkın anlamadığı yapay bir dille
yazmaktaydı. Bu dile Türkçe bile demek zordu. Namık Kemal ayrıca Osmanlı edebiyat birikimini
çağın gerektirdiği gerçekçi bakış açısından yoksun ve ahlaki açıdan zaafiyet sahibi olmakla
suçladı. Nitekim edebiyat ona göre toplumsal ilerlemeyi ve milli birliği sağlama noktasında en
önemli aygıttı.
• Netice itibariyle bir toplumun bilimde, sanatta, düşüncede ilerlemesinin ancak
kusursuz ve iyi işlenmiş bir dile sahip olmakla mümkün olduğunu vurgulayan şair,
Devlet-i Aliyye’nin dönemin büyük devletlerinden geri kalma sebebini de çağın
gereklerini karşılayacak bir dilden yoksun olmasına bağlıyordu. Bunun sorumlusu da
Osmanlı edebiyatıydı. Kısacası var olan durumun faturası edebiyatçılara kesiliyordu.
Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi öncü kalemlerin eleştirileri klasik Osmanlı
(Divan) edebiyatını sorgulayan zemini oluşturmuştu. Bunlarla beraber Osmanlı
kimliğine sahip pek çok ismin çeşitli girişimleriyle modern edebî türler Türkçede
denenmeye başlayacak, uzun ve çetrefilli bir dönüşüm süreci sonunda yeni bir
edebiyat geleneği inşa edilecekti.
DENEME
• Modern bireyciliğin ürünü olarak roman türünün filizlenmeye başladığı
dönemlerde, 16. asrın ikinci yarısında bir Fransız kalem de yeni bir türün
temellerini atıyordu. 40 yaşının eşiğinde memuriyetinden istifa ederek bir çiftliğe
çekilen Michel de Montaigne, yaklaşık iki yıllık bu inziva hayatı sırasında daha
sonra Türkçede deneme (Fransızca: essai) olarak adlandırılacak türdeki yazılarını
yayımlamaya başlar.
• “Okuyucu bu kitapta yalan dolan yok. Sana baştan söyleyeyim ki, ben burada
yakınlarım ve kendim dışında hiçbir amaç gütmedim. Sana hizmet etmek yahut
kendime ün sağlamak hiç aklımdam geçmedi: Böyle bir amaç peşinde koşmaya
gücüm yetmez. Bu kitabı, yakınlarım için bir kolaylık olsun diye yazdım. İstedim ki beni
kaybedecekleri zaman (ki pe yakındır) hakkımda bildikleri, daha etraflı ve daha canlı
olsun. Kendimi herkese beğendirmek niyetinde olsaydım, özenir, bezenir, en gösterişli
halimle ortaya çıkardım. Kitabımda sade, tabii ve her günkü halimle, özentisiz
bezentisiz görünmek isterim, çünkü ben kendimi olduğum gibi anlatıyorum. (…)
Kısacası, okuyucu, kitabımın özü benim: Boş vakitlerini bu kadar sudan ve anlamsız
bir konuya harcaman akıl kârı olmaz. Haydi uğurlar olsun.” (Montaigne, 2011, s.1)
• Montaigne’in bu manifestatif sunuşundaki vurgularından da anlaşılacağı üzere
deneme türü güçlü bir ben bilincinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Yazar, herhangi bir
ders verme kaygısının olmadığını, beğenilmek veya okuru cezbetmek gibi bir
amacının da olmadığını daha baştan belirterek sadece kendisini amaçladığını deklare
ediyor. Nitekim “Denemelerin Konusu” başlıklı yazısında da “Başkaları insanoğlunu
yetiştiredursun, ben onu anlatıyorum ve kendimde, pek fena yetişmiş bir örneğini
gösteriyorum.” şeklindeki ifadeleriyle de bu niyetini daha geniş bir perspektiften ifade
eder. “Kendimizi Anlatmak” başlıklı denemesindeki “Benim yaptığım, bildiklerimi
söylemek değil, kendimi öğrenmektir; başkasına değil kendime ders veriyorum.”
sözleriyle de bu çerçeveyi tamamlar.
• Serbest tarzda bir düşünce ve yazım geleneğinin ürünü olan denemenin türsel
sınırlarını tam olarak çizmek mümkün değildir. Ancak bugüne dek oluşan deneme
literatüründen hareketle bu türün bazı belli başlı özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Her şeyden önce deneme, öznel kimliğiyle ön plana çıkan bir türdür. Buna paralel
olarak “ben” dili hâkimdir. Konu sınırlaması bulunmamaktadır. Yazarın dikkatleri
doğrultusunda gündelik hayattaki en küçük detaylardan büyük fikirler ve olgulara dek
her konu deneme sınırları içerisinde ele alınabilir. Okurla yazar arasındaki mesafe
diğer pek çok türe göre daha kısadır. Yazarın okuru karşısına yahut yanına alıp bir
düşünce yolculuğuna çıkarması söz konusudur. Denemenin roman, öykü ve tiyatroya
göre en belirgin farkı ise kurmaca bir tür olmamasıdır.
• Montaigne tarzı denemenin yanı sıra bir diğer tarz deneme şekli de Francis Bacon öncülüğünde
gelişmeye başlayacaktır. Bacon denemeleri Montaigne denemelerine göre daha ciddi bir havaya
sahiptir. Yazar, okurla sohbet eden bir kimseden çok otorite havasındadır. Bacon tarzı
denemeler bilimsel literatürden istifade eden, tezlerini açıklamak için sistematik bir yol izleyen,
Montaigne tarzı denemelere göre daha üstten bir dille konuşan yazılardır. Bu çatallanma
itibariyle Montaigne tarzı denemelere informel, Bacon tarzı denemelere ise formel deneme adı
verilmiştir. Türk edebiyatında Ahmet Haşim, Montaigne tarzı denemeler kaleme alırken Yahya
Kemal’in denemeleri Bacon tarzını anımsatmıştır. Deneme; roman, öykü, tiyatro gibi diğer edebî
türlere nazaran Türk edebiyatında özgül bir konuma daha geç tarihlerde sahip olmuştur.
• Modernleşme süreciyle birlikte 19. asırdan itibaren deneme türünü andıran yazılar kaleme
alınmış olsa da bunlar çoğunlukla eleştiri türüyle iç içe geçmişti. Deneme sahasında özerk
bir tür bilincinin yerleşmesi neredeyse 1940’lı yılları bulacaktır. Adnan Binyazar da deneme
ile eleştiri arasında kesin bir ayrım ortaya koymanın pek mümkün olmayacağını belirtir.
Rauf Mutluay ise her deneme yazısında biraz eleştirinin var olduğuna, bilhassa Türk
edebiyatı söz konusu olduğunda bunun belirgin hâle geldiğine dikkat çeker. Bilhassa
Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında türsel özerkliğini kazanarak gelişim gösteren
deneme türünün öne çıkan kalemlerine şu isimler örnek verilebilir:
• Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Melih Cevdet Anday, Akşit Göktürk, Cemil Meriç, Oktay
Akbal, Salah Birsel, Nermi Uygur, Sabahattin Eyüboğlu, Hilmi Yavuz, İsmet Özel, Enis
Batur

You might also like