You are on page 1of 3

Allah (cc) ve Adalet

Soru: İçkici bir ailede dünyaya gelmiş çocuğun suçu nedir ki keyfi dayaklara maruz kalıyor?
Cevap: Allah, akıl ve cüzî irade verdiği için insan yeryüzünde her türlü iyiliğe ve kötülüğe yönelme ve
bunları işleme özgürlüğünü gerçekleştirir. Böylece insan hür irade ile yaptığı işleri hesap günü inkâr
edemeyecektir.

İnsanları bu şekilde ilahi imtihan eden yaratıcı; imtihan sırrı her zaman iyi ve güzel kuralların ihlalini
açıkça uyarmaz yahut kötülüğü yapana cezasını hemen dünyada vermez. Çünkü; kişi hür iradesini son
noktasına kadar kullanabilsin. Kullansın ki cennet veya cehennem ona hak olsun. Böylece kimse hak
etmediği cennet mükafatını alamasın veya hak ettiği cehennem azabından kurtulamasın. Böylece en keskin
adalet tam olarak uygulanacak. Mâliki yevmi’d-dîn.

Arka planın da kaderin kanunları bir dişli gibi hiç bozulmadan çalışırken ön yüzünde imtihan olan
insanoğlu her türden icraatı – iyi ya da kötü – işlemektedir. Bu nedenle yeryüzünde bazen cani ve zalim
insanlar kimi zaman masum insanlara hatta günahsız çocuklara hunharca işkenceler edebilmekte sebepsiz
yere öldürmeye kadar varan kötülüklerde bulunabilmektedirler.

Bu durumda, bu kötülüğü yapan caniler sadece yaratıcının şefkat ilkesini ihlal etmekle kalmayıp; çok
büyük zulüm de işlemektedir. Ama bazen dünya da ceza almaktan kurtulup dünyadaki adaletten
sıyrılmaktadırlar. İşte burada şu soru karşımıza çıkmaktadır. Peki, o halde Allah bu kötülerin cezasını
neden vermemektedir ve zulme uğrayıp öldürülen masumun ne günahı vardır?

İşte bunun cevabı; bizim ilahi adalet anlayışını anlamaya çalışırken zaman kavramını, faniliği ve ebediyeti
gerçekten ne kadar idrak ettiğimizi ve bilincimize yerleştirerek bunlarla düşünmeyi başardığımızı da ortaya
çıkaracaktır. Çünkü inanan bir insan bilir ki; yeryüzünde tabiri caizse Allah’ın adaletinden yüzde biri
hüküm sürmekte 99 adaleti ise ahirette işlemek üzere beklemektedir. Zalimler mahlukata yaptıkları
zulmün cezasını ahirette üstelik burada çekip ödeyeceklerinden çok daha çetin ve dehşetli şekilde
ödeyecektir. Hatta, İslam kültüründe aktarılan birçok rivayet; dünya hayatında çok kötü bazı insanların
yaptıkları kötülüklerin cezasını görmemelerinin nedenini; Allah’ın bu kulları sevmediği için onlara bu
dünyada hiç cezalarından bir şey çektirmediği, çünkü bunun ahiretteki cezalarını hafifleteceği; bu nedenle
tüm dehşetiyle bedeli orada ödemeleri için onları oraya sakladığı şeklinde açıklamaktadırlar.

Peygamberimizin (sav), dünya hayatını; bir ağacın altında birkaç saat gölgelenip yoluna devam edecek olan
bir yolcunun geçirdiği vakte (bk. Tirmîzî, Zühd, 44.) benzettiğini hatırlayacak olursak; işte sadece o birkaç
saat için zulmedenin zulmünün cezasını görmemesi, yahut masum bir yolcunun sadece o kısacık süre
içinde geçici bir acıya maruz kalmasının; bunun karşılığında onların ebedi sürecek hayatlarında
kazanacakları mükafat yahut cezayla kıyaslandığında, adaletin yerine gelmesi anlamında insanın razı
olacağı bir durum olduğu anlaşılacaktır.

Şu kısa, fani dünya hayatında çekilen sıkıntıların ve acıların, örneğin masum bir çocuğun yok yere gördüğü
zulmün karşılığında; bu zulmün ebediyette sürecek cezasını da bu mağduriyetin kefaretini de bizzat Allah
ödeyecektir. Ve belki de o masum yavrunun çektiği geçici sıkıntılar yüzünden Allah’ın ona hiçbir şey
yapmasına gerek kalmadan ebediyette bağışlayacağı ilahi lütuflara boğulmuş hayat; bizim gibi o çocuğun
yaşadığı sıkıntıyı çekmemiş çok daha rahat ve konforlu yaşamış olanların bir ömür boyu itaat ve ibadetle
kazanmaya çalıştığı ebedi karşılıktan/mertebe ve dereceden daha yüksek olacaktır.

Allah kulunu imtihan ederken, onun tahammül edemeyeceği bir şeyi yüklemez. Verdiği bela kadar sabır da
ihsan eder. Sabır, bir zırhtır, onu giyen belaların tesirinden kurtulur. Allah'ın emirlerini yerine getirmeye
ibadet adı verilmektedir; belalara sabır da Allah'ın emirlerindendir. Bu emre itaat ibadetin ta kendisidir.
Allah şöyle buyuruyor: "Sabret! Senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme;
kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!" (Nahl Suresi – 127. Ayet)
Gerçek şu ki, Allah yarattığı hiçbir mahlukun hakkını zayi etmez. Ve bir Müslümanın eline diken battığında
buna mukabil sırf canı yandığı için Allah’ın bunun ya günahına kefaret yahut sevap olarak hanesine
işlediğini müjdeleyen hadisi hatırlarsak; elbette Allah, bu dünya hayatında sıkıntı çekmesine müsaade
ettiği kullarının kefaretini de kendisi ödeyecektir. Ve o ebedi hayatımızın sonsuza kadar nasıl süreceğinin
belirleneceği o gün geldiğinde; hiç şüphe yok ki kimsenin hakkı kimseye geçmeyecek; zerre kadar iyilik ya
da kötülük de zayi edilmeyecektir.

Özetleyecek olursak; içkici babadan keyfi dayak yiyen çocuk örneğinde tespit edebildiğimiz durumlar
şunlar:

1. Dünya hayatı imtihan alanı olduğu için; Allah insanların kötülük ve zulümde bulunmalarına izin
vermektedir. Savaşlar, tecavüzler, katillikler gibi yukarıdaki örnek de; Allah’ın insanların cüzi iradesine
müdahale etmediği için gerçekleşmesine izin verdiği, ancak kötülükte bulunanlara çok ağır bir şekilde
bedelini ödeteceği ve mağdur olanlara da razı olacakları ebedi karşılığı vereceği bir durumdur. Bu durum
Zekeriya (as) yahut Yahya (as) gibi; Allah’ın kendi yolladığı masum peygamberlerinin dahi başına gelmiş,
insanlar tarafından öldürülmüşler, Allah onların zalim kavminin kötülükte bulunan cüzî iradelerine izin
vermiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) de Taif’te taşlanmış; Uhud’da savaşta dişi kırılmış;
insanların nice kötülüklerine maruz kalmış; Allah en çok sevdiği kulunun dahi başına bunların gelmesine
izin vermiştir.

2. Bu zulmü yapan baba; ya dünya hayatında; eğer dünyada cezasını ödeyip ahirette bu cezadan kurtulacak
kadar yaratıcı nezdinde kıymeti yoksa; işte o haldeyse; cezasının tamamını ahirette, şiddetli bir şekilde;
yavrusu onun halini gördüğünde içi rahatlayacak ve razı olacağı şekilde ödeyecektir.

3. Şiddet gören masum yavrunun, yaşadığı bu zulüm, hayatının ileriki safhalarındaki bir çok günahlarına
kefaret olabilecektir. Ve manen, yaşadığı bu mağduriyetten dolayı Allah onun dünya hayatındaki
iyilikleriyle kötülükleri; ondan çok da rahat koşullarda yaşayanların aynı iyilik ve kötülükleri gibi
değerlendirmeyecek, onun psikolojisi ve yaşadıkları göz önüne alınarak; belki ahirette hesap günü
geldiğinde “Ben ne yaptım da bu kadar büyük mükafata ve yüksek derecelere layık görüldüm.” diye
şaşıracağı lütuflara dönüştürülerek karşılığı verilecektir. Elbette şu kısa hayatta daha çileli bir hayat sürüp;
ebediyette sonsuza kadar sürecek bir hayatta büyük lütuflara nail olmak; yaşanan mağduriyetin kefareti
olacaktır. Unutulmamalıdır ki, tüm bu söylediklerimiz; yaşadığı mağduriyetin perdesi arkasına saklanıp
başkalarının duygularını suistimal etmeyen, geçmişte yaşadığı sıkıntılarını gelecekte başkalarına zulme
dönüştürmeyen ve iyi bir insan olarak yaşamını sürdürmeye çalışanlar için geçerli olacaktır.

4. Yukarıda zikrettiklerimiz Allah’ın yeryüzündeki sünnetullahına karşı gelenlerin hali, bu hale neden izin
verildiği, bu kural ihlalcilerinin ve mağdur ettiklerinin “genel” durumlarına ilişkin açıklamalardır. Şu husus
da unutulmamalıdır ki; dünyada nasıl sebep-sonuç yasası gibi doğa yasaları ve bazı manevi ilke ve
prensipler “sünnetullah” tabiri içerisinde değerlendiriliyorsa; aynı zamanda bu “sünnetullah”ın farklı
işlediği durumlar, ilahi prensiplerde esneklikler de vardır. Yani “sünnetullah” herkese her durumda aynı
kalıpla işleyen yasalar demek değildir. Bu ilahi ilkelerin; her duruma, kişiye, kişilerin kader örgüsüne,
koşullara ve mertebelere, ilahi amaçlara, sonuçlara ve imtihan sırrına göre farklı işleyişi ve tecellisi vardır.
Bu nedenle, örneğin söz konusu misalimizde; kimi durumda masum çocuğu döven baba dünyada
yakalanıp cezasını çekerken, kimi durumda ölene kadar yaptıklarının hesabı sorulmaz. Kimi durumda
masum çocuk, komşuların ya da devletin müdahalesiyle kurtarılırken, kimi durumda babası yaşadığı
müddetçe şiddet görmeye devam eder. Kimi durumda; gördüğü şiddet onun haksızlıklara baş kaldıran bir
kişiliğe dönüşmesine ve hayatı boyunca başka masumları savunmasına neden olurken, kimi durumda içine
kapanık, silik ve depresif bir kişiliğe dönüşmesi sonucunu doğurabilmektedir. Kısacası; her kişi ve durum
için kaderin özel bir planı ve bu plan içerisinde kulun yaşadığı mağduriyetin de yaptığı zulmün de yine
kişiye özel ödenecek yahut ödetilecek bir kefareti vardır.
Netice şudur ki; Yüce Yaratıcı zerre kadar iyiliği de kötülüğü de zayi etmez. Ve kulun kula ettiğinin hesabı;
kul kendi hakkını helal etse bile; Allah’ın kuluna zulüm yapılmış olması açısından Allah’ın hakkı olarak
sorulur.
Soru 2: Çocuklara gelen musibetlerin hikmeti nedir?
Cevap: 1. Bunun bir cevabı, bu dünyanın tecrübe ve imtihan yeri olması sırrında yatmaktadır. Yani eğer
musibet geldiği vakit sadece zalimler ve günahkârlara isabet etse, masumlar ve günahsızlar bu
musibetlerden korunsalar, o zaman imtihan sırrına zıt bir durum ortaya çıkardı.

İşte imtihan gereği olarak bir musibet geldiği zaman hem iyileri hem de kötüleri beraber içine alıyor.
Böylece imtihan sırrı kaybolmuyor. Eğer musibetlerde ve zulümlerde iyiler kurtulup sadece kötüler zarar
görseydi, imtihan sırrı kaybolurdu. Kötüler de iyi olmak zorunda kalırlardı. Böylece Ebu Bekir (ra). ruhlu
insanlar ile Ebu Cehil ruhlu insanlar aynı seviyede kalırdı. Bu açıdan bazen hiç suçu olmayan günahsız
kimseler de zulme maruz kalabiliyorlar.

2. Zulmedenler yaptıklarının cezasını, bu dünyada olmasa bile ebedi âlemde hakkıyla çekeceklerdir. Bu
bakımdan adalet yerini bulacaktır. Zulme uğrayanlar ise hem zalimlerden haklarını alacaklar, hem de
suçsuz ve günahsız olduğu hâlde bu zulme uğramasından dolayı da Allah'ın lütfuna ve rahmetine mazhar
olarak ebedi âlemde sonsuz nimetlere gark olacaklardır. Hatta günahsız olarak böyle zulümlere maruz
kalanlara ahirette durumları ve nasıl oldukları sorulacak olsa, "Çok az zahmetle çok büyük mükafat aldık
ve zulmedenlerin cezalarını hakkıyla aldıklarını da gördük, çok memnunuz." diyeceklerdir.

Bunların bedenlerine yapılan çirkinlikler ise sadece dünya yönüyledir; ahirette onların hiçbir eseri
olmayacaktır. Siyaha boyanmış bir çekirdek ağaç olunca, onun çekirdeğindeki siyahlık ağacın, yaprak, çiçek
ve meyvelerinde olmayacağı gibi, bu dünyada değişik zulümlere uğrayan masum insanların, ahiret
âlemlerinde hiç bir eseri ve izi kalmayacaktır.

3. Ayrıca böyle zulümlere maruz kalanların, istikballeri noktasından da bir rahmet olacağı düşünülebilir.
Gerek kendileri gerekse de aile, eş ve dostları açısından bir rahmet eseri olarak, Allah'ın değişik rahmet
tecellilerine mazhar olabilirler. Bunun bir örneğini Kur'an-ı Kerim'de görmekteyiz. Hz. Hızır ile yolculuk
yapan Hz Musa aleyhimesselam bir gemiye binerler. "Bunun üzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye
rastlayıp ona bindiler ve o zat gemiyi deldi. Mûsâ duramayıp: 'Ne yaptın öyle?' dedi 'İçindeki yolcuları
denizde boğmak için mi yaptın bunu? Vallahi çok müthiş bir iş yaptın!' diyor." İşin iç yüzünü bilmeyen
Musa aleyhisselamın itirazına yolculuk sonunda verilen cevap şöyledir:

"O gemi, denizde çalışan birtakım fakirlere ait idi. Ben onu kasden bir miktar zedeledim. Zira öte yanda,
sağlam olan bütün gemileri gasbeden zalim bir hükümdar vardı." (Kehf, 18/70-80)

Bu olay görünüşte gemiye bir zarar vermek gibi olsa da gerçekte geminin tamamen kurtulmasına neden
olmuştur.

İşte hiç günahı olmadığı hâlde başına böyle zulümler gelen çocuklar ve kadınlar da kendilerine yapılan bu
zulümlerden dolayı gerek dünyada gerekse ahiret alemlerinde öyle büyük sıkıntılardan kurtulacaklar ve
öyle büyük rahmetlere gark olacaklardır ki bunu anladıklarında şikayet bir tarafa çok şükredecekler ve
Allah'ın sonsuz rahmeti karşısında memnun ve mesrur olacaklardır.

Allah hiçbir kuluna zulmetmez. Kullarına zulmedenlerin cezasını ise onlara zaman tanısa bile asla ihmal
etmez.

You might also like