You are on page 1of 7

EPİKÜRCÜLER VE STOACILAR

17:18 Pavlus çarşıya tartışmaya gittiği zaman birçok kişi onu dinlemeye başladı. Bu dönemde
Atina'da özellikle iki ana felsefe okulu ün yapmıştı: Epikürcüler ve Stoacılar. Pavlus her iki
gruptan kişilerle tanıştı.
Epikürcüler, Epikür'ün öğretileri üzerinde uzman kişilerdi. İÖ 342-270 yılları arasında
yaşayan bu ünlü felsefeci tanrıların insanlarla ilgilenmediğini iddia ediyordu. Dünyanın
atomların gelişigüzel bir biçimde bir araya gelmesinin bir sonucunda oluştuğunu ileri
sürüyorlardı. Dünyanın sonunda da başka bir yaşamın ve bir yargının olmadığına
inanıyorlardı. Yaşamın ve var olmanın amacının mutluluk olduğunu ileri sürüyor ve esas
amacın acılardan, baskılardan, korkulardan özgür yaşamak olduğunu iddia ediyorlardı.
Herhangi bir şeyin onları rahatsız etmesine izin vermiyorlardı ve bu nedenle her çeşit
çatışmadan kaçınıyorlardı.
Stoacılar ise Zeno'nun öğretilerini izliyorlardı. Bu kişi İÖ 340-267 yılları arasında yaşamıştı.
Bu kişinin düşüncesine göre yüce bir tanrı olmalıydı. Panteist bir tek tanrı düşünüyordu.
Bütün doğa tanrıdan bir parçaydı. Dünyanın özü, kozmik bir güç oluşturarak her şeyin yara-
tılmasına neden olmuştu. Her şey bir kader doğrultusunda yaratılmıştı. Epikürüsçüler'in
tersine, acıdan kaçmaları mümkün değildi. Kişinin başarısı ve soydan gelen yetenekleri de
önemliydi.(S.303).

ARES TEPESİ KURULU


17:19 Her iki gruba ait kişiler Pavlus'u Ares Tepesi Kurulu'na götürdüler. [Ares (Areopagus)
esasında Atina'da bir tepeye verilen addır. Bu tepede o dönemde kurul toplantıları
yapılıyordu. Bu nedenle bu kurula Ares Tepesi Kurulu adı verilmişti. ]Bu çok eski ve tarihsel
anlamda etkin bir kuruldu. Grekler'in en önemli mahkemelerinden biriydi. Buna karşın Roma
İmparatorluğu altında bu etkisi biraz azalmıştı. Ama hâlâ Atina'da saygın, güçlü ve etkili bir
kurul olarak hizmetini sürdürüyordu. Özellikle kentin dinsel, ahlaksal yaşamını ve eğitim
hizmetlerini kontrol ediyordu.
Pavlus öğrettiklerinin ne olduğunu açıklamak üzere bu kurulun önüne çıktı. Tutuklanmış ve
herhangi bir davadan ötürü mahkeme huzuruna getirilmiş değildi. Ama eğer Atina'ya dini
konularda eğitim veren birisi gelmişse, kurul bu öğretmenin neler öğrettiği konusunda bilgi
sahibi olmak istiyordu. Agorada halktan kişilere anlatıp duracağına, Atina'nın Yüksek
Kurul'unda Mesih'in Müjde'sini paylaşacaktı. Bu çok etkin olabilirdi, çünkü Yüksek Kurul
üyelerinden yalnızca biri bile Mesih İsa'ya iman etse o zaman halktan birçokları bu inancı
daha çok merak edip öğrenmeye çalışacaklardı. Zaten Pavlus'un, gittiği yerlerde o yerin
saygın, hatırı sayılır insanlarının evinde kalmasının amacı buydu. Yalnız üst düzey insanları
ya da zengin insanları düşündüğü için değil, bu konumdaki kişilerin Müjde'ye yürek
açmasının yankıları halkın Müjde'yi daha çok duymasına neden oluyordu.
(S. 307)
16.BÖLÜM
FİLİPİ:
16:11 Mümkün olan en kısa zamanda Makedonya'ya doğru yol alan bir gemiye bindiler.
Gemi Troas'tan önce Semadirek adasına gitti. Semadirek adası, bu sularda seyreden gemilerin
iyi tanıdıkları bir adaydı. Gemiciler genelde geceleri yol almak istemiyorlardı. Bu nedenle
geceyi bu adada geçiriyorlardı. Su seviyesinden 1969 metre yüksekliğe kadar ulaşan bu ada,
mükemmel bir konuma sahipti.
Ertesi gün oradan ayrılarak Neapolis kentine doğru yola koyuldular. Bu kent Makedonya için
bir liman kentiydi. Troas'tan Neapolis'e giden yol aşağı yukarı 200 km kadar sürüyordu. Bu
kent aynı zamanda Filipi için önemli bir limandı.
16:12 Filipi sahilden 16 km içeride bulunmaktaydı. Roma tarafından inşa edilen ünlü Egnatia
yoluyla oraya ulaşılabiliyordu. ["Via Egnatia" o dönemde Asya ile Avrupa arasındaki en
önemli anayoldu. 493 mil uzunluğundaki bu yol İÖ 130'da Gnaios Egnatius adlı bir Romalı
tarafından inşa edildi.] Bu yol, Roma İmparatorluğu'nun bir baştan bir başa ulaşımını
sağlayan önemli yollardan biriydi. Filipi'nin doğusuna ve daha ötesine kadar uzanmaktaydı.
Hatta Trakya'ya, bugünkü İstanbul'a kadar varıyordu. [Bu yolun bir parçası günümüzde sınır
noktamız olan İpsala ile Yunanistan'ın sınırımıza yakın bir kenti olan Aleksandropolis
arasında hâlâ mevcuttur.]
Filipi bir Yunan kenti olarak ün yapmıştı. Buna rağmen bu dönemde Roma'nın bir kolonisi
olarak anılıyordu. Emekli olmuş birçok Roma askeri gelip buraya yerleşmişti. Bu, kente bir
başka görünüm eklemişti. Kent kendi kendini yönetebiliyor ve doğrudan Roma'ya karşı
sorumluluk taşıyordu. Birçok kent gibi bölgesel bir idare altında yönetilmiyordu.

Kentin zenginleşmesinin birçok nedeni vardı. Doğuyla batı arasında bir anayol üzerinde
kurulmuştu. Neapolis gibi bir limana yakınlığı, altın madenlerinin olması ve tarımın
bereketliliği bölgeyi zenginleştiriyordu. Ayrıca burada bir tıp okulu da bulunmaktaydı.
Luka'nın bu kenti Makedonya'nın en önemli kenti olarak anmasının nedenleri bunlardı.
Bunun dışında kendisinin de bu kentte yaşadığını düşünürsek, bu önemli kentten gurur
duyması doğaldı.
Filipi'ye girmeleriyle Pavlus ve beraberindekilerin önünde yepyeni bir dünya açılmıştı. Burası
tam anlamıyla bir Roma kentiydi. Tamamen Roma kurallarına göre yönetiliyordu. Bugüne
kadar Pavlus'un vaaz ettiği, hem Yahudi hem de uluslardan oluşan birçok kişi Yunan
kültüründe yaşamaktaydı. Bu kentle birlikte ilk kez çoğunluğu Roma kültürüne sahip olan
kişilerle karşılaşmışlardı.
Troasla Filipi kilometrelik yolculuğu iki günde geçtik (11). Denizde iyi bir rüzgâr yakalamış
olmalı çünkü aynı yolculuk dönüşte 5 gün sürdü (20:6). Via Egnatia yolu.
Filipi kenti adını İ.Ö.4 yüzyılda yaşamış Makedon Filipi’den almıştır. Yaklaşık 200 yıl bir
Grek kolonisi olarak varlığını sürdürmesinden ardından Roma İmparatorluğunun egemenliği
altına girmiş. M.Ö yüzyılda Roma kolonisi yapılmış birçok emekli asker oraya yerleştirirmiş.

Görünüşe göre Filipi’de bir havra yok. Kadınların olduğunu söylemesi, Havra’nın
olmadığını açıklar. Havra için en az 10 Yahudi erkek gerekir.

16:14 Luka'nın ilk söz ettiği kişi Lidya adında, ticaretle uğraşan bir kadındı. Filipi'de
Müjde'yi kabul eden ilk kişiydi. Lidyalı kadın anlamın gelen Lidya adını taşıyordu.
Tiyatiralı'ydı (bugünkü Akhisar). [ Va.2:18-29.] Tiyatira o zaman Asya ili sınırları içinde
kalmakla birlikte, eskiden Lidya bölgesine dahildi. Ama hâlâ birçok kişi bölgeyi eski adıyla
anmaktaydı.
Tiyatira özellikle mor renkli boyama kumaşları ve boyama elbiseleriyle meşhur bir yerdi.
Lidya zengin bir tüccardı. Bu mora boyanmış kumaşları Filipi'de satıyordu. Filipi şehrinin
içinde geniş bir eve sahip olması, zenginliği için iyi bir gösterge oluşturuyordu. Evi Pavlus ve
beraberindekileri ağırlayacak kadar genişti, aynı zamanda topluluğun orada bir araya gelmesi
için de yeterince büyüktü (40. ayet). Kocasından hiç bahsedilmediğine göre dul olmalıydı.
Makedonya'da yaşayan zengin bir kadın olarak, Filipi'nin sosyal yaşamında etkin ve saygın
bir yer edinmiş özgür bir insandı.
Lidya Yahudi olmamasına karşın, Tanrı'dan korkanlar grubuna dahildi. [Elç.13:42-43 ve ilgili
dipnota bkz.] Kendi memleketi olan Tiyatira'da geniş bir Yahudi topluluğu ve birçok havra
vardı. Yahudi inancına ait bütün bilgilerini belki daha Tiyatira'da yaşadığı sıralarda edinmişti.
Filipi'ye yerleştikten sonra, geniş bir Yahudi toplumu olmadığı için kendisi gibi inanan
kadınlarla birlikte, her Şabat Günü bir araya gelip ibadetini yerine getirmekteydi.

17. BÖLÜM
SELANİK (17:1-9).
17:1 Egnatius yolu üzerindeki Neopolis'ten başlamışlardı yolculuklarına. Bu yol onları
Filipi'ye ulaştırmıştı. Aynı yol Amfipolis ve Apollonya üzerinden Selanik'e gidiyordu.
Filipi'den Amfipolis'e mesafe 53 km'ydi. Geceyi orada dinlenerek geçirmiş ve sabah
erkenden yollarına devam etmiş olabilirler. Amfipolis'ten 43 km uzakta olan Apollonya'ya
yol aldılar. Konuyla ilgili ayrıntı verilmediğinden müjdeciler bu kentlerde uzun süre
kalmamış olabilirler. Apollonya'dan Selanik'e daha 56 km'lik yolları vardı. Bu iki kentte
neden vakit kaybetmek istememişlerdi? İki nedenleri olabilir. Hem Amfipolis'te hem
Apollonya'da bugüne kadar hiç Yahudi kalıntı bulunmamıştır. O zaman bu kentlerde büyük
bir ihtimalle Yahudi havrası olmadığı için Pavlus Selanik'e devam etmek istedi. Selanik'in bu
iki kentten çok daha stratejik ve önemli bir konumda olduğunu biliyorlardı. Belki bu nedenle
zaman harcamadan Tanrı'nın Müjde'sini bu kente ulaştırmayı düşlüyorlardı. Eğer bu önemli
kentte Mesih İsa'ya gelenler olursa, yakın kentlere Tanrı'nın Müjde'sini duyurmaya nasılsa
gidebilirlerdi ve bu şekilde Müjde'den hiç kimse yoksun kalmamış olurdu.
Selanik o dönemde Makedonya'nın başkentiydi. Bölgenin en geniş ve zengin kentlerinden
biriydi. En önemli liman kentlerinden biri olup 200 bin civarında bir nüfusa sahipti. Yukarıda
bahsettiğimiz Egnatius yolu üzerinde kurulmuş, o günlerin en önemli liman kentlerinden
biriydi. Makedonya'nın bereketli topraklarıyla doğuya giden gemiler arasında bir ticaret yolu
vazifesi görüyordu. Selanik bugün hâlâ Yunanistan için önemli bir kent olma özelliğini
sürdürmektedir. [Selanik, Türkiye için de önemli bir kenttir. Cumhuriyetimizin kurucusu ve
modern Türkiye'nin temellerini atan ülke önderimiz Kemal Atatürk'ün doğum yeri Selanik'tir.
Modern Selanik'te, Atatürk'ün doğduğu evi bugün hâlâ ziyaret etmek mümkündür.]
Bu kentte Rab'bin Müjde'sini duyurmak bütün Makedonya'ya Müjde'yi duyurmak anlamına
geliyordu. Pavlus'un daha sonra buradan imanlılara yazdığı mektuplara baktığımızda bu
gerçeği görebiliriz. [Mesih'e iman eden Selanikliler'in bölgeyi nasıl Mesih'in Müjde'siyle
dolaştıklarını ve sözü yaydıklarını Pavlus'un onlara yazdığı mektubunda görüyoruz: 1Se.1:6-
10.]
17:10 Bütün bu olanlardan sonra, daha fazla olaya meydan vermemek için Pavlus ve Silas
(belki Timoteos da) gecenin geç bir vaktinde Selanik'ten çıkarıldılar. Selanik'ten ayrıldıktan
sonra 72 km uzaklıktaki Veriya kentine gittiler. Veriya anayoldan uzak bir kentti. Bu nedenle
fazlaca bir önemi yoktu. Pavlus'un bu önemsiz kente gitme nedeni de yine Konya'dan
uzaklaştırıldıktan sonra yaptığı gibi (14:6-7) bir müddet gözden uzak kalmaktı. [Elç.14:6-7.]
Çünkü yüreğinde hâlâ Selanik'te yarım kalmış olan işini tamamlama arzusu vardı. Bu kentte
de yine Pavlus'un havraya gittiğini görüyoruz.

ATİNA (17:16-34)
Aslında Pavlus'un günlerinde Atina artık daha önce olduğu kadar ünlü bir kent değildi. Eski
Yunan için bir başkent sayılmıyordu. Roma bütün dikkati kendi üzerine çekmişti. Ama bu
Atina için tamamen bir kayıp anlamına gelmiyordu. Çünkü Romalılar Eski Yunan kültürüne
hayran oldukları için Atina'yı Roma İmparatorluğu sınırları içinde, kendi kendine yönetilen
kentlerden biri haline getirmişlerdi. Siyasal anlamda önem taşımasa da bu kent hâlâ
entelektüel, kültürel ve mimari anlamda önemini korumaya devam ediyordu. Roma'nın bütün
dikkatleri üstüne çekmesi Atina'nın parlaklığını biraz gölgelemişti.
Fakat Sokrates, Platon, Aristoteles, Epikür ve Zeno gibi büyük felsefecilerin yaşadığı kent
olan Atina her zamanki gibi entelektüel ve kültürel yapısını koruyor, aynı zamanda
demokrasinin doğduğu kent olarak da ayakta duruyordu. Mesih İsa'nın Müjde'si işte
böylesine önemli bir kente ulaşmaktaydı.

KORİNT (18:1-17)
Korint, Ahaya bölgesinin başkentiydi. Ticaret alanında ünlü bir kent olan Korint, coğrafi
açıdan da ticarete elverişliydi. Yunan ana kıtasıyla Peloponnes yarımadası arasında bir köprü
oluşturuyordu. İki limanı bulunuyordu. Doğudaki Kenhere Limanı, özellikle Ege Denizi'nde
seyreden gemilere, batıdaki Lekhaum Limanı ise, Korint Körfezi'ne ve özellikle Adriyatik
Denizi'nde seyreden gemilere hizmet veriyordu. Antik dönem yazarlarından biri, Korint'i iki
ayağı iki denize uzanmış bir kent olarak tanımlamaktadır.
Korint, hem doğulu hem de batılı anlamda geniş kapsamlı bir ticaret merkeziydi. Gemiler
dünyanın diğer bölgelerinden Korint'e ulaşıyorlardı. Hepsi farklı farklı yüklere sahiptiler.
Korint, o döneme ait her tür lüksün bulunduğu bir kent olmalıydı. Arap kokuları, papirüsler,
Mısır'dan gelmiş mısır, Fenike hurmaları, Libya'dan gelen fildişi, Babil halıları, Kilikya keçi
kılları, Likavonya yünü, Tiyatira'dan mor kumaşlar, Laodikya'dan göz ilaçları ve daha neler
neler.
Korint bu denli etkin bir ticaret merkeziyse, aynı zamanda Müjde için de çok elverişli bir yer
olacaktı. Pavlus gittiği her büyük kentin önemli bir merkez olduğunu düşünerek işe
başlamaktaydı. Çünkü Tanrı'nın Müjde'sinin etkin bir biçimde bütün dünyada duyulmasını
istiyordu. Bu amaç için böylesine etkin ticaret merkezlerinden başka bir yer düşünülemezdi.
Buralarda duyulan her bir söz, o döneme göre kısa bir zaman içinde birçok yere
yayılabiliyordu.
Korint aynı zamanda kozmopolit ve 250 bin kişilik bir kentti. Eğer köle nüfusunu da buna
eklersek kent nüfusunu ikiye katlayabiliriz. Orada doğma büyüme olan Yunanlılar, ordudan
emekli olup İtalya'dan gelmiş olanlar, iş adamları, tüccarlar ve devlet memurları vardı. Aynı
zamanda imparatorluğun birçok bölgesinden buraya gelmiş azınlıklar da bulunmaktaydı.
Özellikle ticaret alanında etkin olan Yahudiler, bu azınlık grupların başında yer alıyorlardı ve
azınlıklar içinde en kalabalık olan gruplardan biriydiler.
Kent hayatı hem o günlerde hem de bugünlerde kolay değildir. Korint özellikle ahlaksızlığı
ve fahişeleriyle ün salmıştı. Antikçağda Korint'te özellikle fahişelik inançla bağlantılı bir
kavramdı. Kentin içinde aşk tanrısı Afrodit'in tapınağı bulunuyordu. Tapınak kente üstten
bakan bir yer üzerine inşa edilmişti. Bu tapınağa bağımlı bin civarında fahişe hizmet
veriyordu; gece kente yayılıyorlar ve caddelerde kendilerini pazarlıyorlardı.
Beş yüz yıl gibi bir süre boyunca, kent ahlaksızlığıyla ün salmıştı. Pavlus'un günlerinde
"Korintli" demek artık o kişinin ne tarz bir yaşamı tercih ettiğini belirtmekle eşanlamıydı. Bu
kötü ahlak Korint için adeta bir unvan olmuştu. Fahişeler için, "Korint kızı" deniyordu.
Pavlus'un daha sonra Korint'e yazdığı mektupta, özellikle cinselliğe yönelik konulara
değinmesi hiç de anormal değildir. Bu kentte yaşamlarını sürdüren imanlılar için, Yeni
Antlaşma'nın getirdiği yüksek ahlak ölçülerini yaşayabilmek kolay değildi. [1Ko.5:1-13;
6:12-20; 2Ko.12:2] Korint'teki bu kötü ahlak ölçüleri doğrudan imanlıların yaşamlarını
etkiliyordu.
Pavlus'un Korint'te geçirdiği günler, Luka tarafından bize özet halinde sunulmaktadır. Ama
daha sonra Pavlus'un Korintliler'e yazdığı mektuplardan anlaşıldığına göre orada geniş bir
topluluk kurulmuştu. Pavlus, Korint'te 18 ay kaldı (11. ayette). Buradaki topluluğu anlamak
için Korintliler'e yazılmış mektupları ayrıntılı olarak okumamız gerekmektedir.

EFES.
18:19 Bir grup olarak Kenhere'den Efes'e ulaşmışlardı. Burası dünyanın o dönemdeki en
güzel kentlerinden birisiydi. Efes, Roma'nın Asya bölgesinin başkentiydi ve çok zengin bir
kentti, zenginliğinin iki ana nedeni vardı.
Birincisi: Yeni Antlaşma dönemlerinde tam bir ticaret limanı merkeziydi. Dünyanın dört
büyük kentinden biri olarak biliniyordu. (Roma'dan sonra İskenderiye ve Suriye Antakyası
büyük kentler arasında sayılmaktaydılar.) Geniş limanıyla, Grek-Roma dünyasıyla İç
Anadolu arasında bir köprü görevi üstlenmişti.
Özellikle ticari alandaki canlılık kenti tam kozmopolit bir hale sokmuştu. Kent sürekli bir
yerden bir başka yere gidecek olan kişilerle dolup taşıyordu. Aynı zamanda geniş bir Yahudi
toplumu da yaşamını burada sürdürmekteydi.
Yeni Antlaşma'ya ve arkeolojiye göre, Efes bir liman kentiydi. Bugün deniz, Efes
kıyılarından yaklaşık 10 km kadar içeri çekilmiş durumdadır. Bunun nedeni kentin bir ırmak
ağzına kurulmasından ötürüdür; zaten kentin kurucuları da bu tehdidi daha o zamanlar fark
etmişlerdi. Zamanla ırmağın yarattığı toprak kaymalarıyla deniz yavaş yavaş uzaklaşmaya
başlamıştı.
Bu büyük sorunu çözmek için zamanın devlet büyükleri birçok girişimde bulunmuşlardır. İS
65'te limanı derinleştirmek için yeniden çalışmalara girilmiştir. Ama bu başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Sezar Domitian, İS I.yy. sonlarında limandaki bu durumu ortadan kaldırmaya
çalışan son kişidir. Bütün bu girişimler sonuçsuz kalmış ve sonunda liman tamamen dolmuş,
kent ölüme mahkûm olmuştur.
O günlerde henüz gemiler kentin içine kadar gidebilmekteydiler. Kentin kendisi ve limanı
adeta göz kamaştırıyordu. Kente yaklaşırken tepede bulunan muhteşem tiyatrosu, birçok
halkın kullandığı binalar ve Bülbül Dağı tarafında ikamet için kullanılan malikâneler, güneş
ışığıyla parıldayıp duran Artemis'in mermerden tapınağı bir arada görkemli bir biçimde
görünmekteydiler. Bu yüzden bu muhteşem kent, bir ticaret merkezi olarak gelenle gidenle ve
bu kişilerin yaptıkları alışverişle daha da zenginleşecekti.
İkincisi: Efes her şeyden önce tanınmış bir dinsel merkez konumundaydı. Roma
imparatorlarına adanmış sayısız tapınağın bir arada bulunduğu bir kent olma özelliğini
koruyordu. Domitian Tapınağı bugün kalıntılar arasında yer almaktadır. Bu tapınak, Sezar
Vespasian, Titus ve Domitian'a adanmış bir tapınaktı.
Ama en ünlü tapınak Artemis Tapınağı'ydı. Bu tapınak Atina'daki Parthenon Tapınağı'ndan
dört kat daha büyük bir tapınaktı. Kendi döneminde dünyanın yedi harikasından biriydi.
Helen dünyasında inşa edilmiş en büyük tapınak olarak biliniyordu. Sırf mermerden inşa
edilen ilk bina olarak yükseliyordu. [Tapınak binası ya da toplumsal hayattaki rolü hakkında
bilgi için bkz: Elç.19:24.]
Pavlus ve arkadaşlarının ulaştıkları kent buydu. Priskilla ve Akvila belki de birtakım işlerinin
olması nedeniyle Pavlus'tan burada ayrılmışlardı. Efes'te dört ya da beş yıl kadar kaldılar.
Efes'te başlayan kilise onların evlerinde toplanıyordu. Belki o dönemde, Müjde'nin
hizmetinin sağlam temeller üzerine kurulmasına yardımcı oldular. 1Ko.16:19. Priskilla ve
Akvila, Dimitrius tarafından çıkartılan ayaklanma sırasında her halde Efes'teydiler:
Elç.19:23-41. Pavlus'u korumak için hayatlarını tehlikeye attıkları zaman da herhalde bu
tarihti: Rom. 16:4. Yahudiler'i Roma'dan sürgüne yollayan Klavdius'un ölümünden bir süre
sonra (Elç. 18:1-3'le ilgili açıklamaya bkz.), Roma'ya orada yaşamak için tekrar döndüler
(Rom.16:3).]
Bu dönemde Pavlus yalnızca Suriye'ye giden bir gemi bulmak için Efes'e uğramıştı. Efes'te
uzun süre kalmayacaktı. Kalma süresi gemiye bağlıydı. Bu zamanı bile iyi değerlendirmek
istiyor, Müjde için en küçük bir zamanı bile ziyan etmek istemiyordu. Her zaman olduğu gibi
yine havraya gitti. [Elç. 13:4647 ve ilgili dipnota bkz.] Orada Eski Antlaşma'dan verdiği
ayetlerle İsa'nın Mesih olduğunu ispat etmeye çalışıp durdu.

20.BÖLÜM
MİLET (20: 16- 38).
Samos adasının (Sisam) karşısından geçerek büyük bir liman olan Milet'e ulaştılar. Milet,
Efes'in 48 km kadar güneyinde kalıyordu. Dört limanıyla büyük bir ticaret merkeziydi.
Burada en çok bilinen liman "Aslanlar Limanı" olarak anılan yerdi. Liman girişinin iki
yanında muhteşem aslan heykelleri yer alıyordu. Simgesel anlam taşıyan bu aslanlar girişi
koruyorlardı. Bu aslanlar bugün bile hâlâ aynı yerde durmaktadırlar. Milet kentinde üç agora
olmasından, kentin ne denli önemli bir ticari kent olduğunu anlamamız mümkündür.
Efes'in başına gelenler Milet'in de başına gelmişti. Menderes Nehri bu liman alanları için
büyük bir sorun oluşturuyordu. Bu nehir söz edilen limanları kum ve çamurla dolduruyordu.
Bugün Milet denizden 5 km içeride kalmıştır. Limanların dolması bu kentin geleceğini
yakından ilgilendiren ticaret hayatını söndürmüştür.

You might also like