You are on page 1of 4

AVANT-GARDE" METİNLERİ OKUMAK

Saffet Murat Tura

Beni uyaran yine yaşh Piaget oklu. Yoksa kendi halime kalsam belki hü1a bir
kafa karışıklığı içinde yuvarlanıyor olurdum.

Bazen bir atasözünün gerçek anlamını yıllar sonra kavrayıvenliğinizi hisseder­


siniz ya, belki inanılmaz gibi görünecek ama, düşiince izlcncemi Pfrıgcl'nin
daha önce de defalarca okuduğum şu basit cümlesi aydınlaltı: "gerçeklen de
eğer kanıtlama sanatı değil ise nedir mantık?"(l) f\.fanlık ölekilcrle ilişkimizi
merkezsizleştirmenin, kendimizi yargılıyabilmemizin, ölckilcri ikna edebil­
mek için doğru düşünmenin aracı. Yoksa, ölekilcr olmasa ç o c uks u
düşüncenin Kaos'unda her aklımıza geleni doğru kabul clmcmek için bir
neden kalmazdı.

Şimdi bu açıdan bakıyorum da, "avanl-garde" metinlerde gönncyc çalı�t.ığıırı o

yaratıcılığın basil bir illüzyon olduğunu nasıl da fark etmemişim, şaşıyorum.


Tıpkı çocuksu düşüncenin manlıki bağlantı yoksulluğunda yaratıcı erdemler
görenler gibi bu melinlerdc nice erdemler görmüşüm. Kendimi mantığın ya da
gerçeldiğin zincirlerinden "koparmış" spckülalif clii�iincenin bir erdem <.kğil
olsa olsa çağdaş metafizik olduğunu fark edcmeyişime biraz ela kızıyorum
doğrusu.

Bugün balı düşüncesi tükendiyse; yaklaşık son on yıldır Avrupa ele gelir hiç
bir şey üretmiyorsa, bu süreçte bilgi sosyolojisini ilgilendiren faktörler
yanında, söz konusu kısırlık öncesi dönemin ilk bakışta fazlasıyla iiretkcn
gibi görüliip de aslında tamamen tüketici elkinliğinin ele rolü olsa gerek. Av­
rupa öyle bir cntelekltiel dönem yaşadı ki, şiir yazar gibi teoriler üretildi her
giin. Sonuç ·şu; entelektüeller teoriye güvenini· yitirdi; teori önüne gelenin
saat başı yeni bir şeyler iddia elliği sonu gelmez bir panayır yerine döndii:
Ateş yutan hokkabazlar, yılan vücudlu kadınlar, "devrimci şizofrenler",
"şirofren faşistler", "arkeolog kazmalı cpistemolojiloglar", "göç.ebe enlcller"
daha neler, neler. Bir orjinal olma modasıdır sarmıştı herkesi: Bugiin hangi
konuda orjinal bir teori iirctebiliriz acaba? Panayır bir süre oyaladı Av-

(1) J. Piagel; Le Jugement et le Raisonnement Chez L'Enfant, Cenevre, 1924. s.5


72 Defter

rupah entelektüelleri, sonunda sıktı. Artık kimse kitap okumuyor, televiz­


yon seyrediyor.

Belki de batı düşüncesi aslında o sıralarda tükenmişti de, yıkılan her uy­
garlığın son günlerinin de olduğu gibi kendini sefahatte vurmuştu herkes.
Ama ne teorik cümbüştü, ne kıyafet balosu idi o. Doğrusu Türkiye'de bizler
bile zengin komşudan yükselen orkestrn sesiyle dans etmeğe başlamıştık.

Eh, anık eğlence bittiğine göre biraz düşünmenin zamanı geldi; şu kıyafet ba­
losu kaça patladı, ne getirdi, ne götürdü?

Bana sorarsanız sonunda pek bir şey öğrenmedik galiba: Freud halfi Freud,
Marx halfi Marx, Nietzsche hfüa Nietzsche.

Aslına bakarsanız yıkılmanın alametleri görülmeye başlamıştı; Althusser'in


Marx okuması, Lacan'ın Freud okuması, batı uygarlığının, artık eski kaynak­
lara tekrar dönmekten başka çaresi olmayan yeni bir skolastiğe dönüşmeyi
bile göze alacak duruma düştüğünü gösteriyordu. Keza Sartre'ın Nietzsche tek­
rarları da öyle. Sanırım yine de elimizde bu skolastik kaldı, diğerleri bir yaz
gecesi rüyası idi, uçtu gitti.

Söz konusu kültürel çöküntünün sosyolojik nedenlerini bilemem tabi, ama


çöküntüyü görebiliyorum: teoride doğruyu arama çabasınm yerini orjinal
olma tutkusunun alması, mantık kurallarına uyan bir söylem yerine göz
boyamayla insanların aklını çelmeye yarayan lafazanlık, hatta duygu
sömürüsü, disiplinli düşünür yerine entelektüel geceleri süsleyen fotoroman­
dan çıkma düşünür tipleri, detaylı çalışmalar yerine hiç bir dayanağı olmayan
megalomani. Öyleki gelecek yüzyılların düşünce tarihçileri bütün görünüşteki
zenginliğine rağmen otuzlar sonrası yirminci yüzyıl Avrupa fikir hayatına bir
tek sayfa ayırmasa yeridir. Eminim yüzyılımızın önemli bir bölümü düşünce
tarihi bakımından hiç yaşanmamış kabul edilebilir. tıerde insanlar tüm yir­
minci yüzyılı incelemek yerine bir Hegel'i ele alsalar çok daha akıllıca dav­
ranmış olurlar.

Günümüzün düşünsel fukaralığını abarttığım düşünülebilir. Belki de çok şey


beklediğim yazarların beni düş kırıklığına uğratmasının bir sonucu bu pesi­
mizm. Ancak gerçekten de bakıyorum, bir zamanlar onca umut bağladığımız
"Kelimeler ve Şeyler"den ya da "Bilginin Arkcolojisi"nden ne kaldı geriye?
Bilginin sürekli değil kesintili-kopuşlu bir tarihi olabileceği varsayımı; ama
bu varsayım da Foulault'ya değil Bachelard'a aitti zaten. Althusser ve La­
can'ın marksizm ve psikanalizi sistematikleştirrne çabaları yine kayda değer
bir kaç girişimden biriyse de sonunda doğrudan bir teori üretmekten farklı
şeyler.
Avant-gardc 3

Deleuze, Guattari, Laing çabuk sönen balonlar oldular. Bir an için ente­
lektüelleri can evlerinden vurdular: özgürlük. Ama deliler için özgürlük iste­
mek ile deliliğin özgürlük olduğunu savunmak başka şeylerdir. Büyük batı
aklının akılcılığına isyan kulağa hoş geliyor ama, işte sonunda akılcılığı ap­
talca teorilerle fiilen tükettik geriye de "aptal kutusundan" başka bir şey kal­
madı.

O aralarda iddia etmenin hesabını kimse sormazdı: Gabcl; fenomenoloji, genç


Marx, Lukacs, Minkowski gibi kaynaklara dayanarak ideolojilerin bu arada
özellikle faşist ideolojinin mantığının şizofrenik yapısı konusunda ısrar
ederken (2) hemen hemen aynı kaynaklara dayanan Laing, şizofreninin baskıcı
topluma bir isyan olduğunu ileri sürüyor, (3) bu arada Freud'a isyan eden
spekülasyoncular; Deleuze ve Guattari şizofrenide kapitalist ideolojilere karşıt
bir nüve görüyorlardı. (4)

Belki bu konuda en doğru sözü yine Foucault söylemişti: "Toplumumuzda


bir başka dıştalama ilkesi daha mevcuttur: bu artık bir yasak değil fakat bir
ayrıştırma ve red ilkesidir. Açıkçası akıl ile deliliğin karşıtlığını
düşünüyorum. Ortaçağın köklerinden beri deli, söylemi ötekilerin söylemi
gibi dolaşıma katılamayandır. Öyle ki onun sözü ya yok hükmünde, hiç bir
gerçeğe ve öneme haiz olmayan, adalet nezdinde inandırıcı vasıf taşımayan,
herhangi bir eylemi ya da yasal anlaşmayı geçerli kılmaya yetmeyen bir söz
olarak ele alındı, ya da bunun tam tersine bu söze gizli bir gerçeği dile ge­
tirme, geleceği görme, bütünüyle naif olması sayesinde, başkalarının
sağduyuyla algılıyamadığı şeyleri fark etme gibi gizemli güçler atfedildi.
Yüzyıllar boyunca Avrupa'da delinin sözünün ya hiç işitilmediğini ya da
işitildiğinde de adeta bir doğruluk söylemi gibi dinlendiğini saptamak
olağanüstü ilginçtir". (5) Şimdi Gabcl'i ya da karşıtları Laing veya Deleuze'ü
bu saptama çerçevesinde ele alırsak bütün "devrimci" lafazanlığın ardındaki
ortaçağ zihniyetini görmek kolaylaşır. Ne yazık ki bu ortaçağ temalarını biz
bir zamanlar insanlık kültürünün binlerce yıllık birikiminin "eleştirel"(?)
ürünleri gibi gördük.

Foucault'ya bu bağlamda hak verdiğim için onu diğerlerinden ayırdığım


sanılmasın. Onun "teorik" eserlerinde büyük bir gerçeği ifşa edeceği havasıyla
eveleyip, geveleyip, kekeleyip de bir türlü söyleyemediği, hatta tüm Fransız
epistemolojisinin yüzyılın başından beri bir türlü derli toplu bir şekilde dile
getiremediği akılcı çekirdeği Kuhn bir çırpıda fonnülc etti. Dikkat edilirse

(2) J.Gabel; La Fausse Conscience, Paris, 1979.


(3) R.D. Laing; La Poliıique de L'Experience, Paris. 1969.
(4) G. Dclcuze et F. Guattari; L'Anıi Oedipe, Paris, 1980.
( 5) M. Foucault; L'Ordre du Discours, Paris, 1975, s.12-13.
74 Defter

"akılcı şekilde" diyorum, yoksa Kuhn'un, Foucault'nun söylemek istediği


-ama bir türlü kafasını toplayıp da söyleyemediği- şeyi söylediğini iddia
etmiyorum. Ama Kuhn ödevin başarılabilirliğini gösteren bir örnektir ve
Wittgentein'ın dediği gibi; "söylenebilir ne varsa, açık söylenebilir ve üzerine
konuşulmayan konusunda da susmalı." (6)

Burada "avant-garde" metinlere karşı aldığım tavır tüm "avant-garde-"ı


içermiyor şüphesiz, daha çok güncel olanları ilgilendiriyor. Yoksa elbette
Marx da Freud da gününde "avant-garde"dı. Şimdi burada "iyi" avant-garde" ile 1

kötüsünü ayıracak bir ölçüt şeması da verecek değilim. Sanırım en iyi ölçüt
zaman, biraz zaman kaybına mat olsa bile...

Sonuç itibarıyla bizimki bir deneyimdi. O günlerde epey de eğlenirdik


doğrusu, ama ben, belki biraz saflığımdan, daima bir doğru aradığımızı zanne­
derdim. Ama daha zeki olanlar da ortada teori filan olmadığını itiraf etmediler
hiç.

Hikaye malum; kralın biri şahane bir elbise dikmesini istemiş terzisinden.
Açıkgöz terzi krala şahane bir elbise dikeceğini, ancak kendi dokuduğu
kumaştan yapılacak bu elbiseyi sadece zeki insanların görebileceğini
söylemiş, görünmez kumaştan, görünmez ipliklerle dikilen elbise aylarca
süren bir emek sonunda bitmiş. Doğrusu zeki bir adam olan kral da elbiseyi
ilk giydiği anda vurulmuş ve aruk üzerinden çıkarmaz olmuş. Kral'ın tebası
da, pek zeki olacaklar ki, durmadan malum elbisenin ne kadar eşsiz olduğunu,
ayrıntılarındaki inceliği filan anlatır dururlarmış birbirlerine.

Artık eğlence bitti, çalışma vaktidir.

(6) L. Wittgenstein; Tractatus, Tür. Çev., Ist, 1985, s.l 1.

You might also like