You are on page 1of 9

T.

C
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TARİH BÖLÜMÜ

KLASİK DÖNEM OSMANLI TOPLUM DÜZENİ

(TARİH ARAŞTIRMALARI VE BİBLİYOGRAFYA)

Prof.Dr. SALİM CÖHCE


SORUMLU ÖĞRETİM ÜYESİ

GÜLAY ARKAN
03150017131

MALATYA-2017
KLASİK DÖMEN OSMANLI TOPLUM YAPISI

Gülay ARKAN*

13. ve 14. asır Anadolu’sunun sosyal şartlarını sürdüren Osmanlı Beyliği ,


tarihi ananeye göre önceleri yaylak –kışlak hareketliği yaşayan ancak yerleşik
hayata daha yakın bir özellik gösteren siyasi bir teşekkül olarak ortaya çıkmıştı.
İlk Osmanlıların bulundukları bölgedeki kadim şehir ve kasabalarla köyleri ve bu-
ralarada yaşayanları hemen hiç yadırgamadan kabullenmiş olmaları bir yana ,kısa
süre sonra buraları inşa ettirdikleri cami, medrese ,mescid ,han ,hamam,vb. gibi
yapılarla takviye etmeleri ,çarşı –pazar gibi basit üretim sistemlerini bilmeleri on-
ların yerleşik hayatları hiç de yabancısı olmadıklarını ,şehir hayatına ve hepsinden
de önemlisi ‘’çiftçiliğe’’,toprağa bağlanmaya karşı çıkmadıklarını düşündürmekte
dir.En azında onların çiftçilik ve konagöçerliği birbiriyle kaynaştırmayı ve arala-
rındaki imtizacı sağlamayı başardıkları söylenilebilir.Bu bakımdan ilk Osmanlıla-
rın konargöçer mi ,yoksa çiftçi bir toplum mu olduğu yolundaki ciddi tartışmala-
rın gereksizliğini belirtmek yanlış olmamalıdır.
Osmanlı Beyliği ‘nin devlet haline geliş sürecinde ,ilk yerleşik cemiyetin
idareciler ,dini liderler ,ulema,esnaf grupları dışında asıl geniş kitlesini ,yani ‘ses-
siz tabanını ‘şehirlerde üretim faaliyetlerine katılan ‘’şehirliler’ ’ ve köy denilen
şehirlerden ayrı bir statüye sahip olduğu anlaşılan küçük iskan birimlerindeki çift-
çi köylüler teşkil etmekteydi1.Bu geniş kitlenin sessizliği ,aslında tarihikaynakla-
rın yetersiz bilgilerinden neş’et etmektedir.Hanedan mensupları ,idareciler,ulema,
hatta esnaf birlikleri hakkındaki bilgiler daha detaylı olduğu halde ,özellikle köy-
lü denilen ve yerleşik ekonomik hayatın ana temelini oluşturan insanların faaliyet-
leri ,yaşayış tarzları ,kaynakların sessizliğinin esiri olmuştur 2. Hele ilk dönem
Os-
manlı cemiyetinin kısmı azamını oluşturan köylü-çiftçiler hakkındaki sessizlik da-
ha barizdir.Fakat Osmanlı Devleti gelişip genişledikçe ,mali ihtiyaçların baskısı
karşısında yeni bürokratik anlayışlar yerleşmiş;girişilen tahrirler ve vergi sayımla-

1
Barkan,’’Timar’’,İA,XXI/1,s.313 vd.
2
‘’ Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi’’,nşr.A.Özcan,Tarih Dergisi,XXXIII,1982,s.7-57.

2
rına ait defterler ,kadı sicilleri ve devlet merkezinde alınan kararların kaydedildiği
mühimme defterleri ,özellikle 15.yüzyıldan itibaren çoğalmış ve bütün bu kaynak-
lar ,resmi bir zaviyeden olsada ,söz konusu tabanın sessiz tarihi aydınlatmaya yar-
dımcı olan bir külliyat olarak bugüne ulaşmıştır.
Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren klasik sosyal yapının şekillendi-
ği söylenilebilir.Osmanlı cemiyeti etnik bakımdan çok çeşitli unsurları bünyesin-
de barındıran ,ancak etnik temele değil dini tekakkiye bağlı yapılanma ve bunun-
la ilgili ihtiyaçlar çerçevesinde bir şekillenmeyle klasik dönemi denilen 15. Ve 16.
yüzyıllar boyunca ,bu toplum yapısının mükemmel olduğu yolundaki fikirler ,da-
da sonra idealize edilmiş ,bir ‘’mit’’ haline dönüştürülmüş ;bu yaygın kanaat bu-
günün tarihçi kesimini de etkisi altına almıştır.
Osmanlılarda şehir ve kasabalarda yaşayanlar ,kır iskanı birimleri olan köy-
lerde geçimlerini sağlayan çiftçi –köylülere göre devlet nazarında farklı bir statü-
de bulunuyorlardı.Yerleşik hayatta sosyal yapının temel unsurunu şehirlerle ve
köylüler arasında çok katı bir çerçevenin olmadığı da belirtilmelidir.Gerçi devlet
gelir kaynaklarının devamı ,tımar sisteminin bekası açılarından böyle bir statü ge-
çişine mani olucu kanunlar çıkarıyordu ;fakat bu konuda çok katı bir uygulama
yapılamıyordu.3
Şehir halkı sosyal yapılaşmanın gereği olarak mahalle adı verilen iskan
ünitelerine bağlıydılar ve mahalleler sosyal birlik bakımından idarecilerle halk a-
rasındaki münasebetlerde belirleyici bir rol oynuyorlardı. Osmanlı merkezi ida-
resinin giriştiği tahrirler sırasında ,şehir halk deftere kaydedilirken ,vergiye esas
olabilecek hane sahibi aile reisi ve bunun erkek evlatlarının adları yazılırdı.Fakat
şehir halkının Osmanlı idarecilerinin gözünde defterlerdeki kayıt sistemine göre
veya onun tabirleriyle görülüp görülmediği ayrı bir problemdir.4 Bugün yapılan
modern araştırmalarda ,bu konu daima defterlerdeki kayıtların sistematiği dahi-

3
Braudel,’’Akdeniz ve Akdeniz Dünyası’’çev.M.K.Kılınçbay,I,İstanbul 1989.s.217.
4
F.M.EMECEN ,’’Sosyala Tarih Kaynağı Olarak Osmanlı Tahrir Defterleri ‘’ , Tarih ve Sosyal Semineri,
İstanbul 1991,s.143-156.

2
linde izah edilmektedir.Geniş tabanın gerçek sosyal yapısının unsurlarını tespit
eldeki kaynakların farklı gözlerle değerlendirilmesinde yatmaktadır.Bu konu-
da eldeki en önemli kaynak ise şüphesiz tahirir defterleri ve kısmen mahkeme
sicilleridir. Nitekim bunlardan tahrir defterlerinde müslim ve gayrimüslim
gruplar şehirlerde mahalle taksimatını veren listeler kısmında ayrı ayrı belirtil-
mişlerdir .Kabaca bu kaynaklara bakanlar , bunların her birinin ayrı ayrı ma-
hallelerde oturddukları kanaatine sahip olurlar.Ancak bu şekilde kaydedilmiş
olsalarda birçok şehirde bu kabil bir kompartımanlaşma mevcut değildir.Muh-
temelen iş muhiti olan mahalle birimlerinde müslim ve gayrimüslim müşterek
otumaktaydılar.5Hatta bazen aynı adlı mahallenin müslim ve gayrimüslim sı-
fatları eklenerek defterin ayrı ayrı yerlerine kaydedildiği de vaki idi.Bu durum
sadece iki grubu statü itibariyle ve mali bakımdan birbirinden ayrı yazmaya
me-
yillli tahrir memurunun bir tasarrufuydu ,yoksa bu mahalle iki ayrı birim değil
tek bir yerleşme alanında ibaretti.Gayrimüslim nüfusun fazla olduğu Balkanlar’
daki bazı şehirlerde bu durum daha bariz olarak görülmektedir.Öte
yandan ,gayri
müslim unsurların kale dışında uzakta bir mahallede ikamet etmek
mecburiye-
tinde oldukları yolundaki kanaat de genelleştirilecek bir özellik
taşınmamaktadır.
Zira bunların bazen kale içinde de oturdukları görülmektedir(Edirne ve Giresun
örnekleri).
Şehir ve kasabalarda mahalle denilen birimlerin temsilcisi,genellikle o ma-
hallenin çekirdeğini oluşturan cami veya mescidin imamı idi.Gayrimüslimlerle
meskûn mahallelerde böyle bir çekirdek görevi yapan kilise ve bunun rahibinin
ne ölçüde etkili olduğunu cevaplandırmak güçtür.Ancak onlarda topluluğun
mali
temsili önem kazanmaktaydı.İmam şahitlik ,kefillik vergi meselelerinde mahalle
halkı ile kadılık arasında önemli bir köprü vazifesi görmekteydi.Şehirde
oturanla-
rın çoğu ,genel olarak daha varlıklı kesimle olup,kendilerine ait iki katlı ve
bahçeli
evlerde oturuyorlardı.6 Yapılan tespitlere göre varlıklı aileler ,fakirler aynı mah-
5
F.M.EMECEN.Unutulmuş Bir Cemaat .Manisa Yahudileri,İstanbul 1997,s.64.
6
S.Faroqhi,Men of Modest Substance ,Cambridge 1987.

3
hallede yan yana evlerde mukin olabiliyorlardı.Genel olarak şehirlerde sadece
zengin kesime ayrılmış mahalle birimleri mevcut değildi,en azından kaynaklarda
bu yolda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır .

Osmanlı kanunlarına göre fiilen hizmet eden askerler ile bunların


karıları, çocukları ve azatlı köleleri; ilmî ve dinî görevleri yürüten müderris,
imam, müezzin vb. berat sahipleri; ifa ettikleri çeşitli hizmetler karşılığında
vergiden muaf tutulan çeşitli kişi ve zümreler (madenci, tuzcu, derbendci ) askerî
sınıf mensubu sayılmaktaydı.7 Bu gibi kişilerin eşleri (kocaları öldükten sonra)
veya kızları reâyâdan bir kişiyle evlenirse askerî statüsünü kaybederdi. Seyyid ve
şerifler de dahil bütün bu değişik grupların sosyo-ekonomik anlamda bir sınıf
teşkil etmedikleri, bir kısmının sadece üstlendikleri ağır yükümlülükler
karşılığında örfî vergilerden muaf tutulduğu, halbuki “yönetici” tabakanın ve
kulların bir takım ayrıcalıklarla donatıldığı bilinmektedir. Esasen derbendçi,
köprücü, madenci vb. muaf zümrelerin aslında “muaf reâyâ” olarak kategorize
edilmesi gerçeğe daha uygundur. Askerî sınıfın icraî-idarî tabakası veya ehl-i örf
klasik dönemde kul statüsündeydi. . Kul statüsündeki devlet görevlileri bütün
hayatları boyunca Sultanın iradesine tâbi idiler; Sultanın onları yükseltmesi gibi
azletmesi, idam etmesi ve mallarını müsadere etmesi de olağandı. Savaş esiri,
köle veya devşirme kökeninden gelmesi bu bakımdan bir değişikliğe yol açmazdı.
Gerçi reâyâ sınıfına mensup kişiler de devlete ve padişaha isyan, eşkıyalık vb.
sebeplerle siyaseten katl ve müsadere uygulamasına tâbi idiler. Kulların çocukları
teorik olarak babalarının mesleklerine geçmek için bir imtiyaza sahip değilse de
tımarlıların çocuklarına babalarının tımarına başvurma hakkı tanınmaktaydı.
Osmanlı hanedanının tarihine bakıldığında, özellikle I. Murad’dan (1362-1389)
itibaren kardeş katli uygulamasının da başlamasıyla, Padişah merkezli bir yönetici
elit oluşumuna tanık olunur.8 Barkan’ın incelemesine (“Edirne Askerî
Kassamı…”, s. 17) göre mülkleri askeri kassam tarafından belirlenen askerilerin
yüzde 82’si kentlerde yüzde 15.4’ü kırsal kesimde yaşamaktaydı. Tabii bu
rakamlar bütün askeri sınıf için tam bir anlam ifade etmez. Klasik dönemde

7
Barkan,’’Edirne Askeri Kassamı’’İstabbul 1999,s.4-9.
8

F.KÖPRÜLÜ,Osmanlı Devletin Kuruluşu,TTK,3.,Ankara 1988.

4
timarlı sipahilerin büyük kısmının, gelirleri kendilerine tahsis edilen köylerde
oturdukları ve hem buraların güvenliği hem de üretimin gözetiminden sorumlu
oldukları düşünülebilir. XVI. yüzyıl ortalarından

itibaren yeniçeriler başta olmak üzere kapıkulları taşrada görev yapmaya başladı
ve bunların bir kısmının köylerde “hane sahibi” oldukları anlaşılmaktadır.
Askerî sınıfın seyfiye tabakası veziriazamdan kale muhafızlarına kadar
İmparatorluğun asker-idareci tabakasını kapsamaktaydı. Kuruluş dönemlerinde
bazı gayrimüslim tımar sahipleri ve beylere rastlamakla birlikte, klasik dönemde
bu sınıf mensupları ilke olarak Müslüman idi. Özellikle esir, köle ve devşirme
kökenlilerin İslam dinini ve Türk dilini öğrenmeleri eğitimlerinin en önemli
unsurlarından biriydi.9 Kapıkullarının yanında, kuruluş dönemlerinde Türk
ahaliden toplanan yaya ve müsellemler, yararlık göstererek tımarlı sınıfına dahil
olanlar, kale görevlileri, özellikle XVII. yüzyılda önem kazanan levendler,
tımarlıların cebelileri vb. bu tabakanın mensuplarıydı. Bunların bir kısmı ulufe
denilen maaşlarıyla bir kısmı da dirlikleriyle geçimlerini temin ederdi. Zamanla
yeniçeriler ve diğer kapıkullarının bir kısmının dirlik tasarruf etmeye ve esnaf ve
zanaatkârlıkla uğraşmaya başladığı bilinmektedir 10. İlmiye zümresi bilim, eğitim
ve öğretim işlerini deruhte etmekle birlikte dinin İmparatorluktaki yeri dikkate
alındığında aslında yönetici sınıfın en önemli unsurlarından birisi olarak temayüz
etmekteydi. Fatih devrine kadar veziriazamların önemli kısmının dahi ulema
kökenli oluşu ve diğer bazı tarihî gelişmeler dikkate alındığında Osmanlı
Devletinin kurumlaşmasında ulema tabakasının rolü daha iyi anlaşılır. Klasik
devirde şeyhülislam, kazaskerler, müderrisler, din görevlileri, tarikat şeyhleri,
kadılar vb. ulemanın en önemli unsurları idi. Bu zümrenin temel görevleri ifta
(fetva verme), tedris (eğitim-öğretim) ve kaza (yargı, kadılık) işleri idi. İlmiye
zümresi mensupları Müslüman olmak zorundaydı. İlmiyenin manevi lideri
Şeyhülislam olmakla birlikte müderrislerin ve kadıların atama, azil, mülazemet

9
H.İNALCIK,Osmanlı İmparatorluğunu Ekonomik ve Sosyal Tarihi,s.61-62

İ.H.UZUNÇARŞILI,Osmanlı Saray Teşkilatı,2.bs,Ankara 1984,s.297-357.

5
10
vb. işlerinden, Divan-ı Hümayun üyesi olan Rumeli ve Anadolu kazaskerleri
sorumluydu. Zamanla yüksek dereceli kadı ve müderrislerin tayin işleri
Şeyhülislamın yetki alanına girecektir.

Yönetici sınıfın diğer unsuru olan memur-bürokratlar yani kalemiye


mensupları, Divân-ı Hümayundaki bürolarda, Defterdarlıkta ve taşradaki
beylerbeyi divanlarında istihdam edilmekteydi. Bunlar usta-çırak usulü ile
yetişmekteydi. Bunların temel görevi divan kararlarını hazırlamaktı. Klasik
dönemde İmparatorluk bürokrasisi nişancı yönetiminde idi. Divan kâtiplerinin
başında, nişancıya bağlı reisü’l-küttap vardı. Ona bağlı kalemlerin her birisi kendi
alanındaki işleri yürütüyordu. Malî işleri ise Başdefterdar’ın idaresi altındaki
hazine (maliye) kâtipleri çekip çevirmekteydi. XVI. Yüzyılda defterdarlık büyük
bir gelişme gösterdi ve zamanla kâtip sayısı gibi uzmanlaşma da arttı. Tımar
sistemi ile ilgili kayıtlar ise Defterhâne-i âmire emini ve onun maiyetindeki
kâtipler vasıtasıyla yürütülmekteydi. Bütün bu bürokrasi ve eyaletlerdeki
beylerbeyi divanlarında görevli kişiler askerî sınıf mensupları olarak toplum
yapısındaki yerlerini almaktadırlar.11Osmanlı şehirlerinin sosyal, kültürel ve
ekonomik hayatında vakıf kuruluşlarının ve hayrat kavramının merkezî bir yeri
bulunmaktadır. Şehirlerin imar ve inşası, eğitim, sağlık ve din hizmetleri vakıflara
dayandığından insanların hayatında bu kurumun rolü son derecede kapsayıcı bir
özelliktedir. İmaret siteleri veya külliye denilen kuruluşlar, kentlerin
büyüklüklerine ve halkın ihtiyaçlarına göre başta padişah ve hanedan mensupları
olmak üzere yönetici sınıf mensupları, zenginler ve nihayet halktan kişiler
tarafından inşa edilmekteydi.12 Dönemin gündelik hayatında, insanların
toplumsallaşmasında önemli yeri olan dinî merkezler (cami, mescit, tekke vs.) bu
kurum sayesinde faaliyetlerini sürdürmekteydi. Külliyeler, gerek bünyelerindeki
cami, medrese, darüşşifa, hamam vb. hayır kuruluşları çerçevesindeki sosyal
ilişkilerle gerekse bunların masraflarına tahsis edilen dükkan ve evlerde kiracı
olarak yaşayanların dahil olduğu daha geniş ilişkiler ağı ile toplum hayatına
damgalarını vurmaktaydılar.13

11
B.YEDİYILDIZ,’’Sinan’ın Yaptığı Esserlerin Sosyal ve Kültürel Tahlili’’,VI,Vakıf Haftası
Kitabı,İstanbul 1989,s.103
12
H.İNALCIK,’’Köy,Köylü ve İmparatorluk’’,V.Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisadi Tarihi
Kongresi,Ankara1990,s.1-11.
13
B.YEDİYILDIZ,’’Vakıf’’,YTA,C.XI,İstanbul 1985,s.4573.

You might also like