You are on page 1of 20

KÖYLÜLER VE

GÖÇEBELER
KÖYLÜLER
 Osmanlı devrinde köyler genellikle bir yada iki mahallelidir.
 Köyler çoğu zaman bir inanca mensup insanlar tarafından, bazen de inancı ve soyu aynı olan
insanlar tarafından oluşturulmuştu.
 Müslümanların ve gayrimüslimlerin birlikte yaşadıkları köylerde mevcuttu. Bu durumda
genellikle köy iki mahalleden: Müslüman ve gayrimüslim mahallelerinden oluşuyordu.
 Örneğin: 1566’da Harput sancağında 182 müslim ve 38 gayrimüslim köye karşılık iki unsurun
birlikte yaşadığı karışık köy sayısı sadece 9’du.
 1541’de Çemişgezek’te 206 müslim, 145 gayrimüslim ve 11 karışık köy vardı.
 1560’da Sinop’ta ise 235 müslim, 1 gayrimüslim ve 23 karışık köy mevcuttu.
 Türkler Anadolu’yu fethetmeye başlayınca Müslümanlar ya boşaltılmış gayrimüslim köylerine
yerleştiler veya yeni köyler kurdular.

 Müslümanlarla, gayrimüslimlerin köyleri incelendiğinde; gayrimüslimlerin daha merkezi ve


kalabalık köylerde yaşadıkları görülür.

 İlk göçler sırasında Türkler daha çok Batı Anadolu’ya iskanda bulunduklarında bu bölgelerin
İslamlaşması daha hızlı olmuştur. Orta Anadolu’daki İslamlaşma süreci bu anlamda batıya
göre daha yavaş gerçekleşmiştir.
 Her köyün toprak sınırları belliydi. Osmanlılar buna «köyün örsü» diyordu. Tarımla uğraşan
köylünün elinde az sayıda hayvan vardı. Bu nedenle köyün hayvanları genelde tutulan bir
çoban tarafından otlatılırdı.
 Köyün sınırları kadı tarafından belirlenirdi. Kadının hazırlamış olduğu belgeyi hükümdara arz
etmesi üzerinde de padişahlık makamı köyün «hudutname»sini hazırlardı. Böylece köyü
arazisinin sınırları yasal olarak belirlenmiş olurdu.
 Her köyde bir kethüda vardı. Ayrıca köyde bir imam, bir deştibânı (kır bekçisi) vardı.
 Köy halkı genel olarak tarım ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Dönemin ekonomik faaliyetleri
düşünüldüğünde Osmanlı toplum sisteminde köylünün ekonomik anlamda önemli bir vazife
üstlendiği görülür.
 Kınalızade Ali, Ahlak-ı Âlaî isimli kitabında alemdeki dört unsura (su, hava, ateş, toprak)
nispetle insanları da dört gruba ayırmakta, bu unsurlar arasında eşitlik olmazsa toplum
nizamının tam olmayacağını söylemektedir. Anasır-ı erbaa (veya erkân-ı erbaa) denilen bu dört
unsur; ilim ehli (su), savaşçılar (ateş), tüccar-esnaf (hava) ve çiftçiler (toprak)’den meydana
gelir. Aynı şekilde fertler de eşit tutulmazsa cemiyet nizamı tam olmaz demektedir.
 1.Dünyanın kurtuluşunu sağlayan adalettir (Adldir mûcib-i salâh-ı cihan).
 2.Dünya bir bahçedir duvarı devlettir (Cihan bir bağdır dîvarı devlet).
 3.Devletin düzeni hukuktur (Devletin nâzımı şeriattır).
 4.Hukuku ancak saltanat korur (Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk).
 5.Fetih ancak askerle yapılır (Mülk zapt eyleyemez illâ leşker).
 6. Asker ancak zenginlik (güçlü hazine) ile toplanır (Leşkeri cem edemez illâ mal).
 7. Zenginliği kaynağı halktır (Malı cem eyleyen râiyettir).
 8.Halkı otorite altına alan adalettir (Râiyeti kul eder pâdişah-ı âleme adl
 Dönemin en önemli ekonomik faaliyeti tahıl tarımıdır. Tahıl bitkileri stratejik öneme sahip
olduğundan dışarıya ihracı yasaktır. Çünkü hem halkın temel besin kaynağıdır hem de
orduların doyurulması ve sefer organizasyonu için olmazsa olmaz bir üründür.
 Tarım köylülerin eliyle gerçekleştirildiği için reayanın adil bir şekilde yönetilmesi şarttır.
İşinden memnun olan reaya üretime devam edeceğinden devlet tahıl açısından zor bir durumda
kalmaz.
 Tarım ekonominin temeli olduğundan ve tarımı gerçekleştiren kesim köylü olduğundan, sosyal
yapının mühim parçalarından biri köylüydü.
 Osmanlı köylüsü gerek yeniçağda ve gerekse yakınçağda Avrupa’nın birçok ülkesindeki
köylüye göre iyi durumdaydı. Klasik dönemde Osmanlı köylüsü kanunlarla belirlenen vergiyi
verdikten sonra kendisine angarya yüklenemezdi. Sultan’a Allah’ın emaneti olan köylü
adaletname ve fermanlarla koruma altına alınmıştı. Köylü, Avrupaî anlamda feodal bağlarla
sipahiye bağlı değildi.
 (Feodal Sistem?)
 Kanuni’nin «köylü milletin efendisidir» sözü Osmanlıların köylüye verdiği önemin bir
göstergesidir.
 Sipahinin haksız istekleri karşısında köy halkı kadıya, hatta Divan-ı Hümayun’a müracat
edebilirdi.
 Devlet köylüye büyük ehemmiyet verdiğinden şikayetler genelde köy ahalisi lehine
sonuçlanırdı. Gerek sicil kayıtlarında gerekse Divan kayıtlarında bu durum açık bir şekilde
görülebilir.
 Osmanlı tarihinde Avrupa’daki gibi büyük köylü ayaklanmalarının çıkmamasının sebebini
birçok tarihçi Osmanlı Devleti’nin kurmuş olduğu sistemden kaynaklandığını ileri sürer.
Ayrıca çağdaşlarıyla karşılaştırıldığında köylünün Osmanlı Devleti’ndeki hareket kabiliyet
oldukça yüksekti.
 Örneğin 20. yüzyıla doğru medreselerde okuyan öğrencilerin %47’si reaya çocuğu idi.
 Osmanlı köylüsünün devleti nazarında temel vasfı doğrudan toprakla irtibatlandırılmış
olmasıdır. Resmi olarak köylü-çiftçiler ellerindeki toprağın durumuna göre
sınıflandırılmışlardır. Elinde 60-120 dönüm toprak olan köylü «çift» olarak isimlendirilirken,
60 dönümden az toprağa sahip olanlar nim çift olarak adlandırılıyordu.
 XVII. Ve XVIII. Yüzyıllarda büyük çiftliklerin ortaya çıkışı (Ayanlığın ortaya çıkışı) ve
bunların sahiplerinin mahalli güç olarak sivrilişi, köylünün sosyal yapısını etkileyerek toprak
işçiliği, ırgatlık, yarıcılık vb. gibi ücretli işçilik veya bundan daha önemlisi ikinci serflik olarak
adlandırılan kendi toprağındaki kiracılığı ortaya çıkardı.
 Klasik dönemde toprak sahibi zengin köylülerin varlığı hakkında kaynaklarda herhangi bir
bilgi yoktur. Ancak tahrir defterlerindeki kayıtlardan elde edilen bilgilerle bir çiftlikten fazla
toprağı olan köylülerin varlığından haberdarız. Bu gibi köylülerin iktisadi güçlerinin sosyal
statülerini nasıl etkilediği hakkında kesin bir şeyler söylemek oldukça zordur.
 Köylünün sosyal boyutu içerisinde bir başka önemli konu, köylü-sipahi münasebetleridir.
 Sipahi köy ilişkileri, ancak bir mesele zuhurunda kadıya ve hükümet merkezine akseden
şikayetlerden çıkarılabilmektedir. Sipahi aslında bir devlet görevlisi olarak geçimini temin
edebileceği, sefer masraflarını karşılayabileceği miktarda çoğu ayni olarak toplanmış
vergilerle geçinir.
 Sipahinin köyde ikamet etmesi beklenir.
 Sipahinin görevleri arasında vergi toplama, asker besleme ve köyün güvenliği ile ilgilenme
gibi konular vardı.
 Köylü ile sipahi ya tapulu topraklar hakkında ki anlaşmazlıktan dolayı veya angarya işlerden
dolay karşı karşıya gelirdi.
 Ancak daha öncede belirtildiği üzere anlaşmazlık kadıya intikal ettiğinde genelde karar köylü
lehine çıkardı. Ayrıca sipahi en çok üç yıl bir bölgede kaldığından köylü üzerinde tahakküm
kurmasına izin verilmezdi.
 Yapılan tespitlere göre Osmanlı köylüsü, ortak bir toprak kullanımı içinde olmayan, miras
alıp/bırakabilen bağımsız köylülerdi. Köy halkının ortak mesuliyeti devlet karşısında vergi
verme ve adlî meselelerde kendisini gösterirdi. Adlî kovuşturmada köy halkı tamamıyla mesul
tutulurdu. Sosyal bir bütün olarak mütalaa edilir ve tabi olarak diğer yerlerde mesela
mahallelerde ve esnaf gruplarında olduğu gibi birbirlerine kefillenirlerdi. Bu durum köyde
otokontrolün oluşmasına, köylünün dayanışmasına sebep olurdu.
 Osmanlı köylüsünün içtimai yapısı XVI. Yüzyılda sonlarında başgösteren Celalî isyanlarıyla
altüst oldu. Anadolu’daki köylerin çoğu boşaldı. Timar sistemi çöktü. Emniyetsizlik ortamı
şehre doğru olan göçü hızlandırdı. Bu tarihlerde yaşanan göçlere tarihte «büyük kaçgun»
denilmiştir. XVII. Yüzyılın ikinci yarısında köylerde tam anlamıyla emniyet sağlandıysa da
köyün sosyal dokusunun eski görünüşü kayboldu.
 Köylü bu tarihlerden sonra yeni güç odaklarıyla karşı karşıya geldi. Üretim sürdüyse de vergi
merci olarak karşılarına çıkan muhataplar değişti. Bunlar yörelerin «ayan» ve «eşraf» denilen
mahalli nüfuz sahipleriydi.
 XIX. Yüzyılda köylüyü ezen ve mütegallibe olarak anılan bu zümrelerin gücü kırıldıysa da bu
defa da Osmanlı ekonomisinin dışa açılması yani kapitalizmin Osmanlı ülkesine girişinden
dolayı köylü farklı bir yaşam tarzı ve ekonomik güçlüklerle karşılaştı.
GÖÇEBELER
 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya gelen kalabalık grupların muhtemelen dörtte üçü
Türkmen, Yörük vs. olarak anılan konar-göçerlerdi. Bugün Anadulu’da oğuz boylarının ve
oymaklarının adını taşıyan binlerce köy bulunması zamanla bu boyların yerleşik hayata
geçtiğini gösterir. Türkçe konuşan konar-göçerlere Türkmen, şehirlerde yaşayanlara ise Türk
denilmiştir. Daha sonraki süreçte şehirlerde yaşayanlara Osmanlı denmiştir.
 Osmanlı toplumunun hetorojen yapısı içinde nüfusun büyük kesimi yerleşikti. Bunlar, başta
şehir ve kasaba olmak üzere Osmanlı coğrafyasını bir ağ gibi ören köylerde yaşıyordu. Diğer
önemli bir kesim ise göçebelerdi. Ekonomik bakımdan hayvancılıkla uğraşan ve birçok sosyo-
ekonomik fonksiyonlar yüklenen göçebeler, hayvancılığa bağlı olan hayatlarını sürdürebilmek
için yaylak ve kışlak hayatı sürdürürlerdi. Şüphesiz bu hayat tarzı, yerleşik hayat tarzından
oldukça farklı idi. Bu farklılıkları idari ve sosyal yapı ile vergi özellikleri bakımından da
görmek mümkündür.
 Osmanlı döneminde göçebeler nüfusun önemli bir bölümünü kapsıyordu. M. L. Barkan’ın
yaptığı araştırmalara göre 1520-30 tarihleri arasında Anadolu coğrafyasını içine alan Anadolu,
Dulkadır ve Rumelideki toplam 872.610 hane nüfusun, 160, 564 hanesi göçebe ve geriye
kalanı yerleşikti. Eyaletler arasında en fazla göçebe Anadolu’da idi.
 1570-80 arasındaki verilere göre Anadolu, Karaman, Dulkadır ve Rumeli eyaletlerindeki
toplam 1.360.474 hane nüfusun 220.217 hanesi göçebe idi. Anadolu 116.219 hane ile en çok
göçebe nüfusa sahipti.
 Sürekli yer değiştiren, yazın yaylalarda, kışın kışlaklarda sürülülerinin peşinde dolaşan ve
hayvancılıkla geçinen zümrelere «konar-göçer» denmiştir. Devlet bunların tarım alanlarına
zarar vermemesi ve kendi aralarında ihtilafa düşmemeleri için yaylak ve kışlaklarını
belirlemiştir. Ayrıca yaylak ve kışlak arasındaki yollarda belirlenmiştir.

 Konar-göçerler kalabalık oymak, aşiret ve cemaatler halinde teşkilatlanmışlardı. Başlarında bir


kethüda, boy beyi, oymak başı veya aşiret reisi bulunurdu. Adli ve idari işlerini müstakil bir
kadı yürütürdü. Mali idaresini ve vergi tahsilini ise Türkmen ağası denilen voyvodalar
üstlenmişti.
 Osmanlı Devleti’nin tasarrufunun köylüden yana olması zaman zaman devlet ile konar-
göçerlerin karşı karşıya gelmesine sebep olmuştur. Esasında devlet konar göçerlerinde yerleşik
hayata geçmesi için tedbirler almış ve zaman içerisinde bunlar devletin çöküşüne kadar
peyderpey yerleşik hayata geçirilmişlerdir.
 (Halep’in sancak merkezi haline getirilmesi örneği.)

 Konar-göçerler yolların emniyeti ve bakımı, derbentçilik, menzillerde zahire toplanması,


madenlerin işletilmesi, sefer sırasında askeri malzeme nakli, at yetiştiriciliği gibi hizmetleri
görürlerdi. Ancak bu tür hizmetleri Osmanlı ülkesindeki bütün konar-göçerlere teşmil etmek
zordur. Bahsi geçenler daha çok Batı ve Orta Anadolu’da varlığını sürdürenlerdir.

You might also like