You are on page 1of 5

OSMANLI TOPRAK DÜZENİ VE TİMAR SİSTEMİ

Osmanlı toplumu, temelde tarıma dayalı bir ekonomik yapıya dayanmaktaydı. Bu


bakımdan Osmanlı toplumsal ve ekonomik düzeninde toprak mülkiyeti ve tarım üretiminin
organizasyonu hayatî bir yere sahipti. Geçmişte ve kendi döneminde benzer bir sosyo-ekonomik
formasyona sahip diğer siyasî oluşumlar gibi Osmanlılar da idarî ve sosyal düzenlerinde toprak
sahipliği ve tarım üretiminin bu merkezî rolüne uygun birtakım sistemler geliştirdiler. Bu
düzenlemelerin, devletin ideolojik dayanağı olan İslam dininin kurallarına uygunluğuna ise,
devletleşme sürecine paralel olarak artan bir biçimde dikkat edilmiştir.
Osmanlılar kır toplumu ve tarım düzeni konusundaki pratiklerini geliştirmede selefleri
Anadolu Selçukluları, İlhanlılar vb.nin yanında topraklarını ele geçirdikleri Bizans, Balkan
ülkeleri, Akkoyunlular, Memluklar vb.nin uygulamalarını da dikkate aldılar. Ancak bütün bu
değişik kanallardan gelen etkiler, Osmanlıların yeni oluşturdukları sentezi meydana getirdi. Hiç
şüphesiz, sanayi-öncesi tarıma dayalı merkeziyetçi devletler/imparatorlukların tarım düzeni ve
tarımın vergilendirilmesi, taşrada idarenin ve düzenin sağlanması vb. hususlara karşı
geliştirdikleri yöntemler arasında benzerlikler vardır. Ulaşım ve iletişim şartları, Pazar
ekonomisinin o zamanki durumu, nakit ekonomisinin yanı sıra aynî ekonominin ağırlıklı oluşu
vb. faktörler tarımdan elde edilen vergi gelirlerinin nakit olarak toplanmasını güçleştiriyordu. Bu
yüzden, feodal Avrupa’da “vergilerin mahallinde tüketimi” esasına dayalı bir yapı oluşmuştu.
Aynı anlayış diğer pek çok toplumda da görülür. Feodal Avrupa’nın fief’i, Bizans’ın pronoia’sı,
Selçuklu İkta’ı veya Osmanlı timar’ı temelde aynı ihtiyaca/gerekliliğe karşı geliştirilen benzer
sistemlerdir. Sorunun temelinde belirli bir yerin vergi gelirlerinin hizmet karşılığı bir kişiye
tahsisi yatar. Bu sistemler arasındaki farklılık, bu gelir transferini elde edilen kişinin hukukî ve
siyasî gücü, gelir ünitesinin çapı, ırsîliği vb. hususlarda ortaya çıkmaktadır.
Tarih sahnesine bir Anadolu-Rumeli İmparatorluğu olarak çıkan Osmanlı Devletinin temel
sosyo-ekonomik düzeni de bu coğrafî alanda uygulanmıştır. 16. Yüzyılda ele geçirilen Arap
vilayetlerinde farklı bir vergi toplama düzeni kurulduğundan burada mirî arazi rejimi ve tımar
sisteminin uygulandığı bölgeleri esas alan bir tablo çizilmeye çalışılacaktır.

TOPRAK MÜLKİYETİ
Osmanlılarda ekilebilir toprakların büyük ölçüde mirî arazi rejimine tabi oldukları
malumdur. Bunun yanısıra mülk ve vakıf topraklar da bulunmaktadır. Kişilerin evleri, bağ ve
bahçeleri, değirmen vb. gibi bazı sınai tesisler özel mülkiyet alanına girmekteydi. Mülk
toprakları genel olarak iki kategoride toplamak mümkündür: serbest mülkler ve malikâne-divanî
sistemi içindeki mülkler. Serbest mülkler, devlet tarafından temlik edilmiş ve mülk sahibinin
mülkü üzerinde her türlü tasarrufta bulunmasının serbest olduğu mülklerdir. Bunlar satılabilir,
devredilebilir, miras olarak çocuklara intikal eder ve vakfedilebilirdi. Malikane-divani
sistemindeki mülkler için de bunlar söz konusudur ama serbest mülklerden farklı olarak bunlarda
toprağın rakabesine sahip olmak durumu yoktur ve mülkiyete konu olan şey belirli bir vergi
geliridir[Buna aşağıda döneceğiz]. Anadolu’daki mülk toprakların bir kısmı Beylikler
döneminden beri babadan oğula miras kalan yerler ise de büyük çoğunluğu Osmanlı sultanlarının
yaptığı temliklerden oluşur. İlk başlarda belli bir ailenin geçim vasıtası olarak düşünülen
temliklerde, daha sonraki dönemlerde belli bir kamu yararı amacı gözetilmiş ve temlikler
çoğunlukla vakfedilmek üzere gerçekleştirilmiştir. İlk dönemlerde, mesela Mihaloğulları,
Evrenuzoğulları gibi ailelere, fetihlere katılmaları ve hizmetleri karşılığında bir hak veya ödül
olarak temlikler yapılmış, onlar da bunları zamanla vakfa dönüştürmüşlerdir.
Osmanlı ülkesinde tarımsal arazinin büyük kısmının miri arazi rejimine tabi olduğu
muhakkaktır. Bu sistemde toprağın çıplak mülkiyeti (rakabesi) Beyliğe (Miri’ye)/Devlete, vergi
gelirlerini toplama hakkı dirlik sahibine, kullanım hakkı ise köylü-çiftçiye aitti. [Köylü-çiftçi
açısından sistemin özelliklerini ve üretim birimi olarak çift-hane meselesini daha sonra ele
alacağız]

TİMAR SİSTEMİ
Bu üçlünün ilişkilerini tanzim eden sisteme ise tımar sistemi diyoruz. Tımar, esas itibariyle
20,000 akçeden daha az geliri olan dirlikler için kullanılan bir terim olmakla birlikte genel ya da
geniş anlamda mirî arazi rejimi çerçevesinde devlet-dirlik sahibi-reaya ilişkilerini düzenleyen
sistem için de kullanılan bir terimdir.
Terimin Pehlevi dilinde elem, acı, endişe, şefkat-bakım, dikkat-ihtimam, sadakat gibi
anlamları vardır. Rumca timarion Osmanlıcadan geçmiştir. Sultan Sancar tarafından yayınlanan
Farsça bir emirde “timar” terimi kullanılmaktadır. Başka atıflar da var, ama kurumsal bir anlam
taşıyıp taşımadığı belirsizdir.
Osmanlılarda ise en erken devirlerden başlayarak terimin hem kelime hem de kurumsal
anlamıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır. II. Murad döneminden kalma tahrir kayıtları sistemin bu
devirde köklü bir şekilde yerleştiğini ispat eder. Bu kayıtlarda geçmişe yapılan atıflar dikkatle
izlendiğinde kurum olarak timarın köklerini daha erken dönemlere kadar izlemek mümkündür.
Mevcut tahrir defterlerini böyle bir yaklaşımla ele alan N. Beldiceanu kurumun Orhan Gazi
dönemine kadar indiğini ortaya koyar. Diğer kaynaklarda ise Osman Bey dönemine dahi atıf
vardır. Yine tahrir defterlerinin incelenmesinden gerek Osmanlı öncesinde gerekse beyliklerde
kurum olarak timarın varlığına işaret eden kanıtlar elde edilebilmektedir. Dolayısıyla timar,
Osmanlı devletinin karakteristik bir kurumu değildir, benzer bir örgütlenme beyliklerde de
görülmektedir.
Hizmet karşılığı belirli bir gelirin dirlik olarak tahsis edildiği sistem olarak tarif ettiğimiz
timar, klasik dönemde Osmanlı sisteminin iki temel kurumundan birisidir. Bu sistemde geliri
19,999 akçeye kadar olan dirliklere timar, 20,000 ila 99,999 akçe arasındakilere zeamet 100,000
akçe ve yukarısındakilere hass denir. Haslar sancakbeyi, beylerbeyi, vezir vb. yüksek dereceli
görevlilerle şehzade ve padişahlara verilirdi. Zeametler ise alaybeyi, çeribaşı, subaşı vb.
görevlilere verilirdi.
Bu temel ayırımın dışında dirlikleri değişik açılardan tasnif etmek mümkündür. Hizmet
cinsi bakımından timarları askerî ve sivil timarlar; gelir kökeni açısından kentsel, kırsal ve karma
timarlar; gelir cinsine göre divani timar(örfi vergiler ve şer’i vergilerin bir bölümü), bütün timar
(bütün vergiler ?); tezkereli-tezkeresiz timarlar; serbest-serbest olmayan timarlar gibi
kategorilere ayırmak mümkündür.
Padişah haslarıyla sultan ve vezir vakıfları, vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, nişancı,
defterdar, divan katipleri, çavuşlar, çeribaşılar, subaşılar, dizdarlar vb. yüksek rütbeli kişilerin has
ve zeametleri idari ve mali açıdan serbest olup bu tür dirliklerde rüsum-ı serbestiye denilen ve
bazı kısımları niyabet ve bad-ı heva adıyla kaydedilen gelirlerin tamamı dirlik sahibine aittir. Öte
yandan timarların büyük çoğunluğunda bu tür gelirler serbest timar sahipleri ile paylaşılmaktadır
ve dolayısıyla bu timarlar serbest değildir. Cürüm ve cinayet vergisi, kaçak hayvan ve kulların
yakalanmasından alınan müjdelik resmi, sahibi olmayan hayvan ve mallara sahiplik, gerdek
resmi gibi zuhurata bağlı vergilerin genel adı bad-ı hevadır. Bu verginin döneme ve yere göre
yarısı veya 2/3’ü timarlıya kalanı ise niyabet hissesinin bir bölümü olarak yöredeki sancakbeyi
vb. kişilere tahsis edilmektedir. Niyabet hissesinde çift resminin belli bir bölümü ve bazı yerlerde
de koyun vergisinin yarısı da bulunmaktadır. Mesela Fatih devrinde Bolu sancağında resm-i
çiftin 46 akçe olduğu yerlerde 28 akçe timar sahibi, 9’ar akçe de sancakbeyi ve subaşı
almaktaydı. Hamid sancağnda 42 akçenin 27’si timarlının 15’i ise sancakbeyinin idi. Canik
Sancağnda 1455’te 57 akçelik resm-i çiftin bazı yerlerde 42 bazılarında ise 36 akçesi timarlıya
aitti. 1485 ve sonrasında ise bu miktar 42 akçe olarak kesinleşmiştir. Kalan 15 akçe niyabet
hissesindedir. Niyabet ise yerine ve zamanına göre şehzade, sancakbeyi, subaşı gibi görevlilere
ait olabildiği gibi bazen bir gelir ünitesi olarak timar şeklinde dahi tahsis edilebilmiştir.
Timar sisteminin en yüksek derecelerindeki kişiler çoğunlukla kul kökenli olmakla birlikte
sıradan timarlar devşirmelere olduğu kadar ve belki de kuruluş yıllarında onlardan çok daha fazla
yerli halka açıktı. Sonraki dönemlerde de devletin savaşa yarar kişilere duyduğu ihtiyaç
yüzünden pek çok köy kökenli genç sisteme dahil olabilmiştir.

TAHRİR
 Sözlükte “yazma, kaydetme, deftere geçirme”

 Osmanlı maliye teşkilâtında vergilerin ve bu vergileri verenlerin ismen tesbiti için değişik dönemlerde
farklı şehirlerde gerçekleştirilen sayımları ve bu sayımların kaydedildiği defterler

 Sanayi öncesi tarım toplumu yapısının hâkim olduğu çeşitli devlet ve imparatorluklarda ülkenin vergi
ve vergi nüfusu potansiyelini belirlemek maksadıyla sayımlar yapılmıştır.

 Günümüze ulaşan en eski sayımlardan birini ihtiva eden 835 (1431) tarihli Arvanid Sancağı Defteri ile
diğer bazı belgelerden, sayım sonuçlarının kaydedildiği defter usulünün XIV. yüzyılda mevcut olduğu
anlaşılmaktadır.

 Yakın zamanda keşfedilen ve yayınlanan İzmir yöresine ait Halil Beğ Defterinin (Yay. Cahit Telci)
Arvanid defterinden önce derlendiği anlaşılmaktadır (1425-1430).

 Evgeni Radushev-Uğur Altuğ; 1422-1423 Tarihli Köprülü, Kastorya ve Koluna Vilayetleri Mufassal
Defteri

 ilki fethin hemen ardından olmak üzere çeşitli vesilelerle tahrir

 Kaynaklarda tahrirlerin hangi zaman aralığı ile yapıldığına dair verilen rakamlar gerçeği tam yansıtmaz.

 tahririn otuz yılda bir tekrarlanması gerektiğine işaret edilir.

 fetih sonrası gerçek tahririn ardından yeni bir padişahın tahta geçmesi durumunda da genel tahrirlerin
yapılırdı.

 Belgelerde tahririn amacı; ülkedeki reâyânın oturduğu yerleri ve işlerinin bütün özelliklerini, mallarının
ve ürünlerinin kaynaklarını, timar sahiplerinin gelirlerini, reâyâ ile timar sahipleri arasındaki
uzlaşmazlıkları hükümdarın (devlet) bilmesi olarak belirtilir.

 Bunun yanında şeriata ve yerleşik kanuna aykırı bid‘at ve zulümlerin önlenmesi, avârız vergisinin
yüklenmesi durumunda hâne sayısının bilinmesi, vakıfların durumunun ortaya konulması gibi amaçlar
da söz konusudur.

 Merkezden aldığı görevlendirme tâlimatıyla tahrir yapacağı sancağa giden ve yüksek mevkide görevli
bir kişi olan eminle (il yazıcısı, muharrir vb.) kâtipten oluşan tahrir kurulu dirlik sahipleri yahut
vekilleri ve kadılarla birlikte teftişe başlardı.

 Kadılar kendi kazaları yazılırken tahrir eminine yardımcı olmakla mükellefti. Eminler tecrübeli devlet
adamlarından seçilirdi.

 Tahrir heyeti, eski defterin (defter-i atîk) bir nüshası ile karşılaştırmalı olarak vergi mükellefi reâyâyı
kaydederken eski defterdeki verileri güncelleştirirdi.

 Tahrir defterleri Osmanlılar’ın timar sistemini uyguladıkları bölgelerde vergi mükelleflerine ait çeşitli
bilgileri,

 bunların yaşadıkları yerlerden toplanması beklenen vergileri,


 bu vergilerin hangi kişi veya kurumların tasarrufunda bulunduğunu tesbit eden ve genellikle sancak
esasına göre düzenlenen resmî belgelerdir.

 Tahrir işlemiyle görevli kurul görevini tamamladıktan sonra bu tür bilgiler mufassal deftere yazılırdı.

 MUFASSAL DEFTERLER: Defterin başında genellikle bir mukaddime ve sancak kanunnâmesi

 XVI. yüzyılın son çeyreğine ait son klasik tahrir defterlerinin başında ayrıntılı fihristler var.

 Bunların ardından merkez kazadan başlayarak sancağı oluşturan kaza ve nahiyeler sıralanır.

 Bir kazada önce eğer varsa merkez konumundaki (“nefs” diye anılan) şehir veya kasaba, yoksa yine
merkez durumundaki bir köy yazılır.

 Şehir ve kasabaların mahalleleri, bu mahallelerde kayıtlı yetişkin erkeklerin adları ve baba adları,
meslekleri belirtilir. Yetişkin nüfus evli-bekâr (müzevvec-mücerret veya hâne-mücerret) ayırımına göre
verilir.

 Özet (icmal/mücmel) defterler, bilhassa XVI. yüzyılda mufassal defterde yer almayan dirlik
sahiplerinin isimlerini ve gelir toplamlarını içerir.

 XV. yüzyılda bu tür bilgiler yanında bazı yerlerde dirlik sahiplerinin askerî yükümlülüklerinin de
mufassal defterlere kaydedildiği dikkati çeker.

 MUHASEBE İCMALLERİ: Kanûnî Sultan Süleyman’ın ilk yıllarına has görünen bir başka icmal daha
türü olarak “Muhâsebe-i vilâyet defterleri”

 1530 yılına tarihlenen, fakat muhtemelen 1520’lere ait tahrirlerin sonuçlarını yansıtan bu tür mufassal
icmaller, “Alaman seferi” öncesinde imparatorluğun genel durumunu öğrenmek amacıyla derlenmiştir.

 İmparatorluğun genel envanteri niteliğindedir.

AVARIZ TAHRİR DEFTERLERİ


 XVI. yüzyıl sonlarında çeşitli sebeplerle timar sistemi eski önemini kaybedince klasik tahrir usulü de
büyük ölçüde terkedilmiştir.

 Avârız vergisinin merkezî maliye açısından giderek ön plana çıktığı bu süreçte avârız vergisinin
toplanması bakımından önem arzeden avârız tahrirleri yapılmaya başlanmıştır.

 Esasen XVI. yüzyılda avârız sayımları yapılmış, ancak genelde avârız ve cizye yükümlüleri birlikte
kaydedilmişti. Müslüman avârız yükümlüleri veya daha önce muaf olan kesimler için tutulan müstakil
avârız defterlerinin ilk örneği 1600-1601 yıllarına aittir.

You might also like