Professional Documents
Culture Documents
Copyright ©2014
The copyrights, publica ons and sales rights of this book belong to Atatürk University. All rights
reserved of this book prepared with an individual learning approach. No part of this book may
be reproduced, printed, or distributed in any form or by any means, techanical, electronic,
photocopying, magne c recording, or otherwise, without the permission of Atatürk University.
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
ISBN: 978-975-442-559-8
ERZURUM
1. İşlevselcilik 4
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK
2. Çatışma Kuramı 28
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK
3. Yapısalcılık 50
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK
4. Eleştirel Kuram 72
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK
5. Sembolik Etkileşimcilik 95
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK
Editör
İŞLEVSELCİLİK
ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
• İşlevselciliğin Kökleri
İÇİNDEKİLER
Sosyoloji
Sosyal dinamik
Sosyal organizma
Herbert Spencer
Sosyal evrim
Mekanik dayanışma
Sosyal olgu
İŞLEVSELCİLİK
Biyolojik ihtiyaç
Sosyal kurum
Bronislav Kaspar Malinowski
Kültür
İşlev
Sosyal sistem
Kültürel sistem
Sosyal bütünleşme
Sosyal düzen
Anomi
Robert King Merton
Bozuk işlev
GİRİŞ
Gündelik hayatta kullandığımız her alet, araç ve gereç bir işleve sahiptir.
Örneğin, çekicin işlevi, tahtaya ya da duvara çivi çakmamıza yardım etmektir.
Süpürge, evimizi ya da işyerimizi süpürmemizi sağlar. Vücudumuzu meydana
getiren her organın bir işlevi vardır. Kalbin işlevi, kan dolaşımını sağlamak ve
vucuda kan pompalamaktır. Gözün işlevi, görmek, dilin işlevi ise konuşmaktır.
Hayatımızı biçimlendiren her adet ya da gelenek bir işleve sahiptir. Sözgelimi,
düğünün işlevi, insanları bir araya getirmek ve ilişkilerinin kuvvetlenmesini
sağlamaktır. İdeolojiler, bireyleri bir arada tutma işlevi üstlenir. Dinin ve ahlakın
işlevi, sosyal bütünleşmeyi sağlamaktır. Kısaca, doğada ve toplumda işlevsiz hiçbir
şey yoktur. Sosyoloji, insandan ve toplumdan kopuk olmadığına göre, toplumu
oluşturan unsurların (sosyal kurumların) işlevlerine vurgu yapması kaçınılmazdır.
İşte, çağdaş sosyolojide toplumu “işlev” açısından çözümleyen ana kuram,
işlevselciliktir.
İşlevselcilik, çağdaş sosyolojide temel kuramlardan (teorilerden) biridir.
İşlevselcilik, çağdaş sosyolojinin ana damarını oluşturur. Çağdaş sosyoloji
İşlevselcilik, sosyoloji kuramları deyince, akla ilk önce işlevselcilik gelir. İşlevselcilik, “sosyolojiyle eş
ile eşdeğer kabul anlamlı sayılan” bir kuram olma özelliğine sahiptir (Davis, 1959). Kingsley Davis’e
edilen bir kuramdır. göre, sosyoloji, işlevselciliktir. Çünkü sosyoloji, işlevselciliğin özünü teşkil eden
“toplumlar gerçektir ve bütünleşmiştir” temel önermesinden hareket eder (Adams
ve Sydie, 2002). İşlevselcilik, çağdaş sosyoloji kuramları içinde en başat kuram
olma özelliğine sahiptir. 20. yüzyıldaki sosyolojik kuram ve araştırmalarda
işlevselcilik hâkimdir (Abrahamson, 1990). Hatta bazı sosyologlar, sosyolojik
çözümleme ile işlevselci çözümlemeyi bir tutmuşlardır. Mesela, Amerika’da
sosyoloji öğrencilerinin çağdaş sosyoloji kuramları konusunda okumaları
gerekenlerin büyük kısmını, işlevselciliğin ana isimlerinden Talcott Parsons ve
Robert King Merton’ın eserleri teşkil eder (Wallace ve Wolf, 2004).
Bu bölümde, işlevselciliğin kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel
tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.
İŞLEVSELCİLİĞİN KÖKLERİ
İşlevselciliğin kökleri, sosyolojide organizmacı anlayışa uzanır. Sosyolojide
organizmacı görüş, toplumu bir organizma gibi ele alır, organizmanın yapısı, işleyişi
ve onu meydana getiren organların işlevlerinden yola çıkarak toplumun yapısını ve
işleyişini anlamaya çalışır. Appelbaum’un deyişiyle, işlevselcilik, esasında parçaları
arasındaki karşılıklı ilişki sebebiyle, benzetme vasıtasıyla yaşayan organizmaya
yönelir. Her unsur, bütünün başarıyla işlemesi için son derece gereklidir, yani
işlevseldir (Appelbaum, tarihsiz: 94). İşlevselcilik, çeşitli disiplinlerde (biyoloji, tıp,
psikoloji gibi) var olan, sosyolojide ise Auguste Comte ve Herbert Spencer ile
gündeme gelen bir genel kuramsal görüştür (Warshay, 1975). İşlevselcilik,
Auguste Comte
Comte (1798-1857), 1830 yılında sosyoloji terimini ilk kez kullanan kişidir.
Comte, aynı şekilde pozitivizm terimini de Fransızca’ya 1830’dan itibaren sokan
sosyologdur (Williams, 2007). Comte, sosyoloji ve pozitivizm terimlerini icat eden
sosyologdur. Pozitivizm ve sosyoloji sözcüklerini tamamıyla Comte’a borçluyuz.
Comte’un eserlerinde, sosyolojinin doğuşu pozitivizmin insan düşüncesindeki
zaferinin bir işareti olarak görüldüğü için ikisi çok yakın ilişkilidir (Giddens, 1990).
Comte, sosyolojinin isim babasıdır. Önceleri “sosyal fizik” dediği bilime daha sonra
“sosyoloji” adını vermiştir. Böylece, Comte ve sosyoloji birlikte anılır olmuştur.
Benzer bir biçimde pozitivizm sözcüğü de Comte’un adıyla eşanlamlı olmuştur
(Larson, 1986). Pozitivizm, tarihsel süreç içinde oluşagelmiş farklı düşünce
İşlevselciliğin arka
biçimlerine tepki gösteren, bilhassa da teolojik ve metafizik açıklamaları yadsıyan,
planında Auguste
Comte’un ve Herbert buna karşın gözlemlenebilir somut olguları esas alan ve sosyolojiyle bağlantılı olan
Spencer’ın sosyolojik akımdır (Kızılçelik, 1996). Comte’a göre, sosyolojiye bilimsel kimliğini pozitivizm
fikirleri vardır. kazandırmıştır. Daha açık bir deyişle, Comte, sosyolojiyi bir doğa bilimi gibi
görmüştür. Sosyolojinin metodunu doğa bilimlerinin yöntemi üzerine bina
etmiştir. Doğa bilimlerinin metot ve tekniklerinin sosyolojide de kullanılabileceğini
öne sürmüştür.
Comte’a göre, sosyoloji, doğa bilimlerine zorunlu olarak tabidir. Sosyolojinin
konusu olan sosyal olgular, doğa bilimlerinin yasalarına bağlıdır. Sosyoloji, olgular
arası ilişkileri açıklamayı matematikten; gözlem tekniğini ve varsayım kurmayı
astronomiden; deney tekniğini fizikten; olgular arası bağ kurma, onları tasnifleme
ve sentezlemeyi kimyadan; sosyal olguların statik ve dinamik yönlerini izah etmeyi
biyolojiden almıştır. Comte’un bilim sınıflamasında yer alan temel altı bilim
sırasıyla şunlardır: Matematik, astronomi, fizik, kimya, biyoloji ve sosyoloji
(Kızılçelik, 2009). Bilimler alanındaki ilerleme, belli bir sıraya göre, yani en genel, en
soyut ve en basit durumdan en özel, en somut ve en karmaşık olana doğru
gerçekleşir (Comte, 2001).
Herbert Spencer
Spencer (1820-1903), sosyolojinin kurucularındandır. Spencer’in kuramı,
organik-evrimcidir. Bu yönüyle, Comte’un toplumu sosyal statik ve sosyal dinamik
olarak ikiye ayırmasıyla benzerlik gösterir. Onun temel ilgisi, toplumun sosyal
evrim sürecini incelemektir (Kinloch, 1977). Spencer, sosyoloji araştırmasını, en
karmaşık şekliyle evrimin araştırılması olarak betimlemiştir (Ritzer, 2013).
Spencer’a göre, sosyal evrimi inceleyen ve toplumun yasalarını bulmaya çalışan
sosyoloji, biyolojiye bağımlıdır. Çünkü doğanın yasalarıyla toplumun yasaları
aynıdır (Spencer, 1961). Spencer, biyolojik dünyayı açıklamaya dönük olan evrim
kuramının sosyal dünyanın açıklanmasında kullanılabileceğini iddia etmiştir. Bu da,
Spencer’in sosyoloji tarihinde toplumun evrimi üzerine yoğunlaşmış bir sosyal
evrimci teorisyen olarak değerlendirilmesine yol açmıştır (Spencer, 1974).
Spencer’a göre, evrim, maddenin tamamlanması ve hareketin dağılmasıdır. Evrim,
belirgin olmayan ve birbirini tutmayan bir homojenlikten, belirgin ve birbirini
tutan bir heterojenliğe geçiş sürecidir (Spencer, 1947a; 1947b).
Emile Durkheim
Durkheim, 1858’de Fransa’da doğmuştur. Ecole Normale’den 1882’de
mezun olmuştur. 1882-1887 yılları arasında Paris’in çeşitli liselerinde felsefe
öğretmenliği yapmıştır. Bu arada Durkheim, bilimsel incelemeler yapmak için
Almanya’ya gitmiş ve Wilhelm Wundt’un laboratuarında çalışmıştır. 1887’den
itibaren Bordeaux Üniversitesi’nde pedagoji dersleri vermeye başlamıştır. 1893’te
doktora tezini (Toplumsal İşbölümü’nü) tamamlamıştır. Ardından Toplumbilimsel
Yöntemin Kuralları; İntihar: Toplumbilimsel İnceleme; Dini Hayatın İlkel Biçimleri
adlı sosyolojinin klasikleri hâline gelen eserlerini yayımlamıştır. Birinci Dünya
Savaşı’nda oğlunu ve birçok meslektaşını kaybetmiştir. Durkheim, 1917’de
ölmüştür (Kızılçelik, 1992).
Talcott Parsons
Parsons, 1902’de Amerika’da doğmuş, 1979’da Almanya’da ölmüştür. Lise
eğitimini Amherst’te tamamlamış, biyoloji bölümünden mezun olmuştur. Londra
Ekonomi Okulu’nda ve Heidelberg Üniversitesi’nde okumuştur. Akademik
kariyerini Harvard Üniversitesi’nde sürdürmüştür. Alman sosyolojisinden, özellikle
de Weber’in sosyolojisinden etkilenmiştir. Weber’in Protestan Ahlakı ve
Kapitalizmin Ruhu eserini İngilizceye tercüme etmiş ve eserlerinde onun sosyolojik
fikirlerine yer vermiştir. Weber’in Amerikan sosyolojisinde tanınmasını sağlamıştır.
Çağdaş sosyolojinin akışını belirleyen eserlere imza atmıştır. En önemli eserleri
arasında Sosyal Eylemin Yapısı; Genel Bir Sosyal Eylem Teorisine Doğru; Sosyal
Sistem; Toplumlar: Evrimci ve Karşılaştırmalı Perspektifler gösterilebilir. Parsons’ın
Talcott Parsons, sistem amacı, Durkheim, Malinowski, Pareto, Weber ve Freud gibi düşünürlerin temel
çözümlemesinde, fikirlerinin sentezini yapmaktır (Slattery, 2007; Wallace ve Wolf, 2004). Parsons, bu
sosyal, kültürel ve kişilik
düşünürler içerisinde en fazla Durkheim’dan etkilenmiştir. Parsons teorisinin
sistemini esas almış,
mühim unsurlarını Durkheim’dan almış ve bu görüşler sayesinde 20. yüzyılın önde
sosyal sistemin alt-
sistemlerini işlevsel gelen bir sosyologu hâline gelmiştir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Parsons,
zorunlulukları açısından entelektüel rol modellerinden birinin Durkheim olduğunu sıkça bildirmiştir (Wallace
incelemiştir. ve Wolf, 2004).
İşlevselcilik, toplumda
düzenin ve bütünleşmenin
sağlanmasında değerlerin
ve normların önemine
vurgu yapmıştır. Resim 1.2. Mark Abrahamson’ın işlevselciliğe dair bilinen eseri: İşlevselcilik
Örnek
İŞLEVSELCİLİĞİN ELEŞTİRİSİ
İşlevselcilik, çağdaş sosyologlar tarafından eleştiri bombardımanına
tutulmuş bir kuramdır. İşlevselciliğe yönelik eleştirileri yedi noktada toplamak
mümkündür:
İşlevselciliğin ana terimi olan işlev, belirsiz ve bulanıktır (Abrahamson,
1990).
İşlevselcilik, sosyal değişmeyi yeterince açıklayamamıştır. Bu gerçeğe
Parsons da işaret etmiştir. Parsons, The Social System kitabında, sosyal
değişmeyi, yani tarihin oluşumunu açıklığa kavuşturamadığını itiraf
etmiştir (Mills, 2000). İşlevselcilik, sosyal değişmeyi açıklama kabiliyetine
sahip olmayan bir kuramdır. İşlevselcilik, sosyal değişme sorununun özüne
asla inememiştir (Smith, 1996). Çünkü işlevselcilik, bir uyum, denge ve
düzen teorisidir.
İşlevselcilik, çatışma ve çelişki ögelerine değil, uyum ve tutarlılık
unsurlarına vurgu yapmıştır (Swingewood, 1998). Başka bir deyişle,
İşlevselcilik, en fazla
işlevselcilik, sosyal dengeyi, düzeni ve bütünleşmeyi önemsemiş buna
eleştirilen sosyoloji
kuramı olma özelliğine karşın sosyal kargaşayı, çatışmayı ve değişmeyi dikkate almamıştır (Ritzer,
sahiptir. Sosyal değişmeyi 1983). İşlevselcilik, toplumsal konsensüs ve düzene aşırı vurguda
yeterince açıklayamaması bulunmuş fakat gücün etkisini göz ardı etmiştir. Hızlı, köklü, özellikle de
onun en büyük açmazıdır. devrimci değişmeleri izah edememiştir (Slattery, 2007). Sözün kısası,
işlevselcilik, toplumda bir gerçeklik olan çelişkilere ve çatışmalara yer
vermemesi nedeniyle eleştirilmiştir.
İşlevselcilik, Karl Marx’ın tarihi, değişmeyi, çatışmayı ön plana çıkaran sınıf
savaşımı görüşünü görmezlikten gelmiş, sosyal düzensizliği ve istikrarsızlığı
göz ardı etmiş, dolayısıyla kapitalizmin bunalımlarını örtbas etmiştir.
İşlevselcilik, kapitalist toplum düzenini savunmuş, politik suskunluğu ve
tutuculuğu önemsemiştir (Kızılçelik, 2013). Bu bağlamda, işlevselcilik,
Amerika’daki kapitalist düzenin ideolojik ifadesinden ibarettir (Berberoglu,
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İşlevselciliğin gelişmesinde etkili olan sosyologlar aşağıdakilerden
hangileridir?
a) Ferdinand Tönnies-Max Weber
b) Georg Simmel-Max Horkheimer
c) Adam Smith-Karl Marx
d) Auguste Comte-Herbert Spencer
e) Anthony Giddens-Herbert Blumer
Cevap Anahtarı
1.d, 2.c, 3.a, 4.b, 5.e, 6.c, 7.d, 8.a, 9.e, 10.b
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Abrahamson, M. (1990). İşlevselcilik. Çev.: N. Çelebi, Konya: Sebat Ofset.
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California:
Pine Forge Press.
Appelbaum, R. P. (Tarihsiz). Toplumsal Değişim Kuramları. Çev.: T. Alkan, Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Ashley, D., Orenstein, D. M. (1990). Sociological Theory: Classical Statements.
Boston: Allyn and Bacon.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Callinicos, A. (2004). Toplum Kuramı: Tarihsel Bir Bakış. Çev.: Y. Tezgiden. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Coenen-Huther, J. (2013). Durkheim’ı Anlamak. Çev.: S. Akyüz. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Comte, A. (1858). The Positive Philosophy. İngilizceye Çev.: H. Martineau. New
York: Calvin Blanchard.
Comte, A. (1986). Pozitivizm İlmihali. Çev.: P. Erman. İstanbul: Milli Eğitim Gençlik
ve Spor Bakanlığı Yayınları.
Comte, A. (2001). Pozitif Felsefe Kursları. Çev.: E. Ataçay. İstanbul: Sosyal Yayınları.
Coser, L. A. (1977). Masters of Sociological Thought: Ideas in Historical and Social
Context. New York: Harcourt Brace Jovanovich, Inc.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayınları.
Dahrendorf, R. (1969). Class and Class Conflict in Industrial Society. London:
Routledge & Kegan Paul.
Davis, K. (1959). “The Myth of Functional Analysis as a Special Method in
Sociology and Anthropology”. American Sociological Review. No. 24.
Durkheim, E. (1985). Toplumbilimsel Yöntemin Kuralları. Çev.: C. B. Akal, İstanbul:
Bilim/Felsefe/Sanat Yayınları.
Durkheim, E. (1992). İntihar: Toplumbilimsel İnceleme. Çev.: Ö. Ozankaya. Ankara:
İmge Kitabevi Yayınları.
Durkheim, E. (2004). Ahlak Eğitimi. Çev.: O. Adanır. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.
Durkheim, E. (2005). Dini Hayatın İlkel Biçimleri. Çev.: F. Aydın. İstanbul: Ataç
Yayınları.
Durkheim, E. (2006). Toplumsal İşbölümü. Çev.: Ö. Ozankaya. İstanbul: Cem
Yayınevi.
Giddens, A. (1990). “Pozitivizm ve Eleştiricileri.” Sosyolojik Çözümlenmenin Tarihi
T. Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Ankara: V Yayınları.
Habermas, J. (2001). İletişimsel Eylem Kuramı: 1. Cilt/Eylem Rasyonelliği ve
Toplumsal Rasyonelleşme, 2. Cilt/İşlevselci Aklın Eleştirisi Üzerine. Çev.: M.
Tüzel. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-
Level Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.
Kızılçelik, S. (1992). Sosyoloji Teorileri 1. Konya: Mimoza Yayınları.
Kızılçelik, S. (1994). Sosyoloji Teorileri 2. Konya: Yunus Emre Yayınları.
Kızılçelik, S. (1996). Pozitivizm ve Eleştiricileri: Sosyolojinin Pozitivist Kimliği
Üzerine. İzmir: Saray Kitabevleri.
Kızılçelik, S. (2009). Sosyolojinin Neliği. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2018). Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1: Gramsci, Parsons, Mills,
Althusser, Foucault, Goffman ve Bauman’ın Sosyal Teorileri. Ankara: Anı
Yayıncılık.
Kim, K. (2003). Order and Agency in Modernity: Talcott Parsons, Erving Goffman,
and Harold Garfinkel. Albany: State University of New York Press.
Kinloch, G. C. (1977). Sociological Theory Its Development and Major Paradigms.
New York: McGraw-Hill, Inc.
Larson, C. J. (1973). Major Themes in Sociological Theory. New York: David McKay
Company, Inc.
Larson, C. J. (1986). Sociological Theory form the Enlightenment to the Present.
New York: General Hall, Inc.
Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Giriş. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Küre Yayınları.
Malinowski, B. (1989). İlkel Toplumlarda Cinsellik ve Baskı. Çev.: H. Portakal,
İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Malinowski, B. (1990). İnsan ve Kültür: Bir Bilimsel Kültür Kuramı ve Öbür
Denemeler. Çev.: M. F. Gümüş. Ankara: V Yayınları.
Malinowski, B. (1992). Bilimsel Bir Kültür Teorisi. Çev.: S. Özkal, İstanbul: Kabalcı
Yayınevi.
Malinowski, B. (1998). İlkel Toplum. Çev.: H. Portakal, Ankara: Öteki Yayınevi.
Malinowski, B. (2000). Büyü, Bilim ve Din. Çev.: S. Özkal, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Malinowski, B. (2003). Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek. Çev.: Ş. Yeğin, İstanbul:
Epsilon Yayıncılık.
Martindale, D. (1960). The Nature and Types of Sociological Theory. Boston:
Houghton Mifflin Company.
Merton, R. K. (1967). On Theoretical Sociology: Five Essays, Old and New. New
York: The Free Press.
Merton, R. K. (1968). Social Theory and Social Structure. New York: The Free Press.
Mills, C. W. (2000). Toplumbilimsel Düşün. Çev.: Ü. Oskay, İstanbul: Der Yayınları.
Moore, W. E. (1990).“İşlevselcilik”. Sosyolojik Çözümlenmenin Tarihi. T.
Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Çev.: Ş. Tekeli. Ankara: V Yayınları.
Özbudun, S., Şafak, B., Altuntek, N. S. (2006). Antropoloji: Kuramlar/ Kuramcılar.
Ankara: Dipnot Yayınları.
Parsons, T. (1951). The Social System. New York: The Free Press.
Parsons, T. (1966). Essays in Sociological Theory. New York: The Free Press.
Parsons, T. (1985). On Institutions and Social Evolution: Selected Writings. L. H.
Mayhew (Ed.). Chicago: The University of Chicago Press.
Parsons, T., Smelser, N. J. (1969). Economy and Society: A Study in the Integration
of Economic and Social Theory. New York: The Free Press.
Rex, J. (2006). Key Problems of Sociological Theory. London: Routledge, Taylor &
Francis e-Library.
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar: Klasik ve Modern Sosyoloji
Anlayışlarına Giriş. Çev.: N. Doğan. İstanbul: Küre Yayınları.
Ritzer, G. (1983). Sociological Theory. New York: Alfred A. Knopf, Inc.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.:H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım.
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım.
Savage, S. (1983). The Theories of Talcott Parsons: The Social Relations of Action.
London: Macmillan Press.
İsimleri KURAMLARI
• Çatışma Kuramının Anahtar
Terimleri Prof. Dr. Sezgin
• Çatışma Kuramının Temel
Tezleri KIZILÇELİK
• Çatışma Kuramının Eleştirisi
ÜNİTE
21
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Çatışma Kuramı
Kapitalizm
Karl Marx
Sınıf çatışması
Birey
Georg Simmel
Etkileşim
Çelişki
Otorite ilişkileri
Sosyal çatışma
Sosyal değişme
Çatışma
Emniyet subabı
Sosyal bütünleşme
Güç dengesi
İktidar
Sıradan insanlar
GİRİŞ
Bireylerin gündelik yaşamlarında kullandığı terimler arasında çatışma önemli bir
yere sahiptir. Çatışma, sosyal hayatın merkezinde yer alır. Sosyal ilişkilerde çatışma
başattır. Aile bireyleri arasında, kuşaklar arasında çatışmanın olduğunu
gözlemleyebiliriz. Her birey bir diğeriyle çatışma hâlinde bulunur. Toplumdaki gruplar
içinde ve gruplar arasında çatışma vardır. Toplumu oluşturan ana sınıflar arasında
çatışmaya dayalı ilişkiler mevcuttur. Siyasal partiler (bilhassa da iktidar ve muhalefet
partileri) birbirleriyle devamlı çatışma içindedir. İdeolojiler arasında, sınıflar arasında,
ırklar arasında, gruplar arasında, kültürler ya da uygarlıklar arasında çatışma vardır.
Başka bir deyişle, ideolojik çatışma, sınıf çatışması, ırk çatışması, grup çatışması,
uygarlık çatışması bir gerçektir. Toplumlar arasında sürekli çatışma vardır. Kısaca,
birbirlerine düşman olan bireylerden, toplumlardan ya da ülkelerden söz ettiğimizde,
çatışmaya işaret etmiş oluruz. Sosyoloji, insan ve toplumun uzağında bir bilim değildir.
Toplumdaki ya da dünyadaki farklı çatışma biçimlerine duyarsız kalamaz. İşte, çağdaş
sosyolojide toplumu “çatışma” açısından tahlil eden ana kuram, çatışma kuramıdır.
Çatışma kuramı, günümüz sosyolojisinde öne çıkan kuramlardan biridir. Çatışma
kuramı, önemli ölçüde işlevselciliğin eleştirisi üzerine inşa edilmiştir. Çatışma
kuramının amacı, işlevselciliğin ipliğini pazara çıkarmak değil, onun eksikliklerini
Çatışma kuramı, gidermeye çalışmaktır. Tatlıcan’a göre, çatışma kuramı, 1950’lerin sonlarında
işlevselciliğin zaaflarını Amerika’da başat sosyolojik paradigma konumuna gelen işlevselciliğe, özellikle de
ortadan kaldırmaya Parsonscı yorumuna bir tepki olarak gelişen sosyolojik bir kuramdır. Fakat çatışma
teşebbüs eden ve kuramı, düzen, uyum, denge ve istikrarı vurgulayarak statik bir toplumu esas alan
onun eleştirisine dayalı işlevselciliği yıkmayı amaçlamaz. Tersine, düzensizlik, çatışma ve değişme gibi olguları
olan bir kuramdır.
da merkeze alan, işlevselciliğin sorunlarının yapı ve çatışmayla ilgilenerek aşmaya çaba
gösteren tamamlayıcı ve bütüncül bir teori geliştirmek ister (Tatlıcan, 2011). Çatışma
kuramı, işlevselciliğin toplumun bir yönü üzerine odaklaştığını, toplumun diğer
yönünü ya da yüzünü ihmal ettiğini iddia etmiştir. Daha açık bir deyişle, çatışma
kuramcıları, işlevselciliğin toplumda uyum, ahenk, denge, düzen, istikrar ve
bütünleşmeye ağırlık verdiğini buna karşın uyumsuzluk, ahenksizlik, dengesizlik,
düzensizlik, çatışma ve değişmeye kapalı olduğunu öne sürmüşlerdir. Ritzer’in
deyişiyle, işlevselcilere göre, toplum özünde durağandır. Çatışma kuramına göre,
toplum, her noktada ve her yerde değişim sürecine tabidir. İşlevselciler, toplumun
düzenini önemserken çatışma kuramcıları sosyal sistemin her noktasında çatışma
görürler. İşlevselciler, toplumda her unsurun istikrara ve dengeye katkıda
bulunduğunu savunurken; çatışma kuramcıları, birçok sosyal unsurun, çözülme ve
değişmeye katkıda bulunduğunu iddia ederler (Ritzer, 2012). Çatışma kuramcıları,
özellikle de Ralf Dahrendorf ve Lewis A. Coser, sosyolojik kuramın çatışmayı merkeze
aldığını ortaya koymak için, işlevselciliğin istikrara yoğunlaştığını ispat etmek için
uğraşmışlardır (Alexander, 1988). Esasında çatışma teorisi, şu prensiplerden yola
çıkmıştır: İstikrarsızlık ve değişme, sosyal yapının kilit unsurlardır (Collins, 2011).
Çatışma kuramı, toplumun dengeli, ahenkli, uyumlu ve bütünleşmiş bir organik ve
işlevsel bütün olduğu fikrinin karşıtı olarak gelişmiştir (Oskay, 1983). Çatışma kuramı,
Parsonsçı denge-bütünleşme kuramına karşı olarak neo-Marxist zorlama-çatışma
kuramı olarak ortaya çıkmıştır (Larson, 1973). Kısaca, çatışma, her zaman için sosyolojik
teorinin merkezinde yer alan bir konu olmasına karşın, çatışma kuramı, 20. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren işlevselciliğin hegemonyasına karşı duranların çalışmalarına atfen
kullanılan bir isimlendirmedir (Marshall, 1999).
Bu bölümde, çatışma kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel
tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.
Karl Marx
Marx, sosyoloji tarihinde sınıf terimini esas alarak sosyal dünyayı diyalektik ve
tarihsel materyalist metodun ilkeleri ışığında değerlendiren ilk sosyologdur. Marx, bir
sınıf teorisyenidir. Marx’ın sosyolojisi, sınıf sosyolojisidir. Marx, tarihsel süreçte yer
alan her olguyu sınıfa göre açıklamıştır. Marx, tarihî ve sosyal yapıları irdelerken sınıfa,
bilhassa da sınıf çatışmasına dikkat çekmiştir. Tarih ve toplum alanını sınıf çatışmasını
merkeze alarak tahlil etmiştir. Marx, insanlığın dününü, bugününü ve yarınını sınıf
çatışması bağlamında izah etmiştir. Onun sosyolojik söylemi, sınıf kavgası ya da
çatışması üzerine biçimlenmiştir. Ona göre, sorunlar, sınıf çatışması içinde
Karl Marx, tarihi ve açıklanabilir. Sınıf çatışması, değişmenin, gelişmenin ve ilerlemenin, kısaca tarihin
toplumu sınıf çatışması motor gücüdür. Marx’a göre toplum, birey, bireyler arası etkileşim, grup ve gruplar
çerçevesinde tahlil
arası ilişki, kurum ve kurumlar arası bağlardan örülmüş bütün değil, zıt ve uzlaşmaz
etmiş, sürekli olarak
ezen-ezilen ilişkisine düşmansı sınıflardan meydana gelmiş bir bütünlüktür. Marx’ın sosyolojisinde, birey,
dikkat çekmiştir. grup, kurum gibi ögeler bir kenara itilmiş ve yalnızca sınıf esas alınmıştır (Kızılçelik,
2013).
Marx’ın sosyolojisinde sınıfların incelenmesi esastır. Sınıf savaşımı, yani sınıf
çatışması Marx’ın sosyolojik düşüncesinde merkezidir (Rex, 2006). Marx’tan önce
işçi sınıfı üzerindeki gücü arttıkça işçinin sosyal konumu kötüleşir (Marx, 1999). Sınıf
çatışması bundan kaynaklanır. Başka bir deyişle, Marx’a göre, kapitalist toplumda
burjuva sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki sınıf çatışmasının ana nedeni, üretim araçlarının
mülkiyetine sahip olma mücadelesidir.
Georg Simmel
Simmel, sosyolojisini birey, bireyler arası etkileşimler, çatışmalar, küçük gruplar
ve grup ilişkileri üzerine konumlandırmıştır (Simmel, 1964a; 1964b). Simmel’in
sosyolojisinde birey hep merkezde yer almıştır. Simmel, çağında yaygın olan sosyoloji
eğilimlerinin dışladığı bireyi irdelemiştir. Simmel, sosyoloji görüşünü biçimlendirirken
bireyi, onun bilincini, dünyasını, diğer bireylerle ilişki ve etkileşimini, bir araya geliş
biçimlerini esas almıştır. Simmel, etkileşim biçimlerinin incelenmesi üzerine kafa
yormuştur. Simmel’e göre, özünde bireyler başkalarıyla girdikleri etkileşimlerden
ibarettirler (Simmel, 2009). Sosyal etkileşim, yan yana yaşayan bireylerden onları
toplum yapan bir bağ örer (Simmel, 2008). Simmel’e göre, belli sayıda birey, aslında şu
ya da bu ölçüde toplum sayılabilir. Birkaç kişinin etkileşime girdiği yerde toplum vardır
(Simmel, 2009). Önemli olan toplum içindeki insanların birbirleriyle etkileşimine
odaklanmaktır. Toplumda insanlar, birbirlerine bakarlar, birbirlerini kıskanırlar, birlikte
yemek yerler, birbirlerine soru sorarlar, bir diğeri için giyinirler, süslenirler. Bu ilişki
biçimleri insanları birbirlerine bağlar (Simmel, 1964a).
Simmel’e göre, toplum, bireylerin ilişki ve etkileşim ağıdır. Başka bir deyişle,
toplum etkileşim yoluyla birleştirilmiş bireylerin bir adıdır. Etkileşim biçimleri,
genellikle uyumu ve çatışmayı, çekiciliği ve iticiliği, aşkı ve nefreti içerir. Dolayısıyla
Simmel’e göre çatışma, sosyal hayatın özüdür, gerçeğidir. Çatışma, sosyal hayattan
söküp atılamaz (Kızılçelik, 1994). Simmel’e göre, çatışma bir gerçektir. Modern
toplumda ve kültürde çatışma başattır (Simmel, 1999; 2003). Simmel’e göre,
çatışmanın nedenleri, bireyseldir. Kendi deyişiyle, gerçekte dağıtıcı ya da çözücü
faktörler, yani öfke, haset, arzu, ihtiyaç, çatışmanın sebepleridirler (Simmel, 1999).
Kısaca, Simmel, çağdaş sosyolojide daha çok sosyal etkileşim biçimlerini anlamamıza
katkıları dolayısıyla bilinir. Simmel’in aynı zamanda makro konuları irdeleyen çatışma
kuramına ciddi katkısı olmuştur (Ritzer, 2013). Simmel’in sosyolojisi, çözümlediği
sosyal birimler arasındaki karşılıklı bağlılığı ve çatışmaları ortaya çıkaran diyalektik bir
yaklaşım tarafından beslenmiştir. Simmel, daha çok birey ve toplum arasındaki
bağlantıları ve gerilimleri vurgulamıştır (Coser, 2010). Simmel, toplumda çatışmanın
var olduğuna ve kaçınılmazlığına işaret etmiştir (Turner, 1974).
Çatışma kuramı, söz konusu sosyologlar tarafından inşa edilmiş bir çağdaş sosyoloji
kuramıdır.
Ralf Dahrendorf
Dahrendorf, 1929’da Almanya’nın Hamburg kentinde dünyaya gelmiştir. 1944-
1945 yılları arasında Naziler tarafından toplama kampına kapatılmıştır. Hamburg
Üniversitesinde okumuştur. Londra Ekonomi Okulunda sosyoloji alanında lisansüstü
eğitimini tamamlamıştır. 1974-1984 yılları arası Londra Ekonomi Okulunun
müdürlüğünü yapmıştır. Siyasetle yakından ilgilenmiştir. 1982’de “Sir” ünvanıyla
Çatışma kuramı, Ralf ödüllendirilmiş, İngiliz Lordlar Kamarasına alınmıştır. 1984’te Almanya’daki Constance
Dahrendorf, Lewis A. Üniversitesine sosyoloji profesörü olarak atanmıştır. İngiltere, Almanya ve Amerika’da
Coser ve Charles akademisyen olarak görev yapmıştır. Önemli eserleri şunlardır: Endüstri Toplumunda
Wright Mills tarafından Sınıf ve Sınıf Çatışması; Almanya’da Toplum ve Demokrasi; Yeni Özgürlük; Yaşam
geliştirilmiştir. Şansları (Slattery, 2007; Wallace ve Wolf, 2004). Dahrendorf, 2009’da vefat etmiştir.
araçlarının mülkiyeti ve onlar üzerindeki denetim aynı kişilerin elindeydi. 20. yüzyılda
mülkiyet ve denetim birbirinden ayrılmıştır. Marx, bu durumu öngörememiştir.
Dahrendorf, sermayenin ayrışması dediği şeye en iyi misal olarak, birçok
hissedarından hiçbirinin tek başına kontrol edemediği büyük şirketlerin ortaya çıkmış
olmasını göstermiştir. Dahrendorf’a göre, 20. yüzyılda yalnızca sermayenin ayrışması
değil, emeğin parçalanması da gerçekleşmiştir. İşçi sınıfı artık homojen bir grup
değildir. İşçi sınıfı katmanlaşmaya başlamış, kalifiye işçilerin tepede, kalifiye olmayan
işçilerin altta yer aldığı bir hiyerarşi oluşmuştur. Orta sınıf genişlemiştir. Bütün bunlar
Marx tarafından öngörülememiştir. Marx, orta sınıfın devrim şartlarında burjuvaziyle
savaşan işçi sınıfına katılacağını düşünmüştü. Dahrendorf, Marx’ın fikirlerinin aksine,
kapitalist toplumlarda eşitliğin yaygınlaşmasının sınıf mücadelesini ve devrimci bir
sosyal değişmeyi imkânsız hâle getirdiğini savunmuştur. Çağdaş kapitalist toplumlarda
var olan sosyal hareketlilik, devrimlerin mayalanmasını engellemiştir (Polama, 1993).
Dahrendorf, Marx’tan farklı olarak, tahlilini üretim araçlarına sahip olma ya da
olmama üzerine değil, güce ve otorite konumlarına iştirak etme ve bu konumlardan
dışlanma üstüne kurmuştur (Slattery, 2007). Dahrendorf’a göre, otorite, toplum içinde
altta yer alma ve üstte yer almayı içerir. Çatışmayı çözümlemenin görevi, toplum içindeki
çeşitli otorite rollerini saptamaktır (Ritzer, 2012). Dahrendorf, çatışmanın otorite
ilişkilerden kaynaklandığını öne sürmüştür. Ona göre, otorite ilişkileri, her zaman ast-
üst ilişkilerine dayanır. Otorite ilişkilerinin olduğu her yerde üstlerin astları
denetlemeleri toplumsal olarak beklenir. Otorite, meşru bir ilişkidir. Otoritenin
emirlerine karşı gelmenin müeyyideleri vardır (Dahrendorf, 1969). Dahrendorf, otorite
ilişkilerini çatışma gruplarının temeli olarak görmüştür (Scott, 1995). Dahrendorf’a göre,
Marx’ın en büyük hatası ise, mülkiyetin yalnızca özel bir otorite durumu olduğunu
kavrayamamasıdır (Dahrendorf, 1969). Dahrendorf, güç veya otorite ile çatışma
arasındaki yakın ilişkiyi aydınlatmıştır (Wallace ve Wolf, 2004). Kısaca, Dahrendorf’a
göre, çatışma, sosyal hayatın olduğu her yerde vardır. Bu çatışma, iç savaştan
parlamenter tartışmalara kadar değişebilir. Çatışma, asla yok edilemez. Çatışma,
geçici olarak bastırılabilir, kontrol edilebilir. Toplumdaki zorlamalar çatışmayı, çatışma
Lewis A. Coser,
ise değişmeyi meydana getirir (Kongar, 1985).
çatışmanın toplum için
faydalı olduğunu, yani Lewis A. Coser
çatışmanın toplumda
bütünleşmeyi, dengeyi ve Coser, 1913’te Almanya’nın Berlin kentinde doğmuştur. Sosyalist gençlik
ilerlemeyi sağladığını hareketine katıldığından Hitler iktidara gelince Almanya’yı terk etmek zorunda
iddia etmiştir. kalmıştır. Fransa’ya gitmiştir. Çalışma izni olmadığı için Paris’te açlık gibi büyük bir
sefalet yaşamıştır. Daha sonra Sorbonne Üniversitesine kayıt yaptırmış (ücretsiz
olduğu için) ve orada mukayeseli edebiyat okumuştur. 1941’de Amerika’ya gitmiştir.
1954’te Columbia Üniversitesinde doktora derecesi elde etmiştir. 1951-1968 yılları
arasında Brandies Üniversitesinde, 1968-1988 yılları arasında ise State University of
New Yorkta çalışmıştır. 1988’de emekli olmuştur. İzleyen yıllarda Boston Collegeda
sosyoloji profesörü olarak çalışmayı sürdürmüştür. Coser, 2003’te ölmüştür. En önemli
• Toplum, organik bir bütün değil, bir süreçtir. Toplumu yalnızca organik bir
bütün olarak görmek, sosyal hayatın akıcı dinamizmini değerlendirme
olanağını kısıtlar. Bu dinamizmin kaynağı, sosyal yapının kendi içinden ürettiği
çatışmadır (Oskay, 1983). Çatışma kuramcılarına göre, işlevselcilerin toplumu
birbirleriyle uyumlu işleyen parçalardan ibaret sayan ve onu bir organizma gibi
gören bakış açıları, gerçeği asla yansıtmaz.
• Çatışma, toplumun özüdür ve ana niteliğidir. Çatışma, toplumda uyumun
artmasına olumlu yönde katkıda bulunur (Kızılçelik, 2013). O hâlde
işlevselcilerin, çatışmanın toplumun uyumunu bozacağına ve onu yıkacağına
ilişkin kaygıları yersizdir.
• Çatışma, toplumun değişmesine kaynaklık eder. Toplumdaki çatışmalar,
İşlevselciliğin eleştirisi değişmeyi sağlar. Toplum her an değişir. Toplum içindeki her öge, toplumun
olarak doğan çatışma
değişimine katkıda bulunur. Sosyal değişme, evrenseldir. Sosyal değişmeler
kuramı, işlevselciliğin
sonunda toplumda zorlamaya dayalı bir denge oluşur (Kızılçelik, 2013;
zaaflarının üzerine ciddi
bir şekilde gitmemekle Appelbaum).
suçlanmıştır. • Çatışma kuramı, çatışmayı kaçınılmaz ve topluma yayılmış olan bir temel
sosyal süreç olarak varsaymıştır. Çatışma, çok sayıda olumlu sonuçlara
(örneğin grup inşası gibi) sahiptir (Warshay, 1975). Çatışma, toplum için
işlevseldir ve toplumu bir arada tutar (Slattery, 2007). Çatışma, çatışan gruplar
arasında ittifaklara yol açar. Çatışma, toplum içinde tecrit edilmiş bireyleri
aktif hâle getirir. Çatışma, bir iletişim işlevi olarak hizmet eder (Ritzer, 1983).
Çatışma, toplumun bütünlüğü için pozitif işlev görür. Toplumda dayanışmayı
arttırır ve birliktelikler inşa eder. Topluma dinamiklik kazandırır. Toplumun
evrimine, ilerlemesine ve gelişmesine olumlu katkı yapar. Çatışma, toplumdaki
icatların, yeniliklerin, yeni değerlerin ve normların ortaya çıkmasına yol açar
(Kızılçelik, 2013). Kısaca, çatışma, toplumdan silinemez. Çünkü sosyal yapının
değişimi ve gelişimi için işlevseldir (Polama, 1993).
• Çatışma kuramının merkezinde sosyal ilişkilerin çekirdeği olarak “güç”e verilen
önem vardır. Çatışma kuramı, gücü esas itibarıyla zorlayıcı olarak görmüştür
(Wallace ve Wolf, 2004). Böylece çatışma kuramı, işlevselciliğin görmezlikten
geldiği güç olgusunu sosyolojik çözümlemenin merkezine yerleştirmiştir.
• Çatışma kuramına göre, değerler ve düşünceler, bütün toplumun kimlik ve
amaçlarını belirleyen araçlar olmaktan çok farklı toplulukların kendi amaçlarını
gerçekleştirmek üzere kullandıkları silahlardır (Wallace ve Wolf, 2004). Demek
ki, çatışma kuramı, işlevselciliğin toplum bütünleşmesi için çok ehemmiyet
verdiği değerlere eleştirel yaklaşmış, değerleri ve düşünceleri topluma
egemen güçlerin çıkarına hizmet eden unsurlar olarak nitelemiştir.
Etkinlik
Bireysel
fikriniz var mı?
• Çatışma kuramı, sosyal sorunların analizinde diğer çağdaş
sosyoloji kuramlarına (özellikle de işlevselciliğe) göre hangi
açılardan güçlüdür?
düzen bağlamında kötü bir revizyona tâbi tutulmasından başka bir şey değildir
(Kızılçelik, 2013).
• Çatışma kuramcıları, sınıflar arası çatışma ve çekişme yerine bireyler
arasındaki çatışmaya ve çelişkiye yoğunlaşmışlar, onların işlevselliğine vurgu
yapmışlardır. Böylece Marx’ın sınıf savaşımı anlayışının içini boşaltmaya gayret
etmişlerdir (Kızılçelik, 2013). Bu açıdan çatışma kuramı, Marx’ın kuramının
sonunu ilan etmiştir.
Çatışma kuramı, sosyoloji dünyasında ses getirmiştir. Bugün, çağdaş
sosyolojinin bazı ana eğilimlerinin şekillenmesinde etkili olmuştur.
Çatışma kuramı,
•Charles Wright Mills, toplumda iki ana kesimden söz etmiştir: Sıradan
insanlar ve iktidar seçkinleri. Bu iki kesim arasında çatışma yönelimli bir
ilişki vardır. Mills, iktidar seçkinlerinin sıradan insanlar üzerindeki
tahakkümüne vurgu yapmıştır. Mills’in “iktidar seçkinleri” (yönetim
Özet (devamı)
seçkini, “askerî seçkin” ve “iş seçkini”) üzerine yoğunlaşmış olması,
çatışma kuramı açısından önemlidir.
•Çatışma kuramının anahtar terimleri çatışma, çelişki, baskı, zor, zorlama,
mücadele, güç, otorite, tahakküm, iktidar ve değişmedir. Çatışma
kuramının anahtar terimleri içinde en önemlisi, çatışma terimidir.
•Çatışma kuramı, toplumu uyumlu ve organik bir bütün olarak değil,
çatışmaya dayalı bir sistem olarak görmüştür.
•Çatışma kuramına göre, toplumu oluşturan unsurlar arasında çatışma
vardır. Toplum, bir çatışma sahasıdır.
•Çatışma kuramı, işlevselciliğin açıklamakta güçlük çektiği sosyal
değişmeye odaklanmıştır.
•Çatışma kuramı, toplumdaki değişmenin asıl kaynağı olarak çatışmayı
görmüştür.
•Çatışma kuramı, toplumda bireylerin farklı isteklere, çıkarlara ve ilgilere
sahip olduğunu iddia etmiştir. Çatışma kuramı, bireylerin birbirlerinden
farklı olan isteklerinin ve çıkarlarının, toplum içinde her bireyin bir
diğeriyle gerginlik ve çatışma yaşamasına neden olduğunu ileri sürmüştür.
•Çatışma kuramı, sınıf çatışması yerine bireylere arasındaki ve grup
içindeki çatışmaya yoğunlaşmış, onların işlevselliğine vurgu yapmıştır.
•Çatışma kuramı, çatışmanın toplumun bütünlüğü ve devamı açısından
işlevsel olduğunu savunmuştur.
•Çatışma kuramı, sınıf savaşımı ve sosyal eşitsizlik gibi konulara duyarsız
kalmıştır.
•Çatışma kuramı, kapitalist toplumda sınıf çatışmasının bittiğini, dolayısıyla
Marx’ın sınıf kuramının öneminin kalmadığını iddia etmiştir.
•Çatışma kuramı, kapitalist toplumun çelişkilerine yüzeysel değinmiştir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Çatışma kuramı, aşağıdaki kuramlardan hangisinin eleştirisine dayalı bir
kuramdır?
a) Yapılaşma kuramı
b) Beden kuramı
c) Postmodern kuram
d) İşlevselcilik
e) Sembolik etkileşimcilik
2. Aşağıdakilerden hangisi çatışma kuramıyla ilişkili bir sosyolog değildir?
a) Ralf Dahrendorf
b) Erving Goffman
c) Charles Wright Mills
d) Georg Simmel
e) Lewis A. Coser
3. Aşağıdakilerden hangisi çatışma kuramının önemli terimlerinden biridir?
a) Değişme
b) Birey
c) Bağımlılık
d) Dayanışma
e) Norm
4. Aşağıdakilerden hangisi çatışma kuramının temel tezlerinden biri değildir?
a) Toplumdaki çatışmalar değişmeye yol açar.
b) Toplum, çatışma fikrine dayalıdır.
c) Toplumda zorlama esastır.
d) Çatışma, toplum için işlevseldir.
e) Toplumda değişmeden ziyade düzen, denge ve durağanlık daha
önemlidir.
5. “İktidar seçkini” terimi aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?
a) Karl Marx
b) Charles Wright Mills
c) Ralf Dahrendorf
d) Max Weber
e) Lewis A. Coser
6. Çatışmanın mülkiyetten ziyade otorite ilişkilerinden kaynaklandığını ileri
sürerek otorite ile çatışma arasındaki ilişkiyi aydınlatan sosyolog kimdir?
a) Talcott Parsons
b) Lewis A. Coser
c) Ralf Dahrendorf
d) Robert King Merton
e) Charles Wright Mills
Cevap Anahtarı
1.d, 2.b, 3.a, 4.e, 5.b, 6.c, 7.c, 8.d, 9.e, 10.a
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Alexander, J. C. (1988). “The Centrality of the Classics”. Social Theory Today. A.
Giddens ve J. H. Turner (Ed.). Cambridge: Polity Press.
Appelbaum, R. P. (Tarihsiz). Toplumsal Değişim Kuramları. Çev.: T. Alkan. Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Collins, R. (2011). “Çatışma Kuramları”. Sosyolojik Düşünce Sözlüğü. Hazırlayanlar: M.
Borlandi ve Diğerleri. Çev.: B. Arıbaş. İstanbul: İletişim Yayınları.
Coser, L. A. (1964). The Functions of Social Conflict. New York: The Free Press.
Coser, L. A. (1977). Masters of Sociological Thought: Ideas in Historical and Social
Context. New York: Harcourt Brace Jovanovich, Inc.
Coser, L.A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları: Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda
Fikirler. Çev.: H. Hülür ve Diğerleri. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Dahrendorf, R. (1964). “Out of Utopia: Toward a Reorientation of Sociological
Analysis”. Sociological Theory: A Book of Readings. L. A. Coser ve B. Rosenberg
(Ed.). New York: The Macmillan Company.
Dahrendorf, R. (1969). Class and Class Conflict in Industrial Society. London:
Routledge & Kegan Paul.
Fischer, E. (1996). How to Read Karl Marx. İngilizceye Çev.: A. Bostock. New York:
Monthly Review Press.
https://tr.pinterest.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.thoughtco.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-Level
Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.
Kızılçelik, S. (1994). Sosyoloji Teorileri 2. Konya: Yunus Emre Yayınları.
Kızılçelik, S. (2013a). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 1: Marx’ın Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013b). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2018). Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1: Gramsci, Parsons, Mills, Althusser,
Foucault, Goffman ve Bauman’ın Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S., Erjem, Y. (1996). Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü. İzmir: Saray Kitabevleri.
Kinloch, G. C. (1977). Sociological Theory Its Development and Major Paradigms. New
York: McGraw-Hill, Inc.
Kongar, E. (1985). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. İstanbul: Remzi
Kitabevi Yayınları.
Larson, C. J. (1973). Major Themes in Sociological Theory. New York: David McKay
Company, Inc.
Larson, C. J. (1986). Sociological Theory form the Enlightenment to the Present. New
York: General Hall, Inc.
Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Çev.: O. Akınhay ve D. Kömürcü. Ankara: Bilim
ve Sanat Yayınları.
Martindale, D. (1960). The Nature and Types of Sociological Theory. Boston:
Houghton Mifflin Company.
Marx, K. (1986). Kapital, Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili, Birinci Cilt. Çev.: A.
Bilgi. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (1992). Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, İkinci Cilt. Çev.: A. Bilgi. Ankara:
Sol Yayınları.
Marx, K. (1990). Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt. Çev.: A. Bilgi. Ankara:
Sol Yayınları.
Marx, K. (1999). Ücretli Emek ve Sermaye. Çev.: S. Belli. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K., Engels, F. (1998). Komünist Parti Manifestosu. Çev: Sol Yayınları Yayın
Kurulu. Ankara: Sol Yayınları.
Mills, C. W. (1966). Marksistler. Çev.: T. Hasan. İstanbul: Ağaoğlu Yayınevi.
Mills, C. W. (1974). İktidar Seçkinleri. Çev.: Ü. Oskay. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Mills, C. W. (2000). Toplumbilimsel Düşün. Çev.: Ü. Oskay. İstanbul: Der Yayınları.
Mills, C. W. (2005). Bilgi, Sosyoloji ve Bilgi Sosyolojisi Üzerine. Çev.: V. S. Öğütle.
Ankara: Paragraf Yayınevi.
Oskay, Ü. (1983). Geçiş Dönemi Tipi Olarak Zonguldak Kömür Havzası Maden İşçisi.
İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Parkin, F. (1990). “Toplumsal Tabakalaşma”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. Çev.: F.
Berktay. T. Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Ankara: V Yayınları.
Polama, M. M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Erbaş. Ankara: Gündoğan
Yayınları.
Rex, J. (2006). Key Problems of Sociological Theory. London: Routledge, Taylor &
Francis e-Library.
• Yapısalcılığın Kökleri
ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER
3
postmodern kuramı daha iyi
kavrayabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Yapısalcılık
Dilbilim
Ferdinand de Saussure
Dil-söz ayrımı
Tarih
Akrabalık sistemi
YAPISALCILIK
Bütünlük
Derin yapılar
Gösterge
Gösteren
Roland Barthes
Gösterilen
Derin anlam
GİRİŞ
Her şeyin yapısı vardır. Doğada ve toplumda yapısız hiçbir şey yoktur. Bitkilerin,
taşların, böceklerin vb. yapısı vardır. İnsanın yapısından (anatomisinden), elin ya da
burnun yapısından söz ederiz. Bunlarla, tıp ya da biyoloji ilgilenir. Aile yapısı, köyün
yapısı, mahallenin yapısı, kentin yapısı ve toplumun yapısı, sosyologların ilgisini çeker.
Ekonomik yapı iktisatçıların, siyasal yapı siyaset bilimcilerin, kültürel yapı
antropologların, dilin (Türkçe, Almanca gibi) yapısı dilbilimcilerin, insanın ruhsal
yapısıya da kişilik yapısı psikologların ve psikanalistlerin, evrenin, varlığın ve
düşüncenin yapısı filozofların ilgilendiği ana konuların başında gelir. Sosyoloji, sosyal
yapı analizi yapan bir bilimdir. İşte, çağdaş sosyolojide toplumu “yapı” açısından
çözümleyen ana kuram, yapısalcılıktır.
Yapısalcılık, çağdaş sosyolojinin gözde kuramlarından biridir. Yapısalcılık,
1960’lardan itibaren sosyoloji dünyasında ön plana çıkan bir kuramdır. Başka bir
deyişle, yapısalcılık, elli yıldan bu yana sosyoloji dünyasının vitrinini süsleyen ana
kuramlardan biri olmuştur. Ancak hemen belirtelim ki, yapısalcılık, sadece çağdaş
Yapısalcılık, 20.yüzyılın sosyolojiye özgü bir kuram değildir. Her disiplinde yapısalcılıktan söz edilebilir.
en etkili kuramlarından Disiplinlerin tamamı, yani felsefe, psikoloji, psikanaliz, sosyoloji, siyaset bilimi, iktisat,
biridir. Yapısalcılık, edebiyat, matematik vb. kendince yapısalcıdır. Çünkü söz konusu her disiplin ya da
sadece sosyolojide değil, bilim dalı, kendi inceleme nesnesinin yapısına yönelir ve ele aldığı yapının parçalarına
felsefede de kullanılan
indirgenemeyeceğinin altını özenle çizer.
bir kuramdır.
Yapısalcılığın ana isimlerinden biri olan Jean Piaget’ye göre, bütün bilimlerde
yapılsalcılık önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin, matematikçiler için yapısalcılık,
eşbiçimcilikle birliği temin ederek, bölmeciliğe karşı çıkar. Dilbilimcilere göre,
yapısalcılık, dilsel unsurun artsüremli bir incelemesinden uzaklaşarak, eşzamanlı
işleyen, birleşmiş dil sistemini incelemektir. Diğer taraftan yapısalcılık, psikolojide,
bütünü, kendisini meydana getiren unsurlara indirgemek gibi atomistik bir yönelime
karşı çıkmıştır. Felsefede ise, yapısalcılık, işlevselciliği, tarihsiciliği ve insana dair tüm
teorileri sorgulamaktadır (Piaget, 1999). Yapısalcılık, yapıyı çözümlemektir.
Yapısalcılık, yapıya odaklanıp parçayı dikkate almamaktır.
Yapısalcılar, işlevselcilerin gözlemlenebilir sosyal ilişkileri, sosyal örgütleri ve
sosyal kurumları incelediklerini, yani görünen “yüzeydeki yapıları” ele aldıklarını,
“derin yapıları” ise ihmal ettiklerini öne sürmüşlerdir (Scott, 1995). Bu bağlamda
yapısalcılık, derin yapılara odaklaşan bir kuramdır. Yapının artyöresine ve derinliğine
yönelmek, yapısalcılığın ana işidir. Moran’a göre, yapısalcılık, yüzeydeki fenomenlerin
altında, yani derinde yatan kimi kuralların ve yasaların meydana getirdiği bir yapıyı
aramaktır (Moran, 1991). Kısaca, yapısalcılık, sosyal eylem üzerinde aşırı üstünlüğe
sahip olan sosyal yapıyı göz önünde bulunduran yaklaşımı belirtmek için sosyolojide
kullanılan oldukça genel düzeyde bir sözcüktür (Scott ve Marshall, 2009). Yapısalcılık,
sadece sembolik sistemlerde ve dilde değil, sosyal dünyanın bizatihi kendisinde,
faillerin bilinci ve iradesinden bağımsız olarak onların pratiklerine yön vermeye ve
bunları biçimlendirmeye muktedir nesnel yapıların mevcut olduğuna vurgu yapan bir
kuramdır (Bourdieu, 2013).
Bu bölümde, yapısalcılığın kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel tezleri
ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.
YAPISALCILIĞIN KÖKLERİ
Yapısalcılar, dilbilimi ana bilim olarak görmüş ve önemsemişlerdir. Örneğin,
yapısalcıların en meşhur ismi Claude Lévi-Strauss, dilbilimin tartışma götürmez bir
şekilde, bağlı olduğu sosyal bilimlerin bütünü içerisinde olağanüstü bir yer tuttuğunu
öne sürmüştür. Ona göre, dilbilim, diğer sosyal bilimlerin tersine, gelişmesini uzun
süre önce tamamlayan bir bilimdir. Dilbilim, bilim adını üstlenebilen, aynı anda pozitif
bir yöntem ortaya koyabilen ve incelemeye aldığı olguların niteliğini kavrayabilen tek
bilimdir (Lévi-Strauss, 2012a).
Yapısalcılığın kökleri, Ferdinand de Saussure tarafından geliştirilen dilbilim
alanına uzanır. Yapısalcılık, kökleri dilbilimde bulunan bir kültürel ve sosyal analiz
modelidir. Başka bir deyişle, yapısalcılık, 1950’lere kadar dilbilimde ön plana çıkan
eğilimlerden biri konumunda bulunan yapısalcı dilbilimden faydalanan bir akımdır
(Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Nitekim yapısalcılığın etkili simalarından RolandBarthes,
Yapısalcılığın köklerinde yapısalcılığı, dilbilimcilerin metotlarından kaynaklanan kültürel ürünleri analiz etmenin
dilbilimci Ferdinand de
bir yolu olarak tanımlamıştır (Culler, 2008). O hâlde yapısalcılığın neliğini kavramak için
Saussure’ün görüşleri
Saussure’ün temel fikirlerine odaklanmakta fayda vardır.
bulunur.
konusuna ilişkin bakış açısını baştan sona yenilemiştir (Yücel, tarihsiz). Demek ki,
yapısalcılık açısından önemli olan dilin, bir yanı ses, öbür yanı da anlam olan ama aynı
zamanda birbirinden ayrılamayan öğelerden meydana geldiğini bize gösteren
Saussure’dür (Lévi-Strauss, 1986). Saussure’ün yapısalcılığı etkilemesi bakımından
dilbilime yaptığı en büyük katkı, dil-söz ayrımıdır. Ona göre, dili sözden ayırmak, sosyal
olguyu bireysel olgudan ayırma anlamına gelir. Dil, konuşan kişinin bir işlevi değildir.
Dil, bireyin pasif bir biçimde belleğine aktardığı üründür. Dil, önceden tasarlama
gerektirmez fakat söz, bireysel bir istenç ve zekâ eylemidir. Dil, somuttur ve sözden
bağımsız şekilde irdelenebilecek bir konudur (Saussure, 1985).
Diğer yandan, Saussure, tarihsel ve artzamanlı olguların dil çözümlemesinde
yerinin olmadığını öne sürmüştür (Culler, 1985). Saussure, analizlerinde artzamanlılığı
önemsememiş, yani tarihi işe karıştırmamıştır. Ona göre, dil olguları incelenirken ilk
dikkati çeken şey, konuşan birey açısından bunların zaman içindeki ardışıklığının söz
konusu olmamasıdır. Bu sebeple, değinilen durumu anlamak isteyen dilbilimci, onu
meydana getiren her şeyi yok saymalı, artzamanı bilmezlikten gelmelidir. Konuşan
bireylerin bilincine ancak geçmişi yok sayarak girmek mümkündür. Tarihi işe
karıştırmak, bireyin düşüncesini bulandırmaktan başka bir işe yaramaz (Saussure,
1985).
Sonuç itibariyle, Saussure, yapısalcılık terimini hiç kullanmamıştır fakat onun
bakış açısı yapısalcılık için temel teşkil etmiştir. Saussure’ün çalışmaları, yapısalcılığı
biçimlendirmiştir. Onun Genel Dilbilim Dersleri kitabı, yapısalcılığın ana kitabıdır, hatta
manifestosudur. Yapısalcılığın temel tezleri, büyük ölçüde bu kitaptan çıkartılmıştır.
Saussure’ün yapmış olduğu dil-söz ayrımı, bütünü ve bütünselliği önemsemesi,
parçaları ve öğeleri geri plana itmesi, bir bütün olarak dil sistemini esas alması ve
onun değişmezliğine ısrarla gönderme yapması, çözümlemelerinde tarihi işe
karıştırmaması, dili kavramları belirten göstergeler sistemi olarak ele alması, başta
Lévi-Strauss, Piaget ve Barthes olmak üzere sonraki kuşak yapısalcılar üzerinde derin
izler bırakmıştır (Kızılçelik, 2013). Saussure, dil alanının geleneksel ve tarihsel
(artzamanlı) yapısını tatmin edici bulmamış, dil üzerine çalışmaları mevcut (eşzamanlı)
yapılarına göre çözümleme yolunu seçmiştir (Belsey, 2013). Saussure, bu metodolojik
duruşuyla, yani dil olgusunu incelerken eşzamanlılığı esas almasıyla, kendinden
sonraki yapısalcıları derinden etkilemiştir.
Yapısalcılığın öncü
isimleri Claude Lévi-
Strauss, Jean Piaget ve
Roland Barthes’dır.
Claude Lévi-Strauss
Lévi-Strauss, 1908’de Belçika’da doğmuştur. 1932’de Paris Üniversitesi’nde
hukuk bölümünü bitirmiştir. Felsefe dalında devlet sınavıyla lise ve üniversitelerde
ders vermeye hak kazanmıştır. 1934’te Brezilya Sao Paulo Üniversitesi’nde sosyoloji
profesörü olmuştur. Brezilya’da etnografik araştırmalar yapmıştır. 1946-1947 yılları
arasında Amerika’da Fransız Kültür Ateşesi olarak çalışmıştır. Lévi-Strauss, 1948’den
itibaren baş eserlerini yazmaya başlamıştır. Ana eserleri arasında Akrabalığın Temel
Yapıları; Irk ve Tarih; Hüzünlü Tropikler; Yapısal Antropoloji; Yaban Düşünce ön plana
çıkmaktadır (Leach, 1985). Lévi-Strauss, 2009’da ölmüştür.
Yapısalcılık, sosyal bilimlerde 1960’larda Fransa’da gündeme gelmiştir (Boudon
ve Bourricaud, 2003). Lévi-Strauss, Fransa’daki aydınlar arasında yapısalcılığın önde
gelen sözcüsü olarak kabul edilmiştir. Yapısalcılık terimi, Marxizm ya da varoluşçuluk
gibi yepyeni bir yaşam felsefesineişaret etmek için kullanılmaya başlanmıştır (Leach,
1985). Böylece bir antropolog olan Lévi-Strauss, yapısalcılığın babalarından biri
olmuştur. Lévi-Strauss, yapısalcılığın temel tezlerinin şekillenmesinde etkili olmuş bir
figürdür. Lévi-Strauss, yapısalcılık ile özdeşleştirilmiştir.
Lévi-Strauss, yapısalcılığı, sosyal bilimler için önemli yeni bir model olarak
sunmuştur (Debaene ve Keck, 2009). Lévi-Strauss, sosyal bilimlerin ya yapısalcı
olacacağını ya da yok olacağını iddia etmiştir (Işık, 2000). Lévi-Strauss, yapısalcılığın
sosyal bilimler açısından çok mühim bir kuram olduğunu ileri sürmüştür. Yapısalcılığın
başta sosyoloji ve antropoloji olmak üzere diğer sosyal bilimler için hayati derecede
önemli olduğunun altını özenle çizmiştir.
Lévi-Strauss’un görüşleri, yapı ve özne sorununun en önemli ayaklarından birini
teşkil eder. Lévi-Strauss, bireyin toplumsal kültürel ağları ifade eden kodlar tarafından
belirlendiğini, sosyal yapının içinde pasif olduğunu ve yapı tarafından inşa edildiğini
bildirmiştir. Bu noktada Lévi-Strauss, bireyin içine doğduğu yapının önceden onun
yaşantısını biçimlendirdiğini öne sürmüştür. Ona göre, yapı, bireyin zihnini belirler.
Dolayısıyla, toplumsal alanda öznenin etkili olabilmesi söz konusu değildir (Saygın,
2010). Lévi-Strauss, insan öznesini, ağır bir biçimde “felsefenin şımarık veleti” diye
adlandırmıştır (Sarup, 1995). Lévi-Strauss’un yapısalcılığı, hümanizm, yani insancıllık
karşıtıdır. Bu yönüyle, onun yapısalcı duruşu, öznenin merkezî konumdan
uzaklaştırılması çabalarında etkili olmuştur (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
Lévi-Strauss’a göre, önemli olan yapılardır. Her şey yapılardan ibarettir. Ona
göre, toplum, değişik sistem türlerine tekabül eden bir takım yapılar içerir. Bunlardan
ilki, akrabalık sistemidir. Akrabalık sistemi, bireyleri bazı kurallara göre düzenleme
olanağı sağlar. Bir başka sistem, sosyal örgütlenmedir. Bir diğer sistemi ise, sosyal ya
da ekonomik katmanlar oluşturur. Sisteme ilişkin bütün bu yapılar düzenlenebilir.
Ancak, bunun için, onların aralarında ne gibi bağıntılar olduğunu ve eşzamanlı olarak
Claude Lévi-Strauss, ne şekilde birbirlerini etkilediklerini ortaya koymak şarttır (Lévi-Strauss, 2012a).
çözümlemelerinde
yapılara öncelik vermiş, Lévi-Strauss’un yapısalcılığına, insan zekâsının doğasını yansıtacak değişmez
her şeyin yapılardan yapılar bulma arayışı olarak bakılabilir (Sarup, 1995). Lévi-Strauss, çok çeşitli sosyal
ibaret olduğunu iddia hayat tarzlarının ardında görülen değişmez özellikleri ortaya çıkarmayı hedeflemiştir
etmiştir. (Lévi-Strauss, 2012b). Değişmez yapılara yönelen Lévi-Strauss, tarihin önemli
olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre, etnolog ve antropolog tarihe saygı gösterir fakat
ona asla ayrıcalıklı bir önem ve değer vermez (Lévi-Strauss, 1984). Etnologun ve
antropologun tarihi anlamak gibi bir derdi olmaz. Çünkü Lévi-Strauss’a göre, tarih,
hiçbir zaman asla tarih değildir. Tarih, sadece birileri için tarihtir (Lévi-Strauss, 1984)
ve “tarih, usdışıdır” (Lévi-Strauss, 1986). Kısaca, Lévi-Strauss, insan toplumlarının
değişmezlerine ulaşmak istemiştir (Lévi-Strauss, 1984). Bu yönüyle Lévi-Strauss’un
yaklaşımı, durağan ve tarih dışıdır (Piaget, 1999). Lévi-Strauss, tarihin akışını her yerde
ve her zaman belirleyen yasaların varlığını yadsıyıncaya dek işi ileri götürmüştür.
Jean Piaget, Çünkü o, zorunlu olan bir ölçüte göre bir evrim varsayımı kurmanın mümkün
yapısalcılığın inceleme olmadığını iddia etmiş, buna kanıt olarak da Eskimoların yaman teknisyenler olduğunu
nesnesini netleştirmiştir. göstermiştir (Parain, 1984). Son tahlilde, Lévi-Strauss’un çalışmaları, yapısalcılık için
Ona göre, yapısalcılık, merkezi derecede önemli olmuştur (Scott, 1995). Lévi-Strauss, Saussure’den hareket
yüzeydeki yapıların ederek, eşzaman incelemesine, yani sosyal kurum dizilerinin altında yatan evrensel
altındaki derin yapıları yapıların tetkikine artzaman incelemesinden, yani tarihsel dönüşümlerin
açığa çıkarmakla uğraşır. araştırılmasına daha fazla ayrıcalık tanımıştır (Callinicos, 2004).
Jean Piaget
Piaget, 1896’da İsviçre’nin Neuchatel kentinde doğmuştur. Yedi yaşından on
yaşına kadar kuşlar, fosiller ve deniz kabuklarıyla ilgilenmiştir. Daha sonra felsefeye ilgi
duymuştur. 1916’da Neuchatel Üniversitesi’ndeki öğrenimini tamamlamıştır. 1918’de
aynı üniversiteden doktora derecesi almıştır. Aynı yıl Zürih’te bir psikoloji
laboratuarında çalışmıştır. Sorbonne Üniversitesi’nde mantık, psikoloji ve bilim
felsefesi üzerine araştırmalar yapmıştır. 1921’de Cenevre’deki Jean-Jacques Rousseau
Enstitüsü’nün müdürü olmuş, bunu izleyen on yıl boyunca çocuğun gelişimi üzerine
kitaplar yayımlamıştır. 1946’da Sorbonne Üniversitesi’nden şeref payesi almıştır.
1952-1962 yılları arasında Paris Üniversitesi’nde evrimsel psikoloji profesörü olarak
çalışmıştır (Evans, 1999; Piaget, 1992). Ünlü düşünür Piaget, 1980’de ölmüştür.
Piaget, daha çok psikolog olarak bilinir. Piaget, özellikle de gelişim psikolojisi
alanında ses getirmiş olan Çocukta Zihinsel Gelişim (2004), Çocuğun Gözüyle Dünya
(2005), Çocukta Dil ve Düşünme (2007a), Çocukta Karar Verme ve Akıl Yürütme
(2007b) gibi eserleriyle tanınır. Fakat Piaget’yi sadece psikolog olarak görmek yanlış
olur. Çünkü Piaget, yapısalcılığın ana çerçevesini netleştirmek için büyük bir uğraş
vermiştir. Piaget, Sosyolojik Çalışmalar eserinde, günümüzde dilbilim, psikoloji,
antropoloji, felsefe ve sosyoloji alanlarındaki tüm yapısalcı yaklaşımları içerecek bir
tanım yapmaya çalışmıştır. Piaget, yapısalcılığın temel niteliğini ve yapısalcıların
hepsindeki ortak paydayı aramıştır. Piaget, asıl amaçlarında farklılıklar olsa bile bütün
yapısalcıların paylaştığı ana eğilimi bulmaya gayret etmiştir (Bottomore ve Nisbet,
1990). Bu bağlamda, Piaget, Yapısalcılık eserinde yapısalcılığı, çeşitli biçimleri
olduğundan dolayı betimlemenin zor olduğunu ileri sürmüştür. Yine de, yapısalcılığın
gerek bilimde gerekse de toplum içinde edindiği farklı anlamları araştırarak ve
karşılaştırarak bir sentez yapmak mümkündür (Piaget, 1999). Piaget, yapısalcılığın
esasını teşkil eden yapı terimi üzerine odaklanmış, yapıyı bütünlük ve kendi-kendini
yönetme fikri çerçevesinde ele almıştır (Piaget, 1999).
Kısaca, Piaget, hayatın bütün alanlarında (organik, zihinsel ve sosyal) nitelik
bakımından parçalardan ayrı olan ve onlara düzen veren “bütünlük”lerin olduğunu
öne sürmüştür. Bu nedenle, ayrılmış “öğelerin” olmadığını, her şeyin kendisini
kaplayan bütüne bağlı olduğunu bildirmiştir (Evans, 1999). Piaget, eserlerindeki ana
fikri, zihinsel işlemler, özünde bütün-yapılarına göre ilerlemektedir, şeklinde formüle
etmiştir (Evans, 1999). Ona göre, yapısalcılık, yapıyı ve görünen fenomenlerin altındaki
derin yapıyı inceleme, yani derin yapıları ve unsurları bulma çabasıdır (Piaget, 1999).
Roland Barthes
Barthes, 1915’te Fransa’da Cherbourg’da doğmuştur. Doğumunun üzerinden
daha bir yıl geçmeden babası ölmüştür. Annesi ve dedesi tarafından büyütülmüştür.
Çocukluğunu güneybatı Fransa’da, Bayonne’de geçirmiştir. İlk ve orta öğrenimini
Paris’te tamamlamıştır. 1934-1947 yılları arasında çeşitli verem nöbetleri geçirmiştir.
André Gide’in eserlerinden etkilenmiştir. Romanya ve Mısır’da, ardından ise Fransa’da
Ecoledes Hautes Etudes en Sciences Sociales’te dersler vermiştir (Lechte, 2006).
Barthes, 1960’ların sonlarında, Lévi-Strauss, Michel Foucault ve Jacques Lacan’la birlikte
Roland Barthes, her
şeyin bir gösterge Parisli bir ünlü olarak yerini sağlamlaştırmış, popüler bir kişi hâline gelmiş, farklı
olduğunu savunmuştur. ülkelerde konferanslar vermiştir. Barthes, 1980’de öldüğünde Collège de France’ta
Ona göre, önemli olan Fransa akademik sistemi içinde en yüksek konum olan pofesörlüğe yükselmişti (Culler,
olayların kendisi değil, 2008). Barthes’ın ana eserleri arasında Yazının Sıfır Derecesi; Çağdaş Söylenler; Eiffel
onların bize nasıl Kulesi; Eleştirel Denemeler; Göstergeler İmparatorluğu; S/Z; Roland Barthes; Bir Aşk
yansıtıldığıdır.
Söyleminden Parçalar ön plana çıkmaktadır.
Barthes, gösterge sistemini çözümlemiştir. Barthes, göstergelere dikkat
çekmiştir. Ona göre, gösterge, esasında bir “gösteren”le bir “gösterilen”den ibarettir
(Barthes, 1993). Barthes’a göre, her şey bir göstergedir: Kullanılan dil, yiyecekler,
içecekler, giyim biçimleri, oturulan kent, ev ya da mahalle, okunan gazete, dergi ya da
kitap, sahip olunan araba, reklamlar, sesler, mimikler, para vb. Barthes, daha da ileri
giderek çağımızı göstergeler çağı olarak nitelemiştir (Kızılçelik, 2008). Örneğin, Barthes
Yapısalcılık, yapıyı
önemsemiş, yapının
bireyler ve sosyal sınıflar YAPISALCILIĞIN TEMEL TEZLERİ
tarafından
değiştirilemeyeceğine Yapısalcılığın temel tezlerinin dokuz noktada toplamak mümkündür:
vurgu yapmıştır.
• Yapısalcılık, dil olgusundan yola çıkarak toplumu açıklamaya çalışır.
Yapısalcılara göre, dil, bir sosyal olgudur. Dilin kuralları bireylere dayatılır. Bir
kuşak, dili bir sonraki kuşağa zorunlu olarak taşır. Bu, insanoğlu yaşadığı
sürece hep böyle olmuştur. Herhangi bir biçimiyle dil ya da konuşulan
herhangi bir dil, daha eski bir biçime dayalıdır. Dil, bireylerin kararlarından
bağımsızdır. Yüzyılların adetlerinin taşıyıcısıdır. Her bireyin vazgeçilmez
düşünce aracıdır. Dil, bir düşünce aracı olarak, insan gerçekliğinin mühim bir
alanıdır. Bu nedenle dilin, yapıların kaynağı olarak görülmesi doğaldır (Piaget,
1999). Yapısalcılara göre, dil, kültürün çok önemli bir parçasıdır. Dil, dışsal
gelenekten edindiğimiz becerilerden ve alışkanlıklardan biridir. Ayrıca dil,
topluluk kültürünü özümsemenin özel bir aracı ve yoludur. Örneğin, çocuk,
kültürünü, insanlar onunla konuştuğu için öğrenir. Çocuk, sözcüklerle azarlanır
ya da sözcüklerle teşvik edilir. Son tahlilde, dil, sistemler ve yapılar kuran
bütün kültürel anlatım biçimlerinin en yetkinidir (Lévi-Strauss, 1995). Demek
ki, yapısalcıların temel konusu, dildir. Onların ana tasası, dili incelemektir.
Yapısalcılık, ana hatlarıyla dil ile bağlantılı bir kuramdır. Yapısalcılık, dili
YAPISALCILIĞIN ELEŞTİRİSİ
Yapısalcılığa yönelik eleştirileri onbir noktada toplamak mümkündür:
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Yapısalcılığın temellerini atan ve çalışmalarıyla yapısalcılığı biçimlendirmiş
olan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Georg Simmel
b) Karl Marx
c) Auguste Comte
d) Max Weber
e) Ferdinand de Saussure
2. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın temsilcisi değildir?
a) Roland Barthes
b) Robert K. Merton
c) Jean Piaget
d) Ferdinand de Saussure
e) Claude Lévi-Strauss
3. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın anahtar terimlerinden biridir?
a) Gösterge
b) Değişme
c) Diyalektik
d) Yapılaşma
e) Yapının ikiliği
4. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın temel tezlerinden biri değildir?
a) Yapısalcılık, bütüne ve bütünlüklere önem vermiştir.
b) Yapısalcılık, değişmez olan yapıları önemsemiştir.
c) Yapının birey üzerinde mutlak bir belirleyiciliği vardır.
d) Yapının artzamanlı çözümlenmesi esastır.
e) Yapının eşzamanlı çözümlenmesi esastır.
5. Dil-söz ve eşzamanlılık-artzamanlılık ayrımı yaparak yapısalcıları derinden
etkileyen düşünür kimdir?
a) Auguste Comte
b) Karl Marx
c) Ferdinand de Saussure
d) Jean Piaget
e) Claude Lévi-Strauss
6. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığa yöneltilen eleştirilerden biridir?
a) Yapısalcılık, yapıyı ihmal etmiştir.
b) Yapısalcılık, sınıf savaşımının önemine gereğinden fazla atıf yapmıştır.
c) Yapısalcılık, bireyi aşırı derecede yüceltmiştir.
d) Yapısalcılık, sınıf savaşımı, güç ve iktidar konularına aşırı ölçüde ilgi
göstermiştir.
e) Yapısalcılık, hümanizmi ve tarihsiciliği önemsememiştir.
7. Gösterge sistemini çözümleyen ve her şeyi bir gösterge olarak kabul eden
yapısalcı sosyolog kimdir?
a) Roland Barthes
b) Herbert Spencer
c) Emile Durkheim
d) Jean Piaget
e) Auguste Comte
8. Yapısalcılığın en büyük açmazı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tarihe aşırı övgüyle yaklaşması
b) Sosyal değişmeyi, yapı ile oluşum arasındaki karşılıklı ilişkiyi
açıklayamaması
c) Toplumu organizma gibi görmesi
d) Diyalektik düşünceyi çok önemsemesi
e) Çatışmayı dikkate alması
9. Her şeyin yapılardan ibaret olduğunu iddia eden düşünür aşağıdakilerden
hangisidir?
a) George Caspar Homans
b) Lewis A. Coser
c) Claude Lévi-Strauss
d) Jürgen Habermas
e) Herbert Blumer
10. Yapısalcılığın ana isimlerinden birisi olmasına rağmen daha çok psikolog olarak
bilinen, bilhassa da gelişim psikolojisi alanındaki eserleriyle tanınan düşünür
kimdir?
a) Ferdinand de Saussure
b) Max Weber
c) Claude Lévi-Strauss
d) Jean Piaget
e) Roland Barthes
Cevap Anahtarı
1.e, 2.b, 3.a, 4.d, 5.c, 6.e, 7.a, 8.b, 9.c, 10.d
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Avtonomova, N. (1985). “Fransız Yapısalcılığı: Yöntembilimsel Birkaç Not”. Yapısalcılık
Üstüne (Eleştirel Bir Yaklaşım). O. Özügül (Yayına Haz.). İstanbul: De Yayınevi.
Barthes, R. (1993). Göstergebilimsel Serüven. Çev.: M. Rifat ve S. Rifat. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Barthes, R. (1996). Bir Aşk Söyleminden Parçalar. Çev.: T. Yücel. İstanbul: Metis
Yayınları.
Barthes, R. (1998a). Çağdaş Söylenler. Çev.: T. Yücel. İstanbul: Metis Yayınları.
Barthes, R. (1998b). Roland Barthes. Çev.: S. Rifat. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Barthes, R. (2008a). Göstergeler İmparatorluğu. Çev.: T. Yücel. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Barthes, R. (2008b). C ameraLucida: Fotoğraf Üzerine Düşünceler. Çev.: R. Akçakaya.
İstanbul: Altıkırkbeş Yayın.
Barthes, R. (2012a). Çin Yolculuğu Defterleri. Çev.: S. Rifat. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Barthes, R. (2012b). Eleştirel Denemeler. Çev.: E. Özdoğan. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Belsey, C. (2013). Postyapısalcılık. Çev.: N. Örge. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Boudon, R., Bourricaud, F. (2003). A Critical Dictionary of Sociology. İngilizceye Çev.:P.
Hamilton. London: Routledge, Taylor & Francis e-Library.
Bottomore, T.,Nisbet, R. (1990). “Yapısalcılık”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. T.
Bottomore ve R. Nisbet (Ed.).Çev.: B. Toprak. İstanbul: V Yayınları.
Bourdieu, P. (2013). Seçilmiş Metinler. Çev.: L. Ünsaldı. Ankara: Heretik Yayıncılık.
Callinicos, A. (2004). Toplum Kuramı: Tarihsel Bir Bakış. Çev.: Y. Tezgiden. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Cevizci, A. (2002). Paradigma Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Chomsky, N. (2001). Dil ve Zihin. Çev.: A. Kocaman. Ankara: Ayraç Yayınevi.
Clarke, S. (1981). The Foundations of Structuralism: A Critique of Lévi-Strauss and the
Structuralist Movement. New Jersey: The Harvester Press.
Cuff, E. C.,Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.: Ü.
Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Culler, J. (1985). Saussure. Çev.: N. Akbulut. İstanbul: Afa Yayınları.
Culler, J. (2008). Barthes. Çev.: H. Gür. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
4
kuramları daha iyi
anlayabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Eleştirel Kuram
Geleneksel kuram
Karl Marx
Pozitivizm
Immanuel Kant
Aydınlanma
Max Horkheimer
Araçsal aklın eleştirisi
Akıl tutulması
Kültür endüstrisi
Önyargı
ELEŞTİREL KURAM
Irk-nefreti
Modern toplum
Tek-boyutlu toplum
Teknik
Walter Benjamin
Cehennemin çağı
GİRİŞ
Bireyler, eleştiri terimini duyduklarında hemen irkilirler. Eleştiri, yüzü soğuk
olan bir terimdir. İnsanlar, eleştirilmekten pek hoşlanmazlar. Onun için insanlar,
genellikle eleştiri ortamlarından kaçınırlar. Kendilerini eleştiren insanlardan uzak
dururlar. Sosyolojideki manzara da bundan farklı değildir. Sosyolojide toplumu
olumlayan kuramlar her zaman daha çoktur ve revaçtadır, topluma eleştirel yaklaşan
kuramlar ise azdır ve geri plandadır. Çağdaş sosyolojik kuramlar içinde var olan
topluma (modern topluma) ve onu oluşturan her şeye eleştirel yaklaşan ana kuram,
eleştirel kuramdır.
Eleştirel kuram (Eleştirel Teori), Frankfurt Okulu düşünürlerinin geliştirdiği bir
kuramdır. Bu nedenle eleştirel kuram, literatürde “Frankfurt Okulu” olarak da bilinir.
Eleştirel kuram, çağdaş felsefe ve sosyolojide ağırlığı olan kuramlardan biridir. Eleştirel
kuram, felsefe, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi, iktisat ve edebiyat gibi disiplinlerden
gelen bir grup entelektüelin ortak teorik çabalarını içerir. Eleştirel kuram, disiplinler
arası bağ kurmaya çalışan, toplumun ekonomik temeli (altyapısı) ile kültürel alanı
(üstyapısı) arası diyalogu gerçekleştirmeye çabalayan bir kuramdır. Eleştirel kuram,
disiplinler arası bir bakışla ve altyapı-üstyapı bağlantısının vurgulanmasıyla, modernliğin
ve modern toplum yapısının daha doğru anlaşılacağını savunur. Eleştirel kuram,
aydınlanma, pozitivizm, rasyonalizm, kapitalizm, teknoloji ve kültür endüstrisi gibi
bileşenleri bulunan modernliği eleştirel bir bağlamda çözümlemeye çalışır. Eleştirel
Eleştirel kuram, Frankfurt kuram, modern toplumun yapısını, zihniyetini, ideolojisini, kültürünü, sanatını ve
Okulu’nun görüşlerini dile
ekonomik yapısını eleştirir. Eleştirel kuram, modern toplumun sahici kimliği, benliği,
getirmek için kullanılan
bir terimdir. Eleştirel karakteri ve özniteliğinin doğru idrak edilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir.
kuram, Frankfurt Kısaca, eleştirel kuram, çağdaş sosyolojide her şeyi sorgulayan güçlü bir eleştiri geleneği
Okulu’nun “eleştirel olması nedeniyle ayrıcalıklı bir konumda bulunur. Eleştirel kuramcılar, aydınlanma,
kuramı” olarak da bilinir. pozitivizm, modernite, rasyonalite, kapitalizm, kültür endüstrisi ve Marxizm gibi felsefe,
sosyal bilimler, özellikle de sosyolojinin sahasına giren konuları eleştirel değerlendirerek
belirtilen alanlardaki tıkanıklıkları açmaya çaba göstermişlerdir (Kızılçelik, 2013a).
Eleştirel kuram, modern toplumun boğucu doğasına, totaliter yönüne ve bireyi ezen
yapısına itiraz etmiştir. Bireyin bugünkü toplum düzeninde özgür olamayacağını öne
sürmüştür. Bireyin özgürlüğünü her şeyin üzerinde tutmuştur (Kızılçelik, 2013a). Bu
bakımdan eleştirel kuramı, özgür bir toplum kuramı olarak nitelemek mümkündür.
Bu bölümde, eleştirel kuramın kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel
tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.
Max Horkheimer
Eleştirel kuramın ana
çerçevesini belirleyen Horkheimer, eleştirel kuramın öncü ismi ve ana düşünürüdür. 1895’te Almanya’nın
Max Horkheimer, Stuttgart kentinde dünyaya gelmiştir. İktisat eğitimi almış, daha sonra psikoloji ve felsefe
aydınlanmaya eleştirel alanında akademik çalışmalara başlamıştır. 1922’de Kant üzerine yaptığı teziyle doktora
yaklaşmış, aydınlanmayla
derecesi elde etmiştir. 1925’te Frankfurt Üniversitesi’nde doçent olmuştur. 1930’da
birlikte akıl tutulmasının
gerçekleştiğini iddia Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün yöneticiliğine atanmıştır. Nazilerin Alman
etmiştir. üniversitelerinden attığı ilk bilim adamı olmuştur. Önce Cenevre sonra ise New York’a
gitmiştir. 1950’de Frankfurt’a geri dönmüştür. Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde yönetici
olarak çalışmıştır. 1973’te ise aramızdan ayrılmıştır. Horkheimer’in önemli yapıtları, Akıl
Tutulması; Aydınlanmanın Diyalektiği (Adorno ile birlikte) ve Araçsal Aklın Eleştirisi’dir
(Kızılçelik, 2013a).
Theodor W. Adorno
Adorno, 1903 yılında Almanya’nın Frankfurt şehrinde dünyaya gelmiştir.
Çocukluğundan itibaren müziğe ilgi duymuş, profesyonel bir şarkıcı olan annesi ve teyzesi
tarafından yetiştirilmiştir. Frankfurt Üniversitesi’nde felsefe, sosyoloji, psikoloji ve müzik
okumuştur. 1924’te felsefe doktoru olmuştur. 1926’da Sigmund Freud’un fikirlerinden
faydalanarak doçentlik tezini tamamlamıştır. Fakat tezi reddedilmiştir. Soren Kierkegaard
üzerine yazdığı tezi ise 1931’de kabul edilmiştir. Walter Benjamin’in görüşlerinin tesirinde
kalmıştır. 1933’te Nazilerin iktidara gelişiyle ilk önce Viyana’ya gitmek istemiş, fakat
başvurusu Viyana Üniversitesi Felsefe Fakültesi tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine
İngiltere’ye gitmiş ve Oxford’daki Merton College’de çalışmaya başlamıştır. 1938’de
Theodor W. Adorno, Frankfurt Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’ne üye olmuştur. Söz konusu
modern toplumun enstitünün başkanı Horkheimer ile entelektüel ilişkisi, düşünce hayatının gelişiminde etkili
otoriteryan ve ırkçı olmuştur. Adorno, daha sonraları ise Amerika’ya gitmiştir. “Princeton Radio Research
eğilimler taşıdığını öne Project”in “Müzik İncelemeleri” bölümüne Paul Lazarsfeld ile birlikte başkanlık etmiştir.
sürmüştür. 1950’de enstitü Frankfurt’a döndüğünde o da dönmüştür. 1959’da Sosyal Araştırmalar
Enstitüsü’nün başkanı olmuştur. 1969’da vefat etmiştir. Adorno’nun ana eserleri şunlardır:
Aydınlanmanın Diyalektiği (Horkheimer ile birlikte); Modern Müziğin Felsefesi;
Otoriteryan Kişilik (kolektif); Minima Moralia; Prizmalar; Müzik Sosyolojisine Giriş;
Negatif Diyalektik; Estetik Teori; Felsefî Terminoloji (Kızılçelik, 2013a).
Adorno, eleştirel kuram içinde iki bakımdan ön plana çıkar. Adorno, ilk olarak,
önyargı, otoriteryan kişilik ve faşist karakter üzerine analizleriyle; ikinci olarak ise, kültür
endüstrisi konusundaki fikirleriyle eleştirel kuramda önemli bir yer tutar. Daha geniş bir
pencereden baktığımızda, 1940’lı yılların başında eleştirel kuramcıların kafasında iki temel
konu vardı: İlki, Nasyonal Sosyalizmin kültürel yönleri, ikincisi anti-Semitizm
incelemeleriydi. Eleştirel kuramcılar, ırk-nefreti, özellikle de anti-semitizm üzerine
odaklanmışlardır. Onlar, otoriteryanizmle, otoriteyle ve önyargıyla ilgili problemler üzerine
yoğunlaşmışlardır. Bu alanlarda en bilinen çalışmaları, Adorno ve ekibi tarafından yapılan
Otoriteryan Kişilik’tir. Adorno, bu araştırmasında, katı, dogmatik ve önyargılı düşünmeyle
ilişkili kişilik ya da karakter sendromlarını ortaya çıkarmayı hedeflemiştir (Kızılçelik, 2013a).
Adorno, söz konusu eserinde, modern toplumda çok yaygın olan anti-semitik tutum ve
kanıların akıldışı yönü üzerinde durmuştur (Adorno, 2003: 41). Adorno, ırk-nefreti taşıyan
otoriter faşist karakterin ana özellikleri arasında alışılmışa bağlılığın, otoriteye boyun
eğmenin, otoriteryan saldırganlığın, değerleri bozan insanları cezalandırmanın, ince
düşünceciliğe, öznelciliğe ve yaratıcılığa karşı olmanın, boşinanç ve kalıpyargıların, güçlü
figürlerle özdeşleşmenin, güce tapınmanın, yıkıcılığın ve insanlara karşı düşmanlığın
önemli bir yer tuttuğunu ortaya çıkarmıştır (Adorno ve Diğerleri, 1950). Adorno, modern
Herbert Marcuse
Marcuse, 1898’de Almanya’nın Berlin kentinde doğmuştur. Felsefe eğitimi almış,
1922’de Freiburg Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamlamıştır. 1932’ye kadar
Freiburg’da kalmış ve Martin Heidegger ile birlikte çalışmıştır. 1932’de Sosyal Araştırmalar
Enstitüsü’ne üye olmuştur. Nazi baskısıyla karşılaşınca Ocak 1933’te Freiburg’u terk etmiş,
Amerika’ya gitmiş, hayatının geri kalan kısmını Amerika’da geçirmiştir. Amerika’da bir süre
Columbia Üniversitesi’nde görev yapmıştır. Freud’un yeniden yorumlanmasını içeren Eros
ve Uygarlık ile tüketim toplumunun eleştirisini yaptığı Tek-Boyutlu İnsan eserleriyle
ünlenmiştir. Yazdıklarıyla dünya çapında tanınan biri olmuş, “Yeni Sol Hareket”in önde
gelenleri arasında yer edinmiştir. “Yeni Sol” bağlantısı nedeniyle Brandies
Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırılmış, kendisine ancak La Jolla’daki California
Üniversitesi’nde iş bulabilmiştir. Marcuse, 1979’da ölmüştür. Marcuse’nin ana eserleri
şunlardır: Us ve Devrim; Eros ve Uygarlık; Sovyet Marksizmi; Tek-Boyutlu İnsan; Estetik
Boyut (Kızılçelik, 2013a).
Marcuse, Frankfurt Okulu’nun politik bakımdan en etkili olan temsilcisidir (Holz,
2012). Marcuse, Jean-Paul Sartre ile Karl Marx’ın görüşlerini kaynaştırmaya girişmiş, yani
varoluşçuluk akımı Marxizmi birleştirmeyi denemiştir (Marcuse, 2005). Çünkü onun
Walter Benjamin
Walter Benjamin,
kapitalizmi ve kapitalist Benjamin, 1892’de Almanya’nın Berlin şehrinde dünyaya gelmiştir. Freiburg ve
toplumdaki teknik ve Berlin üniversitelerinde felsefe öğrenimi görmüş, Henrich Rickert ve Georg Simmel’in
teknolojiyi insanlık için bir öğrencisi olmuştur. Vatandaşı Bertolt Brecht ve zamanının öteki muhalif entelektüelleriyle
felaket olarak nitelemiştir. diyaloga girmiş, 1926-1927 kışında Moskova’yı ziyaret etmiştir. Benjamin ile Frankfurt
Okulu arasında 1929’da başlayan ilişki, ölümüne kadar devam etmiştir. 1933 yılında Nazi
baskısına maruz kalmıştır. Kendisine yapılan baskılar sonucu 1940’da bir mülteci grubuyla
İspanya’ya geçmeye çalıştığı sırada sınır kapatılmış, faşizme teslim olmamak için ilaç içerek
intihar etmiştir. Benjamin’in ana metinleri şunlardır: Alman Romantizminde Sanat
Eleştirisi Kavramı; Goethe’nin Gönül Bağları; Tek Yön; Parıltılar; Brecht’i Anlamak;
Pasajlar (Kızılçelik, 2013a).
Benjamin, Lukács okuması dolayısıyla Marxizm’e ilgi duymuş, Marxizm’i
incelemeye başlamış, Marxist teoriyi keşfe çıkmıştır (Assoun, 2012; Leslie, 2011).
Benjamin, kapitalizmi ve teknolojiyi eleştirmiştir. Tekniği doğaya egemen olmakla özdeş
tutan emperyalistlerin öğretisini sorgulamıştır. İlerlemeyi felaket olarak nitelemiştir
(Benjamin, 1999; Löwy, 1999). Benjamin, tekniğin ve teknolojinin yıkıcılığına vurgu
yapmıştır. Kapitalist toplumda hızlıca gelişen teknik ve teknolojiyi insanlık için büyük bir
tehdit olarak görmüştür. Bu çerçevede, Benjamin, egemen sınıfın kâr arzusu tekniği
iradesi altına aldığı için teknik de insanlığa ihanet etmiş, dünyayı kan gölüne çevirmiştir
(Benjamin, 1999). Benjamin, teknolojinin kapitalist üretim ilişkileri içerisinde bir felaket
aracına dönüştüğünü öne sürmüştür (Leslie, 2011). Kısaca, Benjamin, modern çağın
eleştirisini yapmış, modern çağ, nihayetinde cehennemin çağıdır, demiştir (Parini,
2001). Benjamin, modern uygarlığı barbarlık olarak değerlendirmiştir. Onun meşhur
deyişiyle, uygarlığın belgeleri, aynı zamanda, barbarlığın da belgeleridir (Benjamin, 1995).
Jürgen Habermas
Habermas, 1929’da Almanya’nın Düsseldorf kentinde doğmuştur. Bonn, Zürih
ve Göttingen üniversitelerinde felsefe, tarih, psikoloji, ekonomi ve Alman edebiyatı
okumuştur. Bonn Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır. 1956’da Adorno’nun
asistanı olarak Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’ne girmiştir. 1961-1964 yılları arasında
Heidelberg’te felsefe profesörlüğü yapmıştır. 1964’te Horkheimer’in halefi olarak
Frankfurt’ta felsefe ve sosyoloji profesörü olmuştur. 1971-1983 yılları arasında
bilimsel-teknik dünyadaki hayat koşullarını araştıran Max-Planck Enstitüsü’nün
başkanlığını yapmıştır. 1983-1994 yılları arasında yeniden Frankfurt’ta felsefe ve
sosyoloji profesörü olarak çalışmıştır. Habermas’ın ana eserleri şunlardır: Kamusallığın
Yapısal Dönüşümü, “İdeoloji” Olarak Teknik ve Bilim, Rasyonel Bir Topluma Doğru:
Öğrenci Protestosu, Bilim ve Siyaset, Bilgi ve İnsansal İlgiler, İletişimsel Eylem Teorisi 2
Eleştirel kuramın Cilt, Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine ve Modernliğin Felsefî Söylemleri (Kızılçelik,
günümüzde en önemli 2013a).
savunucusu olan Jürgen
Habermas, bireyler arası Habermas, eleştirel kuramın günümüzdeki en etkili simasıdır. Habermas’ın felsefe
etkileşime vurgu yapan ve sosyolojideki çalışmaları, eleştirel kuram açısından önemlidir. Bilindiği üzere,
iletişimsel eylemi günümüzde “Frankfurt Okulu” sözcüğü, yalnızca Horkheimer, Adorno ve Marcuse’nin
önemsemiştir. değil, aynı zamanda Habermas’ın görüşlerini de içerecek bir biçimde kullanılmaktadır
(Held, 1987; Guess, 1999). Başka bir deyişle, Habermas, Frankfurt Okulu, yani eleştirel
kuramla ilişkilidir. Habermas, eleştirel kuram ile bağlantılı olan ikinci yazarlar kuşağının en
bilinen ve en çok tanınan kişisidir (Layder, 2006).
Habermas, eleştirel kuram içerisinde daha çok iletişimsel eylem kuramıyla ön
plana çıkmaktadır. Habermas, iletişimsel eylem kuramında, yeni bir eylem biçimi olarak
gündeme getirdiği iletişimsel eylemin genel çerçevesini belirginleştirmiştir. Habermas’a
göre, iletişimsel eylem sözcüğü, dil ve eylem yeteneği bulunan, sözlü ve sözlü olmayan
araçlar ile kişilerarası ilişkiye giren insanların etkileşimine ilişkindir (Habermas, 2001a).
Habermas, iletişimsel eylemi, özneler arasında anlamaya ve konsensüse yönelen
etkileşimleri analiz etmek için geliştirmiştir (Best, 2005). İletişimsel eylem, ortaklaşa
yorumlama sürecine dayalıdır (Habermas, 2001a). İletişimsel eylemde, bireylerin anlaşma
ve diyalog zemini olan dil önemli yer tutar. İletişimsel eylemde konuşma eylemi ve
dilimizin bağlamı önemlidir. İletişimsel eylem, dilin karşılıklı anlamaya yönelmiş
kullanımına bağlıdır (Habermas, 1979; 1996; 2001b). İletişimsel eylem, ikiden fazla
aktörün eylemlerinin anlaşma mekanizmasının yardımıyla birbirlerine nasıl bağlandıklarını
açıklamadır (Habermas, 2001a). Habermas, iletişimin gerçek amacının insanlarla iletişim
kurmak olduğunu belirtmiştir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Habermas’a göre,
iletişimsel eylem, iki ya da daha fazla birey arasında sosyal ilişkiyi tesis etmeyi ve
sürdürmeyi esas alır (Edgar, 2006). Habermas, daha da ileri giderek toplumu, aktörlerin
iletişimi ekseninde irdelemiştir. Habermas (2001a), “toplum”dan iletişim taraflarının,
sosyal gruplara aidiyetlerini düzenledikleri ve dayanışmayı güvence altına aldıkları meşru
düzenlemeleri kastetmiştir. Kısaca, Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı, sosyal teoride
dile dönüşün bir ürünüdür (Goode, 2005). İletişimsel eylem kuramı, günümüz modern
toplumlarında iletişimsel eylemin etkin olduğunu, onun sosyal bütünleşmeyi ve
bireysel özdeşleşmeyi sağladığını iddia etmiştir.
• İnsanlık tarihini hep büyük felaketler belirlemiştir. İnsanlık, asla daha iyi bir
dünyaya doğru ilerlememektedir. Adorno’ya göre, doğa hâlinden başlayıp
insancıllığa giden bir evrensel tarih yoktur. Sadece sapandan megatonluk
Eleştirel kuram, modern
bombalara uzanan bir tarih vardır (Boucher, 2013).
toplumla birlikte insanlığın
yeni türden bir barbarlığa • İnsanlık, gerçekten insani bir düzeye çıkmak yerine yeni türden bir barbarlığa
geri döndüğünü öne düşmüştür. Çünkü aydınlanmayla akıl, gitgide “koyu bir karanlığa” itilmeye
sürmüştür. başlanmıştır (Horkheimer ve Adorno, 1995). Eleştirel kuramcılar, özellikle de
Horkheimer ve Adorno, sosyal rasyonelliğin irrasyonelliğe kapı araladığını,
modernliğin karakteristiği olan özgürlük ve ilerleme tarzlarının tahakküm ve
gerilemeye yol açtığını ve aydınlanmanın yalana dönüştüğünü ileri
sürmüşlerdir. Onlar, aydınlanma aklının kendisiyle rekabet eden bütün
düşünce tarzlarını ortadan kaldırıp hakikat konusunda hak iddia eden tek
düşünme tarzı olarak kaldığı için totaliter hâle geldiğini iddia etmişlerdir (Best
ve Kellner, 1998).
• Aydınlanmacı aklın yol açtığı olumsuzlukların ve “akıl tutulması”nın ana
sorumlusu, liberalizmdir. Başka bir deyişle, aydınlanma çağıyla gelişen
liberalizm, aklı mahveden güç olmuştur (Horkheimer ve Adorno, 1995).
Kapitalizm, “aklı” ele geçirmiştir. Hem akıl hem de bireylerin yaşantıları bir
Eleştirel kuram, modern ürüne indirgenmiştir. Akıl, insanlığın gelişimi için toplumun yeniden
toplumda bireyin baskı düzenlenmesinde başat bir öğe olmaktan ziyade özel bir toplum biçimi olan
altına alındığını, sınai kapitalizmin amaçlarına hizmet etmeyi ve onun çıkarlarını savunmayı
özgürlüğünün kısıtlandığını tercih etmiştir. Aydınlanma, bireyleri özgürleştirme yerine köleleştirmeye
ileri sürmüştür. daha fazla katkı yapmıştır (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Eleştirel kuram,
aydınlanmayla yıldızı parlayan aklın yıldızının söndüğünü ve akıl tutulmasının
gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Bu da aydınlanmanın kendi öz çocuğunu
yemesine, yani bireyin yok olup gitmesine yol açmıştır. Bireyin kayboluşunda
aydınlanmanın istibdat yaratıcı yönünün etkisi fazla olmuştur (Kızılçelik,
2013a). Kısaca, aydınlanma, aklın “araçsal” forma dönüşümüne, araçsal aklın
doğuşuna ve tahakkümüne sebep olmuştur (Horkheimer ve Adorno, 1995;
1996).
• Aydınlanmacı bilim, masum değildir, çünkü egemen güçlere hizmet eder.
Örneğin, Bacon’ın ve Galileo’nun bilimsel araştırmaları, günümüz savaş
endüstrisine hizmet etmektedir (Horkheimer, 2009). Habermas’a göre, bilim
19. yüzyılda ilerici güç iken 20. yüzyıl bilimi, özellikle de pozitivist biçimi,
ideolojik egemenliğin bir formu hâline gelmiştir (Adams ve Sydie, 2002).
• Pozitivizm, çocuksu ve gericidir. Çünkü pozitivizm, felsefeyi bilimin teorisi
durumuna getirmiş, böylece bilimin ruhunu hiçleştirmiştir (Horkheimer,
1990). Pozitivizm, dünyayı verilere indirgemiştir. Bu yönüyle fakir bir
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Eleştirel kuramın “eleştiri” vurgusunun kökleri, aşağıdaki düşünür çiftinden
hangisinin görüşlerine uzanır?
a) Immanuel Kant-Karl Marx
b) Max Weber-Emile Durkheim
c) Talcott Parsons-Robert King Merton
d) Francis Bacon-Thomas Hobbes
e) Aristoteles-Platon
2. Aşağıdakilerden hangisi eleştirel kuramın temsilcisi değildir?
a) Herbert Marcuse
b) Max Horkheimer
c) Talcott Parsons
d) Jürgen Habermas
e) Theodor W. Adorno
3. Aşağıdakilerden hangisi eleştirel kuramın anahtar terimlerinden biridir?
a) Yapılaşma
b) Kültür endüstrisi
c) Konsensüs
d) Uyum
e) Denge
4. Eleştirel kuram içinde Marx ile Freud’un görüşlerinin sentezini yapmaya
çalışan düşünür kimdir?
a) Jürgen Habermas
b) Max Horkheimer
c) Karl Korsch
d) Erich Fromm
e) Walter Benjamin
5. Eleştirel kuramı tarif etmek için aşağıdaki sözcüklerden hangisi
kullanılmaktadır?
a) Sovyet Marxizmi
b) Afrika sosyalizmi
c) Ortodoks Marxizm
d) Doğu Marxizmi
e) Batı Marxizmi
6. Aşağıdakilerden hangisi, eleştirel kuramın temel tezleri arasında yer almaz?
a) Aydınlanma, insanlığın özgürleşmesi yerine köleleşmesine yol açmıştır.
b) Modern toplum, tek-boyutlu toplumdur.
c) Teknik ve bilim, birer ideolojidir.
d) Marx’ın görüşleri günümüzde geçerlidir.
e) Altyapı yerine üstyapı esas alınmalıdır.
Cevap Anahtarı
1.a, 2.c, 3.b, 4.d, 5.e, 6.d, 7.c, 8.a, 9.d, 10.a
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California: Pine
Forge Press.
Adorno, T. W. (1990). Eleştiri: Toplum Üstüne Yazılar. Çev.: M. Y. Öner. İstanbul: Belge
Yayınları.
Adorno, T. W. (1991). The Culture Industry: Selected Essays on Mass Culture. J. M.
Bernstein (Ed.). London: Routlege.
Adorno, T. W. (1993). Hegel: Three Studies. London: The MIT Press.
Adorno, T. W. (1998). Minima Moralia: Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar. Çev.: O.
Koçak ve A. Doğukan. İstanbul: Metis Yayınları.
Adorno, T. W. (2002). The Stars Down to Earth and Other Essays on the Irrational in
Culture. S. Crook (Ed.). London: Routlege.
Adorno, T. W. (2003). Otoritaryen Kişilik Üstüne: Niteliksel İdeoloji İncelemeleri. Çev.:
D. Şahiner. İstanbul: Om Yayınevi.
Adorno, T. W. (2007). Kültür Endüstrisi: Kültür Yönetimi. Çev.: N. Ünler ve Diğerleri.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Adorno, T. W. (2012). Ahlak Felsefesinin Sorunları. Çev.: T. Birkan. İstanbul: Metis
Yayınları.
Adorno, T. W. ve Diğerleri (1950). Authoritarian Personality. New York: Harper.
Alway, J. (1995). Critical Theory and Political Possibilities: Conceptions of
Emancipatory Politics in the Works of Horkheimer, Adorno, Marcuse, and
Habermas. London: Greenwood Press.
Assoun, P. L. (2012). Frankfurt Okulu. Çev.: I. Ergüden. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Behrens, R. (2011). Adorno Sözlüğü. Çev.: M. Tüzel. İstanbul: Versus Kitap.
Benjamin, W. (1995). Estetize Edilmiş Yaşam: Sanat’tan Savaş ve Siyasete Alman
Faşizminin Kuramları. Çev.: Ü. Oskay. İstanbul: Der Yayınları.
Benjamin, W. (1999). Tek Yön. Çev.: T. Turan. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Benjamin, W. (2010). Sanat ve Edebiyatta Eleştiri: Alman Romantizminde Sanat
Eleştirisi Kavramı. Çev.: E. Gen ve M.Tüzel. İstanbul: İletişim Yayınları.
Best, S. (2005). The Politics of Historical Vision: Marx, Foucault, Habermas. New York:
The Guilford Press.
Best, S., Kellner, D. (1998). Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar. Çev.: M. Küçük.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bottomore, T. (1989). Frankfurt Okulu (Eleştirel Kuram). Çev.: A. Çiğdem. İstanbul: Ara
Yayıncılık.
Boucher, G. (2013). Yeni Bir Bakışla Adorno. Çev.: Y. Başkavak. İstanbul: Kolektif Kitap.
Callinicos, A. (2004). Toplum Kuramı: Tarihsel Bir Bakış. Çev.: Y. Tezgiden. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.: Ü.
Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Edgar, A. (2006). Habermas: The Key Concepts. London: Routledge.
Fromm, E. (1996). Özgürlükten Kaçış. Çev.: Ş. Yeğin. İstanbul: Payel Yayınevi.
Fromm, E. (1997). Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum (Yanılsama Zincirlerinin Ötesinde).
Çev.: N. Arat. İstanbul: Say Yayınları.
Fromm, E. (2004). Yaşama Sanatı. Çev.: A. Arıtan. İstanbul: Arıtan Yayınevi.
Fromm, E. (2005). Psikanalizin Bunalımı: Freud, Marx ve Sosyal Psikoloji Üzerine
Denemeler. Çev.: K. E. Kına. İstanbul: Say Yayınları.
Goode, L. (2005). Habermas: Democracy and the Public Sphere. London: Pluto Press.
Guess, R. (1999). The Idea of a Critical Theory: Habermas and the Frankfurt School.
Cambridge: Cambridge University Press.
Habermas, J. (1974). Theory and Practice. İngilizceye Çev.: J. Viertel. Boston: Beacon
Press.
Habermas, J. (1979). Communication and the Evolution of Society. İngilizceye Çev.: T.
McCharty. Boston: Beacon Press.
Habermas, J. (1993). ‘İdeoloji’ Olarak Teknik ve Bilim. Çev.: M. Tüzel. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Habermas, J. (1995). The Philosophical Discourse of Modernity: Twelve Lectures.
İngilizceye Çev.: F. G. Lawrence. Cambridge: The MIT Press.
Habermas, J. (1996). Between Facts and Norms: Contributions to a Discourse Theory
of Law and Democracy. İngilizceye Çev.: W. Rehg. Cambridge: The MIT Press.
Habermas, J. (2001a). İletişimsel Eylem Kuramı: 1. Cilt/Eylem Rasyonelliği ve
Toplumsal Rasyonelleşme, 2. Cilt/İşlevselci Aklın Eleştirisi Üzerine. Çev.: M.
Tüzel. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Habermas, J. (2001b). Justification and Application: Remarks on Discourse Ethics.
İngilizceye Çev.: C. Cronin. Cambridge: The MIT Press.
Held, D. (1987). Introduction to Critical Theory: Horkheimer to Habermas. London:
Hutchinson & Co (Publishers) Ltd.
5
sosyoloji kuramları üzerindeki
tesirlerini daha iyi anlayabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Sembolik Etkileşimcilik
Benlik
Genelleştirilmiş başkası
George Herbert Mead
Çocuk oyunu
Yetişkin oyunu
Birincil gruplar
Charles Horton Cooley
SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİK
Ayna-benlik
Birey
Sembol
Sembolik etkileşim
Sembolik olmayan
etkileşim
Gündelik hayat
Benliğin sunumu
Etkileşim düzeni
Bütüncül kurumlar
GİRİŞ
Bütün canlılar, iletişim yeteneğine sahiptir. Her canlı türü, öncelikle kendi
cinsiyle iletişim kurar. Örneğin, kuşlar kendi aralarında iletişim kurarlar. Çeşitli sesler
çıkararak birbirleriyle ilişki ve etkileşim gerçekleştirirler. İnsanlar da birbirleriyle
sürekli etkileşim hâlindedir. İnsanın olduğu her yerde etkileşim vardır. İnsanlar, dil
(Türkçe ya da İngilizce gibi) sayesinde birbirleriyle ilişki kurarlar. Dilin yanı sıra
semboller de insanların ilişki ve etkileşimlerinde önemli bir güce sahiptir. İnsanlar,
çoğu kez semboller, mimikler, jestler vasıtasıyla anlaşırlar. Örneğin, giyinme biçimi,
saç tipi, sakal şekli, birer semboldür. Yani onlar, insanların birbirleriyle etkileşimini
gerçekleştiren sembollerden sadece bir kaçıdır. Mesela, elle ya da parmaklar
kullanılarak yapılan çok çeşitli işaretler vardır. Bu işaretlerin her biri, bir ideolojiyi ya
da bir siyasal partiyi temsil eder. Bu semboller, insanlar arasındaki ilişki ve etkileşimi
gerçekleştirirler. Sosyoloji disiplini de insanlar arasındaki ilişki ve etkileşimde dil ve
sembollerin rolüne ilgisiz kalmamıştır. İşte, çağdaş sosyolojide toplumu “semboller”
ve “sembolik etkileşim” açısından çözümleyen ana kuram, sembolik etkileşimciliktir.
Sembolik etkileşimcilik, 1950’lerden itibaren çağdaş sosyolojide ön plana
çıkmaya başlayan bir kuramdır. Sembolik etkileşimcilik, Amerikan sosyolojisinin en
etkili kuramı olarak bilinmektedir. Sembolik etkileşimcilik, toplumu ve yapıyı yücelten,
buna karşın bireyi ihmal eden işlevselcilik ve yapısalcılık gibi çağdaş sosyolojik
Sembolik etkileşimcilik,
toplumu esas alan fakat kuramlara bir tepki olarak doğmuştur. Conein, sembolik etkileşimciliğin Amerikan
bireyi önemsemeyen sosyolojisinin bir akımı olduğunu ve klasik modele, bilhassa da işlevselciliğe bir
sosyolojik kuramların, alternatif olarak sunulduğunu belirtmiştir (Conein, 2011). Sembolik etkileşimcilik,
özellikle de işlevselciliğin sosyolojik kuramda ihmal edilen bireyi, bilhassa da birey-toplum ilişkisini odak noktası
eleştirisi olarak ortaya olarak seçmiştir. Başka bir deyişle, sembolik etkileşimcilik, birey ile toplum arasında
çıkmıştır. kopan bağı onarmaya çalışmıştır. Sembolik etkileşimcilik, bireyin ve toplumun birliğine
yoğunlaşmıştır.
Sembolik etkileşimciliğin mimarlarından Charles Horton Cooley, birey ile
toplumun iç içe olduğunu ve birbirlerinden koparılmaması gerektiğini öne sürmüştür.
Cooley’e göre, birey ve toplum birbirlerinden ayrılmaz bir bütündür. Toplumdan ayrı
bir birey olmadığı gibi, kendini meydana getiren bireylerden bağımsız bir toplum da
yoktur. Sembolik etkileşimciliğin, birey ve toplum, mikro ve makro analiz düzeyleri
arasındaki düalizm durumlarını aşma girişimlerinin ana dayanak noktası bu fikirdir
(Layder, 2006). Sembolik etkileşimcilik, temel ilgi alanı olarak bireylerin davranışları ve
sosyal organizasyon biçimleri arasındaki ilişkiyi kavramaya girişmiştir (Denzin, 2005).
Sembolik etkileşimcilik, özünde mikro sosyoloji anlayışından makro sosyolojiye
köprü kuran bir teoridir (Çevik, 1994). Sembolik etkileşimciliğin bu çabalarına rağmen,
genellikle makro konulardan ziyade mikro alanlara yönelmiş olduğu bir gerçektir.
Sembolik etkileşimcilik, özünde bir mikro sosyoloji geleneğidir. Çelebi’nin deyişiyle,
sembolik etkileşimcilik, mikro-makro boyutunda daha çok mikroya yakın bir yerde
duran bir sosyoloji çizgisidir (Çelebi, 2007). Sembolik etkileşimciliğin benlik, tutum,
davranış, rol, dil ve etkileşim üzerinde odaklanmayı referans alması (Warshay, 1975),
onun bir mikro sosyoloji çizgisi olduğunun en iyi kanıtıdır.
Sembolik etkileşimcilik, bireyi merkeze koymuş, onun eylemlerini ve diğer bireylerle
ilişki ve etkileşimlerini incelemiştir. Richter’e göre, sembolik etkileşimciler bireye, yani
bireyin bilincine odaklanmıştır (Richter, 2012). Sembolik etkileşimcilik, bireye beceri
sahibi ve yaratıcı aktör olarak vurgu yapmıştır (Giddens, 2003). Sembolik etkileşimcilik,
kültürel tanımlamaların ve kurumsal yapıların bireylerin davranışlarını
belirleyemeyeceğini iddia etmiştir (Johnson, 2008). Kısaca, sembolik etkileşimcilik,
bireyler arası etkileşimler üzerine yoğunlaşan çağdaş sosyoloji kuramları arasında en
bilinenidir.
Bu bölümde, sembolik etkileşimciliğin kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri,
temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.
Mead’e göre, jestler, sembolik etkileşime izin verdikleri zaman anlamlı hâle gelirler.
Anlamlı semboller, anlamı bir sosyal grubun tüm üyelerince bilinen jestlerdir. Onlar
sadece dilin yapı blokları değil, aynı zamanda, entelektüel etkinliklerin temel ön
zorunluluklarıdır da (Larson, 1986). Mead’e göre, bireyler, dil aracılığıyla birbirleriyle
iletişim kurarlar. Fakat bireyler konuştuklarında kelimelerle ifade edilmemiş olmasına
karşın birçok anlam ortaya çıkar. Bir cümlenin farklı tonlarda telaffuz edilmesi, bu
duruma bir örnek teşkil eder. Birey, “Bugün yürüyüşe gideceğiz.” cümlesini kızgın,
sempatik, sevinçli ya da emredici tonlarda söylediğinde, ortaya farklı anlamlar çıkar.
Bireyler, dilin dışında birçok mesajı işaretler, mimikler ve jestler aracılığıyla algılarlar.
Bu işaretlere dayanarak bireyleri sempatik ya da antipatik buluruz (Richter, 2012).
Kısaca, Mead’in düşünceleri, çağdaş sosyolojik düşüncede etkili olmuştur. Onun
fikirleri, sembolik etkileşimcilik için daha fazla önem arz etmiştir. Nitekim sembolik
etkileşimcilik, Mead’in bir ürünü olarak öğrencisi Blumer tarafından geliştirilmiştir
(Ashley ve Orenstein, 1990). Sembolik etkileşimciliğin gelişiminde etkili olan Mead,
birey ile toplum arasındaki etkileşim sürecini tahlil ederken dile ve jestlere önem
vermiştir. Mead’e göre, topluma ait olan her şey, yani kültür, değerler ve tutumlar dil
Cooley, birey ile toplum yoluyla öğrenilir. Dil, semboller ve jestler, bireyler arasında iletişime ve sosyal
arasındaki ayrılmaz bağa etkileşime imkân tanırlar.
işaret etmek suretiyle
sembolik etkileşimciliğin Charles Horton Cooley
ana yönelimini Cooley, birey-toplum düalizmini (ikiciliğini) reddetmiştir. Cooley’e göre,
belirlemiştir.
sosyolojik çözümlemelerde ne birey ne de toplum önce gelme hakkına sahiptir. Çünkü
toplum ve birey arasında karşılıklı etkinin bir etkileşimci süreci vardır. Birey ve toplum
birbirlerinden ayrılamazlar (Timasheff, 1967). Cooley, “birey ve toplumun aynı
madalyonun iki yüzü, yani ayrılamaz olduğu sonucuna” varmıştır (Berberoglu, 2009).
Cooley, birey ve toplumun birbiriyle yakından ilişkili olduğunu, aynı fenomenin
kolektif ve bölüştürücü yönlerini oluşturduğunu iddia etmiştir. Ona göre, “ben”, “sen”
olmadan; “o”, “onlar” olmadan imkânsızdır (Swingewood, 1998). Bu bağlamda,
Cooley’e göre, nerede bir bireysel gerçek varsa orada bir sosyal gerçek aramak gerekir
(Çevik, 1994). Cooley’e göre, benlik ve toplum, ikiz-doğma varlıklardır (Cooley, 1962).
Cooley, insan ve toplumun çözülmez bir birlik içinde ilişkili olduklarını göstermiştir
(Coser, 2010). Cooley’e göre, birey ve toplum ayrılabilir fenomeni göstermez fakat her
ikisi sadece aynı şeyin dağılmış ve kolektif bir yönüdür (Timasheff, 1967).
Cooley, benlik analizinde birbirleriyle bağlantılı iki hususa önem vermiştir:
Birincil grup ve ayna-benlik. Cooley’e göre, benlik, bir grup içinde gelişir. Birincil
gruplar, benliği geliştirmenin asıl yeridir. Birincil gruplar, bireylerin yüz yüze bir araya
geldiği ve işbirliğine girdiği gruplardır. Benliğin gelişimi açısından birincil gruplar üç
nedenden ötürü önemlidirler. İlk olarak, birincil gruplar, daha karmaşık sosyal ilişkiler
için yapıtaşlarıdır. İkinci olarak, birincil gruplar, benliğin evrimleştiği mekanizmalardır.
Son olarak, birincil gruplar, sosyal düzen ile bireyler arasındaki bağlantı noktalarıdır
(Berberoglu, 2009). Cooley, birincil grupları, sıkı fıkı, samimi, içten ve sevgiye dayalı
ilişkilerin yer aldığı, biz duygusunun başat hâle geldiği, yüz yüze ilişkilerin ve işbirliğinin
olduğu gruplar olarak tanımlamıştır. O, birincil gruplara örnek olarak ise, aileyi,
çocukların oyun grubunu ve komşuluk gruplarını vermiştir (Cooley, 1964).
Birincil gruplar ile ayna-benlik, Cooley’in çalışmalarında birbirleriyle bağlantılı
olarak ele alınmıştır. Ayna-benlik terimi, sosyolojik çözümlemede ilk kez Cooley
tarafından kullanılmıştır. Cooley, ayna-benlik terimini William James’in çalışmalarıyla,
özellikle de onun “sosyal benlik” düşüncesiyle temellendirmiştir. Cooley’e göre, biz
aynaya baktığımız zaman kendi yansımamızı, elbisemizi, şeklimizi, yüzümüzü görürüz
ve onlarla ilgileniriz. Çünkü o unsurlar bizimdir ve bundan dolayı da onlardan
hoşlanırız. Yine başkalarının düşüncelerinin görünüşümüzde, hareketlerimizde,
amaçlarımızda, karakterimizde olduğunun farkına varırız ve çeşitli yollardan
başkalarından etkileniriz (Kızılçelik, 1996). Cooley’e göre, toplum, benliklerin iç içe
geçmesidir. Cooley, benliğin yansımış karakterini örneklendirme girişimi içinde, onu
bir aynaya benzetmiş, herkesin birbirine bir ayna olduğunu, karşısına geçince ötekini
Sembolik etkileşimciliğin yansıttığını öne sürmüştür (Coser, 2010). Son tahlilde, Cooley, birey ve toplum
en mühim simaları, arasındaki ayrılmaz yakın bağa işaret ederek, ikisini birbirleriyle ilişkilendirerek,
Herbert Blumer ve sembolik etkileşimciliğin ana yörüngesini belirlemiştir.
Erving Goffman’dır.
SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİĞİN ANA İSİMLERİ
Sembolik etkileşimciliğin doğuşunda, gelişiminde ve çağdaş sosyoloji kuramları
içinde boy göstermesinde en büyük rol oynayan sosyologlar, Herbert Blumer (1900-
1987) ve Erving Goffman (1922-1982)’dır. Sembolik etkileşimcilik, bilhassa da Blumer
sayesinde gelişmiştir. Sembolik etkileşimcilik, neredeyse Blumer ile birlikte anılır hâle
gelmiştir. Bunun ana sebebi, Blumer’in sembolik etkileşimciliğin isim babası olması,
onun ana çerçevesini ve temel argümanlarını netleştirme yönünde büyük bir gayret
sarf etmesidir.
Herbert Blumer
Blumer, 1900 yılında Amerika’da doğmuş, 1987’de ölmüştür. Missouri
Üniversitesi'nde okumuş, daha sonra Chicago Üniversitesi'nde Mead'in öğrencisi E.
Faris'in yönetiminde doktora tezini tamamlamıştır. Uzun bir süre (25 yıl) görev yaptığı
Chicago Üniversitesi'nde Mead’in geleneğini devam ettirmiştir. 1950'den itibaren
California Üniversitesi'nde akademik çalışmalarını sürdürmüştür. 1956'da Amerikan
Sosyoloji Derneği'nin başkanı olmuştur. 1969'da baş eseri olan Sembolik Etkileşimcilik:
Perspektif ve Metot'u yayımlamıştır. Blumer'in sembolik etkileşimciliğe temel katkıları
arasında yorumlamayı merkeze alması ve sembolik etkileşimciliğin üç ana öncülünü
belirlemesi ön plana çıkmaktadır (Kızılçelik, 1996).
beyzbol raketi, Amerikalılar için de molimo daha fazla bilmece değildirler. Hem
molimo hem de beyzbol raketi önemli kültürel araçlardır. Her ikisinin anlamı toplum
içindeki bireylerin diğerleriyle etkileşiminden doğar (Wallace ve Wolf, 1991: 256). Bir
başka örnek olarak kitabı verebiliriz. Voltaire’in Kandid adlı kitabı bir sosyolog için
aydınlanmacı değerleri içeren bir anlama sahipken, çekirdek satan bir kişi için yalnızca
müşteriye çekirdek koymada kullanılan kâğıt parçası olarak anlam ifade eder. Demek
ki, aynı şeye (kitaba) iki farklı insan iki farklı anlam atfetmektedir. Çünkü bu anlamlar,
insanların (sosyolog ile çekirdekçinin) şeyle (kitapla) girdiği etkileşimlerden doğar.
Kitabı önemseyen sosyolog, çekirdekçiye kitabın öneminden ve değerinden söz
ederek onun kitaba dair olumsuz bakış açısını değiştirebilir (Kızılçelik, 1996).
Blumer’e göre, toplum makro yapılardan oluşmaz. Toplumun temelinde bireyler
ve eylemler bulunur (Ritzer, 2012). Blumer’e göre, toplum eylem hâlindeki
bireylerden meydana gelir. Toplum, aynı zamanda bireyler arası sembolik etkileşimin
bir sonucudur. Toplum, etkileşim hâlindeki bireylerden oluşur. “Etkileşim”, başka
insanların etkinliklerine karşılık olarak verilen tepkilerden meydana gelir. “Sembolik
etkileşim”, eylemin yorumlanmasını kapsar. Örneğin, dinleyicilerden biri,
konuşmacının kendine ters gelen her söylediğine öksürerek tepki veriyorsa, öksürmek
itiraz anlamı taşıyan bir sembol hâline gelir. “Sembolik olmayan etkileşim” ise, tıpkı
gırtlağını temizlemek için öksürme gibi basit uyaran-tepki sürecini ifade eder (Polama,
1993). Blumer, hem sembolik etkileşim hem de sembolik olmayan etkileşim sürecinde
yorumlamanın önemine değinmiştir. Blumer’in değerlendirmesinde etkileşim basit
uyarıcılara karşılık vermekten daha fazla şeyi içerir. Blumer’e göre, sembolik
etkileşimcilik, yalnızca uyarıcı-karşılık kavram çifti üzerinde durmaz. Blumer, uyarıcı-
karşılık kavram çiftinin ortasına yorumlamayı da eklemiştir. Böylece, sembolik
etkileşimcilik, uyarıcı-yorumlama-karşılık üzerinde durur. Daha açık bir deyişle,
Blumer'e göre, “A”, “B”ye eylemde bulunur. “B”, kendisine yönelik (A tarafından
yapılan) bu eylemi alır ve onun anlamını anlamaya çalışır. Yani “B”, “A”nın niyetinin
anlamını anlamak için çabalar. “B”, “A”nın eylemine hemen karşılık vermez. Eylemin
anlamını yorumladıktan sonra karşılık verir. Blumer, insanların birbirlerinin
eylemlerine sadece otomatik bir yolla tepki göstermekten ziyade birbirlerinin
eylemlerine yorumlama süreci sonucunda karşılık vermeleri gerektiğinin altını özenle
Goffman, benliğe çizmiştir (Kızılçelik, 1996).
yoğunlaşmış, gündelik Kısaca, Blumer’e göre, çoğu sosyologun savunduğunun aksine, sosyal etkileşim,
hayatta benliğin nasıl inşa
sosyal roller arasında etkileşim değildir. Sosyal etkileşim, insanlar arasındaki
edildiğini ve kendisini
nasıl sunduğunu etkileşimdir (Adams ve Sydie, 2002). Blumer, benlikler, ortak eylemler, anlamlar,
“tiyatroya ait çerçeveyi” semboller, etkileşimler ve karşılıklı etkileşimler üzerine yoğunlaşmıştır (Plummer,
kullanarak çözümlemiştir. 2008). Blumer, toplumda bireye, bilhassa da onun eylemlerine ve etkileşimlerine
önem vermiş, “toplumu sembolik etkileşim olarak” ele almıştır (Blumer, 1986).
Blumer, insanların semboller temelinde eylemde bulunduğunu ve yorum yaptığını ileri
sürmüştür (Adams ve Sydie, 2002).
Erving Goffman
Goffman, 1922 yılında Kanada’nın Manville kentinde dünyaya gelmiş, 1982’de
ise vefat etmiştir. Toronto ve Chicago üniversitelerinde okumuştur. California
Üniversitesi ve Pennsylvania Üniversitesi Sosyoloji Bölümlerinde çalışmıştır. 1981’de
ise Amerikan Sosyoloji Derneği Başkanı olmuştur. En meşhur eseri olan Günlük
Yaşamda Benliğin Sunumu’nu 1956’da yayımlamıştır. Diğer önemli yapıtlarından
bazıları şunlardır: Tımarhaneler; Karşılaşmalar; Kamusal Alanlarda Davranış; Stratejik
Etkileşim; Toplumsal Cinsiyetin Sunuluşu (Slattery, 2007).
Goffman, çağdaş sosyolojinin en tanınan isimlerindendir. Goffman, yüzyılımızın
anahtar sosyologlarındandır (Kızılçelik, 2018: 205-206). Goffman, çağdaş sosyolojinin
“kült” bir şahsiyetidir (Ritzer, 2012).Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu
kitabında, hayatı, bireylerin birbirlerine gösteriler sahnelediği bir “tiyatro sahnesi”
olarak nitelendirmiştir. Söz konusu metininin “tiyatro oyunu” ile aynı bakış açısına
sahip olduğunu, buradan çıkardığı ilkelerin ise dramaturjik ilkeler olduğunu
belirtmiştir (Goffman, 2009). Goffman, sembolik etkileşimcilik içinde bir yer tutan
dramaturjik görüşü geliştirmiştir. Goffman, gündelik hayatta benliğin nasıl inşa edildiği
üzerine düşünmüş, benliği tahlil ederken “tiyatroya ait çerçeveyi” kullanmıştır
(Goffman, 1986a). Bu noktada, “ön bölge”den (sahne önü) ve “arka bölge”den (sahne
arkasından) söz etmiştir. Goffman, ön bölge ile arka bölgeyi birbirinden ayıran sınırın
Goffman, sosyolojinin toplumun her yerinde bulunduğunu vurgulamıştır. Ön bölge, oyuncunun
kalbine etkileşimi ve seyirciler/izleyiciler tarafından görülebildiği yerdir. Ön bölge, oyuncu ile izleyici
etkileşim düzenini arasındaki etkileşimin olduğu yerdir. Arka bölge, oyuncuyu seyircilerin görmediği ve
yerleştirmiştir. oyuncunun kendini rahat hissettiği yerdir. Bireyin ön bölgedeki davranışları ile arka
bölgedeki davranışları birbirlerinden farklıdır (Goffman, 2009). Mesela, lokantada
çalışan bir garson, müşterilerin önünde (ön bölgede) mutfakta (arka bölgede)
davrandığı gibi davranmaz. Garson, müşterilerin yemek yedikleri yerde nazik ve saygılı
iken mutfakta nazik ve saygılı olmayabilir. Yine bir memurun, mesai saatleri içinde
görev yaptığı yer, ön bölgedir. Memur, vatandaşların işlerini yaparken kibar ve saygılı
davranır. Memur, olumsuzluklar karşısında duygularını gizler ve vatandaşa hakaret
etmez. Fakat memur öğle tatilinde ön bölgeyi terk ettiğinde doğal davranır,
duygularını dışa vurur, hatta bağırabilir ve sövebilir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
Goffman’a göre, hayatın her alanında bireyler benzer davranırlar. Ön bölgede kibar ve
saygılı davranan birey, arka bölgede kaba davranabilir. Örneğin, Goffman, Amerikan
toplumunda, eşler akşam yemeğinde arkadaşlarının karşısına çıktıklarında, bayan
kocasının fikirlerine normalde baş başa olduklarında gösterdiğinden daha fazla saygı
gösterir. Kadın nazik bir role büründüğünde, kocası da bernzer bir rol üstlenir (Goffman,
2009).
önem vermiş, etkileşim biçimlerini hayatın, iki ya da daha çok bireyin, diğer bir bireyle
etkileşime girdiğinde meydan gelen kısmı olarak tanımlamıştır (Williams, 2008).
Bireysel Etkinlik
önemli bir kuramdır? Bir fikriniz var mı?
• Sembolik etkileşimciliğin çağdaş sosyolojide yeni
kuramların (örneğin, yapılaşma kuramı gibi) ortaya
çıkmasında ne gibi etkileri olmuştur?
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi sembolik etkileşimciliğin en önemli temsilcisidir?
a) Talcott Parsons
b) Ralf Dahrendorf
c) Emile Durkheim
d) Herbert Blumer
e) Lewis A. Coser
2. Aşağıdakilerden hangisi sembolik etkileşimciliğin anahtar terimlerinden biri
değildir?
a) Sembol
b) Benlik
c) Sınıf savaşımı
d) Ayna-benlik
e) Genelleştirilmiş başkası
3. Aşağıdaki sosyologlardan hangisi benliği çözümlerken “tiyatroya ait çerçeveyi”
kullanmıştır?
a) Charles Horton Cooley
b) Erving Goffman
c) Talcott Parsons
d) Herbert Blumer
e) Herbert Spencer
4. Aşağıdakilerden hangisi sembolik etkileşimciliğin temel tezlerinden biri
değildir?
a) Toplum, bir etkileşim sürecidir.
b) İnsanlar, düşünme kapasitesine sahiptirler.
c) Toplum ve birey birbirlerinden ayrılamaz.
d) Toplum, bir sınıf mücadelesi alanıdır.
e) Anlamlar ve semboller, insanların eylem ve etkileşimlerini devam ettirir.
5. “Ayna-benlik” terimi aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?
a) Charles Horton Cooley
b) Erving Goffman
c) Herbert Blumer
d) George Herbert Mead
e) William James
Cevap Anahtarı
1.d, 2.c, 3.b, 4.d, 5.a, 6.c, 7.e, 8.e,9.a, 10.b
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California: Pine
Forge Press.
Ashley, D., Orenstein, D. M. (1990). Sociological Theory: Classical Statements. Boston:
Allyn and Bacon.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Blumer, H. (1986). Symbolic Interactionism: Perspective and Method. California:
University of California Press.
Blumer, H. (2004). George Herbert Mead and Human Conduct. T. J. Morrione (Ed.).
New York: AltaMira Press.
Brown, C. H. (1981). Understanding Society: An Introduction to Sociological
Theory. London: John Murray Ltd.
Conein, B. (2011). “Sembolik Etkileşimcilik”. Sosyolojik Düşünce Sözlüğü. M. Borlandi
ve Diğerleri (Yayına Haz.). Çev.: B. Arıbaş. İstanbul: İletişim Yayınları.
Cooley, C. H. (1962). Social Organization. New York: Schocken Books.
Cooley, C. H. (1964). “Primary Groups”. Sociological Theory: A Book of Readings. L. A.
Coser ve B. Rosenberg (Ed.). New York: The Macmillan Company.
Coser, L.A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları: Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda
Fikirler. Çev.: H. Hülür ve Diğerleri. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.: Ü.
Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayıncılık.
Çevik, D. Ş. (1994). Sembolik Etkileşim. Ankara: Belvak Yayınları.
Denzin, N. K. (2005). “Symbolic Interactionism and Ethnomethodology: A Proposed
Synthesis”. Contemporary Sociological Thought: Themes and Theories. S. P.
Hier (Ed.). Toronto: Canadian Scholars’ Press Inc.
Fisher, B. M., Strauss, A. L. (1990). “Etkileşimcilik”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. T.
Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Çev.: K. Dinçer. İstanbul: V Yayınları.
Giddens, A. (2003). Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları: Yorumcu Sosyolojilerin Pozitif
Eleştirisi. Çev.: Ü. Tatlıcan ve B. Balkız. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Goffman, E. (1971). Strategic Interaction. Philadelphia: University of Pennsylvania
Press.
Ekonomik alışveriş
Aristoteles
Sosyal alışveriş
Liberal ekonomi
Akılcı davranış
SOSYAL ALIŞVERİŞ KURAMI
Sosyal davranış
Ödül-ceza
Uyarıcı önermesi
Başarı önermesi
George Caspar Homans
Değer önermesi
Yoksunluk-doyum önermesi
Saldırganlık-onay önermesi
Akılcılık önermesi
Sosyal alışveriş
Bütünleşme
GİRİŞ
Bireylerin gündelik hayatlarında sıkça kullandıkları terimler arasında ekonomik
bir işleme vurgu yapan alışveriş önemli bir yer tutar. “Alışverişe gidiyorum”, “Şu an
alışverişteyim”, “Alışveriş yapsam iyi olur” biçimindeki kısa cümleleri, insanlar
neredeyse her gün tekrar etmektedirler. Çünkü alışveriş bireyin adeta bir parçasıdır.
Bireyler arasında alma-verme çok yaygın bir eğilimdir. İnsanlar, sürekli olarak
birbirlerine bir şeyler verirler ve karşılığında bir şeyler alırlar. İnsanlar, pazara, bakkala
ve markete alışveriş yapmak için giderler. Örneğin, bakkala para verirler karşılığında
ihtiyaçları olan şeyleri (ekmek, çay ve şeker gibi) alırlar. Daha çok ekonomik etkinlik
olarak bildiğimiz alışveriş, insanlar arasındaki diğer ilişki biçimlerinde de geçerlidir.
Örneğin, ebeveynler, çocuklarını terbiye etmek için sürekli onlara bilgi verirler
karşılığında ise çocuklarından bilgili ve edepli olmalarını beklerler. Siyasal alandaki
ilişkiler de çoğu kez alma-verme ilişkisine dayanır. Sözgelimi, bir siyasal parti lideri bir
kişiye makam (mevki) (milletvekili, bakanlık gibi) verir, karşılığında ise o kişiden
Sosyal alışveriş kuramı, kendisine bağlı olmasını ya da kendisine hizmet etmesini bekler. Demek ki, alışveriş,
sosyal hayatın mantığını sadece ekonomik alanda değil, sosyal hayatın bütün alanlarında var olan bir olgudur.
ekonomik hayatın Dolayısıyla alışveriş, sadece iktisat biliminin değil, sosyolojinin de ilgisini çeken bir
mantığından ve konudur. Sosyolojide alışveriş olgusuna eğilen ve onu çözümlemelerinin merkezine
ilkelerinden hareketle
yerleştiren kuram, sosyal alışveriş kuramı olmuştur.
açıklamaya çalışan bir
mikro sosyoloji Alışveriş fenomeninin önemi, yaygınlığı ve genelliği hakkında argümanlara
geleneğidir. sahip olan sosyal alışveriş kuramı, 1960’ların ortalarında çağdaş sosyolojide popüler
hâle gelmiştir (Warshay, 1975). Sosyal alışveriş kuramı, tıpkı sembolik etkileşimcilik
gibi, Amerikan sosyoloji geleneğinin en gözde kuramlarından biridir. Amerikan
toplumunun, genel olarak kapitalist toplumun düzeniyle uyumludur. Sosyal alışveriş
kuramı, mikro sosyoloji geleneğinin önemli bir parçasıdır. Sosyal alışveriş kuramı,
toplum ya da sosyal yapılardan ziyade birey ve onun diğer bireylerle olan ilişkilerine ve
etkileşim biçimlerine kilitlenmiştir. Sosyal alışveriş kuramına göre, bireyler arası
ilişkilerin mahiyeti, kapitalist sistemin mantığına uygun bir tarzda birbirleriyle rekabet
eden ve sürekli kendi çıkarlarını gözeten bireylerin ilişkilerinin mahiyetiyle benzerlik
gösterir. Sosyal alışveriş kuramı, bireyler arası ilişkileri ve etkileşimleri temel alır.
Toplumdaki mikro yapıları kendine konu seçer. Bireysel etkileşim ve davranış üzerine
yoğunlaşır. Geniş-ölçekli yapılarla ve kurumlarla ilgilenmez. Kapitalizmin ekonomide
ördüğü ilişkilerin sosyal hayatta da geçerli olduğunu iddia eder. Akılcı ve kâr güdüsü ile
donanmış liberal ve pragmatist insan tipi inşa etmeyi hedefler. Kapitalizmin büyük
ölçekli bunalımlarını umursamaz ve onlarla ilgilenmez (Kızılçelik, 2008). Sosyal alışveriş
kuramı, sosyal hayatı ve onun kurallarını ekonomik hayat ve onun kuralları gibi
düşünen çağdaş sosyoloji kuramıdır. Sosyal alışveriş kuramı, iktisadın, bilhassa da
liberal iktisadın kanunlarının sosyal hayatta da birebir geçerli olduğu varsayımına
dayanır. Son tahlilde, sosyal alışveriş kuramı, kapitalist ekonominin mekanizmasının ve
Yoksunluk-Doyum Önermesi: Birey, belli bir ödülü yakın geçmişte ne kadar sık
almışsa, o ödülün daha fazlasının değeri o birey için o kadar az olur.
Saldırganlık-Onay Önermesi: Bir bireyin eylemi, o bireyin beklediği ödülü
getirmezse, birey öfkelenir ve saldırgan davranışlar sergiler. Yine bir bireyin
eylemi beklediği ödülü getirirse, birey memnun olur.
Akılcılık Önermesi: Bir birey, alternatif eylemler arasında bir seçim yaparken, o
andaki algılamasına göre, sonuç değeri (D), sonucu elde etme olasılığıyla (O)
çarpıldığında hangi eyleminki daha büyükse o eylemi tercih eder.
Kısaca, Homans’ın sosyal dünyası, ödül ve ceza değişiminde bulunan etkileşim
hâlindeki bireylerden oluşmuştur (Coser, 2010). Homans, sosyolojik
çözümlemelerinde bireylerin etkinliklerine, etkileşime ve duygularına önem vermiştir.
George Caspar Homans, Başka bir deyişle, Homans, etkinlikler, duygular, ödül ve etkileşim gibi temel terimler
sosyolojik kuramında
doğrultusunda sosyal alışverişi kuramını geliştirme çabasında olmuştur. Homans,
bireylerin etkinliklerine,
etkileşime ve duygulara sosyal davranış üzerinde odaklanan ilk sistematik kuramı ileri sürmüştür. Ona göre,
ayrıcalık tanımıştır. sosyal davranış en az iki kişi arasında, elle tutulur veya tutulmaz, az veya çok
ödüllendirici ya da değerli faaliyet alışverişidir (Kızılçelik, 1996). Homans, sosyal
alışveriş kuramında etkileşimi ön plana çıkarmıştır. Homans’a göre, etkileşim, iki ya da
daha çok bireyin karşılıklı etkisine işaret eder (Larson, 1973). Homans, sosyal
etkileşimi, sosyal alışveriş olarak görmüştür (Scott, 1995). Dolayısıyla Homans’ın
sosyolojisinin özü, sosyal kurumlar ve yapılardan ziyade bireylerin etkileşimi
üzerinedir (Ritzer, 1983). Homans, büyük-ölçekli yapılar ve kurumlarla fazla
ilgilenmemiştir. Onun ana ilgisi, insanların mevcut davranışlarını devam ettirmelerine
yol açan pekiştirme tarzları, ödüllendirme ve maliyetlerdir. Bu çerçevede Homans,
bireylerin geçmişte ödüllendirildikleri davranışlarını sürdürdüklerini, geçmişte
maliyetli olduğunu gördükleri davranışlardan ise vazgeçtiklerini iddia etmiştir (Ritzer,
2013). Homans, insanların ödül getiren davranışlarını tekrarladıklarını, cezalandırılan
davranışlarından ise kaçındıklarını söyleyerek, insan davranışının bir yönüne
odaklanmıştır.
Sosyal alışveriş kuramı içinde Blau ile Homans, mikro yapılar ve makro yapılar
konusunda anlaşamamışlardır. Homans, mikro yapılar üzerinde durmuşken, Blau daha
çok makro yapıları analiz etmiştir. Mikro yapılar, etkileşimde bulunan bireylerden
Peter Michael Blau, oluşur. Makro yapılar ise, birbirleriyle karşılıklı ilişki içinde olan sosyal gruplardan
sosyal alışveriş ile güç meydana gelir. Blau, toplumun parçaları olarak aktörleri, onların düşüncelerini ve
arasındaki ilişkiye
eylemlerini değil, grupları göz önünde bulundurmuştur. Sosyal yapılar, hayatın
vurgu yapmıştır.
gözlenen yönleridir. Sosyal yapı, etkileşimlerden oluşur (Kızılçelik, 2008).
Blau, Homans’tan farklı olarak “geniş-ölçekli alışveriş kuramı” geliştirmiştir.
Blau, gruplar arasında olduğu kadar bireyler arasındaki ilişkilerin altını çizerek ve insan
davranışlarını neyin yönettiğini belirterek alışveriş süreci üzerine odaklanmıştır. Bu
noktada Blau’nun pozisyonu Homans’ınkiyle benzerlik gösterir. Fakat Blau, Homans’ın
kuramını sosyal olguların düzeyini açıklama yönünde genişletmiştir. Şöyle ki, Blau,
sosyal etkileşim sürecinin onu çevreleyen sosyal yapıdan ayrı olarak analiz
edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Blau’ya göre, sosyal yapı, sosyal etkileşimden
meydana gelir. Blau’nun kuramına göre, sosyal etkileşim ilk önce sosyal gruplarda
gerçekleşir. İnsanlar gruplara kabul edilmek isterler. Gruplar, her zaman insanlar için
çekicidir. Çünkü gruplarda ödül mekanizması vardır. İnsanlar gruplara kabul
edilebilmek için grup üyelerine ödüller teklif etmek zorundadırlar. Grup üyeleri
arasındaki ilişkiler, grup üyeleri grubu etkiledikleri ve grup üyeleri bekledikleri ödülleri
aldıkları zaman güçlenir. Gruba yeni gelen insanların grup üyelerini etkilemek için
gösterdikleri çabalar, grup birliğine yol açar, ama oldukça fazla insan aktif olarak
ödüller için diğerlerinin yeteneğini etkilemeye çabaladığı zaman grup içinde rekabet
Blau, sosyal alışverişin ve sosyal farklılaşma meydana gelir (Ritzer, 1983).
işlevlerinden söz etmiş,
Blau, sosyal alışveriş ile ekonomik alışveriş arasındaki bağlantıya işaret etmiştir.
özellikle de sosyal
alışverişin sosyal birleşme Blau’ya göre, sosyal alışveriş, ekonomik alan dışındaki sosyal etkileşimin ekonomik
ve bütünleşmedeki işlemlerle önemli benzerliklerinin olduğunu göstermek için tasarlanmış bir terimdir.
rolüne işaret etmiştir. Ancak ekonomik işlemler ile sosyal alışveriş arasında önemli farklılıklar da vardır.
Ekonomik işlemlerde alışverişin koşulları ve geleceği ayrıntılarıyla açıklanır. Ekonomik
işlemlerin tersine sosyal alışverişteki karşılıklılık ve koşullar daha önceden garanti
edilemez. Sosyal alışveriş, geleceğe yayılan zorunlulukları yaratan yararları tedarik
etmeyi gerekli kılar. Karşılıklılığın geriye sunumunun doğası, önceden koşulla
belirlenemez ve pazarlık konusu edilemez. Karşılıklılığı sunacak kişinin nezaketine
bırakılır. Bundan dolayı, eğer bir kişi bir akşam yemeği partisi verirse o kişi
Kişiler arası alışveriş sürecinde ödül elde etme önemlidir. Ödüller ise, sadece
sosyal etkileşimle elde edilir. Bunun için de bireyler münasebetlerini sürekli
olarak yenilerler. Ritzer’in deyişiyle, sosyal alışveriş kuramı, yalnızca birey
davranışıyla değil, aynı zamanda, ödüller ve maliyetlerin alışverişini içeren
bireyler arasındaki etkileşimle de ilgilenmektedir. Ödül alışverişi olduğu vakit
etkileşimlerin sürmesi olasıdır. Aksine, her iki tarafa oldukça maliyetli gelen
etkileşimlerin sürmesi çok daha az olasıdır (Ritzer, 2013). Kısaca, ödüller,
doğuştan elde edilmez, sonradan kazanılır. Ödüllendirilen bir eyleme sürekli
olarak eşlik eden bir uyarıcı bir ödül hâline gelebilir (Homans, 1988).
İnsanlar, akılcıdır. Akılcı karar verirler. Akılcı karar vermek, eylemde bulunanın
durumu algılayışına göre, ödül almak ve maliyetten kaçınmak anlamına gelir
(Bredemeier, 1990). İnsan davranışının amacı ekonomiktir, yani kârdır ve
ödülleri en çoğa çıkartabilmektir (Polama, 1993). Neticede sosyal alışveriş
kuramı, bütün sosyal ilişkilere, yani arkadaşlık ve diğer kişisel ilişkilere
maliyetler ve ödüller açısından bakmıştır (Johnson, 2008). Bireyin sosyal
etkileşimden elde edeceği faydalar, onun diğerlerine sağladığı faydaya
bağlıdır. Bu faydaları elde etmek için sosyal yapıda karşılıklı bir alışverişin
olması gereklidir. Bu nedenle, toplum, fayda akışlarının şebekesi olarak
algılanır (Waters, 2008). Kısaca, sosyal alışveriş kuramına göre, insan
Sosyal alışveriş kuramı, davranışının gayesi, başkalarının çıkarını düşünmek değil, yalnızca çıkarını ve
yeterince sosyolojik bir kârını artırmaktır.
kuram olmadığı için tepki
çekmiştir.
çağdaş sosyolojinin bazı ana vurguları ve tartışma alanları, sosyal alışveriş kuramına
aittir.
Sosyal alışveriş kuramı,
Bireyin eylemini ve diğer bireylerle olan ilişki ağlarını, onun duygusu, ilgisi,
Sosyal alışveriş kuramı, çıkarı, yararı ve kazancı çerçevesinde değerlendirmiştir.
kapitalist toplumla Bireyin “ekonomik insan” (homo-economicus) olduğunu iddia etmiş, onun
uyumlu bir çağdaş başka yönlerini ıskalamıştır.
sosyoloji kuramıdır. Bireyler arasındaki alışverişin sosyal bütünleşmede rolünün büyük olduğuna
vurgu yapmıştır.
İnsanlığı derinden etkileyen sosyal sorunlar ve büyük krizler üzerine
düşünmemiştir.
Sosyal hayatı liberal ekonominin kurallarına bağlı olarak değerlendirmekle
büyük bir hata yapmıştır.
Toplum gibi karmaşık bir gerçeği alışveriş terimiyle açıklamak mümkün
değildir.
Bireysel Etkinlik
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Sosyal alışveriş kuramı, aşağıdaki iktisatçılardan hangisinin görüşlerine dayalı
olarak geliştirilmiştir?
a) Karl Marx
b) Pierre-Joseph Proudhon
c) Immanuel Wallerstein
d) Adam Smith
e) Friedrich Engels
2. Aşağıdakilerden hangisi sosyal alışveriş kuramının temsilcisidir?
a) Talcott Parsons
b) Peter Michael Blau
c) Bronislav Kaspar Malinowski
d) Herbert Blumer
e) Herbert Spencer
3. Aşağıdakilerden hangisi sosyal alışveriş kuramının anahtar terimlerinden
biridir?
a) Sosyal sınıf
b) Diyalektik
c) Ödül
d) Sembol
e) Sembolik etkileşimcilik
4. Aşağıdakilerden hangisi sosyal alışveriş kuramının temel tezlerinden biri
değildir?
a) İnsan davranışının gayesi, başkalarının çıkarını düşünmektir.
b) Sosyal alışveriş, sosyal ittifakı güçlendirir.
c) Sosyal alışveriş, bütünleşmeyi sağlar.
d) Sosyal alışveriş, toplumda statü ve güç farklılaşması yaratır.
e) İnsan davranışının amacı kârdır.
5. Sosyal alışveriş ile ekonomik alışveriş arasındaki benzerliklere ve farklılıklara
değinen ilk düşünür kimdir?
a) Adam Smith
b) Karl Marx
c) Platon
d) Aristoteles
e) Heraklitos
Cevap Anahtarı
1.d, 2.b, 3.c, 4.a, 5.d, 6.a, 7.e, 8.e, 9.c, 10.b
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California: Pine
Forge Press.
Akan, V. (1981). Çalışan Kadınların Ailedeki Gücü (Yayımlanmamış Doktora Tezi).
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı.
Becker, G. (1976). The Economic Approach to Human Behavior. Chicago: Chicago
University Press.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Blau, P. M. (1964). Exchange and Power in Social Life. New York: John Wiley.
Bredemeier, H. C. (1990). “Alışveriş Kuramı”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. T.
Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Çev.: A. Buğra. İstanbul: V Yayınları.
Coser, L.A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları: Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda
Fikirler. Çev.: H. Hülür ve Diğerleri. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Elster, J. (2008). Ekşi Üzümler: Rasyonalitenin Altüst Edilmesi Üzerine Çalışmalar. Çev.:
B. Cezar. İstanbul: Metis Yayınları.
Elster, J. (2010). Sosyal Davranışı Açıklamak: Sosyal Bilimler İçin Daha Fazla Pratik
Ayrıntı. Çev.: O. Sevimli ve M. Ö. Karaduman. Ankara: Phoenix Yayınevi.
Emiroğlu, K., Danışoğlu, B., Berberoğlu, B. (2006). Ekonomi Sözlüğü. Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları.
Hechter, M. (1989). “Rational Choice Foundations of Social Order”. Theory Building in
Sociology: Assesing Theoritical Cumulation. J. H. Turner (Ed.). California: Sage
Publications, Inc.
Homans, G. C. (1950). The Human Group. New York: Harcourt Brace Jovanovich.
Homans, G. C. (1958). “Social Behavior as Exchange”. American Journal of Sociology.
No. LXII.
Homans, G. C. (1961). Social Behavior Its Elemantary Forms. New York: Harcourt
Brace and World.
Homans, G. C. (1988). “Behaviourism and After”. Social Theory Today. A. Giddens ve J.
H. Turner (Ed.). Cambridge: Polity Press.
https://www.findagrave.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.ranker.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-Level
Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.
• Modernleşme Kuramının
Kökleri
İÇİNDEKİLER
71
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Modernleşme Kuramı
MODERNLEŞME KURAMI
Auguste Comte
Geleneksel toplum
Geleneksel
toplum Walt Whitman Rostow
Herbert Spencer
Kitle tüketim
çağındaki toplum Ekonomik olgunlaşma
yolundaki toplum
Siyasal modernleşme
Kültürel modernleşme
Modernleşme
Daniel Lerner
Batılılaşma
GİRİŞ
Günümüzde bireyler, gündelik hayatlarının akışı içerisinde şu türden
cümleleri çok sıkça kurarlar ya da duyarlar: “O, çok modern bir insandır”, “Onun
kafa yapısı, moderndir”, “Modernlik bizim ruhumuzu sarmalamış”, “O, çağdaş bir
bilim adamıdır”, “Saç kesimin oldukça modern olmuş”, “Onların evi, modern bir
evdir”, “Bu ülke, çağdaş bir ülkedir”, “Gelişmiş bir ekonomiye sahibiz”, “Modern
bir şehirde yaşıyoruz”, “Onun modern bir işletmesi var”… Demek ki, modern,
çağdaş, modernlik, modernleşme, çağdaşlaşma, çağdaş toplum ve modern
toplum gibi terimler, hem günlük hayatımızda hem de entelektüel dünyada
kullanılan terimlerdir. Bu terimlerin hepsi de Batı’ya aittir ve Batı’yı betimlerler.
Bu terimleri savunanlar, onların “olumlu”, “iyi”, “gelişmiş” ve “uygar” olana
işaret ettiğini vurgularlar. Zikredilen terimleri, evrensel terimlermiş gibi sunarlar.
Modern insanı, çağdaş insanı, modern toplumu ve çağdaş toplumu, tüm
insanlığa model olarak takdim ederler. Onları, ilerlemenin, gelişmenin ve
uygarlaşmanın bizatihi kendisi olarak gösterirler. Modern insandan uzak durmayı
ve modern topluma mesafeli olmayı, barbar insan, barbar toplum, yani
barbarlıkla aynı kabul ederler. Modern toplum gibi olmamayı ilkel, vahşi, geri
kalmış ve az gelişmiş toplum olmakla bir tutarlar. Başka bir deyişle, modernlik
fikrinin taraftarları, modern topluma karşı olmayı, uygarlığa karşı olmak, ilerleme
Modernleşme kuramı, ve gelişmeyi inkâr etmekle eş değer görürler. Sonuç itibariyle, modernlik
gündelik hayatımızda yanlılarının bu görüşleri, mutlak doğru olarak kabul edilmiş, dünyanın her
farkında olmadan tarafında yaygınlaştırılmış, nihayetinde egemen söylem ve hatta resmî
övgüsünü yaptığımız bir paradigma hâline getirilmiştir. İşte bunun için azgelişmiş, barbar ve köylü
kuramdır. insanlar, “çağdaş insan” olmayı arzulamışlardır. Geleneksel toplumlar, azgelişmiş
toplumlar ya da köylü toplumları (Doğu toplumları), “çağdaş toplumu” ya da
“modern toplumu” (kent toplumu, gelişmiş toplum, endüstri toplumu, Batı
toplumları) model almışlar, yani Batı toplumları gibi olmalarına dönük bir proje
olan modernleşme ya da çağdaşlaşma projesini takip etmişlerdir.
Sosyolojide, bilhassa da çağdaş sosyolojide bu projeyi, yani modernleşme
projesini tahlil eden farklı kuramlar ortaya çıkmıştır. Bazı sosyoloji kuramları
(örneğin, modernleşme kuramı) modernleşmeye yüzeysel yaklaşmış iken, bazı
kuramlar (örneğin, bağımlılık kuramı) ise modernleşmenin derinliğine inerek ona
eleştirel bakmıştır. Çağdaş sosyoloji kuramları, bir bakıma 1950’lerden itibaren
modernleşmenin övgüsü ve eleştirisi çerçevesinde ikiye bölünmüştür. Daha açık
bir deyişle, bazı sosyolojik kuramlar (başta modernleşme kuramı olmak üzere)
modernleşmeyi Doğu toplumlarının (Üçüncü Dünya Ülkeleri, kırsal toplumlar,
azgelişmiş toplumlar, geleneksel toplumlar) kurtuluş projesi, bazı sosyolojik
kuramlar (başta bağımlılık kuramı olmak üzere) ise yıkılış projesi olarak ele
almışlardır.
Modernliğin ve modern toplumun övgüsünü yapan ve onlara yüzeysel
yaklaşan modernleşme kuramı, çağdaş sosyolojide ana kuramlardan biridir.
Modernleşme kuramı, iki ideal tip, yani geleneksel toplum ve modern toplum
arasındaki katı dikotomiyi (ikiye bölmeyi) referans alarak yola çıkmıştır (Larrain,
1989).
Modernleşme süreci, modern bilincin günümüzde Üçüncü Dünya olarak
adlandırılan ülkelerde yayılması olayıdır (Berger, Berger ve Kellner, 1985).
Modernleşme kuramı, geleneksel toplumlara kapitalistleşmeyi, daha nazik bir
ifadeyle modernleşmeyi çıkış yolu olarak gösteren bir kuramdır. Esas olarak,
modernleşme kuramı, modern toplumların dışında kalan geleneksel toplumların
modern toplumlara, geleneksel yapıların modern yapılara dönüşeceğini ileri
sürmüştür. Başka bir deyişle, bu kuramın merkezi problemi, geleneksel
toplumların modern toplumlara dönüşeceği iddiasıdır. Modernleşme kuramı,
Batı’nın düzenini (kapitalist düzeni), Doğu toplumlarına en önemli ve tek model
olarak sunmuştur. Bu kuram, Batı toplumlarının çıkarlarının savunuculuğunu
üstlenmiştir (Kızılçelik, 2008). İşte, bu yüzden modernleşme kuramı, aynı
zamanda çağdaş sosyoloji kuramları içinde en fazla eleştirilen kuramların başında
gelir. Modernleşme kuramı, birçok sosyoloji kuramının ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Bu üniteden sonra ele alacağımız üç ünitede (8, 9 ve 10. ünitede)
göreceğimiz bağımlılık kuramı, postmodern kuram ve post-endüstriyel toplum
kuramı, modernleşme kuramının eleştirisi üzerine inşa edilmişlerdir. Aşırı politik
Modernleşme kuramı,
sosyolojinin kurucuları olan ve Batı sömürgeciliğini savunan modernleşme kuramı, zamanla çağdaş
Comte, Spencer, sosyoloji kuramları içindeki saltanatını kaybetmiştir. Marshall’ın belirttiği gibi,
Durkheim’ın ve onların Soğuk Savaş’ın bir ürünü olan ve sömürgecilik sonrası dünyada sosyalizme
devamcıları olan meydan okuma çabalarından destek alan modernleşme kuramı, modern
işlevselcilerin dünyaya yönelik iyimserliği, aşırı basitleştirici değerlendirmeleri ve etnosantrizmi
görüşlerinden hareketle yüzünden bir takım eleştirilere uğramıştır. Nitekim 1960’larda, en popüler
ortaya çıkmıştır.
sosyolojik görüş olma etiketini muhalifi olan bağımlılık kuramına kaptırmıştır
(Marshall, 1999).
Bu bölümde, modernleşme kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar
terimleri, temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.
Daniel Lerner
Lerner, 1917’de Amerika’nın New York şehrinde doğmuştur. 1938’de New
York Üniversitesi’ni bitirmiş, 1948’de doktorasını tamamlamış, 1951’de ise
sosyoloji profesörü olmuştur. Columbia ve Stanford Üniversitelerinde çalışmıştır.
1953-1979 yılları arasında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (M.I.T’de)
Modernleşme kuramı,
Batı yayılmacılığına • Sizce modernleşme kuramı çağdaş sosyolojide neden
Bireysel Etkinlik
Bireysel Etkinlik
için Sosyoloji Sözlüğü okuyun.
• Eisenstadt'ın Modernleşme: Başkaldırı ve Değişim kitabı ile
Rostow'un İktisadî Gelişmenin Merhaleleri kitabını okuyun.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. En ünlü eseri olan Ekonomi ve Toplum’u Talcott Parsons ile birlikte yazan
modernleşme kuramcısı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Daniel Lerner
b) Karl Marx
c) Walt Whitman Rostow
d) Shmuel Noah Eisenstadt
e) Neil Joseph Smelser
Cevap Anahtarı
1.e, 2.d, 3.b, 4.c, 5.a, 6.b, 7.c, 8.e, 9.a, 10.d
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Altun, F. (2002). Modernleşme Kuramı: Eleştirel Bir Giriş. İstanbul: Yöneliş
Yayıncılık.
Appelbaum, R. P. (Tarihsiz). Toplumsal Değişim Kuramları. Çev.: T. Alkan. Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Bellah, R. N. ve Diğerleri (1992). The Good Society. New York: Vintage Books.
Bendix, R. (1991). “Sanayileşme, Modernleşme ve Kalkınma”. Sosyoloji Yazıları.
İ. Sezal (Der.). İstanbul: Ağaç Yayıncılık.
Berger, P. L., Berger, B., Kellner, H. (1985). Modernleşme ve Bilinç. Çev.: C. Cerit.
İstanbul: Pınar Yayınları.
Berman, M. (1994). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor. Çev.: Ü. Altuğ ve B. Peker.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Bernstein, H. (1992). “Gelişme Toplumbilimine Karşı Azgelişmişlik Toplumbilimi
mi?”. Emperyalizm, Gelişme ve Bağımlılık Üzerine. M. Ersoy (Der.). Çev.:
M. Ersoy. Ankara: V Yayınları.
Black, C. E. (1989). Çağdaşlaşmanın İtici Güçleri. Çev.: F. Gümüş. Ankara: Verso
Yayınları.
Cirhinlioğlu, Z. (1999). Azgelişmişliğin Toplumsal Boyutu. Ankara: İmge Kitabevi
Yayınları.
Coşkun, İ. (1989). “Modernleşme Kuramı Üzerine”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sosyoloji Dergisi. 3. Dizi-1. Sayı.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayınları.
Durkheim, E. (2006). Toplumsal İşbölümü. Çev.: Ö. Ozankaya. İstanbul: Cem
Yayınevi.
Eisenstadt, S. N. (1971). “Transformation of Social, Political and Cultural Orders
in Modernization”. Contemporary Sociological Theory. F. E. Katz (Ed.).
New York: Random House.
Eisenstadt, S. N. (1999). Fundamentalism, Sectarianism, and Revolution: The
Jacobin Dimension of Modernity. Cambridge: Cambridge Unıversity Press.
Eisenstadt, S. N. (2007). Modernleşme: Başkaldırı ve Değişim. Çev.: U. Coşkun,
Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Emiroğlu, K., Danışoğlu, B., Berberoğlu, B. (2006). Ekonomi Sözlüğü. Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları.
Etzioni-Halevy, E. (1981). Social Change: The Advent and Maturation of Modern
Society. London: Routledge and Kegan Paul.
Giddens, A. (1994). Modernliğin Sonuçları. Çev.: E. Kuşdil. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
İsimleri
• Bağımlılık Kuramının KURAMLARI
Anahtar Terimleri Prof. Dr. Sezgin
• Bağımlılık Kuramının Temel
Tezleri KIZILÇELİK
• Bağımlılık Kuramının
Eleştirisi
8
yönlerini daha iyi
anlayabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Bağımlılık Kuramı
Kapitalizm
Sınıf savaşımı
Karl Marx
Ezen sınıflar
Ezilen sınıflar
Kapitalizm
Küreselleşme
Emperyalizm
BAĞIMLILIK KURAMI
Samir Amin
Sömürü
Kutuplaşma
Eşitsiz gelişme
Merkez-çevre ayrımı
Yoksulluk
Modern dünya-sistemi
Yarı-çevre ülkeler
Immanuel Wallerstein
Çevre ülkeler
Merkez ülkeler
GİRİŞ
Bağımlılık, günlük hayatımızda sıkça kullandığımız bir terimdir. İnsanların bir
şeylere bağımlı olduğu sürekli dile getirilir. Toplumların birbirlerine bağımlılığından
söz edilir. Toplumdaki herhangi bir kişinin en yakınlarına, hatta tanımadıkları başka
insanlara bağımlı olduğundan bahsedilir. İnsanların her alanda birbirlerine bağımlı
olduklarına vurgu yapılır. Bizim için önemli olan, bir bireyin diğerine niçin bağımlı
olduğudur. Asıl olan, taraflar arasındaki bağımlılık ilişkilerinin kaynağında neyin
bulunduğunu ortaya çıkarmaktır. Bağımlılığın kaynağında, esas olarak güç ilişkileri,
yani gücü elinde bulundurma ya da güçten yoksun olma hâli, taraflar arasındaki
eşitsizlik durumu bulunur. Örneğin, bir çocuk ya da genç, annesine ve babasına her
şeyden evvel ekonomik açıdan bağımlıdır. O yüzden ekonomik gücü elinde
bulunduran annesinin ve babasının sözünden fazla çıkamaz ya da onlara karşı
gelemez. Bir işçi patronuna, bir memur amirine, bir futbolcu teknik direktörüne
bağımlıdır. Çünkü ekonomik güç sahibi patron, işçiyi işten çıkardığında işçi işsiz
kalır. Amir, memur üzerinde güç sahibidir. Memur, amirine ses çıkaramaz. Çünkü
aralarında hiyerarşik bakımdan eşitsizlik vardır. Futbolcunun takımda yer bulması
teknik direktörüne bağlıdır. Teknik direktörüyle arasını iyi tutması gerekir. Çünkü
Bağımlılık kuramı,
takımı oluşturmada teknik direktör tek söz sahibi olan kişidir.
inceleme konusu olarak
merkez ülkeler tarafından Bağımlılık ilişkileri, bireyler arasında olduğu gibi toplumlar arası ilişkilerde
sömürülen çevre ülkeleri de yaygındır. Toplumlar birbirlerine hammadde, teknoloji, bilgi, bilim, politik vb.
almış, onların sorunlarına
bakımlardan bağımlıdırlar. Sosyolojik açıdan önemli olan toplumların hangi
kafa yormuştur.
bakımlardan birbirlerine bağımlı olduğunu çözümlemektir. Bağımlılığın temelinde
toplumlar arası güç ilişkilerinin eşit olmaması, yani ekonomik güce sahip olan
toplumlarla ekonomik bakımdan zayıf toplumların bulunması yer alır. O hâlde
toplumları, eşitsizliğe dayalı olan bağımlılık ilişkisi açısından ikiye ayırmak
mümkündür: Batı toplumları (merkez ülkeler) ve Doğu toplumları (çevre ülkeleri).
Doğu toplumları, ekonomi, enerji, teknoloji, bilim, bilgi vb. bakımlardan Batı
toplumlarına bağımlıdırlar. Sosyoloji disiplini de toplumlar arasında inşa edilmiş
olan bu tek taraflı bağımlılık ilişkisine sessiz kalmamıştır. Sosyoloji, dünya
toplumları arasında eşitsizliği pekiştiren bağımlılık ilişkisini ele almıştır. Çağdaş
sosyolojide dünya toplumlarını “bağımlılık” açısından çözümleyen ana kuram,
bağımlılık kuramıdır.
Bağımlılık kuramı, Bağımlılık kuramı, sosyoloji literatüründe “Bağımlılık Okulu” ya da
modernleşme kuramına
“azgelişmişlik kuramı” olarak da bilinir. Bağımlılık kuramı, modern dünya sistemine
tepki olarak doğmuştur.
eleştirel bakan bir kuramdır. Bağımlılık kuramı, “merkez ülkeler” (modern
toplumlar, gelişmiş toplumlar, ileri kapitalist toplumlar, Batı toplumları) tarafından
ablukaya alınmış “çevre ülkeler”in (Üçüncü Dünya ülkeleri, geleneksel toplumlar,
Samir Amin
Amin, 1931’de Mısır’ın Kahire kentinde her ikisi de doktor olan Mısırlı bir
baba ve Fransız bir annenin çocuğu olarak doğmuştur. Çocukluğu ve gençliği Port
Said’de geçmiştir. Oradaki Fransız lisesinde okumuştur. 1947’de liseyi bitirmiştir.
Samir Amin, kapitalizme Ülkesinde yaşıtı olan yerli çocukların içinde bulundukları sefalete karşı duyduğu
eleştirel yaklaşmış, onun tepki onu sosyalizme gönül vermeye itmiştir. İşçi sınıfının hayat şartlarını gözler
yayılmacı ve önüne seren Zola’yı ve burjuva toplumunun ahlaksızlığını resmeden Balzac’ı
kutuplaştırıcı olduğunu, okumuştur. Daha sonra Marx’ın metinlerine ilgi göstermiştir. Üniversite öğrenimi
eşitsiz gelişmeye ve
için Paris’e gitmiştir. Paris’te Siyasal Bilimler Enstitüsü’ne kaydolmuştur. 1952’de
sömürüye yol açtığını
ileri sürmüştür. siyaset bilim, 1953’te ise iktisadi hukuk diploması almıştır. 1957’de iktisat alanında
doktora tezini tamamlamış ve aynı yıl Mısır’a dönmüştür. Doktora tezinde
“azgelişmişlik” meselesini ele almıştır (Amin, 2000). Amin, hiçbir zaman bol bol
yazmaktan tereddüt etmemiş, yazmayı önemli bir toplumsal eylem olarak
görmüştür (Amin, 2000). 2018 yılında vefat eden Amin, oldukça üretken bir
yazardır. Önemli eserleri arasında Eşitsiz Gelişme: Çevre Kapitalizmi Toplumsal
Kuruluşları Üzerine Deneme; Avrupamerkezcilik: Bir İdeolojinin Eleştirisi;
Maoizmin Geleceği; Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme; Kapitalizmin Hayaleti:
Günümüz Entelektüel Modalarının Bir Eleştirisi; Entellektüel Yolculuğum; Liberal
Immanuel Wallerstein
Wallerstein, 1930’da Amerika’da doğmuştur. Akademik derecelerinin
tamamını Columbia Üniversitesi’nden elde etmiştir. 1960’larda bir Afrika uzmanı
olarak tanınmıştır. 1976 yılında State University of New York’da seçkin bir sosyoloji
profesörü olmuştur. Onun sosyolojiye en önemli katkısı, 1974’de yayımlanan
Modern Dünya Sistemi kitabı olmuştur. Dünya sistemi sözcüğü, sosyolojik
düşüncenin ve araştırmanın odağı hâline gelmiştir (Ritzer, 2012). Wallerstein’ın
diğer önemli eserleri ise şunlardır: Tarihsel Kapitalizm; Liberalizmden Sonra;
Jeopolitik ve Jeokültür: Değişmekte Olan Dünya-Sistemi Üzerine Denemeler; Sosyal
Bilimleri Düşünmemek: Ondokuzuncu Yüzyıl Paradigmasının Sınırları; Bildiğimiz
Dünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim; Yeni Bir Sosyal Bilim İçin;
Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş; Ütopistik ya da 21. Yüzyılın Tarihsel Seçimleri;
Avrupa Evrenselciliği: İktidarın Retoriği.
Wallerstein, bağımlılık kuramının önemli bir ismidir. O, bağımlılık kuramını
geliştirerek kendine özgü “dünya-sistem kuramı”nı inşa etmiştir. Wallerstein,
dünya-sistem kuramını, modern dünya-sistemin tarihsel durumunu ve
Immanuel Wallerstein,
mekanizmalarını tanımlamak için kullanmıştır (Wallerstein, 2004a). Dünya-sistem
merkez ülkelerin çevre ve
kuramı, dünyadaki bütün kıtaları kaplayan tarihsel ve toplumsal sistem olan
yarı-çevre ülkeleri
sömürmesine tepki kapitalist dünya ekonomisini “merkez”, “yarı-çevre” ve “çevre ülkeler”
göstermiştir. bakımından tahlil eden, onun merkez ülkelerin lehine, yarı-çevre ve çevre
ülkelerin aleyhine olduğunu ileri süren ve böylelikle dünya toplumlarını
açıklamaya çalışan bir kuramdır (Kızılçelik, 2004). Dünya-sistem kuramına göre,
analiz birimi, devlet, ulus ve halk değil, dünya sistemidir (Berberoglu, 2009).
Modern dünya-sistemi, bir kapitalist dünya ekonomisidir (Wallerstein,
1993). Wallerstein’a göre, modern dünya-sistemi olarak kapitalist dünya
paranın büyük bir kısmını bir otomobil almak için harcarlar. Çevre
ülkelerde yaygın bir biçimde kullanılan otomobillerin tamamı merkez
ülkelerde üretilmekte ve bu otomobiller maliyetlerinin onlarca kat daha
fazlasına çevre ülkelere satılmaktadırlar. Çevre ülkelerde insanlar, çok az
bir para vererek sahip olmaları gereken otomobillere çok büyük rakamlar
ödeyerek sahip olabilmektedirler. Böylece hem bireylerin hem de ülkenin
kaynakları merkez ülkelere akmaktadır. Çevre ülkeler, merkez ülkelerden
otomobil almayı bırakıp bunun yerine kendisi otomobil üretmeye başlarsa,
hem merkez ülkelerin sömürüsünden kurtulur hem de kendi kaynakları
ülke içinde kalır. Son tahlilde, her alanda merkez ülkelerle olan bağımlılık
ilişkisi ortadan kaldırıldığında çevre ülkelerin gelişmesi ve kalkınması
olanaklı olacaktır.
Bireysel Etkinlik
Ekonomi Sözlüğü ve Sosyoloji Sözlüğü okuyun.
• Bağımlılık kuramının temsilcilerinden birini (örneğin
Türkçeye önemli eserleri çevrilmiş olan Samir Amin'i) seçin
ve onun en az iki kitabını okuyun.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bağımlılık kuramının kökleri aşağıdaki sosyologlardan hangisinin fikirlerine
uzanır?
a) Karl Marx
b) Herbert Spencer
c) Emile Durkheim
d) Max Weber
e) Auguste Comte
Cevap Anahtarı
1.a, 2.e, 3.d, 4.c, 5.a, 6.d, 7.b, 8.b, 9.e, 10.c
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California:
Pine Forge Press.
Amin, S. (1991). Eşitsiz Gelişme: Çevre Kapitalizmi Toplumsal Kuruluşları Üzerine
Deneme. Çev.: A. Kotil. İstanbul: Arba Yayınları.
Amin, S. (1993a). Avrupamerkezcilik: Bir İdeolojinin Eleştirisi. Çev.: M. Sert.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Amin, S. (1993b). Kaos İmparatorluğu: Yeni Kapitalist Küreselleşme. Çev.: I. Soner.
İstanbul: Kaynak Yayınları.
Amin, S. (1993c). Maoizmin Geleceği. Çev.: I. Soner. İstanbul: Kaynak Yayınları.
Amin, S. (1997). Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme. Çev.: S. Lim. İstanbul: Kaynak
Yayınları.
Amin, S. (1999). Kapitalizmin Hayaleti: Günümüz Entelektüel Modalarının Bir
Eleştirisi. Çev.: C. Algan. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Amin, S. (2000). Entellektüel Yolculuğum. Çev.: U. Günsür. Ankara: Ütopya
Yayınevi.
Amin, S. (2004). Liberal Virüs: Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması.
Çev.: F. Başkaya ve Diğerleri. Ankara: Maki Basın Yayın.
Amin, S. (2006a). Modernite, Demokrasi ve Din: Kültüralizmlerin Eleştirisi. Çev.: F.
Başkaya ve Diğerleri. Ankara: Maki Basım Yayın.
Amin, S. (2006b). Beyond US Hegemony? Assessing the Prospects for a Multipolar
World. İngilizceye Çev.: P. Camiller. Beirut: World Book Publishing.
Amin, S. (2007). V. Enternasyonal İçin. Çev.: F. Başkaya. Ankara: Maki Basım Yayın.
Amin, S. (2010). Kapitalizmden Uygarlığa: Sosyalist Perspektifi Yeniden İnşa Etmek.
Çev.: Y. Dönmez ve N. Atabağsoy. Ankara: Maki Basın Yayın.
Angotti, T. (1992). “Bağımlılık Kuramının Politik Sonuçları”. Emperyalizm, Gelişme
ve Bağımlılık Üzerine. M. Ersoy (Der. ve Çev.). Ankara: V Yayınları.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Bernstein, H. (1992). “Gelişme Toplumbilimine Karşı Azgelişmişlik Toplumbilimi
mi?”. Emperyalizm, Gelişme ve Bağımlılık Üzerine. M. Ersoy (Der. ve Çev.).
Ankara: V Yayınları.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
9
Postmodern Kuram
Modernlik
Tekçiliğin eleştirisi
Büyük anlatı
Evrensel söylemler
Farklılık
Etniklik
Simülasyon
Hipergerçeklik
Postmodernlik
Fredric Jameson
Geç kapitalizm
Modernlik
Akılcılaşma
Toplum mühendisliği
Irkçılık
Soykırım
Belirsizlik
GİRİŞ
Postmodern terimi, 1980’lerden itibaren tedavülde olan bir terimdir.
Sadece sosyolojik kuramda değil, gündelik hayatımızda da postmodern terimini
sıkça kullanır ya da duyarız. Günümüzde insanlar, postmodern toplum,
postmodern kültür, postmodern birey, postmodern edebiyat, postmodern
sosyoloji, postmodern felsefe ve postmodern siyaset gibi terimlerin yanı sıra
postmodern kıyafet, postmodern ev, postmodern mimari gibi terimleri de
kullanırlar. Örneğin, ana teması, kahramanı belli olmayan, “giriş, gelişme ve sonuç
bölümü” örgüsü içinde yazılmayan bir romanı okuyan kişi aslında postmodern
roman okumuş olur. Konusu ve ana fikri belirsiz olan bir sinema filmi, postmodern
film olarak nitelendirilir. Mimariden anlayan biri modern mimariye uymayan bir
bina (aynalı gökdelen, camdan yapılmış ev gibi) gördüğünde onun postmodern bir
bina olduğunu düşünür. Siyah takım elbisenin içine pembe gömlek giymiş, sarı
kravat takmış, kırmızı renkli bir ayakkabı giymiş olan bir bireye ya da ceketli bir
kıyafetle birlikte kot pantolon giymiş bir kişinin görünümüne baktığımızda onun
postmodern giyindiği aklımıza gelir. Birbirlerine zıt olan müzik türlerini bir araya
getirmeye çalışan, uyumsuz giysiler giyen, uyumlu olmayan yiyecekleri birlikte
tüketen biri, yani her konuda birbirine tezat teşkil eden unsurları bir araya getiren
bir kişi, postmodern olarak tanımlanır. Aslında postmodern, şimdiye değin yan
yana gelmesi mümkün olmayan şeylerin (örneğin zıt kültürlerin ya da karşıt siyasal
Postmodern kuram, fikirlerin) bir arada bulunmasına, gerçekliğin bulanıklaştırılmasına, her alanda
çağdaş sosyoloji belirsizliğin ön plana çıkmasına, gerçekliğin iletişim araçları vasıtasıyla tahrip
kuramları içinde en edilmesine, sanal dünyanın ön plana çıkmasına, modern toplumda var olan
gözde kuramlardan unsurların anlamını yitirmeye başlamasına işaret eder. Kısaca, postmodern,
biridir. Bugün sosyoloji
yerleşik olan her şeyin (var olan kuralların, ideolojilerin, sistemlerin, anlayışların ve
dünyasında postmodern
rüzgarlar esmektedir. söylemlerin vb.) yerinden edilerek, her şeyin mümkün hâle gelmesine kapıyı
aralama çabasıdır.
Postmodern durum, her alanda söz konusudur. Postmodern tartışmalar,
mimari, edebiyat, sanat, felsefe, siyaset bilimi, iktisat, tarih ve coğrafya gibi her
disiplinde canlılığını korumaktadır. Thomas D. Dochherty (1995), Avrupa’da
postmodernizm hayaletinin gezindiğini, “postmodern hayalet”in bütün
entelektüel alanlara (mimari, hukuk, edebiyat, sanat, tıp, siyaset, felsefe vb.)
dokunduğunu iddia etmiştir. Postmodern hayaletin en son uğradığı disiplinlerden
biri de, sosyolojidir.
Postmodern kuram, sosyolojide son yıllarda oldukça revaçtadır. Postmodern
kuram, sosyoloji dünyasının gündemindedir. Postmodern kuram, günümüzün en
başat ve en ses getiren sosyoloji kuramlarından biridir. Postmodern kuram,
modern toplumun bittiğini, her şeyi iletişim araçlarının (başta televizyon olmak
Postmodern kuramın Postmodernizm, “ya” “ya da” yerine “hem” “hem de”yi koymuştur. “Doğru-
öncü isimleri arasında yanlış” kategorisi yerine “hem doğru hem yanlış” kategorisini önemsemiştir. Siyah-
Jean-François Lyotard, beyaz ayrımından kaçınmış, griliklerin de olabileceğini iddia etmiştir. “Ya biri ya
Jean Baudrillard, Fredric öteki" yerine “hem biri hem öteki”ni benimsemiştir. Postmodernistlerin bu
Jameson ve Zygmunt vurgularının temellerini Nietzsche atmıştır.
Bauman ön plana
çıkmaktadır.
Nietzsche’ye göre, her şey yanlıştır, aslında hiçbir şeyin anlamı yoktur
(Nietzsche, 2002). Her varlık doğrudur ya da değildir (Nietzsche, 1994: 59).
Görüldüğü üzere, Nietzsche, tekçi ve birlikçi söylemlerin karşısında yer almıştır.
Nietzsche, daha çok parçaya ve çoğula gönderme yapmıştır. Nietzsche’nin birliğe
karşı çoğulculuk fikrini geliştirmesi, onun felsefesinin en önemli özelliklerinden
birisidir. Nietzsche, toptancı, merkezci, birlikçi ve aşırı hakikatçi görüşlere karşı
çıkmıştır. Ona göre, tek bir hakikat yoktur (Kızılçelik, 2005). Nietzsche’ye (2003)
göre, hakikat iki ile başlar.
Postmodernistlerin gerçekliğe bakışı Nietzsche’nin fikirleri
doğrultusundadır. Postmodernistler, tıpkı Nietzsche gibi, gerçeklik üzerine
düşünmüşler, ona eleştirel bakmışlar ve onu sorgulamışlardır. Tanınmış
postmodernistlerden Baudrillard, gerçeklik konusunda herkesin birer agnostik
(bilinemezci) olduğunu, yani gerçekliğe inananlar ve inanmayanlar olduğunu,
kısaca bir gerçeklik agnostikleri ortaya çıktığını iddia etmiştir (Baudrillard, 2005).
Baudrillard, Nietzsche’nin gerçek bir dünyaya inanmaya müsaade eden tüm
hipotezler kahrolsun, şeklindeki aforizmasını önemsemiştir (Baudrillard, 1983).
Sadece Baudrillard değil, diğer postmodernistler de gerçekliğin kaybolduğunu,
onun bilinemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Örneğin, Zygmunt Bauman’a göre,
hakikat, agnostik bir terimdir (Bauman, 2009).
Jean-François Lyotard
Lyotard, 1924’te Fransa’nın Versailles kentinde doğmuştur. Sorbonne
Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat öğrenimi görmüştür. Cezayir savaşı öncesinde
Cezayir’de hocalık yapmıştır. Cezayir tecrübesiyle radikalleşmiş, politik olarak kesin
bir taraf benimsemiş, Fransa’ya döndüğünde “Sosyalizm ya da Barbarlık” grubuna
katılmıştır. 1966’da bu gruptan kopmuştur. Nanterre Üniversitesi’nde öğretim
üyeliği yaparken Mayıs 1968 öğrenci hareketine katılmıştır. 1970’lerin başında
popüler bir hoca olmuş, Vincennes Üniversitesi’nde felsefe profesörü olarak
çalışmaya başlamış, aynı üniversiteden 1987’de emekli olmuştur (Best ve Kellner,
1998). Lyotard, 1998’de aramızdan ayrılmıştır. Lyotard’ın önemli eserleri arasında,
Marx’tan ve Freud’dan Türeyenler; Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor;
Fenomenoloji; Pagan Eğitimler; Libidinal Ekonomi; Felsefenin Sefaleti ön plana
çıkmaktadır.
Jean Baudrillard
Baudrillard, 1929’da Fransa’nın Reims şehrinde dünyaya gelmiştir.
Akademik kariyeri oldukça tuhaf olmuştur. Önce dil öğretmeni olmuş ve taşra
liselerinde on yıl öğretmenlik yapmıştır. 1960’larda Henri Lefebvre’nin
rehberliğinde sosyolojiye geçiş yapmıştır. 1966’da Nanterre’de, yapısalcılığa
muhalif Henri Lefebvre ile sosyoloji tezini tamamlamış ve burada 20 yıl sosyoloji
öğretmiştir. Ecole des Hautes Etudes’te Roland Barthes ile ilişki kurmuştur.
1986’da Sorbonne Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır. 1987’de yazmak,
dünya genelinde konferanslar vermek ve tutkusu olan fotoğrafçılıkla ilgilenmek
için üniversitedeki görevinden istifa etmiştir. (Gane, 2008; Lechte, 2006). En
önemli eserleri arasında Nesneler Sistemi; Göstergenin Ekonomi Politiği; Sessiz
Jean Baudrillard,
gerçekliğin yok edildiği, Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu; Simülakrlar ve Simülasyon;
gerçekle gerçekdışının Amerika; Üretimin Aynası; Tüketim Toplumu; Tam Ekran; Simgesel Değiş Tokuş ve
yer değiştirdiği bir Ölüm ön plana çıkmaktadır. Baudrillard, 2007 yılında ölmüştür.
durumla karşı karşıya
olduğumuzu söylemiştir.
gerçekliğin bir aynası olmaktan çıkar ve kendisi gerçeklik hâline gelir. Medya, bilhassa
da televizyon (TV) gerçeklikten daha gerçek hâle gelir. Bugünkü dünyada hayat, TV’nin
içinde yok olur (Ritzer, 2012).
Kısaca, Baudrillard’a göre, insanlık bugün bir simulasyon döneminde
yaşamaktadır. Baudrillard, üretimin endüstri çağının, simülasyonun ise hâlihazırda
yaşadığımız çağın hâkim unsuru olduğunu öne sürmüştür (Baudrillard, 1983).
Baudrillard’a göre, gerçekliğin buharlaşıp uçtuğu ve sosyalin sonunun geldiği
simülasyon düzeni dünyaya egemen olmuştur (Baudrillard, 1991). Hatta
Baudrillard, postmodern toplumda çalışma düzeninin, üretimin ve ekonomi
politiğin sona erdiğini, üretilen hiçbir şeyin olmadığını ileri sürmüştür (Baudrillard,
2002b).
Fredric Jameson
Jameson, 1934’te Amerika’da dünyaya gelmiştir. Erich Auebach’ın öğrencisi
olmuş, György Lukács’ın etkisinde kalmıştır. Lukács’ın yanı sıra Theodor W. Adorno
ve Walter Benjamin’in fikirlerinden de etkilenmiştir. Berlin ve Münih’te kıta
felsefesi üzerine çalışmıştır. Uzun süre Duke Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat
Bölümü’nde ders vermiştir. Kültür eleştirmeni olarak da tanınan Jameson’ın,
Sartre: Bir Üslubun Kökenleri; Marxizm ve Biçim; Dil Hapishanesi; Siyasal Bilinçdışı;
Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı gibi çok ilgi çeken eserleri
vardır (Jameson, 2013; Sim, 2006). Bunların yanı sıra, Jameson, Biricik Modernite:
Şimdinin Ontolojisi Üzerine İnceleme; Kültürel Dönemeç; Ütopya Denen Arzu gibi
eserlere de imza atmıştır.
Jameson, çağdaş toplumun kültürel ve sosyal örgütlenmesinde temel bir
kopuşun cereyan ettiği ve insanların şimdi bir postmodern durumun ortasında
bulunduğu konusunda Baudrillard ve Lyotard’la aynı fikirdedir (Best ve Kellner,
1998). Bu çerçevede Jameson, modernliğin sunduğu büyük anlatıların, kuramların
ve akımların günümüzde bir kriz yaşadığını öne sürmüştür. Jameson (1994),
ideoloji, sosyal demokrasi, refah devleti, sosyal sınıfların sonu gibi alanlarda bir
kriz dönemi yaşandığının altını çizmiştir. Ona göre, bu krizler, postmodernizme
kapı aralamıştır.
Jameson’a göre, çok uluslu kapitalizm, dünya sistemi, görüntü toplumu,
medya kapitalizmi, postmodernizm ve geç kapitalizm birbirleriyle bağlantılıdır
(Jameson, 1994). Jameson, postmodernizmi, kapitalizmle ilişkilendirmiş, onun
kapitalizmin yeni bir evresine, yani geç kapitalizme tekabül ettiğini ileri sürmüştür.
Jameson’a göre, kapitalizm şimdiye kadar şu üç aşamadan geçmiştir: “Piyasa
kapitalizmi”, tekelci dönem ya da “emperyalizm” ve İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra ortaya çıkan “çokuluslu kapitalizm.” Kapitalizmin bu üç evresine, sırasıyla
“gerçekçilik”, “modernizm” ve “postmodernizm” adlı üç kültürel an tekabül eder
Zygmunt Bauman
Bauman, 1925’te Polonya’nın Poznan kentinde doğmuştur. İkinci Dünya
Savaşı patlak verinceye kadar Polonya’da yaşamıştır. Daha sonra Sovyetler
Birliği’ne taşınmış, savaşın ardından Varşova Üniversitesi’nde doktorasını
tamamlamıştır. 1954’ten itibaren bu üniversitede sosyoloji dersleri vermiştir.
1968’de politik nedenlerden dolayı sosyoloji profesörlüğü ünvanı elinden
alınmıştır. Bunun üzerine İsrail’e göç etmiştir. 1971’den itibaren İngiltere’de Leeds
Zygmunt Bauman,
modernlik ve Üniversitesi’nde ders vermeye başlamıştır. İngilizce yayınlar yapmaya başlamıştır.
postmodernlik üzerinde Kariyeri, 1989’da Modernlik ve Yahudi Soykırımı adlı kitabıyla zirveye çıkmıştır. Ana
yoğunlaşmış, özellikle eserleri arasında Sosyolojik Düşünmek; Modernlik ve Müphemlik; Postmodern Etik;
de modernlikle ırkçılık Parçalanmış Hayat; Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları ön plana çıkmaktadır (Sim,
ve soykırım arasında bir 2006; Bauman, 2010; Ritzer ve Stepnisky, 2013). Bauman, 2017 yılında vefat
bağ kurmuştur. etmiştir.
Bauman, modernliği yoğun bir biçimde eleştirmiştir. Bauman, modernlik ile
Holocaust’u ilişkilendirmiştir. Holocaust, Fransız Devrimi ve Amerika’nın keşfinden
farksız bir olaydır. Holocaust da Fransız Devrimi ve Amerika’nın keşfi gibi tarihin
akışını değiştirmiştir (Bauman, 1997). Holocaust, Nazilerin Yahudileri kitle hâlinde
(toplu hâlde) öldürme olayıdır. Holocaust, kötü kişilerin masum insanlara karşı
işlediği korkunç bir suçtur (Bauman, 1997). Holocaust, modernliğin bir neticesidir.
Holocaust, modern Batı toplumunda doğmuş ve uygulanmıştır. Bu sebeple,
Holocaust, Batı uygarlığının ve modern toplumun bir problemidir (Bauman, 1997).
Modernliğin akılcılaşma anlayışı, Holocaust’u üretmiştir. Holocaust, modern
uygarlığın rasyonel dünyasında ortaya çıkmıştır (Bauman, 1997).
Bauman’a göre, modernlik, farklı olan her şeyin ortadan kalkmasını
sağlamıştır. Modernlik, ırkçılığı üretmiştir. Modernlik, ırkçı eğilimleri kışkırtmıştır.
Modernlik, öfkeyi, nefreti, önyargılı davranmayı, nefret edilen ötekiyi yok etmeye
dayalı olan ırkçılığı ön plana çıkarmıştır. Modernlik, öteki ya da farklılık korkusu
getirmiştir (Bauman, 1997). Bauman, modernliğin inşa ettiği ve biçimlendirdiği
kültürde farklılığa yer olmadığını belirtmiştir. Bu noktada, Bauman, modern
kültürü, “bir bahçe kültürü” olarak nitelemiştir (Bauman, 1997). Bilindiği gibi,
bahçıvanlar, çalıştıkları bahçelerdeki yabani otlardan hoşnutluk duymazlar.
Bahçıvanlar, kendi bahçe düzenlemeleri ve tasarımları bakımından yabancı otların
bahçelerinden temizlenmesini isterler. Bu bağlamda, modern kültür, toplumu bir
bahçe gibi kavrayanların ve görenlerin ördüğü kültürdür. Dolayısıyla, modern
soykırım, aslında modern kültür gibi bir bahçıvanlık işidir (Bauman, 1997).
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi postmodern kuramın temsilcisi değildir?
a) Jean-François Lyotard
b) Jürgen Habermas
c) Jean Baudrillard
d) Zygmunt Bauman
e) Fredric Jameson
Cevap Anahtarı
1.b, 2.e, 3.a, 4.b, 5.e, 6.d, 7.e, 8.d, 9.b, 10.a
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ahmed, A. S. (1995). Postmodernizm ve İslam. Çev.: O. Ç. Deniztekin. İstanbul: Cep
Kitapları.
Amin, S. (1999). Kapitalizmin Hayaleti: Günümüz Entelektüel Modalarının Bir
Eleştirisi. Çev.: C. Algan. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Amin, S. (2004). Liberal Virüs: Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması.
Çev.: F. Başkaya ve Diğerleri. Ankara: Maki Basın Yayın.
Anderson, P. (2002). Postmodernitenin Kökenleri. Çev.: E. Gen. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Baudrillard, J. (1983). Simulations. İngilizceye Çev.: P. Foss, P. Patton ve P.
Beitchman. New York: Semiotext[e].
Baudrillard, J. (1991). Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu. Çev.: O.
Adanır. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Baudrillard, J. (1995). Kötülüğün Şeffaflığı: Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme,
Çev.: E. Abora ve I. Ergüden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Baudrillard, J. (1998). Simülakrlar ve Simülasyon. Çev.: O. Adanır. İzmir: Dokuz
Eylül Yayınları.
Baudrillard, J. (2001). Tam Ekran. Çev.: B. Gülmez. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Baudrillard, J. (2002a). Cool Anılar III-IV (1990-2000). Çev.: Y. Avunç. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Baudrillard, J. (2002b). Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm. Çev.: O. Adanır. İstanbul:
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Baudrillard, J. (2005). Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği. Çev.: O.
Adanır. Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Bauman, Z. (1997). Modernite ve Holocaust. Çev.: S. Sertabiboğlu. İstanbul:
Sarmal Yayınevi.
Bauman, Z. (1998). Postmodern Etik. Çev.: A. Türker. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (1999). Culture As Praxis. London: Sage Publications.
Bauman, Z. (2000a). Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları. Çev.: İ. Türkmen. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (2000b). Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri. Çev.: N.
Demirdöven. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
• Post-Endüstriyel Toplum
Kuramının Kökleri ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER
kuramlarından post-endüstriyel
toplum kuramı hakkında bir fikir
edinebilecek,
•Post-endüstriyel toplum kuramının
çağdaş sosyolojideki yeri ve önemi
konusunda bilgi sahibi olabilecek,
•Toplumların endüstri sonrası bir
döneme geçip geçmediği
konusunda aydınlanabileceksiniz.
ÜNİTE
10
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı
Saint-Simon
Karl Marx
POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUM KURAMI Endüstri toplumu
Herbert Spencer
Emile Durkheim
Endüstri-öncesi toplum
Endüstri toplumu
Post-endüstriyel toplum
Otomasyon
Enformasyon
Bilgi toplumu
Daniel Bell
Enformasyon toplumu
Kodlanmış bilgi
Hizmetler sektörü
Üniversiteler
Bilim adamları
GİRİŞ
Yaklaşık olarak 20 yıl evvel ülkemizde herhangi bir kamu kuruluşuna ya da özel
sektöre ait bir işyerine giden bir kişi çok sayıda memurla karşılaşırdı. Örneğin, bir
birey, herhangi bir banka şubesine annesine havale çıkarmak (para göndermek) için
gittiğinde neredeyse müşteri sayısı kadar çalışan görürdü. Ayrıca banka şubesinin her
tarafının dosyalarla dolu olduğu o kişinin gözünden kaçmazdı. Bu manzarayla kamu ve
özel sektöre ait her yerde (noterlerde, nüfus müdürlüklerinde, vergi dairelerinde,
işletmelerde, fabrikalarda vb) karşılaşmak mümkündü. 20 yıl önce gittiği banka
şubesine bugün tekrar para göndermek için giden aynı birey, başka bir manzarayla
karşılaşır, yani çalışanların sayısının azaldığını ve evrak dosyalarının yok olduğunu
hemen fark eder. Çalışanların sayısının azalmasının ana sebebi, makinelerin insanların
yaptığı işin büyük bir kısmını yapmaya başlaması, evrak dosyalarının olmamasının
sebebi ise, verilerin ve bilgilerin bilgisayar ortamına aktarılmasıdır. Bugün bazı banka
şubelerinde çalışanların sayısı birkaç kişiyi geçmemektedir. Çünkü insanlar artık
bankayla ilgili çoğu işlemi (örneğin, annesine para göndermeyi) evindeki bilgisayarlar
(internet bankacılığı) ya da para gönderme cihazları (ATM’ler) vasıtasıyla
İnsanların yaptıkları
işlerin bir kısmını yapmaktadırlar.
makinelerin yaptığı bir Günümüzde insanlar her alanda elektronik ortamı kullanmaktadırlar. E-devlet,
çağda yaşamaktayız. e-okul vb. uygulamalar yaygınlaşmaktadır. Artık insanların dışarıya (sokağa) çıkmasına
neredeyse gereksinim kalmamıştır. Bireylerin simit almak için simitçiye, kitap almak
için kitapçıya, kebap yemek için lokantaya, kıyafet almak için mağazaya, piramitleri
görmek için Mısır’a gitmelerine artık gerek kalmamıştır. Bireyler, evlerinden çıkmadan
internet vasıtasıyla simit satın alabilir, kitap siparişi verebilir, kebap yiyebilir, ceket
alabilir ve sanal ortamda piramitleri gezebilirler.
Hızlıca gelişen teknoloji ve makineleşme sayesinde bireylerin ikamet ettiği ev,
işlerin büyük kısmının yapıldığı ve gündelik hayatını sürdürüldüğü bir mekâna
dönüşmüştür. Ev, bir işyeri, bir okul, bir lokanta hâline gelmiştir. Fabrikatör, fabrikaya
gitmesine gerek kalmadan bütün işlerini evinden yürütebilir. Öğrenci üniversiteye
gitmeden (uzaktan eğitim) üniversite okuyabilir. Karnı acıkan bir kişi, evindeki hiçbir
malzemeyi kullanmadan (tabak, çatal, kaşık vb) ve elini hiçbir şeye vurmadan (yemek
masasına örtü dahi sermeden) lokantada yiyeceğinin birebir aynısını evinde yiyebilir.
Evine kebap siparişi veren kişiye sadece kebap değil, yanında içecek, salata, tuz,
baharat, peçete, kürdan ve ıslak mendil de gelir. Kısaca, teknoloji üretmede Batı
toplumlarından geri olan Türk toplumundaki manzara budur. Bir de teknolojinin
merkezi olan Batı toplumlarındaki duruma göz atalım.
Günümüzde baş döndürücü bir biçimde gelişen teknoloji vasıtasıyla özellikle de
Batı toplumlarındaki yaşayan bireylerin, artık “dışarı çıkmasına” gerek yoktur. Ev,
“toplumun merkezi”ne taşınmıştır. Bugün, enformasyonun başat olduğu post-
endüstriyel toplumlarda (sanayi sonrası toplumlarda) insanlar her türlü işlerini,
alışverişlerini, eğitimlerini ve eğlencelerini evlerinde yapar hâle gelmişlerdir. Krishan
Daniel Bell
Bell, 1919’da Amerika’nın New York kentinde dünyaya gelmiştir. Eğitimini New
York City College’da ve Columbia Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Bir süre “New York
Leader” ve “Fortune Magazine”de gazeteci olarak çalışmıştır. Akademik kariyerine
Chicago Üniversitesi’nde asistan olarak başlamıştır. 1969-1980 yılları arasında
Columbia Üniversitesi’nde çalışmıştır. Daha sonra ise Harvard Üniversitesi’nde
Post-endüstriyel toplum
profesör ünvanıyla görev yapmıştır. Bell, 1980’lerde birçok kişi tarafından dünyanın,
kuramı, Amerikalı
sosyolog Daniel Bell yaşayan en önemli sosyologlarından biri olarak kabul edilmiştir (Slattery, 2007). Post-
tarafından Endüstriyel Toplumun Yaklaşması, Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri; İdeolojinin Sonu
geliştirilmiştir. gibi sosyolojik metinlere imza atan Bell, 2011 yılında hayata veda etmiştir.
•Kamu ve özel sektörde her binada yer alan lezzetli ve taze çay
yapan çağ ocaklarının yerini hızlı makineleşme süreci sonucunda
insansız, soğuk ve yapay çay ve kahve satan makineler almıştır.
Post-endüstriyel
toplumda başat olan
unsurlar, emek ve POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUM KURAMININ TEMEL TEZLERİ
sermaye değil,
Post-endüstriyel toplum kuramının temel tezlerini sekiz noktada toplamak
enformasyon ve bilgidir.
mümkündür:
Post-endüstriyel toplum kuramı, bir sosyal değişme kuramıdır. Bu kuram,
çağdaş endüstri toplumlarının post-endüstriyel topluma doğru dönüştüğünü
iddia etmiştir (Waters, 2001). Bell’e göre, post-endüstriyel toplumun gelişi,
Bireysel Etkinlik
• Post-endüstriyel toplum kuramının kilit terimlerini iyi
kavramak için Ekonomi Sözlüğü ve Sosyoloji Sözlüğü okuyun.
• Post-endüstriyel toplum kuramının sahibi olan Daniel Bell'in
İdeolojinin Sonu kitabını okuyun.
•
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Post-endüstriyel toplum kuramı, hangi kuramcılardan hareketle
geliştirilmiştir?
a) Endüstri toplumu kuramcıları
b) Feodal toplum kuramcıları
c) Köy toplumu kuramcıları
d) Geleneksel toplum kuramcıları
e) İlkel toplum kuramcıları
Cevap Anahtarı
1.a, 2.e, 3.c, 4.b, 5.d, 6.c, 7.d, 8.e, 9.a, 10.b
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aron, R. (1974). Sanayi Toplumu. Çev.: A. O. Güner. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Aron, R. (1989). Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Çev.: K. Alemdar. Ankara: Bilgi
Yayınevi.
Aron, R. (1992). Sınıf Mücadelesi: Sanayi Toplumu Üzerine Yeni Dersler. Çev.: E.
Güngör. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ashley, D., Orenstein, D. M. (1990). Sociological Theory: Classical Statements. Boston:
Allyn and Bacon.
Bell, D. (1973). The Coming of Post-Industrial Society: A Venture in Social Forecasting.
New York: Basic Books.
Bell, D. (1978). The Cultural Contradictions of Capitalism. New York: Basic Books, Inc.,
Publishers.
Bell, D. (2013). İdeolojinin Sonu: Ellilerdeki Siyasi Fikirlerin Tükenişine Dair. Çev.: V.
Hacıoğlu. Ankara: Sentez Yayıncılık.
Best, S., Kellner, D. (1998). Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar. Çev.: M. Küçük.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bozkurt, V. (1996). Enformasyon Toplumu ve Türkiye: İşin Örgütlenmesinde ve
İşgücünde Yapısal Değişmeler. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Callinicos, A. (2001). Postmodernizme Hayır: Marksist Bir Eleştiri. Çev.: Ş. Pala. Ankara:
Ayraç Yayınevi.
Coenen-Huther, J. (2013). Durkheim’ı Anlamak. Çev.: S. Akyüz. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Comte, A. (1858). The Positive Philosophy. İngilizceye Çev.: H. Martineau. New York:
Calvin Blanchard.
Coser, L.A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları: Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda
Fikirler. Çev.: H. Hülür ve Diğerleri. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Dura, C. (1990). Bilgi Toplumu. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Durkheim, E. (1962). Socialism (Le Socialisme). İngilizceye Çev.: C. Sattler. New York:
Collier Books.
Durkheim, E. (2006). Toplumsal İşbölümü. Çev.: Ö. Ozankaya. İstanbul: Cem Yayınevi.
Engels, F. (1993). Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm. Çev.: K. Savaş. İstanbul: Yorum
Yayınları.
Etzioni-Halevy, E. (1981). Social Change: The Advent and Maturation of Modern
Society. London: Routledge and Kegan Paul.
İsimleri KURAMLARI
• Beden Kuramının Anahtar
Terimleri
Prof. Dr. Sezgin
• Beden Kuramının Temel KIZILÇELİK
Tezleri
• Beden Kuramının Eleştirisi
edinebilecek,
• Beden kuramının sosyolojideki yeri
ve önemi konusunda bilgi sahibi
olabilecek,
• Tüketim toplumunun yapısı ve
günümüzde yaygınlaşan tüketim
kültürünün mantığını daha iyi ÜNİTE
anlayabileceksiniz.
11
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Beden Kuramı
BEDEN KURAMI
Habitus Yemek yeme
alışkanlıkları
René Descartes
Giyim-kuşam
Pierre Bourdieu
Beden-ruh ayrımı
Yapılan sporlar
Görünüm
Beden Ruh
Hobiler
Makine
Uygarlaşma
Norbert Elias
Ruhun Ruhun
aksiyonları ihtirasları Bireyin davranış biçimleri
Alışkanlıkların farklılaşması
GİRİŞ
İnsan, genellikle bedeniyle tanımlanır. Bir insan hakkında hüküm verilirken
öncelikle onun bedenine, beden diline, hareketlerine, yani görünen yanına bakılır.
İnsan, onu yansıtan bedeni üzerinden tanımlanır. İnsan, diğer insanlarla ilk önce
bedeni üzerinden etkileşim kurar. Bir insanın başkaları tarafından kaba ya da nazik
olarak nitelendirilmesi tamamen beden hareketleriyle ilişkilidir. Temiz giyinen,
oturmasını ve kalkmasını bilen, düzgün konuşan ve saygılı davranan bir insan
“medeni”, aksi yönde olan ise “kaba” insan olarak tarif edilir. Kısaca, birey
bedeniyle diğer insanların arasına karışır, onlarla ilişki kurar, hayatını sürdürür.
İnsanlar, her zaman fiziksel görünüme önem verirler. Bedenen güzel olan
kişilere daha fazla iltifat ederler. Bedeni düzgün olan bir kişi, arkadaşları arasında
daha fazla ilgi görür ve popüler olur. Uzun boylu, fiziği iyi, yakışıklı, bakımlı ve zayıf
olan (şişman olmayan) bir kişinin ait olduğu grupta ya da toplumda ön plana çıkma
(örneğin, sinema sanatçısı olma) ihtimali çok yüksektir.
Fakat günümüzde insanlar, daha önce hiç görülmemiş bir şekilde, bedene
daha çok önem vermeye başladılar. Bugün fikirler, görüşler ve bilgi birikiminden
ziyade görünüme, fiziki yapıya, yani bedene daha fazla ehemmiyet veriliyor.
Bireyler arasında giyime, temizliğe, saça, yüze ve vücuda gereğinden çok özen
İnsanlar, bedene ve onun
gösterme eğilimi yaygınlaşıyor. Bireylerin bir kısmı, bakımlı olmaya dikkat
görünümüne çok önem
etmekte, spor yapmaya zaman ayırmakta, spor salonlarına ve güzellik
verirler. Bedeni düzgün
olan insanlar, her zaman merkezlerine giderek zinde kalmaya çalışmakta, güzel görünümlü olmaya gayret
daha fazla ilgi görür. etmektedir. Eskiden sadece kadınlar yüzlerine makyaj yaparken şimdilerde bazı
erkekler de yüzlerine bakım (botoks), el tırnaklarına manikür ve ayaklarına
pedikür yaptırıyorlar.
Bugün bazı insanlar, vücutlarının beğenmediği kısımlarını düzelttirmek için
ciddi paralar harcamaktadırlar. Estetik ve güzellik merkezleri, vücutlarının
beğenmediği yerleri düzeltmek isteyen insanlarla dolup taşmaktadır. Bedenini çok
önemseyen bireyler, estetik cerrahi müdahalelerle burunlarını, dudaklarını, çene
yapılarını değiştirmektedirler. Estetik uzmanları tıbbi operasyonlarla, uzun ya da
eğri burnundan hoşnut olmayan kişilere, onların istedikleri şekilde burun
yapabilmekte, ince dudakları kalın dudak hâline getirebilmekte, uzun çeneleri
kısaltabilmekte, vücudunda aşırı yağ olanları zayıflatabilmektedirler.
Çağımızda insanlar, artık fikirlerle ve gerçeklerle değil, bedenleriyle
ilgilenmektedirler. Beden bakımlarına daha fazla zaman ve para harcamaktadırlar.
Bedenlerini güzelleştirmeye harcadıkları zamanın yarısı kadar bile düşüncelerini
geliştirmeye vakit ayırmamaktadırlar. Kitap ve dergiye bütçe ayırmayan insanlar,
giysiler, kremler, yağlar, kokular, yani her türlü kozmetik ürünler vb. için kesenin
ağzını açmaktadırlar. Kısaca, insanların bir kısmı sadece bedenlerini, bedenin
felsefe eğitimi almıştır. 1956’da askere alınmış ve iki yılını Fransız ordusu ile
birlikte Cezayir’de geçirmiştir. O, tecrübeleri hakkında bir kitap yazmış ve askerî
görev süresi bittikten sonra iki yıl daha Cezayir’de kalmıştır. 1960’ta Fransa’ya
dönmüş ve Paris Üniversitesi’nde asistan statüsüyle çalışmaya başlamıştır. Asistanı
olarak çalıştığı ünlü sosyolog Raymond Aron’un 1981’de emekli olmasıyla College
de France’in sosyoloji kürsüsü ona verilmiştir. Ecole de Hautes Etudes’in müdürü
ve Avrupa Sosyolojisi’nin yöneticisi olmuştur. Bourdieu, sosyolojinin üç önemli
siması olan Max Weber, Emile Durkheim ve Karl Marx’ın fikirlerinden
etkilenmiştir. Bourdieu, 23 Ocak 2002’de ölmüştür. Önemli eserleri arasında
Cezayirliler; Cezayir’de Emek ve İşçiler; Ayrım; Pratiğin Mantığı; Dil ve Sembolik
Güç; Devlet Soyluluğu; Sanatın Kuralları ön plana çıkmaktadır (Swartz, 2011;
Lechte, 2006; Ritzer, 2012; Wacquant, 2007).
Bourdieu, sosyolojik kuramın ana sorunlarından olan fail-yapı sorununa ilgi
göstermiştir. Swartz’ın dediği gibi, Bourdieu, İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyoloji
dünyasında etkin olan sosyolog kuşağı içinde fail-yapı meselesini sosyolojik
görüşlerinin merkezine yerleştirmiş ilk isimlerdendir (Swartz, 2011). Bourdieu’nün
sosyolojisi, yapıya karşı odaklanan bir sosyolojiye karşı eyleme odaklanan bir
sosyoloji değildir. Bourdieu, geçmişte sosyolojiyi sınırladığını düşündüğü bu ayrımı
aşmaya çalışmıştır (Calhoun, 2007). Bourdieu’nun bu çabası, aslında çağdaş
sosyolojinin ana eğilimlerinden biri hâline gelmiştir.
Pierre Bourdieu, Bourdieu, sosyolojide genellikle birbirlerinden uzakmış gibi gösterilen iki
bireylerin yemek yeme olguyu, yani kültür ile iktidarı birbirleriyle ilişkilendirmiştir. Bourdieu’nün gayesi,
alışkanlıkları, giyimleri, kültürün bir iktidar aracı ve kaynağı hâline gelebileceğine vurgu yapmaktır
yaptıkları sporlar ve (Swartz, 2011). Bourdieu, kültürün baskı aygıtına ve egemen güçlerin ideolojik
hobileri itibarıyla aracına dönüştüğünü vurgulamıştır.
birbirlerinden farklı
olduklarını öne Bourdieu, sosyolojik kuramında “kültürel sermaye” terimini gündeme
sürmüştür. getirmiştir. Ona göre, kültürel sermaye, sözel beceri, estetik tercihler, genel
kültürel farkındalık, okul sistemi ve eğitim gibi alanları kapsamaktadır (Swartz,
2011). Örneğin, profesörler, kültürel sermaye konusunda, ekonomik sermayeye
oranla görece daha zengindirler. Patronlar ise, ekonomik sermaye konusunda,
kültürel sermayeye oranla görece daha zengindirler (Bourdieu, 1995).
Bourdieu, bedene dönük sosyolojik çözümlemelerinde “habitus”a çok fazla
yer vermiştir. Bourdieu, “alışkanlık” (habitude) terimini kullanmayı tercih etmemiştir.
Bourdieu, “alışkanlık” dememek için “habitus”u kullandığını açıkça söylemiştir
(Bourdieu ve Wacquant, 2003). Bourdieu, “habitus”u, “alışkanlık meydana getiren
güç”, “zihinsel alışkanlık”, “bedensel ve zihinsel algı, beğeni ve eylem şemaları”
gibi anlamlarda kullanmıştır. Bourdieu, habitus terimiyle, eylemin hem bilişsel
hem de bedensel temelini vurgulayan ve alışkanlık hâline gelmiş eylemlere
Norbert Elias
Elias, 1897’de Almanya’nın Breslau şehrinde dünyaya gelmiştir. Birinci
Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda görev yapmıştır. Savaştan sonra felsefe ve tıp
çalışmak için Breslau Üniversitesi’ne dönmüştür. Tıp çalışmalarını bırakıp felsefeye
ilgi göstermiştir. Tıp alanındaki çalışmaları, onun insan bedeni ve bedenin parçaları
Norbert Elias,
bireylerin davranış arasındaki bağlantılar hakkında fikir edinmesini sağlamıştır. 1924’de doktora
biçimlerini, tavırlarını derecesi elde etmiş ve Heidelberg Üniversitesi’nde sosyoloji öğrenmeye gitmiştir.
ve alışkanlıklarını Heidelberg Üniversitesi’nde sosyoloji çevreleriyle ilişki kurmuş, Max Weber’in
irdelemiştir. kardeşi Alfred Weber’le ve Karl Mannheim’le diyalog kurmuştur. Elias, Hitler’in
1933’te iktidara gelmesiyle önce Paris’e ve daha sonra Londra’ya sürgüne
gitmiştir. İngiltere’de yaklaşık on yıl doğru dürüst bir iş bulamamıştır. 1954’te
Leicester Üniversitesi’nde 57 yaşında akademik kariyerine başlamıştır. En meşhur
kitabı olan Uygarlık Süreci’ni 1939’da yayımlamıştır. Fakat Elias’ın söz konusu
kitabı ve diğer kitapları, çok sonraları ilgi görmüştür. Elias, eserlerinin öneminin
çok zaman geçince kabul edilişinin tadını geç de olsa çıkarmaya yetecek kadar
uzun olan 93 yıllık bir hayat sürmüştür. Elias, 1990’da ölmüştür (Ritzer, 2012).
beden, sosyal olarak yapılandırılmış bir bütünlük olarak tarif edilmiştir (Turner,
2002a). Beden, insanın ana özelliklerini yansıtan, insanı tanımlayan, onun toplum
tarafından biçimlendirilen ama toplumu da anlamamızı sağlayan yönüdür.
aynı zamanda bireylerin gündelik hayatı için enerji temin eder. Hatta
biyolojik kapasiteleri ve insan anatomisi, bireylerin performanslarına
sınırlar koyar (Johnson, 2008).
• Bireysel ve sosyal hayat için, bedenin ve fiziksel deneyimlerin çok önemli
olduğu bir gerçektir. Kamuda fiziksel sağlığa ve zindeliğe yönelik artmakta
olan bir merak vardır (Wallace ve Wolf, 2004).
• Sosyolojide beden sorunu, yeni hazcı tüketim etiğinin bedensel zevkler
üzerinde yoğunlaştığı modern toplumlardaki üretim ve tüketimin
niteliğindeki değişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Stauth ve
Turner, 2005). Günümüzde bedenin önemli bir öğe hâline gelmesi,
kapitalizmin tüketimi esas alması gerçeği ile yakından ilişkilidir. Turner,
tüketici kültürünün modern toplumda, beden projesini toplum için bir
etkinlik hâline getirdiğini söylemiştir (Turner, 2002b). Kapitalizm öncesi
dönemlerde beden çok dikkate alınan bir şey değildi. Bilhassa Orta Çağ’da
beden devamlı olarak aşağılanmıştır. Hatta beden, ruhun iğrenç giysisi
olarak görülüp küçümsenmiştir. Orta Çağ insanlarının rol model aldığı
keşişlerin çile uygulamalarında da beden aşağılanan bir şeydir. Bilindiği
üzere, ermişler için kirli olmak, büyük bir erdemdir. Orta Çağ’ın dinî
Çağımızda beden
motifleri ve manastır kuralları, temizlik bakımlarını lüks kabul ederek en
iktidar tarafından
kuşatılmıştır. aza indirmişlerdir (Goff, 1999). Orta Çağ sonrası ortaya çıkan kapitalist
sistemde ise bolca üretilen metaların satılması önemlidir. Bunun için
kapitalizm, insanları tüketime yönlendirmiştir. Bu sistemde insanlar aşırı
derecede tüketen obur varlıklar olarak görülmüştür. Kapitalizm, tüketim
ve gösteriş üzerine kurulu olduğu için bedeni önemsemiştir. Okumuş’un
dediği gibi, çağdaş toplumda beden, kapitalist aktörler ve sektörler
tarafından bir tüketim sahası olarak görülür. Tüketim nesnelerinin
çoğunluğu bedene hitap eder ve beden tarafından tüketilir. Yerel ve
uluslararası ilişkilerde, sağlıkta, yemede, içmede, eğlencede, güzellikte ve
askeri alanda beden üzerine hesaplar yapılır ve beden muhatap alınır
(Okumuş, 2011).
• Beden, tüketim kültürünün egemen olduğu günümüz toplumlarında öne
çıkan bir alandır. Bedenin sağlıklı görünümü önemli hâle gelmiştir.
Bedenin güzelliğine dönük olarak vücut geliştirme ve güzellik merkezleri
çoğalmış, yaşlanma karşıtı ilaçların ve kremlerin kullanımı yaygınlaşmıştır.
• Uygarlığın ana ölçütleri (güzellik, temizlik ve düzen), önemli ölçüde beden
ile bağlantılıdır. Uygarlık, güzelliği takdir eder. Uygar insandan güzelliği
takdir etmesi ve onu üretmesi talep edilir. Uygarlıktan beklenilen sadece
güzellikle sınırlı değildir. Uygarlıktan temizlik ve düzen de beklenir.
İnsanlar, Shakespeare’in babasının evinin önünde gübre yığını
bulunduğunu okuduğunda, o yıllarda İngiltere’deki kasabaların kültürü
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi beden kuramının temsilcilerinden biridir?
a) Robert King Merton
b) Anthony Giddens
c) Ralf Dahrendorf
d) Bryan Stanley Turner
e) Talcott Parsons
8. Beden kuramı açısından oldukça önemli olan Beden ve Toplum adlı kitap
aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?
a) Norbert Elias
b) Bryan Stanley Turner
c) Pierre Bourdieu
d) Ralf Dahrendorf
e) Michel Foucault
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akay, A. (1991). Tekil Düşünce. İstanbul: Afa Yayınları.
Baudrillard, J. (1997). Tüketim Toplumu. Çev.: H. Deliceçaylı ve F. Keskin. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Baudrillard, J. (2005). Anahtar Sözcükler. Çev.: O. Adanır ve L. Yıldırım. Ankara:
Paragraf Yayınları.
Bauman, Z. (2001). Parçalanmış Hayat: Postmodern Ahlak Denemeleri. Çev.: İ.
Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (2005). Bireyselleşmiş Toplum. Çev.: Y. Alogan. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Bayhan, V. (2013). “Beden Sosyolojisi ve Toplumsal Cinsiyet”. Doğu Batı. Sayı: 63.
Bourdieu, P. (1995). Pratik Nedenler: Eylem Kuramı Üzerine. Çev.: H. Tufan.
İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Bourdieu, P. (2006). Sanatın Kuralları: Yazınsal Alanın Oluşumu ve Yapısı. Çev.: N.
K. Sevil. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Bourdieu, P. (2013). Seçilmiş Metinler. Çev.: L. Ünsaldı. Ankara: Heretik Yayıncılık.
Bourdieu, P., Wacquant, L. J. D. (2003). Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar.
Çev.: N. Ökten. İstanbul: İletişim Yayınları.
Calhoun, C. (2007). “Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları”. Ocak ve Zanaat: Pierre
Bourdieu Derlemesi (ss. 77-129). Çev.: G. Çeğin. G. Çeğin ve Diğerleri (Der.).
İstanbul: İletişim Yayınları.
Cottingham, J. (2002). Descartes Sözlüğü. Çev.: B. Gözkân ve Diğerleri. Ankara:
Doruk Yayımcılık.
Cregan, K. (2006). The Sociology of the Body Mapping the Abstraction of
Embodiment. London: Sage Publications Inc.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W . (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Deleuze, G., Parnet, C. (1990). Diyaloglar. Çev.: A. Akay. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Demez, G. (2009). “Sınıfsal ve Bireysel Kimlik Oluşumunda Beden Sorunu:
Habitus”. Toplumbilim. Sayı: 24.
Descartes, R. (1972). Ruhun İhtirasları. Çev.: M. Karasan. Ankara: Millî Eğitim
Basımevi.
• Post-Yapısalcılığın Kökleri
İÇİNDEKİLER
• Post-Yapısalcılığın Ana
İsimleri
• Post-Yapısalcılığın Anahtar ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
Terimleri
• Post-Yapısalcılığın Temel
KURAMLARI
Tezleri Prof. Dr. Sezgin
• Post-Yapısalcılığın Eleştirisi
KIZILÇELİK
ÜNİTE
12
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Post-Yapısalcılık
Hakikatın imkânsızlığı
Friedrich Nietzsche
Hakikatın belirsizliği
Bilinç-bilinçdışı ayrımı
Sigmund Freud
Bilinçdışını açığa çıkarma
Karşı-aydınlanma
geleneği
Soybilim
Söylem
POST-YAPISALCILIK
Michel Foucault
İktidar
İktidar ilişkileri
Bilgi-iktidar bağlantısı
Yazı
Yazıbilimi
Yapıbozum
Metnin yapıbozumu
Dil
Bilinçdışı
Jacques Lacan
Dil sürçmeleri
Yapıbozum
GİRİŞ
İnsanlar, hep olumlu ve yapıcı olmak için uğraşırlar. Bozucu ve yıkıcı olmayı
pek hoş karşılamazlar. İnsanlar, var olanın ve mevcut durumun bozulmasını
istemezler. Hâlihazırda olanı bozma ve sökme işine sıcak bakmazlar. Örneğin, bir
evde çocuklardan biri televizyonun içini açıp onun bütün mekanizmasını sökmeye
çalışırsa ve onun yapısını kurcalarsa, çocuğun bu eylemi aile üyeleri tarafından
tepkiyle karşılanır. Bu sökme işi, televizyonu yok etme değil, onun yapısını anlama
ve onu yeniden oluşturma çabasıdır. Aslında her sökme ya da bozma işlemi,
yeniden yapmadır. Bir şeyin yapısını bozma, o şeyin yapısını ortadan kaldırma
değil, tam aksine onu daha iyi bir biçimde yeniden yapmadır. Bu durum, ilk etapta
bize tuhaf gelebilir. Oysa elindeki çekiçle var olan felsefeleri kırmaya çalışan,
dogmatik olanı parçalamaya uğraşan, bize gerçek gibi sunulan şeyleri un ufak eden
Friedrich Nietzsche, felsefenin ve sosyolojinin önünü açmamış mıydı?
Nesnelerin, düşüncelerin, ideolojilerin, sistemlerin ve toplumların yapısını
kurcalama, esasında onlara yüzeysel bakmaktan kurtulma çabasıdır. Yapıbozum
(yapıbozma ya da yapısöküm) ile her şeyin derinlerde gömülü olduğu idrak edilir. Var
olan her şeyin yapısını sorgulamak ve kurcalamak, gerçeği aydınlatma yönünde atılmış
bir adım olabilir. Örneğin, bir toplumun yapısı ve kurumları biraz kurcalandığında
onların birey üzerindeki iktidarını açığa çıkarmak mümkün hâle gelebilir. Yapıları
kırmak, bir işe yarayabilir. Sözgelimi, bireyi özgürleştirebilir. Başka bir deyişle,
yapıyı bozmak ya da sökmek, insanı yapıların tahakkümünden kurtarmaya hizmet
edebilir. Yapıyı bozma, sökme ve yıkma, aslında onu daha iyi hâle getirme
mücadelesidir. Yapıya derin bir kuşkuyla yaklaşmak ve onun insanları nasıl
baskıladığını açığa çıkarmak, sosyoloji disiplinin görevlerinden biridir. İşte, bu
bağlamda, post-yapısalcılık, sosyolojide insanı kuşatan yapıları sökmek ve onun
üzerine düşünmek için ortaya çıkan ana kuram olma özelliğine sahiptir.
Post-yapısalcılık,
yapısalcılık ve Post-yapısalcılık, son yıllarda sosyolojik kuram alanında ön plana çıkmıştır.
postmodern kuram ile Post-yapısalcılık, sosyolojide yapısalcılıkla ve postmodern kuramla bağlantılı bir
bazı açılardan benzerlikler biçimde gündeme gelmiştir.
gösteren bir kuramdır.
Post-yapısalcılık, yapısalcılık ile bazı benzerliklere sahiptir. Yapısalcılar ve
post-yapısalcılar, insan öznesinin ve tarihselciliğin eleştirisini yapmışlar, anlam
eleştirisi üzerine odaklanmışlar, felsefenin eleştirisini esas almışlardır. Bu
benzerliklerin yanı sıra post-yapısalcılık, yapısalcılıktan oldukça farklı bir kuramdır.
Örneğin, yapısalcılık, yapısal dilbilimi kullanırken, post-yapısalcılık, yapısal dilbilimi
kullanmamaktadır (Sarup, 1995). Post-yapısalcılık, yapısalcılığın eleştirisi üzerine
inşa edilmiştir. Post-yapısalcılık, yapısalcılığın merkeze aldığı ve çok önemsediği
“yapı”yı, yapıbozum vasıtasıyla bozmaya, yapıyı kırmaya dayalıdır. Best ve
POST-YAPISALCILIĞIN KÖKLERİ
Post-yapısalcılığın kökleri, Friedrich Nietzsche’nin felsefesine uzanır. En
önde gelen post-yapısalcılardan Jacques Derrida ve Michel Foucault, Nietzsche’nin
20. yüzyılın en etkileyici görüşlerinden beslenmişlerdir. Callinicos’un belirttiği, Derrida, birçok kitabında
kuramlarından olan Nietzsche’nin tesirini kabul etmiştir. Foucault, kendisinin Nietzsche’ci olduğunu
post-yapısalcılığın söylemiştir (Callinicos, 2001). Hatta Foucault, Nietzsche’nin kendisi için bir vahiy
kökeninde Friedrich olduğunu ve Nietzsche’yi tutkuyla okuduğunu ifade etmiştir (Foucault, 2000a).
Nietzsche ile Sigmund
Foucault, inşa eden ve ilk taşı koyan filozoflara değil, kazan ve taşı yontan düşünür
Freud’un fikirleri
bulunur. olarak gördüğü Nietzsche’ye yakın olduğunu söylemiştir (Foucault, 2006).
Nietzsche’nin yanı sıra Sigmund Freud da post-yapısalcılığın gelişiminde etkili
olmuştur. Post-yapısalcılar, söz konusu düşünürlerin ayak izlerini takip etmişlerdir.
Nietzsche ve Freud, bilinçdışına verdikleri önem, aklın hileleri karşısındaki
güvensizlikleri, ahlaklılığa yönelik şüpheleri ve zihinsel hayatın kimyageri olma
istençleriyle birbirlerine benzemektedirler (Jaccard, 2007). Nietzsche ve Freud,
post-yapısalcıların el üstünde tuttukları “yapıbozum metodu”nun çerçevesini
belirginleştirmişlerdir. Nietzsche, “bilgi”yi, Freud ise “ruhu” bozuma uğratmaya,
sökmeye çalışmıştır (Sarup, 1995).
Friedrich Nietzsche
Nietzsche’nin post-yapısalcılık açısından önemi, onun modern uygarlığın
özüne, yani 19. yüzyıl Batı Avrupası’nın tutumuna yönelik saldırısıyla ilgilidir.
Nietzsche, görevinin yıkıcı olduğunu bildirmiş, aklı tahtından indirmek istemiş, bunun
için de felsefesini “çekiç felsefesi” olarak nitelemiştir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
Nietzsche, evrenden, birlikten, kayıtsız şartsız olan her şeyden, her türlü güçten
kurtulmanın önemli olduğunu öne sürmüştür. Ona göre, evreni parçalamamız, evrene
saygıyı unutmamız, bütüne verdiğimizi geri almamız gerekir (Nietzsche, 2002). Bu
çerçevede, Nietzsche, Batı felsefesinin temel kategorilerine, bilhassa nedensellik,
hakikat, değer ve sistem anlayışlarına saldırmıştır. Nietzsche, var olan felsefi sistemleri
aşağılamış, aklın tafralarına saldırmış, yeni felsefe yapma çabasında olmuştur (Best ve
Kellner, 1998). Nietzsche, hakikatin ve bilginin değerine ilişkin iğneleyici bir
sorgulama yapmıştır (Nehamas, 1999). Nietzsche, hakikatin imkânsız ve belirsiz
olduğunu, aslında olmadığını iddia etmiştir (Nietzsche, 1997). Nietzsche’ye göre,
Nietzsche, Batı birlik ve hakikat yoktur. Hiçbir şeyin değeri yoktur. Olgular yoktur. “Daha iyi” ve
düşüncesinde önemsenen “daha kötü” yoktur (Jackson, 2012). Nietzsche’nin insanlara, değerlerinizi derhal
hakikate, olgulara, değiştirin ya da yok olun (Ludovici, 2011) diye seslenmesi, boşuna değildir.
nedenselliğe ve bilginin
Nietzsche, Batı’nın kısırlığından, sıkıcılığından, tek düzeliğinden,
değerine meydan
okuyarak, post- monotonluğundan ve barbarlığından söz etmiştir (Kızılçelik, 2005). Nietzsche,
yapısalcılığın önünü modern uygarlığın yeni bir barbarlığa doğru gittiğini belirtmiştir (Nietzsche,
açmıştır. 2003a). Nietzsche, Batı uygarlığı tarafından yok edilmek tehlikesiyle karşı karşıya
olan bir uygarlık çağını yaşadığımızı bildirmiştir (Nietzsche, 2006). Nietzsche’ye
göre, iddia edilenlerin tersine, modernlikle insanlık ilerlememiş, geriye doğru
gitmiştir. Batı, aydınlanma öncesi dönemden daha geridedir. İnsanlık, daha iyiye,
güçlüye ve yükseğe doğru bir gelişme göstermemiştir. İlerleme, sadece modern bir
düşüncedir, yani yanlış bir düşüncedir. 19. yüzyılın Avrupalısı, değerlilik açısından
Rönesans Avrupalısının çok gerisindedir (Nietzsche, 1995). Kısaca, Nietzsche’ye
göre, dünya her zamankinden daha fazla çirkindir (Nietzsche, 2003a). Dünya, hiçbir
zaman böylesine sevgi ve iyilik fakiri olmamıştır (Nietzsche, 2003b). Nietzsche,
eleştirel bakışının keskinliği sayesinde, günümüzde acımasız yıkımlarına maruz
kaldığımız modernliğin fanatizm ve totalitarizm gibi ciddi zararlarını öngörebilmiştir
(Granier, 2005). Nietzsche, bu aykırı duruşuyla, post-yapısalcılığa giden kanalları
açmıştır.
Sigmund Freud
Freud, genellikle insan ilişkilerine yönelik psikolojik fikirleriyle tanınsa da,
onun toplum ve sosyal ilişkiler bağlamında bireysel davranışa, bilhassa da sosyal
kurumların birey üzerindeki etkisine dair analizi, sosyolojik teoriye bir katkı
Michel Foucault
Foucault, 1926’da Fransa’nın Poitiers şehrinde doğmuş, 1984’te ise
ölmüştür. 1936’da IV. Henri Lisesi’ne girmiş, burada başarılı olmuştur. Fransa’nın
en seçkin okulu olarak kabul edilen Ecole Normale Superieure’a girmek için büyük
bir mücadele vermiş, sonunda istediğine erişmiştir. Bu okuldan 1948’de felsefe,
sonraki yılda psikoloji dalında lisans derecesi almıştır. Burada Louis Althusser ile
çalışmıştır. Akademik kariyerine bir felsefeci olarak başlamıştır. Foucault,
felsefenin soyutluğuna ve çocuksu hakikat iddialarına tahammül edemez hâle
gelince arayışlara girişmiş, alternatif çalışma biçimleri olarak psikoloji ve
psikopatolojiye yönelmiştir. 1950’li yıllarda Fransız akıl hastanelerindeki psikiyatri
pratiklerini gözlemlemiştir. Bu çalışmaları sonucunda bilgi ile iktidar arasındaki
ilişkiyi keşfetmiştir. Ayrıca 1950’li yıllar boyunca İsveç, Polonya ve Almanya’da
çeşitli okulların Fransızca bölümlerinde hocalık yapmıştır. 1960’da Fransa’ya
dönmüş, Vincennes Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nün başkanlığını yapmıştır.
1966’da Tunus Üniversitesi’nde felsefe profesörü olarak çalışmış, Nietzsche ve
Descartes üzerine dersler vermiştir. 1970’te College de France’nin adını kendisinin
koyduğu “Düşünce Sistemleri Tarihi” kürsüsünün başına geçmiş, ölünceye değin
bu kürsüde görev yapmıştır. Foucault, 1970’lerin sonlarında İran devrimi ile
ilgilenmeye başlamış, birkaç kez İran’a gitmiştir (Best ve Kellner, 1998; Macey,
2005; Eribon, 2012). Foucault’nun eserleri arasında Hapishanenin Doğuşu; Akıl ve
Akıl Bozukluğu: Klasik Çağda Deliliğin Tarihi; Kelimeler ve Şeyler; Cinselliğin Tarihi;
Bilginin Arkeolojisi; Kliniğin Doğuşu; Toplumu Savunmak Gerekir ön plana
çıkmaktadır.
Jacques Lacan
Lacan, 1901’de Fransa’nın Paris şehrinde doğmuştur. Gençliğinde felsefeye
ilgi duymuş, özellikle Spinoza’yı okumuştur. 1919’da Paris’teki tıp fakültesine
yazılmıştır. Aşırı zayıflığı yüzünden askerlikten muaf tutulmuştur. 1920’lerin
sonlarında Paris’te bir hastanede ruh ve beyin hastalıkları kliniğinde psikiyatr
olarak çalışmaya başlamıştır. 1945’te İngiliz psikiyatri alanını incelemek için
İngiltere’ye gitmiştir. 1949’da yapısalcılığın önemli ismi Lévi-Sstrauss’la tanışmıştır.
1953’te Paris Psikanaliz Derneği başkanı olmuştur. 1955’te Almanya’ya Martin
Heidegger’in yanına gitmiştir. 1964’te Fransız Psikanaliz Okulu adıyla kendi
okulunu kurmuştur. 1966’da altı Amerikan üniversitesinde bir dizi konferans
vermiştir. 1981’de ölmüştür (Başer, 2010). Lacan’ın önemli eserleri arasında Baba-
nın-Adları; Benim Öğrettiklerim; Arzu ve Yorumu; Televizyon; Psikanalizin Etiği;
Psikanalizin Dört Temel Kavramı önemli bir yer tutmaktadır.
Freud’un etkisinde kalan, “Fransız Freud” olarak tanımlanmış olan Lacan
(Waters, 2008), post-yapısalcılık içinde daha çok dille ilgilenmiştir. O, dil
konusunda az şeyin bilindiğinin altını özenle çizmiştir (Lacan, 2013a). Sözgelimi,
Lacan, yaygın söylemin aksine aklınıza dili insanın icat ettiğini getirmeyin (Lacan,
Post-yapısalcılık, bütünlük 2012) demiş, dilin aslında hiçbir zaman iletişim işlevi olmadığını iddia etmiştir
ve birlik anlayışlarına
(Lacan, 2012). Lacan’a göre, insanlar dili benimseyerek toplumsal olur. Bizi özne
karşı çıkmış, özneyi
merkeze koymuş, bireyi kılan, esasında dilin kendisidir. Dil, bir kimsenin ayrı bir varlık olarak kendisinin
bütüncül söylemlerin ve ayırdına varmasının ön koşuludur. Dil, aynı zamanda, içerisinde toplum tarafından
yapıların iktidarından verili olanın, yani kültürün, kanunların ve yasakların taşındığı bir araçtır. Lacan, dil
korumaya çalışmıştır. olmadan insan öznesinin olamayacağını bildirmiştir. Ona göre, dilden bağımsız
hiçbir özne yoktur. O, günlük dilin içine gömüldüğümüzü ve bu durumdan asla
kurtulamayacağımızı bildirmiştir. Ona göre, her birey kendisini dil ile ifade etmekte
ve başkalarını kabul etmesi dil yoluyla sağlanmaktadır (Sarup, 1995). Lacan’a göre,
dil yalnızca düşünce ve bilgilerin taşıyıcısı değildir, o aynı zamanda bir iletişim
ortamı da değildir. Tersine Lacan, iletişimin eksik olmasına neden olan şeyin de
önemli olduğunu ileri sürmüştür. Yanlış anlamalar, karıştırmalar, dil sürçmeleri,
dalgınlıklar ve unutmalar, dil aracılığıyla ortaya çıkar. Bilinçdışının etkileri bu
özellikler yoluyla algılanabilir (Lechte, 2006). Bu bağlamda, Lacan (2013b), şu
meşhur tezini ileri sürmüştür: “Bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır.” Lacan’a göre,
bilinçdışı, aslında bir dil gibi yapılanmış bir bilgidir, hatta daha basitçe “yapılanmış
bir bilgidir” (Nasio, 2007). Lacan, dil gibi yapılanmış bilinçdışının tehlikeli şartlarda
varlık sürdürdüğünü söylemiştir (Bowie, 2007). Kısaca, bilinçdışının bir dil gibi
yapılanmış olduğu fikri, Lacan’ın merkezî tezidir (Homer, 2013). Lacan (2013b), dil
gibi yapılandığını iddia ettiği bilinçdışını zamansal bir nabız atışı olarak incelemiştir.
Post-yapısalcılık, Batı •Bir kişinin bilgisayarın içini açıp onun bütün mekanizmasını
Örnek
POST-YAPISALCILIĞIN ELEŞTİRİSİ
Post-yapısalcılığa yöneltilen eleştirileri altı noktada toplamak mümkündür:
Post-yapısalcılık, müphem bir isimlendirme ya da nitelemedir. Post-
yapısalcılık, oldukça gevşek bir yaftadır (Giddens, 1988).
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Post-yapısalcılığın kökleri aşağıdaki düşünürlerden hangilerinin fikirlerine
uzanır?
a) Erich Fromm-Herbert Marcuse
b) Friedrich Nietzsche-Sigmund Freud
c) Auguste Comte-Herbert Spencer
d) Max Weber-Karl Marx
e) Talcott Parsons-Erving Goffman
Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.a, 4.e, 5.c, 6.a, 7.e, 8.b, 9.c, 10.d
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akay, A. (1999). “Yapıbozma ve Plastik Sanatlar”. Toplumbilim: Jacques Derrida
Özel Sayısı (ss. 13-23). Sayı: 10.
Altuğ, T. (2001). Dile Gelen Felsefe. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Başer, N. (2010). Lacan. İstanbul: Say Yayınları.
Belsey, C. (2013). Postyapısalcılık. Çev.: N. Örge. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Best, S., Kellner, D. (1998). Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar. Çev.: M.
Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Boyne, R. (2009). Foucault ve Derrida: Aklın Öteki Yüzü. Çev.: İ. Yılmaz. Ankara:
BilseSu Yayınları.
Bowie, M. (2007). Lacan. Çev.: V. P. Şenel. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Callinicos, A. (2001). Postmodernizme Hayır: Marksist Bir Eleştiri. Çev.: Ş. Pala.
Ankara: Ayraç Yayınevi.
Cevizci, A. (2009). Felsefe Tarihi. İstanbul: Say Yayınları.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayıncılık.
Derrida, J. (1976). Of Grammatology. İngilizceye Çev.: G. C. Spivak. Baltimore: The
John Hopkins Universiy Press.
Derrida, J. (1978). Writing and Difference. İngilizceye Çev.: A. Bass. Chicago: The
Universiy of Chicago Press.
Derrida, J. (1998). “Yapıbozum ve Pragmatizm Üzerine Düşünceler”, Yapıbozum ve
Pragmatizm. C. Mouffe (Der.). Çev.: T. Birkan. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Derrida, J. (2002). Mahmuzlar: Nietzsche’nin Üslûpları. Çev.: M. Baştürk. Erzurum:
Babil Yayınları.
Derrida, J. (2004). Otobiyografiler: Nietzsche’nin Öğretimi ve Özel İsim Politikası.
Çev.: M. Erkan ve A. Utku. İstanbul: Birey Yayıncılık.
Derrida, J. (2009). Edebiyat Edimleri. Çev.: M. Erkan ve A. Utku. İstanbul: Otonom
Yayıncılık.
Anahtar Terimleri
• Yapılaşma Kuramının Ana
KURAMLARI
İsmi Prof. Dr. Sezgin
• Yapılaşma Kuramının Temel
Tezleri KIZILÇELİK
• Yapılaşma Kuramının
Eleştirisi
13
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Yapılaşma Kuramı
Birey
Max Weber
Küresel sosyal süreçler
Anthony Giddens
Geç modernlik
Yapılaşma
Yapının ikiliği
Kurallar
Yapı
Kaynaklar
Sistem Birey
Eylem Faillik
GİRİŞ
İnsanlar, gündelik hayatta sürekli olarak birbirlerini çağrıştıran şeylerle yüz
yüze gelirler. Örneğin, insanlarda, kış mevsimi soğuğu, yaz mevsimi sıcağı;
üniversite sözcüğü, bilgiyi ve araştırmayı; arkadaşlık ve dostluk, itimadı ve
samimiyeti; açlık ve yoksulluk Afrika kıtasını çağrıştırır. Birbirlerini çağrıştıran
kavram çiftlerinden biri de, birey ile toplumdur.
Birey, daha çok davranışlarıyla, eylemleriyle ve etkinlikleriyle tanımlanır.
Birey, mikro olana işaret eder. Toplum ise, daha çok sistemle, yapıyla ve
kurumlarla anılır. Toplum, makroya gönderme yapar. Birey, topluma ait bir
varlıktır. Toplumu olmayan birey yoktur. Toplum ise, bireylerden oluşur. Demek ki,
bireyden söz edince toplumdan, toplum üzerine konuşurken de bireylerden
bahsetmiş oluruz. Birey toplumla, toplum da bireyle bağlantılıdır. İkisini
birbirinden koparmak, onları birbirlerinden soyutlayarak tahlil etmek mümkün
değildir. Sosyoloji disiplini de bu gerçeğe duyarsız kalmamıştır. Sosyolojide birey-
toplum, eylem-yapı, mikro-makro bağlantısına işaret eden ana kuram, yapılaşma
kuramıdır.
Yapılaşma kuramı, Anthony Giddens’ın metinlerinde icat edilmiştir (Cohen,
Yapılaşma kuramı, 1989). Yapılaşma kuramı, 1980’lerden itibaren sosyolojik kuram literatüründe
çağdaş sosyolojinin en belirleyici bir pozisyona sahiptir. Sosyolojinin merkezinde yer alan sosyal yapı ve
yeni ve en gözde sosyal eylem, yapılaşma kuramında geniş ölçüde yer bulmuştur. Giddens’a göre,
kuramıdır. yapılaşma teorisi, sosyal yapının, kurumların ve eylemin tetkik edilmesi konusunda
geniş bir perspektiftir (Giddens, 2003a). Yapılaşma kuramı, sosyolojiye yeni bir
hedef ve düzen vermiştir. Meštrović’in deyişiyle, yapılaşma kuramı, iyi ve güzel
düzenlenmiş “modern bahçe”dir (Meštrović, 2005). Bilindiği üzere, sosyolojide,
birey-toplum, mikro-makro ve faillik (eylem)-yapı ayrımı vardır (Layder, 2006).
Sosyologlar, genellikle özne ve toplumsal arasında bir ayrım yapmışlar, sosyoloji
disiplinine dair tanımlarda birey-toplum ayrımını öne çıkarmışlardır (Game, 1998).
Giddens ise, yapılaşma kuramında, birey ve toplum, eylemlilik ve yapı arasındaki
geleneksel düalizmi (ikiliği) tartışmıştır (Loyal, 2003). Giddens, yapılaşma
kuramıyla mikro-makro bütünleşmesini gerçekleştirme gayreti içinde olmuştur
(Ritzer, 1990). Yapılaşma kuramı, başta eylem-yapı, birey-toplum ve pozitivizm-
hermeneutik düalizmi olmak üzere, her türlü düalizme itiraz etmiştir. Örneğin,
Giddens, yapılaşma kuramında eşzamanlı-artzamanlı ve statik-dinamik ayrımını
reddetmiştir (Giddens, 2005a). Giddens’ın yapılaşma kuramı, düalist düşüncenin
ötesine geçmeyi başaran ikna edici ve aynı zamanda ilginç bir girişimdir (Layder,
2006). Kısaca, yapılaşma kuramı, sosyolojide Emile Durkheim’dan ve Max
Weber’den kaynaklı metodolojik ve teorik düzeydeki ikilik sorununa
yoğunlaşmıştır. Yapılaşma kuramı, modern felsefenin ve sosyolojinin kurucusu
Emile Durkheim
Durkheim, dünyada ilk kez sosyoloji kürsüsünü kurmuştur. Durkheim,
sosyolojinin babalarından ve büyük ustalarından biridir (Kızılçelik, 2017).
Durkheim, bireye değil, topluma ehemmiyet vermiştir. Durkheim’in sosyolojisi,
esas itibariyle toplumu inceler. Durkheim, sosyolojinin görevinin toplumu
araştırmak olduğunu öne sürmüştür. Durkheim’a göre, toplum, birey için en
önemli mekanizmadır. Kendi ifadesiyle, hayatın hem kaynağı hem de gayesi
toplumdur (Durkheim, 1992). Durkheim, toplumu, sosyal organlardan ya da sosyal
parçalardan oluşmuş bir “sosyal organizma” olarak nitelemiştir. Toplumu
oluşturan parçaların işlevi, bütün organizmanın ya da toplumun varlığını
korumaktır (Ashley ve Orenstein, 1990). Durkheim, bireyin her şeyi toplumdan
öğrendiğini ileri sürmüştür. Ona göre, toplum, bireye kendi şahsi amaçlarını daha
yüksek amaçlara tabi kılmayı, kendisini feda etmeyi, sınırlamayı, arzularını,
tutkularını ve içgüdülerini kontrol etmeyi öğretir (Durkheim, 1956). Bireylere
emirler veren ve yasalarını sunan toplumun kendisidir. Toplum, bireylerin
karşısında bir tür dini saygıyla eğildiği bir şeydir. Toplum, dost ve koruyucu bir
güce, anneye benzer. Toplum, aynı zamanda, koyduğu kuralların çiğnenmesine
müsaade etmeyen sert bir yasa koyucuya benzer. Bireyler, toplumu korumakla
yükümlüdürler. Bu noktada, fertler, birer sosyal düzen memurudurlar (Durkheim,
2004). Durkheim, bireylerin toplum düzenine karşı koyamayacaklarını iddia
etmiştir. Durkheim, bireylerin herkesin benimsediği ilkelere boyun eğmesi,
giyinirken ülkesinde var olan adetleri önemsemesi gerektiğini belirtmiştir.
Örneğin, Durkhiem’a göre, sanayi toplumundaki bir sanayicinin 19. yüzyıl
Durkheim, sosyolojik
öncesinin usul ve metotlarıyla çalışmasını hiçbir şey engelleyemez fakat sanayici
analizin birimi olarak
toplumu ele almış, toplum bunu yaptığında mutlaka iflas eder (Durkheim, 1985).
odaklı sosyoloji görüşüyle Kısaca, Durkheim’a göre, bireyler toplumun bir kuvvet olduğunun
yapılaşma kuramının
farkındadırlar. Toplum, bireylerin eylemlerini ve etkinliklerini baskı altına alır.
inşasında etkili olmuştur.
Bireyler de bunu fark eder (Ashley ve Orenstein, 1990). Örneğin, Durkheim’a
göre, her toplum, fertlere karşı konulamayacak bir güçle kendini kabul ettiren bir
eğitim sistemine sahiptir. Dolayısıyla ailelerin çocuklarını istedikleri yetiştirmeleri
bir işe yaramaz. Ailelerin uymakla sorumlu oldukları gelenekler vardır. Eğer aileler,
bu geleneklere aykırı davranırlarsa onlar da öçlerini çocuklarından alırlar (Coenen-
Huther, 2013). Son tahlilde, Durkheim, toplumun insanların ideallerinin ve
amaçlarının kaynağı ve kabı olduğunu vurgulamıştır (Giddens, 2009).
Anthony Giddens
Giddens, 1938’de İngiltere, Kuzey Londra’da doğmuştur. 1959’da Hull
Üniversitesi’nden mezun olmuştur. 1961’de Londra Ekonomi Okulu’ndan master
derecesi almıştır. 1970-1997 arası Cambridge Üniversitesi’nde çalışmıştır. Ayrıca
Leicester, Santa Barbara ve California Üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmıştır.
1985’te John Thompson ve David Held ile birlikte sosyal bilimlere dönük bir
yayınevi olan Polity Press’i kurmuştur. 1997’de prestijli Londra Ekonomi Okulu’na
başkan olmuştur. 1999’da BBC’de konferanslar vermiştir. İngiltere siyasetinde
etkili olmuştur. Tony Blair’in gurusu olmuştur. İngiliz Akademi ödülüne sahip
birkaç sosyologdan biridir. Giddens kuramcı olarak, ülkesi İngiltere’de daha az ilgi
çekmiş, buna karşın Amerika ve dünyanın diğer yerlerinde çok etkili olmuştur
(Adams ve Sydie, 2002; Waters, 2008; Ritzer ve Stepnisky, 2013). Giddens, çok
sayıda esere imza atmıştır. Onun mühim eserleri arasında Toplumun Kuruluşu:
Yapılaşma Kuramının Ana Hatları; Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi;
Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori: Marx, Durkheim ve Max Weber’in
Çalışmalarının Bir Analizi; Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları: Yorumcu
Sosyolojilerin Pozitif Eleştirisi; Sosyal Teorinin Temel Problemleri: Sosyal Analizde
Eylem, Yapı ve Çelişki; İleri Toplumların Sınıf Yapısı: Marks’ın Sınıflar Teorisi,
Sonraki Teoriler ve Eleştirel Değerlendirmeler; Sağ ve Solun Ötesinde: Radikal
Politikaların Geleceği; Üçüncü Yol: Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi; Üçüncü Yol
ve Eleştirileri ön plana çıkmaktadır.
Yapılaşma kuramı,
Anthony Giddens
Resim 13. 1. Anthony Giddens
tarafından geliştirilmiştir.
Giddens, öncelikli olarak sosyolojinin konusu ve yöntemi üzerine kafa
yormuştur. Ona göre, sosyoloji, insanın toplum hayatının, insan gruplarının ve
toplumlarının incelenmesidir. Sosyolojik incelemenin kapsamı son derece geniştir.
Yani sosyoloji, sokakta insanlar arasında geçen karşılaşmalardan küresel sosyal
süreçlere kadar her şeyle ilgilenir (Giddens, 2000a). Giddens, bir araştırma objesi
olarak “toplum”un sosyoloji ve diğer sosyal bilimler tarafından paylaşıldığını
bildirmiştir. Sosyolojiyi diğer sosyal bilimlerden ayıran özellik, onun endüstrice
gelişmiş toplumlarla diğer sosyal bilimlere göre daha fazla ilgilenmesidir. Bu
çerçevede, sosyolojinin odak noktası, “ileri toplumlardaki” ya da “endüstrileşmiş”
toplumlardaki kurumların ve bu kurumların dönüşüm şartlarının incelenmesidir
(Giddens, 1994).
Kısaca, Giddens’a göre, modernlik ve modern toplum, sosyolojinin esas ilgi
alanıdır. Daha açık bir deyişle, sosyoloji, 19. yüzyılda ortaya çıkmış olan modern
toplumun ana niteliklerini anlamak için doğmuştur (Scott, 1995). Giddens,
sosyolojisinin odağını oluşturan modernlik üzerinde durmuş ve “geç modernlik”
terimini öne sürmüştür. “Geç modern” toplum, postmodern ya da post-
endüstriyel toplum değildir (Adams ve Sydie, 2002).
Giddens, sosyolojinin yöntemini analiz ederken ise, Durkheim’ın Sosyolojik
Yöntemin Kuralları kitabını esas almış ve onun eleştirel değerlendirmesini yaparak
sahip olmadığını belirtmiş, her türlü politik bakış açısının bir şekilde tükendiğini
iddia etmiştir (Giddens, 2002). Giddens, günümüzde politik fikirler, yeni politik
temalar geliştirme, siyasal liderler de topluma öncülük etme yeteneklerini
yitirmişlerdir. Ahlaki değerler çürümeye yüz tutmuş, özellikle de zenginler ve
fakirler arasında büyük bir uçurum ortaya çıkmıştır (Giddens, 2000b). İşte, bu
nedenlerle, Giddens, üçüncü yol adlı yeni bir politikaya gereksinim olduğunu öne
sürmüştür. Giddens, üçüncü yol terimini, sosyal demokrasinin yeniden canlanışı,
yani sosyal demokratların geçen yüzyıl boyunca pek çok kez üzerinde durmak
Giddens, sadece sosyolojik zorunda kaldıkları konuların günümüzde yeniden ele alınışı bağlamında
kuramda değil, aynı
kullanmıştır (Giddens, 2000b). Üçüncü yolun değerleri, eşitlik, ihtiyaç sahiplerinin
zamanda, liberal-
demokratik değerleri korunması, sorumluluğa dayalı hak, demokrasiye bağlı otorite ve kozmopolit
geliştirmeyi hedefleyen çoğulculuktur (Giddens, 2000b). Üçüncü yolun programı ise, düşmanı olmayan
üçüncü yol görüşüyle yeni demokratik devlet, demokratik aile, aktif sivil toplum, yeni karma ekonomi,
siyaset alanında da etkili refah, sosyal yatırımcı devlet ve demokrasiden oluşur (Giddens, 2000b). Üçüncü
olmuştur. yol siyaseti, her şeyin ötesinde, değişime cevap verme girişimidir (Giddens,
2001). Üçüncü yol siyaseti, esas olarak “1989 ve sonrasının” siyasal mantığını
esas almış, “sorumluluk olmadan hak olmaz” fikrine dayalı yeni bir sosyal sözleşme
inşa etmeyi önermiş, fırsat eşitliğini en üst noktaya çıkarmaya önem vermiş ve
küreselleşmeyi ciddiye almıştır (Giddens, 2001).
Giddens, toplumu iyileştirmek, liberal ve demokratik değerleri geliştirmek
için sosyolojik kuramı kullanmaya çalışmıştır. Giddens’ın geliştirdiği ve
İngiltere’deki Yeni İşçi Partisi’nin benimsediği üçüncü yol anlayışı, belirli ölçüde
yapılaşma kuramının temel düşüncelerini yansıtır (Slattery, 2007). Giddens’ın
üçüncü yol görüşü, kapitalist toplumlarda Marx’ın önemsediği işçi sınıfı hareketini
yok saymış, kapitalist ülkelerde işçi hareketinin muhalefet kaynağı olmadığını iddia
etmiş, ekolojik hareketler, etnik hareketler, dinsel dirilişçilik, kadın hareketleri,
öğrenci hareketleri ve tüketici hareketleri gibi yeni sosyal hareketleri daha önemli
görmüştür (Giddens, 2005b). Giddens, üçüncü yolu, sosyalizm karşıt olan bir
siyaset olarak tasarlamıştır. Bunun yanı sıra, Giddens, üçüncü yolun sağ politika
olmadığını da belirtmiştir. Üçüncü yol, neo-liberalizmin bir uzantısı değildir aksine
neo-liberalizme alternatif bir politikadır (Giddens, 2001).
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Yapılaşma kuramı, aşağıdaki sosyologlardan hangilerinin sosyolojilerini
yeniden biçimlendirmeye çalışmıştır?
a) Max Horkheimer-Jürgen Habermas
b) Emile Durkheim-Max Weber
c) Auguste Comte-Herbert Spencer
d) Herbert Blumer-Erving Goffman
e) Ferdinand Tönnies-Georg Simmel
Cevap Anahtarı
1.b, 2.e, 3.e, 4.d, 5.a, 6.a, 7.d, 8.c, 9.b, 10.c
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California:
Pine Forge Press.
Ashley, D., Orenstein, D. M. (1990). Sociological Theory: Classical Statements.
Boston: Allyn and Bacon.
Coenen-Huther, J. (2013). Durkheim’ı Anlamak. Çev.: S. Akyüz. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Cohen, I. J. (1988). “Structuration Theory and Social Praxis”. Social Theory Today.
A. Giddens ve J. H. Turner (Ed.). Cambridge: Polity Press.
Cohen, I. J. (1989). Structuration Theory: Anthony Giddens and the Constitution
of Social Life. New York: St. Martin’s Press.
Craib, I. (1992). Anthony Giddens. London: Routledge.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Durkheim, E. (1956). Education and Sociology. İngilizceye Çev.: S. D. Fox. New
York: The Free Press.
Durkheim, E. (1985). Toplumbilimsel Yöntemin Kuralları. Çev.: C. B. Akal. İstanbul:
Bilim Felsefe Sanat Yayınları.
Durkheim, E. (1992). İntihar: Toplumbilimsel İnceleme. Çev.: Ö. Ozankaya. Ankara:
İmge Kitabevi Yayınları.
Durkheim, E. (2004). Ahlak Eğitimi. Çev.: O. Adanır. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.
Game, A. (1998). Toplumsalın Sökümü: Yapıbozumcu Bir Sosyolojiye Doğru. Çev.:
M. Küçük. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Giddens, A. (1986). The Constitution of Society: Outline of the Theory of
Structuration. Cambridge: Polity Press.
Giddens, A. (1988). “Structuralism, Post-structuralism and the Production of
Culture”. Social Theory Today. A. Giddens ve J. H. Turner (Ed.). Cambridge:
Polity Press.
Giddens, A. (1990). Central Problems in Social Theory: Action, Structure and
Contradiction in Social Analysis. Berkeley: University of California Press.
Giddens, A. (1994). Sosyoloji: Eleştirel Bir Yaklaşım. Çev.: M. R. Esengün ve İ.
Öğretir. İstanbul: Birey Yayıncılık.
14
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Doğu-Batı Çatışması Kuramı
Doğu-Batı çatışması
Osmanlı
İmparatorluğu
Siyasetnâmeler
Kemal Tahir Batılaşma
Doğu-Batı ayrımı
Firdevsi’ni
n
Baykan Sezer Toplumlar arası ilişkiler
Batı barbarlığı
Yerli sosyoloji
GİRİŞ
Doğu ve Batı, sıkça kullandığımız ve birlikte andığımız mühim terimlerdir.
Doğu insanı-Batı insanı, Doğu düşüncesi-Batı düşüncesi, Doğu edebiyatı-Batı
edebiyatı, Doğu siyaseti-Batı siyaseti gibi kavram çiftleri, bize yabancı değildirler.
Doğu ve Batı, farklı uygarlıkların isimleridir. Doğu insanı-Batı insanı, Doğu
toplumu-Batı toplumu gibi kavram çiftleri, Doğu uygarlığı-Batı uygarlığı ayrımına
(Doğu-Batı ayrımına) dayalıdır. Fakat söz konusu kavram çiftleri, gerçek anlamını
sadece Doğu-Batı ayrımında değil, esas olarak Doğu-Batı çatışmasında bulmuştur.
Örneğin, hem Doğu toplumu hem de Batı toplumu, gerçek hüviyetine Doğu-Batı
çatışması sayesinde kavuşmuştur. İşte, dünyada ilk kez sorunları bu bağlamda
değerlendiren tek sosyolojik kuram, Doğu-Batı çatışması kuramı olmuştur.
Doğu-Batı çatışması kuramı, yerli bir kuramdır. Türk sosyologları tarafından
geliştirilmiştir. Doğu-Batı çatışması kuramı, bize ait, ülkemizi önemseyen, millî bir
Doğu-Batı çatışması kuramdır. Şimdiye değin gördüğümüz on üç kuramdan farklı bir konumdadır.
kuramı, çağdaş sosyoloji Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk sosyolojisinin öncü isimleri Kemal Tahir ve
kuramlarından hiçbirinin Baykan Sezer tarafından geliştirilmiştir. Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk
Türk toplumunu ve sosyolojisinin ana kuramı olma özelliğine sahiptir.
tarihini
açıklayamayacağını iddia Eğribel ve Özcan’ın belirttiği gibi, Doğu-Batı çatışması, Türk sosyolojisinin
etmiştir. temel konusudur. Türk sosyolojisi gerçek kimliğini Kemal Tahir-Baykan Sezer ve
onların inşa ettiği Doğu-Batı çatışması teorisi ile kazanmıştır (Eğribel ve Özcan,
2005a). Türk toplumunun tarihini, bugününü, geleceğini en derinden etkileyen
çatışma, Doğu-Batı çatışmasıdır. Türk toplumu tarihte bu çatışmanın ana
taraflarından biri olmuştur. Türk toplumu bugün de Doğulu toplumlar arasında en
önemli taraf konumunda bulunmaktadır (Kemal Tahir, 1989a). Türk toplumunun
yapı ve ana sorunlarını Doğu-Batı çatışması içinde değerlendirmek gerekir. Doğu-
Batı çatışması, bize dünya tarihindeki yerimizi anlamamıza ve tarihî gelişme
konusunda kendi sözümüze izin vermektedir. Doğu-Batı çatışması, hem bize
dünyada ayrı ve önemli bir yer kazandırmakta hem de dünyadaki gelişmeler
hususunda söz söyleme imkânı vermektedir (Sezer, 1991a).
Bu bölümde, Doğu-Batı çatışması kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar
terimleri, temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.
düşüncesi, tarihin ilk büyük uygarlıklarının Doğu’da olduğunu iddia etmiştir. Doğu-
Batı çatışması kuramının dayanakları arasında Siyasetname’ler (özellikle de Yusuf
Has Hacip’in Kutadgu Bilig’i, Nizamülmülk’ün Siyasetnâme’si ve Firdevsi’nin
Şehnâme’si) ve tarihçilerimizin metinleri (bilhassa Naima, Cevdet Paşa’nın eserleri)
ağırlıklı bir yere sahiptir. Diğer yandan, Doğu-Batı çatışması kuramı, Batı düşüncesi
ve sosyolojisinden de yararlanmışlardır. Örneğin, Baykan Sezer, Karl Marx,
Fernand Braudel ve Gordon Childe’den faydalanmıştır (Kızılçelik, 2008).
Kemal Tahir
Kemal Tahir, 15 Nisan 1910’da İstanbul’da doğmuştur. Kemal Tahir,
Kasımpaşa Cezayirli Hasan Rüştiyesi’nde okumuş, 1923’te ortaöğrenimini
tamamlamış ve Galatasaray Lisesi’ne girmiştir. Galatasaray Lisesi’nin onuncu
sınıfına kadar okumuştur. Kemal Tahir, 1930’ların başlarında şiirle meşgul olmuş,
Nâzım Hikmet’in şiirlerinden etkilenmiştir. 1935-1940 yılları arasında çeşitli
Kemal Tahir, romancı gazetelerde çalışmış, bu arada hikâyeler, kısa mizahi romanlar ve şiirler yazmıştır.
olmasının yanı sıra özgün 1940’ların başlarından itibaren roman yazmaya başlamıştır. Kemal Tahir, 1938-1950
yetkin bir teorisyendir. yılları arasında hapis yatmıştır. Kemal Tahir’in Anadolu’daki (Çankırı, Malatya,
Onu herhangi bir “izm” Çorum ve Nevşehir cezaevindeki) mahpus hayatı, Anadolu insanını tanımasını ve
ve ideoloji içinde onun farklı özelliklerini keşfetmesini sağlamıştır. 1950 yılındaki “genel af”la tahliye
değerlendirmek
edilmiştir. 1950’den itibaren Esir Şehrin İnsanları; Rahmet Yolları Kesti; Köyün
mümkün değildir.
Kamburu; Esir Şehrin Mahpusu; Yorgun Savaşçı; Devlet Ana; Bozkırdaki Çekirdek;
Kurt Kanunu; Yol Ayrımı adlı romanlarını yayımlamıştır. Kemal Tahir, 21 Nisan
1973’te ölmüştür (Kızılçelik, 2012). Kemal Tahir’in söz konusu romanlarının yanı
sıra kuramsal fikirlerini içeren 15 ciltlik Notlar adlı eseri vardır.
Kemal Tahir, dünya çapında büyük bir sosyal teorisyendir. Baykan Sezer’in
deyişiyle, Kemal Tahir, Marx kadar önemli bir yazardır (Sezer, 1991b). Kemal Tahir,
kalıplara, şablonlara ve etiketlere göre düşünmenin bir kolaylık, hatta bir
kaytarmacılık olduğunu ileri sürmüştür (Kemal Tahir, 1992a). Kemal Tahir,
toplumumuzda üstü örtülen konuları tartışmaya açmış, tabulaştırılan her şeye
eleştirel yaklaşmıştır (Kızılçelik, 2012). Kemal Tahir, kendi işinin, Türk toplumunun
temel meselelerinin bulunduğu yerde olduğunu ifade etmiştir (1992b). Kemal
Tahir, Türk insanı üzerine kafa yormuş, “Türk insanının cevherini bulmak” ile
uğraşmıştır (Kemal Tahir, 1989b). Kemal Tahir, Türk insanının tarihteki ve
günümüzdeki onurlu yerini savunmuş, toplumumuzun çıkarına olan çözümler peşine
Baykan Sezer
Baykan Sezer, 1939’da Malatya’da doğmuştur. Babası Malatya Devlet
Hastanesi Başhekimi iken 1942’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki
doçentlik sınavını kazanınca İstanbul’a yerleşmişlerdir. Baykan Sezer, Cağaloğlu
Büyük Reşit Paşa İlkokulu’nu bitirmiş, 1950’de Galatasaray Lisesi’ne sınavla
girmiştir. 1959 yılında Galatasaray Lisesi’nden mezun olmuştur. 1960’da yurtdışı
sınavını kazanarak Fransa’ya gitmiş, 1960-1965 yılları arasında Paris’te
bulunmuştur. Baykan Sezer, Cezayir Bağımsızlık Savaşı ve Cezayir’in bağımsızlığını
kazandığı yıllarda Paris’te olmasının ilgi alanının ve sosyolojik görüşlerinin
belirlenmesinde etkili olduğunu belirtmiştir. Cezayir Savaşı nedeniyle Doğu
toplumlarına dönük tartışmalara ilgi duymuştur. Baykan Sezer, Fransa dönüşünde
Kemal Tahir ile diyalog kurmuştur (Sezer, 2004a; 2004b; Köktürk, 2013). Baykan
Sezer, 1968’de İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuş, aynı
bölümde 1971’de sosyoloji doktorasını tamamlamış, 1972’de ise aynı bölüme
asistan olarak girmiştir. 1976’da sosyoloji alanında doçent, 1988’de profesör
olmuş, 1998’de ise emekliye ayrılmıştır (Eğribel ve Özcan, 2004). Baykan Sezer, 7
Eylül 2002’de vefat etmiştir. Onun ana eserleri şunlardır: Asya Tarihinde Su Boyu
Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları; Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı; Sosyolojinin
Ana Başlıkları; Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları; Doğu-Batı İlişkileri Açısından Batı
Tarımı; Sosyolojide Yöntem Tartışmaları.
Ertan Eğribel
Kendisinin bana (Sezgin Kızılçelik’e) verdiği kısa biyografiye göre, Ertan
Eğribel, 1957’de Samsun’da doğmuştur. Gazi Osman Paşa İlkokulu, Mithatpaşa
Ortaokulu ve 19 Mayıs Lisesi fen bölümünü Samsun’da bitirmiştir. 1980’de
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. 1984’te Niçin
Arabesk Değil? Kitabını yayımlamıştır. Baykan Sezer yönetiminde 1987’de yüksek
Doğu-Batı çatışması
kuramının yaşayan dört lisansını, 1990’da ise doktorasını tamamlamıştır. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi
temsilcisi vardır. Bunlar, Sosyoloji Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak çalışmaya başlamıştır. 1994’te
Ertan Eğribel, Hacı Resim Sanatı ve Türk Resminde Batılılaşma Eğilimleri kitabını yayımlamıştır.
Bayram Kaçmazoğlu, 1997’de sosyoloji doçenti, 2008’de ise sosyoloji profesörü olmuştur. Hâlen
Sezgin Kızılçelik ve Ufuk İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalışmaktadır. Baykan Sezer’in
Özcan’dır. ölümünün ardından Sosyoloji Yıllıkları’nın yayınını Ufuk Özcan ile birlikte
sürdürmüştür. Eğribel, Sosyologca, Tarih ve Uygarlık İstanbul dergilerini çıkarmış
ve Ufuk Özcan ile birlikte editörlüğünü yapmıştır. Eğribel’in 150’nin üzerinde
makalesi bulunmaktadır.
Eğribel, Kemal Tahir ile Baykan Sezer’i önemsemiştir. Eğribel’e göre, Kemal
Tahir ve Baykan Sezer, sömürgeci Batı’nın saldırıları karşısında Türkiye’nin
özgüvenini ve özellikle de direniş geleneğini temsil eden 20. yüzyılın büyük Doğu
devrimcileri ve düşünce insanlarıdır (Eğribel, 2003b). Eğribel, Kemal Tahir-Baykan
Sezer ekolünün en etkili savunucularından biridir.
Eğribel, sosyolojiyi toplumların kendileri ve kendi kimlikleri üzerinde bir
bilinçlenme şekli olarak tanımlamıştır (Eğribel, 2005). Eğribel (2010a), sosyolojinin
varlık sebebinin toplum problemleri üzerinde bilinçlenmek olduğunu söylemiştir.
Bu çerçevede, Eğribel, Türk toplumu ve tarihi üzerine bilinçlenmemizi sağlayacak
Türk sosyolojisini ön plana çıkarmıştır. Eğribel, Türk sosyolojisinde metot
konusuna ehemmiyet vermiştir. Eğribel (2010b; 2005), Türk sosyolojisinin
disiplinler arası bir metot geliştirdiğine, bu çerçevede, tarih ile kurduğu yakın
ilişkilere dikkat çekmiş, ayrıca Türk sosyolojisinin arkeoloji ve sanat tarihi ile
ilişkisinin gerekliliğini vurgulamıştır.
Eğribel, Türk sosyolojisinin Türk toplumunu açıklarken dünyayı da açıklamak
zorunda olduğunu bildirmiştir. Eğribel, Türk sosyolojisini, toplumlar arası ilişki ve
değişmeleri belirleyen ilişki (Doğu-Batı çatışması) çerçevesinde ele almıştır
(Eğribel, 2005). Toplumlar arası ilişkilerin en genel ifadesi, Doğu-Batı çatışmasıdır.
Toplumların yerleri, söz konusu çatışma içinde belirlenir (Eğribel, 2003b).
Eğribel’in bir başka orijinal yönü, Türk müziği, çizgi roman, resim sanatı gibi
alanlarda Türkiye’de ilk sosyolojik çalışmaları yapmış olmasıdır. Eğribel’in özellikle
müzik olgusu üzerine görüşleri ilgi çekicidir. O, müzik ve sosyal kimlik arasındaki
bağlantıya odaklanmıştır. Müzik ve Türk müziğini Doğu-Batı çatışması teorisi
Ertan Eğribel, Kemal açısından tahlil etmiştir (Eğribel, 1984; 2006). Eğribel, aynı zamanda, Türkiye’de
Tahir-Baykan Sezer 1980’lerde ön plana çıkan ve etkisi günümüze kadar devam eden arabesk müziğin
ekolünün gelişmesinde doğru sosyolojik yorumunu yapmış ilk sosyologumuzdur. Eğribel (1984), arabesk
en büyük rolü oynamış müziği, bir toplum olayı, kültür ve kimlik meselesi olarak ele almıştır. Arabesk
önemli bir yerli
müzik ile Batılılaşma arasındaki ilişkiyi sorgulamıştır. Eğribel (1984; 2006), arabesk
sosyologumuzdur.
müziğe kimliğini kazandıran ana temalar olarak alternatifsizlik (kuralsızlık), dış
dinamik (felek, isyan ve ölüm gibi) ve kültür ikiliğinden (yabancılaşma ve çilecilik
gibi) söz etmiştir.
Kısaca, Eğribel, Türk sosyolojisi, Doğu-Batı çatışması, sosyolojide yöntem,
sanat, edebiyat ve müzik alanlarında ciddi eserlere imza atmış, kalburüstü bir yerli
sosyologumuzdur. Eğribel, Kemal Tahir-Baykan Sezer çizgisinin tanınması ve
yaygınlık kazanması için büyük bir mücadele vermiştir.
Ufuk Özcan
Kendisinin bana (Sezgin Kızılçelik’e) verdiği kısa biyografiye göre, Ufuk
Özcan, 1965’te Niğde’de doğmuştur. Niğde 23 Nisan İlkokulu’nu bitirmiştir.
1979’da Atatürk Ortaokulu’ndan, 1982’de ise Niğde Lisesi’nden, 1988’de ise
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. 1990’da aynı
bölümde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. İstanbul Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü’nde 1991’de yüksek lisansını, 1996’da ise doktorasını yapmıştır.
Doktora tezini, Ahmet Ağaoğlu ve Rol Değişikliği: Yüzyıl Dönümünde Batıcı Bir
Aydın adıyla yayımlamıştır. 1999’da yardımcı doçent, 2009’da ise sosyoloji doçenti
olmuştur. Hâlen İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde akademisyen olarak
çalışmaktadır. Sosyoloji Yıllığı; Sosyologca; Tarih ve Uygarlık İstanbul Dergisi'nin
editörlüğünü Ertan Eğribel ile birlikte üstlenmiştir. Bir kısmı Ertan Eğribel ile ortak
olmak üzere toplam 80 makalesi bulunmaktadır.
Özcan, eserlerinde ağırlıklı olarak, Türk sosyolojisine yer vermiştir. Özcan
(2010a), Türk sosyolojisini önemsemesinin kaynağında, öncelikle Türkiye’nin
problemlerine yönelik ilgisinin bulunduğunu belirtmiştir. Özcan, Türk sosyolojisinin
özgün damarının 1960’ların düşünce ortamında Kemal Tahir ve Baykan Sezer’in
Ufuk Özcan, Ertan farklılaşan yerli yaklaşımlarının olduğunu bildirmiştir. Özcan, Kemal Tahir ve
Eğribel ile ortaklaşa Baykan Sezer’in modernleşme kuramına ve Türk Batılılaşmasına köklü eleştiriler
yazdıkları yazılarında yönelterek Türk sosyolojisinin çatısını oluşturduklarını öne sürmüştür. (Özcan,
Doğu-Batı çatışması 2010b). Özcan, Kemal Tahir-Baykan Sezer düşünce sistemini önemsemiştir. Özcan,
kuramının gelişiminde
günümüzde yalnızca Türkiye’nin değil, bütün dünyanın bir fikir bunalımı yaşadığını
etkili olmuş, Türk
toplumunun sorunları bildirmiştir. Özcan, bu bunalımı aşmak için Kemal Tahir’den Baykan Sezer’e gelişen
üzerine düşünmüştür. çizgide önemli bir birikim elde etmiş olan Türk düşüncesinin rolüne ve önemine
vurgu yapmıştır (Özcan, 2003).
genişletmeye çalışmış, Batı sosyoloji tarihinde yer verilmeyen Francis Bacon, René
Descartes ve Thomas Hobbes’un sosyal teorilerini Sosyoloji Tarihi 2 eserinde ele
almıştır (Kızılçelik, 2011). Bunun yanı sıra, Kızılçelik, Sosyoloji Tarihi 1 eserinde, İbni
Haldun, Machiavelli, Montesquieu ve Rousseau’nun sosyal teorilerini (Kızılçelik,
2006); Sosyoloji Tarihi 3 kitabında, Saint-Simon, Comte, Spencer, Le Play ve
Tocqueville’in sosyal teorilerini (Kızılçelik, 2016a); Sosyoloji Tarihi 4 isimli yapıtında
ise, Hegel, Proudhon, Marx, Durkheim, Weber ve Veblen’in sosyal teorilerini
(Kızılçelik, 2017) detaylı bir biçimde tahlil etmiştir. Kızılçelik, ayrıca Batılı sosyoloji
kuramlarını üç ciltlik eserinde analiz etmiştir (Kızılçelik, 1992; 1994; 1996). Kızılçelik,
Batı sosyolojisi üzerine düşünmüş, onun mantığını ve politik gövdesini sorgulamış
(Kızılçelik, 2009), onu “burjuva sosyolojisi” ve “Marx’ın sosyolojisi” olarak iki
parçaya ayırarak analiz etmiş, onlara eleştirel yaklaşmıştır (Kızılçelik, 2007a;
2007b). Kızılçelik’in Batı sosyolojisine bu denli ayrıntılı yoğunlaşmasının ana
sebebi, Doğu-Batı çatışmasının ana taraflarından biri olan Batı’yı doğru anlamaktır.
Kızılçelik, felsefe ve sosyal bilimlerin birbirlerinden ayrılmasına, sosyal
bilimlerin kendi içlerinde uzmanlaşmasına karşı çıkmış, sorunlara disiplinler arası
bir çerçeveden yaklaşmış, sosyal bilimleri yeniden yapılandırmaya girişmiştir
(Kızılçelik, 2001; 2004b). Kızılçelik, bu çabasıyla Doğu-Batı çatışması kuramının
disiplinler arası karakterini ön plana çıkarmayı hedeflemiştir.
Kızılçelik, Batı sosyolojisinin yanı sıra Türk sosyolojisine de kafa yormuştur.
Kızılçelik, Türk toplumunu Batı sosyolojisine göre açıklamaya çalışan ana eğilimi
sorgulamıştır (Kızılçelik, 2008). Batıcı sosyologlarımız, olaylara ve sorunlara dar
kalıplardan, Batı sosyolojisinin penceresinden baktıklarından, Türk toplumunu ve
tarihini yeterince idrak edememişlerdir (Kızılçelik, 2012). Kızılçelik’e göre, Batı
toplumlarından farklı özellikler taşıyan Türk toplumunu açıklayabilecek bir Türk
sosyolojisine ihtiyaç vardır (Kızılçelik, 2004a). Çünkü Batı’dan ayrı bir gelişme
çizgisi izleyen toplumumuzun kendine özgü yapısı ve gerçekleri vardır. Batı’nın
çıkarlarını koruyan, onun üstünlüğünü savunan ve Batı ideolojisini yansıtan Batı
sosyolojisi, Türkiye’nin çıkarlarına terstir. Batılı sosyoloji kuramları, Türkiye’yi
anlayamaz ve onun sorunlarını belirleyemez (Kızılçelik, 2004a). Kısaca, Kızılçelik’e
göre, Türk toplumunu tahlil etmek için Batılı teoriler bir çıkış yolu değildir. Batı
sosyolojisi, Türk toplumunun geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki yerini
açıklayamaz. Türk sosyolojisinin kaynağı, Türk toplumu ve tarihidir (Kızılçelik,
2005a). İşte, tüm bunlardan dolayı, Kızılçelik’e göre, Türk toplumuna özgü bir
kuram, Türk düşünce sistemi ve tarihinden hareket edilerek oluşturulabilir.
Diğer yandan Kızılçelik, Batı uygarlığını, “Batı barbarlığı” ve “Batı bataklığı”
olarak okumuştur. Kızılçelik, yaygın söylemin aksine, Batı’nın uygar değil, barbar
olduğunu iddia etmiştir. Batı barbarlığını ve bataklığını, yani Batı’nın yayılmacı ve
talancı olduğunu, despotluğa, köleleştirmeye ve akıldışılığa dayandığını Batı
Batı, tarihsel derinliği çok kuvvetli sözcüklerdir. Toplumların bir küme içinde
görülmesi ve bir “taraf”a mensubiyet açısından tarif edilmesi, tarihin ilk
dönemlerinden bugüne kadar varlığını sürdüren bir eğilimdir. Antik Çağ’da
“Yunan-barbar”, Orta Çağ’da “hilal-salip”, günümüzde ise “geleneksel-modern”
ayrımları, Doğu-Batı farklılığına vurgu yapan ayrımlardır (Özcan, 2004). Doğu ve
Batı birbirleriyle çatışmaya dayalı karşılıklı ilişkiler içinde kimliklerini kazanmıştır.
Uygarlıkların ana nitelikleri, bu çatışmanın (Doğu-Batı çatışması) bir ürünüdür
(Eğribel, 2010b). Doğu-Batı çatışması, dünya tarihinin kaderine tesir etmiş,
toplumların gelişmelerini bütün yönleriyle belirlemiştir (Sezer, 1981).
Resim 14.2. Baykan Sezer’in bir kitabı: Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Doğu-Batı çatışması kuramının dayanakları arasında olan Siyasetnâme
aşağıdakilerden hangisine aittir?
a) Cevdet Paşa
b) Nizamülmülk
c) Naima
d) Namık Kemal
e) Yusuf Has Hacip
Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.a, 4.c, 5.e, 6.a, 7.d, 8.b, 9.c, 10.e
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Çakı, F. (2013). “Medeniyetler Çatışması mı, Doğu-Batı Çatışması mı?: S. P.
Huntington ve Baykan Sezer Karşılaştırmasına Dair Bir Deneme”. TYB
Akademi. Sayı: 9.
Eğribel, E. (1984). Niçin Arabesk Değil? İstanbul: Süreç Yayıncılık.
Eğribel, E. (2003a). “Kemal Tahir’de Roman ve Toplum Gerçeği Açısından Yöntem”.
Sosyoloji Yıllığı-Kitap 10: Kemal Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına. E.
Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2003b). “Kemal Tahir ve Sosyalizm”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 10: Kemal
Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.).
İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2004). “1960’ların ve Günümüz Sosyoloji/Sosyalizm Tartışmaları
Açısından Baykan Sezer’in Tarihte Yunanlılık Tezinin Önemi”. Sosyoloji
Yıllığı-Kitap 11: Baykan Sezer’e Armağan, Baykan Sezer ve Türk Sosyolojisi.
E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2005). “Sosyolojide Yöntem Sorunları: Türk Sosyolojisinin Arkeoloji ve
Sanat Tarihi ile İlişkisinin Gerekliliği Üzerine”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 12:
Tarihte Doğu-Batı Çatışması. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul:
Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2006). Debates on Music in Turkey. İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2010a). “Türk Sosyolojisinin Önündeki Engeller ve Çalışma Biçimimiz
Üzerine: Kuramda ve Pratikte Özgür Birliktelik”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 20:
Türk Sosyologları ve Eserleri I . E. Eğribel ve U. Özcan (Ed.). İstanbul: Kitabevi
Yayınları.
Eğribel, E. (2010b). “Türk Sosyolojisinin Olanakları Üzerine Yeniden Düşünmek:
Türk Sosyolojisi Geleneği ve Mirasımız Üzerine”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 20:
Türk Sosyologları ve Eserleri II. E. Eğribel ve U. Özcan (Ed.). İstanbul: Kitabevi
Yayınları.
Eğribel, E. (2012). “Doğu-Batı Çatışmasında İran ve Türk Kimliğinin Ortak ve Farklı
Rolleri”. Tarih ve Uygarlık- İstanbul Dergisi. Sayı: 1-2.
Eğribel, E., Özcan, U. (2003). “Kemal Tahir ve Türk Romanı”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap
10: Kemal Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına. E. Eğribel ve U. Özcan
(Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.