You are on page 1of 337

ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ KURAMLARI

Bu kitabın, basım, yayım ve sa ş hakları Atatürk Üniversitesi’ne ai r. Bireysel öğrenme


yaklaşımıyla hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. Atatürk Üniversitesi’nin izni
alınmaksızın kitabın tamamı veya bir kısmı mekanik, elektronik, fotokopi, manye k kayıt veya
başka şekillerde çoğal lamaz, basılamaz ve dağı lamaz.

Copyright ©2014

The copyrights, publica ons and sales rights of this book belong to Atatürk University. All rights
reserved of this book prepared with an individual learning approach. No part of this book may
be reproduced, printed, or distributed in any form or by any means, techanical, electronic,
photocopying, magne c recording, or otherwise, without the permission of Atatürk University.

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ

ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ KURAMLARI

ISBN: 978-975-442-559-8

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI

ERZURUM
1. İşlevselcilik 4
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

2. Çatışma Kuramı 28
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

3. Yapısalcılık 50
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

4. Eleştirel Kuram 72
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

5. Sembolik Etkileşimcilik 95
Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

6. Sosyal Alışveriş Kuramı 118


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

7. Modernleşme Kuramı 140


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

8. Bağımlılık Kuramı 164


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

9. Postmodern Kuram 189


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

10. Post-Endüstriyel Toplum Kuramı 212


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

11. Beden Kuramı 236


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

12. Post-Yapısalcılık 260


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

13. Yapılaşma Kuramı 286


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

14. Doğu-Batı Çatışması Kuramı 311


Prof. Dr. SEZGİN KIZILÇELİK

Editör
İŞLEVSELCİLİK

ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
• İşlevselciliğin Kökleri
İÇİNDEKİLER

• İşlevselciliğin Ana İsimleri KURAMLARI


• İşlevselciliğin Anahtar Terimleri Prof. Dr. Sezgin
• İşlevselciliğin Temel Tezleri
• İşlevselciliğin Eleştirisi KIZILÇELİK

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Çağdaş sosyolojinin ana
HEDEFLER

kuramlarından biri olan işlevselcilik


hakkında bir fikir edinebilecek,
•İşlevselciliğin sosyolojideki yeri ve
önemi konusunda bilgi sahibi
olabilecek,
•Sosyolojide öne çıkan diğer
kuramlar, özellikle de çatışma ÜNİTE
kuramı, yapısalcılık ve yapılaşma
kuramını daha iyi
anlayabileceksiniz.
1
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
İşlevselcilik

Sosyoloji

Auguste Comte Sosyal statik

Sosyal dinamik

Sosyal organizma
Herbert Spencer
Sosyal evrim

Mekanik dayanışma

Emile Durkheim Organik dayanışma

Sosyal olgu
İŞLEVSELCİLİK

Biyolojik ihtiyaç

Sosyal kurum
Bronislav Kaspar Malinowski
Kültür

İşlev

Sosyal sistem

Kültürel sistem

Talcott Parsons Kişilik sistemi

Sosyal bütünleşme

Sosyal düzen

Anomi
Robert King Merton
Bozuk işlev

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 52


İşlevselcilik

GİRİŞ
Gündelik hayatta kullandığımız her alet, araç ve gereç bir işleve sahiptir.
Örneğin, çekicin işlevi, tahtaya ya da duvara çivi çakmamıza yardım etmektir.
Süpürge, evimizi ya da işyerimizi süpürmemizi sağlar. Vücudumuzu meydana
getiren her organın bir işlevi vardır. Kalbin işlevi, kan dolaşımını sağlamak ve
vucuda kan pompalamaktır. Gözün işlevi, görmek, dilin işlevi ise konuşmaktır.
Hayatımızı biçimlendiren her adet ya da gelenek bir işleve sahiptir. Sözgelimi,
düğünün işlevi, insanları bir araya getirmek ve ilişkilerinin kuvvetlenmesini
sağlamaktır. İdeolojiler, bireyleri bir arada tutma işlevi üstlenir. Dinin ve ahlakın
işlevi, sosyal bütünleşmeyi sağlamaktır. Kısaca, doğada ve toplumda işlevsiz hiçbir
şey yoktur. Sosyoloji, insandan ve toplumdan kopuk olmadığına göre, toplumu
oluşturan unsurların (sosyal kurumların) işlevlerine vurgu yapması kaçınılmazdır.
İşte, çağdaş sosyolojide toplumu “işlev” açısından çözümleyen ana kuram,
işlevselciliktir.
İşlevselcilik, çağdaş sosyolojide temel kuramlardan (teorilerden) biridir.
İşlevselcilik, çağdaş sosyolojinin ana damarını oluşturur. Çağdaş sosyoloji
İşlevselcilik, sosyoloji kuramları deyince, akla ilk önce işlevselcilik gelir. İşlevselcilik, “sosyolojiyle eş
ile eşdeğer kabul anlamlı sayılan” bir kuram olma özelliğine sahiptir (Davis, 1959). Kingsley Davis’e
edilen bir kuramdır. göre, sosyoloji, işlevselciliktir. Çünkü sosyoloji, işlevselciliğin özünü teşkil eden
“toplumlar gerçektir ve bütünleşmiştir” temel önermesinden hareket eder (Adams
ve Sydie, 2002). İşlevselcilik, çağdaş sosyoloji kuramları içinde en başat kuram
olma özelliğine sahiptir. 20. yüzyıldaki sosyolojik kuram ve araştırmalarda
işlevselcilik hâkimdir (Abrahamson, 1990). Hatta bazı sosyologlar, sosyolojik
çözümleme ile işlevselci çözümlemeyi bir tutmuşlardır. Mesela, Amerika’da
sosyoloji öğrencilerinin çağdaş sosyoloji kuramları konusunda okumaları
gerekenlerin büyük kısmını, işlevselciliğin ana isimlerinden Talcott Parsons ve
Robert King Merton’ın eserleri teşkil eder (Wallace ve Wolf, 2004).
Bu bölümde, işlevselciliğin kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel
tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

İŞLEVSELCİLİĞİN KÖKLERİ
İşlevselciliğin kökleri, sosyolojide organizmacı anlayışa uzanır. Sosyolojide
organizmacı görüş, toplumu bir organizma gibi ele alır, organizmanın yapısı, işleyişi
ve onu meydana getiren organların işlevlerinden yola çıkarak toplumun yapısını ve
işleyişini anlamaya çalışır. Appelbaum’un deyişiyle, işlevselcilik, esasında parçaları
arasındaki karşılıklı ilişki sebebiyle, benzetme vasıtasıyla yaşayan organizmaya
yönelir. Her unsur, bütünün başarıyla işlemesi için son derece gereklidir, yani
işlevseldir (Appelbaum, tarihsiz: 94). İşlevselcilik, çeşitli disiplinlerde (biyoloji, tıp,
psikoloji gibi) var olan, sosyolojide ise Auguste Comte ve Herbert Spencer ile
gündeme gelen bir genel kuramsal görüştür (Warshay, 1975). İşlevselcilik,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 63


İşlevselcilik

sosyolojiye doğa bilimlerinden, bilhassa biyolojiden uyarlanmıştır. İşlevselciliğin


kökeninde sosyolojide organizmacı görüşün öncülüğünü yapmış olan Comte’un ve
Spencer’ın fikirleri vardır. Comte ve Spencer, toplumu bir organizma ve bir sistem
gibi ele almışlar, kendilerinden sonra gelen Emile Durkheim’ı etkileyerek
işlevselciliğin temellerini atmışlardır.

Auguste Comte
Comte (1798-1857), 1830 yılında sosyoloji terimini ilk kez kullanan kişidir.
Comte, aynı şekilde pozitivizm terimini de Fransızca’ya 1830’dan itibaren sokan
sosyologdur (Williams, 2007). Comte, sosyoloji ve pozitivizm terimlerini icat eden
sosyologdur. Pozitivizm ve sosyoloji sözcüklerini tamamıyla Comte’a borçluyuz.
Comte’un eserlerinde, sosyolojinin doğuşu pozitivizmin insan düşüncesindeki
zaferinin bir işareti olarak görüldüğü için ikisi çok yakın ilişkilidir (Giddens, 1990).
Comte, sosyolojinin isim babasıdır. Önceleri “sosyal fizik” dediği bilime daha sonra
“sosyoloji” adını vermiştir. Böylece, Comte ve sosyoloji birlikte anılır olmuştur.
Benzer bir biçimde pozitivizm sözcüğü de Comte’un adıyla eşanlamlı olmuştur
(Larson, 1986). Pozitivizm, tarihsel süreç içinde oluşagelmiş farklı düşünce
İşlevselciliğin arka
biçimlerine tepki gösteren, bilhassa da teolojik ve metafizik açıklamaları yadsıyan,
planında Auguste
Comte’un ve Herbert buna karşın gözlemlenebilir somut olguları esas alan ve sosyolojiyle bağlantılı olan
Spencer’ın sosyolojik akımdır (Kızılçelik, 1996). Comte’a göre, sosyolojiye bilimsel kimliğini pozitivizm
fikirleri vardır. kazandırmıştır. Daha açık bir deyişle, Comte, sosyolojiyi bir doğa bilimi gibi
görmüştür. Sosyolojinin metodunu doğa bilimlerinin yöntemi üzerine bina
etmiştir. Doğa bilimlerinin metot ve tekniklerinin sosyolojide de kullanılabileceğini
öne sürmüştür.
Comte’a göre, sosyoloji, doğa bilimlerine zorunlu olarak tabidir. Sosyolojinin
konusu olan sosyal olgular, doğa bilimlerinin yasalarına bağlıdır. Sosyoloji, olgular
arası ilişkileri açıklamayı matematikten; gözlem tekniğini ve varsayım kurmayı
astronomiden; deney tekniğini fizikten; olgular arası bağ kurma, onları tasnifleme
ve sentezlemeyi kimyadan; sosyal olguların statik ve dinamik yönlerini izah etmeyi
biyolojiden almıştır. Comte’un bilim sınıflamasında yer alan temel altı bilim
sırasıyla şunlardır: Matematik, astronomi, fizik, kimya, biyoloji ve sosyoloji
(Kızılçelik, 2009). Bilimler alanındaki ilerleme, belli bir sıraya göre, yani en genel, en
soyut ve en basit durumdan en özel, en somut ve en karmaşık olana doğru
gerçekleşir (Comte, 2001).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 74


İşlevselcilik

Comte’a göre, bilimler, insanlar ve toplumlar, “üç aşama yasası”na tabidir.


Üç aşama yasasına göre, toplumlar, teolojik (dinsel) aşamadan metafizik aşamaya
(soyut) oradan da pozitivist aşamaya (somut) geçerler (Kızılçelik, 1992). Ona göre,
Sosyolojinin isim babası önemli olan bilimin ve endüstrinin egemen olduğu pozitivist aşamadır.
ve kurucusu Auguste
Comte, toplumun Pozitivizm ve sosyoloji, pozitif aşamada öne çıkan toplumun (endüstri
uyumuna ve düzenine toplumunun) düzenini korumak ve onu ilerletmek zorundadır. Comte’un
vurgu yapması nedeniyle pozitivizmi, “ilke olarak sevgi, esas olarak düzen, hedef olarak ilerleme” olarak
işlevselciliğin gelişiminde formüle etmesi (Comte, 1986), elbette ki boşuna değildir. Bu çerçevede Comte,
etkili olmuştur. sosyolojiyi birbirleriyle bağlantılı iki parçaya bölmüştür: Sosyal statik ve sosyal
dinamik. Sosyal statik, sosyal yapıyı ve düzeni, sosyal dinamik ise, sosyal değişmeyi
ve ilerlemeyi inceler. Comte, sosyolojiyi, sosyal statik ya da insan toplumunun
kendiliğinden vücuda gelen düzen teorisi ve sosyal dinamik ya da insan
toplumunun doğal ilerleme teorisi olarak incelemiştir (Comte, 1858). Comte’un
sosyolojisinde sosyal statiğin özü, uyum, konsensüs ve dayanışmaya dayalı düzen
iken, sosyal dinamiğin esası, toplumun gelişimine ve evrimine vurgu yapan
ilerlemedir (Zeitlin, 1987; Timasheff, 1967). Comte, düzeni ve ilerlemeyi birbiriyle
ilişkilendirmiştir: “İlerleme düzenin gelişmesidir” (Comte, 1986). Kısaca, Comte,
sosyal statiğin analizinde, işlevselcilerin birçok fikrini öngörmüştür. Comte,
toplumun parçalarıyla (yapılarla), onların işlevde bulunma şekilleri ve onların daha
büyük toplumla (işlevsel) ilişkileriyle ilgili bir bakış açısı geliştirmiştir. Comte,
toplumun parçalarını ve bütünlüğünü, bir uyum durumunda görmüştür. Onun bu
uyum düşüncesi, işlevselciler tarafından denge kavramına dönüştürülmüştür
(Ritzer, 2013).

Herbert Spencer
Spencer (1820-1903), sosyolojinin kurucularındandır. Spencer’in kuramı,
organik-evrimcidir. Bu yönüyle, Comte’un toplumu sosyal statik ve sosyal dinamik
olarak ikiye ayırmasıyla benzerlik gösterir. Onun temel ilgisi, toplumun sosyal
evrim sürecini incelemektir (Kinloch, 1977). Spencer, sosyoloji araştırmasını, en
karmaşık şekliyle evrimin araştırılması olarak betimlemiştir (Ritzer, 2013).
Spencer’a göre, sosyal evrimi inceleyen ve toplumun yasalarını bulmaya çalışan
sosyoloji, biyolojiye bağımlıdır. Çünkü doğanın yasalarıyla toplumun yasaları
aynıdır (Spencer, 1961). Spencer, biyolojik dünyayı açıklamaya dönük olan evrim
kuramının sosyal dünyanın açıklanmasında kullanılabileceğini iddia etmiştir. Bu da,
Spencer’in sosyoloji tarihinde toplumun evrimi üzerine yoğunlaşmış bir sosyal
evrimci teorisyen olarak değerlendirilmesine yol açmıştır (Spencer, 1974).
Spencer’a göre, evrim, maddenin tamamlanması ve hareketin dağılmasıdır. Evrim,
belirgin olmayan ve birbirini tutmayan bir homojenlikten, belirgin ve birbirini
tutan bir heterojenliğe geçiş sürecidir (Spencer, 1947a; 1947b).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 85


İşlevselcilik

Spencer, toplumun organik modeli anlayışını, biyolojik organizmadan


hareketle geliştirmiştir. Spencer’a göre, nasıl ki biyoloji bütün organizmalarda
bulunan işlev, yapı ve gelişimin belirli özelliklerini keşfetmeye çalışıyorsa, sosyoloji
de toplumun belirli sosyal işlev, yapı ve gelişme gerçekliğini bilmelidir (Spencer,
1961). Spencer’a (1961) göre, bireysel organizma ve sosyal organizma arasında
İşlevselciliğin öncü benzerlik vardır. Spencer, bireysel organizmayla sosyal organizma arasında yakın
isimleri arasında Emile bağların olduğunu iddia etmiştir. Örneğin, bireysel ve sosyal organizmalar
Durkheim, Bronislav
gelişimleri bakımından benzerlikler gösterir (Spencer, 1974). Spencer’e göre,
Kaspar Malinowski,
Talcott Parsons ve Robert organizma ve toplum arasında gelişme, yapı ve farklılaşma bakımlarından
King Merton ön plana benzerlikler vardır (Coser, 1977). Spencer’a göre, hem bireysel organizma hem de
çıkmaktadır. sosyal organizma (toplum) büyür ve gelişir. Örneğin, bir bebek büyür, yetişkin bir
insan olur. Küçük bir topluluk ya da devlet büyür, bir imparatorluk olur. Yine, hem
bireysel organizma hem de toplumun büyüklüğü arttıkça, yapılarındaki karmaşıklık
da artar. Ayrıca, bireysel ve sosyal organizma olarak toplumun yapılarında
ilerleyen farklılaşma, her ikisinin işlevlerinde ilerleyen farklılaşmayla benzerlik
gösterir (Kızılçelik, 1994). Kısaca, Spencer, Sosyal Statik adlı eserinde, işlevselciliğin
ilk örneklerini sergilemiştir. Spencer, toplumların, tıpkı bireyler gibi, hayatlarını
sürdürebilmeleri için gerekli ihtiyaçları karşılamak amacıyla ortaya çıkan ve
varlığını sürdüren uzmanlaşmış organlara sahip olduklarını öne sürmüştür.
Spencer, makro sosyal olguların yapılarını ve işlevlerini analiz edecek bir perspektif
sunmuştur (Turner, Beeghley ve Powers, 2010).

İŞLEVSELCİLİĞİN ANA İSİMLERİ


İşlevselciliğin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde çok sayıda sosyologun rolü
olmuştur. Bunlar arasında Emile Durkheim (1858-1918), Bronislaw Kaspar
Malinowski (1884-1942), Talcott Parsons (1902-1979) ve Robert King Merton
(1910-2003) ayrıcalıklı bir konuma sahiptirler. İşlevselcilik, söz konusu sosyologlar
tarafından geliştirilmiş bir sosyoloji kuramıdır.

Emile Durkheim
Durkheim, 1858’de Fransa’da doğmuştur. Ecole Normale’den 1882’de
mezun olmuştur. 1882-1887 yılları arasında Paris’in çeşitli liselerinde felsefe
öğretmenliği yapmıştır. Bu arada Durkheim, bilimsel incelemeler yapmak için
Almanya’ya gitmiş ve Wilhelm Wundt’un laboratuarında çalışmıştır. 1887’den
itibaren Bordeaux Üniversitesi’nde pedagoji dersleri vermeye başlamıştır. 1893’te
doktora tezini (Toplumsal İşbölümü’nü) tamamlamıştır. Ardından Toplumbilimsel
Yöntemin Kuralları; İntihar: Toplumbilimsel İnceleme; Dini Hayatın İlkel Biçimleri
adlı sosyolojinin klasikleri hâline gelen eserlerini yayımlamıştır. Birinci Dünya
Savaşı’nda oğlunu ve birçok meslektaşını kaybetmiştir. Durkheim, 1917’de
ölmüştür (Kızılçelik, 1992).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 96


İşlevselcilik

Durkheim, Fransız sosyoloji ekolünün kurucusu olarak tarihe mal olmuştur


(Coenen-Huther, 2013). Durkheim, Sosyoloji Kürsüsü’ne atanan ilk profesyonel
akademik Fransız sosyologu olma ayrıcalığına sahiptir. Durkheim, sosyolojiyi bir
meslek olarak görmüştür. O, akademik topluluğa, tek başına, sosyolojiyi tam ve
bilimsel bir disiplin olarak kabul ettirmiştir. Sosyolojinin değerlendirilmesini
sağlayan ölçütleri koymuş, 1895 senesinde sosyolojiyle ilgili ilk kapsamlı
metodolojik incelemeyi yayımlamıştır (Swingewood, 1998). Durkheim, geliştirdiği
sosyolojik metodun prensipleri doğrultusunda bir sosyal olgu olan intiharı analiz
etmiştir (Durkheim, 1992). Durkheim, bu çalışmalarıyla sosyoloji camiası içinde
öylesine başarılı olmuş, öylesine ünlenmiştir ki, bugün Bordeaux şehrindeki evinin
Emile Durkheim,
kapısında “sosyolojinin kurucusu” ibaresinin yazılması hiçbir kimseyi rahatsız
toplumun gücüne, sosyal
olguların belirleyiciliğine etmemektedir (Çelebi, 2007).
ve işlevine eğilerek Durkheim, işlevselciliğin önde gelen temsilcisidir. İşlevselciliğin ana
işlevselciliğin ana
çerçevesini belirlemiştir. Durkheim, bireyin eylemlerini sosyolojinin dışına itmekle
eğilimini belirlemiştir.
ve sosyal olgulara yönelmekle, işlevselciliğin temellerini atmıştır. Richter’in yerinde
vurgusuyla, Durkheim’ın sosyolojik teorisinin temelinde bireysel davranış değil,
sosyal hadiseler, yani sosyal olgular vardır (Richter, 2012). Durkheim’a göre,
sosyolojik analizin birimleri, “sosyal olgular”dır (Larson, 1973). Sosyolojide önemli olan
birey değil, toplumdur. Çünkü toplum, somut bir varlık olup bireyin davranışlarını
sınırlandırır (Durkheim, 2004). O hâlde, sosyal hayatın açıklanması için toplumun
yapısına yönelmek gerekir. Toplum, mekânda olduğu kadar zaman içinde de bireyi
sonsuz biçimde aşar. Toplum kendi otoritesiyle pekiştirdiği hareket etme ve düşünme
biçimlerini bireye kabul ettirir. Sosyal olguların ayırt edici işareti olan bu baskı herkesin
her birey üzerinde uyguladığı baskıdır (Durkheim, 1985). Birey üzerinde dış baskı
uygulayabilecek her yaptırım biçimi bir sosyal olgudur. Aynı zamanda bireysel
görünüşlerden bağımsız, kendine özgü bir varlığı olup, belli bir toplum alanında
genel olan her şey sosyal olgudur (Durkheim, 1985). Sosyal olgunun dışlık (bireysel
bilinçlerin dışında var olması) ve baskı (buyurucu ve zorlayıcı olması) özelliği vardır.
Durkheim’a göre, sosyal olgular, bireylerin dışında olan ve onları zorlayıcı olan
sosyal yapılar, kültürel normlar ve değerlerdir. Örneğin, üniversite öğrencileri,
toplumun normlarının ve değerlerinin yanı sıra, üniversite bürokrasisi gibi sosyal
yapılar tarafından kısıtlanır. Benzer sosyal olgular, bireyleri, sosyal hayatın her
alanında kısıtlar (Ritzer, 2013).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


7
İşlevselcilik

Durkheim, sosyal olgulara işlevleri açısından yaklaşmıştır. Ona göre, her


sosyal olgunun bir işlevi vardır. Örneğin, din olgusu, toplumda bütünleştirici bir
işleve sahiptir. Din, inançlar ve amellerden oluşan tutarlı bir sistemdir. İnançlar ve
ameller, bireyleri bir toplum şeklinde bir araya getirir (Durkheim, 2005).
Görüldüğü üzere, Durkheim, sosyal bir olgunun işlevinin sosyal olduğunu, yani
sosyal bakımdan yararlı sonuçlar meydana getirilmesinden ibaret olduğunu açıkça
ortaya koymuştur. Durkheim, bir sosyal olgunun işlevinin her zaman, bu olgunun
herhangi bir sosyal amaçla kurduğu ilişkide aranması gerektiğini öne sürmüştür.
Sosyal bir olgunun açıklanmasına girişildiği zaman, onu meydana getiren etkili
nedenlerle yerine getirdiği işlevin ayrı ayrı araştırılması gerekir (Durkheim, 1985).
Bronislav Kaspar İşlevselciliğin bazı temel tezleri, Durkheim’ın görüşlerine dayanır.
Malinowski, temel sosyal
İşlevselciliğin bütün-parça (sistem ve alt-sistem) ilişkisini temel alması ve bütünü
kurumların, insanların
biyolojik ihtiyaçlarını parçaların salt toplamı olarak görmemesi tezi, Durkheim’a aittir. Durkheim’ın
karşılamak üzere (1985) bildirdiği gibi, bir bütün, parçalarının toplamı değildir. Bütün, başka bir
oluşturulduğunu öne şeydir. Bütün, kendisini meydana getiren parçaların gösterdiği niteliklerden
sürmüştür. farklıdır. Durkheim, işlevselciliğin inceleme konularının başında gelen sosyal
düzeni ve dayanışmayı detaylı bir biçimde açıklamıştır. Slattery’ye göre, sosyal
dayanışma sözcüğü, sosyal düzene ve evrime yönelik ilgi Durkheim sonrası ön
plana çıkan işlevselci yazıların temel temalarıdır (Slattery, 2007). Durkheim, sosyal
dayanışmayı, mekanik dayanışma ve organik dayanışma olarak ele almıştır.
Mekanik dayanışmayı “benzerlik dayanışması”, organik dayanışmayı ise
“işbölümünden doğan dayanışma” olarak değerlendirmiştir (Durkheim, 2006).
Mekanik dayanışmanın olduğu toplumlarda, birey kendisinin sahibi değildir,
toplumun istediği gibi kullandığı bir nesnedir. İşbölümünün sonucu olan organik
dayanışmada ise birey tümden başka niteliktedir. Mekanik dayanışmada bireylerin
birbirlerine benzemesi, organik dayanışmada ise birbirlerinden farklı olmaları
esastır. Mekanik dayanışma ancak birey kişilikleri sosyal kişilik içinde eridiği ölçüde
olanaklı iken, organik dayanışma, her bireyin kendine özgü bir etkinlik alanı,
dolayısıyla bir kişiliği olduğu ölçüde olanaklıdır (Durkheim, 2006). Sözün kısası,
Durkheim’in sosyolojisi, toplumun ya da “sosyal organizma”nın ana işlevsel
parçaları olarak sosyal kurumların analizini vurgulamıştır (Ashley ve Orenstein,
1990). Durkheim, sosyal düzene, bütünleşmeye ve dayanışmaya vurgu yaparak
işlevselciliğin ana gövdesini biçimlendirmiştir.

Bronislaw Kaspar Malinowski


Malinowski, 1884’te Polonya’nın Cracow kentinde doğmuştur. 1908’de fizik
ve matematik alanında doktora derecesi elde etmiştir. James G. Frazer’in Altın Dal
kitabını okuması, onu antropolojiye yöneltmiştir. 1910’da antropoloji öğrenimi için
Londra Ekonomi Okulu’na gitmiştir. Trobriand adalarında alan araştırması yapmış,
daha sonra Londra Ekonomi Okulu’na dönmüş ve orada uzun yıllar ders vermiştir.
1938’de Yale Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır. 1942’de ölmüştür. Başlıca

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


8
İşlevselcilik

eserleri arasında Batı Pasifik Argonautları; İlkel Toplumlarda Cinsellik ve Baskı;


Kuzeybatı Melanezya’da Vahşilerin Cinsel Yaşamı; Mercan Bahçeleri ve Bunların
Büyüsü; Bilimsel Bir Kültür Teorisi; Büyü, Bilim ve Din ön plana çıkmaktadır
(Kızılçelik, 1992).
Malinowski, işlevselciliğin ana isimlerindendir. İşlevselcilik terimini icat eden
düşünürdür (Malinowski, 1990). Başka bir deyişle, işlevselciliğin zaman içindeki
gelişmesi ve tamamlanması, Malinowski’nin yazılarıyla gerçekleşmiştir
(Abrahamson, 1990).
Malinowski, toplumdaki her şeyi işlevi açısından ele almıştır. Ona göre,
sosyolojinin ana konusu olan sosyal kurumlar, insanın biyolojik ihtiyaçlarını
doyurmak üzerine inşa edilmişlerdir (Malinowski, 1992). Kurum terimi,
Malinowski’nin toplum anlayışının temelini oluşturur. İhtiyaçlar, sosyal faaliyetler,
işlev ve sosyal kurumlar, Malinowski’nin toplum kavrayışında iç içe geçmiş
Talcott Parsons, hâldedirler. Kurumlar, genel kültür teorisinin anahtar birimini meydana getirir
toplumda uyuma, (Özbudun, Şafak ve Altuntek, 2006).
dengeye, düzene ve
istikrara aşırı vurgu Malinowski, kültür sisteminin işlevsel çözümlemesini yapmıştır. Kültürün,
yapmıştır. çeşitli alt-sistemleri karşılıklı olarak birbirine bağlı bir bütün olduğunu ileri
sürmüştür. Bir nesneler, eylemler ve zihniyetler sistemi olarak kültür sistemi içinde
yer alan her alt-sistemin bir amaca hizmet eden bir araç olduğunu bildirmiştir
(Malinowski, 1992). Malinowski, temel ihtiyaçlarla, kültürün bu ihtiyaçlara
gösterdiği tepkilere odaklanmış, yani metabolizma-beslenme sistemi, üreme-
akrabalık, bedensel rahatlık-konut, güvenlik-koruma, hareket-faaliyetler, büyüme-
eğitim, sağlık-hijyen arasındaki ilişkiye vurgu yapmıştır (Malinowski, 1992). Kültür
ve onun parçaları, toplumdaki bireylerin ana ihtiyaçlarını karşılamaya dönük işlev
görür. Mesela, insanların çoğuna anlamsız gelen büyücülüğün toplumda önemli
işlevleri vardır. Büyücülük, hem adaleti yürütmede hem de ceza vermede çift
yönlü bir işleve sahiptir. Malinowski, ilkel toplumlardaki fertlerin bütün
hareketlerinde büyünün önemli bir rol oynadığını gözler önüne sermiştir. O,
yerlilerin kendileri için hayati önem taşıyan bir işe girişip başarısız olduklarında
büyüyü yardıma çağırdıklarını gözlemlemiştir. Yerlilerin rüzgâra egemen olmak,
denizlerde tehlikelerden korunmak, aşkta ve ticarette başarılı olmak için büyüyü
önemsediklerini öne sürmüştür. Ona göre büyü, yerlilerin sosyal hayatında
etkileyici bir unsur olmuştur. O, büyünün bireyin hayati görevlerini güvenle yerine
getirmesine yaradığını, “yalancı-bilim” olduğunu iddia etmiştir. Ona göre büyü,
insani eğilimlerle, ihtiyaçlarla ve etkinliklerle sıkı sıkıya bağlantılı olması dolayısıyla
bilime akrabadır. Büyünün sosyal bir temeli vardır. Büyü, bir sosyal kurumdur
(Malinowski, 2003; 2000; 1989; 1998). Kısaca, Malinowski, toplumdaki kültürel
unsurları işlevleri açısından çözümleyerek işlevselciliğin gelişmesine büyük katkı
yapmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


9
İşlevselcilik

Talcott Parsons
Parsons, 1902’de Amerika’da doğmuş, 1979’da Almanya’da ölmüştür. Lise
eğitimini Amherst’te tamamlamış, biyoloji bölümünden mezun olmuştur. Londra
Ekonomi Okulu’nda ve Heidelberg Üniversitesi’nde okumuştur. Akademik
kariyerini Harvard Üniversitesi’nde sürdürmüştür. Alman sosyolojisinden, özellikle
de Weber’in sosyolojisinden etkilenmiştir. Weber’in Protestan Ahlakı ve
Kapitalizmin Ruhu eserini İngilizceye tercüme etmiş ve eserlerinde onun sosyolojik
fikirlerine yer vermiştir. Weber’in Amerikan sosyolojisinde tanınmasını sağlamıştır.
Çağdaş sosyolojinin akışını belirleyen eserlere imza atmıştır. En önemli eserleri
arasında Sosyal Eylemin Yapısı; Genel Bir Sosyal Eylem Teorisine Doğru; Sosyal
Sistem; Toplumlar: Evrimci ve Karşılaştırmalı Perspektifler gösterilebilir. Parsons’ın
Talcott Parsons, sistem amacı, Durkheim, Malinowski, Pareto, Weber ve Freud gibi düşünürlerin temel
çözümlemesinde, fikirlerinin sentezini yapmaktır (Slattery, 2007; Wallace ve Wolf, 2004). Parsons, bu
sosyal, kültürel ve kişilik
düşünürler içerisinde en fazla Durkheim’dan etkilenmiştir. Parsons teorisinin
sistemini esas almış,
mühim unsurlarını Durkheim’dan almış ve bu görüşler sayesinde 20. yüzyılın önde
sosyal sistemin alt-
sistemlerini işlevsel gelen bir sosyologu hâline gelmiştir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Parsons,
zorunlulukları açısından entelektüel rol modellerinden birinin Durkheim olduğunu sıkça bildirmiştir (Wallace
incelemiştir. ve Wolf, 2004).

Resim 1.1. Talcott Parsons

İşlev ve işlevselcilik terimlerinin kullanımı ekseriyetle, modern sosyolojide


Parsons’ın çalışmalarıyla ilişkilendirilir (Scott ve Marshall, 2009). Parsons’ın biyoloji
tahsili ve öğrendiği biyolojik nosyonlar, onun sosyal teorisinde etkili olmuş, özellikle de
bir sistem olarak toplumu yaşayan bir organizma ile benzerlikleri çerçevesinde ele
almasına yol açmıştır (Larson, 1986). Parsons’a göre, her sosyal sistem, birbirine
bağlı olan yapıların ve süreçlerin bir sistemidir (Parsons, 1966). Parsons, sistemin
vazgeçilmez önemde bir terim olduğunu bildirmiştir (Swingewood, 1998). Parsons,
“sosyal sistem teorisi” ile tanınan bir sosyologdur (Kızılçelik, 2018). Parsons’ın
sosyolojik analizinde sosyal sistem önemli bir yer kaplar. Parsons’ın kuramında
düzen, yapı ve denge, sosyal sistemin kuramsal işlevleridir (Savage, 1983).
Parsons, sistem analizinde sosyal sistem, kültürel sistem ve kişilik sistemi üzerine
yoğunlaşmış, onların birbirleriyle karşılıklı etkileşimine vurgu yapmıştır (Kızılçelik,
1992). Parsons, toplumu, sosyal sistemle eşitlemiştir. Sosyal sistem, bir kurumlar
ağıdır. Kültürel sistem, değerleri ve normları taşır. Kültürel sistem, sunduğu
değerlerle sosyal sistemdeki kurumlara hayat verir. Kültürel sistem, aynı zamanda

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


10
İşlevselcilik

aktörlerin kişilik sistemlerine de nüfuz eder. Onların hayatlarını sürdürmede


düstur edinebilecekleri normların yönlendiricisi olur (Çelebi, 2007). Başka bir
deyişle, Parsons’a göre, sosyal sistem, aktörler arasındaki karşılıklı ilişkilere
dayanır. Kültürel sistem, bireylerin tercihlerini etkileyen normları ve değerleri,
kişilik sistemi ise bireylerin motivasyonunu içerir (Adams ve Sydie, 2002).
Görüldüğü üzere, Parsons, değerleri çok önemsemiş, sosyal düzenin paylaşılan
değerler temelinde mümkün olabileceğini öne sürmüştür (Kim, 2003). Hatta
Parsons, sosyal sistemi, kurumsallaşmış değer sistemi çerçevesinde tanımlamıştır
(Parsons ve Smelser, 1969). Parsons’a göre, bir sistem olarak toplumun özü, kendi
içinde bireylerin biçimlenmiş bir normatif düzenidir. Bir düzen olarak bu normatif
yapı, normları ve değerleri içerir (Smith, 1996). Parsons, düzenliliğin belirli
değerlerin (örneğin, aile ve insan hayatının kutsallığına inancın) sonucu olduğunu
vurgulamıştır (Layder, 2006). Parsons, değerler sistemini istikrarlı ve etkili bir
sosyal sistemin kalbi ve damarlarındaki kan olarak görmüştür. Değerler sistemi
sayesinde, toplumdaki herkes mükemmel bir uyum içindedir. Böylece, bir sistem
olarak toplum düzgün işler (Slattery, 2007). Parsons’a göre, toplum bir
konsensüstür. O, toplumu, fikir birliği etrafında örgütlenmiş, çatışmalardan ziyade
işbirliğinin egemenliğinde bir şey olarak görmüştür (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
Parsons, sosyal sistemin alt-sistemleri olarak ekonomi, politika, din ve
kültürü almış, onların işlevsel zorunluluklarından söz etmiştir. Parsons’un bu
çözümlemesi, “AGIL” şeması (A: Adaptation=Uyum, G: Goal attainment= Hedefe
ulaşma, I: Integration= Bütünleşme, L: Latency= Örüntü sürdürme) olarak da bilinir
(Kızılçelik, 1994). Uyum: Her toplum, fertlerinin temel ihtiyaçlarını karşılamak
zorundadır. Bu yüzden, kendi kaynaklarını üretmek, onları dağıtmak ve çevreye
uyum sağlamak için iktisadi bir sisteme ihtiyaç duyar. Hedefe ulaşma: Her toplum
Robert King Merton,
kendi hedeflerini belirlemek mecburiyetinde olduğu için bir politik sisteme ihtiyaç
toplumun uyumunu
arttıran işlevlerin yanı duyar. Bütünleşme: Her toplum bölünmeleri ve çatışmaları engellemek için ortak
sıra onun düzenini bozan bir kimlik oluşturmak durumundadır. Bunun için de toplumlar, din sistemine
işlevlerin de olabileceğini ihtiyaç duyar. Örüntü sürdürme: Her toplum, kendi varlığını sürdürmeye çalışır.
ileri sürmüştür. Bunun için de toplumlar, kültürel sistemini kuşaktan kuşağa aktarır (Slattery, 2007).
İşlevselcilik, Parsons’la birlikte toplumsal istikrara odaklanmıştır. Parsons’a
göre, belirli bir sosyal sistemin kendisini sürdürme eğilimi toplumsal sürecin ilk
kanunudur (Callinicos, 2004). Parsons’ın sistemi, her şeyden önce bir denge
sistemidir. Çünkü her birey, kültürel ve sosyal yönlerden beklenilen işlevleri yerine
getirmek zorundadır. Sistemin parçaları hiçbir şey yapmayacak olurlarsa sistem
kısa sürede yok olur (Wallace ve Wolf, 2004). Parsons’ın sosyal denge, karşılıklı
bağımlılık, paylaşılan değerler ve sosyal düzene güçlü vurgusu, onun değişmenin
yıkıcı formları, sosyal değişme ve çatışmaya odaklanmasına izin vermemiş gibi
gözükmektedir (Johnson, 2008). Parsons, muhafazakâr bir sosyolog olarak ele
alınmıştır. Onun kuramının sosyal değişmeyi ve çatışmayı açıklayamadığı iddia
edilmiştir (Turner, 1999). Kısaca, Parsons, çağdaş sosyolojik kuramlar açısından en

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


11
İşlevselcilik

etkileyici simaların başında gelir. Jürgen Habermas’ın (2001) dediği gibi,


günümüzde kendisini Parsons’un kuramıyla ilişkilendirmeyen bir sosyal teori
ciddiye alınamaz. Parsons, çağdaş sosyoloji kuramları üzerinde derin izler
bırakmıştır. Parsons, sosyolojik kuramda taraftarı ve eleştirmeni çok olan bir
sosyologdur.

Robert King Merton


Merton, 1910’da Amerika’da doğmuştur. Harvard Üniversitesi’nde
doktorasını yapmış, Parsons’ın ilk öğrencilerinden birisi olmuştur. Merton,
Harvard Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi’nde çalışmıştır. 1957’de Amerikan
Sosyoloji Derneği Başkanı olmuştur (Wallace ve Wolf, 2004). İşlevselciliğin önemli
İşlevselcilik, alt- simaları olan Malinowski, Durkheim ve Parsons’tan etkilenmiştir. Merton, 2003’te
sistemleri bütünle,
ölmüştür. En meşhur eserleri arasında Sosyal Teori ve Sosyal Yapı, Bilim
bütünü alt-sistemlerle
ilişkilendirmiş, her alt- Sosyolojisi, Çağdaş Sosyal Problemler ön plana çıkmaktadır. Sica’ya göre, Merton,
sistemin diğer alt- kuramsal bir dehadır. Yaratıcı sosyolojik çalışmanın ve uygulamanın bir dehasıdır
sistemlerle ve bütünle (Sica, 2008).
uyum içinde olduğunu
iddia etmiştir. İşlevselciler, ana terimleri olan işlevi, sosyal sisteme (topluma) olumlu
katkılar olarak değerlendirmişlerdir. Merton, ana eserlerinde, işlev konusuna
yoğun bir ilgi göstermiştir (Merton, 1968). Merton, işlevi, bir sosyal sistemin
uyumunu sağlayan gözlemlenmiş sonuçlar olarak tanımlamıştır. Ona göre,
toplumun uyumunu artıran işlevlerin yanı sıra onun uyumunu bozan işlevler de
vardır. O, toplumun uyumunu bozan işlevi “bozuk işlev” olarak tanımlamıştır.
İşlevler, her zaman topluma olumlu yönde katkı sunmayabilir, bazen toplumun
adaptasyonunu azaltan bozuk işlevler ön plana çıkabilir (Merton, 1967). Bunun
yanı sıra, Merton, “açık işlevler” ve “gizli işlevler”den söz etmiştir. Açık işlevler,
bireylerin kasten gerçekleştirdiği ve tanıdığı işlevlerdir. Gizli işlevler ise, kasıtsız
sonuçları olan ve tanınmayan işlevlerdir (Berberoglu, 2009).
Merton, bozuk işlevlerin zamanla işlevsel hâle geldiğini, gizli işlevlerin açık
işlevlere dönüştüğünü iddia etmiştir. Bu çerçevede Merton, anomi ve sapma
davranışları üzerine yoğunlaşmış, onların toplum açısından nasıl işlevsel hâle
getirileceğini tartışmıştır. Bu hususta Merton, insan davranışlarını çözümlemiş,
toplumun belirlediği “kültürel hedefler” ve onlara ulaşmak için koyduğu
“kurumsallaşmış araçlar” ekseninde beş davranış tipinden söz etmiştir. Uyum
davranışı, ferdin hem toplumun kültürel hedefini hem de ona ulaşmak için
koyduğu kurumsallaşmış araçları kabul etmesidir. Yenilik yaratma davranışı,
kişinin toplumun kültürel hedefini kabul etmesi fakat ona ulaşmak için koyduğu
kurumsallaşmış araçları reddetmesidir. Şekilci davranış, bireyin toplumun kültürel
hedefini reddetmesi ama ona ulaşmak için koyduğu kurumsallaşmış araçları kabul
etmesidir. Geriye çekilme davranışı, insanın hem toplumun kültürel hedefini hem
de ona ulaşmak için koyduğu kurumsallaşmış araçları reddetmesidir. İsyan
davranışı, bireyin var olan toplumun dışına çıkması, farklı bir toplum arzulaması,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


12
İşlevselcilik

yeni kültürel hedefler ve kurumsallaşmış araçlar oluşturmak istemesi durumudur


(Kızılçelik, 1992). Sözün kısası, Merton, işlevselciliğin anahtar terimi olan işlev
üzerine odaklanmıştır. Toplum içinde sadece işlevsel unsurlara ve açık işlevlere
yoğunlaşmamış, bozuk işlevlerin ve gizli işlevlerin toplum açısından rolüne ve
önemine vurgu yapmıştır.

İŞLEVSELCİLİĞİN ANAHTAR TERİMLERİ


İşlevselciliğin anahtar terimleri, işlev, sistem, alt-sistem, değer, norm, uyum,
konsensüs, denge, düzen ve bütünleşmedir. İşlevselciliğin bu anahtar terimleri
içinde en mühim olanı, işlevdir (fonksiyondur). İşlev terimi, “yararlı faaliyet”,
“uygun faaliyet” ve “sistemi sürdüren faaliyet” olarak tanımlanabilir (Martindale,
1960). İşlevselcilik, işlevi önemseyen, onun gücünü vurgulayan bir kuramdır. İşlev,
sistemin ya da toplumun ihtiyaçlarıyla ilişkilidir. “İşlev, bir sistemin ihtiyaçlarını
karşılamaya yönelen faaliyetlerdir” (Çelebi, 2007). İşlev, bir ihtiyacın doyurulmasını
ifade eder; bu en basit yeme faaliyetiyle başlar ve kutsal eyleme kadar gider
(Malinowski, 1992).

İşlevselcilik, toplumda
düzenin ve bütünleşmenin
sağlanmasında değerlerin
ve normların önemine
vurgu yapmıştır. Resim 1.2. Mark Abrahamson’ın işlevselciliğe dair bilinen eseri: İşlevselcilik
Örnek

•Toplumu birbirleriyle bağlantılı ve karşılıklı ilişki içinde olan çeşitli


organlardan meydana gelmiş bir organizma gibi düşündüğümüzde
işlevselciliği önemli ölçüde anlamış oluruz.

İŞLEVSELCİLİĞİN TEMEL TEZLERİ


İşlevselciliğin temel tezlerini sekiz noktada toplamak mümkündür:
 Toplum, bir organizma gibidir. Toplumun yapısı ve işleyişi ile organizmanın
yapısı ve işleyişi birbirine benzerdir. Toplum, bir canlı organizma gibi
doğar, büyür, gelişir ve farklılaşır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


13
İşlevselcilik

 Toplum, bir sistemdir. Toplum, çeşitli alt-sistemlerden oluşur.


Swingewood’un deyişle, toplum, bir bütündür. Toplum, birbiriyle bağlantılı
parçalardan oluşan sistemdir (Swingewood, 1998). Alt-sistemler (aile,
eğitim, din, siyaset ve ekonomi kurumları), bütünle (toplumla) ilişkilidir.
Her alt-sistem, diğer alt-sistemlerle ve bütünle uyum içinde varlığını
sürdürür.
 Toplumun en temel niteliği, onu oluşturan alt-sistemlerin birbirine
karşılıklı bağımlılığıdır (Parsons, 1951). Toplum, birbirlerine karşılıklı
bağımlı, farklılaşmış birimleri (aileler, akrabalık yapıları, köyler, yaş-cinsiyet
kategorileri ve daha geniş statü gruplarını) içerir (Moore, 1990). Toplumun
alt-sistemleri, işlevsel olarak karşılıklı ilişki içindedir (Abrahamson, 1990).
 Toplumun genel yönelimi, istikrar bulmaya ve çeşitli kurumları arasında
uyumlu bir denge kurmaya yöneliktir. Toplumda esas olan unsur,
dengedir. Berberoglu’nun belirttiği gibi, Sistem içerisinde istikrar şartlarını
korumak için toplum, egemen sosyal düzenin varlığını devam ettirmesini
sağlayan bir denge durumunda olmalıdır (Berberoglu, 2009).
 Toplumun özü, düzendir. Düzeni sağlayan, ortak değerler sistemidir.
Wallace ve Wolf’a göre, değerlere büyük önem verme, esasında
işlevselciliğin en belirgin niteliğidir (Wallace ve Wolf, 2004). İşlevselciler,
İşlevselcilik, toplumdaki normatif örüntüler olarak tanımladıkları değerleri önemsemişlerdir
zıtlıklara, çelişkilere ve (Parsons, 1985). Toplumu bir arada tutan şey, değerler ve normlardır.
çatışmalara duyarsız
Değerler ve normlar, toplumun çimentosu gibidir. İnsanları birbirine
kalmıştır.
bağlar, birleştirir ve bütünleştirir. Ritzer’in belirttiği gibi, işlevselciler,
toplumun, özellikle normlar, değerler ve müşterek bir ahlakilik tarafından
bir arada tutulduğunu iddia ederler (Ritzer, 2012). Sosyal bütünleşmeye,
değer konsensüsüyle, ortak bilişsel yönelimlerle, yani mevcut sosyal,
ekonomik ve siyasal yapıyı meşrulaştıran bir dizi ilkeyle ulaşılır
(Swingewood, 1998).
 Toplumda düzenin yanı sıra uyum da önemlidir. Toplum ile alt-sistemler
arasında ve alt-sistemlerin kendi içlerinde uyum vardır. İşlevselcilik,
toplumu; ahenk, uyum, bütünlük, denge ve devamlılık gibi işlevleri olan,
birbiriyle karşılıklı uyum ve bağımlılık ilişkisi içinde bulunan alt-
sistemlerden oluşmuş düzenli bir sistem olarak ele alan bir sosyolojik
kuramdır (Kızılçelik, 2013). Bu bağlamda her toplum, alt-sistemlerinin
mükemmel bir şekilde bütünleşmiş bir yapısıdır (Dahrendorf, 1969).
 Toplumun oluşturucuları, onun süregiden işleyişine genellikle olumlu
yönde katkıda bulunur (Abrahamson, 1990). Toplumu oluşturan alt-
sistemlerin işlevi, toplumun uyumuna, dengesine, bütünlüğüne ve
devamına katkı sağlamaktır (Kızılçelik, 1994).
 Toplum, bağlılıkları içerir, dayanışmaya, karşılıklılığa ve işbirliğine dayanır.
Toplum, bütünleşmiş olduğundan değişmeye karşı direnç gösterir (Turner,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


14
İşlevselcilik

1974). Ancak bununla birlikte toplumun bir alt-sisteminde meydana gelen


değişme, diğer alt-sistemleri de etkiler. Sözgelimi, ekonomi alt-sisteminde
meydana gelen bir değişme (örneğin, ekonomik kriz), aile alt-sistemini ya
da siyasal alt sistemi etkiler.

• Sizce işlevselcilik çağdaş sosyolojide neden hâkim bir


Bireysel
Etkinlik
kuramdır? Bir fikriniz var mı?
• İşlevselcilerin toplum anlayışıyla örtüşebilecek bir
toplum dünyada var mıdır?

İŞLEVSELCİLİĞİN ELEŞTİRİSİ
İşlevselcilik, çağdaş sosyologlar tarafından eleştiri bombardımanına
tutulmuş bir kuramdır. İşlevselciliğe yönelik eleştirileri yedi noktada toplamak
mümkündür:
 İşlevselciliğin ana terimi olan işlev, belirsiz ve bulanıktır (Abrahamson,
1990).
 İşlevselcilik, sosyal değişmeyi yeterince açıklayamamıştır. Bu gerçeğe
Parsons da işaret etmiştir. Parsons, The Social System kitabında, sosyal
değişmeyi, yani tarihin oluşumunu açıklığa kavuşturamadığını itiraf
etmiştir (Mills, 2000). İşlevselcilik, sosyal değişmeyi açıklama kabiliyetine
sahip olmayan bir kuramdır. İşlevselcilik, sosyal değişme sorununun özüne
asla inememiştir (Smith, 1996). Çünkü işlevselcilik, bir uyum, denge ve
düzen teorisidir.
 İşlevselcilik, çatışma ve çelişki ögelerine değil, uyum ve tutarlılık
unsurlarına vurgu yapmıştır (Swingewood, 1998). Başka bir deyişle,
İşlevselcilik, en fazla
işlevselcilik, sosyal dengeyi, düzeni ve bütünleşmeyi önemsemiş buna
eleştirilen sosyoloji
kuramı olma özelliğine karşın sosyal kargaşayı, çatışmayı ve değişmeyi dikkate almamıştır (Ritzer,
sahiptir. Sosyal değişmeyi 1983). İşlevselcilik, toplumsal konsensüs ve düzene aşırı vurguda
yeterince açıklayamaması bulunmuş fakat gücün etkisini göz ardı etmiştir. Hızlı, köklü, özellikle de
onun en büyük açmazıdır. devrimci değişmeleri izah edememiştir (Slattery, 2007). Sözün kısası,
işlevselcilik, toplumda bir gerçeklik olan çelişkilere ve çatışmalara yer
vermemesi nedeniyle eleştirilmiştir.
 İşlevselcilik, Karl Marx’ın tarihi, değişmeyi, çatışmayı ön plana çıkaran sınıf
savaşımı görüşünü görmezlikten gelmiş, sosyal düzensizliği ve istikrarsızlığı
göz ardı etmiş, dolayısıyla kapitalizmin bunalımlarını örtbas etmiştir.
İşlevselcilik, kapitalist toplum düzenini savunmuş, politik suskunluğu ve
tutuculuğu önemsemiştir (Kızılçelik, 2013). Bu bağlamda, işlevselcilik,
Amerika’daki kapitalist düzenin ideolojik ifadesinden ibarettir (Berberoglu,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


15
İşlevselcilik

2009). Son tahlilde, işlevselcilik, sistem, uyum, ahenk, bütünlük, istikrar ve


denge gibi söylemlerin arkasına gizlenerek kapitalizmin bunalımlarını göz
ardı etmiştir. Bunun için de işlevselciliğin en etkili siması Parsons, Marx’ın
görüşlerini sosyolojiden ayıklama çabasına girişmiştir. İşlevselcilik, Marx’ın
sosyolojisini görmezlikten gelmiştir (Kızılçelik, 2013). Yani işlevselcilik,
sosyal sınıf, sınıf savaşımı, sosyal eşitsizlik, güç ve iktidar konularını ele
almamıştır.
 İşlevselciler, gerçek toplumlar yerine soyut sosyal sistemler üzerinde
durmuşlardır (Kızılçelik, 1994). Örneğin, Parsons sosyolojisinde toplum,
çatışmalardan uzak, mükemmel uyum içinde bir varlık olarak tasvir
edilmiştir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
 İşlevselciler, sosyolojik analizlerinde bireyi ihmal etmişlerdir. İşlevselcilikte
bireyin yaratıcı ve dinamik yönü eksiktir. Bireyin aktifliği söz konusu
değildir (Kızılçelik, 1994). İşlevselcilik, insan davranışının bireysel
determinantlarından ayrı olarak sosyalin önemine vurgu yapmıştır (Rex,
2006).
 İşlevselcilik, muhafazakâr bir kuram olmakla suçlanmıştır. İşlevselciliği
muhafazakâr bir sosyolojik kuram sayma eğiliminin kaynağı, bütünleşmeye
duyduğu ana ilgisi ve toplumu bir insan organizması gibi görmesidir.
Burada sosyal “sağlık” sosyal düzenle, “hastalık” ise sosyal çatışmayla
özdeşleştirilmiştir (Swingewood, 1998). İşlevselciliğin statükocu ve
muhafazakâr yönünü, onu ören terimlerin (işlev, sistem, rol, değer, norm,
düzen, denge ve konsensüs) içeriklerinde görmek olanaklıdır (Kızılçelik,
1994).
İşlevselciliğin, sosyoloji dünyasında yeri ve önemi büyüktür. Bugün, çağdaş
sosyolojinin bazı ana terimleri, işlevselciliğe aittir.
İşlevselcilik,
 Sosyal düzene çok önem vermiştir.
 Sosyal dayanışma, bütünleşme ve istikrar konusuna eğilmiştir.
 Sosyal bütünleşmede değerlerin ve normların rolünün büyük olduğuna
vurgu yapmıştır.

• İşlevselciliğin terimlerini iyi kavramak için en az bir tane


Sosyoloji Sözlüğü okuyun.
Etkinlik
Bireysel

• İşlevselciliğin temsilcilerinden birini seçin ve onun en az iki


kitabını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


16
İşlevselcilik

•İşlevselcilik, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biridir.


İşlevselcilik, çağdaş sosyolojide en etkili olan bir sosyolojik
Özet
kuramdır. İşlevselcilik, çağdaş sosyoloji kuramları içinde akla ilk
önce gelen kuram olma özelliğine sahiptir.
•İşlevselciliğin kökleri, klasik sosyolojide egemen olan organizmacı
anlayışa uzanır. Klasik sosyolojide organizmacı anlayış, toplumu
bir organizma gibi ele alır. Bu çerçevede işlevselcilik, sosyolojiye
biyolojiden uyarlanmıştır. İşlevselciliğin temelinde organizmacı
anlayışın öncüsü olan Auguste Comte’un ve Herbert Spencer’ın
fikirleri vardır. İşlevselcilik, bilhassa sosyolojinin isim babası
Comte'un görüşlerine dayalıdır. Comte ve Spencer, toplumu alt
sistemlere ayırmış, toplumun uyumlu bir bütünlük olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Onlar, toplumu bir organizma gibi ele almışlar,
özellikle de Emile Durkheim’ı etkileyerek işlevselciliğin temellerini
atmışlardır.
•İşlevselciliğin en mühim temsilcileri, Emile Durkheim, Bronislaw
Kaspar Malinowski, Talcott Parsons ve Robert King Merton’dır.
•Emile Durkheim, işlevselciliğin çerçevesini belirlemiş, sosyal
olgulara işlevleri açısından yaklaşmış, her sosyal olgunun bir
işlevinin olduğunu dile getirmiştir. Durkheim, toplumun gücüne,
sosyal olguların belirleyiciliğine ve işlevine odaklanarak
işlevselciliğin temel eğilimini belirlemiştir.
•Bronislaw Kaspar Malinowski, işlevselcilik terimini icat etmiş,
toplumdaki her şeyi işlevi açısından ele almış, özellikle de kültür
sisteminin işlevsel çözümlemesini yapmıştır.
•Talcott Parsons, sistem çözümlemesinde, sosyal sistem, kültürel
sistem ve kişilik sistemini esas almıştır. Parsons, sosyal sistemin
alt-sistemleri olarak ekonomi, politika, din ve kültürü almış,
onların işlevsel zorunluluklarına vurgu yapmıştır.
•Robert King Merton, işlev konusuna yoğun bir ilgi göstermiştir.
Parsons, toplumda uyuma, dengeye, düzene ve istikrara aşırı
vurgu yapmıştır. Merton, işlevi, toplumun uyumuna katkı sağlayan
unsur olarak ele almıştır. Merton, ayrıca toplumun uyumunu
bozan işlevlerden (“bozuk işlev”) söz etmiştir. Merton, bozuk işlev
konusundaki orijinal görüşleriyle işlevselciliğe ciddi katkılar
yapmıştır.
•İşlevselciğin önemli terimleri arasında işlev, sistem, alt-sistem,
uyum, ahenk, düzen, denge, değerler ve normlar ön plana
çıkmaktadır. İşlevselciliğin bu anahtar terimleri içinde en mühim
olanı, işlev terimidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


17
İşlevselcilik

•İşlevselcilik, toplumu bir organizma gibi görmüş, toplumun yapısı


ve işleyişi ile organizmanın yapısı ve işleyişinin benzerliğine vurgu
yapmıştır.
Özet (devamı)
•İşlevselcilik, toplumu bir sistem ve bir bütün olarak görmüş, alt-
sistemleri bütünle, bütünü oluşturan alt-sistemleri ise birbirleriyle
ilişkilendirmiştir. İşlevselcilik, her alt-sistemin diğer alt-sistemlerle
ve bütünle büyük bir uyum içinde olduğunu iddia etmiştir.
•İşlevselciler, sosyal düzene çok ehemmiyet vermişlerdir.
İşlevselciler, toplumun özünün düzen olduğunu vurgulamışlardır.
İşlevselciler, düzeni sağlayan şeyin ise ortak değerler sistemi
olduğunu öne sürmüşlerdir. İşlevselcilere göre, toplumu bir arada
tutan şey, değerler ve normlardır. Değerler ve normlar, bireyleri
birbirine bağlar, birleştirir ve bütünleştirir. Değerler ve normlar,
toplumda bütünleşmeyi ve dayanışmayı sağlayan en önemli
etkenlerdir.
•İşlevselcilik, toplumda uyuma, dengeye, bütünleşmeye ve
istikrara ehemmiyet vermiştir.
•İşlevselcilik, sosyal problemleri, sosyal çelişkileri ve çatışmayı
ihmal etmiştir.
•İşlevselcilik, toplumu önemsemiş ve mutlaklaştırmıştır. Buna
karşın işlevselcilik sosyolojik analizlerin önemli bir unsuru olan
bireyi önemsememiştir. İşlevselciler, toplumun temel taşı olan
bireyi ihmal etmişlerdir. Oysa bireyi yok sayarak ya da ihmal
ederek toplumu anlamak mümkün değildir.
•İşlevselcilik, sosyal sınıflar, iktidar, güç, yoksulluk, sömürü,
adaletsizlik, baskı ve sosyal eşitsizlik gibi konulara duyarsız
kalmıştır.
•İşlevselcilik, sosyolojinin temel konularından biri olan sosyal
değişmeyi yeterince izah edememişlerdir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


18
İşlevselcilik

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İşlevselciliğin gelişmesinde etkili olan sosyologlar aşağıdakilerden
hangileridir?
a) Ferdinand Tönnies-Max Weber
b) Georg Simmel-Max Horkheimer
c) Adam Smith-Karl Marx
d) Auguste Comte-Herbert Spencer
e) Anthony Giddens-Herbert Blumer

2. Aşağıdakilerden hangisi işlevselciliğin temsilcisi değildir?


a) Robert King Merton
b) Emile Durkheim
c) Karl Marx
d) Bronislaw Kaspar Malinowski
e) Talcott Parsons

3. Aşağıdakilerden hangisi işlevselciliğin terimlerinden biridir?


a) Düzen
b) Sosyal sınıf
c) Çatışma
d) Diyalektik
e) Eşitsizlik

4. Aşağıdakilerden hangisi işlevselciliğin temel tezlerinden biri değildir?


a) Toplumun özü, düzendir.
b) Toplum, çatışma fikrine dayalıdır.
c) Toplumda bütünleşmeyi sağlayan, ortak değerler ve normlardır.
d) Toplum, bir organizma gibidir.
e) Toplum, bütünleşmiş olduğundan değişmeye karşı direnç gösterir.

5. “Bozuk işlev” terimi aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?


a) Talcott Parsons
b) Karl Marx
c) Herbert Spencer
d) Max Weber
e) Robert King Merton

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


19
İşlevselcilik

6. Aşağıdakilerden hangisi işlevselciliğe yöneltilen eleştirilerden biri değildir?


a) İşlevselcilik, sınıf savaşımı, güç ve iktidar konularını ele almamıştır.
b) İşlevselcilik, sosyal değişmeyi açıklayamamıştır.
c) İşlevselcilik, sosyal çatışmayı aşırı önemsemiştir.
d) İşlevselcilik, bireyi ihmal etmiştir.
e) İşlevselcilik, muhafazakâr bir kuramdır.

7. Sosyoloji ve pozitivizm terimlerini icat eden sosyolog kimdir?


a) Herbert Blumer
b) Herbert Spencer
c) Emile Durkheim
d) Auguste Comte
e) Talcott Parsons

8. İşlevselciliğin en büyük açmazı aşağıdakilerden hangisidir?


a) Sosyal değişmeyi yeterince açıklayamaması
b) Sosyal yapıyı ihmal etmesi
c) Sınıf savaşımına değinmemesi
d) Toplumu organizma gibi görmesi
e) Çatışmayı önemsemesi

9. Sosyolojisinin merkezine sosyal olgu terimini yerleştiren sosyolog


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Talcott Parsons
b) Auguste Comte
c) Herbert Spencer
d) Robert King Merton
e) Emile Durkheim

10. “AGIL” şeması aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?


a) Auguste Comte
b) Talcott Parsons
c) Max Weber
d) Robert King Merton
e) Bronislaw Kaspar Malinowski

Cevap Anahtarı
1.d, 2.c, 3.a, 4.b, 5.e, 6.c, 7.d, 8.a, 9.e, 10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


20
İşlevselcilik

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Abrahamson, M. (1990). İşlevselcilik. Çev.: N. Çelebi, Konya: Sebat Ofset.
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California:
Pine Forge Press.
Appelbaum, R. P. (Tarihsiz). Toplumsal Değişim Kuramları. Çev.: T. Alkan, Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Ashley, D., Orenstein, D. M. (1990). Sociological Theory: Classical Statements.
Boston: Allyn and Bacon.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Callinicos, A. (2004). Toplum Kuramı: Tarihsel Bir Bakış. Çev.: Y. Tezgiden. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Coenen-Huther, J. (2013). Durkheim’ı Anlamak. Çev.: S. Akyüz. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Comte, A. (1858). The Positive Philosophy. İngilizceye Çev.: H. Martineau. New
York: Calvin Blanchard.
Comte, A. (1986). Pozitivizm İlmihali. Çev.: P. Erman. İstanbul: Milli Eğitim Gençlik
ve Spor Bakanlığı Yayınları.
Comte, A. (2001). Pozitif Felsefe Kursları. Çev.: E. Ataçay. İstanbul: Sosyal Yayınları.
Coser, L. A. (1977). Masters of Sociological Thought: Ideas in Historical and Social
Context. New York: Harcourt Brace Jovanovich, Inc.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayınları.
Dahrendorf, R. (1969). Class and Class Conflict in Industrial Society. London:
Routledge & Kegan Paul.
Davis, K. (1959). “The Myth of Functional Analysis as a Special Method in
Sociology and Anthropology”. American Sociological Review. No. 24.
Durkheim, E. (1985). Toplumbilimsel Yöntemin Kuralları. Çev.: C. B. Akal, İstanbul:
Bilim/Felsefe/Sanat Yayınları.
Durkheim, E. (1992). İntihar: Toplumbilimsel İnceleme. Çev.: Ö. Ozankaya. Ankara:
İmge Kitabevi Yayınları.
Durkheim, E. (2004). Ahlak Eğitimi. Çev.: O. Adanır. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


21
İşlevselcilik

Durkheim, E. (2005). Dini Hayatın İlkel Biçimleri. Çev.: F. Aydın. İstanbul: Ataç
Yayınları.
Durkheim, E. (2006). Toplumsal İşbölümü. Çev.: Ö. Ozankaya. İstanbul: Cem
Yayınevi.
Giddens, A. (1990). “Pozitivizm ve Eleştiricileri.” Sosyolojik Çözümlenmenin Tarihi
T. Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Ankara: V Yayınları.
Habermas, J. (2001). İletişimsel Eylem Kuramı: 1. Cilt/Eylem Rasyonelliği ve
Toplumsal Rasyonelleşme, 2. Cilt/İşlevselci Aklın Eleştirisi Üzerine. Çev.: M.
Tüzel. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-
Level Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.
Kızılçelik, S. (1992). Sosyoloji Teorileri 1. Konya: Mimoza Yayınları.
Kızılçelik, S. (1994). Sosyoloji Teorileri 2. Konya: Yunus Emre Yayınları.
Kızılçelik, S. (1996). Pozitivizm ve Eleştiricileri: Sosyolojinin Pozitivist Kimliği
Üzerine. İzmir: Saray Kitabevleri.
Kızılçelik, S. (2009). Sosyolojinin Neliği. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2018). Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1: Gramsci, Parsons, Mills,
Althusser, Foucault, Goffman ve Bauman’ın Sosyal Teorileri. Ankara: Anı
Yayıncılık.
Kim, K. (2003). Order and Agency in Modernity: Talcott Parsons, Erving Goffman,
and Harold Garfinkel. Albany: State University of New York Press.
Kinloch, G. C. (1977). Sociological Theory Its Development and Major Paradigms.
New York: McGraw-Hill, Inc.
Larson, C. J. (1973). Major Themes in Sociological Theory. New York: David McKay
Company, Inc.
Larson, C. J. (1986). Sociological Theory form the Enlightenment to the Present.
New York: General Hall, Inc.
Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Giriş. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Küre Yayınları.
Malinowski, B. (1989). İlkel Toplumlarda Cinsellik ve Baskı. Çev.: H. Portakal,
İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Malinowski, B. (1990). İnsan ve Kültür: Bir Bilimsel Kültür Kuramı ve Öbür
Denemeler. Çev.: M. F. Gümüş. Ankara: V Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


22
İşlevselcilik

Malinowski, B. (1992). Bilimsel Bir Kültür Teorisi. Çev.: S. Özkal, İstanbul: Kabalcı
Yayınevi.
Malinowski, B. (1998). İlkel Toplum. Çev.: H. Portakal, Ankara: Öteki Yayınevi.
Malinowski, B. (2000). Büyü, Bilim ve Din. Çev.: S. Özkal, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Malinowski, B. (2003). Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek. Çev.: Ş. Yeğin, İstanbul:
Epsilon Yayıncılık.
Martindale, D. (1960). The Nature and Types of Sociological Theory. Boston:
Houghton Mifflin Company.
Merton, R. K. (1967). On Theoretical Sociology: Five Essays, Old and New. New
York: The Free Press.
Merton, R. K. (1968). Social Theory and Social Structure. New York: The Free Press.
Mills, C. W. (2000). Toplumbilimsel Düşün. Çev.: Ü. Oskay, İstanbul: Der Yayınları.
Moore, W. E. (1990).“İşlevselcilik”. Sosyolojik Çözümlenmenin Tarihi. T.
Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Çev.: Ş. Tekeli. Ankara: V Yayınları.
Özbudun, S., Şafak, B., Altuntek, N. S. (2006). Antropoloji: Kuramlar/ Kuramcılar.
Ankara: Dipnot Yayınları.
Parsons, T. (1951). The Social System. New York: The Free Press.
Parsons, T. (1966). Essays in Sociological Theory. New York: The Free Press.
Parsons, T. (1985). On Institutions and Social Evolution: Selected Writings. L. H.
Mayhew (Ed.). Chicago: The University of Chicago Press.
Parsons, T., Smelser, N. J. (1969). Economy and Society: A Study in the Integration
of Economic and Social Theory. New York: The Free Press.
Rex, J. (2006). Key Problems of Sociological Theory. London: Routledge, Taylor &
Francis e-Library.
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar: Klasik ve Modern Sosyoloji
Anlayışlarına Giriş. Çev.: N. Doğan. İstanbul: Küre Yayınları.
Ritzer, G. (1983). Sociological Theory. New York: Alfred A. Knopf, Inc.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.:H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım.
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım.
Savage, S. (1983). The Theories of Talcott Parsons: The Social Relations of Action.
London: Macmillan Press.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26


23
İşlevselcilik

Scott, J., Marshall, G. (2009). A Dictionary of Sociology. New York: Oxford


University Press.
Sica, A. (2008). “Robert K. Merton”. Sosyolojik Düşüncede İz Bırakanlar.
B. Stones (Ed.). Çev.: Ü. Bozyer. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına
Haz.). İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Smith, A. D. (1996). Toplumsal Değişme Anlayışı: İşlevselci Toplumsal Değişme
Kuramının Bir Eleştirisi. Çev.: Ü. Oskay, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Spencer, H. (1947a). İlk Prensipler I. Çev.: S. Evrim. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.
Spencer, H. (1947b). İlk Prensipler II. Çev.: S. Evrim. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.
Spencer, H. (1961). The Study of Sociology. Michigan: The University of Michigan
Press.
Spencer, H. (1974). The Evolution of Society: Selections from Herbert Spencer’s
“Principles of Sociology”. Chicago: The University of Chicago Press.
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. Çev.: O. Akınhay,
Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Timasheff, N. S. (1967). Sociological Theory Its Nature and Growth. New York:
Random House.
Turner, B. S. (1999). Classical Sociology. London: Sage Publications.
Turner, J. H. (1974). The Structure of Sociological Theory. IIIionis: The Dorsey
Press.
Turner, J. H., Beeghley, L., Powers, C. H. (2010). Sosyolojik Teorinin Oluşumu. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin
Geliştirilmesi. Çev.: L. Elburuz ve M. R. Ayas. İzmir: Punto Yayıncılık Ltd. Şti.
Warshay, L. H. (1975). The Current State of Sociological Theory: A Critical
Interpretation. New York: David McKay Company, Inc.
Williams, R. (2007). Anahtar Sözcükler: Kültür ve Toplumun Sözvarlığı. Çev.: S.
Kılıç. İstanbul: İletişim Yayınları.
www.nndb.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
www.nadirkitap.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Zeitlin, I. M. (1987). Ideology and the Development of Sociological Theory. New
Jersey: Prentice-Hall, Inc.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27


24
ÇATIŞMA KURAMI

• Çatışma Kuramının Kökleri


• Çatışma Kuramının Ana ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

İsimleri KURAMLARI
• Çatışma Kuramının Anahtar
Terimleri Prof. Dr. Sezgin
• Çatışma Kuramının Temel
Tezleri KIZILÇELİK
• Çatışma Kuramının Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Çağdaş sosyolojinin önemli
teorilerinden biri olan çatışma
HEDEFLER

kuramı hakkında bir fikir


edinebilecek,
• Çatışma kuramının sosyolojideki
yeri ve önemi konusunda bilgi
sahibi olabilecek,
• İşlevselcilik ve eleştirel kuramı
daha iyi anlayabileceksiniz.

ÜNİTE

21

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Çatışma Kuramı

Kapitalizm
Karl Marx
Sınıf çatışması

Birey
Georg Simmel
Etkileşim

Çelişki

Otorite ilişkileri

Ralf Dahrendorf Zorlama


ÇATIŞMA KURAMI

Sosyal çatışma

Sosyal değişme

Çatışma

Emniyet subabı

Lewis A. Coser Çatışmanın işlevleri

Sosyal bütünleşme

Güç dengesi

İktidar

Charles Wright Mills İktidar seçkinleri

Sıradan insanlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


29
Çatışma Kuramı

GİRİŞ
Bireylerin gündelik yaşamlarında kullandığı terimler arasında çatışma önemli bir
yere sahiptir. Çatışma, sosyal hayatın merkezinde yer alır. Sosyal ilişkilerde çatışma
başattır. Aile bireyleri arasında, kuşaklar arasında çatışmanın olduğunu
gözlemleyebiliriz. Her birey bir diğeriyle çatışma hâlinde bulunur. Toplumdaki gruplar
içinde ve gruplar arasında çatışma vardır. Toplumu oluşturan ana sınıflar arasında
çatışmaya dayalı ilişkiler mevcuttur. Siyasal partiler (bilhassa da iktidar ve muhalefet
partileri) birbirleriyle devamlı çatışma içindedir. İdeolojiler arasında, sınıflar arasında,
ırklar arasında, gruplar arasında, kültürler ya da uygarlıklar arasında çatışma vardır.
Başka bir deyişle, ideolojik çatışma, sınıf çatışması, ırk çatışması, grup çatışması,
uygarlık çatışması bir gerçektir. Toplumlar arasında sürekli çatışma vardır. Kısaca,
birbirlerine düşman olan bireylerden, toplumlardan ya da ülkelerden söz ettiğimizde,
çatışmaya işaret etmiş oluruz. Sosyoloji, insan ve toplumun uzağında bir bilim değildir.
Toplumdaki ya da dünyadaki farklı çatışma biçimlerine duyarsız kalamaz. İşte, çağdaş
sosyolojide toplumu “çatışma” açısından tahlil eden ana kuram, çatışma kuramıdır.
Çatışma kuramı, günümüz sosyolojisinde öne çıkan kuramlardan biridir. Çatışma
kuramı, önemli ölçüde işlevselciliğin eleştirisi üzerine inşa edilmiştir. Çatışma
kuramının amacı, işlevselciliğin ipliğini pazara çıkarmak değil, onun eksikliklerini
Çatışma kuramı, gidermeye çalışmaktır. Tatlıcan’a göre, çatışma kuramı, 1950’lerin sonlarında
işlevselciliğin zaaflarını Amerika’da başat sosyolojik paradigma konumuna gelen işlevselciliğe, özellikle de
ortadan kaldırmaya Parsonscı yorumuna bir tepki olarak gelişen sosyolojik bir kuramdır. Fakat çatışma
teşebbüs eden ve kuramı, düzen, uyum, denge ve istikrarı vurgulayarak statik bir toplumu esas alan
onun eleştirisine dayalı işlevselciliği yıkmayı amaçlamaz. Tersine, düzensizlik, çatışma ve değişme gibi olguları
olan bir kuramdır.
da merkeze alan, işlevselciliğin sorunlarının yapı ve çatışmayla ilgilenerek aşmaya çaba
gösteren tamamlayıcı ve bütüncül bir teori geliştirmek ister (Tatlıcan, 2011). Çatışma
kuramı, işlevselciliğin toplumun bir yönü üzerine odaklaştığını, toplumun diğer
yönünü ya da yüzünü ihmal ettiğini iddia etmiştir. Daha açık bir deyişle, çatışma
kuramcıları, işlevselciliğin toplumda uyum, ahenk, denge, düzen, istikrar ve
bütünleşmeye ağırlık verdiğini buna karşın uyumsuzluk, ahenksizlik, dengesizlik,
düzensizlik, çatışma ve değişmeye kapalı olduğunu öne sürmüşlerdir. Ritzer’in
deyişiyle, işlevselcilere göre, toplum özünde durağandır. Çatışma kuramına göre,
toplum, her noktada ve her yerde değişim sürecine tabidir. İşlevselciler, toplumun
düzenini önemserken çatışma kuramcıları sosyal sistemin her noktasında çatışma
görürler. İşlevselciler, toplumda her unsurun istikrara ve dengeye katkıda
bulunduğunu savunurken; çatışma kuramcıları, birçok sosyal unsurun, çözülme ve
değişmeye katkıda bulunduğunu iddia ederler (Ritzer, 2012). Çatışma kuramcıları,
özellikle de Ralf Dahrendorf ve Lewis A. Coser, sosyolojik kuramın çatışmayı merkeze
aldığını ortaya koymak için, işlevselciliğin istikrara yoğunlaştığını ispat etmek için
uğraşmışlardır (Alexander, 1988). Esasında çatışma teorisi, şu prensiplerden yola
çıkmıştır: İstikrarsızlık ve değişme, sosyal yapının kilit unsurlardır (Collins, 2011).
Çatışma kuramı, toplumun dengeli, ahenkli, uyumlu ve bütünleşmiş bir organik ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


30
Çatışma Kuramı

işlevsel bütün olduğu fikrinin karşıtı olarak gelişmiştir (Oskay, 1983). Çatışma kuramı,
Parsonsçı denge-bütünleşme kuramına karşı olarak neo-Marxist zorlama-çatışma
kuramı olarak ortaya çıkmıştır (Larson, 1973). Kısaca, çatışma, her zaman için sosyolojik
teorinin merkezinde yer alan bir konu olmasına karşın, çatışma kuramı, 20. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren işlevselciliğin hegemonyasına karşı duranların çalışmalarına atfen
kullanılan bir isimlendirmedir (Marshall, 1999).
Bu bölümde, çatışma kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel
tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

ÇATIŞMA KURAMININ KÖKLERİ


Çatışma kuramının kökleri, Alman sosyologları Karl Marx’ın (1818-1883) ve
George Simmel’in (1858-1918) sosyoloji anlayışlarına uzanır. Çatışma kuramı deyince
akla hemen Marx’ın sosyolojisi gelir (Kızılçelik, 2013). Çatışma kuramcıları, Marx’ın
toplumdaki değişmenin ana kaynağı olarak gördüğü çatışma görüşünden yola
çıkmışlardır (Turner, 1974). Fakat onlar, Marx’ın değişmeyi yaratan çatışmanın sınıf
çatışması olduğu gerçeğini yadsımışlardır. Çatışma kuramcıları, çatışma olgusunu
sınıfsal temelinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Çatışmayı, bireyler arası ilişkiler ve
Çatışma kuramının arka grup çatışması çerçevesinde analiz etmişlerdir. Çatışma kuramcıları, Marx’tan ziyade
planında Karl Marx’ın
Simmel’e yönelmişlerdir. Simmel, çatışma olgusuna Marx gibi yaklaşmamış, yani
ve özellikle de Georg
toplumdaki çatışma ögesini sınıf ekseninde irdelememiştir. Simmel, çatışmayı hayatın
Simmel’in sosyolojik
görüşleri vardır. içinde olan bir etkileşim ve toplumlaşma biçimi olarak ele almıştır. Simmel, çatışmanın
bireylerin ihtiyaçlarından, isteklerinden ve öfkelerinden kaynaklandığını iddia etmiştir
(Kızılçelik, 2013).

Karl Marx
Marx, sosyoloji tarihinde sınıf terimini esas alarak sosyal dünyayı diyalektik ve
tarihsel materyalist metodun ilkeleri ışığında değerlendiren ilk sosyologdur. Marx, bir
sınıf teorisyenidir. Marx’ın sosyolojisi, sınıf sosyolojisidir. Marx, tarihsel süreçte yer
alan her olguyu sınıfa göre açıklamıştır. Marx, tarihî ve sosyal yapıları irdelerken sınıfa,
bilhassa da sınıf çatışmasına dikkat çekmiştir. Tarih ve toplum alanını sınıf çatışmasını
merkeze alarak tahlil etmiştir. Marx, insanlığın dününü, bugününü ve yarınını sınıf
çatışması bağlamında izah etmiştir. Onun sosyolojik söylemi, sınıf kavgası ya da
çatışması üzerine biçimlenmiştir. Ona göre, sorunlar, sınıf çatışması içinde
Karl Marx, tarihi ve açıklanabilir. Sınıf çatışması, değişmenin, gelişmenin ve ilerlemenin, kısaca tarihin
toplumu sınıf çatışması motor gücüdür. Marx’a göre toplum, birey, bireyler arası etkileşim, grup ve gruplar
çerçevesinde tahlil
arası ilişki, kurum ve kurumlar arası bağlardan örülmüş bütün değil, zıt ve uzlaşmaz
etmiş, sürekli olarak
ezen-ezilen ilişkisine düşmansı sınıflardan meydana gelmiş bir bütünlüktür. Marx’ın sosyolojisinde, birey,
dikkat çekmiştir. grup, kurum gibi ögeler bir kenara itilmiş ve yalnızca sınıf esas alınmıştır (Kızılçelik,
2013).
Marx’ın sosyolojisinde sınıfların incelenmesi esastır. Sınıf savaşımı, yani sınıf
çatışması Marx’ın sosyolojik düşüncesinde merkezidir (Rex, 2006). Marx’tan önce

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


31
Çatışma Kuramı

Niccolò Machiavelli ve Adam Smith düşünürler sınıflardan ve sınıf çatışmasından söz


etmişlerse de (Fischer, 1996), sınıf çatışması terimine gerçek anlamını kazandıran
Marx olmuştur. Marx, toplumun merkezine sınıf çatışmasını yerleştirmiştir
(Martindale, 1960). Toplum, mücadele yoluyla değişmeyi meydan getiren karşıt
sınıflardan oluşur. Marx’a göre, toplum, mücadele ve gerilimleriyle sosyal değişmeyi
doğuran karşıt güçlerin hareket eden dengesini ihtiva eder (Coser, 1977). Demek ki,
Marx’ta sosyal gelişmenin itici gücü, karşıt sınıflar arasındaki savaşımdır. Sosyal
gelişme ve ilerlemenin temeli, sınıf uzlaşması değil, sınıf savaşımının artmasıdır. Sınıf
savaşımı bir sınıfın lehine, diğer sınıfların aleyhine sonuçlanır. Bu savaşımda bir sınıf
ileri giderken ötekiler ise geriler. Sınıf savaşımı, evrensel bir kanundur. Marx’a göre,
günümüze kadarki tüm toplumların tarihi, özünde sınıf mücadeleleri tarihidir. Özgür
insan ile köle, bey ile serf, yani ezen ile ezilen birbirleriyle karşı karşıya gelmişler, ya
toplumun bütünüyle devrimci bir dönüşmesi ile ya da savaşan sosyal sınıfların birlikte
mahvolmalarıyla biten bir savaş sürdürmüşlerdir (Marx ve Engels, 1998). Sözün kısası,
Marx’ın sosyolojisinin özü, sınıf ve sınıf çatışmasıdır. Marx, tarihi ve toplumu sınıf
çatışması çerçevesinde ele almıştır. Marx’a göre, kapitalist toplum, burjuva sınıfı
(burjuvazinin) ve işçi sınıfının (proletaryanın) çatışmasından dolayı düşman kamplara
bölünmüştür. Kapitalist toplumda sermayeye sahip olan bir azınlık (burjuvazi) ile bu
azınlığa emeğini satmak zorunda kalan bir çoğunluk (proletarya) vardır.
Kapitalist toplumda işçi (emekçi) kendisi için değil, devamlı olarak sermaye için
üretir (Marx, 1986). Kapitalist toplumda üretim, toplumun (genelin) çıkarına değildir.
Yalnızca sermaye için üretim yapılır (Marx, 1990). Kapitalist düzende işçiler, mümkün
olan en geniş ölçüde sömürülür (Marx, 1986). Marx’a göre, sömürü, kapitalizmde bir
ekonomik düzen olarak vardır. (Mills, 1966). Kapitalist toplumda esas olan sermaye
birikimidir. Sermaye biriktirmek, toplumsal zenginlik âlemini ele geçirmek, sömürdüğü
insanların sayısını çoğaltmak ve böylelikle kapitalistin dolaylı ve dolaysız
hükümranlığını genişletmektir (Marx, 1986). Sermaye çoğaldıkça, ücretli emekçiler
kitlesi büyür ve ücretli emekçilerin sayısı artar. Sermayenin egemenliği, gittikçe daha
fazla sayıda insanı kapsar (Marx, 1999). Sermaye birikimi, kapitalistlerin proletarya
üzerindeki hegemonyasının artmasına sebep olur. Sermayenin büyümesine paralel
olarak proletaryanın yoksullaşması da artar. Kapitalist birikimin büyüme hızı ne kadar
büyük olursa proletaryanın ekonomik koşulları da o derece olumsuzlaşır. Marx, bu
süreçte sermayenin oluşum mantığına, yani mülksüzleştirme olgusuna dikkat
Georg Simmel, çatışma çekmiştir. Marx, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirileceğini, bunun da üretim
kuramının ana
araçlarındaki kapitalist mülkiyetin ortadan kaldırılması ve bunların sosyalist mülkiyete
eğilimlerini belirlemiş,
çatışmanın sebepleri geçirilmesiyle mümkün olabileceğini iddia etmiştir (Kızılçelik, 2013).
olarak ihtiyaç, istek, öfke Sözün kısası, Marx’a göre, kapitalist toplumda üretim araçları az sayıda insanın
ve nefret gibi bireysel (burjuvanın) elinde toplanmıştır (Marx, 1990). İşçiler ise, yalnızca kendi emek-gücünü
unsurları göstermiştir.
satarak yaşarlar (Marx, 1992), olabildiğince baskı altına alınarak sömürülürler, insanlık
dışı koşullarda çalışırlar, çoğu kez üretim dışı kalırlar, işsizlik nedeniyle açlıktan ölürler
(Marx, 1986). Sermayeye sahip olan kapitalist, emeğe komuta eder. Burjuva sınıfının

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


32
Çatışma Kuramı

işçi sınıfı üzerindeki gücü arttıkça işçinin sosyal konumu kötüleşir (Marx, 1999). Sınıf
çatışması bundan kaynaklanır. Başka bir deyişle, Marx’a göre, kapitalist toplumda
burjuva sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki sınıf çatışmasının ana nedeni, üretim araçlarının
mülkiyetine sahip olma mücadelesidir.

Georg Simmel
Simmel, sosyolojisini birey, bireyler arası etkileşimler, çatışmalar, küçük gruplar
ve grup ilişkileri üzerine konumlandırmıştır (Simmel, 1964a; 1964b). Simmel’in
sosyolojisinde birey hep merkezde yer almıştır. Simmel, çağında yaygın olan sosyoloji
eğilimlerinin dışladığı bireyi irdelemiştir. Simmel, sosyoloji görüşünü biçimlendirirken
bireyi, onun bilincini, dünyasını, diğer bireylerle ilişki ve etkileşimini, bir araya geliş
biçimlerini esas almıştır. Simmel, etkileşim biçimlerinin incelenmesi üzerine kafa
yormuştur. Simmel’e göre, özünde bireyler başkalarıyla girdikleri etkileşimlerden
ibarettirler (Simmel, 2009). Sosyal etkileşim, yan yana yaşayan bireylerden onları
toplum yapan bir bağ örer (Simmel, 2008). Simmel’e göre, belli sayıda birey, aslında şu
ya da bu ölçüde toplum sayılabilir. Birkaç kişinin etkileşime girdiği yerde toplum vardır
(Simmel, 2009). Önemli olan toplum içindeki insanların birbirleriyle etkileşimine
odaklanmaktır. Toplumda insanlar, birbirlerine bakarlar, birbirlerini kıskanırlar, birlikte
yemek yerler, birbirlerine soru sorarlar, bir diğeri için giyinirler, süslenirler. Bu ilişki
biçimleri insanları birbirlerine bağlar (Simmel, 1964a).
Simmel’e göre, toplum, bireylerin ilişki ve etkileşim ağıdır. Başka bir deyişle,
toplum etkileşim yoluyla birleştirilmiş bireylerin bir adıdır. Etkileşim biçimleri,
genellikle uyumu ve çatışmayı, çekiciliği ve iticiliği, aşkı ve nefreti içerir. Dolayısıyla
Simmel’e göre çatışma, sosyal hayatın özüdür, gerçeğidir. Çatışma, sosyal hayattan
söküp atılamaz (Kızılçelik, 1994). Simmel’e göre, çatışma bir gerçektir. Modern
toplumda ve kültürde çatışma başattır (Simmel, 1999; 2003). Simmel’e göre,
çatışmanın nedenleri, bireyseldir. Kendi deyişiyle, gerçekte dağıtıcı ya da çözücü
faktörler, yani öfke, haset, arzu, ihtiyaç, çatışmanın sebepleridirler (Simmel, 1999).
Kısaca, Simmel, çağdaş sosyolojide daha çok sosyal etkileşim biçimlerini anlamamıza
katkıları dolayısıyla bilinir. Simmel’in aynı zamanda makro konuları irdeleyen çatışma
kuramına ciddi katkısı olmuştur (Ritzer, 2013). Simmel’in sosyolojisi, çözümlediği
sosyal birimler arasındaki karşılıklı bağlılığı ve çatışmaları ortaya çıkaran diyalektik bir
yaklaşım tarafından beslenmiştir. Simmel, daha çok birey ve toplum arasındaki
bağlantıları ve gerilimleri vurgulamıştır (Coser, 2010). Simmel, toplumda çatışmanın
var olduğuna ve kaçınılmazlığına işaret etmiştir (Turner, 1974).

ÇATIŞMA KURAMININ ANA İSİMLERİ


Çatışma kuramının ortaya çıkmasında ve gelişmesinde Ralf Dahrendorf (1929-
2009), Lewis A. Coser (1913-2003) ve Charles Wright Mills (1916-1962) ayrıcalıklı bir
konuma sahiptirler. Söz konusu sosyologlar, çatışma kuramının önemli figürleridir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


33
Çatışma Kuramı

Çatışma kuramı, söz konusu sosyologlar tarafından inşa edilmiş bir çağdaş sosyoloji
kuramıdır.

Ralf Dahrendorf
Dahrendorf, 1929’da Almanya’nın Hamburg kentinde dünyaya gelmiştir. 1944-
1945 yılları arasında Naziler tarafından toplama kampına kapatılmıştır. Hamburg
Üniversitesinde okumuştur. Londra Ekonomi Okulunda sosyoloji alanında lisansüstü
eğitimini tamamlamıştır. 1974-1984 yılları arası Londra Ekonomi Okulunun
müdürlüğünü yapmıştır. Siyasetle yakından ilgilenmiştir. 1982’de “Sir” ünvanıyla
Çatışma kuramı, Ralf ödüllendirilmiş, İngiliz Lordlar Kamarasına alınmıştır. 1984’te Almanya’daki Constance
Dahrendorf, Lewis A. Üniversitesine sosyoloji profesörü olarak atanmıştır. İngiltere, Almanya ve Amerika’da
Coser ve Charles akademisyen olarak görev yapmıştır. Önemli eserleri şunlardır: Endüstri Toplumunda
Wright Mills tarafından Sınıf ve Sınıf Çatışması; Almanya’da Toplum ve Demokrasi; Yeni Özgürlük; Yaşam
geliştirilmiştir. Şansları (Slattery, 2007; Wallace ve Wolf, 2004). Dahrendorf, 2009’da vefat etmiştir.

Resim 2.1. Ralf Dahrendorf

Dahrendorf, çatışma kuramının mimarıdır. Dahrendorf, öncelikle çatışma kuramı


ile işlevselciliğin bir sentezini yapmaya çalışmıştır. Dahrendorf, “çatışma” ve “konsensüs”
modellerini gerçekliğin farklı boyutlarını aydınlatan, birbirlerini tamamlayıcı parçaları
olarak görmüştür (Scott, 1995). Dahrendorf, daha sonra çatışma kuramının ana
dayanaklarını dört noktada toplamıştır: İlk olarak, her toplum her noktada değişme
sürecinin tesiri altındadır. Sosyal değişme, her yerde mevcuttur. İkinci olarak, her
toplum, her noktada çekişmeyi ve çatışmayı göz önüne serer. Sosyal çatışma, her
yerde mevcuttur. Üçüncü olarak, toplumdaki her öge, onun çözülmesine ve
Ralf Dahrendorf, değişmesine katkı verir. Dördüncü olarak, her toplum, kendi üyelerinden bazılarının
günümüz kapitalist
diğerleri üzerindeki zorlamasına dayanır (Dahrendorf, 1969).
toplumlarında Marx’ın
sınıf çatışması Dahrendorf, çatışma kuramını biçimlendirirken Marx’ın sınıf çatışması
görüşünün geçersiz görüşünün günümüzde geçerliliğini yitirdiğini iddia etmiştir. Dahrendorf’a göre,
olduğunu iddia etmiştir. Marx’ın sınıf teorisinin tersine ileri kapitalist toplumlarda proletarya etkin bir sosyal
sınıf olma özelliğini kaybetmiş ve toplum iki büyük düşman kampa bölünmemiştir
(Dahrendorf, 1969). Çünkü Dahrendorf’a göre, 19. yüzyıldan beri kapitalist
toplumlarda sermayenin ayrışması, emeğin parçalanması ve yeni orta sınıfın ortaya
çıkışı gibi Marx’ın öngöremediği değişmeler olmuştur. Marx’ın döneminde üretim

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


34
Çatışma Kuramı

araçlarının mülkiyeti ve onlar üzerindeki denetim aynı kişilerin elindeydi. 20. yüzyılda
mülkiyet ve denetim birbirinden ayrılmıştır. Marx, bu durumu öngörememiştir.
Dahrendorf, sermayenin ayrışması dediği şeye en iyi misal olarak, birçok
hissedarından hiçbirinin tek başına kontrol edemediği büyük şirketlerin ortaya çıkmış
olmasını göstermiştir. Dahrendorf’a göre, 20. yüzyılda yalnızca sermayenin ayrışması
değil, emeğin parçalanması da gerçekleşmiştir. İşçi sınıfı artık homojen bir grup
değildir. İşçi sınıfı katmanlaşmaya başlamış, kalifiye işçilerin tepede, kalifiye olmayan
işçilerin altta yer aldığı bir hiyerarşi oluşmuştur. Orta sınıf genişlemiştir. Bütün bunlar
Marx tarafından öngörülememiştir. Marx, orta sınıfın devrim şartlarında burjuvaziyle
savaşan işçi sınıfına katılacağını düşünmüştü. Dahrendorf, Marx’ın fikirlerinin aksine,
kapitalist toplumlarda eşitliğin yaygınlaşmasının sınıf mücadelesini ve devrimci bir
sosyal değişmeyi imkânsız hâle getirdiğini savunmuştur. Çağdaş kapitalist toplumlarda
var olan sosyal hareketlilik, devrimlerin mayalanmasını engellemiştir (Polama, 1993).
Dahrendorf, Marx’tan farklı olarak, tahlilini üretim araçlarına sahip olma ya da
olmama üzerine değil, güce ve otorite konumlarına iştirak etme ve bu konumlardan
dışlanma üstüne kurmuştur (Slattery, 2007). Dahrendorf’a göre, otorite, toplum içinde
altta yer alma ve üstte yer almayı içerir. Çatışmayı çözümlemenin görevi, toplum içindeki
çeşitli otorite rollerini saptamaktır (Ritzer, 2012). Dahrendorf, çatışmanın otorite
ilişkilerden kaynaklandığını öne sürmüştür. Ona göre, otorite ilişkileri, her zaman ast-
üst ilişkilerine dayanır. Otorite ilişkilerinin olduğu her yerde üstlerin astları
denetlemeleri toplumsal olarak beklenir. Otorite, meşru bir ilişkidir. Otoritenin
emirlerine karşı gelmenin müeyyideleri vardır (Dahrendorf, 1969). Dahrendorf, otorite
ilişkilerini çatışma gruplarının temeli olarak görmüştür (Scott, 1995). Dahrendorf’a göre,
Marx’ın en büyük hatası ise, mülkiyetin yalnızca özel bir otorite durumu olduğunu
kavrayamamasıdır (Dahrendorf, 1969). Dahrendorf, güç veya otorite ile çatışma
arasındaki yakın ilişkiyi aydınlatmıştır (Wallace ve Wolf, 2004). Kısaca, Dahrendorf’a
göre, çatışma, sosyal hayatın olduğu her yerde vardır. Bu çatışma, iç savaştan
parlamenter tartışmalara kadar değişebilir. Çatışma, asla yok edilemez. Çatışma,
geçici olarak bastırılabilir, kontrol edilebilir. Toplumdaki zorlamalar çatışmayı, çatışma
Lewis A. Coser,
ise değişmeyi meydana getirir (Kongar, 1985).
çatışmanın toplum için
faydalı olduğunu, yani Lewis A. Coser
çatışmanın toplumda
bütünleşmeyi, dengeyi ve Coser, 1913’te Almanya’nın Berlin kentinde doğmuştur. Sosyalist gençlik
ilerlemeyi sağladığını hareketine katıldığından Hitler iktidara gelince Almanya’yı terk etmek zorunda
iddia etmiştir. kalmıştır. Fransa’ya gitmiştir. Çalışma izni olmadığı için Paris’te açlık gibi büyük bir
sefalet yaşamıştır. Daha sonra Sorbonne Üniversitesine kayıt yaptırmış (ücretsiz
olduğu için) ve orada mukayeseli edebiyat okumuştur. 1941’de Amerika’ya gitmiştir.
1954’te Columbia Üniversitesinde doktora derecesi elde etmiştir. 1951-1968 yılları
arasında Brandies Üniversitesinde, 1968-1988 yılları arasında ise State University of
New Yorkta çalışmıştır. 1988’de emekli olmuştur. İzleyen yıllarda Boston Collegeda
sosyoloji profesörü olarak çalışmayı sürdürmüştür. Coser, 2003’te ölmüştür. En önemli

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


35
Çatışma Kuramı

eserleri arasında Sosyal Çatışmanın İşlevleri; Fikir Adamları; Sosyolojik Düşüncenin


Ustaları ön plana çıkmaktadır (Wallace ve Wolf, 2004; Coser, 2010).
Coser, Simmel’in çatışmaya dair fikirlerinden etkilenmiştir. Coser, çatışma olgusunu
bireysel düzeyde açıklayan ve çatışmanın sosyal hayattan sökülüp atılamayacağını
söyleyen Simmel’in tesirinde kalmıştır (Kızılçelik, 1994). Coser, çatışmayı bir birlik olarak
değerlendiren Simmel’den hareketle, çatışmanın toplum için işlevselliğini çözümlemiştir.
Birçok işlevselci kuramcı, çatışmaya grup içi bozuk işlev olarak işaret etmişken Coser,
çatışmanın hangi şartlarda sosyal yapının sürdürülmesine olumlu katkıda bulunacağını
ortaya koymaya çabalamıştır (Polama, 1993). Bu çerçevede, Coser’ın Sosyal Çatışmanın
İşlevleri kitabı, Simmel’in tezlerinin açıklanmasına ve geliştirilmesine dayalıdır. Coser,
çatışmanın köklerini ele alırken insan psikolojisinin ve duygularının oynadığı roller
üzerinde diğer çatışma kuramcılarından daha fazla durmuştur. Coser, çatışmanın önemine
ve sosyal hayatın bir yönü olduğuna işaret etmiştir. Coser’a göre, çatışma, sosyal
değişmeye kaynaklık eder ve aynı zamanda toplumun birliğini korur (Wallace ve Wolf,
2004). Coser’a göre, çatışma, sosyal intibakı ve uyumu azaltmaktan ziyade arttırır (Kinloch,
1977). Coser’a göre, çatışma düşmanlıkları engeller, güç dengesi kurar, onu sürdürür,
koalisyonlar ve birleşmeler yaratır (Coser, 1964). Coser’a göre, çatışma, toplumları
bütünleştirir. Sözgelimi, 1970’li yıllarda Vietnam Savaşı’nın çözülme yaratıcı etkileriyle
büyük bir çöküntü içine giren Amerika’nın 1980’li yıllarda Sovyetler Birliği ile
aralarındaki Soğuk Savaş’ın tahrik edici etkisi, Amerikan toplumunun yeniden
bütünleşmesine yardım etmiştir. Benzer bir şekilde, bir grup ile çatışma, diğer
gruplarla ittifaka girmek yoluyla dayanışmanın ortaya çıkmasına yardım eder. Örneğin,
Sovyetler Birliği ile çatışmaya giren bazı ülkeler, Amerika’nın da içinde yer aldığı
NATO’ya üye olmuşlardır (Ritzer, 1983).
Coser, toplumda çatışmanın yıkıcı ve dağıtıcı olmadığını aksine denge
sağlamanın, dolayısıyla toplumun varlığını sonsuza kadar korumanın bir aracı
olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, çatışma, toplumda denge sağlayıcı ve istikrar
getirici bir etki doğuran “emniyet subabı” görevi görür. Çatışma, toplum için
işlevseldir. Toplumda yeni normların ve değerlerin ortaya çıkmasını sağlar.
Çatışmasız bir toplum kemikleşir ve durur (Swingewood, 1998). Coser’a göre,
Charles Wright Mills, çatışma, sosyal yapının oluşumu, birleşimi ve korunması açısından araçsal olabilecek
iktidar seçkinlerinin bir süreçtir. Çatışma, grup içi ve gruplar arası sınırların belirlenmesi ve korunmasını
kitleler üzerindeki
mümkün kılar. Diğer gruplarla çatışma, grubun kimliğinin yeniden benimsenmesine
tahakkümüne işaret
ederek günümüze ışık katkıda bulunabilir (Polama, 1993). Kısaca, işlevselciler, sosyal bütünleşme üzerine
tutmuştur. yoğunlaşıp, toplumda çatışma sorununu ihmal etmişler, hatta çatışmayı, toplumu
ayırıcı ve dağıtıcı olarak görme eğiliminde olmuşlardır. Coser ise, çatışmanın, iktidarla
çatışma grupları arasında denge sağlayarak toplumun korunmasının bir aracı
olabileceğini göstermiştir (Polama, 1993). Coser’a göre, çatışma, aynı zamanda gruplar
içindeki bağlılığın, birleşmenin ve dayanışmanın artmasına hizmet eder (Johnson,
2008). Coser’a göre, Parsons ve diğer işlevselciler, sosyal düzenin sürmesinde önemli
bir rol oynayan çatışmanın imkânlarını düşünmede başarısız olmuşlardır (Larson,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


36
Çatışma Kuramı

1986). Coser, çatışmanın toplumun uyumunu, bütünlüğünü, düzenini, dengesini ve


devamlılığını sağladığını, topluma dinamiklik kazandırdığını, ciddi sosyal problemlerin
katmerleşmeden çözülmesine imkân tanıdığını ileri sürmüştür.

Charles Wright Mills


Mills, 1916’da Amerika’nın Teksas eyaletinde doğmuş, 1962’de ise ölmüştür.
Üniversite eğitimini Teksas Üniversitesi ve Visconsin Üniversitesinde tamamlamıştır.
Alman sosyolog Hans Gerth ve Amerikalı sosyolog Howard Becker ile çalışmıştır. Önce
Maryland Üniversitesinde daha sonra ise Columbia Üniversitesinde öğretim üyesi
olarak görev yapmıştır. Gerth ile birlikte Weber’in bazı ana çalışmalarını İngilizceye
çevirmiştir. Siyasal engellemeler yüzünden ancak 1956’da profesör olabilmiştir. Mills,
Amerika ile Rusya arasındaki Soğuk Savaş’ın en gerilimli olduğu yıllarda Rusya,
Polonya ve Küba’yı ziyaret etmiş, sosyoloji dünyasında ses getiren eserlere imza
atmıştır. Başlıca yapıtları şunlardır: Beyaz Yakalılar; İktidar Seçkinleri; Toplumbilimsel
Düşün; Dinle Yankee; Marxistler (Kinloch, 1977; Slattery, 2007).

Resim 2.2. Charles Wright Mills

Mills, Parsons’ın sosyolojisini kritik eleştirmiştir. Mills, Parsons’ın sosyolojik


fikirlerinin kolay anlaşılır olmadığını, hatta anlamlı olup olmadığının bile şüphe verici
olduğunu bildirmiştir (Mills, 2000). Mills, Parsons’ın sosyolojisinin ve onun yandaşlarının
insan davranışlarını ve toplumu net bir şekilde açıklama ve anlama gayretinden kaçınmak
için tarafgir bir biçimde hareket ettiklerini öne sürmüştür (Mills, 2005). Mills, 1950’lerin
tutucu ve despotik ortamında sosyolojinin ana kuramı konumunda bulunan işlevselciliği
Çatışma, sosyolojik
eleştirmiş, kısa zamanda Amerika’nın sözünü sakınmayan kuramcısı olmuştur. Mills, Soğuk
kuramın her daim
gündeminde olmuş bir Savaş’ın, bilhassa da Amerika’daki McCarthy’nin cadı avı döneminde kitaplarını yazmıştır.
olgudur. Mills, statükoyu rasyonelleştiren ve böylece var olan düzeni destekleyen, haksızlığı ve
eşitsiz iktidar ilişkilerini pekiştiren Parsons’ın işlevselciliğine saldırmıştır (Berberoglu,
2009). Parsons’ın sosyolojisine göre sosyologların, politik ya da ekonomik kurumlarla,
“iktidar” meselesiyle uğraşmalarına gerek yoktur (Mills, 2000).
Mills, İktidar Seçkinleri kitabında, büyük sermaye, yüksek askerî ve hükümet
kadrolarının iç içe geçmiş “üçlü iktidar diktası” görüşünü ileri sürmüştür (Polama, 1993).
Mills, “iktidar seçkinleri” (“iktidar elitleri”) üzerinde durmuştur (Kızılçelik, 2018). Mills’in
“iktidar seçkinleri”ne yönelik çözümlemeleri, çatışma teorisi açısından önemlidir. Mills,
toplumda “sıradan insanlar” ve “iktidar seçkinleri” adlı iki ana kesimin olduğunu ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


37
Çatışma Kuramı

onlar arasında çatışmanın bulunduğunu belirtmiştir. Mills, iktidar seçkinlerinin


toplumun büyük bir kısmını teşkil eden sıradan insanlar üzerinde tahakküm
kurduğuna işaret etmiştir.
Sıradan insanlar, yaşadıkları hayatın/gündelik hayatın sıkıntılarını aşacak gücü
olmayan insanlardır (Mills, 1974). Sıradan insanların kavrayışı ve gücü, işlerinin,
ailelerinin ve komşuluk ilişkilerinin dar kalıplarıyla sınırlıdır. İktidar seçkinleri ise,
sıradan insanların alışık olmadıkları ve yaşamadıkları bir hayat yaşanmaktadır (Mills,
2000).
Mills’e göre, iktidar seçkinleri, modern toplumun ana kuruluşlarının ve
hiyerarşilerinin en önemli yerlerinde bulanurlar. İktidar seçkinleri, devleti, devasa
şirketleri ve orduyu yönetirler. Onlar, sosyal yapının ve toplumun stratejik komuta
yerlerine egemendirler. İktidar seçkinleri, ellerindeki bilgiler, zenginlikler ve olanaklar
sayesinde sıradan insanlardan güçlüdürler (Mills, 1974). Mills, iktiadar seçkinlerini
Amerika’dan hareketle tahlil etmiştir. Mills, Amerika’da Beyaz Saray’a bağlı olan
yönetim seçkini, Pentagon’un yönlendirdiği “askerî seçkin”, büyük ve zengin
şirketlerin sahiplerinden meydana gelen “iş seçkini”nin olduğunu belirtmiştir
Çatışma kuramı, (Kızılçelik, 1994). Amerika’daki egemenlik ve iktidar, ekonomik, siyasal ve askerî
toplumdaki değişmeyi sahalarda toplanmıştır. Amerika’da şirket hiyerarşisi, devlet hiyerarşisi ve ordu
sağlayan ana unsurun hiyerarşisinden meydana gelen bu üç kurum, en mühim iktidar aracıdırlar (Mills,
çatışma olduğunu iddia
1974). İktidar seçkinleri, Amerika’nın en üst tabakasıdırlar (Mills, 1974). Amerika’da
etmiştir.
ittifak hâlinde olan askerî, ekonomik ve siyasal iktidar seçkinleri içinde iktidardan en
fazla yararlananlar, askerî seçkinlerdir (Mills, 1974). Mills’e göre, başta Amerika
Birleşik Devletleri olmak üzere tüm dünyayı bu iktidar seçkinleri idare etmektedir.
Kısaca, Parsons’ın sosyal düzene, istikrara ve dengeye odaklanmasının aksine
Mills, sosyolojinin mevcut toplumsal yapıya eleştirel duruşla yaklaşmaya terfi etmek
mecburiyetinde olduğunda ısrar etmiştir (Johnson, 2008). Bu çerçevede, Mills,
kapitalist ve emperyalist Amerika’ya ve onun şekillendirdiği dünya düzenine eleştirel
bakan bir radikal sosyoloji geliştirmek istemiştir.
Örnek

•Toplumu, bir arena gibi düşündüğümüzde çatışma kuramını önemli


ölçüde anlamış oluruz.

ÇATIŞMA KURAMININ ANAHTAR TERİMLERİ


Çatışma kuramının anahtar terimleri çatışma, çelişki, baskı, zor, zorlama,
mücadele, güç, otorite, tahakküm, iktidar ve değişmedir. Çatışma kuramı, var olan
yapıları ve ilişki biçimlerini değiştirmeye işaret eden çatışma terimi üzerine inşa
edilmiştir. Çatışma kuramının anahtar terimleri içinde en önemlisi, çatışma terimidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


38
Çatışma Kuramı

Çatışma, sosyolojik kuram ve analizde her zaman merkezi olmuştur. Örneğin,


Ludwig Gumplowicz’in etnik çatışma kuramı, Gaetano Mosca’nın seçkinler ve kitleler
arasındaki çatışma kuramı, Marx’ın sosyal değişmenin çatışma kuramını önceden
hazırlayan sınıf kuramı, hep çatışma ile bağlantılıdır (Scott ve Marshall, 2009).
Çatışma, toplumdaki bireylerin ya da grupların birbirlerinin hedeflerini engellemeye
çalışması, kısaca karşıt olanların savaşımıdır (Kızılçelik ve Erjem, 1996). Çatışma
hayatın her alanında vardır. Toplumda her düzlemde çatışmaya rastlamak
mümkündür. Örneğin çatışma, bireylerin kendi aralarında, grup içinde, sınıflar
arasında, toplum içinde ve toplumlar arasında var olan bir gerçekliktir. Çünkü her
bireyin çıkarı, grup içinde yer alan kişilerin arzuları, sınıfların ideolojileri ve çıkarları,
toplumların hedefleri birbirlerine tezat teşkil eder. Bu da çatışmaya sebep olur.
Çatışma kuramına göre, Çatışma, toplumdaki ekonomik kaynaklara ve siyasal güce sahip olma arzusundan
çatışma toplumda
doğar.
olumlu işlevlere sahiptir.
Çatışma, toplumu
birleştirir, kaynaştırır ve
ÇATIŞMA KURAMININ TEMEL TEZLERİ
geliştirir. Çatışma kuramının temel tezlerini sekiz noktada toplamak mümkündür:
• Sosyal hayatın temel ögesi, çıkarlardır (Turner, 1974). Toplumda bireyler farklı
isteklere, çıkarlara ve ilgilere sahiptirler. Bireylerin birbirlerinden farklı olan
istekleri, çıkarları ve ilgileri, toplum içinde her bireyin bir diğeriyle gerginlik ve
çatışma yaşamasına neden olur (Kızılçelik, 2013). Aynı durum toplumlar için
de geçerlidir. Bilindiği üzere, toplumların içinde bir çatışma eğilimi mevcuttur.
Güçlü toplumlar ile güçsüz toplumlar kendi çıkarlarını kollarlar. Onların
çıkarları zorunlu olarak farklıdır. Er geç, güçlü ve onun karşıtı arasındaki denge
bozulur ve toplum değişir. Çatışma, insanlık tarihinin büyük yaratıcı kuvvetidir
(Wallace ve Wolf, 2004).
• Çatışma kuramcıları, özellikle de Dahrendorf’a göre, bugünkü kapitalist
toplumlarda sınıf çatışması, kaynakların ve fırsatların kötü dağılımından değil,
emredenler ile emri alanlar arasındaki çıkar çatışması nedeniyle ortaya çıkar.
Marx’ın şemasında üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayanlar, yani
işçiler bir sınıftır. Dahrendorf’un sınıflara ilişkin şemasında ise, otorite sahibi
olmayan işçiler, otorite kurallarının pratik edildiği fiziksel mekânı terk ettikleri
anda ancak kısmi bir anlamda sınıf durumundadırlar. İşçi, fabrikadan dışarı
çıktığı anda bir sınıfın üyesi olmaktan çıkar. O andan itibaren başka roller
üstlenmekte serbesttir. Otorite ilişkileri, mülkiyet ilişkilerinin aksine herhangi
bir soluk alma, saklanma ve kaçış imkânı tanımaksızın toplumun dokusuna
nüfuz eden ilişkiler değildir (Parkin, 1990). Kısaca, Dahrendorf’a göre, çatışma,
mülkiyet ilişkilerinden değil otorite ilişkilerinden doğar. Örneğin, bir
fabrikadaki çatışmanın ana kaynağı, fabrikaya sahip olanla (patronla) o
fabrikada emeğini satarak geçimini kazanan düz işçi arasında değil, fabrikada
ast-üst ilişkisi içinde çalışan düz işçiyle mühendis ya da ustabaşı arasındadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


39
Çatışma Kuramı

• Toplum, organik bir bütün değil, bir süreçtir. Toplumu yalnızca organik bir
bütün olarak görmek, sosyal hayatın akıcı dinamizmini değerlendirme
olanağını kısıtlar. Bu dinamizmin kaynağı, sosyal yapının kendi içinden ürettiği
çatışmadır (Oskay, 1983). Çatışma kuramcılarına göre, işlevselcilerin toplumu
birbirleriyle uyumlu işleyen parçalardan ibaret sayan ve onu bir organizma gibi
gören bakış açıları, gerçeği asla yansıtmaz.
• Çatışma, toplumun özüdür ve ana niteliğidir. Çatışma, toplumda uyumun
artmasına olumlu yönde katkıda bulunur (Kızılçelik, 2013). O hâlde
işlevselcilerin, çatışmanın toplumun uyumunu bozacağına ve onu yıkacağına
ilişkin kaygıları yersizdir.
• Çatışma, toplumun değişmesine kaynaklık eder. Toplumdaki çatışmalar,
İşlevselciliğin eleştirisi değişmeyi sağlar. Toplum her an değişir. Toplum içindeki her öge, toplumun
olarak doğan çatışma
değişimine katkıda bulunur. Sosyal değişme, evrenseldir. Sosyal değişmeler
kuramı, işlevselciliğin
sonunda toplumda zorlamaya dayalı bir denge oluşur (Kızılçelik, 2013;
zaaflarının üzerine ciddi
bir şekilde gitmemekle Appelbaum).
suçlanmıştır. • Çatışma kuramı, çatışmayı kaçınılmaz ve topluma yayılmış olan bir temel
sosyal süreç olarak varsaymıştır. Çatışma, çok sayıda olumlu sonuçlara
(örneğin grup inşası gibi) sahiptir (Warshay, 1975). Çatışma, toplum için
işlevseldir ve toplumu bir arada tutar (Slattery, 2007). Çatışma, çatışan gruplar
arasında ittifaklara yol açar. Çatışma, toplum içinde tecrit edilmiş bireyleri
aktif hâle getirir. Çatışma, bir iletişim işlevi olarak hizmet eder (Ritzer, 1983).
Çatışma, toplumun bütünlüğü için pozitif işlev görür. Toplumda dayanışmayı
arttırır ve birliktelikler inşa eder. Topluma dinamiklik kazandırır. Toplumun
evrimine, ilerlemesine ve gelişmesine olumlu katkı yapar. Çatışma, toplumdaki
icatların, yeniliklerin, yeni değerlerin ve normların ortaya çıkmasına yol açar
(Kızılçelik, 2013). Kısaca, çatışma, toplumdan silinemez. Çünkü sosyal yapının
değişimi ve gelişimi için işlevseldir (Polama, 1993).
• Çatışma kuramının merkezinde sosyal ilişkilerin çekirdeği olarak “güç”e verilen
önem vardır. Çatışma kuramı, gücü esas itibarıyla zorlayıcı olarak görmüştür
(Wallace ve Wolf, 2004). Böylece çatışma kuramı, işlevselciliğin görmezlikten
geldiği güç olgusunu sosyolojik çözümlemenin merkezine yerleştirmiştir.
• Çatışma kuramına göre, değerler ve düşünceler, bütün toplumun kimlik ve
amaçlarını belirleyen araçlar olmaktan çok farklı toplulukların kendi amaçlarını
gerçekleştirmek üzere kullandıkları silahlardır (Wallace ve Wolf, 2004). Demek
ki, çatışma kuramı, işlevselciliğin toplum bütünleşmesi için çok ehemmiyet
verdiği değerlere eleştirel yaklaşmış, değerleri ve düşünceleri topluma
egemen güçlerin çıkarına hizmet eden unsurlar olarak nitelemiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


40
Çatışma Kuramı

• Sizce çatışma kuramı neden önemlidir? Bu hususta bir

Etkinlik
Bireysel
fikriniz var mı?
• Çatışma kuramı, sosyal sorunların analizinde diğer çağdaş
sosyoloji kuramlarına (özellikle de işlevselciliğe) göre hangi
açılardan güçlüdür?

ÇATIŞMA KURAMININ ELEŞTİRİSİ


Çatışma kuramına yönelik eleştirileri sekiz noktada toplamak mümkündür:
• Çatışma kuramı, işlevselciliğin yedek lastiği gibidir. Çatışma kuramı,
işlevselciliğin açmazlarını ortaya koyan ve onun eksikliklerini gidermeye
Çatışma kuramı,
Marx’ın sınıf çatışması çalışan bir kuramdır. Çatışma kuramını, işlevselciliğin zayıf yönlerini onaran ve
görüşünün günümüzde onu güçlendirmeye çaba gösteren bir çağdaş sosyolojik kuram olarak ele
miadını doldurduğunu almak gerekir. Kısaca çatışma kuramı, işlevselciliğin can simididir.
iddia etmiştir. • Çatışma kuramı, diğer çağdaş sosyoloji kuramlarının tutarlılığından ve
kapsamlılığından yoksundur. Bu yüzden, onun modası geçmiş ve kullanım
süresi dolmuştur (Slattery, 2007).
• Çatışma kuramı, ideolojik olarak radikaldir (Ritzer, 2012). Çatışma kuramına
yönelik bu eleştiri, Dahrendorf ve Coser’ın görüşlerinden ziyade Mills’in
fikirleri göz önünde bulundurulduğunda daha iyi anlaşılabilir.
• Çatışma kuramının insanların başlıca amacı ve sosyal ilişkilerin en önemli
özelliği olarak güç üzerinde ısrar etmesi, gereğinden fazla sınırlayıcıdır
(Wallace ve Wolf, 2004).
• Çatışma kuramı, bir değişim mekanizmasını belirlemiş olmakla birlikte, konuya
ilişkin tatmin edici bir açıklama getirememiştir (Wallace ve Wolf, 2004).
• Çatışma kuramı, burjuva toplumuna muhalif değildir. Örneğin, çatışma
kuramının en etkili siması Dahrendorf, “ne şiş yansın ne de kebap”
anlayışından hareket etmiştir. Daha açık bir deyişle, Dahrendorf, toplumun
“iki yüzüne” (çatışma ve konsensüs), yani onun bir yüzünün “zorlama, çatışma
ve değişme”, diğer yüzünün ise “konsensüs, ahenk ve istikrar” olduğuna vurgu
yapmıştır (Dahrendorf, 1964).
• Marx’ın görüşlerini çağdaş sosyolojinin bir parçası hâline getirmek için
sistematik katkı, 1950’lerde özellikle Mills ve Dahrendorf tarafından
başlatılmıştır (Larson, 1986). Fakat çatışma kuramı, çağdaş sosyoloji kuramları
içinde Marx’a yakınmış gibi duran ancak onun görüşlerini sulandıran,
çürütmeye çalışan, kapitalist sistemin çelişkilerini ve krizlerini gizlemeyi amaç
edinmiş olan karşı-Marx’çı kuramdır. Çatışma kuramcıları, Marx’tan yola
çıktıklarını bildirmelerine rağmen Marx’ın görüşlerini geçersiz kılmaya
çalışmışlardır. Bu noktada çatışma kuramı, Marx’ın sosyolojisinin kapitalist

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


41
Çatışma Kuramı

düzen bağlamında kötü bir revizyona tâbi tutulmasından başka bir şey değildir
(Kızılçelik, 2013).
• Çatışma kuramcıları, sınıflar arası çatışma ve çekişme yerine bireyler
arasındaki çatışmaya ve çelişkiye yoğunlaşmışlar, onların işlevselliğine vurgu
yapmışlardır. Böylece Marx’ın sınıf savaşımı anlayışının içini boşaltmaya gayret
etmişlerdir (Kızılçelik, 2013). Bu açıdan çatışma kuramı, Marx’ın kuramının
sonunu ilan etmiştir.
Çatışma kuramı, sosyoloji dünyasında ses getirmiştir. Bugün, çağdaş
sosyolojinin bazı ana eğilimlerinin şekillenmesinde etkili olmuştur.
Çatışma kuramı,

• Sosyal değişmeye çok önem vermiştir.


• Toplumda zora dayalı ilişkilerin olduğu gerçeğini dile getirmiştir.
• Çatışmanın toplum için pozitif işlevlerinden söz etmiştir.
• Çatışmanın toplumda dengeye ve bütünleşmeye yol açtığını iddia etmiştir.
• Marx’ın sınıf çatışması fikrinin çöktüğünü öne sürmüştür.

• Çatışma kuramının önemli terimlerini iyi kavramak için en az


Bireysel Etkinlik

bir tane sosyolojiye giriş kitabı ya da sosyoloji sözlüğü okuyun.


• Mills'in İktidar Seçkinleri ile Toplumbilimsel Düşün kitaplarını
okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


42
Çatışma Kuramı

•Çatışma kuramı, çağdaş sosyolojide öne çıkan kuramlardan biridir.


Çatışma kuramı, işlevselciliğin eleştirisi üzerine inşa edilmiştir. Çatışma
kuramının amaçlarından biri, işlevselciliğin eksikliklerini gidermeye
çalışmaktır. Çatışma kuramı, toplumu, işlevselcilerin ihmal ettikleri
Özet
“çatışma” olgusu açısından tahlil etmeyi hedeflemiştir.
•Çatışma kuramı, işlevselciliğin toplumun bir yönü üzerine odaklaştığını,
toplumun diğer yönünü ihmal ettiğini iddia etmiştir. Başka bir deyişle,
çatışma kuramı, işlevselciliğin toplumda uyuma, ahenge, dengeye,
düzene, istikrara ve bütünleşmeye önem verdiğini buna karşın
uyumsuzluğa, ahenksizliğe, dengesizliğe, düzensizliğe, çatışmaya ve
değişmeye kapalı olduğunu öne sürmüştür.
•Çatışma kuramının kökleri, Alman sosyologları Karl Marx’ın ve Georg
Simmel’in sosyoloji anlayışlarına uzanır.
•Karl Marx, sosyolojik analizlerinde sosyal sınıflara odaklanmıştır. Marx’ın
sosyolojisi, sınıf sosyolojisidir. Marx, sosyal yapıları irdelerken sınıfa,
bilhassa da sınıf çatışmasına dikkat çekmiştir. Marx, tarih ve toplumu sınıf
çatışması çerçevesinde tahlil etmiştir. Marx’a göre, sınıf çatışması,
değişmenin, gelişmenin ve ilerlemenin motor gücüdür. Bu çerçevede,
Marx, özellikle kapitalist toplumdaki burjuva sınıfı ve işçi sınıfının
çatışmasından söz etmiştir. Marx, kapitalist toplumda burjuva sınıfı ile işçi
sınıfı arasındaki sınıf çatışmasının ana nedeninin üretim araçlarının
mülkiyetine sahip olma mücadelesi olduğunu belirtmiştir.
•Georg Simmel, birey, bireyler arası etkileşimler ve çatışmalar üzerinde
durmuştur. Simmel’e göre çatışma, bir gerçektir ve sosyal hayatın özüdür.
Simmel’e göre, çatışmanın nedenleri, bireyseldir. Simmel, çatışmanın
sebepleri olarak ihtiyaç, istek, öfke ve nefret gibi bireysel unsurları
göstermiştir. Böylece, Simmel, çatışma kuramının ana eğilimlerini
belirlemiş bir sosyologdur.
•Çatışma kuramının en önemli temsilcileri, Ralf Dahrendorf, Lewis A. Coser
ve Charles Wright Mills’tir.
•Ralf Dahrendorf, çatışma kuramının mimarıdır. Dahrendorf, çatışma
kuramını biçimlendirirken Marx’ın sınıf çatışması görüşünün günümüzde
geçerliliğini kaybettiğini ileri sürmüştür. Dahrendorf’a göre, Marx’ın
teorisinin tersine bugünkü kapitalist toplumlarda işçi sınıfı etkin bir sınıf
olma özelliğini kaybetmiştir. Dahrendorf, çatışmanın mülkiyet
ilişkilerinden değil, otorite ilişkilerden kaynaklandığını iddia etmiştir.
Dahrendorf, toplumdaki çatışmaların değişmeye yol açtığını söylemiştir.
•Lewis A. Coser, çatışma olgusunu bireysel düzeyde açıklamıştır. Coser,
çatışmanın toplum için işlevselliğine değinmiştir. Coser, çatışmanın
toplumda uyumu arttırdığını, güç dengesi kurduğunu, birleşmeler
yarattığını ve toplumu bütünleştirdiğini iddia etmiştir. Coser, çatışmanın
toplumun uyumunu, bütünlüğünü, düzenini, dengesini ve devamlılığını
sağladığını, topluma dinamiklik kazandırdığını, ciddi sosyal problemlerin
katmerleşmeden çözülmesine imkân tanıdığını ileri sürmüştür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


43
Çatışma Kuramı

•Charles Wright Mills, toplumda iki ana kesimden söz etmiştir: Sıradan
insanlar ve iktidar seçkinleri. Bu iki kesim arasında çatışma yönelimli bir
ilişki vardır. Mills, iktidar seçkinlerinin sıradan insanlar üzerindeki
tahakkümüne vurgu yapmıştır. Mills’in “iktidar seçkinleri” (yönetim
Özet (devamı)
seçkini, “askerî seçkin” ve “iş seçkini”) üzerine yoğunlaşmış olması,
çatışma kuramı açısından önemlidir.
•Çatışma kuramının anahtar terimleri çatışma, çelişki, baskı, zor, zorlama,
mücadele, güç, otorite, tahakküm, iktidar ve değişmedir. Çatışma
kuramının anahtar terimleri içinde en önemlisi, çatışma terimidir.
•Çatışma kuramı, toplumu uyumlu ve organik bir bütün olarak değil,
çatışmaya dayalı bir sistem olarak görmüştür.
•Çatışma kuramına göre, toplumu oluşturan unsurlar arasında çatışma
vardır. Toplum, bir çatışma sahasıdır.
•Çatışma kuramı, işlevselciliğin açıklamakta güçlük çektiği sosyal
değişmeye odaklanmıştır.
•Çatışma kuramı, toplumdaki değişmenin asıl kaynağı olarak çatışmayı
görmüştür.
•Çatışma kuramı, toplumda bireylerin farklı isteklere, çıkarlara ve ilgilere
sahip olduğunu iddia etmiştir. Çatışma kuramı, bireylerin birbirlerinden
farklı olan isteklerinin ve çıkarlarının, toplum içinde her bireyin bir
diğeriyle gerginlik ve çatışma yaşamasına neden olduğunu ileri sürmüştür.
•Çatışma kuramı, sınıf çatışması yerine bireylere arasındaki ve grup
içindeki çatışmaya yoğunlaşmış, onların işlevselliğine vurgu yapmıştır.
•Çatışma kuramı, çatışmanın toplumun bütünlüğü ve devamı açısından
işlevsel olduğunu savunmuştur.
•Çatışma kuramı, sınıf savaşımı ve sosyal eşitsizlik gibi konulara duyarsız
kalmıştır.
•Çatışma kuramı, kapitalist toplumda sınıf çatışmasının bittiğini, dolayısıyla
Marx’ın sınıf kuramının öneminin kalmadığını iddia etmiştir.
•Çatışma kuramı, kapitalist toplumun çelişkilerine yüzeysel değinmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


44
Çatışma Kuramı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Çatışma kuramı, aşağıdaki kuramlardan hangisinin eleştirisine dayalı bir
kuramdır?
a) Yapılaşma kuramı
b) Beden kuramı
c) Postmodern kuram
d) İşlevselcilik
e) Sembolik etkileşimcilik
2. Aşağıdakilerden hangisi çatışma kuramıyla ilişkili bir sosyolog değildir?
a) Ralf Dahrendorf
b) Erving Goffman
c) Charles Wright Mills
d) Georg Simmel
e) Lewis A. Coser
3. Aşağıdakilerden hangisi çatışma kuramının önemli terimlerinden biridir?
a) Değişme
b) Birey
c) Bağımlılık
d) Dayanışma
e) Norm
4. Aşağıdakilerden hangisi çatışma kuramının temel tezlerinden biri değildir?
a) Toplumdaki çatışmalar değişmeye yol açar.
b) Toplum, çatışma fikrine dayalıdır.
c) Toplumda zorlama esastır.
d) Çatışma, toplum için işlevseldir.
e) Toplumda değişmeden ziyade düzen, denge ve durağanlık daha
önemlidir.
5. “İktidar seçkini” terimi aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?
a) Karl Marx
b) Charles Wright Mills
c) Ralf Dahrendorf
d) Max Weber
e) Lewis A. Coser
6. Çatışmanın mülkiyetten ziyade otorite ilişkilerinden kaynaklandığını ileri
sürerek otorite ile çatışma arasındaki ilişkiyi aydınlatan sosyolog kimdir?
a) Talcott Parsons
b) Lewis A. Coser
c) Ralf Dahrendorf
d) Robert King Merton
e) Charles Wright Mills

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


45
Çatışma Kuramı

7. Çatışma kuramının kökleri, aşağıdaki sosyologlardan hangilerinin görüşlerine


uzanır?
a) Talcott Parsons-Robert King Merton
b) Auguste Comte-Herbert Spencer
c) Karl Marx-Georg Simmel
d) Emile Durkheim-Bronislaw Malinowski
e) Ralf Dahrendorf-Lewis A. Coser
8. Aşağıdakilerden hangisi çatışma kuramına yöneltilen eleştirilerden biri
değildir?
a) Çatışma kuramı, ideolojik olarak radikaldir.
b) Çatışma kuramı, modası geçmiş bir kuramdır.
c) Çatışma kuramı, sosyal değişmeye dair tatmin edici açıklama
getirememiştir.
d) Çatışma kuramı, işlev terimine aşırı vurgu yapmıştır.
e) Çatışma kuramı, güç üzerinde fazla durmuştur.
9. Endüstri Toplumunda Sınıf ve Sınıf Çatışması adlı eser aşağıdaki
sosyologlardan hangisine aittir?
a) Karl Marx
b) Georg Simmel
c) Charles Wright Mills
d) Lewis A. Coser
e) Ralf Dahrendorf
10. Çatışmanın işlevlerinden söz eden sosyolog aşağıdakilerden hangisidir?
a) Lewis A. Coser
b) Karl Marx
c) Talcott Parsons
d) Robert King Merton
e) Charles Wright Mills

Cevap Anahtarı
1.d, 2.b, 3.a, 4.e, 5.b, 6.c, 7.c, 8.d, 9.e, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


46
Çatışma Kuramı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Alexander, J. C. (1988). “The Centrality of the Classics”. Social Theory Today. A.
Giddens ve J. H. Turner (Ed.). Cambridge: Polity Press.
Appelbaum, R. P. (Tarihsiz). Toplumsal Değişim Kuramları. Çev.: T. Alkan. Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Collins, R. (2011). “Çatışma Kuramları”. Sosyolojik Düşünce Sözlüğü. Hazırlayanlar: M.
Borlandi ve Diğerleri. Çev.: B. Arıbaş. İstanbul: İletişim Yayınları.
Coser, L. A. (1964). The Functions of Social Conflict. New York: The Free Press.
Coser, L. A. (1977). Masters of Sociological Thought: Ideas in Historical and Social
Context. New York: Harcourt Brace Jovanovich, Inc.
Coser, L.A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları: Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda
Fikirler. Çev.: H. Hülür ve Diğerleri. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Dahrendorf, R. (1964). “Out of Utopia: Toward a Reorientation of Sociological
Analysis”. Sociological Theory: A Book of Readings. L. A. Coser ve B. Rosenberg
(Ed.). New York: The Macmillan Company.
Dahrendorf, R. (1969). Class and Class Conflict in Industrial Society. London:
Routledge & Kegan Paul.
Fischer, E. (1996). How to Read Karl Marx. İngilizceye Çev.: A. Bostock. New York:
Monthly Review Press.
https://tr.pinterest.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.thoughtco.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-Level
Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.
Kızılçelik, S. (1994). Sosyoloji Teorileri 2. Konya: Yunus Emre Yayınları.
Kızılçelik, S. (2013a). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 1: Marx’ın Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013b). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2018). Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1: Gramsci, Parsons, Mills, Althusser,
Foucault, Goffman ve Bauman’ın Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S., Erjem, Y. (1996). Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü. İzmir: Saray Kitabevleri.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


47
Çatışma Kuramı

Kinloch, G. C. (1977). Sociological Theory Its Development and Major Paradigms. New
York: McGraw-Hill, Inc.
Kongar, E. (1985). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. İstanbul: Remzi
Kitabevi Yayınları.
Larson, C. J. (1973). Major Themes in Sociological Theory. New York: David McKay
Company, Inc.
Larson, C. J. (1986). Sociological Theory form the Enlightenment to the Present. New
York: General Hall, Inc.
Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Çev.: O. Akınhay ve D. Kömürcü. Ankara: Bilim
ve Sanat Yayınları.
Martindale, D. (1960). The Nature and Types of Sociological Theory. Boston:
Houghton Mifflin Company.
Marx, K. (1986). Kapital, Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili, Birinci Cilt. Çev.: A.
Bilgi. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (1992). Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, İkinci Cilt. Çev.: A. Bilgi. Ankara:
Sol Yayınları.
Marx, K. (1990). Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt. Çev.: A. Bilgi. Ankara:
Sol Yayınları.
Marx, K. (1999). Ücretli Emek ve Sermaye. Çev.: S. Belli. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K., Engels, F. (1998). Komünist Parti Manifestosu. Çev: Sol Yayınları Yayın
Kurulu. Ankara: Sol Yayınları.
Mills, C. W. (1966). Marksistler. Çev.: T. Hasan. İstanbul: Ağaoğlu Yayınevi.
Mills, C. W. (1974). İktidar Seçkinleri. Çev.: Ü. Oskay. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Mills, C. W. (2000). Toplumbilimsel Düşün. Çev.: Ü. Oskay. İstanbul: Der Yayınları.
Mills, C. W. (2005). Bilgi, Sosyoloji ve Bilgi Sosyolojisi Üzerine. Çev.: V. S. Öğütle.
Ankara: Paragraf Yayınevi.
Oskay, Ü. (1983). Geçiş Dönemi Tipi Olarak Zonguldak Kömür Havzası Maden İşçisi.
İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Parkin, F. (1990). “Toplumsal Tabakalaşma”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. Çev.: F.
Berktay. T. Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Ankara: V Yayınları.
Polama, M. M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Erbaş. Ankara: Gündoğan
Yayınları.
Rex, J. (2006). Key Problems of Sociological Theory. London: Routledge, Taylor &
Francis e-Library.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


48
Çatışma Kuramı

Ritzer, G. (1983). Sociological Theory. New York: Alfred A. Knopf, Inc.


Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım Yayım
Ltd. Şti.
Scott, J. (1995). Sociological Theory: Contemporary Debates. Aldershot Hants: Edward
Elgar Publishing Limited.
Scott, J., Marshall, G. (2009). A Dictionary of Sociology. New York: Oxford University
Press.
Simmel, G. (1964a). The Sociology of Georg Simmel. K. H. Wolff (Ed. ve Çev.). New
York: The Free Press.
Simmel, G. (1964b). Conflict & The Web of Group-Affiliations. Çev.: K. H. Wolff ve R.
Bendix. New York: The Free Press.
Simmel, G. (1999). Çatışma Fikri ve Modern Kültürde Çatışma. Çev.: A. Aydoğan.
İstanbul: İz Yayıncılık.
Simmel, G. (2003). Modern Kültürde Çatışma. Çev.: T. Bora ve Diğerleri. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Simmel, G. (2008). Tarih Felsefesinin Problemleri. Çev.: G. Aytaç. Ankara: Doğu Batı
Yayınları.
Simmel, G. (2009). Bireysellik ve Kültür. Çev.: T. Birkan. İstanbul: Metis Yayınları.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına Haz.).
İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. Çev.: O. Akınhay, Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları.
Tatlıcan, Ü. (2011). Sosyoloji ve Sosyal Teori Yazıları. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Turner, J. H. (1974). The Structure of Sociological Theory. IIIionis: The Dorsey Press.
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin
Geliştirilmesi. Çev.: L. Elburuz ve M. R. Ayas. İzmir: Punto Yayıncılık Ltd. Şti.
Warshay, L. H. (1975). The Current State of Sociological Theory: A Critical
Interpretation. New York: David McKay Company, Inc.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


49
YAPISALCILIK

• Yapısalcılığın Kökleri
ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

• Yapısalcılığın Ana İsimleri


• Yapısalcılığın Anahtar Terimleri KURAMLARI
• Yapısalcılığın Temel Tezleri
• Yapısalcılığın Eleştirisi
Prof. Dr. Sezgin
KIZILÇELİK

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

• Çağdaş felsefe ve sosyolojinin ana


kuramlarından biri konumundaki
yapısalcılık hakkında bir fikir
edinilebilecek,
• Yapısalcılığın sosyolojideki yeri ve
önemi konusunda bilgi sahibi
olabilecek, ÜNİTE
• İşlevselcilik, post-yapısalcılık ve

3
postmodern kuramı daha iyi
kavrayabileceksiniz.

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Yapısalcılık

Dilbilim

Ferdinand de Saussure

Dil-söz ayrımı

Tarih

Claude Lévi-Strauss Yapı

Akrabalık sistemi
YAPISALCILIK

Bütünlük

Jean Piaget Yüzeydeki yapılar

Derin yapılar

Gösterge

Gösteren

Roland Barthes

Gösterilen

Derin anlam

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


51
Yapısalcılık

GİRİŞ
Her şeyin yapısı vardır. Doğada ve toplumda yapısız hiçbir şey yoktur. Bitkilerin,
taşların, böceklerin vb. yapısı vardır. İnsanın yapısından (anatomisinden), elin ya da
burnun yapısından söz ederiz. Bunlarla, tıp ya da biyoloji ilgilenir. Aile yapısı, köyün
yapısı, mahallenin yapısı, kentin yapısı ve toplumun yapısı, sosyologların ilgisini çeker.
Ekonomik yapı iktisatçıların, siyasal yapı siyaset bilimcilerin, kültürel yapı
antropologların, dilin (Türkçe, Almanca gibi) yapısı dilbilimcilerin, insanın ruhsal
yapısıya da kişilik yapısı psikologların ve psikanalistlerin, evrenin, varlığın ve
düşüncenin yapısı filozofların ilgilendiği ana konuların başında gelir. Sosyoloji, sosyal
yapı analizi yapan bir bilimdir. İşte, çağdaş sosyolojide toplumu “yapı” açısından
çözümleyen ana kuram, yapısalcılıktır.
Yapısalcılık, çağdaş sosyolojinin gözde kuramlarından biridir. Yapısalcılık,
1960’lardan itibaren sosyoloji dünyasında ön plana çıkan bir kuramdır. Başka bir
deyişle, yapısalcılık, elli yıldan bu yana sosyoloji dünyasının vitrinini süsleyen ana
kuramlardan biri olmuştur. Ancak hemen belirtelim ki, yapısalcılık, sadece çağdaş
Yapısalcılık, 20.yüzyılın sosyolojiye özgü bir kuram değildir. Her disiplinde yapısalcılıktan söz edilebilir.
en etkili kuramlarından Disiplinlerin tamamı, yani felsefe, psikoloji, psikanaliz, sosyoloji, siyaset bilimi, iktisat,
biridir. Yapısalcılık, edebiyat, matematik vb. kendince yapısalcıdır. Çünkü söz konusu her disiplin ya da
sadece sosyolojide değil, bilim dalı, kendi inceleme nesnesinin yapısına yönelir ve ele aldığı yapının parçalarına
felsefede de kullanılan
indirgenemeyeceğinin altını özenle çizer.
bir kuramdır.
Yapısalcılığın ana isimlerinden biri olan Jean Piaget’ye göre, bütün bilimlerde
yapılsalcılık önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin, matematikçiler için yapısalcılık,
eşbiçimcilikle birliği temin ederek, bölmeciliğe karşı çıkar. Dilbilimcilere göre,
yapısalcılık, dilsel unsurun artsüremli bir incelemesinden uzaklaşarak, eşzamanlı
işleyen, birleşmiş dil sistemini incelemektir. Diğer taraftan yapısalcılık, psikolojide,
bütünü, kendisini meydana getiren unsurlara indirgemek gibi atomistik bir yönelime
karşı çıkmıştır. Felsefede ise, yapısalcılık, işlevselciliği, tarihsiciliği ve insana dair tüm
teorileri sorgulamaktadır (Piaget, 1999). Yapısalcılık, yapıyı çözümlemektir.
Yapısalcılık, yapıya odaklanıp parçayı dikkate almamaktır.
Yapısalcılar, işlevselcilerin gözlemlenebilir sosyal ilişkileri, sosyal örgütleri ve
sosyal kurumları incelediklerini, yani görünen “yüzeydeki yapıları” ele aldıklarını,
“derin yapıları” ise ihmal ettiklerini öne sürmüşlerdir (Scott, 1995). Bu bağlamda
yapısalcılık, derin yapılara odaklaşan bir kuramdır. Yapının artyöresine ve derinliğine
yönelmek, yapısalcılığın ana işidir. Moran’a göre, yapısalcılık, yüzeydeki fenomenlerin
altında, yani derinde yatan kimi kuralların ve yasaların meydana getirdiği bir yapıyı
aramaktır (Moran, 1991). Kısaca, yapısalcılık, sosyal eylem üzerinde aşırı üstünlüğe
sahip olan sosyal yapıyı göz önünde bulunduran yaklaşımı belirtmek için sosyolojide
kullanılan oldukça genel düzeyde bir sözcüktür (Scott ve Marshall, 2009). Yapısalcılık,
sadece sembolik sistemlerde ve dilde değil, sosyal dünyanın bizatihi kendisinde,
faillerin bilinci ve iradesinden bağımsız olarak onların pratiklerine yön vermeye ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


52
Yapısalcılık

bunları biçimlendirmeye muktedir nesnel yapıların mevcut olduğuna vurgu yapan bir
kuramdır (Bourdieu, 2013).
Bu bölümde, yapısalcılığın kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel tezleri
ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

YAPISALCILIĞIN KÖKLERİ
Yapısalcılar, dilbilimi ana bilim olarak görmüş ve önemsemişlerdir. Örneğin,
yapısalcıların en meşhur ismi Claude Lévi-Strauss, dilbilimin tartışma götürmez bir
şekilde, bağlı olduğu sosyal bilimlerin bütünü içerisinde olağanüstü bir yer tuttuğunu
öne sürmüştür. Ona göre, dilbilim, diğer sosyal bilimlerin tersine, gelişmesini uzun
süre önce tamamlayan bir bilimdir. Dilbilim, bilim adını üstlenebilen, aynı anda pozitif
bir yöntem ortaya koyabilen ve incelemeye aldığı olguların niteliğini kavrayabilen tek
bilimdir (Lévi-Strauss, 2012a).
Yapısalcılığın kökleri, Ferdinand de Saussure tarafından geliştirilen dilbilim
alanına uzanır. Yapısalcılık, kökleri dilbilimde bulunan bir kültürel ve sosyal analiz
modelidir. Başka bir deyişle, yapısalcılık, 1950’lere kadar dilbilimde ön plana çıkan
eğilimlerden biri konumunda bulunan yapısalcı dilbilimden faydalanan bir akımdır
(Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Nitekim yapısalcılığın etkili simalarından RolandBarthes,
Yapısalcılığın köklerinde yapısalcılığı, dilbilimcilerin metotlarından kaynaklanan kültürel ürünleri analiz etmenin
dilbilimci Ferdinand de
bir yolu olarak tanımlamıştır (Culler, 2008). O hâlde yapısalcılığın neliğini kavramak için
Saussure’ün görüşleri
Saussure’ün temel fikirlerine odaklanmakta fayda vardır.
bulunur.

Resim 3.1. Ferdinand de Saussure

Saussure, dili sözden Ferdinand de Saussure


ayırması ve dil olgusunu
tahlil ederken Saussure (1857-1913), dilbilimin kurucusudur. Saussure, dilbilimde yapısalcılığın
eşzamanlılığı temel önünü açan düşünürdür. Piaget’ye göre, dilbilimde yapısalcılık, özellikle Saussure’ün
almasıyla, yapısalcılığın çalışmalarıyla başlamıştır (Piaget, 1999). Saussure’e göre, dil, tek tek her öğenin, o
ana çerçevesini yapının sınırları dışında anlamsız olduğu bir sistem ya da bir yapıdır (Lechte, 2006).
belirlemiştir. Saussure’e göre, dil kendi başına bir bütündür, sosyal bir kurumdur. Dolayısıyla
toplum içinde dil, her bireyin beyninde bulunan bir izler bütünü olarak yaşar
(Saussure, 1985).
Saussure, dizge-öğe, dil-söz, ses-anlam, eşzamanlılık (eşsüremlilik)-artzamanlılık
(artsüremlilik) gibi karşıtlıkları değerlendirerek dil konusundaki bilgileri ve dil

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


53
Yapısalcılık

konusuna ilişkin bakış açısını baştan sona yenilemiştir (Yücel, tarihsiz). Demek ki,
yapısalcılık açısından önemli olan dilin, bir yanı ses, öbür yanı da anlam olan ama aynı
zamanda birbirinden ayrılamayan öğelerden meydana geldiğini bize gösteren
Saussure’dür (Lévi-Strauss, 1986). Saussure’ün yapısalcılığı etkilemesi bakımından
dilbilime yaptığı en büyük katkı, dil-söz ayrımıdır. Ona göre, dili sözden ayırmak, sosyal
olguyu bireysel olgudan ayırma anlamına gelir. Dil, konuşan kişinin bir işlevi değildir.
Dil, bireyin pasif bir biçimde belleğine aktardığı üründür. Dil, önceden tasarlama
gerektirmez fakat söz, bireysel bir istenç ve zekâ eylemidir. Dil, somuttur ve sözden
bağımsız şekilde irdelenebilecek bir konudur (Saussure, 1985).
Diğer yandan, Saussure, tarihsel ve artzamanlı olguların dil çözümlemesinde
yerinin olmadığını öne sürmüştür (Culler, 1985). Saussure, analizlerinde artzamanlılığı
önemsememiş, yani tarihi işe karıştırmamıştır. Ona göre, dil olguları incelenirken ilk
dikkati çeken şey, konuşan birey açısından bunların zaman içindeki ardışıklığının söz
konusu olmamasıdır. Bu sebeple, değinilen durumu anlamak isteyen dilbilimci, onu
meydana getiren her şeyi yok saymalı, artzamanı bilmezlikten gelmelidir. Konuşan
bireylerin bilincine ancak geçmişi yok sayarak girmek mümkündür. Tarihi işe
karıştırmak, bireyin düşüncesini bulandırmaktan başka bir işe yaramaz (Saussure,
1985).
Sonuç itibariyle, Saussure, yapısalcılık terimini hiç kullanmamıştır fakat onun
bakış açısı yapısalcılık için temel teşkil etmiştir. Saussure’ün çalışmaları, yapısalcılığı
biçimlendirmiştir. Onun Genel Dilbilim Dersleri kitabı, yapısalcılığın ana kitabıdır, hatta
manifestosudur. Yapısalcılığın temel tezleri, büyük ölçüde bu kitaptan çıkartılmıştır.
Saussure’ün yapmış olduğu dil-söz ayrımı, bütünü ve bütünselliği önemsemesi,
parçaları ve öğeleri geri plana itmesi, bir bütün olarak dil sistemini esas alması ve
onun değişmezliğine ısrarla gönderme yapması, çözümlemelerinde tarihi işe
karıştırmaması, dili kavramları belirten göstergeler sistemi olarak ele alması, başta
Lévi-Strauss, Piaget ve Barthes olmak üzere sonraki kuşak yapısalcılar üzerinde derin
izler bırakmıştır (Kızılçelik, 2013). Saussure, dil alanının geleneksel ve tarihsel
(artzamanlı) yapısını tatmin edici bulmamış, dil üzerine çalışmaları mevcut (eşzamanlı)
yapılarına göre çözümleme yolunu seçmiştir (Belsey, 2013). Saussure, bu metodolojik
duruşuyla, yani dil olgusunu incelerken eşzamanlılığı esas almasıyla, kendinden
sonraki yapısalcıları derinden etkilemiştir.

Yapısalcılığın öncü
isimleri Claude Lévi-
Strauss, Jean Piaget ve
Roland Barthes’dır.

Resim 3.2. Ferdinand de Saussure’ün temel eseri: Genel Dilbilim Dersleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


54
Yapısalcılık

YAPISALCILIĞIN ANA İSİMLERİ


Temellerini Saussure’ün attığı yapısalcılığın gelişiminde ve günümüzde etkin
hâle gelmesinde çok sayıda düşünce insanının rolü olmuştur. Bunlar arasında Claude
Lévi-Strauss (1908-2009), Jean Piaget (1896-1980) ve Roland Barthes (1915-1980)
ayrıcalıklı bir konuma sahiptirler. Yapısalcılık, söz konusu düşünürler tarafından
Saussure’ün dilbilim alanındaki görüşlerine dayalı olarak geliştirilmiş bir çağdaş
sosyoloji kuramıdır.

Claude Lévi-Strauss
Lévi-Strauss, 1908’de Belçika’da doğmuştur. 1932’de Paris Üniversitesi’nde
hukuk bölümünü bitirmiştir. Felsefe dalında devlet sınavıyla lise ve üniversitelerde
ders vermeye hak kazanmıştır. 1934’te Brezilya Sao Paulo Üniversitesi’nde sosyoloji
profesörü olmuştur. Brezilya’da etnografik araştırmalar yapmıştır. 1946-1947 yılları
arasında Amerika’da Fransız Kültür Ateşesi olarak çalışmıştır. Lévi-Strauss, 1948’den
itibaren baş eserlerini yazmaya başlamıştır. Ana eserleri arasında Akrabalığın Temel
Yapıları; Irk ve Tarih; Hüzünlü Tropikler; Yapısal Antropoloji; Yaban Düşünce ön plana
çıkmaktadır (Leach, 1985). Lévi-Strauss, 2009’da ölmüştür.
Yapısalcılık, sosyal bilimlerde 1960’larda Fransa’da gündeme gelmiştir (Boudon
ve Bourricaud, 2003). Lévi-Strauss, Fransa’daki aydınlar arasında yapısalcılığın önde
gelen sözcüsü olarak kabul edilmiştir. Yapısalcılık terimi, Marxizm ya da varoluşçuluk
gibi yepyeni bir yaşam felsefesineişaret etmek için kullanılmaya başlanmıştır (Leach,
1985). Böylece bir antropolog olan Lévi-Strauss, yapısalcılığın babalarından biri
olmuştur. Lévi-Strauss, yapısalcılığın temel tezlerinin şekillenmesinde etkili olmuş bir
figürdür. Lévi-Strauss, yapısalcılık ile özdeşleştirilmiştir.
Lévi-Strauss, yapısalcılığı, sosyal bilimler için önemli yeni bir model olarak
sunmuştur (Debaene ve Keck, 2009). Lévi-Strauss, sosyal bilimlerin ya yapısalcı
olacacağını ya da yok olacağını iddia etmiştir (Işık, 2000). Lévi-Strauss, yapısalcılığın
sosyal bilimler açısından çok mühim bir kuram olduğunu ileri sürmüştür. Yapısalcılığın
başta sosyoloji ve antropoloji olmak üzere diğer sosyal bilimler için hayati derecede
önemli olduğunun altını özenle çizmiştir.
Lévi-Strauss’un görüşleri, yapı ve özne sorununun en önemli ayaklarından birini
teşkil eder. Lévi-Strauss, bireyin toplumsal kültürel ağları ifade eden kodlar tarafından
belirlendiğini, sosyal yapının içinde pasif olduğunu ve yapı tarafından inşa edildiğini
bildirmiştir. Bu noktada Lévi-Strauss, bireyin içine doğduğu yapının önceden onun
yaşantısını biçimlendirdiğini öne sürmüştür. Ona göre, yapı, bireyin zihnini belirler.
Dolayısıyla, toplumsal alanda öznenin etkili olabilmesi söz konusu değildir (Saygın,
2010). Lévi-Strauss, insan öznesini, ağır bir biçimde “felsefenin şımarık veleti” diye
adlandırmıştır (Sarup, 1995). Lévi-Strauss’un yapısalcılığı, hümanizm, yani insancıllık
karşıtıdır. Bu yönüyle, onun yapısalcı duruşu, öznenin merkezî konumdan
uzaklaştırılması çabalarında etkili olmuştur (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


55
Yapısalcılık

Lévi-Strauss’a göre, önemli olan yapılardır. Her şey yapılardan ibarettir. Ona
göre, toplum, değişik sistem türlerine tekabül eden bir takım yapılar içerir. Bunlardan
ilki, akrabalık sistemidir. Akrabalık sistemi, bireyleri bazı kurallara göre düzenleme
olanağı sağlar. Bir başka sistem, sosyal örgütlenmedir. Bir diğer sistemi ise, sosyal ya
da ekonomik katmanlar oluşturur. Sisteme ilişkin bütün bu yapılar düzenlenebilir.
Ancak, bunun için, onların aralarında ne gibi bağıntılar olduğunu ve eşzamanlı olarak
Claude Lévi-Strauss, ne şekilde birbirlerini etkilediklerini ortaya koymak şarttır (Lévi-Strauss, 2012a).
çözümlemelerinde
yapılara öncelik vermiş, Lévi-Strauss’un yapısalcılığına, insan zekâsının doğasını yansıtacak değişmez
her şeyin yapılardan yapılar bulma arayışı olarak bakılabilir (Sarup, 1995). Lévi-Strauss, çok çeşitli sosyal
ibaret olduğunu iddia hayat tarzlarının ardında görülen değişmez özellikleri ortaya çıkarmayı hedeflemiştir
etmiştir. (Lévi-Strauss, 2012b). Değişmez yapılara yönelen Lévi-Strauss, tarihin önemli
olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre, etnolog ve antropolog tarihe saygı gösterir fakat
ona asla ayrıcalıklı bir önem ve değer vermez (Lévi-Strauss, 1984). Etnologun ve
antropologun tarihi anlamak gibi bir derdi olmaz. Çünkü Lévi-Strauss’a göre, tarih,
hiçbir zaman asla tarih değildir. Tarih, sadece birileri için tarihtir (Lévi-Strauss, 1984)
ve “tarih, usdışıdır” (Lévi-Strauss, 1986). Kısaca, Lévi-Strauss, insan toplumlarının
değişmezlerine ulaşmak istemiştir (Lévi-Strauss, 1984). Bu yönüyle Lévi-Strauss’un
yaklaşımı, durağan ve tarih dışıdır (Piaget, 1999). Lévi-Strauss, tarihin akışını her yerde
ve her zaman belirleyen yasaların varlığını yadsıyıncaya dek işi ileri götürmüştür.
Jean Piaget, Çünkü o, zorunlu olan bir ölçüte göre bir evrim varsayımı kurmanın mümkün
yapısalcılığın inceleme olmadığını iddia etmiş, buna kanıt olarak da Eskimoların yaman teknisyenler olduğunu
nesnesini netleştirmiştir. göstermiştir (Parain, 1984). Son tahlilde, Lévi-Strauss’un çalışmaları, yapısalcılık için
Ona göre, yapısalcılık, merkezi derecede önemli olmuştur (Scott, 1995). Lévi-Strauss, Saussure’den hareket
yüzeydeki yapıların ederek, eşzaman incelemesine, yani sosyal kurum dizilerinin altında yatan evrensel
altındaki derin yapıları yapıların tetkikine artzaman incelemesinden, yani tarihsel dönüşümlerin
açığa çıkarmakla uğraşır. araştırılmasına daha fazla ayrıcalık tanımıştır (Callinicos, 2004).

Jean Piaget
Piaget, 1896’da İsviçre’nin Neuchatel kentinde doğmuştur. Yedi yaşından on
yaşına kadar kuşlar, fosiller ve deniz kabuklarıyla ilgilenmiştir. Daha sonra felsefeye ilgi
duymuştur. 1916’da Neuchatel Üniversitesi’ndeki öğrenimini tamamlamıştır. 1918’de
aynı üniversiteden doktora derecesi almıştır. Aynı yıl Zürih’te bir psikoloji
laboratuarında çalışmıştır. Sorbonne Üniversitesi’nde mantık, psikoloji ve bilim
felsefesi üzerine araştırmalar yapmıştır. 1921’de Cenevre’deki Jean-Jacques Rousseau
Enstitüsü’nün müdürü olmuş, bunu izleyen on yıl boyunca çocuğun gelişimi üzerine
kitaplar yayımlamıştır. 1946’da Sorbonne Üniversitesi’nden şeref payesi almıştır.
1952-1962 yılları arasında Paris Üniversitesi’nde evrimsel psikoloji profesörü olarak
çalışmıştır (Evans, 1999; Piaget, 1992). Ünlü düşünür Piaget, 1980’de ölmüştür.
Piaget, daha çok psikolog olarak bilinir. Piaget, özellikle de gelişim psikolojisi
alanında ses getirmiş olan Çocukta Zihinsel Gelişim (2004), Çocuğun Gözüyle Dünya
(2005), Çocukta Dil ve Düşünme (2007a), Çocukta Karar Verme ve Akıl Yürütme

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


56
Yapısalcılık

(2007b) gibi eserleriyle tanınır. Fakat Piaget’yi sadece psikolog olarak görmek yanlış
olur. Çünkü Piaget, yapısalcılığın ana çerçevesini netleştirmek için büyük bir uğraş
vermiştir. Piaget, Sosyolojik Çalışmalar eserinde, günümüzde dilbilim, psikoloji,
antropoloji, felsefe ve sosyoloji alanlarındaki tüm yapısalcı yaklaşımları içerecek bir
tanım yapmaya çalışmıştır. Piaget, yapısalcılığın temel niteliğini ve yapısalcıların
hepsindeki ortak paydayı aramıştır. Piaget, asıl amaçlarında farklılıklar olsa bile bütün
yapısalcıların paylaştığı ana eğilimi bulmaya gayret etmiştir (Bottomore ve Nisbet,
1990). Bu bağlamda, Piaget, Yapısalcılık eserinde yapısalcılığı, çeşitli biçimleri
olduğundan dolayı betimlemenin zor olduğunu ileri sürmüştür. Yine de, yapısalcılığın
gerek bilimde gerekse de toplum içinde edindiği farklı anlamları araştırarak ve
karşılaştırarak bir sentez yapmak mümkündür (Piaget, 1999). Piaget, yapısalcılığın
esasını teşkil eden yapı terimi üzerine odaklanmış, yapıyı bütünlük ve kendi-kendini
yönetme fikri çerçevesinde ele almıştır (Piaget, 1999).
Kısaca, Piaget, hayatın bütün alanlarında (organik, zihinsel ve sosyal) nitelik
bakımından parçalardan ayrı olan ve onlara düzen veren “bütünlük”lerin olduğunu
öne sürmüştür. Bu nedenle, ayrılmış “öğelerin” olmadığını, her şeyin kendisini
kaplayan bütüne bağlı olduğunu bildirmiştir (Evans, 1999). Piaget, eserlerindeki ana
fikri, zihinsel işlemler, özünde bütün-yapılarına göre ilerlemektedir, şeklinde formüle
etmiştir (Evans, 1999). Ona göre, yapısalcılık, yapıyı ve görünen fenomenlerin altındaki
derin yapıyı inceleme, yani derin yapıları ve unsurları bulma çabasıdır (Piaget, 1999).

Roland Barthes
Barthes, 1915’te Fransa’da Cherbourg’da doğmuştur. Doğumunun üzerinden
daha bir yıl geçmeden babası ölmüştür. Annesi ve dedesi tarafından büyütülmüştür.
Çocukluğunu güneybatı Fransa’da, Bayonne’de geçirmiştir. İlk ve orta öğrenimini
Paris’te tamamlamıştır. 1934-1947 yılları arasında çeşitli verem nöbetleri geçirmiştir.
André Gide’in eserlerinden etkilenmiştir. Romanya ve Mısır’da, ardından ise Fransa’da
Ecoledes Hautes Etudes en Sciences Sociales’te dersler vermiştir (Lechte, 2006).
Barthes, 1960’ların sonlarında, Lévi-Strauss, Michel Foucault ve Jacques Lacan’la birlikte
Roland Barthes, her
şeyin bir gösterge Parisli bir ünlü olarak yerini sağlamlaştırmış, popüler bir kişi hâline gelmiş, farklı
olduğunu savunmuştur. ülkelerde konferanslar vermiştir. Barthes, 1980’de öldüğünde Collège de France’ta
Ona göre, önemli olan Fransa akademik sistemi içinde en yüksek konum olan pofesörlüğe yükselmişti (Culler,
olayların kendisi değil, 2008). Barthes’ın ana eserleri arasında Yazının Sıfır Derecesi; Çağdaş Söylenler; Eiffel
onların bize nasıl Kulesi; Eleştirel Denemeler; Göstergeler İmparatorluğu; S/Z; Roland Barthes; Bir Aşk
yansıtıldığıdır.
Söyleminden Parçalar ön plana çıkmaktadır.
Barthes, gösterge sistemini çözümlemiştir. Barthes, göstergelere dikkat
çekmiştir. Ona göre, gösterge, esasında bir “gösteren”le bir “gösterilen”den ibarettir
(Barthes, 1993). Barthes’a göre, her şey bir göstergedir: Kullanılan dil, yiyecekler,
içecekler, giyim biçimleri, oturulan kent, ev ya da mahalle, okunan gazete, dergi ya da
kitap, sahip olunan araba, reklamlar, sesler, mimikler, para vb. Barthes, daha da ileri
giderek çağımızı göstergeler çağı olarak nitelemiştir (Kızılçelik, 2008). Örneğin, Barthes

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


57
Yapısalcılık

(2012a), Çin’i giysiler, yemekler, içecekler, mağazalar, makineler, fabrikalar vb.


göstergeler çerçevesinde analiz etmiştir.
Barthes, göstergelerin ardındaki derin anlamı ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
Barthes’in “Paris-Match” dergisinin bir sayısının kapağında yer alan Fransız üniforması
içindeki siyah bir asker resmine dair çözümlemesi ilgi çekicidir. Barthes’e göre, söz
konusu resimle Fransa’nın özgür bir imparatorluk olduğu, renkli renksiz tüm
oğullarının Fransız bayrağının altında Fransa’ya bağlılıkla hizmet ettiği dile getirilmek
istenmiştir (Barthes, 1998a). Barthes’a göre, söz konusu dergideki resimle, Fransa’nın
ırk ayrımı yapmayan bir toplum olduğu mesajı kitlelere iletilmeye çalışılmıştır. Oysa bu
resmin derin anlamı, Fransa’nın farklılıkları önemseyen özgür bir toplum değil, aksine
siyah askerin, sömürgeci efendilerine şevkle ve zevkle hizmet ettiği bir sömürge
imparatorluğuna (Fransa’ya) dikkat çekmesidir. Yapıların ardındaki anlamın ve
gerçeğin peşine düşen Barthes, fotoğrafın yapısını çözümlerken de onun arka planına
bakmıştır. Barthes, fotoğrafın bazen gerçek bir yüzde veya aynadaki bir yüzde bizim
göremediğimiz bir şeyi görünür hâle getirdiğini belirtmiştir. Barthes, kendisinin bir
fotoğrafında halasının bakışına sahip olduğunu, yani soyunun hakikatini gördüğünü
ifade etmiştir (Barthes, 2008b).
Kısaca, diğer yapısalcılar gibi, Barthes da yapıların bireyler üzerinde saltanat
kurduğunu öne sürmüştür. Örneğin, Barthes, yapının bireyler üzerindeki tesirini
“baba” kavramı çerçevesinde ele almıştır. Barthes, insanın kişiliği, karakteri ve
ideolojisi üzerinde “biyolojik baba”dan ziyade “siyaset baba”nın daha başat olduğunu
bildirmiştir. Bu bağlamda, Barthes, bütün hayatı boyunca politik açıdan kaygılandığını
dile getirmiştir. Barthes, tanımış olduğu tek Baba’nın aslında “siyaset baba” olduğunu
ifade etmiştir (Barthes, 1998b). Barthes, ağırlıklı olarak yapısal çözümlemelerinde
striptiz, arabalar, margarin, deterjanlar, peynir, şarap ve oyuncaklar gibi gösterge
sistemlerini ele almıştır. O, bu gösterge sistemlerinin işlevinin modern kapitalist
toplumun gerçek doğasını bulanıklaştırmak olduğunu ileri sürmüştür (Swingewood,
1998).
Yapısalcılığın anahtar
terimleri arasında YAPISALCILIĞIN ANAHTAR TERİMLERİ
ayrıcalıklı bir yerde
Yapısalcılığın anahtar terimleri, yapı, bütün, bütünsellik, dil, gösterge, gösteren,
bulunan yapı terimi,
daha çok bütüne ve gösterilen, artzamanlılık ve eşzamanlılıktır. Yapısalcılığın bu anahtar terimleri içinde en
bütünselliğe işaret eder. mühim olanı yapı terimidir. Yapısalcılığı anlamanın yolu, kökleri çok eski olan yapı
terimini tahlil etmekten geçer.
Yapı terimi, modern düşüncede anahtar bir terimdir. Latince’de“yapmak” ve
“inşa etme” anlamlarına gelir. 15. yüzyıldan itibaren inşa etme eylemi, inşa etme
biçimi gibi anlamlarda kullanılmıştır. Günümüze doğru geldikçe gerçek anlamına
kavuşmuştur (Williams, 2007).
Yapı terimi, felsefeyle yaşıttır. Bilindiği üzere, ilk filozoflar, evrenin yapısıyla
ilgilenmişlerdi. Aynı şekilde sosyolojinin kurucu babaları toplumun yapısını

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


58
Yapısalcılık

çözümlemişlerdi. Yapı, felsefenin, sosyolojinin ve diğer disiplinlerin ana terimidir. Her


disiplin incelediği nesnenin yapısına yönelir. Yapı, ilişkiler bütünüdür. Yapısalcılıktaki
yapı terimi, daha çok bütüne ve bütünselliğe vurgu yapar (Kızılçelik, 1994). Yapı,
herhangi bir nesnenin ya da durumun ardında bulunup ona biçim veren ve insanların
doğrudan fark edemediği iskeleti ifade eder (Saygın, 2010).
Sözün kısası, yapı, doğa ya da toplum bağlamında bilimlerin ortak terimidir
(Parodi ve Testart, 2011). Yapısalcılık, sosyal bilimlerin anahtar terimlerinden yapıya
odaklanan ve onu analiz eden bir kuramdır. Barthes’e göre, yapı, çok eski bir terimdir.
Yapı, anatomi ve dilbilgisi kökenli bir sözcüktür. Yapı terimi, günümüzde sıkça
kullanılmaktadır. Sosyal bilimlerin tamamı bu terime çok sık başvurmaktadır (Barthes,
2012b). Yapı, öğelerinin ve özelliklerinin bir toplamı ya da rastgele meydana getirdiği
bir bütünlük değildir. Yapı, bir dizge olduğundan bir takım yasalar gerektirir. Yapı,
kendi-kendini düzenler ve yönetir (Piaget, 1999).

•Şehirlerdeki yüzme havuzlarının yüzeyi bize temiz görünebilir.


Örnek

Fakat bizim için önemli olan onların en derin yerlerine inip


diplerinde görünmeyen pislikleri görebilmektir. Bu imkânı bize
yapısalcılık verir.

Yapısalcılık, yapıyı
önemsemiş, yapının
bireyler ve sosyal sınıflar YAPISALCILIĞIN TEMEL TEZLERİ
tarafından
değiştirilemeyeceğine Yapısalcılığın temel tezlerinin dokuz noktada toplamak mümkündür:
vurgu yapmıştır.
• Yapısalcılık, dil olgusundan yola çıkarak toplumu açıklamaya çalışır.
Yapısalcılara göre, dil, bir sosyal olgudur. Dilin kuralları bireylere dayatılır. Bir
kuşak, dili bir sonraki kuşağa zorunlu olarak taşır. Bu, insanoğlu yaşadığı
sürece hep böyle olmuştur. Herhangi bir biçimiyle dil ya da konuşulan
herhangi bir dil, daha eski bir biçime dayalıdır. Dil, bireylerin kararlarından
bağımsızdır. Yüzyılların adetlerinin taşıyıcısıdır. Her bireyin vazgeçilmez
düşünce aracıdır. Dil, bir düşünce aracı olarak, insan gerçekliğinin mühim bir
alanıdır. Bu nedenle dilin, yapıların kaynağı olarak görülmesi doğaldır (Piaget,
1999). Yapısalcılara göre, dil, kültürün çok önemli bir parçasıdır. Dil, dışsal
gelenekten edindiğimiz becerilerden ve alışkanlıklardan biridir. Ayrıca dil,
topluluk kültürünü özümsemenin özel bir aracı ve yoludur. Örneğin, çocuk,
kültürünü, insanlar onunla konuştuğu için öğrenir. Çocuk, sözcüklerle azarlanır
ya da sözcüklerle teşvik edilir. Son tahlilde, dil, sistemler ve yapılar kuran
bütün kültürel anlatım biçimlerinin en yetkinidir (Lévi-Strauss, 1995). Demek
ki, yapısalcıların temel konusu, dildir. Onların ana tasası, dili incelemektir.
Yapısalcılık, ana hatlarıyla dil ile bağlantılı bir kuramdır. Yapısalcılık, dili

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


59
Yapısalcılık

merkeze almış ve ondan yola çıkarak yapıyı çözümlemiştir. Foucault’ya göre,


yapısalcılık, anlamın meydana gelişinin biçimsel şartları sorununu ortaya atar.
Yapısalcılık, bilhassa da dilin ayrıcalıklı örneğinden hareket etmiştir. Çünkü dil,
kendi içinde karmaşık ve tahlil etmeyi gerektirecek kadar çok zengin bir nesne
konumundadır (Foucault, 2004). Yapısalcılara göre, dil olmadan sanatın,
hukukun, felsefenin ve dinin ne olduğunu anlamak mümkün değildir (Lévi-
Strauss, 1995). Lévi-Strauss’un aktardığı gibi, insandan söz eden dilden söz
eder; dilden söz eden, toplumdan söz eder (Akt.; Leach, 1985). Kısaca,
yapısalcılara göre, dil, başta insan, kültür ve toplum olmak üzere her şeyin
temelinde bulunur. Dil, her şeyi kaplar. Sözgelimi, Barthes’e göre, dil, bir
deridir (Barthes, 1996). Chomsky’ye göre ise, dil, zihnin aynasıdır (Chomsky,
2001). Yapısalcılık, yapılar üzerinde odaklanmayı içerir ancak bu yapılar, dilsel
yapılardır (Ritzer, 2012).
• Yapısalcılığın kilit taşı “yapı” terimidir. Ana ilkesi ise, “iç inceleme” kuralıdır.
Yapı, özerk bir bütündür, yani değerini birbirinden alan, aynı anda bir arada
bulunan eşzamanlı öğelerin ördüğü, çeşitli düzeylerde kurulan bağlantıların
dokuduğu ve belirlediği bir bütündür. İç inceleme ilkesi, bütünün söz konusu
özelliklerinden doğan, uyulması zorunlu olan bir araştırma koşuludur. Hangi
alanda olursa olsun, inceleme yapı düzleminde yürütülmeli, iç inceleme
ilkesine riayet edilmelidir, yoksa gerçeğin özüne ulaşmak mümkün değildir
(Vardar, 2001).
Yapısalcılık, esas • Yapısalcılık, bütüne ve bütünlüklere önem vermiştir. Sosyolojik
itibariyle değişmez çözümlemelerde mühim olan parçalar değil, bütünlüklerdir. Bir bütün ve
olan yapıların
bütünlük olarak toplum analizinde parçaların tek başına bir anlamı yoktur.
araştırılmasıdır.
• Yapısalcılık, bir bütün olarak gördüğü yapıyı önemsemiş, onu öğelerin
toplamından fazla olarak görmüştür. Yapısalcılara göre, yapı tek tek bireylerin
bir uzlaşmasına dayansa da bireyleri aşar. Yapıyı tek tek bireyler oluşturamaz
ve değiştiremez. Yapı içinde bireylerin kendi başlarına bir değeri yoktur. Başka
bireylerle kurdukları ilişkiler onlara bir anlam verir (Kızılçelik, 2008).
• Tüm toplumların arka planında yer alan ve bireyi belirleyen donmuş bir yapı
bulunur (Saygın, 2010). Yapısalcılığın amacı da, insan deneyimlerinin çeşitliliği
arkasında gizlenen bir yapıyı bulmaktır (Parodi ve Testart, 2011).
• Yapısalcılık, bireyi esas alan her türlü felsefi ve teorik girişime meydan
okumuştur. Yapısalcılar, bireyi ciddiye almanın ve onun üzerine odaklanmanın
metafiziğe saplanmak olduğunu iddia etmişlerdir. Bu bağlamda, Lévi-Strauss,
bireyi önemseyen ve onun özgürleşme problemini temel alan fenomenolojiye
ve varoluşçuluğa eleştirel yaklaşmıştır. Lévi-Strauss’a göre, varoluşçuluk ve
fenomenoloji, metafiziği yıkmak yerine tam akisne onu savunan iki metot
geliştirmektedir (Lévi-Strauss, 1994). Yapısalcılar, varlığı, özgürlüğü, özgür
bireyi, birey özgürlüğünü, bireyin varoluşunu ve eylemini felsefesinin
merkezine yerleştiren Sartre’a olumsuz bakmışlardır. Yapısalcılık bireyi yok
saymış, onun sonunu hazırlamıştır. Piaget (1999), yapısalcıları, özneden

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


60
Yapısalcılık

hoşnutluk duymayan düşünce adamları adamları olarak nitelemiştir. Kısaca,


yapısalcılık, bireyi sosyal gerçekliğin faili ya da şekillendiricisi olarak değil,
ilişkilerin edilgen bir ürünü olarak görmüştür (Cevizci, 2002). Son tahlilde,
yapısalcılık, insanı önemsememiştir. Yapısalcılık, “insansız yapılar”
kurgulamıştır (Çelebi, 2007). Bu bakımdan yapısalcılık, Fransız hümanizmine,
bilhassa da birey ve birey özgürlüğüne yoğunlaşan Sartre’ın varoluşçuluğuna
karşı bir tepkidir (Ritzer, 2012).
• Yapısalcılık, değişmez olan yapıları önemsemiştir. Yapısalcılık, değişmez olan
yapıların ve yüzeysel farklılıklar arasındaki değişmez unsurların araştırılmasıdır
(Lévi-Strauss, 1986). Bu yönüyle yapısalcılık, Parmenides’in felsefesiyle
benzerlik taşır. Parmenides’e göre, “var olan, değişmez” (Jones, 2006).
Parmenides, değişme diye bir şeyin olmadığını öne sürmüş, değişmenin
Yapısalcılığın anahtar mantıksal olarak olanaksız olduğunu iddia etmiştir (Skirberkk ve Gilje, 2006).
terimlerinin ve temel
Son tahlilde, yapısalcılık, Parmenides’in felsefesine bir geri dönüş olarak ele
tezlerinin müphem
olduğu, sosyologların alınabilir (Kızılçelik, 1994).
büyük oranda hemfikir • Yapısalcılık, yapının zamana bağlı olmadığını ileri sürmüş, dolayısıyla tarihi
oldukları bir husustur. dikkate almamıştır. Tarihi, geçmişi ve genetiği izahlarında kullanmayan
yapısalcı teorilerin ümidi, yapının zamana asla bağlı olmayan matematiksel bir
temel edinebileceğidir (Piaget, 1999).
• Yapısalcılık, yapının eşzamanlı çözümlenmesini önemsemiştir. Yapısalcılar,
yapının ya da nesnenin artzamanlılık içinde değil, eşzamanlılık içinde ele
alınması gerektiğini vurgulamışlardır. Sözgelimi, Lévi-Strauss’a göre, sosyal
hayat bir süreç olarak (artzamanlı) değil, aksine aynı anda var olan bir şey
olarak (eşzamanlı) kavranılabilir. Yapısalcılar, artzamanlılığa itiraz etmişler,
eşzamanlılığa ehemmiyet vermişler ve durağan bağlantıların araştırılmasını
esas almışlardır (Yücel ; Kovalçenko ve Sivaçov, 1985; Avtonomova, 1985).

• Sizce yapısalcılık felsefe ve sosyal bilimlerde, özellikle de


Bireysel Etkinlik

sosyolojide neden önemli bir kuramdır? Bir fikriniz var mı?


• Yapısalcılığın, diğer çağdaş sosyoloji kuramlarının (özellikle
de post-yapısalcılığın) ortaya çıkmasında ne gibi etkileri
olmuştur?

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


61
Yapısalcılık

YAPISALCILIĞIN ELEŞTİRİSİ
Yapısalcılığa yönelik eleştirileri onbir noktada toplamak mümkündür:

• Yapısalcılığın anahtar terimleri, muğlaktır. Birbirleriyle bağlantılı olan yapı,


yapısalcı ve yapısalcılık, genellikle soyut ve karmaşık terimlerdir (Hawkes,
2004).
• Yapısalcılığın sadece kavramsal örgüsü değil, ana tezleri de müphemdir.
Yapısalcıların bizatihi kendileri yapısalcılığın neliğini net bir biçimde ifade
edememişlerdir. Foucault’nun belirttiği gibi, yapısalcılığın öncülerden hiçbiri,
Yapısalcılık, tarihe onun tamamıyla ne hakkında olduğunu ve neliğini açıkça kestirememişlerdir
dönük tezleriyle tepki (Foucault, 1999).
çekmiş bir kuramdır. • Yapısalcılığın en büyük hatası, toplumun bir dil olduğunu iddia etmesi ve onun
bir dil gibi incelenebileceğini benimsemiş olmasıdır (Giddens, 2005). Oysa
toplum, dil gibi analiz edilemez. Toplum, farklı ve karmaşık olan bir
gerçekliktir.
• Yapısalcılığın gerçekle bağlantısı bulunmayan, gereksiz bir kuram olduğu iddia
edilmiştir. Bu çerçevede, Lévi-Strauss’a göre, yapısalcılık, karmaşık beğenileri
olan düşünürlerin uyguladığı, aslında gerçekle ilişkisi bulunmayan soyut ve boş
bir oyundur (Lévi-Strauss, 1983).
• Yapısalcılık, “öznenin ölümü” ve “gerçekliğe saldırı” gibi kışkırtıcı sloganlara
sahiptir (Clarke, 1981).
• Yapısalcılığın tarih konusundaki görüşleri ve tarihe bakış açısı, muğlaktır. Bu da
eleştiri oklarının kendisine yönelmesine yol açmıştır. Parain’e göre, tarih
karşısında yapısalcılığın duruşu uzayıp giden bir tartışmaya yol açmıştır
(Parain, 1984). Yapısalcılığın tarihe bakışı müphemdir, sıkıntılıdır ve ciddi
sakatlıklarla doludur.
• Yapısalcılık, sosyal değişmeyi, yapı ile oluşum arasındaki bağlantıyı, madde
(varlık) ile hareket (değişim) arasındaki ilişkiyi açıklayamamıştır. Çünkü
yapısalcılık, bir burjuva ideolojisi olarak ortaya çıkmıştır. Burjuvazi,
statükosunu sürdürebilmek, yani yapısal çelişkilerini gizlmek için
“değişmezlik” prensibine sarılmıştır. Bunun için de temel prensipleri
“değişmezlik” ve “tarihsel nedensizlik” olan yapısalcılığı önemsemiştir. Henri
Lefevbre’nin deyişiyle, yapısalcılık, statüko ideolojisidir. Bu ideoloji, derin
değişmelerden korkan ve varolan durumu devam ettirmeyi arzulayanların
Yapısalcılık, yapıyı esas
almış, bireyi ihmal ideolojisidir (Çalışlar, 1984). Sözün kısası, yapısalcılık, kapitalist toplum
etmiştir. Ayrıca değişme yapısının değişmezliğine vurgu yapan ve onu meşrulaştıran statükocu bir
sürecine yeterince açıklık duruştur (Kızılçelik, 2008).
getirememiştir. • Yapısalcılık, kendini Marx’ın sosyolojisinin eleştirisi üzerine inşa etmiş bir
kuramdır. Yapısalcılık, sistemi ve yapıyı merkeze alan ve onların
değişmezliğine gönderme yapan tipik bir burjuva sosyolojisi tavrıdır.
Yapısalcılık, Marx’ın çok önemsediği değişim ya da başkalaşım sözcüğünün

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


62
Yapısalcılık

karşısına değişmezlik sözcüğünü dikmiş, kendisini “değişmeme ideolojisi”


olarak ifade etmiştir. Yapısalcılık, Marx’ın önem verdiği muhalif sınıfları yok
saymış, kapitalist toplumun düzenini başta sosyal sınıflar olmak üzere hiçbir
şeyin değiştiremeyeceğini savunmuştur (Kızılçelik, 2013).
• Yapısalcılık, hümanizm, tarihsicilik ve empirizm karşıtı olması sebebiyle
eleştirilmiştir (Bottomore ve Nisbet, 1990). Bu noktada, Gilles Deleuze,
yapısalcılığın aslında yeni bir materyalizmden, yeni bir ateizmden ve yeni bir
anti-hümanizmden ayrı tahlil edilemeyeceğini öne sürmüştür (Deleuze, 2009).
• Yapısalcılık, çözümlemelerinde birey karşısında yapıyı yüceltmiştir. Yapısalcılık,
yapının birey üzerinde mutlak bir belirleyici olduğunu iddia etmiştir. Lemert’e
göre, yapısalcılık, maksatlı bir şekilde, yapıların birey tarafından üretildiği bir
anlayışın yerine bireyin yapılar tarafından üretildiği bir şema koyma çabasıdır
(Lemert, 2011).
• Yapısalcılık, bireyi ihmal etmiştir. Bu noktada Anthony Giddens, özellikle Lévi-
Strauss’un yapısalcılığını, insanların üzerinde düşünme, gözetme, tanımlama
ve karar verme kapasitelerini kolayca göz ardı ettiği için eleştirmiştir (Tatlıcan,
2011).
Yapısalcılık, sosyoloji dünyasında önemli bir yer kaplamış, çoğu kuramsal
tartışmanın başlangıcı olmuştur. Bugün, çağdaş sosyolojinin bazı ana eğilimleri,
yapısalcılığa aittir.
Yapısalcılık,
• Toplumun dil gibi incelenebileceğini savunmuştur.
• Yapıya, bütüne ve bütünlüğe önem vermiştir.
• Sistemi esas almış, bireye önem vermemiş, hatta bireyin sonunu hazırlamıştır.
• Tarihi, değişmeyi ve gelişmeyi ciddiye almamış, sosyal sınıfların ve bireyin
değiştirici güç ve potansiyelini reddetmiştir.
• Var olan kapitalist toplum yapısının değişmezliğine işaret etmiştir.

• Yapısalcılığın ana terimlerini iyi kavramak için en az bir tane


Bireysel Etkinlik

Sosyoloji Sözlüğü okuyun.


• Yapısalcılığın temsilcilerinden birini seçin ve onun en az iki
kitabını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


63
Yapısalcılık

•Yapısalcılık, çağdaş sosyolojinin gözde kuramlarındandır.


Yapısalcılık, 1960’lardan bu yana sosyoloji dünyasında ön plana
çıkan bir kuramdır. Çağdaş sosyolojide toplumu “yapı” açısından
çözümleyen ana kuram, yapısalcılıktır. İşlevselcilik, görünen
yapılara yoğunlaşırken, yapısalcılık “derin yapılara” odaklanmıştır.
Özet
Yapısalcılığın ana amacı, yapının artyöresine ve derinliğine
yönelmektir. Yapısalcılığın öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş
sosyolojide öne çıkan diğer kuramların, özellikle de işlevselcilik,
post-yapısalcılık ve postmodern kuramın daha iyi anlaşılmasına da
imkân tanır.
•Yapısalcılık, dilbilimin babası Ferdinand de Saussure'ün görüşlerine
dayalıdır. Yapısalcılık, Saussure’ün dilbilim anlayışından doğmuştur.
Saussure’ün dilbilime yaptığı en ciddi katkı, dil-söz ayrımı yapmış
olmasıdır. Saussure’e göre, dili sözden ayırmak, sosyal olguyu
bireysel olgudan ayırmak anlamına gelir. Saussure, dil
çözümlemesinde artzamanlılığı dikkate almamış, yani tarihi işe
karıştırmamıştır. Saussure, dilbilim alanındaki çalışmalarıyla,
bilhassa da dili sözden ayırması ve dil olgusunu tahlil ederken
eşzamanlılığı temel almasıyla, yapısalcılığın ana çerçevesini
belirlemiştir.
•Yapısalcılığın en mühim temsilcileri, Fransız düşünürleri Claude
Lévi-Strauss, Jean Piaget ve Roland Barthes’dır.
•Claude Lévi-Strauss, yapısalcılığın babalarından biridir. Lévi-Strauss,
yapısalcılığın temel tezlerinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Lévi-
Strauss’a göre, önemli olan yapılardır. Çünkü her şey yapılardan
meydana gelir. Lévi-Strauss, bireyin yapı tarafından inşa edildiğini
bildirmiştir. Lévi-Strauss, yapı analizinde tarihin önemli olmadığını
ileri sürmüştür. Lévi-Strauss, tarihe ayrıcalıklı bir değer vermeye
gerek olmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla, Lévi-Strauss, yapı
tahlilinde eşzamanlılığa önem vermiştir.
•Jean Piaget, yapısalcılığın inceleme nesnesini netleştirmiştir.
Piaget, yapısalcılığın esasını oluşturan yapı terimi üzerine
yoğunlaşmıştır. Piaget, yapıyı bütün ve bütünlük çerçevesinde ele
almıştır. Piaget’ye göre, yapısalcılık, yüzeydeki yapıların altındaki
derin yapıları açığa çıkarmakla uğraşır.
•Roland Barthes, her şeyin bir gösterge olduğunu öne sürmüştür.
Daha açık bir deyişle, Barthes’a göre, kullanılan dil, yiyecekler,
içecekler, giyim biçimleri, oturulan kent, ev ya da mahalle, okunan
gazete, dergi ya da kitap, sahip olunan araba, reklamlar, sesler,
mimikler, para vb. bir gösterge olduğunu belirtmiştir. Hatta
Barthes, çağımızı göstergeler çağı olarak nitelemiştir. Barthes,
gösterge sistemini çözümlemiştir. Barthes, göstergelerin ardındaki
derin anlamı ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Barthes, yapıların
bireyler üzerinde saltanat kurduğunu öne sürmüştür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


64
Yapısalcılık

•Yapısalcılığın anahtar terimleri, yapı, bütün, bütünsellik, dil,


gösterge, gösteren, gösterilen, artzamanlılık ve eşzamanlılıktır.
Yapısalcılığın kilit terimi, yapıdır. Yapısalcılığı anlamanın yolu,
kökleri çok eski olan yapı terimini tahlil etmekten geçer. Yapı,
ilişkiler bütünüdür. Yapısalcılıktaki yapı terimi, bütüne ve
Özet (devamı)
bütünselliğe vurgu yapar.
•Yapısalcılara göre, önemli olan yapılarla uğraşmak ve onu
çözümlemektir. Her şey yapılardan meydana gelir. Yapının dışında
kalan unsurlar, yapısalcıların ilgi alanlarının dışındadır.
•Yapısalcılık, yapıyı merkeze almış, bütün ve bütünlük düşüncesine
önem vermiş, dolayısıyla bireyi yadsımıştır. Yapısalcılık, bireyi
önemseyen felsefe akımlarına ve sosyoloji kuramlarına meydan
okumuştur.
•Yapısalcılık, temel konu olarak dili seçmiştir. Yapısalcılık, dili
incelemektir. Yapısalcılık, ana hatlarıyla dil ile bağlantılı bir
kuramdır. Yapısalcılık, dili merkeze almış ve ondan yola çıkarak
yapıyı çözümlemiştir. Yapısalcılık, dil olgusundan hareket ederek
toplumu açıklamaya çalışır.
•Yapısalcılık, yapının zamana bağlı olmadığını ileri sürmüştür.
Yapısalcılık, tarihi dikkate almamıştır. Yapısalcılar,
çözümlemelerinde tarihi kullanmamışlar, tarihsel süreci
önemsememişlerdir. Kısaca, yapısalcılık, yapının eşzamanlı
çözümlenmesini önemsemiştir.
•Yapısalcılık, değişme karşıtı bir kuramdır. Yapısalcılık, yapıyı hiçbir
gücün değiştiremeyeceğini ileri sürmüştür.
•Yapısalcılık, Marx’ın sosyolojisine, özellikle de onun değişim
söylemine meydan okumadır.
•Yapısalcılığın anahtar terimleri ve temel tezleri muğlâktır.
•Yapısalcılık, hümanizm, tarihsicilik ve empirizm karşıtı olduğu için
yerden yere vurulmuştur.
•Yapısalcılığın gerçekle bağlantısı bulunmayan, gereksiz bir kuram
olduğu iddia edilmiştir.
•Yapısalcılık, kapitalist toplumun çelişkilerini görmezlikten gelmiştir.
•Yapısalcılık, statüko ideolojisidir, yani var olan düzeni koruma
eğilimlidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


65
Yapısalcılık

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Yapısalcılığın temellerini atan ve çalışmalarıyla yapısalcılığı biçimlendirmiş
olan düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a) Georg Simmel
b) Karl Marx
c) Auguste Comte
d) Max Weber
e) Ferdinand de Saussure
2. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın temsilcisi değildir?
a) Roland Barthes
b) Robert K. Merton
c) Jean Piaget
d) Ferdinand de Saussure
e) Claude Lévi-Strauss
3. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın anahtar terimlerinden biridir?
a) Gösterge
b) Değişme
c) Diyalektik
d) Yapılaşma
e) Yapının ikiliği
4. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığın temel tezlerinden biri değildir?
a) Yapısalcılık, bütüne ve bütünlüklere önem vermiştir.
b) Yapısalcılık, değişmez olan yapıları önemsemiştir.
c) Yapının birey üzerinde mutlak bir belirleyiciliği vardır.
d) Yapının artzamanlı çözümlenmesi esastır.
e) Yapının eşzamanlı çözümlenmesi esastır.
5. Dil-söz ve eşzamanlılık-artzamanlılık ayrımı yaparak yapısalcıları derinden
etkileyen düşünür kimdir?
a) Auguste Comte
b) Karl Marx
c) Ferdinand de Saussure
d) Jean Piaget
e) Claude Lévi-Strauss
6. Aşağıdakilerden hangisi yapısalcılığa yöneltilen eleştirilerden biridir?
a) Yapısalcılık, yapıyı ihmal etmiştir.
b) Yapısalcılık, sınıf savaşımının önemine gereğinden fazla atıf yapmıştır.
c) Yapısalcılık, bireyi aşırı derecede yüceltmiştir.
d) Yapısalcılık, sınıf savaşımı, güç ve iktidar konularına aşırı ölçüde ilgi
göstermiştir.
e) Yapısalcılık, hümanizmi ve tarihsiciliği önemsememiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


66
Yapısalcılık

7. Gösterge sistemini çözümleyen ve her şeyi bir gösterge olarak kabul eden
yapısalcı sosyolog kimdir?
a) Roland Barthes
b) Herbert Spencer
c) Emile Durkheim
d) Jean Piaget
e) Auguste Comte
8. Yapısalcılığın en büyük açmazı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tarihe aşırı övgüyle yaklaşması
b) Sosyal değişmeyi, yapı ile oluşum arasındaki karşılıklı ilişkiyi
açıklayamaması
c) Toplumu organizma gibi görmesi
d) Diyalektik düşünceyi çok önemsemesi
e) Çatışmayı dikkate alması
9. Her şeyin yapılardan ibaret olduğunu iddia eden düşünür aşağıdakilerden
hangisidir?
a) George Caspar Homans
b) Lewis A. Coser
c) Claude Lévi-Strauss
d) Jürgen Habermas
e) Herbert Blumer
10. Yapısalcılığın ana isimlerinden birisi olmasına rağmen daha çok psikolog olarak
bilinen, bilhassa da gelişim psikolojisi alanındaki eserleriyle tanınan düşünür
kimdir?
a) Ferdinand de Saussure
b) Max Weber
c) Claude Lévi-Strauss
d) Jean Piaget
e) Roland Barthes

Cevap Anahtarı
1.e, 2.b, 3.a, 4.d, 5.c, 6.e, 7.a, 8.b, 9.c, 10.d

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


67
Yapısalcılık

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Avtonomova, N. (1985). “Fransız Yapısalcılığı: Yöntembilimsel Birkaç Not”. Yapısalcılık
Üstüne (Eleştirel Bir Yaklaşım). O. Özügül (Yayına Haz.). İstanbul: De Yayınevi.
Barthes, R. (1993). Göstergebilimsel Serüven. Çev.: M. Rifat ve S. Rifat. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Barthes, R. (1996). Bir Aşk Söyleminden Parçalar. Çev.: T. Yücel. İstanbul: Metis
Yayınları.
Barthes, R. (1998a). Çağdaş Söylenler. Çev.: T. Yücel. İstanbul: Metis Yayınları.
Barthes, R. (1998b). Roland Barthes. Çev.: S. Rifat. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Barthes, R. (2008a). Göstergeler İmparatorluğu. Çev.: T. Yücel. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Barthes, R. (2008b). C ameraLucida: Fotoğraf Üzerine Düşünceler. Çev.: R. Akçakaya.
İstanbul: Altıkırkbeş Yayın.
Barthes, R. (2012a). Çin Yolculuğu Defterleri. Çev.: S. Rifat. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Barthes, R. (2012b). Eleştirel Denemeler. Çev.: E. Özdoğan. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Belsey, C. (2013). Postyapısalcılık. Çev.: N. Örge. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Boudon, R., Bourricaud, F. (2003). A Critical Dictionary of Sociology. İngilizceye Çev.:P.
Hamilton. London: Routledge, Taylor & Francis e-Library.
Bottomore, T.,Nisbet, R. (1990). “Yapısalcılık”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. T.
Bottomore ve R. Nisbet (Ed.).Çev.: B. Toprak. İstanbul: V Yayınları.
Bourdieu, P. (2013). Seçilmiş Metinler. Çev.: L. Ünsaldı. Ankara: Heretik Yayıncılık.
Callinicos, A. (2004). Toplum Kuramı: Tarihsel Bir Bakış. Çev.: Y. Tezgiden. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Cevizci, A. (2002). Paradigma Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Chomsky, N. (2001). Dil ve Zihin. Çev.: A. Kocaman. Ankara: Ayraç Yayınevi.
Clarke, S. (1981). The Foundations of Structuralism: A Critique of Lévi-Strauss and the
Structuralist Movement. New Jersey: The Harvester Press.
Cuff, E. C.,Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.: Ü.
Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Culler, J. (1985). Saussure. Çev.: N. Akbulut. İstanbul: Afa Yayınları.
Culler, J. (2008). Barthes. Çev.: H. Gür. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


68
Yapısalcılık

Çalışlar, A. (1984). “Yapısalcılık: StatusQuo İdeolojisi”. Yapısalcılığın Eleştirisine Doğru.


A. Birkiye (Yayına Haz.). İstanbul: Varlık Yayınları.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları.Ankara: Anı Yayınları.
Debaene, V.,Keck, F. (2009). Claude Lévi-Strauss: Uzaktan Bakan İnsan. Çev: A.
Berktay. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Deleuze, G.(2009). Issız Ada ve Diğer Metinler: Metinler ve Söyleşiler 1953-1974. Çev.:
F. Taylan ve H. Yücefer. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Evans, R. I. (1999). Jean Piaget: İnsan ve Fikirleri. Çev.: Ş. Çiftçioğlu. Ankara: Doruk
Yayıncılık.
Foucault, M. (1999). Yapısalcılık ve Postyapısalcılık. Çev.: Ü. Umaç ve A. Utku. İstanbul:
Birey Yayıncılık.
Foucault, M. (2004). Seçme Yazılar 5: Felsefe Sahnesi. Çev.: I. Ergüden. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Giddens, A. (2005). Sosyal Teorinin Temel Problemleri: Sosyal Analizde Eylem, Yapı ve
Çelişki. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Paradigma Yayıncılık.
Hawkes, T. (2004). Structuralism and Semiotics. London: Routledge, Taylor & Francis
Group.
http://theglobal.review adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.nadirkitap adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Işık, İ. E. (2000). Öznenin Dili: Dilbilim ve Yapısalcılık. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Jones, W. T. (2006). Klasik Düşünce: Batı Felsefesi Tarihi, Birinci Cilt. Çev.: H. Hünler.
İstanbul: Paradigma Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (1994). Sosyoloji Teorileri 2. Konya: Yunus Emre Yayınları.
Kızılçelik, S. (2008). Sefaletin Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kovalçenko, İ.,Sivaçov, N. (1985). “Yapısalcılık ve Tarih Biliminde Yapısal-Nicel
Yöntemler”. Yapısalcılık Üstüne (Eleştirel Bir Yaklaşım). O. Özügül (Yayına Haz.).
İstanbul: De Yayınevi.
Leach, E. (1985). Lévi-Strauss. Çev.: A. Ortaç. İstanbul: Afa Yayınları.
Lechte, J. (2006). Elli Anahtar Çağdaş Düşünür: Yapısalcılıktan Postmoderniteye. Çev.:
B. Yıldırım. İstanbul: Açılımkitap.
Lemert, C. (2011). Durkheim’ın Hayaletleri: Kültürel Mantık ve Toplumsal Şeyler. Çev.:
F. B. Aydar. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


69
Yapısalcılık

Lévi-Strauss, C. (1983). Din ve Büyü. Çev.: A. Güngören. İstanbul: Yol Yayınları.


Lévi-Strauss, C. (1984). Yaban Düşünce. Çev.: T. Yücel. İstanbul: Hürriyet Vakfı
Yayınları.
Lévi-Strauss, C. (1986). Mit ve Anlam. Çev.: Ş. Süer ve S. Erkanlı. İstanbul:
AlanYayıncılık.
Lévi-Strauss, C. (1994). Hüzünlü Dönenceler. Çev.: Ö. Bozkurt. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Lévi-Strauss, C. (1995). Irk, Tarih ve Kültür. Çev.: H. Bayrı ve Diğerleri. İstanbul: Metis
Yayınları.
Lévi-Strauss, C. (2012a). Yapısal Antropoloji. Çev.: A. Kahiloğulları. Ankara: İmge
Kitabevi Yayınları.
Lévi-Strauss, C. (2012b). Modern Dünyanın Sorunları Karşısında Antropoloji. Çev.: A.
Terzi.İstanbul: Metis Yayınları.
Moran, B. (1991). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: Cem Yayınevi.
Parain, C. (1984). “Yapısalcılığın Tarihe Bakışındaki Sakatlık”. Yapısalcılığın Eleştirisine
Doğru (ss.102-128). Çev.: Y. Şahan. A. Birkiye (Yayına Haz.). İstanbul: Varlık
Yayınları.
Parodi, M.,Testart, A. (2011). “Yapısalcılık”. Sosyolojik Düşünce Sözlüğü. M. Borlandi
ve Diğerleri (Yayına Haz.). Çev.: B. Arıbaş. İstanbul: İletişim Yayınları.
Piaget, J. (1992). Epistemoloji ve Psikoloji (Bir Bilgi Kuramına Doğru). Çev.: S. Selvi.
İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Piaget, J. (1999). Yapısalcılık. Çev.: A. Ş.Okyayuz Yener. Ankara: Doruk Yayınları.
Piaget, J. (2004). Çocukta Zihinsel Gelişim. Çev.: H.Portakal. İstanbul: Cem Yayınevi.
Piaget, J. (2005). Çocuğun Gözüyle Dünya. Çev.: İ. Yerguz. Ankara: Dost Kitabevi
Yayınları.
Piaget, J. (2007a). Çocukta Dil ve Düşünme. Çev.: S. E. Siyavuşgil. Ankara: Palme
Yayıncılık.
Piaget, J. (2007b). Çocukta Karar Verme ve Akıl Yürütme. Çev.: S. E. Siyavuşgil. Ankara:
Palme Yayıncılık.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H.Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Sarup, M. (1995). Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm. Çev.: A. B. Güçlü. Ankara: Ark
Yayınları.
Saussure, F. (1985). Genel Dilbilim Dersleri. C. Bally ve A. Sechehaye (Yayına Haz.).
Çev.: B. Vardar. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


70
Yapısalcılık

Saygın, T. (2010). “Yapısalcılıktan Postyapısalcılığa”. Postyapısalcılık. A. Öztürk (Der.).


Ankara: Phoenix Yayınevi.
Scott, J. (1995). Sociological Theory: Contemporary Debates. Aldershot Hants: Edward
Elgar Publishing Limited.
Scott, J., Marshall, G. (2009). A Dictionary of Sociology. New York: Oxford
UniversityPress.
Skirberkk, G.,Gilje, N. (2006). Antik Yunan’dan Modern Döneme Felsefe Tarihi. Çev.: E.
Akbaş ve Ş. Mutlu. İstanbul: Kesit Yayınları.
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. Çev.: O. Akınhay. Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları.
Tatlıcan, Ü. (2011). Sosyoloji ve Sosyal Teori Yazıları. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Vardar, B. (2001). Dilbilimden Yaşama: Yapısalcılık. İstanbul: Multilingual Yayınları.
Yücel, T. (Tarihsiz). Yapısalcılık. İstanbul: Ada Yayınları.
Williams, R. (2007). Anahtar Sözcükler: Kültür ve Toplumun Sözvarlığı. Çev.: S. Kılıç.
İstanbul: İletişim Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


71
ELEŞTİREL KURAM

• Eleştirel Kuramın Kökleri


İÇİNDEKİLER

• Eleştirel Kuramın Anahtar


Terimleri ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
• Eleştirel Kuramın Ana İsimleri KURAMLARI
• Eleştirel Kuramın Temel Tezleri
• Eleştirel Kuramın Eleştirisi Prof. Dr. Sezgin
KIZILÇELİK

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

• Felsefe ve sosyal bilimlerde, özellikle


de sosyolojide ilgiyle karşılanan ana
kuramlardan biri olan eleştirel
kuram hakkında bir fikir
edinebilecek,
• Eleştirel kuramın sosyolojideki yeri
ve önemi konusunda bilgi sahibi
olabilecek,
• Modern çağın ruhu ve modern
sosyolojinin vitrininde yer alan diğer
ÜNİTE

4
kuramları daha iyi
anlayabileceksiniz.

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Eleştirel Kuram

Geleneksel kuram
Karl Marx
Pozitivizm
Immanuel Kant
Aydınlanma
Max Horkheimer
Araçsal aklın eleştirisi

Akıl tutulması

Kültür endüstrisi

Önyargı
ELEŞTİREL KURAM

Theodor W. Adorno Otoriteryan kişilik

Irk-nefreti

Modern toplum

Herbert Marcuse Teknoloji

Tek-boyutlu toplum

Erich Fromm Özgürleşme

Teknik
Walter Benjamin
Cehennemin çağı

Jürgen Habermas İletişimsel eylem

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


73
Eleştirel Kuram

GİRİŞ
Bireyler, eleştiri terimini duyduklarında hemen irkilirler. Eleştiri, yüzü soğuk
olan bir terimdir. İnsanlar, eleştirilmekten pek hoşlanmazlar. Onun için insanlar,
genellikle eleştiri ortamlarından kaçınırlar. Kendilerini eleştiren insanlardan uzak
dururlar. Sosyolojideki manzara da bundan farklı değildir. Sosyolojide toplumu
olumlayan kuramlar her zaman daha çoktur ve revaçtadır, topluma eleştirel yaklaşan
kuramlar ise azdır ve geri plandadır. Çağdaş sosyolojik kuramlar içinde var olan
topluma (modern topluma) ve onu oluşturan her şeye eleştirel yaklaşan ana kuram,
eleştirel kuramdır.
Eleştirel kuram (Eleştirel Teori), Frankfurt Okulu düşünürlerinin geliştirdiği bir
kuramdır. Bu nedenle eleştirel kuram, literatürde “Frankfurt Okulu” olarak da bilinir.
Eleştirel kuram, çağdaş felsefe ve sosyolojide ağırlığı olan kuramlardan biridir. Eleştirel
kuram, felsefe, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi, iktisat ve edebiyat gibi disiplinlerden
gelen bir grup entelektüelin ortak teorik çabalarını içerir. Eleştirel kuram, disiplinler
arası bağ kurmaya çalışan, toplumun ekonomik temeli (altyapısı) ile kültürel alanı
(üstyapısı) arası diyalogu gerçekleştirmeye çabalayan bir kuramdır. Eleştirel kuram,
disiplinler arası bir bakışla ve altyapı-üstyapı bağlantısının vurgulanmasıyla, modernliğin
ve modern toplum yapısının daha doğru anlaşılacağını savunur. Eleştirel kuram,
aydınlanma, pozitivizm, rasyonalizm, kapitalizm, teknoloji ve kültür endüstrisi gibi
bileşenleri bulunan modernliği eleştirel bir bağlamda çözümlemeye çalışır. Eleştirel
Eleştirel kuram, Frankfurt kuram, modern toplumun yapısını, zihniyetini, ideolojisini, kültürünü, sanatını ve
Okulu’nun görüşlerini dile
ekonomik yapısını eleştirir. Eleştirel kuram, modern toplumun sahici kimliği, benliği,
getirmek için kullanılan
bir terimdir. Eleştirel karakteri ve özniteliğinin doğru idrak edilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir.
kuram, Frankfurt Kısaca, eleştirel kuram, çağdaş sosyolojide her şeyi sorgulayan güçlü bir eleştiri geleneği
Okulu’nun “eleştirel olması nedeniyle ayrıcalıklı bir konumda bulunur. Eleştirel kuramcılar, aydınlanma,
kuramı” olarak da bilinir. pozitivizm, modernite, rasyonalite, kapitalizm, kültür endüstrisi ve Marxizm gibi felsefe,
sosyal bilimler, özellikle de sosyolojinin sahasına giren konuları eleştirel değerlendirerek
belirtilen alanlardaki tıkanıklıkları açmaya çaba göstermişlerdir (Kızılçelik, 2013a).
Eleştirel kuram, modern toplumun boğucu doğasına, totaliter yönüne ve bireyi ezen
yapısına itiraz etmiştir. Bireyin bugünkü toplum düzeninde özgür olamayacağını öne
sürmüştür. Bireyin özgürlüğünü her şeyin üzerinde tutmuştur (Kızılçelik, 2013a). Bu
bakımdan eleştirel kuramı, özgür bir toplum kuramı olarak nitelemek mümkündür.
Bu bölümde, eleştirel kuramın kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel
tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

ELEŞTİREL KURAMIN KÖKLERİ


Eleştirel kuramın kökleri, Frankfurt Üniversitesi’nde 1923 yılında kurulan ve
daha sonra “Frankfurt Okulu” olarak ünlenen “Sosyal Araştırmalar Enstitüsü”
üyelerinin çalışmalarına uzanır (Jay, 1989; Kızılçelik, 2013a). Eleştirel teori, 20. yüzyılın
başlarında, Frankfurt Üniversitesi’nde etkinlik gösteren Toplumsal Araştırmalar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


74
Eleştirel Kuram

Enstitüsü’nün kurulması ile ortaya çıkmıştır (Richter, 2012). “Frankfurt Okulu”


nitelemesi sonradan kullanılmaya başlanmıştır. Max Horkheimer tarafından geliştirilen
niteleme, “eleştirel toplum kuramı”dır. Bu kuramın kapsamı, en açık biçimde
Horkheimer’in “Geleneksel ve Eleştirel Kuram” (1937) makalesinde belirginleşmiştir.
Herbert Marcuse, 1938’de “eleştirel kuram”ı, diyalektik felsefe ve ekonomi politiğin
eleştirisi üzerinde temellenmiş toplum kuramı olarak ele almıştır. Frankfurt Okulu’nun
en önemli üyesi Horkheimer, yazılarının “Eleştirel Kuram” başlığı altında toplanmasına
izin vermiştir (Slater, 1989). Kısaca, 1923’te Frankfurt Üniversitesi’nde kurulan “Sosyal
Araştırmalar Enstitüsü”, daha sonra “Frankfurt Okulu” olarak ünlenmiştir. “Frankfurt
Okulu” düşünürlerinin görüşleri ise, eleştirel kuram olarak etiketlenmiştir.
Eleştirel kuramın kökeninde kapalı felsefi sistemlere karşı duyulan bir güvensizlik
vardır. Eleştirel kuram kendisini kapalı felsefi geleneklerin eleştirilmesi yoluyla ifade
etmiştir (Jay, 1989). Bu çerçevede eleştirel kuramın öncüleri, eleştirel kuramı Immanuel
Kant ve Karl Marx’ın “eleştiri” vurguları üzerine biçimlendirmişlerdir. Eleştirel kuram
konsepti, Marxist ideoloji eleştirisi ve Kantçı eleştirel felsefe geleneklerinden
türetilmiştir. Kant ve Marx, birer “eleştiri” ustasıdır. Eleştirel kuramın köklerinde Kant’ın
Eleştirel kuram, Kant “çağımız, eleştiricilik çağıdır”, şeklinde tespiti vardır (Kant, 2000). Kant’ın felsefesi,
ve Marx’ın “eleştiri”
eleştirel kuramın temellerinden ve temel direklerindendir (Behrens, 2011). Kant’ın üç
vurguları üzerine
büyük eseri (Pratik Aklın Eleştirisi, Yargı Yetisinin Eleştirisi, Arı Usun Eleştirisi),
biçimlenmiş bir eleştiri
geleneğidir. “eleştirel” başlıklıdır. Diğer yandan “eleştiri”, Marx’ın ana metinlerinin başlığında
(Kapital, Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili, Birinci Cilt; Kapital, Ekonomi Politiğin
Eleştirisi, İkinci Cilt; Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt; Ekonomi Politiğin
Eleştirisine Katkı; Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi; Kutsal Aile ya da Eleştirel
Eleştiri’nin Eleştirisi) yer alan anahtar bir sözcüktür.
Demek ki, eleştirel kuramın ana dayanaklarından biri, Marx’ın ekonomi politik
eleştirisidir. (Richter, 2012). Eleştirel kuram, Marx’ın ekonomi merkezli açıklamalarına
(altyapıya) itibar etmemiş, daha çok kültürel alana (üstyapıya) odaklanmıştır. Eleştirel
kuramcıların Marx’ın altyapı görüşünden ziyade üstyapı fikrine yönelmesinde Karl Korsch,
Antonio Gramsci ve György Lukács’ın görüşlerine gönderme yapan “Batı Marxizmi”nin
katkısı büyüktür. Korsch ve Lukács gibi Hegelci Marxistler olarak da bilinen “Batılı
Marxistler”, radikal siyasal değişmeleri olanaklı kılmak için sosyalizm düşüncesi,
ideoloji, kültür, subjektivite ve bilinçle ilgilenmişlerdir (Kellner, 1989). Eleştirel kuram,
“Batı Marxizmi” olarak tanımlanır. Yani, eleştirel kuramcılar, ekonomik temelli
açıklamalar yapan “Ortodoks Marxizm” yerine insana ve kültüre vurgu yapan ve
Marx’ın Hegelci olduğu döneme işaret eden “Hegelci Marxizmi” önemsemiş ve onu
geliştirmeyi arzulamışlardır. Eleştirel kuramcılar, Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in
felsefesini esas almışlardır (Adorno, 1993; Marcuse, 1989; Habermas, 1974; 1995). Onların
nazarında, felsefe demek, Kant ile Hegel demektir (Adorno, 2012).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


75
Eleştirel Kuram

ELEŞTİREL KURAMIN ANA İSİMLERİ


Eleştirel kuramın inşasında ve gelişmesinde etkili olan isimler, Max Horkheimer
(1895-1973), Theodor Wiesengrund Adorno (1903-1969), Herbert Marcuse (1898-
1979), Erich Fromm (1900-1980), Walter Benjamin (1892-1940) ve Jürgen Habermas
(1929-)’dır.

Max Horkheimer
Eleştirel kuramın ana
çerçevesini belirleyen Horkheimer, eleştirel kuramın öncü ismi ve ana düşünürüdür. 1895’te Almanya’nın
Max Horkheimer, Stuttgart kentinde dünyaya gelmiştir. İktisat eğitimi almış, daha sonra psikoloji ve felsefe
aydınlanmaya eleştirel alanında akademik çalışmalara başlamıştır. 1922’de Kant üzerine yaptığı teziyle doktora
yaklaşmış, aydınlanmayla
derecesi elde etmiştir. 1925’te Frankfurt Üniversitesi’nde doçent olmuştur. 1930’da
birlikte akıl tutulmasının
gerçekleştiğini iddia Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün yöneticiliğine atanmıştır. Nazilerin Alman
etmiştir. üniversitelerinden attığı ilk bilim adamı olmuştur. Önce Cenevre sonra ise New York’a
gitmiştir. 1950’de Frankfurt’a geri dönmüştür. Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde yönetici
olarak çalışmıştır. 1973’te ise aramızdan ayrılmıştır. Horkheimer’in önemli yapıtları, Akıl
Tutulması; Aydınlanmanın Diyalektiği (Adorno ile birlikte) ve Araçsal Aklın Eleştirisi’dir
(Kızılçelik, 2013a).

Resim 4.1. Max Horkheimer’ın Bir Kitabı: Akıl Tutulması

Eleştirel kuram, 1930’larda Frankfurt Okulu düşünürü Horkheimer tarafından


icat edilmiştir (Edgar, 2006). Horkheimer’in geliştirdiği teorik fikirler, daha sonra eleştirel
kuram olarak ünlenmiştir (Alway, 1995). Çünkü Horkheimer, eleştirel kuramın ilgi
alanlarını (araçsal aklın doğuşu ve tahakkümü, araçsal aklın eleştirisi ve kültür
endüstrisinin eleştirisi gibi) belirlemiştir.
Horkheimer, arkadaşı Adorno’yla birlikte, aydınlanmaya eleştirel bakmış, onun
yıkıcılığından söz etmiştir. Aydınlanmayı, “kitlelerin aldatılması olarak”
değerlendirmiştir. Aydınlatılmış uygarlığın barbarlığa geri dönüşünü irdelemiştir
(Horkheimer ve Adorno, 1995; 1996). Horkheimer, aydınlanmanın kendi kendini
tahrip edişine odaklanmıştır (Horkheimer ve Adorno, 1995). Aydınlanma çağıyla
birlikte akıl kendine zarar vermeye başlamış, yani modern dönemde, akıl kendi nesnel
içeriğini dağıtma eğilimi göstermiştir (Horkheimer, 2004). Akıl “bir araç” durumuna
getirilmiştir (Horkheimer, 1990). Horkheimer, aydınlanma çağıyla gelişen kapitalist
sistemin aklı mahvettiğini öne sürmüştür. Horkhemier, bu süreçte pozitivizme de
eleştirel yaklaşmıştır. Horkheimer, “akıl tutulması”nda aydınlanmanın yanı sıra onun

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


76
Eleştirel Kuram

devamcısı olan pozitivizmin etkili olduğunu bildirmiştir. Horkheimer, pozitivizmi, aklı


tutan, gerici ve düzenci bir anlayış olarak görmüş, prensiplerini meşrulaştırma yollarını
kurcaladığında, pozitivistlerin dogmatizminin hemen açığa çıktığını belirtmiştir
(Horkheimer, 1990).

Theodor W. Adorno
Adorno, 1903 yılında Almanya’nın Frankfurt şehrinde dünyaya gelmiştir.
Çocukluğundan itibaren müziğe ilgi duymuş, profesyonel bir şarkıcı olan annesi ve teyzesi
tarafından yetiştirilmiştir. Frankfurt Üniversitesi’nde felsefe, sosyoloji, psikoloji ve müzik
okumuştur. 1924’te felsefe doktoru olmuştur. 1926’da Sigmund Freud’un fikirlerinden
faydalanarak doçentlik tezini tamamlamıştır. Fakat tezi reddedilmiştir. Soren Kierkegaard
üzerine yazdığı tezi ise 1931’de kabul edilmiştir. Walter Benjamin’in görüşlerinin tesirinde
kalmıştır. 1933’te Nazilerin iktidara gelişiyle ilk önce Viyana’ya gitmek istemiş, fakat
başvurusu Viyana Üniversitesi Felsefe Fakültesi tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine
İngiltere’ye gitmiş ve Oxford’daki Merton College’de çalışmaya başlamıştır. 1938’de
Theodor W. Adorno, Frankfurt Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’ne üye olmuştur. Söz konusu
modern toplumun enstitünün başkanı Horkheimer ile entelektüel ilişkisi, düşünce hayatının gelişiminde etkili
otoriteryan ve ırkçı olmuştur. Adorno, daha sonraları ise Amerika’ya gitmiştir. “Princeton Radio Research
eğilimler taşıdığını öne Project”in “Müzik İncelemeleri” bölümüne Paul Lazarsfeld ile birlikte başkanlık etmiştir.
sürmüştür. 1950’de enstitü Frankfurt’a döndüğünde o da dönmüştür. 1959’da Sosyal Araştırmalar
Enstitüsü’nün başkanı olmuştur. 1969’da vefat etmiştir. Adorno’nun ana eserleri şunlardır:
Aydınlanmanın Diyalektiği (Horkheimer ile birlikte); Modern Müziğin Felsefesi;
Otoriteryan Kişilik (kolektif); Minima Moralia; Prizmalar; Müzik Sosyolojisine Giriş;
Negatif Diyalektik; Estetik Teori; Felsefî Terminoloji (Kızılçelik, 2013a).
Adorno, eleştirel kuram içinde iki bakımdan ön plana çıkar. Adorno, ilk olarak,
önyargı, otoriteryan kişilik ve faşist karakter üzerine analizleriyle; ikinci olarak ise, kültür
endüstrisi konusundaki fikirleriyle eleştirel kuramda önemli bir yer tutar. Daha geniş bir
pencereden baktığımızda, 1940’lı yılların başında eleştirel kuramcıların kafasında iki temel
konu vardı: İlki, Nasyonal Sosyalizmin kültürel yönleri, ikincisi anti-Semitizm
incelemeleriydi. Eleştirel kuramcılar, ırk-nefreti, özellikle de anti-semitizm üzerine
odaklanmışlardır. Onlar, otoriteryanizmle, otoriteyle ve önyargıyla ilgili problemler üzerine
yoğunlaşmışlardır. Bu alanlarda en bilinen çalışmaları, Adorno ve ekibi tarafından yapılan
Otoriteryan Kişilik’tir. Adorno, bu araştırmasında, katı, dogmatik ve önyargılı düşünmeyle
ilişkili kişilik ya da karakter sendromlarını ortaya çıkarmayı hedeflemiştir (Kızılçelik, 2013a).
Adorno, söz konusu eserinde, modern toplumda çok yaygın olan anti-semitik tutum ve
kanıların akıldışı yönü üzerinde durmuştur (Adorno, 2003: 41). Adorno, ırk-nefreti taşıyan
otoriter faşist karakterin ana özellikleri arasında alışılmışa bağlılığın, otoriteye boyun
eğmenin, otoriteryan saldırganlığın, değerleri bozan insanları cezalandırmanın, ince
düşünceciliğe, öznelciliğe ve yaratıcılığa karşı olmanın, boşinanç ve kalıpyargıların, güçlü
figürlerle özdeşleşmenin, güce tapınmanın, yıkıcılığın ve insanlara karşı düşmanlığın
önemli bir yer tuttuğunu ortaya çıkarmıştır (Adorno ve Diğerleri, 1950). Adorno, modern

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


77
Eleştirel Kuram

toplumda otoriteryan eğilimlerin ve ırkçı faşist karakterlerin yaygınlaşmasında “kültür


endüstrisi”nin rolüne vurgu yapmıştır.

Resim 4.2. Theodor W. Adorno

Adorno, Horkheimer ile birlikte kaleme aldığı Aydınlanmanın Diyalektiği’nde,


kültür endüstrisini çözümlemiştir. Söz konusu kitabın “Kültür Endüstrisi: Kitlelerin
Aldatılması Olarak Aydınlanma” kısmı, kültür endüstrisinin analizine yöneliktir
(Horkheimer ve Adorno, 1996). Adorno’ya göre, kültür endüstrisi, kültürün yönetimle
iç içe geçmesi, ticari karaktere bürünmesi, yönetilen ve akıldışı bir nesne hâline
gelmesidir (Adorno, 1991; 2002; 2007). Adorno, kültür endüstrisine eleştirel yaklaşmış,
Herbert Marcuse, kültürün, planlanıp yönetildiği için büyük zararlar gördüğünü bildirmiştir (Adorno, 2007).
modern toplumun akıldışı
Adorno’ya göre, kültür endüstrisinin ürünleri, pazarda satılabilmek için imal edilmiş
ve diktacı unsurlarla kaplı
olduğunu iddia etmiştir. uydurma şeylerdir. Kültür endüstrisi sayesinde kültürel ürünler, gerçek bir ihtiyacın
karşılanmasından çok, değişim yani pazarda paraya dönüşmesi için imal edilir hâle
gelmiştir (Jay, 2001). Kültürel eleştiri, Adorno’nun eleştirel kurama yaptığı en esaslı
katkıdır (Bottomore, 1989).

Herbert Marcuse
Marcuse, 1898’de Almanya’nın Berlin kentinde doğmuştur. Felsefe eğitimi almış,
1922’de Freiburg Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamlamıştır. 1932’ye kadar
Freiburg’da kalmış ve Martin Heidegger ile birlikte çalışmıştır. 1932’de Sosyal Araştırmalar
Enstitüsü’ne üye olmuştur. Nazi baskısıyla karşılaşınca Ocak 1933’te Freiburg’u terk etmiş,
Amerika’ya gitmiş, hayatının geri kalan kısmını Amerika’da geçirmiştir. Amerika’da bir süre
Columbia Üniversitesi’nde görev yapmıştır. Freud’un yeniden yorumlanmasını içeren Eros
ve Uygarlık ile tüketim toplumunun eleştirisini yaptığı Tek-Boyutlu İnsan eserleriyle
ünlenmiştir. Yazdıklarıyla dünya çapında tanınan biri olmuş, “Yeni Sol Hareket”in önde
gelenleri arasında yer edinmiştir. “Yeni Sol” bağlantısı nedeniyle Brandies
Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırılmış, kendisine ancak La Jolla’daki California
Üniversitesi’nde iş bulabilmiştir. Marcuse, 1979’da ölmüştür. Marcuse’nin ana eserleri
şunlardır: Us ve Devrim; Eros ve Uygarlık; Sovyet Marksizmi; Tek-Boyutlu İnsan; Estetik
Boyut (Kızılçelik, 2013a).
Marcuse, Frankfurt Okulu’nun politik bakımdan en etkili olan temsilcisidir (Holz,
2012). Marcuse, Jean-Paul Sartre ile Karl Marx’ın görüşlerini kaynaştırmaya girişmiş, yani
varoluşçuluk akımı Marxizmi birleştirmeyi denemiştir (Marcuse, 2005). Çünkü onun

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


78
Eleştirel Kuram

amacı, modern toplumun boğucu ve totaliter yönünü açığa çıkartmak, bireyin


özgürleşmesini sağlamaktır.
Marcuse, modern topluma eleştirel bakmıştır. Ona göre, modern toplum,
akılcılığın akıldışılığa dönüştüğü bir toplumdur. Modern toplum, tek-boyutlu
toplumdur. Bu toplum, akılcı ve akıldışı arasındaki ilişkiyi değiştirmiştir. Akılcı alan,
akıldışı olanın evi olmuştur (Marcuse, 2007). Başka bir deyişle, modern toplum, akıldışı
öğelerle doludur, yani bu toplum bir bütün olarak akıldışıdır. Modern toplum, insan
melekelerinin ve ihtiyaçlarının serbest gelişmesine zarar verir (Marcuse, 2007). Marcuse,
modern toplumu tahlil ederken teknolojinin eleştirisini yapmıştır. Teknolojinin başat
olduğu ve “tek-boyutlu bir evren” olarak nitelediği “teknolojik topluma” eleştirel bakmıştır
(Marcuse, 2001). Marcuse, modern toplumda teknolojinin yansız olduğu fikrini
reddetmiştir. Teknolojinin totalitarizme yol açtığını iddia etmiştir. Ona göre, teknoloji,
bireyler üzerinde bir denetim aracıdır. Bireylerin sosyalleştirilmesi ve sakinleştirilmesi
için televizyonun kullanılması, buna en iyi örnektir. İşte, bunun için Marcuse,
teknolojiyi baş düşman olarak görmüştür (Ritzer, 2012). Marcuse, teknolojiyi
tahakküm aracı hâline getiren şeyin onun baskıcı bir toplumdaki kullanımı ve kısıtlanması
olduğunu söylemiştir. Modern toplumda kârlı bir değişimin gereklerine göre üretilen
Fromm, bireyin
özgürleşme sorunu araba, televizyon ve diğer aletlerin baskıcı olduğunu bildirmiştir (Marcuse, 2013).
üzerine yoğunlaşmış, bu Marcuse, modern teknolojinin bireyleri baskı altına aldığını, vasıfsızlaştırdığını ve
çerçevede insanın pasifleştirdiğini öne sürmüştür. Modern teknolojinin, aynı zamanda modern toplumun
özgürleşmesini önemseyen totaliter bir karakter kazanmasında etkili olduğunu belirtmiştir. Larson’a göre, Marcuse,
Marx’ın ve Freud’un modern endüstriyel süreçte genel bir totaliteryan eğilim görmüştür (Larson, 1986).
fikirlerinin sentezini
yapmaya çalışmıştır. Erich Fromm
Fromm, 1900’de Almanya’nın Frankfurt kentinde dünyaya gelmiştir. Heidelberg,
Frankfurt ve Münih üniversitelerinde sosyoloji ve psikoloji okumuştur. Max Weber’in
öğrencisi olmuş ve ona hayranlık duymuştur. 1922’de Heidelberg Üniversitesi’nden
doktora derecesi almıştır. Münih’te psikoloji ve psikiyatri konularında çalışmalar yapmıştır.
1930’da Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’ne üye olmuş ve orada dersler vermiştir.
Çalışmalarına Münih ve Frankfurt’ta devam etmiştir. 1933’te Chicago Psikanaliz
Enstitüsü’nün davetlisi olarak Amerika’ya gitmiştir. Freudcu “sosyolojik bir psikoloji”
(sosyal psikoloji) geliştirmek ve zamanını klinik çalışmalar üzerinde yoğunlaştırmak için
1939’da Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nden ayrılmıştır. Amerika’da çeşitli üniversitelerde
dersler vermiş, psikanaliz ve sosyal psikoloji enstitüsü kurmuştur. 1949’da Mexico’daki
National University’de göreve başlamış, buradan 1965’te emekliye ayrılmıştır. Fromm,
1980 yılında ölmüştür. Fromm’un kitapları arasında, Özgürlükten Kaçış; Kendini Savunan
İnsan; Sağlıklı Toplum; Sevme Sanatı; Marx’ın İnsan Anlayışı; Yeni Bir İnsan Yeni Bir
Toplum; Sevginin ve Şiddetin Kaynağı; Umut Devrimi; İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri ön
plana çıkmaktadır (Kızılçelik, 2013a).
Fromm’un eleştirel kurama en büyük katkısı, Sigmund Freud ve Karl Marx’ın
düşüncelerini, yani Marxizm ile psikanalizi birleştirmek için gösterdiği çabadır. Fromm,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


79
Eleştirel Kuram

Marx’ın sosyolojik ve psikolojik görüşleriyle Freud’un psikanalitik görüşleri arasında bir


uyum yaratmaya, yani Marxizm ile Freudçuluk arasında bir sentez yapmaya çalışmıştır
(Fromm, 2005). Ona göre, Marx’ın ve Freud’un ana amacı, insanın özgürleşmesidir. Her
ikisinde de ödün vermeye yanaşmadıkları bir insanı özgürleştirme istenci vardır (Fromm,
1997).
Fromm, modern toplumun özgürleşme sorunu üzerine düşünmüştür. Modern
insanın özgürlüğünü kaybetmek üzere olduğunu öne sürmüştür. Ona göre, çağdaş insan
kaygılıdır ve özgürlüğünü diktatörlere teslim etmektedir. Çağdaş insan kendisini
makinenin küçük bir çarkına dönüştürmüştür. Çağdaş insan, karnı toktur ama özgür
değildir. Çağdaş insan, bir robot hâline gelmiş ve özgürlüğünü yitirmiştir (Fromm, 1996).
Fromm, modern bireyin duygu, düşünce ve ideallerinin, tıpkı çalıştırılmayan adaleler gibi
gerilemiş ve idmansız olduğunu, onun her türlü sosyal değişiklikten korktuğunu
bildirmiştir (Fromm, 2004).

Walter Benjamin
Walter Benjamin,
kapitalizmi ve kapitalist Benjamin, 1892’de Almanya’nın Berlin şehrinde dünyaya gelmiştir. Freiburg ve
toplumdaki teknik ve Berlin üniversitelerinde felsefe öğrenimi görmüş, Henrich Rickert ve Georg Simmel’in
teknolojiyi insanlık için bir öğrencisi olmuştur. Vatandaşı Bertolt Brecht ve zamanının öteki muhalif entelektüelleriyle
felaket olarak nitelemiştir. diyaloga girmiş, 1926-1927 kışında Moskova’yı ziyaret etmiştir. Benjamin ile Frankfurt
Okulu arasında 1929’da başlayan ilişki, ölümüne kadar devam etmiştir. 1933 yılında Nazi
baskısına maruz kalmıştır. Kendisine yapılan baskılar sonucu 1940’da bir mülteci grubuyla
İspanya’ya geçmeye çalıştığı sırada sınır kapatılmış, faşizme teslim olmamak için ilaç içerek
intihar etmiştir. Benjamin’in ana metinleri şunlardır: Alman Romantizminde Sanat
Eleştirisi Kavramı; Goethe’nin Gönül Bağları; Tek Yön; Parıltılar; Brecht’i Anlamak;
Pasajlar (Kızılçelik, 2013a).
Benjamin, Lukács okuması dolayısıyla Marxizm’e ilgi duymuş, Marxizm’i
incelemeye başlamış, Marxist teoriyi keşfe çıkmıştır (Assoun, 2012; Leslie, 2011).
Benjamin, kapitalizmi ve teknolojiyi eleştirmiştir. Tekniği doğaya egemen olmakla özdeş
tutan emperyalistlerin öğretisini sorgulamıştır. İlerlemeyi felaket olarak nitelemiştir
(Benjamin, 1999; Löwy, 1999). Benjamin, tekniğin ve teknolojinin yıkıcılığına vurgu
yapmıştır. Kapitalist toplumda hızlıca gelişen teknik ve teknolojiyi insanlık için büyük bir
tehdit olarak görmüştür. Bu çerçevede, Benjamin, egemen sınıfın kâr arzusu tekniği
iradesi altına aldığı için teknik de insanlığa ihanet etmiş, dünyayı kan gölüne çevirmiştir
(Benjamin, 1999). Benjamin, teknolojinin kapitalist üretim ilişkileri içerisinde bir felaket
aracına dönüştüğünü öne sürmüştür (Leslie, 2011). Kısaca, Benjamin, modern çağın
eleştirisini yapmış, modern çağ, nihayetinde cehennemin çağıdır, demiştir (Parini,
2001). Benjamin, modern uygarlığı barbarlık olarak değerlendirmiştir. Onun meşhur
deyişiyle, uygarlığın belgeleri, aynı zamanda, barbarlığın da belgeleridir (Benjamin, 1995).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


80
Eleştirel Kuram

Jürgen Habermas
Habermas, 1929’da Almanya’nın Düsseldorf kentinde doğmuştur. Bonn, Zürih
ve Göttingen üniversitelerinde felsefe, tarih, psikoloji, ekonomi ve Alman edebiyatı
okumuştur. Bonn Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır. 1956’da Adorno’nun
asistanı olarak Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’ne girmiştir. 1961-1964 yılları arasında
Heidelberg’te felsefe profesörlüğü yapmıştır. 1964’te Horkheimer’in halefi olarak
Frankfurt’ta felsefe ve sosyoloji profesörü olmuştur. 1971-1983 yılları arasında
bilimsel-teknik dünyadaki hayat koşullarını araştıran Max-Planck Enstitüsü’nün
başkanlığını yapmıştır. 1983-1994 yılları arasında yeniden Frankfurt’ta felsefe ve
sosyoloji profesörü olarak çalışmıştır. Habermas’ın ana eserleri şunlardır: Kamusallığın
Yapısal Dönüşümü, “İdeoloji” Olarak Teknik ve Bilim, Rasyonel Bir Topluma Doğru:
Öğrenci Protestosu, Bilim ve Siyaset, Bilgi ve İnsansal İlgiler, İletişimsel Eylem Teorisi 2
Eleştirel kuramın Cilt, Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine ve Modernliğin Felsefî Söylemleri (Kızılçelik,
günümüzde en önemli 2013a).
savunucusu olan Jürgen
Habermas, bireyler arası Habermas, eleştirel kuramın günümüzdeki en etkili simasıdır. Habermas’ın felsefe
etkileşime vurgu yapan ve sosyolojideki çalışmaları, eleştirel kuram açısından önemlidir. Bilindiği üzere,
iletişimsel eylemi günümüzde “Frankfurt Okulu” sözcüğü, yalnızca Horkheimer, Adorno ve Marcuse’nin
önemsemiştir. değil, aynı zamanda Habermas’ın görüşlerini de içerecek bir biçimde kullanılmaktadır
(Held, 1987; Guess, 1999). Başka bir deyişle, Habermas, Frankfurt Okulu, yani eleştirel
kuramla ilişkilidir. Habermas, eleştirel kuram ile bağlantılı olan ikinci yazarlar kuşağının en
bilinen ve en çok tanınan kişisidir (Layder, 2006).
Habermas, eleştirel kuram içerisinde daha çok iletişimsel eylem kuramıyla ön
plana çıkmaktadır. Habermas, iletişimsel eylem kuramında, yeni bir eylem biçimi olarak
gündeme getirdiği iletişimsel eylemin genel çerçevesini belirginleştirmiştir. Habermas’a
göre, iletişimsel eylem sözcüğü, dil ve eylem yeteneği bulunan, sözlü ve sözlü olmayan
araçlar ile kişilerarası ilişkiye giren insanların etkileşimine ilişkindir (Habermas, 2001a).
Habermas, iletişimsel eylemi, özneler arasında anlamaya ve konsensüse yönelen
etkileşimleri analiz etmek için geliştirmiştir (Best, 2005). İletişimsel eylem, ortaklaşa
yorumlama sürecine dayalıdır (Habermas, 2001a). İletişimsel eylemde, bireylerin anlaşma
ve diyalog zemini olan dil önemli yer tutar. İletişimsel eylemde konuşma eylemi ve
dilimizin bağlamı önemlidir. İletişimsel eylem, dilin karşılıklı anlamaya yönelmiş
kullanımına bağlıdır (Habermas, 1979; 1996; 2001b). İletişimsel eylem, ikiden fazla
aktörün eylemlerinin anlaşma mekanizmasının yardımıyla birbirlerine nasıl bağlandıklarını
açıklamadır (Habermas, 2001a). Habermas, iletişimin gerçek amacının insanlarla iletişim
kurmak olduğunu belirtmiştir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Habermas’a göre,
iletişimsel eylem, iki ya da daha fazla birey arasında sosyal ilişkiyi tesis etmeyi ve
sürdürmeyi esas alır (Edgar, 2006). Habermas, daha da ileri giderek toplumu, aktörlerin
iletişimi ekseninde irdelemiştir. Habermas (2001a), “toplum”dan iletişim taraflarının,
sosyal gruplara aidiyetlerini düzenledikleri ve dayanışmayı güvence altına aldıkları meşru
düzenlemeleri kastetmiştir. Kısaca, Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı, sosyal teoride

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


81
Eleştirel Kuram

dile dönüşün bir ürünüdür (Goode, 2005). İletişimsel eylem kuramı, günümüz modern
toplumlarında iletişimsel eylemin etkin olduğunu, onun sosyal bütünleşmeyi ve
bireysel özdeşleşmeyi sağladığını iddia etmiştir.

ELEŞTİREL KURAMIN ANAHTAR TERİMLERİ


Eleştirel kuramın anahtar terimleri, eleştiri, araçsal akıl, akıl tutulması,
aydınlanmanın diyalektiği, tek-boyutlu insan, tek-boyutlu toplum, kültür endüstrisi ve
iletişimsel eylemdir. Eleştirel kuramın bu anahtar terimleri içinde en önemli olanı,
eleştiri terimidir. Eleştiri, sorun çözme işidir. Bir eleştiri geleneği olan eleştirel kuram,
sorunların çözüme kavuşmasında eleştiriyi baş tacı yapmıştır. Eleştiri, gerçeği
aydınlatma görevi üstlenir. Eleştirel kuramcılar, eleştirinin gelişmesiyle insanın
kurtulabileceğini, yani karanlıklardan aydınlıklara çıkabileceğini öne sürmüşlerdir. Başka
bir deyişle, eleştirinin felç edilmesinin insanlığı uçuruma götüren mekanizmaları
çoğaltacağını iddia etmişlerdir.
Eleştiri, kavrayıcıdır ve bilme gücüne sahiptir. Benjamin’in dediği gibi, eleştiri, bir
bilme momenti içermektedir (Benjamin, 2010). Eleştirel kuramcılar, insanların ve
özellikle gücü elinde bulunduranların eleştiriye pek tahammül edemediklerini öne
sürmüşlerdir. Eleştirel kuramcıların üzerinde iz bırakan Friedrich Nietzsche’nin (1998)
dediği gibi, dünya var olduğundan beri, hiçbir otorite “eleştiri”den ve kendisinin
eleştiri konusu hâline getirilmesinden memnun olmamıştır. Eleştiri, despotik ve
totaliter zihniyetin korktuğu şeydir. Örneğin, Adorno, eleştirmenin totaliter dönemde
akıl bulandırıcı biri olarak görüldüğünü vurgulamıştır. Çünkü eleştirinin olduğu yerde
Eleştirel kuram, despotizme yer yoktur. Toplumda eleştiri ve eleştirel bilinç yaygınlaştığında demokrasi
ekonomiden ziyade kültürel
de etkin hâle gelir. Demokrasinin ana malzemesi, eleştiridir. Demokrasiyi tanımlayan
alana yoğunlaşmıştır.
Eleştirel kuramı, üstyapı şey, eleştirinin bizatihi kendisidir (Adorno, 1990). Kısaca, eleştirel kuram, her şeyin
kuramı olarak nitelemek eleştiriyle gelişeceğini savunmuştur. Bilimler, insanlar, kültürler ve toplumlar, eleştiri
mümkündür. sayesinde gelişirler. Birey ve toplumlar, eleştiriye açık olmalıdırlar. Sosyoloji, sosyolojik
kuram, hatta her şey eleştirel olmalıdır. Eleştirel kuramcılar, eleştirelliğe vurgu
yapmışlardır. Adorno’ya göre, “teori, kaçınılmaz olarak eleştireldir” (Behrens, 2011).
Horkheimer’in dediği gibi, felsefenin ve sosyolojinin gerçek sosyal işlevi, var olanın, yani
hâkim olanın eleştirisidir (Horkheimer, 1999). İşte, bunlardan ötürü, eleştirel
kuramcılar, bireyi topluma karşı koruyan, var olan düzene karşı eleştirel tavır takınan,
toplumsalın yeniden yapılanmasına katkı sağlayan “eleştirel sosyoloji” geleneğini ön
plana çıkarmışlardır (Kızılçelik, 2013a).

• Eleştiriyi bireyi karalamak ya da kötülemek olarak değil, onu


düşünmeye sevk eden ve geliştiren yapıcı bir şey olarak görmek
Örnek

gerekir. Eleştirel bilince sahip olmayan birey, felçli hasta gibidir.


Eleştiri geleneğinin olmadığı bir toplum asla ilerleyemez.
Eleştiri, bireyler ve toplumlar için taze bir soluktur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


82
Eleştirel Kuram

ELEŞTİREL KURAMIN TEMEL TEZLERİ


Eleştirel kuramın temel tezlerini on iki noktada toplamak mümkündür:

• İnsanlık tarihini hep büyük felaketler belirlemiştir. İnsanlık, asla daha iyi bir
dünyaya doğru ilerlememektedir. Adorno’ya göre, doğa hâlinden başlayıp
insancıllığa giden bir evrensel tarih yoktur. Sadece sapandan megatonluk
Eleştirel kuram, modern
bombalara uzanan bir tarih vardır (Boucher, 2013).
toplumla birlikte insanlığın
yeni türden bir barbarlığa • İnsanlık, gerçekten insani bir düzeye çıkmak yerine yeni türden bir barbarlığa
geri döndüğünü öne düşmüştür. Çünkü aydınlanmayla akıl, gitgide “koyu bir karanlığa” itilmeye
sürmüştür. başlanmıştır (Horkheimer ve Adorno, 1995). Eleştirel kuramcılar, özellikle de
Horkheimer ve Adorno, sosyal rasyonelliğin irrasyonelliğe kapı araladığını,
modernliğin karakteristiği olan özgürlük ve ilerleme tarzlarının tahakküm ve
gerilemeye yol açtığını ve aydınlanmanın yalana dönüştüğünü ileri
sürmüşlerdir. Onlar, aydınlanma aklının kendisiyle rekabet eden bütün
düşünce tarzlarını ortadan kaldırıp hakikat konusunda hak iddia eden tek
düşünme tarzı olarak kaldığı için totaliter hâle geldiğini iddia etmişlerdir (Best
ve Kellner, 1998).
• Aydınlanmacı aklın yol açtığı olumsuzlukların ve “akıl tutulması”nın ana
sorumlusu, liberalizmdir. Başka bir deyişle, aydınlanma çağıyla gelişen
liberalizm, aklı mahveden güç olmuştur (Horkheimer ve Adorno, 1995).
Kapitalizm, “aklı” ele geçirmiştir. Hem akıl hem de bireylerin yaşantıları bir
Eleştirel kuram, modern ürüne indirgenmiştir. Akıl, insanlığın gelişimi için toplumun yeniden
toplumda bireyin baskı düzenlenmesinde başat bir öğe olmaktan ziyade özel bir toplum biçimi olan
altına alındığını, sınai kapitalizmin amaçlarına hizmet etmeyi ve onun çıkarlarını savunmayı
özgürlüğünün kısıtlandığını tercih etmiştir. Aydınlanma, bireyleri özgürleştirme yerine köleleştirmeye
ileri sürmüştür. daha fazla katkı yapmıştır (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Eleştirel kuram,
aydınlanmayla yıldızı parlayan aklın yıldızının söndüğünü ve akıl tutulmasının
gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Bu da aydınlanmanın kendi öz çocuğunu
yemesine, yani bireyin yok olup gitmesine yol açmıştır. Bireyin kayboluşunda
aydınlanmanın istibdat yaratıcı yönünün etkisi fazla olmuştur (Kızılçelik,
2013a). Kısaca, aydınlanma, aklın “araçsal” forma dönüşümüne, araçsal aklın
doğuşuna ve tahakkümüne sebep olmuştur (Horkheimer ve Adorno, 1995;
1996).
• Aydınlanmacı bilim, masum değildir, çünkü egemen güçlere hizmet eder.
Örneğin, Bacon’ın ve Galileo’nun bilimsel araştırmaları, günümüz savaş
endüstrisine hizmet etmektedir (Horkheimer, 2009). Habermas’a göre, bilim
19. yüzyılda ilerici güç iken 20. yüzyıl bilimi, özellikle de pozitivist biçimi,
ideolojik egemenliğin bir formu hâline gelmiştir (Adams ve Sydie, 2002).
• Pozitivizm, çocuksu ve gericidir. Çünkü pozitivizm, felsefeyi bilimin teorisi
durumuna getirmiş, böylece bilimin ruhunu hiçleştirmiştir (Horkheimer,
1990). Pozitivizm, dünyayı verilere indirgemiştir. Bu yönüyle fakir bir

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


83
Eleştirel Kuram

felsefedir. Pozitivizm, doğa bilimleriyle sosyal bilimlerin metodolojik açıdan


aynı olduğunu öne sürmüştür. Nesnelliği esas almıştır. Bu da bilginin
kimliksizleşmesine yol açmış, bilgiyi insandan uzaklaştırmıştır. Pozitivizm, olgu
ve değer arasında mutlak ayrım getirmiş, olguları değerlerden ayırmıştır.
Pozitivizm, kendi üzerine düşünmeyen ve felsefesi hakkında soru sormayan
zayıf bir kavrayıştır. Bu yönüyle de karşı olduğu dogmatikliğe saplanmıştır.
Pozitivizm, aynı zamanda egemen sınıf olan burjuvazinin ideolojik aygıtıdır.
Burjuva toplumunun sürmesine katkıda bulunur (Kızılçelik, 2013a). Pozitivizm
ile statüko ideolojisi arasındaki ilişki nettir (Marcuse, 1989). Marcuse,
pozitivizmin kurucusu Comte’u, Marx, Genç-Hegelciler ve Hegelci sistemdeki
eleştirel ruha karşı statükonun savunucusu olarak nitelemiştir (Stirk, 2000).
• Eleştirel kuramcılar, öncelikle kapitalizmin tarihsel gelişimi ve modern Batı
toplumlarının doğası üzerine odaklanmışlardır. Onlar, modern kapitalist
toplumu analiz etmişlerdir (Adams ve Sydie, 2002).
• Eleştirel kuram, insan özgürlüğüyle ve özgürlüğün modern dünyada tahakküm
ve toplumsal baskı biçimleriyle nasıl sınırlandırıldığıyla ilgilenmiştir. Eleştirel
kuram, modern toplumun rahatsızlıklarını belirlemeyi, adil, eşit ve demokratik
bir toplum inşa etmek için gerekli sosyal değişmelerin doğasını anlamayı amaç
edinmiştir (Layder, 2006). Eleştirel kuramcılar, baskıyı, şiddeti, otoriteyi,
faşizmi ve diktatörlükleri toplum, devlet ve insan ilişkileri içinde
olumsuzlamışlardır (Veysal, 2013).
• Modern toplum, eleştirinin felç edilmesini sağlamış, bireylerin ruhlarını ve
zihin dünyalarını mahvetmiş, bireylerin ruhuna sızmış, kötülüğe ve adiliğe
Eleştirel kuram, modern prim vermiştir (Horkheimer, 2009). Modern toplum, insanı tek-boyutlu
toplumda Marx’ın tezlerinin
yapmıştır. Modern toplumla birlikte tek-boyutlu düşünce ve davranış
geçersiz olduğunu, onun
umut bağladığı işçi sınıfının yaygınlaşmıştır (Marcuse, 2007). Bireyler, tektipleşmiş, standartlaşmış ve
kapitalist sistemle birbirine benzemiştir. Herkesin yönü aynılaşmıştır. Benjamin’in dediği gibi, hiç
bütünleştiğini savunmuştur. kimse, önünde duranın sırtından ileriyi göremez hâle gelmiştir (Benjamin,
1999).
• Modern toplumda teknoloji totalitarizme yol açmıştır. Teknoloji, modern
toplumda bir felaket aracı olmuş, savaşla iç içe geçmiş ve insani olmaktan
çıkmıştır. Teknoloji, bireyi baskı altına almıştır. Teknoloji vasıtasıyla insanlar,
tek-boyutlu hâle getirilmiştir. Teknoloji, insanların eleştirel yönlerini yok
etmiştir. Böylece toplum, eleştiri gücü felç edilmiş insanlarla dolup taşmıştır.
İşte, bu noktada, Marcuse, eleştirel düşünme yetisini yitiren tek-boyutlu
bireylerin meydana getirdiği modern toplumu “tek-boyutlu toplum” olarak
nitelemiştir (Kızılçelik, 2013a). Modern toplumda teknoloji, insanların
dakikleşmesine ve hunharlaşmasına yol açmış, insan hareketlerini her türlü
düşüncelilikten ve edepten arındırmıştır (Adorno, 1998).
• Modern toplum, akıldışılıklarla doludur. Bu toplumda akılcılığın akıldışılığı
yaygınlaşmıştır. Modern hayat, akıldışı unsurlarla çevrilmiş, araçsal,
teknokratik ve teknolojik akılcılık belirginleşmiştir. Tüm bu olumsuzluklarda,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


84
Eleştirel Kuram

bireyi bütün içinde pasifleştiren, sindiren ve yok eden, Marcuse’nin deyişiyle,


“tek-boyutlu” hâle getiren ve totalitarizme kaynaklık eden modern
teknolojinin belirleyici bir rolü olmuştur (Kızılçelik, 2013a).
• Modern toplumda kültür, ticari bir nesne, yani alınıp satılan ve kâr edilen bir
nesne konumuna gelmiştir. Kültür, ticari bir sektöre dönüşmüştür. Kapitalist
sistemin etkin hâle gelmesinde kültürün endüstrileşmesinin payı büyük
olmuştur (Kızılçelik, 2013a). Kültür endüstrisi, gerçeğe saldırmış, onu
çarpıtmış, gerçek kültürü yok etmiş, gerçek olmayan bir kültür inşa etmiştir.
Kültür endüstrisi, şeyleşmiş bir kültürdür. Kültür endüstrisi, büyük endüstriyel
tekellerin çıkarları doğrultusunda, onların kitle iletişim araçlarıyla şekillenen,
doğal olmayan, ezilen sınıfların aleyhine olan anti-demokratik bir kültür
oluşturmuştur (Kızılçelik, 2013a).
• Eleştirel kuramcılara göre, Marx’ın iddia ettiğinin aksine, işçi sınıfı kapitalist
toplumu dönüştürecek etkili bir tarihsel özne olmaktan uzaklaşmış, kapitalist
toplumla toplumsal ve kültürel anlamda bütünleşmiştir. Hatta işçi sınıfı,
sosyalist devrimin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur (Kızılçelik,
2013a). Marcuse, işçi sınıfının büyük bir kesiminde karşı devrimci bilincin
yaygın olduğunu iddia etmiştir (Marcuse, 1991). Eleştirel kuramcılar, kapitalist
sistemde sınıfsal çelişkilerin ve düşmansı ilişkilerin ortadan kalktığını, sınıf
savaşımının kapitalizmin sürekliliğini tehdit eden ana gerilim kaynağı olmaktan
çıktığını öne sürmüşlerdir (Kızılçelik, 2013a). Örneğin, Habermas, Marx’ın
altyapı ideolojisinin pratik olarak iflas ettiğini, kapitalist toplumun çoktandır
Marx’ın altyapı ve üstyapı olarak belirlediği bir ilişki içinde bulunmadığını iddia
etmiştir (Habermas, 1993).

• Sizce eleştirel kuram, günümüz sosyolojisinde neden


Bireysel Etkinlik

önemli bir kuramdır? Bir fikriniz var mı?


• Eleştirel kuram, günümüz Batı toplumlarının yapısını
doğru anlamamıza hangi açılardan katkı sunabilir?
• Eleştirel kuramın, diğer çağdaş sosyoloji kuramlarının
inşasında ne gibi etkileri olmuştur?

ELEŞTİREL KURAMIN ELEŞTİRİSİ


Eleştirel kuram, sosyolojik
Eleştirel kurama yönelik eleştirileri beş noktada toplamak mümkündür:
çözümlemelerinde iktisadi
etkenleri dikkate • Eleştirel kuramcıların eserleri bütünlük ve düzenden yoksundur (Slattery,
almamıştır. 2007).
• Eleştirel kuram, disiplinler arası bir yaklaşım olma iddiasına karşın, gerçekte
çağdaş toplumla sınırlı ve özünde felsefi yapıda oldukça dar bir analizdir
(Slattery, 2007).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


85
Eleştirel Kuram

• Eleştirel kuram, iktisadi unsurları ihmal etmiştir. Kültürün ve ideolojinin


gücünü gereğinden fazla vurgulamıştır (Slattery, 2007). Bu, onun en büyük
açmazıdır. Başka bir deyişle, eleştirel kuram, sosyolojik analizlerinde
altyapının rolünü fazla dikkate almamış, üstyapısal unsurları ise abartılı bir
biçimde önemsemiştir. Eleştirel kuram, kültürel unsurların (üstyapının) kuramı
olmasından dolayı eleştirilmiştir.
• Eleştirel kuramcılar, Marx’ı dikkatli analiz etmemişlerdir. Örneğin, eleştirel
kuramcılardan Adorno, Marx’ın iktisadi analizlerine ya da sınıf teorisine ciddi
bir biçimde eğilmemiştir (Bottomore, 1989). Eleştirel kuram, Marx’ı ve
Marxizmi çarpıtmakla suçlanmıştır. Eleştirel kuram, Marx’ın yüzeysel bir
eleştirisidir. Eleştirel kuramcılar, Marx’ın kavramlarının geçersiz olduğunu,
günümüz dünya sisteminde sadece proletaryanın değil, aynı zamanda
Eleştirel kuram,
burjuvazinin de çöktüğünü ileri sürerek var olan gerçekliği çarpıtmışlardır
modern toplumun
yapısını doğru (Kızılçelik, 2013b).
anlamamızı, onun • Eleştirel kuram ya da Frankfurt Okulu, günümüze ve geleceğe dair karamsar
gizlenen gerçek yüzünü bir tablo çizmiştir. Bu açıdan eleştirel kuram, “umutsuz eleştiri” olarak
görmemizi sağlayan yorumlanmıştır (Callinicos, 2004).
önemli bir kuramdır. Eleştirel kuramın, modern sosyolojide yeri ve önemi büyüktür. Bugün, çağdaş
sosyolojide bazı ana tartışmalar, eleştirel kurama aittir.
Eleştirel kuram,
• Aydınlanmayı, modernliği ve pozitivizmi eleştirmiştir.
• Modern toplumun barbar, akıldışı ve tek-boyutlu olduğunu iddia etmiştir.
• Modern toplumda insanın kendi aklını kullanamaz hâle geldiğini, akıl
tutulmasının gerçekleştiğini öne sürmüştür.

• Eleştirel kuramın terminolojisini iyi kavramak için en az bir


Bireysel Etkinlik

Felsefe Sözlüğü ya da Sosyoloji Sözlüğü okuyun.


• Horkheimer ve Adorno'nun birlikte kaleme aldıkları ve
eleştirel kuramın en önemli kitabı olarak kabul edilen
Aydınlanmanın Diyalektiği'ni mutlaka okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


86
Eleştirel Kuram

•Eleştirel kuram, çağdaş sosyolojide ağırlığı olan kuramlardan biridir.


Eleştirel kuram, Frankfurt Okulu düşünürlerinin geliştirdiği bir
kuramdır. Bu nedenle eleştirel kuram, literatürde “Frankfurt Okulu”
olarak da bilinir. Eleştirel kuram, aydınlanma, pozitivizm, rasyonalizm,
kapitalizm, teknoloji ve kültür endüstrisi gibi bileşenleri bulunan
Özet
modernliği eleştirel bir bağlamda çözümler. Eleştirel kuram, modern
toplumun zihniyetini, kültürünü, ekonomik ve politik yapısını eleştirir.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin temel kuramlarından biri olan
eleştirel kuramı ana hatlarıyla tanıtmaktır. Eleştirel kuramın
öğrenilmesi, aynı zamanda, modern çağın ruhunu ve çağdaş
sosyolojinin vitrininde yer alan diğer kuramların daha iyi anlaşılmasına
da imkân tanır.
•Eleştirel kuram, önemli ölçüde Immanuel Kant, Georg Wilhelm
Friedrich Hegel ve Karl Marx’ın görüşleri üzerine inşa edilmiştir.
•Eleştirel kuram, Marx’ın ekonomi merkezli açıklamalarına (altyapıya)
itibar etmemiş, daha çok kültürel alana (üstyapıya) odaklanmıştır.
Eleştirel kuramcıların Marx’ın altyapı görüşünden ziyade üstyapı
fikrine yönelmesinde Karl Korsch, Antonio Gramsci ve György
Lukács’ın görüşlerini içreren “Batı Marxizmi”nin katkısı büyüktür.
Eleştirel kuram, kültürü esas alan Batı Marxizmi geleneğidir.
•Eleştirel kuramın inşasında ve gelişmesinde etkili olan isimler, Max
Horkheimer, Theodor W. Adorno, Herbert Marcuse, Erich Fromm,
Walter Benjamin ve Jürgen Habermas’dır.
•Max Horkheimer, eleştirel kuramın öncü ismidir. Horkheimer, araçsal
aklın doğuşu ve tahakkümü, araçsal aklın eleştirisi ve kültür
endüstrisinin eleştirisi üzerinde durarak eleştirel kuramın ilgi alanlarını
belirlemiştir. Horkheimer, aydınlanmaya eleştirel bakmış, onun
yıkıcılığından söz etmiştir.
•Theodor W. Adorno, önyargı, otoriteryan kişilik ve faşist karakter
üzerine analizleriyle ve kültür endüstrisi konusundaki fikirleriyle
eleştirel kuramda önemli bir yer tutar. Adorno, modern toplumun
otoriteryan ve ırkçı eğilimler taşıdığını öne sürmüştür. Adorno,
modern toplumda otoriteryan eğilimlerin ve ırkçı karakterlerin
yaygınlaşmasında “kültür endüstrisi”nin rolüne vurgu yapmıştır.
Adorno, kültür endüstrisini, kültürün yönetimle iç içe geçmesi, ticari
karaktere bürünmesi ve yönetilen bir nesne hâline gelmesi olarak
yorumlamıştır.
•Herbert Marcuse, modern topluma eleştirel bakmıştır. Marcuse,
modern toplumun diktacı unsurlarla kaplı olduğunu iddia etmiştir.
Marcuse’ye göre, modern toplum, akılcılığın akıldışılığa dönüştüğü bir
toplumdur. Başka bir deyişle, modern toplum, akıldışı öğelerle
doludur. Modern toplum, tek-boyutlu toplumdur.
•Erich Fromm, modern insanın özgürlüğünü kaybetmek üzere
olduğunu öne sürmüştür. Fromm, modern toplumda bireyin
özgürleşme sorunu üzerine yoğunlaşmıştır. Bu çerçevede, Fromm,
insanın özgürleşmesini önemseyen Sigmund Freud ve Karl Marx’ın
fikirlerinin bir sentezini yapmaya çalışmıştır

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


87
Eleştirel Kuram

•Walter Benjamin, kapitalizmi ve kapitalist toplumdaki teknik ve


teknolojiyi insanlık için bir felaket olarak nitelemiştir. Benjamin,
kapitalizmi ve teknolojiyi eleştirmiştir. Benjamin, tekniğin ve
teknolojinin yıkıcılığına vurgu yapmıştır. Benjamin, modern uygarlığı
barbarlık olarak değerlendirmiştir.
Özet (devamı)
•Jürgen Habermas, eleştirel kuramın günümüzdeki en etkili simasıdır.
Habermas, eleştirel kuram içerisinde daha çok iletişimsel eylem
görüşüyle ön plana çıkmaktadır. Habermas, bireyler arası ilişki ve
etkileşime vurgu yapan iletişimsel eylemi önemsemiştir.
•Eleştirel kuramın anahtar terimleri arasında eleştiri, araçsal akıl, akıl
tutulması, aydınlanmanın diyalektiği, tek-boyutlu insan, tek-boyutlu
toplum, kültür endüstrisi ve iletişimsel eylem ön plana çıkmaktadır.
Eleştirel kuramın en mühim terimi, eleştiri terimidir.
•Eleştirel kuram, aydınlanmaya eleştirel yaklaşmıştır. Eleştirel kuram,
aydınlanmanın baskıcı olduğunu iddia etmiştir. Eleştirel kurama göre,
aydınlanmayla akıl, koyu bir karanlığa itilmiştir. Eleştirel kuram,
aydınlanmayla yıldızı parlayan aklın yıldızının söndüğünü ve akıl
tutulmasının gerçekleştiğini ileri sürmüştür.
•Eleştirel kuram, aydınlanmacı bilimin masum olmadığını, çünkü
egemen güçlere hizmet ettiğini iddia etmiştir. Eleştirel kuram,
pozitivizmin kendi üzerine düşünmeyen ve felsefesi hakkında soru
sormayan zayıf bir kavrayış olduğunu ve dogmatikliğe saplandığını ileri
sürmüştür.
•Eleştirel kuram, modernliği eleştirmiş, modern toplumun despotik ve
akıldışı olduğunu savunmuştur. Eleştirel kurama göre, modern toplum,
eleştirinin felç edilmesini sağlamış, bireylerin ruhlarını ve zihin
dünyalarını mahvetmiştir. Modern toplum, insanı tek-boyutlu
yapmıştır.
•Eleştirel kuram, akıl, bilim, teknik ve teknolojiye eleştirel bakmıştır.
Eleştirel kuram, teknoloijnin bireyi baskı altına aldığını, insanları tek-
boyutlu hâle getirdiğini ve onların eleştirel yönlerini yok ettiğini
vurgulamıştır.
•Eleştirel kuram, modern toplumda Marx’ın tezlerinin geçersiz
olduğunu, onun umut bağladığı işçi sınıfının kapitalist sistemle
bütünleştiğini savunmuştur.
•Eleştirel kuram, günümüze ve geleceğe ilişkin karamsar bir tablo
çizmiş olmakla suçlanmıştır.
•Eleştirel kuram, iktisadi faktörleri ihmal ettiği, üstyapısal unsurları ise
aşırı önemsediği için eleştirilmiştir.
•Eleştirel kuram, Marx’ı dikkatli analiz etmedikleri için eleştirilmiştir.
•Eleştirel kuram, Marx’ın öngörülerinin gerçekleşmediğini,
proletaryanın devrimci değil, karşı devrimci olduğunu iddia ederek
Marx'ın temel fikirlerini çarpıtmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


88
Eleştirel Kuram

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Eleştirel kuramın “eleştiri” vurgusunun kökleri, aşağıdaki düşünür çiftinden
hangisinin görüşlerine uzanır?
a) Immanuel Kant-Karl Marx
b) Max Weber-Emile Durkheim
c) Talcott Parsons-Robert King Merton
d) Francis Bacon-Thomas Hobbes
e) Aristoteles-Platon
2. Aşağıdakilerden hangisi eleştirel kuramın temsilcisi değildir?
a) Herbert Marcuse
b) Max Horkheimer
c) Talcott Parsons
d) Jürgen Habermas
e) Theodor W. Adorno
3. Aşağıdakilerden hangisi eleştirel kuramın anahtar terimlerinden biridir?
a) Yapılaşma
b) Kültür endüstrisi
c) Konsensüs
d) Uyum
e) Denge
4. Eleştirel kuram içinde Marx ile Freud’un görüşlerinin sentezini yapmaya
çalışan düşünür kimdir?
a) Jürgen Habermas
b) Max Horkheimer
c) Karl Korsch
d) Erich Fromm
e) Walter Benjamin
5. Eleştirel kuramı tarif etmek için aşağıdaki sözcüklerden hangisi
kullanılmaktadır?
a) Sovyet Marxizmi
b) Afrika sosyalizmi
c) Ortodoks Marxizm
d) Doğu Marxizmi
e) Batı Marxizmi
6. Aşağıdakilerden hangisi, eleştirel kuramın temel tezleri arasında yer almaz?
a) Aydınlanma, insanlığın özgürleşmesi yerine köleleşmesine yol açmıştır.
b) Modern toplum, tek-boyutlu toplumdur.
c) Teknik ve bilim, birer ideolojidir.
d) Marx’ın görüşleri günümüzde geçerlidir.
e) Altyapı yerine üstyapı esas alınmalıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


89
Eleştirel Kuram

7. Aşağıdaki düşünürlerden hangisinin geliştirdiği teorik fikirler, daha sonra


“eleştirel kuram” olarak ünlenmiştir?
a) Jürgen Habermas
b) Walter Benjamin
c) Max Horkheimer
d) Erich Fromm
e) Antonio Gramsci
8. Eleştirel kuramın en büyük açmazı aşağıdakilerden hangisidir?
a) İktisadi unsurları ihmal etmesi, kültürün ve ideolojinin gücünü gereğinden
fazla vurgulaması
b) Bireyi ihmal etmesi, onu yok sayması
c) Psikanalize aşırı önem vermesi ve çözümlemesinin merkezine
yerleştirmesi
d) Marx’ın övgüsünü yapması, onun görüşlerinin geçerliliğine vurgu yapması
e) Durkheim sosyolojisini önemsemesi ve onu tek sosyoloji olarak kabul
etmesi
9. “Tek-boyutlu toplum” terimi kime aittir?
a) Emile Durkheim
b) Karl Korsch
c) Jürgen Habermas
d) Herbert Marcuse
e) Anthony Giddens
10. Aydınlanmanın araçsal aklın doğuşuna ve tahakkümüne yol açtığını iddia eden
sosyologlar aşağıdaki şıklardan hangisinde bir arada verilmiştir?
a) Max Horkheimer-Theodor W. Adorno
b) Jürgen Habermas-Anthony Giddens
c) Talcott Parsons-Robert K. Merton
d) Erich Fromm-Karl Korsch
e) Bronislaw Malinowski-Jean Piaget

Cevap Anahtarı
1.a, 2.c, 3.b, 4.d, 5.e, 6.d, 7.c, 8.a, 9.d, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


90
Eleştirel Kuram

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California: Pine
Forge Press.
Adorno, T. W. (1990). Eleştiri: Toplum Üstüne Yazılar. Çev.: M. Y. Öner. İstanbul: Belge
Yayınları.
Adorno, T. W. (1991). The Culture Industry: Selected Essays on Mass Culture. J. M.
Bernstein (Ed.). London: Routlege.
Adorno, T. W. (1993). Hegel: Three Studies. London: The MIT Press.
Adorno, T. W. (1998). Minima Moralia: Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar. Çev.: O.
Koçak ve A. Doğukan. İstanbul: Metis Yayınları.
Adorno, T. W. (2002). The Stars Down to Earth and Other Essays on the Irrational in
Culture. S. Crook (Ed.). London: Routlege.
Adorno, T. W. (2003). Otoritaryen Kişilik Üstüne: Niteliksel İdeoloji İncelemeleri. Çev.:
D. Şahiner. İstanbul: Om Yayınevi.
Adorno, T. W. (2007). Kültür Endüstrisi: Kültür Yönetimi. Çev.: N. Ünler ve Diğerleri.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Adorno, T. W. (2012). Ahlak Felsefesinin Sorunları. Çev.: T. Birkan. İstanbul: Metis
Yayınları.
Adorno, T. W. ve Diğerleri (1950). Authoritarian Personality. New York: Harper.
Alway, J. (1995). Critical Theory and Political Possibilities: Conceptions of
Emancipatory Politics in the Works of Horkheimer, Adorno, Marcuse, and
Habermas. London: Greenwood Press.
Assoun, P. L. (2012). Frankfurt Okulu. Çev.: I. Ergüden. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Behrens, R. (2011). Adorno Sözlüğü. Çev.: M. Tüzel. İstanbul: Versus Kitap.
Benjamin, W. (1995). Estetize Edilmiş Yaşam: Sanat’tan Savaş ve Siyasete Alman
Faşizminin Kuramları. Çev.: Ü. Oskay. İstanbul: Der Yayınları.
Benjamin, W. (1999). Tek Yön. Çev.: T. Turan. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Benjamin, W. (2010). Sanat ve Edebiyatta Eleştiri: Alman Romantizminde Sanat
Eleştirisi Kavramı. Çev.: E. Gen ve M.Tüzel. İstanbul: İletişim Yayınları.
Best, S. (2005). The Politics of Historical Vision: Marx, Foucault, Habermas. New York:
The Guilford Press.
Best, S., Kellner, D. (1998). Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar. Çev.: M. Küçük.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


91
Eleştirel Kuram

Bottomore, T. (1989). Frankfurt Okulu (Eleştirel Kuram). Çev.: A. Çiğdem. İstanbul: Ara
Yayıncılık.
Boucher, G. (2013). Yeni Bir Bakışla Adorno. Çev.: Y. Başkavak. İstanbul: Kolektif Kitap.
Callinicos, A. (2004). Toplum Kuramı: Tarihsel Bir Bakış. Çev.: Y. Tezgiden. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.: Ü.
Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Edgar, A. (2006). Habermas: The Key Concepts. London: Routledge.
Fromm, E. (1996). Özgürlükten Kaçış. Çev.: Ş. Yeğin. İstanbul: Payel Yayınevi.
Fromm, E. (1997). Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum (Yanılsama Zincirlerinin Ötesinde).
Çev.: N. Arat. İstanbul: Say Yayınları.
Fromm, E. (2004). Yaşama Sanatı. Çev.: A. Arıtan. İstanbul: Arıtan Yayınevi.
Fromm, E. (2005). Psikanalizin Bunalımı: Freud, Marx ve Sosyal Psikoloji Üzerine
Denemeler. Çev.: K. E. Kına. İstanbul: Say Yayınları.
Goode, L. (2005). Habermas: Democracy and the Public Sphere. London: Pluto Press.
Guess, R. (1999). The Idea of a Critical Theory: Habermas and the Frankfurt School.
Cambridge: Cambridge University Press.
Habermas, J. (1974). Theory and Practice. İngilizceye Çev.: J. Viertel. Boston: Beacon
Press.
Habermas, J. (1979). Communication and the Evolution of Society. İngilizceye Çev.: T.
McCharty. Boston: Beacon Press.
Habermas, J. (1993). ‘İdeoloji’ Olarak Teknik ve Bilim. Çev.: M. Tüzel. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Habermas, J. (1995). The Philosophical Discourse of Modernity: Twelve Lectures.
İngilizceye Çev.: F. G. Lawrence. Cambridge: The MIT Press.
Habermas, J. (1996). Between Facts and Norms: Contributions to a Discourse Theory
of Law and Democracy. İngilizceye Çev.: W. Rehg. Cambridge: The MIT Press.
Habermas, J. (2001a). İletişimsel Eylem Kuramı: 1. Cilt/Eylem Rasyonelliği ve
Toplumsal Rasyonelleşme, 2. Cilt/İşlevselci Aklın Eleştirisi Üzerine. Çev.: M.
Tüzel. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Habermas, J. (2001b). Justification and Application: Remarks on Discourse Ethics.
İngilizceye Çev.: C. Cronin. Cambridge: The MIT Press.
Held, D. (1987). Introduction to Critical Theory: Horkheimer to Habermas. London:
Hutchinson & Co (Publishers) Ltd.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


92
Eleştirel Kuram

Holz, H. H. (2012). Frankfurt Okulu Eleştirisi. Çev.: O. Geridönmez ve Diğerleri.


İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Horkheimer, M. (1990). Akıl Tutulması. Çev.: O. Koçak. İstanbul: Metis Yayınları.
Horkheimer, M. (1999). Critical Theory: Selected Essays. Çev.: M. J. O’Connell ve
Diğerleri. New York: The Continuum Publishing Company.
Horkheimer, M. (2004). Eclipse of Reason. New York: Continuum Publishing Company.
Horkheimer, M. (2009). Alacakaranlık. Çev.: İ. Aka. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Horkheimer, M., Adorno, T. W. (1995). Aydınlanmanın Diyalektiği Felsefi Fragmanlar I.
Çev.: O. Özügül. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Horkheimer, M., Adorno, T. W. (1996). Aydınlanmanın Diyalektiği Felsefi Fragmanlar
II. Çev.: O. Özügül. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
https://www.idefix.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.idefix.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Jay, M. (1989). Diyalektik İmgelem: Frankfurt Okulu ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü
Tarihi 1923-1950. Çev.: Ü. Oskay. İstanbul: Ara Yayıncılık.
Jay, M. (2001). Adorno. Çev.: Ü. Oskay. İstanbul: Der Yayınları.
Kant, I. (2000). Critique of Pure Reason. P. Guyer ve A. W. Wood (Ed. ve Çev.).
Cambridge: Cambridge University Press.
Kellner, D. (1989). Critical Theory, Marxism and Modernity. Baltimore: The Johns
Hopkins University Press.
Kızılçelik, S. (2013a). Frankfurt Okulu. Genişletilmiş 3. Baskı. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013b). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Larson, C. J. (1986). Sociological Theory form the Enlightenment to the Present. New
York: General Hall, Inc.
Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Giriş. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Küre Yayınları.
Leslie, E. (2011). Walter Benjamin: Konformizmi Alt Etmek. Çev.: E. Çaça. İstanbul:
Habitus Yayıncılık.
Löwy, M. (1999). Dünyayı Değiştirmek Üzerine: Karl Marx’tan Walter Benjamin’e
Siyaset Felsefesi Denemeleri. Çev.: Y. Alogan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Marcuse, H. (1989). Us ve Devrim: Hegel ve Toplumbilimin Doğuşu. Çev.: A. Yardımlı.
İstanbul: İdea Yayınları.
Marcuse, H. (1991). Karşıdevrim ve Başkaldırı. Çev.: G. Koca ve V. Ersoy. İstanbul: Ara
Yayıncılık.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


93
Eleştirel Kuram

Marcuse, H. (2001). Towards a Critical Theory of Society: Collected Papers of Herbert


Marcuse, Volume Two. D. Kellner (Ed.). London: Routledge.
Marcuse, H. (2005). Heideggerian Marxism. R. Wolin ve J. Abromeit (Ed.). Lincoln:
University of Nebraska Press.
Marcuse, H. (2007). One-Dimensional Man: Studies in the Ideology of Advanced
Industrial Society. London: Routledge.
Marcuse, H. (2013). Özgürlük Üzerine Bir Deneme. Çev.: S. Soysal. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Nietzsche, F. (1998). Tan Kızıllığı: Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler. Çev.: H.
Salihoğlu ve Ü. Özdağ. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Parini, J. (2001). Benjamin: Dar Geçitteki Aydın. Çev.: C. Kurultay ve N. Kurtulan.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar: Klasik ve Modern Sosyoloji Anlayışlarına
Giriş. Çev.: N. Doğan. İstanbul: Küre Yayınları.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Slater, P. (1989). Frankfurt Okulu: Kökeni ve Önemi (Marksist Bir Yaklaşım). Çev.: A.
Özden. İstanbul: Bilim Felsefe Sanat Yayınları.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına Haz.).
İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Stirk, P. M. R. (2000). Critical Theory, Politics and Society: An Introduction. London:
Pinter.
Veysal, Ç. (2013). “Frankfurt Okulu”. Siyaset Felsefesi Tarihi: Platon’dan Žižek’e. A.
Tunçel ve K. Gülenç (Ed.). Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


94
SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİK

• Sembolik Etkileşimciliğin Kökleri ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ


İÇİNDEKİLER

• Sembolik Etkileşimciliğin Ana


İsimleri KURAMLARI
• Sembolik Etkileşimciliğin
Anahtar Terimleri Prof. Dr. Sezgin
• Sembolik Etkileşimciliğin Temel
Tezleri KIZILÇELİK
• Sembolik Etkileşimciliğin
Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

• Çağdaş sosyolojinin en etkili


kuramlarından biri olan sembolik
etkileşimcilik hakkında etraflıca fikir
edinebilecek,
• Sembolik etkileşimciliğin çağdaş
sosyolojideki yeri ve önemi
konusunda bilgi sahibi olabilecek, ÜNİTE
• Sembolik etkileşimciliğin diğer çağdaş

5
sosyoloji kuramları üzerindeki
tesirlerini daha iyi anlayabileceksiniz.

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Sembolik Etkileşimcilik

Benlik

Genelleştirilmiş başkası
George Herbert Mead
Çocuk oyunu

Yetişkin oyunu

Birincil gruplar
Charles Horton Cooley
SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİK

Ayna-benlik

Birey

Sembol

Herbert Blumer Etkileşim

Sembolik etkileşim

Sembolik olmayan
etkileşim

Gündelik hayat

Benliğin sunumu

Erving Goffman Tiyatro sahnesi

Etkileşim düzeni

Bütüncül kurumlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


96
Sembolik Etkileşimcilik

GİRİŞ
Bütün canlılar, iletişim yeteneğine sahiptir. Her canlı türü, öncelikle kendi
cinsiyle iletişim kurar. Örneğin, kuşlar kendi aralarında iletişim kurarlar. Çeşitli sesler
çıkararak birbirleriyle ilişki ve etkileşim gerçekleştirirler. İnsanlar da birbirleriyle
sürekli etkileşim hâlindedir. İnsanın olduğu her yerde etkileşim vardır. İnsanlar, dil
(Türkçe ya da İngilizce gibi) sayesinde birbirleriyle ilişki kurarlar. Dilin yanı sıra
semboller de insanların ilişki ve etkileşimlerinde önemli bir güce sahiptir. İnsanlar,
çoğu kez semboller, mimikler, jestler vasıtasıyla anlaşırlar. Örneğin, giyinme biçimi,
saç tipi, sakal şekli, birer semboldür. Yani onlar, insanların birbirleriyle etkileşimini
gerçekleştiren sembollerden sadece bir kaçıdır. Mesela, elle ya da parmaklar
kullanılarak yapılan çok çeşitli işaretler vardır. Bu işaretlerin her biri, bir ideolojiyi ya
da bir siyasal partiyi temsil eder. Bu semboller, insanlar arasındaki ilişki ve etkileşimi
gerçekleştirirler. Sosyoloji disiplini de insanlar arasındaki ilişki ve etkileşimde dil ve
sembollerin rolüne ilgisiz kalmamıştır. İşte, çağdaş sosyolojide toplumu “semboller”
ve “sembolik etkileşim” açısından çözümleyen ana kuram, sembolik etkileşimciliktir.
Sembolik etkileşimcilik, 1950’lerden itibaren çağdaş sosyolojide ön plana
çıkmaya başlayan bir kuramdır. Sembolik etkileşimcilik, Amerikan sosyolojisinin en
etkili kuramı olarak bilinmektedir. Sembolik etkileşimcilik, toplumu ve yapıyı yücelten,
buna karşın bireyi ihmal eden işlevselcilik ve yapısalcılık gibi çağdaş sosyolojik
Sembolik etkileşimcilik,
toplumu esas alan fakat kuramlara bir tepki olarak doğmuştur. Conein, sembolik etkileşimciliğin Amerikan
bireyi önemsemeyen sosyolojisinin bir akımı olduğunu ve klasik modele, bilhassa da işlevselciliğe bir
sosyolojik kuramların, alternatif olarak sunulduğunu belirtmiştir (Conein, 2011). Sembolik etkileşimcilik,
özellikle de işlevselciliğin sosyolojik kuramda ihmal edilen bireyi, bilhassa da birey-toplum ilişkisini odak noktası
eleştirisi olarak ortaya olarak seçmiştir. Başka bir deyişle, sembolik etkileşimcilik, birey ile toplum arasında
çıkmıştır. kopan bağı onarmaya çalışmıştır. Sembolik etkileşimcilik, bireyin ve toplumun birliğine
yoğunlaşmıştır.
Sembolik etkileşimciliğin mimarlarından Charles Horton Cooley, birey ile
toplumun iç içe olduğunu ve birbirlerinden koparılmaması gerektiğini öne sürmüştür.
Cooley’e göre, birey ve toplum birbirlerinden ayrılmaz bir bütündür. Toplumdan ayrı
bir birey olmadığı gibi, kendini meydana getiren bireylerden bağımsız bir toplum da
yoktur. Sembolik etkileşimciliğin, birey ve toplum, mikro ve makro analiz düzeyleri
arasındaki düalizm durumlarını aşma girişimlerinin ana dayanak noktası bu fikirdir
(Layder, 2006). Sembolik etkileşimcilik, temel ilgi alanı olarak bireylerin davranışları ve
sosyal organizasyon biçimleri arasındaki ilişkiyi kavramaya girişmiştir (Denzin, 2005).
Sembolik etkileşimcilik, özünde mikro sosyoloji anlayışından makro sosyolojiye
köprü kuran bir teoridir (Çevik, 1994). Sembolik etkileşimciliğin bu çabalarına rağmen,
genellikle makro konulardan ziyade mikro alanlara yönelmiş olduğu bir gerçektir.
Sembolik etkileşimcilik, özünde bir mikro sosyoloji geleneğidir. Çelebi’nin deyişiyle,
sembolik etkileşimcilik, mikro-makro boyutunda daha çok mikroya yakın bir yerde
duran bir sosyoloji çizgisidir (Çelebi, 2007). Sembolik etkileşimciliğin benlik, tutum,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


97
Sembolik Etkileşimcilik

davranış, rol, dil ve etkileşim üzerinde odaklanmayı referans alması (Warshay, 1975),
onun bir mikro sosyoloji çizgisi olduğunun en iyi kanıtıdır.
Sembolik etkileşimcilik, bireyi merkeze koymuş, onun eylemlerini ve diğer bireylerle
ilişki ve etkileşimlerini incelemiştir. Richter’e göre, sembolik etkileşimciler bireye, yani
bireyin bilincine odaklanmıştır (Richter, 2012). Sembolik etkileşimcilik, bireye beceri
sahibi ve yaratıcı aktör olarak vurgu yapmıştır (Giddens, 2003). Sembolik etkileşimcilik,
kültürel tanımlamaların ve kurumsal yapıların bireylerin davranışlarını
belirleyemeyeceğini iddia etmiştir (Johnson, 2008). Kısaca, sembolik etkileşimcilik,
bireyler arası etkileşimler üzerine yoğunlaşan çağdaş sosyoloji kuramları arasında en
bilinenidir.
Bu bölümde, sembolik etkileşimciliğin kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri,
temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİĞİN KÖKLERİ


Sembolik etkileşimciliğin kökleri, çok sayıda düşünürün görüşlerine uzanır.
Sembolik etkileşimciliğin gelişiminde rol oynayan düşünürlerin başında George
Herbert Mead, John Dewey, William Isaac Thomas, Robert Ezra Park, William James,
Charles Horton Cooley, Florian Znaniecki ve James M. Baldwin gelir (Larson, 1986).
Sembolik etkileşimciliği biçimlendirme bakımından bu düşünürler arasında Charles
George Herbert Mead, Horton Cooley (1864-1929), özellikle de George Herbert Mead (1863-1931) daha fazla
bireyin benliğinin ön plana çıkmaktadır.
doğuştan değil sonradan
geliştiğini öne sürmüş, George Herbert Mead
benliğin gelişim
aşamalarından söz Çatışma kuramının önemli temsilcilerinden Lewis A. Coser’ın vurguladığı gibi,
etmiştir. sembolik etkileşimciliğin teorik şeması, Mead’in entelektüel mirasının
sistemleştirilmesine ve belirli ölçüde geliştirilmesine dayanır (Coser, 2010). İşte, bu
yüzden, Mead, sembolik etkileşimciliğin tarihinde en mühim düşünür olarak kabul
edilir (Ritzer, 2012). Sembolik etkileşimciliğin baş mimarı Chicago Üniversitesi'nde
uzun bir süre (1893-1931 yılları arasında) felsefe öğreten Mead’dir (Brown, 1981).
Sembolik etkileşimciliğin isim babası Herbert Blumer de bu gerçeğe işaret etmiş,
sosyal etkileşim analizinde en etkili düşünür olduğu için Mead’e minnettar olduğunu
açıkça söylemiştir (Blumer, 1986).
Sembolik etkileşimcilik, sosyal psikolojide öne çıkan sosyal davranışçılığa bağlı
olarak geliştirilmiştir. Zaten sembolik etkileşimcilik, öncüleri tarafından sosyal
davranışçılığın ana kollarından birine verilen addır (Martindale, 1960). Sembolik
etkileşimcilerin kendilerini bu şekilde değerlendirmelerinin gerisinde, fikirlerini “sosyal
davranışçılık” olarak tanımlamış olan Mead’in etkisi büyüktür (Ashley ve Orenstein,
1990). Mead’in perspektifinde sosyal psikoloji, bireylerin davranış kalıplarını ve grup
üyeleri arasındaki ilişkilerin incelenmesiyle ilgilenir (Larson, 1973). Mead, bireyin
davranışlarını, diğer bireylerle olan ilişki ve etkileşimlerini tahlil etmiştir. Bu çerçevede

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


98
Sembolik Etkileşimcilik

Mead, sosyolojik teorinin merkezine benliği yerleştirmiştir. Onun sosyolojisi, benlik


analizi üzerine biçimlenmiştir. Ona göre, sosyolojik kuram, benliğe odaklanmalıdır.
Blumer’e göre, Mead’in benlik terimi, onun sosyal psikolojik düşüncesinin özüdür.
Benlik, insan toplumu, ferdin sosyal tertibi ve sosyal eyleme ilişkin onun analizlerini
anlamak için anahtar konumundadır (Blumer, 2004).
Mead’e göre, benlik, gelişen bir şeydir. Bireyde doğum esnasında benlik yoktur.
Benlik, sosyal deneyim süreci içinde ortaya çıkar. Benlik, bireyde onun bir bütün
olarak bu süreçle ve bu süreç içinde diğer bireylerle ilişkilerinin bir sonucu olarak
gelişir (Turner, Beeghley ve Powers, 2010). Başka bir deyişle, Mead’e göre, insanlar
doğduklarında benliklere sahip değildirler. Benlik, sosyal etkinlikler ve sosyal ilişkiler
aracılığıyla ortaya çıkar (Ritzer, 2012). Mead’e göre, benlik, kişinin bir birey olduğu
duygusunu kazanmasını mümkün kılar ve sembolik etkileşim süreci içinde gelişir. Benlik,
bireyin davranışlarının temeli, hatta itici gücüdür. Mead, benliğin diğer bireylerle etkileşim
Mead, birey ile toplum içinde ve onların davranış biçimini model alarak nasıl geliştiğini vurgulamak için “sosyal
arasındaki etkileşime benlik” terimini kullanmıştır (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
odaklanmış, bu etkileşim
sürecinde dil, sembol ve Mead, benliğin gelişimini üç aşamada ele almıştır: Çocuk oyunu (çocuk “oyun”
jestlerin önemine işaret aşaması), takım oyunu (yetişkin oyunu ya da yetişkin “oyun” aşaması) ve
etmiştir. genelleştirilmiş başkası (toplum aşaması). Mead, benliğin, hepsi de daha çok sayıda
kişinin rolünü alabilme kapasitesinin damgasını taşıyan söz konusu üç aşamadan
geçerek geliştiğini öne sürmüştür. Çocuk oyunu aşamasına oldukça sınırlı bir rol alma
kapasitesi damgasını vurur. Bu aşamada bir çocuk yalnızca bir kişinin rolünü
öğrenebilir. Örneğin, çocuk, baba, anne, kız kardeş ya da erkek kardeş gibi özel anlamlı
insan rollerini kavramayı öğrenir, o rolleri oynar. Çocuk, annelik rolünün kapsamına
giren yemek pişirmek gibi faaliyetleri taklit eder. Annelik rolünü üzerine alır. Bu rolü
anne yerine oynar. Takım oyunu aşamasında bireyler aynı anda birden fazla kişinin
rolünü alabilir. Çocuk kendini aynı anda birden fazla rolü üstlenmesi gereken bir
durumda bulur. Mead’e göre, çocuk oyunu ve takım oyunu, benlik gelişiminin
başlangıç evreleridir. Benliğin gelişiminde genelleştirilmiş başkası (toplum) aşaması
daha önemlidir. Genelleştirilmiş başkası, bireye benliğinin birliğini veren organize
olmuş topluluk ya da sosyal grup anlamına gelir. Bu son aşamada bireyler, diğerlerinin
farklı tutumlarını genelleştirebilirler, kendilerini genel bir perspektiften görebilirler ve
davranışlarını bu perspektife göre düzenleyebilirler. Bireyler, kendileri için “önemli
başkaları” yanında kendi çevrelerinin dışında kalan diğer insanların, yani toplumdaki
diğer bireylerin (öğretmenin, doktorun vb) rollerinin anlamını öğrenirler (Kızılçelik,
1996; 2013).
Mead, benliğin gelişim aşamalarında dilin, sembollerin, jestlerin ve mimiklerin
önemli olduğunu belirtmiştir. Mead’e göre, dil, insanın ayırıcı niteliğidir, yani insan
davranışlarını hayvanların davranışlarından ayıran ana bir özellik dili kullanma
kabiliyetidir (Layder, 2006). Mead’e göre, insanın ayırıcı niteliği olan dil, insanların
birbirleriyle işbirliği içinde ve rasyonel usulde etkileşim kurmaya başladıkları zaman
gelişir. Burada jestler önemli hâle gelir. Jestler, sosyal davranışın her parçasını belirtir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


99
Sembolik Etkileşimcilik

Mead’e göre, jestler, sembolik etkileşime izin verdikleri zaman anlamlı hâle gelirler.
Anlamlı semboller, anlamı bir sosyal grubun tüm üyelerince bilinen jestlerdir. Onlar
sadece dilin yapı blokları değil, aynı zamanda, entelektüel etkinliklerin temel ön
zorunluluklarıdır da (Larson, 1986). Mead’e göre, bireyler, dil aracılığıyla birbirleriyle
iletişim kurarlar. Fakat bireyler konuştuklarında kelimelerle ifade edilmemiş olmasına
karşın birçok anlam ortaya çıkar. Bir cümlenin farklı tonlarda telaffuz edilmesi, bu
duruma bir örnek teşkil eder. Birey, “Bugün yürüyüşe gideceğiz.” cümlesini kızgın,
sempatik, sevinçli ya da emredici tonlarda söylediğinde, ortaya farklı anlamlar çıkar.
Bireyler, dilin dışında birçok mesajı işaretler, mimikler ve jestler aracılığıyla algılarlar.
Bu işaretlere dayanarak bireyleri sempatik ya da antipatik buluruz (Richter, 2012).
Kısaca, Mead’in düşünceleri, çağdaş sosyolojik düşüncede etkili olmuştur. Onun
fikirleri, sembolik etkileşimcilik için daha fazla önem arz etmiştir. Nitekim sembolik
etkileşimcilik, Mead’in bir ürünü olarak öğrencisi Blumer tarafından geliştirilmiştir
(Ashley ve Orenstein, 1990). Sembolik etkileşimciliğin gelişiminde etkili olan Mead,
birey ile toplum arasındaki etkileşim sürecini tahlil ederken dile ve jestlere önem
vermiştir. Mead’e göre, topluma ait olan her şey, yani kültür, değerler ve tutumlar dil
Cooley, birey ile toplum yoluyla öğrenilir. Dil, semboller ve jestler, bireyler arasında iletişime ve sosyal
arasındaki ayrılmaz bağa etkileşime imkân tanırlar.
işaret etmek suretiyle
sembolik etkileşimciliğin Charles Horton Cooley
ana yönelimini Cooley, birey-toplum düalizmini (ikiciliğini) reddetmiştir. Cooley’e göre,
belirlemiştir.
sosyolojik çözümlemelerde ne birey ne de toplum önce gelme hakkına sahiptir. Çünkü
toplum ve birey arasında karşılıklı etkinin bir etkileşimci süreci vardır. Birey ve toplum
birbirlerinden ayrılamazlar (Timasheff, 1967). Cooley, “birey ve toplumun aynı
madalyonun iki yüzü, yani ayrılamaz olduğu sonucuna” varmıştır (Berberoglu, 2009).
Cooley, birey ve toplumun birbiriyle yakından ilişkili olduğunu, aynı fenomenin
kolektif ve bölüştürücü yönlerini oluşturduğunu iddia etmiştir. Ona göre, “ben”, “sen”
olmadan; “o”, “onlar” olmadan imkânsızdır (Swingewood, 1998). Bu bağlamda,
Cooley’e göre, nerede bir bireysel gerçek varsa orada bir sosyal gerçek aramak gerekir
(Çevik, 1994). Cooley’e göre, benlik ve toplum, ikiz-doğma varlıklardır (Cooley, 1962).
Cooley, insan ve toplumun çözülmez bir birlik içinde ilişkili olduklarını göstermiştir
(Coser, 2010). Cooley’e göre, birey ve toplum ayrılabilir fenomeni göstermez fakat her
ikisi sadece aynı şeyin dağılmış ve kolektif bir yönüdür (Timasheff, 1967).
Cooley, benlik analizinde birbirleriyle bağlantılı iki hususa önem vermiştir:
Birincil grup ve ayna-benlik. Cooley’e göre, benlik, bir grup içinde gelişir. Birincil
gruplar, benliği geliştirmenin asıl yeridir. Birincil gruplar, bireylerin yüz yüze bir araya
geldiği ve işbirliğine girdiği gruplardır. Benliğin gelişimi açısından birincil gruplar üç
nedenden ötürü önemlidirler. İlk olarak, birincil gruplar, daha karmaşık sosyal ilişkiler
için yapıtaşlarıdır. İkinci olarak, birincil gruplar, benliğin evrimleştiği mekanizmalardır.
Son olarak, birincil gruplar, sosyal düzen ile bireyler arasındaki bağlantı noktalarıdır
(Berberoglu, 2009). Cooley, birincil grupları, sıkı fıkı, samimi, içten ve sevgiye dayalı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


100
Sembolik Etkileşimcilik

ilişkilerin yer aldığı, biz duygusunun başat hâle geldiği, yüz yüze ilişkilerin ve işbirliğinin
olduğu gruplar olarak tanımlamıştır. O, birincil gruplara örnek olarak ise, aileyi,
çocukların oyun grubunu ve komşuluk gruplarını vermiştir (Cooley, 1964).
Birincil gruplar ile ayna-benlik, Cooley’in çalışmalarında birbirleriyle bağlantılı
olarak ele alınmıştır. Ayna-benlik terimi, sosyolojik çözümlemede ilk kez Cooley
tarafından kullanılmıştır. Cooley, ayna-benlik terimini William James’in çalışmalarıyla,
özellikle de onun “sosyal benlik” düşüncesiyle temellendirmiştir. Cooley’e göre, biz
aynaya baktığımız zaman kendi yansımamızı, elbisemizi, şeklimizi, yüzümüzü görürüz
ve onlarla ilgileniriz. Çünkü o unsurlar bizimdir ve bundan dolayı da onlardan
hoşlanırız. Yine başkalarının düşüncelerinin görünüşümüzde, hareketlerimizde,
amaçlarımızda, karakterimizde olduğunun farkına varırız ve çeşitli yollardan
başkalarından etkileniriz (Kızılçelik, 1996). Cooley’e göre, toplum, benliklerin iç içe
geçmesidir. Cooley, benliğin yansımış karakterini örneklendirme girişimi içinde, onu
bir aynaya benzetmiş, herkesin birbirine bir ayna olduğunu, karşısına geçince ötekini
Sembolik etkileşimciliğin yansıttığını öne sürmüştür (Coser, 2010). Son tahlilde, Cooley, birey ve toplum
en mühim simaları, arasındaki ayrılmaz yakın bağa işaret ederek, ikisini birbirleriyle ilişkilendirerek,
Herbert Blumer ve sembolik etkileşimciliğin ana yörüngesini belirlemiştir.
Erving Goffman’dır.
SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİĞİN ANA İSİMLERİ
Sembolik etkileşimciliğin doğuşunda, gelişiminde ve çağdaş sosyoloji kuramları
içinde boy göstermesinde en büyük rol oynayan sosyologlar, Herbert Blumer (1900-
1987) ve Erving Goffman (1922-1982)’dır. Sembolik etkileşimcilik, bilhassa da Blumer
sayesinde gelişmiştir. Sembolik etkileşimcilik, neredeyse Blumer ile birlikte anılır hâle
gelmiştir. Bunun ana sebebi, Blumer’in sembolik etkileşimciliğin isim babası olması,
onun ana çerçevesini ve temel argümanlarını netleştirme yönünde büyük bir gayret
sarf etmesidir.

Herbert Blumer
Blumer, 1900 yılında Amerika’da doğmuş, 1987’de ölmüştür. Missouri
Üniversitesi'nde okumuş, daha sonra Chicago Üniversitesi'nde Mead'in öğrencisi E.
Faris'in yönetiminde doktora tezini tamamlamıştır. Uzun bir süre (25 yıl) görev yaptığı
Chicago Üniversitesi'nde Mead’in geleneğini devam ettirmiştir. 1950'den itibaren
California Üniversitesi'nde akademik çalışmalarını sürdürmüştür. 1956'da Amerikan
Sosyoloji Derneği'nin başkanı olmuştur. 1969'da baş eseri olan Sembolik Etkileşimcilik:
Perspektif ve Metot'u yayımlamıştır. Blumer'in sembolik etkileşimciliğe temel katkıları
arasında yorumlamayı merkeze alması ve sembolik etkileşimciliğin üç ana öncülünü
belirlemesi ön plana çıkmaktadır (Kızılçelik, 1996).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


101
Sembolik Etkileşimcilik

Resim 5.1. Herbert Blumer

Blumer, sembolik etkileşimcilikle özdeşleşen bir sosyologdur. Blumer, “sembolik


etkileşimcilik” terimini, 1937’de yazdığı bir makalede, düşünmeden icat ettiğini
bildirmiştir (Blumer, 1986). Blumer, sembolik etkileşimciliğin gelişmesini ve
tanınmasını sağlamıştır. Sembolik etkileşimciliğin temel tezleri, onun görüşlerine
Blumer, sadece
“sembolik etkileşimcilik” dayanır. Blumer, sembolik etkileşimciliğin üç temel öncüle dayandığını bildirmiştir. İlk
terimini icat etmekle olarak, bireyler şeylere karşı, o şeylerin kendilerine verdikleri anlam temelinde
yetinmemiş, aynı eylemde bulunur. İkinci olarak, şeylerin anlamları, bireylerin birbirleriyle olan sosyal
zamanda sembolik etkileşiminden doğar. Üçüncü olarak, şeylerin manaları, yorumlayıcı bir süreçte
etkileşimciliğin temel değerlendirilir ve değişime uğrar (Blumer, 1986). Blumer’in sembolik etkileşimcilik için
tezlerini de geliştirmiştir. büyük bir önem arz eden bu üç öncülünü örneklerle açıklamakta fayda var. İlk olarak,
insanlar şeylere karşı (örneğin "şey" olarak yılanı ele alalım), o şeylerin kendilerine
verdikleri anlam temelinde eylemde bulunur. Örneğin, Türk toplumunda insanlar
yılana kötü davranırlar ve onu gördüklerinde öldürmeye çalışırlar. İkinci olarak,
şeylerin anlamları (yılana atfedilen anlamları), insanlarımızın birbirleriyle olan sosyal
etkileşiminden doğar. Toplumumuzda yılan “kötülükle” anılmış, yılandan söz etmek
hep ürkütücü ve korkunç olmuştur. Toplumumuzda yılana atfedilen olumsuzlukları,
bizler sosyal etkileşim sürecinde, yani sosyalleşme sürecinde öğreniriz. Üçüncü olarak,
Blumer, toplumu, şeylerin manalarını (yılana yüklediğimiz olumsuz anlamları), yorumlayıcı bir süreçte
etkileşim, sembolik değerlendirebilir ve değiştirebiliriz. Yani insanlarımıza yılanın zararsız olduğunu, onun
etkileşim ve sembolik doğanın önemli bir parçası olduğunu öğreterek, yılana bakış açısını değiştirebiliriz. Bu
olmayan etkileşim süreçte insanlar, yılanı gördüklerinde öldürmekten vazgeçip ona daha iyi
terimleri çerçevesinde davranabilirler. Kısaca, Polama’nın belirttiği gibi, bazı insanlar için yılan, ürkütücü bir
analiz etmiştir. sürüngendir. Doğabilimciler için ise doğanın dengesinde önemli bir unsurdur. Bir
bireyin bahçesinde gördüğü bir yılanı öldürmesi ya da doğanın güzelliğinden
etkilenerek seyretmesi, o bireyin yılana atfettiği anlama bağlıdır. Bu anlamlar
insanların diğerleriyle girdiği etkileşimden öğrenilir (Polama, 1993). Yine örneğin,
beyzbol oyunu Amerika’da yaygın ve bilinen bir oyundur. Afrika kabilelerinde beyzbol
oyunu bilinmez. Beyzbol raketi Amerikalı bir genç için bir oyun aletidir. Afrikalı bir
genç için ise beyzbol raketinin hiç bir anlamı yoktur. Diğer yandan molimo Afrika
kabilelerinde yaygın olan bir müzik aletidir. Amerika’da ise molimo pek fazla bilinmez.
Amerikalılar molimoyu gördüklerinde yuvarlak bir cisme benzetirler. Ancak sosyal
etkileşim yoluyla insanlar, beyzbol raketinin spor amacıyla kullanıldığını molimonun
ise dinsel festivallerde kullanıldığını öğrenirler. Böylece, Afrikalı kabile gençleri için

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


102
Sembolik Etkileşimcilik

beyzbol raketi, Amerikalılar için de molimo daha fazla bilmece değildirler. Hem
molimo hem de beyzbol raketi önemli kültürel araçlardır. Her ikisinin anlamı toplum
içindeki bireylerin diğerleriyle etkileşiminden doğar (Wallace ve Wolf, 1991: 256). Bir
başka örnek olarak kitabı verebiliriz. Voltaire’in Kandid adlı kitabı bir sosyolog için
aydınlanmacı değerleri içeren bir anlama sahipken, çekirdek satan bir kişi için yalnızca
müşteriye çekirdek koymada kullanılan kâğıt parçası olarak anlam ifade eder. Demek
ki, aynı şeye (kitaba) iki farklı insan iki farklı anlam atfetmektedir. Çünkü bu anlamlar,
insanların (sosyolog ile çekirdekçinin) şeyle (kitapla) girdiği etkileşimlerden doğar.
Kitabı önemseyen sosyolog, çekirdekçiye kitabın öneminden ve değerinden söz
ederek onun kitaba dair olumsuz bakış açısını değiştirebilir (Kızılçelik, 1996).
Blumer’e göre, toplum makro yapılardan oluşmaz. Toplumun temelinde bireyler
ve eylemler bulunur (Ritzer, 2012). Blumer’e göre, toplum eylem hâlindeki
bireylerden meydana gelir. Toplum, aynı zamanda bireyler arası sembolik etkileşimin
bir sonucudur. Toplum, etkileşim hâlindeki bireylerden oluşur. “Etkileşim”, başka
insanların etkinliklerine karşılık olarak verilen tepkilerden meydana gelir. “Sembolik
etkileşim”, eylemin yorumlanmasını kapsar. Örneğin, dinleyicilerden biri,
konuşmacının kendine ters gelen her söylediğine öksürerek tepki veriyorsa, öksürmek
itiraz anlamı taşıyan bir sembol hâline gelir. “Sembolik olmayan etkileşim” ise, tıpkı
gırtlağını temizlemek için öksürme gibi basit uyaran-tepki sürecini ifade eder (Polama,
1993). Blumer, hem sembolik etkileşim hem de sembolik olmayan etkileşim sürecinde
yorumlamanın önemine değinmiştir. Blumer’in değerlendirmesinde etkileşim basit
uyarıcılara karşılık vermekten daha fazla şeyi içerir. Blumer’e göre, sembolik
etkileşimcilik, yalnızca uyarıcı-karşılık kavram çifti üzerinde durmaz. Blumer, uyarıcı-
karşılık kavram çiftinin ortasına yorumlamayı da eklemiştir. Böylece, sembolik
etkileşimcilik, uyarıcı-yorumlama-karşılık üzerinde durur. Daha açık bir deyişle,
Blumer'e göre, “A”, “B”ye eylemde bulunur. “B”, kendisine yönelik (A tarafından
yapılan) bu eylemi alır ve onun anlamını anlamaya çalışır. Yani “B”, “A”nın niyetinin
anlamını anlamak için çabalar. “B”, “A”nın eylemine hemen karşılık vermez. Eylemin
anlamını yorumladıktan sonra karşılık verir. Blumer, insanların birbirlerinin
eylemlerine sadece otomatik bir yolla tepki göstermekten ziyade birbirlerinin
eylemlerine yorumlama süreci sonucunda karşılık vermeleri gerektiğinin altını özenle
Goffman, benliğe çizmiştir (Kızılçelik, 1996).
yoğunlaşmış, gündelik Kısaca, Blumer’e göre, çoğu sosyologun savunduğunun aksine, sosyal etkileşim,
hayatta benliğin nasıl inşa
sosyal roller arasında etkileşim değildir. Sosyal etkileşim, insanlar arasındaki
edildiğini ve kendisini
nasıl sunduğunu etkileşimdir (Adams ve Sydie, 2002). Blumer, benlikler, ortak eylemler, anlamlar,
“tiyatroya ait çerçeveyi” semboller, etkileşimler ve karşılıklı etkileşimler üzerine yoğunlaşmıştır (Plummer,
kullanarak çözümlemiştir. 2008). Blumer, toplumda bireye, bilhassa da onun eylemlerine ve etkileşimlerine
önem vermiş, “toplumu sembolik etkileşim olarak” ele almıştır (Blumer, 1986).
Blumer, insanların semboller temelinde eylemde bulunduğunu ve yorum yaptığını ileri
sürmüştür (Adams ve Sydie, 2002).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


103
Sembolik Etkileşimcilik

Erving Goffman
Goffman, 1922 yılında Kanada’nın Manville kentinde dünyaya gelmiş, 1982’de
ise vefat etmiştir. Toronto ve Chicago üniversitelerinde okumuştur. California
Üniversitesi ve Pennsylvania Üniversitesi Sosyoloji Bölümlerinde çalışmıştır. 1981’de
ise Amerikan Sosyoloji Derneği Başkanı olmuştur. En meşhur eseri olan Günlük
Yaşamda Benliğin Sunumu’nu 1956’da yayımlamıştır. Diğer önemli yapıtlarından
bazıları şunlardır: Tımarhaneler; Karşılaşmalar; Kamusal Alanlarda Davranış; Stratejik
Etkileşim; Toplumsal Cinsiyetin Sunuluşu (Slattery, 2007).
Goffman, çağdaş sosyolojinin en tanınan isimlerindendir. Goffman, yüzyılımızın
anahtar sosyologlarındandır (Kızılçelik, 2018: 205-206). Goffman, çağdaş sosyolojinin
“kült” bir şahsiyetidir (Ritzer, 2012).Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu
kitabında, hayatı, bireylerin birbirlerine gösteriler sahnelediği bir “tiyatro sahnesi”
olarak nitelendirmiştir. Söz konusu metininin “tiyatro oyunu” ile aynı bakış açısına
sahip olduğunu, buradan çıkardığı ilkelerin ise dramaturjik ilkeler olduğunu
belirtmiştir (Goffman, 2009). Goffman, sembolik etkileşimcilik içinde bir yer tutan
dramaturjik görüşü geliştirmiştir. Goffman, gündelik hayatta benliğin nasıl inşa edildiği
üzerine düşünmüş, benliği tahlil ederken “tiyatroya ait çerçeveyi” kullanmıştır
(Goffman, 1986a). Bu noktada, “ön bölge”den (sahne önü) ve “arka bölge”den (sahne
arkasından) söz etmiştir. Goffman, ön bölge ile arka bölgeyi birbirinden ayıran sınırın
Goffman, sosyolojinin toplumun her yerinde bulunduğunu vurgulamıştır. Ön bölge, oyuncunun
kalbine etkileşimi ve seyirciler/izleyiciler tarafından görülebildiği yerdir. Ön bölge, oyuncu ile izleyici
etkileşim düzenini arasındaki etkileşimin olduğu yerdir. Arka bölge, oyuncuyu seyircilerin görmediği ve
yerleştirmiştir. oyuncunun kendini rahat hissettiği yerdir. Bireyin ön bölgedeki davranışları ile arka
bölgedeki davranışları birbirlerinden farklıdır (Goffman, 2009). Mesela, lokantada
çalışan bir garson, müşterilerin önünde (ön bölgede) mutfakta (arka bölgede)
davrandığı gibi davranmaz. Garson, müşterilerin yemek yedikleri yerde nazik ve saygılı
iken mutfakta nazik ve saygılı olmayabilir. Yine bir memurun, mesai saatleri içinde
görev yaptığı yer, ön bölgedir. Memur, vatandaşların işlerini yaparken kibar ve saygılı
davranır. Memur, olumsuzluklar karşısında duygularını gizler ve vatandaşa hakaret
etmez. Fakat memur öğle tatilinde ön bölgeyi terk ettiğinde doğal davranır,
duygularını dışa vurur, hatta bağırabilir ve sövebilir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
Goffman’a göre, hayatın her alanında bireyler benzer davranırlar. Ön bölgede kibar ve
saygılı davranan birey, arka bölgede kaba davranabilir. Örneğin, Goffman, Amerikan
toplumunda, eşler akşam yemeğinde arkadaşlarının karşısına çıktıklarında, bayan
kocasının fikirlerine normalde baş başa olduklarında gösterdiğinden daha fazla saygı
gösterir. Kadın nazik bir role büründüğünde, kocası da bernzer bir rol üstlenir (Goffman,
2009).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


104
Sembolik Etkileşimcilik

Resim 5.2. Erving Goffman

Goffman, sosyolojik analizlerinde etkileşim üzerinde durmuştur. Goffman’a


göre, etkileşim, insanların birbirlerinin eylemleri üzerindeki karşılıklı etkileridir.
Goffman, “etkileşim düzeni”nin sosyolojisini yapmıştır. Bu etkileşim şekli kalabalık
caddelerde, süper marketlerde ve kahvaltı masalarında gözlenebilir. Goffman, bu yüz
yüze ilişkiler alanının (etkileşim düzeninin), başlı başına bir alan olduğunu
vurgulamıştır (Kızılçelik, 2013).
Goffman, Damga kitabında, kişilerin diğer kişiler ve toplum tarafından
damgalanmaları problemine kafa yormuştur. Goffman, söz konusu kitabında,
azınlıklar, mahkûmlar, körler ve kısa boylular gibi insanların “bozulmuş kimliklerini”
ele almıştır. Ona göre, bu insanlar, toplum tarafından normallikten sapma olarak
nitelendirilen bir vasfa, yani damgaya (lekeye) sahiptir. Goffman, kolun, elin ya da
bacağın olmaması gibi şekil bozukluğu da dâhil olmak üzere bedendeki tiksindirici
bulunulan şeylerden, akıl hastalığı gibi bireysel karakter kusurlarından, ırk ve millet ile
ilgili lekelerden söz etmiştir (Berberoglu, 2009). Başka bir deyişle, Goffman, üç damga
tipinden söz etmiştir. Yani, bedenden, çeşitli fiziksel deformasyonlardan kaynaklanan
damgalar; zayıf irade, doğal olmayan tutkular, sapkın ve ahlaksızlık olarak nitelenen
bireysel karakter bozukluklarından (ruh bozukluğu, hapis yatmak, alkolizm, işsizlik ve
ve radikal siyasi davranışlar vb.) kaynaklanan damgalar; ırk, millet ve din gibi etnolojik
damgalar vardır (Goffman, 2014). Görüldüğü üzere, Goffman, damgayı, hem bireyin
doğumla getirdiği hem de sonradan edindiği şeyler olarak yorumlamıştır (Slattery,
2007).
Goffman, akıl hastaları, tüberküloz hastaları, mahkûmlar, rahibeler ve
manastıra kapanmış keşişler üzerine çalışmıştır. Goffman, bireyin dış dünyadan fiziksel
olarak ayrıldığı, ikamet ve kapanma mekânlarına işaret eden “bütüncül kurumlar”
(tam gözetim kurumları) kavramını geliştirmiştir (Berberoglu, 2009). Bütüncül
Sembolik etkileşimcilik, kurumlar, toplumdan uzun bir süre için koparılan çok sayıda bireyin, kurum tarafından
benlik üzerine gözetim altına alınmış, kuşatılmış bir hayat döngüsü sürdürdüğü bir çalışma ve ikamet
yoğunlaşmış bir mikro yeridir (Goffman, 2015).
sosyoloji çizgisidir.
Sonuç itibariyle, Goffman, sembolik etkileşimciliğin anahtar terimi olan benlik
üzerine düşünmüştür. Ona göre, benlik, organik asla bir şey değildir. Benlik, sergilenen
bir sahneden doğan bir dramatik etkiden ibarettir (Goffman, 2009). Goffman,
sosyolojik çözümlemelerde, bireyler arası ilişkiler, etkileşimler ve etkileşim biçimlerine

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


105
Sembolik Etkileşimcilik

önem vermiş, etkileşim biçimlerini hayatın, iki ya da daha çok bireyin, diğer bir bireyle
etkileşime girdiğinde meydan gelen kısmı olarak tanımlamıştır (Williams, 2008).

SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİĞİN ANAHTAR TERİMLERİ


Sembolik etkileşimciliğin anahtar terimleri arasında benlik, bireysel benlik,
sosyal benlik, ayna-benlik, çocuk oyunu, yetişkin oyunu, genelleştirilmiş başkası, dil,
sembol, jest, etkileşim, sembolik etkileşim ve etkileşim düzeni ön plana çıkmaktadır.
Sembolik etkileşimciliğin bu kilit terimleri içinde benlik en mühim olanıdır.
Benlik sözcüğü çok önemlidir, hatta sembolik etkileşimciliğin kalbinde yatar
(Ritzer ve Stepnisky, 2013). Sembolik etkileşimciliği, benlik analizi olarak ele almak
mümkündür. Sosyolojide benlik teriminin kavramının çoğunlukla Mead, Cooley ve
William James’in felsefelerinden türemiş olduğu, dolayısıyla sembolik etkileşimciliğin
temelini teşkil ettiği kabul edilir (Marshall, 1999).
Sembolik etkileşimciliğin gelişiminde rolü olan William James, benliğin ne
olduğunu çok net bir biçimde açıklamıştır. Ona göre, benlik, sadece bireyin bedeni ve
ruhu değildir, aynı zamanda onun sahip olduğu her şeyi (örneğin, banka hesabı, yatı,
atı, toprağı, işi, şöhreti, ataları, arkadaşları, eşi, çocukları, elbisesi, evi vb.) içine alan
bir bütünlüktür. Demek ki, benlik oldukça kapsayıcı bir terimdir. Bireyin bütün
yönlerini ihtiva eder. Zaten James de, maddi benlik, sosyal benlik, ruhsal benlik ve saf
benlikten söz etmiştir. Mead ise, oldukça karmaşık olan benliği, iki kısıma ayırarak
analiz etmiştir: Bireysel benlik ve sosyal benlik. Mead'e göre, bireysel benlik, benliğin
aktif kısmı, sosyal benlik ise benliğin pasif ve şekillendirilen kısmıdır (Kızılçelik, 1996).
Başka bir deyişle, Mead, benliğin iki ana bileşeni olarak bireysel benlik ve sosyal
benlikten söz etmiş, bu iki benliğin birbirleriyle ilişkili olduğunu bildirmiştir. Ona göre,
bireysel benlik bireyin davranışlarına, sosyal benlik ise topluma işaret eder (Miller,
1973).

•Anne, çocuğu yaramazlık yaptığında ona sadece bir şeyler söylerek


Örnek

değil, kaşını çatarak da uyarıda bulunabilir.


Sembolik etkileşimcilik,
bireyle toplumun
birbirinden kopuk
olmadığını belirtmiştir.
Bu kurama göre, birey SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİĞİN TEMEL TEZLERİ
ve toplum, bir paranın
tersi ve yüzü gibidir. Sembolik etkileşimciliğin temel tezlerini beş noktada toplamak mümkündür:

• İnsanlar, düşünme kapasitesine sahiptirler. Düşünme kapasitesi, sosyal


etkileşim tarafından biçimlendirilir (Ritzer, 1983; 2012).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


106
Sembolik Etkileşimcilik

• Sosyal etkileşim sürecinde insanlar, kendilerinin ayırt edici özelliği olan


düşünme kapasitelerini uygulamaya izin veren sembolleri ve anlamları
öğrenirler. Semboller, bireylerin sosyal dünyada karşılaştıkları nesneleri
adlandırmalarına, sınıflandırmalarına ve anımsamalarına imkân vererek
insanların sosyal dünyayla ilgilenmelerini sağlar. Semboller, bireylerin çevreyi
algılama kabiliyetlerini geliştirir. Semboller, bireylerin düşünme yeteneğini
ilerletir ve çeşitli problemleri çözme kabiliyetini arttırır (Ritzer, 1983; 2012).
İnsan iletişiminin temelinde yer alan semboller, esasında nesne ya da fikir gibi
başka bir şeyin yerine geçen bir işarettir. Hayvanlar, doğal işaretlerle
sınırlanırken insan kendisine özgü ve geleneklere ait işaretler kullanabilir.
İşaretler ilk kullanıldıklarında kullanan kişiye özgüdür. İnsanlar, bedensel ya da
insan sesiyle meydana getirilen farklı homurtular, ıslık, mırıldanma, sızlanma
ve ani sesler çıkarabilir (Çevik, 1994).
• Anlamlar ve semboller, insanların insani eylem ve etkileşiminin devam
etmesine rıza gösterirler. İnsanlar, durumu yorumlama temelinde eylem ve
etkileşimlerinde kullandıkları sembolleri ve anlamları değiştirebilir ve onlarda
tadilat yapabilirler. İnsanlar, değiştirme ve tadilat yapmaya muktedirdirler.
Çünkü insanlar kendi kendileriyle etkileşim hâlinde olduklarından kendi
eylemlerinin sonunda nelerin olabileceğini düşünebilir, onların görece
avantajlarını ve dezavantajlarını değerlendirebilir ve kendileri için en uygun
olanı seçebilirler (Ritzer, 1983; 2012).
• Etkileşim ve eylemin birbirlerini ören örüntüleri, toplumları ve grupları
oluşturur (Ritzer, 1983; 2012). Toplum, özünde bir etkileşim sürecidir.
Toplum, bireyler arası ilişkilerden meydana gelmiş bir süreçtir. Toplum,
etkileşimle birbirine bağlanmış bireylerden ibarettir (Blumer, 2004). Başka bir
deyişle, toplum, etkileşim hâlinde olan bireyler arasındaki bağlantılar ya da
birleşmeler ağı olarak var olur (Scott, 1995). Toplum, hareket eden, eyleyen
Sembolik etkileşimcilik, ve etkileşim içinde olan bireylerden meydana gelmiş bir düzendir. Mead’in
toplumu, birbirleriyle ilişki dediği gibi, toplum, az ya da çok farklılaşmış etkinliğe sahip olan bireylerin
içinde bulunan aktif sistematik düzenidir (Mead, 1932).
bireylerden kurulu bir
etkileşim ağı olarak ele • Sembolik etkileşimciler, “sosyolojik kuramda toplum ya da birey bir önceliğe
almıştır. sahip olmak zorundadır” şeklindeki argümana itiraz etmişlerdir. Daha açık bir
deyişle, örneğin, işlevselciler, sosyolojik çözümlemede toplumun en önemli
(birincil) gerçeklik olduğunda ısrar etmişlerken, Max Weber’in başını çektiği
yorumlamacı sosyologlar, bireyin bir önceliğe sahip olduğunu öne
sürmüşlerdir. Sembolik etkileşimciler ise, bu iki bakış açısına karşı çıkarak,
bireyin toplumdan, toplumun ise bireyden ayrılamayacağını iddia etmişlerdir
(Kızılçelik, 1996). Birey ve toplum arasında karşılıklı etkileşimci süreç vardır.
İkisini birbirinden ayırmak imkânsızdır (Timasheff, 1967). Sembolik
etkileşimcilere göre, önemli olan bireyi toplumla ilişkilendirme, yani ikisi
arasında bağ kurmadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


107
Sembolik Etkileşimcilik

• Sizce sembolik etkileşimcilik çağdaş sosyolojide neden

Bireysel Etkinlik
önemli bir kuramdır? Bir fikriniz var mı?
• Sembolik etkileşimciliğin çağdaş sosyolojide yeni
kuramların (örneğin, yapılaşma kuramı gibi) ortaya
çıkmasında ne gibi etkileri olmuştur?

SEMBOLİK ETKİLEŞİMCİLİĞİN ELEŞTİRİSİ


Sembolik etkileşimcilik, aşağıda belirtilen sekiz noktada eleştirilmiştir:
• Sembolik etkileşimciliğin anahtar terimleri, muğlaktır. Sembolik etkileşimcilik
üzerine çalışan araştırmacılar, Mead tarafından ön plana çıkartılan benlik,
bireysel benlik ve sosyal benlik gibi terimlerin belirsizliğine vurgu yapmışlardır.
Bundan dolayı da sembolik etkileşimcilerin anahtar terimlerinin araştırma ve
kuram için sağlam bir temel oluşturmada yetersiz olduklarını iddia etmişlerdir.
Benzeri bir eleştiri, Blumer’in terimlerine yöneltilmiştir. Blumer’in terimlerinin
deneysel çalışmalarda kullanılmak için oldukça fazla bulanık, zor ve karmaşık
olduğu öne sürülmüştür (Kızılçelik, 1996). Ayrıca sembolik etkileşimcilikte
önemli bir yer tutan “sembolik etkileşim” kavramının kendisi yeterince
açıklıkla analiz edilmemiştir (Çelebi, 2007).
• Sembolik etkileşimciler, toplum tahlilinde zihin, duygu, benlik, bireysel benlik,
sosyal benlik ve ayna-benlik gibi psikolojik terimlerden hareket etmişlerdir.
Sembolik etkileşimciler, küçük grupları ve onlar içindeki insan davranışlarını
inceleyen bir mikro sosyoloji çizgisi oluşturmaya girişmişler (Kızılçelik, 2013),
bireyi ve onun eylemlerini önemsemişlerdir. Fakat sembolik etkileşimcilik, bir
mikro sosyoloji geleneği dahi olamamıştır. Eş deyişle, mikro sosyolojik bir
kuram olma eğiliminde olan sembolik etkileşimcilik, duygular ve bilinçaltı gibi
faktörlerin önemini ihmal etmiştir. Sembolik etkileşimciler, güdüler,
gereksinimler, istemler ve niyetler gibi psikolojik faktörleri de göz ardı
Sembolik etkileşimciler, ettiklerinden dolayı eleştirilmiştir. Sembolik etkileşimciler, çalışmalarında söz
çözümlemelerinde
konusu faktörlere pek önem vermemişlerdir. Onlar, bu faktörlerin yerine
sosyolojinin ana
konusunu teşkil eden etkileşim, eylem, semboller ve anlamlar üzerine odaklanmışlardır. Kısaca,
sosyal yapıyı ihmal sembolik etkileşimciler, aktörleri zorlayan psikolojik faktörleri dikkate
etmişlerdir. almamışlardır. Bu göz ardı ediş, onların, aktörler üzerinde “büyük toplumsal
zorlamaları” ihmal edişleriyle benzerlik göstermiştir (Kızılçelik, 1996).
• Sembolik etkileşimcilik, bireysel davranışların ve küçük grupların
davranışlarının analizinin ötesine geçememiştir. Sembolik etkileşimcilik, büyük
ölçekli sosyal değişmeleri, gücün ve zenginliğin dağılımını açıklayamamıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


108
Sembolik Etkileşimcilik

Daha da önemlisi sembolik etkileşimcilik, genelde bir toplum resmi veya


teorisi ortaya koyamamıştır (Slattery, 2007).
• Sembolik etkileşimcilik, “geniş ölçekli sosyal yapıları” ihmal etmiştir. Sembolik
etkileşimciliğin mikro odaklanması, sosyal yapının olgularını inkâr etmesine
yol açmıştır. Sembolik etkileşimcilik, makro yapıları analiz etmede elverişli bir
kuram değildir (Kızılçelik, 1996). Sembolik etkileşimciler, tam sosyolojik
olmamakla suçlanmışlar, hatta “anti-sosyologlar” (Richter, 2012) olarak
tanınmışlardır. Çünkü sembolik etkileşimciler (özellikle de Blumer), yapıdan
“deli gömleği” diye söz etmişlerdir (Wallace ve Wolf, 2004). Sembolik
etkileşimciler, yapıların ve sistemlerin sosyologların icatları olduğunu, onların
sosyal hayatta gözlenebilecek veya yaşanabilecek hiçbir şeye karşılık
gelmeyen hayalî varlıklar olduklarını iddia etmişlerdir (Layder, 2006). Oysa
sosyal yapı, sosyal sistem ve onlardan kaynaklı sorunlar, sosyolojinin merkezi
problemlerinden birisidir.
• Sembolik etkileşimcilik, sosyoloji bile değildir. İdealist felsefenin bir başka
çeşididir. Sembolik etkileşimcilik, sosyal olguyu açıklarken temel (yapısal)
öğeleri dışarıda bırakarak idealist olduğundan burjuva liberal düşüncesinin bir
başka türüdür (Fisher ve Strauss, 1990).
Sembolik etkileşimcilik, • Sembolik etkileşimciler, anlamın doğası ve kaynağı olarak sosyal etkileşimi
sosyal eşitsizliklere, güç, esas almışlardır. Fakat anlamın servet ve güç eşitsizliklerinden nasıl etkilendiği
tahakküm, hegemonya ve sembolik etkileşimcilerin katı terimleri içinde izah edilemez. Bu eleştiri, çok sık
iktidar ilişkilerine eğilmediği
olarak, sembolik etkileşimcilerin sosyal tabakalaşma gibi etkenlere, ekonomik
için eleştirilmiştir.
ve siyasal güç analizlerine, sınıfsal, cinsel ve etnik ayrımlara dayalı eşitsizlikler
gibi yapısal eşitsizliklere yer vermedikleri, toplumun genel durumuna işaret
etmedikleri vurgulanarak genişletilmiştir (Layder, 2006). Sembolik
etkileşimcilik, güç ve tahakküm sorunlarını ihmal ettiği için eleştirilmiştir (Joas,
1988). Sözün kısası, sembolik etkileşimciler, makro konuları ve sorunları yok
sayıp mikro konularla ve meselelerle uğraştıklarından dolayı eleştiri
bombardımanına tutulmuşlardır.
• Sosyolojik teori olduğunu iddia eden sembolik etkileşimcilik, sosyal yapılara ve
sınıflara karşı ilgisiz kalmış, toplumun sınıf mücadelesini içermediğini iddia
etmiştir. Sembolik etkileşimcilik, eşitsizlik, sömürü ve savaş gibi makro ölçekli
problemleri konu edinmemiş, böylelikle de kapitalist toplumun çelişkilerini
gizleme işlevi üstlenmiştir. Sembolik etkileşimcilik, Marx’ın sosyolojisini
çarpıtmıştır. Bu yönüyle sembolik etkileşimcilik, karşı-Marxçı Amerikan
sosyolojisinin önemli bir parçası hâline gelmiştir. Sembolik etkileşimcilik,
Marx’ın sosyolojisinde merkeze aldığı sınıf ve sınıf çatışmasını yok saymış,
sosyal sınıf gerçeğine ve onun yarattığı çelişkilere odaklanmayı göz ardı
etmiştir (Kızılçelik, 2013).
• Sembolik etkileşimcilik ne yeterince psikolojik ne de sosyolojiktir. Bu noktada,
sembolik etkileşimcilik iki açıdan eleştirilmiştir: İnsan duygularının önemini
sınırlandırması ve sosyal yapıları umursamaması. Birincisi, yani insan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


109
Sembolik Etkileşimcilik

duygularının öneminin sınırlandırması, sembolik etkileşimciliğin yeterince


psikolojik olmadığını; ikincisi, yani sosyal yapılara karşı ilgisiz olması, sembolik
etkileşimciliğin yeterince sosyolojik olmadığını gösterir (Kızılçelik, 1996).
Sembolik etkileşimciliğin, 1950’lerden günümüze, sosyoloji dünyasında önemli
bir yeri olmuştur. Bugün, çağdaş sosyolojide bazı ana temalar ve kuramsal gelişmeler,
sembolik etkileşimciliğe aittir.
Sembolik etkileşimcilik,

• Bireyin bilincine, benliğine ve eylemlerine önem vermiştir.


• Birey ve toplum arasında bağ kurmuştur.
• Toplumu bir sembolik etkileşim olarak ele almıştır.

•Sembolik etkileşimciliğin anahtar terimlerini iyi kavramak için


en az bir tane Psikoloji Sözlüğü ve Sosyoloji Sözlüğü okuyun.
Etkinlik
Bireysel

•Goffman'ın Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu kitabını mutlaka


okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


110
Sembolik Etkileşimcilik

•Sembolik etkileşimcilik, çağdaş sosyolojide toplumu “semboller” ve


“sembolik etkileşim” açısından çözümleyen bir kuramdır. Sembolik
etkileşimcilik, toplumu ve yapıyı yücelten, buna karşın bireyi ihmal
eden işlevselcilik ve yapısalcılık gibi çağdaş sosyolojik kuramlara bir
tepki olarak doğmuştur. Sembolik etkileşimcilik, çağdaş sosyolojik
Özet
kuramda ihmal edilen bireyi, birey-toplum ilişkisini odak noktası olarak
seçmiştir. Sembolik etkileşimcilik, birey ile toplum arasında kopan bağı
onarmaya çalışmış, bireyin ve toplumun iç içe olduğunu ileri
sürmüştür. Sembolik etkileşimcilik, genellikle makro konulardan
ziyade mikro alanlara yönelmiştir. Sembolik etkileşimcilik, bireyi
merkeze koymuş, bireyin eylemlerini ve diğer bireylerle etkileşimlerini
incelemiştir. Kısaca, sembolik etkileşimcilik, bireyler arası etkileşimler
üzerine yoğunlaşan çağdaş sosyoloji kuramları arasında en bilinenidir.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biri olan
sembolik etkileşimciliği ana hatlarıyla tanıtmaktır. Sembolik
etkileşimciliğin öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş sosyolojide etkin
olan diğer kuramların bilhassa da işlevselciliğin, yapısalcılığın, post-
yapısalcılığın, eleştirel kuramın ve yapılaşma kuramının daha iyi
anlaşılmasına da imkân tanır.
•Sembolik etkileşimciliğin köklerinde yer alan en etkili iki düşünür,
George Herbert Mead ve Charles Horton Cooley’dir.
•George Herbert Mead, sembolik etkileşimciliğin ortaya çıkıp ve
gelişmesinde etkili olmuştur. Mead, bireyin davranışlarını, diğer
bireylerle olan etkileşimlerini tahlil etmiştir. Mead, sosyolojik teorinin
merkezine benliği yerleştirmiştir. Mead’e göre, benlik, birey dünyaya
geldiğinden itibaren gelişir. Mead, benliğin gelişimini üç aşamada ele
almıştır. Mead, benliğin gelişim aşamalarında dilin, sembollerin,
jestlerin ve mimiklerin önemli olduğunu belirtmiştir.
•Charles Horton Cooley, sosyolojik analizlerde birey ya da toplumun
önceliği olmadığını belirtmiştir. Çünkü Cooley, birey ve toplumun ikiz
olduğunu belirtmiştir. Cooley, birey ve toplum arasında güçlü bir bağın
bulunduğunu ve onları birbirinden ayırmanın mümkün olmadığına
vurgu yapmıştır. Cooley, birey ile toplum arasındaki ayrılmaz bağa
işaret etmek suretiyle sembolik etkileşimciliğin ana yönelimini
belirlemiştir.
•Sembolik etkileşimciliğin doğuşunda, gelişiminde ve çağdaş sosyoloji
kuramları içinde boy göstermesinde en büyük rol oynayan sosyologlar,
Herbert Blumer ve Erving Goffman’dır.
•Herbert Blumer, sembolik etkileşimcilik terimin icat etmiş bir
sosyologdur. Sembolik etkileşimciliğin temel tezleri, Blumer’in
görüşlerine dayanır. Blumer, toplumun etkileşim hâlinde olan
bireylerden meydan geldiğini öne sürmüştür. Blumer, toplumda
bireye, onun davranışlarına, ilişki ve etkileşimlerine önem vermiştir.
Blumer, toplumu, etkileşim, sembolik etkileşim ve sembolik olmayan
etkileşim terimleri çerçevesinde analiz etmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


111
Sembolik Etkileşimcilik

•Erving Goffman, sembolik etkileşimcilik içinde önemli bir yer tutan


dramaturjik görüşü geliştirmiştir. Goffman, gündelik hayatta benliğin
nasıl inşa edildiği ve kendisini nasıl sunduğu sorusu üzerine kafa
yormuştur. Goffman, benliği çözümlerken “tiyatroya ait çerçeveyi” (ön
bölge/sahne önü ve arka bölge/ sahne arkası) kullanmıştır. Goffman,
Özet (devamı)
sahne önünde bireylerin rol yaptıklarını, dolayısıyla nazik, kibar ve
saygılı davrandıklarını, sahne arkasında ise daha farklı davrandıklarını
(kaba ve saygısız) ileri sürmüştür.
•Sembolik etkileşimciliğin anahtar terimleri arasında benlik, bireysel
benlik, sosyal benlik, ayna-benlik, çocuk oyunu, yetişkin oyunu,
genelleştirilmiş başkası, dil, sembol, jest, etkileşim, sembolik etkileşim
ve etkileşim düzeni ön plana çıkmaktadır. Sembolik etkileşimciliğin bu
kilit terimleri içinde en önemli olanı, benlik terimidir.
•Sembolik etkileşimcilik, mikro sosyoloji geleneğidir. Bireyi merkeze
almıştır. Bireyin eylemlerini ve diğer bireylerle ilişkilerini ve
etkileşimlerini önemsemiştir.
•Sembolik etkileşimciler, benliğin oluşumu ve gelişimi üzerine
yoğunlaşmışlardır. Sembolik etkileşimcililik, benliğin doğuştan
gelmediğini, toplum içinde geliştiğini öne sürmüşlerdir.
•Sembolik etkileşimcilik, bireyin bilincine, benliğine ve eylemlerine
önem vermiştir.
•Sembolik etkileşimcilere göre, toplum, sosyal etkileşim sürecidir.
Toplum, bireyler arasındaki ilişki ve etkileşime dayalıdır.
•Sembolik etkileşimcilere göre, sosyal etkileşim sürecinde bireyler,
toplumda var olan dili, jestleri ve sembolleri öğrenirler.
•Sembolik etkileşimcilere göre, toplum, bir sembolik etkileşimdir.
•Sembolik etkileşimcilik, birey ve toplum arasında bağ kurmak, ikisini
birlikte düşünmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Sembolik
etkileşimciler, benliğin ve toplumun birbirinden soyutlanarak analiz
edilemeyeceğinin altını çizmişlerdir.
•Sembolik etkileşimciliğin anahtar terimleri, muğlaktır.
•Sembolik etkileşimciler, tam sosyolojik olmamakla suçlanmışlardır.
•Sembolik etkileşimcilik, sosyal yapılara ve sınıflara karşı ilgisiz
kalmıştır.
•Sembolik etkileşimcilik, makro yapıları çözümlemeyi göz ardı etmiştir.
•Sembolik etkileşimcilik, sosyal sınıflar, sınıf mücadelesi, eşitsizlik,
sömürü, güç ve iktidar ilişkilerini görmezlikten gelmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


112
Sembolik Etkileşimcilik

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi sembolik etkileşimciliğin en önemli temsilcisidir?
a) Talcott Parsons
b) Ralf Dahrendorf
c) Emile Durkheim
d) Herbert Blumer
e) Lewis A. Coser
2. Aşağıdakilerden hangisi sembolik etkileşimciliğin anahtar terimlerinden biri
değildir?
a) Sembol
b) Benlik
c) Sınıf savaşımı
d) Ayna-benlik
e) Genelleştirilmiş başkası
3. Aşağıdaki sosyologlardan hangisi benliği çözümlerken “tiyatroya ait çerçeveyi”
kullanmıştır?
a) Charles Horton Cooley
b) Erving Goffman
c) Talcott Parsons
d) Herbert Blumer
e) Herbert Spencer
4. Aşağıdakilerden hangisi sembolik etkileşimciliğin temel tezlerinden biri
değildir?
a) Toplum, bir etkileşim sürecidir.
b) İnsanlar, düşünme kapasitesine sahiptirler.
c) Toplum ve birey birbirlerinden ayrılamaz.
d) Toplum, bir sınıf mücadelesi alanıdır.
e) Anlamlar ve semboller, insanların eylem ve etkileşimlerini devam ettirir.
5. “Ayna-benlik” terimi aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?
a) Charles Horton Cooley
b) Erving Goffman
c) Herbert Blumer
d) George Herbert Mead
e) William James

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


113
Sembolik Etkileşimcilik

6. Aşağıdakilerden hangisi sembolik etkileşimciliğe yöneltilen eleştirilerden biri


değildir?
a) Sembolik etkileşimcilik, eşitsizlik ve sömürü gibi problemleri konu
edinmemiştir.
b) Sembolik etkileşimcilik, “geniş-ölçekli sosyal yapıları” ihmal etmiştir.
c) Sembolik etkileşimcilik, bireyi ve onun eylemlerini görmezlikten gelmiştir.
d) Sembolik etkileşimcilerin anahtar terimleri, muğlaktır.
e) Sembolik etkileşimcilik, Marx’ın sosyolojisini çarpıtmıştır.
7. Sembolik etkileşimcilik terimini icat eden sosyolog kimdir?
a) Auguste Comte
b) Charles Horton Cooley
c) George Herbert Mead
d) Erving Goffman
e) Herbert Blumer
8. Aşağıdaki cümlelerden hangisi sembolik etkileşimcilik için söylenemez?
a) Sembolik etkileşimcilik yeterince ne psikolojik ne de sosyolojiktir.
b) Sembolik etkileşimcilik, mikro sosyoloji geleneğidir.
c) Sembolik etkileşimcilik, birey ve toplum arasında ilişki kurmaya çalışır.
d) Sembolik etkileşimciliğe göre, toplum, bir etkileşim sürecidir.
e) Sembolik etkileşimcilik, makro sosyoloji geleneğidir.
9. Aşağıdakilerden hangisi benliğin gelişim aşamalarıdır?
a) Çocuk oyunu-yetişkin oyunu-genelleştirilmiş başkası
b) Genelleştirilmiş başkası-bireysel benlik-sosyal benlik
c) Benlik-ayna benlik-bireysel benlik
d) Çocuk oyunu-genelleştirilmiş başkası-toplum aşaması
e) Çocuk oyunu-genelleştirilmiş başkası-sosyal benlik
10. Sembolik etkileşimciliğin kökleri, aşağıdaki sosyologlardan hangisinin
fikirlerine uzanır?
a) Auguste Comte
b) George Herbert Mead
c) Ferdinand de Saussure
d) Vilfredo Pareto
e) Emile Durkheim

Cevap Anahtarı
1.d, 2.c, 3.b, 4.d, 5.a, 6.c, 7.e, 8.e,9.a, 10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


114
Sembolik Etkileşimcilik

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California: Pine
Forge Press.
Ashley, D., Orenstein, D. M. (1990). Sociological Theory: Classical Statements. Boston:
Allyn and Bacon.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Blumer, H. (1986). Symbolic Interactionism: Perspective and Method. California:
University of California Press.
Blumer, H. (2004). George Herbert Mead and Human Conduct. T. J. Morrione (Ed.).
New York: AltaMira Press.
Brown, C. H. (1981). Understanding Society: An Introduction to Sociological
Theory. London: John Murray Ltd.
Conein, B. (2011). “Sembolik Etkileşimcilik”. Sosyolojik Düşünce Sözlüğü. M. Borlandi
ve Diğerleri (Yayına Haz.). Çev.: B. Arıbaş. İstanbul: İletişim Yayınları.
Cooley, C. H. (1962). Social Organization. New York: Schocken Books.
Cooley, C. H. (1964). “Primary Groups”. Sociological Theory: A Book of Readings. L. A.
Coser ve B. Rosenberg (Ed.). New York: The Macmillan Company.
Coser, L.A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları: Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda
Fikirler. Çev.: H. Hülür ve Diğerleri. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.: Ü.
Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayıncılık.
Çevik, D. Ş. (1994). Sembolik Etkileşim. Ankara: Belvak Yayınları.
Denzin, N. K. (2005). “Symbolic Interactionism and Ethnomethodology: A Proposed
Synthesis”. Contemporary Sociological Thought: Themes and Theories. S. P.
Hier (Ed.). Toronto: Canadian Scholars’ Press Inc.
Fisher, B. M., Strauss, A. L. (1990). “Etkileşimcilik”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. T.
Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Çev.: K. Dinçer. İstanbul: V Yayınları.
Giddens, A. (2003). Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları: Yorumcu Sosyolojilerin Pozitif
Eleştirisi. Çev.: Ü. Tatlıcan ve B. Balkız. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Goffman, E. (1971). Strategic Interaction. Philadelphia: University of Pennsylvania
Press.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


115
Sembolik Etkileşimcilik

Goffman, E. (1986a). Frame Analysis: An Essay on Organization of Experience. Boston:


Northeastern University Press.
Goffman, E. (1986b). Stigma: Notes on the Management of Spoiled Identity. New
York: A Touchstone Book, Simon & Schuster Inc.
Goffman, E. (2009). Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu. Çev.: B. Cezar, İstanbul: Metis
Yayınları.
Goffman, E. (2014). Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar. Çev.: Ş.
Geniş, L. Ünsaldı ve S. N. Ağırnaslı. Ankara: Heretik Yayınları.
Goffman, E. (2015). Tımarhaneler: Akıl Hastalarının ve Kapatılmış Diğer Kişilerin
Toplumsal Durumu Üzerine Denemeler. Çev.: E. Arıcan. Ankara: Heretik
Yayınları.
http://www.d.umn.edu adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.thoughtco.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Joas, H. (1988). “Symbolic Interactionism”. Social Theory Today. A. Giddens ve J. H.
Turner (Ed.). Cambridge: Polity Press.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-Level
Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.
Kızılçelik, S. (1996). Sosyoloji Teorileri 3. İzmir: Saray Kitabevleri.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2018). Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1: Gramsci, Parsons, Mills, Althusser,
Foucault, Goffman ve Bauman’ın Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Larson, C. J. (1973). Major Themes in Sociological Theory. New York: David McKay
Company, Inc.
Larson, C. J. (1986). Sociological Theory: From the Enlightenment to Present. New
York: General Hall, Inc.
Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Giriş. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Küre Yayınları.
Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Çev.: O. Akınhay ve D. Kömürcü. Ankara: Bilim
ve Sanat Yayınları.
Martindale, D. (1960). The Nature and Types of Sociological Theory. Boston:
Houghton Mifflin Company.
Mead, G. H. (1932). The Philosophy of the Present. A. E. Murphy (Ed.). London: The
Open Court Company.
Miller, D. L. (1973). George Herbert Mead: Self, Language, and the World. Austin:
University of Texas Press.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


116
Sembolik Etkileşimcilik

Polama, M. M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Erbaş. Ankara: Gündoğan


Yayınları.
Plummer, K. (2008). “Herbert Blumer”. Sosyolojik Düşüncede İz Bırakanlar. B. Stones
(Ed.). Çev.: Z. Durdu. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar: Klasik ve Modern Sosyoloji Anlayışlarına
Giriş. Çev.: N. Doğan. İstanbul: Küre Yayınları.
Ritzer, G. (1983). Sociological Theory. New York: Alfred A. Knopf, Inc.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G., Stepnisky, J. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları ve Klasik Kökleri. Çev.: I.
Ertuna Howison. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Scott, J. (1995). Sociological Theory: Contemporary Debates. Aldershot Hants: Edward
Elgar Publishing Limited.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına Haz.).
İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. Çev.: O. Akınhay, Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları.
Timasheff, N. S. (1967). Sociological Theory Its Nature and Growth. New York:
Random House.
Turner, J. H., Beeghley, L., Powers, C. H. (2010). Sosyolojik Teorinin Oluşumu. Çev.: Ü.
Tatlıcan. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (1991). Contemporary Sociological Theory: Continuing the
Classical Tradition. New Jersey: Prentice-Hall.
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin
Geliştirilmesi. Çev.: L. Elburuz ve M. R. Ayas. İzmir: Punto Yayıncılık Ltd. Şti.
Warshay, L. H. (1975). The Current State of Sociological Theory: A Critical
Interpretation. New York: David McKay Company, Inc.
Williams, R. (2008). “Erving Goffman”. Sosyolojik Düşüncede İz Bırakanlar. B. Stones
(Ed.). Çev.: S. Çağlayan. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


117
SOSYAL ALIŞVERİŞ KURAMI

• Sosyal Alışveriş Kuramının Kökleri ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ


İÇİNDEKİLER

• Sosyal Alışveriş Kuramının Ana KURAMLARI


İsimleri
• Sosyal Alışveriş Kuramının Anahtar Prof. Dr. Sezgin
Terimleri
• Sosyal Alışveriş Kuramının Temel KIZILÇELİK
Tezleri
• Sosyal Alışveriş Kuramının
Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

•Çağdaş sosyolojinin mikro


kuramlarında biri olan sosyal
alışveriş kuramı hakkında bir fikir
edinebilecek,
•Sosyal alışveriş kuramının çağdaş
sosyolojideki yeri ve önemi ÜNİTE
konusunda bilgi sahibi olabilecek,
•Sosyal alışveriş kuramının
sosyolojideki mikro kuramlara
etkisini daha iyi anlayabileceksiniz. 6
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Sosyal Alışveriş Kuramı

Ekonomik alışveriş
Aristoteles
Sosyal alışveriş

Liberal ekonomi

Adam Smith Bireysel çıkar

Akılcı davranış
SOSYAL ALIŞVERİŞ KURAMI

Sosyal davranış

Ödül-ceza

Uyarıcı önermesi

Başarı önermesi
George Caspar Homans
Değer önermesi

Yoksunluk-doyum önermesi

Saldırganlık-onay önermesi

Akılcılık önermesi

Sosyal alışveriş

Peter Michael Blau Statü farklılaşması

Bütünleşme

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 119


2
Sosyal Alışveriş Kuramı

GİRİŞ
Bireylerin gündelik hayatlarında sıkça kullandıkları terimler arasında ekonomik
bir işleme vurgu yapan alışveriş önemli bir yer tutar. “Alışverişe gidiyorum”, “Şu an
alışverişteyim”, “Alışveriş yapsam iyi olur” biçimindeki kısa cümleleri, insanlar
neredeyse her gün tekrar etmektedirler. Çünkü alışveriş bireyin adeta bir parçasıdır.
Bireyler arasında alma-verme çok yaygın bir eğilimdir. İnsanlar, sürekli olarak
birbirlerine bir şeyler verirler ve karşılığında bir şeyler alırlar. İnsanlar, pazara, bakkala
ve markete alışveriş yapmak için giderler. Örneğin, bakkala para verirler karşılığında
ihtiyaçları olan şeyleri (ekmek, çay ve şeker gibi) alırlar. Daha çok ekonomik etkinlik
olarak bildiğimiz alışveriş, insanlar arasındaki diğer ilişki biçimlerinde de geçerlidir.
Örneğin, ebeveynler, çocuklarını terbiye etmek için sürekli onlara bilgi verirler
karşılığında ise çocuklarından bilgili ve edepli olmalarını beklerler. Siyasal alandaki
ilişkiler de çoğu kez alma-verme ilişkisine dayanır. Sözgelimi, bir siyasal parti lideri bir
kişiye makam (mevki) (milletvekili, bakanlık gibi) verir, karşılığında ise o kişiden
Sosyal alışveriş kuramı, kendisine bağlı olmasını ya da kendisine hizmet etmesini bekler. Demek ki, alışveriş,
sosyal hayatın mantığını sadece ekonomik alanda değil, sosyal hayatın bütün alanlarında var olan bir olgudur.
ekonomik hayatın Dolayısıyla alışveriş, sadece iktisat biliminin değil, sosyolojinin de ilgisini çeken bir
mantığından ve konudur. Sosyolojide alışveriş olgusuna eğilen ve onu çözümlemelerinin merkezine
ilkelerinden hareketle
yerleştiren kuram, sosyal alışveriş kuramı olmuştur.
açıklamaya çalışan bir
mikro sosyoloji Alışveriş fenomeninin önemi, yaygınlığı ve genelliği hakkında argümanlara
geleneğidir. sahip olan sosyal alışveriş kuramı, 1960’ların ortalarında çağdaş sosyolojide popüler
hâle gelmiştir (Warshay, 1975). Sosyal alışveriş kuramı, tıpkı sembolik etkileşimcilik
gibi, Amerikan sosyoloji geleneğinin en gözde kuramlarından biridir. Amerikan
toplumunun, genel olarak kapitalist toplumun düzeniyle uyumludur. Sosyal alışveriş
kuramı, mikro sosyoloji geleneğinin önemli bir parçasıdır. Sosyal alışveriş kuramı,
toplum ya da sosyal yapılardan ziyade birey ve onun diğer bireylerle olan ilişkilerine ve
etkileşim biçimlerine kilitlenmiştir. Sosyal alışveriş kuramına göre, bireyler arası
ilişkilerin mahiyeti, kapitalist sistemin mantığına uygun bir tarzda birbirleriyle rekabet
eden ve sürekli kendi çıkarlarını gözeten bireylerin ilişkilerinin mahiyetiyle benzerlik
gösterir. Sosyal alışveriş kuramı, bireyler arası ilişkileri ve etkileşimleri temel alır.
Toplumdaki mikro yapıları kendine konu seçer. Bireysel etkileşim ve davranış üzerine
yoğunlaşır. Geniş-ölçekli yapılarla ve kurumlarla ilgilenmez. Kapitalizmin ekonomide
ördüğü ilişkilerin sosyal hayatta da geçerli olduğunu iddia eder. Akılcı ve kâr güdüsü ile
donanmış liberal ve pragmatist insan tipi inşa etmeyi hedefler. Kapitalizmin büyük
ölçekli bunalımlarını umursamaz ve onlarla ilgilenmez (Kızılçelik, 2008). Sosyal alışveriş
kuramı, sosyal hayatı ve onun kurallarını ekonomik hayat ve onun kuralları gibi
düşünen çağdaş sosyoloji kuramıdır. Sosyal alışveriş kuramı, iktisadın, bilhassa da
liberal iktisadın kanunlarının sosyal hayatta da birebir geçerli olduğu varsayımına
dayanır. Son tahlilde, sosyal alışveriş kuramı, kapitalist ekonominin mekanizmasının ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 120


3
Sosyal Alışveriş Kuramı

ilişki ağlarının toplumun her alanında geçerli olabileceğini savunmuştur. Bu noktada


sosyal alışveriş kuramı, bireylerin davranışının ve diğer bireylerle ilişkilerinin
temelinde menfaatlerin, elde edilen ödüllerin ve sağlanan faydaların bulunduğunu
öne süren bir kuramdır.
Bu bölümde, sosyal alışveriş kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri,
temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

SOSYAL ALIŞVERİŞ KURAMININ KÖKLERİ


Sosyal alışveriş kuramı, farklı disiplinlerden beslenmiş bir çağdaş sosyoloji
kuramıdır. Sosyal alışveriş kuramının felsefi, iktisadi ve antropolojik temelleri
bulunmaktadır.
Sosyal alışveriş kuramının kökleri, öncelikli olarak ilkçağ filozoflarından
Aristoteles’in görüşlerine uzanır. Aristoteles, sosyal alışveriş olgusundan geniş bir
şekilde söz etmiştir. Aristoteles, ekonomik alışveriş ile sosyal alışveriş arasındaki
benzerliklere ve farklılıklara ilk dikkat çekmiş filozoftur. Aristoteles’e göre, sosyal
alışveriş önceden belirlenmiş şartlara dayanmaz ama ekonomik alışverişte tarafların
uymak zorunda oldukları kurallar anında belirlenir (Akan, 1981).
Sosyal alışveriş kuramının bir diğer kaynağı, klasik iktisatçıların fikirleridir. Sosyal
Aristoteles, sosyal
alışveriş kuramı, liberal ekonominin mantığı ve kuralları çerçevesinde bireylerin
alışverişin ekonomik
alışveriş ile benzer ve eylemlerine açıklama getirme çabasıdır. Sosyal alışveriş kuramı, bireylerin mantıklı
farklı yönlerini ortaya olarak ve farklı eylem yollarının göreli faydalarını hesapladıklarını kabul etmekle,
koyan ilk filozoftur. birçok 19. yüzyıl iktisatçısının görüşleriyle benzerlik gösterir. 19. yüzyıl, iktisatçıların
bireysel etkinlik ve tercihi vurguladıkları bir çağdır. Bu bakımdan, Adam Smith’in
fikirleri üzerine inşa edilmiş olan iktisat bilimi, ekonomik eylemin bireyin sayısız
tercihlerinin ve kararlarının neticesi olduğunu vurgulamıştır. Adam Smith merkezli
iktisat biliminin bu vurgusu, sosyal alışveriş kuramının temelini teşkil etmiştir. Liberal
iktisatçılara (Adam Smith, David Ricado ve Carl Menger) göre, bireyler kararlarını
zevkleri ve tercihleri esasında veren akılcı kazanç artırıcılarıdırlar. Bir birey, bir şeye ne
kadar çok sahipse, aynı şeyin daha fazlasıyla o kadar ilgilenmez. Serbest piyasada mal
ve hizmet fiyatları, doğrudan, alıcı ve satıcıların zevkleri tarafından belirlenir. Bir mal
için talep ne kadar fazla ise, o mal o kadar değerlidir ve fiyatı da o denli yüksektir. Bir
tekel tarafından sağlanan mal, birbirleriyle rekabet hâlinde olan birkaç firma
tarafından sağlanan mala oranla daha pahalıdır (Wallace ve Wolf, 2004).
Sosyal alışveriş kuramının köklerinde ekonomik temeli güçlü olan rasyonel
seçim kuramı bulunmaktadır. Rasyonel seçim kuramı, kapitalist üretim tarzında
bireylerin fayda ve çıkarlarını en iyi şekilde gerçekleştirdiğini iddia eden liberal
iktisatçıların görüşlerine dayalı olarak geliştirilmiştir. Bu kuramın en etkili savunucusu
Gary Becker, Adam Smith’ten hareketle insan davranışlarını ekonomik yaklaşımla
açıklamaya çalışmıştır (Becker, 1976). Rasyonel seçim kuramı, pazar modellerinin
insan davranışlarına uygulanmasını esas almıştır. Rasyonel seçim kuramı, insanların

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 121


4
Sosyal Alışveriş Kuramı

akılcı olduklarını ve hareketlerini, amaçlarına erişmekte etkili gördükleri araçlara


dayandırdıklarını kabul etmiştir. Kaynakların kıt olduğu bir dünyada bu, değişik
amaçlar için seçilecek araçları değerlendirmek ve aralarında karar vermek anlamına
gelir. O hâlde rasyonel seçim kuramı, liberal ekonomi anlayışıyla çok yakından
ilişkilidir. Bu kuram, “her şey için bir fiyat vardır ve her şeyin fiyatı vardır” sözüyle
ifade edilebilir. Rasyonel seçim kuramına göre, bireylerin birbirlerine karşı
davranışlarını anlamanın yolu, onları kıtlık dünyasında rasyonel karar verici olarak
görmekten geçer (Wallace ve Wolf, 2004). Rasyonel seçim kuramı, bireylerin
eylemlerini ve ilişkilerini anlama ve çıkarlarını en üst seviyeye taşıma anlayışı üzerine
inşa edilmiştir. Rasyonel seçim kuramı, kapitalist ekonominin yasalarının sosyal
hayatın her alanında geçerli olduğunu iddia etmiştir. Söz konusu kurama göre, birey
pazarda mal alırken nasıl akılcı davranıyorsa sosyal hayatta da öyle davranır. Birey,
Sosyal alışveriş kuramı, kendi kazancını arttırmanın yollarını arar ve kayıplarını en aza indirmek için çaba sarf
felsefi, iktisadi ve eder. Birey, çıkarları öteki bireylerin çıkarlarıyla çatışacağından duygusal ya da
antropolojik kökleri olan geleneksel davranmayı bir kenara bırakır. Birey, akılcı eylemde bulunur ve kati suretle
bir sosyolojik kuramdır. bencil (egoist) bir tavır sergiler. Sonuçta birey, sosyo-ekonomik, kültürel ve politik
alanlarda kendisi için en rasyonel olanı seçer. Hechter’ın (1989) ileri sürdüğü gibi,
rasyonel seçim kuramcıları, sosyal fenomenlerin yalnızca bireylerin eylemleri
açısından anlaşılabileceğini ileri sürmüşler, toplumu anlamada ve açıklamada
bireylerin akılcı tercih yapma sürecinden yola çıkmışlardır. Bireyler, seçim ya da
tercihlerinde kendilerine en uygun olanı seçerler. Bu bağlamda, Elster (2008), şu
örneği vermiştir: Bir birey açlıktan ölmektense ve bir yiyecek (ekmek) ile bir Bach plağı
dinlemeyi içeren bir tercihle karşı karşya kaldığında ekmeği tercih eder. Çünkü açlık
durumunda kaloriler müzik ile mukayese edilemeyecek kadar önemlidir. Rasyonel
seçim kuramcıları, bireyin davranışını sadece unsurların rasyonel oldukları
varsayımıyla açıklamışlardır (Elster, 2010). Kısaca, rasyonel seçim kuramına göre,
sosyal hayatta akılcı ve akılcı olmayan unsurlar vardır. Daha açık bir deyişle, insanın
başını döndürecek kadar çok sayıda (tercihler, seçimler, inançlar, kararlar, hareketler,
davranışlar, kişiler ve kurumlar gibi) rasyonel ya da irrasyonel durum söz konusudur
(Elster, 2008). Fakat rasyonel seçim kuramı, bireyin sosyal hayatta tıpkı ekonomik
etkinliklerde olduğu gibi akılcı eylemde bulunduğunu ve akılcı karar verdiğini öne
sürmüştür.
Sosyal alışveriş kuramı, aynı zamanda, antropolojinin bazı önde gelen
isimlerinin fikirlerinden de esinlenmiştir. Sosyal alışveriş kuramına antropologların
katkıları oldukça fazladır. Antropologlar, basit topluluklardaki armağan ve hizmet
alışverişinin öneminden ve yaygınlığından bahsetmişler, sosyal hayatta alışveriş
unsurunun merkezi rolüyle ilgilenmişlerdir. Bu çerçevede, işlevselciliğin temsilcisi olan
ve özellikle yaptığı saha araştırmalarıyla tanınan antropolog Bronislav Kaspar
Malinowski'nin sosyal alışveriş kuramına katkısı büyük olmuştur. Malinowski,
Trobriand Adaları'nda karşılıklı alışverişin sosyal birleşmenin ve bütünleşmenin temeli
olduğunu ileri sürmüştür. Malinowski (2003), karşılıklılık ilkesini, “sosyal yapının

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 122


5
Sosyal Alışveriş Kuramı

temeli olarak” değerlendirmiştir. Sosyal alışveriş kuramı, Malinowski’nin ilkel


toplumları açıklarken kullandığı “karşılıklılık ilkesi”ni çok ciddiye almıştır. Malinowski,
Trobriand Adaları’nda yaptığı alan araştırmasında, balıkçılarla köylüler arasındaki
alma-verme ilişkisinde karşılıklılık ilkesinin esas olduğunu dile getirmiştir. Malinowski,
balıkçılıkla geçinen köylüler ile sebze yetiştiriciliğiyle geçinen köylüler arasındaki
alışverişi uzun uzun analiz etmiştir. Malinowski, bu süreci şöyle anlatmıştır: Balıkçılar,
yakaladıkları balıkların bir bölümünü köylülere saklarlar. Kural olarak, karada yaşayan
topluluklardan birkaç kişi kıyıda balıkçıları beklerler. Balıkçıların elinden ipe dizilmiş
balıkları alırlar ve onları evlerine götürürler. Evleri, genellikle kilometrelerce uzaktadır.
Balığı taze taze götürebilmek amacıyla zaman zaman koşarak giderler. Burada iki köy
topluluğu arasında varılmış anlaşmalara dayalı bir ortak hizmetler dizgesiyle
Sosyal alışveriş kuramının karşılaşırız. Denizden uzak yerde yaşayan köy halkı, balıkçılara sebze verir, kıyı
köklerinde, köyünde yaşayan halk ise, onlara karşılığında balık verir. Bu, her şeyden önce
Malinowski'nin “karşılıklı
ekonomik bir düzenlemedir. Bunun törensel bir yönü de vardır. Çünkü değiş tokuş,
alışverişin sosyal
bütünleşmenin temeli” görkemli bir törenin kuralları çerçevesinde yapılır. Ama işin bir de yasal yönü vardır.
olduğuna ilişkin görüşü Balıkçı, kıyıdan uzak köylerde yaşayan bir dostundan bir armağan aldığında karşılığını
bulunmaktadır. ödemek zorundadır. Aynı şekilde, balıkçı da verdiği armağanın karşılığını mutlaka
almaktadır. Taraflardan hiçbiri armağanı geri çevirmez, karşılığında başka armağan
vermemezlik edemez ve vermeyi de asla geciktirmez (Malinowski, 2003).
Antropologlar, aynı zamanda, armağan alışverişi ve güç arasındaki ilişkiye de dikkat
çekmişlerdir. Örneğin, Marcel Mauss, armağan alışverişinde karşılıklılık esası olmadığı
zaman, yani taraflardan birinin daha değerli armağan vermesi ve armağanı alanın bu
armağana eşdeğerde armağan sunamaması durumunda, değerli armağan veren
kişinin karşısındaki kişi üzerinde bir güç elde edeceğini iddia etmiştir. Alışveriş
ilişkisinde güç oluşturmanın ya da yaratmanın rolü konusunda Mauss’un bu görüşü,
sosyal alışveriş kuramcıları, özellikle de Peter Michael Blau tarafından benimsenmiştir
(Wallace ve Wolf, 2004). Kısaca, sosyal alışveriş kuramının kökleri, Malinowski ve
Mauss gibi antropolojinin önemli isimlerin görüşlerine uzanır (Warshay, 1975).

SOSYAL ALIŞVERİŞ KURAMININ ANA İSİMLERİ


Sosyal alışveriş kuramı, çağdaş sosyolojinin bilinen isimleri George Caspar
Homans (1910-1989) ve Peter Michael Blau (1918-2002) tarafından geliştirilmiştir.
Homans, alışveriş olarak sosyal davranış, Blau ise alışveriş olarak sosyal yapı üzerine
yoğunlaşmıştır (Homans, 1958; Blau, 1964).

George Caspar Homans


Homans, 1910’da Amerika’da dünyaya gelmiş, 1989’da ölmüştür. Büyük ölçüde
bir tesadüf eseri sosyolog olmuştur. 1933’te ünlü psikolog Elton Mayo’nun
yönlendirmesiyle psikolojiye ve sosyolojiye merak salmıştır. Mayo, Homans’a özellikle
Bronislaw Kaspar Malinowski’nin kitaplarını okumasını önermiştir. İkinci Dünya
Savaşı’nda Amerikan donanmasında görev almıştır. Savaştan sonra kadrolu bir görevle

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 123


6
Sosyal Alışveriş Kuramı

Harvard Üniversitesi’ne dönmüştür. Harvard Üniversitesi Toplumsal İlişkiler


Bölümü’nde işlevselciliğin ana ismi Talcott Parsons ile birlikte çalışmıştır. İnsan Grubu,
Sosyal Davranış: Onun Etkileşim Biçimleri, Sosyal Bilimin Doğası adlı kitapları
yayımlamıştır (Ritzer, 2012).

Resim 6.1. George Caspar Homans

Homans’ın sosyolojisi temelde kolektivist değil, bireycidir (Ritzer, 2012).


Homans’a göre, sosyolojinin kalbi, bireysel davranış ve etkileşimdir (Ritzer, 1983).
Homans, sosyolojinin görevinin grup davranışının incelenmesi olduğunu iddia etmiştir
Sosyal alışveriş
(Timasheff, 1967). Homans, bireyler, gruplar, özellikle de küçük gruplara ilişkin
kuramının önde gelen
simaları George Caspar görüşlerini İnsan Grubu kitabında toplamıştır (Homans, 1950). Daha sonra Homans,
Homans ve Peter küçük grup davranışlarının özünü teşkil eden insan etkinliklerinin temel prensiplerine
Michael Blau’dur. yönelmiştir. Bu konudaki görüşlerini sosyal alışveriş kuramının da temel kitabı olarak
bilinen Sosyal Davranış: Onun Etkileşim Biçimleri’nde bir araya getirmiştir (Homans,
1961).
Homans, Sosyal Davranış: Onun Etkileşim Biçimleri kitabında, Amerikan
toplumunun genel bakışıyla uyumlu bir sosyoloji kuramı geliştirmiştir. Homans, söz
konusu eserinde, insanların maddiyatçı olduğunu, kâr motivasyonuyla hareket ettiğini,
kendi çıkarlarını düşündüğünü, rekabetin ilerleme için kaldıraç işi gördüğünü,
kapitalizmin sadece en iyi değil aynı zamanda en doğal ekonomik sistem olduğunu
iddia etmiştir (Berberoglu, 2009).
Homans, “sosyal davranışın alışveriş kuramı”nı başlatan sosyolog olarak
tanınmıştır. Homans, sosyal alışveriş kuramının kavramsal açıklamasına sosyal
davranışı tanımlayarak başlamıştır. Homans'a göre, sosyal davranış, bir kişi belli bir
şekilde eylemde bulunduğunda en azından diğer bir kişinin davranışı yoluyla
ödüllendirildiğinde ya da cezalandırıldığında ortaya çıkan davranıştır (Larson, 1973).
Homans, insanların sosyal olduğunu ve zamanlarının önemli bir kısmını birbirleriyle
etkileşim kurarak geçirdiklerini öne sürmüştür. Homans, sosyal davranışı, en az iki
George Caspar Homans, birey arasındaki somut, ödüllendirici ve maliyetli bir etkinlik alışverişi olarak ele
insan davranışlarını almıştır (Ritzer, 2012).
ödül ve cezalandırma
çerçevesinde Homans, davranışçılığı önemsemiştir. Homans, davranışçılığın ilk kez J. B.
değerlendirmiştir. Watson tarafından açık olarak belirtildiğini daha sonra ise B. F. Skinner tarafından
ihtimamlı bir hâle getirildiğini vurgulamıştır. Fakat Homans, davranışçılığın pisikolojide

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 124


7
Sosyal Alışveriş Kuramı

ve diğer sosyal bilimlerde aşağılandığını, yani bir “parya” muamelesi gördüğünü


bildirmiştir. Homans’a göre, davranışçılığın hakikati kabul edildikçe onun bir parya
olması sona erecektir (Homans, 1988). Bu çerçevede, Homans, Harvard’daki
meslektaşı Skinner’in psikolojik davranışçılığı çerçevesinde kendi alışveriş kuramını
geliştirmiştir (Ritzer, 2013). Başka bir deyişle, Homans, alışveriş kuramının gelişimine
kendi sosyal davranışçı paradigmasıyla başlamış, bilhassa da Skinner’in güvercinlerle
ilgili çalışmalarını esas almıştır. Skinner, güvercinlerin hareketiyle, Homans ise
insanların davranışlarıyla ilgilenmiştir. Homans’a göre, Skinner'in güvercinleri
psikologlarla gerçek bir alışveriş ilişkisinde değildir. Homans, güvercinlerin tek taraflı
bir alışveriş ilişkisindeyken tam tersine insanlar arası alışverişin genellikle iki yönlü
olduğunun altını çizmiştir (Kızılçelik, 1996). Homans’a göre, sosyal davranış, maddi
malların, aynı zamanda, prestij ve onama sembolleri gibi maddi olmayan malların
alışverişidir. Başkalarına fazla şeyler veren bireyler, başkalarından verdiklerinden daha
fazlasını almayı denerler. Başkalarından fazla alan bireyler, onlara çok daha fazla
vermenin baskısı altında kalırlar. Bu etki süreci, alışverişlerdeki eşitliği dengede
tutmaya çözüm yolu bulmak eğilimindedir (Homans, 1958).
Homans, insan davranışını analiz ederken ödül ve cezalandırma kavram çiftini
önemsemiştir. Homans, ödüllendirici olan her şeyin daha da kuvvetlendiğini,
cezalandırılan şeyin ise tekrar edilmediğini ortaya koymuştur. Başka bir deyişle,
Homans’a göre, davranış ödülle azamileşir, cezayla asgarileşir (Richter, 2012).
Homans’ın alışveriş kuramı, bireyin davranışının ya ödül elde etmek ya da
cezalandırılmalardan kaçınmak amacıyla oluştuğu varsayımına dayanır. Ödül için bu
davranış alışverişi, basit ekonomik işlemlerin temel prensibidir. Birey, hizmetlerini
haftalık ödemeler karşılığında değiştirebilir. Bu para ile de, yiyecek-içecek alabilir,
kirasını ödeyebilir ve bir tenis kulübü üyeliği satın alabilir. Bu harcamalardan her biri,
ekonomik alışveriş örnekleridir. Homans, tüm sosyal davranışları, böylesi bir alışveriş
sonucu olarak görmüştür. Örneğin, istihdam yalnızca bir maddi ödül olarak maaş
sağlamaz fakat aynı zamanda arkadaşlık ve doyum gibi maddi olmayan ödülleri de
sağlar. Aynı ortamda işçinin, işsizlik korkusundan da kurtulmasını sağlar. Homans,
insanların yalnızca cezayı en aza indirmek ve kârlarını artırmak amacıyla eyleme
geçtiklerini öne sürmüştür (Polama, 1993). Homans, ödül ve ceza çerçevesinde
bireylerin davranışlarını açıklamak için şu altı temel önermeyi geliştirmiştir
(Berberoglu, 2009):
 Uyarıcı Önermesi: Eğer geçmişte belli bir uyarıcı meydana geldiğinde bir
bireyin eylemi ödüllendirilmişse, şu anki uyarıcılar geçmişteki uyarıcılara ne
kadar çok benziyorsa, bireyin aynı eylemi şimdi gerçekleştirme ihtimali o
kadar fazladır.
 Başarı Önermesi: Bir bireyin yaptığı bütün eylemlerinde, belli bir eylemi ne
kadar sık ödüllendiriliyorsa, bireyin o eylemi yapma olasılığı o kadar artar.
 Değer Önermesi: Bir birey için eyleminin neticesi ne kadar değerli ise, bireyin
o eylemi gerçekleştirme ihtimali o kadar yüksek olur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 125


8
Sosyal Alışveriş Kuramı

 Yoksunluk-Doyum Önermesi: Birey, belli bir ödülü yakın geçmişte ne kadar sık
almışsa, o ödülün daha fazlasının değeri o birey için o kadar az olur.
 Saldırganlık-Onay Önermesi: Bir bireyin eylemi, o bireyin beklediği ödülü
getirmezse, birey öfkelenir ve saldırgan davranışlar sergiler. Yine bir bireyin
eylemi beklediği ödülü getirirse, birey memnun olur.
 Akılcılık Önermesi: Bir birey, alternatif eylemler arasında bir seçim yaparken, o
andaki algılamasına göre, sonuç değeri (D), sonucu elde etme olasılığıyla (O)
çarpıldığında hangi eyleminki daha büyükse o eylemi tercih eder.
Kısaca, Homans’ın sosyal dünyası, ödül ve ceza değişiminde bulunan etkileşim
hâlindeki bireylerden oluşmuştur (Coser, 2010). Homans, sosyolojik
çözümlemelerinde bireylerin etkinliklerine, etkileşime ve duygularına önem vermiştir.
George Caspar Homans, Başka bir deyişle, Homans, etkinlikler, duygular, ödül ve etkileşim gibi temel terimler
sosyolojik kuramında
doğrultusunda sosyal alışverişi kuramını geliştirme çabasında olmuştur. Homans,
bireylerin etkinliklerine,
etkileşime ve duygulara sosyal davranış üzerinde odaklanan ilk sistematik kuramı ileri sürmüştür. Ona göre,
ayrıcalık tanımıştır. sosyal davranış en az iki kişi arasında, elle tutulur veya tutulmaz, az veya çok
ödüllendirici ya da değerli faaliyet alışverişidir (Kızılçelik, 1996). Homans, sosyal
alışveriş kuramında etkileşimi ön plana çıkarmıştır. Homans’a göre, etkileşim, iki ya da
daha çok bireyin karşılıklı etkisine işaret eder (Larson, 1973). Homans, sosyal
etkileşimi, sosyal alışveriş olarak görmüştür (Scott, 1995). Dolayısıyla Homans’ın
sosyolojisinin özü, sosyal kurumlar ve yapılardan ziyade bireylerin etkileşimi
üzerinedir (Ritzer, 1983). Homans, büyük-ölçekli yapılar ve kurumlarla fazla
ilgilenmemiştir. Onun ana ilgisi, insanların mevcut davranışlarını devam ettirmelerine
yol açan pekiştirme tarzları, ödüllendirme ve maliyetlerdir. Bu çerçevede Homans,
bireylerin geçmişte ödüllendirildikleri davranışlarını sürdürdüklerini, geçmişte
maliyetli olduğunu gördükleri davranışlardan ise vazgeçtiklerini iddia etmiştir (Ritzer,
2013). Homans, insanların ödül getiren davranışlarını tekrarladıklarını, cezalandırılan
davranışlarından ise kaçındıklarını söyleyerek, insan davranışının bir yönüne
odaklanmıştır.

Peter Michael Blau


Blau, 1918’de Avusturya’nın Viyana kentinde doğmuştur. 1939’da Amerika’ya
göç etmiş ve 1943’te ise Amerikan vatandaşı olmuştur. Öğrenimi, İkinci Dünya Savaşı
yüzünden kesintiye uğramıştır. Bu savaşta Amerikan ordusunda görev almıştır.
Sosyolojiyle ilgili derecelerini Elmhurst Koleji’nden ve Columbia Üniversitesi’nden
almıştır. Wayne State, Cornell ve Chicago Üniversitelerinde ders vermiştir. Columbia
Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olmuştur. 1964’te Amerikan Sosyoloji Derneği
Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Aynı yıl Sosyal Hayatta Alışveriş ve Güç kitabını
yayımlamıştır. Bu kitabı, sosyal alışveriş kuramına yapmış olduğu büyük bir katkı
olarak değerlendirilmiştir (Ritzer, 2012; Wallace ve Wolf, 2004). Blau’nun bu kitabının
dışında Bürokrasinin Dinamikleri; Organizasyonların Yapısı kitapları da vardır. Blau,
sosyal hayatın genel bir alışveriş kuramını geliştirmekle ilgilenmiştir (Kinloch, 1977).
Blau, 2002’de ölmüştür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 126


9
Sosyal Alışveriş Kuramı

Resim 6.2. Peter Michael Blau

Sosyal alışveriş kuramı içinde Blau ile Homans, mikro yapılar ve makro yapılar
konusunda anlaşamamışlardır. Homans, mikro yapılar üzerinde durmuşken, Blau daha
çok makro yapıları analiz etmiştir. Mikro yapılar, etkileşimde bulunan bireylerden
Peter Michael Blau, oluşur. Makro yapılar ise, birbirleriyle karşılıklı ilişki içinde olan sosyal gruplardan
sosyal alışveriş ile güç meydana gelir. Blau, toplumun parçaları olarak aktörleri, onların düşüncelerini ve
arasındaki ilişkiye
eylemlerini değil, grupları göz önünde bulundurmuştur. Sosyal yapılar, hayatın
vurgu yapmıştır.
gözlenen yönleridir. Sosyal yapı, etkileşimlerden oluşur (Kızılçelik, 2008).
Blau, Homans’tan farklı olarak “geniş-ölçekli alışveriş kuramı” geliştirmiştir.
Blau, gruplar arasında olduğu kadar bireyler arasındaki ilişkilerin altını çizerek ve insan
davranışlarını neyin yönettiğini belirterek alışveriş süreci üzerine odaklanmıştır. Bu
noktada Blau’nun pozisyonu Homans’ınkiyle benzerlik gösterir. Fakat Blau, Homans’ın
kuramını sosyal olguların düzeyini açıklama yönünde genişletmiştir. Şöyle ki, Blau,
sosyal etkileşim sürecinin onu çevreleyen sosyal yapıdan ayrı olarak analiz
edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Blau’ya göre, sosyal yapı, sosyal etkileşimden
meydana gelir. Blau’nun kuramına göre, sosyal etkileşim ilk önce sosyal gruplarda
gerçekleşir. İnsanlar gruplara kabul edilmek isterler. Gruplar, her zaman insanlar için
çekicidir. Çünkü gruplarda ödül mekanizması vardır. İnsanlar gruplara kabul
edilebilmek için grup üyelerine ödüller teklif etmek zorundadırlar. Grup üyeleri
arasındaki ilişkiler, grup üyeleri grubu etkiledikleri ve grup üyeleri bekledikleri ödülleri
aldıkları zaman güçlenir. Gruba yeni gelen insanların grup üyelerini etkilemek için
gösterdikleri çabalar, grup birliğine yol açar, ama oldukça fazla insan aktif olarak
ödüller için diğerlerinin yeteneğini etkilemeye çabaladığı zaman grup içinde rekabet
Blau, sosyal alışverişin ve sosyal farklılaşma meydana gelir (Ritzer, 1983).
işlevlerinden söz etmiş,
Blau, sosyal alışveriş ile ekonomik alışveriş arasındaki bağlantıya işaret etmiştir.
özellikle de sosyal
alışverişin sosyal birleşme Blau’ya göre, sosyal alışveriş, ekonomik alan dışındaki sosyal etkileşimin ekonomik
ve bütünleşmedeki işlemlerle önemli benzerliklerinin olduğunu göstermek için tasarlanmış bir terimdir.
rolüne işaret etmiştir. Ancak ekonomik işlemler ile sosyal alışveriş arasında önemli farklılıklar da vardır.
Ekonomik işlemlerde alışverişin koşulları ve geleceği ayrıntılarıyla açıklanır. Ekonomik
işlemlerin tersine sosyal alışverişteki karşılıklılık ve koşullar daha önceden garanti
edilemez. Sosyal alışveriş, geleceğe yayılan zorunlulukları yaratan yararları tedarik
etmeyi gerekli kılar. Karşılıklılığın geriye sunumunun doğası, önceden koşulla
belirlenemez ve pazarlık konusu edilemez. Karşılıklılığı sunacak kişinin nezaketine
bırakılır. Bundan dolayı, eğer bir kişi bir akşam yemeği partisi verirse o kişi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 127


10
Sosyal Alışveriş Kuramı

konuklarının gelecekte bu yemek partisinin karşılığını vereceğini umar fakat


konuklarıyla partinin türü, kimleri davet edeceği konusunda pazarlık etmez. Bunun
yanı sıra, kendisi resmî bir akşam yemeği verdiğinden konuklarından hızlıca
hazırlanmış bir öğle yemeğine çağrılmayı beklemez (Kızılçelik, 1996). Blau, sosyal
alışveriş ile ekonomik alışverişin benzerliğine ve farklılığına vurgu yaptıktan sonra
sosyal alışverişin işlevlerine odaklanmıştır.
Blau’ya göre, sosyal alışveriş, işlevseldir. İlk olarak, sosyal alışveriş, arkadaşlık
bağları yaratır. İkinci olarak, sosyal alışveriş, bireyler arasında tabiiyeti ya da üstünlüğü
kabul ettirir. Üçüncü olarak, sosyal alışveriş, bireyler arasında karşılıklı güven
yaratarak, farklılaşmayı teşvik ederek, toplum normlarına uymayı zorlayarak ve ortak
değerleri geliştirerek sosyal bütünleşmeyi arttırır (Wallace ve Wolf, 2004).
Blau’nun amacı, bireyler ve gruplar arasındaki ilişkileri yöneten sosyal süreçlerin
analizi temelinde sosyal yapıyı anlamadır (Blau, 1964). Blau’nun birincil ilgisi, alışveriş
ve güç arasındaki ilişkidir (Larson, 1973). Blau’ya (1964) göre, sosyal alışveriş, en az iki
taraf arasında cereyan eder. Ona göre, taraflar arasındaki alma-verme ilişkisi denk
olmalıdır. Yani bireyler birbirlerine verdikleri şeyin eş değerini talep ederler. Aksi
hâlde taraflar arasında eşitliğe ve dengeye dayalı bir ilişki biçimi gelişmez. Bu durumda
alışveriş, gücü ortaya çıkarır. Kinloch’un (1977) işaret ettiği gibi, Blau’ya göre, alışveriş,
statü ve güç farklılaşmasına sebebiyet verir.
Netice itibarıyla, Blau, temelde Homans’ın bakış açısını benimsemiştir. Fakat
ikisinin yaklaşımı arasında önemli bir farklılık vardır. Homans, sosyal davranışın temel
biçimleriyle ilgilenmişken Blau, eylemde bulunanlar arasındaki alışverişten başlamış ve
hızlıca bu alışverişten doğan geniş yapılara ilerleyerek bu temel biçimleri, yapısal ve
kültürel düzeylerdeki alışverişle bütünleştirmek istemiştir. Blau, esasında büyük-
ölçekli yapılar arasındaki alışverişle ilgilenmiştir (Ritzer, 2013). İşte, bu noktada
Blau'nun sosyal alışveriş kuramına en büyük katkısı, küçük gruplarda olduğu kadar
geniş sosyal kurumlarda da güç temeline dayalı alışveriş, geniş ölçekte toplumun
bütünleşmesi ve alışveriş arasındaki ilişkiyle ilgilenmiş olmasıdır (Kızılçelik, 1996).
Blau’nun kuramı, bireyler arasındaki alışveriş, çatışma ve etkileşim gibi mikro süreçler
ile gruplar, topluluklar, örgütler ve kurumlar gibi makro düzeydeki yapılar arasında
köprü kurmaya çalışmıştır (Turner, 1974). Blau, sosyal olguculuk ve sosyal
davranışçılığı birleştiren bir sosyal alışveriş kuramı geliştirmiştir (Ritzer, 1983). Blau,
sosyal alışveriş kuramını, psikolojik indirgemecilik alanından alıp sosyolojinin alanına
götürmeye çalışmıştır. Yine de Blau’nun kuramı, çoğu insan davranışının alışverişle
yönlendirildiği öncülü üzerine inşa edilmiştir (Polama, 1993).

SOSYAL ALIŞVERİŞ KURAMININ ANAHTAR TERİMLERİ


Sosyal alışveriş kuramının anahtar terimleri, ekonomik alışveriş, sosyal alışveriş,
davranış, his, etkileşim, etkinlik, ödül, kâr ve yatırımdır. Bu anahtar terimler içinde en
mühim olanı, sosyal alışveriştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 128


11
Sosyal Alışveriş Kuramı

Sosyal alışveriş, ekonomik alışverişin mantığından hareketle geliştirilmiş bir


terimdir. Sosyal alışveriş, ekonomik davranışların sosyal ilişki ve etkileşimlerde geçerli
olduğu varsayımına dayanır. Örneğin, iktisat biliminde geçerli olan “azalan marjinal
fayda yasası”, yani “doyum noktasında sıfıra varacak şekilde sağlanan tatmin arttıkça
azalan orandaki fayda”ya (Emiroğlu, Danışoğlu ve Berberoğlu, 2006) işaret eden yasa,
sosyal hayatta, sosyal ilişkilerde ve sosyal alışverişte de geçerlidir. Örneğin, elma
Sosyal alışveriş yemeyi çok istediğimizde ilk yediğimiz elmadan büyük bir zevk alırız. Yediğimiz elma
kuramcılarına göre, sayısı arttıkça ilk yediğimiz elmadan aldığımız hazzı almamaya başlarız. Aynı durum,
iktisat biliminde kabul sosyal ilişkilerde de geçerlidir. İnsanlar, birbirlerinin dostluğundan ne kadar büyük haz
gören “azalan marjinal
duyarlarsa duysunlar, zaman içinde ilişkilerini sürdürmede başlangıçtaki gibi haz
fayda yasası”, sosyal
ilişkilerde de geçerlidir. duymamaya başlarlar. İnsanlar arasında başlangıçta kuvvetli olan ilişkilerin zamanla
gevşemesi, zayıflaması ve bazen de sona ermesi, iktisat bilimindeki söz konusu
yasayla, belirli ölçüde açıklanabilir.
Sosyal alışveriş kuramcıları, sosyal alışverişin her zaman dolar ya da sentlerle
ölçülemeyeceğini, sosyal alışverişte hem maddi hem de maddi olmayanların
değiştirildiğini kabul etmişlerdir (Polama, 1993). Kısaca, alma ve verme ya da alışveriş,
genellikle iktisadi hayatta sıkça kullanılan bir terimdir. Fakat sosyal alışveriş kuramı
yanlıları, ekonomideki alma ve verme işleminin gündelik hayatın her alanında var
olduğunu iddia etmişler, ekonomik alışveriş ile sosyal alışveriş arasındaki
benzerliklere işaret etmişlerdir. X vcc
Sosyal alışveriş kuramı,
bireylerin gündelik hayatta
akılcı davrandıklarını,
kendilerine fayda
Örnek

sağlamayan eylemlerden •Yaşadığı mahalledeki manavdan devamlı olarak meyve


sakındıklarını iddia etmiştir. ve sebze satın alan bir birey ile manavcı arasında zaman
içinde sosyal ilişki ve etkileşim gelişir.

SOSYAL ALIŞVERİŞ KURAMININ TEMEL TEZLERİ


Sosyal alışveriş kuramının temel tezlerini on noktada toplamak mümkündür:
 Sosyal alışveriş kuramı, bir mikro sosyoloji geleneğidir. Sosyal alışveriş kuramı,
toplum tahlilinde gruplar, özellikle de küçük gruplar üzerine odaklanmıştır.
Sosyal alışveriş kuramı, insan gruplarını, onların yapılarını ve ilişki ağlarını esas
almıştır. Sosyal alışveriş kuramcıları, sosyolojinin merkezine grup terimini
yerleştirmişlerdir. Özellikle Homans, grubu, birbirleriyle sık sık görüşen ve yüz
yüze iletişim kurabilen az sayıda insan toplamı olarak tarif etmiş, küçük
grupların davranışsal dinamiğini etkinlikler, etkileşim ve duygular
çerçevesinde analiz etmiştir (Kızılçelik, 2013).
 İnsanlar var olduklarından beri, bir karşılık bağımlılık ilişkisi içinde oldukları,
dolayısıyla karşılıklı olarak bir şeyler alıp verdikleri bilinmektedir. Hatta

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 129


12
Sosyal Alışveriş Kuramı

alışverişin tarihi, büyük ölçüde sosyal bilimlerin tarihidir. Platon'dan bu yana


herhangi bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi grubunun dengesi için, kimin kimden,
hangi nedenlerle ve hangi şartlar altında ne alıp vereceği konusunda bir
anlaşmaya varılmıştır (Bredemeier, 1990). Kısaca, bireyler, birbirlerine
karşılıklı olarak bağımlıdırlar. Onların mutluluklarının ya da mutsuzlukların
kaynağı diğer bireylerdir (Kızılçelik, 1996).
 Ekonomik alışveriş sürecinin mantığı sosyal hayatta da geçerlidir. Daha açık bir
deyişle, bireyler diğer bireylere mal ve hizmet sağlarlar ve bunların karşılığı
olarak da istedikleri malları ve hizmetleri elde etmek isterler. Sosyal etkileşim,
ekonomik alışverişe benzerdir (Polama, 1993). Örneğin, bireyler arası
münasebetlerde, hatta arkadaşlar arasındaki dostluk ilişkilerinde bile
iktisattaki “azalan marjinal fayda yasası” geçerlidir (Kızılçelik, 1996).
 Bireyler hayatlarının her alanında ve ilişkilerinde yalnızca kendi çıkarlarını
gözetirler (Kızılçelik, 2013). İnsanlar, her zaman kendi çıkarlarına ve
faydalarına en uygun olanı seçerler. İnsanı, çıkarlarına uygun olanı seçen bir
varlık olarak tanımlamak mümkündür. 1600’lerde René Descartes,
“düşünüyorum, öyleyse varım” demişti. Rasyonel seçim kuramı,
“düşünüyorum, öyleyse seçiyorum” üzerine inşa edilmiştir. Sosyal alışveriş
kuramı ise, “düşünüyorum, öyleyse faydama olan şeyleri seçiyorum” üzerine
bina edilmiştir (Adams ve Sydie, 2002).
 Bireyler arasında karşılıklı etkileşim vardır. Etkileşim sürecinde alışveriş
esastır. Bireyler arası ilişkiler, verme ve geri alma denkleştirmesine dayanır.
İnsanlar, diğerlerine bir şeyler verirken karşılığında bir şeyler bekler. Hayat,
Sosyal alışveriş kuramı, karşılıklılık ilkesi üzerine bina edilmiştir. Karşılıklılık ilkesi, aynı zamanda sosyal
sosyal alışverişin sosyal yapının temelidir (Kızılçelik, 2013). Örneğin, bir tanıdığının düğününe giden ve
bütünleşmeye ve yeni evlenen çifte bir bilezik hediye eden bir kişi, kendisinin ya da çocuklarının
kaynaşmaya vesile
düğününde o çiftten eş değer hediye bekler. Kendisine beklediği armağan
olduğunu savunmuştur.
gelmediği takdirde o ilişkiyi sürdürmeye pek de istekli olmaz.
 Sosyal etkileşim, sosyal hayatın temelidir. Sosyal hayatın birçok yönü sosyal
etkileşimden faydalanmayı yansıtır ve bunlar sosyal alışveriş kuramının ilgi
odağıdır (Kızılçelik, 1996).
 Sosyal alışveriş, sosyal ittifakı güçlendirir ve bütünleşmeyi temin eder
(Kızılçelik, 2013). İnsanlar arasında alma-verme ilişkisi geliştikçe sosyal ilişkiler
de gelişir. Örneğin, başlangıçta birbirini tanımayan iki insan (bir mahalle
bakkalı ile o mahalleye yeni taşınan bir vatandaş) arasında ekonomik temelde
başlayan ekonomik bir ilişki (bakkaldan ekmek alma ve karşılığında para
verme), zamanla söz konusu kişiler arasındaki ilişkileri geliştirir. Kısaca,
birbirleriyle ticaret yapan kişiler, gruplar ya da kesimler arasında zamanla
sosyal kaynaşma gerçekleşir.
 Sosyal alışveriş, insanlar arasındaki alışveriş, güç ve statü farklılaşmasına
sebebiyet verir. Bu da örgütlenmeye ve meşru kılmaya yol açar. Bu durum da
muhalefetin ve değişmenin tohumunu eker (Kızılçelik, 2013).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 130


13
Sosyal Alışveriş Kuramı

 Kişiler arası alışveriş sürecinde ödül elde etme önemlidir. Ödüller ise, sadece
sosyal etkileşimle elde edilir. Bunun için de bireyler münasebetlerini sürekli
olarak yenilerler. Ritzer’in deyişiyle, sosyal alışveriş kuramı, yalnızca birey
davranışıyla değil, aynı zamanda, ödüller ve maliyetlerin alışverişini içeren
bireyler arasındaki etkileşimle de ilgilenmektedir. Ödül alışverişi olduğu vakit
etkileşimlerin sürmesi olasıdır. Aksine, her iki tarafa oldukça maliyetli gelen
etkileşimlerin sürmesi çok daha az olasıdır (Ritzer, 2013). Kısaca, ödüller,
doğuştan elde edilmez, sonradan kazanılır. Ödüllendirilen bir eyleme sürekli
olarak eşlik eden bir uyarıcı bir ödül hâline gelebilir (Homans, 1988).
 İnsanlar, akılcıdır. Akılcı karar verirler. Akılcı karar vermek, eylemde bulunanın
durumu algılayışına göre, ödül almak ve maliyetten kaçınmak anlamına gelir
(Bredemeier, 1990). İnsan davranışının amacı ekonomiktir, yani kârdır ve
ödülleri en çoğa çıkartabilmektir (Polama, 1993). Neticede sosyal alışveriş
kuramı, bütün sosyal ilişkilere, yani arkadaşlık ve diğer kişisel ilişkilere
maliyetler ve ödüller açısından bakmıştır (Johnson, 2008). Bireyin sosyal
etkileşimden elde edeceği faydalar, onun diğerlerine sağladığı faydaya
bağlıdır. Bu faydaları elde etmek için sosyal yapıda karşılıklı bir alışverişin
olması gereklidir. Bu nedenle, toplum, fayda akışlarının şebekesi olarak
algılanır (Waters, 2008). Kısaca, sosyal alışveriş kuramına göre, insan
Sosyal alışveriş kuramı, davranışının gayesi, başkalarının çıkarını düşünmek değil, yalnızca çıkarını ve
yeterince sosyolojik bir kârını artırmaktır.
kuram olmadığı için tepki
çekmiştir.

• Sizce sosyal alışveriş kuramı çağdaş sosyolojide neden


Bireysel Etkinlik

önemli bir kuramdır? Bir fikriniz var mı?


• Sosyal alışveriş kuramının, diğer çağdaş sosyoloji
kuramlarının ortaya çıkmasında ve sosyolojik kuramın
gelişmesinde ne gibi etkileri olmuştur?

SOSYAL ALIŞVERİŞ KURAMININ ELEŞTİRİSİ


Sosyal alışveriş kuramına yöneltilen eleştirileri yedi noktada toplamak
mümkündür.
 Sosyal alışveriş kuramı, bireylerin davranışlarını, grup yapısını ve sosyal hayatı
oldukça sınırlı ekonomik kavramlarla (alışveriş gibi) açıklamaya çalışmıştır.
 Sosyal alışveriş kuramı, tarihi, toplumu ve sosyal yapıyı yeterince
açıklayamamıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 131


14
Sosyal Alışveriş Kuramı

 Sosyal alışveriş kuramı, makro ölçekli krizlere ve sorunlara ilgisiz kalmıştır. Bu


çerçevede Homans’ın pozisyonu sosyolojide ihtilaflı olarak görülmüştür.
Bazıları onu budalaca psikolojik indirgemeci olarak nitelemiştir (Larson, 1973).
Bu hususu biraz açmakta yarar vardır. Homans’ın kuramı, çoğu açıdan
sosyoloji ile zıtlık içindedir. Sosyolojik temelden yoksundur. Daha çok
psikolojiktir. Homans, genellikle psikolojik indirgemeci olarak bilinir. Bu
çerçevede, Higgins, Homans’ı şöyle eleştirmiştir: Psikolojik perspektif,
sosyolojik fenomeni içine alamaz. Psikolog “A”nın “B”yi ödüllendirmesi ya da
“B”nin “A”yı kuvvetlendirmesi yoluyla etkilenen insan davranışlarının alanını
anlar. Sosyolog için, “A”nın “B” ile ilişkisinin belli bir alandaki sonuçları
önemlidir. Muhtemelen “A” ile “B”nin ilişkisi öğrenilebilir, ama birbirlerinden
ne öğrendikleri ise bir sosyolojik fenomendir. Homans, bunu görmede
başarısız olmuştur. Sosyal Davranış: Onun Etkileşim Biçimleri kitabında, sosyal
Sosyal alışveriş kuramı,
olguların yalnızca diğer sosyal olgular yoluyla açıklanabileceğini vurgulayan
savaş, sosyal eşitsizlik,
sömürü, açlık, kıtlık, Durkheim’ın geleneksel pozisyonunu reddetmiştir. Açıklayıcı değer olarak
kitlesel katliamlar gibi sosyal olguların reddi Homans’ın sosyologlar tarafından pozitif biri olarak
büyük ölçekli sosyal nitelenmesini zorlaştırmıştır (Kızılçelik, 1996).
meseleler üzerine kafa  Sosyal alışveriş kuramı, sosyal yapı ve kurumları göz ardı ederek, küçük
yormamıştır. gruplar, grup içi ilişki ve etkileşimler üzerine yoğunlaşmıştır. Bu çerçevede,
sosyal alışveriş kuramı, Karl Marx’ın toplum çözümlemelerinde esas aldığı sınıf
gerçeğine ilgi göstermemiş, insanlığı ilgilendiren büyük problemlere çözüm
üretme gayretinde olmamıştır (Kızılçelik, 2013). Sözün kısası, sosyal alışveriş
kuramı, toplum analizinde sınıf ve sınıf çatışmasına yer vermemiş, Marxist ve
neo-Marxist kuramlara saldırmış, yalnızca gruplar, özellikle de küçük gruplar
üzerine odaklanmıştır.
 Sosyal alışveriş kuramı, bireysel eylem ve etkileşim üzerine yoğunlaşmış, akılcı,
kâr güdüsüyle donanmış, liberal ve pragmatist insan tipi inşa etmeyi
hedeflemiştir (Kızılçelik, 2013).
 Sosyal alışveriş kuramcıları, makro krizleri umursamamış, kapitalizmin
yarattığı tahribatlar, çöküntüler ve sorunlar üstüne asla düşünmemişlerdir
(Kızılçelik, 2013).
 Sosyal alışveriş kuramı, tarihsel süreci, toplumda meydan gelen değişmeleri
açıklayamamıştır. Bu yönüyle, sosyal alışveriş kuramı, yeterince sosyolojik
değildir.
Sosyal alışveriş kuramının, sosyoloji dünyasında, özellikle de mikro sosyoloji
geleneğinde yeri ve önemi büyüktür. Bugün, bireyi ve onun sorunlarını merkeze alan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 132


15
Sosyal Alışveriş Kuramı

çağdaş sosyolojinin bazı ana vurguları ve tartışma alanları, sosyal alışveriş kuramına
aittir.
Sosyal alışveriş kuramı,
 Bireyin eylemini ve diğer bireylerle olan ilişki ağlarını, onun duygusu, ilgisi,
Sosyal alışveriş kuramı, çıkarı, yararı ve kazancı çerçevesinde değerlendirmiştir.
kapitalist toplumla  Bireyin “ekonomik insan” (homo-economicus) olduğunu iddia etmiş, onun
uyumlu bir çağdaş başka yönlerini ıskalamıştır.
sosyoloji kuramıdır.  Bireyler arasındaki alışverişin sosyal bütünleşmede rolünün büyük olduğuna
vurgu yapmıştır.
 İnsanlığı derinden etkileyen sosyal sorunlar ve büyük krizler üzerine
düşünmemiştir.
 Sosyal hayatı liberal ekonominin kurallarına bağlı olarak değerlendirmekle
büyük bir hata yapmıştır.
 Toplum gibi karmaşık bir gerçeği alışveriş terimiyle açıklamak mümkün
değildir.
Bireysel Etkinlik

• Sosyal alışveriş kuramının anahtar terimlerini daha iyi


kavramak için en az bir tane Ekonomi Sözlüğü okuyun.
• Sosyal alışveriş kuramının temsilcilerinin birer kitabını
okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 133


16
Sosyal Alışveriş Kuramı

•Sosyal alışveriş kuramı, çağdaş sosyolojide toplumu “alışveriş”


olgusu açısından çözümleyen bir kuramdır. Sosyolojide alışveriş
olgusuna eğilen ve onu çözümlemelerinin merkezine yerleştiren
kuram, sosyal alışveriş kuramı olmuştur. Sosyal alışveriş kuramı,
sosyal hayatı ve onun kurallarını ekonomik hayat ve onun kuralları
Özet
gibi düşünen çağdaş sosyoloji kuramıdır. Sosyal alışveriş kuramı,
iktisadın, bilhassa da liberal iktisadın kanunlarının sosyal hayatta da
birebir geçerli olduğu varsayımına dayanır. Bu noktada sosyal
alışveriş kuramı, bireylerin davranışının ve diğer bireylerle
ilişkilerinin temelinde menfaatlerin, elde edilen ödüllerin ve
sağlanan faydaların bulunduğunu öne süren bir kuramdır. Kısaca,
sosyal alışveriş kuramı, sosyal hayatın mantığını ekonomik hayatın
mantığından ve ilkelerinden hareketle açıklamaya çalışan bir mikro
sosyoloji geleneğidir. Sosyal alışveriş kuramı, toplum ya da sosyal
yapılardan ziyade birey ve onun diğer bireylerle olan ilişkilerine ve
etkileşim biçimlerine kilitlenmiştir.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biri
olan sosyal alışveriş kuramını ana hatlarıyla tanıtmaktır. Sosyal
alışveriş kuramının öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş sosyolojide
etkin olan diğer kuramların, özellikle de sembolik etkileşimcilik
gibi mikro kuramların daha iyi anlaşılmasına da imkân tanır.
•Sosyal alışveriş kuramının kökleri, öncelikli olarak ilkçağ
filozoflarından Aristoteles’in görüşlerine uzanır. Aristoteles, sosyal
alışveriş kuramının anahtar terimi olan sosyal alışverişin ekonomik
alışveriş ile benzer ve farklı yönlerini ortaya koyan ilk filozoftur.
•Diğer yandan, sosyal alışveriş kuramı, bireylerin ekonomik
işlemlerde sadece kendi menfaatlerini düşündüklerini ve rasyonel
hereket ettiklerini öne süren liberal iktisatçıların, özellikle de
Adam Smith’in görüşlerini referans almıştır. Bu çerçevede, sosyal
alışveriş kuramı, kapitalist sistemde bireylerin fayda ve çıkarlarını
en iyi şekilde gerçekleştirdiğini iddia eden liberal iktisatçıların
görüşlerine dayalı olarak geliştirilmiş olan rasyonel seçim kuramını
dikkate almıştır.
•Adam Smith'in yanı sıra bazı antropologların düşünceleri, özellikle
de Bronislav Kaspar Malinowski’nin temel fikirleri, sosyal alışveriş
kuramı için önemli bir kaynak olmuştur. Sosyal alışveriş kuramının
köklerinde, Malinowski’nin “karşılıklı alışverişin sosyal
bütünleşmenin temeli” olduğuna ilişkin görüşü bulunmaktadır.
•Sosyal alışveriş kuramının ustaları, George Caspar Homans ve
Peter Michael Blau’ur.
•George Caspar Homans, bireyler, bireysel davranış, gruplar, grup
davranışı ve etkileşim üzerine odaklanmıştır. Homans, sosyolojik
analizlerinde davranışçılığı ciddiye almıştır. Homans, insan
davranışını “ödül-ceza” üzerinden tahlil etmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 134


17
Sosyal Alışveriş Kuramı

•Peter Michael Blau, sosyal alışveriş ile ekonomik alışveriş


arasındaki bağlantıya işaret etmiştir. Blau, sosyal alışverişin birey
ve toplum açısından işlevsel olduğunu söylemiştir. Blau, ayrıca
sosyal alışveriş ile güç arasındaki ilişkiye vurgu yapmıştır.
•Sosyal alışveriş kuramının anahtar terimleri arasında ekonomik
Özet (devamı)
alışveriş, sosyal alışveriş, davarnış, etkinlik, duygu, etkileşim, çıkar,
fayda, ödül ve ceza ön plana çıkmaktadır. Bu anahtar terimler
içinde en mühim olanı, sosyal alışveriş terimidir
•Sosyal alışveriş kuramı, toplum tahlilinde gruplar, özellikle de
küçük gruplar üzerine odaklanmıştır. Sosyal alışveriş kuramı, insan
gruplarını, onların yapılarını ve ilişki ağlarını esas almıştır.
•Sosyal alışveriş kuramı, bireye yönelmiş, bireysel davranış ve
etkileşimi esas almıştır. Bireylerin diğer bireylerle ilişki ve
etkileşimlerinde alışverişe katıldıklarını iddia etmiştir.
•Sosyal alışveriş kuramına göre, sosyal alışveriş, toplumda önemli
işlevlere sahiptir. Sosyal alışveriş, bireyleri bütünleştirir, ittifakları
arttırır, arkadaşlık bağlarını güçlendirir ve bireyler arasında güvene
dayalı ilişkiler tesis eder.
•Sosyal alışveriş kuramına göre, sosyal alışveriş, toplumda güç ve
statü farklılaşmasına neden olur.
•Sosyal alışveriş kuramı, bireylerin yararları ve çıkarları çerçevesinde
toplumu anlamaya çalışmıştır.
•Sosyal alışveriş kuramı, insanların her zaman kendi çıkarlarına ve
faydalarına en uygun olanı seçtiklerini ifade etmiştir.
•Sosyal alışveriş kuramcı, iktisat biliminde kabul gören “azalan
marjinal fayda yasası”nın sosyal ilişkilerde de geçerli olduğunu
iddia etmiştir.
•Sosyal alışveriş kuramı, bireylerin gündelik hayatta akılcı
davrandıklarını, kendilerine fayda sağlamayan eylemlerden
sakındıklarını savunmuştur.
•Sosyal alışveriş kuramı, yeterince sosyolojik bir kuram olmadığı için
tepki çekmiştir. Çünkü toplum gibi karmaşık bir gerçekliği alışveriş
terimi ile açıklamak mümkün değildir.
•Sosyal alışveriş kuramı, tarihsel süreci, toplumda meydan gelen
değişmeleri açıklayamamıştır. Bu yönüyle, sosyal alışveriş kuramı,
yeterince sosyolojik değildir.
•Sosyal alışveriş kuramı, bireyin sadece “ekonomik insan” olduğunu
iddia etmesi nedeniyle eleştirilmiştir.
•Sosyal alışveriş kuramı, toplumu ve sosyal hayatı, sadece liberal
ekonominin kurallarına bağlı olarak değerlendirmekle hata
yapmıştır.
•Sosyal alışveriş kuramı, savaş, sosyal eşitsizlik, sömürü, açlık, kıtlık,
kitlesel katliamlar gibi büyük ölçekli sosyal meseleler üzerine kafa
yormamıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 135


18
Sosyal Alışveriş Kuramı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Sosyal alışveriş kuramı, aşağıdaki iktisatçılardan hangisinin görüşlerine dayalı
olarak geliştirilmiştir?
a) Karl Marx
b) Pierre-Joseph Proudhon
c) Immanuel Wallerstein
d) Adam Smith
e) Friedrich Engels
2. Aşağıdakilerden hangisi sosyal alışveriş kuramının temsilcisidir?
a) Talcott Parsons
b) Peter Michael Blau
c) Bronislav Kaspar Malinowski
d) Herbert Blumer
e) Herbert Spencer
3. Aşağıdakilerden hangisi sosyal alışveriş kuramının anahtar terimlerinden
biridir?
a) Sosyal sınıf
b) Diyalektik
c) Ödül
d) Sembol
e) Sembolik etkileşimcilik
4. Aşağıdakilerden hangisi sosyal alışveriş kuramının temel tezlerinden biri
değildir?
a) İnsan davranışının gayesi, başkalarının çıkarını düşünmektir.
b) Sosyal alışveriş, sosyal ittifakı güçlendirir.
c) Sosyal alışveriş, bütünleşmeyi sağlar.
d) Sosyal alışveriş, toplumda statü ve güç farklılaşması yaratır.
e) İnsan davranışının amacı kârdır.
5. Sosyal alışveriş ile ekonomik alışveriş arasındaki benzerliklere ve farklılıklara
değinen ilk düşünür kimdir?
a) Adam Smith
b) Karl Marx
c) Platon
d) Aristoteles
e) Heraklitos

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 136


19
Sosyal Alışveriş Kuramı

6. Aşağıdakilerden hangisi sosyal alışveriş kuramına yöneltilen eleştirilerden


biridir?
a) Sosyal alışveriş kuramcıları, makro krizleri umursamamıştır.
b) Sosyal alışveriş kuramı, sosyal yapıya gereğinden fazla önem vermiştir.
c) Sosyal alışveriş kuramı, sosyal çatışmayı ve sosyal değişmeyi aşırı
derecede önemsemiştir.
d) Sosyal alışveriş kuramı, sınıf savaşımının önemini abartmıştır.
e) Sosyal alışveriş kuramı, var olan kapitalist düzene saldıran devrimci bir
kuramdır.
7. İnsan davranışını çözümlerken ödül-cezalandırma kavram çiftini esas alan
sosyolog kimdir?
a) Peter Michael Blau
b) Herbert Blumer
c) Emile Durkheim
d) Talcott Parsons
e) George Caspar Homans
8. Aşağıdakilerden hangisi sosyal alışveriş kuramı için söylenemez?
a) Sosyal alışveriş kuramı, mikro sosyoloji geleneğidir.
b) Sosyal alışveriş kuramı, Amerikan sosyoloji geleneğidir.
c) Sosyal alışveriş kuramının kökleri, iktisat bilimindedir.
d) Sosyal alışveriş kuramına göre insanlar, diğer insanlarla olan ilişkilerinde
yalnızca kendi çıkarlarını gözetirler.
e) Sosyal alışveriş kuramı, neo-Marxist sosyoloji kuramlarından biridir.
9. Sosyal alışverişin statü ve güç farklılaşmasına yol açtığını iddia eden sosyolog
kimdir?
a) Max Weber
b) Auguste Comte
c) Peter Michael Blau
d) George Caspar Homans
e) Robert King Merton
10. Sosyal alışveriş kuramına göre aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?
a) Sosyal alışveriş, sosyal çözülmeye sebebiyet verir.
b) Sosyal alışveriş, sosyal ittifakı güçlendirir ve bütünleşmeyi sağlar.
c) Sosyal alışveriş, sınıf mücadelesine ve dayanışmasına ivme kazandırır.
d) Sosyal alışveriş ile kültürel alışveriş arasında benzerlikler ve farklılıklar
vardır.
e) Sosyal alışveriş, bireyleri yalnızlığa iter.

Cevap Anahtarı
1.d, 2.b, 3.c, 4.a, 5.d, 6.a, 7.e, 8.e, 9.c, 10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 137


20
Sosyal Alışveriş Kuramı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California: Pine
Forge Press.
Akan, V. (1981). Çalışan Kadınların Ailedeki Gücü (Yayımlanmamış Doktora Tezi).
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı.
Becker, G. (1976). The Economic Approach to Human Behavior. Chicago: Chicago
University Press.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Blau, P. M. (1964). Exchange and Power in Social Life. New York: John Wiley.
Bredemeier, H. C. (1990). “Alışveriş Kuramı”. Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. T.
Bottomore ve R. Nisbet (Ed.). Çev.: A. Buğra. İstanbul: V Yayınları.
Coser, L.A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları: Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda
Fikirler. Çev.: H. Hülür ve Diğerleri. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Elster, J. (2008). Ekşi Üzümler: Rasyonalitenin Altüst Edilmesi Üzerine Çalışmalar. Çev.:
B. Cezar. İstanbul: Metis Yayınları.
Elster, J. (2010). Sosyal Davranışı Açıklamak: Sosyal Bilimler İçin Daha Fazla Pratik
Ayrıntı. Çev.: O. Sevimli ve M. Ö. Karaduman. Ankara: Phoenix Yayınevi.
Emiroğlu, K., Danışoğlu, B., Berberoğlu, B. (2006). Ekonomi Sözlüğü. Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları.
Hechter, M. (1989). “Rational Choice Foundations of Social Order”. Theory Building in
Sociology: Assesing Theoritical Cumulation. J. H. Turner (Ed.). California: Sage
Publications, Inc.
Homans, G. C. (1950). The Human Group. New York: Harcourt Brace Jovanovich.
Homans, G. C. (1958). “Social Behavior as Exchange”. American Journal of Sociology.
No. LXII.
Homans, G. C. (1961). Social Behavior Its Elemantary Forms. New York: Harcourt
Brace and World.
Homans, G. C. (1988). “Behaviourism and After”. Social Theory Today. A. Giddens ve J.
H. Turner (Ed.). Cambridge: Polity Press.
https://www.findagrave.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.ranker.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-Level
Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 138


21
Sosyal Alışveriş Kuramı

Kızılçelik, S. (1996). Sosyoloji Teorileri 3. İzmir: Saray Kitabevleri.


Kızılçelik, S. (2008). Sefaletin Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayınları.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayınları.
Kinloch, G. C. (1977). Sociological Theory Its Development and Major Paradigms. New
York: McGraw-Hill, Inc.
Larson, C. J. (1973). Major Themes in Sociological Theory. New York: David McKay
Company, Inc.
Malinowski, B. (2003). Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek. Çev.: Ş. Yeğin, İstanbul:
Epsilon Yayıncılık.
Polama, M. M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Erbaş. Ankara: Gündoğan
Yayınları.
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar: Klasik ve Modern Sosyoloji Anlayışlarına
Giriş. Çev.: N. Doğan. İstanbul: Küre Yayınları.
Ritzer, G. (1983). Sociological Theory. New York: Alfred A. Knopf, Inc.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım Yayım
Ltd. Şti.
Scott, J. (1995). Sociological Theory: Contemporary Debates. Aldershot Hants: Edward
Elgar Publishing Limited.
Timasheff, N. S. (1967). Sociological Theory Its Nature and Growth. New York:
Random House.
Turner, J. H. (1974). The Structure of Sociological Theory. IIIionis: The Dorsey Press.
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin
Geliştirilmesi. Çev.: L. Elburuz ve M. R. Ayas. İzmir: Punto Yayıncılık Ltd. Şti.
Warshay, L. H. (1975). The Current State of Sociological Theory: A Critical
Interpretation. New York: David McKay Company, Inc.
Waters, M. (2008). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: Z. Cirhinlioğlu ve Diğerleri.
Ankara: Gündoğan Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 139


22
MODERNLEŞME KURAMI

• Modernleşme Kuramının
Kökleri
İÇİNDEKİLER

• Modernleşme Kuramının Ana ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ


İsimleri KURAMLARI
• Modernleşme Kuramının
Anahtar Terimleri Prof. Dr. Sezgin
• Modernleşme Kuramının
Temel Tezleri KIZILÇELİK
• Modernleşme Kuramının
Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


HEDEFLER

•Modern sosyolojinin temel


kuramlarından biri olan
modernleşme kuramı hakkında bir
fikir edinebilecek,
•Modernleşme kuramının çağdaş
sosyolojideki yeri ve önemi
konusunda bilgi sahibi olabilecek,
•Bağımlılık kuramı, postmodern
kuram ve post-endüstriyel toplum
kuramını daha iyi
anlayabileceksiniz.
ÜNİTE

71

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Modernleşme Kuramı

MODERNLEŞME KURAMI

İktisadi gelişmenin aşamaları

Auguste Comte
Geleneksel toplum
Geleneksel
toplum Walt Whitman Rostow
Herbert Spencer

Hazırlık aşamasındaki toplum


Emile Durkheim
Modern
toplum Harekete geçme aşamasındaki toplum
Ferdinand Tönnies

Kitle tüketim
çağındaki toplum Ekonomik olgunlaşma
yolundaki toplum

Shmuel Noah Eisenstadt Ekonomik modernleşme

Siyasal modernleşme
Kültürel modernleşme

Modernleşme

Neil Joseph Smelser


Ekonomik gelişme

Daniel Lerner
Batılılaşma

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 141


2
Modernleşme Kuramı

GİRİŞ
Günümüzde bireyler, gündelik hayatlarının akışı içerisinde şu türden
cümleleri çok sıkça kurarlar ya da duyarlar: “O, çok modern bir insandır”, “Onun
kafa yapısı, moderndir”, “Modernlik bizim ruhumuzu sarmalamış”, “O, çağdaş bir
bilim adamıdır”, “Saç kesimin oldukça modern olmuş”, “Onların evi, modern bir
evdir”, “Bu ülke, çağdaş bir ülkedir”, “Gelişmiş bir ekonomiye sahibiz”, “Modern
bir şehirde yaşıyoruz”, “Onun modern bir işletmesi var”… Demek ki, modern,
çağdaş, modernlik, modernleşme, çağdaşlaşma, çağdaş toplum ve modern
toplum gibi terimler, hem günlük hayatımızda hem de entelektüel dünyada
kullanılan terimlerdir. Bu terimlerin hepsi de Batı’ya aittir ve Batı’yı betimlerler.
Bu terimleri savunanlar, onların “olumlu”, “iyi”, “gelişmiş” ve “uygar” olana
işaret ettiğini vurgularlar. Zikredilen terimleri, evrensel terimlermiş gibi sunarlar.
Modern insanı, çağdaş insanı, modern toplumu ve çağdaş toplumu, tüm
insanlığa model olarak takdim ederler. Onları, ilerlemenin, gelişmenin ve
uygarlaşmanın bizatihi kendisi olarak gösterirler. Modern insandan uzak durmayı
ve modern topluma mesafeli olmayı, barbar insan, barbar toplum, yani
barbarlıkla aynı kabul ederler. Modern toplum gibi olmamayı ilkel, vahşi, geri
kalmış ve az gelişmiş toplum olmakla bir tutarlar. Başka bir deyişle, modernlik
fikrinin taraftarları, modern topluma karşı olmayı, uygarlığa karşı olmak, ilerleme
Modernleşme kuramı, ve gelişmeyi inkâr etmekle eş değer görürler. Sonuç itibariyle, modernlik
gündelik hayatımızda yanlılarının bu görüşleri, mutlak doğru olarak kabul edilmiş, dünyanın her
farkında olmadan tarafında yaygınlaştırılmış, nihayetinde egemen söylem ve hatta resmî
övgüsünü yaptığımız bir paradigma hâline getirilmiştir. İşte bunun için azgelişmiş, barbar ve köylü
kuramdır. insanlar, “çağdaş insan” olmayı arzulamışlardır. Geleneksel toplumlar, azgelişmiş
toplumlar ya da köylü toplumları (Doğu toplumları), “çağdaş toplumu” ya da
“modern toplumu” (kent toplumu, gelişmiş toplum, endüstri toplumu, Batı
toplumları) model almışlar, yani Batı toplumları gibi olmalarına dönük bir proje
olan modernleşme ya da çağdaşlaşma projesini takip etmişlerdir.
Sosyolojide, bilhassa da çağdaş sosyolojide bu projeyi, yani modernleşme
projesini tahlil eden farklı kuramlar ortaya çıkmıştır. Bazı sosyoloji kuramları
(örneğin, modernleşme kuramı) modernleşmeye yüzeysel yaklaşmış iken, bazı
kuramlar (örneğin, bağımlılık kuramı) ise modernleşmenin derinliğine inerek ona
eleştirel bakmıştır. Çağdaş sosyoloji kuramları, bir bakıma 1950’lerden itibaren
modernleşmenin övgüsü ve eleştirisi çerçevesinde ikiye bölünmüştür. Daha açık
bir deyişle, bazı sosyolojik kuramlar (başta modernleşme kuramı olmak üzere)
modernleşmeyi Doğu toplumlarının (Üçüncü Dünya Ülkeleri, kırsal toplumlar,
azgelişmiş toplumlar, geleneksel toplumlar) kurtuluş projesi, bazı sosyolojik
kuramlar (başta bağımlılık kuramı olmak üzere) ise yıkılış projesi olarak ele
almışlardır.
Modernliğin ve modern toplumun övgüsünü yapan ve onlara yüzeysel
yaklaşan modernleşme kuramı, çağdaş sosyolojide ana kuramlardan biridir.
Modernleşme kuramı, iki ideal tip, yani geleneksel toplum ve modern toplum

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 142


3
Modernleşme Kuramı

arasındaki katı dikotomiyi (ikiye bölmeyi) referans alarak yola çıkmıştır (Larrain,
1989).
Modernleşme süreci, modern bilincin günümüzde Üçüncü Dünya olarak
adlandırılan ülkelerde yayılması olayıdır (Berger, Berger ve Kellner, 1985).
Modernleşme kuramı, geleneksel toplumlara kapitalistleşmeyi, daha nazik bir
ifadeyle modernleşmeyi çıkış yolu olarak gösteren bir kuramdır. Esas olarak,
modernleşme kuramı, modern toplumların dışında kalan geleneksel toplumların
modern toplumlara, geleneksel yapıların modern yapılara dönüşeceğini ileri
sürmüştür. Başka bir deyişle, bu kuramın merkezi problemi, geleneksel
toplumların modern toplumlara dönüşeceği iddiasıdır. Modernleşme kuramı,
Batı’nın düzenini (kapitalist düzeni), Doğu toplumlarına en önemli ve tek model
olarak sunmuştur. Bu kuram, Batı toplumlarının çıkarlarının savunuculuğunu
üstlenmiştir (Kızılçelik, 2008). İşte, bu yüzden modernleşme kuramı, aynı
zamanda çağdaş sosyoloji kuramları içinde en fazla eleştirilen kuramların başında
gelir. Modernleşme kuramı, birçok sosyoloji kuramının ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Bu üniteden sonra ele alacağımız üç ünitede (8, 9 ve 10. ünitede)
göreceğimiz bağımlılık kuramı, postmodern kuram ve post-endüstriyel toplum
kuramı, modernleşme kuramının eleştirisi üzerine inşa edilmişlerdir. Aşırı politik
Modernleşme kuramı,
sosyolojinin kurucuları olan ve Batı sömürgeciliğini savunan modernleşme kuramı, zamanla çağdaş
Comte, Spencer, sosyoloji kuramları içindeki saltanatını kaybetmiştir. Marshall’ın belirttiği gibi,
Durkheim’ın ve onların Soğuk Savaş’ın bir ürünü olan ve sömürgecilik sonrası dünyada sosyalizme
devamcıları olan meydan okuma çabalarından destek alan modernleşme kuramı, modern
işlevselcilerin dünyaya yönelik iyimserliği, aşırı basitleştirici değerlendirmeleri ve etnosantrizmi
görüşlerinden hareketle yüzünden bir takım eleştirilere uğramıştır. Nitekim 1960’larda, en popüler
ortaya çıkmıştır.
sosyolojik görüş olma etiketini muhalifi olan bağımlılık kuramına kaptırmıştır
(Marshall, 1999).
Bu bölümde, modernleşme kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar
terimleri, temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

MODERNLEŞME KURAMININ KÖKLERİ


Modernleşme kuramı, 1950’lerde öne çıkan bir kuramdır. Fakat bu
kuramın kökleri, 19. yüzyıl sosyolojisine uzanır. Modernleşme kuramının kökleri,
klasik sosyolojinin ustalarının (Auguste Comte, Herbert Spencer, Emile Durkheim
ve Ferdinand Tönnies’in) ikili ayrımlarına dayanır. Ayrıca, modernleşme
kuramının temelinde Comte, Spencer ve Durkheim tarafından inşa edilen
işlevselcilik, özellikle de onun çağdaş temsilcisi Talcott Parsons’un görüşleri
bulunur.
Comte, toplumların “teolojik” (hayali), “metafizik” (soyut) ve “pozitivist”
(bilimsel) olmak üzere üç aşamadan geçtiklerini ileri sürmüştür (Kızılçelik, 2016).
Başka bir deyişle, Comte, toplumların, geleneksel toplumdan (teolojik-askeri ve
metafizik-hukuki evrelerden) modern topluma (bilimsel-endüstriyel evreye, yani
endüstri toplumuna) doğru değişmesini kaçınılmaz bir süreç olarak görmüştür
(Turner, Beeghley ve Powers, 2010). Benzer bir biçimde, Spencer da,
toplumların, geleneksel toplumdan (askerî ya da militarist toplumdan) modern

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 143


4
Modernleşme Kuramı

topluma (endüstri toplumuna) geçişinin zorunlu olduğunu ileri sürmüştür


(Turner, Beeghley ve Powers, 2010). Kısaca, Spencer, toplumların evriminin
yönünün “askerî toplum”dan “sanayi toplumu”na doğru olduğunu belirtmiştir
(Kızılçelik, 2016
Modernleşme kuramı, Comte ve Spencer’ın yanı sıra, Emile Durkheim ve
Ferdinand Tönnies’in gelenek-modern şeklindeki ikili ayrımlarına bağlıdır.
Sosyolojinin kurucu babaları olarak Tönnies ve Durkheim, farklı açılardan da olsa,
modern öncesi toplumdan modern topluma geçişle, yani modernleşmeyle
ilgilenmişlerdir (Etzioni-Halevy, 1981). Tönnies, birbirine zıt iki ayrı gerçekliği analiz
etmiştir: Topluluk ve toplum. Tönnies, topluluğu, “gerçek organik hayat”, toplumu
ise “tamamen mekanik yapı” olarak ele almıştır (Tönnies, 2001). Tönnies, sosyal
değişmenin geleneksel öğelerle bezenmiş topluluktan oldukça karmaşık bir yapı
Modernleşme
kuramının analiz birimi, olan topluma doğru olduğunu ileri sürmüştür (Tönnies, 1957). Durkheim ise,
ilkel, geri kalmış, çağdışı sosyal değişmenin geleneksel unsurların, değerlerin ağırlıklı yer kapladığı ve
ve geleneksel olarak mekanik dayanışmanın hüküm sürdüğü basit toplumlardan karmaşıklığın öne
nitelediği Doğu çıktığı ve organik dayanışmanın ön planda bulunduğu toplum yapılarına doğru
toplumlarıdır. bir geçiş olduğunu iddia etmiştir. Durkheim, bu geçişi, tarihin bir yasası olarak
nitelemiştir (Durkheim, 2006). Kısaca, Etzioni-Halevy’in (1981) bildirdiği gibi,
modernleşme kuramı, gelenek ve modernlik zıtlığına dayanır.
19. yüzyıl Batı düşüncesinde egemen olan evrimci ve ilerlemeci sosyal
değişme anlayışı, 20. yüzyılda modernleşme kuramıyla yeniden canlılık
kazanmıştır. 19. yüzyılda ilkel toplumlardan uygar Batılı toplumlara doğru olan
sosyal değişmenin yönü, modernleşme kuramında geleneksel toplumların
modern Batılı toplumlara doğru evrilmeleri şekline dönüşmüştür (Coşkun, 1989).
Modernleşme kuramcıları da bütün toplumların Batı toplumlarına benzer
aşamalardan geçeceklerini ileri sürmüşlerdir. Çünkü onlara göre, Batı toplumları
“en uygar”, “en iyi” ve “en mükemmel toplum” olma özelliğine sahiptirler (Bellah
Modernleşme kuramının ve Diğerleri, 1992).
öncüleri arasında Walt Sözün kısası, modernleşme kuramı, Batı toplumlarını değil, Doğu
Whitman Rostow, Shmuel toplumlarını ilgi odağı olarak seçmiştir. Modernleşme kuramı, önemli ölçüde,
Noah Eisenstadt, Neil
Batı’nın Doğu toplumlarına yayılma ve oraları ele geçirme ihtiyacına verilen bir
Joseph Smelser ve Daniel
Lerner ön plana karşılıktır. Modernleşme kuramı, Batı toplumlarının Doğu toplumlarına bakışını
çıkmaktadır. en iyi yansıtan kuramların başında gelir. Coşkun’un deyişiyle, modernleşme
kuramı, İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda Batı’da yeni politik ve iktisadi
gelişmelerin meydana getirdiği gereksinimlere karşılık olarak Batılı sosyal
bilimciler tarafından ortaya atılmıştır. Modernleşme kuramı, bu gelişme ve
gereksinimler çerçevesinde, Batı toplumlarının kendi dışında kalan Doğu
toplumlarına (Batı-dışı toplumlara) bakışını yansıtmaktadır (Coşkun, 1989).

MODERNLEŞME KURAMININ ANA İSİMLERİ


Modernleşme kuramı, Batı toplumlarının övgüsünü yaptığı için çağdaş
sosyolojide çok fazla temsilcisi ve taraftarı olan bir kuram olma özelliğine
sahiptir. Modernleşme kuramının önde gelen savunucuları arasında Walt
Whitman Rostow (1916-2003), Shmuel Noah Eisenstadt (1923-2010), Neil

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 144


5
Modernleşme Kuramı

Joseph Smelser (1930-2017) ve Daniel Lerner (1917-1980) ayrıcalıklı bir konuma


sahiptirler. Modernleşme kuramı, söz konusu sosyologların görüşlerine dayanır.

Walt Whitman Rostow


Rostow, 1916’da Amerika’nın New York kentinde dünyaya gelmiştir. Yale
Üniversitesi’nde okumuş, Oxford ve Cambridge Üniversitelerinde çalışmıştır.
Daha sonra Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (M.I.T’de) görev yapmıştır.
Amerikan siyasetinde aktif olarak görev almış, 1960’larda ekonomi ve dış politika
konularında Başkan Kennedy ve Johnson’a özel danışmanlık yapmıştır. Başkan
Kennedy’nin isteği üzerine, 1961’de Ulusal Güvenlik İşleri’nde ve Siyaset
Planlama Konseyi’nde üst düzey yönetici olarak çalışmıştır. En meşhur eseri,
1960’ta yayımlanan İktisadî Gelişmenin Merhaleleri: Komünist Olmayan Bir
Manifesto’dur. Bunun yanı sıra Ekonomik Gelişme Süreci adlı başka bir esere de
sahiptir (Slattery, 2007; Altun, 2002).
Rostow, İktisadî Gelişmenin Merhaleleri: Komünist Olmayan Bir Manifesto
kitabında, iktisadi gelişmenin aşamaları olarak geleneksel toplum, hazırlık
aşamasındaki toplum, harekete geçme merhalesindeki toplum, ekonomik
olgunlaşma yolundaki toplum ve kitle tüketim çağındaki toplumdan söz etmiştir.
Ona göre, geleneksel toplum, Newton devrinden önceki bilime ve teknolojiye
dayanır. Rostow, tarihî bakımdan geleneksel toplumdan Newton öncesi dünyayı
kastetmiştir. Geleneksel toplum, örf ve adetlere, geleneğe bağlıdır. Ancak
geleneksel toplum hiçbir zaman statik değildir. Örneğin, bu toplumlarda ekilebilir
sahalar genişleyebilir. Bazı teknik icatlar ticarete, sanayiye ve tarıma girebilir.
Üretim, sulama faaliyetinin ıslahı veya yeni bir ürünün keşfi ve yayılması
sayesinde artabilir. Geleneksel toplumda ardına ardına değişmeler
gerçekleşebilir. Geleneksel toplum, özünde değişmeye açık bir toplumdur.
İktisadi gelişmenin ikinci aşamasında geleneksel toplumun değişmesiyle hazırlık
aşamasındaki toplum ortaya çıkmıştır. Bu aşamada gelişmenin başlaması için
gerekli koşullar hazırlanmıştır. Zira geleneksel bir toplumun modern bilimin
meyvelerinden faydalanmak, gerilikten kurtulmak ve böylece geometrik olarak
gelişme imkânlarından yararlanmak üzere zorunlu olan yola girebilmesi için
zamana ihtiyacı vardır. 17. yüzyılın sonunda ve 18. yüzyılın başında Batı
Avrupa’da, dünya pazarlarının tek taraflı genişlemesi ve bu pazarlar için yapılan
rekabetin getirdiği dinamizm içinde, modern bilimin buluşları tarımda ve
sanayide yeni üretim fonksiyonlarına aktarıldığı zaman bu hazırlık şartları
gerçekleşmiştir. Harekete geçme merhalesindeki toplum, modern toplumların
tarihindeki büyük aşamadır. Bu merhalede, gelişmeye karşı çıkan tüm engeller
ortadan kaldırılmıştır. Ekonomik gelişmeyi yapan güçler bu aşamada gelişmiş ve
topluma egemen olmuştur. Gelişme artık normal bir yola girmiştir. Kârın tekrar
yatırıma sarf edilmesi hâlinde çıkarların geometrik nisbetlerle artacağı düşüncesi
artık bireylere ve bizzat kurumların bünyesine girmiştir. İngiltere’de ve dünyanın
İngilizler tarafından iskân edilen Amerika gibi diğer zengin ülkelerinde harekete
geçmeyi teşvik eden asıl güç, teknoloji olmuştur. Harekete geçme aşamasından
sonra artık düzenli bir biçimde gelişmeye başlayan ekonomik etkinlik, modern
teknoloji her alana yayıldıkça, uzun ve kuvvetli bir ilerleme devresine, yani

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 145


6
Modernleşme Kuramı

ekonomik olgunlaşma yolundaki toplum aşamasına girmiştir. Teknik ve teknoloji


geliştikçe ekonomik düzen de değişmiş, ekonomi artık uluslararası bir boyut
kazanmıştır. Bu toplum aşamasında ekonomi, kendi harekete geçmesine güç
veren ilk sanayi faaliyetlerinin daha ötesine gitme ve modern teknolojinin en ileri
nimetlerini benimseyerek bunları kendi kaynaklarının büyük bir kısmına
uygulama yeteneği göstermiştir. Bu toplum aşamasından sonra insanlık son
aşamaya, yani kitle tüketim çağındaki toplum aşamasına girmiştir. Bu toplum
aşamasında, kitle tüketimi ön plana çıkmıştır. Toplum, artık modern teknolojinin
gelişmesini bir hedef saymaktan vazgeçmiştir. Teknoloji tek hedef olmaktan
çıkmıştır. İçinde yaşadığımız bu aşamada, belli başlı sektörler, tüketim
mamullerine ve hizmetlerine doğru yer değiştirmiştir (Rostow, 1999).
Kısaca, Rostow’un ana amacı, kitabının alt başlığının da (Komünist
Olmayan Bir Manifesto) gösterdiği gibi, Marksist evrim şemasını yanlışlamaktır
(Emiroğlu, Danışoğlu ve Berberoğlu, 2006). Rostow, öne sürdüğü iktisadi gelişme
aşamalarının toplumların tamamı için kaçınılmaz olduğunu iddia etmiştir.
Modernleşme kuramının etkileyici siması Rostow, bütün toplumların eninde
sonunda modernleşeceğini öne sürmüştür.

Shmuel Noah Eisenstadt


Eisenstadt, 1923 yılında Polonya’nın Varşova kentinde doğmuştur. On iki
Modernleşme terimi, yaşında Filistin’e göç etmiştir. 1947’de Kudüs İbrani Üniversitesi’nde doktorasını
Batı sistemi olan tamamlamış, 1959’da ise sosyoloji profesörü olmuştur. Uzun yıllar çalıştığı bu
modernliğin ana üniversiteden 1992’de emekliye ayrılmıştır. 1962-1963 yılları arasında
bileşenlerinin Doğu Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (M.I.T’de) misafir profesör olarak görev
toplumlarına kuramının
Modernleşme yayılması
yapmıştır. Bu sırada Talcott Parsons, Daniel Lerner ve Neil Joseph Smelser gibi
sürecine vurgu yapar.
mimarlarından Eisenstadt, sosyologlarla dostluk kurmuştur. En ünlü eseri, Modernleşme: Başkaldırı ve
modernleşmeyi, Değişim’i 1966 yılında yayımlamıştır (Altun, 2002).
ekonomik, siyasal ve
kültürel alanda bir değişim
süreci olarak görmüştür.

Resim 7.1. Shmuel Noah Eisenstadt

Eisenstadt, modernleşmeyi, 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Batı Avrupa ve


Kuzey Amerika’daki sosyal, kültürel, ekonomik ve politik sistemlerde meydana
gelen değişimin bir ürünü olarak gelişen ve sonra diğer Avrupa ülkelerine,
ardından da 19. ve 20. yüzyıllarda Güney Amerika, Asya ve Afrika kıtalarına
yayılan bir süreç olarak tanımlamıştır (Eisenstadt, 2007). Eisenstadt’a göre,
modernleşme bir değişme sürecidir. Modernleşme, sosyal değişmeyi tetikler.
Altun’un belirttiği gibi, Eisenstadt, modernleşmenin sosyal hayatın bütün
alanlarında sürekli bir değişmeyi gerekli kıldığını ileri sürmüştür (Altun, 2002).
Eisenstadt, bir değişme süreci olarak modernleşmenin şu üç temel boyutundan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 146


7
Modernleşme Kuramı

söz etmiştir: Ekonomik alandaki modernleşme, siyasal alandaki modernleşme ve


kültürel alandaki modernleşme.
Eisenstadt’a göre, ekonomik alandaki modernleşme, endüstri, ticaret ve
hizmet sektörlerinin gelişmesi, ekonomik etkinlik içinde yer alan birimlerdeki
(üretim, tüketim ve pazarlama) uzmanlaşmanın artması, faaliyet alanlarının
büyümesi, büyük pazarların karmaşıklaşması, mal, işçi ve para piyasalarının
gelişmesidir. Siyasal alandaki modernleşme, bölgesel faaliyet alanlarının
genişlemesi, özellikle de toplumun merkezi, yasal, idari ve siyasal araçlarının
iktidarının yoğunlaştırılması, potansiyel iktidarın toplumun geniş kesimlerine
sürekli olarak nüfuz etmesi, yöneticilerin geleneksel meşruluğunun zayıflaması
ve demokratik ölçünün esas alınmasıdır. Kültürel alanda modernleşme ise; din,
felsefe ve bilim gibi başat hâle gelen kültür ve değer sistemlerinin esas
unsurlarının büyüyen farklılaşması, seküler (laik) eğitimin ve okuryazarlığın
yaygınlaşması, entelektüel disiplinlerde uzmanlaşmış kadroların yetiştirilmesi ve
geliştirilmesi için daha karmaşık entelektüel kurumsal yapının oluşturulmasıdır
(Eisenstadt, 2007).
Eisenstadt’a göre, geleneksel toplumlardan modernliğe doğru yapılmakta
olan yolculuk bir dizi belirli aşamalardan geçmektedir. Geleneksel toplumlar,
modern topluma doğru dönüşürken siyasi bakımdan küçük hizipler yok olur,
siyasi partiler, kitle partileri ön plana çıkar, hükümetin idari ve yetki mercilerinin
önemi artar ve büyük ölçekli bürokratik yönetim oluşur. Nispeten sınırlandırılmış
yerli pazarlar içinde işleyen aile şirketleri gibi üretimin küçük ölçekli
birimlerinden daha çok merkezileşmiş, bürokratikleşmiş ve geniş ölçekli yeni
pazarlarda etkisini gösteren büyük anonim ortaklıklar, tröstler ve karteller gibi
üretimin daha büyük birimlerine geçiş ön plana çıkar. Mesleki sistemde ise,
nispeten karmaşık olmayan geleneksel mesleklerden yeni ve profesyonel
mesleklere (teknik, profesyonel, bilimsel ve teknolojik, iş ve yönetim pozisyonu
ve sosyal hizmet gibi alanlara) geçiş gerçekleşir (Eisenstadt, 2007).
Sözün kısası, Eisenstadt, 17. yüzyılda başlayan ve bugün dünyanın
tamamına yayılan modernleşme projesinin Batı’ya ait olduğunu bildirmiş, onun
ekonomik, politik ve kültürel alanda köklü değişmelere yol açtığının altını
çizmiştir.

Neil Joseph Smelser


Smelser, modernleşmeyi Smelser, 1930’da Amerika’nın Missouri kentinde dünyaya gelmiştir.
daha çok iktisadi bir Oldukça seçkin üniversitelerde (Harvard ve Oxford Üniversiteleri’nde) öğrenim
çerçevede ele almış ve
görmüştür. 1958-1994 yılları arasında California Üniversitesi’nde, 1994-2001
onu ekonomik gelişme
süreci olarak yılları arasında ise Stanford Üniversitesi’nde çalışmıştır. Bir süre Amerikan
tanımlamıştır. Sosyoloji Derneği’nin başkanlığını yapmıştır. En ünlü eseri, Talcott Parsons ile
birlikte yazdığı Ekonomi ve Toplum’dur. Bir diğer mühim kitabı, Endüstri
Devrimi’nde Sosyal Değişme’dir (Altun, 2002).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 147


8
Modernleşme Kuramı

Resim 7.2. Neil Joseph Smelser

Smelser, öncelikle modernleşmenin ne olduğu üzerine kafa yormuştur.


Smelser’e göre, modernleşme, tarımsal, endüstriyel, teknolojik ve iktisadi
alanlarda ortaya çıkan değişim sürecidir (Altun, 2002). Görüldüğü üzere, Smelser,
modernleşmeyi bir ekonomik gelişme süreci olarak değerlendirmiştir. Bu
bağlamda Smelser, geleneksel toplumdan modern topluma geçişte önemli olan
dört noktaya işaret etmiştir. İlk olarak, teknoloji sahasında, basit ve geleneksel
tekniklerden bilimsel bilginin uygulanmasına doğru değişme. İkinci olarak,
tarımda, geçimlik tarımdan tarımsal ürünlerin ticari amaçla üretilmesine doğru
değişme. Üçüncü olarak, endüstride, insan ve hayvan gücünün kullanılmasından
gerçek anlamda endüstrileşmeye veya enerjiye dayalı makinelerle yapılan üretim
sürecinde elde edilen ürünlerle parasal gelir sağlama, karşılıklı değişimin zorunlu
kıldığı ilişki ağına dayalı pazara girme. Dördüncü olarak, ekolojik düzenlemelerde,
çiftlik ve köyden kentsel merkezlere akış (Smelser, 1985). Smelser,
modernleşmeyi, ekonomik gelişmeyle bağlantılı olarak ele almıştır. Bu çerçevede
daha çok, bilimsel teknolojide artış, tarımın yavaş yavaş ticarileşmesi,
makineleşmış fabrika üretimine geçiş ve kentleşmeye vurgu yapmıştır (Smith,
1996).
Smelser, modernleşmeyi, özellikle ekonomik etkinliklerdeki farklılaşma
olarak okumuştur. Ona göre, azgelişmiş ülkelerde üretim, akrabalık biçimleri
içinde örgütlenmiştir. Bu ülkelerde geçimlik çiftçilik egemendir. İkinci derecede
önemli olan sanayi, tarıma ek olarak bütünleyici olup daha fazla, soya ve köye
bağlıdır. Aynı şekilde mübadele ve tüketim de aile ve köy hayatının sınırları
Daniel Lerner, Türkiye,
içinde kalmıştır. Ekonomi geliştikçe, yani ekonomi alanında modernleşme
Mısır, Lübnan, Ürdün ve
İran’daki modernleşme arttıkça, birçok ekonomik etkinlik türü aile-topluluk sisteminden çıkarılmıştır.
süreçlerini analiz etmiş, Parasal üretimin tarıma girmesi, üretim ve tüketimin sosyal çevreleri arasındaki
modernleşmeyle farklılaşmayı yansıtır. Tarımsal ücretli emek aile üretim birimini zayıflatır. Bunun
Batılılaşmanın aynı şey yanı sıra, üretim ve fabrika sistemleri işçiyi, kendi kapitalinden ve kendi
olduğunu söylemiştir. ailesinden ayırır (Smelser, 1985). Kısaca, Smelser (1985)’a göre, modernleşme,
aile etkinliklerinin, değer sistemlerinin ve tabakalaşma sistemlerinin
farklılaşmasına yol açar. Ona göre, modernleşme, özünde toplumun bütün
bünyesini değiştiren güçlü bir yapısal farklılaşma sürecidir.

Daniel Lerner
Lerner, 1917’de Amerika’nın New York şehrinde doğmuştur. 1938’de New
York Üniversitesi’ni bitirmiş, 1948’de doktorasını tamamlamış, 1951’de ise
sosyoloji profesörü olmuştur. Columbia ve Stanford Üniversitelerinde çalışmıştır.
1953-1979 yılları arasında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (M.I.T’de)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 148


9
Modernleşme Kuramı

görev yapmıştır. 1958’de en meşhur eseri olan Geleneksel Toplumun


Çözülmesi’ni yayımlamıştır. Bu eserinde, Türkiye, Mısır, Lübnan, Ürdün ve
İran’daki modernleşme süreçlerini çözümlemeye girişmiştir. Lerner, 1980 yılında
California’da ölmüştür (Altun, 2002).
Lerner, modernliğin başlıca özellikleri olarak, ekonomide kendi kendini
besleyen bir ekonomik büyümenin sağlanabilmesi, siyasete katılım oranının
artması ve farklı siyasal alternatiflerin gündeme gelmesi, kültürde seküler ve
akılcı normların yaygınlaşması, sosyal hareketliliğin artması, empati becerisinin
gelişmesinden söz etmiştir (Altun, 2002). Lerner, modernleşmenin ise,
Batılılaşmak olduğunu ileri sürmüştür (Kongar, 1985). Bu çerçevede, Lerner,
modernleşmeyi, “akılcı ve pozitivist bir ruh”un merkeze alınması ve onlara doğru
bir değişme süreci olarak ele almıştır (Lerner, 1966). Lerner’a göre,
modernleşme, okuma yazma oranı, kentleşme, haberleşmeye katılma ve
empatinin yüksek olmasıyla bağlantılıdır. O, modernleşmenin temelinde
kentleşmeyi görmüştür. Ona göre, geleneksel toplum kentleşmeye başlayınca
okuryazarlık oranı artar. Bunun ardından kitle iletişim araçlarının etkisine girer.
Son olarak ise, siyasal katılım artar (Altun, 2002; Kongar, 1985). Kısaca, Lerner,
modernleşmenin geleneksel toplumların çözülmesine vurgu yapan bir Batı
projesi olduğunu öne sürmüştür. Lerner, modernleşmenin ne olduğunu gayet
net bir biçimde somutlaştırmış, onu Batılılaşma olarak görmüştür.

MODERNLEŞME KURAMININ ANAHTAR TERİMLERİ


Modernleşme kuramının anahtar terimleri, modern, modernlik,
modernleşme, modern toplum, geleneksel toplum, azgelişmişlik, endüstrileşme,
kalkınma ve gelişmedir. Modernleşme kuramının bu anahtar terimleri arasında
en mühim olan terim, modernleşmedir. Modernleşme kuramının mantığının
doğru anlaşılması için modernleşme teriminin ne olduğunun açıklığa
kavuşturulması gerekir.
Modernleşme, modern ve modernlik terimiyle doğrudan bağlantılıdır.
Modernleşme kuramı,
Modernleşme, esasında modern olma süreci, yani modernliğin gelişmesi
Batı toplumlarını en ideal
toplum olarak tüm demektir (Scott ve Marshall, 2009).
dünyaya dayatan ve Modernlik, Amerika’nın keşfi ve Avrupa’nın aydınlanmasıyla inşa
Batı’nın çıkarlarını edilmiştir. Modernliğe geçişi sağlayan ve temel dayanakları olan dört devrim
savunan bir kuramdır.
vardır. Bunlar, bilimsel (pozitivizm), kültürel (laiklik), endüstriyel
(endüstriyalizm) ve politik devrim (demokrasi)dir (Jeanierre, 1993). Büyük
keşifler, yeni sermaye biriktirme alanlarının ortaya çıkması, endüstrileşme,
kentleşme, kitle iletişim sistemleri, ulus-devletler, toplumsal hareketler ve
kapitalist dünya ekonomisi, modernliği oluşturur (Berman, 1994). Görüldüğü
üzere, modernlik, Batı’ya özgüdür (Giddens, 1994). Modernlik, Avrupa’dır (Hardt
ve Negri, 2001). Modernlik, Batı toplumlarının tarihsel durumuna tahsis edilen
bir terim, modernleşme ise Batılı olmayan ülkelere atfedilen bir terimdir
(Özkiraz, 2003).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 149


10
Modernleşme Kuramı

Modernleşme teriminin ne olduğunu anlamak için aynı zamanda modern


teriminin anlamına bakmak gerekir. Modernleşme terimi, modern (çağdaş,
çağcıl, asri) terimiyle ilişkilidir. Modern, İngilizce’ye Fransızca yakınkök
“moderne”den gelmiştir. O da Latince “modernus”tan, Latince kök sözcük
“modo”dan (hemen şimdi) türetilmiştir. Modern, şimdi, hemen şimdi var olan,
çağdaş, dönemdeş anlamlarına gelir (Williams, 2007). Dolayısıyla modern toplum
dediğimizde, “hemen şimdi var olan toplumu”, “çağdaş toplumu”, “günümüzdeki
toplumu” kastetmiş oluruz. Modernleşme ise, eski dönemlerin toplum tipinden
bugünkü toplum tipine doğru bir değişme demektir (Kongar, 1985). Yani
modernleşme, endüstri öncesi toplumdan endüstri toplumuna doğru bir
değişmeye işaret eder. Demek ki, modernleşme ile endüstrileşme (sanayileşme)
arasında sıkı bir ilişki vardır. Modernleşme terimi, çoğu kez endüstrileşmeye eşlik
eden siyasal ve sosyal değişiklikler için kullanılmaktadır (Black, 1989). Daha açık
bir deyişle, endüstrileşme, devamlı bir şekilde sürdürülen uygulamalı bilimsel
araştırmaların ve enerji kaynaklarına oturtulmuş bir teknolojinin neden olduğu
ekonomik değişmelerdir. Modernleşme ise, endüstrileşmeye müteakip Batı
toplumlarında görülen siyasal ve sosyal değişmelerdir. Bu değişmeler arasında
kentleşme, mesleki şemada değişmeler, sosyal hareketlilik, yaygın eğitim,
mutlakiyetçi siyasi düzenden çoğulcu temsili siyasi düzene geçiş sayılabilir
(Bendix, 1991).
Kısaca, modern, “çağdaş” ya da “en çağdaş”la aynı anlamda
kullanılmaktadır. Bu noktada, modernleşme, basitçe, çağdaş biçimlerin eski
biçimlerin yerini alması anlamına gelir. Demek ki, modernleşme, bir sosyal
değişme sürecidir. Modernleşme, kuramsal olarak yer ve zaman boyutunda
evrensel olan bir süreçtir (Smith, 1996). Modernleşme, Batılı sosyal bilimciler
tarafından, bütün gelişmekte olan toplumların Batı toplumlarına benzer
aşamalardan geçecekleri anlayışından hareketle oluşturulmuş bir terimdir
(Kongar, 1985). Son tahlilde, modernleşme, modern olmayan ögelerin yerine
giderek artan şekilde modern öğelerin geçişi sürecidir (Bernstein, 1992).
Modernleşme kuramı, Modernleşme (çağdaşlaşma) terimi, az gelişmiş olarak nitelendirilen geleneksel
geleneksel toplumların toplumların (Doğu toplumlarının) kendi yapılarından ve sistemlerinden
modern toplumlara vazgeçip endüstrileşmiş ve kalkınmış olarak kabul edilen endüstri toplumlarına
dönüşmesi için modern
(Batı toplumlarına) doğru dönüşüm geçirmelerine işaret eder.
toplumun ana özelliklerini
benimsemesi gerektiğini
savunmuştur.

•Sobanın başında toplanıp hem ısınmayı hem de sobanın


Örnek

üzerinde büyük çaydanlıkta kaynayan çayı içmeyi bırakan bir


ailenin fertleri kendi odalarına çekilip elektrikli su
ısıtıcısından değişik yapay çaylar içmeye başladıklarında
modernleşme sürecine dahil olurlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 150


11
Modernleşme Kuramı

MODERNLEŞME KURAMININ TEMEL TEZLERİ


Modernleşme kuramının temel tezlerini yedi noktada toplamak
mümkündür:

 Modernleşme kuramı, ikili yapıların varlığına dikkat çekmiştir.


Durkheim’ın ve Tönnies’in “modernliğe karşı gelenek” vurgusunu
referans almıştır (Kızılçelik, 2008). Modern-geleneksel ayrımı,
modernleşme teorisinin favori dikotomisidir (Altun, 2002). Modernleşme
kuramında, modern toplumlar (Batı toplumları) için “gelişmiş endüstri
toplumları”, geleneksel toplumlar (Batı dışında kalan toplumlar) için ise
“Üçüncü Dünya” toplumları terimleri kullanılmıştır (Berger, Berger ve
Kellner, 1985).
 Modernleşme kuramı, toplumları, geleneksel toplumlar ve modern
toplumlar şeklinde ikiye ayırmıştır. Başka bir deyişle, modernleşme
kuramı, dünyadaki toplumları, modernliğin başat olduğu Batı toplumları
ve onun ana özelliklerini içselleştirememiş Doğu toplumları biçiminde
ikiye bölmüştür (Kızılçelik, 2013). Modern toplumlar, kurumsal yapılar ve
bireysel etkinlikler bakımından farklılaşmış ve uzmanlaşmıştır. Modern
özelliklere sahip toplumlarda, bu yapılara dâhil olma süreci akrabalık
bağları, bölgesel, sosyal sınıf veya mevki gibi bir sabit çerçeveyle
belirlenmez (Eisenstadt, 2007). Modern toplumlar, endüstri, ticaret ve
hizmet sektörleri tarım sektörüne göre çok fazla geliştiği toplumlardır.
Geleneksel toplumlar ise, tarımın, geleneklerin ve akrabalık bağlarının
başat olduğu, farklılaşmanın ve uzmanlaşmanın gelişmediği geri kalmış
toplumlardır.
 Yapısal farklılaşmanın, kentleşmenin, endüstrileşmenin ve
haberleşmenin artması gibi birbirlerine çok yakından bağlı yapısal ve
örgütsel boyutları olan modernlik, Batı’da gelişmiştir. Modernleşme
sosyolojisi çalışmaları çerçevesinde Avrupa modernliği ve Batı’da gelişen
kültürel modernliğin programları, doğal olarak bütün modernleşen
toplumları eninde sonunda teslim alacaktır (Eisenstadt, 1999).
Modernleşme kuramı, Batı Modernleşme kuramı, modernliğin dünya yüzeyine yayılacağını, Doğulu
merkezli bir kuramdır. toplumların da modernleşeceğini savunur (Altun, 2002).
Modernleşme kuramı,  Modernleşme, bir değişim sürecidir. Modernleşmeyle beraber, siyasal
Doğu toplumlarını
alanda, basit kabile ya da köy otoritesinin yerine, seçim, siyasal partiler,
küçümsemiş, onlara karşı
önyargılı davranmıştır. temsil ve kamu görevlisinden oluşan sistem geçer. Eğitim alanında, okur-
yazar olmayanların sayısı azalır ve ekonomik açıdan üretken becerilerin
artırılması sağlanır. Dinsel alanda, laik inanç sistemleri yaygınlaşır. Aile
alanında, akrabalık bağları önemini yitirmeye başlar. Katmanlaşma
alanında, katı ve doğumla belirlenen hiyerarşik sistemler, coğrafi ve
sosyal hareketlilik neticesinde zayıflamaya başlar (Appelbaum).
 Modernleşme kuramı, gelişmeyi, gelenekten modernliğe doğru aşamalı
bir geçiş olarak görmüştür. Bu geçiş, iktisadi düzeyde piyasanın ve dış
yatırımların devreye girmesi, sosyal düzeyde Batılı kurumların, değerlerin
ve davranışların benimsenmesi, siyasal düzeyde parlamenter

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 151


12
Modernleşme Kuramı

demokrasinin uygulanmaya konmasıyla gerçekleşir (Marshall, 1999).


Kısaca, okur-yazarlık, sosyal hareketlilik, kentleşme, siyasal katılım, pazar
ekonomisi ve bürokrasi, modernleşmenin zorunlu koşullarıdır (Smith,
1996).
 Modernleşme çalışmaları, toplumların geleneksel, tarımsal ve kırsal bir
hayat tarzından akılcı, endüstriyel ve kentsel bir hayat tarzına değişimiyle
ilgilenir (Black, 1989). Modernleşme, özü itibariyle geleneksel kurumların
modern (çağdaş) işlevlere uyarlanması süreci olarak görülebilir (Black,
1989).
 Modernleşme kuramı, Doğu toplumlarının Batılı toplumlara doğru
dönüşmesini zorunlu görmüştür. Bunun için modernleşme kuramı,
modernleşmeyi, Doğu toplumlarının ana hedefi yapmış, onların kendi
geleneksel özelliklerini terk etmelerini, onların yerine Batı toplumlarının
değer sistemlerini benimsemelerini savunmuştur (Kızılçelik, 2013). Başka
bir deyişle, modernleşme kuramı, geleneksel Doğu toplumlarının
modern Batı toplumlarına doğru değişmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Çünkü, modernleşme kuramının taraftarları, Doğu toplumlarının
sorunlarının ancak Batı toplum düzeni referans alınarak
çözümlenebileceğini iddia etmişlerdir (Smelser, 1964; Eisenstadt, 1971).

Modernleşme kuramı,
Batı yayılmacılığına • Sizce modernleşme kuramı çağdaş sosyolojide neden
Bireysel Etkinlik

hizmet etmiştir. önemli bir kuramdır? Bir fikriniz var mı?


• Modernleşme kuramının, yaklaşık 200 yıldır modern Batı
toplumlarını model alan, yani Batılılaşma süreci içinde
bulunan Türk toplumunun bazı ana sorunlarını
anlamamıza bir katkısı olabilir mi?

MODERNLEŞME KURAMININ ELEŞTİRİSİ


Modernleşme kuramı, diğer çağdaş sosyoloji kuramlarına nazaran daha
fazla tepki çekmiştir. Modernleşme kuramına yöneltilen eleştirileri on bir
noktada toplamak mümkündür:
 Modernleşme teriminin anlamı ve değeri tartışmaya açıktır. Bu da
belirsizliğe yol açmaktadır (Smith, 1996). Modernleşme, müphem bir
terimdir. Modernleşme teriminin ne olduğu konusunda modernleşme
kuramcıları arasında bile bir ihtilaf vardır.
 Toplumları belli tipolojiler (geleneksel toplum ve modern toplum)
şeklinde düşünmek yanıltıcıdır. Her toplum bu iki modele uymayabilir
(Kongar, 1985). Dünya tarihinin hiçbir döneminde birbirlerinden kesin
sınırlarla ayrılmış, birbirlerinin tam zıddı özelliklere sahip saf bir

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 152


13
Modernleşme Kuramı

geleneksel toplum-modern toplum ikili ayrımı yoktur. Toplumlar


birbirlerinden farklıdırlar fakat toplumlar arasında etkileşimler de vardır.
 Modernleşme kuramı, tarihsel veriyi, moderni engelleyeceği
düşüncesiyle bir yana atar, tarihten gelenin bugünü tetikleyici gücünü
önemsemez (Çelebi, 2007). Modernleşme kuramının en büyük
açmazlarından biri tam da bu noktada karşımıza çıkar. Tarihsel alanı
umursamaması ve tarihsel verileri modası geçmiş olarak yorumlaması,
modernleşme kuramına yönelik eleştirilerin başında gelir. Coşkun’un
belirttiği gibi, modernleşmeci görüşler, tarihsel gelişmeyi, toplumlar arası
ilişkileri ihmal eden ve dışarıda bırakan tarih dışı izahlardır.
Modernleşme teorisyenleri Batı-dışı toplumların kendi tarihsel gelişme
ve geçmişlerini yok saymışlar, söz konusu toplumları “geleneksel” ya da
“az gelişmiş toplumlar” adı altında toplayarak bir bakıma tarihsiz hâle
getirmek istemişlerdir (Coşkun, 1989).
 Modernleşme kuramcıları, kültürel olanı “gelenek” diye niteleyip onu
modernleşmenin ayakbağı olarak görmüşlerdir (Çelebi, 2007).
 Modernleşme kuramı, özellikle de Rostow’un toplum tasnifi (“iktisadî
gelişmenin aşamaları”, kısaca “aşamalar anlayışı”), bağımlılık kuramının
önde gelen siması Andre Gunder Frank tarafından “hayal ürünü” ve
determinist olarak nitelendirilmiştir (Slattery, 2007).
 Modenrleşme kuramının gelişmeye ve değişmeye ilişkin görüşleri
sorunludur. Çünkü modernleşme kuramı, gelişmeyi tek yönlü bir süreç
şeklinde ele almıştır. Bu süreç, Avrupa toplumlarının ve Amerika’nın
içinden geçtiği süreçtir. Fakat bu kuramın içinde, gelişmenin ya da
Modernleşme kuramı, değişmenin niçin sadece Avrupa ve Amerika’nın izlediği yönde olacağına
modern toplumun dair tatmin edici bir cevap bulunmamaktadır. Bunun ana nedeni, daha
sorunlu yönlerini
çok modernleşme kuramcılarının psikolojilerinde aranmalıdır.
gündeme getirmemiştir.
Modernleşme kuramcılarının hemen hemen hepsi, Avrupa ve Amerika
doğumludur. Onlar, içinde büyüdükleri toplumun değerlerinin evrensel
ve en yüce değerler olduklarına inanmaktadırlar (Cirhinlioğlu, 1999).
 Modernleşme kuramı, günümüzde Batı emperyalizmini ve sömürüsünü
meşrulaştırmakta kullanılan bir Amerikan propagandasına dönüşmüştür
(Slattery, 2007). Modernleşme kuramı, dünyanın kurtuluşunu,
Amerika’nın örgütleyeceği bir dünya siyasetinde görmüş, dolayısıyla
Amerika’nın dünya çapındaki çıkarlarının nerelerde yattığının tespitini
kendisine amaç edinmiştir (Altun, 2002).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 153


14
Modernleşme Kuramı

 Modernleşme kuramı, Batı üstünlüğünü mutlaklaştırmış, Batı egemenlik


ilişkilerine meşruluk kazandırmıştır (Coşkun, 1989). Modernleşme
kuramı, etnosantriktir, yani Batı ırkının üstünlüğünü vurgulamıştır.
Modernleşme kuramı, son tahlilde Batı merkezlidir (Etzioni-Halevy,
1981). Modern üstünlük varsayımının kökü, Batı’yı 18. yüzyıldan beri
diğerlerine (Doğulu toplumlara) üstün kılan gelişme fikrinde yatmaktadır
(Berger, Berger ve Kellner, 1985). İşte, bu yüzden, modernleşme kuramı,
Modernleşme kuramı, geleneksel toplumların modern toplumları model alması gerektiğini ileri
modern toplumu
sürmüştür.
mutlaklaştırdığı için çağdaş
sosyolojinin en etkili  Modernleşme kuramı, Batı’nın kültür yönünden üstün olduğunu
kuramlarından birisi hâline savunmuş, burjuva düzenini yüceltmiş, onun çıkarlarının
gelmiştir. savunuculuğunu üstlenmiş, geriye kalan sistemleri aşağılamış, insanlığa
tek kurtuluş yolu olarak sömürgeci Batı sistemini göstermiştir.
Modernleşme kuramı, sömürgeciliği meşru görmüş ve Doğu
toplumlarında sorunsuz bir biçimde benimsenmesini istemiştir (Kızılçelik,
2013). Modernleşme kuramı, kapitalist emperyalizm için ideolojik örtü
olarak hizmet etmeye başlamıştır (Etzioni-Halevy, 1981).
 Modernleşme kuramı, hem çağdaş kapitalist dünyanın hem de Doğu
dünyasında ezilen toplumların gerçek çelişkilerini ve sıkıntılarını
görmezlikten gelmiştir (Kızılçelik, 2013). Modernleşme kuramı, modern,
modernlik, modernleşme, gelişme, çağdaşlık gibi süslü ve albenisi olan
terimlerin arkasına gizlenerek Batı toplumlarını tozpembe göstermeye
çalışmış, Batı’nın çirkin yüzünü (bilhassa da barbar, sömürgeci ve
yayılmacı tarafını) göstermemek için büyük bir çaba sarf etmiştir.
 Modernleşme kuramı, Marx’ın sosyolojisini önemsizleştirme gayreti
içinde olmuştur. Bu kuramın temsilcileri, modern toplumu çözümlerken
Marx’tan alıntı dahi yapmamaya özen göstermişlerdir (Kızılçelik, 2013).
Modernleşme kuramı, sosyalizmi eleştirmiştir.
Modernleşme kuramı, Batı toplumlarının övgüsünü yaptığı için çağdaş
sosyoloji dünyasında önemli bir yer işgal etmiştir. Bugün, çağdaş sosyolojideki
bazı ana kuramların (postmodern kuram gibi) ortaya çıkmasında modernleşme
kuramının etkisini yadsımak mümkün değildir.
Modernleşme kuramı,
 Batı toplumlarını ileri ve gelişmiş toplumlar, Doğu toplumlarını ise geri
kalmış ya da az gelişmiş toplumlar olarak ele almıştır.
 Batı sistemini, Doğu toplumlarına model olarak sunmuştur.
 Gelenekten modernliğe geçişi esas almıştır.
 Modernleşme sürecinin evrensel olduğunu, bütün toplumların zorunlu
olarak bu süreci yaşayacaklarını iddia etmiştir.
 Batı yayılmacılığını meşrulaştırmaya çalışmıştır

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 154


15
Modernleşme Kuramı

• Modernleşme kuramının anahtar terimlerini iyi kavramak

Bireysel Etkinlik
için Sosyoloji Sözlüğü okuyun.
• Eisenstadt'ın Modernleşme: Başkaldırı ve Değişim kitabı ile
Rostow'un İktisadî Gelişmenin Merhaleleri kitabını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 155


16
Modernleşme Kuramı

•Modernleşme kuramı, 1950’lerden itibaren çağdaş sosyolojide öne çıkan


ana kuramlardan biridir. Modernleşme kuramı, geleneksel toplumlara
modernleşmeyi kurtuluş yolu olarak gösteren bir kuramdır. Modernleşme
kuramı, geleneksel toplum yapılarının modern toplum yapılarına doğru
Özet eninde donunda dönüşeceğini ileri sürmüştür. Modernleşme kuramı, Batı
toplumlarını, Batı-dışı toplumlara (Doğu toplumlarına) en üstün tek model
olarak sunmuştur. Modernleşme kuramı, Batı toplumlarının üstünlüğünü
savunmuştur. İşte, bu yüzden, modernleşme kuramı, çağdaş sosyoloji
kuramları içinde en fazla eleştirilen kuramların başında gelir.
Modernleşme kuramı, birçok sosyoloji kuramının ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Daha açık bir deyişle, bağımlılık kuramı, postmodern kuram ve
post-endüstriyel toplum kuramı, modernleşme kuramının eleştirisi
üzerine inşa edilmişlerdir.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biri olan
modernleşme kuramını ana hatlarıyla tanıtmaktır. Modernleşme
kuramının öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş sosyolojide etkin olan diğer
kuramların, özellikle de bağımlılık kuramının, postmodern kuramın ve
post-endüstriyel toplum kuramının daha iyi anlaşılmasına da imkân tanır.
•Modernleşme kuramının kökleri, 19. yüzyıl sosyolojisine uzanmaktadır.
Modernleşme kuramı, klasik sosyolojinin ustaları olan Auguste Comte,
Herbert Spencer, Emile Durkheim ve Ferdinand Tönnies’in toplumları
sınıflandırmaya yönelik yapmış oldukları ayrımları (ikili ayrımları) referans
almıştır.
•Comte, toplumları geleneksel-modern ayrımı çerçevesinde analiz etmiş,
toplumların teolojik ve metafizik aşamadan endüstri toplumu aşamasına
doğru değiştiğini iddia etmiştir. Spencer, toplumları askerî toplum-sanayi
toplumu olarak ikiye ayırmış, değişmenin askerî toplumdan sanayi
toplumuna doğru gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Durkheim, geleneksel-
modern ayrımı yapmış, değişmenin mekanik dayanışmanın hüküm
sürdüğü basit toplumlardan, organik dayanışmanın ön planda bulunduğu
sanayi toplumuna doğru olduğunu iddia etmiştir. Tönnies de geleneksel-
modern ayrımı yapmış, değişmenin gelenekselden moderne, yani
“topluluk”tan “toplum”a olduğunu vurgulamıştır.
•Modernleşme kuramının ana isimleri, Walt Whitman Rostow, Shmuel
Noah Eisenstadt, Neil Joseph Smelser ve Daniel Lerner’dır.
•Walt Whitman Rostow, toplumların geçirdiği “iktisadi gelişme aşamaları”
olarak “geleneksel toplum”, “hazırlık aşamasındaki toplum”, “harekete
geçme aşamasındaki toplum”, “ekonomik olgunlaşma yolundaki toplum”
ve “kitle tüketim çağındaki toplum”dan söz etmiştir. Rostow, söz konusu
iktisadi gelişme aşamalarının toplumların tamamı için geçerli olduğunu,
bütün toplumların eninde sonunda modernleşeceğini iddia etmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 156


17
Modernleşme Kuramı

•Shmuel Noah Eisenstadt, modernleşmenin bir değişme süreci olduğunu


söylemiştir. Eisenstadt, 17. yüzyılda başlayan ve bugün dünyanın
tamamına yayılan modernleşme projesinin Batı’ya ait olduğunu, onun
ekonomik, politik ve kültürel alanda köklü değişmelere yol açtığını ileri
Özet (devamı) sürmüştür. Eisenstadt, modernleşmeyi, ekonomik, siyasal ve kültürel
alanda bir değişim süreci olarak görmüştür.
•Neil Joseph Smelser, modernleşmenin toplumun yapısını değiştiren bir
yapısal farklılaşma süreci olduğunu ileri sürmüştür. Smelser,
modernleşmeyi daha çok iktisadi bir çerçevede ele almış ve onu bir
iktisadi gelişme süreci olarak değerlendirmiştir.
•Daniel Lerner, modernleşmenin geleneksel toplumların çözülmesine
vurgu yapan bir Batı projesi olduğunu öne sürmüştür. Lerner,
modernleşmeyi, Batılılaşma olarak görmüştür. Lerner, özelilkle de
Türkiye, Mısır, Lübnan, Ürdün ve İran’daki modernleşme süreçlerini
analiz etmiştir.
•Modernleşme kuramının anahtar terimleri, modern, modernlik,
modernleşme, modern toplum, geleneksel toplum, azgelişmişlik,
endüstrileşme, kalkınma ve gelişmedir. Modernleşme kuramının bu
anahtar terimleri arasında en önemlisi, modernleşme terimidir.
•Modernleşme kuramı, toplumları, geleneksel toplumlar ve modern
toplumlar olarak ikiye ayırmıştır. Modernleşme kuramı, geleneksel
toplumları, geri kalmış, azgelişmiş, anti-demokratik toplumlar; modern
toplumları ise, gelişmiş, kalkınmış, demokratik toplumlar olarak
tanımlamıştır.
•Modernleşme kuramı, geleneksel Doğu toplumlarının modern batılı
toplumlara doğru dönüşmesini zorunlu görmüştür.
•Modernleşme kuramı, geleneksel toplumların eninde sonunda modern
toplumlara doğru dönüşüm geçireceğini iddia etmiştir.
•Modernleşme kuramı, Batı toplumlarını en ideal toplum olarak tüm
dünyaya dayatmış ve Batı'nın üstünlüğüne vurgu yapmıştır.
•Modernleşme kuramı, Batı yayılmacılığını savunmuştur.
•Modernleşme kuramı, modern topluma eleştirel yaklaşmamıştır.
•Modernleşme kuramı, Batı merkezli bir kuramdır. Yani modernleşme
kuramı, Batı'nın kültür yönünden üstün olduğunu savunmuş ve Batı'nın
çıkarlarının savunuculuğunu üstlenmiştir. Buna karşın modernleşme
kuramı, Doğu toplumlarını küçümsemiş ve onlara karşı önyargılı
davranmıştır.
•Modernleşme kuramı, sömürgeciliği meşru görmüş olduğu için
eleştirilmiştir.
•Modernleşme kuramı, modern, modernlik ve modernleşme gibi albenisi
olan terimlerin arkasına gizlenerek batı toplumlarını toz pembe
göstermeye çalışmıştır. Modernleşme kuramı, Batı’nın çirkin yüzünü
(bilhassa da sömürgeci tarafını) göstermemek için çaba sarf etmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 157


18
Modernleşme Kuramı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. En ünlü eseri olan Ekonomi ve Toplum’u Talcott Parsons ile birlikte yazan
modernleşme kuramcısı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Daniel Lerner
b) Karl Marx
c) Walt Whitman Rostow
d) Shmuel Noah Eisenstadt
e) Neil Joseph Smelser

2. Aşağıdakilerden hangisi modernleşme kuramının temsilcisi değildir?


a) Shmuel Noah Eisenstadt
b) Daniel Lerner
c) Neil Joseph Smelser
d) George Caspar Homans
e) Walt Whitman Rostow

3. Aşağıdakilerden hangisi modernleşme kuramının anahtar terimlerinden


biridir?
a) Kültür endüstrisi
b) Azgelişmişlik
c) Çatışma
d) Sosyal statik
e) Sosyalizm

4. Aşağıdakilerden hangisi modernleşme kuramının temel tezlerinden biri


değildir?
a) Toplumlar, geleneksel toplumlar ve modern toplumlar şeklinde ikiye
ayrılır.
b) Geleneksel toplumlar, modern toplumların yapısını ve sistemini
benimsemelidir.
c) Modern toplumlarda endüstri, ticaret ve hizmet sektörleri tarım
sektörüne göre pek fazla gelişmemiştir.
d) Geleneksel toplumlar kendi yapılarını tasfiye edip modern
toplumları referans alırlarsa azgelişmişlikten kurtulabilirler.
e) Modernleşme, bir değişim sürecidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 158


19
Modernleşme Kuramı

5. İktisadî Gelişmenin Merhaleleri: Komünist Olmayan Bir Manifesto başlıklı


kitap aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?
a) Walt Whitman Rostow
b) Karl Marx
c) Shmuel Noah Eisenstadt
d) Friedrich Engels
e) Neil Joseph Smelser

6. Aşağıdakilerden hangisi modernleşme kuramına yöneltilen eleştirilerden


biri değildir?
a) Modernleşme kuramı, tarih alanını umursamamıştır.
b) Modernleşme kuramı, sosyalizme gereğinden fazla önem vermiştir.
c) Modernleşme kuramı, Batı övgüsü yapmıştır.
d) Modernleşme kuramı, Amerikan propagandasına dönüşmüştür.
e) Modernleşme kuramı gerek Batı gerekse de Doğu toplumlarının
çelişkilerini görmezlikten gelmiştir.

7. Modern terimi, aşağıdaki terimlerden hangisiyle aynı anlamda


kullanılmaktadır?
a) Geçmiş
b) Gelecek
c) Çağdaş
d) Tutucu
e) İlkel

8. Aşağıdaki sosyologlardan hangisi modernleşmeyi bir ekonomik gelişme


süreci olarak değerlendirmiştir?
a) Jürgen Habermas
b) Charles Wright Mills
c) Ralf Dahrendorf
d) Max Horkheimer
e) Neil Joseph Smelser

9. Modernleşme kuramına göre aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?


a) Geleneksel toplumların modern toplumları model alması doğru
değildir.
b) Modern toplumlar gelişmiş, geleneksel toplumlar geri kalmış
toplumlardır.
c) Geleneksel toplumlar, tarım toplumlarıdır.
d) Modern toplumlarda tarım sektörü, endüstri ve hizmet sektörlerine
göre daha az önemlidir.
e) Modern toplumlar, demokratik toplumlardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 159


20
Modernleşme Kuramı

10. Aşağıdaki sosyologlardan hangileri modernleşme kuramının


gelişmesinde etkili olmuştur?
a) Saint-Simon-Karl Marx-Friedrich Engels-Ralf Dahrendorf
b) George Caspar Homans-Herbert Blumer-Erving Goffman-Anthony
Giddens
c) Max Horkheimer-Walter Benjamin-Pierre Bourdieu-Jean Piaget
d) Auguste Comte-Herbert Spencer-Ferdinand Tönnies-Emile
Durkheim
e) George Caspar Homans-Pierre Bourdieu-Friedrich Engels-Saint-
Simon

Cevap Anahtarı
1.e, 2.d, 3.b, 4.c, 5.a, 6.b, 7.c, 8.e, 9.a, 10.d

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 160


21
Modernleşme Kuramı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Altun, F. (2002). Modernleşme Kuramı: Eleştirel Bir Giriş. İstanbul: Yöneliş
Yayıncılık.
Appelbaum, R. P. (Tarihsiz). Toplumsal Değişim Kuramları. Çev.: T. Alkan. Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Bellah, R. N. ve Diğerleri (1992). The Good Society. New York: Vintage Books.
Bendix, R. (1991). “Sanayileşme, Modernleşme ve Kalkınma”. Sosyoloji Yazıları.
İ. Sezal (Der.). İstanbul: Ağaç Yayıncılık.
Berger, P. L., Berger, B., Kellner, H. (1985). Modernleşme ve Bilinç. Çev.: C. Cerit.
İstanbul: Pınar Yayınları.
Berman, M. (1994). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor. Çev.: Ü. Altuğ ve B. Peker.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Bernstein, H. (1992). “Gelişme Toplumbilimine Karşı Azgelişmişlik Toplumbilimi
mi?”. Emperyalizm, Gelişme ve Bağımlılık Üzerine. M. Ersoy (Der.). Çev.:
M. Ersoy. Ankara: V Yayınları.
Black, C. E. (1989). Çağdaşlaşmanın İtici Güçleri. Çev.: F. Gümüş. Ankara: Verso
Yayınları.
Cirhinlioğlu, Z. (1999). Azgelişmişliğin Toplumsal Boyutu. Ankara: İmge Kitabevi
Yayınları.
Coşkun, İ. (1989). “Modernleşme Kuramı Üzerine”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sosyoloji Dergisi. 3. Dizi-1. Sayı.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayınları.
Durkheim, E. (2006). Toplumsal İşbölümü. Çev.: Ö. Ozankaya. İstanbul: Cem
Yayınevi.
Eisenstadt, S. N. (1971). “Transformation of Social, Political and Cultural Orders
in Modernization”. Contemporary Sociological Theory. F. E. Katz (Ed.).
New York: Random House.
Eisenstadt, S. N. (1999). Fundamentalism, Sectarianism, and Revolution: The
Jacobin Dimension of Modernity. Cambridge: Cambridge Unıversity Press.
Eisenstadt, S. N. (2007). Modernleşme: Başkaldırı ve Değişim. Çev.: U. Coşkun,
Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Emiroğlu, K., Danışoğlu, B., Berberoğlu, B. (2006). Ekonomi Sözlüğü. Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları.
Etzioni-Halevy, E. (1981). Social Change: The Advent and Maturation of Modern
Society. London: Routledge and Kegan Paul.
Giddens, A. (1994). Modernliğin Sonuçları. Çev.: E. Kuşdil. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 161


22
Modernleşme Kuramı

Hardt, M., Negri, A. (2001). İmparatorluk. Çev.: A. Yılmaz. İstanbul: Ayrıntı


Yayınları.
https://www.holbergprisen.no adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://rhodesscholars.wordpress.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde
erişildi
Jeanierre, A. (1993). “Modernite Nedir?”. Modernite Versus Postmodernite. M.
Küçük (Der.). Çev.: N. Tutal-Küçük. Ankara: Vadi Yayınları.
Kızılçelik, S. (2008). Sefaletin Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva
Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2016). Sosyoloji Tarihi 3: Saint-Simon, Comte, Spencer, Le Play ve
Tocqueville’in Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kongar, E. (1985). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. İstanbul:
Remzi Kitabevi Yayınları.
Larrain, J. (1989). Theories of Development: Capitalism, Colonialism and
Dependency. Cambridge: Polity Press.
Lerner, D. (1966). The Passing of Traditional Society: Modernizing The Middle
East. New York: The Free Press.
Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü. Çev.: O. Akınhay ve D. Kömürcü. Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları.
Özkiraz, A. (2003). Modernleşme Teorileri ve Postmodern Durum. Konya: Çizgi
Kitabevi Yayınları.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki
Basım Yayım Ltd. Şti.
Rostow, W. W. (1999). İktisadî Gelişmenin Merhaleleri: “Komünist Olmayan Bir
Manifesto.” Çev.: E. Güngör. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Scott, J., Marshall, G. (2009). A Dictionary of Sociology. New York: Oxford
University Press.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına
Haz.). İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Smelser, N. J. (1964). “Toward a Theory of Modernization”. Social Change. A.
Etzioni ve E. Etzioni (Ed.). New York: Basic Books.
Smelser, N. J. (1985). “Modernleşme Kuramına Doğru”. Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Seminer Dergisi. Çev. Ü. Oskay. Sayı: 4.
Smith, A. D. (1996). Toplumsal Değişme Anlayışı: İşlevselci Toplumsal Değişme
Kuramının Bir Eleştirisi. Çev.: Ü. Oskay, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Tönnies, F. (1957). Community and Society. İngilizceye Çev.: C. P. Loomis.
Michigan: The Michigan State University Press.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 162


23
Modernleşme Kuramı

Tönnies, F. (2001). Community and Civil Society. İngilizceye Çev.: J. Harris ve M.


Hollis. Cambridge: Cambridge University Press.
Turner, J. H., Beeghley, L., Powers, C. H. (2010). Sosyolojik Teorinin Oluşumu.
Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Williams, R. (2007). Anahtar Sözcükler: Kültür ve Toplumun Sözvarlığı. Çev.: S.
Kılıç. İstanbul: İletişim Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 163


24
BAĞIMLILIK KURAMI

• Bağımlılık Kuramının Kökleri


• Bağımlılık Kuramının Ana ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

İsimleri
• Bağımlılık Kuramının KURAMLARI
Anahtar Terimleri Prof. Dr. Sezgin
• Bağımlılık Kuramının Temel
Tezleri KIZILÇELİK
• Bağımlılık Kuramının
Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Çağdaş sosyoloji kuramları
HEDEFLER

içinde muhalif konumunda


bulunan bağımlılık kuramı
hakkında bir fikir edinebilecek,
• Bağımlılık kuramının çağdaş
sosyolojideki yeri ve önemi
konusunda bilgi sahibi
olabilecek,
• Modernleşme kuramının zayıf
ÜNİTE

8
yönlerini daha iyi
anlayabileceksiniz.

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Bağımlılık Kuramı

Kapitalizm

Sınıf savaşımı
Karl Marx
Ezen sınıflar

Ezilen sınıflar

Kapitalizm

Küreselleşme

Emperyalizm
BAĞIMLILIK KURAMI

Samir Amin
Sömürü

Kutuplaşma

Eşitsiz gelişme

Merkez-çevre ayrımı

André Gunder Frank Azgelişmişlik

Yoksulluk

Modern dünya-sistemi

Yarı-çevre ülkeler
Immanuel Wallerstein
Çevre ülkeler

Merkez ülkeler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


165
Bağımlılık Kuramı

GİRİŞ
Bağımlılık, günlük hayatımızda sıkça kullandığımız bir terimdir. İnsanların bir
şeylere bağımlı olduğu sürekli dile getirilir. Toplumların birbirlerine bağımlılığından
söz edilir. Toplumdaki herhangi bir kişinin en yakınlarına, hatta tanımadıkları başka
insanlara bağımlı olduğundan bahsedilir. İnsanların her alanda birbirlerine bağımlı
olduklarına vurgu yapılır. Bizim için önemli olan, bir bireyin diğerine niçin bağımlı
olduğudur. Asıl olan, taraflar arasındaki bağımlılık ilişkilerinin kaynağında neyin
bulunduğunu ortaya çıkarmaktır. Bağımlılığın kaynağında, esas olarak güç ilişkileri,
yani gücü elinde bulundurma ya da güçten yoksun olma hâli, taraflar arasındaki
eşitsizlik durumu bulunur. Örneğin, bir çocuk ya da genç, annesine ve babasına her
şeyden evvel ekonomik açıdan bağımlıdır. O yüzden ekonomik gücü elinde
bulunduran annesinin ve babasının sözünden fazla çıkamaz ya da onlara karşı
gelemez. Bir işçi patronuna, bir memur amirine, bir futbolcu teknik direktörüne
bağımlıdır. Çünkü ekonomik güç sahibi patron, işçiyi işten çıkardığında işçi işsiz
kalır. Amir, memur üzerinde güç sahibidir. Memur, amirine ses çıkaramaz. Çünkü
aralarında hiyerarşik bakımdan eşitsizlik vardır. Futbolcunun takımda yer bulması
teknik direktörüne bağlıdır. Teknik direktörüyle arasını iyi tutması gerekir. Çünkü
Bağımlılık kuramı,
takımı oluşturmada teknik direktör tek söz sahibi olan kişidir.
inceleme konusu olarak
merkez ülkeler tarafından Bağımlılık ilişkileri, bireyler arasında olduğu gibi toplumlar arası ilişkilerde
sömürülen çevre ülkeleri de yaygındır. Toplumlar birbirlerine hammadde, teknoloji, bilgi, bilim, politik vb.
almış, onların sorunlarına
bakımlardan bağımlıdırlar. Sosyolojik açıdan önemli olan toplumların hangi
kafa yormuştur.
bakımlardan birbirlerine bağımlı olduğunu çözümlemektir. Bağımlılığın temelinde
toplumlar arası güç ilişkilerinin eşit olmaması, yani ekonomik güce sahip olan
toplumlarla ekonomik bakımdan zayıf toplumların bulunması yer alır. O hâlde
toplumları, eşitsizliğe dayalı olan bağımlılık ilişkisi açısından ikiye ayırmak
mümkündür: Batı toplumları (merkez ülkeler) ve Doğu toplumları (çevre ülkeleri).
Doğu toplumları, ekonomi, enerji, teknoloji, bilim, bilgi vb. bakımlardan Batı
toplumlarına bağımlıdırlar. Sosyoloji disiplini de toplumlar arasında inşa edilmiş
olan bu tek taraflı bağımlılık ilişkisine sessiz kalmamıştır. Sosyoloji, dünya
toplumları arasında eşitsizliği pekiştiren bağımlılık ilişkisini ele almıştır. Çağdaş
sosyolojide dünya toplumlarını “bağımlılık” açısından çözümleyen ana kuram,
bağımlılık kuramıdır.
Bağımlılık kuramı, Bağımlılık kuramı, sosyoloji literatüründe “Bağımlılık Okulu” ya da
modernleşme kuramına
“azgelişmişlik kuramı” olarak da bilinir. Bağımlılık kuramı, modern dünya sistemine
tepki olarak doğmuştur.
eleştirel bakan bir kuramdır. Bağımlılık kuramı, “merkez ülkeler” (modern
toplumlar, gelişmiş toplumlar, ileri kapitalist toplumlar, Batı toplumları) tarafından
ablukaya alınmış “çevre ülkeler”in (Üçüncü Dünya ülkeleri, geleneksel toplumlar,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


166
Bağımlılık Kuramı

azgelişmiş toplumlar, Doğu toplumları) sorunlarına eğilmiş, özellikle azgelişmişlik


meselesi üzerine kafa yormuştur.
Bağımlılık kuramı, Üçüncü Dünya’da azgelişmişlik sosyolojisinin kilit bir
teması konumundadır (Slattery, 2007). Bağımlılık kuramcıları, çevre ülkelerin
(Üçüncü Dünya’nın) sıkıntılarını ve açmazlarını, merkez ülkelerle olan ilişkileri
çerçevesinde değerlendirmişlerdir. Bu hususta, bağımlılık kuramının ana
isimlerinden Samir Amin, Üçüncü Dünya’daki her tekil olguyu ya da fenomeni
kendi başına incelemenin, yani her olgunun/fenomenin sebebini Üçüncü
Dünya’nın kendi içinde aramanın yanlış olduğunu belirtmiştir. Amin, Üçüncü
Dünya’daki her olguyu dünya sisteminin diyalektiği içine yerleştirirek
değerlendirmek gerektiğini vurgulamıştır (Amin, 1997). Bağımlılık kuramı,
azgelişmişliğin nedenlerinin çevre ülkeler dışında olduğunu iddia eden çok geniş ve
eklektik düşünce okuludur (Angotti, 1992). Bağımlılık kuramı, çevre ülkelerdeki
olumsuz durumları, merkez ülkelerle olan bağımlılık ilişkilerine bağlayan bir
kuramdır. Bağımlılık, çevre ülkelerin sömürülmesine yol açmıştır. Bu kurama göre,
çevre ülkelerdeki geri kalmışlık probleminin ana nedenini merkez ülkelerin
ekonomik sisteminde (kapitalizmde) aramak gerekir. Çevre ülkelerin içinde
bulundukları olumsuz koşulların nedeni, kendi geleneksel yapıları değil, aksine
merkez ülkelerin sömürüsüdür. Merkez ülkelerin ilerlemesi ve büyük ekonomik
gelişme sağlaması, çevre ülkeleri sömürmesine bağlıdır. Merkez ülkeler, çeşitli
alanlardaki tekelleri aracılığıyla çevre ülkeleri, özellikle hammadde, tarımsal
ürünler ve ucuz işgücü bakımından sömürmektedir. Bağımlılık kuramı, çevre
ülkelerdeki bütün olumsuzlukların, yani anti-demokratik düzenlerin ve
yoksullaşma gibi ana problemlerin kaynağında merkez ülkelerin sömürgeci
düzenini görmüştür. (Kızılçelik, 2004). İşte, tüm bu nedenlerle, bağımlılık kuramı,
çevre ülkelerde çok tutulmuş, sorunların çözümünde umut ışığı olmuştur. Örneğin,
bağımlılık kuramı, çevre ülkeler konumunda bulunan Latin Amerika’da çok
saygınlığı olan bir kuramdır. Latin Amerika’da politik, sosyal ve iktisadi konular
üzerine yazılanların çoğu çözümleme çerçevesi olarak bağımlılık kuramını
benimsemişlerdir (O’Brien, 1992). Kısaca, bağımlılık kuramı, Latin Amerika, Afrika,
Orta Doğu ve Asya’daki azgelişmişliğin incelenmesini hedeflemiştir (Frank, 1978).
Son tahlilde, bağımlılık kuramı, merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasındaki
sömürüye dayalı bağımlılık ilişkilerini analiz etmiş, merkez ülkelerin nasıl/niçin
ilerlediğini, çevre ülkelerin niçin/neden geri kaldığını inceleme nesnesi yapmıştır.
Bu bölümde, bağımlılık kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri,
temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


167
Bağımlılık Kuramı

BAĞIMLILIK KURAMININ KÖKLERİ


Bağımlılık kuramının kökleri, çalışmalarında sınıf çatışmasını, ezen-ezilen
ilişkisini, sömürü ilişkilerini gündeme getiren, kapitalizmin eleştirisini yapan Karl
Marx’ın fikirlerine uzanır. Bağımlılık kuramının ana isimleri, Marx’ın sosyolojisini
önemsemişlerdir. Sözgelimi, bağımlılık kuramının mühim siması Samir Amin,
Marx’ı gömmenin Batı’da son yıllarda moda olduğunu belirtmiştir. Amin, Marx’ın
fikirlerinin öldüğünü iddia eden kuramcıların, kapitalizmi belirleyen ekonomik
yabancılaşmanın yapısını görmezden geldiklerini söylemiştir. Oysa Marx’ın
katkısının en mühim yanı, kapitalizmin köklü ve radikal bir eleştirisini yapmış
olmasıdır (Amin, 1993a). Bağımlılık kuramının bir diğer ismi Immanuel Wallerstein,
çözümlemelerinde çoğu kez Marx’ın terminolojisini (sömürü, üretim tarzı, çatışma
ve burjuvazi gibi) kullanmıştır (Adams ve Sydie, 2002).
Bağımlılık kuramı, Marx’ın sosyolojisini çağdaş koşullar içinde yeniden
değerlendirmiştir. Bu yönüyle, bağımlılık kuramı, neo-Marxist bir kuramdır.
Bağımlılık kuramı, neo-Marxist sosyolojinin bir koludur. Bağımlılık kuramı,
1960’larda Marxizmin etkisiyle, gelişmiş kapitalist merkez ülkeler ile geri kalmış
çevre ülkeleri arasındaki sömürüye dayalı ilişkileri ilgi odağı olarak seçmiştir.
Bağımlılık kuramı, dünya toplumlarını ve onlar arasındaki ilişki ağlarını Marxçı bir
çerçevede anlamaya çalışmıştır. Bu bağlamda, bağımlılık kuramı, merkez ülkeler ile
çevre ülkeler arasındaki sömürü ilişkilerini görmezlikten gelen, merkez ülkelerin
(modern toplumların) övgüsünü yapan, çevre ülkeleri ise sürekli bir biçimde
sorunlu gören modernleşme kuramına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Bağımlılık kuramı, modernleşme kuramına yönelik en radikal meydan
okumadır. Bağımlılık kuramı, modernleşme kuramının çevre ülkelerin Batı’nın
sistemini takip etmeleri durumunda gelişeceklerini iddia eden iyimserci anlayışına
karşı çıkmış ve onların geri kalmışlığının (kalkınamamışlığının) nedeni olarak
merkez ülkeleri görmüştür (Kızılçelik, 2004). Modernleşme kuramı yanlıları,
Bağımlılık kuramının merkez ülkelerin biçimlendirdiği ve yönlendirdiği dünya sistemine bütünüyle
öncü isimleri arasında açılmanın “kaçınılmaz” bir zorunluluk olduğunu ve her türlü “gelişme”nin
André Gunder Frank, önkoşulu olduğunu iddia etmişlerdir. Bağımlılık kuramı temsilcileri ise, kapitalist
Samir Amin ve yayılmanın beş yüz yıllık tarihinin bu tezi çürüttüğünü, bu tezin bilimsel bir
Immanuel Wallerstein
açıklamasının olmadığını öne sürmüşlerdir. Bağımlılık kuramına göre, tam aksine
ön plana çıkmaktadır.
dünya ölçeğinde büyük bir kutuplaşma ortaya çıkmış, dünya sistemiyle
bütünleşme imkânsızlaşmıştır. Örneğin, bağımlılık kuramına göre, Brezilya’nın
Amerika’ya “yetişmesi” mümkün değildir (Amin, 1993b).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


168
Bağımlılık Kuramı

BAĞIMLILIK KURAMININ ANA İSİMLERİ


Bağımlılık kuramının inşasında, gelişmesinde ve günümüzde etkin bir kuram
hâline gelmesinde çok sayıda sosyologun rolü olmuştur. Bunlar arasında André
Frank, sosyolojide Gunder Frank (1929-2005), Samir Amin (1931-2018) ve Immanuel Wallerstein
Avrupamerkezci bakış
(1930-) ayrıcalıklı bir konuma sahiptirler. Bağımlılık kuramı, söz konusu düşünce
açılarını sorgulamış,
adamları tarafından geliştirilmiş bir sosyoloji kuramıdır.
bugün bazı toplumlara
“gelişmemiş” yaftası André Gunder Frank
vurmanın doğru
olmadığını ileri Frank, 1929’da Almanya’nın Berlin kentinde dünyaya gelmiştir. Frank,
sürmüştür. Amerika’da eğitim görmüş, Chicago Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır.
Amerika, Almanya, Belçika, Brezilya, Meksika ve Şili’deki bazı üniversitelerde
dersler vermiştir. 1960’ların başında Latin Amerika’ya gitmesi, orayı incelemesi,
özellikle Küba Devrimi, onun düşüncelerini kökten değiştirmiştir. Bu çerçevede,
Latin Amerika’da Kapitalizm ve Azgelişmişlik eserini kaleme almıştır. Frank, 2005
yılında vefat etmiştir (Slattery, 2007). Frank’in önemli eserleri arasında Gelişme
Sosyolojisi ve Sosyolojinin Azgelişmişliği; Lümpen Burjuvazi Lümpen Gelişim; Dünya
Ekonomisinde Krizler; Küresel Krizin Dinamikleri; Yeniden Doğu: Asya Çağında
Küresel Ekonomi önemli bir yer tutar.

Resim 8.1. André Gunder Frank

Bağımlılık kuramının önemli ismi olan Frank, modernleşme kuramcılarının


görüşlerinin aksine, çevre ülkelerin (Üçüncü Dünya’nın) gelişememelerinin ana
sebebi olarak Batılı merkez ülkelerin onları azgelişmiş hâlde bırakmalarını
göstermiştir (Slattery, 2007).
Frank, öncelikli olarak Avrupamerkezci bakış açısını eleştirmiştir. Frank,
Avrupamerkezci bakış açısının, sosyolojinin isim babası Auguste Comte’tan
itibaren sosyolojide yaygın olduğuna dikkat çekmiştir. Frank, Comte ve Sir Henri
Maine’in eski “geleneksel” olanın yerine “bilim” ve “sözleşme”ye dayalı sosyal
yapılanmanın geçişini övmelerini, Emile Durkheim’ın mekanik dayanışma
biçimlerine karşı organik dayanışma biçimlerini ön plana çıkaran görüşünü,
“yerelci” sosyal biçimlere karşı “evrenselci” biçimi temel alan Talcott Parsons’ın
fikrini, Avrupamerkezci bakış açılarına örnek olarak vermiştir (Frank, 2010).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


169
Bağımlılık Kuramı

Frank, modernleşme üzerine yazan Amerikalı yazarları eleştirmiştir (Adams


ve Sydie, 2002). Frank, kuramını inşa ederken modernleşme kuramının
sakıncalarına değinmiştir. O, modernleşme kuramının uygulama alanında geçersiz
ve uygunsuz, siyaset alanında ise etkisiz olduğunu öne sürmüştür. Çünkü
modernleşme kuramı, her şeyden önce, Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika’nın
tarihsel özelliklerinden hareketle inşa edilmiştir. Frank, bir ülkenin neden
gelişemediğinin iç olgulara bakılarak anlaşılamayacağını, bu bağlamda çevre
ülkelerin gelişmemişliğinin geleneksel yapının korunmasıyla açıklanamayacağını
savunmuştur. Bugün azgelişmiş ülkelere “gelişmemiş” yaftası vurup sınıflamak
doğru değildir. Örneğin, 18. yüzyılda Çin ve Hindistan birçok açıdan Batı’dan daha
gelişmişti. Ne zaman ki kolonileştirme hareketleriyle yüzyüze kaldılar, o zamandan
itibaren sürekli olarak gerilemeye başladılar (Cirhinlioğlu, 1999). Frank’a göre,
azgelişmişlik, kapitalist gelişme sürecinin bir neticesidir. Bu süreç geçmişte olduğu
gibi bugün de merkez-çevre (metropol-uydu) ilişkisine neden olmaktadır (O’Brien,
1992). Kısaca, bağımlılık kuramının mimarı konumundaki Frank (1967), merkez
ülkelerin büyük tekelleri vasıtasıyla çevre ülkelerin kaynaklarına el koymalarından
dolayı bu ülkelerin yoksullaştığını öne sürmüştür. Frank, çevre ülkelerin
azgelişmişlikten kurtulmaları için kapitalizmle aralarına mesafe koymalarının
zorunluluğuna işaret etmiştir. Frank, bir sıkıntılı sistem olan kapitalizme ilişkin
kutsal inancı terk etme yürekliliğini göstermemiz gerektiğini belirtmiştir (Frank,
2003).

Samir Amin
Amin, 1931’de Mısır’ın Kahire kentinde her ikisi de doktor olan Mısırlı bir
baba ve Fransız bir annenin çocuğu olarak doğmuştur. Çocukluğu ve gençliği Port
Said’de geçmiştir. Oradaki Fransız lisesinde okumuştur. 1947’de liseyi bitirmiştir.
Samir Amin, kapitalizme Ülkesinde yaşıtı olan yerli çocukların içinde bulundukları sefalete karşı duyduğu
eleştirel yaklaşmış, onun tepki onu sosyalizme gönül vermeye itmiştir. İşçi sınıfının hayat şartlarını gözler
yayılmacı ve önüne seren Zola’yı ve burjuva toplumunun ahlaksızlığını resmeden Balzac’ı
kutuplaştırıcı olduğunu, okumuştur. Daha sonra Marx’ın metinlerine ilgi göstermiştir. Üniversite öğrenimi
eşitsiz gelişmeye ve
için Paris’e gitmiştir. Paris’te Siyasal Bilimler Enstitüsü’ne kaydolmuştur. 1952’de
sömürüye yol açtığını
ileri sürmüştür. siyaset bilim, 1953’te ise iktisadi hukuk diploması almıştır. 1957’de iktisat alanında
doktora tezini tamamlamış ve aynı yıl Mısır’a dönmüştür. Doktora tezinde
“azgelişmişlik” meselesini ele almıştır (Amin, 2000). Amin, hiçbir zaman bol bol
yazmaktan tereddüt etmemiş, yazmayı önemli bir toplumsal eylem olarak
görmüştür (Amin, 2000). 2018 yılında vefat eden Amin, oldukça üretken bir
yazardır. Önemli eserleri arasında Eşitsiz Gelişme: Çevre Kapitalizmi Toplumsal
Kuruluşları Üzerine Deneme; Avrupamerkezcilik: Bir İdeolojinin Eleştirisi;
Maoizmin Geleceği; Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme; Kapitalizmin Hayaleti:
Günümüz Entelektüel Modalarının Bir Eleştirisi; Entellektüel Yolculuğum; Liberal

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


170
Bağımlılık Kuramı

Virüs: Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması; Modernite, Demokrasi ve


Din: Kültüralizmlerin Eleştirisi; Kapitalizmden Uygarlığa: Sosyalist Perspektifi
Yeniden İnşa Etmek ön plana çıkmaktadır.

Resim 8.2. Samir Amin’in bir kitabı: Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme


Amin, eserlerinde ağırlıklı olarak, Batı sistemini belirleyen kapitalizmi
çözümlemiş ve ona eleştirel yaklaşmıştır. Amin’e göre, kapitalizm, kendisi de
toplumsal emeğin ürünü olan üretim araçlarının, bir sınıf (burjuvazinin) tarafından
mutlak bir biçimde ele geçirilmesine dayanır (Amin, 1991). Proleterleşme ve para-
sermaye birikimi, kapitalizmin gelişmesi için gerekli iki ana koşuldur (Amin, 1991).
Kapitalizmin aktörü olan burjuvazi, işçi sınıfını (proletaryayı), özellikle de çevre
toplumlardaki proletaryayı sert bir biçimde sömürür (Amin, 1991). Kapitalizmin
ulaştığı gelişme aşamasında artık kurbanlar (hasımlar) yalnızca emeğini
sömürdüğü proleterler sınıfında oluşmamakta, artık tüm insanlık onun kurbanı
konumuna gelmektedir (Amin, 2007).
Kapitalizm, yayılmacı ve kutuplaştırıcıdır. Başka bir deyişle, kapitalizm,
giderek derinleşen eşit olmayan ve asimetrik bir gelişme seyri izler. Bu da, çevre
toplumlarının merkez toplumlar gibi olmasını ve onları “yakalaması”nı imkânsız
hâle getirir (Amin, 2006a). Amin, kapitalizmin ana özelliklerinden biri olarak
gördüğü “kutuplaşma”dan dünya kapitalist sisteminin merkeziyle çevresi
arasındaki maddi kalkınmışlık farkını kastetmiştir (Amin, 2004). Kapitalizmin
özünde var olan temel çelişkisi, tüketilebilecek olandan daha fazla üretme eğilimi
taşımasıdır (Amin, 1999). Amin’e göre, kapitalizmin ana karakteri, üretken
sistemleri, teknolojiyi, uluslararası ticareti, finans pazarlarını ve sosyal hayatın
birçok görünümünü etkilemesi ve şimdiye değin eşi görülmemiş ölçüde merkez
Wallerstein, bağımlılık ülkelerin lehine bir dünya yaratmasıdır. Kapitalizm, dünya ölçeğinde merkez
kuramında dünya-sistem ülkelerle çevre ülkeler arasında eşitsizliği üretmiştir. Kapitalizm, dünya ölçeğinde
analiziyle ön plana çıkmış, bir düzenliliğe ve eşitliğe değil, küresel düzensizliğe ve eşitsiz gelişmeye yol
toplumları merkez, yarı- açmıştır. Dünyadaki eşitsiz gelişmede ve küresel düzensizlikte merkez ülkelerin
çevre ve çevre toplumları aygıtları ve tekelleri başat faktörlerdir. Günümüz modern dünya sistemine vücut
olarak üçe ayırmıştır. veren küreselleşmiş kapitalizmde merkez ülkelerin tekelleri beş alana yayılmıştır.
Dünya bazında merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasında eşit olmayan savaşımda
merkezin teknolojik tekelleri, dünya ölçeğinde önemli finansal akımları kontrol

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


171
Bağımlılık Kuramı

eden tekelleri, gezegenin doğal kaynakları üzerindeki tekelleri, kitle iletişimi


(medya) tekelleri ve kitle imha silahları alanındaki tekelleri belirleyicidir. Söz
konusu tekellerin yol açtığı eşitsizlik, dünyanın çoğu bölgesi için yoksulluk ve
güvensizlik üretmiştir. Merkez ülkeler, söz konusu büyük tekelleri vasıtasıyla çevre
ülkelerin kaynaklarını ve zenginliğini yağmalamıştır (Kızılçelik, 2004). Kısaca, Amin,
merkez-çevre arasında bağımlılık ilişkisinden söz etmiş, çevre toplumların merkez
toplumlara ticari, mali ve teknolojik açıdan bağımlı olduğunu bildirmiştir (Amin,
1991). Amin, çağımızın azgelişmiş çevre ülkeleri üzerinde durmuş, onları,
dünyanın, kırsal, tarımsal açıdan geri, kendine yeterli, çok az ve eşitsiz şekilde
sanayileşmiş bölgeleri olarak tanımlamıştır (Amin, 1993c). Ona göre, çevre
ülkelerde kapitalist gelişme hızlandıkça bölüşüm adaletsizliği ve bölüşümün üst
tabakalar yararına bozulması o denli hızlanmış, gelir dağılımındaki adaletsizlik
artmıştır (Amin, 1993a).

Immanuel Wallerstein
Wallerstein, 1930’da Amerika’da doğmuştur. Akademik derecelerinin
tamamını Columbia Üniversitesi’nden elde etmiştir. 1960’larda bir Afrika uzmanı
olarak tanınmıştır. 1976 yılında State University of New York’da seçkin bir sosyoloji
profesörü olmuştur. Onun sosyolojiye en önemli katkısı, 1974’de yayımlanan
Modern Dünya Sistemi kitabı olmuştur. Dünya sistemi sözcüğü, sosyolojik
düşüncenin ve araştırmanın odağı hâline gelmiştir (Ritzer, 2012). Wallerstein’ın
diğer önemli eserleri ise şunlardır: Tarihsel Kapitalizm; Liberalizmden Sonra;
Jeopolitik ve Jeokültür: Değişmekte Olan Dünya-Sistemi Üzerine Denemeler; Sosyal
Bilimleri Düşünmemek: Ondokuzuncu Yüzyıl Paradigmasının Sınırları; Bildiğimiz
Dünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim; Yeni Bir Sosyal Bilim İçin;
Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş; Ütopistik ya da 21. Yüzyılın Tarihsel Seçimleri;
Avrupa Evrenselciliği: İktidarın Retoriği.
Wallerstein, bağımlılık kuramının önemli bir ismidir. O, bağımlılık kuramını
geliştirerek kendine özgü “dünya-sistem kuramı”nı inşa etmiştir. Wallerstein,
dünya-sistem kuramını, modern dünya-sistemin tarihsel durumunu ve
Immanuel Wallerstein,
mekanizmalarını tanımlamak için kullanmıştır (Wallerstein, 2004a). Dünya-sistem
merkez ülkelerin çevre ve
kuramı, dünyadaki bütün kıtaları kaplayan tarihsel ve toplumsal sistem olan
yarı-çevre ülkeleri
sömürmesine tepki kapitalist dünya ekonomisini “merkez”, “yarı-çevre” ve “çevre ülkeler”
göstermiştir. bakımından tahlil eden, onun merkez ülkelerin lehine, yarı-çevre ve çevre
ülkelerin aleyhine olduğunu ileri süren ve böylelikle dünya toplumlarını
açıklamaya çalışan bir kuramdır (Kızılçelik, 2004). Dünya-sistem kuramına göre,
analiz birimi, devlet, ulus ve halk değil, dünya sistemidir (Berberoglu, 2009).
Modern dünya-sistemi, bir kapitalist dünya ekonomisidir (Wallerstein,
1993). Wallerstein’a göre, modern dünya-sistemi olarak kapitalist dünya

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


172
Bağımlılık Kuramı

ekonomisinin itici gücü, kesintisiz sermaye birikimidir. Bu sistem, merkez-çevre


geriliminin var olduğu bir yapıya dayanır. Bununla birlikte, yarı-çevre diye
nitelediği bir alanın yapısal varlığını da esas alır. Kökleri 16. yüzyıla uzanır.
Yerkürenin bir parçasında (Avrupa’da) başlamış olduğu hâlde daha sonra birbirini
takip eden dâhil etmeler vasıtasıyla tüm yerküreye yayılmıştır (Wallerstein, 1999).
Kapitalist dünya ekonomisine katılım, hiçbir zaman katılanların insiyatifiyle
olmamıştır. Süreç, kapitalist dünya ekonomisinin sınırlarını genişletme
ihtiyacından kaynaklanmıştır (Wallerstein, 2011).
Kapitalist dünya ekonomisinin mantığı, kararlı yayılmacılığı, alternatif ve
muhalif tarihsel sistemlere yönelik yıkıcılığı, dünyanın en ücra köşelerini bile
kendisine eklemleyebilmesini sağlamıştır (Wallerstein, 2001). Böylece, modern
dünya sistemi meydana gelmiştir. Yani, kapitalist dünya-ekonomisi, öncelikle
merkez devletler ve çevre ülkeler (periferi alanlar) olarak ikiye ayrılır. Merkez ve
çevre arasında yarı-çevre (yarı-periferi) bölgeler de mevcuttur (Wallerstein,
2004b).
Wallerstein, merkez, çevre ve yarı-çevreden oluşan dünya sistemini uzun
uzadıya tahlil etmiştir. Wallerstein’a göre, merkez, kapitalist dünya ekonomisine
egemen olup sistemin geri kalan kısmını sömürür. Çevre, merkez ülkelere
hammadde sağlar ve merkez tarafından acımasızca sömürülen alanlardan
meydana gelir. Yarı çevre, sömüren merkez ve sömürülen çevre arasında bulunan
Bağımlılık kuramının en ve merkez ile çevre dışında kalan kategoridir (Ritzer, 2012). Wallerstein’a göre,
mühim terimi olan
dünya sisteminin farklı kısımları, farklı işlevlere sahiptir. Sözgelimi çevre, merkezin
bağımlılık, sadece
ekonomik bir terim girişimcilerine hammadde sağlar (Wallace ve Wolf, 2004).
değil, sosyal, kültürel ve Wallerstein, dünya-sistem kuramının birbirleriyle doğrudan ilişkili dört
politik yönleri de olan önemli özelliğinin olduğunu bildirmiştir. Dünya-sistem kuramının ilk özelliği,
bir terimdir.
küreselliktir. Bu, bir toplum ve devlet değil de bir dünya sistemi olduğu söylenen
çözümleme birimine yönelik kaygının ürünüdür. Dünya-sistem kuramı, dünya
sisteminin bütün parçalarını bir dünyanın parçaları olarak görmüş ve parçaları ayrı
ayrı anlamanın ya da tahlil etmenin olanaksız olduğunu savunmuştur. Dünya-
sistem kuramının ikinci özelliği, tarihselliktir. Eğer süreçler sistemsel ise, o zaman
sistemin tarihi, yani bütün tarihi sistemin bugünkü durumunu anlamayı sağlayan
temel öğedir. Dünya-sistem kuramının üçüncü özelliği, tek disiplinliliktir. Dünya-
sistem kuramı, tarihsel olarak ortaya çıkan ekonomik, politik ve sosyo-kültürel
alanların birbirinden ayrı olmadıklarını ileri sürmüş, onları bir bütünlükler şeklinde
görmekte ısrar etmiştir. Dünya-sistem kuramının dördüncü niteliği ise,
bütüncüllüktür. Bu kuram, sosyal bilimler içindeki sınır çizgilerine karşı çıkmış,
bütüncüllük söylemini esas almıştır (Wallerstein, 2000).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


173
Bağımlılık Kuramı

Kısaca, Wallerstein, modern dünya-sisteminin köklerinin 16. yüzyıl


Avrupası’nda bulunan bir kapitalist dünya-ekonomisine uzandığını öne sürmüştür
(Wallerstein, 2005). Wallerstein’ın dünya-sistem kuramının temeli, Batı
Avrupa’nın, özellikle de Kuzey Batı Avrupa’nın 15. yüzyılın sonunda sahip olduğu
küçük teknolojik avantajları nedeniyle çevre toplumları sürekli bir biçimde
sömürerek çok daha büyük bir üstünlük elde ettiği düşüncesine dayanır. Çevre
toplumlar, önce, ekonomileri ve toplumları Batılı (merkez) devletlerin ordularının
ve pazarlarının gücüyle bağımlılaştırılan, Doğu Avrupa ve Güney Amerika’da temel
ürünler ihraç eden bölgelerdi. Çevre toplumlarının kaynaklarının haksızca gasp
edilmesi zamanla kapitalist merkezi zenginleştirmiştir. Böylece merkez ülkeler,
dünyanın tamamı üzerinde denetim kurmaya başlamıştır. Bu durum, eşzamanlı
olarak çevre ülkelerin geri kalmasına ve onların yoksullaşmasına, merkez ülkelerin
ise gelişmesine ve zenginleşmesine yol açmıştır (Ragin ve Chirot, 1999). Son
tahlilde, Wallerstein, dünya-sistem kuramında, dünyayı merkez, çevre ve yarı-
çevre olarak üçe ayırmıştır. Bu kurama göre, günümüz dünyası eşitsizlikler üstüne
kuruludur. Bu eşitlikçi olmayan sistemde merkez ülkelerin çıkarları önceliklidir.
Merkez ülkeler, çevre ve yarı-çevre ülkeleri sürekli olarak sömürmektedirler
(Kızılçelik, 2004). Dünya-sistem kuramı, bu tabloya itiraz etmiştir. Wallerstein’ın
(1988) işaret ettiği gibi, dünya-sistem kuramı, ahlaki ve siyasi bir protesto olarak
doğmuştur.

BAĞIMLILIK KURAMININ ANAHTAR TERİMLERİ


Bağımlılık kuramının iskeletini oluşturan anahtar terimler, modernlik,
modernleşme, merkez ülkeler, çevre ülkeler, metropol, uydu, bağımlılık, sömürü,
eşitsiz gelişme, kutuplaşma, azgelişmişlik ve krizdir. Bağımlılık kuramının anahtar
terimleri içinde en önemli olan terim, hiç kuşkusuz ki, bağımlılıktır.
Bağımlılık, genellikle ekonomik terimlerle açıklanmıştır. Bağımlılığın nedeni
olarak zenginliğin çevre ülkelerden merkez ülkelere aktarılması gösterilmiştir.
Bağımlılık, gelişme ve kalkınma ile ters orantılı olarak ele alınmıştır. Buna göre,
çevre ülkelerin kalkınabilmeleri mümkün değildir (Cirhinlioğlu, 1999). Bağımlılık,
Bağımlılık, çevre sadece iktisadi bir terim değildir. Sosyal, politik ve kültürel ayakları da olan bir
ülkelerin sosyal, terimdir. Bağımlılık kuramına göre, çevre ülkeler, merkez ülkelere bağımlı olduğu
ekonomik ve politik
sürece oralarda demokrasinin gelişmesi olanaklı değildir. Çevre ülkelerde
yönden geri kalmasına
yol açan bir süreçtir. demokrasinin gelişememesinin ana nedeni, onların kendi iç dinamikleri değil, tam
tersine merkez ülkelerle olan bağımlılık ilişkileridir. Örneğin, Frank’in (1994)
belirttiğine göre, kapitalist dünya ekonomisinin işleyişi, çevre ülkelerde gerçek bir
ulusal hükümranlığın kullanılmasını ve halk tarafından halk için gerçek demokratik
kararların uygulanmasını engellemektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


174
Bağımlılık Kuramı

Bağımlılık kuramında, dünya sisteminin merkez-çevre ya da metropol-uydu


biçiminde kavramsallaştırılması, azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelere “bağımlı”
olduğunu ifade eder. Dolayısıyla, “bağımlılık”, azgelişmiş ülkelere özgü olan ve
onların gelişmelerini engelleyen ya da çarpıtan bir durum olduğu için gelişmiş
ülkelere kıyasla tanımlanır (Gülalp, 1987).
Bağımlılık kuramının temsilcileri, bağımlılık terimini, sosyal, kültürel,
ekonomik ve politik boyutları olan modernliğe ve modernleşmeye bir tepki olarak
kullanmışlardır. Bilindiği üzere, modernlik ve modernleşme, Batı’lı merkez
ülkelerin çıkarlarını gözeten, çevre ülkeleri sosyo-ekonomik, politik ve kültürel
bakımdan sıkıntıya sokan, birbirleriyle bağlantılı ve benzer şeyleri hedefleyen
terimlerdir. Merkez ülkelerin niyeti, çevre ülkeleri modernleşme kılıfı adı altında
hegemonyasına katmaktır. Bağımlılık terimi, bu hegemonyanın negatif etkililerini
gözler önüne sermek için bağımlılık kuramı yanlılarınca kullanılmıştır.

•Kendimiz yoğurt yapmayı bırakıp Fransız yoğurtları yemeye


Örnek

başlarsak zamanla hem yoğurt yapamaz hâle gelir hem de


Fransızlara bağımlı oluruz. Bu süreçte Fransız çiftçisi zenginleşirken
bizim çiftçimiz yoksullaşır.

BAĞIMLILIK KURAMININ TEMEL TEZLERİ


Bağımlılık kuramının temel tezlerini on üç noktada toplamak mümkündür:

• Bağımlılık kuramı, Batı’nın kapitalizme dayalı modernlik, modernleşme ve


Bağımlılık kuramına göre, küreselleşme anlayışlarının Doğu toplumları açısından problemli yönlerine
merkez ülkeler çevre
vurgu yapan bir gelenektir. Bağımlılık kuramı, Batı kapitalizminin Doğu
ülkeleri her yönden
sömürür. Bu sömürü toplumlarında yarattığı tahribatları, sorunları ve yoksullaşmayı ilgi odağı
zincirinde merkez ülkeler seçen, oralardaki geri kalmışlığı ve azgelişmişliği doğrudan Batılı merkez
ilerlerken çevre ülkeler toplumlarla olan bağımlılık ilişkilerine bağlayan bir ekoldür (Kızılçelik,
geri kalır. 2004).
• Bağımlılık kuramının ana tezi, gelişmişlik ve azgelişmişliğin, tek bir dünya
sisteminin birbirine bağımlı, bölümsel yapılarını oluşturduğudur.
Bağımlılık, bir grup ülke ekonomilerinin (çevre ülkelerin), diğer ülkelerin
(merkez ülkelerin) büyümeleri ve yayılmaları tarafından belirlendiği bir
duruma işaret eder (O’Brien, 1992).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


175
Bağımlılık Kuramı

• Azgelişmişlik, birçok insanın ürettiği ekonomik artıktan yoksun bırakılması


ve buna birkaç kişinin el koymasından doğan kapitalizmin iç çelişkisinin bir
neticesidir. Bu artıktan mahrum edilme, en güçlü halkasını dünya
kapitalizminin merkezinin meydana getirdiği bir sömürü zinciri yoluyla
sağlanır (Frank, 1995).
• Azgelişmiş olarak nitelendirilen çevre ülkelerde yaygın olan sosyal, iktisadi
ve politik koşullar, bu ülkelerin geçmişinde ve kökeninde var olan olayların
ve ilişkilerin özgün durumlarının varlığını sürdürmesinden çok, merkez
ülkelerle (gelişmiş pazar ekonomileriyle) ilişkilerinden kaynaklanır (Leys,
1992).
• Günümüzde merkez ülkeler, Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Japonya ve
birtakım başka devletleri (Avustralya, Yeni Zelanda, İsrail) kapsar. Merkez
ülkelerin merkezi, Kuzey Amerika’dır. Çevre ülkeler ise, Latin Amerika,
Afrika ve Asya ülkeleridir (Amin, 1993a).
• Çevre ülkeler, kapitalizmin bir dünya sistemi olarak ortaya çıkma ve
pekişme sürecinde aktif bir şekilde geri bırakılmışlardır. Çünkü merkez
ülkeler, çevre ülkelerin zenginlik ve güçlerini, kendi sistemlerine dâhil edip
sömürmüşlerdir. Merkez ülkelerin sermayeleri, sömürgeler yoluyla, uydu
veya çevre ülkelerden zenginliğin aktarılması suretiyle oluşmuş ve
beslenmiştir (Bernstein, 1992).
• Kapitalist dünya sistemindeki toplumları, merkezler ve çevreler olarak
sınıflandırmayı sağlayan ana ölçüt, bu toplumlardaki devletin yapısıdır.
Merkez kapitalist toplumlar, ulusal bir burjuva devletin billurlaşmasıyla
belirgindirler. Bu devletlerin ana işlevi, sermaye egemenliğini korumanın
Çevre ülkeler, merkez ötesinde, işgücünün yeniden üretimi, pazar, artı-değerin
ülkeleri sırtlarından
merkezileştirilmesi, doğal kaynaklar ve teknik üzerinde uyguladığı ulusal
atarlarsa düzlüğe çıkabilir
ve rahat bir nefes denetimle birikimin koşullarına egemen olmaktır. Devlet, aynı zamanda
alabilirler. çevre toplumların bu birikimin gereklerine bağımlı kılınmasına izin veren
şartları sağlar. Buna karşın, her devlet gibi içerideki sınıf egemenliğinin
korunması işlevini yerine getiren çevre toplumlardaki devlet, yerel
birikime hâkim değildir. Çevre toplumlardaki devlet, yerel toplumun,
merkez toplumlardaki birikimin gereklerine uyarlanmasının bir aracıdır. Bu
fark, merkez toplumlardaki devletin niçin güçlü bir devlet, çevre
toplumlardaki devletin ise niçin zayıf bir devlet olduğunu anlamamızı
sağlar (Amin, 1993a).
• Kapitalizmin temel çelişkilerini esas almak, özellikle merkez-çevre
kutuplaşmasını, çözümlemenin bir köşesine değil, temeline koymak
gerekir (Amin, 1993a). Kutuplaşma, bir dünya sistemi olarak kapitalizmin
temel özelliğidir (Amin, 1993b). Kökenine ve tarihindeki tüm aşamalarına
bakıldığında kapitalizmin küresel manadaki gelişmesinin her zaman

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


176
Bağımlılık Kuramı

kutuplaştırıcı olduğu görülmektedir (Amin, 2010). Çünkü kapitalist sistem,


merkez-çevre kutuplaşmasını sürekli yeniden üretir. Amin’e (2006b) göre,
kutuplaşma, emperyalizmle (kapitalizmin ileri aşaması) eşanlamlıdır.
• Bağımlılık, dünya ekonomisinin bölgesel kutuplaşmasına işaret eder. Artı-
değerin çevre ülkelerden merkez ülkelere aktarılması, merkez ülkeleri
zenginleştirirken çevre ülkeleri yoksullaştırmıştır. Çevre ülkelerin
yoksulluğu ve merkez ülkelerin zenginliği madalyonun iki yüzüdür.
Neticede, bu tür bir sermaye birikim süreci, dünya ekonomisinin
kutuplaşmasına sebep olmuştur (Cirhinlioğlu, 1999).
• Demode olduğu söylenen “bağımlılık” apaçık bir olgu olarak durmaktadır
(Amin, 1993b). Bugün çevre ülkelerin bilgi, teknoloji, iletişim, finans,
enerji, ekonomi, politika ve askeri alanlarda merkez ülkelere aşırı bağımlı
olduğu bir gerçektir. Örneğin, herhangi bir çevre ülkesinde insanların
kullandıkları bilgisayar, internet, cep telefonu, otomobil, uçak, füze vb.
merkez ülkelerin ürettiği araçlardır. Bu araçların denetimi, merkez
ülkelerin kontrolündedir.
• Kapitalist dünya sisteminin çevresinde yer alan toplumlarda (çevre
toplumlarında) demokrasinin olmaması, eski çağların bir kalıntısı değil,
Bağımlılık kuramı, kapitalizmin kutuplaştırıcı yayılmasının kaçınılmaz bir ürünüdür (Amin,
özellikle çevre ülkelerde 1993b). Başka bir deyişle, bugün çevre ülkelerin çoğunluğunda
ilgiyle karşılanmış, bir demokrasinin yerleşememesi, yani anti-demokratik sistemlerin olması ya
umut ışığı olarak da askeri darbelerin yapılması, merkez ülkelerle doğrudan bağlantılıdır.
görülmüştür.
• Modern çağın egemen kültürü, kapitalisttir. Modern kültür, kapitalist
olarak tanımlanabilir. Modern dünya, kapitalist kültür üzerine kuruludur
(Amin, 1999). Kapitalist kültür, her türlü kolektivitiye düşman olan, aşırı
bireyciliği esas alan, hazza ve tüketime dayanan, üretimi ve emeği
küçümseyen, asalaklığı ve aylaklığı yücelten yozlaşmış bir kültürdür. Bu
kültür, insanları düşünmekten alıkoyan, insanların düşüncesini ve bilincini
gerileten, insanları birbirlerinin aynısı yapmaya çalışan bir kültürdür.
• Çevre ülkelerin kurtuluşunun yolu, merkez ülkelerle olan bağımlılık
ilişkilerini sonlandırmalarına bağlıdır. Amin’e göre, bağlantıyı kesmek, son
tahlilde, bir reçete değil, esasında bir ilke seçimidir (Amin, 1993a).
Bağımlılık kuramına göre, çevre ülkeler, merkez ülkelerle bağımlılık
ilişkisini sürdürdükçe, merkez ülkeler daha fazla gelişecek, buna karşın
çevre ülkeler daha fazla yoksullaşacaktır. Bu yüzden çevre ülkelerin
merkez ülkelerle olan tek taraflı bağımlılık ilişkisini bitirmeleri kendi
çıkarlarına olacaktır. Çünkü çevre ülkelerin kaynakları önemli ölçüde
merkez ülkelere akmaktadır. Örneğin, bugün herhangi bir çevre ülkede
insanların kullandıkları otomobilleri ele alalım. İnsanların sahip oldukları
otomobiller, oldukça pahalıdır. İnsanlar yıllarca çalışarak kazandıkları

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


177
Bağımlılık Kuramı

paranın büyük bir kısmını bir otomobil almak için harcarlar. Çevre
ülkelerde yaygın bir biçimde kullanılan otomobillerin tamamı merkez
ülkelerde üretilmekte ve bu otomobiller maliyetlerinin onlarca kat daha
fazlasına çevre ülkelere satılmaktadırlar. Çevre ülkelerde insanlar, çok az
bir para vererek sahip olmaları gereken otomobillere çok büyük rakamlar
ödeyerek sahip olabilmektedirler. Böylece hem bireylerin hem de ülkenin
kaynakları merkez ülkelere akmaktadır. Çevre ülkeler, merkez ülkelerden
otomobil almayı bırakıp bunun yerine kendisi otomobil üretmeye başlarsa,
hem merkez ülkelerin sömürüsünden kurtulur hem de kendi kaynakları
ülke içinde kalır. Son tahlilde, her alanda merkez ülkelerle olan bağımlılık
ilişkisi ortadan kaldırıldığında çevre ülkelerin gelişmesi ve kalkınması
olanaklı olacaktır.

• Sizce bağımlılık kuramı, sosyolojide neden önemli bir


Bireysel Etkinlik

Bağımlılık kuramı, daha kuramdır? Bu konuda bir fikriniz var mı?


çok, Marxist sosyologlar • Bağımlılık kuramının Amerika, Almanya, Fransa ve İngiltere
tarafından eleştirilmiştir. gibi merkez ülkelere bağımlı olan Türk toplumunun bazı
açmazlarını anlamamıza herhangi bir katkısı olabilir mi?

BAĞIMLILIK KURAMININ ELEŞTİRİSİ


Bağımlılık kuramına yönelik eleştirileri dokuz noktada toplamak
mümkündür:

• Bağımlılık kuramı, kavramsal olarak dağınık, kuramsal olarak ise zayıftır


(Larrain, 1989).
• Bağımlılık kuramı, gerçek bir Marxist kuram değildir. Çünkü bu kuram,
sadece çevre ülkelerin artı-değerlerinin nasıl gasp edildiğini ve
bölüşüldüğünü açıklar. Daha açık bir deyişle, bağımlılık kuramı, yalnızca
dünya kapitalist sisteminin dış dinamiklerini analiz eder. Marxist devrimci
pratik için önemli olan sınıf çatışmasının iç dinamiklerine yer vermez
(Slattery, 2007). Bağımlılık kuramı, emek sömürüsü üzerinden biçimlenen
Marx’ın sınıf çatışması tezine yer vermemiştir. Bu nedenle bağımlılık
kuramı, Marxçı bir kuram olmaktan uzaktır.
Bağımlılık kuramı, • Bağımlılık kuramı, bazı Marxistler tarafından Marxizmin özünden sapmakla
muhalif duruşuyla, suçlanmıştır. Onlara göre, Marxizmin özünü oluşturan feodalizm,
sosyolojik kurama taze
kapitalizm, üretim ilişkileri ve sömürü gibi terimler, bağımlılık kuramcıları
bir soluk getirmiştir.
tarafından yanlış anlaşılmış ve yorumlanmışlardır (Cirhinlioğlu, 1999).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


178
Bağımlılık Kuramı

• Bağımlılık kuramı, sömürüyü merkez-çevre (metropol-uydu) ilişkileri


çerçevesinde açıklamıştır. Bağımlılık kuramı savunucularına, özellikle de
Frank’e yöneltilen eleştirilerin başında, sömürünün metropol-uydu
yapısından açıklanamayacak ölçüde karmaşık bir sosyal olgu olduğu
gerçeği yer alır. Bağımlılık kuramını eleştirenlere göre, sömürü ilişkilerini
sosyal sınıflar bağlamında incelemek daha doğrudur (Frank, 1995).
• Bağımlılık kuramına Marxist gelenek içinden gelen bir diğer eleştiri,
bağımlılık ilişkisinin yalnızca merkez ülkeler ve çevre ülkeler arasında değil,
gelişmiş iki merkez ülke arasında da gerçekleşebileceği noktasındadır
(Cirhinlioğlu, 1999).
• Bağımlılık kuramı, Marxizm konusunda bir negatif ideolojik rol icra eder
(Larrain, 1989).
• Bağımlılık kuramı, kapitalizmi doğru olarak teorikleştirememiştir (Larrain,
1989). Marx, diyalektik ve tarihsel materyalizmin ilkeleri ışığında
kapitalizmi, sermayeye sahip olan bir azınlıkla (burjuvazi), bu azınlığa
emeğini satmak zorunda bırakılan bir çoğunluğun (proletarya)
oluşturdukları üretim tarzı olarak tahlil etmişti (Kızılçelik, 2013). Fakat
bağımlılık kuramı yandaşları, kapitalizmi Marx’ın analizine sadık kalmadan
ele almışlardır.
• Bağımlılık kuramı, ülkelerin kültürel yapılarıyla hiç ilgilenmemişlerdir
(Cirhinlioğlu, 1999). Bağımlılık kuramı, sadece ekonomik ögeleri
önemsemiş ve meselelere iktisadi açıdan bakmıştır. Bağımlılık kuramı,
kültürel alanı ihmal etmiştir. Oysa merkez ülkeler çevre ülkelere kendi
kültürlerini (kapitalist kültürü) de ihraç etmektedirler. Merkez ülkelerin
çevre ülkeler üzerindeki hegemonyasını arttırmasının ana
mekanizmalarından birisi, kendi kültürünü çevre ülkelere pompalaması ve
çevre ülkelerin kültürünü bozmasıdır. Çevre ülkelerin bir kültür
emperyalizmine maruz kaldıkları bir gerçektir.
• Bağımlılık kuramı, statik, ekonomistik ve mekaniktir (Larrain, 1989).
Bağımlılık kuramı, çağdaş sosyoloji kuramları içinde ayrıcalıklı bir yere
sahiptir. Batı sistemine muhalif bir kuramdır. Bugün, Batı sistemine eleştirel bakan
sosyolojik fikirlerin kaynağı, belirli ölçüde bağımlılık kuramına aittir.
Bağımlılık kuramı,

• Batı sisteminin en ideal ve en üstün sistem olduğunu iddia eden


modernleşme kuramı gibi Batı merkezli kuramlara karşı çıkmıştır.
• Çevre ülkelerin sorunlarının kaynağında merkez ülkelerle olan bağımlılık
ilişkisinin esas olduğunu göstermiştir.
• Merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasında eşitsizliğe dayalı bir ilişkinin
olduğuna vurgu yapmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


179
Bağımlılık Kuramı

• Çevre ülkelerin kurtuluşunun ana yolunun merkez ülkelerle olan bağımlılık


ilişkisini kopartmaktan geçtiğine işaret etmiştir.

• Bağımlılık kuramının anahtar terimlerini iyi kavramak için

Bireysel Etkinlik
Ekonomi Sözlüğü ve Sosyoloji Sözlüğü okuyun.
• Bağımlılık kuramının temsilcilerinden birini (örneğin
Türkçeye önemli eserleri çevrilmiş olan Samir Amin'i) seçin
ve onun en az iki kitabını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


180
Bağımlılık Kuramı

•Bağımlılık kuramı, modernleşme kuramına tepki olarak doğmuştur.


Bağımlılık kuramı, çağdaş sosyolojide dünya toplumlarını “bağımlılık”
açısından çözümleyen ana kuramdır. Bağımlılık kuramı, çağdaş sosyoloji
literatüründe “Bağımlılık Okulu” ya da “azgelişmişlik kuramı” olarak da
bilinmektedir. Bağımlılık kuramı, çağdaş sosyoloji kuramları içinde farklı
Özet
bir yerde durmaktadır. Çünkü bağımlılık kuramı, çoğu sosyolojik kuramın
(özelilkle de modernleşme kuramının) aksine modern dünya sistemine
eleştirel yaklaşmıştır. Bağımlılık kuramı, “merkez ülkeler” (Batı toplumları)
tarafından ablukaya alınmış “çevre ülkeler”in (Doğu toplumları)
sorunlarına eğilmiş, özellikle azgelişmişlik meselesi üzerine kafa
yormuştur. Bağımlılık kuramı, merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasındaki
sömürüye dayalı bağımlılık ilişkilerini analiz etmiştir. Bağımlılık kuramı,
merkez ülkelerin nasıl ilerlediğini buna karşın çevre ülkelerin neden geri
kaldığını inceleme nesnesi yapmıştır.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biri olan
bağımlılık kuramını ana hatlarıyla tanıtmaktır. Bağımlılık kuramının
öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş sosyolojide etkin olan modernleşme
kuramının zayıf yönlerinin daha iyi anlaşılmasına da imkân tanır.
•Bağımlılık kuramının kökleri, eserlerinde sınıf çatışmasını, sömürü
ilişkilerini gündeme getiren ve özellikle de kapitalizmin eleştirisini yapan
Karl Marx’ın fikirlerine uzanır. Bağımlılık kuramının ana isimleri, Marx’ın
sosyolojisini önemsemişlerdir. Bağımlılık kuramı, neo-Marxist bir
kuramdır.
•Bağımlılık kuramı, André Gunder Frank, Samir Amin ve Immanuel
Wallerstein tarafından geliştirilmiş bir sosyoloji kuramıdır.
•André Gunder Frank, sosyolojide Avrupamerkezci bakış açılarını
sorgulamış, bugün bazı toplumlara “gelişmemiş” yaftası vurmanın doğru
olmadığını ileri sürmüştür. Frank, çevre ülkelerin (Üçüncü Dünya’nın)
gelişememe sorunu üzerine odaklanmıştır. Frank, azgelişmişlik meselesi
üzerine kafa yormuştur. Frank, merkez ülkelerin çevre ülkelerin
kaynaklarına el koymalarından dolayı bu ülkelerin geri kaldığını ve
yoksullaştığını öne sürmüştür.
•Samir Amin, kapitalizm, küreselleşme, eşitsizlik, sömürü ve azgelişmişlik
meselesi üzerine kafa yormuştur. Amin, Batı sistemini belirleyen
kapitalizmi çözümlemiş ve ona eleştirel yaklaşmıştır. Amin, kapitalizmin
merkez ülkelerin (Batı toplumlarının) lehine, çevre ülkelerin ise aleyhine
bir sistem olduğunu ileri sürmüştür. Amin, kapitalizmin dünya ölçeğinde
bir düzenliliğe ve eşitliğe değil, küresel düzensizliğe ve eşitsiz gelişmeye
yol açtığını vurgulamıştır.
•Immanuel Wallerstein, bağımlılık kuramını geliştirerek kendine özgü
“dünya-sistem analizi”ni inşa etmiştir. Wallerstein, dünya-sistem
analizinde, dünya toplumlarını merkez, yarı-çevre ve çevre olarak üçe
ayırmıştır.
•Wallerstein, merkez ülkelerin çevre ve yarı-çevre ülkeleri sömürmesine
tepki göstermiştir.
•Bağımlılık kuramının anahtar terimleri, modernlik, modernleşme, merkez
ülkeler, çevre ülkeler, metropol, uydu, bağımlılık, sömürü, eşitsiz gelişme,
kutuplaşma, azgelişmişlik ve krizdir. Bağımlılık kuramının anahtar terimleri
içinde en önemli olan terim, bağımlılık terimidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


181
Bağımlılık Kuramı

•Bağımlılık kuramı, dünya toplumlarını merkez ülkeler ve çevre


ülkeler olarak ikiye ayırmıştır. Daha açık bir deyişle, bir yanda
dünyanın kaynaklarını sömüren merkez ülkeler, diğer yanda
merkez ülkelerin sömürüsüne maruz kalan çevre ülkeler vardır.
•Bağımlılık kuramı, batının kapitalizme dayalı modernlik,
Özet (devamı)
modernleşme ve küreselleşme anlayışlarının çevre ülkeler
açısından problemli yönlerine vurgu yapan bir gelenektir.
Bağımlılık kuramı, Batı kapitalizminin çevre ülkelerde yarattığı
tahribatları, sorunları ve yoksullaşmayı ilgi odağı seçen, oralardaki
geri kalmışlığı ve azgelişmişliği doğrudan Batılı merkez toplumlarla
olan bağımlılık ilişkilerine bağlayan bir ekoldür.
•Bağımlılık kuramına göre, çevre ülkelerin içinde bulundukları
olumsuz koşulların nedeni, kendi geleneksel yapıları değil, aksine
merkez ülkelerin sömürüsüdür. Merkez ülkelerin ilerlemesi ve
büyük ekonomik gelişme sağlaması, çevre ülkeleri sömürmesine
bağlıdır. Merkez ülkeler, çeşitli alanlardaki tekelleri aracılığıyla
çevre ülkeleri, özellikle hammadde, tarımsal ürünler ve ucuz
işgücü bakımından sömürmektedir.
•Bağımlılık kuramı, çevre ülkelerdeki bütün olumsuzlukların, yani
anti-demokratik düzenlerin ve yoksullaşma gibi ana problemlerin
kaynağında merkez ülkelerin sömürgeci düzenini görmüştür.
•Bağımlılık kuramı, çevre toplumlarının en gözde kuramıdır.
Bağımlılık kuramı, özellikle çevre ülkelerde ilgiyle karşılanmış, bir
umut ışığı olarak görülmüştür.
•Bağımlılık kuramı, çevre ülkelerin merkez ülkeleri sırtlarından
atarlarsa düzlüğe çıkabileceklerini ve rahat bir nefes
alabiliceklerini iddia etmiştir.
•Bağımlılık kuramı, çevre ülkelerin merkez ülkeler ile olan her türlü
bağını koparması gerektiğini savunmuştur.
•Bağımlılık kuramı, Marx'ın kapitalizme ve sınıf çatışmasına dair
görüşlerini ihmal etmiştir.
•Marx’ın fikirlerini referans alan bağımlılık kuramı, Marxçı bir
kuram olmaktan uzak olduğu için eleştirilmiştir.
•Bağımlılık kuramı, aşırı iktisadi bir kuram olmakla suçlanmıştır.
•Bağımlılık kuramı, merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasındaki
bağımlılık ilişkisini tahlil ederken kültürel alana duyarsız kalmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


182
Bağımlılık Kuramı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bağımlılık kuramının kökleri aşağıdaki sosyologlardan hangisinin fikirlerine
uzanır?
a) Karl Marx
b) Herbert Spencer
c) Emile Durkheim
d) Max Weber
e) Auguste Comte

2. Aşağıdakilerden hangisi bağımlılık kuramının temsilcisidir?


a) Daniel Lerner
b) Herbert Blumer
c) Talcott Parsons
d) Daniel Bell
e) André Gunder Frank

3. Aşağıdakilerden hangisi bağımlılık kuramının anahtar terimlerinden


biridir?
a) Bağımsızlık
b) Uyum
c) Çatışma
d) Kutuplaşma
e) Diyalektik

4. Aşağıdaki cümlelerden hangisi bağımlılık kuramına göre doğrudur?


a) Çevre ülkeler ile merkez ülkeler arasındaki ilişkiler, barışa dayalıdır.
b) Merkez ülkeler, çevre ülkelerin ekonomik gelişmesine ciddi katkılar
yapar.
c) Merkez ülkeler, çevre ülkelerin kaynaklarını sömürür.
d) Merkez ülkeler, çevre ülkelerin demokratikleşmesinin önünü açar.
e) Çevre ülkeler ile merkez ülkeler ekonomik gelişmişlik bakımdan aynı
seviyededirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


183
Bağımlılık Kuramı

5. Bağımlılık kuramına göre aşağıdaki ülkelerden hangisi merkez ülke


değildir?
a) Latin Amerika
b) Kuzey Amerika
c) Almanya
d) İngiltere
e) İsrail

6. Bağımlılık kuramı aşağıdaki kuramlardan hangisine bir tepki olarak ortaya


çıkmıştır?
a) Sembolik etkileşimcilik
b) Yapısalcılık
c) Eleştirel kuram
d) Modernleşme kuramı
e) Sosyal alışveriş kuramı

7. Aşağıdakilerden hangisi bağımlılık kuramına yöneltilen eleştirilerden


biridir?
a) Bağımlılık kuramı, yalnızca uygarlıklar çatışmasına kilitlenmiştir.
b) Bağımlılık kuramı, gerçek bir Marxist kuram değildir.
c) Bağımlılık kuramı, kapitalizmi gereğinden fazla önemsemiştir.
d) Bağımlılık kuramı, emperyalizmin savunuculuğunu üstlenmiştir.
e) Bağımlılık kuramı, bireyi esas alıp toplumu önemsememiştir.

8. Dünya sisteminin merkez, çevre ve yarı-çevreden oluştuğunu öne süren


sosyolog kimdir?
a) Samir Amin
b) Immanuel Wallerstein
c) Herbert Spencer
d) André Gunder Frank
e) Karl Marx

9. Bağımlılık kuramına göre aşağıdaki ülkelerden hangisi merkez ülkedir?


a) Brezilya
b) Türkiye
c) Mısır
d) İran
e) Avustralya

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


184
Bağımlılık Kuramı

10. Bağımlılık kuramına göre, çevre ülkelerin kurtuluşunun yolu nedir?


a) Çevre ülkelerin kurtuluşu, merkez ülkelerle ilişkilerini
güçlendirmesine bağlıdır.
b) Çevre ülkelerin kurtuluşu, merkez ülkelerden teknoloji transfer
etmesiyle mümkün olabilir.
c) Çevre ülkelerin kurtuluşu, merkez ülkelerle olan bağımlılık ilişkilerini
sonlandırmalarına bağlıdır.
d) Çevre ülkeler, merkez ülkeleri her alanda takip ederlerse düzlüğe
çıkabilirler.
e) Çevre ülkeler, merkez ülkelerden borç alarak kurtulabilir.

Cevap Anahtarı
1.a, 2.e, 3.d, 4.c, 5.a, 6.d, 7.b, 8.b, 9.e, 10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


185
Bağımlılık Kuramı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California:
Pine Forge Press.
Amin, S. (1991). Eşitsiz Gelişme: Çevre Kapitalizmi Toplumsal Kuruluşları Üzerine
Deneme. Çev.: A. Kotil. İstanbul: Arba Yayınları.
Amin, S. (1993a). Avrupamerkezcilik: Bir İdeolojinin Eleştirisi. Çev.: M. Sert.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Amin, S. (1993b). Kaos İmparatorluğu: Yeni Kapitalist Küreselleşme. Çev.: I. Soner.
İstanbul: Kaynak Yayınları.
Amin, S. (1993c). Maoizmin Geleceği. Çev.: I. Soner. İstanbul: Kaynak Yayınları.
Amin, S. (1997). Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme. Çev.: S. Lim. İstanbul: Kaynak
Yayınları.
Amin, S. (1999). Kapitalizmin Hayaleti: Günümüz Entelektüel Modalarının Bir
Eleştirisi. Çev.: C. Algan. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Amin, S. (2000). Entellektüel Yolculuğum. Çev.: U. Günsür. Ankara: Ütopya
Yayınevi.
Amin, S. (2004). Liberal Virüs: Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması.
Çev.: F. Başkaya ve Diğerleri. Ankara: Maki Basın Yayın.
Amin, S. (2006a). Modernite, Demokrasi ve Din: Kültüralizmlerin Eleştirisi. Çev.: F.
Başkaya ve Diğerleri. Ankara: Maki Basım Yayın.
Amin, S. (2006b). Beyond US Hegemony? Assessing the Prospects for a Multipolar
World. İngilizceye Çev.: P. Camiller. Beirut: World Book Publishing.
Amin, S. (2007). V. Enternasyonal İçin. Çev.: F. Başkaya. Ankara: Maki Basım Yayın.
Amin, S. (2010). Kapitalizmden Uygarlığa: Sosyalist Perspektifi Yeniden İnşa Etmek.
Çev.: Y. Dönmez ve N. Atabağsoy. Ankara: Maki Basın Yayın.
Angotti, T. (1992). “Bağımlılık Kuramının Politik Sonuçları”. Emperyalizm, Gelişme
ve Bağımlılık Üzerine. M. Ersoy (Der. ve Çev.). Ankara: V Yayınları.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Bernstein, H. (1992). “Gelişme Toplumbilimine Karşı Azgelişmişlik Toplumbilimi
mi?”. Emperyalizm, Gelişme ve Bağımlılık Üzerine. M. Ersoy (Der. ve Çev.).
Ankara: V Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


186
Bağımlılık Kuramı

Cirhinlioğlu, Z. (1999). Azgelişmişliğin Toplumsal Boyutu. Ankara: İmge Kitabevi


Yayınları.
Frank, A. G. (1967). Capitalism and Underdevelopment in Latin America. New
York: Monthly Review Press.
Frank, A. G. (1978). World Accumulation, 1492-1789. New York: Algora Publishing.
Frank, A. G. (1994). “Demokratik Olmayan Bir Piyasada Piyasa Demokrasisi”.
Düşük Yoğunluklu Demokrasi: Yeni Dünya Düzeni ve Yeni Politik Güçler. S.
Amin ve Diğerleri (Ed.). Çev.: A. Fethi. İstanbul: Alan Yayıncılık.
Frank, A. G. (2003). “İdeolojik Geçiş Tarzları: Feodalizm, Kapitalizm, Sosyalizm”.
Dünya Sistemi: Beş Yüzyıllık mı, Beş Binyıllık mı?. Çev.: E. Soğancılar.
A.G.Frank ve B. K.Gills (Der.). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Frank, A. G. (2010). Yeniden Doğu: Asya Çağında Küresel Ekonomi. Çev.: K. Kurtul.
Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Gülalp, H. (1987). Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri. Ankara: Yurt
Yayınları.
https://www.dr.com.tr adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.dr.com.tr adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Kızılçelik, S. (2004). Zalimler ve Mazlumlar: Küreselleşmenin İnsanî Olmayan
Doğası. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 1: Marx’ın Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Larrain, J. (1989). Theories of Development: Capitalism, Colonialism and
Dependency. Cambridge: Polity Press.
Leys, C. (1992). “Azgelişmişlik ve Bağımlılık: Eleştirel Notlar”. Emperyalizm,
Gelişme ve Bağımlılık Üzerine (ss. 75-91). M. Ersoy (Der. ve Çev.). Ankara: V
Yayınları.
O’Brien, P. J. (1992). “Latin Amerika’da Bağımlılık Kuramlarına Bir Eleştiri”.
Emperyalizm, Gelişme ve Bağımlılık Üzerine. M. Ersoy (Der. ve Çev.).
Ankara: V Yayınları.
Ragin, C., Chirot, D. (1999). “Immanuel Wallerstein’ın Dünya Sistemi: Tarih Olarak
Siyaset ve Sosyoloji”. Tarihsel Sosyoloji: Bloch’tan Wallerstein’e Görüşler ve
Yöntemler. T. Skocpol (Ed.). Çev.: A. Fethi. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


187
Bağımlılık Kuramı

Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım


Yayım Ltd. Şti.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına
Haz.). İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin
Geliştirilmesi. Çev.: L. Elburuz ve M. R. Ayas. İzmir: Punto Yayıncılık Ltd. Şti.
Wallerstein, I. (1988). “World-Systems Analysis”. Social Theory Today. A. Giddens
ve J. H. Turner (Ed.). Cambridge: Polity Press.
Wallerstein, I. (1993). Jeopolitik ve Jeokültür: Değişmekte Olan Dünya-Sistem
Üzerine Denemeler. Çev.: M. Özel. İstanbul: İz Yayıncılık.
Wallerstein, I. (1999). Sosyal Bilimleri Düşünmemek: Ondokuzuncu Yüzyıl
Paradigmasının Sınırları. Çev.: T. Doğan. İstanbul: Avesta Yayınları.
Wallerstein, I. (2000). Bildiğimiz Dünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal
Bilim. Çev.: T. Birkan. İstanbul: Metis Yayınları.
Wallerstein, I. (2001). Güncel Yorumlar. Çev.: V. Atlı ve Diğerleri. İstanbul: Aram
Yayıncılık.
Wallerstein, I. (2004a). Dünya-Sistemleri Analizi: Bir Giriş. Çev.: E. Abadoğlu ve N.
Ersoy. İstanbul: Aram Yayıncılık.
Wallerstein, I. (2004b). Modern Dünya-Sistemi: Kapitalist Tarım ve 16. Yüzyılda
Avrupa Dünya-Ekonomisinin Kökenleri, 1. Cilt. Çev.: L. Boyacı. İstanbul:
Bakış Yayınları.
Wallerstein, I. (2005). Modern Dünya-Sistemi: Avrupa Dünya-Ekonomisinin
Pekiştirilmesi ve Merkantilizm, 1600-1750, 2. Cilt. Çev.: L. Boyacı. İstanbul:
Bakış Yayınları.
Wallerstein, I. (2011). Modern Dünya-Sistemi: Kapitalist Dünya-Ekonomisinin
Büyük Yayılımının İkinci Evresi, 1730-1840, 3. Cilt. Çev.: L. Boyacı. İstanbul:
Yarın Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


188
POSTMODERN KURAM

• Postmodern Kuramın Kökleri


İÇİNDEKİLER

• Postmodern Kuramın Ana ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ


İsimleri
• Postmodern Kuramın KURAMLARI
Anahtar Terimleri
• Postmodern Kuramın Temel
Prof. Dr. Sezgin
Tezleri KIZILÇELİK
• Postmodern Kuramın
Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•1980'lerden itibaren sosyolojinin
HEDEFLER

gündeminde olan postmodern


kuram hakkında bir fikir
edinebilecek,
•Postmodern kuramın
sosyolojideki yeri ve önemi
konusunda bilgi sahibi olabilecek,
•Günümüz dünyasının bazı
problemleri daha iyi
anlayabileceksiniz.
ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
9
Postmodern Kuram

Modernlik

Friedrich Nietzsche Aklın eleştirisi

Tekçiliğin eleştirisi

Büyük anlatı

Evrensel söylemler

Jean-François Lyotard Yerel söylemler


POSTMODERN KURAM

Farklılık

Etniklik

Simülasyon

Jean Baudrillard Taklit

Hipergerçeklik

Postmodernlik
Fredric Jameson
Geç kapitalizm

Modernlik

Akılcılaşma

Toplum mühendisliği

Zygmunt Bauman Akışkan modernlik

Irkçılık

Soykırım

Belirsizlik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 190


2
Postmodern Kuram

GİRİŞ
Postmodern terimi, 1980’lerden itibaren tedavülde olan bir terimdir.
Sadece sosyolojik kuramda değil, gündelik hayatımızda da postmodern terimini
sıkça kullanır ya da duyarız. Günümüzde insanlar, postmodern toplum,
postmodern kültür, postmodern birey, postmodern edebiyat, postmodern
sosyoloji, postmodern felsefe ve postmodern siyaset gibi terimlerin yanı sıra
postmodern kıyafet, postmodern ev, postmodern mimari gibi terimleri de
kullanırlar. Örneğin, ana teması, kahramanı belli olmayan, “giriş, gelişme ve sonuç
bölümü” örgüsü içinde yazılmayan bir romanı okuyan kişi aslında postmodern
roman okumuş olur. Konusu ve ana fikri belirsiz olan bir sinema filmi, postmodern
film olarak nitelendirilir. Mimariden anlayan biri modern mimariye uymayan bir
bina (aynalı gökdelen, camdan yapılmış ev gibi) gördüğünde onun postmodern bir
bina olduğunu düşünür. Siyah takım elbisenin içine pembe gömlek giymiş, sarı
kravat takmış, kırmızı renkli bir ayakkabı giymiş olan bir bireye ya da ceketli bir
kıyafetle birlikte kot pantolon giymiş bir kişinin görünümüne baktığımızda onun
postmodern giyindiği aklımıza gelir. Birbirlerine zıt olan müzik türlerini bir araya
getirmeye çalışan, uyumsuz giysiler giyen, uyumlu olmayan yiyecekleri birlikte
tüketen biri, yani her konuda birbirine tezat teşkil eden unsurları bir araya getiren
bir kişi, postmodern olarak tanımlanır. Aslında postmodern, şimdiye değin yan
yana gelmesi mümkün olmayan şeylerin (örneğin zıt kültürlerin ya da karşıt siyasal
Postmodern kuram, fikirlerin) bir arada bulunmasına, gerçekliğin bulanıklaştırılmasına, her alanda
çağdaş sosyoloji belirsizliğin ön plana çıkmasına, gerçekliğin iletişim araçları vasıtasıyla tahrip
kuramları içinde en edilmesine, sanal dünyanın ön plana çıkmasına, modern toplumda var olan
gözde kuramlardan unsurların anlamını yitirmeye başlamasına işaret eder. Kısaca, postmodern,
biridir. Bugün sosyoloji
yerleşik olan her şeyin (var olan kuralların, ideolojilerin, sistemlerin, anlayışların ve
dünyasında postmodern
rüzgarlar esmektedir. söylemlerin vb.) yerinden edilerek, her şeyin mümkün hâle gelmesine kapıyı
aralama çabasıdır.
Postmodern durum, her alanda söz konusudur. Postmodern tartışmalar,
mimari, edebiyat, sanat, felsefe, siyaset bilimi, iktisat, tarih ve coğrafya gibi her
disiplinde canlılığını korumaktadır. Thomas D. Dochherty (1995), Avrupa’da
postmodernizm hayaletinin gezindiğini, “postmodern hayalet”in bütün
entelektüel alanlara (mimari, hukuk, edebiyat, sanat, tıp, siyaset, felsefe vb.)
dokunduğunu iddia etmiştir. Postmodern hayaletin en son uğradığı disiplinlerden
biri de, sosyolojidir.
Postmodern kuram, sosyolojide son yıllarda oldukça revaçtadır. Postmodern
kuram, sosyoloji dünyasının gündemindedir. Postmodern kuram, günümüzün en
başat ve en ses getiren sosyoloji kuramlarından biridir. Postmodern kuram,
modern toplumun bittiğini, her şeyi iletişim araçlarının (başta televizyon olmak

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 191


3
Postmodern Kuram

üzere) ve bilgisayarların (özellikle internetin) belirlediği yeni bir toplum olan


modern sonrası topluma girildiğini iddia etmiştir. Layder’e göre, postmodernizm
sözcüğü modern toplumun yerini alan bir toplum şeklini ifade eder. Bu yeni
toplum tipi, bilgisayar teknolojisine dayanır. Bilgi elde etme ve onu saklama, bu
toplumun temel direkleridir (Layder, 2006). Postmodern toplum aşaması,
modernliğin ortadan kalktığı bir simülasyon aşamasıdır. Postmodern
kuramcılardan Jean Baudrillard’ın bildirdiği gibi, günümüzde toplumlar, video,
interaktif ekran, internet ve sanal gerçekliğin başat olduğu bir toplum aşamasına
girmiştir. Toplumlar, interaktif süreçler tarafından kuşatılmıştır. Birbirlerinden
farklı olan şeyler birbirlerine karışmıştır. Hiçbir yerde mesafe bilinci kalmamıştır.
Karşıt kutuplar, gerçek ve ikizi arasındaki mesafe ortadan kalkmıştır. Gerçekle
görüntüsü birbirlerine karışmıştır. İnsanlık, bir simülasyon dönemine girmiştir.
Gerçek ile suretleri arasında mesafe kalmamıştır (Baudrillard, 2001; 2005).
Simülasyon toplumunda gerçeklik ortadan kaybolmuştur (Baudrillard, 2002a).
Postmodern kuram, modernliğin sonunun geldiğini, postmodernizmin başat
olduğu bir dönemde bulunduğumuzu iddia etmiştir. Postmodern kuram,
modernliği (ve onun ana dayanakları konumundaki pozitif bilimleri, bilimsel
bilginin gücünü ve üstünlüğünü, akılcılaşmayı, gelişmeyi, ulus-devleti ve
bürokrasiyi) sorgulamış, buna karşın müphemliğe, farklılığa, etnikliğe, kültürel
çoğulculuğa, yerelliğe ve yerel bilgiye daha fazla ayrıcalık tanımıştır (Kızılçelik,
1996).
Bu bölümde, postmodern kuramın kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri,
Postmodern kuram, temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.
felsefe ve sosyoloji
tarihinin en etkileyici POSTMODERN KURAMIN KÖKLERİ
filozoflarından olan
Friedrich Nietzsche’nin Postmodern kuramın kökleri, felsefe ve sosyoloji tarihinin aykırı siması
fikirlerinden esinlenmiştir. Friedrich Nietzsche’nin görüşlerine uzanır. Sim’in belirttiği gibi, Nietzsche,
postmodernizm ile ilişkili en mühim 19. yüzyıl düşünürüdür (Sim, 2006). Nietzsche,
postmodernizmde “bir dönüm noktası”dır (Habermas, 1993). Postmodern kuram,
aydınlanmaya, akla ve modernliğe eleştirel bakan Nietzsche’nin felsefesini rehber
olarak görmüştür. Nietzsche'nin fikirleri, postmodernizm tartışmaları bağlamında
kilit öneme sahiptir.

Postmodern kuramın Postmodernizm, “ya” “ya da” yerine “hem” “hem de”yi koymuştur. “Doğru-
öncü isimleri arasında yanlış” kategorisi yerine “hem doğru hem yanlış” kategorisini önemsemiştir. Siyah-
Jean-François Lyotard, beyaz ayrımından kaçınmış, griliklerin de olabileceğini iddia etmiştir. “Ya biri ya
Jean Baudrillard, Fredric öteki" yerine “hem biri hem öteki”ni benimsemiştir. Postmodernistlerin bu
Jameson ve Zygmunt vurgularının temellerini Nietzsche atmıştır.
Bauman ön plana
çıkmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 192


4
Postmodern Kuram

Nietzsche’ye göre, her şey yanlıştır, aslında hiçbir şeyin anlamı yoktur
(Nietzsche, 2002). Her varlık doğrudur ya da değildir (Nietzsche, 1994: 59).
Görüldüğü üzere, Nietzsche, tekçi ve birlikçi söylemlerin karşısında yer almıştır.
Nietzsche, daha çok parçaya ve çoğula gönderme yapmıştır. Nietzsche’nin birliğe
karşı çoğulculuk fikrini geliştirmesi, onun felsefesinin en önemli özelliklerinden
birisidir. Nietzsche, toptancı, merkezci, birlikçi ve aşırı hakikatçi görüşlere karşı
çıkmıştır. Ona göre, tek bir hakikat yoktur (Kızılçelik, 2005). Nietzsche’ye (2003)
göre, hakikat iki ile başlar.
Postmodernistlerin gerçekliğe bakışı Nietzsche’nin fikirleri
doğrultusundadır. Postmodernistler, tıpkı Nietzsche gibi, gerçeklik üzerine
düşünmüşler, ona eleştirel bakmışlar ve onu sorgulamışlardır. Tanınmış
postmodernistlerden Baudrillard, gerçeklik konusunda herkesin birer agnostik
(bilinemezci) olduğunu, yani gerçekliğe inananlar ve inanmayanlar olduğunu,
kısaca bir gerçeklik agnostikleri ortaya çıktığını iddia etmiştir (Baudrillard, 2005).
Baudrillard, Nietzsche’nin gerçek bir dünyaya inanmaya müsaade eden tüm
hipotezler kahrolsun, şeklindeki aforizmasını önemsemiştir (Baudrillard, 1983).
Sadece Baudrillard değil, diğer postmodernistler de gerçekliğin kaybolduğunu,
onun bilinemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Örneğin, Zygmunt Bauman’a göre,
hakikat, agnostik bir terimdir (Bauman, 2009).

POSTMODERN KURAMIN ANA İSİMLERİ


Postmodern kuramın inşasında ve gelişmesinde çok sayıda düşünürün rolü
olmuştur. Postmodern kuramın öncü isimleri arasında Jean-François Lyotard
(1924-1998), Jean Baudrillard (1929-2007), Fredric Jameson (1934-) ve Zygmunt
Bauman (1925-2017) ayrıcalıklı bir konuma sahiptirler.

Jean-François Lyotard
Lyotard, 1924’te Fransa’nın Versailles kentinde doğmuştur. Sorbonne
Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat öğrenimi görmüştür. Cezayir savaşı öncesinde
Cezayir’de hocalık yapmıştır. Cezayir tecrübesiyle radikalleşmiş, politik olarak kesin
bir taraf benimsemiş, Fransa’ya döndüğünde “Sosyalizm ya da Barbarlık” grubuna
katılmıştır. 1966’da bu gruptan kopmuştur. Nanterre Üniversitesi’nde öğretim
üyeliği yaparken Mayıs 1968 öğrenci hareketine katılmıştır. 1970’lerin başında
popüler bir hoca olmuş, Vincennes Üniversitesi’nde felsefe profesörü olarak
çalışmaya başlamış, aynı üniversiteden 1987’de emekli olmuştur (Best ve Kellner,
1998). Lyotard, 1998’de aramızdan ayrılmıştır. Lyotard’ın önemli eserleri arasında,
Marx’tan ve Freud’dan Türeyenler; Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor;
Fenomenoloji; Pagan Eğitimler; Libidinal Ekonomi; Felsefenin Sefaleti ön plana
çıkmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 193


5
Postmodern Kuram

Lyotard’ın 1979’da yayımlanan Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor


adlı kitabı postmodernizm tartışmaları içinde önemli bir yer işgal etmektedir.
Lyotard’ın bu eserinde ileri sürdükleri, belirli ölçüde postmodernizmin ana
temalarını içerir. Lyotard (1990), söz konusu eserindeki temel amacının, gelişmiş
toplumlardaki bilginin durumunu ortaya koymak olduğunu ve bu durumu
betimlemek üzere postmodern sözcüğünü kullanmaya karar verdiğini bildirmiştir.
Jean-François Lyotard, Lyotard’a göre, modern toplumlarda yaşanan hızlı teknolojik değişmeler,
evrensel söylemlere bilginin doğasında da değişime yol açmış ve toplumların bilgisayarlaştırılması
karşı çıkmış, yerel
gerçeği ortaya çıkmıştır. Böylece modernlikten bir kırılma ve kopuş gündeme
söylemlerden yana
tavır takınmıştır. gelmiş, yani postmodern toplum ön plana çıkmaya başlamıştır (Kızılçelik, 1996).
Lyotard, postmodernliği, büyük anlatılara yönelik inanılmazlık olarak tarif
etmiştir (Lyotard, 1984). Daha açık deyişle, Lyotard, evrensel olan büyük anlatıları
eleştirmiştir. O, evrenselin aksine yerel olaylara, hâkim büyük anlatılar içinde yer
almayan diğer uygulamalara ve anlatılara dikkat çekmiştir (Hitchcock, 2013).
Lyotard, büyük anlatılara (Marxizm gibi) saldırmış, onların inanırlılığını ve
güvenilirliğini kaybettiğini iddia etmiştir (Butler, 2002). Lyotard’a göre, “küçük
anlatılar”, hem bilimdeki hem de sosyal hayattaki hayalgücünün icadı olan
malzemelerdir. Küçük anlatılar, geleneksel ya da yerel bilgi biçimleridir (Kumar,
1999). Lyotard’a göre, politika, tarih, sanat, dil ve toplum alanında evrensel değil,
aksine bölgesel bir yaklaşımı esas almak gerekir (Lechte, 2006). Kısaca, Lyotard
(1990), ana metni olan Postmodern Durum’da, bütünlüğe karşı bir savaş başlatmış,
farklılıkları etkin kılmak için insanları mücadeleye çağırmıştır.

Jean Baudrillard
Baudrillard, 1929’da Fransa’nın Reims şehrinde dünyaya gelmiştir.
Akademik kariyeri oldukça tuhaf olmuştur. Önce dil öğretmeni olmuş ve taşra
liselerinde on yıl öğretmenlik yapmıştır. 1960’larda Henri Lefebvre’nin
rehberliğinde sosyolojiye geçiş yapmıştır. 1966’da Nanterre’de, yapısalcılığa
muhalif Henri Lefebvre ile sosyoloji tezini tamamlamış ve burada 20 yıl sosyoloji
öğretmiştir. Ecole des Hautes Etudes’te Roland Barthes ile ilişki kurmuştur.
1986’da Sorbonne Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır. 1987’de yazmak,
dünya genelinde konferanslar vermek ve tutkusu olan fotoğrafçılıkla ilgilenmek
için üniversitedeki görevinden istifa etmiştir. (Gane, 2008; Lechte, 2006). En
önemli eserleri arasında Nesneler Sistemi; Göstergenin Ekonomi Politiği; Sessiz
Jean Baudrillard,
gerçekliğin yok edildiği, Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu; Simülakrlar ve Simülasyon;
gerçekle gerçekdışının Amerika; Üretimin Aynası; Tüketim Toplumu; Tam Ekran; Simgesel Değiş Tokuş ve
yer değiştirdiği bir Ölüm ön plana çıkmaktadır. Baudrillard, 2007 yılında ölmüştür.
durumla karşı karşıya
olduğumuzu söylemiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 194


6
Postmodern Kuram

Resim 9.1. Jean Baudrillard

Baudrillard, postmodern kuramcılar arasında en sivri sima olarak tanınmış,


postmodernliğin süper kuramcısı olarak övülmüştür (Best ve Kellner, 1998).
Baudrillard, postmodern kuram içinde simülasyon terimiyle ön plana çıkmıştır.
Simülasyon terimi, genellikle gerçek bir şeyin taklidini veya temsilini anlatmakta
kullanılır. Günümüzde bilgisayarlar, bir nesneyi (otomobil, elektrik süpürgesi gibi)
kopyalamakta ve kopyalanan nesnenin yeteneklerini sınayan ürünler tasarlamakta
oldukça başarılıdırlar. Çoğu insan bir uçağın simülatörünü bir eğlence parkında
uçururken büyük bir haz yaşar. Ancak uçma korkularından hiçbiri “gerçek”
değildir. İşte, simülasyon tam da budur, yani “mış gibi” bir deneyim, gerçek bir
şeyin taklididir, çoğu kez aradaki farkı söylemeyi zorlaştıracak kadar da gerçektir
(Slattery, 2007: 470). Mesela, “TV Dünyası”nda doktor imajı zaman zaman “gerçek
doktor” olarak kabul edilmiştir. Nitekim Dr. Welby rolünü oynayan Robert Young,
kendisinden tıbbi görüşler ve tavsiyeler isteyen çok sayıda mektup almıştır (Best
ve Kellner, 1998).
Baudrillard, çok daha fazla enformasyonun fakat çok daha az anlamın
bulunduğu bir evrende yaşadığımızı iddia etmiştir (Sarup, 1995). Baudrillard’a
göre, hipergerçerlik döneminde yaşıyoruz. Ona göre, hipergerçeklik kavramı, hayal
ile gerçek arasındaki ayrımların varolmadığı bir duruma, yani gerçek yitimine vurgu
yapmaktadır (Sim, 2006). Bu bağlamda, Baudrillard, Körfez Savaşı’nın gerçekte
olmadığını iddia etmiştir. O, Kuveyt ve Irak çöllerinde yapılan askeri etkinliğin
gerçek bir savaşı temsil etmediğini, yani geleneksel anlamda bir savaş
yaşanmadığını, bu savaşın gerçek bir savaş olmadığını öne sürmüştür. Çünkü bu
savaş, insanların doğrudan askeri etkinliğini içermeyip, daha ziyade elektronik ve
sanal araçlarla yapılmıştır. Nitekim pilotlar, gerçek düşmanlarıyla değil, yalnızca
Fredric Jameson,
onların elektronik ekranlardaki sanal temsilcileriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Yine
postmodernizmi,
kapitalizme insanlar, “Grand Prix araba yarışları”nı koltuklarında, TV ekranlarında izlerler,
ilişkilendirmiş, onu ancak gerçek yarışları asla yakından izleyemezler ve televizyondaki görüntülerin
günümüz kapitalizminin daha iyi olduklarını, yarışı daha iyi görebileceklerini, hareketleri tekrar tekrar
kültürel mantığı olarak izleyebileceklerini düşünürler (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Baudrillard’a göre, bu
yorumlamıştır. dünya, esasında hipergerçek bir dünyadır. Hipergerçeklik dünyasında medya

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 195


7
Postmodern Kuram

gerçekliğin bir aynası olmaktan çıkar ve kendisi gerçeklik hâline gelir. Medya, bilhassa
da televizyon (TV) gerçeklikten daha gerçek hâle gelir. Bugünkü dünyada hayat, TV’nin
içinde yok olur (Ritzer, 2012).
Kısaca, Baudrillard’a göre, insanlık bugün bir simulasyon döneminde
yaşamaktadır. Baudrillard, üretimin endüstri çağının, simülasyonun ise hâlihazırda
yaşadığımız çağın hâkim unsuru olduğunu öne sürmüştür (Baudrillard, 1983).
Baudrillard’a göre, gerçekliğin buharlaşıp uçtuğu ve sosyalin sonunun geldiği
simülasyon düzeni dünyaya egemen olmuştur (Baudrillard, 1991). Hatta
Baudrillard, postmodern toplumda çalışma düzeninin, üretimin ve ekonomi
politiğin sona erdiğini, üretilen hiçbir şeyin olmadığını ileri sürmüştür (Baudrillard,
2002b).

Fredric Jameson
Jameson, 1934’te Amerika’da dünyaya gelmiştir. Erich Auebach’ın öğrencisi
olmuş, György Lukács’ın etkisinde kalmıştır. Lukács’ın yanı sıra Theodor W. Adorno
ve Walter Benjamin’in fikirlerinden de etkilenmiştir. Berlin ve Münih’te kıta
felsefesi üzerine çalışmıştır. Uzun süre Duke Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat
Bölümü’nde ders vermiştir. Kültür eleştirmeni olarak da tanınan Jameson’ın,
Sartre: Bir Üslubun Kökenleri; Marxizm ve Biçim; Dil Hapishanesi; Siyasal Bilinçdışı;
Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı gibi çok ilgi çeken eserleri
vardır (Jameson, 2013; Sim, 2006). Bunların yanı sıra, Jameson, Biricik Modernite:
Şimdinin Ontolojisi Üzerine İnceleme; Kültürel Dönemeç; Ütopya Denen Arzu gibi
eserlere de imza atmıştır.
Jameson, çağdaş toplumun kültürel ve sosyal örgütlenmesinde temel bir
kopuşun cereyan ettiği ve insanların şimdi bir postmodern durumun ortasında
bulunduğu konusunda Baudrillard ve Lyotard’la aynı fikirdedir (Best ve Kellner,
1998). Bu çerçevede Jameson, modernliğin sunduğu büyük anlatıların, kuramların
ve akımların günümüzde bir kriz yaşadığını öne sürmüştür. Jameson (1994),
ideoloji, sosyal demokrasi, refah devleti, sosyal sınıfların sonu gibi alanlarda bir
kriz dönemi yaşandığının altını çizmiştir. Ona göre, bu krizler, postmodernizme
kapı aralamıştır.
Jameson’a göre, çok uluslu kapitalizm, dünya sistemi, görüntü toplumu,
medya kapitalizmi, postmodernizm ve geç kapitalizm birbirleriyle bağlantılıdır
(Jameson, 1994). Jameson, postmodernizmi, kapitalizmle ilişkilendirmiş, onun
kapitalizmin yeni bir evresine, yani geç kapitalizme tekabül ettiğini ileri sürmüştür.
Jameson’a göre, kapitalizm şimdiye kadar şu üç aşamadan geçmiştir: “Piyasa
kapitalizmi”, tekelci dönem ya da “emperyalizm” ve İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra ortaya çıkan “çokuluslu kapitalizm.” Kapitalizmin bu üç evresine, sırasıyla
“gerçekçilik”, “modernizm” ve “postmodernizm” adlı üç kültürel an tekabül eder

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 196


8
Postmodern Kuram

(Jameson, 1994; 2008). Kısaca, Jameson, postmodernizmi, günümüz kapitalizminin


“kültürel mantığı” olarak yorumlamıştır.

Zygmunt Bauman
Bauman, 1925’te Polonya’nın Poznan kentinde doğmuştur. İkinci Dünya
Savaşı patlak verinceye kadar Polonya’da yaşamıştır. Daha sonra Sovyetler
Birliği’ne taşınmış, savaşın ardından Varşova Üniversitesi’nde doktorasını
tamamlamıştır. 1954’ten itibaren bu üniversitede sosyoloji dersleri vermiştir.
1968’de politik nedenlerden dolayı sosyoloji profesörlüğü ünvanı elinden
alınmıştır. Bunun üzerine İsrail’e göç etmiştir. 1971’den itibaren İngiltere’de Leeds
Zygmunt Bauman,
modernlik ve Üniversitesi’nde ders vermeye başlamıştır. İngilizce yayınlar yapmaya başlamıştır.
postmodernlik üzerinde Kariyeri, 1989’da Modernlik ve Yahudi Soykırımı adlı kitabıyla zirveye çıkmıştır. Ana
yoğunlaşmış, özellikle eserleri arasında Sosyolojik Düşünmek; Modernlik ve Müphemlik; Postmodern Etik;
de modernlikle ırkçılık Parçalanmış Hayat; Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları ön plana çıkmaktadır (Sim,
ve soykırım arasında bir 2006; Bauman, 2010; Ritzer ve Stepnisky, 2013). Bauman, 2017 yılında vefat
bağ kurmuştur. etmiştir.
Bauman, modernliği yoğun bir biçimde eleştirmiştir. Bauman, modernlik ile
Holocaust’u ilişkilendirmiştir. Holocaust, Fransız Devrimi ve Amerika’nın keşfinden
farksız bir olaydır. Holocaust da Fransız Devrimi ve Amerika’nın keşfi gibi tarihin
akışını değiştirmiştir (Bauman, 1997). Holocaust, Nazilerin Yahudileri kitle hâlinde
(toplu hâlde) öldürme olayıdır. Holocaust, kötü kişilerin masum insanlara karşı
işlediği korkunç bir suçtur (Bauman, 1997). Holocaust, modernliğin bir neticesidir.
Holocaust, modern Batı toplumunda doğmuş ve uygulanmıştır. Bu sebeple,
Holocaust, Batı uygarlığının ve modern toplumun bir problemidir (Bauman, 1997).
Modernliğin akılcılaşma anlayışı, Holocaust’u üretmiştir. Holocaust, modern
uygarlığın rasyonel dünyasında ortaya çıkmıştır (Bauman, 1997).
Bauman’a göre, modernlik, farklı olan her şeyin ortadan kalkmasını
sağlamıştır. Modernlik, ırkçılığı üretmiştir. Modernlik, ırkçı eğilimleri kışkırtmıştır.
Modernlik, öfkeyi, nefreti, önyargılı davranmayı, nefret edilen ötekiyi yok etmeye
dayalı olan ırkçılığı ön plana çıkarmıştır. Modernlik, öteki ya da farklılık korkusu
getirmiştir (Bauman, 1997). Bauman, modernliğin inşa ettiği ve biçimlendirdiği
kültürde farklılığa yer olmadığını belirtmiştir. Bu noktada, Bauman, modern
kültürü, “bir bahçe kültürü” olarak nitelemiştir (Bauman, 1997). Bilindiği gibi,
bahçıvanlar, çalıştıkları bahçelerdeki yabani otlardan hoşnutluk duymazlar.
Bahçıvanlar, kendi bahçe düzenlemeleri ve tasarımları bakımından yabancı otların
bahçelerinden temizlenmesini isterler. Bu bağlamda, modern kültür, toplumu bir
bahçe gibi kavrayanların ve görenlerin ördüğü kültürdür. Dolayısıyla, modern
soykırım, aslında modern kültür gibi bir bahçıvanlık işidir (Bauman, 1997).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 197


9
Postmodern Kuram

Bauman’a göre, postmodernizm ise, bu ırkçı ve baskıcı “katı modernlik”ten,


“akışkan modernliğe” geçişi esas almıştır (Bauman, 2006; 2017). “Akışkan
modernliğin” teorisyeni olan Bauman (Kızılçelik, 2018), eskinin modernliğinin
“ağır”, “yoğun” ve “katı”; günümüzdeki modernliğin ise, “hafif”, “sıvı”, “sıvılaşmış”
ve “akışkan” olduğunu ileri sürmüştür (Bauman, 2017).
Bauman, “kesinlik” üzerine biçimlenen modernliğin kritiğini yapmış
(Bauman, 2013: 43), hakikatin akışkan olduğunu, bugün kesin/doğru görünen
şeylerin yarın anlamsız/yanlış olabileceğini iddia etmiştir (Bauman, 2011). Bauman,
postmodern hayatın müphemlikle/belirsizlikle yaşamak olduğunu düşünmüştür.
Müphemlik, herhangi bir şeyin çok sayıda kategoriye dâhil edilebileceği manasına
gelir. Müphemlik, neyin doğru ya da neyin yanlış olduğuna karar vermenin çok da
kolay olmadığı bir durumdur (Richter, 2012).
Bauman’a göre, postmodernizm, aynı zamanda, kabile siyasetini gündeme
getirmiş (Tester, 2004), topluluk yapılarını/eğilimlerini desteklemiş ve
Postmodern kuram, güçlendirmiş, modern devletin problem yaşadığı topluluk yapılanmalarına önem
modernliğin ve modern vermiş, çağımızın topluluklar çağı olduğuna, topluluk arayışının ve tahayyülünün
toplumun eleştirisi çağı olduğuna işaret etmiştir (Bauman, 2000a; 2000b; 2003). Bu bağlamda,
üzerine inşa edilmiştir. postmodern kuram, etnik, kültürel ve toplumsal kimliklere vurgu yapmıştır
(Bauman, 1999). Kısaca, Bauman’a göre, postmodernizm, kimlikleri ön plana
çıkarma çabasıdır. Modernlikte çelik ve beton gibi sağlam malzemelerle inşa
edilen kimlikler, postmodern dönemde plastikle imal edilmeye başlamış ve daha
kırılgan, esnek ve zayıf hâle getirilmişlerdir (Bauman, 2001a). Bauman,
postmodern dönemde dünyanın kimlikler çağına girdiğini ileri sürmüştür (Bauman,
2001b).

Resim 9.2. Zygmunt Bauman’ın Bir Kitabı: Postmodernlik Ve Hoşnutsuzlukları

POSTMODERN KURAMIN ANAHTAR TERİMLERİ


Postmodern kuramın anahtar terimleri, modernlik, postmodernlik,
postmodernizm, büyük anlatı, küçük anlatı, yerellik, yerelleşme, kimlik,
çoğulculuk, müphemlik, simülasyon ve hipergerçekliktir. Postmodern kuramın
anahtar terimleri arasında en mühim olanı postmodernliktir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 198


10
Postmodern Kuram

Postmodernlik, modernliğin çöküşünden sonra insanlığın içinde yaşadığı


kültürel durumu betimleyen bir terimdir (Sim, 2006). Postmodernlik, farklı
bağlamlarda tanımlanmıştır. Örneğin, Lyotard, gelişmiş toplumlarda var olan
bilginin durumunu tarif etmek için postmodern terimini kullanmıştır. Lyotard,
postmodernlik kavramının Amerika’da sosyologlar ve eleştirmenler tarafından
sıkça kullanıldığını belirtmiştir. Lyotard, postmodernlik kavramının 19. yüzyılın
sonundan bu yana, edebiyat, sanat ve bilimdeki oyunun kurallarını değiştiren,
Postmodern kuram, akla dönüşümleri takip eden modern kültürün konumunu belirledeğini söylemiştir
itimat etmemiş, evrensel,
(Lyotard, 1990). Bu çerçevede, Lyotard, postmodernliği, modernliğin evrenselliğe
bütüncül söylemlere karşı
çıkmış, yerel söylemleri gönderme yapan makro söylemlerinin bittiği bir dönem olarak nitelemiştir.
esas almış, parçalılığa ve Baudrillard, postmodernliği, modernliğin bittiği/patladığı bir aşama olarak
çoğulluğa vurgu görmüştür. Baudrillard’a (1995) göre, insanlık modernliğin patladığı,
yapmıştır. özgürleşmenin öne çıktığı, üretici ve yıkıcı güçlerin, kadının ve çocuğun
özgürleşmesinin çoğaldığı postmodernlik aşamasına geçmiştir. Bauman’a göre,
postmodernlik, aslında müphemlik ile yaşamak hâlidir (Bauman, 2003). Jameson’a
göre ise, postmodernlik, yüzeysel bir dünyadır. Postmodernlik, etkileyicilik ve
duygudan yoksun bir dünyadır (Ritzer, 2013).

•Balkanlar'daki, Irak'taki ve Suriye'deki gibi etniklik, mezhepçilik,


Örnek

bölgecilik ve etnik kimlikler peşinden gidenler, Batılı emperyalist


devletlerin ekmeğine yağ sürmüşlerdir.

POSTMODERN KURAMIN TEMEL TEZLERİ


Postmodern kuramın temel tezlerini on noktada toplamak mümkündür:
 Postmodern kuram, modernlik eleştirisi üzerine biçimlenmiştir. Modernlik,
dünyada ciddi sorunlara yol açmıştır. Modernlikle beraber dünya çapında
meydana gelen ciddi sıkıntılar, modernliğin ruhunun ruhsuzluğuna vurgu
yapan postmodernizme mühim kaleler kazandırmıştır. Modern
toplumlarda ortaya çıkan ve yaygınlaşan yozlaşma, yabancılaşma, tek-
boyutluluk, tatminsizlik, hazcılık ve monotonluk postmodernizmi gündeme
getirmiştir (Kızılçelik, 1994). Modern toplum, işkencenin, topluca
katletmenin ve soykırımın olduğu bir toplumdur. Modern uygarlık, şiddet
içerir (Bauman, 1997). Modernlik, baskı ve zorlama getirmiştir (Bauman,
2000a).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 199


11
Postmodern Kuram

 Postmodern kuramcılar, günümüzün yüksek teknolojili medya


toplumunda yeni ortaya çıkan değişim ve dönüşüm süreçlerinin yeni bir
toplum kurmakta olduğunu iddia etmişlerdir. Onlar, bilgisayarlar ve medya
gibi teknolojilerin, yeni bilgi biçimlerinin ve sosyal-ekonomik sistemdeki
değişimlerin bir postmodern sosyal oluşum ürettiğini öne sürmüşlerdir
(Best ve Kellner, 1998).
 Postmodernistler, akla güvensizliği esas almışlardır. Onlar, dürtülere ve
duygulara itibar etmişlerdir (Bauman, 1998). Postmodernizm, akılcılık
fikrini reddetmiştir. Postmodernizm, akıldışı düşüncelere ve söylemlere
daha yakın durmuştur. Postmodernistler, toplumun akılcı olduğuna itiraz
etmişlerdir. Onlar, toplumda kayda değer olanın duygu, sezgi, kişisel
deneyim, dinsel duygu, sihir, mit ve metafiziğin olduğunun altını özenle
çizmişlerdir (Ritzer, 2000).
Postmodern kuram,
 Postmodernistler, bütünlüğü reddederek parçalılığın üzerinde
sosyolojideki doğru-yanlış
gibi kategorik ayrımlara durmuşlardır (Sarup, 1995). Postmodernistlere göre, önemli olan bütün
karşı çıkmış, bir şeyin hem değil, parçadır; birlik değil, ötekidir. Postmodernistler, bütünlere karşı,
doğru hem de yanlış parçadan yana tavır takınmışlardır. Postmodern kuram yanlıları, yapılması
olabileceğini gerekenin parçalar ile oynamaktan ibaret olduğunu iddia etmişlerdir
savunmuştur. (Kızılçelik, 2013).
 Postmodern kuram, çoğulculuğu ve çeşitliliği yadsımamıştır (Kumar, 1999).
Postmodernistler, farklı kültürler arasında bir tercih yapılmasından yana
değildirler. Onlar, kültürel çoğulculuğu savunmuşlardır. Onlara göre,
toplumlardaki etnik gruplar kendilerini ifade edebilmelidir.
Postmodernizm, farklı olanı reddeden ve ötekini yok sayan anlayışlara
karşı çıkmış, etnikliğe ehemmiyet vermiş ve etnik köklere dönüşü ön plana
çıkarmıştır (Kızılçelik, 1996). Postmodernizm, farklılığın ve ötekiliğin
önemine işaret etmiştir (Turner, 2002). Postmodernizm, bölgeciliğe,
azınlıklara ve yerel bir bakış açısına sahip politik projeleri dikkate almıştır
(Connor, 2001). Kısaca, postmodernizm, başlangıç noktası olarak, durağan
kimlik biçimlerinin parçalanmasını esas almıştır (Sanbonmatsu, 2007).
 Postmodernistler, klasik sosyoloji kuramlarına özelliğini veren büyük anlatı
türünü yadsımışlardır (Ritzer, 2013). Postmodernistler, büyük anlatılara
asla güvenmemişlerdir. Bilhassa da Hegel’e, Marx’a ve her türden evrensel
felsefe biçimlerine şüpheyle bakmışlardır (Sarup, 1995). Postmodern
kurama göre, dünyanın kurtuluşu sosyalizm gibi büyük anlatılarda değil,
yerel değerlerin, yerelleşme eğilimlerinin ve yerelliğe dayalı söylemlerin
belirlediği küçük anlatılardadır.
 Postmodernizm, bilgiye yönelik heterojen fikirlerin çoğulluğunu kabul
etmiştir. Bu noktada, bilimin postmodern söylemde ayrıcalıklı bir yeri
yoktur (Giddens, 1994). Postmodernizm, aşırı-öznelcilik ve aşırı-görelilik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 200


12
Postmodern Kuram

yanlısı tavır takınmıştır. Gellner’in belirttiği gibi, postmodernizm, göreliliği


önemsemiştir. Postmodernizm, tek, kapsayıcı ve nesnel doğruluk
anlayışına karşıdır. Postmodernistlere göre, doğruluk, özneldir. Doğruluk,
tam olarak tanımlanabilecek bir şey değildir. Son tahlilde, postmodernizm,
ana hatlarıyla, göreliliktir (Kızılçelik, 1996).
 Postmodernizm, “her şey gider” / “ne olsa uyar” sloganına dayalıdır.
Postmodernizm, söz konusu sloganla, eklektizmi ciddiye almıştır. Örneğin,
bireyler, hem arabesk tarzındaki müzikleri hem de klasik müzik
dinleyebilirler. Yine, öğle yemeğinde hem fastfood (ayaküstü) türü
yiyecekler hem de “Adana kebap” ya da Tantuni gibi bir şeyler yerler;
akşamleyin ise çiğ köfte, bulgur gibi yiyecekleri yiyip üzerine ayran ya da
Batılı gazlı içecekleri içerler (Kızılçelik, 1996). Netice itibariyle, Lyotard,
eklektizmi önemsemiş ve onun “çağdaş kültürün sıfır derecesi” olduğunu
ileri sürmüştür. Bu çerçevede, ona göre, insanlar, reggae dinleyebilir,
western izleyebilir, McDonald’s yiyeceklerini ya da yerel mutfak
yiyeceklerini yiyebilir. Kısaca, “ne olsa gider” (Lyotard, 1984).
Postmodern kuramın  Postmodernizm, belirsizlik ile doğrudan bağlantılı bir sözcüktür (Ahmed,
kilit terimleri ve temel 1995). Postmodernistler, belirsizliği/müphemliği ve çoğulculuğu ahlaki
tezleri, bulanık, müphem olarak meşrulaştırmaya gayret sarf etmişlerdir (Richter, 2012).
ve kafa karıştırıcıdır. Postmodernistler, belirsizliği önemsemişlerdir. Örneğin, Baudrillard’a
göre, zamanımızın devrimi, aslında belirsizlik devrimidir (Gane, 2008).
Sözün kısası, postmodernizm, belirsizliğe ve müphemliğe vurgu yapmış,
yani açıklığa ve berraklığa meydan okumuştur.
 Postmodern kurama göre, olmayan bir şeyin varmış/gerçekmiş gibi
gösterildiği, gerçek ile gerçek olmayanın tamamen yer değiştirdiği bir
durumla karşı karşıyayız. Her şey, hipergerçek bir şeye dönüşmüş,
gerçeğin yerini simülarklar almış, gerçeği kanıtlayabilmek
imkânsızlaşmıştır. Sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapılmaya
başlanmıştır (Baudrillard, 1998).

• Sizce postmodern kuram çağdaş sosyolojide neden önemli


Bireysel
Etkinlik

bir kuramdır? Bir fikriniz var mı?


• Postmodern kuramın, çağımızda egemen olan kimlik,
etniklik, dinsellik, farklılık, yerellik ve çoğulculuk gibi
tartışmaları doğru tahlil etmemize ne gibi katkıları olabilir?

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 201


13
Postmodern Kuram

POSTMODERN KURAMIN ELEŞTİRİSİ


Postmodern kurama yönelik eleştirileri on noktada toplamak mümkündür:
 Postmodern kuramın esas aldığı postmodernizm, muğlak bir sözcüktür ve
henüz tam anlamıyla anlaşılmış değildir (Sarup, 1995). Postmodern fikirler,
bulanık ve soyutturlar (Ritzer, 2012). Gellner'ın (1994) bildirdiği gibi,
postmodernizmin ne olduğu hâlâ açık değildir. Postmodernizmin göze
çarpan nitelikleri arasında açıklığa dair bir şey görmek mümkün değildir.
 Postmodern kuramcıların en iyi yaptıkları şey, modern toplumu
eleştirmektir. Fakat onlar, toplumun ne olması gerektiğiyle ilgili bir vizyona
Postmodern kurama göre, sahip değildirler. Postmodern kuram, yalnızca kötümserliğe yol açmaktadır
gerçeklik yok edilmiş, (Ritzer, 2012).
taklitler ve imajlar ön  Postmodern kuram, eleştirel kuramın temsilcisi olan Jürgen Habermas
plana çıkmıştır. tarafından, karşı-aydınlanmayla ittifak kurmakla ve faşizmle rahatsız edici
bir akrabalık sergilemekle suçlanmıştır (Best ve Kellner, 1998).
 Postmodern kuram, akıl ve modernliği terk ettiği için eleştirilmiştir (Best
ve Kellner, 1998). Bu noktada, postmodernistler, akıl yürütmeye dayalı
söyleme ilgi göstermek yerine çoğunlukla okuru şaşırtmaya ilgi
göstermişlerdir (Ritzer, 2013).
 Postmodern kuramın modernlik ve postmodernlik arasında mutlak bir
kopuş olduğu yönündeki iddiaları, ikna edicilikten en uzak olan iddialardır
(Best ve Kellner, 1998). Bu bağlamda, postmodern dönem diye bir şeyin
olmadığını, modernliğin başat olduğu bir dönemde yaşadığımızı savunan
sosyologlar da vardır. Örneğin, Habermas (1990), postmodernistlerin
aksine modernliğin “tamamlanmamış bir proje” olduğunu ısrarla
vurgulamıştır. Benzeri bir vurgu, yapılaşma kuramını geliştiren Anthony
Giddens tarafından ileri sürülmüştür. Giddens (1994), postmodern bir
dönemin olmadığını söylemiştir. Giddens, insanlığın postmodern bir
dönemde değil, aksine modernliğin neticelerinin radikalleşip
evrenselleştiği bir zamanda yaşadığını ileri sürmüştür.
 Postmodernizm, gizli bir neo-liberal ütopyadır. Postmodernizm, dünyanın
dönüşüm çağrısını yapan pozitif ütopyaların tersine negatif bir ütopyadır.
Çünkü kapitalist ekonomi politiğin taleplerine taviz verir (Amin, 1999).
Postmodernizm, liberalizmin ideolojik refakatçisidir. Liberalizmi
meşrulaştırmaya yarayan ideolojik bir söylemdir (Amin, 2004).
 Postmodernizm, Batı’da işçi hareketlerinin geri çekilmesi ve Reagen-
Theatcher dönemindeki kapitalizmin dinamiği olan “aşırı tüketim”in
egemen olduğu bir zamanda aydınlar tarafından inşa edilmiştir (Callinicos,
2001). Postmodern kuram, liberal demokrasinin ilkelerini savunmuş,
kapitalizmden başka seçeneğin olmadığını bildirmiştir (Anderson, 2002).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 202


14
Postmodern Kuram

Postmodernizm, günümüzde etkin olan neo-liberalizmin felsefi temeli ve


mantığıdır. Neo-liberalizm ise, postmodernizmin iktisadi temeli ve
mantığıdır (Larrain, 1995).
 Postmodern kuram, özellikle Doğu toplumlarında demokratikleşme,
özgürlükler ve insan hakları kılıfı altında etnikliği, yerelliği, dinselliği ve
mini yapıları ön plana çıkartarak, kısaca mikro milliyetçi bir söylemi
gündeme getirerek, emperyalistlerin dünyaya egemen olma arzularının
gerçekleşmesine katkı sunmuştur (Kızılçelik, 2013).
 Postmodern kuram, gerçekliği çarpıtarak, insanları gerçekliğin
buharlaştığına, onun yerini imaj ve simülakrların aldığına ikna etmeye
çalışmıştır. Bu bağlamda, postmodern kuramcılar, Marx’ın öngörülerinin
gerçekleşmediğini, onun ana terimlerinin (üretim, sınıf savaşımı,
proletarya ve sosyalizm gibi) çöktüğünü, kısaca Marx’ın, Marxizmin ve
Postmodern kuram,
komünizmin öldüğünü iddia etmişler ve onlara ağıt yakmışlardır (Kızılçelik,
çağımızda Marx’ın
2013).
sosyalizm fikrinin geçerli
olmadığını ileri sürmüştür.  Postmodernistler, toplumun merkezini (örneğin, rasyonellik ve kapitalist
sömürüyü) incelemek yerine toplumun daha çevresine ait boyutlar
üzerinde yoğunlaşmaya yatkındırlar (Ritzer, 2013).
Postmodern kuram, günümüz sosyolojisinde oldukça etkili bir kuramdır.
Bugün, çağdaş sosyolojide tartışılan bazı ana konular, postmodern kurama aittir.
Postmodern kuram,
 Modernliğe eleştirel yaklaşmıştır. Modern toplumun bittiğini, yeni bir
topluma (postmodern topluma) geçildiğini iddia etmiştir.
 Aklı eleştirmiş, akılcılık fikrini reddetmiştir.
 Evrensel söylemlere meydan okumuş, yerel unsurları esas almıştır.
 Etnikliğe, dinselliğe, kimliklere ve farklı kültürlere önem vermiştir.
Bireysel Etkinlik

• Postmodern kuramın anahtar terimlerini iyi kavramak için


Sosyoloji Sözlüğü ve Felsefe Sözlüğü okuyun.
• Postmodern kuramın temsilcilerinden Jean Baudrillard'ın en
az iki kitabını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 203


15
Postmodern Kuram

•Postmodern kuram, çağdaş sosyolojinin en popüler kuramlarından biridir.


Postmodern kuram, günümüzde etkili olan ve çok tartışılan bir kuramdır.
Çünkü postmodern kuram, modernliğin sonunun geldiğini ve
postmodernizmin başat olduğu bir dönemde bulunduğumuzu iddia
etmiştir. Postmodern kuram, her şeyi iletişim araçlarının ve bilgisayarların
Özet
belirlediği yeni bir toplum olan modern sonrası topluma (postmodern
aşamaya) girildiğini ileri sürmüştür. Postmodern kuram, aydınlanmaya,
evrenselliğe, modernliğe, modern topluma, akılcılaşmaya ve Marxizme
karşı çıkmıştır. Postmodern kuram, müphemliğe, parçalılığa, farklılığa,
yerelliğe, kimliklere, etnikliğe, altkültürlere ve kültürel çoğulculuğa önem
vermiştir. Postmodern kuram, gerçekliğin belirsiz hâle geldiği bir
simülasyon aşamasında yaşadığımızı savunmuştur.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biri olan
postmodern kuramı ana hatlarıyla tanıtmaktır. Postmodern kuramın
öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş sosyolojide etkin olan modernleşme
kuramı, post-endüstriyel toplum kuramı, post-yapısalcılık ve beden
kuramının daha iyi anlaşılmasına da imkân tanır.
•Postmodern kuramın köklerinde felsefe ve sosyoloji tarihinin en aykırı
filozoflarından olan Friedrich Nietzsche’nin fikirleri bulunmaktadır.
Postmodern kuram, aydınlanmaya, akla ve modernliğe eleştirel bakan
Nietzsche’nin felsefesini rehber olarak görmüştür.
•Postmodern kuramın en mühim temsilcileri, Jean-François Lyotard, Jean
Baudrillard, Fredric Jameson ve Zygmunt Bauman’dır.
•Jean-François Lyotard, modernlikten bir kırılma ve kopuş olduğunu, yani
postmodern toplumun ön plana çıkmaya başladığını iddia etmiştir.
Lyotard, aydınlanma, modernlik ve Marxizm gibi büyük anlatıların
(evrensel söylemlerin) günümüzde güvenirliliklerini kaybettiğini ileri
sürmüştür. Lyotard, evrenselciliğe karşı çıkmış, yerelcilik ve yerel
söylemlerden yana tavır takınmıştır.
•Jean Baudrillard, postmodern kuram içinde simülasyon görüşüyle ön
plana çıkmıştır. Baudrillard, modernliğin bittiğini belirtmiştir. Baudrillard,
toplumsalın, iktidarın ve üretimin sonunun geldiğini öne sürmüştür.
Baudrillard, gerçekliğin yok edildiği, olmayan bir şeyin varmış gibi
gösterildiği, gerçekle gerçekdışının yer değiştirdiği bir durumla karşı
karşıya olduğumuzu söylemiştir.
•Fredric Jameson, günümüzde ideoloji, sosyal demokrasi, refah devleti ve
sosyal sınıflar gibi alanlarda bir kriz dönemi yaşandığını ve söz konusu
krizlerin postmodernizme kapı araladığını ileri sürmüştür. Jameson,
postmodernizmi kapitalizmle ilişkilendirmiş, onun kapitalizmin yeni bir
evresine, yani “geç kapitalizm”e tekabül ettiğini ileri sürmüştür. Jameson,
postmodernizmi, “geç kapitalizmin kültürel mantığı” olarak yorumlamıştır.
•Zygmunt Bauman, modernliği radikal bir biçimde eleştirmiştir. Bauman,
modernliği, Holocaust (Yahudilerin topluca katledilmesi) ile
ilişkilendirmiştir. Bauman, Holocaust’un modern uygarlığın akılcı
dünyasının bir ürünü olduğunu iddia etmiştir. Bauman, günümüzde “katı
modernlik”ten “akışkan modernliğe” geçiş olduğunu belirtmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 204


16
Postmodern Kuram

•Postmodern kuramın anahtar terimleri, modernlik, postmodernlik,


postmodernizm, büyük anlatı, küçük anlatı, yerellik, yerelleşme, kimlik,
çoğulculuk, müphemlik, simülasyon ve hipergerçekliktir.
•Postmodern kuram, modernlik eleştirisi üzerine biçimlenmiştir. Bilindiği
gibi, modernlik, dünyada ciddi sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlara yol
Özet (devamı)
açmıştır. Özellikle modern toplumlarda yaygınlaşan ırkçılık, yabancılaşma,
monotonluk ve tek-boyutluluk, postmodern kuramın ortaya çıkmasına
zemin hazırlamıştır.
•Postmodern kuram, modernliğin ve modern toplumun bittiğini, yeni bir
topluma (postmoden topluma) geçildiğini iddia etmiştir.
•Postmodernizm, “ya” “ya da” yerine “hem” “hem de”yi koymuştur.
“Doğru-yanlış” kategorisi yerine “hem doğru hem yanlış” kategorisini
önemsemiştir. Siyah-beyaz ayrımından kaçınmış, griliklerin de
olabileceğini iddia etmiştir. “Ya biri ya öteki" yerine “hem biri hem
öteki”ni benimsemiştir.
•Postmodern kuram, “ne olsa gider”i kendisine her alanda slogan
yapmıştır. Postmodern kuram, evrensel ve bütüncül söylemlere karşı
çıkmıştır.
•Postmodern kuram, parçalılığı esas almış, parçadan yana tavır takınmıştır.
•Postmodern kuram, heterojenliği, farklılığı, etnikliği, dinselliği, yerelliği ve
çok kültürlülüğü önemsemiştir. Postmodern kuram, farklı olanı yok
saymaya karşı çıkmıştır.
•Postmodern kuram, akla itimat etmemiş, aklın egemenliğine eleştirel
yaklaşmıştır. Postmodern kuram, daha çok duygulara, sezgilere,
tecrübelere ve metafiziğe ehemmiyet vermiştir.
•Postmodern kuram, insanlığın gerçekle gerçekdışının yer değiştirdiği bir
simülasyon döneminde yaşadığını öne sürmüştür. Postmodern kuram,
belirsizliğe ve müphemliğe vurgu yapmış, yani açıklığa ve berraklığa
meydan okumuştur.
•Postmodern kuramın terimleri ve tezleri, muğlaktır.
•Postmodern kuram, bugünkü dünya düzeninde büyük devrimlerin sona
erdiğini öne sürmüş, kapitalist sistemin çelişkilerini görmezlikten
gelmiştir.
•Postmodern kurama göre, gerçeklik yok edilmiş, taklitler ve imajlar ön
plana çıkmıştır. Bu kuram, bu yönüyle günümüz kapitalist toplumlarının
gerçek çelişkilerinin üstünü örtmeye çalışmıştır.
•Postmodern kuram, sınıf savaşımı ve sosyal eşitsizlik gibi konulara
duyarsız kalmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 205


17
Postmodern Kuram

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi postmodern kuramın temsilcisi değildir?
a) Jean-François Lyotard
b) Jürgen Habermas
c) Jean Baudrillard
d) Zygmunt Bauman
e) Fredric Jameson

2. Postmodern kuramın ortaya çıkmasında etkili olmuş filozof


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Herbert Spencer
b) Karl Marx
c) Thomas Hobbes
d) Francis Bacon
e) Friedrich Nietzsche

3. “Simülasyon” terimi aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?


a) Jean Baudrillard
b) Max Horkheimer
c) Herbert Marcuse
d) Talcott Parsons
e) Zygmunt Bauman

4. Aşağıdaki terimlerden hangisi postmodern kuramın anahtar terimlerinden


biridir?
a) Denge
b) Hipergerçek
c) Yapılaşma
d) Diyalektik
e) Kültür endüstrisi

5. Aşağıdakilerden hangisi postmodern kuramın temel tezlerinden biri


değildir?
a) Postmodernistler, akla eleştirel bakmışlardır.
b) Postmodernistler, dürtülere, güdülere ve duygulara itibar etmişlerdir.
c) Postmodernistler, bilgiye yönelik çoğulcu bir bakış açısına sahiptirler.
d) Postmodernistler, etnikliğe ve dinselliğe önem vermiştir.
e) Postmodernistler, sınıf savaşımına ve sosyalizme önem vermiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 206


18
Postmodern Kuram

6. Postmodern toplumda “üretim düzeni ve ekonomi politik sona ermiştir”,


diyen sosyolog aşağıdaki hangisidir?
a) Lewis A. Coser
b) Auguste Comte
c) Pierre Bourdieu
d) Jean Baudrillard
e) Herbert Blumer

7. Postmodernizmi, “geç kapitalizmin kültürel mantığı” olarak yorumlamış


olan düşünür kimdir?
a) Jean-François Lyotard
b) Jean Baudrillard
c) Jean-Jacques Rousseau
d) Zygmunt Bauman
e) Fredric Jameson

8. Postmodern kuramın en büyük açmazı aşağıdakilerden hangisidir?


a) Tarihi ve toplumu yeterince açıklayamaması
b) Bireyi ihmal etmesi
c) Yerelliği ve yerelleşmeyi ihmal etmesi
d) Gerçekliği çarpıtarak, insanları gerçekliğin buharlaştığına, onun yerini
imaj ve simülakrların aldığına ikna etmeye çalışması
e) Çatışmayı önemsemesi

9. Postmodern hayatı, “müphemlik ile yaşamak” olarak ele alan sosyolog


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Jean Piaget
b) Zygmunt Bauman
c) Herbert Marcuse
d) Talcott Parsons
e) Emile Durkheim
10. Postmodernliği, “büyük anlatılara yönelik inanılmazlık” olarak tarif etmiş
olan sosyolog kimdir?
a) Jean-François Lyotard
b) Max Weber
c) Jürgen Habermas
d) Robert King Merton
e) Erving Goffman

Cevap Anahtarı
1.b, 2.e, 3.a, 4.b, 5.e, 6.d, 7.e, 8.d, 9.b, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 207


19
Postmodern Kuram

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ahmed, A. S. (1995). Postmodernizm ve İslam. Çev.: O. Ç. Deniztekin. İstanbul: Cep
Kitapları.
Amin, S. (1999). Kapitalizmin Hayaleti: Günümüz Entelektüel Modalarının Bir
Eleştirisi. Çev.: C. Algan. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Amin, S. (2004). Liberal Virüs: Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması.
Çev.: F. Başkaya ve Diğerleri. Ankara: Maki Basın Yayın.
Anderson, P. (2002). Postmodernitenin Kökenleri. Çev.: E. Gen. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Baudrillard, J. (1983). Simulations. İngilizceye Çev.: P. Foss, P. Patton ve P.
Beitchman. New York: Semiotext[e].
Baudrillard, J. (1991). Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu. Çev.: O.
Adanır. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Baudrillard, J. (1995). Kötülüğün Şeffaflığı: Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme,
Çev.: E. Abora ve I. Ergüden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Baudrillard, J. (1998). Simülakrlar ve Simülasyon. Çev.: O. Adanır. İzmir: Dokuz
Eylül Yayınları.
Baudrillard, J. (2001). Tam Ekran. Çev.: B. Gülmez. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Baudrillard, J. (2002a). Cool Anılar III-IV (1990-2000). Çev.: Y. Avunç. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Baudrillard, J. (2002b). Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm. Çev.: O. Adanır. İstanbul:
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Baudrillard, J. (2005). Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği. Çev.: O.
Adanır. Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Bauman, Z. (1997). Modernite ve Holocaust. Çev.: S. Sertabiboğlu. İstanbul:
Sarmal Yayınevi.
Bauman, Z. (1998). Postmodern Etik. Çev.: A. Türker. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (1999). Culture As Praxis. London: Sage Publications.
Bauman, Z. (2000a). Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları. Çev.: İ. Türkmen. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (2000b). Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri. Çev.: N.
Demirdöven. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 208


20
Postmodern Kuram

Bauman, Z. (2001a). Parçalanmış Hayat: Postmodern Ahlâk Denemeleri. Çev.: İ.


Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (2001b). “Identity in the Globalizing World”. Identity, Culture and
Globalization (ss. 471-482). E. Ben-Rafael ve Y. Sternberg (Ed.). Brill, Boston.
Bauman, Z. (2003). Modernlik ve Müphemlik. Çev.: İ. Türkmen. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Bauman, Z. (2006). Liquid Modernity. Cambridge: Polity Press.
Bauman, Z. (2009). Akışkan Aşk: İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair. Çev.: I.
Ergüden. İstanbul: Versus Kitap.
Bauman, Z. (2010). Etiğin Tüketiciler Dünyasında Bir Şansı Var mı? Çev.: F. Çoban
ve İ. Katırcı. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Bauman, Z. (2011). Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup. Çev.: P. Siral. İstanbul:
Habitus Yayıncılık.
Bauman, Z. (2013). Modernite, Kapitalizm, Sosyalizm: Küresel Çağda Sosyal
Eşitsizlik. Çev.: F. D. Ergun. İstanbul: Say Yayınları.
Bauman, Z. (2017). Akışkan Modernite. Çev.: S. O. Çavuş. İstanbul: Can Sanat
Yayınları A.Ş.
Best, S., Kellner, D. (1998). Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar. Çev.: M.
Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Butler, C. (2002). Postmodernism: A Very Short Introduction. New York: Oxford
University Press Inc.
Callinicos, A. (2001). Postmodernizme Hayır: Marksist Bir Eleştiri. Çev.: Ş. Pala.
Ankara: Ayraç Yayınevi.
Connor, S. (2001). Postmodernist Kültür: Çağdaş Olanın Kuramlarına Bir Giriş. Çev.:
D. Şahiner. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Dochherty, T. D. (1995). “Postmodernizm: Bir Giriş” Post Modernist Burjuva
Liberalizmi. Çev.: Y. Alogan. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Gane, M. (2008). Jean Baudrillard: Radikal Belirsizlik. Çev.: A. Utku ve S. Toker.
Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Gellner, E. (1994). Postmodernizm, İslam ve Us. Çev.: B. Peker. Ankara: Ümit
Yayıncılık.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 209


21
Postmodern Kuram

Giddens, A. (1994). Modernliğin Sonuçları. Çev.: E. Kuşdil. İstanbul: Ayrıntı


Yayınları.
Habermas, J. (1990). “Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje”. Çev.: G. Naliş.
Postmodernizm. N. Zekâ (Ed.). İstanbul: Kıyı Yayınları.
Habermas, J. (1993). “Postmodernliğe Giriş: Bir Dönüm Noktası Olarak Nietzsche”.
Modernite Versus Postmodernite. Çev.: M. Küçük. Ankara: Vadi Yayınları.
Hitchcock, L. A. (2013). Kuramlar ve Kuramcılar: Çağdaş Düşüncede Antik
Edebiyat. Çev.: S. Pekşen. İstanbul: İletişim Yayınları.
https://www.arthipo.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.ayrintiyayinlari.com.tr adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Jameson, F. (1994). Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı. Çev.:
N. Plümer. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Jameson, F. (2008). Modernizm İdeolojisi: Edebiyat Yazıları. Çev.: K. Atakay ve T.
Birkan. İstanbul: Metis Yayınları.
Jameson, F. (2009). Ütopya Denen Arzu. Çev.: F. B. Aydar. İstanbul: Metis
Yayınları.
Jameson, F. (2013). Kapital’i Sahnelemek: Birinci Cilt Üzerine Bir Yorumlama. Çev.:
C. Saraçoğlu. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (1994). “Postmodernizm: ‘Modernlik Projesine’ Bir Başkaldırı”. Türkiye
Günlüğü Sayı: 30.
Kızılçelik, S. (1996). Postmodernizm Dedikleri. İzmir: Saray Kitabevleri.
Kızılçelik, S. (2005). Batı Barbarlığı 1: Rousseau, Marx ve Nietzsche Üzerine.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2018). Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1: Gramsci, Parsons, Mills,
Althusser, Foucault, Goffman ve Bauman’ın Sosyal Teorileri. Ankara: Anı
Yayıncılık.
Kumar, K. (1999). Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma Çağdaş
Dünyanın Yeni Kuramları. Çev.: M. Küçük. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Larrain, J. (1995). İdeoloji ve Kültürel Kimlik: Üçüncü Dünya Gerçeği. Çev.: N. N.
Domaniç. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Giriş. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Küre Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 210


22
Postmodern Kuram

Lechte, J. (2006). Elli Anahtar Çağdaş Düşünür: Yapısalcılıktan Postmoderniteye.


Çev.: B. Yıldırım. İstanbul: Açılımkitap.
Lyotard, J. F. (1984). The Postmodern Condition: A Report on Knowledge. Çev.: G.
Bennington ve B. Massumi. Manchester: Manchester University Press.
Lyotard, J. F. (1990). Postmodern Durum. Çev.: A. Çiğdem. İstanbul: Ara Yayıncılık.
Nietzsche, F. (1994). Tragedyanın Doğuşu. Çev.: İ. Z. Eyuboğlu. İstanbul: Say
Yayınları.
Nietzsche, F. (2002). Güç İstenci: Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi. Çev.: S.
Umran. İstanbul: Birey Yayıncılık.
Nietzsche, F. (2003). Şen Bilim. Çev.: L. Özşar. Bursa: Asa Kitabevi.
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar: Klasik ve Modern Sosyoloji
Anlayışlarına Giriş. Çev.: N. Doğan. İstanbul: Küre Yayınları.
Ritzer, G. (2000). Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek: Tüketim Araçlarının
Devrimcileştirilmesi. Çev.: Ş. S. Kaya. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G., Stepnisky, J. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları ve Klasik Kökleri. Çev.: I.
Ertuna Howison. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Sanbonmatsu, J. (2007). Postmodern Prens: Eleştirel Kuram, Sol Strateji ve Yeni Bir
Siyasi Öznenin Oluşumu. Çev.: E. Ergüven. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Sarup, M. (1995). Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm. Çev.: A. B. Güçlü. Ankara:
Ark Yayınları.
Sim, S. (2006). Postmodern Düşüncenin Eleştirel Sözlüğü. Çev.: M. Erkan ve A.
Utku. Ankara: ebabil Yayıncılık.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına
Haz.). İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Tester, K. (2004). The Social Thought of Zygmunt Bauman. New York: Palgrave
Macmillan.
Turner, B. S. (2002). Oryantalizm, Postmodernizm ve Globalizm. Çev.: İ.
Kapaklıkaya. İstanbul: Anka Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 211


23
POST-ENDÜSTRİYEL
TOPLUM KURAMI

• Post-Endüstriyel Toplum
Kuramının Kökleri ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

• Post-Endüstriyel Toplum KURAMLARI


Kuramının Ana İsmi
• Post-Endüstriyel Toplum Prof. Dr. Sezgin
Kuramının Anahtar
Terimleri KIZILÇELİK
• Post-Endüstriyel Toplum
Kuramının Tezleri
• Post-Endüstriyel Toplum
Kuramının Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Günümüzün ilgi çeken
HEDEFLER

kuramlarından post-endüstriyel
toplum kuramı hakkında bir fikir
edinebilecek,
•Post-endüstriyel toplum kuramının
çağdaş sosyolojideki yeri ve önemi
konusunda bilgi sahibi olabilecek,
•Toplumların endüstri sonrası bir
döneme geçip geçmediği
konusunda aydınlanabileceksiniz.
ÜNİTE

10
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

Saint-Simon

Karl Marx
POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUM KURAMI Endüstri toplumu
Herbert Spencer

Emile Durkheim

Endüstri-öncesi toplum

Endüstri toplumu

Post-endüstriyel toplum

Otomasyon

Enformasyon

Bilgi toplumu
Daniel Bell
Enformasyon toplumu

Kodlanmış bilgi

Hizmetler sektörü

Beyaz yakalı işçiler

Üniversiteler

Bilim adamları

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 213


2
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

GİRİŞ
Yaklaşık olarak 20 yıl evvel ülkemizde herhangi bir kamu kuruluşuna ya da özel
sektöre ait bir işyerine giden bir kişi çok sayıda memurla karşılaşırdı. Örneğin, bir
birey, herhangi bir banka şubesine annesine havale çıkarmak (para göndermek) için
gittiğinde neredeyse müşteri sayısı kadar çalışan görürdü. Ayrıca banka şubesinin her
tarafının dosyalarla dolu olduğu o kişinin gözünden kaçmazdı. Bu manzarayla kamu ve
özel sektöre ait her yerde (noterlerde, nüfus müdürlüklerinde, vergi dairelerinde,
işletmelerde, fabrikalarda vb) karşılaşmak mümkündü. 20 yıl önce gittiği banka
şubesine bugün tekrar para göndermek için giden aynı birey, başka bir manzarayla
karşılaşır, yani çalışanların sayısının azaldığını ve evrak dosyalarının yok olduğunu
hemen fark eder. Çalışanların sayısının azalmasının ana sebebi, makinelerin insanların
yaptığı işin büyük bir kısmını yapmaya başlaması, evrak dosyalarının olmamasının
sebebi ise, verilerin ve bilgilerin bilgisayar ortamına aktarılmasıdır. Bugün bazı banka
şubelerinde çalışanların sayısı birkaç kişiyi geçmemektedir. Çünkü insanlar artık
bankayla ilgili çoğu işlemi (örneğin, annesine para göndermeyi) evindeki bilgisayarlar
(internet bankacılığı) ya da para gönderme cihazları (ATM’ler) vasıtasıyla
İnsanların yaptıkları
işlerin bir kısmını yapmaktadırlar.
makinelerin yaptığı bir Günümüzde insanlar her alanda elektronik ortamı kullanmaktadırlar. E-devlet,
çağda yaşamaktayız. e-okul vb. uygulamalar yaygınlaşmaktadır. Artık insanların dışarıya (sokağa) çıkmasına
neredeyse gereksinim kalmamıştır. Bireylerin simit almak için simitçiye, kitap almak
için kitapçıya, kebap yemek için lokantaya, kıyafet almak için mağazaya, piramitleri
görmek için Mısır’a gitmelerine artık gerek kalmamıştır. Bireyler, evlerinden çıkmadan
internet vasıtasıyla simit satın alabilir, kitap siparişi verebilir, kebap yiyebilir, ceket
alabilir ve sanal ortamda piramitleri gezebilirler.
Hızlıca gelişen teknoloji ve makineleşme sayesinde bireylerin ikamet ettiği ev,
işlerin büyük kısmının yapıldığı ve gündelik hayatını sürdürüldüğü bir mekâna
dönüşmüştür. Ev, bir işyeri, bir okul, bir lokanta hâline gelmiştir. Fabrikatör, fabrikaya
gitmesine gerek kalmadan bütün işlerini evinden yürütebilir. Öğrenci üniversiteye
gitmeden (uzaktan eğitim) üniversite okuyabilir. Karnı acıkan bir kişi, evindeki hiçbir
malzemeyi kullanmadan (tabak, çatal, kaşık vb) ve elini hiçbir şeye vurmadan (yemek
masasına örtü dahi sermeden) lokantada yiyeceğinin birebir aynısını evinde yiyebilir.
Evine kebap siparişi veren kişiye sadece kebap değil, yanında içecek, salata, tuz,
baharat, peçete, kürdan ve ıslak mendil de gelir. Kısaca, teknoloji üretmede Batı
toplumlarından geri olan Türk toplumundaki manzara budur. Bir de teknolojinin
merkezi olan Batı toplumlarındaki duruma göz atalım.
Günümüzde baş döndürücü bir biçimde gelişen teknoloji vasıtasıyla özellikle de
Batı toplumlarındaki yaşayan bireylerin, artık “dışarı çıkmasına” gerek yoktur. Ev,
“toplumun merkezi”ne taşınmıştır. Bugün, enformasyonun başat olduğu post-
endüstriyel toplumlarda (sanayi sonrası toplumlarda) insanlar her türlü işlerini,
alışverişlerini, eğitimlerini ve eğlencelerini evlerinde yapar hâle gelmişlerdir. Krishan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 214


3
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

Kumar’a (1999) göre, sanayi sonrası toplumda hizmet ekonomilerinde çalışanların


önemli bir kısmı mallardan ziyade enformasyon ile uğraşmalarından dolayı, şehirlerin
kalabalık yerlerinde bulunan bürolara pahalı ve uzun zaman alan seyahatler yapmak
yerine, evden dışarı çıkmadan çalışmaları gitgide daha yaygın hâle gelmektedir. Evlerin
birçoğu, telefon ve bilgisayar ağları sayesinde bir işyeri hâline gelmiştir. Alvin Toffler,
daha da ileri giderek, endüstriyel toplumun ev hayatı ve iş hayatı arasında net bir çizgi
çektiğini, oysa teknolojik devrimlerle insanların artık evlerinde çalışmaya başladığını,
yakın bir zamanda “dışarıda çalışanın” olmayacağını iddia etmiştir. Başka bir deyişle,
Toffler, bilginin simgelerden oluşmuş bir servete ve makinelerin yakıtına dönüştüğü
çağımızda, evin önemli olduğunu ve toplumun merkezine geçtiğini öne sürmüştür
(Toffler, 1992; 1996; Toffler ve Toffler, 2006).
Teknoloji alanındaki söz konusu gelişmelerle birlikte toplumların yapısında bazı
ciddi değişmeler meydana gelmiştir. Bilginin, enformasyonun ve teknolojinin (özellikle
de bilgisayarların) toplumun merkezine yerleşmesiyle, endüstri toplumunun yapısı
belirli ölçüde dönüşmeye başlamıştır. Endüstri toplumunu incelemek için ortaya
çıkmış olan sosyoloji disiplininin, bu duruma duyarsız kalması mümkün değildir. Bu
bağlamda, çağdaş sosyolojide ön plana çıkan ana kuram, post-endüstriyel toplum
Günümüzde bilginin, kuramı olmuştur.
enformasyonun ve
teknolojinin toplumların Sosyologlar, öncelikli olarak çağdaş endüstri toplumunda yaşanan bu değişimi
yapılarını belirli ölçüde adlandırmak yönünde çaba sarf etmişlerdir. Bu değişimi “Uzay Çağı”, “Bilişim Çağı” ve
değiştirdikleri bir “Elektronik Çağ” olarak niteleyenler olmuştur. Aynı zamanda söz konusu değişimi, Bell
gerçektir. “post-endüstriyel toplum” ve Alvin Toffler ise “süper endüstri toplumu” şeklinde
isimlendirmiştir (Toffler, 2008). Sosyologlar, tartışmalarını, günümüz endüstri
toplumlarında (Batı toplumlarında) sınıfsal ve mesleki yapıdaki büyük değişmeler
sonucunda meydana gelen bir sınıf üzerinde, yani “bilgi sınıfı” ya da “yeni sınıf”
üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Batı toplumları, bugün esas itibariyle tarıma dayalı bir
endüstri öncesi toplumdan imalata dayalı endüstri toplumuna geçişlerine benzer bir
dönüşüm içindedirler. Daha açık bir deyişle, günümüzde bedenî olan çalışmanın yerini
esas itibariyle zihnî çalışmanın, mal üretiminin yerini de gittikçe hizmet üretiminin
almaya başladığı bir süreçle karşı karşıyayız. İşte, bu bağlamda, post-endüstriyel
toplumu, Amerika örneğinde inceleyen, bu toplumda bilimsel ve teknik bilginin
tabakalaşmada en belirleyici etken olacağını, üniversitelilerden oluşan yeni bir sınıfın
topluma egemen olacağını ilk savunan sosyologlardan biri, Daniel Bell olmuştur (Dura,
1990). Kısaca, Bell’in post-endüstriyel toplum kuramı, endüstri toplumunun
dönüştüğünü iddia etmiştir. Bell’a ait olan post-endüstriyel toplum kuramı,
1970’lerden itibaren sosyoloji dünyasında etkili olmuştur. Bell’in kuramı bugün de
aktüel bir kuram olma özelliğine sahiptir.
Bu bölümde, post-endüstriyel toplum kuramının kökleri, ana ismi, anahtar
terimleri, temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 215


4
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUM KURAMININ KÖKLERİ


Post-endüstriyel toplum kuramının kökleri, endüstri toplumu kuramcılarının
görüşlerine uzanır. 19. yüzyılda sosyolojinin kurucuları, Batı toplumlarını endüstri
toplumu olarak nitelemiş ve onun yapısını analiz etmişlerdi. Başka bir deyişle,
sosyolojinin ustaları olan Claude Henri de Saint-Simon, Auguste Comte, Herbert
Spencer, Karl Marx ve Emile Durkheim endüstri toplumunun yapısı ve sorunları
üzerine düşünmüşlerdi.
Saint-Simon, sosyolojik çözümlemelerinde oluşmakta olan “sanayi toplumu”nu
ele almış ve “sanayi toplumu kuramcısı” olarak ünlenmiştir (Kızılçelik, 2016). Saint-
Simon, “planlı bir sanayi toplumunun habercisidir” (Lukes, 1991). Saint-Simon,
sosyolojik kurama “endüstri toplumu” (sanayi toplumu) terimini sokan kişidir. Saint-
Simon, tüketim etrafında yapılanmış olan feodal tipteki toplumlardan üretim
Post-endüstriyel toplum temelinde kurulmuş olan endüstri toplumlarına geçişle ilgilenmiştir (Swingewood,
kuramı anlayabilmek için 1998). Saint-Simon, endüstri terimiyle, ister teorik, isterse politik olsun, zihni ve emek
endüstri toplumunu mahsulü her türlü faydalı faaliyeti kastetmiştir (Lukes, 1991).
analiz eden Saint-Simon,
Comte, Spencer, Marx ve Saint-Simon, endüstri toplumunun temeli olarak üretimi ve emeği almıştır.
Durkheim’ın fikirlerini Üretimi ve emeği her şeyin üzerinde tutmuştur. Saint-Simon, insanın iktisadi faaliyeti
bilmek gerekir. üzerinde ısrarla durmuş, kafa ve kol emeğini yüceltmiş, aylaklığı ise eleştirmiştir. Ona
göre, toplumun kurtuluşu için, emek sosyal bir ödev olmalıdır. İş, angarya ve ceza
olmaktan çıkarılmalı, bir zevk hâline getirilmelidir. İş, çalışma ve emek, toplumun
yükselmesi için esas alınmalıdır (Meriç, 1996). Saint-Simon, toplumu “üretenler” ve
“tüketenler” olarak ikiye bölmüştür. Üretenler “işçiler”, tüketenler ise “aylaklar”dır
(Engels, 1993). Saint-Simon, üreticiyi önemsemiş, üretici sözcüğünü bayraklaştırmıştır
(Meriç, 1996). Saint-Simon’a göre, toplumda üreten ve üretim sürecinde büyük bir rol
oynayan endüstriyel sınıf, temel sınıftır (Durkheim, 1962). Kısaca, Saint-Simon,
geleceğin toplumu olarak gördüğü endüstri toplumunun düzenini tasvir etmiştir
(Freyer, 2012). Saint-Simon, endüstri toplumunun temelinin emek ve üretim
olduğunu, dolayısıyla üreticiler olmadan onun çökeceğini iddia etmiştir.
Saint-Simon’dan sonraki büyük sosyologlar da (Comte, Marx, Spencer ve
Durkheim gibi) endüstri toplumunu çözümlemişlerdir. Comte’a göre, bilimler ve
bilgiler, toplumlar ve insanlar, teolojik ya da hayali, metafizik ya da soyut, pozitivist ya
da bilimsel olmak üzere üç aşamadan geçerler (Comte, 1858). Comte’a göre, bilimin ve
sanayinin egemen olduğu pozitivist aşama (Kızılçelik, 2016), yani üçüncü aşama,
endüstri toplumunun ön plana çıktığı aşamadır. Comte, eserlerinde, daha çok
pozitivist aşama ve onun biçimlendirdiği endüstri toplumu üzerinde durmuştur. Bu
açıdan Aron’a göre, Comte, sanayi toplumunun teorisyeni olan bir sosyologdur (Aron,
1989). Comte’a göre, endüstri, işin bilimsel örgütlenmesi üzerine inşa edilmiştir.
Üretim, alışkanlığa göre örgütlenme yerine, en çok verimi sağlayacak biçimde
düzenlenmiştir. Ayrıca bilimin işin örgütlenmesine uygulanması sayesinde insanlık
kaynaklarını muazzam bir biçimde geliştirmiştir. İşin bilimsel niteliği sayesinde

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 216


5
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

zenginlik sürekli artmıştır. İşin ve endüstrinin bilimsel örgütlenmesine bağlı ekonomik


sistem, mübadele özgürlüğü, girişimci ve tüccarın kârı ile belirgin hâle gelmiştir (Aron,
1989).
Endüstri toplumunu çözümleyen bir diğer sosyolog ise, Marx’tır. Ritzer’e göre,
Marx’ın döneminde Avrupa’da endüstrileşme artmıştır. İnsanlar, tarıma uğraşmayı
terk etmeye ve şartların acımasız olduğu fabrikalarda çalışmaya zorlanmışlardır
(Ritzer, 2013). Marx, endüstri toplumunun (kapitalist toplumun, burjuva toplumun,
piyasa toplumun, modern toplumun) sınıfsal yapısını, ana niteliklerini, negatif
yönlerini, kapitalist üretim ilişkilerini, meta birikimini, emeğin sömürüsünü ve
yabancılaşmasını tahlil etmiştir. Marx, meta toplumu, emeğin sömürüsü ve emeğin
yabancılaşması olarak endüstri toplumundan söz etmiştir (Kızılçelik, 2005; 2007; 2017).
Marx’a göre, endüstri toplumları, muazzam bir meta birikimine dayanır (Marx, 1986).
Endüstri toplumunda üretim toplumun ya da genelin çıkarına değildir. Üretim, yalnızca
sermaye için yapılır (Marx, 1990). Marx’a göre, endüstri toplumunun en olumsuz yönü,
emeğin sömürüsüdür. Endüstri toplumunu biçimlendiren kapitalist üretim tarzının
Saint-Simon, endüstri amacı, emek-gücünü mümkün olan en geniş ölçüde sömürmektir (Marx, 1986).
toplumunun temeli Marx’a göre, endüstri toplumunun bir diğer negatif yönü, yabancılaşmaya yol
olarak üretimi ve emeği açmasıdır. Yabancılaşma, özellikle de emeğin yabancılaşması endüstri toplumunun
almış, kendisinden sonra
ana özelliğidir (Marx, 1993). Marx’a göre, endüstri toplumunda işçiler, üretici
gelen Marx’a ilham
kaynağı olmuştur. etkinliklerinden, ürettiklerinden, iş arkadaşlarından ve kendi insani potansiyellerinden
yabancılaşırlar (Ritzer, 2013). Kısaca, Marx, daha çok endüstri toplumunun eleştirel bir
değerlendirmesini yapmıştır. Marx’a göre, endüstri toplumu, ezen sınıf (burjuvazi) ile
ezilen sınıfın (proletaryanın) savaş alanıdır. Endüstri toplumu, söz konusu iki sınıf
arasındaki sınıf savaşımının en ayyuka çıktığı toplumdur. Endüstri toplumunun temeli
olan modern sanayii geliştikçe, emek ile sermaye arasındaki sınıf karşıtlığı da artar
(Marx, 1991). Son tahlilde, Marx’ın amacı, endüstri toplumunun çelişkilerini ortaya
çıkarmak, üretim sürecinin insan tarafından denetlenmek yerine insan üzerinde
efendilik kurduğunu gözler önüne sermek, özellikle de endüstri toplumunun yaşam
süreçleri üzerindeki gizemli örtüsünü kaldırmaktır (Singer, 2013).
Sosyolojinin babaları arasında endüstri toplumu üzerine kafa yormuş olan bir
diğer sosyolog, Spencer’dır. Spencer, toplumların evrimi, “askerî toplum”dan “sanayi
toplumu”na doğrudur (Kızılçelik, 2016). Daha açık bir deyişle, Spencer’a göre,
toplumların değişme yönü, siyasi açıdan merkezi ve otoriter olan askerî toplumdan,
daha az merkezileşmiş endüstri toplumuna doğrudur (Turner, Beeghley ve Powers,
2010). Spencer, askerî toplumlar ile endüstrileşmiş toplumlar arasındaki zıtlığı ön
plana çıkarmıştır (Coenen-Huther, 2013). Spencer’a göre, endüstri toplumu, sosyal
gelişmenin ulaşmak istediği durumdur. Daha açık bir deyişle, endüstri toplumu, özgür
sosyal işbölümü, özgür ticaret ve demokratik hukuk devleti sistemlerinin başat olduğu
toplumdur (Freyer, 2012). Spencer’a göre, sosyal evrimin yönü; bireylerin, toplumun
yararına olduğu bir durumdan (askerî toplumdan), toplumun, üyelerinin faydasına var
olduğu bir topluma (endüstri toplumuna) doğrudur (Larson, 1986). Spencer’a göre,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 217


6
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

endüstri toplumu, devletin yapısının merkezilikten uzak olduğu, devletin bireylerin


faydasına var olduğu, özgürlük, mülkiyet ve hareketlilik üzerinde az sayıda
kısıtlamanın bulunduğu, serbest ticaretin ve özel örgütlerin teşvik edildiği toplumdur
(Coser, 2010).
Endüstriyel toplum yapısını çözümleyen sosyologlardan bir diğer ise, sosyolojinin
bağımsız bir bilim olarak benimsenmesini sağlayan ve ismi sosyoloji ile özdeşleşmiş olan
Durkheim’dır (Kızılçelik, 2017). Durkheim’ın Toplumsal İşbölümü kitabı önemli ölçüde
mekanik dayanışmanın egemen olduğu basit toplumlardan organik dayanışmanın
başat olduğu endüstri toplumlarına doğru dönüşüm süreciyle ilgilidir (Durkheim,
2006). Durkheim’a göre, sosyal evrim, en basit toplumlardan her alanda ayrıntılı bir
uzmanlaşmanın görüldüğü çeşitlenmiş toplumlara (endüstri toplumlarına) doğru ilerleyen
bir karmaşıklaşma ve farklılaşma sürecidir (Coenen-Huther, 2013). Durkheim, endüstri
toplumunun merkezi problemi olarak sosyal düzeni incelemiştir (Larson, 1986).
Durkheim, modern endüstriyel toplumun karşı karşıya kaldığı sosyal problemlerle
Endüstri toplumu, hem ilgilenmiştir (Ashley ve Orenstein, 1990).
19. yüzyılın büyük
sosyologlarının hem de Netice itibariyle, 19. yüzyılın büyük sosyologlarının üzerine yoğunlaştıkları ana
20. yüzyılın bazı mühim konu, endüstri toplumu olmuştur. Endüstri toplumu 20. yüzyılın sosyologlarının da
sosyologlarının ilgisini çekmiştir. Endüstri toplumu terimi, sosyologlar arasında özellikle de İkinci
odaklandığı ana konu Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir popülarite kazanmıştır. Sosyologların önemli bir
olmuştur. kısmı, modern toplumu en iyi tanımlayan terimin endüstri toplumu terimi olduğunu
öne sürmüşlerdir. Bu çerçevede, Raymond Aron ve Krishan Kumar, endüstri toplumu
üzerine kafa yoran sosyologların başında gelir. Onlara göre, endüstri toplumu, her
şeyden önce, üretimin dev fabrikalarda yapıldığı ve teşebbüsün aileden ayrıldığı
toplum tipidir. Endüstri toplumunda üretimin ağırlık merkezini fabrikalar oluşturur
(Bozkurt, 1996). Endüstri toplumu, büyük endüstrinin en karakteristik üretim şekli
olduğu toplumdur. Daha açık bir deyişle, endüstri toplumu, üretimin Renault ya da
Citroen gibi teşebbüslerle yapıldığı toplumdur (Aron, 1974). Endüstri toplumunda
gelişen teknik, daima daha fazla üretim elde etmenin tek vasıtasıdır (Aron, 1992).

POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUM KURAMININ ANA İSMİ


20 yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyolojide öne çıkan bazı sosyologlar (Bell,
Aron ve Seymour Martin Lipset gibi) “post-endüstriyalizm” terimini ortaya atmışlar
(Swingewood, 1998) ve günümüz toplumuna ilişkin olarak post-endüstriyel toplum
kuramı yaftasını yakıştırdıkları bir görüş geliştirmişlerdir. Bu görüşün en tanınmış
yandaşı, Post-Endüstriyel Toplumun Yaklaşması başlıklı kitabında ifade edildiği gibi,
Harvard’ta sosyoloji hocası olan Bell’dir (Kumar, 1999). Bilgi toplumu ve post-
endüstriyalizm kuramlarının en etkilisi, Bell’in kuramıdır (Scott, 2006). Batı
toplumlarının 1970’lerden itibaren yaşadığı dönüşümler, Bell’in post-endüstriyel
toplum kuramının biçimlenmesinde etkili olmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 218


7
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

Daniel Bell
Bell, 1919’da Amerika’nın New York kentinde dünyaya gelmiştir. Eğitimini New
York City College’da ve Columbia Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Bir süre “New York
Leader” ve “Fortune Magazine”de gazeteci olarak çalışmıştır. Akademik kariyerine
Chicago Üniversitesi’nde asistan olarak başlamıştır. 1969-1980 yılları arasında
Columbia Üniversitesi’nde çalışmıştır. Daha sonra ise Harvard Üniversitesi’nde
Post-endüstriyel toplum
profesör ünvanıyla görev yapmıştır. Bell, 1980’lerde birçok kişi tarafından dünyanın,
kuramı, Amerikalı
sosyolog Daniel Bell yaşayan en önemli sosyologlarından biri olarak kabul edilmiştir (Slattery, 2007). Post-
tarafından Endüstriyel Toplumun Yaklaşması, Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri; İdeolojinin Sonu
geliştirilmiştir. gibi sosyolojik metinlere imza atan Bell, 2011 yılında hayata veda etmiştir.

Resim 10.1. Dainel Bell’in Önemli Bir Eseri: İdeolojinin Sonu

Bell, öncelikle toplumun ne olduğu ve hangi unsurlardan meydana geldiği


üzerine düşünmüştür. Bell, toplumun, her biri farklı örgütlenme mantıklarını takip
eden üç değişik alandan oluştuğunu ileri sürmüştür. Bell’e göre, toplumu oluşturan bu
üç farklı alan, tekno-iktisadi örgütlenme, siyasi örgütlenme ve kültürel örgütlenmedir.
Tekno-iktisadi örgütlenme, bir dizi değişkenin büyüklüklerindeki değişmelerin ilgili
iktisadi aktörlerin kararlarında diğerlerinin yanı sıra az ya da çok belirli bir sonucu olan
ve karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkili birimlerden meydana gelen bir sistemdir. Siyasi
örgütlenme, bir sistem değil, sosyal bir düzendir. Daha açık bir deyişle, siyasi
örgütlenme, tamamen farklı aktörler arasındaki rekabeti, siyasi arenadaki tüm
ayrıntıları ve toplumdaki imtiyazları zorla veya rıza yoluyla düzenleyen bir kurallar
bütünüdür. Kültürel örgütlenme ise, sanat tarzları ve dini anlam şekillerine işaret eder
(Bell, 2013).
Bell’in sosyolojisinin ana hedefi, post-endüstriyel toplumun temel niteliklerini
belirlemek ve açıklamaktır (Slattery, 2007). Bell, modern çağın sona ermekte olduğunu
Daniel Bell, post- iddia etmiştir. Bell, 200 yıl süresince modern çağı biçimlendirmiş olan sistemin sonuna
endüstriyel toplumun gelindiğini öne sürmüştür (Best ve Kellner, 1998).
yapısını ve ana
özelliklerini tahlil Bell, endüstri toplumundan post-endüstriyel topluma (endüstri-sonrası
etmiştir. topluma) doğru değişmenin olduğunu ileri sürerken aslında Marx’la hesaplaşmaya
çalışmıştır. Bell, Marx’ın “altyapı”da (temelde) meydana gelen değişmenin “üstyapı”yı
değiştireceğine ilişkin görüşüne itiraz etmiştir. Bell, ana metni olan Post-Endüstriyel
Toplumun Yaklaşması’nda, endüstri toplumunun sosyal yapısında (tabakalaşma

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 219


8
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

sistemi, teknoloji ve ekonomide) değişmenin olduğunu, ancak bu değişmelerin


“temel” ve “üstyapı” arasındaki kati belirlenimi ifade etmediğini savunmuştur (Bell,
1973). Bell, kapitalizmi açıklarken de Marx’a itiraz etmiştir. Bell, kapitalizm, Marx’ın
ileri sürdüğü gibi, yalnızca işçi-işveren ilişkilerine ve keskin iktisadi hatlarla birbirinden
ayrılmış sosyal sınıflara dayalı iktisadi bir sistem değildir. Aksine kapitalizm,
mülkiyetten duyulan hoşnutluğun kısmen aile ile aynı adı taşıyan müesseseye
dayandığı bir toplumsal sistemdir (Bell, 2013).
Bell, post-endüstriyel toplum kuramıyla, endüstri toplumunun ortadan
kalktığını, post-endüstriyel topluma geçildiğini beyan etmiş, “post-endüstriyel
toplumun sosyal yapısı ve politik sonuçlarıyla ilgilenmiştir” (Bell, 1973). Bell, post-
endüstriyel toplumun ana boyutlarını beş temel noktada toplamıştır. Bunlardan ilki,
ekonomik sektördür. Burada, mal üretiminden hizmet ekonomisine doğru değişme söz
konusudur. İkincisi, mesleki dağılımdır. Post-endüstriyel toplumda profesyonel ve
teknik sınıfların üstünlüğü vardır. Üçüncüsü, eksen prensibidir, yani topluma uygun
siyaset formülasyonu ve yenilik kaynağı olarak kuramsal bilginin merkeziliğidir.
Dördüncüsü, gelecek yönelimi, yani teknolojik kıymetlerin ve teknolojinin kontrolüdür.
Beşincisi ise, karar-vermedir. Burada, yeni bir entelektüel teknolojinin yaratılması esastır
(Bell, 1973).
Bell’e göre, çağımızda yeni bir “Endüstri Devrimi” gerçekleşmiştir. Bu yeni
devrim, “otomasyon” terimiyle ifade edilebilir. Otomasyon, yüksek hızla ve
geribildirim yoluyla, diğer makinelerin faaliyetlerinin kontrol edildiği işleme verilen
isimdir. Bugün yeni olan şey, doğrudan insan emeğini saf dışı bırakan mekanik veya
elektronik aygıtların iş akışını düzenlediği birçok farklı sürecin eşzamanlı olarak ortaya
çıkmış olmasıdır. Dolayısıyla otomasyon, işgücünün yapısını değiştirmiş, üretim için
gerekli olan endüstri işçilerinin sayısını azaltmış, proletaryanın yerine yeni bir maaşlı
kesim yaratmıştır. Otomasyonla, imalat dışındaki işçilerin, yani profesyonellerin,
yöneticilerin, sekreterlerin ve satış elemanlarının sayısı artmıştır. Bunların yanı sıra
otomasyonun ortaya çıkmasının en mühim sonucu, şirketlerin artık büyük işçi arzına
ihtiyaç duymamaları olmuştur. Bu, yeni fabrikaların büyük kentlerden uzakta ve
piyasaların ya da hammadde kaynaklarının yakınlarında kurulacağı anlamına gelir
Daniel Bell, post- (Bell, 2013).
endüstriyel toplumun,
özünde bir bilgi ya da Post-endüstriyel toplum, özel mülkiyetin, sınıf çıkarlarının ve sınıf çatışmasının
enformasyon toplumu ana ilkeler olarak merkezi önemlerini kaybettiği bir toplumdur. Endüstri toplumunun
olduğunu iddia yapısı, özel mülkiyet ekseninde örgütlenmiş iken; post-endüstriyel toplum, kuramsal
etmiştir. bilgi ekseninde düzenlenmiştir (Swingewood, 1998).
Bell, post-endüstriyel toplumun yeni paradigmasının kuramsal bilgi olduğunu
öne sürmüştür. Bilindiği üzere, endüstri toplumu, malların üretimi için makinelerin ve
insanların koordinasyonuna dayanır. Oysa post-endüstriyel toplum, bilgi etrafında
örgütlenir (Bozkurt, 1996). Post-endüstriyel toplumun can damarı para değil, bilgidir.
Başka bir deyişle, post-endüstriyel toplumun ana unsuru, kuramsal bilgidir, Bell’in

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 220


9
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

deyişiyle, “kodlanmış bilgi”dir (Slattery, 2007). Post-endüstriyel toplumda özellikle


yeniliğin kaynağı olarak kuramsal bilginin belirleyiciliği esastır (Bell, 1978). Bell,
modern toplumlara enerji katan ilkenin giderek eğitsel, bilimsel ve idari kurumlar
içinde odaklanacağı görüşünü ileri sürmüştür. Bell, geleneksel firma ile girişimcinin
yerini bilim adamlarının, iktisatçıların ve mühendislerin aldığını bildirmiştir.
Yenilenmenin ve siyaset oluşturmanın kaynağının işletmeler değil, üniversiteler
olduğunu öne sürmüştür (Swingewood, 1998).

Resim 10.2. Daniel Bell

Diğer taraftan Bell’e göre, uygarlığın sosyo-ekonomik yapısı ve onun kültürü


arasındaki ilişki, belki de sosyologlar için en karmaşık problemdir (Bell, 1978). Bell,
Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri eserinde, kapitalist sistemin çelişkilerine, özellikle de
kültürel çelişkilerine dikkat çekmiştir (Bell, 1978). Bell, kapitalizmin bir iktisadi sistem
olarak devam ederken, aynı zamanda, modern kültürün tinsel bir kriz içinde
bulunduğuna vurgu yapmıştır. Bu bağlamda, Bell, sosyal yapı ile kültürel yapı
arasındaki keskin ayrılmaya dikkat çekmiştir. Ona göre, sosyal yapı, verimlilik ve
işlevsel rasyonelliğe yönelik prensiplerce düzenlenmişken kültürel yapı daha savurgan
ve karışıktır. Bell, modern kültürü belirleyen unsurların aşırı bireyciliğe, ben merkezli
anlayışa ve hazcı eğilimlere yol açtığına vurgu yapmıştır (Polama, 1993). Bell, modern
toplumdaki krizlerin, kültürle toplumun birbirlerinden ayrılmasına kadar geri gittiğini iddia
etmiştir. Bell’e göre, modernist kültür, gündelik hayatın değerlerine sızmıştır. Canlı dünya,
modernlik tarafından tahrip edilmiştir. Modernliğin öğeleri sayesinde, sınırsız bir kendini
ortaya koyma, otantik bir kendini duyumlama deneyimi istemi, aşırı uyarılmış bir
duygusallığın öznelciliği başat bir konuma gelmiştir. Bell, böylesi bir atmosferin toplumdaki
mesleksel yaşam disipliniyle örtüşmeyen hedonistik motifleri özgür bıraktığını ileri
sürmüştür. Dahası modernliğin kültürü, akılcı hayatın ahlaki temelleriyle uyumsuzluk
gösterir (Habermas, 1990).
Kısaca, Bell, post-endüstriyel toplum kuramının mimarı olarak ünlenmiştir. Bell,
1970’lerde ısrarla Batı toplumlarının yeni bir aşamaya girdiğini, yani mal üretimine
dayalı, üretimin makinelerle yapıldığı endüstri toplumunun yerini hizmetler sektörüne
dayalı, bilgi ve enformasyon ağırlıklı post-endüstriyel toplumun aldığını iddia etmiştir.
Bell, daha çok post-endüstriyel toplumun genel manzarası üzerine kafa yormuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 221


10
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUM KURAMININ ANAHTAR


TERİMLERİ
Post-endüstriyel toplum kuramının anahtar terimleri, endüstri öncesi toplum,
endüstri toplumu, bilgi toplumu, kuramsal bilgi, enformasyon toplumu, otomasyon,
beyaz yakalı işçiler ve post-endüstriyel toplumdur. Bu anahtar terimler içinde en
önemlisi, post-endüstriyel toplumdur.
Post-endüstriyel
toplum kuramı, Post-endüstriyel toplum terimi, Bell tarafından klasik endüstri toplumundan
endüstri toplumundan doğan ve onun ardından gelen topluma işaret etmek üzere kullanılmıştır. Bell’e göre,
endüstri sonrası post-endüstriyel toplum, endüstri toplumunun sonrasıdır (Kumar, 1999). Post-
topluma geçildiğini öne endüstriyel toplum terimi, çağdaş makro sosyal değişmeler silsilesini tanımlamak için
sürmüştür.
kullanılmıştır (Waters, 2001). Bell’in post-endüstriyel toplum terimi, gelecekteki
toplumun en önemli görünümü, yani değerin ve büyümenin kaynağı olarak kuramsal
bilgiyi öne çıkarmıştır (Kumar, 1999). Post-endüstriyel toplum terimi, kuramsal bilginin
merkeziliğini vurgulamıştır (Bell, 1973).
Post-endüstriyel toplum, Endüstri Devrimi’nden bu yana Batı toplumlarında
olduğu gibi, zenginlik yaratmak ve sermayeyi arttırmak için ağır endüstriyel imalattan
çok, hizmet endüstrilerine, bilgi üretimine ve enformasyon teknolojisine dayanan
toplum tipidir (Sim, 2006). Bell’e göre, nasıl endüstri toplumu mal üretimine dayanan
bir toplum idiyse, post-endüstriyel toplum da enformasyon toplumudur (Kumar,
1999). Bell, enformasyon toplumunu umut verici ve ilerici bir gelişme olarak görmüş,
onu büyük bir bolluğun, boş zamanın ve tatminin olduğu bir toplum olarak tasvir
etmiştir (Kumar, 1999).
Örnek

•Kamu ve özel sektörde her binada yer alan lezzetli ve taze çay
yapan çağ ocaklarının yerini hızlı makineleşme süreci sonucunda
insansız, soğuk ve yapay çay ve kahve satan makineler almıştır.

Post-endüstriyel
toplumda başat olan
unsurlar, emek ve POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUM KURAMININ TEMEL TEZLERİ
sermaye değil,
Post-endüstriyel toplum kuramının temel tezlerini sekiz noktada toplamak
enformasyon ve bilgidir.
mümkündür:
 Post-endüstriyel toplum kuramı, bir sosyal değişme kuramıdır. Bu kuram,
çağdaş endüstri toplumlarının post-endüstriyel topluma doğru dönüştüğünü
iddia etmiştir (Waters, 2001). Bell’e göre, post-endüstriyel toplumun gelişi,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 222


11
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

sosyal yapıdaki değişmeleri, özellikle ekonomide, çalışma dünyasında, bilimde


ve teknolojideki değişmeleri içine alır (Ritzer, 1997). Başka bir deyişle, post-
endüstriyel toplum, toplumun sosyal yapısının karakterinde meydana gelen
değişmelere vurgu yapar. Buna göre, ekonomi sektöründe imalat sektöründen
hizmetler sektörüne geçiş; teknolojide, yeni bilim-temelli endüstrilerin
merkeziliği; sosyolojik olarak ise, yeni teknik seçkinlerin yükselişi ve yeni
tabakalaşma prensibinin doğuşu ön plana çıkmaktadır (Bell, 1973).
 Bell’e göre, endüstri toplumunun dönüştürücü aracıları, enerji, doğal
kaynaklar ve makine teknolojisi bileşimiydi. Bugün ise, bilgi ve enformasyon,
post-endüstriyel toplumun stratejik kaynağı ve dönüştürücü aracısı hâline
gelmiştir (Kumar, 1999).
 Endüstri toplumu mal üretimine, post-endüstriyel toplum ise hizmet
üretimine dayalıdır. Endüstri toplumu hayat standardının işareti olarak
malların kalitesiyle, post-endüstriyel toplum ise hizmet ve konforla (sanat,
eğlence, eğitim ve sağlık) ölçülen hayat kalitesiyle tanımlanır. Günümüz
dünyası mal üretiminden hizmet üretimine geçmiştir. Post-endüstriyel
Post-endüstriyel toplum, hizmetler üzerine bina edilmiştir. Söz konusu toplumda göz önünde
toplumda bilim tutulan, kas gücü ya da enerji değil, enformasyondur. Post-endüstriyel
kurumları ve bilim
toplum, yetenekli, eğitimli ve donanımlı profesyonel kişilere gereksinim duyar
adamları etkilidirler.
(Bell, 1973).
 Bell’e göre, post-endüstriyel toplumda imalat veya mamullerin üretimi artık
emek-gücünün bunaltıcı uğraşı değildir. İmalat, hizmete dayalı mesleklerle yer
değiştirmiştir (Giddens, 1999). Post-endüstriyel toplumda (örneğin,
Amerika’da), beyaz yakalı işçilerin (beyin gücüyle çalışanların) sayısı mavi
yakalı işçilerin (kas gücüyle çalışanların) sayısını aşmıştır. Proletaryanın yerine
maaşlı kesim geçmiştir. İşçilerin psikolojileri değişmiştir. Artan üretkenlik
sayesinde daha az bir işgücü ile daha büyük bir üretim sağlanmaktadır. Diğer
yandan yeni hizmetler, eğlence, boş zaman değerlendirme ve araştırma
talepleri daha çok ve yeni orta sınıf iş alanlarının açılmasını sağlamaktadır. Bu
maaşlı gruplar, emeğin eski dilini konuşmamaktadırlar (Bell, 2013).
 Post-endüstriyel toplumda, endüstri toplumunun merkezi değişkenleri olan
emek ve sermayenin yerini, temel değişkenler olarak enformasyon ve bilgi
almıştır. Klasik emek-değer kuramı yerini bir ‘bilgi-değer kuramı’na
bırakmıştır. Değerin kaynağı, emek değil, bilgidir (Kumar, 1999). Bu noktada
post-endüstriyel toplum, insanların çoğunun bilgi alanında istihdam
edilmesinden ve yeniliğin kaynaklarının bilimsel araştırmalardan türemiş
olmasından kaynaklı olarak bilgi toplumudur (Bell, 1973). Kısaca, post-
endüstriyel toplum, mal-üretim toplumundan bilgi ya da enformasyon
toplumuna doğru değişime işaret eder (Bell, 1973).
 Endüstri toplumunda eksen kurum, özel mülkiyetti. Post-endüstriyel
toplumda ise eksen kurum, kuramsal bilginin merkeziliğidir (Bell, 1973). Bu
noktada post-endüstriyel toplumun ana kurumları, üniversiteler, akademik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 223


12
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

enstitüler ve araştırma şirketleridir. Ekonomik zemini, bilim-temelli


endüstrilerdir. Ana kaynağı, insan sermayesidir. Politik problemi, bilim
politikası ve eğitim politikasıdır. Yapısal problemi, özel ve kamu sektörlerinin
dengesidir. Tabakalaşma sistemi, nitelik ve eğitime dayalıdır. Kuramsal
meselesi, “yeni sınıf”ın bağlılığıdır. Sosyolojik tepkileri ise, bürokratikleşmenin
direnci ve düşman kültürdür (Bell, 1973).
 Son tahlilde, Bell’in post-endüstriyel toplum kuramı, endüstri-öncesi toplum,
endüstriyel toplum ve post-endüstriyel toplumun sosyal yapılarının mukayese
edilmesine önem vermiş, onların birbirinden farklı olduğunu ispatlamaya
çalışmıştır. Buna göre, endüstri-öncesi toplumda kaynak toprak, endüstri
toplumunda makineler, post-endüstriyel toplumda ise bilgidir (Bell, 1973).
Başka bir deyişle, endüstri-öncesi toplumda kaynak hammaddeler, endüstri
toplumunda enerji, post-endüstriyel toplumda enformasyondur. Endüstri-
öncesi toplumda tarz doğal hammaddeleri işleme, endüstri toplumunda
fabrikasyon (imal etme), post-endüstriyel toplumda işlemedir. Endüstri-öncesi
toplumda teknoloji emek-yoğun, endüstri toplumunda kapital-yoğun, post-
endüstriyel toplumda bilgi-yoğundur (Bell, 1978). Buna ilaveten endüstri-
öncesi toplumda egemen şahıslar toprak sahipleri ve askerler, endüstri
toplumunda iş adamları, post-endüstriyel toplumda ise bilim adamları ve
araştırmacılardır (Bell, 1973). Post-endüstriyel toplumda bilim adamları,
Post-endüstriyel profesyoneller, teknisyenler ve teknokratlar, toplumun politik hayatında
toplumun yapısının
başattırlar. Bunlar, özellikle de teknisyenler ve teknokratlar, eski kapitalist
endüstri toplumunun
yapısından tamamen toplumdaki sınıfların (örneğin burjuvazinin) yerini almış, yeni ve egemen sınıf
farklı olduğunu iddia hâline gelmişlerdir (Bell, 1973).
etmek, gerçekçi bir  Post-endüstriyel toplumla birlikte hayat seviyesinde yükselme olmuştur. Bell’e
bakış açısı değildir. göre, günümüzde birey, komşuluk ilişkilerinde, okulda, işte, mesleki ya da
sosyal çevrede yüzlerce insan tanır. Gündelik hayatın olağanüstü hareketliliği
göz önüne alındığında, bir birey bütün hayatı boyunca arkadaş veya tanıdık
olarak birkaç bin insan tanır. Buna ilaveten kitle iletişim araçları vasıtasıyla
politik dünyadaki genişleme ve kültürel boyutun çeşitlenmesi sonucu, bir
bireyin tanıdığı insan ve yer sayısı aşırı bir hızla artar (Polama, 1993).
Bireysel Etkinlik

• Sizce post-endüstriyel toplum kuramı, sosyolojide


neden önemli bir kuramdır? Bir düşünceniz var mı?
• Post-endüstriyel toplum kuramının, toplumların bugün
içinde bulundukları durumun doğru çözümlenmesinde
ne gibi katkıları olabilir?

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 224


13
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

POST-ENDÜSTRİYEL TOPLUM KURAMININ ELEŞTİRİSİ


Post-endüstriyel toplum kuramına yönelik eleştirileri on noktada toplamak
mümkündür:

 Çağdaş endüstri toplumlarının yapısının değişip değişmediği konusunda


sosyologlar arasında ciddi bir tartışma vardır. Örneğin, çatışma kuramının
önde gelen ismi Ralf Dahrendorf, kapitalist toplumdan (endüstri
toplumundan) post-kapitalist topluma geçildiğini ancak bu toplumun hâlâ
endüstriyel olduğunu iddia etmiştir. Buna karşın Bell, endüstri toplumlarının
yapısında ve karakterlerinde değişmelerin olduğunu ve post-endüstriyel
toplumun ortaya çıktığını öne sürmüştür (Etzioni-Halevy, 1981). Bugün, Batı
toplumlarının “endüstri toplumu” mu yoksa “post-endüstriyel toplum” mu
oldukları tam olarak belli değildir.
 Post-endüstriyel toplumun endüstri toplumundan tamamen farklı bir sosyal
ve iktisadi yapı olduğu düşüncesi, doğru değildir. Çünkü hizmet temelli bir
Post-endüstriyel toplum ekonomiye geçiş, yeni bir düzeni değil, yalnızca sanayileşmenin başlangıcına
kuramı, Amerikan kadar uzanan mevcut bir eğilimin yaygınlık kazanmasını temsil eder (Slattery,
toplumunun övgüsünü 2007).
yapmıştır. Bu kuram,  Post-endüstriyel toplum kuramı, sosyal değişmede iktisadi faktörlerin önemini
Amerikan rüyası olarak
abartmıştır (Slattery, 2007).
yorumlanabilir.
 Post-endüstriyel toplum kuramı, kuramsal bilginin özerkliğinin önemini
gereğinden fazla vurgulamıştır (Swingewood, 1998).
 Post-endüstriyel toplum kuramı, toplumsal gerilimlerden ve çatışmalardan
uzak iyimser bir toplum tasavvuru sunmuştur (Slattery, 2007).
 Post-endüstriyel toplum kuramı, endüstri toplumunun (kapitalist toplumun),
Marx’ın iddia ettiği gibi sosyalist bir topluma dönüşmediğini belirtmiştir. Yani,
Post-endüstriyel toplum endüstri toplumundan enformasyonun egemen olduğu post-endüstriyel
kuramı, emekçi ile
toplum aşamasına geçilmiş, böylece sosyalizmin gerçekleşme imkânı
patron arasındaki
kavgayı görmezlikten tamamen ortadan kalkmıştır. Fakat Bell’in bu görüşü, tam olarak gerçeği
gelmiştir. karşılamamaktadır. Çünkü günümüz dünyasında kapitalist toplum tüm
çelişkileriyle varlığını sürdürmektedir. Post-endüstriyel toplum tartışmaları,
ideolojiktir, daha çok da liberal sistemin muhafazasına dönüktür (Kızılçelik,
2013).
 Bell’in kuramı, yeni-muhafazakârlığın kuramı olarak değerlendirilmiştir.
Örneğin, eleştirel kuramcılardan Jürgen Habermas’a göre, Bell’in başını
çektiği yeni-muhafazakârlar, ekonominin ve toplumun iyi kötü başarılı
kapitalist modernleşmesinin olumsuzluk taşıyan yönlerini kültürel modernliğin
sırtına yüklemişlerdir. Onlar, iyi karşılanan toplumun modernleşmesiyle
üzüntüyle karşılanan kültürel gelişme arasındaki ilişkiyi bulandırmışlardır.
Başta Bell olmak üzere, bütün yeni-muhafazakâr düşünürler, çalışma, tüketim,
başarı ve işsizliğe karşı değişen tavırlar için, ekonomik ve sosyal nedenler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 225


14
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

aramamışlardır. Onlar, hazcılık (hedonizm), sosyal kimliğin yokluğu, itaat


noksanlığı, narsizm (bireyin kendini büyük görmesi ve kendine hayranlık
duyması), statü ve başarı yarışından çekilme gibi unsurların sorumluluğunu
kültür alanına yüklemişlerdir. Oysa, bu sorunları kültür bağlamında tartışmak
doğru değldir. Çünkü kültür, bütün bu problemlerin yaratılmasına yalnızca
dolaylı ve aracılı bir yoldan katılır (Habermas, 1990).
 Post-endüstriyel toplum kuramı, anti-Marxçı bir kuramdır. Bell, Marx’ın
görüşlerinin öldüğünü vurgulamak için “ideolojinin sonu”nu ilan etmiş,
çağımızın ideolojilerden arındığını, emek-sermaye çelişkisinin ortadan
kalktığını, onların rollerinin sona erdiğini, enformasyonun ya da bilginin başat
faktör hâline geldiğini savunmuştur. Bell, tüm bunlarla Marx’ın tezlerinin
çürüdüğünü göstermek istemiştir. Bell’in tezleri, var olan gerçeğe ters düşer.
Çünkü mülkiyetin ve ekonomik kaynakların niteliğinde değişme olsa da -ki
böyle bir şey yok- onlara her zaman egemen sınıflar sahip olurlar. Endüstri
toplumunda (kapitalist toplumda) mülkiyete sahip olan nasıl ki her şeye sahip
oluyorduysa, benzer bir biçimde post-endüstriyel toplumda da bilgiye ve
enformasyona vakıf olan istediği her şeye malik olur. Endüstri toplumunda
mülkiyetin konumu ne idiyse post-endüstriyel toplumda enformasyonun ve
bilginin pozisyonu odur. Öyleyse, post-endüstriyel toplumda enformasyon ve
bilgi herkese ait değildir, sadece egemen sınıfların tekelindedir (Kızılçelik,
2013). Kısaca, Marx, mülkiyeti sınıf yapısının temeli olarak görmüşken; Bell,
gücün temel kaynağı olarak mülkiyetin yerini bilginin aldığını iddia etmiştir
(Polama, 1993). Bell, post-endüstriyel toplumda patron ile işçiler arasında
çatışmanın olmadığını ileri sürmüştür.
 Post-endüstriyel toplum kuramı, halis bir Amerikan ütopyasıdır, yani bu
kurama göre, post-endüstriyel toplum, sınıfsızdır, hazza yönelimlidir,
teknolojikleşmiş ve entelektüelleşmiştir (Waters, 2008). Post-endüstriyel
toplum kuramı, Doğu toplumlarının çıkarlarını savunmaz. Sadece Amerika’nın
çıkarlarını ön planda tutar.
 Bell tarafından ileri sürülen post-endüstriyel toplumda yeni olan bir şey
yoktur. Post-endüstriyel toplum düşüncesi, saçmadır (Callinicos, 2001).
Post-endüstriyel toplum kuramı, son yıllarda sosyoloji dünyasında önemli bir
yer işgal etmektedir. Bugün, çağdaş sosyolojinin bazı ana eğilimlerinde post-
endüstriyel toplum kuramın izlerini görmek mümkündür.
Post-endüstriyel toplum kuramı,

 Endüstri toplumundan post-endüstriyel topluma geçildiğini iddia etmiştir.


 Post-endüstriyel toplumun, aynı zamanda, bir bilgi ve enformasyon toplumu
olduğunu öne sürmüştür.
 Post-endüstriyel toplumda üniversitelerin, enstitülerin ve araştırma
şirketlerinin ön plana çıktığını savunmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 226


15
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

Bireysel Etkinlik
• Post-endüstriyel toplum kuramının kilit terimlerini iyi
kavramak için Ekonomi Sözlüğü ve Sosyoloji Sözlüğü okuyun.
• Post-endüstriyel toplum kuramının sahibi olan Daniel Bell'in
İdeolojinin Sonu kitabını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 227


16
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

•Post-endüstriyel toplum kuramı, 1970’lerden itibaren sosyoloji


dünyasında etkili olmuştur. Post-endüstriyel toplum kuramı, bugün de
aktüel bir kuram olma özelliğine sahiptir. Çünkü post-endüstriyel toplum
kuramı, “endüstri toplumu”ndan “post-endüstriyel topluma” (sanayi
sonrası topluma) geçildiğini iddia etmiştir. Post-endüstriyel toplum
Özet
kuramı, teknoloji alanındaki başdöndürücü gelişmelerle birlikte endüstri
toplumunun yapısında bazı ciddi değişmelerin meydana geldiğini ileri
sürmüştür. Post-endüstriyel toplum kuramına göre, bilginin,
enformasyonun ve teknolojinin, özellikle de bilgisayarların toplumun
merkezine yerleşmesiyle, endüstri toplumunun yapısının dönüşmeye
başlamıştır. Post-endüstriyel toplum kuramı, post-endüstriyel toplumda
mal üretiminin azaldığını, hizmetler sektörünün ön plana çıktığını, kas
gücüne dayalı çalışan işgücünün (mavi yakalıların) yerine daha çok zihniyle
çalışan işgücünün (beyaz yakalıların) aldığını iddia etmiştir.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biri olan post-
endüstriyel toplum kuramını ana hatlarıyla tanıtmaktır. Post-endüstriyel
toplum kuramın öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş sosyolojide etkin olan
modernleşme kuramının ve postmodern kuramın daha iyi anlaşılmasına
da imkân tanır.
•Post-endüstriyel toplum kuramının kökleri, endüstri toplumu
kuramcılarının görüşlerine uzanır. 19. yüzyılda sosyolojinin kurucuları olan
Claude Henri de Saint-Simon, Auguste Comte, Herbert Spencer, Karl Marx
ve Emile Durkheim Batı toplumlarını endüstri toplumu olarak nitelemiş ve
onun yapısını analiz etmişlerdir. Post-endüstriyel toplum kuramının
mantığını anlayabilmek için endüstri toplumu üzerine düşünmüş olan söz
konusu sosyologların fikirlerini bilmek gerekir.
•Post-endüstriyel toplum kuramı, Amerikalı sosyolog Daniel Bell tarafından
geliştirilmiştir. Bell, post-endüstriyel toplum kuramıyla, post-endüstriyel
toplumun yapısıyla ilgilenmiştir. Bell, endüstri toplumundan post-
endüstriyel topluma doğru değişmenin olduğunu ileri sürmüştür. Bell,
endüstri toplumunun sosyal yapısında değişmenin olduğunu
savunmuştur. Bell, 1970’lerde ısrarla Batı toplumlarının yeni bir aşamaya
girdiğini, yani mal üretimine dayalı, üretimin makinelerle yapıldığı
endüstri toplumunun yerini hizmetler sektörüne dayalı, bilgi ve
enformasyon ağırlıklı post-endüstriyel toplumun aldığını iddia etmiştir.
Bell, post-endüstriyel toplumun bir bilgi ya da enformasyon toplumu
olduğunu vurgulamıştır.
•Post-endüstriyel toplum kuramının anahtar terimleri arasında endüstri
öncesi toplum, endüstri toplumu, bilgi toplumu, kuramsal bilgi,
enformasyon toplumu, otomasyon, beyaz yakalı işçiler ve post-
endüstriyel toplum ön plana çıkmaktadır. Bu anahtar terimler içinde en
önemlisi, post-endüstriyel toplum terimidir.
•Post-endüstriyel toplum kuramı, endüstri toplumundan endüstri sonrası
topluma geçildiğini öne sürmüştür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 228


17
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

•Post-endüstriyel toplum kuramı, insanların yaptıkları işlerin bir kısmını


makinelerin yaptığı bir çağda yaşadığımızı belirtmiştir. Bu kuramın ana
ismi Bell, çağımızda yeni bir “endüstri devrimi”nin gerçekleştiğini, bu yeni
devrimin “otomasyon” devrimi olduğunu belirtmiştir. Bell, otomasyonun,
işgücünün yapısını değiştirdiğini, kas gücüne dayalı çalışanların sayısının
Özet (devamı)
azaldığını, buna karşın profesyonellerin, teknik elemanların ve
yöneticilerin sayısının arttığını ifade etmiştir.
•Post-endüstriyel toplum kuramı, günümüzde bilginin, enformasyonun ve
teknolojinin toplumların yapılarını belirli ölçüde değiştirdiklerini
savunmuştur.
•Post-endüstriyel toplum kuramına göre, post-endüstriyel toplumda özel
mülkiyet ve sınıf savaşımı önemini kaybetmiş, onların yerlerini bilgi ve
teknoloji almıştır.
•Post-endüstriyel toplum kuramına göre, post-endüstriyel toplumda başat
olan unsurlar, emek ve sermaye değil, enformasyon ve bilgidir.
•Post-endüstriyel toplumda kuramsal bilginin belirleyiciliği söz konusudur.
Bilgi, post-endüstriyel toplumun can damarı olmuştur. Bu toplumda söz
sahibi olanlar, bilim adamları ve araştırmacılardır.
•Post-endüstriyel toplum kuramına göre, post-endüstriyel toplum, mal
üretimine değil, hizmet üretimine dayalıdır. Bu toplumda hizmet
ekonomisi ön plana çıkmıştır.
•Post-endüstriyel toplum kuramı, Batı toplumlarının “post-endüstriyel
toplum” olduğunu iddia etmiştir. Oysa bugün, Batı toplumlarının
“endüstri toplumu” mu yoksa “post-endüstriyel toplum” mu oldukları tam
olarak belli değildir.
•Post-endüstriyel toplumun yapısının endüstri toplumunun yapısından
tamamen farklı olduğunu iddia etmek, gerçekçi bir bakış açısı değildir.
•Post-endüstriyel toplum kuramı, bugünkü dünyada var olan sosyal
mücadelelere, iktidar kavgalarına ve sınıflar arasındaki çatışmalara yer
vermemiştir.
•Post-endüstriyel toplum kuramı, ideolojilerin etkisini yitirdiğini,
“ideolojinin sonu”nun geldiğini öne sürerek gerçeği çarpıtmıştır.
•Post-endüstriyel toplum kuramı, günümüzde başat ve görünür olan emek-
sermaye çelişkisinin ortadan kalktığını savunarak, var olan çarpıtma
yoluna gitmiştir.
•Post-endüstriyel toplum kuramı, Amerikan toplumunun övgüsünü
yapmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 229


18
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Post-endüstriyel toplum kuramı, hangi kuramcılardan hareketle
geliştirilmiştir?
a) Endüstri toplumu kuramcıları
b) Feodal toplum kuramcıları
c) Köy toplumu kuramcıları
d) Geleneksel toplum kuramcıları
e) İlkel toplum kuramcıları

2. Post-endüstriyel toplum kuramı, aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?


a) Claude Henri de Saint-Simon
b) Emile Durkheim
c) Karl Marx
d) Talcott Parsons
e) Daniel Bell

3. Aşağıdakilerden hangisi post-endüstriyel toplum kuramının anahtar


terimlerinden biridir?
a) Tarım toplumu
b) Komünal toplum
c) Enformasyon toplumu
d) Gözetim toplumu
e) Sosyalist toplum

4. Aşağıdakilerden hangisi post-endüstriyel toplum kuramının temel tezlerinden


biri değildir?
a) Endüstri toplumu mal üretimine, post-endüstriyel toplum hizmet
üretimine dayalıdır.
b) Post-endüstriyel toplum, patronlarla işçilerin çatışmasına dayanır.
c) Post-endüstriyel toplumda eksen kurum, kuramsal bilginin merkeziliğidir.
d) Bilgi ve enformasyon, post-endüstriyel toplumun stratejik kaynaklarıdır.
e) Post-endüstriyel toplum insanların hayat seviyesini yükseltmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 230


19
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

5. Sosyolojik kurama “endüstri toplumu” terimini yerleştiren sosyolog kimdir?


a) Robert King Merton
b) Daniel Bell
c) Raymond Aron
d) Claude Henri de Saint-Simon
e) Erving Goffman

6. Aşağıdakilerden hangisi post-endüstriyel toplum kuramına yöneltilen


eleştirilerden biri değildir?
a) Post-endüstriyel toplum kuramı, kuramsal bilginin özerkliğinin önemini
abartmıştır.
b) Post-endüstriyel toplum kuramı, bir Amerikan ütopyasıdır.
c) Post-endüstriyel toplum kuramı, Doğu toplumlarının çıkarını savunur.
d) Post-endüstriyel toplum kuramı, yeni-muhafazakârlığın kuramıdır.
e) Post-endüstriyel toplum kuramı, anti-Marxçı bir kuramdır.

7. Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri adlı kitap aşağıdaki sosyologlardan hangisine


aittir?
a) Karl Marx
b) Max Weber
c) Max Horkheimer
d) Daniel Bell
e) Adam Smith

8. Post-endüstriyel toplum kuramına göre aşağıdaki cümlelerden hangisi


yanlıştır?
a) Post-endüstriyel toplum kuramı, bir sosyal değişme kuramıdır.
b) Endüstri toplumları, post-endüstriyel topluma doğru dönüşmüştür.
c) Endüstri toplumu mal üretimine, post-endüstriyel toplum hizmet
üretimine dayalıdır.
d) Post-endüstriyel toplumda beyaz yakalı işçilerin sayısı mavi yakalı işçilerin
sayısını aşmıştır.
e) Post-endüstriyel toplum, mal üretimine dayalıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 231


20
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

9. Post-endüstriyel toplum kuramına göre, aşağıdaki toplumlardan hangisinde


teknoloji emek-yoğundur?
a) Endüstri-öncesi toplum
b) Endüstri toplumu
c) Post-endüstriyel toplum
d) Sosyalist toplum
e) Komünist toplum

10. Post-endüstriyel toplum kuramına göre, bilim adamları ve araştırmacıların


egemen olduğu toplum aşağıdakilerden hangisidir?
a) Feodal toplum
b) Post-endüstriyel toplum
c) Endüstri toplumu
d) Endüstri-öncesi toplum
e) İlkel komünal toplum

Cevap Anahtarı
1.a, 2.e, 3.c, 4.b, 5.d, 6.c, 7.d, 8.e, 9.a, 10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 232


21
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aron, R. (1974). Sanayi Toplumu. Çev.: A. O. Güner. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Aron, R. (1989). Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Çev.: K. Alemdar. Ankara: Bilgi
Yayınevi.
Aron, R. (1992). Sınıf Mücadelesi: Sanayi Toplumu Üzerine Yeni Dersler. Çev.: E.
Güngör. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ashley, D., Orenstein, D. M. (1990). Sociological Theory: Classical Statements. Boston:
Allyn and Bacon.
Bell, D. (1973). The Coming of Post-Industrial Society: A Venture in Social Forecasting.
New York: Basic Books.
Bell, D. (1978). The Cultural Contradictions of Capitalism. New York: Basic Books, Inc.,
Publishers.
Bell, D. (2013). İdeolojinin Sonu: Ellilerdeki Siyasi Fikirlerin Tükenişine Dair. Çev.: V.
Hacıoğlu. Ankara: Sentez Yayıncılık.
Best, S., Kellner, D. (1998). Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar. Çev.: M. Küçük.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bozkurt, V. (1996). Enformasyon Toplumu ve Türkiye: İşin Örgütlenmesinde ve
İşgücünde Yapısal Değişmeler. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Callinicos, A. (2001). Postmodernizme Hayır: Marksist Bir Eleştiri. Çev.: Ş. Pala. Ankara:
Ayraç Yayınevi.
Coenen-Huther, J. (2013). Durkheim’ı Anlamak. Çev.: S. Akyüz. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Comte, A. (1858). The Positive Philosophy. İngilizceye Çev.: H. Martineau. New York:
Calvin Blanchard.
Coser, L.A. (2010). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları: Tarihsel ve Toplumsal Bağlamda
Fikirler. Çev.: H. Hülür ve Diğerleri. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Dura, C. (1990). Bilgi Toplumu. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Durkheim, E. (1962). Socialism (Le Socialisme). İngilizceye Çev.: C. Sattler. New York:
Collier Books.
Durkheim, E. (2006). Toplumsal İşbölümü. Çev.: Ö. Ozankaya. İstanbul: Cem Yayınevi.
Engels, F. (1993). Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm. Çev.: K. Savaş. İstanbul: Yorum
Yayınları.
Etzioni-Halevy, E. (1981). Social Change: The Advent and Maturation of Modern
Society. London: Routledge and Kegan Paul.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 233


22
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

Freyer, H. (2012). Sosyoloji Kuramları Tarihi. Çev.: T. Çağatay. Yayına Hazırlayan: M. R.


Ayas. Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Giddens, A. (1999). İleri Toplumların Sınıf Yapısı: Marks’ın Sınıflar Teorisi, Sonraki
Teoriler ve Eleştirel Değerlendirmeler. Çev.: Ö. Baldık. İstanbul: Birey Yayıncılık.
Habermas, J. (1990). “Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje”. Postmodernizm. Çev.:
G. Naliş. N. Zekâ (Der.). İstanbul: Kıyı Yayınları.
https://www.arthipo.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.dr.com.tr adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Kızılçelik, S. (2005). Batı Barbarlığı 1: Rousseau, Marx ve Nietzsche Üzerine. Ankara:
Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2007). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 1: Marx’ın Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2016). Sosyoloji Tarihi 3: Saint-Simon, Comte, Spencer, Le Play ve
Tocqueville’in Sosyal Teorileri, Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2017). Sosyoloji Tarihi 4: Hegel, Proudhon, Marx, Durkheim, Weber ve
Veblen’in Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kumar, K. (1999). Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma Çağdaş Dünyanın
Yeni Kuramları. Çev.: M. Küçük. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Larson, C. J. (1986). Sociological Theory form the Enlightenment to the Present. New
York: General Hall, Inc.
Lukes, S. (1991). “Saint-Simon”. Sosyoloji Yazıları. İ. Sezal (Der.). İstanbul: Ağaç
Yayıncılık.
Marx, K. (1986). Kapital, Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili, Birinci Cilt. Çev: A.
Bilgi. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (1990). Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Üçüncü Cilt. Çev.: A. Bilgi. Ankara:
Sol Yayınları.
Marx, K. (1991). Fransa’da İç Savaş ve Paris Komünü Üzerine Belgeler ve Mektuplar.
Çev.: K. Somer. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (1993). 1844 Elyazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe. Çev.: K. Somer. Ankara:
Sol Yayınları.
Marx, K. (2000). Yabancılaşma. Çev.: K. Somer ve Diğerleri. Ankara: Sol Yayınları.
Meriç, C. (1996). Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist. İstanbul: İletişim Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 234


23
Post-Endüstriyel Toplum Kuramı

Polama, M. M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Erbaş. Ankara: Gündoğan


Yayınları.
Ritzer, G. (1997). Postmodern Social Theory. New York: The McGraw-Hill Companies,
Inc.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım Yayım
Ltd. Şti.
Scott, J. (2006). Social Theory: Central Issues in Sociology. London: Sage Publications.
Sim, S. (2006). Postmodern Düşüncenin Eleştirel Sözlüğü. Çev.: M. Erkan ve A. Utku.
Ankara: ebabil Yayıncılık.
Singer, P. (2013). Marx. Çev.: H. Gür. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına Haz.).
İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. Çev.: O. Akınhay, Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları.
Toffler, A. (1992). Yeni Güçler, Yeni Şoklar. Çev.: B. Çorakçı. İstanbul: Altın Kitaplar
Yayınevi.
Toffler, A. (1996). Şok (Gelecek Korkusu). Çev.: S. Sargut. İstanbul: Altın Kitaplar
Yayınevi.
Toffler, A. (2008). Üçüncü Dalga: Bir Fütürist Ekonomi Analizi Klasiği. Çev.: S. Yeniçeri.
İstanbul: Koridor Yayıncılık.
Toffler, A., Toffler, H. (2006). Zenginlik Devrimi. Çev.: S. Yeniçeri. İstanbul: Koridor
Yayıncılık.
Turner, J. H., Beeghley, L., Powers, C. H. (2010). Sosyolojik Teorinin Oluşumu. Çev.: Ü.
Tatlıcan. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Waters, M. (2001). Daniel Bell. London: Routledge, Taylor & Francis e-Library.
Waters, M. (2008). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: Z. Cirhinlioğlu ve Diğerleri.
Ankara: Gündoğan Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 235


24
BEDEN KURAMI

• Beden Kuramının Kökleri


• Beden Kuramının Ana
ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

İsimleri KURAMLARI
• Beden Kuramının Anahtar
Terimleri
Prof. Dr. Sezgin
• Beden Kuramının Temel KIZILÇELİK
Tezleri
• Beden Kuramının Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Son yıllarda sosyolojide öne çıkan
beden kuramı hakkında bir fikir
HEDEFLER

edinebilecek,
• Beden kuramının sosyolojideki yeri
ve önemi konusunda bilgi sahibi
olabilecek,
• Tüketim toplumunun yapısı ve
günümüzde yaygınlaşan tüketim
kültürünün mantığını daha iyi ÜNİTE
anlayabileceksiniz.

11
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Beden Kuramı

BEDEN KURAMI
Habitus Yemek yeme
alışkanlıkları

René Descartes
Giyim-kuşam
Pierre Bourdieu

Beden-ruh ayrımı
Yapılan sporlar
Görünüm

Beden Ruh
Hobiler

Makine
Uygarlaşma
Norbert Elias
Ruhun Ruhun
aksiyonları ihtirasları Bireyin davranış biçimleri

Davranışların değişmesi Bireyin tavırları

Alışkanlıkların farklılaşması

Bryan Stanley Turner Beden

Bedenin şantiyeye Ticari nesne


dönüşmesi Tıp teknolojisi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


237
Beden Kuramı

GİRİŞ
İnsan, genellikle bedeniyle tanımlanır. Bir insan hakkında hüküm verilirken
öncelikle onun bedenine, beden diline, hareketlerine, yani görünen yanına bakılır.
İnsan, onu yansıtan bedeni üzerinden tanımlanır. İnsan, diğer insanlarla ilk önce
bedeni üzerinden etkileşim kurar. Bir insanın başkaları tarafından kaba ya da nazik
olarak nitelendirilmesi tamamen beden hareketleriyle ilişkilidir. Temiz giyinen,
oturmasını ve kalkmasını bilen, düzgün konuşan ve saygılı davranan bir insan
“medeni”, aksi yönde olan ise “kaba” insan olarak tarif edilir. Kısaca, birey
bedeniyle diğer insanların arasına karışır, onlarla ilişki kurar, hayatını sürdürür.
İnsanlar, her zaman fiziksel görünüme önem verirler. Bedenen güzel olan
kişilere daha fazla iltifat ederler. Bedeni düzgün olan bir kişi, arkadaşları arasında
daha fazla ilgi görür ve popüler olur. Uzun boylu, fiziği iyi, yakışıklı, bakımlı ve zayıf
olan (şişman olmayan) bir kişinin ait olduğu grupta ya da toplumda ön plana çıkma
(örneğin, sinema sanatçısı olma) ihtimali çok yüksektir.
Fakat günümüzde insanlar, daha önce hiç görülmemiş bir şekilde, bedene
daha çok önem vermeye başladılar. Bugün fikirler, görüşler ve bilgi birikiminden
ziyade görünüme, fiziki yapıya, yani bedene daha fazla ehemmiyet veriliyor.
Bireyler arasında giyime, temizliğe, saça, yüze ve vücuda gereğinden çok özen
İnsanlar, bedene ve onun
gösterme eğilimi yaygınlaşıyor. Bireylerin bir kısmı, bakımlı olmaya dikkat
görünümüne çok önem
etmekte, spor yapmaya zaman ayırmakta, spor salonlarına ve güzellik
verirler. Bedeni düzgün
olan insanlar, her zaman merkezlerine giderek zinde kalmaya çalışmakta, güzel görünümlü olmaya gayret
daha fazla ilgi görür. etmektedir. Eskiden sadece kadınlar yüzlerine makyaj yaparken şimdilerde bazı
erkekler de yüzlerine bakım (botoks), el tırnaklarına manikür ve ayaklarına
pedikür yaptırıyorlar.
Bugün bazı insanlar, vücutlarının beğenmediği kısımlarını düzelttirmek için
ciddi paralar harcamaktadırlar. Estetik ve güzellik merkezleri, vücutlarının
beğenmediği yerleri düzeltmek isteyen insanlarla dolup taşmaktadır. Bedenini çok
önemseyen bireyler, estetik cerrahi müdahalelerle burunlarını, dudaklarını, çene
yapılarını değiştirmektedirler. Estetik uzmanları tıbbi operasyonlarla, uzun ya da
eğri burnundan hoşnut olmayan kişilere, onların istedikleri şekilde burun
yapabilmekte, ince dudakları kalın dudak hâline getirebilmekte, uzun çeneleri
kısaltabilmekte, vücudunda aşırı yağ olanları zayıflatabilmektedirler.
Çağımızda insanlar, artık fikirlerle ve gerçeklerle değil, bedenleriyle
ilgilenmektedirler. Beden bakımlarına daha fazla zaman ve para harcamaktadırlar.
Bedenlerini güzelleştirmeye harcadıkları zamanın yarısı kadar bile düşüncelerini
geliştirmeye vakit ayırmamaktadırlar. Kitap ve dergiye bütçe ayırmayan insanlar,
giysiler, kremler, yağlar, kokular, yani her türlü kozmetik ürünler vb. için kesenin
ağzını açmaktadırlar. Kısaca, insanların bir kısmı sadece bedenlerini, bedenin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


238
Beden Kuramı

zevklerini önemsemektedirler. Bedenlerinin kusursuz olması için elinden geleni


yapmaktadırlar. İnsanların beyninin içini güzelleştirmeyi ve düşünmeyi geri plana
itmesi, sadece bedene ilgi göstermesi, ciddi bir sorundur. Sosyoloji disiplini de bu
soruna duyarsız kalmamıştır. Bu bağlamda, çağdaş sosyolojide bedeni merkeze
alan ve onu ayrıntılı bir biçimde tahlil eden sosyolojik kuram, beden kuramıdır.
Beden konusunun sosyolojinin gündemine gelmesi, insanlığın içinde
bulunduğu toplum aşamasıyla (tüketim toplumuyla) doğrudan bağlantılıdır.
Tüketim toplumu, insanların ihtiyaçları olan ürünlerin çeşitlendiği ve bollaştığı bir
toplumdur. Hatta tüketim toplumu, insanların ihtiyacı olmayan şeyleri de onlara
ihtiyaçlarıymış gibi sunmaktadır. Tüketim toplumu üreten ve düşünen değil,
yalnızca tüketen insan tipi inşa etmeyi hedeflemiştir. Bunun için de tüketim
toplumu, insanların ruhuna (düşüncesine) değil, sadece bedenlerine hitap
etmektedir. Beden kuramı, tam da bu sorun üzerine odaklanmıştır.
Beden kuramı, tüketim toplumunun yapısını ve tüketim kültürünün ana
özelliklerini kavramak bakımından önem arz eden bir çağdaş sosyoloji kuramıdır.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kapitalist toplumlarda üretim olgusunun
yerini tüketim olgusuna terk ettiği iddia edilmiştir. Baudrillard’ın da belirttiği gibi,
1960’larda üretim öncelikli konumunu kaybetmiş ve tüketim nesneleri ön plana
çıkmıştır (Baudrillard, 2005). Tüketim toplumlarında insanlar aşırı ve savurganca
tükettikleri için tüketimle tanımlanır hâle gelmişlerdir. Baudrillard’ın deyişiyle,
insanlar tükettikleri ve fırlatıp attıkları şeylerle tanımlanmıştır (Baudrillard, 1997).
Tüketim toplumlarında bireyler, tüketimin kölesi olmuşlardır. Bu toplumlarda
bireylerin tüketiciler olarak dünyaya geldikleri ve hedeflerine metaları satın alarak
Beden kuramı, bedeni
ulaşabilecekleri fikri başattır (Illich, 2000). Tüketim toplumunda tüketici kültürü
çözümleyen çağdaş
sosyoloji kuramıdır. başattır. Bu kültür, doğrudan bedeni hedef seçmiştir. İşte, bu yüzden, beden
kuramı, günümüzün moda hâline gelmiş bir kuramıdır. Beden, sosyologların ilgisini
çeken bir konu olmuştur. Beden kuramı ya da sosyolojisi, sosyologların gündemini
işgal etmiştir. Çünkü bedenin güzel görünmesi, bedenin kontrol altında tutulması,
beden yönetiminin ön plana çıkması, vücut bakımına ve vücut geliştirmeye ilginin
artması, şişmanlığın dışlanıp inceliğin ve zayıflığın önemsenmesi, sosyolojinin
vitrinindeki yerini almıştır.
Günümüzde bireylerin bedenleri ve sağlıkları üzerinde değişik besinlerin
etkilerine karşı ilgi büyüktür. 20. yüzyılın sonlarında diyet gıdalar, plastik cerrahi ve
sağlık kulüpleri en çok büyümüş olan sanayilerden bazılarıdır. Gazeteler ve
magazinler, sağlık, beden, vücut geliştirme ve kozmetik ürünlerine geniş yer
vermektedirler (Wallace ve Wolf, 2004). Beden kuramının mimarlarından Bryan
Stanley Turner, beden kuramının ya da beden sosyolojisinin genişleyen alanından
söz etmiştir. Turner’a göre, beden sosyolojisi hâlen gelişmekte olan bir kuramsal
ve deneysel ilgi alanıdır. Turner, Beden ve Toplum adlı ana metnini 1984’te

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


239
Beden Kuramı

yayınladığında, insan bedeninin sosyal bilimlerde, özellikle modern sosyolojide


büyük ölçüde ihmal edilen bir konu veya tema olduğu bir gerçekti. Ancak, 1980’ler
ve 1990’larda sosyolojik kuramda bedeni sorunsallaştıran önemli çalışmalar
yapılmıştır (Turner, 2011). Böylece beden, çağdaş sosyolojinin ilgi odaklarından
birisi hâline gelmiştir.
Bu bölümde, beden kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri, temel
tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

BEDEN KURAMININ KÖKLERİ


Beden kuramı, sosyolojinin şimdiye değin bedeni ihmal ettiği noktasından
yola çıkmıştır. Fakat sosyolojinin bedenle ilgilenmesi yeni bir şey değildir. Modern
sosyolojinin ortaya çıkışından itibaren beden, sosyolojinin ilgi alanına girmiştir.
Daha açık bir deyişle, klasik sosyolojide de beden önemsenmiştir. Sosyolojinin
kurucu babaları olan Karl Marx, Max Weber, Emile Durkheim, Georg Simmel,
Ferdinand Tönnies ve Karl Mannheim, nadiren de olsa inceleme konusu olarak
bedene yoğunlaşmışlardır (Shilling, 1993). Esas itibarıyla beden kuramının kökleri,
modern felsefenin ve sosyolojinin kurucusu René Descartes’ın insanı, beden-ruh
ayrımı çerçevesinde ele alan görüşlerine uzanır. Başka bir deyişle, Descartes,
Descartes, insanı, beden-ruh ayrımı yaparak, beden kuramının inşasında etkili olmuştur.
beden-ruh ayrımı Descartes’ın sosyal teorisinin merkezî problemi, beden-ruh ayrımına
çerçevesinde analiz
dayanır. Descartes, insanı analiz ederken, onun iki parçasına vurgu yapmıştır. Ona
ederek beden kuramının
ortaya çıkmasına katkı göre, insan denen varlık, bedenden ve ruhtan oluşmuştur. Descartes, insanı
yapmıştır. çözümlerken, onun önemli bir parçası olarak gördüğü bedeni (vücut, madde ya da
cisim) ve ruhu (zihin, tin ya da akıl) ele almış, daha sonra ise beden-ruh ayrımına
değinmiştir (Kızılçelik, 2011).
Descartes, kemiklerden, sinirlerden, kaslardan, damarlardan, kandan ve
deriden ibaret insan bedeninin bir tür makine olduğunu düşünmüştür (Descartes,
2013). Descartes’a göre, insan bedeni, makine gibidir. Mekaniktir. İnsanın
vücudundaki organlar, makinenin parçalarına benzer. Descartes, insan bedenini
bir makineye, bilhassa da saate benzetmiştir. Descartes’a göre, insan bedeni, saat
ya da diğer kendiliğinden hareket eden, yani kendi kendini hareket ettiren bir
makine gibidir (Descartes, 2007; 1991). Descartes’a göre, ruh ise, insanın önemli
bir bileşenidir. Ruh, insanı tanımlayan ana unsurların başında gelir. Ruh terimi,
düşünmeye vurgu yapar, düşünmeyi içerir. Descartes’a göre, düşünme gücü,
sadece ruhta vardır (Descartes, 1995). Düşünceler, iki çeşittir: Ruhun aksiyonları
ve ruhun ihtiraslarıdır. Ruhun aksiyonları, düşüncelerin hepsi olan iradelerdir.
İnsanda bulunan bütün idrak ve bilgi türleri ise ruhun ihtiraslarıdır (Descartes,
1972).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


240
Beden Kuramı

Descartes, insanı çözümlerken beden ile ruhu birbirinden soyutlamıştır.


Descartes, amacının ruh ile beden arasındaki ayrılığı kanıtlamak olduğunu öne
sürmüştür (Descartes, 1992). Descartes’a göre, ilk olarak, beden her zaman
bölünebilir, ruh ise hiçbir biçimde bölünemez (Descartes, 2007). İkinci olarak,
beden yer kaplar, ruh ise yer kaplamaz. Beden, düşünmeyen, bilinçsiz ve yer
kaplayan bir unsur iken tam aksine ruh ise, düşünen, bilinçli ve yer kaplamayan bir
özelliğe sahiptir. Descartes’a göre, ruh sadece anlayışla kavranır. Beden, yani uzam
ya da şekil, muhayyileden yardım gören anlayış ile kavranr Descartes, 1992).
Üçüncü olarak, beden ölümlüdür, ruh ölümsüzdür. Eş deyişle, insanların bedenleri
kolayca yok olabilir fakat insanların ruhları ölümsüzdür (Descartes, 1998). Son
olarak, beden ile ruhun zevkleri birbirlerinden farklıdır. Beden durmadan
değişmeye uğrar, dolayısıyla zevkleri devamlı değildir. Hâlbuki ruhun zevkleri,
sağlam bir temele dayalıdır ve ruh gibi ölmez bir niteliğe sahiptir (Descartes,
1992). Kısaca, Descartes’a göre, beden ruhun, ruh da bedenin tam karşısındadır.
Beden ve ruh, tabiatları itibarıyla birbirlerinden farklı olan tözlerdir. Bu görüşüyle,
Descartes, felsefe ve sosyoloji tarihinde ikicililiğin (düalizmin) babası olarak bilinir.
Cottingham’ın işaret ettiği gibi, ikicilik, doğaları kökten bir şekilde zıt olan iki ayrık
tözün (ruhun ve bedenin) olduğuna ilişkin Descartesçi görüşe verilen standart bir
etikettir (Cottingham, 2002).
Descartes’ın düalizmi, beden ve zihin arasında önemli etkileşimin olmadığı
varsayımına dayanır. Sosyal bilimlerde genel olarak Descartes’ın beden ve ruhun
(zihin) arasındaki keskin ayrımı benimsenmiştir (Turner, 2002a). Descartes sosyal
teorisinde ruhu önemsemiş, bedeni geri plana itmiştir. Günümüzde Descartes’ın
bu görüşleri aşılmış, yani insan bedeni ve ruhuyla birlikte değerlendirilmiş, insanın
sadece ruhu değil, bedeni de önemsemeye başlanmıştır. Beden kuramı, bu
anlayışın, yani insanın zihninin yanı sıra bedeninin de esas alınması gerektiği
fikrinin bir sonucu olarak doğmuştur.

BEDEN KURAMININ ANA İSİMLERİ


Beden kuramının öncü Beden kuramının inşa edilmesinde ve günümüzde tanınmasında çok sayıda
isimleri, Pierre sosyologun rolü olmuştur. Bu sosyologlar arasında, Pierre Bourdieu (1930-2002),
Bourdieu, Norbert Elias
Norbert Elias (1897-1990) ve Bryan Stanley Turner (1945-) en etkili simalar olarak
ve Bryan Stanley
karşımıza çıkmaktadırlar.
Turner’dir.
Pierre Bourdieu
Bourdieu, 1930’da Güneybatı Fransa’da küçük bir kasaba olan Deguin’de bir
köy postacısının oğlu olarak doğmuştur. Çok yetenekli ve çalışkan bir öğrenci
olarak önce Lycée’de Pau’ya, ardından Paris’teki Lycée Louis le Grand’a girmiştir.
Daha sonra Paris’teki akademik açıdan seçkin olan Ecole Normale Superieure’da

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


241
Beden Kuramı

felsefe eğitimi almıştır. 1956’da askere alınmış ve iki yılını Fransız ordusu ile
birlikte Cezayir’de geçirmiştir. O, tecrübeleri hakkında bir kitap yazmış ve askerî
görev süresi bittikten sonra iki yıl daha Cezayir’de kalmıştır. 1960’ta Fransa’ya
dönmüş ve Paris Üniversitesi’nde asistan statüsüyle çalışmaya başlamıştır. Asistanı
olarak çalıştığı ünlü sosyolog Raymond Aron’un 1981’de emekli olmasıyla College
de France’in sosyoloji kürsüsü ona verilmiştir. Ecole de Hautes Etudes’in müdürü
ve Avrupa Sosyolojisi’nin yöneticisi olmuştur. Bourdieu, sosyolojinin üç önemli
siması olan Max Weber, Emile Durkheim ve Karl Marx’ın fikirlerinden
etkilenmiştir. Bourdieu, 23 Ocak 2002’de ölmüştür. Önemli eserleri arasında
Cezayirliler; Cezayir’de Emek ve İşçiler; Ayrım; Pratiğin Mantığı; Dil ve Sembolik
Güç; Devlet Soyluluğu; Sanatın Kuralları ön plana çıkmaktadır (Swartz, 2011;
Lechte, 2006; Ritzer, 2012; Wacquant, 2007).
Bourdieu, sosyolojik kuramın ana sorunlarından olan fail-yapı sorununa ilgi
göstermiştir. Swartz’ın dediği gibi, Bourdieu, İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyoloji
dünyasında etkin olan sosyolog kuşağı içinde fail-yapı meselesini sosyolojik
görüşlerinin merkezine yerleştirmiş ilk isimlerdendir (Swartz, 2011). Bourdieu’nün
sosyolojisi, yapıya karşı odaklanan bir sosyolojiye karşı eyleme odaklanan bir
sosyoloji değildir. Bourdieu, geçmişte sosyolojiyi sınırladığını düşündüğü bu ayrımı
aşmaya çalışmıştır (Calhoun, 2007). Bourdieu’nun bu çabası, aslında çağdaş
sosyolojinin ana eğilimlerinden biri hâline gelmiştir.

Pierre Bourdieu, Bourdieu, sosyolojide genellikle birbirlerinden uzakmış gibi gösterilen iki
bireylerin yemek yeme olguyu, yani kültür ile iktidarı birbirleriyle ilişkilendirmiştir. Bourdieu’nün gayesi,
alışkanlıkları, giyimleri, kültürün bir iktidar aracı ve kaynağı hâline gelebileceğine vurgu yapmaktır
yaptıkları sporlar ve (Swartz, 2011). Bourdieu, kültürün baskı aygıtına ve egemen güçlerin ideolojik
hobileri itibarıyla aracına dönüştüğünü vurgulamıştır.
birbirlerinden farklı
olduklarını öne Bourdieu, sosyolojik kuramında “kültürel sermaye” terimini gündeme
sürmüştür. getirmiştir. Ona göre, kültürel sermaye, sözel beceri, estetik tercihler, genel
kültürel farkındalık, okul sistemi ve eğitim gibi alanları kapsamaktadır (Swartz,
2011). Örneğin, profesörler, kültürel sermaye konusunda, ekonomik sermayeye
oranla görece daha zengindirler. Patronlar ise, ekonomik sermaye konusunda,
kültürel sermayeye oranla görece daha zengindirler (Bourdieu, 1995).
Bourdieu, bedene dönük sosyolojik çözümlemelerinde “habitus”a çok fazla
yer vermiştir. Bourdieu, “alışkanlık” (habitude) terimini kullanmayı tercih etmemiştir.
Bourdieu, “alışkanlık” dememek için “habitus”u kullandığını açıkça söylemiştir
(Bourdieu ve Wacquant, 2003). Bourdieu, “habitus”u, “alışkanlık meydana getiren
güç”, “zihinsel alışkanlık”, “bedensel ve zihinsel algı, beğeni ve eylem şemaları”
gibi anlamlarda kullanmıştır. Bourdieu, habitus terimiyle, eylemin hem bilişsel
hem de bedensel temelini vurgulayan ve alışkanlık hâline gelmiş eylemlere

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


242
Beden Kuramı

gönderme yapmıştır (Swartz, 2011). Bourdieu, “habitus”u sonradan kazanılan


şeyler olarak tanımlamıştır (Bourdieu, 2006).
Bourdieu, habitus ile esasında bireylerin yemek yeme alışkanlıkları, giyim-
kuşamları, yaptıkları sporlar, hobileri ve görünümleri bakımından birbirlerinden
farklılaştığına dikkat çekmiştir. Bourdieu’ya göre, habitusler, ayrı ve hatta
ayrıştırıcı pratikler doğurur. Bir emekçinin yediği şey, bilhassa da yeme biçimi,
yaptığı spor, siyasi kanaati ve bu kanaatini ifade etme şekli, bir
sanayicinin/patronun bunlara tekabül eden tüketim biçimi ve yaptığı
etkinliklerinden farklıdır (Bourdieu, 1995). Habitus, kurumlar ve bedenler
arasındaki buluşma noktasıdır, yani biyolojik bir varlık olarak bireyleri sosyo-
kültürel düzene bağlayan ana formdur (Calhoun, 2007). Habitus, aynı zamanda
bireylerin sosyal konumlarını ifade eder. Bireyler, habituslarına (beğenilerine)
uygun olan ve yakışan giyecek, içecek, spor faaliyeti ve arkadaş seçerek kendi
kendilerini sınıflarlar (Bourdieu, 2013).
Kısaca, Bourdieu, beden sosyolojisinin (beden kuramının) ortaya çıkmasına
önemli katkılar yapmıştır (Turner, 2002a). Bourdieu, sosyolojik kuramda ihmal
edilen bedenin kullanımı konusu üzerine kafa yormuştur. Toplumsal-yapısal
organizasyonun bireyleri giyim, süslenme, beden terbiyesi, beslenme ve ilaçlar
dâhil, spor ve sağlık rejimlerine katılarak kendi bedenlerini değerlendirme,
biçimlendirme ve süslenme biçimlerine hangi şekillerde yönelttiğini incelemiştir
(Cuff, Sharrock, Francis ve 2013). Bourdieu, habitusa dönük vurgularıyla beden
konusuna yoğunlaşmıştır. Bourdieu’ya göre, bireyin bedeni, mensubu olduğu
sınıfın, sosyal ve kültürel mirasın görünür kılındığı yerdir (Demez, 2009).

Norbert Elias
Elias, 1897’de Almanya’nın Breslau şehrinde dünyaya gelmiştir. Birinci
Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda görev yapmıştır. Savaştan sonra felsefe ve tıp
çalışmak için Breslau Üniversitesi’ne dönmüştür. Tıp çalışmalarını bırakıp felsefeye
ilgi göstermiştir. Tıp alanındaki çalışmaları, onun insan bedeni ve bedenin parçaları
Norbert Elias,
bireylerin davranış arasındaki bağlantılar hakkında fikir edinmesini sağlamıştır. 1924’de doktora
biçimlerini, tavırlarını derecesi elde etmiş ve Heidelberg Üniversitesi’nde sosyoloji öğrenmeye gitmiştir.
ve alışkanlıklarını Heidelberg Üniversitesi’nde sosyoloji çevreleriyle ilişki kurmuş, Max Weber’in
irdelemiştir. kardeşi Alfred Weber’le ve Karl Mannheim’le diyalog kurmuştur. Elias, Hitler’in
1933’te iktidara gelmesiyle önce Paris’e ve daha sonra Londra’ya sürgüne
gitmiştir. İngiltere’de yaklaşık on yıl doğru dürüst bir iş bulamamıştır. 1954’te
Leicester Üniversitesi’nde 57 yaşında akademik kariyerine başlamıştır. En meşhur
kitabı olan Uygarlık Süreci’ni 1939’da yayımlamıştır. Fakat Elias’ın söz konusu
kitabı ve diğer kitapları, çok sonraları ilgi görmüştür. Elias, eserlerinin öneminin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


243
Beden Kuramı

çok zaman geçince kabul edilişinin tadını geç de olsa çıkarmaya yetecek kadar
uzun olan 93 yıllık bir hayat sürmüştür. Elias, 1990’da ölmüştür (Ritzer, 2012).

Resim 11.1. Norbert Elias

Elias, Uygarlık Süreci adlı ana metninde, bedensel pratiklerin (alışkanlıkların)


tanzim edilmesini incelemiştir (Turner, 2006). Elias, bireyin bedenine ve bedensel
etkinliklerine odaklanmıştır.
Elias, sosyolojik kuramında, ağırlıklı olarak, fertlerin davranış biçimlerini
tahlil etmiştir. Elias, bilhassa da Batı insanının davranış şekilleri üzerine
odaklanmıştır (Elias, 2000). Elias, hiçbir toplumun, bireysel güdülerin ve yoğun
duyguların kanalize edilmesi, bireysel davranışın belirli bir düzenlenişi olmaksızın
Beden, bireyi tanımlar asla yaşayamayacağını iddia etmiştir (Elias, 2002). Bu bağlamda, Elias,
ve onu yansıtır. “uygarlaşma” terimini gündeme getirmiştir.
Beden, bireyi ve
toplumu anlamamızı Uygarlaşma sözcüğü, teknik gelişmişlik seviyesi, bilimsel bilgi düzeyi,
kolaylaştırır. davranış tarzları, erkek ile kadının birlikte yaşama ve barınma türü, cezalandırma
biçimi ya da yemek hazırlama şekilleri gibi birbirlerinden farklı olguların anlatılması
için kullanılmıştır (Elias, 2000). Uygarlaşma, her şeyden evvel, bireylerin
davranışlarının ve tavırlarının şeklini anlatır (Elias, 2000). Elias, Batı toplumlarında
insanların fiziksel görüntülerinde ve davranış kalıplarında meydana gelen
dönüşümlere odaklanmış, bu çerçevede, uygarlaşma durumunu, alışkanlıkların
farklılaşması süreci olarak ele almıştır (Işık, 1998). Elias, uygarlaşmayı, kişilerin
uyuma ve yemek yeme şekilleri başta olmak üzere, her şeylerinin değişmesi, yani
bireylerin alışkanlıklarının, davranışlarının ve eylemlerinin farklılaşması olarak
görmüştür. Elias (2002), uygarlaşma sürecinin özünde insanların davranışlarının,
eylemlerinin ve hissedişlerinin belirli bir yöndeki değişmesi olduğunu belirtmiştir.
Kısaca, Elias, Batı toplumlarında insanların davranışlarında ve psikolojik
karakterlerinde meydana gelen kademeli değişimlerle ilgilenmiştir (Ritzer, 2012).
Elias, Batılı insanın, “uygar” insanın bir niteliği olarak değerlendirilen davranışlarını
ve alışkanlıklarını sonradan edindiğini ileri sürmüştür (Elias, 2000). Böylece, Elias,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


244
Beden Kuramı

uygarlaşmayı, insanların bedenleri, eylemleri ve davranışları açısından


değerlendirerek beden kuramına yeni bir çerçeve kazandırmıştır.

Bryan Stanley Turner


Turner, 1945 yılında İngiltere’nin Birmingham kentinde dünyaya gelmiştir.
1970’de Leeds Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamıştır. 1982 yılına kadar Leed,
Aberdeen ve Lancaster Üniversitelerinde sosyoloji dersleri vermiştir. 1982’de
Güney Avustralya Flinders Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalışmaya başlamış
ve burada tıp sosyolojisi ve sosyolojik kuram dersleri vermiştir. 1992-1998 yılları
Turner, bedenin sosyal
arasında Avustralya’daki Deakin Üniversitesi’nde, 1998-2005 yılları arasında ise
olarak yapılandırılmış
olduğunu ileri sürerek Cambridge Üniversitesi’nde ders vermiştir. Daha sonra Singapur Ulusal
beden kuramının ana Üniversitesi bünyesindeki Asya Araştırmaları Enstitüsü’nde görev yapmıştır
çerçevesini belirtmiştir. (Turner, 1997; Stauth ve Turner, 2005). Turner, beden sosyolojisine ilişkin Beden ve
Toplum; Tıbbî Güç ve Toplumsal Bilgi gibi önemli eserlere imza atmıştır. Bu
kitaplarının yanı sıra onun Klasik Sosyoloji; Eşitlik; Statü; Max Weber ve İslâm:
Eleştirel Bir Yaklaşım; Marx ve Oryantalizmin Sonu; Oryantalizm, Kapitalizm ve
İslâm; Oryantalizm, Postmodernizm ve Globalizm adlı eserleri de bulunmaktadır.

Resim 11.2. Bryan Stanley Turner

Turner’ın Beden ve Toplum kitabına kadar sosyoloji, bedene duyarsız


kalmıştır (Cregan, 2006). Turner, bedenin, sosyolojinin ana konusu olduğunu
bildirmiş, biraz daha ileri giderek beden ile sosyolojiyi birlikte düşünmüştür. Bu
bağlamda, Turner, Tıbbî Güç ve Toplumsal Bilgi metninde, sosyoloji sözcüğünün
Latince arkadaşlık/yol arkadaşlığı manasına gelen “socius” sözcüğünden geldiğini,
sosyolojinin arkadaşlığın/yol arkadaşlığının bir bilimi olduğunu ifade etmiştir. Yol
arkadaşlığı, “ekmeği paylaşma”ya dayalıdır. Sonuçta sosyolojinin birlikte yemek
yenilen bir yerde bedenlerin karşılıklılığına dayalı (her zaman sosyal) bir
dayanışmanın incelenmesi olduğu söylenebilir (Turner, 2011). Turner, sosyolojinin
inceleme nesnesi olarak bedeni ele almıştır. Sosyolojinin merkezine bedeni
yerleştirmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


245
Beden Kuramı

Turner’a göre, gündelik hayat, bedenin üretimi ve yeniden üretiminden,


yani yenilenmesinden meydana geldiğinden bu hayatın çözümlemesi için bedenin
çözümlenmesi gerekir (Nazlı, 2009; Kara, 2011). Turner, beden sosyolojisini, insan
işlerinde bedeni yönetmenin tarihsel ve sosyal sonuçlarıyla ilgilenme olarak
tanımlamıştır. Turner, bedenin sosyal olarak yapılandırılmış olduğunu belirtmiştir.
Turner, beden konusuna ilginin çoğalmasının ve güzel vücuda verilen önemin
artmasının gerisinde bugünkü Batı toplumlarında (kapitalist toplumlarda) nüfusun
yaşlanması gerçeğinin olduğunu öne sürmüştür (Wallace ve Wolf, 2004).
Diğer yandan Turner, kapitalist toplumlarda bedenin bir mal ve ticari nesne
olduğunun altını çizmiştir. Ona göre, kapitalizmde beden, piyasadaki diğer şeyler
gibi bir meta hâline gelmiştir (Turner, 2011). Her şeye kâr olarak bakan ve her
şeyden kâr elde etmek isteyen kapitalist sistem, sağlık ve hastalığa da kâr nesnesi
olarak yaklaşmıştır. Kapitalist düzende insanların bedenleri, en fazla kâr elde
edilen bir alana dönüşmüştür. Sözün kısası, kapitalist toplumda sağlık ve hastalık,
kazanç getiren ve sermayeyi çoğaltan en büyük sektörlerden biri hâline gelmiştir.
Turner’a göre, tüketime dayalı çağdaş kapitalist toplumda (tüketim
toplumunda) beden, aynı zamanda, üzerinde her türlü pratiklerin yapıldığı bir
şantiye olmuştur. Özellikle tıp teknolojisi ve estetik ameliyat gibi yollarla bedeni
yeniden inşa etme ve yaratma düşüncesi ön plana çıkmıştır. Turner, bedeni,
kuralcı baskı kurumlarının (tıp ve hukuk gibi) hedefi olarak görmüştür (Turner,
2002b).
Kısaca, beden kuramının etkileyici temsilcilerinden Turner, kapitalist
toplumda bedenin dört temel boyutta, yani yeniden üretim, sınırlama, düzenleme
ve temsiliyet çerçevesinde ele alınması gerektiğini bildirmiştir (Işık, 1998).

BEDEN KURAMININ ANAHTAR TERİMLERİ


Beden kuramının anahtar terimleri, beden, tüketim, tüketim toplumu,
tüketim kültürü, haz, diyet, uygarlaşma ve habitustur. Beden kuramının anahtar
terimleri içinde en mühim olanı, bedendir.
Beden, organlardan oluşan vücuttur (Descartes, 2007). Beden, biyolojik,
fiziki ve sosyal yönü/boyutu olan gövde demektir (Deleuze ve Parnet, 1990).
Beden, bireylerin kişiliklerini meydana getiren dürtülerle ve güdülerle dolu bir
Beden kuramı, bireyi “kap”tır (Layder, 2006). Beden, bireyi tanımlayan ana unsurlardan birisidir.
benliği ya da düşüncesi Bireyler, genellikle bedenleri üzerinden tanımlanırlar. Bedenleri, bireylerin çoğu
açısından değil, daha özelliğini yansıtır. Bayhan’a göre, beden, kişiliğin ve kimliğin mühim bir parçasıdır
çok bedeni üzerinden
(Bayhan, 2013). Beden, insanın insan olarak görünme vasıtasıdır. İnsanı insan
analiz etmiştir.
kılan, bedenidir. Beden, insanın varlığının aynasıdır. İnsan, bedenle toplum
sahnesine çıkar (Okumuş, 2011). Beden sosyolojisinde ya da beden kuramında

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


246
Beden Kuramı

beden, sosyal olarak yapılandırılmış bir bütünlük olarak tarif edilmiştir (Turner,
2002a). Beden, insanın ana özelliklerini yansıtan, insanı tanımlayan, onun toplum
tarafından biçimlendirilen ama toplumu da anlamamızı sağlayan yönüdür.

•Günümüzde doğal olmayan paketli gıdalar yiyen ve fast food türü


Örnek
yiyecekler tüketen bireylerin beden ölçüleri bozulmuştur. Bugün
caddeler ve sokaklar şişko bedenler ve obez kişilerle tıkabasa
dolmuştur.

Beden kuramı, BEDEN KURAMININ TEMEL TEZLERİ


günümüz tüketim Beden kuramının temel tezlerini on üç noktada toplamak mümkündür:
toplumlarında beden
önemli bir unsur hâline • İnsanlar, bedensel varlıklardır. Her insanın bir bedeni vardır. Fakat beden
geldiği için bedeni çok yalnızca bireye ait bir şey değildir. Beden, aynı zamanda, toplumun dışında
önemsemiştir. var olan ve sadece fiziksel olan bir şey de değildir. Çünkü beden, bireyin
sosyal tecrübeleri ve onun ait olduğu grubun kuralları ve değerleri
tarafından etkilenir. Beden ile toplum hayatı arasında önemli ölçüde bir
bağlantı vardır (Giddens, 2000). Sözgelimi Bourdieu, beden ile toplum
arasındaki ilişkiyi habitus terimi çerçevesinde çözümlemiştir. Bourdieu,
habitusu, bireyin var oluşu, bedenleşmiş toplumsallık; somutlaşmış,
bedene dönüşmüş bulunan toplumsallık olarak ele almıştır (Bourdieu ve
Wacquant, 2003).
• Beden, insanı tanımlar, onun iç dünyası ve düşüncesi hakkında bilgi verir.
Elias’ın belirttiği gibi, vücudun duruş biçimi, davranışlar, giysiler, mimikler,
kısaca bu “dışsal davranışlar”, insanın içini yansıtır (Elias, 2000). Bireylerin
bedeni, aynı zamanda, yer aldıkları toplumun yapısını ve kültürel
dokusunu anlamamıza imkân verir. Örneğin, Turner, insan bedenlerinin
kültürel anlamları tarif etmeye hizmet ettiğini etkili bir şekilde
vurgulamıştır (Johnson, 2008). Beden, ruha göre daha değerlidir.
• İnsan bedeni, insanın sosyal beklentileriyle ve kültürel kalıplarıyla kesişen
biyolojik özelliklerin ve gerçek materyallerin yer aldığı aktüel bir yerdir.
Beden, açıkçası bireylere gündelik hayatındaki davranışlarının akışını
kontrol etmeyi ve yönetmeyi öğretmeyi sağlamayı ümit eden acı ve
sevincine dair çeşitli arzularının ve potansiyellerinin kaynağıdır. Beden,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


247
Beden Kuramı

aynı zamanda bireylerin gündelik hayatı için enerji temin eder. Hatta
biyolojik kapasiteleri ve insan anatomisi, bireylerin performanslarına
sınırlar koyar (Johnson, 2008).
• Bireysel ve sosyal hayat için, bedenin ve fiziksel deneyimlerin çok önemli
olduğu bir gerçektir. Kamuda fiziksel sağlığa ve zindeliğe yönelik artmakta
olan bir merak vardır (Wallace ve Wolf, 2004).
• Sosyolojide beden sorunu, yeni hazcı tüketim etiğinin bedensel zevkler
üzerinde yoğunlaştığı modern toplumlardaki üretim ve tüketimin
niteliğindeki değişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Stauth ve
Turner, 2005). Günümüzde bedenin önemli bir öğe hâline gelmesi,
kapitalizmin tüketimi esas alması gerçeği ile yakından ilişkilidir. Turner,
tüketici kültürünün modern toplumda, beden projesini toplum için bir
etkinlik hâline getirdiğini söylemiştir (Turner, 2002b). Kapitalizm öncesi
dönemlerde beden çok dikkate alınan bir şey değildi. Bilhassa Orta Çağ’da
beden devamlı olarak aşağılanmıştır. Hatta beden, ruhun iğrenç giysisi
olarak görülüp küçümsenmiştir. Orta Çağ insanlarının rol model aldığı
keşişlerin çile uygulamalarında da beden aşağılanan bir şeydir. Bilindiği
üzere, ermişler için kirli olmak, büyük bir erdemdir. Orta Çağ’ın dinî
Çağımızda beden
motifleri ve manastır kuralları, temizlik bakımlarını lüks kabul ederek en
iktidar tarafından
kuşatılmıştır. aza indirmişlerdir (Goff, 1999). Orta Çağ sonrası ortaya çıkan kapitalist
sistemde ise bolca üretilen metaların satılması önemlidir. Bunun için
kapitalizm, insanları tüketime yönlendirmiştir. Bu sistemde insanlar aşırı
derecede tüketen obur varlıklar olarak görülmüştür. Kapitalizm, tüketim
ve gösteriş üzerine kurulu olduğu için bedeni önemsemiştir. Okumuş’un
dediği gibi, çağdaş toplumda beden, kapitalist aktörler ve sektörler
tarafından bir tüketim sahası olarak görülür. Tüketim nesnelerinin
çoğunluğu bedene hitap eder ve beden tarafından tüketilir. Yerel ve
uluslararası ilişkilerde, sağlıkta, yemede, içmede, eğlencede, güzellikte ve
askeri alanda beden üzerine hesaplar yapılır ve beden muhatap alınır
(Okumuş, 2011).
• Beden, tüketim kültürünün egemen olduğu günümüz toplumlarında öne
çıkan bir alandır. Bedenin sağlıklı görünümü önemli hâle gelmiştir.
Bedenin güzelliğine dönük olarak vücut geliştirme ve güzellik merkezleri
çoğalmış, yaşlanma karşıtı ilaçların ve kremlerin kullanımı yaygınlaşmıştır.
• Uygarlığın ana ölçütleri (güzellik, temizlik ve düzen), önemli ölçüde beden
ile bağlantılıdır. Uygarlık, güzelliği takdir eder. Uygar insandan güzelliği
takdir etmesi ve onu üretmesi talep edilir. Uygarlıktan beklenilen sadece
güzellikle sınırlı değildir. Uygarlıktan temizlik ve düzen de beklenir.
İnsanlar, Shakespeare’in babasının evinin önünde gübre yığını
bulunduğunu okuduğunda, o yıllarda İngiltere’deki kasabaların kültürü

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


248
Beden Kuramı

hakkında olumsuz düşünürler. İnsanlar, Viyana Ormanı’na atılmış kâğıtları


gördüklerinde rahatsız olurlar ve bunu barbarca bulurlar. Çünkü pisliğin ve
kirliliğin hiçbir türü uygarlıkla bağdaşmaz. İnsanlar, Güneş Kral’ın kötü
koktuğunu duyunca hayrete düşerler. İnsanlar, Napolyon’un temizlik için
kullandığı küçük hamam tasını görünce şaşırırlar. Ayrıca temizlikte ve el
yıkamda sabun kullanmanın uygarlığın kriteri olarak ele alınması fertleri
şaşırtmamaktadır (Freud, 1999). Kısaca, uygarlığın ölçütleri, insanların
bedenleri ile doğrudan ilişkilidir. Örneğin, Elias’ın aktardığına göre,
köylüler, burnunu şapkalarıyla ya da elbiseleriyle silerler. Köylüler,
masanın üzerinden yere tükürürler. Terbiyeli insanlar ise, yalnızca mendile
tükürürler (Elias, 2000).
• Kapitalizm, tüketim kültürüne dayanır. Bu sebeple, insanların sürekli
tüketmesi önemlidir. Önemli olan insanların düşünmesi ya da bilinçli
olması değil, ne kadar fazla tükettiğidir. İnsanın değeri, günümüzde
tükettiği şeyle doğru orantılıdır. Daha önce Descartes (1994) tarafından
“düşünüyorum, öyleyse varım” olarak “düşünme” ile tanımlanan insan,
bugün “tüketim”le tanımlanabilir hâle gelmiştir: “Tüketiyorum, öyleyse
varım.”
• Deleuze ve Guattari’nin belirttiği gibi, kapitalizm ile birlikte bireyin
bedeninin her organı bir makineye dönüşmüştür (Işık, 1996).
Beden konusu, • Kapitalizm, insan bedenlerinin denetimli bir şekilde üretim aygıtına
günümüzde sosyolojinin sokulması ile bağlantılıdır (Foucault, 1993). 18. yüzyıldan itibaren beden
vitrininde yer almaktadır. iktidar nesnesi olmuştur. Eskiden sadece malları ellerinden alınan tebaa
vardı. Günümüzde ise, bedenler ve nüfuslar ön plana çıkmıştır. İnsan
hayatı ve bedeni iktidarın sahasına girmiştir. İktidar, insanları ömürleri
boyunca, her an, hatta uykuda iken bile gözetleyebilir bir noktaya gelmiştir
(Foucault, 2000). İktidar, insan bedeninin içinde ciddi ölçüde bir mesafe
katetmiştir (Foucault, 2003). Beden, iktidarın kuşatması altına girmiştir.
Bütün insanların bedenine iktidar yerleşmiştir (Foucault, 2002). Bireylerin
bedenlerinde biyo-iktidar belirginleşmiştir (Foucault, 2002). Kısaca, iktidar,
ağ şeklinde işleyen ve oluşturduğu bireylerden geçiş yapan bir
mekanizmadır. İktidar, kişilerin bedenlerinden geçiş yaparak her tarafa
yayılır (Foucault, 2002). Foucault, 18. yüzyıldan itibaren iktidarın bedeni
kuşattığını ileri sürmüştür. Dolayısıyla ailelerde, konutlarda, okullarda,
hastanelerde, kışlalarda ve işyerlerinde rastlanılan disipline edici rejimler
buradan kaynaklanır (Foucault, 2003).
• Günümüzde kapitalizmin kültürü, bedenin zevk almasına dayalı bir
kültürdür. Bugün yaşadığımız dünyada beden, bir haz aracı olmuştur.
Beden, aynı zamanda, sermaye ve özel mülk hâline gelmiştir. Bedenin
bakımı gereğinden fazla önemsenir olmuştur. Fertler, bedenlerinin bakımı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


249
Beden Kuramı

için en güzel, egzotik ve daha evvel hiç tatmadıkları tatları ve yemekleri


kapsayan yemek kitaplarına büyük ilgi göstermeye başlamışlardır. Bedenin
mükemmel olması önemli hâle gelmiştir (Bauman, 2001). Kısaca,
günümüzde bireyler, sürekli yemek ve tat almak, değişik şeyler tüketme
peşinde koşmaktadırlar. Hayat, haz almak ile özdeşleştirilmiştir. İnsanlar
için mühim olan şey, her şeyden haz/zevk almak ve bedeni mümkün
olduğunca haz makinesi hâline getirmektir (Kızılçelik, 2003).
• Beden kuramı, diyet terimini çok önemsemiştir. Diyet, rejim ya da yönetim
manasına geldiği için sosyolojik açıdan ilgi çekicidir. Diyet yapma fikri,
bireyin bedenini yönetme ya da tenini denetim altına alması anlamına
Beden kuramı, sosyal
gelir. Çağdaş insan için beyinden ve bilinçten ziyade devamlı olarak
yapı ve sosyal sınıf gibi
gerçeklere işaret hareket hâlinde olmak, bedenini zinde tutmak, eş deyişle “form tutmak”
etmediği için yeterince ve “formda olmak” daha önemli hâle gelmiştir. Formda olmak, arzulanan
sosyolojik olmamakla bedensel durumun bir tanımıdır (Bauman, 2005).
suçlanmıştır. • Son tahlilde, kapitalizmin inşa ettiği tüketim toplumu, “hayatın
tıplaştırılması” yoluyla, fertlerin bedenlerinde ve kişilik yapılarında ciddi
tahribatlar yapmıştır. Tüketim toplumunda bireylerin bedenleri ve
sağlıkları önemli ölçüde gasp edilmiştir (Illich, 1995). Günümüzde bütün
kurum, sistem ve yapılar ile kapitalizm, sosyal bedenlere yayılmıştır
(Deleuze ve Parnet, 1990).

• Sizce beden kuramı çağdaş sosyolojide neden önemli bir


Bireysel Etkinlik

kuramdır? Bir fikriniz var mı?


• Beden kuramının, düşünmeye değer vermeyen günümüz
insanını ve bedeni önemseyen tüketim toplumunun
mantığını doğru anlamamıza bir katkısı olabilir mi?

BEDEN KURAMININ ELEŞTİRİSİ


Beden kuramına yönelik eleştirileri altı noktada toplamak mümkündür:
• Beden kuramının terimleri muğlaktır. Örneğin, beden kuramının anahtar
terimi olan beden, tıplaştırılmış beden, cinsiyete dayalı beden, konuşan
beden ve disipline edilmiş beden olarak ele alınmıştır (Morgan ve Scott,
2006). Beden kuramının terimleri, sosyolojik donanımdan yoksundur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


250
Beden Kuramı

• Beden kuramı, sosyolojinin ana inceleme konularını göz ardı etmiştir.


Sosyal yapı, sosyal düzen, sosyal bütünleşme ve sosyal değişme
problemlerine yeterince odaklanmamıştır.
• Beden kuramı, kapitalizmin çelişkilerini gizlemiştir. Toplumda sömürü,
baskı ve sınıf mücadelesi gibi konuları görmezlikten gelmiştir. Beden
kuramı, sosyal eşitsizlikler yerine cinsler arası eşitsizliklere dikkat
çekmiştir. Örneğin, Turner, cinsler arasında eşitsizlik olan toplum üzerine
odaklanmıştır. Turner’a göre, kadınların bedenlerini denetim altına almak
bir bakıma onların kişiliklerini kontrol etmek demektir (Wallace ve Wolf,
2004).
• Beden kuramı, kapitalizmin biçimlendirdiği tüketim toplumunu
meşrulaştırmış, insanları tüketime yönlendirmiştir. Bu kuram, üretimin,
çalışmanın ve emeğin öneminden söz etmemiştir.
• Tüketim toplumunda her şey gibi beden de metalaşmıştır. Beden ve
onunla bağlantılı her şey, ticari bir nesne, yani meta hâline gelmiştir.
Beden kuramı, insanı ve
• Modern toplumun tüketim kültüründe insanın tüketen kısmı konumunda
toplumu bedene
indirgeyerek analiz bulunan bedeni önem kazanmıştır. Söz konusu kültür, bedeni hedef almış,
etmiştir. kişinin bilincine, beynine ve ruhuna saldırmış ve onun şizofrenler gibi
hakikati/gerçekliği doğru görmesini engellemiştir (Kızılçelik, 2003).
Tüketim kültürü sayesinde insan, bedeni ve zihniyle birlikte tahrip
edilmiştir. Sadece insanın ne kadar satın alabileceği ve ne kadar meta
tüketebileceği önemsenmeye başlanmıştır.
Beden kuramı, sosyoloji dünyasında gitgide ön plana çıkmaktadır. Bugün,
çağdaş sosyolojideki bazı tartışmalar, beden kuramı üzerinden yapılmaktadır.
Beden kuramına göre,
• Sosyoloji disiplini şimdiye değin ihmal ettiği bedene yoğunlaşmıştır. Beden,
sosyolojinin ilgi odağı olmuştur.
• Kapitalizm, tüketim ve gösteriş üzerine kuruludur. Bu yüzden bireyin
bilincinden ziyade bedenini daha fazla önemsemiştir.
• Bedenin bakımlı olması, güzelliği, temiz görünümü ve düzgünlüğü her
şeyin başında gelir.

• Beden kuramının anahtar terimlerini iyi kavramak için


Etkinlik
Bireysel

Sosyoloji Sözlüğü okuyun.


• Beden kuramının temsilcilerinin (özellikle Turner'ın)
bir kitabını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


251
Beden Kuramı

•Beden kuramı, 1980’lerde itibaren sosyolojinin gündeminde olan bir


kuramdır. Çünkü, günümüzde insanlar, daha önce hiç görülmemiş bir
şekilde bedene önem vermeye başladılar. Bugün insanlar, fikirler ve
gerçeklerden ziyade bedenleriyle daha fazla ilgilenmektedirler. İnsanlar,
beden bakımlarına fazla zaman ve para harcamakta, bedenlerinin
Özet
kusursuz olması için elinden geleni yapmaktadırlar. Beden kuramı,
kendisine sorun olarak bedenin önemsenmesini seçmiştir. Beden kuramı,
bedeni merkeze almış ve onu ayrıntılı bir biçimde ele almaya gayret etmiş
bir sosyolojik kuramdır. Beden kuramı, beden konusunun önemsenmesini,
insanlığın içinde bulunduğu toplum aşamasıyla (tüketim toplumuyla)
bağlantı olarak irdelemiştir. Bilindiği üzere, tüketim toplumu, ürünlerin
çeşitlendiği ve bollaştığı bir toplumdur. Tüketim toplumu, tüketen insan
tipi inşa etmeyi hedeflemiştir. Bunun için de tüketim toplumu, insanların
ruhuna (düşüncesine) değil, sadece bedenlerine hitap etmektedir. Beden
kuramı, tam da bu sorun üzerine odaklanmıştır. Beden kuramı, bedeni
çözümleyen çağdaş sosyoloji kuramıdır.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin önemli kuramlarından biri olan
beden kuramını ana hatlarıyla tanıtmaktır. Beden kuramının öğrenilmesi,
aynı zamanda, çağdaş sosyolojide etkin olan postmodern kuramın, post-
endüstriyel toplum kuramı ve post-yapısalcılığın daha iyi anlaşılmasına da
imkân tanır.
•Beden kuramı, çağdaş sosyolojide öne çıkan bir kuramdır. Ancak onun
kökleri, modern felsefenin ve sosyolojinin kurucusu ünlü düşünür René
Descartes’ın insanı, beden-ruh ayrımı bağlamında ele alan görüşlerine
uzanır.
•Beden kuramının ana isimleri, Pierre Bourdieu, Norbert Elias ve Bryan
Stanley Turner’dir.
•Pierre Bourdieu, bedene dönük sosyolojik analizlerinde “habitus”a
(bireylerin sonradan kazandıkları şeylere, yani alışkanlıklara) çok fazla yer
vermiştir. Bourdieu, habitus ile bireylerin yemek yeme alışkanlıkları,
giyim-kuşamları, yaptıkları sporlar, hobileri ve görünümleri bakımından
birbirlerinden farklılaştığına dikkat çekmiştir.
•Norbert Elias, bireyin bedenine, bedensel etkinliklerine ve davranış
biçimlerine odaklanmıştır. Bu bağlamda Elias, “uygarlaşma” terimini
gündeme getirmiştir. Elias, uygarlaşmayı, insan bedeni ve davranışları
açısından değerlendirmiştir
•Bryan Stanley Turner, sosyolojinin inceleme nesnesi olarak bedeni ele
almıştır. Turner, bedenin sosyal olarak yapılandırılmış olduğunu ileri
sürerek beden kuramının ana çerçevesini belirtmiştir. Ayrıca Turner,
tüketime dayalı çağdaş kapitalist toplumda (tüketim toplumunda)
bedenin üzerinde her türlü uygulamaların yapıldığı bir şantiye hâline
geldiğini ve ticari bir nesne olduğunu belirtmiştir.
•Beden kuramının anahtar terimleri arasında beden, tüketim, tüketim
toplumu, tüketim kültürü, haz, diyet, uygarlaşma ve habitus ön plana
çıkmaktadır. Beden kuramının anahtar terimleri içinde en önemli olanı,
beden terimidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


252
Beden Kuramı

•Beden kuramı, tüketim toplumunun yapısını ve tüketim kültürünün ana


özelliklerini ön plana çıkartmıştır.
•Beden kuramı, günümüz tüketim toplumunda bedenin ana analiz birimi
olduğunu kabul etmiştir. Çünkü tüketim toplumunda tüketen esas öğe,
bedendir. Tüketim toplumun önemli olan insanların düşünmesi ya da
Özet (devamı)
bilinçli olması değil, ne kadar fazla tükettiğidir. İnsanın değeri, tükettiği
şeyle doğru orantılıdır. Tüketim toplumunda insan, “tüketim”le
tanımlanabilir hâle gelmiştir: “Tüketiyorum, öyleyse varım.”
•Beden kuramı, bireyi benliği ya da düşüncesi açısından değil, daha çok
bedeni üzerinden analiz etmiştir.
•Beden kuramı, bedene odaklanmıştır. Çünkü insan, çoğu kez bedeniyle
tanımlanır. Bir insan hakkında hüküm verilirken öncelikle onun bedenine,
beden diline, hareketlerine, yani görünen yanına bakılır. İnsan, onu
yansıtan bedeni üzerinden tanımlanır. İnsan, diğer insanlarla ilk önce
bedeni üzerinden etkileşim kurar. Birey bedeniyle diğer insanların
arasına karışır, onlarla ilişki kurar, hayatını sürdürür.
•Beden kuramına göre, beden, bireyi ve toplumu anlamamızı kolaylaştırır.
•Beden kuramı, bedenin bakımı, güzel gözükmesi, temiz görünümü,
düzgünlüğü, kısaca bedenin kontrol altında tutulması ve beden
yönetiminin ön plana çıkması gibi konuları merkeze almıştır.
•Beden, sadece bireye ait değildir. Çünkü beden, bireyin içinde yer aldığı
toplum tarafından biçimlendirilen bir şeydir. Toplum, bireyin bedeni
üzerinde büyük bir güce sahiptir. Bireyin bedeni ile toplum birbirlerinden
kopuk şeyler değildir.
•Beden kuramının anahtar terimlerinin muğlâk olduğu iddia edilmiştir.
•Beden kuramı, yeterince sosyolojik değildir. Çünkü sosyolojinin temel
konularını (sosyal düzen ve sosyal bütünleşme gibi) göz ardı etmiştir.
•Beden kuramı, sosyal yapı ve sosyal sınıf gibi gerçeklere işaret etmediği
için yeterince sosyolojik olmamakla suçlanmıştır.
•Beden kuramı, kapitalizmin çelişkilerini gizlemiştir. Beden kuramı, sosyal
çatışma, sınıf kavgası, sömürü ve sosyal eşitsizlik gibi konuları ihmal
etmiştir.
•Beden kuramı, kapitalizmin biçimlendirdiği tüketim toplumunu
meşrulaştırmış, insanları tüketime yönlendirmiştir. Bu kuram, üretimin,
çalışmanın ve emeğin öneminden söz etmemiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


253
Beden Kuramı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi beden kuramının temsilcilerinden biridir?
a) Robert King Merton
b) Anthony Giddens
c) Ralf Dahrendorf
d) Bryan Stanley Turner
e) Talcott Parsons

2. Aşağıdakilerden hangisi bedene dönük yapılan tanımlamalardan biri


değildir?
a) Beden, organlardan oluşan kaba saba vücuttur.
b) Beden, bireylerin kişiliklerini meydana getiren dürtülerle dolu bir
kaptır.
c) Beden, benlik algısının, kişiliğin ve kimliğin çok önemli bir parçasıdır.
d) Beden, insanın varlığının bir aynasıdır.
e) Beden, insanı tanımlamayan bir unsurdur.

3. Aşağıdakilerden hangisi beden kuramının anahtar terimlerinden biridir?


a) Yerleşim
b) Yapılaşma
c) Habitat
d) Habitus
e) Sınıf kavgası

4. Aşağıdakilerden hangisi beden kuramının temel tezlerinden biri değildir?


a) Beden, ruha göre daha değersizdir.
b) Beden ile toplum hayatı arasında bağlantı vardır.
c) Bireylerin bedeninde iktidar vardır.
d) Beden, duyarlığı yüksek ve tavında bir haz aracıdır.
e) Beden, tüketim toplumunda öne çıkan bir alandır.

5. “Habitus” terimini sosyolojik çözümlemelerinde baş tacı eden sosyolog,


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Jürgen Habermas
b) Max Horkheimer
c) Robert King Merton
d) Erving Goffman
e) Pierre Bourdieu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


254
Beden Kuramı

6. Aşağıdakilerden hangisi beden kuramı için söylenemez?


a) Beden kuramı, bireyin bedenini ve onun görünümünü önemsemiştir.
b) Beden kuramı, beden ile toplum arasındaki bağlantıya dikkat
çekmiştir.
c) Beden kuramı, kapitalist toplumun sosyal çelişkilerini aşırı
önemsemiştir.
d) Beden kuramı, uygarlığın ölçütlerinin bedenle bağlantılı olduğunu
bildirmiştir.
e) Beden kuramı, tüketim toplumunda başat olan tüketici kültürünün
doğrudan bedeni hedef seçtiğini gündeme getirmiştir.

7. Beden-ruh ayrımı yaparak, beden kuramının inşasında etkili olan düşünür


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Aristoteles
b) René Descartes
c) Platon
d) Herbert Spencer
e) Karl Marx

8. Beden kuramı açısından oldukça önemli olan Beden ve Toplum adlı kitap
aşağıdaki sosyologlardan hangisine aittir?
a) Norbert Elias
b) Bryan Stanley Turner
c) Pierre Bourdieu
d) Ralf Dahrendorf
e) Michel Foucault

9. Uygarlaşmayı, bireylerin davranışlarının ve alışkanlıklarının farklılaşması


olarak ele alan sosyolog aşağıdakilerden hangisidir?
a) Norbert Elias
b) Anthony Giddens
c) Jean Piaget
d) Daniel Bell
e) Talcott Parsons
10. Tüketim toplumunda bedenin, üzerinde her türlü uygulamaların yapıldığı
bir şantiye hâline geldiğini iddia eden sosyolog kimdir?
a) Max Weber
b) Ferdinand Tönnies
c) Bryan Stanley Turner
d) Charles Wright Mills Cevap Anahtarı
e) Daniel Lerner 1.d, 2.e, 3.d, 4.a, 5.e, 6.c, 7.b, 8.b, 9.a, 10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


255
Beden Kuramı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akay, A. (1991). Tekil Düşünce. İstanbul: Afa Yayınları.
Baudrillard, J. (1997). Tüketim Toplumu. Çev.: H. Deliceçaylı ve F. Keskin. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Baudrillard, J. (2005). Anahtar Sözcükler. Çev.: O. Adanır ve L. Yıldırım. Ankara:
Paragraf Yayınları.
Bauman, Z. (2001). Parçalanmış Hayat: Postmodern Ahlak Denemeleri. Çev.: İ.
Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (2005). Bireyselleşmiş Toplum. Çev.: Y. Alogan. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Bayhan, V. (2013). “Beden Sosyolojisi ve Toplumsal Cinsiyet”. Doğu Batı. Sayı: 63.
Bourdieu, P. (1995). Pratik Nedenler: Eylem Kuramı Üzerine. Çev.: H. Tufan.
İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Bourdieu, P. (2006). Sanatın Kuralları: Yazınsal Alanın Oluşumu ve Yapısı. Çev.: N.
K. Sevil. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Bourdieu, P. (2013). Seçilmiş Metinler. Çev.: L. Ünsaldı. Ankara: Heretik Yayıncılık.
Bourdieu, P., Wacquant, L. J. D. (2003). Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar.
Çev.: N. Ökten. İstanbul: İletişim Yayınları.
Calhoun, C. (2007). “Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları”. Ocak ve Zanaat: Pierre
Bourdieu Derlemesi (ss. 77-129). Çev.: G. Çeğin. G. Çeğin ve Diğerleri (Der.).
İstanbul: İletişim Yayınları.
Cottingham, J. (2002). Descartes Sözlüğü. Çev.: B. Gözkân ve Diğerleri. Ankara:
Doruk Yayımcılık.
Cregan, K. (2006). The Sociology of the Body Mapping the Abstraction of
Embodiment. London: Sage Publications Inc.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W . (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Deleuze, G., Parnet, C. (1990). Diyaloglar. Çev.: A. Akay. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Demez, G. (2009). “Sınıfsal ve Bireysel Kimlik Oluşumunda Beden Sorunu:
Habitus”. Toplumbilim. Sayı: 24.
Descartes, R. (1972). Ruhun İhtirasları. Çev.: M. Karasan. Ankara: Millî Eğitim
Basımevi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


256
Beden Kuramı

Descartes, R. (1991). Selected Philosophical Writings. Çev.: J. Cottingham ve


Diğerleri. New York: Cambridge University Press.
Descartes, R. (1992). Ahlâk Üzerine Mektuplar. Çev.: M. Karasan. İstanbul: Millî
Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Descartes, R. (1994). Metot Üzerine Konuşma. Çev.: K. S. Sel. İstanbul: Sosyal
Yayınlar.
Descartes, R. (1995). Felsefenin İlkeleri. Çev.: M. Akın. İstanbul: Say Yayınları.
Descartes, R. (1998). Anlığın Yönetimi İçin Kurallar. İlk Felsefe Üzerine
Meditasyonlar. Çev.: A. Yardımlı. İstanbul: İdea Yayınevi.
Descartes, R. (2007). İlk Felsefe Hakkında Meditasyonlar, Pierre Gassendi’nin
Meditasyonlar’a İtirazı ve Descartes’ın Bu İtirazlara Yanıtı. Çev.: İ. Berkan.
Ankara: BilgeSu Yayıncılık.
Descartes, R. (2013). Metafizik Üzerine Düşünceler. Çev.: Ç. Dürüşken. İstanbul:
Kabalcı Yayıncılık.
Elias, N. (2000). Uygarlık Süreci, Cilt 1: Batılı Dünyevi Üst Tabakaların
Davranışlarındaki Değişmeler. Çev.: E. Ateşman. İstanbul: İletişim Yayınları.
Elias, N. (2002). Uygarlık Süreci, Cilt 2: Toplumun Değişimleri/Bir Uygarlaşma
Teorisi İçin Taslak. Çev.: E. Özbek. İstanbul: İletişim Yayınları.
Foucault, M. (1993). Cinselliğin Tarihi 1. Çev.: H. Tufan. İstanbul: Afa Yayınları.
Foucault, M. (2000). Seçme Yazılar 2: Özne ve İktidar. Çev.: I. Ergüden ve O.
Akınhay. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Foucault, M. (2002). Toplumu Savunmak Gerekir. Çev.: Ş. Aktaş. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Foucault, M. (2003). Seçme Yazılar 4: İktidarın Gözü. Çev.: I. Ergüden. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Freud, S. (1999). Uygarlığın Huzursuzluğu. Çev.: H. Barışcan. İstanbul: Metis
Yayınları.
Giddens, A. (2000). Sosyoloji. Çev.: H. Özel ve Diğerleri. Ankara: Ayraç Yayınevi.
Goff, J. Le. (1999). Ortaçağ Batı Uygarlığı. Çev.: H. Güven ve U. Güven. İzmir: Dokuz
Eylül Yayınları.
https://dev-irps.acu.edu.au adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://tr.pinterest.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Illich, I. (1995). Sağlığın Gaspı. Çev.: S. Sertabiboğlu. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


257
Beden Kuramı

Illich, I. (2000). Tüketim Köleliği. Çev.: M. Karaşahan. İstanbul: Pınar Yayınları.


Işık, E. (1998). Beden ve Toplum Kuramı: Öznenin Sosyolojisinden Beden
Sosyolojisine. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Işık, İ. E. (1996). “Toplumsal Teoride Beden: Beden Tekniklerinden Şizo-Analize”.
Toplumbilim. Sayı: 5.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-
Level Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.
Kara, Z. (2011). “Beden Sosyolojisinden Ölüm Sosyolojisine: İnterdisipliner Bir
Yaklaşım”. Beden Sosyolojisi. K. Canatan (Ed.). İstanbul: Açılımkitap.
Kızılçelik, S. (2003). “Küreselleşme, Beden ve Şizofreni”. Cumhuriyet Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dergisi. Cilt: 25. Sayı: 4.
Kızılçelik, S. (2011). Sosyoloji Tarihi 2: Bacon, Descartes ve Hobbes’un Sosyal
Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Giriş. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Küre Yayınları.
Lechte, J. (2006). Elli Anahtar Çağdaş Düşünür: Yapısalcılıktan Postmoderniteye.
Çev.: B. Yıldırım. İstanbul: Açılımkitap.
Morgan, D. H. J., Scott, S. (2006). “Bodies in a Social Landscape”.
Body/Embodiment: Symbolic Interaction and the Sociology of the Body. D.
Waskul ve P. Vannini (Ed.). Hampshire: Ashgate Publishing Limited.
Nazlı, A. (2009). “Sosyolojik Bakışın Eğişindeki Beden”. Toplumbilim. Sayı: 24.
Okumuş, E. (2011). “Bedene Müdahalenin Sosyolojisi”. Beden Sosyolojisi. K.
Canatan (Ed.). İstanbul: Açılımkitap.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Shilling, C. (1993). The Body and Social Theory. London: Sage Publications, Inc.
Stauth, G., Turner, B. S. (2005). Nietzsche’nin Dansı: Toplumsal Hayatta Hınç,
Karşılıklılık ve Direniş. Çev.: M. Küçük. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Swartz, D. (2011). Kültür ve İktidar: Pierre Bourdieu’nün Sosyolojisi. Çev.: E. Gen.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Turner, B. S. (1997). Oryantalizm, Kapitalizm ve İslâm. Çev.: A. Demirhan. İstanbul:
İnsan Yayınları.
Turner, B. S. (2002a). Regulating Bodies: Essays in Medical Sociology. London:
Routledge, Taylor & Francis e-Library.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


258
Beden Kuramı

Turner, B. S. (2002b). Oryantalizm, Postmodernizm ve Globalizm. Çev.: İ.


Kapaklıkaya. İstanbul: Anka Yayınları.
Turner, B. S. (2006). “Body”. The Cambridge Dictionary of Sociology. B. S. Turner
(Ed.). New York: Cambridge University Press.
Turner, B. S. (2011). Tıbbî Güç ve Toplumsal Bilgi. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul:
Sentez Yayıncılık.
Wacquant, L. (2007). “Pierre Bourdieu: Hayatı, Eserleri ve Entelektüel Gelişimi”
Ocak ve Zanaat: Pierre Bourdieu Derlemesi. Çev.: Ü. Tatlıcan. G. Çeğin ve
Diğerleri (Der.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Wallace, R. A. ve Wolf, A. (2004). Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin
Geliştirilmesi. Çev.: L. Elburuz ve M. R. Ayas. İzmir: Punto Yayıncılık Ltd. Şti.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


259
POST-YAPISALCILIK

• Post-Yapısalcılığın Kökleri
İÇİNDEKİLER

• Post-Yapısalcılığın Ana
İsimleri
• Post-Yapısalcılığın Anahtar ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
Terimleri
• Post-Yapısalcılığın Temel
KURAMLARI
Tezleri Prof. Dr. Sezgin
• Post-Yapısalcılığın Eleştirisi
KIZILÇELİK

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Son yıllarda sosyolojik
HEDEFLER

tartışmalarda öne çıkan ve ilgi


gören post-yapısalcılık hakkında
bir fikir edinilebilecek,
•Post-yapısalcılığın sosyolojideki
yeri ve önemi konusunda bilgi
sahibi olabilecek,
•Yapısalcılığı ve postmodern
kuramı daha iyi anlayabileceksiniz.

ÜNİTE

12
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Post-Yapısalcılık

Hakikatın imkânsızlığı
Friedrich Nietzsche
Hakikatın belirsizliği

Bilinç-bilinçdışı ayrımı
Sigmund Freud
Bilinçdışını açığa çıkarma

Karşı-aydınlanma
geleneği

Soybilim

Söylem
POST-YAPISALCILIK

Michel Foucault
İktidar

İktidar ilişkileri

Bilgi-iktidar bağlantısı

Yazı

Yazıbilimi

Jacques Derrida Metinselcilik

Yapıbozum

Metnin yapıbozumu

Dil

Bilinçdışı
Jacques Lacan
Dil sürçmeleri

Yapıbozum

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


261
Post-Yapısalcılık

GİRİŞ
İnsanlar, hep olumlu ve yapıcı olmak için uğraşırlar. Bozucu ve yıkıcı olmayı
pek hoş karşılamazlar. İnsanlar, var olanın ve mevcut durumun bozulmasını
istemezler. Hâlihazırda olanı bozma ve sökme işine sıcak bakmazlar. Örneğin, bir
evde çocuklardan biri televizyonun içini açıp onun bütün mekanizmasını sökmeye
çalışırsa ve onun yapısını kurcalarsa, çocuğun bu eylemi aile üyeleri tarafından
tepkiyle karşılanır. Bu sökme işi, televizyonu yok etme değil, onun yapısını anlama
ve onu yeniden oluşturma çabasıdır. Aslında her sökme ya da bozma işlemi,
yeniden yapmadır. Bir şeyin yapısını bozma, o şeyin yapısını ortadan kaldırma
değil, tam aksine onu daha iyi bir biçimde yeniden yapmadır. Bu durum, ilk etapta
bize tuhaf gelebilir. Oysa elindeki çekiçle var olan felsefeleri kırmaya çalışan,
dogmatik olanı parçalamaya uğraşan, bize gerçek gibi sunulan şeyleri un ufak eden
Friedrich Nietzsche, felsefenin ve sosyolojinin önünü açmamış mıydı?
Nesnelerin, düşüncelerin, ideolojilerin, sistemlerin ve toplumların yapısını
kurcalama, esasında onlara yüzeysel bakmaktan kurtulma çabasıdır. Yapıbozum
(yapıbozma ya da yapısöküm) ile her şeyin derinlerde gömülü olduğu idrak edilir. Var
olan her şeyin yapısını sorgulamak ve kurcalamak, gerçeği aydınlatma yönünde atılmış
bir adım olabilir. Örneğin, bir toplumun yapısı ve kurumları biraz kurcalandığında
onların birey üzerindeki iktidarını açığa çıkarmak mümkün hâle gelebilir. Yapıları
kırmak, bir işe yarayabilir. Sözgelimi, bireyi özgürleştirebilir. Başka bir deyişle,
yapıyı bozmak ya da sökmek, insanı yapıların tahakkümünden kurtarmaya hizmet
edebilir. Yapıyı bozma, sökme ve yıkma, aslında onu daha iyi hâle getirme
mücadelesidir. Yapıya derin bir kuşkuyla yaklaşmak ve onun insanları nasıl
baskıladığını açığa çıkarmak, sosyoloji disiplinin görevlerinden biridir. İşte, bu
bağlamda, post-yapısalcılık, sosyolojide insanı kuşatan yapıları sökmek ve onun
üzerine düşünmek için ortaya çıkan ana kuram olma özelliğine sahiptir.
Post-yapısalcılık,
yapısalcılık ve Post-yapısalcılık, son yıllarda sosyolojik kuram alanında ön plana çıkmıştır.
postmodern kuram ile Post-yapısalcılık, sosyolojide yapısalcılıkla ve postmodern kuramla bağlantılı bir
bazı açılardan benzerlikler biçimde gündeme gelmiştir.
gösteren bir kuramdır.
Post-yapısalcılık, yapısalcılık ile bazı benzerliklere sahiptir. Yapısalcılar ve
post-yapısalcılar, insan öznesinin ve tarihselciliğin eleştirisini yapmışlar, anlam
eleştirisi üzerine odaklanmışlar, felsefenin eleştirisini esas almışlardır. Bu
benzerliklerin yanı sıra post-yapısalcılık, yapısalcılıktan oldukça farklı bir kuramdır.
Örneğin, yapısalcılık, yapısal dilbilimi kullanırken, post-yapısalcılık, yapısal dilbilimi
kullanmamaktadır (Sarup, 1995). Post-yapısalcılık, yapısalcılığın eleştirisi üzerine
inşa edilmiştir. Post-yapısalcılık, yapısalcılığın merkeze aldığı ve çok önemsediği
“yapı”yı, yapıbozum vasıtasıyla bozmaya, yapıyı kırmaya dayalıdır. Best ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


262
Post-Yapısalcılık
Kellner’a göre, nasıl ki yapısalcılar, fenomenolojiye, hümanizme ve varoluşçuluğa
saldırmışlar ise, post-yapısalcılar da yapısalcı görüşün öncüllerine, varsayımlarına
ve tezlerine öyle saldırmıştır (Best ve Kellner, 1998).
Post-yapısalcılık, aynı zamanda, postmodern kuramla da benzerlikler
göstermektedir. Post-yapısalcılık ile postmodern kuram, birbirlerine yakındırlar.
Kumar’ın deyişiyle, çoğulculuğun ve parçalanmanın altının özenle çizilmesi,
herhangi bir totalleştirici veya merkezleştirici gücün yokluğuna dikkatlerin
çekilmesi hususunda post-yapısalcılık ile postmodern kuramlar arasında herhangi
bir anlaşmazlık yoktur (Kumar, 1999).
Kısaca, post-yapısalcılık, birey, dünya, anlam inşa etme ve yeniden
oluşturma arasındaki bağlantıları inceleyen teoriye verilen addır (Belsey, 2013).
Post-yapısalcılık, özne problemi ve öznel deneyim sorunları, bilgi ile iktidar ilişkisi
ve tarihin bir özne olarak kavranmaması üstünde durmuştur. Post-yapısalcılık,
bütünlük ve birlik anlayışlarına karşı çıkmış, özneyi merkeze koymuş ve öznenin
etkin olmasını önemsemiştir (Kızılçelik, 2008).
Bu bölümde, post-yapısalcılığın kökleri, ana isimleri, anahtar terimleri,
temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

POST-YAPISALCILIĞIN KÖKLERİ
Post-yapısalcılığın kökleri, Friedrich Nietzsche’nin felsefesine uzanır. En
önde gelen post-yapısalcılardan Jacques Derrida ve Michel Foucault, Nietzsche’nin
20. yüzyılın en etkileyici görüşlerinden beslenmişlerdir. Callinicos’un belirttiği, Derrida, birçok kitabında
kuramlarından olan Nietzsche’nin tesirini kabul etmiştir. Foucault, kendisinin Nietzsche’ci olduğunu
post-yapısalcılığın söylemiştir (Callinicos, 2001). Hatta Foucault, Nietzsche’nin kendisi için bir vahiy
kökeninde Friedrich olduğunu ve Nietzsche’yi tutkuyla okuduğunu ifade etmiştir (Foucault, 2000a).
Nietzsche ile Sigmund
Foucault, inşa eden ve ilk taşı koyan filozoflara değil, kazan ve taşı yontan düşünür
Freud’un fikirleri
bulunur. olarak gördüğü Nietzsche’ye yakın olduğunu söylemiştir (Foucault, 2006).
Nietzsche’nin yanı sıra Sigmund Freud da post-yapısalcılığın gelişiminde etkili
olmuştur. Post-yapısalcılar, söz konusu düşünürlerin ayak izlerini takip etmişlerdir.
Nietzsche ve Freud, bilinçdışına verdikleri önem, aklın hileleri karşısındaki
güvensizlikleri, ahlaklılığa yönelik şüpheleri ve zihinsel hayatın kimyageri olma
istençleriyle birbirlerine benzemektedirler (Jaccard, 2007). Nietzsche ve Freud,
post-yapısalcıların el üstünde tuttukları “yapıbozum metodu”nun çerçevesini
belirginleştirmişlerdir. Nietzsche, “bilgi”yi, Freud ise “ruhu” bozuma uğratmaya,
sökmeye çalışmıştır (Sarup, 1995).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


263
Post-Yapısalcılık

Friedrich Nietzsche
Nietzsche’nin post-yapısalcılık açısından önemi, onun modern uygarlığın
özüne, yani 19. yüzyıl Batı Avrupası’nın tutumuna yönelik saldırısıyla ilgilidir.
Nietzsche, görevinin yıkıcı olduğunu bildirmiş, aklı tahtından indirmek istemiş, bunun
için de felsefesini “çekiç felsefesi” olarak nitelemiştir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
Nietzsche, evrenden, birlikten, kayıtsız şartsız olan her şeyden, her türlü güçten
kurtulmanın önemli olduğunu öne sürmüştür. Ona göre, evreni parçalamamız, evrene
saygıyı unutmamız, bütüne verdiğimizi geri almamız gerekir (Nietzsche, 2002). Bu
çerçevede, Nietzsche, Batı felsefesinin temel kategorilerine, bilhassa nedensellik,
hakikat, değer ve sistem anlayışlarına saldırmıştır. Nietzsche, var olan felsefi sistemleri
aşağılamış, aklın tafralarına saldırmış, yeni felsefe yapma çabasında olmuştur (Best ve
Kellner, 1998). Nietzsche, hakikatin ve bilginin değerine ilişkin iğneleyici bir
sorgulama yapmıştır (Nehamas, 1999). Nietzsche, hakikatin imkânsız ve belirsiz
olduğunu, aslında olmadığını iddia etmiştir (Nietzsche, 1997). Nietzsche’ye göre,
Nietzsche, Batı birlik ve hakikat yoktur. Hiçbir şeyin değeri yoktur. Olgular yoktur. “Daha iyi” ve
düşüncesinde önemsenen “daha kötü” yoktur (Jackson, 2012). Nietzsche’nin insanlara, değerlerinizi derhal
hakikate, olgulara, değiştirin ya da yok olun (Ludovici, 2011) diye seslenmesi, boşuna değildir.
nedenselliğe ve bilginin
Nietzsche, Batı’nın kısırlığından, sıkıcılığından, tek düzeliğinden,
değerine meydan
okuyarak, post- monotonluğundan ve barbarlığından söz etmiştir (Kızılçelik, 2005). Nietzsche,
yapısalcılığın önünü modern uygarlığın yeni bir barbarlığa doğru gittiğini belirtmiştir (Nietzsche,
açmıştır. 2003a). Nietzsche, Batı uygarlığı tarafından yok edilmek tehlikesiyle karşı karşıya
olan bir uygarlık çağını yaşadığımızı bildirmiştir (Nietzsche, 2006). Nietzsche’ye
göre, iddia edilenlerin tersine, modernlikle insanlık ilerlememiş, geriye doğru
gitmiştir. Batı, aydınlanma öncesi dönemden daha geridedir. İnsanlık, daha iyiye,
güçlüye ve yükseğe doğru bir gelişme göstermemiştir. İlerleme, sadece modern bir
düşüncedir, yani yanlış bir düşüncedir. 19. yüzyılın Avrupalısı, değerlilik açısından
Rönesans Avrupalısının çok gerisindedir (Nietzsche, 1995). Kısaca, Nietzsche’ye
göre, dünya her zamankinden daha fazla çirkindir (Nietzsche, 2003a). Dünya, hiçbir
zaman böylesine sevgi ve iyilik fakiri olmamıştır (Nietzsche, 2003b). Nietzsche,
eleştirel bakışının keskinliği sayesinde, günümüzde acımasız yıkımlarına maruz
kaldığımız modernliğin fanatizm ve totalitarizm gibi ciddi zararlarını öngörebilmiştir
(Granier, 2005). Nietzsche, bu aykırı duruşuyla, post-yapısalcılığa giden kanalları
açmıştır.

Sigmund Freud
Freud, genellikle insan ilişkilerine yönelik psikolojik fikirleriyle tanınsa da,
onun toplum ve sosyal ilişkiler bağlamında bireysel davranışa, bilhassa da sosyal
kurumların birey üzerindeki etkisine dair analizi, sosyolojik teoriye bir katkı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


264
Post-Yapısalcılık
niteliğindedir (Berberoglu, 2009). Freud, insan eyleminde ve kültüründe akılcı-
olmayan öğelerin oynadığı önemli rolün altını çizmiştir. Çağdaşları Max Weber ve
Vilfredo Pareto gibi Freud da, insanlığın kusursuzluğu düşüncelerine, 19. yüzyılın
ilerleme teorilerine, kitle ya da halk demokrasisi iddialarına derin bir kuşkuyla
yaklaşmıştır (Swingewood, 1998). Freud, uygarlığın, insan hayatının ilkel hayvani
kökleri üzerinde yükseldiğini ama arzuların bastırılmasını şart koştuğu için
insanoğlunu baskıladığını iddia etmiştir (Snowden, 2011). Freud, bu tezini ve diğer
fikirlerini, psikanaliz (ruhçözümleme) alanındaki çalışmalarıyla geliştirmiştir.
Psikanaliz, Freud tarafından geliştirilmiştir. Psikanaliz, onun eseridir. Freud,
psikanalizle yıllarca ilgilenmiştir. Freud, psikanalizin ne olduğunu, diğer akıl
yaşamını araştırma yollarından nasıl ayrıldığını, tam olarak neyin psikanaliz olarak
adlandırılması gerektiğini netleştiren kişidir (Freud, 2000a). Ona göre, psikanaliz,
sinir hastalıklarının belli türlerini psikolojik bir teknikle iyileştirmeye çalışan tıbbi bir
işlemdir. Başka bir deyişle, psikanaliz, nevrotik hastaların, yani sinir bozukluğu çeken
kimselerin tıbbi tedavisi için kullanılan bir metottur (Freud, 2000a; 2000b; 1993;
1994). Psikanaliz, kendine konu olarak birey aklını alır. Ancak bireyi incelerken bireyin
toplumla ilişkisinin duygusal temellerine iner (Freud, 2000a).
Bu çerçevede, Freud, ilk önce ruhsal hayatın iki bölümden (bilinç ve
Freud, insanın hayatını bilinçdışı) oluştuğunu ileri sürmüştür. Bir buzdağının görünebilen kısmına
ve davranışlarını onun benzeyen bilinç bölümü, küçük ve önemsizdir. Ruhsal hayatın bilinç bölümü, tüm
zihninin derinliklerine, kişiliğin görünen ama yüzeysel yönünü gösteren kısmıdır. Oysa bilinçdışı bölümü,
yani bilinçdışına inerek
geniş ve güçlüdür. Ayrıca tüm insan davranışlarının arkasındaki dürtüsel güç olan
anlamaya çalışmıştır. Bu
çabasıyla post- içgüdüleri kapsamaktadır (Schultz ve Schultz, 2007). Freud, bilinçdışının yapısıyla
yapısalcıların ilham ilgilenmiştir. Bunun için de rüyaların analizini esas almıştır. Ona göre, rüyaların
kaynağı olmuştur. analizi, insan zihninin derinlerdeki yapısının kanıtlanmasını sağlar. Rüya yorumu,
bizi, zihnin bilinçdışı etkinliklerinin bilgisine götürecek olan aslanlı yoldur
(Swingewood, 1998). Freud, insanların duygusal hayatını ve sonuç olarak her şeyle
ilişkisini yönetenin bilinç değil, bilinçdışı olduğunu keşfetmiştir (Snowden, 2011).
Bilinçdışı, bilinçsiz olarak bastırılmış olanla sınırlıdır (Freud, 2001).
Freud, daha sonra bilinç-bilinçdışı ayrımını gözden geçirmiş ve zihinsel
aygıtın yapıları olarak “id”, “ego” ve “süperego”yu ilk kez ortaya koymuştur
(Schultz ve Schultz, 2007). Başka bir deyişle, Freud, zihni “id”, “ego” (ben) ve
Post-yapısalcılığın önde “süperego” (üstben) olarak ayrıştırmıştır (Freud, 2001). İd, zihnin doğuştan
gelen temsilcileri, getirdiği ilkel ve bilinçdışı kısmıdır. İd, doğası gereği dağınıktır ve mantıksızdır. Ego,
Michel Foucault,
zihnin dış gerçekliğe tepki veren ve bireyin “kendi” olarak düşündüğü kısmıdır.
Jacques Derrida ve
Jacques Lacan’dır. Ego, akılcıdır, bize neyin gerçek olduğunu söyler. Süperego, bize neyin doğru neyin
yanlış olduğunu söyleyen ve davranışlarımızı buna göre yargılayan yanımızdır, yani
vicdan dediğimiz şeydir. Süperego, genellikle bireyin değil, toplumun

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


265
Post-Yapısalcılık
benimseyebileceği biçimde davranmamızı sağlar (Snowden, 2011). Kısaca,
psikanalizin amacı, ruhsal hayatın bilinçdışını açığa çıkarmaktır (Freud, 1993). Freud,
bu çabasıyla, post-yapısalcılığın önünü açmıştır.

POST-YAPISALCILIĞIN ANA İSİMLERİ


Post-yapısalcılığın ortaya çıkmasında ve gelişmesinde çok sayıda düşünürün
katkısı olmuştur. Bununla birlikte post-yapısalcılık, önemli ölçüde Michel Foucault
(1926-1984), Jacques Derrida (1930-2004) ve Jacques Lacan (1901-1981)’ın
görüşlerine dayanır.

Michel Foucault
Foucault, 1926’da Fransa’nın Poitiers şehrinde doğmuş, 1984’te ise
ölmüştür. 1936’da IV. Henri Lisesi’ne girmiş, burada başarılı olmuştur. Fransa’nın
en seçkin okulu olarak kabul edilen Ecole Normale Superieure’a girmek için büyük
bir mücadele vermiş, sonunda istediğine erişmiştir. Bu okuldan 1948’de felsefe,
sonraki yılda psikoloji dalında lisans derecesi almıştır. Burada Louis Althusser ile
çalışmıştır. Akademik kariyerine bir felsefeci olarak başlamıştır. Foucault,
felsefenin soyutluğuna ve çocuksu hakikat iddialarına tahammül edemez hâle
gelince arayışlara girişmiş, alternatif çalışma biçimleri olarak psikoloji ve
psikopatolojiye yönelmiştir. 1950’li yıllarda Fransız akıl hastanelerindeki psikiyatri
pratiklerini gözlemlemiştir. Bu çalışmaları sonucunda bilgi ile iktidar arasındaki
ilişkiyi keşfetmiştir. Ayrıca 1950’li yıllar boyunca İsveç, Polonya ve Almanya’da
çeşitli okulların Fransızca bölümlerinde hocalık yapmıştır. 1960’da Fransa’ya
dönmüş, Vincennes Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nün başkanlığını yapmıştır.
1966’da Tunus Üniversitesi’nde felsefe profesörü olarak çalışmış, Nietzsche ve
Descartes üzerine dersler vermiştir. 1970’te College de France’nin adını kendisinin
koyduğu “Düşünce Sistemleri Tarihi” kürsüsünün başına geçmiş, ölünceye değin
bu kürsüde görev yapmıştır. Foucault, 1970’lerin sonlarında İran devrimi ile
ilgilenmeye başlamış, birkaç kez İran’a gitmiştir (Best ve Kellner, 1998; Macey,
2005; Eribon, 2012). Foucault’nun eserleri arasında Hapishanenin Doğuşu; Akıl ve
Akıl Bozukluğu: Klasik Çağda Deliliğin Tarihi; Kelimeler ve Şeyler; Cinselliğin Tarihi;
Bilginin Arkeolojisi; Kliniğin Doğuşu; Toplumu Savunmak Gerekir ön plana
çıkmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


266
Post-Yapısalcılık

Resim 12.1. Michel Foucault’nun bir kitabı: Toplumu Savunmak Gerekir

Foucault, post-yapısalcı diye adlandırılan yazarların ne tür bir sorunu


olduğunu anlamadığını demişse de post-yapısalcılığın en etkili figürü olarak kabul
edilmiştir (Foucault, 1999a). Foucault’nun post-yapısalcı analizlerinde “söylem”
önemli bir yer tutmaktadır. Onun temel analiz birimi, söylemdir (Foucault, 1987).
Söylemler, konuşma/yazma şekilleridir. Söylemler, belirli kurallara göre işlerler. Bu
kurallar, tarihi ve sosyal düzenlemeler ve şartlarla eklemlenir (Cuff, Sharrock ve
Francis, 2013). Söylem, dil ile doğrudan bağlantılıdır. Foucault’ya göre, dil,
kesinlikle masum değildir. Çünkü dil, tarafsız bir ifade aracı değildir. Söylem,
iktidar ilişkilerinin ifadesi olup bu ilişkilerle bağlantılı konumları ve pratikleri
yansıtır. Bir söylem, belirli bir şeyi, örneğin bir ürünü (araba veya deterjanı) ya da
bir uzmanlık alanı (spor veya tıp) hakkında düşünülebilecek, yazılabilecek ve
söylenebilecek her şeyi anlatır (Layder, 2006). Söylem, yasalara sahiptir. İktisadi
yasalar gibi onun da yasaları vardır. Söylem, teknikler ve sosyal ilişki sistemleri gibi
var olur (Foucault, 2013). Foucault, söylem analizinde gördüğümüz şeyler ile
söylediğimiz şeyler arasında bir ilişkinin olmadığını, yani gördüğümüz şeylerin
hiçbir zaman söylenen şeylerin içine sığmadığını vurgulamış (Foucault, 1994), bu
hususta (1993a), Bu Bir Pipo Değildir kitabını yazmıştır.
Foucault, yapıların ve söylemlerin analizinde, incelenen şeyin köklerine ve onun
derinliğine inmeyi esas alan Nietzsche’nin soybilim anlayışını benimsemiştir
(Foucault, 1999b). Soybilim, kılı kırk yarar ve her şeyi sabırla belgeler (Foucault,
2004a). Foucault’ya göre, bir yapı ya da söylemi çözümleyen araştırmacının aşağı
inmesi, yani Nietzsche’nin dediği gibi, “iyi bir çukur araştırıcısı” olması gerekir
Foucault, iktidarın
insanın davranışlarına (Foucault, 2004a). Foucault, kendisini “yalnızca Nietzsche yanlısı” olarak takdim
ve zihnine nüfuz etmiş (Gutting, 2010) ve Nietzsche’nin soybilim/soykütüğü metodunu önemsemiştir.
ettiğini, ipliklerinin her Soykütük yöntemi, düşüncenin derinlerde gömülü olan tarihini ortaya çıkarmakla
yere uzandığını ilgilidir. Foucault ise, daha çok bilgi ve iktidar arasındaki bağlantıyı açığa çıkarmakla
bildirmiş, bilgi-iktidar meşgul olmuştur (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
arasındaki ilişkiyi
deşifre etmiştir. Foucault, modern iktidar ve bilgi biçimleri arasındaki bir ortak yüzeyin yeni
tahakküm biçimlerinin ortaya çıkmasına hizmet ettiğini savunarak akıl, özgürleşme ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


267
Post-Yapısalcılık
ilerlemenin eşitlenmesini reddeden bir karşı-aydınlanma geleneğine yaslanmıştır (Best
ve Kellner, 1998). Foucault, bilginin iktidar, yani denetimin bir aygıtı olduğunu öne
sürmüştür. Bilginin ana işlevinin insanları kontrol etmek ve gözetlemek olduğunu
iddia etmiştir. Foucault, iktidarın bilgi ürettiğini, iktidarın ve bilginin birbirlerini
içerdiğini, iktidar ilişkilerini oluşturmayan bir bilgi sahasının olmadığını ileri
sürmüştür (Foucault, 1992).
Foucault’nun üzerinde durduğu ayrıcalıklı konu, iktidardır. Foucault, “iktidar
teorisi” ile ünlü bir sosyal teorisyendir (Kızılçelik, 2018). Foucault, çağdaş
toplumlarda hep “iktidar” sorunuyla karşılaştığını belirtmiştir (Foucault, 2004b).
Çünkü Foucault, iktidarın bir ağ özelliği taşıdığını ve ipliklerinin her yere uzandığını
vurgulamıştır (Sarup, 1995). Foucault’nun “iktidar” dediği şey, “devlet iktidarı”
veya “siyasi iktidar” değildir. Foucault, iktidardan bir kurumu ya da bir yapıyı da
kastetmemiştir. Foucault, iktidarın toplumdaki karmaşık bir stratejik durum
olduğunu söylemiştir (Foucault, 1993b). Başka bir deyişle, Foucault, iktidar dediği
şeyin bir kurum, bir yapı ve muktedirin iktidarı olmadığını ısrarla dile getirmiştir.
İktidar, sayısız noktadan oluşan, değişik ilişkilerde oynanan bir oyundur (Richter,
2012).
Foucault, iktidar teriminden “iktidar ilişkileri”ni kastetmiştir. Foucault,
iktidarı terimini, iktidar ilişkilerini kısaltmak amacıyla kullandığını bildirmiştir.
Foucault, iktidar ilişkilerinden bir kişinin başka insanların davranışlarını
biçimlendirmeye ve yönlendirmeye çalıştığı ilişkiyi kastetmiştir (Foucault, 2000a).
Foucault’ya göre, iktidar, insanların hayatlarını işleten, onlara her türlü şeyi
yaptıran ilişki ağlarıdır. İktidar, sürekli soru soran, bireyleri sorguya çeken,
durmadan soruşturan, kaydeden, gerçeklik arayışını kurumsallaştıran ve bunu
meslekleştiren ve ödüllendiren bir mekanizmadır. İktidar kurallarına bağlı olarak
bireyler yargılanır, mahkûm edilir, sınıflandırılır, görevlere zorlanır ve belirli bir
hayat tarzına göre yaşarlar (Foucault, 2002).

Resim 12.2. Michel Foucault

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


268
Post-Yapısalcılık
Kısaca, post-yapısalcılığın önde gelen temsilcisi olan Foucault, ilk önce yapılara
ilgi göstermiş fakat sonradan iktidar üzerinde ve bilgi ve iktidar arasındaki bağlantı
üzerinde odaklanmak için yapıların ötesine geçmiştir (Ritzer, 2013). Foucault’ya göre,
bütün ilişki biçimleri, iktidar ilişkisinden doğar. Mesela, ebeveynler ve
öğretmenler, çocukları sosyalleştirirlerken onların kenidlerine itaat etmelerini
sağlarlar (Belsey, 2013). Foucault, özneye önem vermiş ve tıpkı Freud gibi bir özne
teorisyeni olmuştur (Game, 1998). Foucault, Nietzsche’yi önemseyen bir düşünürdür.
Post-yapısalcılığın en Nietzsche gibi Foucault’nun da arkeoloji olarak adlandırdığı soykütüksel bir gündemi
sıradışı öncüsü olan olmuş, bilgide ve söylemde arkeolojik kazı yapma eğilimi belirgin olarak karşımıza
Derrida, yapıların ve çıkmıştır. Nietzsche gibi Foucault da Aydınlanmacı düşünceye ve bakış açısına itiraz
bütüncül unsurların etmiş, evrensel iyilik gibi şeylerin dünyada olmadığını öne sürmüştür (Jackson, 2012).
bireyler üzerindeki
iktidarını açığa çıkaran Jacques Derrida
yapıbozum yöntemiyle
tanınır. Derrida, 1930’da Cezayir’de doğmuştur. 1959’da Fransa’ya gelmiştir.
Paris’te Ecole Normale Superieure’da eğitim görmüştür. Derrida, Sorbonne, Ecole
Normale Superieure ve Ecole des Hautes Etudes’de hocalık yapmıştır. Ayrıca
California Üniversitesi’nde felsefe ve karşılaştırmalı edebiyat profesörü olarak
görev yapmıştır. Ağırlıklı olarak dil, sanat, etik ve siyaset üzerine yazılar yazmıştır.
En önemli eserleri arasında Gramatoloji; Konuşma ve Fenomenler; Yazı ve Ayrım;
Kartpostal: Sokrates’ten Freud’a ve Ötesi önemli bir yer turmaktadır (Belsey, 2013;
Lechte, 2006). Derrida, 2004’te vefat etmiştir.
Derrida, Nietzsche’nin fikirlerine yoğun bir ilgi göstermiştir. Derrida’nın
Mahmuzlar: Nietzsche’nin Üslûpları (2002); Otobiyografiler: Nietzsche’nin
Öğretimi ve Özel İsim Politikası (2004) adlı eserleri, Nietzsche’ye dairdir.
Derrida’nın kuramı, bir “hiper-Nietzscheci strateji” olarak görülebilir (Haar, 1992).
Derrida, Nietzsche’nin kendisine büyük katkıda bulunduğunu itiraf etmiştir
(Derrida, 1976). Derrida’nın yapıbozum anlayışı, çağımıza uygun Nietzscheci
irrasyonalizm türü olarak ele alınmıştır (Norris, 1992).
Derrida, bir imge ve simge kırıcısıdır. O, bunu “yapı kırıcılığı” yoluyla yapar.
Ona göre, yapıbozumcu (yapısökümcü), insanın anlamsız yapıların içinde
kurtulmasını sağlar. Derrida, metni söken ya da kıran olarak tanınır (Çelebi, 2007).
Derrida, bu işin kolay olmadığını, yani metnin iplik iplik dokunduğunun
gizlenmesinin, bu gizin ağının sökülmesinin (ağın çözülmesinin) yüzyıllar
alabileceğini iddia etmiştir (Derrida, 2012). Derrida, metnin anlamını yeniden
kurmamış fakat bunun yerine onu çözmüştür (Hoy, 1991). Son tahlilde,
yapıbozum, bir metin içinde geçen sözcüklerin metnin bütünlüğü bakımından
tutarsız ve ikircikli kullanımlarından hareket ederek, metnin kurduğu/inşa ettiği

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


269
Post-Yapısalcılık
kavramsal ayrımların başarısızlığını izah etmek maksadıyla geliştirilmiş bir metin
okuma metodudur (Sarup, 1995).
Derrida, kendince tuhaf bir kurum olarak nitelediği edebiyatı keşfetmeye
çalışmıştır. Kurallarıyla tarihsel bir kurum olarak edebiyatın, ilkece her şeyi dile
getirme, kurallardan kurtulma, onları yerinden etme gücü olan, kısaca her şeyi
Derrida, Nietzsche’nin söyleme yetkisine sahip olduğunu bildirmiştir (Derrida, 2009). Derrida, edebiyat
izinden giderek,
kurumunun yapısını bozmaya girişmiştir. Bu noktada Derrida, “konuşma”nın değil
aydınlanma, akıl, hakikat,
“yazı”nın öncelikli olduğunu iddia etmiştir (Hekman, 1999). Derrida, özellikle
mutlak kesinlik ve
doğruluk gibi kavramlara Gramatoloji (1976) metninde, “yazı”ya önem vermiş ve onun “söz”den önce
savaş açmıştır. geldiğini ileri sürmüştür. Batı düşüncesinde “yazı”nın ikinci plana itildiğini
vurgulayan Derrida, yazıyı merkeze koymaya ve yazıbilimini geliştirmeye
çabalamıştır. Post-yapısalcılığın metinselciliğe vurgu yapmasında Derrida’nın
yazıbiliminin payı büyük olmuştur. Derrida (1976), metinden başka aslında hiçbir
şey yoktur ya da hiçbir şey metinden bağımsız değildir, diyerek, post-yapısalcılığın
etkin hâle gelmesine katkı yapmıştır.
Derrida, Nietzsche gibi metafiziğin bittiğini ya da sona erdirilmesi gerektiğini
savunmuştur. Derrida’nın buradaki amacı, yapısalcılığın metafizik kabullere
dayandığını göstermektir. Ona göre, yapısalcılık, metafizik geleneği devam
ettirmiş, dolayısıyla aşmak istedikleri metafizik döngünün bir parçası hâline
gelmiştir (Saygın, 2010). Derrida, yapısalcılara itiraz etmiştir. Yapısalcıların dili çok
önemsemelerini eleştirmiştir. Derrida, sistematik anlam ve dünyayı bir denetim
aracı olarak dil fikrini tamamen terk etmek gerektiğini bildirmiştir (Cuff, Sharrock
ve Francis, 2013).
Derrida, aynı zamanda akla içerden muhalefet eden bir felsefe stratejisi icat
etmiş, Aydınlanmanın mirasına karşı savaş açmıştır. Fakat akla yönelik beylik
suçlamaları (örneğin, aklı kötülükle ilişkilendirmek gibi) yinelememiştir. Onun
yürüttüğü kuramsal saldırıların odağında Batı’nın akılcılık geleneğinin markası olan
aldatıcı bir kesinlik düşüncesi bulunmaktadır (Boyne, 2009). Derrida, mutlak kesinlik
arayışının imkânsız olduğunu, çünkü mutlak bilgiye asla ulaşılamayacağını iddia
Feudçu bir düşünür etmiştir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Derrida, anlam kavramının kendisini
olarak tanınan Jacques yıkmayı hedeflemiştir (Megill, 1998). Derrida, bilginin, doğrunun ve hakikatin
Lacan, bilinçdışının dil zorunlu ve kaçınılmaz göreliliğini savunmuştur (Leledakis, 2000). Kısaca, Derrida,
gibi yapılandığını iddia bütüncül olanı sorgulamış, merkezî düşünceler değil, göz ardı edilen marjinal
etmiştir. metaforlar üstünde durmuştur. Derrida’nın yapıbozum yöntemi, temelde politik
bir etkinlik olarak, özel bir düşünce dizgesi vasıtasıyla sunulan mantığı ortadan
kaldırmak adına bütün politik dizgelerin yapılarını ve sosyal kurumların iktidarlarını
açığa çıkaran bir çabadır (Sarup, 1995).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


270
Post-Yapısalcılık

Jacques Lacan
Lacan, 1901’de Fransa’nın Paris şehrinde doğmuştur. Gençliğinde felsefeye
ilgi duymuş, özellikle Spinoza’yı okumuştur. 1919’da Paris’teki tıp fakültesine
yazılmıştır. Aşırı zayıflığı yüzünden askerlikten muaf tutulmuştur. 1920’lerin
sonlarında Paris’te bir hastanede ruh ve beyin hastalıkları kliniğinde psikiyatr
olarak çalışmaya başlamıştır. 1945’te İngiliz psikiyatri alanını incelemek için
İngiltere’ye gitmiştir. 1949’da yapısalcılığın önemli ismi Lévi-Sstrauss’la tanışmıştır.
1953’te Paris Psikanaliz Derneği başkanı olmuştur. 1955’te Almanya’ya Martin
Heidegger’in yanına gitmiştir. 1964’te Fransız Psikanaliz Okulu adıyla kendi
okulunu kurmuştur. 1966’da altı Amerikan üniversitesinde bir dizi konferans
vermiştir. 1981’de ölmüştür (Başer, 2010). Lacan’ın önemli eserleri arasında Baba-
nın-Adları; Benim Öğrettiklerim; Arzu ve Yorumu; Televizyon; Psikanalizin Etiği;
Psikanalizin Dört Temel Kavramı önemli bir yer tutmaktadır.
Freud’un etkisinde kalan, “Fransız Freud” olarak tanımlanmış olan Lacan
(Waters, 2008), post-yapısalcılık içinde daha çok dille ilgilenmiştir. O, dil
konusunda az şeyin bilindiğinin altını özenle çizmiştir (Lacan, 2013a). Sözgelimi,
Lacan, yaygın söylemin aksine aklınıza dili insanın icat ettiğini getirmeyin (Lacan,
Post-yapısalcılık, bütünlük 2012) demiş, dilin aslında hiçbir zaman iletişim işlevi olmadığını iddia etmiştir
ve birlik anlayışlarına
(Lacan, 2012). Lacan’a göre, insanlar dili benimseyerek toplumsal olur. Bizi özne
karşı çıkmış, özneyi
merkeze koymuş, bireyi kılan, esasında dilin kendisidir. Dil, bir kimsenin ayrı bir varlık olarak kendisinin
bütüncül söylemlerin ve ayırdına varmasının ön koşuludur. Dil, aynı zamanda, içerisinde toplum tarafından
yapıların iktidarından verili olanın, yani kültürün, kanunların ve yasakların taşındığı bir araçtır. Lacan, dil
korumaya çalışmıştır. olmadan insan öznesinin olamayacağını bildirmiştir. Ona göre, dilden bağımsız
hiçbir özne yoktur. O, günlük dilin içine gömüldüğümüzü ve bu durumdan asla
kurtulamayacağımızı bildirmiştir. Ona göre, her birey kendisini dil ile ifade etmekte
ve başkalarını kabul etmesi dil yoluyla sağlanmaktadır (Sarup, 1995). Lacan’a göre,
dil yalnızca düşünce ve bilgilerin taşıyıcısı değildir, o aynı zamanda bir iletişim
ortamı da değildir. Tersine Lacan, iletişimin eksik olmasına neden olan şeyin de
önemli olduğunu ileri sürmüştür. Yanlış anlamalar, karıştırmalar, dil sürçmeleri,
dalgınlıklar ve unutmalar, dil aracılığıyla ortaya çıkar. Bilinçdışının etkileri bu
özellikler yoluyla algılanabilir (Lechte, 2006). Bu bağlamda, Lacan (2013b), şu
meşhur tezini ileri sürmüştür: “Bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır.” Lacan’a göre,
bilinçdışı, aslında bir dil gibi yapılanmış bir bilgidir, hatta daha basitçe “yapılanmış
bir bilgidir” (Nasio, 2007). Lacan, dil gibi yapılanmış bilinçdışının tehlikeli şartlarda
varlık sürdürdüğünü söylemiştir (Bowie, 2007). Kısaca, bilinçdışının bir dil gibi
yapılanmış olduğu fikri, Lacan’ın merkezî tezidir (Homer, 2013). Lacan (2013b), dil
gibi yapılandığını iddia ettiği bilinçdışını zamansal bir nabız atışı olarak incelemiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


271
Post-Yapısalcılık

POST-YAPISALCILIĞIN ANAHTAR TERİMLERİ


Post-yapısalcılığın anahtar terimleri arasında özne, bilinçdışı, yapı,
yapıbozum, merkez, söylem, yazı, yazıbilim, soykütüğü ve iktidar ön plana
çıkmaktadır. Post-yapısalcılığın anahtar terimleri içinde en mühim olanı
yapıbozumdur.
Yapıbozum, post-yapısalcılığın sıkça kullandığı bir terimdir. Bu terim, Derrida
tarafından 1960’larda geliştirilmiştir. Derrida (1976; 1978), bu dönemde yazdığı
metinlerinde, özellikle de Gramatoloji ile Yazı ve Ayrım’da yapısalcılığa ve dilbilime
eleştirel bir tavır olarak yapıbozum anlayışını ortaya koymuştur. Yapıbozum,
Derrida’nın, 1960’larda, metnin çoğul anlamlarına yönelik daha duyarlı bir okuma
biçimi sunmak için ortaya attığı bir terimdir (Sim, 2006). Yapıbozum, bütün felsefi
metinlerin içinde gömülü olan şüpheli ifadelerin ve paradoksların yüzeye
çıkmasına imkân tanıyacak bir etkinliktir (Lilla, 2004).
Yapıbozum sayesinde “eleştiri”, “felsefe” ve “edebiyat” alanlarının bütünü
yıkılır ve hepsinin sınırları çiğnenir. Aynı zamanda yapıbozum işlemi, bir kurma,
yani inşa etme eylemidir (Akay, 1999). Derrida’nın yapıbozum anlayışında
“merkez” terimi önemlidir. Merkez, yapıyı tanımlayan ve onun bütünselliğini
kapsayan bir şeydir. Merkez, yapı için ön zorunluluktur. Merkezsiz bir yapı terimi
düşünülemez (Altuğ, 2001). Derrida’ya göre, merkez, bütünlüğün merkezindedir
(Derrida, 1978). Kısaca, yapıbozum, bütüncülük düşüncesine ve dolayısıyla
bütüncül bir özneye tanınan öncelikli konumu reddeder (Sarup, 1995). Yapıbozum
terimi ile sosyoloji ilk etapta bir arada uyumlu bir tını vermiyor gibi algılanabilir. Oysa
yapıbozum, olumlu bir dönüştürme stratejisidir. Bozma ya da sökme, eşanlı olarak bir
bozma ve yapmadır (Game, 1998). Derrida’nın dediği gibi, yapıbozum, yıkmaktan
ziyade bir bütünün nasıl yapılandığını kavramaya ve onu yeniden yapılandırmaya
vurgu yapar (Cevizci, 2009).

Post-yapısalcılık, Batı •Bir kişinin bilgisayarın içini açıp onun bütün mekanizmasını
Örnek

düşüncesinin temel sökmeye çalışması ve onun yapısını kurcalaması, aslında bilgisayarı


unsurlarına saldırmış, kırma ve bozma işlemi değil, onun yapısını anlama ve onu yeniden
aydınlanmanın ve aklın oluşturma çabasıdır.
mirasına meydan okumuş,
ilerleme düşüncesine karşı
çıkmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


272
Post-Yapısalcılık

POST-YAPISALCILIĞIN TEMEL TEZLERİ


Post-yapısalcılığın temel tezlerini on noktada toplamak mümkündür:
 Post-yapısalcılar, toplum içindeki hayatı baskıcı olarak görürler. Onlara
göre, bunun nedeni sadece hükümet aygıtının değil, genelde sosyal
ilişkilerin güçlü bir baskıcı doğaya sahip olmasıdır. Nitekim post-
yapısalcılar, bir bireyin bir başkasını etkileme çabasını şiddet ve terör
içeren bir davranış olarak görmüşlerdir. Onlar, uzlaşımlara dayalı bütün
ilişkileri zorlayıcı, sınırlayıcı ve özünde bireye katkısı olmayan bir dayatma
olarak ele almışlardır. Dolayısıyla, post-yapısalcılar, anarşist bireyciliği
benimsemişlerdir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
 Post-yapısalcılık, sosyal olguları merkezî konumdan uzaklaştırma
eğilimindedir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
 Post-yapısalcılık, Batı felsefesi ve sosyolojisinde çok önemsenen ve üzerine
pek fazla soru sorulmayan “hakikat”e odaklanmıştır. Örneğin, Foucault,
hakikati kurcalamaya ve onun yapısını çözmeye çalışmıştır. Ona göre,
hakikat, söylenen şey değildir. Hakikat, bireylerin karşısına çıktıkları,
kendisiyle yüzleşmeyi kabul ettikleri ya da etmedikleri şeydir. Hakikat,
bireylerin kendilerini teslim ettikleri endişe verici kuvvettir. Hakikat,
insanların maruz kaldıkları ve onları dize getirecek kudrete kendi başına
sahip olan bir güçtür. Hakikatte bireyleri dehşete düşüren bir şey vardır
(Foucault, 2012).
 Post-yapısalcılık, Batı felsefesinde ve sosyolojisinde egemen olan zihin-
beden, doğruluk-yanlışlık ve konuşma-yazma gibi düalizmlere karşı
çıkmıştır (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013). Post-yapısalcılık, öznel ve
nesnel arasındaki geleneksel karşı savın artık geçerliliğini yitirdiğini iddia
etmiştir (Belsey, 2013). Post-yapısalcılık, sosyal bilimlerde çok fazla
karışıklık yaratan madde-ideal ayrımını reddetmekte haklıdır (Mouzelis,
2005).
 Post-yapısalcılık, ilerleme düşüncesine karşı çıkmıştır. Özellikle bilginin
geliştiği ve ilerlediği fikrine meydan okumuştur. Post-yapısalcılar, tarihin
ilerlemeci karakterine duydukları inancı kaybettiklerinden ötürü
aydınlanmaya tepki göstermişlerdir. Post-yapısalcılara göre, tarih ölme
anlamında “sona ermektedir” (Sarup, 1995).
 Post-yapısalcılık, metafizik eleştirisini, yani nedensellik, özdeşlik, özne ve
doğruluk sözcüklerinin eleştirisini esas almıştır (Sarup, 1995).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


273
Post-Yapısalcılık
 Post-yapısalcılık, bütün belirleyicilik şekillerini reddetmiş, çoğul imkânları
ve çeşitlilikleri daha fazla önemsemiştir (Saygın, 2010). Post-yapısalcılık,
bütüncüllük sözcüğüne karşı çıkmış ve onun yerine parçalılık üzerine
odaklanmıştır. Bu noktada post-yapısalcılık, yerele daha fazla vurgu
yapmıştır (Sarup, 1995).
 Post-yapısalcılar, sınıfın özgürleşmesi ve sınıfsız toplum gibi söylemlerin
Post-yapısalcılık, inandırıcılıklarını kaybettiklerine inanırlar. Dolayısıyla, onlara göre
yapısalcılığın eksikliklerini
Marxizmin modası geçmiştir (Sarup, 1995). Post-yapısalcılık, Marxist değil,
tamamlama girişimidir.
anarşist bir politika geliştirir (Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
 Post-yapısalcılar, şimdiye değin insanı anlamamıza yardımcı kimi
sözcükleri yapıbozuma uğratmayı istemişlerdir (Sarup, 1995). Post-
yapısalcılık, yapıbozum yöntemini esas almıştır. Yapıbozum, sosyal yapının,
sosyal kurumların ve siyasal mekanizmaların birey üzerindeki iktidarını
açığa çıkarma yöntemidir.
 Post-yapısalcılar için iktidarın yayılmış olduğu bir gerçektir. İktidar, çok
biçimlidir ve her yerden gelir. İktidar, tümüyle çoğul, yayılmış bir
nosyondur (Newman, 2006). İktidar, en çok da insanı tahrip eder. İktidar,
kurduğu bireyler üzerinden işler, bireyleri geçiş yolu olarak kullanır
(Foucault, 2000b).
Bireysel Etkinlik

• Sizce post-yapısalcılık, çağdaş sosyolojide neden önemli bir


kuramdır? Bir fikriniz var mı?
• Post-yapısalcılığın, diğer çağdaş sosyoloji kuramlarıyla,
özellikle de yapısalcılık ve postmodern kuram ile olan
benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir?

POST-YAPISALCILIĞIN ELEŞTİRİSİ
Post-yapısalcılığa yöneltilen eleştirileri altı noktada toplamak mümkündür:
 Post-yapısalcılık, müphem bir isimlendirme ya da nitelemedir. Post-
yapısalcılık, oldukça gevşek bir yaftadır (Giddens, 1988).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


274
Post-Yapısalcılık
 Post-yapısalcılığın anahtar terimleri karışıktır. Örneğin, yapıbozum,
“kavramsal nihilizm” (her şeyin inkârı, yok sayıcılık) olarak
değerlendirilebilir (Hekman, 1999). Yapıbozum, yararlanılma ve işe
koşulma tarzı itibariyle, her zaman istikrarsız ve boş bir motiftir (Derrida,
1998). Dolayısıyla yapıbozumun statükoya radikal ve rahatsız eden fikirler
ile meydan okuyan, yenilikçi, cesur ve kışkırtıcı bir teoris olduğu iddiası
Post-yapısalcılığın (Ellis, 1997), doğru değildir.
terimleri ve temel
 Post-yapısalcılık, makro yapıları ihmal etmiştir (Çelebi, 2007).
tezleri, net değildir.
 Post-yapısalcıların mantıksız işlerle uğraştıkları, çoğu kez saçmaladıkları
iddia edilmiştir. Post-yapısalcılığın en etkili siması konumundaki Derrida,
okurlarında bir şaşkınlık duygusu yaratır. Bu da okurların Derrida’yı saçma
sapan konuşan, bu yüzden de dikkate değmez bir düşünür olarak görüp
reddetmelerine yol açmıştır (Megill, 1998).
 Post-yapısalcılığın önemli simaları arasında uyuşmazlıklar söz konusudur.
Ancak post-yapısalcıların tamamı, sosyal gerçekliğin farklılaşmış ve çoğul
karakterini vurgulamışlardır. Bu teorisyenler, insan düşüncesinin,
gerçekliğin nesnel bir tanıma ulaşma konusundaki yeteneğini yadsıyıp,
gerçeklik iddiası taşıyan özneyi bireyler arası ve bireyüstü dürtülerin ve
arzuların tutarsız bir yığınına indirgemişlerdir (Callinicos, 2001).
 Post-yapısalcılık, özünde bir ölü düşünce geleneğidir (Giddens, 2005).
Post-yapısalcılığın, bugünkü sosyoloji dünyasında yeri ve önemi büyüktür.
Bugün, post-yapısalcılık, çağdaş sosyolojide en fazla tartışma yaratan kuramlardan
biri olma özelliğine sahiptir.
Post-yapısalcılık,
 Bütüne, bütüncül bakış açılarına eleştirel yaklaşmıştır.
 Toplumu baskıcı olarak görmüştür.
 Tek anlamlı şeyleri yadsımış, çok anlamlılığı önemsemiştir.

• Post-yapısalcılığın mantığını iyi kavramak için Felsefe


Bireysel
Etkinlik

Sözlüğü, Psikoloji Sözlüğü, Sosyoloji Sözlüğü okuyun.


• Post-yapısalcılığın önde gelen düşünürü Foucault'nun
en az iki kitabını (özellikle de Hapishanenin Doğuşu
ile Yapısalcılık ve Postyapısalcılık) okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


275
Post-Yapısalcılık

•Post-yapısalcılık, 20. yüzyılın en etkileyici sosyoloji kuramlarından biridir. Post-


yapısalcılık, günümüzde sosyolojinin vitrininde yer alan kuramlar arasındadır.
Post-yapısalcılık, sosyolojide yapısalcılık ve postmodern kuramla bağlantılı bir
biçimde gündeme gelmiştir. Bilindiği üzere, yapıya derin bir kuşkuyla
yaklaşmak ve onun insanları nasıl baskıladığını açığa çıkarmak, sosyolojinin
Özet görevlerinden biridir. İşte, bu bağlamda, post-yapısalcılık, sosyolojide insanı
kuşatan yapıları sökmek ve onun üzerine düşünmek için ortaya çıkan ana
kuram olma özelliğine sahiptir. Post-yapısalcılık, yapısalcılığın önemsediği
“yapı”yı, yapıbozum vasıtasıyla bozmaya ve yapıyı kırmaya dayalıdır. Post-
yapısalcılık, baskıcı olarak nitelediği yapıya ve iktidara eleştirel yaklaşmış,
bütünlük ve birlik anlayışlarına karşı çıkmıştır. Post-yapısalcılık, farklılığın ve
çoğulculuğun önemine işaret etmiş, özneyi merkeze koymuş ve onun etkin
olmasını önemsemiştir.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biri olan post-
yapısalcılığı ana hatlarıyla tanıtmaktır. Post-yapısalcılığın öğrenilmesi, aynı
zamanda, çağdaş sosyolojide etkin olan yapısalcılığın, postmodern kuramın,
beden kuramının ve eleştirel kuramın daha iyi anlaşılmasına da imkân tanır.
•Post-yapısalcılığın kökeninde Friedrich Nietzsche ile Sigmund Freud’un temel
fikirleri bulunmaktadır.
•Friedrich Nietzsche, aydınlanmaya, modernliğe ve Batı felsefesine eleştirel
yaklaşmış, Batı düşüncesindeki kategorik bakış açısını ve aklın egemenliğini
eleştiri süzgecinden geçirmiştir. Nietzsche, Batı düşüncesinde önemsenen
hakikate, olgulara ve bilginin değerine meydan okuyarak, post-yapısalcılığın
önünü açmıştır.
•Sigmund Freud, psikanalizm metoduyla ruhsal hayatın bilinç ve bilinçdışı
olmak üzere iki bölümden meydana geldiğini ileri sürmüştür. Freud, insanın
hayatını ve davranışlarını onun zihninin derinliklerine, yani bilinçdışına inerek
anlamaya çalışmıştır. Bu çabasıyla post-yapısalcıların ilham kaynağı olmuştur.
•Post-yapısalcılığın en mühim temsilcileri, Michel Foucault, Jacques Derrida ve
Jacques Lacan’dır.
•Foucault, sosyolojik analizlerinde iktidar üzerinde durmuştur. Foucault,
gündelik hayatın her alanında (ailede, okulda, atölyede, hastanede vb.) iktidar
ilişkilerinin olduğunu vurgulamıştır. Foucault, iktidarın insanın davranışlarına,
zihnine ve hatta genlerine kadar nüfuz ettiğini iddia etmiştir. Foucault, ayrıca
bilgi-iktidar arasındaki ilişkiyi deşifre etmiştir.
•Jacques Derrida, yapıların ve bütüncül unsurların bireyler üzerindeki iktidarını
açığa çıkaran yapıbozum metoduyla tanınmaktadır. Derrida, aydınlanma, akıl,
hakikat, mutlak kesinlik ve doğruluk gibi kavramlara savaş açmıştır.
•Jacques Lacan, Feudçu bir düşünür olarak tanınmıştır. Lacan, post-yapısalcılık
içinde daha çok dil ile ilgilenmiştir. Lacan, bilinçdışının dil gibi yapılandığını
iddia etmiştir.
•Post-yapısalcılığın anahtar terimleri, özne, bilinçdışı, yapı, yapıbozum, merkez,
söylem, yazı, yazıbilim, soykütüğü ve iktidardır.
•Post-yapısalcılık, yapısalcılığın esas aldığı yapı terimini, yapıbozum yoluyla
bozmayı ve yapıyı kırmayı amaç edinmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


276
Post-Yapısalcılık

•Post-yapısalcılık, yapıyı bozmanın aslında onu daha iyi hâle getirmek


olduğunu iddia etmiştir. Post-yapısalcılık, yapıya derin bir kuşkuyla
yaklaşmıştır.
•Post-yapısalcılık, Batı felsefesinde ve sosyolojisinde başat olan ikili
ayrımlara (zihin-beden, doğruluk-yanlışlık gibi) karşı çıkmıştır.
Özet (devamı) •Post-yapısalcılık, Batı düşüncesinde çok önemsenen ve üzerine pek fazla
soru sorulmayan “hakikat”e odaklanmış, hakikati sorgulamış ve onun
yapısını çözmeye çalışmıştır.
•Post-yapısalcılık, Batı düşüncesinin temel unsurlarına saldırmış,
modernliğe eleştirel yaklaşmış, aydınlanmanın ve aklın mirasına meydan
okumuş ve ilerleme düşüncesine karşı çıkmıştır.
•Post-yapısalcılık, bütüne ve bütüncül bakış açılarına eleştirel yaklaşmıştır.
•Post-yapısalcılık, kesinliğe vurgu yapan anlayışlara itiraz etmiştir.
•Post-yapısalcılık, tek anlamlı şeyleri yadsımış, çok anlamlılığı
önemsemiştir.
•Post-yapısalcılık, sosyal yapıların ve kurumların birey üzerindeki
hegemonyasına itiraz eden anarşist bir kuramdır.
•Post-yapısalcılık, toplumu ve onun biçimlendirdiği hayatı despotik olarak
görmüştür.
•Post-yapısalcılık, baskıcı olarak gördüğü topluma, yapıya ve sosyal
ilişkilere eleştirel yaklaşmıştır.
•Post-yapısalcılık, iktidar ve iktidar ilişkilerine yoğunlaşmıştır. Post-
yapısalcılık, insanların hayatlarında iktidar ilişkilerinin egemen olduğunu
savunmuştur.
•Post-yapısalcılık, bütüne ve bütüncül fikirlere karşı çıkmıştır. Bütüncüllük
yerine parçalılık üzerine odaklanmıştır. Sosyal gerçekliğin parçalanmış
olduğunu vurgulamıştır.
•Post-yapısalcılık, çoğula, parçaya ve yerele daha önem vermiştir.
•Post-yapısalcılık, sosyolojik analizlerinde bireyi merkeze koymuştur.
•Post-yapısalcılık, gerek anahtar terimleri gerekse de temel tezleri
itibariyle oldukça müphem bir kuramdır.
•Post-yapısalcıların mantıksız işlerle uğraştıkları, çoğu kez saçmaladıkları
iddia edilmiştir.
•Post-yapısalcılık, büyük ölçekli yapıları göz ardı etmiştir.
•Post-yapısalcılık, bugünkü dünyada var olan çelişkilere, sosyal
eşitsizliklere ve sömürüye duyarsız kalmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


277
Post-Yapısalcılık

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Post-yapısalcılığın kökleri aşağıdaki düşünürlerden hangilerinin fikirlerine
uzanır?
a) Erich Fromm-Herbert Marcuse
b) Friedrich Nietzsche-Sigmund Freud
c) Auguste Comte-Herbert Spencer
d) Max Weber-Karl Marx
e) Talcott Parsons-Erving Goffman

2. Aşağıdakilerden hangisi post-yapısalcılığın anahtar terimlerinden değildir?


a) Yapıbozum
b) Söylem
c) Yazıbilim
d) Yapılaşma
e) Yazı

3. Aşağıdaki düşünürlerden hangisi post-yapısalcılığın temsilcisidir?


a) Jacques Lacan
b) Emile Durkheim
c) Karl Marx
d) Jean-Jacques Rousseau
e) Jean Piaget

4. Aşağıdakilerden hangisi post-yapısalcılığın temel tezlerinden biri değildir?


a) Toplum içindeki hayat baskıcıdır.
b) İktidar, bireyi sınırlar.
c) Sosyal olguları merkezî konumdan uzaklaştırmak gerekir.
d) İktidar, bir ağ biçiminde işler.
e) İktidar, tekildir.

5. “Yapıbozum” terimi aşağıdaki düşünürlerden hangisine aittir?


a) Talcott Parsons
b) Jacques Lacan
c) Jacques Derrida
d) Max Weber
e) Michel Foucault

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


278
Post-Yapısalcılık

6. Post-yapısalcılar içinde “iktidar” sorunuyla ilgilenen sosyolog


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Michel Foucault
b) Jacques Derrida
c) Jacques Lacan
d) Sigmund Freud
e) Friedrich Nietzsche

7. “Bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır” tezi, aşağıdaki düşünürlerden hangisine


aittir?
a) Sigmund Freud
b) Jean Piaget
c) Michel Foucault
d) Ferdinand de Saussure
e) Jacques Lacan

8. Aşağıdakilerden hangisi post-yapısalcılığa yöneltilen eleştirilerden biridir?


a) Mikro yapıları ihmal etmesi
b) Makro yapıları ihmal etmesi
c) Makro yapıları aşırı önemsemesi
d) Sorunları diyalektiğin ilkeleri doğrultusunda ele alması
e) Çatışmaya aşırı vurgu yapması

9. Post-yapısalcılık, aşağıdaki kuramlardan hangileriyle daha yakından


ilişkilidir?
a) Sosyal alışveriş kuramı-sembolik etkileşimcilik
b) Çatışma kuramı-modernleşme kuramı
c) Yapısalcılık-postmodern kuram
d) Post-endüstriyel toplum kuramı-bağımlılık kuramı
e) Çatışma kuramı-sembolik etkileşimcilik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


279
Post-Yapısalcılık
10. İnsan zihnini id, ego ve süperego olarak üç bölüme ayıran düşünür kimdir?
a) Emile Durkheim
b) Jacques Derrida
c) Jacques Lacan
d) Sigmund Freud
e) Anthony Giddens

Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.a, 4.e, 5.c, 6.a, 7.e, 8.b, 9.c, 10.d

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


280
Post-Yapısalcılık

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akay, A. (1999). “Yapıbozma ve Plastik Sanatlar”. Toplumbilim: Jacques Derrida
Özel Sayısı (ss. 13-23). Sayı: 10.
Altuğ, T. (2001). Dile Gelen Felsefe. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Başer, N. (2010). Lacan. İstanbul: Say Yayınları.
Belsey, C. (2013). Postyapısalcılık. Çev.: N. Örge. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Berberoglu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş: Eleştirel Bir Perspektif.
Çev.: C. Cemgil. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Best, S., Kellner, D. (1998). Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar. Çev.: M.
Küçük. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Boyne, R. (2009). Foucault ve Derrida: Aklın Öteki Yüzü. Çev.: İ. Yılmaz. Ankara:
BilseSu Yayınları.
Bowie, M. (2007). Lacan. Çev.: V. P. Şenel. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Callinicos, A. (2001). Postmodernizme Hayır: Marksist Bir Eleştiri. Çev.: Ş. Pala.
Ankara: Ayraç Yayınevi.
Cevizci, A. (2009). Felsefe Tarihi. İstanbul: Say Yayınları.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Çelebi, N. (2007). Sosyoloji Notları. Ankara: Anı Yayıncılık.
Derrida, J. (1976). Of Grammatology. İngilizceye Çev.: G. C. Spivak. Baltimore: The
John Hopkins Universiy Press.
Derrida, J. (1978). Writing and Difference. İngilizceye Çev.: A. Bass. Chicago: The
Universiy of Chicago Press.
Derrida, J. (1998). “Yapıbozum ve Pragmatizm Üzerine Düşünceler”, Yapıbozum ve
Pragmatizm. C. Mouffe (Der.). Çev.: T. Birkan. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Derrida, J. (2002). Mahmuzlar: Nietzsche’nin Üslûpları. Çev.: M. Baştürk. Erzurum:
Babil Yayınları.
Derrida, J. (2004). Otobiyografiler: Nietzsche’nin Öğretimi ve Özel İsim Politikası.
Çev.: M. Erkan ve A. Utku. İstanbul: Birey Yayıncılık.
Derrida, J. (2009). Edebiyat Edimleri. Çev.: M. Erkan ve A. Utku. İstanbul: Otonom
Yayıncılık.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


281
Post-Yapısalcılık
Derrida, J. (2012). Platon’un Eczanesi. Çev.: Z. Direk. İstanbul: Pinhan Yayıncılık.
Ellis, J. M. (1997). Postmodernizme Hayır. Çev.: H. A. Bakırer. Ankara: Doruk
Yayınları.
Eribon, D. (2012). Michel Foucault. Çev.: Ş. Çiltaş. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Foucault, M. (1987). Söylemin Düzeni. Çev.: T. Ilgaz. İstanbul: Hil Yayın.
Foucault, M. (1992). Hapishanenin Doğuşu. Çev.: M. A. Kılıçbay. Ankara: İmge
Kitabevi.
Foucault, M. (1993). Bu Bir Pipo Değildir. Çev.: S. Hilav. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Foucault, M. (1994). Kelimeler ve Şeyler: İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi. Çev.: M.
A. Kılıçbay. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Foucault, M. (1999a). Yapısalcılık ve Postyapısalcılık. Çev.: Ü. Umaç ve A. Utku.
İstanbul: Birey Yayıncılık.
Foucault, M. (1999b). Bilginin Arkeolojisi. Çev.: V. Urhan. İstanbul: Birey Yayınları.
Foucault, M. (2000). Seçme Yazılar 1: Entelektüelin Siyasi İşlevi. Çev.: I. Ergüden ve
Diğerleri. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Foucault, M. (2002). Toplumu Savunmak Gerekir. Çev.: Ş. Aktaş. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Foucault, M. (2004a). Seçme Yazılar 5: Felsefe Sahnesi. Çev.: I. Ergüden. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Foucault, M. (2004b). Marx’tan Sonra. Çev.: G. Aksay. İstanbul: Çhiviyazıları
Yayınevi.
Foucault, M. (2012). Bilme İstenci Üzerine Dersler: Collège de France Dersleri
(1970-1971). Çev.: K. Erksen. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Foucault, M. (2013). Güzel Tehlike. Çev.: S. Kılıç. İstanbul: Metis Yayınları.
Freud, S. (1993). Psikanalize Giriş: Genel Nevroz Öğretisi. Çev.: G. Koptagel-İlal.
İstanbul: Star Yaprak Yayıncılık.
Freud, S. (1994). Psikanalize Giriş Dersleri. Çev.: S. Budak. Ankara: Öteki Yayınevi.
Freud, S. (2000a). Ruhçözümlemesinin Tarihi. Çev.: E. Kapkın ve A. T. Kapkın.
İstanbul: Payel Yayınevi.
Freud, S. (2000b). Psikanaliz Üzerine. Çev.: K. Şipal. İstanbul: Cem Yayınevi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


282
Post-Yapısalcılık
Freud, S. (2001). Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd. Çev.: A. Babaoğlu. İstanbul:
Metis Yayınları.
Game, A. (1998). Toplumsalın Sökümü: Yapıbozumcu Bir Sosyolojiye Doğru. Çev.:
M. Küçük. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Giddens, A. (1988). “Structuralism, Post-structuralism and the Production of
Culture”. Social Theory Today. A. Giddens ve J. H. Turner (Ed.). Cambridge:
Polity Press.
Giddens, A. (2005). Sosyal Teorinin Temel Problemleri: Sosyal Analizde Eylem, Yapı
ve Çelişki. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Paradigma Yayıncılık.
Granier, J. (2005). Nietzsche. Çev.: I. Ergüden. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Gutting, G. (2010). Foucault. Çev.: H. Gür. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Haar, M. (1992). “The Play of Nietzsche in Derrida”. Derrida: A Critical Reader. D.
Wood (Ed.). Cambridge: Blackwell Publishers.
Hekman, S. (1999). Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik: Mannheim, Gadamer,
Foucault ve Derrida. Çev.: H. Arslan ve B. Balkız. İstanbul: Paradigma
Yayınları.
Homer, S. (2013). Jacques Lacan. Çev.: A. Aydın. Ankara: Phoenix Yayınevi.
Hoy, D. (1991). “Jacques Derrida”. Çağdaş Temel Kuramlar. Q. Skinner (Ed.). Çev.:
A. Demirhan. Ankara: Vadi Yayınları.
https://www.nadirkitap.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.nytimes.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Jaccard, R. (2007). Freud. Çev.: I. Ergüden. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Jackson, R. (2012). Nietzsche- Kilit Fikirler. Çev.: N. Yaraç. İstanbul: Optimist
Yayınları.
Kızılçelik, S. (2005). Batı Barbarlığı 1: Rousseau, Marx ve Nietzsche Üzerine.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2008). Sefaletin Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2018). Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1: Gramsci, Parsons, Mills,
Althusser, Foucault, Goffman ve Bauman’ın Sosyal Teorileri. Ankara: Anı
Yayıncılık.
Kumar, K. (1999). Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma Çağdaş
Dünyanın Yeni Kuramları. Çev.: M. Küçük. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


283
Post-Yapısalcılık
Lacan, J. (2012). Benim Öğrettiklerim. Çev.: M. Erşen. İstanbul: Monokl Yayınları.
Lacan, J. (2013a). Televizyon. Çev.: A. Soysal. İstanbul: Monokl Yayınları.
Lacan, J. (2013b). Psikanalizin Dört Temel Kavramı. Çev.: N. Erdem. İstanbul: Metis
Yayınları.
Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Giriş. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Küre Yayınları.
Lechte, J. (2006). Elli Anahtar Çağdaş Düşünür: Yapısalcılıktan Postmoderniteye.
Çev.: B. Yıldırım. İstanbul: Açılımkitap.
Leledakis, K. (2000). Toplum ve Bilinçdışı: Toplumsal Teori ve Toplumsalın Bilinçdışı
Boyutu. Çev.: A. Yılmaz. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Lilla, M. (2004). İlkesiz Deha: Felsefeyi Siyasete Alet Edenler. Çev.: A. Ergenç.
İstanbul: Gelenek Yayıncılık.
Ludovici, A. M. (2011). Nietzsche: Hayatı ve Eserleri. Çev.: D. Çimiçin. İstanbul:
Parşömen Yayınları.
Macey, D. (2005). Michel Foucault. Çev.: Z. Okan. İstanbul: Güncel Yayıncılık.
Megill, A. (1998). Aşırılığın Peygamberleri: Nietzcshe, Heidegger, Foucault,
Derrida. Çev.: T. Birkan. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Mouzelis, N. (2005). Sociological Theory: What Went Wrong? Diagnosis And
Remedies. London: Routledge, Taylor & Francis e-Library.
Nasio, J. D. (2007). Jacques Lacan’ın Kuramı Üzerine Beş Ders. Çev.: Ö. Erşen ve M.
Erşen. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Nehamas, A. (1999). Edebiyat Olarak Hayat, Nietzsche Açısından. Çev.: C.
Soydemir. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Newman, S. (2006). Bakunin’den Lacan’a: Anti-otoriteryanizm ve İktidarın Altüst
Oluşu. Çev.: K. Kızıltuğ. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Nietzsche, F. (1995). Deccal: Hristiyanlığa Lanet. Çev.: O. Aruoba. İstanbul: Hil
Yayın.
Nietzsche, F. (1997). İyinin ve Kötünün Ötesinde: Bir Gelecek Felsefesini Açış. Çev.:
A. İnam. Ankara: Gündoğan Yayınları.
Nietzsche, F. (2002). Güç İstenci: Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi. Çev.: S.
Umran. İstanbul: Birey Yayıncılık.
Nietzsche, F. (2003a). İnsanca, Pek İnsanca 1: Özgür Tinliler İçin Bir Kitap. Çev.: M.
Tüzel. İstanbul: İthaki Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


284
Post-Yapısalcılık
Nietzsche, F. (2003b). Eğitimci Olarak Schopenhauer: Çağa Aykırı Düşünceler III.
Çev.: C. Atila. İstanbul: Say Yayınları.
Nietzsche, F. (2006). İnsan: Çoğul ve Tekbaşına. Çev.: K. Sarıalioğlu. İstanbul:
Kırmızı Yayınları.
Norris, C. (1992). “Deconstruction, Postmodernism and Philosophy: Habermas on
Derrida”. Derrida: A Critical Reader (ss. 167-192). D. Wood (Ed.).
Cambridge: Blackwell Publishers.
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar: Klasik ve Modern Sosyoloji
Anlayışlarına Giriş. Çev.: N. Doğan. İstanbul: Küre Yayınları.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Sarup, M. (1995). Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm. Çev.: A. B. Güçlü. Ankara:
Ark Yayınları.
Saygın, T. (2010). “Yapısalcılıktan Postyapısalcılığa”. A. Öztürk (Der.).
Postyapısalcılık. (ss. 7-34). Ankara: Phoenix Yayınevi.
Schultz, D. P., Schultz, S. E. (2007). Psikoloji Tarihi. Çev.: Y. Aslay. İstanbul: Kaknüs
Yayınları.
Sim, S. (2006). Postmodern Düşüncenin Eleştirel Sözlüğü. Çev.: M. Erkan ve A.
Utku. Ankara: ebabil Yayıncılık.
Snowden, R. (2011). Freud- Kilit Fikirler. Çev.: M. İnan. İstanbul: Optimist Yayınları.
Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi. Çev.: O. Akınhay,
Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Waters, M. (2008). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: Z. Cirhinlioğlu ve Diğerleri.
Ankara: Gündoğan Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26


285
YAPILAŞMA KURAMI

• Yapılaşma Kuramının Kökleri


• Yapılaşma Kuramının ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

Anahtar Terimleri
• Yapılaşma Kuramının Ana
KURAMLARI
İsmi Prof. Dr. Sezgin
• Yapılaşma Kuramının Temel
Tezleri KIZILÇELİK
• Yapılaşma Kuramının
Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•20. yüzyılın son çeyreğinde inşa
HEDEFLER

edilen yapılaşma kuramı hakkında


bir fikir edinebilecek,
•Yapılaşma kuramının sosyolojideki
yeri ve önemi konusunda bilgi
sahibi olabilecek,
•Sosyolojik kuramın bugünkü
durumunu ve krizlerini daha iyi
ÜNİTE
anlayabileceksiniz.

13
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Yapılaşma Kuramı

YAPILAŞMA KURAMI Sosyoloji


Bireyler

Birey
Max Weber
Küresel sosyal süreçler
Anthony Giddens

Emile Durkheim Toplum


Modernlik
Modern toplum

Geç modernlik

Yapılaşma

Yapının ikiliği

Kurallar

Yapı
Kaynaklar

Sistem Birey

Eylem Faillik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 287


2
Yapılaşma Kuramı

GİRİŞ
İnsanlar, gündelik hayatta sürekli olarak birbirlerini çağrıştıran şeylerle yüz
yüze gelirler. Örneğin, insanlarda, kış mevsimi soğuğu, yaz mevsimi sıcağı;
üniversite sözcüğü, bilgiyi ve araştırmayı; arkadaşlık ve dostluk, itimadı ve
samimiyeti; açlık ve yoksulluk Afrika kıtasını çağrıştırır. Birbirlerini çağrıştıran
kavram çiftlerinden biri de, birey ile toplumdur.
Birey, daha çok davranışlarıyla, eylemleriyle ve etkinlikleriyle tanımlanır.
Birey, mikro olana işaret eder. Toplum ise, daha çok sistemle, yapıyla ve
kurumlarla anılır. Toplum, makroya gönderme yapar. Birey, topluma ait bir
varlıktır. Toplumu olmayan birey yoktur. Toplum ise, bireylerden oluşur. Demek ki,
bireyden söz edince toplumdan, toplum üzerine konuşurken de bireylerden
bahsetmiş oluruz. Birey toplumla, toplum da bireyle bağlantılıdır. İkisini
birbirinden koparmak, onları birbirlerinden soyutlayarak tahlil etmek mümkün
değildir. Sosyoloji disiplini de bu gerçeğe duyarsız kalmamıştır. Sosyolojide birey-
toplum, eylem-yapı, mikro-makro bağlantısına işaret eden ana kuram, yapılaşma
kuramıdır.
Yapılaşma kuramı, Anthony Giddens’ın metinlerinde icat edilmiştir (Cohen,
Yapılaşma kuramı, 1989). Yapılaşma kuramı, 1980’lerden itibaren sosyolojik kuram literatüründe
çağdaş sosyolojinin en belirleyici bir pozisyona sahiptir. Sosyolojinin merkezinde yer alan sosyal yapı ve
yeni ve en gözde sosyal eylem, yapılaşma kuramında geniş ölçüde yer bulmuştur. Giddens’a göre,
kuramıdır. yapılaşma teorisi, sosyal yapının, kurumların ve eylemin tetkik edilmesi konusunda
geniş bir perspektiftir (Giddens, 2003a). Yapılaşma kuramı, sosyolojiye yeni bir
hedef ve düzen vermiştir. Meštrović’in deyişiyle, yapılaşma kuramı, iyi ve güzel
düzenlenmiş “modern bahçe”dir (Meštrović, 2005). Bilindiği üzere, sosyolojide,
birey-toplum, mikro-makro ve faillik (eylem)-yapı ayrımı vardır (Layder, 2006).
Sosyologlar, genellikle özne ve toplumsal arasında bir ayrım yapmışlar, sosyoloji
disiplinine dair tanımlarda birey-toplum ayrımını öne çıkarmışlardır (Game, 1998).
Giddens ise, yapılaşma kuramında, birey ve toplum, eylemlilik ve yapı arasındaki
geleneksel düalizmi (ikiliği) tartışmıştır (Loyal, 2003). Giddens, yapılaşma
kuramıyla mikro-makro bütünleşmesini gerçekleştirme gayreti içinde olmuştur
(Ritzer, 1990). Yapılaşma kuramı, başta eylem-yapı, birey-toplum ve pozitivizm-
hermeneutik düalizmi olmak üzere, her türlü düalizme itiraz etmiştir. Örneğin,
Giddens, yapılaşma kuramında eşzamanlı-artzamanlı ve statik-dinamik ayrımını
reddetmiştir (Giddens, 2005a). Giddens’ın yapılaşma kuramı, düalist düşüncenin
ötesine geçmeyi başaran ikna edici ve aynı zamanda ilginç bir girişimdir (Layder,
2006). Kısaca, yapılaşma kuramı, sosyolojide Emile Durkheim’dan ve Max
Weber’den kaynaklı metodolojik ve teorik düzeydeki ikilik sorununa
yoğunlaşmıştır. Yapılaşma kuramı, modern felsefenin ve sosyolojinin kurucusu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 288


3
Yapılaşma Kuramı

René Descartes ile gündeme gelen ve sosyolojide bilhassa Durkheim ve Weber’le


ön plana çıkan metodolojik düzeydeki pozitivizm-hermeneutik, teorik bazda
belirginleşen yapı-eylem ikiliğini aşma girişimidir (Kızılçelik, 2013). Sosyolojik
kuramda ikilik durumunun, yani düalizmin aşılması için yapıyı esas alan makro
kuramlar ile aktörü temel alan mikro kuramları uzlaştırmak ve ikisinin bir sentezini
yapmak gerekir. Giddens da, sosyolojik kuramın “sistematik yeniden
yapılanmasına gereksinim” olduğunu öne sürmüştür (Giddens, 1990). Giddens,
bunu yapılaşma kuramıyla gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu bakımdan Giddens’ın
yapılaşma kuramı, oldukça yeni bir kuramdır. Gelecekte de çok tartışılacaktır.
Giddens, bu kuramıyla sosyal hayatın üretimini ve yeniden üretimini sosyolojik
kuramın odağı ve merkezi ilgisi hâline getirmede başarılı olmuştur (Cohen, 1988).
Bu bölümde, yapılaşma kuramının kökleri, ana ismi, anahtar terimleri, temel
tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

YAPILAŞMA KURAMININ KÖKLERİ


Yapılaşma kuramının kökleri, sosyolojinin kurucularından Weber ile
Durkheim’ın sosyolojik kuramlarına uzanır. Yapılaşma kuramı, sosyolojik analizin
Yapılaşma kuramının
merkezine “bireyi” yerleştiren Weber ile sosyolojisinde “toplumu” ön plana
arka planında Weber ile
Durkheim’ın görüşleri çıkaran Durkheim’dan yola çıkmış, onların sosyolojilerini yeniden biçimlendirmeye
yer alır. Yapılaşma çalışmıştır.
kuramı, onların
sosyolojik fikirlerini Max Weber
uzlaştırmaya çalışır. Weber, sosyolojinin büyük ismidir. Weber, sosyolojinin kurucu babaları
arasında en ilgi çekici sosyologdur. Weber, çağdaş sosyolojide en fazla ilgi gören
bir sosyolog olma özelliğine sahiptir (Kızılçelik, 2017). Weber, bireye büyük bir
önem vermiştir. Weber’in sosyolojisi, esasında bireyleri inceler. Weber’e göre,
bireyler, sosyaldirler. Çünkü onlara, değerlere, inançlara, duygulara, örflere,
adetlere ve fikirlere atıfla aktif olarak durumları ve ilişkileri yorumlama yeteneği
bahşedilmiştir (Kalberg, 2009). Weber’e göre sosyoloji, bireye ve onun eylemlerine
odaklanır. Bireyin gerçekleştirdiği eylem, davranıştan kesinlikle farklıdır. Weber,
eylemi davranıştan ayıran ana kriter olarak “anlamı” görmüştür. Eylem, bir anlama
sahiptir. Eyleme, belli bir niyet/maksat sonucunda ortaya çıkar. Zıt yönlerden gelen
Weber, sosyolojik analizin iki kişinin çarpışması bir davranıştır. Çünkü kimse kimseye zarar vermek istememiştir.
birimi olarak bireyi ele Fakat bir ferdin randevuya yetişmek için çok hızlı yürümesi, kasıtlı bir davranıştır. Bu
almış, onu sosyolojinin sebepten dolayı da bir eylemdir (Richter, 2012). Weber’e göre, insani eylem diğer
merkezine yerleştirmiştir.
bireylerin eylemleri ile anlamlı bir şekilde ilişkili olduğu vakit “sosyal eylem”
Weber, bu görüşüyle,
yapılaşma kuramının gerçekleşir. Örneğin, bisiklet süren iki birey çarpıştıklarında “sosyal eylem”
önünü açmıştır. gerçekleşmez. Bu, bir doğal olaya benzetilebilir. Fakat bisiklet sürenlerin birbirleri ile
çarpışmaktan kaçınmaları, çarpışma sonrası ortaya çıkacak hakaretler ya da sorunu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 289


4
Yapılaşma Kuramı

barış yoluyla halletmeye çabalamaları “sosyal eylemi” oluşturur (Weber, 2012a;


2012b). İşte, bu noktada, Weber, sosyolojiyi, özü itibariyle, sosyal eylemi
yorumlayarak anlamaya çalışan bir bilim olarak tarif etmiştir (Weber, 2012a).
Weber, sosyolojik çözümlemelerinde sosyal eylemler üzerine yoğunlaşmış,
bu çerçevede dört farklı eylem tipinden bahsetmiştir: Amaç bakımından akılcı
eylem, değer bakımından akılcı eylem, geleneksel eylem ve duygusal eylem.
Weber’e göre, amaç bakımından akılcı eylem, kişinin, dış dünyadaki nesnelerin ve
bireylerin eylemiyle ilgili beklentilerde bulunması ve bu beklentilerini, akılcı
biçimde ölçüp biçerek kendi belirlediği amaca ulaşabilmek için birer araç olarak
kullanmasına denir. Değer bakımından akılcı eylem, bireyin bir eylemi, ahlaki,
estetik ve dinî bakımdan taşıdığına inandığı değerinden dolayı sergilemesi, bunu
yaparken eylemin doğuracağı sonuçları dikkate almamasına denir. Duygusal
eylem, bireyin belirli hisleri ve duygu hâlleri tarafından belirlenen eylemidir.
Geleneksel eylem, kökleşmiş alışkanlıklar tarafından belirlenen eylemdir (Weber,
2012a; 2002).
Sözün kısası, Weber’in sosyolojisi, sosyal eyleme odaklanmıştır. Weber’e
göre, sosyoloji, yorumlamacı anlamayı kullanmalıdır. Ona göre, sosyolojik
çözümleme, eylemi öznel anlamı açısından yorumlama görevini içerir (Ritzer,
2013). Weber’in sosyolojisinin merkezinde, sosyologların, bireylerin kendi sosyal
eylemlerini nasıl gördüklerini yorumlayıcı olarak anlama çabası bulunmaktadır
(Kalberg, 2009). Weber’in geliştirdiği anlamacı ya da yorumlayıcı sosyolojinin
gayesi, bireylerin eylemleri ile ilişkilendirdikleri anlamları ortaya çıkarmaktır
(Richter, 2012). Weber’e göre, sosyolojik analizlerde önemli olan bireyin
eylemlerini anlamadır. Weber’in kendi deyişiyle, psikolojik ve sosyal fenomenlerle
uğraşan her bilim, tüm düşünceleri ve tutumları da içerecek şekilde bir insan
eylemi bilimidir. Bu bilimler, eylemi anlamaya ve bu anlama aracılığıyla onu,
yorumlayıcı bir biçimde açıklamaya çalışırlar (Weber, 2012c).

Emile Durkheim
Durkheim, dünyada ilk kez sosyoloji kürsüsünü kurmuştur. Durkheim,
sosyolojinin babalarından ve büyük ustalarından biridir (Kızılçelik, 2017).
Durkheim, bireye değil, topluma ehemmiyet vermiştir. Durkheim’in sosyolojisi,
esas itibariyle toplumu inceler. Durkheim, sosyolojinin görevinin toplumu
araştırmak olduğunu öne sürmüştür. Durkheim’a göre, toplum, birey için en
önemli mekanizmadır. Kendi ifadesiyle, hayatın hem kaynağı hem de gayesi
toplumdur (Durkheim, 1992). Durkheim, toplumu, sosyal organlardan ya da sosyal
parçalardan oluşmuş bir “sosyal organizma” olarak nitelemiştir. Toplumu
oluşturan parçaların işlevi, bütün organizmanın ya da toplumun varlığını
korumaktır (Ashley ve Orenstein, 1990). Durkheim, bireyin her şeyi toplumdan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 290


5
Yapılaşma Kuramı

öğrendiğini ileri sürmüştür. Ona göre, toplum, bireye kendi şahsi amaçlarını daha
yüksek amaçlara tabi kılmayı, kendisini feda etmeyi, sınırlamayı, arzularını,
tutkularını ve içgüdülerini kontrol etmeyi öğretir (Durkheim, 1956). Bireylere
emirler veren ve yasalarını sunan toplumun kendisidir. Toplum, bireylerin
karşısında bir tür dini saygıyla eğildiği bir şeydir. Toplum, dost ve koruyucu bir
güce, anneye benzer. Toplum, aynı zamanda, koyduğu kuralların çiğnenmesine
müsaade etmeyen sert bir yasa koyucuya benzer. Bireyler, toplumu korumakla
yükümlüdürler. Bu noktada, fertler, birer sosyal düzen memurudurlar (Durkheim,
2004). Durkheim, bireylerin toplum düzenine karşı koyamayacaklarını iddia
etmiştir. Durkheim, bireylerin herkesin benimsediği ilkelere boyun eğmesi,
giyinirken ülkesinde var olan adetleri önemsemesi gerektiğini belirtmiştir.
Örneğin, Durkhiem’a göre, sanayi toplumundaki bir sanayicinin 19. yüzyıl
Durkheim, sosyolojik
öncesinin usul ve metotlarıyla çalışmasını hiçbir şey engelleyemez fakat sanayici
analizin birimi olarak
toplumu ele almış, toplum bunu yaptığında mutlaka iflas eder (Durkheim, 1985).
odaklı sosyoloji görüşüyle Kısaca, Durkheim’a göre, bireyler toplumun bir kuvvet olduğunun
yapılaşma kuramının
farkındadırlar. Toplum, bireylerin eylemlerini ve etkinliklerini baskı altına alır.
inşasında etkili olmuştur.
Bireyler de bunu fark eder (Ashley ve Orenstein, 1990). Örneğin, Durkheim’a
göre, her toplum, fertlere karşı konulamayacak bir güçle kendini kabul ettiren bir
eğitim sistemine sahiptir. Dolayısıyla ailelerin çocuklarını istedikleri yetiştirmeleri
bir işe yaramaz. Ailelerin uymakla sorumlu oldukları gelenekler vardır. Eğer aileler,
bu geleneklere aykırı davranırlarsa onlar da öçlerini çocuklarından alırlar (Coenen-
Huther, 2013). Son tahlilde, Durkheim, toplumun insanların ideallerinin ve
amaçlarının kaynağı ve kabı olduğunu vurgulamıştır (Giddens, 2009).

YAPILAŞMA KURAMININ ANA İSMİ


Yapılaşma kuramı, günümüz sosyolojisinde popüler olan İngiliz sosyolog
Anthony Giddens (1938-) tarafından geliştirilmiştir. Giddens, yapılaşma kuramının
sahibidir. Bu kuramın tek temsilcisi, Giddens’tır.

Anthony Giddens
Giddens, 1938’de İngiltere, Kuzey Londra’da doğmuştur. 1959’da Hull
Üniversitesi’nden mezun olmuştur. 1961’de Londra Ekonomi Okulu’ndan master
derecesi almıştır. 1970-1997 arası Cambridge Üniversitesi’nde çalışmıştır. Ayrıca
Leicester, Santa Barbara ve California Üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmıştır.
1985’te John Thompson ve David Held ile birlikte sosyal bilimlere dönük bir
yayınevi olan Polity Press’i kurmuştur. 1997’de prestijli Londra Ekonomi Okulu’na
başkan olmuştur. 1999’da BBC’de konferanslar vermiştir. İngiltere siyasetinde
etkili olmuştur. Tony Blair’in gurusu olmuştur. İngiliz Akademi ödülüne sahip
birkaç sosyologdan biridir. Giddens kuramcı olarak, ülkesi İngiltere’de daha az ilgi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 291


6
Yapılaşma Kuramı

çekmiş, buna karşın Amerika ve dünyanın diğer yerlerinde çok etkili olmuştur
(Adams ve Sydie, 2002; Waters, 2008; Ritzer ve Stepnisky, 2013). Giddens, çok
sayıda esere imza atmıştır. Onun mühim eserleri arasında Toplumun Kuruluşu:
Yapılaşma Kuramının Ana Hatları; Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi;
Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori: Marx, Durkheim ve Max Weber’in
Çalışmalarının Bir Analizi; Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları: Yorumcu
Sosyolojilerin Pozitif Eleştirisi; Sosyal Teorinin Temel Problemleri: Sosyal Analizde
Eylem, Yapı ve Çelişki; İleri Toplumların Sınıf Yapısı: Marks’ın Sınıflar Teorisi,
Sonraki Teoriler ve Eleştirel Değerlendirmeler; Sağ ve Solun Ötesinde: Radikal
Politikaların Geleceği; Üçüncü Yol: Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi; Üçüncü Yol
ve Eleştirileri ön plana çıkmaktadır.

Yapılaşma kuramı,
Anthony Giddens
Resim 13. 1. Anthony Giddens
tarafından geliştirilmiştir.
Giddens, öncelikli olarak sosyolojinin konusu ve yöntemi üzerine kafa
yormuştur. Ona göre, sosyoloji, insanın toplum hayatının, insan gruplarının ve
toplumlarının incelenmesidir. Sosyolojik incelemenin kapsamı son derece geniştir.
Yani sosyoloji, sokakta insanlar arasında geçen karşılaşmalardan küresel sosyal
süreçlere kadar her şeyle ilgilenir (Giddens, 2000a). Giddens, bir araştırma objesi
olarak “toplum”un sosyoloji ve diğer sosyal bilimler tarafından paylaşıldığını
bildirmiştir. Sosyolojiyi diğer sosyal bilimlerden ayıran özellik, onun endüstrice
gelişmiş toplumlarla diğer sosyal bilimlere göre daha fazla ilgilenmesidir. Bu
çerçevede, sosyolojinin odak noktası, “ileri toplumlardaki” ya da “endüstrileşmiş”
toplumlardaki kurumların ve bu kurumların dönüşüm şartlarının incelenmesidir
(Giddens, 1994).
Kısaca, Giddens’a göre, modernlik ve modern toplum, sosyolojinin esas ilgi
alanıdır. Daha açık bir deyişle, sosyoloji, 19. yüzyılda ortaya çıkmış olan modern
toplumun ana niteliklerini anlamak için doğmuştur (Scott, 1995). Giddens,
sosyolojisinin odağını oluşturan modernlik üzerinde durmuş ve “geç modernlik”
terimini öne sürmüştür. “Geç modern” toplum, postmodern ya da post-
endüstriyel toplum değildir (Adams ve Sydie, 2002).
Giddens, sosyolojinin yöntemini analiz ederken ise, Durkheim’ın Sosyolojik
Yöntemin Kuralları kitabını esas almış ve onun eleştirel değerlendirmesini yaparak

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 292


7
Yapılaşma Kuramı

Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları kitabını yazmıştır. Bu kitabının Durkheim’ın


Sosyolojik Yöntemin Kuralları gibi “metot” üzerine bir kitap olduğunu söylemiştir
(Giddens, 2003b). Durkheim, söz konusu kitabında, sosyolojinin doğa bilimlerini
model alması gerektiğini öne sürmüştür. Giddens ise zikredilen eserinde,
Durkheim’ın vurgularını tersine çevirmiş ve sosyolojinin konusunun, daha önceden
oluşmuş bağımsız ve nesnel olgular topluluğu olarak görülemeyeceğini vurgulayan
bir sosyoloji anlayışı ortaya koymuştur. Giddens, Durkheim’ın tanımladığı anlamda
önceden verili sosyal olgular düşüncesinden uzak durmanın ve sosyal hayat
alanlarını fiilen kendi etkinlikleriyle üreten insanlara yönelmenin önemine vurgu
yapmıştır. Giddens, Durkheim’ın sosyolojinin doğa bilimlerini model alma
anlayışına karşı çıkmış, sosyal hayatın ve toplumun evrensel yasalarının
olamayacağını öne sürmüştür (Layder, 2006). Ancak hemen belirtelim ki,
Durkheim, Giddens’ın yapılaşma kuramı üzerindeki klasik sosyolojiden gelen etkiler
söz konusu olduğunda en önemli isimdir. Çünkü Durkheim’ın mirası Giddens’ın
hayli soyut “sosyal yapılar” fikrini benimsemesine yol açmıştır (O’Brien, 2001).
Giddens, sosyolojik kuramın ana problemleri üzerine kafa yormuştur.
Sosyolojik kuramın temel sorunlarını dört noktada toplamak mümkündür. İlk
olarak, sosyoloji, sosyal eylemin anlamını, yani sosyal bireyler olarak insan
aktörlerin öznel perspektiflerini, duygularını ve heyecanlarını anlamaya çalışır.
İkinci olarak, sosyoloji, faillik ve yapı arasındaki ilişkiyle meşgul olur, yani insan
Giddens, hem bireyi pasif eylemi ile sosyal ilişkilerin belirli kısıtlayıcı unsurlar tarafından yapısal belirlenimi
bir nesne olarak gören arasındaki ilişkiyi irdeler. Üçüncü olarak, sosyoloji, sosyal düzen problemi, yani
işlevselciliğe hem de insan hayatında konsensüsle ve kısıtlamayla sosyal bütünleşmenin nasıl sağlandığı
yapıyı mutlaklaştıran problemini ele alır. Basitçe sosyoloji, “toplum nasıl mümkündür?” sorusunun
yapısalcılığa eleştirel
cevabını arar. Son olarak, sosyoloji, kırılgan sosyal ilişkiler ve sosyal alışverişler
yaklaşmıştır.
düzenini tahrip eden sosyal süreçleri analiz eder (Turner, 2011).
Giddens, aktörü yapıların pasif bir nesnesi olarak gören, sosyal faktörlerin
bireyin bilincine ve eylemine harici etkilerine merkezi bir konum atfeden
işlevselciliği eleştirmiştir (Richter, 2012). İşlevselciliğin yetersizliklerinin eleştirisi,
Giddens’ın yapılaşma kuramının hareket noktasıdır. Giddens, işlevselciliğin büyük ismi
Talcott Parsons’ın toplumdaki birleştirici yapıları aşırı vurgulamasını ve insan
eyleminin yorumlayıcı boyutunun uygun bir izahını ortaya koyamamasını eleştirmiştir
(Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
Giddens, yapılaşma
kuramıyla uyumlu olarak Giddens, sadece işlevselciliği değil, aynı zamanda- yapısalcılığı da
“sağ” ve “sol” ideolojileri eleştirmiştir. Giddens, yapısalcılığı, tadı kaçmış ölü düşünce geleneği olarak
eleştirmiş, yeni bir ideoloji nitelemiştir (Giddens, 1988). Giddens’ın işlevselciliğe ve yapısalcılığa hücum
olarak “üçüncü yol” etmesinin ana sebebi, onların yapı terimine dönük vurgularıdır. Giddens’a göre,
görüşünü geliştirmiştir. aralarındaki terminolojik bütünlüğe karşın, sosyal teoride yapısalcılığın ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 293


8
Yapılaşma Kuramı

işlevselciliğin başarısızlığının asıl kaynağı, “yapı” terimini kullanmaları değildir. Bu


iki gelenekten hiçbiri sosyal hayatın inşasını etkin öznelerin üretimi olarak
kavrayamamıştır. Giddens, yapısal analizin asıl açıklayıcı odağı olarak “yapılaşma”
sözcüğünü alarak bu eksikliği gidermeye çalışmıştır. Yapılaşmayı tetkik etmek,
yapıların sürekliliklerini ve çözülüşlerini belirleyen şartları tespite çalışmaktır. Yani
yeniden-üretim süreci incelendiğinde yapılaşma ve yapı arasındaki bağlantılar
belirlenmiş olur (Giddens, 2003b). Giddens, yapı terimini, yapısal özellikler,
kısıtlayıcı, bütünlük ilişkisi, kurallar ve kaynaklar olarak tanımlamıştır (Tatlıcan,
2011).
Giddens, bireyi (faili) inceleyen kuramlarla (örneğin, sembolik etkileşimcilik)
toplumu (yapıyı) irdeleyen kuramları (örneğin, işlevselcilik) incelemiş ve bu birbirine
tam ters seçeneklerden her ikisini de reddetmiştir. Giddens’a göre, birey (fail) ve
toplum (yapı) birbirinden ayrı kavranamaz. Onlar, aynı madalyonun iki yüzüdür. Onlar,
bir ikiliktir. Her sosyal eylem, yapı içerir. Her yapı ise, sosyal eylem içerir. İkisi, ayrılmaz
bir şekilde birbiriyle bağlantılıdır (Ritzer, 2012). Giddens, düalizm yerine bir ikilik
(yapının ikiliğini) yerleştirmiş, yani iki bağımsız ve karşıt fenomenden ziyade, ikili
bir doğaya sahip olan bir şeyin, yani “yapı”nın göz önüne alınması gerektiğinin
altını özenle çizmiştir. Bu çerçevede, Giddens, yapının ve eylemin doğaları gereği
karşılıklı ilişki içinde olduğunu belirtmiştir. “Yapının ikiliği”, yapılaşma kuramının
çekirdeği olmuştur (Layder, 2006). Diğer sosyal teorilerde esas olan bir dizi ikilik ve
karşıtlık, yapılaşma kuramında yeni bir şekilde ikilikler diye ele alınmıştır. Bilhassa
“birey” ile “toplum” arasındaki ikilik, eylem ve yapının ikiliği olarak göz önünde
bulundurulmuştur (Giddens, 1999a). Yapılaşma kuramı, aynı zamanda öznelcilik-
nesnelcilik ikircikli durumuna itiraz etmiş, bu ikiciliğin bir ikilik -yapının ikiliği-
olarak yeniden kavranması gerektiğini öne sürmüştür (Giddens, 1999a).
Giddens, eylem yönelimli kuramlar ile yapı kuramları arasında bir bağlantı
kurmaya çalışmış, aktörü yapıların pasif bir nesnesi olarak gören “objektif”
işlevselci yaklaşımları eleştirmiş, buna karşılık amaç yönelimli ve bilinçli olarak
eylemde bulunan özneler vurgusu yapan “sübjektif” yorumlayıcı sosyoloji
geleneğini daha fazla önemsemiştir (Richter, 2012). Örneğin, Giddens (2003b),
yapılaşma kuramının temel ilkelerini oluşturmaya çalıştığı Sosyolojik Yöntemin Yeni
Kuralları kitabının odak alanının, eylemin doğası ve eylem analizi olduğunu açıkça
belirtmiştir. Giddens, yapılaşma kuramında daha çok bireyi ve onun eylemlerini
esas almıştır. Fakat Giddens (1986), yapılaşma kuramının yorumlayıcı sosyolojinin
bir versiyonu olmadığını da ısrarla vurgulamıştır.
Diğer yandan, Giddens, yapılaşma kuramıyla uyumlu olarak siyaset alanına
da bakmış, sağ ve sol ideolojilerin dışında “üçüncü yol” ideolojisini geliştirmiştir.
Giddens, “sağ” ve “sol” sözcüklerinin bir zamanlar sahip oldukları anlama artık

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 294


9
Yapılaşma Kuramı

sahip olmadığını belirtmiş, her türlü politik bakış açısının bir şekilde tükendiğini
iddia etmiştir (Giddens, 2002). Giddens, günümüzde politik fikirler, yeni politik
temalar geliştirme, siyasal liderler de topluma öncülük etme yeteneklerini
yitirmişlerdir. Ahlaki değerler çürümeye yüz tutmuş, özellikle de zenginler ve
fakirler arasında büyük bir uçurum ortaya çıkmıştır (Giddens, 2000b). İşte, bu
nedenlerle, Giddens, üçüncü yol adlı yeni bir politikaya gereksinim olduğunu öne
sürmüştür. Giddens, üçüncü yol terimini, sosyal demokrasinin yeniden canlanışı,
yani sosyal demokratların geçen yüzyıl boyunca pek çok kez üzerinde durmak
Giddens, sadece sosyolojik zorunda kaldıkları konuların günümüzde yeniden ele alınışı bağlamında
kuramda değil, aynı
kullanmıştır (Giddens, 2000b). Üçüncü yolun değerleri, eşitlik, ihtiyaç sahiplerinin
zamanda, liberal-
demokratik değerleri korunması, sorumluluğa dayalı hak, demokrasiye bağlı otorite ve kozmopolit
geliştirmeyi hedefleyen çoğulculuktur (Giddens, 2000b). Üçüncü yolun programı ise, düşmanı olmayan
üçüncü yol görüşüyle yeni demokratik devlet, demokratik aile, aktif sivil toplum, yeni karma ekonomi,
siyaset alanında da etkili refah, sosyal yatırımcı devlet ve demokrasiden oluşur (Giddens, 2000b). Üçüncü
olmuştur. yol siyaseti, her şeyin ötesinde, değişime cevap verme girişimidir (Giddens,
2001). Üçüncü yol siyaseti, esas olarak “1989 ve sonrasının” siyasal mantığını
esas almış, “sorumluluk olmadan hak olmaz” fikrine dayalı yeni bir sosyal sözleşme
inşa etmeyi önermiş, fırsat eşitliğini en üst noktaya çıkarmaya önem vermiş ve
küreselleşmeyi ciddiye almıştır (Giddens, 2001).
Giddens, toplumu iyileştirmek, liberal ve demokratik değerleri geliştirmek
için sosyolojik kuramı kullanmaya çalışmıştır. Giddens’ın geliştirdiği ve
İngiltere’deki Yeni İşçi Partisi’nin benimsediği üçüncü yol anlayışı, belirli ölçüde
yapılaşma kuramının temel düşüncelerini yansıtır (Slattery, 2007). Giddens’ın
üçüncü yol görüşü, kapitalist toplumlarda Marx’ın önemsediği işçi sınıfı hareketini
yok saymış, kapitalist ülkelerde işçi hareketinin muhalefet kaynağı olmadığını iddia
etmiş, ekolojik hareketler, etnik hareketler, dinsel dirilişçilik, kadın hareketleri,
öğrenci hareketleri ve tüketici hareketleri gibi yeni sosyal hareketleri daha önemli
görmüştür (Giddens, 2005b). Giddens, üçüncü yolu, sosyalizm karşıt olan bir
siyaset olarak tasarlamıştır. Bunun yanı sıra, Giddens, üçüncü yolun sağ politika
olmadığını da belirtmiştir. Üçüncü yol, neo-liberalizmin bir uzantısı değildir aksine
neo-liberalizme alternatif bir politikadır (Giddens, 2001).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 295


10
Yapılaşma Kuramı

Resim 13. 2. Anthony Giddens’ın ana eserlerinden biri: Toplumun Kuruluşu

Sonuç olarak, Giddens, yapılaşma kuramında, hem geniş ölçekli kurumsal


yapıları açıklamada başarısız olan Erving Goffman’ın dramaturjik perspektifi ve
sembolik etkileşimcilik gibi “mikro” düzey kuramları hem de sosyal ve sosyo-
ekonomik yapılara güçlü vurgu yapan ama bireyi (aktörü) açıklamada başarısız
olan işlevselcilik ve Marxist ya da neo-Marxist “makro” düzey kuramlara eleştirel
yaklaşmıştır (Johnson, 2008). Giddens, yapılaşma kuramıyla, hem makro yapıları
hem de bireyleri (aktörleri) esas almıştır. Yapılaşma kuramına göre, yapılar
aktörlerin, aktörler de yapıların dışında değildir. Yapılar, işlevselcilikte ya da
yapısalcılıkta olduğu gibi eylemin dışsal belirleyicisi değildir. Yapılaşma kuramı,
aktörü, aktörün eylemlerini ve onun tarafından üretilen yapıları incelemiştir.
Yapılaşma kuramı, aktörü merkeze koymuş, sınıf gerçeğini sosyolojik
çözümlemenin dışına itmiştir. Böylece, küreselleşme düzeninin resmi ideolojisi
olan “üçüncü yol” tartışmalarına meşruluk kazandırmıştır (Kızılçelik, 2008).

YAPILAŞMA KURAMININ ANAHTAR TERİMLERİ


Yapılaşma kuramının anahtar terimleri, yapılaşma, yapının ikiliği, yapı,
sistem, kurallar, kaynaklar, eylem, fail, faillik ve aktördür. Yapılaşma kuramının
anahtar terimleri içinde en mühim olanı, yapılaşma terimidir. Dolayısıyla
yapılaşma kuramının mantığının iyi anlaşılması yapılaşma teriminin anlaşılmasına
bağlıdır. Bilindiği üzere, 19. yüzyıldan bu yana sosyoloji ya birey ya da topluma
odaklanmıştır. Bireye odaklanan sosyoloji geleneği toplumu dışarıda bırakmış,
topluma yönelen sosyoloji geleneği ise bireyi dikkate almamıştır. İşte, Giddens’ın
meşhur yapılaşma terimi, bunu bir sorun olarak (birey-toplum arasındaki düalizm
sorunu) olarak görmüş, kendini onun üzerine inşa etmiştir. Birey ve toplum
arasındaki söz konusu ikircikli durum, yapılaşma fikrinin temelini teşkil etmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 296


11
Yapılaşma Kuramı

Giddens’a göre, birey ve toplum arasındaki ilişkiye ve bağlantıya dair


düşünmek yapılaştırma düşüncesinin dayandığı zemindir. Giddens, insanların sanki
“birey”in ve “toplum”un ne olduğu açıkmış gibi onlardan sürekli olarak söz
ettiklerini oysa bu iki sözcüğü elle tutulur hâle gelmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Giddens, sosyal hayatı sadece orada duran “toplum” olarak ya da buradaki
Giddens, birey ve “bireyin” eseri olarak görmek yerine, büyük kurumları yeniden üreten ve
toplum arasındaki ilişkiyi bireylerin çeşitli uygulamaları ve etkinlik dizileri olarak düşünmek gerektiğini
çözümlerken yapılaşma belirtmiştir. Giddens, birey ile veya toplum ile başlamak yerine, yinelenen sosyal
terimini icat etmiştir.
uygulamalar düşüncesini sosyolojinin merkezine almanın zorunluluğuna işaret
etmiştir (Giddens ve Pierson, 2001). Bireyde sosyal yapıların üretilme ve yeniden
üretilme mekanizmalarına dair bir kuram kaleme almak için yapılaşma sözcüğünü
ilk kez kullanan Giddens’tır (Leledakis, 2000).

Giddens, yapısalcılığın ve bireyciliğin dogmatizmine karşı çıkmış, onun


yerine yapılaşma terimini gündeme getirmiştir. Giddens, bu terimiyle, toplum ve
bireyin güçlü bir konumda olmadıklarını, onların aynı paranın iki yüzü gibi
olduklarını bildirmiştir (Slattery, 2007). Giddens’a göre, sosyolojinin odağı
yapılaşmadır, yani eylem vasıtasıyla oluşturulan yapıların inşa ettiği süreçtir
(Waters, 2008). Giddens’ın yapılaşma teriminin anlaşılması, yapı ve sistem
terimlerinin anlaşılmasına bağlıdır. Yapı, zaman-mekân dışında soyut bir varoluşa
sahip olan, tekrar tekrar düzenlenen kurallar ve kaynaklardır. Sistem, zaman-
mekânda konumlanmış aktörler arasındaki ilişkilerdir. İşte, bu noktada yapılaşma
ise, sistemin yeniden-üretimini sağlayan durumlar ve şartlardır (Giddens, 2005a).

•Toplum ve birey, bir madeni paranın iki yüzü (yazı ve tura)


Örnek

Yapılaşma kuramı, gibidirler.


toplumu merkeze alıp
bireyi ihmal eden
kuramlar ile bireyi esas
alıp toplumu
önemsemeyen kuramlara
eleştirel yaklaşmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 297


12
Yapılaşma Kuramı

YAPILAŞMA KURAMININ TEMEL TEZLERİ


Yapılaşma kuramının temel tezlerini şu on dört noktada toplamak
mümkündür:

 Yapılaşma kuramı, hem yorumcu gelenekten hem de pozitivist gelenekten


(özellikle de işlevselcilikten ve yapısalcılıktan) tamamen farklıdır. Yorumcu
sosyolojide insan davranışının izahında eylem ve anlam öncelik taşırken
yapısal sözcükler ve kısıtlar bir öncelik taşımazlar. Diğer yandan,
işlevselcilikte ve yapısalcılıkta yapı eylemden önce gelir. Yapıların kısıtlayıcı
özellikleri vurgulanır. Yorumcu sosyoloji, öznenin emperyalizmine,
pozitivist sosyoloji ise toplumsal nesnenin emperyalizmine dayanır.
Yapılaşma kuramının ana hedefi, bu imparatorluk kurma girişimlerine son
vermektir (Giddens, 1999a). Yapılaşma kuramı, hem işlevselciliği hem de
yapısalcılığı eleştirmiştir.
 Pozitivist sosyolojiler, yapı konusunda güçlü, eylem konusunda ise oldukça
zayıftırlar. Çünkü söz konusu sosyoloji çizgisinde aktörler, etkileme ve
beceri gücünden yoksun, kendilerinden daha büyük güçlerin oyuncağıymış
gibi ele alınmıştır. Diğer kanatta yer alan yorumcu sosyolojiler, eylem
konusunda güçlü, yapı konusunda oldukça zayıftırlar. Çünkü yorumcu
sosyoloji savunucuları, büyük-ölçekli örgütlenme meselelerine hemen
hemen hiç değinmemişlerdir. Yapılaşma kuramı ise, bu iki sosyoloji
çizgisinin kaynaklık ettiği toplum-birey düalizmini reddetmiştir (Giddens,
2003b). Yapılaşma kuramı, söz konusu iki sosyoloji çizgisinin (Durkheimci
pozitivist sosyoloji geleneği ile Weberci yorumcu sosyoloji) sentezini
yapma yoluyla yapı-eylem ya da toplum-birey ikircikli durumunun
üstesinden gelebileceğini düşünmüştür. Yapılaşma kuramı, Durkheim’ın
öne çıkardığı yapı ile Weber’in kutsadığı eylemi birlikte ele almış, yapıları
eyleyen aktörlerin, aktörleri de sürekli ve yeniden ürettikleri yapıların
dışında değerlendirmemiş bir kuramdır (Kızılçelik, 2013).
 Yapılaşma kuramında yapı ile sistem arasında bir ayrım yapılır. Sosyal
sistemler, aktörler ya da topluluklar arasında zaman-mekân boyutunda
yeniden-üretilmiş ilişki kalıplarından meydana gelirler (Giddens, 2000c).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 298


13
Yapılaşma Kuramı

 Yapılaşma kuramı yapıların kurallar ve kaynaklar olarak


çözümlenebileceğini iddia etmiştir (Giddens, 2000c). Başka bir deyişle,
yapılaşma kuramında yapı, sosyal yeniden üretimde yinelenir şekilde
içerilmiş kurallara ve kaynaklara işaret eder (Giddens, 1999a).
Yapılaşma kuramı,  Giddens’a göre, yapı, bireye hem yetki verme (kaynaklar sağlama) hem de
sosyolojik kuramın ana sınırlar koyma gibi iki mühim kapasiteye sahiptir (Waters, 2008).
problemi konumundaki  Giddens’a göre, yapı, eylem için bariyer değildir (Adams ve Sydie, 2002).
toplum-birey ikiciliğini  Yapılaşma kuramı, yapının ikiliği fikrine dayanır. Yapının ikiliği, her zaman
aşma çabasıdır. ve her yerde bilgi sahibi sosyal aktörlerin olumlu bir başarısı olarak sosyal
etkileşimin kurulmasının sosyal sistemlerin yeniden üretimiyle ilişkisini
sağlar (Giddens, 2000c).
 Bireyler (aktörler) sürekli etkileşimde bulunurken faydalandıkları bilgi
stokları, onların kendi eylemleriyle ilişkili amaçları ve güdüleri hakkında
ortaya koyabildikleri görüşlerin kaynağını oluşturur (Giddens, 2000c).
 Sosyal sistemlerin yapılaşmasını araştırmak, esasında süreklilik, değişme
ve ortadan kalkışlarını düzenleyen şartları incelemektir (Giddens, 2000c).
 Yapılaşma teorisinde işlevsel açıklama biçimlerine yer yoktur. Bu kuramda,
işlev sözcüğü kapı dışarı edilmiştir. Aktörlerin sahip oldukları bilgi, eylemin
ifade edilmemiş şartları ve niyetlenilmemiş neticeleriyle sınırlıdır (Giddens,
2000c).
 Sosyal sistemlerin bütünleşmesi, sosyal bütünleşme ve sistemsel
bütünleşme olarak analiz edilebilir (Giddens, 2000c).
 Sosyal sistemlerin yapısal bir niteliği olarak görülen çelişki, çatışmadan
ayrıdır. Çelişki, bir sosyal sistemin yapısal ilkeleri arasındaki bir karşıtlık ve
bölünmedir (Giddens, 2000c).
 Yapılaşma kuramı, bireyi önemsemiş, ona değer vermiş, hatta bütün
insanları, bilgili eyleyenler olarak ele almıştır (Giddens, 1999a). Giddens,
yapılaşma kuramında bireylere (aktörlere) büyük güç atfetmiştir. Giddens,
aktörleri sosyal dünyada farklılık yaratma yeteneğine sahip olarak
görmüştür (Ritzer ve Stepnisky, 2013).

• Sizce yapılaşma kuramı çağdaş sosyolojide neden önemli bir


Bireysel Etkinlik

kuramdır? Bir fikriniz var mı?


• Yapılaşma kuramının, sosyolojik kuramın krizinin, yani birey-
toplum ya da eylem-yapı sorununun çözümüne bir katkısının
olabileceğini düşünüyor musunuz?

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 299


14
Yapılaşma Kuramı

YAPILAŞMA KURAMININ ELEŞTİRİSİ


Yapılaşma kuramına yöneltilen eleştirileri şu dokuz noktada toplamak
mümkündür:

 Giddens, yapılaşma kuramında failliği ve yapıyı bir “ikilik” olarak


görmüştür. Yapılaşma teorisine göre, faillik ve yapı birbirinden asla
ayrılamaz. Yani yapı, failliği; faillik ise, yapıyı kapsar. Margaret Archer ise,
failliğin ve yapının bir ikilik olarak görülebileceği fikrini reddetmiştir.
Archer’e göre, faillik ve yapı birbirinden ayrılabilir ve ayrılmalıdır da
(Ritzer, 2013).
 Giddens, sosyal yapılardan ayrı olarak birey görüşü geliştirme
eğilimindedir. Bireye ve benliğe aşırı yoğunlaşması, Giddens’ın sosyal
hareketler vasıtasıyla sosyal yapıları yeniden yapma ve insanların kolektif
olarak nasıl olacağının tam analizini ihmal etmesine yol açmıştır (Tucker,
1998).
 Yapılaşma kuramı, yapıyı eyleme indirgemeye çalışmakla ve aktörlerin
seçimlerini kısıtlayan sosyal güçleri belirlemekle yeterince ilgilenmemiştir
(Cuff, Sharrock ve Francis, 2013).
 Stjepan Mestroviç’in öne sürdüğü üzere, yapılaşma kuramı, yeterli bir
sosyolojik açıklama değildir (Adams ve Sydie, 2002). Yapılaşma kuramı,
Yapılaşma kuramı, birey-
gerçek bir güce sahip değildir. Yapılaşma teorisi, önemli ve ciddi hiçbir
toplum düalizmini
aşmada basite kaçmıştır. sosyolojik probleme çözüm getiremeyen zayıf bir kuramdır (Cuff, Sharrock
ve Francis, 2013).
 Yapılaşma kuramı, ontolojik derinliği olmayan bir kuramdır. Yapılaşma
kuramı, sosyal dünyanın altında yatan sosyal yapılara ulaşmayı
başaramamıştır (Ritzer, 2012).
 Yapılaşma kuramı, sosyolojik kuramın ana sorunlarından biri olan ikicilik
sorununu tam olarak aşamamıştır. Giddens, ikicilik probleminin
çözümünde kolaya kaçmış, “ve” bağlacıyla sorunun aşılabileceğini
düşünmüştür. Waters’ın belirttiği gibi, “ve” bağlacını kullanarak dualizm
problemini çözme, Giddens’ın akıl yürütme biçiminde yaygın bir
uygulamadır (Waters, 2008). Yapılaşma kuramı, bu bağlamda bir
“kuramsal omlet” gibidir. Yani insanlar acıktıklarında ara sıra omlet
pişirirler. Bunun için de birkaç yumurtayı kırarlar ve üzerine birkaç madde
(peynir gibi) eklerler (Craib, 1992). Yapılaşma kuramı da, yumurtaların ve
peynirin birbirlerine karıştırılmasına benzer bir biçimde, toplum ile bireyi
birbirlerine karıştırarak kendisini ifade eder.
 Yapılaşma kuramı, sosyal hayatta zorlamayı ve kısıtlayıcılığı gerektiği kadar
ciddiye almamıştır (Layder, 2006).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 300


15
Yapılaşma Kuramı

 Giddens, yapılaşma kuramında Marx’ı eleştirmiş, onun sosyolojik kuramını


çarpıtmaya çalışmıştır. Giddens, çok fazla gerekçelendirmeden, Marx’ın
tarihsel materyalizm görüşünün tamamen terk edilmesinin zamanının
geldiğini, onun hatalı olduğunu ve artık ciddiye alınmaması gerektiğini
bildirmiştir. Giddens, Marx’ın toplumların evrimi şemasına dönük
görüşünün savunulabilir bir temelinin olmadığını öne sürmüştür (Giddens,
Yapılaşma kuramı, 2000c). Giddens (1999b), Marx’ın sınıf kuramının “ileri toplumlar”da (yani
sosyolojik kuramın bugünkü toplumlarda) eleştirisini yapmış ve hatta onun çöküşünü ilan
merkezi problemi olarak etmiştir.
birey-toplum düalizmini  Son tahlilde, yapılaşma kuramı, Durkheim’dan ve Weber’den kaynaklanan
görmüş, sınıfı analizlerinin sosyolojinin yapı-eylem ikiliği krizini bertaraf etme üzerine odaklanmıştır.
kalbine yerleştiren Marx’ı
Oysa sosyolojinin merkezi problemlerinden birisi, bu ikircikli durumun
devre dışı bırakmıştır.
ötesinde Marx’ın sınıf söylemini dışarıda bırakması, eş deyişle Durkheim-
Weber cephesinden kendisini bir türlü kurtaramamasıdır. Yapılaşma
kuramı, Marx’a yönelmemiş, Marx’ı çarpıtmış, onu yanlış konumlandırmış,
onun sosyolojisinde öne çıkardığı ana sosyal sorunları görmezlikten
gelmiştir. Sosyalizm karşıtı olarak yapılaşma kuramı, kapitalist düzenin
yeni kamufle ideolojisi konumundaki üçüncü yol fikriyle birebir örtüşen bir
burjuva sosyolojisi eğilimidir (Kızılçelik, 2013).
Yapılaşma kuramı, 1980 sonrası sosyoloji dünyasında yıldızı parlayan bir
kuramdır. Bugün, çağdaş sosyolojideki bazı kuramsal tartışmalar, yapılaşma
kuramı çerçevesinde gerçekleştirilmektedir.
Yapılaşma kuramı,
 İşlevselciliğin ve yapısalcılığın temel tezlerine, özellikle de yapıya yönelik
görüşlerine karşı çıkmıştır.
 Toplum merkezli kuramlarla, yani yapı kuramları ile birey merkezli
kuramlar, yani eylem kuramları arasında bağlantı kurmuştur.
 Toplum-birey düalizmini reddetmiştir.
 Toplum ve bireyin birbirinden ayrı kavranamayacağını öne sürmüştür.
 Hem yapıyı hem de eylemi önemsemiştir.

• Yapılaşma kuramının mantığını ve anahtar terimlerini iyi


Bireysel
Etkinlik

kavramak için Giddens'ın eserlerini okuyun.


• Giddens'ın Toplumun Kuruluşu: Yapılaşma Kuramının Ana
Hatları ile Sosyal Teorinin Temel Problemleri: Sosyal
Analizde Eylem, Yapı ve Çelişki kitabını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 301


16
Yapılaşma Kuramı

•Yapılaşma kuramı, çağdaş sosyolojinin en yeni ve en gözde kuramıdır.


Yapılaşma kuramı, 1980’lerden itibaren sosyolojik kuram literatüründe
belirleyici bir pozisyona sahiptir. Bilindiği üzere, 19. yüzyıldan bu yana
sosyolojide başta birey-toplum olmak üzere çeşitli düalizmler (eylem-yapı
ve pozitivizm-hermeneutik düalizmi gibi) egemendir. Yapılaşma kuramı,
Özet
söz konusu düalizmlere karşı çıkmıştır. Çünkü birey-toplum birbirleriyle
ilişkilidir. Birey, topluma ait bir varlıktır. Toplumu olmayan birey yoktur.
Toplum, bireylerden oluşur. Birey toplumla, toplum da bireyle
bağlantılıdır. Birey ve toplumu birbirinden koparmak, onları birbirlerinden
soyutlayarak tahlil etmek mümkün değildir. İşte, bu bağlamda, yapılaşma
kuramı, sosyolojide birey-toplum bağlantısına işaret eden ana kuramdır.
Yapılaşma kuramı, sosyolojide düalizmin (ikircikli durumun) aşılması için
bireyi temel alan mikro kuramlar ile toplumu esas alan makro kuramların
bir sentezini yapmak ve böylece sosyolojik kuramı yeniden yapılandırmayı
hedeflemiştir.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin ana kuramlarından biri olan
yapılaşma kuramını ana hatlarıyla tanıtmaktır. Yapılaşma kuramını
öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş sosyolojide etkin olan işlevselciliğin,
yapısalcılığın, post-yapısalcılığın ve sembolik etkileşimciliğin daha iyi
anlaşılmasına da imkân tanır.
•Yapılaşma kuramının kökleri, sosyolojinin kurucularından Max Weber ile
Emile Durkheim Durkheim’ın sosyolojik kuramlarına uzanır. Yapılaşma
kuramı, sosyolojik analizin merkezine “bireyi” yerleştiren Weber ile
sosyolojisinde “toplumu” ön plana çıkaran Durkheim’dan yola çıkmış,
onların sosyolojilerini yeniden biçimlendirmeye çalışmıştır.
•Max Weber, sosyolojik analizin birimi olarak bireyi ele almıştır. Weber’in
sosyolojisi, bireye ve onun eylemlerine, yani sosyal eyleme
odaklanmıştır. Weber, bireyin eylemlerini anlamaya yönelen sosyoloji
çizgisiyle (yorumlayıcı sosyoloji anlayışıyla), yapılaşma kuramının önünü
açmış bir sosyologdur.
•Emile Durkheim, sosyolojisinde, bireye değil, topluma önem vermiştir.
Durkheim, sosyolojik analizin birimi olarak toplumu ele almıştır.
Durkheim, sosyolojinin görevinin toplumu araştırmak olduğunu öne
sürmüştür. Durkheim, toplumun kudretine vurgu yapan sosyoloji
çizgisiyle (pozitivist sosyoloji anlayışıyla), yapılaşma kuramının inşasında
etkili olmuştur.
•Yapılaşma kuramı, Anthony Giddens tarafından geliştirilmiştir. Giddens,
sosyolojik kuramın temel problemleri üzerine kafa yormuştur. Giddens,
sosyolojik analizlerde birey ile toplumun birbirinden kopartılarak ele
alınmış olmasını sosyolojik kuramın ana problemi olarak görmüştür.
Giddens, yapılaşma kuramında bireyi/eylemi ele alıp toplumu/yapıyı
dışlayan kuramlar (mikro kuramlar) ile toplumu/yapıyı merkeze alıp
bireyi/eylemi dışlayan kuramları (makro kuramları) eleştirmiştir.
•Giddens, sosyolojik kuramını birbirlerine sıkıca bağlı olan birey/eylem ile
toplumun/yapının birlikte ele alması gerektiğini ileri sürmüştür. Giddens,
yapılaşma kuramında özellikle makro kuramların (işlevselciliğin ve
yapısalcılığın) eleştirisini yapmıştır. Giddens, yapılaşma kuramıyla, hem
makro yapıları hem de bireyleri esas almıştır. Yapılaşma kuramına göre,
yapılar bireylerin, bireyler ise yapıların dışında değildir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 302


17
Yapılaşma Kuramı

•Yapılaşma kuramının anahtar terimleri, yapılaşma, yapının ikiliği, yapı,


sistem, kurallar, kaynaklar, eylem, fail, faillik ve bireydir.
•Yapılaşma kuramı, Emile Durkheim’dan ve Max Weber’den kaynaklı
Özet (devamı) metodolojik ve teorik düzeydeki ikilik sorununa yoğunlaşmıştır. Yani
yapılaşma kuramı, metodolojik düzeydeki pozitivizm-hermeneutik, teorik
bazda belirginleşen yapı-eylem ikiliğini aşma girişimidir.
•Yapılaşma kuramı, Durkheim ve devamcılarının sosyolojisinin (pozitivist
sosyolojilerin), toplum/yapı konusunda güçlü, birey/eylem konusunda
zayıf olduğunu, buna karşın Weber ve devamcılarının sosyolojisinin
(yorumcu sosyolojilerin), birey/eylem konusunda güçlü, toplum/yapı
konusunda zayıf olduğunu iddia etmiştir.
•Yapılaşma kuramı, işlevselciliği reddetmiştir.
•Yapılaşma kuramı, yorumcu sosyoloji geleneğine daha yakındır.
•Yapılaşma kuramı, sosyolojik kuramın merkezi problemi olan toplum-
birey ikiciliğine odaklanmıştır. Yapılaşma kuramı, toplum-birey düalizmini
reddetmiştir.
•Yapılaşma kuramı, toplum-merkezli kuramlarla birey-merkezli
kuramların sentezini yapmaya çalışmıştır.
•Yapılaşma kuramı, hem yapıyı hem de eylemi önemsemiş, ikisi arasındaki
karşılıklı ilişkiyi çözümlemeye girişmiştir.
•Yapılaşma kuramı, yapıları, kurallar ve kaynaklar olarak ele almıştır.
•Yapılaşma kuramı, yapının ikiliği fikrini ön plana çıkarmıştır.
•Yapılaşma kuramının güçlü ve yeterli bir sosyolojik kuram olmadığı iddia
edilmiştir.
•Yapılaşma kuramı, birey-toplum düalizmini aşmada basite kaçmıştır.
•Yapılaşma kuramı, sosyal hayatta baskı, güç, zorlama ve kısıtlamayı çok
ciddiye almamıştır.
•Yapılaşma kuramı, sosyolojik kuramın merkezi problemi olarak birey-
toplum düalizmini görmüş, böylece sınıfı sosyolojik analizin kalbine
yerleştiren Marx’ı devre dışı bırakmıştır.
•Yapılaşma kuramı, sınıf savaşımı, sömürü ve eşitsizlik gibi konulara
duyarsız kalmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 303


18
Yapılaşma Kuramı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Yapılaşma kuramı, aşağıdaki sosyologlardan hangilerinin sosyolojilerini
yeniden biçimlendirmeye çalışmıştır?
a) Max Horkheimer-Jürgen Habermas
b) Emile Durkheim-Max Weber
c) Auguste Comte-Herbert Spencer
d) Herbert Blumer-Erving Goffman
e) Ferdinand Tönnies-Georg Simmel

2. Aşağıdakilerden hangisi yapılaşma kuramının reddettiği düalizmlerden biri


değildir?
a) Pozitivizm-hermeneutik
b) Birey-toplum
c) Eylem-yapı
d) Eşzamanlı-artzamanlı
e) Sosyalizm-feodalizm

3. Aşağıdakilerden hangisi yapılaşma kuramının temel tezlerinden biri


değildir?
a) Yapı, bireye hem yetki verme hem de sınırlar koyma kapasitesine
sahiptir.
b) Yapılar, kurallar ve kaynaklar olarak ele alınabilir.
c) Yapılaşma kuramı, yapının ikiliği fikrine dayanır.
d) Tüm insanlar, bilgili eyleyenlerdir.
e) Sınıf gerçeği, sosyolojik çözümlemenin özünü teşkil eder.

4. Anthony Giddens, Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları kitabını aşağıdaki


kitaplardan hangisine karşı yazmıştır?
a) Pozitivist Felsefe Dersleri
b) Sosyolojik Bilimler Metodolojisi
c) Sosyolojinin İlkeleri
d) Sosyolojik Yöntemin Kuralları
e) Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 304


19
Yapılaşma Kuramı

5. Aşağıdakilerden hangisi yapılaşma kuramına yöneltilen eleştirilerden


biridir?
a) Yapılaşma kuramı, ontolojik derinlikten yoksundur.
b) Yapılaşma kuramı, Marxist bir sosyoloji kuramıdır.
c) Yapılaşma kuramı, sınıf kavgasını aşırı önemsemiştir.
d) Yapılaşma kuramı, feodal toplumu ve onun sistemini yüceltmiştir.
e) Yapılaşma kuramı, kapitalizm karşıtı bir kuramdır.

6. Yapılaşma terimini icat eden sosyolog kimdir?


a) Anthony Giddens
b) Franklin Henry Giddings
c) Emile Durkheim
d) Auguste Comte
e) Talcott Parsons

7. Anthony Giddens, yapı terimini aşağıdakilerden hangisini içerecek


anlamda kullanmamıştır?
a) Kısıtlayıcı olarak yapı
b) Bütünlük ilişkisi olarak yapı
c) Yapısal özellikler olarak yapı
d) Sosyal sınıflar ve gruplar olarak yapı
e) Kurallar ve kaynaklar olarak yapı

8. Aşağıdakilerden hangisi yapılaşma kuramının anahtar terimlerinden biri


değildir?
a) Yapılaşma
b) Yapının ikiliği
c) Altyapı
d) Yapı
e) Faillik

9. Anthony Giddens, yapılaşma kuramıyla uyumlu olarak hangi ideolojiyi


geliştirmiştir?
a) Liberal yol
b) Üçüncü yol
c) İkinci yol
d) Sosyalizm
e) Muhafazakarlık

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 305


20
Yapılaşma Kuramı

10. Anthony Giddens, aşağıdaki kuramlardan hangilerini eleştirmiştir?


a) Sosyal alışveriş kuramı-postmodern kuram
b) Doğu-Batı çatışması kuramı-sembolik etkileşimcilik
c) İşlevselcilik-yapısalcılık
d) Çatışma kuramı-eleştirel kuram
e) Modernleşme kuramı-bağımlılık kuramı

Cevap Anahtarı
1.b, 2.e, 3.e, 4.d, 5.a, 6.a, 7.d, 8.c, 9.b, 10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 306


21
Yapılaşma Kuramı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adams, B. N., Sydie, R. A. (2002). Contemporary Sociological Theory. California:
Pine Forge Press.
Ashley, D., Orenstein, D. M. (1990). Sociological Theory: Classical Statements.
Boston: Allyn and Bacon.
Coenen-Huther, J. (2013). Durkheim’ı Anlamak. Çev.: S. Akyüz. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Cohen, I. J. (1988). “Structuration Theory and Social Praxis”. Social Theory Today.
A. Giddens ve J. H. Turner (Ed.). Cambridge: Polity Press.
Cohen, I. J. (1989). Structuration Theory: Anthony Giddens and the Constitution
of Social Life. New York: St. Martin’s Press.
Craib, I. (1992). Anthony Giddens. London: Routledge.
Cuff, E. C., Sharrock, W. W., Francis, D. W. (2013). Sosyolojide Perspektifler. Çev.:
Ü. Tatlıcan. İstanbul: Say Yayınları.
Durkheim, E. (1956). Education and Sociology. İngilizceye Çev.: S. D. Fox. New
York: The Free Press.
Durkheim, E. (1985). Toplumbilimsel Yöntemin Kuralları. Çev.: C. B. Akal. İstanbul:
Bilim Felsefe Sanat Yayınları.
Durkheim, E. (1992). İntihar: Toplumbilimsel İnceleme. Çev.: Ö. Ozankaya. Ankara:
İmge Kitabevi Yayınları.
Durkheim, E. (2004). Ahlak Eğitimi. Çev.: O. Adanır. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.
Game, A. (1998). Toplumsalın Sökümü: Yapıbozumcu Bir Sosyolojiye Doğru. Çev.:
M. Küçük. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Giddens, A. (1986). The Constitution of Society: Outline of the Theory of
Structuration. Cambridge: Polity Press.
Giddens, A. (1988). “Structuralism, Post-structuralism and the Production of
Culture”. Social Theory Today. A. Giddens ve J. H. Turner (Ed.). Cambridge:
Polity Press.
Giddens, A. (1990). Central Problems in Social Theory: Action, Structure and
Contradiction in Social Analysis. Berkeley: University of California Press.
Giddens, A. (1994). Sosyoloji: Eleştirel Bir Yaklaşım. Çev.: M. R. Esengün ve İ.
Öğretir. İstanbul: Birey Yayıncılık.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 307


22
Yapılaşma Kuramı

Giddens, A. (1999a). Toplumun Kuruluşu: Yapılaşma Kuramının Ana Hatları. Çev.:


H. Özel. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Giddens, A. (1999b). İleri Toplumların Sınıf Yapısı: Marks’ın Sınıflar Teorisi, Sonraki
Teoriler ve Eleştirel Değerlendirmeler. Çev.: Ö. Baldık. İstanbul: Birey
Yayıncılık.
Giddens, A. (2000a). Sosyoloji. Çev: H. Özel ve Diğerleri. Ankara: Ayraç Yayınevi.
Giddens, A. (2000b). Üçüncü Yol: Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi. Çev.: M.
Özay. İstanbul: Birey Yayıncılık.
Giddens, A. (2000c). Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi. Çev.: Ü. Tatlıcan.
İstanbul: Paradigma Yayınları.
Giddens, A. (2001). Üçüncü Yol ve Eleştirileri. Çev.: N. Şad. Ankara: Phoenix
Yayınevi.
Giddens, A. (2002). Sağ ve Solun Ötesinde: Radikal Politikaların Geleceği. Çev.: M.
Sözen ve S. Yücesoy. İstanbul: Metis Yayınları.
Giddens, A. (2003a). “A Reply to My Critics”. Social Theory of Modern Societies:
Anthony Giddens and his Critics. D. Held ve J. B. Thompson (Ed.).
Cambridge: Cambridge University Press.
Giddens, A. (2003b). Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları: Yorumcu Sosyolojilerin
Pozitif Eleştirisi. Çev.: Ü. Tatlıcan ve B. Balkız. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Giddens, A. (2005a). Sosyal Teorinin Temel Problemleri: Sosyal Analizde Eylem,
Yapı ve Çelişki. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Paradigma Yayıncılık.
Giddens, A. (2005b). Ulus-Devlet ve Şiddet. Çev.: C. Atay. İstanbul: Devin
Yayıncılık.
Giddens, A. (2009). Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori: Marx, Durkheim and Max
Weber’in Çalışmalarının Bir Analizi. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Giddens, A., Pierson, C. (2001). Anthony Giddens’la Söyleşiler: Modernliği
Anlamlandırmak. Çev.: S. Uyurkulak ve M. Sağlam. İstanbul: Alfa Yayınları.
https://www.gold.ac.uk adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.nadirkitap.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Johnson, D. P. (2008). Contemporary Sociological Theory: An Integrated Multi-
Level Approach. New York: Springer Science+Business Media, LLC.
Kalberg, S. (2009). Max Weber’i Anlamak. Çev.: B. Gencer. Ankara: Lotus Yayınevi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 308


23
Yapılaşma Kuramı

Kızılçelik, S. (2008). Sefaletin Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.


Kızılçelik, S. (2013). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva Sosyolojisi.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2017). Sosyoloji Tarihi 4: Hegel, Proudhon, Marx, Durkheim, Weber
ve Veblen’in Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Giriş. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul: Küre Yayınları.
Leledakis, K. (2000). Toplum ve Bilinçdışı: Toplumsal Teori ve Toplumsalın Bilinçdışı
Boyutu. Çev.: A. Yılmaz. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Loyal, S. (2003). The Sociology of Anthony Giddens. London: Pluto Press.
Meštrović, S. G. (2005). Anthony Giddens: The Last Modernist. London: Routledge,
Taylor & Francis e-Library.
O’Brien, M. (2001). “Anthony Giddens’ın Sosyolojisine Giriş”. Anthony Giddens’la
Söyleşiler: Modernliği Anlamlandırmak (ss. xiii-xlii). A. Giddens ve C. Pierson.
Çev.: S. Uyurkulak ve M. Sağlam. İstanbul: Alfa Yayınları.
Richter, R. (2012). Sosyolojik Paradigmalar: Klasik ve Modern Sosyoloji
Anlayışlarına Giriş. Çev.: N. Doğan. İstanbul: Küre Yayınları.
Ritzer, G. (1990). “Micro-Macro Linkage in Sociological Theory: Applying a
Metatheoretical Tool”. Frontiers of Social Theory: The New Syntheses. G.
Ritzer (Ed.). New York: Columbia University Press.
Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları. Çev.: H. Hülür. Ankara: De Ki Basım
Yayım Ltd. Şti.
Ritzer, G., Stepnisky, J. (2013). Çağdaş Sosyoloji Kuramları ve Klasik Kökleri. Çev.: I.
Ertuna Howison. Ankara: De Ki Basım Yayım Ltd. Şti.
Scott, J. (1995). Sociological Theory: Contemporary Debates. Aldershot Hants:
Edward Elgar Publishing Limited.
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü. Tatlıcan ve G. Demiriz (Yayına
Haz.). İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Tatlıcan, Ü. (2011). Sosyoloji ve Sosyal Teori Yazıları. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Tucker, K. H. (1998). Anthony Giddens and Modern Social Theory. London: Sage
Publications.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 309


24
Yapılaşma Kuramı

Turner, B. S. (2011). Tıbbî Güç ve Toplumsal Bilgi. Çev.: Ü. Tatlıcan. İstanbul:


Sentez Yayıncılık.
Waters, M. (2008). Modern Sosyoloji Kuramları. Çev.: Z. Cirhinlioğlu ve Diğerleri.
Ankara: Gündoğan Yayınları.
Weber, M. (2002). Sosyolojinin Temel Kavramları. Çev.: M. Beyaztaş. İstanbul:
Bakış Yayınları.
Weber, M. (2012a). Ekonomi ve Toplum Cilt-1. Çev.: L. Boyacı. İstanbul: Yarın
Yayınları.
Weber, M. (2012b). Ekonomi ve Toplum Cilt-2. Çev.: L. Boyacı. İstanbul: Yarın
Yayınları.
Weber, M. (2012c). Sosyal Bilimlerin Metodolojisi. Çev.: V. S. Öğütle. İstanbul:
Küre Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 310


25
• Doğu-Batı Çatışması
Kuramının Kökleri ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

• Doğu-Batı Çatışması KURAMLARI


Kuramının Ana İsimleri
• Doğu-Batı Çatışması Prof. Dr. Sezgin
Kuramının Anahtar KIZILÇELİK
Terimleri
• Doğu-Batı Çatışması
Kuramının Temel Tezleri
• Doğu-Batı Çatışması
Kuramının Eleştirisi

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Türk sosyolojisine ait tek kuram
HEDEFLER

olan Doğu-Batı çatışması kuramı


hakkında bir fikir edinebilecek,
•Doğu-Batı çatışması kuramının
sosyolojideki yeri ve önemi
konusunda bilgi sahibi olabilecek,
•Yerli ve millî bir sosyolojinin ne
ÜNİTE
olduğunu ve niçin önem arzettiğini
daha iyi anlayabileceksiniz.

14
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

DOĞU-BATI ÇATIŞMASI KURAMI Türk tarihi

Doğu-Batı çatışması

Osmanlı
İmparatorluğu
Siyasetnâmeler
Kemal Tahir Batılaşma

Nizamülmülk’ün Türk insanının cevheri


Siyasetnâmesi

Doğu-Batı ayrımı
Firdevsi’ni
n
Baykan Sezer Toplumlar arası ilişkiler

Türk sosyolojisi Doğu-Batı çatışması


Tarihçiler
Türk toplumu
Yerlilik
Ertan Eğribel
Türk müziği
Naima Cevdet Paşa
Türk sosyoloji tarihi
Hacı Bayram Kaçmazoğlu

Batılı düşünürler Türk sosyologları


Karl Marx Ufuk Türk sosyolojisi
Özcan
Sezgin Kızılçelik Batı sosyolojisi
Gordon Childe Fernand Braudel

Batı barbarlığı
Yerli sosyoloji

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 312


2
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

GİRİŞ
Doğu ve Batı, sıkça kullandığımız ve birlikte andığımız mühim terimlerdir.
Doğu insanı-Batı insanı, Doğu düşüncesi-Batı düşüncesi, Doğu edebiyatı-Batı
edebiyatı, Doğu siyaseti-Batı siyaseti gibi kavram çiftleri, bize yabancı değildirler.
Doğu ve Batı, farklı uygarlıkların isimleridir. Doğu insanı-Batı insanı, Doğu
toplumu-Batı toplumu gibi kavram çiftleri, Doğu uygarlığı-Batı uygarlığı ayrımına
(Doğu-Batı ayrımına) dayalıdır. Fakat söz konusu kavram çiftleri, gerçek anlamını
sadece Doğu-Batı ayrımında değil, esas olarak Doğu-Batı çatışmasında bulmuştur.
Örneğin, hem Doğu toplumu hem de Batı toplumu, gerçek hüviyetine Doğu-Batı
çatışması sayesinde kavuşmuştur. İşte, dünyada ilk kez sorunları bu bağlamda
değerlendiren tek sosyolojik kuram, Doğu-Batı çatışması kuramı olmuştur.
Doğu-Batı çatışması kuramı, yerli bir kuramdır. Türk sosyologları tarafından
geliştirilmiştir. Doğu-Batı çatışması kuramı, bize ait, ülkemizi önemseyen, millî bir
Doğu-Batı çatışması kuramdır. Şimdiye değin gördüğümüz on üç kuramdan farklı bir konumdadır.
kuramı, çağdaş sosyoloji Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk sosyolojisinin öncü isimleri Kemal Tahir ve
kuramlarından hiçbirinin Baykan Sezer tarafından geliştirilmiştir. Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk
Türk toplumunu ve sosyolojisinin ana kuramı olma özelliğine sahiptir.
tarihini
açıklayamayacağını iddia Eğribel ve Özcan’ın belirttiği gibi, Doğu-Batı çatışması, Türk sosyolojisinin
etmiştir. temel konusudur. Türk sosyolojisi gerçek kimliğini Kemal Tahir-Baykan Sezer ve
onların inşa ettiği Doğu-Batı çatışması teorisi ile kazanmıştır (Eğribel ve Özcan,
2005a). Türk toplumunun tarihini, bugününü, geleceğini en derinden etkileyen
çatışma, Doğu-Batı çatışmasıdır. Türk toplumu tarihte bu çatışmanın ana
taraflarından biri olmuştur. Türk toplumu bugün de Doğulu toplumlar arasında en
önemli taraf konumunda bulunmaktadır (Kemal Tahir, 1989a). Türk toplumunun
yapı ve ana sorunlarını Doğu-Batı çatışması içinde değerlendirmek gerekir. Doğu-
Batı çatışması, bize dünya tarihindeki yerimizi anlamamıza ve tarihî gelişme
konusunda kendi sözümüze izin vermektedir. Doğu-Batı çatışması, hem bize
dünyada ayrı ve önemli bir yer kazandırmakta hem de dünyadaki gelişmeler
hususunda söz söyleme imkânı vermektedir (Sezer, 1991a).
Bu bölümde, Doğu-Batı çatışması kuramının kökleri, ana isimleri, anahtar
terimleri, temel tezleri ve zayıf yönleri (eleştirisi) hakkında bilgi verilecektir.

DOĞU-BATI ÇATIŞMASI KURAMININ KÖKLERİ


Doğu-Batı çatışması kuramının kökleri, bu topraklardadır, bu ülkededir.
Onun ana damarları, Doğu uygarlığına mensup Türk toplumunun temel
özelliklerine, genel eğilimlerine ve onun tarihi gerçeklerine uzanır. Bunun yanı sıra,
Doğu-Batı çatışması kuramı, “Doğu düşüncesi”nden de beslenmiştir. Doğu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 313


3
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

düşüncesi, tarihin ilk büyük uygarlıklarının Doğu’da olduğunu iddia etmiştir. Doğu-
Batı çatışması kuramının dayanakları arasında Siyasetname’ler (özellikle de Yusuf
Has Hacip’in Kutadgu Bilig’i, Nizamülmülk’ün Siyasetnâme’si ve Firdevsi’nin
Şehnâme’si) ve tarihçilerimizin metinleri (bilhassa Naima, Cevdet Paşa’nın eserleri)
ağırlıklı bir yere sahiptir. Diğer yandan, Doğu-Batı çatışması kuramı, Batı düşüncesi
ve sosyolojisinden de yararlanmışlardır. Örneğin, Baykan Sezer, Karl Marx,
Fernand Braudel ve Gordon Childe’den faydalanmıştır (Kızılçelik, 2008).

DOĞU-BATI ÇATIŞMASI KURAMININ ANA İSİMLERİ


Doğu-Batı çatışması kuramının ana isimleri şunlardır: Kemal Tahir (1910-
1973), Baykan Sezer (1939-2002), Ertan Eğribel (1957-), Hacı Bayram Kaçmazoğlu
(1963-), Ufuk Özcan (1965-) ve Sezgin Kızılçelik (1969-).

Kemal Tahir
Kemal Tahir, 15 Nisan 1910’da İstanbul’da doğmuştur. Kemal Tahir,
Kasımpaşa Cezayirli Hasan Rüştiyesi’nde okumuş, 1923’te ortaöğrenimini
tamamlamış ve Galatasaray Lisesi’ne girmiştir. Galatasaray Lisesi’nin onuncu
sınıfına kadar okumuştur. Kemal Tahir, 1930’ların başlarında şiirle meşgul olmuş,
Nâzım Hikmet’in şiirlerinden etkilenmiştir. 1935-1940 yılları arasında çeşitli
Kemal Tahir, romancı gazetelerde çalışmış, bu arada hikâyeler, kısa mizahi romanlar ve şiirler yazmıştır.
olmasının yanı sıra özgün 1940’ların başlarından itibaren roman yazmaya başlamıştır. Kemal Tahir, 1938-1950
yetkin bir teorisyendir. yılları arasında hapis yatmıştır. Kemal Tahir’in Anadolu’daki (Çankırı, Malatya,
Onu herhangi bir “izm” Çorum ve Nevşehir cezaevindeki) mahpus hayatı, Anadolu insanını tanımasını ve
ve ideoloji içinde onun farklı özelliklerini keşfetmesini sağlamıştır. 1950 yılındaki “genel af”la tahliye
değerlendirmek
edilmiştir. 1950’den itibaren Esir Şehrin İnsanları; Rahmet Yolları Kesti; Köyün
mümkün değildir.
Kamburu; Esir Şehrin Mahpusu; Yorgun Savaşçı; Devlet Ana; Bozkırdaki Çekirdek;
Kurt Kanunu; Yol Ayrımı adlı romanlarını yayımlamıştır. Kemal Tahir, 21 Nisan
1973’te ölmüştür (Kızılçelik, 2012). Kemal Tahir’in söz konusu romanlarının yanı
sıra kuramsal fikirlerini içeren 15 ciltlik Notlar adlı eseri vardır.
Kemal Tahir, dünya çapında büyük bir sosyal teorisyendir. Baykan Sezer’in
deyişiyle, Kemal Tahir, Marx kadar önemli bir yazardır (Sezer, 1991b). Kemal Tahir,
kalıplara, şablonlara ve etiketlere göre düşünmenin bir kolaylık, hatta bir
kaytarmacılık olduğunu ileri sürmüştür (Kemal Tahir, 1992a). Kemal Tahir,
toplumumuzda üstü örtülen konuları tartışmaya açmış, tabulaştırılan her şeye
eleştirel yaklaşmıştır (Kızılçelik, 2012). Kemal Tahir, kendi işinin, Türk toplumunun
temel meselelerinin bulunduğu yerde olduğunu ifade etmiştir (1992b). Kemal
Tahir, Türk insanı üzerine kafa yormuş, “Türk insanının cevherini bulmak” ile
uğraşmıştır (Kemal Tahir, 1989b). Kemal Tahir, Türk insanının tarihteki ve
günümüzdeki onurlu yerini savunmuş, toplumumuzun çıkarına olan çözümler peşine

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 314


4
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

düşmüştür. Toplumumuzun gerçeklerini, tarihî birikimlerini ve günümüz toplumlar


arası ilişkilerde oynayacağı rolleri belirginleştirmiştir. Türk toplumunun gerçeğiyle
doğru ilişki kurmamızı sağlamış ve söz konusu gerçekliğin anlaşılması hususunda
mücadele vermiştir (Kızılçelik, 2008).
Kemal Tahir, Türk insanını ve toplumunu çözümlerken tarihe yönelmiştir.
İnsanda ve toplumda yanılmamak için onların tarihsel gelişmesini bilmenin şart
olduğunu öne sürmüştür. Türk toplumunu tahlil ederken, onun tarihine eğilmek
zorunluluğunu duymuştur (Kemal Tahir, 1989b). Kemal Tahir, tarihin toplumlar
için ne denli önemli olduğuna sıkça vurgu yapmış, toplumların yollarının
Kemal Tahir, Batılı tarihlerinden vurulduğunun altını çizmiştir (Kemal Tahir, 1989b). Bu çerçevede,
kuramlara, şablonlara Kemal Tahir, Osmanlı İmparatorluğu’na özel bir önem vermiş, toplumumuzun
ve şemalara göre bugünkü meselelerinin çözümünün Osmanlı’da saklı olduğunu bildirmiştir. Türk
düşünmeye karşı toplumunu anlamak için Osmanlı’ya ilgi duymuştur. Osmanlı’nın çöküş süreci ve
çıkmıştır.
ondan kaynaklı problemlerimizin kaynağında Batılılaşma sorununu görmüştür.
Türk toplumunun bugün içinde debelendiği zorlukların sebebi, 19. yüzyıl başından
bu yana Batılı emperyalist güçlerin, kendi faydalarına ve çıkarlarına göre Türk
toplumunu Batılaşmaya zorlamaları ve bizim de bu zorlamaya kabul etmemizdir
(Kemal Tahir, 1992b). Batılılaşma, Batılı olmayan bir toplumun Batılı olmaya
yeltenme sürecidir (Kemal Tahir, 1992b). Kemal Tahir, Batılılaşmaya karşı çıkmış,
toplumumuzun asla Batılılaşamayacağını öne sürmüştür.
Kısaca, Kemal Tahir, Türk toplumuna ve tarihine ilgi duymuştur. “Toplum
farklılaşmaları”nı önemsemiş, Doğu toplumları ile Batı toplumlarının birbirlerinden
farklı olduğu gerçeğini, geliştirmeye çalıştığı Doğu-Batı çatışması kuramının
merkezine yerleştirmiştir (Kızılçelik, 2012). Ona göre, toplumlar arasındaki ilişkileri
anlayabilmek için, Doğu-Batı ayrımını koymak, araştırmalara ondan sonra girmek
zorunludur. Böyle yapılmayıp konuya, ekonomik temel ve sınıflar açısından
bakmak, bir çeşit Batılı sömürgeci oyununa düşmektir (Kemal Tahir, 1992c).

Baykan Sezer
Baykan Sezer, 1939’da Malatya’da doğmuştur. Babası Malatya Devlet
Hastanesi Başhekimi iken 1942’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki
doçentlik sınavını kazanınca İstanbul’a yerleşmişlerdir. Baykan Sezer, Cağaloğlu
Büyük Reşit Paşa İlkokulu’nu bitirmiş, 1950’de Galatasaray Lisesi’ne sınavla
girmiştir. 1959 yılında Galatasaray Lisesi’nden mezun olmuştur. 1960’da yurtdışı
sınavını kazanarak Fransa’ya gitmiş, 1960-1965 yılları arasında Paris’te
bulunmuştur. Baykan Sezer, Cezayir Bağımsızlık Savaşı ve Cezayir’in bağımsızlığını
kazandığı yıllarda Paris’te olmasının ilgi alanının ve sosyolojik görüşlerinin
belirlenmesinde etkili olduğunu belirtmiştir. Cezayir Savaşı nedeniyle Doğu
toplumlarına dönük tartışmalara ilgi duymuştur. Baykan Sezer, Fransa dönüşünde

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 315


5
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Kemal Tahir ile diyalog kurmuştur (Sezer, 2004a; 2004b; Köktürk, 2013). Baykan
Sezer, 1968’de İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuş, aynı
bölümde 1971’de sosyoloji doktorasını tamamlamış, 1972’de ise aynı bölüme
asistan olarak girmiştir. 1976’da sosyoloji alanında doçent, 1988’de profesör
olmuş, 1998’de ise emekliye ayrılmıştır (Eğribel ve Özcan, 2004). Baykan Sezer, 7
Eylül 2002’de vefat etmiştir. Onun ana eserleri şunlardır: Asya Tarihinde Su Boyu
Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları; Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı; Sosyolojinin
Ana Başlıkları; Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları; Doğu-Batı İlişkileri Açısından Batı
Tarımı; Sosyolojide Yöntem Tartışmaları.

Resim 14.1. Baykan Sezer


Baykan Sezer, Kemal Tahir’den etkilenmiştir. Kemal Tahir, Baykan Sezer’in
dünya görüşünün ve düşüncelerinin oluşmasında çok etkili olmuştur (Sezer,
1993a). Kemal Tahir’in başlattığı fikir zenginliğinin belli çalışmalarla devam
ettirilmesi ve bütünlük sağlanması Baykan Sezer ile mümkün olmuştur (Eğribel,
2003a). Kemal Tahir’in fikirleri olduğu yerde asla kalmamış, Baykan Sezer ile
Baykan Sezer, Batı etkileşim içinde sosyoloji vasıtasıyla geliştirilip sistemleştirilmiştir (Özcan, 2003).
düşünce kalıplarının Baykan Sezer, Kemal Tahir’in hazır kalıplara karşı çıktığını belirtmiş, insanımızın
dışında, takım gücünü onun bize hatırlattığını belirtmiştir (Sezer, 2003). Baykan Sezer, Kemal
anlayışından hareket Tahir’in yolunu izleyerek Türk sosyolojisinin gelişmesi için mücadele etmiştir.
edenlerin karşısında bir Baykan Sezer (1993b), Türkiye’nin çıkarları açısından meselelere yaklaşan bir Türk
yerli, yerli olduğu kadar
sosyolojisi kişiliğine kavuştuğu vakit sosyoloji geleneğimizin olacağını belirtmiştir.
evrensel bir sosyologdur.
Baykan Sezer, kendisine ilgi odağı olarak Türk toplumunu ve gerçeğini
seçmiş, Türkiye’nin sorunlarına kafa yormuştur. Baykan Sezer, Türk toplumunu ve
gerçeğini açıklayacak, Türk tarihi ve düşünce geleneğiyle ilişki kuracak ve
sorunlarımızı çözecek yerli sosyoloji geleneği oluşturma gayreti içinde olmuştur.
Baykan Sezer, Türk sosyolojisinin alanını net çizmiş, onu zengin bir tarihsel
birikime sahip olan Türk tarihiyle temellendirmiş, sorunlarımızın tarihe yönelerek
anlaşılabileceğini ileri sürmüştür. Sözün kısası, Baykan Sezer, sosyal gerçekliğimizi
açıklayan bir Türk sosyolojisi inşa etmiş yerli sosyologumuzdur (Kızılçelik, 2004a).
Baykan Sezer, Türk sosyolojisi ekolünün oluşmasını sağlayan kişidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 316


6
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Türk toplumunun meselelerinin kaynağında toplumlar arası ilişkiler bulunur.


Sosyal problemlerin sebepleri gibi çözümleri de toplumlar arası ilişkilerdedir.
Toplumlar arası ilişkiler, bütün gelişmelerin kaynağı olup Doğu-Batı çatışması
şeklinde tezahür ederler. Sadece Doğu-Batı ayrımından bahsetmek yeterli değildir
aynı zamanda toplumlar arası ilişkilerin ve Doğu-Batı çatışmasının gündeme
getirilmesi gerekir (Sezer, 1998). Baykan Sezer, dünyada söz sahibi olabilmek için
her şartta dünya sorunlarıyla ilgili kendi açıklamalarımızın olması gerektiğini ileri
sürmüştür (Sezer, 1994). Türk sosyolojisi, Baykan Sezer ile birlikte, bütün dünyaya
kendi sözümüzü iletme olanağı bulmuştur (Eğribel ve Özcan, 2005b).
Sonuç olarak, Baykan Sezer’in ana tasası, “kendimizi”, yani Türk toplumunu
ve tarihini Doğu-Batı çatışması ekseninde izah etmektir (Kızılçelik, 2008). Doğu-
Batı çatışmasının ilk uygarlıkların ortaya çıkması ve aynı zamanda toplumlar arası
farklılaşmalar açısından teorik düzeyde dünya tarihini izah eden bir bütünlük
içinde irdelenmesi ilk kez Baykan Sezer’in “Doğu-Batı Çatışmasında Yunanlılığın
Yeri” tezi ile olmuştur (Eğribel, 2004). Baykan Sezer, Doğu-Batı çatışması kuramıyla,
Türk toplumunun toplumlar arası ilişkilerdeki, bilhassa Doğu-Batı ilişkilerindeki
ağırlığını ve yerini saptamaya özen göstermiştir. Baykan Sezer, Türk toplumunun
sorunlarının gerek Doğu toplumlarına gerekse Batı toplumlarına kimliklerini
kazandıran Doğu-Batı çatışması içine yerleştirilmeden anlaşılamayacağını ileri
sürmüştür (Kızılçelik, 2004a). Sosyolojimizin Kemal Tahir’i olarak nitelendirdiğim
Baykan Sezer, Türk sosyolojisinin ana ismidir. Doğu-Batı çatışması kuramının
mimarıdır.

Ertan Eğribel
Kendisinin bana (Sezgin Kızılçelik’e) verdiği kısa biyografiye göre, Ertan
Eğribel, 1957’de Samsun’da doğmuştur. Gazi Osman Paşa İlkokulu, Mithatpaşa
Ortaokulu ve 19 Mayıs Lisesi fen bölümünü Samsun’da bitirmiştir. 1980’de
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. 1984’te Niçin
Arabesk Değil? Kitabını yayımlamıştır. Baykan Sezer yönetiminde 1987’de yüksek
Doğu-Batı çatışması
kuramının yaşayan dört lisansını, 1990’da ise doktorasını tamamlamıştır. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi
temsilcisi vardır. Bunlar, Sosyoloji Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak çalışmaya başlamıştır. 1994’te
Ertan Eğribel, Hacı Resim Sanatı ve Türk Resminde Batılılaşma Eğilimleri kitabını yayımlamıştır.
Bayram Kaçmazoğlu, 1997’de sosyoloji doçenti, 2008’de ise sosyoloji profesörü olmuştur. Hâlen
Sezgin Kızılçelik ve Ufuk İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde çalışmaktadır. Baykan Sezer’in
Özcan’dır. ölümünün ardından Sosyoloji Yıllıkları’nın yayınını Ufuk Özcan ile birlikte
sürdürmüştür. Eğribel, Sosyologca, Tarih ve Uygarlık İstanbul dergilerini çıkarmış
ve Ufuk Özcan ile birlikte editörlüğünü yapmıştır. Eğribel’in 150’nin üzerinde
makalesi bulunmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 317


7
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Eğribel, Kemal Tahir ile Baykan Sezer’i önemsemiştir. Eğribel’e göre, Kemal
Tahir ve Baykan Sezer, sömürgeci Batı’nın saldırıları karşısında Türkiye’nin
özgüvenini ve özellikle de direniş geleneğini temsil eden 20. yüzyılın büyük Doğu
devrimcileri ve düşünce insanlarıdır (Eğribel, 2003b). Eğribel, Kemal Tahir-Baykan
Sezer ekolünün en etkili savunucularından biridir.
Eğribel, sosyolojiyi toplumların kendileri ve kendi kimlikleri üzerinde bir
bilinçlenme şekli olarak tanımlamıştır (Eğribel, 2005). Eğribel (2010a), sosyolojinin
varlık sebebinin toplum problemleri üzerinde bilinçlenmek olduğunu söylemiştir.
Bu çerçevede, Eğribel, Türk toplumu ve tarihi üzerine bilinçlenmemizi sağlayacak
Türk sosyolojisini ön plana çıkarmıştır. Eğribel, Türk sosyolojisinde metot
konusuna ehemmiyet vermiştir. Eğribel (2010b; 2005), Türk sosyolojisinin
disiplinler arası bir metot geliştirdiğine, bu çerçevede, tarih ile kurduğu yakın
ilişkilere dikkat çekmiş, ayrıca Türk sosyolojisinin arkeoloji ve sanat tarihi ile
ilişkisinin gerekliliğini vurgulamıştır.
Eğribel, Türk sosyolojisinin Türk toplumunu açıklarken dünyayı da açıklamak
zorunda olduğunu bildirmiştir. Eğribel, Türk sosyolojisini, toplumlar arası ilişki ve
değişmeleri belirleyen ilişki (Doğu-Batı çatışması) çerçevesinde ele almıştır
(Eğribel, 2005). Toplumlar arası ilişkilerin en genel ifadesi, Doğu-Batı çatışmasıdır.
Toplumların yerleri, söz konusu çatışma içinde belirlenir (Eğribel, 2003b).
Eğribel’in bir başka orijinal yönü, Türk müziği, çizgi roman, resim sanatı gibi
alanlarda Türkiye’de ilk sosyolojik çalışmaları yapmış olmasıdır. Eğribel’in özellikle
müzik olgusu üzerine görüşleri ilgi çekicidir. O, müzik ve sosyal kimlik arasındaki
bağlantıya odaklanmıştır. Müzik ve Türk müziğini Doğu-Batı çatışması teorisi
Ertan Eğribel, Kemal açısından tahlil etmiştir (Eğribel, 1984; 2006). Eğribel, aynı zamanda, Türkiye’de
Tahir-Baykan Sezer 1980’lerde ön plana çıkan ve etkisi günümüze kadar devam eden arabesk müziğin
ekolünün gelişmesinde doğru sosyolojik yorumunu yapmış ilk sosyologumuzdur. Eğribel (1984), arabesk
en büyük rolü oynamış müziği, bir toplum olayı, kültür ve kimlik meselesi olarak ele almıştır. Arabesk
önemli bir yerli
müzik ile Batılılaşma arasındaki ilişkiyi sorgulamıştır. Eğribel (1984; 2006), arabesk
sosyologumuzdur.
müziğe kimliğini kazandıran ana temalar olarak alternatifsizlik (kuralsızlık), dış
dinamik (felek, isyan ve ölüm gibi) ve kültür ikiliğinden (yabancılaşma ve çilecilik
gibi) söz etmiştir.
Kısaca, Eğribel, Türk sosyolojisi, Doğu-Batı çatışması, sosyolojide yöntem,
sanat, edebiyat ve müzik alanlarında ciddi eserlere imza atmış, kalburüstü bir yerli
sosyologumuzdur. Eğribel, Kemal Tahir-Baykan Sezer çizgisinin tanınması ve
yaygınlık kazanması için büyük bir mücadele vermiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 318


8
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Hacı Bayram Kaçmazoğlu


Hacı Bayram Kaçmazoğlu, 1963’te Bayburt’ta doğmuştur. 1981’de Ümraniye
Lisesi’nden mezun olmuştur. 1986’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sosyoloji Bölümü’nü bitirmiştir. Aynı bölümde Baykan Sezer’in danışmanlığında
yüksek lisansını ve doktorasını tamamlamıştır. Atatürk Üniversitesi ve Cumhuriyet
Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışmıştır. Hâlen İnönü Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü’nde görev yapmaktadır (Kaçmazoğlu, 2012a). 1997’de sosyoloji doçenti,
2003’te ise sosyoloji profesörü olan Kaçmazoğlu’nun önemli eserleri şunlardır:
Türk Sosyoloji Tarihine Üzerine Araştırmalar; Türk Sosyoloji Tarihine Giriş I; Türk
Sosyoloji Tarihi II; Türk Sosyoloji Tarihi III; Türk Sosyolojisinde Temalar 1; Türk
Sosyolojisinde Temalar; Türk Sosyolojisinde Temalar 3.
Kaçmazoğlu, öncelikle sosyolojinin Batı bilimi olduğunu bildirmiştir. Ona
göre, sosyolojiyi Batı’da ortaya çıkaran gelişmeler, endüstrileşme, kentleşme ve
buna bağlı olarak kapitalist toplum yapısının gündeme getirdiği bunalımlardır
(Kaçmazoğlu, 1999). O, Batı bunalımlarının bilimi olan sosyolojinin Batı’da doğar
doğmaz Türkiye’ye aktarıldığını belirtmiştir. Ona göre, Batı’dan aktarılan
sosyolojinin amacı, kutsallaştırılmış sözcükleriyle problemlerimize çözüm üretmek,
özellikle de Batılılaşmayı kitlelere tanıtmaktır (Kaçmazoğlu, 1999; 2001). Batılı
devletler, sosyoloji vasıtasıyla Türkiye’de kendi sistemlerini en ideal ve üstün bir
sistem olarak takdim etmeyi hedeflemiştir. Batılı egemen güçler, bu amaçlarına
ulaşmışlardır. Kaçmazoğlu’nun deyişiyle, Batılılar, sosyoloji ekolleriyle Türkiye’de
kendi çıkarlarını savunacak sosyoloji grupları oluşturmuşlardır (Kaçmazoğlu, 2003).
Batıcı sosyologlarımız, Batılı devletlerin ekmeğine yağ sürerek, Batılı sistemlerin ve
değerlerin Türkiye’ye aktarılması hususunda çaba sarf etmişler, Batı toplumlarının
sahip oldukları özellikleri ve düşünce yapılarını övmüşler, bunu da sosyolojinin
gerçekleri olarak yansıtmışlardır (Kaçmazoğlu, 2011).
Kaçmazoğlu, “batı” sözcüğüne eleştirel yaklaşmış, onun Türkiye’deki bilim
adamları için kutsal olduğunu iddia etmiştir. Aydınlarımız, görüşlerine meşruluk
kazandırmak için, söze ve yazıya, “Batı’ya göre bu konu şöyledir” diye başlar.
Onların gözünde Batı sözcüğü bir maymuncuk gibi her kapıyı açan bir niteliğe
sahiptir (Kaçmazoğlu, 1995). Bu durum, Türk aydının tipik bir özelliğidir. Doğu
Kaçmazoğlu, Türk
toplumlarını eleştirip Batı dünyasını kutsamak Türk aydınının müşterek
sosyoloji tarihi üzerine
kapsamlı sosyolojik özelliklerinden biridir (Kaçmazoğlu, 1998). Kaçmazoğlu, Türk toplumunun Batı
incelemeler yaparak, bu toplumlarından farklı olduğunu her vesileyle belirtmiştir. Sözgelimi, Kaçmazoğlu,
alandaki boşluğu Türkiye’deki siyasal fikir hareketlerine odaklaşırken de toplumumuzun Batı’dan
doldurmuş bir farklı olduğunu göstermek istemiştir (Kaçmazoğlu, 1995).
sosyologumuzdur.
Kaçmazoğlu, Batı sosyolojisine eleştirel yaklaşmış, Türk sosyolojisine ihtiyaç
duyduğumuzu ısrarla vurgulamıştır. Ona göre, Türk sosyolojisi, dünyadaki olayları,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 319


9
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

dünyayı şekillendiren büyük devletlerin ve onların sosyologlarının teorileriyle


açıklamayı bırakıp Türkiye’nin temel özelliklerini ve şartlarını esas alan görüşler
geliştirmelidirler (Kaçmazoğlu, 2012a). Kaçmazoğlu (2012a; 1999; 2003; 2011;
2012b; 2012c), Türk sosyoloji tarihinin öncü isimlerini (Ziya Gökalp’ten bugüne
kadar sosyolojimizde iz bırakan sosyologları), Türk sosyolojisinin kurumsal
temellerini ve ana temalarını (Türkçülük, İslamcılık, muhafazakarlık, kuram,
uygulama, sosyalizm ve Doğu-Batı çatışması) çok detaylı bir biçimde tahlil etmiştir.
Kısaca, Kaçmazoğlu, Türk sosyoloji tarihi konusunda en etkili metinlere imza
atmış, bu konuda ana referans kaynağı hâline gelmiş yerli bir sosyologumuzdur. Eş
deyişle, Türk sosyoloji tarihi üzerine kitaplar deyince akla hemen Kaçmazoğlu’nun
metinleri gelir. Kaçmazoğlu, Türk sosyoloji tarihini derinliğine irdeleyerek Doğu-
Batı çatışması kuramına büyük katkı yapmıştır.

Ufuk Özcan
Kendisinin bana (Sezgin Kızılçelik’e) verdiği kısa biyografiye göre, Ufuk
Özcan, 1965’te Niğde’de doğmuştur. Niğde 23 Nisan İlkokulu’nu bitirmiştir.
1979’da Atatürk Ortaokulu’ndan, 1982’de ise Niğde Lisesi’nden, 1988’de ise
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. 1990’da aynı
bölümde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. İstanbul Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü’nde 1991’de yüksek lisansını, 1996’da ise doktorasını yapmıştır.
Doktora tezini, Ahmet Ağaoğlu ve Rol Değişikliği: Yüzyıl Dönümünde Batıcı Bir
Aydın adıyla yayımlamıştır. 1999’da yardımcı doçent, 2009’da ise sosyoloji doçenti
olmuştur. Hâlen İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde akademisyen olarak
çalışmaktadır. Sosyoloji Yıllığı; Sosyologca; Tarih ve Uygarlık İstanbul Dergisi'nin
editörlüğünü Ertan Eğribel ile birlikte üstlenmiştir. Bir kısmı Ertan Eğribel ile ortak
olmak üzere toplam 80 makalesi bulunmaktadır.
Özcan, eserlerinde ağırlıklı olarak, Türk sosyolojisine yer vermiştir. Özcan
(2010a), Türk sosyolojisini önemsemesinin kaynağında, öncelikle Türkiye’nin
problemlerine yönelik ilgisinin bulunduğunu belirtmiştir. Özcan, Türk sosyolojisinin
özgün damarının 1960’ların düşünce ortamında Kemal Tahir ve Baykan Sezer’in
Ufuk Özcan, Ertan farklılaşan yerli yaklaşımlarının olduğunu bildirmiştir. Özcan, Kemal Tahir ve
Eğribel ile ortaklaşa Baykan Sezer’in modernleşme kuramına ve Türk Batılılaşmasına köklü eleştiriler
yazdıkları yazılarında yönelterek Türk sosyolojisinin çatısını oluşturduklarını öne sürmüştür. (Özcan,
Doğu-Batı çatışması 2010b). Özcan, Kemal Tahir-Baykan Sezer düşünce sistemini önemsemiştir. Özcan,
kuramının gelişiminde
günümüzde yalnızca Türkiye’nin değil, bütün dünyanın bir fikir bunalımı yaşadığını
etkili olmuş, Türk
toplumunun sorunları bildirmiştir. Özcan, bu bunalımı aşmak için Kemal Tahir’den Baykan Sezer’e gelişen
üzerine düşünmüştür. çizgide önemli bir birikim elde etmiş olan Türk düşüncesinin rolüne ve önemine
vurgu yapmıştır (Özcan, 2003).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 320


10
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Özcan, Baykan Sezer tarafından geliştirilen Doğu-Batı çatışması kuramının


toplum sorunlarının anlaşılmasında ne denli önemli olduğunun altını çizmiştir. Ona
göre, Doğu-Batı çatışması teorisi, tarihte gerçekleşen olaylar yığınını belirli bir
zemine oturtmakta, toplumların kimliği hakkında berrak bir kavrayış sağlar (Özcan,
2004). Özcan, Doğu-Batı çatışması kuramı ışığında Türk toplumunun sorunlarına
eğilmiştir. Özcan, Doğu-Batı çatışması kuramının ana dayanaklarından birisi olan
uygarlığın hakiki temsilcisi ve kaynağı Doğu’dur görüşünü esas almıştır (Eğribel ve
Özcan, 2012). Özcan’a göre, Doğu-Batı ilişkilerinin ve çatışmasının kökeni,
bugünkü meselelerin anlaşılması bakımından önemlidir (Eğribel ve Özcan, 2013).
Toplumların karşılaştığı temel sıkıntılar, Doğu-Batı çatışması içinde açıklık
kazanmadığı sürece, günümüzde Batı egemenliğini ve bu egemenliğe maruz kalan
toplumları kavrama olanağı yoktur (Özcan, 2004).
Kısaca, Özcan, Eğribel ile birlikte Kemal Tahir-Baykan Sezer çizgisinin etkin
Sezgin Kızılçelik, Doğu- hâle gelmesinde büyük bir rol oynamıştır. Özcan, Türk sosyolojisi ve Türk toplum
Batı çatışması kuramını düşüncesi üzerine çalışmalarıyla Doğu-Batı çatışması kuramının gelişmesine katkı
Batı uygarlığına ve Batı
yapmış yerli bir sosyologumuzdur.
sosyolojisine daha fazla
yoğunlaşarak yeniden Sezgin Kızılçelik
biçimlendirip
geliştirmiştir. Elinizdeki kitabın da yazarı olan Sezgin Kızılçelik, 1969’da Ardahan’ın Göle
ilçesine bağlı Hoşdülbent Köyü’nde doğmuş, 1979-1985 yılları arasında Isparta
Gönen Öğretmen Lisesi’nde okumuştur. 1989’da Ege Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü’nden mezun olmuştur. Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde
1991’de yüksek lisansını ve 1995’te ise doktorasını tamamlamıştır. Sırasıyla Selçuk
Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Cumhuriyet Üniversitesi ve İnönü Üniversitesi
Sosyoloji Bölümlerinde akademisyen olarak çalışmıştır. 28 yaşında Türkiye’nin en
genç sosyoloji doçenti, 33 yaşında ise en genç sosyoloji profesörü olmuştur.
Yayımlanmış 35 kitabı bulunmaktadır. Kızılçelik’in en bilinen kitapları şunlardır:
Sosyoloji Teorileri 1; Sosyoloji Teorileri 2; Sosyoloji Teorileri 3; Baykan Sezer’in
Sosyoloji Anlayışı; Frankfurt Okulu; Küreselleşme ve Sosyal Bilimler; Sefaletin
Sosyolojisi; Atatürk’ü Doğru Anlamak; Zalimler ve Mazlumlar; Özgünlüğün
Sosyolojisi; Batı Barbarlığı 1; Batı Barbarlığı 2; Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek
Cilt 1; Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2; Sosyolojinin Neliği; Sosyoloji
Tarihi 1; Sosyoloji Tarihi 2; Sosyoloji Tarihi 3; Sosyoloji Tarihi 4; Özgün ve Yetkin
Bir Sosyal Teorisyen Olarak Kemal Tahir; Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1; Yerli
Doğu-Batı çatışması Sosyoloji: Doğu-Batı Çatışması Teorisinin Ana Hatları. Kızılçelik, hâlen İzmir
kuramı, Doğu-Batı ayrımı
Bakırçay Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde profesör olarak görev yapmaktadır.
yapmış, toplumları bu
ayrım içerisine Kızılçelik, Batı sosyolojisi tarihi ve kuramları üzerine yoğunlaşmış, bu
yerleştirerek analiz alanda Türkiye’de ilk çalışmalara imza atmıştır. Kızılçelik, aynı zamanda Batı
etmiştir. sosyoloji tarihinin dar kalıpları içinde kalmamış, Batı sosyolojisinin ufkunu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 321


11
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

genişletmeye çalışmış, Batı sosyoloji tarihinde yer verilmeyen Francis Bacon, René
Descartes ve Thomas Hobbes’un sosyal teorilerini Sosyoloji Tarihi 2 eserinde ele
almıştır (Kızılçelik, 2011). Bunun yanı sıra, Kızılçelik, Sosyoloji Tarihi 1 eserinde, İbni
Haldun, Machiavelli, Montesquieu ve Rousseau’nun sosyal teorilerini (Kızılçelik,
2006); Sosyoloji Tarihi 3 kitabında, Saint-Simon, Comte, Spencer, Le Play ve
Tocqueville’in sosyal teorilerini (Kızılçelik, 2016a); Sosyoloji Tarihi 4 isimli yapıtında
ise, Hegel, Proudhon, Marx, Durkheim, Weber ve Veblen’in sosyal teorilerini
(Kızılçelik, 2017) detaylı bir biçimde tahlil etmiştir. Kızılçelik, ayrıca Batılı sosyoloji
kuramlarını üç ciltlik eserinde analiz etmiştir (Kızılçelik, 1992; 1994; 1996). Kızılçelik,
Batı sosyolojisi üzerine düşünmüş, onun mantığını ve politik gövdesini sorgulamış
(Kızılçelik, 2009), onu “burjuva sosyolojisi” ve “Marx’ın sosyolojisi” olarak iki
parçaya ayırarak analiz etmiş, onlara eleştirel yaklaşmıştır (Kızılçelik, 2007a;
2007b). Kızılçelik’in Batı sosyolojisine bu denli ayrıntılı yoğunlaşmasının ana
sebebi, Doğu-Batı çatışmasının ana taraflarından biri olan Batı’yı doğru anlamaktır.
Kızılçelik, felsefe ve sosyal bilimlerin birbirlerinden ayrılmasına, sosyal
bilimlerin kendi içlerinde uzmanlaşmasına karşı çıkmış, sorunlara disiplinler arası
bir çerçeveden yaklaşmış, sosyal bilimleri yeniden yapılandırmaya girişmiştir
(Kızılçelik, 2001; 2004b). Kızılçelik, bu çabasıyla Doğu-Batı çatışması kuramının
disiplinler arası karakterini ön plana çıkarmayı hedeflemiştir.
Kızılçelik, Batı sosyolojisinin yanı sıra Türk sosyolojisine de kafa yormuştur.
Kızılçelik, Türk toplumunu Batı sosyolojisine göre açıklamaya çalışan ana eğilimi
sorgulamıştır (Kızılçelik, 2008). Batıcı sosyologlarımız, olaylara ve sorunlara dar
kalıplardan, Batı sosyolojisinin penceresinden baktıklarından, Türk toplumunu ve
tarihini yeterince idrak edememişlerdir (Kızılçelik, 2012). Kızılçelik’e göre, Batı
toplumlarından farklı özellikler taşıyan Türk toplumunu açıklayabilecek bir Türk
sosyolojisine ihtiyaç vardır (Kızılçelik, 2004a). Çünkü Batı’dan ayrı bir gelişme
çizgisi izleyen toplumumuzun kendine özgü yapısı ve gerçekleri vardır. Batı’nın
çıkarlarını koruyan, onun üstünlüğünü savunan ve Batı ideolojisini yansıtan Batı
sosyolojisi, Türkiye’nin çıkarlarına terstir. Batılı sosyoloji kuramları, Türkiye’yi
anlayamaz ve onun sorunlarını belirleyemez (Kızılçelik, 2004a). Kısaca, Kızılçelik’e
göre, Türk toplumunu tahlil etmek için Batılı teoriler bir çıkış yolu değildir. Batı
sosyolojisi, Türk toplumunun geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki yerini
açıklayamaz. Türk sosyolojisinin kaynağı, Türk toplumu ve tarihidir (Kızılçelik,
2005a). İşte, tüm bunlardan dolayı, Kızılçelik’e göre, Türk toplumuna özgü bir
kuram, Türk düşünce sistemi ve tarihinden hareket edilerek oluşturulabilir.
Diğer yandan Kızılçelik, Batı uygarlığını, “Batı barbarlığı” ve “Batı bataklığı”
olarak okumuştur. Kızılçelik, yaygın söylemin aksine, Batı’nın uygar değil, barbar
olduğunu iddia etmiştir. Batı barbarlığını ve bataklığını, yani Batı’nın yayılmacı ve
talancı olduğunu, despotluğa, köleleştirmeye ve akıldışılığa dayandığını Batı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 322


12
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

sosyolojisinde etkili düşünürlerden yola çıkarak gözler önüne sermiştir (Kızılçelik,


2005a; 2005b; 2013; 2016b).
Kısaca, Kızılçelik, Batı uygarlığının övgüsünü yapan, buna karşın Doğu
uygarlığını küçümseyen Batı sosyolojisine yoğunlaşmış ve fakat ona eleştirel
yaklaşmıştır. Kızılçelik, diğer Doğu-Batı çatışması kuramcılarından farklı olarak Batı
sosyoloji tarihine ve kuramlarına daha fazla odaklanmıştır. Çünkü Kızılçelik, Doğu-
Batı çatışması kuramının “Doğu” kısmına nazaran biraz geri planda kalan “Batı”
tarafını (Batı uygarlığını ve onu ön plana çıkaran Batı sosyolojisini) derinlemesine
tahlil ederek Doğu-Batı çatışması kuramını daha muhkem hâle getirmek istemiştir.
Kızılçelik, Yerli Sosyoloji: Doğu-Batı Çatışması Teorisinin Ana Hatları eserinde
(Kızılçelik, 2015) “yerli sosyoloji”yi ayrıntılı olarak tahlil etmiştir.

•Kendi romanımızı, sanatımızı, mimarimizi, siyasetimizi,


Örnek

bilimimizi, kavramlarımızı, felsefemizi ve sosyolojimizi


üretmek... Her alanda olduğu gibi sosyolojide de yerli ve
millî olmak gerekir.
Doğu-Batı çatışması, yeni
bir durum değildir.
İnsanlık tarihini, Doğu-
Batı çatışması tarihi DOĞU-BATI ÇATIŞMASI KURAMININ ANAHTAR
olarak ele almak
mümkündür. TERİMLERİ
Doğu-Batı çatışması kuramının anahtar terimleri, toplum farklılaşmaları,
sınıf merkezli toplumlar, devlet merkezli toplumlar, Türk toplumu, Batılılaşma,
Doğu uygarlığı, Batı yayılmacılığı, Batı barbarlığı, yerlilik, toplumlar arası ilişkiler ve
Doğu-Batı ayrımıdır. Bu kuramın ana terimi, Doğu-Batı ayrımıdır.
İnsanlığın dünya ölçeğinde Doğu ve Batı şeklinde iki ayrı kutba ayrılması
olayı, bir gerçektir. Sosyolojide kullandığımız birçok sözcük (az gelişmiş ülkeler ve
gelişmiş ülkeler, Asya toplumları ve Avrupa toplumları gibi) bu duruma, yani Doğu-
Batı ayrımına işaret eder (Sezer, 1990b). Doğu-Batı ayrımı, Doğu ve Batı’nın
birbirinden habersiz yaşamaları sonucu değil, tarih içinde çatışmaları sonucunda
ortaya çıkmıştır. Doğu ve Batı ayırımı, uygarlığa geçiş döneminde karşılaşılan
sorunlara Doğu’nun ve Batı’nın ayrı çözüm yolları getirmiş olmasının bir
sonucudur. Doğu’nun ve Batı’nın meselelere farklı çözüm yolları getirmesi ise, bu
meselelerle karşılaşan uygarlık-öncesi barbar toplumların değişik karakter
taşımasından çok içlerinde bulundukları coğrafya şartlarının değişikliği ve uygarlığa
geçiş döneminde karşılaşılan tarihî ve siyasi olaylar sonucu olmuştur. İnsanlık
kendisini barbarlık aşamasından uygarlık aşamasına geçirecek devrimi yapmasaydı
bugün yeryüzünde Doğu-Batı ayrımı olmayacaktı (Sezer, 1979). Kısaca, Doğu ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 323


13
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Batı, tarihsel derinliği çok kuvvetli sözcüklerdir. Toplumların bir küme içinde
görülmesi ve bir “taraf”a mensubiyet açısından tarif edilmesi, tarihin ilk
dönemlerinden bugüne kadar varlığını sürdüren bir eğilimdir. Antik Çağ’da
“Yunan-barbar”, Orta Çağ’da “hilal-salip”, günümüzde ise “geleneksel-modern”
ayrımları, Doğu-Batı farklılığına vurgu yapan ayrımlardır (Özcan, 2004). Doğu ve
Batı birbirleriyle çatışmaya dayalı karşılıklı ilişkiler içinde kimliklerini kazanmıştır.
Uygarlıkların ana nitelikleri, bu çatışmanın (Doğu-Batı çatışması) bir ürünüdür
(Eğribel, 2010b). Doğu-Batı çatışması, dünya tarihinin kaderine tesir etmiş,
toplumların gelişmelerini bütün yönleriyle belirlemiştir (Sezer, 1981).

Resim 14.2. Baykan Sezer’in bir kitabı: Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları

DOĞU-BATI ÇATIŞMASI KURAMININ TEMEL TEZLERİ


Doğu-Batı çatışması kuramının temel tezlerini on iki noktada toplamak
mümkündür:
 Sosyolojinin ilgi odağında yer alan toplum sözcüğü, farklı uygarlıklarda
Doğu-Batı çatışması farklı görünüme sahiptir. Toplumlar, tarihin başlangıcından bu yana
kuramı, tarihsel süreçte birbirlerinden farklılaşmışlar ve farklı gelişme çizgileri izlemişlerdir. Doğu-
hem Türk toplumunu Batı çatışması kuramı, toplum farklılaşmalarını, Doğu toplumları ile Batı
hem de diğer tüm toplumları farklılığı çerçevesinde ele almıştır (Kızılçelik, 2012).
toplumları çözümleme  Doğu-Batı ayrımı, yeni bir hadise değildir, insanlık tarihi kadar eskidir.
imkânı taşır.
İnsanlık tarihinde Doğu-Batı ayırımı, bir gerçektir (Sezer, 1979). Doğu-Batı
farklılığı, insanların düzenli bir toplum olarak örgütlenmeye
başlamalarından bu yana devam etmektedir (Sezer, 2005a).
 Tarihte toplumlar arası ilk farklılaşmalar, Doğu’da bazı toplumların yerleşik
tarıma geçmesiyle gerçekleşmiştir. İlk yerleşik tarım uygarlıklarının tarih
sahnesinde görülmesi ve Doğu uygarlıklarının gerçekleştirdikleri bu
aşamayla büyük bir zenginlik sağlaması, ilk mühim toplum farklılaşmasına
yol açtığı gibi toplumlar arası ilişkilere de yeni bir yön ve boyut
kazandırmıştır (Sezer, 1990a).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 324


14
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

 Doğu toplumlarının tarihsel süreci ile Batı toplumlarının tarihsel süreci,


birbirlerinden farklıdır. Kemal Tahir’e göre, bu noktada yapılması gereken
şey, Doğu uygarlığına mensup Türk toplumunun tarihi akışının Batı
toplumları tarihinde görülen dönemlerle benzerlik göstermediğini, Batı
tarihine dönük tarihsel bölümlendirmelerin (İlk Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ)
Türk tarihi için geçerli olmayacağını kabul etmektir (Kızılçelik, 2012).
 Doğu toplumları, Batı toplumlarından hem tarihsel hem de bugünkü sosyal
yapıları itibariyle farklıdır. Doğulu toplumlar, sınıfsal yapıların gelişmediği
“devlet merkezli toplum”lardır. Batılı toplumlar ise, “sınıflı toplum”lardır.
Batı toplumlarında devlet sınıfların temsilcisi ve savunma aracıdır. Doğu
toplumlarında devletin görevi, toplumu ihya etmektir. Doğu toplumlarında
devlet, halka karşı sorumluluklar üstlenmiştir. Orhun Abideleri’nde çıplak
milleti giydirdim, yoksul milleti zengin yaptım vurgusu, bu bağlamda
önemlidir. Doğu toplumlarında insanlar, her şeyi devletten beklerler.
Kemal Tahir’in belirttiği gibi, biz devlete “baba” deriz. “Devlet Baba”, bize
ait bir deyimdir. Türk toplumunun tarihinde devlet hep kutsal olarak
görülmüştür (Kızılçelik, 2012).
 Batı toplumlarında özel mülkiyet kutsal kabul edildiğinden sermayenin
belli ellerde toplanması olağan olmuştur. Doğu toplumlarında devletin
görevi, zenginliklerin belli kişilerde toplamasını ve buna dayanarak sistemi
bozmasını önlemek olmuştur (Kemal Tahir, 1992c).
 Doğu toplumları ile Batı toplumları arasındaki farklılığı tahlil etmede
özgürlük önemli bir yer tutar. Kemal Tahir, Doğulu Türk toplumunun
kölelikle ilişkilendirilmesine karşı çıkmış, Türk milletinin hürriyetsizlikten
iğrendiğini, dolayısıyla tarihinde Batı’dakine benzer kölelik döneminin
yaşanmadığını iddia etmiştir (Kemal Tahir, 2004). Kemal Tahir, Anadolu
insanının köleliğe değil, tam aksine özgürlüğe daha yatkın olduğunu iddia
etmiştir. Kemal Tahir, Sokrates’e baldıran içiren Atinalıların köle ruhlu
insanlarının özgür, buna karşın Anadolu insanının köle olarak görülmesini
Doğu-Batı çatışması, yerli eleştirmiştir (Kemal Tahir, 2007).
bir kuramıdır. Yerli  Doğu-Batı çatışması kuramı, Doğu toplumlarını, bilhassa da Türk
olduğu kadar evrensel bir toplumunu önemsemiştir. Türk insanını küçümseyen anlayışlara meydan
kuramdır da.
okumuştur. Eğribel ve Özcan’a göre, Türk insanının tarihinde utanacağı
hiçbir dönem ve olay yoktur (Eğribel ve Özcan, 2003).
 Doğu-Batı çatışmasının tarihte ilk örnekleri, Truva ve Yunan-Pers
savaşlarıdır. Daha sonra Doğu üzerinde hegemonya kuran Roma
İmparatorluğu, dünya egemenliğini ele geçirmiştir. Roma’nın devamı olan
Bizans, Doğu-Batı ilişkilerinde Batı’yı temsil etmiştir. Bizans’ın yıkılışından
sonra Doğu-Batı çatışması son bulmamış, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Doğu’nun savunucusu olarak Batı’ya direnç göstermesiyle Doğu-Batı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 325


15
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

çatışması devam etmiştir (Özcan, 2004). Osmanlı İmparatorluğu’nun


yıkılışından günümüze Doğu-Batı çatışmasında Batı üstünlüğü yeniden ele
geçirmiştir. Bugün, Doğu-Batı çatışması, Batı’nın çıkarına sürmektedir
(Kızılçelik, 2008). Kısaca, Doğu-Batı çatışması, dünya tarihinin dinamizmini
oluşturan temel olaydır (Eğribel ve Özcan, 2005b).
 Toplum gelişmelerinin kaynağında toplumlar arası ilişkilerin bulunması, bu
ilişkilerin denetimini ele geçirme çaba ve çekişmesi, Doğu-Batı ilişkilerinin
Doğu-Batı çatışmasına dönüşmesine yol açmıştır (Sezer, 2005b). Doğu’nun
ve Batı’nın kendi kimliklerini ve özelliklerini kazanmaları, toplumlar arası
karşılıklı ilişkiler içinde mümkün olmuştur. Doğu gelişmelerin dışında
olmadığı gibi uygarlık da Batı’nın bir başına kendi iç ilişkilerinin ve
çelişkilerinin değil, Doğu-Batı çatışmasının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır
(Sezer, 1998).
 Doğu-Batı çatışması kuramı, toplum ve tarih olayları önünde kapsamlı ve
bütünlüklü bir hesaplaşmadır. Bilindiği üzere, Marx da bütün tarihe yön
veren etkenin çatışma olduğunu, tarihin sınıf çatışmalarının tarihi
olduğunu iddia etmiştir. Baykan Sezer, Doğu-Batı çatışması kuramıyla,
sosyal problemlerin, toplumlar arası çelişkilerden kaynaklandığını
göstermeye çalışmış, tarihte belirleyici etkenin sınıf çatışması değil, Doğu-
Batı çatışması olduğunu öne sürmüştür (Özcan, 2004).
 Doğu-Batı çatışması kuramı, hem Doğu uygarlığını hem de Batı uygarlığını
açıklama amacı taşır. Doğu-Batı çatışması kuramı, sorunlara yerel düzeyde
bakan bir kuram değildir. Meselelere evrensel düzeyde yaklaşır. Baykan
Sezer, günümüz meselelerinin, Batı’nın da açıklanmasını bulduğu Doğu-
Batı çatışması içinde kavranabileceğini iddia etmiştir (Sezer, 1990a).
Problemleri ve sıkıntıları, Doğu-Batı çatışması içine yerleştirmeden anlama
olanağı yoktur (Sezer, 1997). Problemlerin anlaşılması için yalnızca Doğu
ya da Batı tarihini değil, dünya tarihini Doğu-Batı çatışması içinde ele
almak zorunluluğu bulunmaktadır (Sezer, 1990a). Dolayısıyla, Doğu-Batı
çatışması kuramı, yalnızca Türk sosyolojisine değil, dünya sosyolojisine
Doğu-Batı çatışması
yaptığımız en büyük katkıdır.
kuramının Huntington’ın
“medeniyetler çatışması”
görüşüyle herhangi bir
benzerliği yoktur.
• Sizce Doğu-Batı çatışması kuramı, diğer çağdaş
Bireysel Etkinlik

sosyoloji kuramlarına göre neden önemli bir


kuramdır? Bir fikriniz var mı?
• Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk sosyolojisinde
yeni kuramların ortaya çıkmasında bir rol
oynayabilir mi?

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 326


16
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

DOĞU-BATI ÇATIŞMASI KURAMININ ELEŞTİRİSİ


Doğu-Batı çatışması kuramına yönelik eleştirileri şu dört noktada toplamak
mümkündür:
 Doğu-Batı çatışması kuramı, genellikle Samuel P. Huntington’ın
“medeniyetler çatışması” görüşü ile karıştırılmakta ve özgün olmadığı
iddia edilmektedir. Oysa, bu gerçeği karşılamaz. Bilindiği üzere,
Huntington, medeniyetler çatışması görüşünü 1993’te ortaya atmıştır.
Huntington, medeniyetler çatışması anlayışında, Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki Soğuk
Savaş’ın sona ermesi ve akabinde oluşan dünya düzeni üzerine
odaklanmıştır. Huntington, komünizmin çöküşüyle birlikte dünyada çekme
ve itme gücü olarak ideolojilerin yerini kültürün aldığını belirtmiştir
(Huntington, 2002). Görüldüğü üzere, Huntington’ın 1990’ların başında
gündeme getirdiği medeniyetler çatışması fikrinin 1960’larda Kemal Tahir
ve Baykan Sezer tarafından geliştirilen Doğu-Batı çatışması kuramıyla
hiçbir ilişkisi yoktur. Fakat bazı sosyologlarımız ısrarla, Huntington’ın
“medeniyetler çatışması” görüşü ile Baykan Sezer’in Doğu-Batı çatışması
kuramının benzerlikleri olduğunu iddia etmektedir. Örneğin, Fahri Çakı
(2013), Huntington ile Baykan Sezer’in temel fikirlerinin bazı açılardan
benzer olduğunu öne sürmüştür. Eğribel ve Özcan’a (2008) göre, Batıcı
sosyologlarımız Doğu-Batı çatışmasını Baykan Sezer’in 1960’lardan bugüne
Doğu uygarlıkları adına nasıl ele aldığını merak edecekleri ya da
irdeleyecekleri yerde, Huntington’ın Batı çıkarları açısından konuyu
gündeme getiriş şeklini önemseyerek problemi bu yönüyle tartışmayı
yeğlemişlerdir.
 Doğu-Batı çatışması kuramına dönük bir başka eleştiri, Türk toplumunun
dâhil olduğu uygarlığa ilişkindir. Türkiye’deki Batıcı sosyologlar, Türk
toplumunu Batı uygarlığına ait bir toplum olarak görmüşlerdir. Bu yaygın
görüşün aksine Doğu-Batı çatışması kuramının savunucuları, Türk
toplumunu Batılı değil, Doğulu bir toplum olarak ele almışlardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 327


17
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

 Türk toplumunu diğer Doğulu toplumlarla aynı kefeye koymanın hatalı


olduğu iddia edilmiştir. Oysa, Doğu-Batı çatışması kuramcıları, Türk
toplumu, “Doğulu bir toplumdur” derken, onun söz konusu toplumların
Türkiye’de sosyologlara özelliklerinin tamamını ihtiva ettiğini kastetmemişlerdir. Örneğin, Türk
düşen ana görev, Doğu- toplumunun İran toplumuyla tarihsel ve kültürel benzerlikleri olmakla
Batı çatışması kuramı gibi birlikte farklı yönleri de vardır. Eğribel’in (2012) işaret ettiği gibi, Doğu-Batı
yerli kuramlar inşa çatışmasında İran toplumunun ve Türk toplumunun ortak ve farklı rolleri
etmektir.
bulunmaktadır. Doğu uygarlığına mensup olan Türk toplumunun kendine
özgülüğü söz konusudur (Kızılçelik, 2004a).
 Türk sosyolojisi gerçek kimliğini Doğu-Batı çatışması kuramıyla
kazanmıştır. Doğu-Batı çatışması kuramına dair eleştirilerin odağında bu
görüş bulunmaktadır. Bilimin evrensel olduğu görüşünden yola çıkılarak
bir Türk sosyolojisinin olamayacağı öne sürülmüştür. Fakat sosyolojide,
evrensellik söz konusu olamaz. O hâlde, Baykan Sezer’in (1993b), Türk
sosyolojisi için ayrı bir kimlikten söz ediyoruz, şeklindeki tezini
önemsememiz gerekir. Baykan Sezer’e göre, Türk sosyolojisi, Türk
toplumunu tanımlamak ve sorunlarını saptamak çabasında olmalıdır
[Sezer, 1988]. Batı gerçeğinin ve ideolojisinin bir parçası olan ve Batı
dünya egemenliğine katkı sağlayan Batı sosyolojisinden kurtulmamız
[Sezer, 1985], Türk sosyolojisinin ana sorunları üzerine düşünmemiz
(Sezer, 1988) gerekir. Türk sosyolojisi deyimini yadırgamamak gerekir.
Çünkü romanda, tiyatroda ve sinemada başarılan yerlilik sosyolojide de
mümkündür (Sezer, Eğribel ve Özcan, 2002). Yerli sosyoloji, Türkiye
gerçeğine Batı sosyolojisinin penceresinden bakmayan, bu ülkenin
gerçeklerini açıklama, memleketi tanıma ve tarihimizi doğru okuma kaygısı
taşıyan, kısaca sosyolojide “kendi sözümüz”ün olması gerektiğine inanan
bir sosyolojidir (Kızılçelik, 2015).
Doğu-Batı çatışması kuramı,
 Yerli ve millî bir kuramdır. Türk toplumuna Batılı sosyoloji kuramlarının
penceresinden bakmaya itiraz etmiştir.
 Türk toplumunun sorunlarına Doğu-Batı ilişkileri ve çatışması çerçevesinde
açıklama getirmiştir.
 Sadece Türk toplumunu değil, Doğu toplumlarını ve Batı toplumlarını
açıklama çabasında olmuştur.

• Doğu-Batı çatışması kuramının mantığını


Bireysel
Etkinlik

iyi kavramak için Sezgin Kızılçelik'in Baykan


Sezer ve Kemal Tahir üzerine olan
kitaplarını okuyun.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 328


18
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

•Doğu-Batı çatışması kuramı, dünyada ilk kez, insanlık tarihini, toplumları


ve sorunları, Doğu-Batı ayrımı ve Doğu-Batı çatışması bağlamında
değerlendiren tek sosyolojik kuram olma özelliğine sahiptir. Doğu-Batı
çatışması kuramına göre, Doğu uygarlığı ile Batı uygarlığı, Doğu toplumları
Özet ile Batı toplumları gerçek hüviyetine Doğu-Batı çatışması sayesinde
kavuşmuştur. Doğu-Batı çatışması kuramı, yerli ve millî bir kuramdır.
Doğu-Batı çatışması kuramı, şimdiye değin bu kitapta gördüğümüz on üç
kuramdan farklı bir konumdadır. Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk
sosyologları tarafından 1960’larda ortaya atılmış ve 1990’lardan itibaren
ise büyük bir gelişme göstermiştir. Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk
toplumuna Batı sosyolojisinin kuramlarının penceresinden bakmaya itiraz
etmiştir. Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk toplumunun tarihini,
bugününü, geleceğini en derinden etkileyen çatışmanın Doğu-Batı
çatışması olduğunu vurgulamıştır. Doğu-Batı çatışması kuramı, Türk
toplumunun sorunlarını Doğu-Batı çatışması içinde değerlendirmek
gerektiğine işaret etmiştir. Diğer yandan Doğu-Batı çatışması kuramı,
yalnızca Doğu uygarlığı ve ona mensup Türk toplumunu değil, aynı
zamanda, Batı toplumlarını da açıklama amacı taşır.
•Bu ünitenin amacı, çağdaş sosyolojinin en mühim kuramlarından biri olan
Doğu-Batı çatışması kuramını ana hatlarıyla tanıtmaktır. Doğu-Batı
çatışması kuramının öğrenilmesi, aynı zamanda, çağdaş sosyolojide etkin
olan ve şimdiye kadar gördüğümüz kuramlarından hiçbirinin Türk
toplumunu ve tarihini açıklayamayacağı gerçeğini kavramamıza da imkân
tanır.
•Doğu-Batı çatışması kuramının kökleri, bu topraklardadır. Doğu-Batı
çatışması kuramı, “Doğu düşüncesi”nden, Siyasetnâme’lerden ve
tarihçilerimizin metinlerinden beslenmiştir.
•Doğu-Batı çatışması kuramının ana isimleri, Kemal Tahir, Baykan Sezer,
Ertan Eğribel, Hacı Bayram Kaçmazoğlu, Sezgin Kızılçelik ve Ufuk
Özcan’dır.
•Kemal Tahir, Batılı kuramlara, şablonlara ve şemalara göre düşünmeye
karşı çıkmıştır. Kemal Tahir, toplum farklılaşmalarını önemsemiş, Doğu
toplumları ile Batı toplumlarının birbirlerinden farklı olduğu gerçeğini,
inşa ettiği Doğu-Batı çatışması kuramının merkezine yerleştirmiştir. Kemal
Tahir, Türk toplumunun bugünkü meselelerinin çözümünün Osmanlı’da
saklı olduğunu bildirmiştir.
•Baykan Sezer, Batılı sosyolojik kuramlarla Türk toplumunun gerçeğinin
kavranamayacağını belirtmiştir. Baykan Sezer, Türk tarihi ve düşünce
geleneğiyle ilişki kuracak ve sorunlarımızı çözecek yerli sosyoloji geleneği
oluşturma gayreti içinde olmuştur.
•Ertan Eğribel, Türk sosyolojisi, Doğu-Batı çatışması, sosyolojide yöntem,
sanat, edebiyat ve müzik alanlarında ciddi eserlere imza atmıştır. Eğribel,
Kemal Tahir-Baykan Sezer çizgisinin tanınması ve yaygınlık kazanması için
büyük bir mücadele vermiştir.
•Hacı Bayram Kaçmazoğlu, Türk sosyoloji tarihi konusunda en etkili
metinlere imza atmış, Türk sosyoloji tarihini derinliğine irdeleyerek Doğu-
Batı çatışması kuramına katkı yapmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 329


19
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

•Ufuk Özcan, Baykan Sezer’in biçimlendirdiği Doğu-Batı çatışması


kuramının özgünlüğünü, özellikle de Karl Marx’ın sınıf çatışması
kuramından farklılığını ve aynı zamanda kapsayıcılığını ön plana
çıkarmıştır.
•Sezgin Kızılçelik, diğer Doğu-Batı çatışması kuramcılarından farklı olarak
Özet (devamı)
Batı sosyoloji tarihine ve kuramlarına daha fazla odaklanmıştır. Kızılçelik,
Doğu-Batı çatışması kuramını Batı uygarlığına ve Batı sosyolojisine daha
fazla yoğunlaşarak yeniden biçimlendirip geliştirmiştir.
•Doğu-Batı çatışması kuramının anahtar terimleri arasında sınıf merkezli
toplumlar, devlet merkezli toplumlar, Batıcılaşma, Doğu uygarlığı, Batı
yayılmacılığı, Batı barbarlığı, Batı bataklığı, yerlilik, toplumlar arası ilişkiler
ve Doğu-Batı ayrımı ön plana çıkmaktadır.
•Doğu-Batı çatışması kuramı, Doğu-Batı ayrımı yapmış, toplumları bu ayrım
içerisine yerleştirerek analiz etmiştir.
•Doğu-Batı çatışması, yeni bir durum değildir. İnsanlık tarihini, Doğu-Batı
çatışması tarihi olarak ele almak mümkündür.
•Doğu-Batı çatışması kuramı, çağdaş sosyoloji kuramlarından hiçbirinin
Türk toplumunu açıklayamayacağını iddia etmiştir.
•Doğu-Batı çatışması kuramına göre, Türk toplumunun özelikleriyle Batı
toplumlarının nitelikleri birbirleriyle uyuşmaz.
•Doğu-Batı çatışması kuramına göre, Doğu toplumları, “devlet merkezli
toplum”lar iken Batı toplumları, “sınıflı toplum”lardır.
•Doğu-Batı çatışması, tarihin ve toplumların ana dinamizm kaynağıdır.
•Doğu-Batı çatışması, hem Türk toplumunun bugünkü sosyal yapısını ve
gerçeğini hem de tarihteki yerini anlamamıza imkân tanır.
•Doğu-Batı çatışması kuramı, sadece Doğu uygarlığı ve ona mensup Türk
toplumunu değil, aynı zamanda Batı toplumlarını da açıklama amacı taşır.
•Doğu-Batı çatışması kuramı, genellikle Samuel P. Huntington’ın
“uygarlıklar çatışması” görüşü ile karıştırılmış ve özgün olmadığı iddia
edilmiştir.
•Doğu-Batı çatışması kuramı, Doğu toplumları içerisinde ağırlığı sadece
Türk toplumuna vermiştir. Doğu-Batı çatışması kuramı, İran, Çin ve
Hindistan gibi önemli Doğu toplumları üzerine yoğunlaşmamıştır.
•Doğu-Batı çatışması kuramının Türk toplumunu diğer Doğulu toplumlarla
aynı kefeye koymasının hatalı olduğu iddia edilmiştir

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 330


20
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Doğu-Batı çatışması kuramının dayanakları arasında olan Siyasetnâme
aşağıdakilerden hangisine aittir?
a) Cevdet Paşa
b) Nizamülmülk
c) Naima
d) Namık Kemal
e) Yusuf Has Hacip

2. Aşağıdakilerden hangisi Doğu-Batı çatışması kuramının temsilcisi değildir?


a) Baykan Sezer
b) Ertan Eğribel
c) Kemal Tahir
d) Mümtaz Turhan
e) Hacı Bayram Kaçmazoğlu

3. Aşağıdakilerden hangisi Doğu-Batı çatışması kuramının anahtar


terimlerinden biridir?
a) Toplum farklılaşmaları
b) Toplumların benzerliği
c) Toplumların eşitliği
d) Toplumların değişmezliği
e) Toplum durağanlığı

4. Aşağıdakilerden hangisi Doğu-Batı çatışması kuramının tezlerinden


değildir?
a) Doğu-Batı çatışması kuramı, Doğu ve Batı uygarlığını açıklar.
b) Doğu-Batı çatışması, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren vardır.
c) Doğu-Batı çatışması, 1990’ların başında ortaya çıkmıştır.
d) Doğu toplumlarını, özellikle de Türk toplumunu önemsemek gerekir.
e) Toplumlar, uygarlıklar itibariyle farklılıklar gösterirler.

5. Doğu-Batı çatışması kuramını ilk kez ortaya koyan düşünce insanları


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Hacı Bayram Kaçmazoğlu-Sezgin Kızılçelik
b) Ertan Eğribel-Ufuk Özcan
c) Ertan Eğribel-Hacı Bayram Kaçmazoğlu
d) Orhan Kemal-Yaşar Kemal
e) Kemal Tahir-Baykan Sezer

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 331


21
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

6. Kalıplara, şablonlara ve şemalara göre düşünmenin bir kaytarmacılık


olduğunu ileri sürmüş olan düşünür kimdir?
a) Kemal Tahir
b) Prens Sabahattin
c) Ziya Gökalp
d) Mümtaz Turhan
e) Emre Kongar

7. Türk sosyolojisi ekolünün oluşmasını sağlayan sosyolog kimdir?


a) Hacı Bayram Kaçmazoğlu
b) Ertan Eğribel
c) Sezgin Kızılçelik
d) Baykan Sezer
e) Ufuk Özcan

8. Arabesk müzik ile Batılılaşma arasındaki ilişkiyi sorgulayan kimdir?


a) Ufuk Özcan
b) Ertan Eğribel
c) Baykan Sezer
d) Kemal Tahir
e) Hacı Bayram Kaçmazoğlu

9. Doğu-Batı çatışması kuramını Batı uygarlığına ve Batı sosyolojisine daha


fazla yoğunlaşarak yeniden biçimlendirip geliştiren sosyolog kimdir?
a) Kemal Tahir
b) Hacı Bayram Kaçmazoğlu
c) Sezgin Kızılçelik
d) Prens Sabahattin
e) Mümtaz Turhan

10. Türk sosyoloji tarihi üzerine kapsamlı sosyolojik incelemeler yaparak


Doğu-Batı çatışması kuramına katkı yapan sosyologumuz kimdir?
a) Baykan Sezer
b) Kemal Tahir
c) Sezgin Kızılçelik
d) Ufuk Özcan
e) Hacı Bayram Kaçmazoğlu

Cevap Anahtarı
1.b, 2.d, 3.a, 4.c, 5.e, 6.a, 7.d, 8.b, 9.c, 10.e

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 332


22
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Çakı, F. (2013). “Medeniyetler Çatışması mı, Doğu-Batı Çatışması mı?: S. P.
Huntington ve Baykan Sezer Karşılaştırmasına Dair Bir Deneme”. TYB
Akademi. Sayı: 9.
Eğribel, E. (1984). Niçin Arabesk Değil? İstanbul: Süreç Yayıncılık.
Eğribel, E. (2003a). “Kemal Tahir’de Roman ve Toplum Gerçeği Açısından Yöntem”.
Sosyoloji Yıllığı-Kitap 10: Kemal Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına. E.
Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2003b). “Kemal Tahir ve Sosyalizm”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 10: Kemal
Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.).
İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2004). “1960’ların ve Günümüz Sosyoloji/Sosyalizm Tartışmaları
Açısından Baykan Sezer’in Tarihte Yunanlılık Tezinin Önemi”. Sosyoloji
Yıllığı-Kitap 11: Baykan Sezer’e Armağan, Baykan Sezer ve Türk Sosyolojisi.
E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2005). “Sosyolojide Yöntem Sorunları: Türk Sosyolojisinin Arkeoloji ve
Sanat Tarihi ile İlişkisinin Gerekliliği Üzerine”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 12:
Tarihte Doğu-Batı Çatışması. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul:
Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2006). Debates on Music in Turkey. İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E. (2010a). “Türk Sosyolojisinin Önündeki Engeller ve Çalışma Biçimimiz
Üzerine: Kuramda ve Pratikte Özgür Birliktelik”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 20:
Türk Sosyologları ve Eserleri I . E. Eğribel ve U. Özcan (Ed.). İstanbul: Kitabevi
Yayınları.
Eğribel, E. (2010b). “Türk Sosyolojisinin Olanakları Üzerine Yeniden Düşünmek:
Türk Sosyolojisi Geleneği ve Mirasımız Üzerine”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 20:
Türk Sosyologları ve Eserleri II. E. Eğribel ve U. Özcan (Ed.). İstanbul: Kitabevi
Yayınları.
Eğribel, E. (2012). “Doğu-Batı Çatışmasında İran ve Türk Kimliğinin Ortak ve Farklı
Rolleri”. Tarih ve Uygarlık- İstanbul Dergisi. Sayı: 1-2.
Eğribel, E., Özcan, U. (2003). “Kemal Tahir ve Türk Romanı”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap
10: Kemal Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına. E. Eğribel ve U. Özcan
(Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 333


23
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Eğribel, E., Özcan, U. (2004). “Kronolojik Baykan Sezer Bibliyografyası”. Sosyoloji


Yıllığı-Kitap 11: Baykan Sezer’e Armağan, Baykan Sezer ve Türk Sosyolojisi.
E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E., Özcan, U. (2005a). “Baykan Sezer Günleri: Tarihte Doğu-Batı Çatışması
Kitabı Üzerine”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 12: Tarihte Doğu-Batı Çatışması. E.
Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E., Özcan, U. (2005b). “Baykan Sezer ve Tarihte Doğu-Batı Çatışması: ‘Türk
Sosyolojisinin Dünyaya Söyleyecek Farklı Sözü Var’”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap
12: Tarihte Doğu-Batı Çatışması. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.).
İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Eğribel, E., Özcan, U. (2008). “Baykan Sezer”. Türkiye’de Sosyoloji (İsimler-Eserler)
II. M. Ç. Özdemir (Der.). Ankara: Phoenix Yayınevi.
Eğribel, E., Özcan, U. (2012). “Modernizmin Buharlaştırdığı Her Şey Katılaşırken
Tarih, Toplum ve Uygarlığın Silikleşmesi”. Tarih ve Uygarlık- İstanbul Dergisi.
Sayı: 1-2.
Eğribel, E., Özcan, U. (2013). “Batı Yayılmacılığı ve Tarih Çarpıtıcılığı: Türk Kimliği
Tartışmalarında Çarpık Tarih Anlayışının Etkisi”. Tarih ve Uygarlık- İstanbul
Dergisi. Sayı: 3.
http://www.biyografya.com adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
https://www.dr.com.tr adresinden 16 Aralık 2018 tarihinde erişildi.
Huntington, S. P. (2002). Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden
Kurulması. Çev.: M. Turan ve C. Soydemir. İstanbul: Okuyan Us Yayınları.
Kaçmazoğlu, H. B. (1995). 27 Mayıs’tan 12 Mart’a Türkiye’de Siyasal Fikir
Hareketleri. İstanbul: Birey Yayıncılık.
Kaçmazoğlu, H. B. (1998). Demokrat Parti Dönemi Toplumsal Tartışmaları.
İstanbul: Birey Yayıncılık.
Kaçmazoğlu, H. B. (1999). Türk Sosyoloji Tarihine Üzerine Araştırmalar. İstanbul:
Birey Yayıncılık.
Kaçmazoğlu, H. B. (2001). Türk Sosyoloji Tarihine Giriş I: Ön Koşullar. İstanbul:
Birey Yayıncılık.
Kaçmazoğlu, H. B. (2003). Türk Sosyoloji Tarihi II: II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kaçmazoğlu, H. B. (2011). Türk Sosyoloji Tarihi III: Yeni Türkiye’de Sosyolojinin
Düşünsel ve Kurumsal Temelleri. İstanbul: Kitabevi Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 334


24
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Kaçmazoğlu, H. B. (2012a). Türk Sosyolojisinde Temalar 1: Türkçülük-İslamcılık-


Muhafazakarlık. İstanbul: Doğu Kitabevi.
Kaçmazoğlu, H. B. (2012b). Türk Sosyolojisinde Temalar 2: Kuram-Uygulama-
Sosyalizm. İstanbul: Doğu Kitabevi.
Kaçmazoğlu, H. B. (2012c). Türk Sosyolojisinde Temalar 3: Doğu-Batı Çatışması.
İstanbul: Doğu Kitabevi.
Kemal Tahir (1989a). Notlar/Sanat Edebiyat 2. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Kemal Tahir (1989b). Notlar/Sanat Edebiyat 1. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Kemal Tahir (1992a). Notlar/Sosyalizm, Toplum ve Gerçek. İstanbul: Bağlam
Yayınları.
Kemal Tahir (1992b). Notlar/Batılaşma. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Kemal Tahir (1992c). Notlar/Osmanlılık/Bizans. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Kemal Tahir (2004). Yol Ayrımı. İstanbul: Adam Yayınları.
Kemal Tahir (2007). Bozkırdaki Çekirdek. İstanbul: İthaki Yayınları.
Kızılçelik, S. (1992). Sosyoloji Teorileri 1. Konya: Mimoza Yayınları.
Kızılçelik, S. (1994). Sosyoloji Teorileri 2. Konya: Yunus Emre Yayınları.
Kızılçelik, S. (1996). Sosyoloji Teorileri 3. İzmir: Saray Kitabevleri.
Kızılçelik, S. (2001). Küreselleşme ve Sosyal Bilimler. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2004a). Özgünlüğün Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2004b). Sosyal Bilimleri Yeniden Yapılandırmak. Ankara: Anı
Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2005a). Batı Bataklığı. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2005b). Batı Barbarlığı 1: Rousseau, Marx ve Nietzsche Üzerine.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2006). Sosyoloji Tarihi 1: İbni Haldun, Machiavelli, Montesquieu ve
Rousseau’nun Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2007a). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 1: Marx’ın
Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2007b). Batı Sosyolojisini Yeniden Düşünmek Cilt 2: Burjuva
Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2008). Baykan Sezer’in Sosyoloji Anlayışı. Ankara: Anı Yayıncılık.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 335


25
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Kızılçelik, S. (2009). Sosyolojinin Neliği. Ankara: Anı Yayıncılık.


Kızılçelik, S. (2011). Sosyoloji Tarihi 2: Bacon, Descartes ve Hobbes’un Sosyal
Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2012). Özgün ve Yetkin Bir Sosyal Teorisyen Olarak Kemal Tahir.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2013). Frankfurt Okulu. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2015). Yerli Sosyoloji: Doğu-Batı Çatışması Teorisinin Ana Hatları.
Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2016a). Sosyoloji Tarihi 3: Saint-Simon, Comte, Spencer, Le Play ve
Tocqueville’in Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2016b). Batı Barbarlığı 2: Machiavelli, Schopenhauer ve Engels
Üzerine. Ankara: Anı Yayıncılık.
Kızılçelik, S. (2017). Sosyoloji Tarihi 4: Hegel, Proudhon, Marx, Durkheim, Weber
ve Veblen’in Sosyal Teorileri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Köktürk, G.V. (2013). Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu. İstanbul: Doğu Kitabevi.
Özcan, U. (2003). “Kemal Tahir’in Soruları ve Sorgulama Biçimi Üzerine”. Sosyoloji
Yıllığı-Kitap 10: Kemal Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına. E. Eğribel ve U.
Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Özcan, U. (2004). “Baykan Sezer’in Doğu-Batı Çatışması Kuramı Üzerine”. Sosyoloji
Yıllığı-Kitap 11: Baykan Sezer’e Armağan, Baykan Sezer ve Türk Sosyolojisi.
E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Özcan, U. (2010a). “Türkiye’de Sosyoloji: Başlıca Akımlar, Dönemler ve Figürler”.
Sosyoloji Yıllığı-Kitap 20: Türk Sosyologları ve Eserleri II. E. Eğribel ve U.
Özcan (Ed.). İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Özcan, U. (2010b). “Türk Sosyolojisinin Özgünlüğüne Dair Düşünceler”. Sosyoloji
Yıllığı-Kitap 20: Türk Sosyologları ve Eserleri I. E. Eğribel ve U. Özcan (Ed.).
İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Sezer, B. (1979). Asya Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları. İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Sezer, B. (1981). Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı. İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Sezer, B. (1985). Sosyolojinin Ana Başlıkları. İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 336


26
Doğu-Batı Çatışması Kuramı

Sezer, B. (1988). Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları. İstanbul: Sümer Kitabevi


Yayınları.
Sezer, B. (1990a). Doğu-Batı İlişkileri Açısından Batı Tarımı. İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Sezer, B. (1990b). “Doğu-Batı Çatışmasında Yunanlılığın Yeri”. Doğu-Batı İlişkileri
Açısından Batı Tarımı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları.
Sezer, B. (1991a). “Toplumumuz ve Sosyolojimiz”. Sosyoloji Konuşmaları. S. Elibol
(Ed.). Ankara: Ecem Yayınları.
Sezer, B. (1991b). “Doğu-Batı Çatışması ve Marxisme”. Türkiye Günlüğü. Sayı: 15.
Sezer, B. (1993a). “Önsöz”. Kemal Tahir, Notlar/Mektuplar. İstanbul: Bağlam
Yayınları.
Sezer, B. (1993b). Sosyolojide Yöntem Tartışmaları. İstanbul: Sümer Kitabevi
Yayınları.
Sezer, B. (1994). “İlk Değerlendirmeler”. 500. Yılında Amerika. İstanbul: Bağlam
Yayınları.
Sezer, B. (1997). Batı Dünya Egemenliği ve Endüstri Devrimi. Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi.
Sezer, B. (1998). “Doğu-Batı Ayırımı”. Doğu Batı. Sayı: 2.
Sezer, B. (2003). “Kemal Tahir Üzerine -İki Televizyon Konuşması”. Sosyoloji Yıllığı-
Kitap 10: Kemal Tahir’in 30. Ölüm Yıldönümü Anısına. E. Eğribel ve U. Özcan
(Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Sezer, B. (2004a). “Baykan Sezer’in Biyografisi ile İlgili Sorulara Verdiği Cevaplar”.
Sosyoloji Yıllığı-Kitap 11: Baykan Sezer’e Armağan, Baykan Sezer ve Türk
Sosyolojisi. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma
Yayıncılık.
Sezer, B. (2004b). “Baykan Sezer’in Gökhan Köktürk’e Mektubu, 6 Mayıs 1999”,
Sosyoloji Yıllığı-Kitap 11: Baykan Sezer’e Armağan, Baykan Sezer ve Türk
Sosyolojisi. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma
Yayıncılık.
Sezer, B. (2005a). “Tarihte Doğu-Batı Çatışması, Ders Notları 1996-1997”. Sosyoloji
Yıllığı-Kitap 12: Tarihte Doğu-Batı Çatışması. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına
Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Sezer, B. (2005b). “Tarihte Toplumlar”. Sosyoloji Yıllığı-Kitap 12: Tarihte Doğu-Batı
Çatışması. E. Eğribel ve U. Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.
Sezer, B., Eğribel, E., Özcan, U. (2002). “Türk Sosyolojisinin Dünü, Bugünü, Yarını”.
Sosyoloji Yıllığı Kitap 9: XX. Yüzyıl-Türkiye Sosyolojisi 3. E. Eğribel ve U.
Özcan (Yayına Haz.). İstanbul: Öncü Basım Yayıncılık.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 337


27

You might also like