You are on page 1of 5

Seyyid Bey’in Hilafetin Şerʻi Mahiyetine Dair Görüşleri

Firdevs Eskin
Giriş
XVI. yüzyılda Suriye, Mısır ve Hicazın Osmanlı idaresine girmesiyle, Osmanlı sultanı
“Hadimü’l Haremeyn” unvanını kullanmaya başlamıştır. Sembolik olarak kullanılan bu unvan
II. Abdülhamid döneminde faydacı bir politika unsuru olarak değerlendirilmiş ve siyasi olarak
kullanılmıştır. Bu dönemde bağımsız, büyük Müslüman devleti olması ve başında sultan-
halife unvanını taşıyan hükümdar bulundurması, Osmanlı Devleti’ni Müslüman coğrafyaların
hükümdarlarından gelen çeşitli taleplerle karşı karşıya bırakmıştır. Müslüman coğrafyalardan
gelen varlıklarını devam ettirebilme ve İslami yaşam biçimlerini korumaya yönelik talepler
Osmanlı Devleti’ni İslâm dünyasının merkezi ve hamisi kılarken Sultan Abdülhamid’e de
Müslüman dünyanın birliğini tesis edecek bir misyon yüklemiştir.
Dinin toplum üzerindeki etkisinden faydalanan Sultan Abdülhamid Osmanlı
Müslümanlarını birleştirici bir unsur olarak ve Avrupa emperyalizmine karşı mücadele
edebilmek amacıyla hilafet makamını yapacağı düzenlemeler için meşruiyet zemini olarak
kullanmıştır. 93 Harbi sonrası Osmanlı Devleti’nin beka sorunu yaşaması Hilafet
tartışmalarının da ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Cumhuriyete geçiş sürecinde ise yapılan köklü değişimlerden hilafet kurumu da
nasibini almış ve bu kurumun ilgasına yönelik alınan karar, meclis içinde ve dışında belli
çevrelerde tartışmalara yol açmıştır. Konunun entelektüel çevrelerce siyasi, fikri ve fıkhi
olarak tartışılması, yeni yönetimin dinle olan ilişkisi açısından sorgulanmasına da yol
açmıştır. Bu noktada ortaya çıkan muhalefeti kırma ve yeni yönetime dini açıdan da meşruiyet
kazandırma hususunda dönemin Adalet Bakanı olan Seyyid Bey’in önemli bir rolü olmuştur.
Seyyid Beyin Hilafet Hakkındaki Görüşleri

1873 yılında İzmir’de dünyaya gelen Mehmed Seyyid Bey, Medrese tahsilinin
ardından Darülfünun Hukuk bölümünden mezun olur. Ardından aynı bölümde müderris olur
ve fıkıh usulü dersleri verir. II. Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan mecliste iki dönem İzmir
mebusu olarak yer alır. Cumhuriyetin ilanından sonra da İzmir mebusu olarak TBMM’nde
görev alır ve Cumhuriyet Döneminin İlk kabinesinde ise Adliye Vekili olur.
Seyyid Bey’in hilafetin kaldırılması tartışmaları devam ederken mecliste Adliye Vekili
olarak sık sık alkışlarla kesilen konuşması, Hılafetin Mahiyet-i Şeriyyesi adıyla aynı yıl
kitaplaştırılmıştır. Seyyid Bey’in Hilafetin kaldırılmasının şeriat açısından bir sakınca
taşımadığını iddia ettiği bu konuşma meclisteki muhalefeti de önemli ölçüde kırmıştır.
Hilafetin kaldırılmasının İslam tarihinde büyük bir inkılap olduğunu savunan Seyyid Bey,
bunun bilinçli olarak gerçekleştirildiğini ve bu konudaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla
meselenin dini yönünü izaha çalışacağını ifade eder.
Seyyid Bey mecliste yaptığı konuşmada, tarihi seyrine de yer verdiği hilafet
kurumunun dini mahiyetini ele almış ve bu makamın kaldırılmasının gerekliliğini
savunmuştur. Seyyid Bey’in hilafetin kaldırılması hususunda temel dayanak olarak sunduğu
iki husus;
1. Hilafetin dini değil dünyevi bir mesele olduğu
2. Hilafetin İtikadi bir mesele olmayıp millete ait haklar ve kamu menfaatlarından
olduğudur. Akaid kitaplarında hilafetin yer alması ise bu konu etrafında şekillenen tartışmalar
ve oluşan hurafelerin reddine yönelik izahlar sebebiyledir.
Seyyid bey, hilafetin hükümet demek olduğunu, doğrudan millet işi olduğunu ve
zamanın gerektirdiklerine tabi olduğunu savunur. Hz. Peygamberin (as) vefatı sırasında bu
meseleyi açıklamadığını ve Hz. Ömer’in ise “bize Kitabullah kafidir” dediğini ifade eden
Seyyid Bey, Kur’an’da ise hilafet kurumuna işaret eden hiçbir ayetin bulunmadığını ifade
eder.
Kur’an-ı Kerim’de Hilafet Kavramı
Kur’an-ı Kerim’de memleket idaresi konusunda iki düsturun yer aldığını belirten
Seyyid Bey, bunların birinin meşveret (şura) diğerinin ise ulu’l emre yani devlet başkanına
itaat olduğunu vurgular.
“Hulasa meşveretle iş görmek ilahi takdire mazhar olan bir durumdur. Bugün
medeniyet aleminin meşveret usulünü kabul ettiği gibi biz de -ona uyarak- karar alıyoruz…
Kur’an’da zikredilen ikinci düstur da ulu’l emre (devlet başkanına) itaattır. Kur’an-ı
Kerim’de, “Allah’a Peygamber’e ve içinizden emir (idare) sahibi olanlara itaat ediniz”, (Nisa
4/59) buyurulmaktadır. İşte bu ikinci düsturdur.”
Kur’an-ı Kerim’de halife ve imam tabirlerinin olduğunu belirten Seyyid Bey, bu
tabirlerin Hz. Peygamber ve ardından gelen halifeler hakkında olmadığını önceki
peygamberlerle ilgili olduğunu savunur. Sâd suresinin 26. Ayetinde geçen “Ey Davut biz seni
yeryüzünde halife kıldık, öyleyse insanlar arasında hak ve adaletle hükmet” ayetine işaret
ederek “adaletin hilafete terdif olunduğunu” yani hilafetten maksadın adaletin dağıtılması ve
yaygınlaştırılması olduğunu ve halihazırda hükümetin de vazifesinin bu olduğunu vurgular.
Bakara Suresi 124. ayetde “benim ahdim ve emanetim zulmedenlere ulaşmaz” buyurulduğunu
dolayısıyla saltanatın meşruiyetinin adalet olduğunu beyan eder.
Halife ve imam tabiri arasındaki farka dikkat çeken Seyyid Bey, bu ikisi arasında
genel ve özel ayrımın olduğunu ifade eder. Halife daha hususi imam ise umumi bir tabirdir.
Bu noktada her halifenin imam ancak her imamın halife olmadığını belirtir. Yine bunun
içindir ki İslami eserlerde bu konu “imamet” olarak ele alınmıştır. “emiru’l-müminin” tabiri
için ise mevzu ile alakası olmadığını zira emir kelimesinin amir demek olduğunu ve her
hükümdar için kullanılacağını iddia eder.
Halifenin Tayini
Halife millet üzerinde “Velayet-i amme” sahibidir. Ancak bu velayet-i gayr-ı zatiye
cinsindendir. Hilafetin tayini konusuna gelince; bu konunun ne Kur’an-ı Kerimde ne de
günlük yaşama dair birçok detayın dahi yer aldığı hadislerde açıklığa kavuşturulmadığına
dikkati çeken Seyyid Bey, bunu hilafetin dini bir mesele olmayışına dayanak olarak sunuyor
ve Hz. Peygamber’in bunu ümmete bıraktığını ifade ediyor. Hz. Peygamber’e isnad edilen
mevcut hadislere değinerek (“imamlar Kureyşten olur”, “aynı zamanda iki halifeye biat
edildiği zaman, diğerini, yani ikincisini –kim olursa olsun- öldürünüz.”) bunların halifenin
nasp ve tayin şeklini, hilafetin şartlarıyla ilgili meseleleri çözmekte yetersiz olduğunu da dile
getirmektedir.
Seyyid Bey’in bu noktada vurguladığı husus hilafetin zamana ve örfe göre değişeceği
bu nedenle ümmete bırakıldığıdır. Zira Hz. Peygamber (as) vefatı sırasında halife tayin ve
nasp etmediği gibi bu hususta herhangi bir tavsiyede de bulunmamıştır. Şiilerin Hz. Ali
hakkında, bazı Ehl-i sünnet mensuplarının da Hz. Ebubekir hakkında öne sürdükleri şer’i
nasların, Ehl-i sünnetin ekserisince doğru kabul edilmediğini vurgular. Nitekim eğer mevcut
olsaydı bu ashab tarafından uygulanacak ve ihtilafa düşülmemiş olacaktı.
Konuşmasının devamında dört halifenin seçimi sürecini de ele alan Seyyid Bey,
ardından Hz. Peygamberin (as) Tirmizide geçen “Benden sonra hilafet otuz senedir, ondan
sonra ısırıcı saltanata dönüşür.” hadisine atıf yaparak buradaki ısırıcı saltanat ifadesinden
kastın zalim idare olduğunu belirtir. Dört halifeden sonra hilafetin saltanata dönüştüğünün
tarihi gerçeklerle sabit olduğunu iddia eder.
Buraya kadar verdiği izaha dayanarak “Demek oluyor ki ne Kur’an-ı Kerim’de ne
hadislerde ne de sahabilerin sözlerinde hilafet meselesi hakkında bizim aradığımız, öğrenmek
istediğimiz meseleleri bize anlatacak açık ve kesin şekilde izah edecek bir şey yoktur” diyen
Seyyid Bey, konuşmasının devamında İslam alimlerinin konuyla ilgili düşüncelerini tetkik
eder.
Ehl-i Sünnet Mezheplerinin Hilafet Telakkileri
Ehli sünnetin dört mezhepten oluştuğunu ve bu dört mezhepten Maliki, Şafii ve
Hanbeli mezheplerinin; Halifenin müctehid derecesinde alim olması, adaletle hükmetmesi ve
Kureyş Kabilesinden olması konusunda müttefik olduklarını ifade eden Seyyid Bey, Hanefi
mezhebinin ise daha esnek olduğunu, halifenin alim olmasını kafi gördüklerini beyan eder.
Ehl-i Sünnet alimlerinin hilafeti ikiye ayırdıklarını ifade eden Seyyid Bey, birine gerçek
hilafet diğerine görünürde hilafet denildiğini belirtir. Hilafet için gerekli şartları haiz olan ve
milletin biatıyla gerçekleşen hilafetin gerçek olduğunu, bununda sadece dört halife tarafından
sağlandığını savunur.
Hilafetin Şartları
Gerçek hilafetin şartlarının on tane olduğunu belirten Seyyid Bey, bunları şöyle
sıralar: Müslüman olmak, hür olmak, aklı başında ve büluğ çağına ermiş olmak, erkek olmak,
bedenen ve zihnen sıhhatli olmak, memleketin işlerini, milletin maslahatlarını yürütme ve
korumada tedbir ve güzel bir siyaset sahibi olmak, halk üzerinde nüfuz ve idare gücüne sahip
olmak, tam manasıyla adil olmak, Kureyş kabilesinden olmak. Bunlara ek olarak ilim sahibi
olmayı da ekler ve sıradan bir alim olmasının yeterli olmadığını, dini meselelerde ictihad
edebilmesi gerektiğini belirtir.
Bu şartları haiz olmayan hilafetin şeklen olduğunu meliklik ve sultanlıktan ibaret
olduğunu öne sürer. Konuşmasının devamında ise Emevi ve Abbasi halifelerinin saltanatları
süresince yaptıkları zulümlerin tarihi hakikatler olduğunu aynı şekilde Osmanlı halifelerinin
de saltanat uğruna nice masum şehzade kanı döktüklerini aktaran Seyyid Bey, böyle bir zulüm
ve halka galebe çalmaya hilafet denilemeyeceği iddia eder.
Raşit halifeler döneminde adaletin sağlandığını ve devlet malına hassasiyet
gösterildiğini çeşitli örneklerle anlatan Seyyid Bey konuşmasının devamında hükümete
meşruiyet kazandırma çabasıyla konunun siyasi yönlerine de değinir:
“İşte gerçek hilafet böyle olur, halife diye de böyle zatlara denir. Zamanımızda böyle
halife bulmak mümkün müdür? Sözlerimin başında da söylemiştim ki şeriat gözünde
hilafetten maksat hükümettir, adil bir hükümet kurmaktır. Kur’an da hükümet işinde idare
usulü olmak üzere bize danışmayı tavsiye ediyor. Bizim de bugün mümkün olduğu kadar
kurmak istediğimiz idare usulü meşverettir. Hükümeti danışma temeli üzerine kurmak
istiyoruz ve hatta kurduk da. Bu idare usulü ilahi takdir kazandığı halde daha ne istiyoruz?
Başımızda heyula gibi bir halife bulundurmanın ne anlamı vardır.”
Halife Tayininin Vacip Oluşu
Halife tayininin vacip olduğu hususunda icma-yı ümmet vardır diyen Seyyid Bey bu
sorunun nasıl çözümleneceğine de değinir. Halife tayini şartlarını izah eden Seyyid Bey, bu
şartları haiz bir şahıs bulunmadığı müddetçe, halifenin tayin edilmesinin vacibiyetinin ortadan
kalkacağını iddia eder. Bu meselede dayanak olarak Şafii alimlerinden Allame Adudiddin’in
görüşünü alan Seyyid Bey, onun İslam alimlerince hüccet gibi tutulan Mevakıf eserinde
“İmametin şartlarını kendinde toplayan bir kişi bulunmadığı müddetçe Müslümanlar üzerinde
bir imam tayin etmek vacip olmaz” görüşünün yer aldığını belirtir.
Bu görüşten hareketle hükümet kurmanın gereksiz olduğu hükmünün çıkmayacağını
ekleyen Seyyid Bey, Allame Adudiddin’in “halifelik şartlarını taşıyan bir imam tayin etmek
imkansız olduğu zaman yine hükümet kurmak vacip olur. Fakat artık ona hilafet, hükümet
başkanına da halife manasına imam denmez ve bundan dolayı İslam milleti günahkar olmaz”
şeklinde görüş beyan ettiğini bildirir.
Hilafetin Hükümet demek olduğunu ısrarla vurgulayan Seyyid bey, Milletin müvekkil
halifenin de vekil olduğunu ve bu durumda vekalet kurallarının geçerli olduğunu beyan eder.
Zira hilafet şeri mahiyeti itibariyle hükümet demektir. Hz. Peygamber’in bir yandan şeri
hükümler koyduğunu diğer yandan da etrafa kadı, kumandan, vali tayin ettiğini belirtir ve bu
hallerin hükümet yapmak olduğunu iddia eder.
Seyyid Bey hilafetin kaldırılmasının siyasi açıdan da bir sıkıntı meydana
getirmeyeceğini ve İslam aleminde mevcut duruma bir etkisinin olmayacağını savunur. Bu
kurumun işlevinin olmadığına İstanbul’da çıkarılan cihad fetvasına İslam aleminden ses
gelmeyişini örnek gösterir.

SONUÇ
Cumhuriyete geçiş sürecinde yeni yönetim biçimine ve oluşturulan yeni kurumlara
meşruiyet sağlama noktasında gelenekten ve dinden dayanak arama maksadıyla Osmanlı
entelektüellerinin yoğun mesai harcadığı, o dönemde kaleme alınan risalelerden
anlaşılmaktadır. hilafetin şer’i mahiyetine yönelik Seyyid Bey’in yaptığı etkili hitabın, bu
kurumun kaldırılması ile ilgili olarak siyasi ve dini endişe taşıyan çevrelerce büyük ölçüde
ikna edici olduğu anlaşılmaktadır.
Seyyid Bey konuşmasında hilafet kurumunun esaslarının Kur’an’da mevcut
olmadığını, hadislerde de buna yer verilmediğini belirtirken bu kurumu itibarsızlaştırdığı gibi
ardından Emevi ve Abbasi halifelerinin kan dökücülüğüne, zalimliklerine dair tarihten seçtiği
örneklere yer vererek bunu pekiştirmektedir. Seyyid Bey’in gerçek ve şekli olarak ayrıştırdığı
hilafet tanımına göre gerçek hilafet Raşit halifelere mahsustur. Şekli hilafet ise Raşid
halifelerden sonra gelen hilafettir ki kahreden sultanlıktan ibarettir ve dinen gayet
kötülenmiştir. Konuşmasını ehli sünnet alimlerinin görüşlerine dayandıran Seyyid Bey,
İmam-ı Azam hazretlerinin Hem Emevi ve hem de Abbasi Devleti zamanında yaşadığını,
ikisinin de hilafetini kabul etmediğini ifade ediyor.
Seyyid Beyin konuşmasının ağırlık noktasını hilafet ve saltanattan maksadın hükümet olduğu
görüşü oluşturur. Zira halifeliğin şartlarını taşıyan birinin bulunmaması durumunda halifenin
tayin edilmesi gerekliliğinin ortadan kalkmaktadır. Halifenin yetki ve sorumluluklarını
velayet kavramı çerçevesinde değerlendiren Seyyid Bey hükümete de aynı kavramlar
çerçevesinde meşruiyet sağlar.

You might also like