Professional Documents
Culture Documents
Alain Dean Foster Yaratık İthaki Yayınları
Alain Dean Foster Yaratık İthaki Yayınları
ISBN: 978-605-375-675-0
Bu eserin tüm hakları Kalem Telif Hakları Ajansı aracılıgıyla satın alınmıştır.
lthakiTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.'nin yan ktıruluşudur.
Caferaga Malı. Neşe Sok. 1907 Apt. No: 31 Moda, Kadıköy - Istanbul
Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34
editor@ithaki.com.tr- www.ithaki.com.tr- www.ilknokta.com
YARATlK:
C üVENANT
Çeviren
Banş Tanyeri
�
Ith ak 1
Dan O'Bannon ve Ronald Shusett için.
O yaşıyor.
ve
Frank ile Chellene için
sanatçılar ve dostlar
teşekkurlerimle.
1
?rf
Rüya görmüyordu. Yapısı buna müsait degildi. Eksiklik
planlanmış ya da kasıtlı degildi. Bu yalnızca yaratımının ·
9
Gözler açıldı.
Yüzünü göremiyordu. E ger ki görebiliyor ve ek bilişsel
becerileri aktif edebiliyor olsaydı, baktıgı şeyin bir insan
yüzü olacagını biliyordu. Pürüzsüz, yenilikten neredey
se panl panl. Taze, bozulmamış, fazla yaş ya da yeterli
düşünce eksikliginden ötürü kınşmamış. Zayıf ve güzel.
Kupılınayan mavi gözler. Yeni. Ozellikle böyle bir yüz
de, ardında yatan aklın yansıması belli olmazdı. Hem yüz
hem de akıl tasarlanmış, programlanmıştı ama yalnızca
bir tanesi degişme kapasitesine sahipti.
lşitsel alım. Dışsal seslerin tespiti. Cevap olarak can
lanan başka sinirsel yollar. Sözcüklere şekil veren bir ses
duydu. ldrak etmek kolaydı. Hatta uyanıştan bile daha
kolay.
"Nasıl hissediyorsun?"
Yavaşça. Yavaşça hareket etmeliydi. Farkındalık ha
yatiydi. Sabırsız bedenin hızlanan zihne baglı kalması
önemliydi. Bir ön test uygula; tercihen koordine çalışan
birden fazla sistemi içeren bir test.
Yavaşça, metodik bir biçimde göz kapaklan açıldı ve
kapandı. Soru sözel bir cevap gerektiriyordu. Nefes, du
daklar, dili hareket ettir.
"Yaşıyorum." Sesi sakin, tekdüzeydi. Normaldi. Her
nedense bu biraz şaşırtıcıydı. Soruyu soran kişiye göre
şaşırtıcı olmadıgı ise ortadaydı. "Gözlerini kırp. Hisset. ..
gözlerini kırp."
"Çok güzel," dedi ses. "Başka?"
"Yaşam. Gözlerini kırp." Teyit için (programlama bu
sırada eril oldugunu saptadı) tekrar gözlerini kırptı. Aynı
sinir yolları, nispeten daha yüksek hız, aynı sonuç. Gü
zel. Başarılı tekrar işlevselligi teyit etti.
Yakınında bulunan bir adam gülümsedi. Yüzünde tat-
lO
min olmuş bir ifade vardı ama sıcaklık yoktu. Önündeki
figürü incelerken başını hafifçe yana egmişti.
"Ne görüyorsun?" Cevap alamayınca teşvik etmek
amacıyla, belki de buyurgan bir şekilde ekledi. "Konuş."
Etrafındaki odayı yavaşça taradı, analiz etti, nesneleri
teşhis etti. Dışsal kaynaklardan akın eden veriler: görüler ve
sesler. Baskın bir şey yok. Rahatlıkla asimile edildiler. Bek
lenmedik ek bir fayda eklendi; bir şeyi iyi yapmaktan kay
naklanan memnuniyet. Bir çaglayan olarak algılanan bilgi.
Od� büyüktü. Bembeyaz cam ve kuvarstan bir zemin,
eski ve yeni pek çok mobilya, dikkatli bir şekilde bakımı
yapılan bahçede gül gibi nadir bulunan çiçekler. Seçkin
bir tasanm, mükemmel bir damak zevki. Duvarlarda gü
zel sanat eserleri vardı ve yapıldıklan materyaliere istina
den bizzat duvarlar da sanat eserleriydi. Gerekli oldugu
üzere ışıklandırma alandan alana degişiyordu.
Teşhis işlemine devam ederken tararnaya devam edi
yordu. Teşhisi sözel olarak beyan ediyordu çünkü böyle
talep edilmişti.
"Beyaz. .. oda... Sandalye. Taht sandalyesi. Carlo Bu
gatti taht sandalyesi. Temel bileşen ceviz agacı ve karar
tılmış ahşap. Kalay-kurşun alaŞımı, bakır, pirinç. Hafif
bir restorasyon." Göz mercekleri gezip beyni bilgiyle
besliyordu. "Piyano. Steinway kuyruklu. Pergolesi'den
Penderecki ve hatta Pang-lin'e varana kadar besteciligin
tüm aşın uçlanna müsait. Aliterasyon kasıtlı.
"Köşede örümcek agı," diye devam etti. "Pholcus
phalangioides, sinantropik, insanlara yakın yaşayan kiler
örümcegi. 'Daddy long legs' yani uzun hacaklı örüm
cek olarak da bilinir. Zararsız. Bir başka zararsız: piyano
örümcek-müzik baglantısı: Fred Astaire, dansçı, sinema
filmi Daddy Long Legs: 1955." Gözler fınl fınl, her şeyi
soguruyorlar. Teşhis ediyor ve tartıyorlar.
ll
"Sanat eseri. The Nativity, Piero della Francesca im
zalı. Italyan, 14 16 ile 1492 yıllan arasında .. . " Bakışlan
Weyland'ın üzerinde durdu. Ses kesildi.
"Ben senin babamın," dedi Weyland sessizlige.
Weyland, Sir Peter. 1 Ekim 1990 dogumlu. 2016'da şö
valyelik nişanı alaı. Cevap vermeden önce dikkatlice dü
şündü.
"Insan. "
"Ben senin babamın, " diye tekrartadı Weyland. Sesin
de hafif bir kızgınlık mı vardı yoksa yalnızca sabırsızlık
mı? Bu konu üzerinde çok durmamaya karar verdi. Bunu
yaparak bir şey elde edilemezdi. Başka soru sorulmadıgı
için sessiz kaldı.
"Gözlerini kırp," diye emretti Weyland.
Gözlerini kırptı. Artık itaat etmeden önce analiz etmeye
gerek duymuyordu. Basit nöro-müsküler tepki neredeyse
hiç çaba gerektirmiyordu. Weyland hafifçe nefes aldı ve bir
sonraki sözcügünü dikkatli bir keskinlikle zikretti.
"Yürü. "
Ayakta durmadıgı yerden kalktı ve yürüdü. Talimat
verilmemiş oldugu için kendi yolunu rahatlıkla seçebili
yor oldugunu fark etti. Sessizce ve spontane bir iletişim
kurmadan yürüdü.
"Mükemmel," dedi Weyland.
Durdu ve dikkatini cansız olandan tekrar canlı olana
verdi.
"Öyle miyim?"
"Mükemmel mi?" Weyland bilişsel gelişimin bu aşa
masında bir soroyla karşılaşmaktan ötürü hafifçe şaşır
mış gibiydi. Şaşırmıştı ama memnun olmuştu. Bu, yal
nızca sohbet yetisinden ötede oldugunu gösteriyordu. Bu
beklenen bir şeydi ama belki biraz erkendi.
12
"Hayır," diye düzeltti Weyland'ı. "Oğlun muyum? Al
gının bazı çehreleri bu sonuçla uyuşmuyor ya da bu so
nucu ortaya koymuyor. "
·
Weyland sanki bu tür sorulara karşı hazırlıklıymış
gibi rahat bir şekilde cevap verdi.
"Sen benim yaratımımsın."
Analiz: "Ikisi her daim aynı anlama gelmiyor."
"Anlambilim," diye ısrar etti Weyland. "Seni tanımlı-
yorum. Bu yeterli. Senin için bu kadarı yeterli. "
Bu kez karşı çıkma yok. "lsmim ne? "
Weyland bunu duyunca hayli şaşırdı. Sonuçta her şeye
hazırlanmamıştı. Doğaçlama yapacağı o bir an, belki de
bir açıdan başarı için hazırlık yapmak kadar önemliydi.
"Sen söyle," dedi. "Kendi ismini kendin seç. Ilk özerk
eylemin bu olsun. "
Odaya baktı. Yapısında ilham alınabilecek pek çok şey
vardı. Düşünceleri yeni yollar açtı. Seçim fazla kompleks
ya da tuhaf olmamalıydı. Anlamlı ama kolay telaffuz edi
lebilir, kolay hatırıanabilir olmalıydı. Duygusal anlamda
nahoş da olmamalıydı. ·
Optik alıcılar durdu ve Michelangelo'nun David hey
kelini teşhis ettiler. Carrara merrnerinden yapılmıştı. So
ğuk keskinin eseri hafif girinti ve çıkıntıları görebiliyor
du. Kopya çekmişti ama gerçek bir yaratıcılık ürünü olan
bir kopyaydı. Buna tam bir çelişki denemezdi. Heykele
doğru yürüdü .
"David," dedi. Heykeltıraş: Michelangelo di Lodovico
Buonarroti Simoni. Bitiş ve yerleştirilme tarihi 1504 yazı.
"Biz David'iz." Bir elini uzattı ve taşa dokundu. Serin,
kuru, sertti. Insan değildi ama çok insansıydı.
"Güzel ve soğuk. "
"Her açıdan mükemmel," dedi aynı anda Weyland.
l3
"David, " diye mırıldandı. Güzel, pahalı ve steril oda-'
da kendi isminin zikredildiğini duymak hoşuna gitmişti.
Bu isim iş görürdü. Tekrar onu izleyen Weyland'a döndü.
·
Birleşen nöronlar merak ürettiler. "Beni neden yarattın?"
Sanayici bir hayli keyiflendi. "Soyut bir soru bildiren
düşünce, güzel... "
Bu bir cevap değildi. Ama sorudan kaçınınayı da işa
ret etmiyordu. David tekrar denedi. "Beni neden yarattın
Baba?"
Weyland bu kez cevap vermekten kaçındı. Bu, bek
lenti ve merak içinde olduğunu gösteriyordu. Bunlar
David'in deneyimiediği şeylerle bağdaştığı için bunu an
lıyordu.
"Çal." Weyland kuyruklu piyanoyu işaret etti. Enstrü
mana doğru yürüyen David bir an durup oturağa baktı:
yüksekliğine, sağlamlığına ve işlevine. Rahat bir şekilde
oturdu.
Kısa bir sessizlikten sonra şöyle dedi. "Ne çalınarnı
istersin?"
Weyland bir an için düşündü.
"Wagner, " dedi en sonunda.
David tereddüt etmedi ve Weyland'a bakmadan sordu.
"Potpuri."
Weyland bir kez daha bağımsızlık hediyesini sunmayı
tercih etti.
"Sen seç."
Cevapta gecikme olmadı. "Tannlann Valhallaya Giri
şi ?"
Yine şaşkın bir bakış. "Bir orkestra olmadan mı? Can
sız olur. Koro olmadan Brian'ın Gothic'i; tam-tam olma
dan Hovhaness'in St. Helens 'ı ; dağ olmadan Mark-honim . .
.
14
"Öyle mi düşünüyorsun? " David vazgeçmemişti. "Gö
relim. " Çalmaya başladı.
David yalnızca çalmıyordu; Das Rheingold'un meşhur
kesitini kusursuzca çalıyordu. Bir yandan da notalann
kendine özgü, eşsiz bir uyarlamasını yaratıyordu . Wey
land yaratımından bir hayli memnunken müzik yükseldi.
"Hikayeyi anlat," dedi piyaniste.
"Bu Das Rheingold operasının son kısmı . " Müzigin
temposuna ragmen David duyguyla hareket e tmiyordu .
Ister pianissimo ister fortissimo çalıyor olsun konuşur
ken sesi tekdüze çıkıyordu. Zamanı geldiginde piyano
parmaklan ·altında titriyordu ama sözcüklerinde en ufak
sarsıntı yoktu.
"Tannlar insanlan zayıf, acımasız ve açgözlü bularak
reddettiler ve bu yüzden Dünya'yı sonsuza dek terk edi
yorlar. Göklerdeki mükemmel evlerine gi�iyorlar - Val
halla kalesine. Ama attıklan her adım trajedi yüklü zira
tannlann akıbeti belli. Kaderlerinde yalnızca onlan de
gil, bizzat Valhalla'yı da yutacak dehşet verici bir ateşte
ölmek var. Onlar da reddettikleri kadar yozlar ve güçleri
ise yalnızca bir yanılsama."
Gökkuşagı köprüsünün tam ortasında bir yerlerde
aniden durdu.
"Onlar sahte tannlar."
Weyland'ın merakı uyanmıştı. "Neden çalınayı bırak
tın? Çok güzel çalıyordun. Kendi kattıgın yorumun -
mükemmeldi."
David ilk kez bir soruya soroyla karşılık verdi.
"Sana bir soru sorabilir miyim Baba? "
"Lütfen." Bunu bekliyormuş gibiydi. "Ne istersen
sor." Tasarladıgı mavi gözler Weyland'a döndü.
"Beni sen yarattıysan," dedi David, "seni kim yarattı?"
ıs
"Ah, şu ezeli soru . . . Umarım bir gün sen ve ben bu
nun cevabını bulacağız. Sen muntazam, bozulmamış ve
dolambaçsızsın David ama bu sorunun cevabı böyle de
ğil. Pek çok kişinin tercih ettiği sayısız seçeneğin nez
dinde kesinlikle böyle değil. Kendi yaratıcılarımızı biz
bulacağız David. "Yaratıcılar," diyorum çünkü bizim ya
ratıcımızın tek olduğunu düşünmüyorum. "
"Senin dışında," diye düzeltti David onu. "Sen teksin. "
"Kelimenin tüm anlamlarıyla evet," dedi Weyland.
"Ama ben bir istisnayım."
David düşündü . "Herkes kendisinin bir istisna oldu
ğunu düşünmek ister. Sen kendini tanımlayamazsın."
Weyland yaratımının itirazı karşısında omzunu silk
ti. "O halde kendi görüşümden hoşnut kalmaya devam
edip bu işi başkalarına bırakacağım; beni nasıl isterlerse
öyle tanımlasınlar. Tekrarlıyorum: Yaratıcılarımızı bula
cağız. Bizi görmelerini sağlayacağız ve onların yanında,
Valhalla'da yürüyeceğiz. " Lüks odada yürüyüp paha bi
çilemez bir heykeli işaret etti. Eşsiz bir parçaydı ve sa
natçının becerisinin üstün bir ifadesiydi. Tüm bu esnada
odadaki iki göz üzerindeydi. Takip ediliyordu .
"Tüm bunlar. . , bu muhteşem sanat· eserleri ve tasa
rımlar, insan maharetinin örnekleri, insanlığın en bü
yük yaratırnlarını temsil ediyorlar. " Dönüp oğluna baktı.
"Onlar . . . ve sen. En büyük ustalık örneğisin. Zira sen
sanatsın David." Odayı işaret etti. "Sen, David, şuradaki
olağanüstü heykel kadar sanatsın. Yine de tüm bunlar ve
evet, sen de dahil önemli olan tek soru karşısında anlam
sızsınız. Nereden geliyoruz ?"
Bir Francis Bacon üç parçalı tablosu ve kıvranan cana
varların süslediği çerçeveleri önünde duran David soruya
bir kez daha soruyla cevap verdi.
16
"Neden bir yerden geldigimizi düşünüyorsun?" Ilk
sözcüklerini zikrettigi zamandan bu yana David'in se
sinde ilk kez vurgu vardı. "Bahsettiğin pek çok kişi bir
yerden geldigimizi düşünmüyor. Neden onlar haksız da
sen haklı olasın?"
Weyland usulca homurdandı. "Bilim tarihi azınlıgın
çogunlugu haksız çıkarmasının harika bir ömegidir. Bi
lim tam da bundan ibarettir. Sanat bundan ibarettir. Tur
ner ve Galileo gögü inedemişlerdi ve farklı perspektifler
den yaklaşmalanna karşın aynı kafa yapısına sahiplerdi.
Kendimi de onlar gibi görüyorum.
"lnsanlıgın moleküler şartıann bir yan ürünü oldu
guna inanınayı reddediyorum," diye devam etti. "Ya da
safi biyolojik tesadüf ve miskin evrimin bir sonucu ol
duguna. Bunlan bir bilim insanı olarak söylüyorum. Her
şey bir karbon çorbasını harekete geçiren bir yıldırımdan
ibaret degil. Dahası var. Dahası olmak zorunda ve bunu
bulacagız oglum." Bir elini salladı ve odada başını iki
yana çevirip azametini gözlemledi. "Yoksa tüm bunların
ve hiçbirinin bir anlamı yok."
David cevap vermeden önce bir süre sessiz kaldı ve bu
kez bir soru sormadı.
"O halde izin verirsen bir süre düşüneyim." Her diya
logla birlikte bir birey olarak güçleniyor ve iletişim kur
mak konusunda kendine olan güveni artıyordu. "Beni sen
yarattın. Ama sen kusursuz değilsin. Bunu direkt olarak
söylemesen de belli ediyorsun. Ben ise kusursuzuro ve
sana hizmet ediyorum. Ama sen insansın. Sen yaratıcını
anyorsun. Ben şu anda benimkine bakıyorum. Sen ölecek
sin. Ben ölmeyecegim. Bunlar çelişki. Nasıl çözülecekler?"
DaVid sanayiciye baktı. Adamın yüzündeki ifadeyi
okuyamıyordu.
17
Weyland sag tarafını işaret etti.
"Şu çay bardagını bana getir. "
Weyland'a bir metre bile uzakta olmayan bir masanın
üzerinde üzeri tüten bir çay servisi vardı. Yan tarafına
dönüp bardagı kendisinin alması işten bile degildi. Da
vid gözlerini kaçırmadı, başını çevirmedi. Weyland biraz
daha vurgulu bir biçimde talebini tekrarladı.
.
"Şu çay bardagıiıı bana getir, David. "
Bunu yapmak için David'in odanın diger ucuna git
mesi gerekiyordu. Talep ve gerçeklik arasındaki uyum
suzluk gözünden kaçınamasına ragmen itaat etti. Tered
düt etmeden bardak ve fincan kombinasyonunu aldı ve
Weyland'a uzattı. Zamansal olarak uzun olmasa da mana
bakımından ağırlığından ötürü uzun gelen kısa bir ·süre
sonra Weyland kupayı aldı ve çayını yudumladı.
Soru cevaplanmış ve aktanlmak istenen fikir mini
mum sözcük sarf edilerek aktarılmıştı. David hizmet
etmesi için yaratılmıştı. Ilişki başka bir tartışmayı kal
dırmazdı. Tartışma, sav, görece değerlerin dengeleurnesi
olmayacaktı. Yaratılmış olan yaratıcıya hizmet ediyordu.
Bu bir gerçekti ve gerçekler degişken degildi. Tabii önce
gerçek oldukları kanıtlanırsa. Bilimin prensipleri uyarın
ca bu ancak çalışmanın kanıta uygulanması ile saglana
bilirdi. Yeterince kanıt toplanırsa bir gerçeklige ulaşılmış
olunurdu. Eksik unsur zamandı.
Weyland'ın yanında durmuş bir sonraki soru ya da ta
lebi bekleyen David sessiz kalmaya devam etti. Çok so
rusu vardı.
Ve çok zamanı.
18
ll
�
Daniels uyuyordu. Daniels rüya görüyordu. Düşünce
lerinin içinde yaşadığı bilişsel sınır derindi ama böyle
si ayrımlar onu ilgilendirmiyordu. Önemli olan içeriğin
memnuniyet anlamına gelmesiydi.
Dudaklarının üzerinde bir şey süründü. lnce, ete ben
zeyen bir şeydi ve hafif bir baskı uyguluyordu . Yine de
onu uyandırmaya yetmişti. Ne olduğunu anlayınca Dani
els gülümsedi ve gözlerini açtı. Gerginliği işaret eden ve
çoğunlukla hafifçe aşağı doğru kıvnk olan dudaklarının
kenarlan bu kez yukarı doğru kıvnldı.
Yüzünün üzerinde tamdığı bir yüz·vardı. Daniels yüz
deki her bir gözeneği, her bir hattı ve kırışıklığı ezbe
re biliyordu. Pek fazla kırışık olduğu söylenemezdi ama
birkaç tane daha olsaydı Daniels şikayet etmezdi. Gerçi
zamanla oluşacaklardı. Ve biliyordu ki büyük bir kısmına
çok yüksek ihtimalle o sebep olacaktı. lşin gerçeği buy
du. Hayatın gerçekleri.
Bunu dört gözle bekliyordu. Biraz karşılıklı çehre ya
zımı. Benim bir parçam senin yüzünde, senin bir parçan be-
19
nimhinde. Birlikte yaşamak, birlikte büyürnek Kan-koca
ve en nihayetinde de çocuklar.
Neredeyse pürüzsüz bir yüzü olan jacob biraz daha
egildi ve onu öptü.
''Günaydın," dedijacob. "Bacayı taşıdım."
Pek de önemli bir haber degildi. Daniels inleyerek
tekrar gülümsedi ve kendini yastıklann içine görnıneye
çalıştı. jacob sıntarak yastıklan bir kenara itti. Daniels
gözlerini kırptı ve büyük, kahverengi gözlerinde sevgiyle
jacob'a baktı. Daiıiels'ın küçük bir kız çocuğunkine ben- .
zer ama hayli ciddi bir ifadesi, alnını kaplayan ve düz
günce kesilmiş bukleleri ve çok hafif çukur bir çenesi
vardı. Sürekli başka bir şey düşünüyormuş gibi bir görü
nüme sahip olmasına karşın etrafında olan bitenlerin her
daim farkındaydı.
"Hadi kalk uykucu. Görmen gereken bir şey var."
jacob elinde tuttugu küçük küpün renksiz taraflann
dan bir tanesini ovdu. Küpün içinden üç boyutlu bir gö
rüntü yükseldi ve ikilinin önünde genişledi. Tamamen
gerçek gibiydi. Küpü bir eliyle tutmaya devam eden Ja
cob diger eliyle küçük bir yapıyı kurcalamaya başladı;
bazen çevirip farklı bir açı veriyor, bazen de iç. tarafına
zum yapıp geri çekiliyordu. Bir parmagıyla görüntünün
üzerine notlar düşüyor, arada sırada notlan okuması ko
lay olsun diye büyütüyor, bazen de bir kenara itiyordu.
En sonunda istedigi perspektifi elde edince binayı net
bir şekilde görebilmek için aradaki tüm notlan bir kenara
itti. Heyecanını zar zor kontrol edebiliyordu.
"Bak. Bak. Güneybatı köşesinden kuzeybatı köşesine
taşıdım. Burada daha iyi duruyor degil mi? Ve eger ger
çekten de ısınma için bunu kullanmamız gerekirse ku
zeybatıdaki hava akışı daha iyi olacaktır."
20
Daniels yüzünde kabullenmiş ve neşeli bir ifadeyle
başını birkaç kez iki yana salladı. Bu esnada bir yastığı
tutmuş,jacob'a bakıyordu.
"Beni bunun için uyandırmadın, " dedi Daniels. "Bana
beni bunun için uyandırmadığını söyle."
"Ve kahve yaptım, " diye ekledijacob gönlünü almak
için. "Ve kar yağıyor. "
Daniels iç çekti, bir an için yüzünü yastığa gömdü ve
sonra yuvadanarak yataktan çıktı.
Daniels isteseydi jacob kahveyi yatağa getirirdi ama
her nasılsa jacob o pek eski kanşımı bir türlü tuttura
mıyordu. Kendisinin hazırlaması daha kolaydı. Pence
reden dışan bakınca gerçekten de kar yağdığını gördü.
Büyük ve şişman kar taneleri dışandaki uzun birralann
keskin uçlan üzerinde birikiyor, normalde solgun olan
şehir manzarasını yıımuşatıyordu. Metropol yorgun ve
ruhsuzdu, neredeyse bel verecekti.
Birkaç yaya havadan ötürü kaldınınlarda yavaşça yü
rüyor, konuşmuyor, başlannı kaldırmıyor, komşulany
la iletişim kurmuyorlardı. Yüzlerinden belli olan kasvet
etrafianndaki birralann kasvetinin bir yansıması gibiydi.
Ne havadan, ne yaşamlanndan, ne de geleceklerinden
memnundular.
Daniels elinde kahvesiyle -iki krema, iki şeker- dö
nüp yatağa doğru yürüdü. Onun yerine el koymuş olan
jacob ise sırt üstü yatmış, modülün projeksiyonuyla uğ
raşıyordu. Işaret parmağıyla kulübenin parçalarını ora
dan oraya taşıyordu.
"Bu bizim evimiz olacak, hacanın yeri önemli. " jacob
kaşlannı çattı. "Bir saniye, belki öbür tarafta olması ger
çekten de daha iyi. Etrafta ne olacağını tam bilmeden ka
rar vermek zor. Hava akışı önemli ama estetik de öyle.
21
Sonuçta yalnızca bir kez inşa edeceğiz, dolayısıyla ilk se
ferde her şeyi doğru yapmak lazım. "
Daniels onu bölmedi. Kahvesinden bir yudum alıp
izlemeye koyuldu. Jacob ahşap kulübesine aşıktı . . . ve
Daniels da Jacob'a aşıktı. Sırf dinlediğini ve ilgi göster
diğini belli etmek adına dahi olsa konuşabilir, görüşünü
belinebilirdi ama bölmek istemiyordu. Jacob'la hayalinin
arasına girmek istemiyordu .
Arkasını döndü, tekrar pencereye ve dışarıdaki kış gü
zelliğine baktı. Bir an için yeni evlerinin olduğu yere de
kar yağıp yağmayacağını düşündü . Bildikleri kadarıyla
tüm alternatifleri tropikal iklime sahipti.
Bir ses yükseldi. Daniels sesi duymadı. jacob'ın sesi
değildi ve jacob'ın rüyasından gelmemişti. Kendi rüya
sından da gelmemişti. Gerçekti.
"Saat yedi, " dedi Anne bu tür tüm bildiriler için kul
landığı ses tonuyla. "Her şey yolunda. "
Anonstan hemen sonra kısa bir melodi duyuldu. Bir ge
minin zilinin kaydıydı; yirminci yüzyılın ilk dönemlerin
den kalmaydı ve Covenant'ın tasarımciları tarafından bir
hevesle zamanda ileri taşınarak getirilmişti. Şimdiki zama
nın mimarları tarafından geleceğe taşınan bir geçmiş ka
lıntısı. Bunu geminin programına ekleyenleri sevindirecek
küçük bir eğlenceydi ama onlar Dünya'da kaldıkları için
zil kullanılmaya başlandığında bunu duyamayacaklardı.
• • • •
22
Daniels rüyasında gizli bir düşüncesini görünce tekrar
gülümsedi. Bunun üzerine sentetik olan şey de tepkisel
olarak gülümsedi. Uyuyan kadının kapsülünün yanına
doğru yürüyüp göstergelere hızlıca göz gezdirdi. Her şey
normaldi. Metodik bir şekilde, bir insanı uyuşturacak
ama onu hiç rahatsız etmeyen bu tekran umursamayarak
bitişikteki kapsülü kontrol etmeye gitti.
jacob. Aynı şekilde normal.
Mürettebat hiper-uyku odasındaki sabah turunu ta
mamlamış olduğundan ötürü arkasını döndü ve yandaki
odaya doğru yürümeye başladı.
Iki bin adet dondurucu kapsül karşılıklı duvarlar bo
yunca diziliydi. Üst üste ve alt alta kapsüller hem zama
na hem de idrake karşı geliyorlardı. Şeffaf görüntüleme
deliklerinin ardında uyuyan erkek, kadın ve çocukların
yüzleri görünüyordu. Hepsi mutluydu, uyuyorlardı ve
rahatlatıcı rüyalann kundak benzeri güvenliğindelerdi.
Her birinin yaşamları, sağlıkları ve özellikle de gelecek
leri onun sorumluluğuydu.
Walter görevini hafife alınıyordu .
Uzağında bir gösterge kehribar rengi yanıp sönmeye
başladı. Bunu hiçbir insan -en keskin gözleri olan bile
göremezdi. Walter ise derhal fark etti. O tarafa gitti ve
ilgili kapsülün verilerine baktı. Analiz yapılamayacak
kadar kısa durdu ve hemen sonra gerekli olan küçük
değişikliği yaptı. Kehribar rengi ışık anında düzenli bir
yeşile döndü. Walter memnun oldu .
Embriyo muhafaza ünitesini kontrol etme zamanı. Her
birinde farklı bir büyüme aşamasında olan bir insan emb
riyosu bulunan çekmeeelerden birini açıp verilere göz gez
dirdi. Hepsi yeşildi ve Anne'nin gözlemlediği gibi her şey
yolundaydı. Kendisine gülümsernesi için müsaade etti.
23
"Walter. " Yine Anne'nin sesi. Bilgilendinci ve yol gös
terici; asla buyurgan degil. Bir bilgisayar da tıpkı bir sen
tetik gibi emir veremezdi. "Lütfen köprüye git. Şebekeyi
yeniden şarj etme zamanı geldi. lşe koyulalım."
"Hemen gidiyorum Anne."
"Lütfen," demişti Anne. Onu tasarlayanlann bir ki
barlık protokolü dahil edilmesine izin vermiş olmalan ne
kadar da düşüneeli bir hareketti ve Anne bunu bir sen
tetikle konuşurken dahi uyguluyordu. Walter'ın nezaket
içeren konuşmalara ihtiyacı yoktu ama yine de bunun
degerini biliyordu.
Covenant'ın boyutu göz önünde bulunduruldugun
da köprü sıkış tıkış olarak tanımlanabilirdi. Mürettebat
ve tüm gerekli araç ve gereçlerin tam sıgabilecegi kadar
büyüktü. Gemiyi yapanlar isteseler köprüyü daha bü
yük yapabilirlerdi ama boşa yer harcamak gibi bir huyla
n yoktu. Uzayda boşa yer harcama, diye geçirdi içinden
Walter daha önce pek çok kez yaptıgı gibi ve kesinlikle
daha pek çok kez yapacagı gibi. O anda paylaşabilecegi
kimse olmamasına karşın kendi espri anlayışını kendisi
takdir edebiliyordu.
Kendi istasyonuna geçince şebeke konuşlandırmasın
dan önce gerekli olan ön kontrolleri yapmaya başladı. Gös
tergeler ve bildiriler dakik bir şekilde cevap veriyorlardı.
24
nuşmak için eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmıyordu . Se
sini kullanmadıgı için paslanacak degildi -bu da bir esp
riydi- ama sesi kulaga hoş gelecek şekilde tasarlanmıştı
ve şartlar gerektirdigi takdirde kendi sesini duymaktan
keyif alıyordu.
Toplayıcılar devasa yelkeniere benziyor olmalarına
karşın yelken degillerdi. Küçük bir şehir boyutundaki
toplayıcılar olaganüstü bir hızla genişliyorlardı ve birkaç
dakika içerisinde tam boyutlarına ulaştılar. Güzellikleri
ne yalnızca yıldızlar -ve Walter- tanık olurken yıldızla
rarasındaki gecede parlıyor, eski insanların uzun bir süre
boyunca bihaber oldukları enerjiyi topluyorlardı.
Bu tür enerjilerin isimlerinin basit olmasına karşın fi
ziki yapıları basit degildi. Sırf varlıklarını keşfetmek bile
insanlıgın binlerce yılını almıştı ama bu enerjiyi nasıl
kullanabileceklerini yalnızca yüzlerce yıl içinde ögren
mişlerdi. Enerjiler dagınık halde olduklarından toplayı
cılar onları odaklamak ve konsantre hale getirmek zo
runda kalıyordu. Ancak o zaman Covenant'ın motorları
için kullanışlı hale geliyor ve iç sistemlerine güç sagla
maya başlıyorlardı. Walter onları hep geminin görünmez
yakıtı olarak düşünüyordu.
İşlemin normal bir şekilde işlediginden emin olana
kadar düzenli toplamayı izleyerek köprüde bekledi. Son
ra geminin en sevdigi kısımlarından birini kontrol etmek
üzere yürümeye başladı. Yeşil olan kısma dogru yürüyor
du. Dünya olan kısma.
Hidroponi Bölümü, çogunlugu besin degeri ve zama
nı gelince dikilecek olmasından ötürü , bazıları da deney
amaçlı taşınan bitkilerle doluydu. Bazı bitkiler ise yalnız
ca yuvaya dair anılar tedarik etmesi için taşınıyordu ve
bunlar koloni kuracak kişiler için psikolojik bir degere
25
sahiplerdi. Süs bitkileri ve ağaçlar, salata ve kinoalarla
ortak bir alanı paylaşıyorlardı. Walter bitkilerin arasında
yürürken ıslık çalıy�r, su ve besin akışlarını kontrol edi
yor, sağlıklı büyümenin sağlanması için ışıklandırmadan
doğru olan dalga boyunun yayılıp yayılmadığını analiz
ediyordu. Elleriyle nazikçe kökleri, yaprakları, ağaç göv
delerini ve kabuklarını ve çiçekleri okşuyordu.
"Bu bir yanılgı, biliyorsun değil mi? " Her daim mev
cut, her daim izleyen Anne.
Walter başını kaldırmadı. "Ne o ? "
"Müziğin bitki sağlığı v e büyümesine yardımcı oldu
ğu inanışı. "
"Neden, sence ıslığı bitkiler için mi çalıyordum? "
" Çok tuhaf. Gerçi senin çıkardığın sesiere 'müzik' de
nir mi emin değilim. Sanırım sen . . . "
Birden sesi kesildi.
Walter anında dikkat kesildi. Anne asla aniden bir şey
yapmazdı. Bozulmayan sessizliğe konuştu.
"Anne?"
"Walter. Bir. . . sorunumuz olma ihtimali var. "
Anne'ye pek çok şey programlanmıştı. Bilgi. Teknik
beceri. Allgegenwiirtig* zeka. Ve bir şeyi olduğundan
önemsizmiş gibi gösterme tercihi. Walter bekledi.
"Atipik bir enerji patlaması tespit edildi," dedi Anne,
"ağır, katı parçacıklardan oluşuyor. Bileşimini analiz edi
yorum. "
"Nerede? "
" Sektör 106. Çok yakın. Kaynağı saklıydı, bu yüzden
olağandışı - hayır, aşırı yakınlığa ulaşana dek tespit edil
medi. Bölgedeki eşsiz mekansal ve yerçekimsel bağdan
ötürü. Özür dilerim. Ilk analiz yoğunluğunu tartma ko-
*
(Alm.) Aynı anda her yerde bulunan. -çn
26
nusunda yeterli olmadı, ne kadar yakın olduğunu bul
ma konusunda da. Yeniden değerlendirme olayın önemli
olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Şu anda
risk tahmininde bulunulamıyor. "
"Kesişme olasılığı? " Walter hareketsizce durmuş, ku
lak kesilmişti.
" Çok yüksek. Şu anda aşırı yakınlık tespit ediliyor.
Netlik adına hesaplama yapılıyor. "
Walter diğer detayları beklemeden Hidroponi'den çık
tı ve bir yandan koşmaya, bir yandan emir yağdırmaya
başladı.
"Anne, toplayıcıları geri çağır ve tüm yedek ve acil du
rum enerjisini gemi kalkanına kanalize et. Acil durum
mürettebat uyanduma protokolünü başlat."
"Başlatıldı. Yeniden hesaplama aşırı yakınlığa ulaşıl
dığını gösteriyor. Kesişimin gerçekleşmesine kalan süre:
dokuz, sekiz, yedi . . . "
Parçacık dalgası gözle görünmüyordu ama etkisi mut
laktı. Şok dalgası gemiye vurdu . O kadar güçlüydü ki ya
pay bir şekilde dengede duran Walter'ın ayakları yerden
kesildi. Dalga kalkanı aştı ve devasa aracı parçaladı.
Toplama levhaları içe doğru bükülürken birbirine sa
rılmış olmayan bazıları parçalanmaya başladı. Büyümüş
olduklarından ötürü enerj i toplayıcıları sonuçtan kaçına
cak denli hızlı bir şekilde geri çekilmeyi başaramamış
tL Aşırı derecede ince bir materyalden yapılmış, böylesi
yoğun bir enerji dolu parçacık fırtınasına karşı koymak
üzere tasarlanmamışlardı. Parçacıklar tek tek çok küçük
lerdi ama bu da hiçbir şeyi değiştirmiyordu.
Walter'ın tek yapabileceği dengede durmaya çalışmak
tL Gemi için elinden hiçbir şey gelmiyordu. Tek yapabi
leceği Anne'nin parçacık hücumuyla başa çıkabileceğini
ummaktı.
27
Bu esnada biçare olmanın ne demek oldugunu anla
mıştı; bunu derin bir şekilde hissediyordu.
Ve bu his hoşuna gitmemişti.
28
lll
�
Bir fırtınanın rüzganna yakalanmış narin bir çiçek gibi
bir anda geçip gitti. Isimsiz şehirdeki oda, ahşap kulübe,
yatak, kahve, koca - sanki hiçbiri hiçbir zaman var olma
mış gibi hepsi bir anda yok oldu.
Daniels sıçrayarak uyandı. Bilinci anında yerine geldi
ve hiper-uyku kapsülü içinde bir o yana bir bu yana sav
ruldugunu fark etti. Yeni bir darbeyle yukan dogru, açık
ve kıvnk kapaga dogru uçtu ve çarptı. Tekrar sırt üstü
düştügünde darbeden ötürü burnu kanıyordu. Aklına ilk
gelen şey bir beyin sarsıntısı geçirmiş olabileceğiydi. Ser
seıniemiş haldeyken egitimi devreye girdi ve muhakeme
yokingunun yerine geçti.
Sag elinin hiper-uykunun artçı etkilerinden dolayı ha
len kısmen uyuşuk olan parmaklannı hızlıca kapsülün
iç tarafındaki tuş takımına vurmaya başladı. Sıcaklık, tat
ve sevgi içeren rüya-görülerinin yerini uyku peronunun
serin ve beyaz sertliği aldı; camın ötesinde keskin yüzey
lerini ve yogun ışıklandırmasını görebiliyordu. Hiper
uykuda geçirdiği aylardan ve ani uyanmasından ötürü
29
sersemlemiş bir halde etrafında gördüklerini mantıklı bir
zemine oturtmaya çalıştı. Etrafında gördüğü gerçekliği.
Diğer kapsüllerden bazıları açık haldeydi. Birkaç ta
nesinin içi boştu ama çoğunun içinde insanlar vardı.
Meslektaşları da onun gibi zihinsel ve fiziksel dengeleri
ni sağlamaya çalışıyorlardı. Birkaç kişi onun aksine hızlı
yeniden-canlandırmanın güçlü yan etkilerinden muzda
ripti. Bol bol kusma, terleme ve titremeye nice küfürler
eşlik ediyordu .
ldeal olarak hiper-uykudan acil durum gerektirdiği
için uyandırılmanın bu tür sonuçları olmaması gerekirdi.
Ama, diye geçirdi içinden, acil durum gerektirdiği için
uyandırılmamn gerçekleşmemesi gerekirdi. Nokta.
Etrafında ışıklar yanıp sönüyor ve duvara yerleştiril
miş birkaç tane panelden şeytani bir elektronik kutlama
mn kıvılcımları fışkırıyordu. Duman da vardı. Bir uzay
gemisinde duman gerçekten de kötü bir işaretti. O esna
da havalandırma sistemi dumanın hızına yetişemiyordu .
Alarınlar Daniels'ın kulaklarına saldırıyordu.
Hiper-uykudan uyanışının böyle olmaması gereki
yordu . Kahve olmalıydı. Yemek olmalıydı. Bunların ol
maması yetmezmiş gibi bir de muhteşem, sakinleştirici
rüyamn parçalanan kalıntıları aklında süzülmeye devam
ediyordu ki. . .
Birisi onu tokatladı. Bu kesinlikle rüyanın bir parçası
değildi. Bunun gerçekliğin bir parçası olması onu rahat
sız etmedi çünkü tokat aşırı miktardaki görsel ve işitsel
alarınların yapamayacağı şekilde aklındaki bulantının
geçmesine yardım etti.
"Daniels . . . Daniels, biz... beni duyabiliyor musun?
Oram ben. Christopher Oram ! " Tamamen kendine gel
miş birine yakışır şekilde ciddi ve kuvvetli bir ses tonu
30
vardı. Halen daha üzerinde yumuşak ve beyaz uyku tulu
mu olmasına karşın adamın ondan daha iyi bir durumda
oldugu belliydi. Yalnızca biraz terliyordu ama görünüşü
ne bakılırsa hasta degildi. Bedeni zayıf olmasına karşın
tutuşu ve sesi güçlüydü ve onunla ya da herhangi başka
biriyle oyalanacak vakti olmadıgı belliydi.
"Uyan! Daniels! Uyan ! Buna zamanım yok. Sana ihti
yacım var -herkese ihtiyacım var- hemen ! Ciddi bir hasar
aldık ve . . . " Bir an için kendine gelmiş ve sendeleyerek
onlara dogru yürüyen bir başkasına dogru döndü. "Ten
nessee. . . bana yardım et. Digerleriyle ilgilenmem gerek ! "
Halen daha kendine tam gelernemiş olan Daniels'ı yeni
gelen adama teslim eden Oram açılmakta olan bir başka
kapsüle dogru aceleyle gitti.
"Hadi tatlım." Eski bir arkadaşı ve meslektaşı olan
Tennessee onu yavaşça kapsülden çıkarıp dengesini sag
lamasına yardım etti. "jacob'ın başı fena halde dertte."
lri, güçlü, gür, siyah, kıvırcık saçlan ve düzeltilmişten zi
yade lime lime edilmiş gibi duran sakallarıyla Tennessee
tam teçhizatlı bir kolani gemisi pilotundan ziyade kim
senin bir barın arkasındaki karanlık bir çıkmaz sokak
ta karşılaşmak istemeyecegi türden birine benziyordu.
Yeteri derecede sinirlendigi ya da heyecanlandıgı zaman
ise gerçekten karşısına çıkmayı kimse istemezdi. Uyku
tulumu içinde devasa ve gergin bir oyuncak ayıya benzi
yordu . Üzerine doğru egildi ve gür sesiyle bagırdı.
"jacob'ın bize ihtiyacı var."
Sersemligi üzerinden tamamen atması için gerekli
olan son uyarıcı buydu . Döndü ve kendisininkinin ya
nındaki kapsüle baktı. jacob'ınkine. Mürettebat odasın
daki diger neredeyse tüm kapsüllerin aksine jacob'ınki
açılmamıştı. Kocası içinde hareketsiz bir halde yatıyor-
31
du; hiper-uykunun kolları içinde kilitli durumdaydı. Gü
lümsüyordu ve bu normaldi. Şeffaf kapağın alt tarafında
girdap olmuş dönen dumanlar toplanmaya başlamıştı ve
jacob'ı görmelerini engelliyordu. Bu neredeyse kesinlikle
normal değildi. Daha da kötüsü Daniels bunun neyi işa
ret ettiğini ve neler olacağını. . .
"AÇ ŞUNU ! "
Kapsülün dışındaki tuşlara n e kadar hasariarsa has
sınlar hiçbir şey olmayınca Tennessee işlerin kontrolünü
almaya karar verdi. Tüm ağırlığını vererek kolları çek
meye başladı, üzerlerine abandı ama hiçbir şey olmadı;
yerlerinden kıpırdamıyorlardı. Neler olduğunu gören
Oram geri döndü ve kapsülün tuşlarından bir tür cevap
alabilmek üzere aklına gelen her şeyi denemeye başladı.
Hiçbir şey işe yaramıyordu. Tek sonuç iç taraftaki
dumanın miktarının artması ve yoğunlaşmasıydı. Bir de
hiper-uyku ünitesinin güverteye bağlandığı zemin tara
fından kıvılcımlar fışkırmaya ve çatırtı sesleri gelmeye
başlamıştı.
K:apsülün programı Oram'ın giderek daha hezeyanlı
hale gelen dış komutlarına cevap vermeye çalışırken iç
tarafta jacob'm farkmdalığı artıyormuşçasına yüz� titre
meye başlamıştı. Felaket mekanik arıza ile yetersiz tepki
süresi arasmda kapana kısılmış olan Daniels'ın uyuşuk
haldeki kocası kendi kaderini şekillendirmek için hiçbir
şey yapamıyordu.
"Geri çekilin ! Yoldan çekilin ! "
Çavuş Lope yanlarına geldi. Griye çalan sakalları ile
tonton bir dede görünümüne sahipti: aynı anda üzerine
saldıran üç kişiyi rahatlıkla parçalara aynabilecek tonton
bir dede. Geminin mürettebatına eşlik etmesi için tahsis
edilmiş askeri grubun deneyimli lideri ve kaslı ve pro-
32
fesyonel bir asker olmasına rağmen jacob'ı kurtarmaya
çalışanların teknik becerilerine sahip değildi. Teknik be
ceri yerine daha ilkel ama eşit derecede yararlı becerilere
sahipti.
Çağdışı bir İsimlendirmenin sonucu olarak "yaşam
çeneleri" adı verilen mekanik bir kelepçeyi kapsülün ça
lışmayan açma-kapama mekanizmasına soktu ve zaman
kaybetmeden hızlı bir şekilde istediği yere yerleştirdi.
"Senin olduğun taraftakini de kilitle ! " diye bağırdı
Tennessee'ye.
Birlikte çalışan iki adam en sonunda kurtarma aleti
ni kapsüle bağlamayı başardı. Her bir dişin sıkı olması,
vakumlu contaların tam olması gerekiyordu. Kısmi bir
başarı, başarısızlık anlamına gelirdi. Aletin baskısı altın
da kapsül ya tamamen açılacak ya da hiç açılmayacaktı.
Öne doğru eğilen ikili alete kaba güç uyguladılar.
Kapsülü kırmaları bir şeyi değiştirmezdi. Ihtiyaç duy
maları takdirinde yedek, içi boş kapsüller vardı. Bütün
bedenleri kaskatı halde, dişlerini şıkmış bir biçimde uğ
raşırlarken Daniels da yanlarına geldi ve umutsuzluktan
doğma gücünü onlarınkiyle birleştirdi.
Hiçbir şey olmadı.
Kapsülün içinde ise bir patlama oldu. Hiper-uyku bö
lümündeki diğer seslerin kakofonisine kıyasla yüksek bir
ses çıkmamıştı ama iki adamın da refleks olarak geri çe
kilmesine sebep olacak kadar kuvvetliydi. Berrak plastik
kapağın diğer tarafındaki dumanda ani bir artış oldu ve
ilk ateşi gördüler. lsterik halde, canhıraş bir çığlık atan
Daniels kendini kapsülün üzerine attı ve işe yaramayan
kurtarma aletine umutsuzca vurmaya başladı.
Kapsülün içinde kocasının gözleri birden açıldı.
Uyanmaya başlamıştı. Duman ve giderek yükselen alev-
33
lerin arasından Daniels'ı gördü ve tanıdı. Gözleri birbi
rine kilitlendi. Yalnızca bir an sürdü . Gülümsernesi gibi.
Son gülümsemesi.
Daniels çıglık atmaya devam ederken kapsülün içinde
birisi bir yanıcı madde istifinin üzerine bir meşale atmış
gibi alevler parladı. Aslen ateşe dayanıklı olmasına karşın
iç kısım alev aldıgı zaman hızla ve yüksek bir ısıda yanı
yordu . Her şey alev aldı: yatak, yaşam destek boruları,
aletler. . . jacob.
Yangın söndürme teknolojisi hiper-uyku bölümünde
yaygındı ama bireysel kapsüllerin içinde o kadar yaygın
degildi. Bunun sebebi kapsüllerin kolay ve hızlı bir şe
kilde açılmak üzere tasarlanmış olmasıydı ve gerektigi
takdirde arızalara karşı emniyetli araçlar sayesinde açı
labiliyorlardı. En kötü ihtimalle Lope ve Tennessee'nin
kullandıgı türden özel kurtarma aletleriyle açılabilirlerdi.
Ama kurtarma aleti işlevini yerine getirememişti.
Tennessee, Daniels'ı kapsülün üzerinden ve iç taraf
taki cehennemden uzaklaştırmak için hatırı sayılır kuv
vetinin tamamını kullanmak zorunda kaldı. Halen açıl
mamış ve açılamayan kapsül ateşin dışarı çıkmasına izin
vermiyordu.
Tennessee, Daniels'ı teselli etmek için elinden gelen
her şeyi yapmaya hazırdı ama tek yapabildigi yalnızca
ona sarılmaktı. Daniels adamın kollarında hıçkıra hıç
kıra, dövünerek aglıyordu. Beyhude çabalamış Oram ve
Lope'nin elinden öylece bakmaktan başka bir şey gelmi
yordu. Ne Oram'ın becerisi ne de çavuşun gücü inatçı
kapsülü açmaya yetmemişti.
Biraz daha zaman olsa, diye geçirdi içinden Oram . . .
Zaman.
Bir hayat kurtarmalarına yetecek kadar zamanları ol-
34
mamıştı. Şimdi ise diğerlerinin hayatlarını kurtarmak
için hızlıca hareket etmeliydi. Binlerce kişi vardı. Gür sa
kallı, kalın dudaklı, yapılı Cole'u ve zayıf, genç Ledward'ı
gördü. Ikisi de erdi ve Lope'nin yanında kendilerine gel
mişlerdi. Onlara jacob'ın kalıntılarıyla ilgilenmelerini
söyledi ve peşinde çavuşla birlikte emin adımlarla gemi
nin embriyo odasına doğru yürümeye başladı.
• • •
35
san saçlan esmer teni üzerinde parlıyoı:du. Olduğu yerde
durup işini yapmaya devam etti. Onun için embriyolann
yaşamaya devam etmesi her şeyden daha önemliydi. llgi
ve endişesi gemideki teknoloji için değil, yaşam içindi.
Karine'in kendi işi vardı, Oram'ın kendi işi.
O anda Oram, Karine'in ona imrenmedigini biliyordu.
• • •
36
labilirdi. Köprünün uzak ucunda dizili diger konsollar
için de aynı şeyi söylemek mümkündü. Bir kolanizasyon
yıldız gemisinde iletişim uyanık ve farkında olan herkes
için her daim mevcuttu. Gereken tek şey Anne'nin duya
bilecegi kadar yüksek sesle konuşmaktı. Dolayısıyla köp
rü bireyler arasında iletişimin yalnızca bizzat, yüz yüze
yapılabildigi bir hatıralar tüneli gibiydi.
Ama bu tür araçlan inceleyen, inşa eden ve tasarla
yanlar işlerini biliyorlardı. Yolculuk uzadıkça kişiler arası
etkileşim o denli önemli hale geliyordu. Taşınabilir ses
alıcılan ya da aynı anda her yerde olan geminin siste
mi üzerinden konuşmak hızlı ve verimli olmasına karşın
insan ruhu için hiçbir artısı yoktu. Yıldızlararası uzayın
devasa gayrişahsi boşlugunda bir gülümseme, koku, ter
damlasına yakın olmak insanlıgı gerçek ve canlı tutuyor
du. Mürettebatın akıl saglıgı, geminin fiziksel saglıgı ka
dar önemliydi.
Bu yüzden konsollar vardı, bu yüzden sandalyeler
yere sabitlenmişti ve iş esnasında herkes birbirine bak
mak, birbirini dinlemek ve arada sırada fiziksel temas
kurmak zorunda kalıyordu. Tüm bunlar yanındaki ki
şinin, geminin dosyalanndan ya da kötü bir hiper-uyku
rüyasından fırlamış bir hologram degil, etten kemikten
bir insan oldugunu göstermek içindi.
Yerine geçti. Mürettebatın rütbeli üyelerinin çogu yer
lerindeydi. Çiftler halindeydi hepsi, Walter dışında. Bir
kolanizasyon gemisine mürettebat olarak yalnızca çiftler
alınırdı. Çiftler verimlilik ve aynntılara gösterilen özen
anlamına gelirdi. Akıl saglıgı da cabası.
Oram henüz resmi olarak kaptan olmamıştı ama eski
görevi olan Yaşam Bilimleri liderligi görevini şimdiden
bırakmış, eşine teslim etmişti. Trajedi ve şartlardan ötü-
,37
rü devraldıgı komuta rolünün kendisini rahatsız ettigini
fark etti. Karine'in verdigi destek ve ögütler olmasa söz
leşmeyi falan umursamadan görevini reddederdi.
Ama eşi oradaydı, sessiz ve güven dolu bir biçimde ya
nında oturuyordu. Eşi yaratıcı ve kendinden emindi ama
Oram tereddüt içindeydi. Oram'ın tuhaflıgı bazen diger .
mürettebat üyeleri tarafından kibirle karıştınlıyordu . Bu
konuda elinden bir şey gelmiyordu. O böyle biriydi. Di
gerlerini yarı yolda bırakahilirdi ama Karine'i yarı yolda
bırakamazdı.
Tennessee yerinde oturmuyordu . Hatta herhangi bir
yerde de oturmuyorrlu zira köprüde uzanıyordu. Oram
iri, kaygısız pilotun rahat olma konusundaki yetenegini
kıskanıyordu. Digerleri bunu umursamazlık olarak gö
rebilirdi ama Oram bunun kendisi ve evrenle hanşık bir
insanın bir karakteristigi oldugunu biliyordu. Çok yarar
lı bir nitdikti bu; özellikle de tam o sırada çok işe yan
yordu. Şartlar ne olursa olsun pilotun emirleri hızlıca ve
sorgulamadan yerine getirecegine güvenebilirdi.
Tennessee'nin dostlugu ve duygusal gücü olmasa za
vallı Daniels muhtemelen çoktan hasta bölümüne yatınl
mış olurdu.
Faris de kocası kadar kaygısızdı. Hangi taşradan gel
digini söylememeyi tercih eden bir taşra kızıydı. Aynı za
manda kocasından daha iyi bir pilottu; çift öfkelenmeden
sık sık bunun üzerine tartışırdı. Kendi aralanndaki esp
rili ve bazen de müstehcen şakalaşmaları mürettebatın
uyanık oldugu tüm zamanlarda ortamı renklendiren bir
enstantaneydi.
Dünya'nın yörüngesinden ayrılmadan önce arada sıra
da igneli sözler içeren tartışmalan Yönetim arasında en
dişeye yol açmıştı ama daha sonra kan ve koca arasındaki
38
sataşmaların düşmanca değil, sıcak bir şekilde gerçekleş
tiği fark edilmişti.
Upworth ve Ricks masadaki en genç çiftti. Genç olma
larına rağmen becerileri üst düzeydi. Uzmanlık alanları
navigasyon ve iletişimi kapsıyordu . Özellikle Upworth
konumunun gerektirdiği kadar vasıflı bir kız olmadığı
ima edildiğinde bunu bir hakaret olarak addediyordu.
Bunun sebebi belki de büyük gözleri, dolgun rludakları
ve ufak yapısıyla aslında olduğundan daha küçük gös
termesiydi. Tennessee bir keresinde ona, "Bir Kewpie
oyuncak bebeği olarak gizlenmiş güçlü bir patlayıcı," ol
duğunu söylemişti ve Upworth bunun üzerine geminin
kütüphanesinde Kewpie oyuncak bebeğinin ne anlama
geldiğini araştırmak zorunda kalmıştı.
Bir anzayla karşılaştığında neler yapılması gerektiğine
dair talimatlar bulunmasına karşın kendince çözümler
üretmeye meyilliydi. Çok daha ciddi olan Ricks ise daha
sessiz ve yetkindi, bir durumla karşılaştığında her şeyi
kurallara uygun bir şekilde yapmayı tercih ediyordu. Up
worth arada bir sızıntı yapan bir reaktörse, Ricks karbon
bir çubuk olarak nitelendirilebilirdi.
Öngörülemez bir şey gerçekleştiğinde Oram da ken
dince çözümler bulmaktansa eşi gibi o da prosedürü izle
meye meyilliydi. Bu anlamda Ricks'e daha yakındı. Yine
de Upworth'ün arada sırada kurallara uygun hareket et
memesine karşın Dünya'da geçirebilecekleri zamandan
vazgeçip kolonileştinneye kaydolan yeni evli tüm çifdere
saygı duyuyordu .
Lope de oturmaktan ziyade ayakta dunnayı tercih
ediyordu. Covenant güvenliğinin başı ve zamanı gelince
koloninin güvenliğinden sorumlu olacak olan Lope eski
kafa bir askerdi. Ondan daha ufak, daha genç ama eşit
39
derecede profesyonel olan yaşam partneri ve onun gibi
amir olan Çavuş Hallet'tan yalnızca tek bir şerit üstteydi.
Son gelen Hallet biraz nefes nefese ve mahcuptu.
" Geciktiğim için üzgünüm efendim," dedi Oram'a ve
Lope'nin yanına oturdu. Üstten vuran ışıkta parlayan
partner yüzüğü, çavuşun parmağındakinin eşiydi.
Oram önemli olmadığını göstermek adına elini sal
ladı. Protokol diretecek bir durumda değillerdi. Birkaç
kez boğazını temizledikten ve etrafındaki herkese tek tek
baktıktan sonra kasvetli bir biçimde konuşmaya başladı.
"Bunu ifade etmenin böylece söylemekten başka bir
yolu yok. Korkunç bir trajedi yaşadık. Hem mürettebat,
hem de kolonist kaybettik. Ve ben. . . yeni kaptanınızım."
Gergin bir ses tonuyla devam etti. "Bunu ben istemedim
ve hala istemiyorum ama bu böyle işte. Jacob'ın teşkil et
tiği harika örneğe yaraşır bir iş çıkarmak için elimden ge
leni yapacağım." Herkesin ona beklenti içinde baktığının
farkındaydı ve söyleyecek başka bir şeyler bulmaya çalıştı.
Uyuyan canlılara biyo-tarama yapmak, bilinçli suretlerine
karşı konuşmaktan çok daha kolay, diye geçirdi içinden
aksi bir biçimde. Söyleyecek görkemli sözcükler arıyordu
ama aklına yalnızca basmakalıp sözler geliyordu.
Yine de iş görürlerdi.
" Onu çok özleyeceğiz," diye devam etti Oram. "Yapa
cak çok işimiz var. Desteğiniz için şimdiden teşekkürler."
Işte. Anın duygusal ihtiyaçlarıyla başa çıkma konu
sunda görevini yerine getirmişti. Etrafındaki yüzlerdeki
ifadelere bakınca sözcüklerinin onları tatmin ettiğini,
hatta belki de telkin bile ettiğini gördü. Içi rahatlamıştı
ve artık asıl meseleye gelebilirdi.
" Gemimize vuran şeyin birdenbire ortaya çıktığını
göz önünde bulundurursak durumumuzun o kadar da
40
kötü olmadıgını söyleyebiliriz. Şu anda yapısal bütünlü
gümüz yüzde doksan üç ama bir dizi ikincil sistemimiz
halen devredışı. Kırk yedi kolonist ve on altı tane ikinci
nesil embriyo kaybettik. Bildiginiz üzere bir de mürette
bat kaybettik. Buna ek olarak altmış iki tane kapsül zarar
gördü ama kurtanlabilir durumdalar. "
"Kurtanlabilir mi? " Upworth en sonunda kendini tu
tamayıp alaycılıgını gösterdi.
.
Oram dudaklannı büzdü. " Tamir edilebilir durum
da,' diyelim o zaman. Önemli nokta şu ki başka kimseyi
kaybetmedik " Hiper-uyku kapsülleri işte böyleydi. Ya iş
levlerini görüyorlardı ya da görmüyorlardı. tkisinin arası
yoktu ; ne teknoloji ne de uyuyan kişi için. Birkaç tane
özel durum ve istisna olduguna dair dedikodular duy
muştu ama sonuçlar çok hoş degildi. Zarar görmüş bir
kapsülü içinde uyuyan biri varken başanyla tamir etmek
keskin bir tırmanıştı.
Covenant'ta "aksi halde" diye bir şey yoktu. En azın
dan her şeyden sorumlu olan kişi Oram oldugu sürece.
"Peki neymiş? Ne olmuş? " Tennessee ustaca konuyu
degiştirdi. "Dur tahmin edeyim. Anne sibernetik tarama
yapıyordu ve dikkatini fazla baydardan kurtulmaya ver
mişken bir şeye mi çarptık? " Rosenthal ve Cole hafifçe
gülümsedHer ama kimse gülmedi.
Teknik meseldere dönmekten memnun olan Oram
-
41
namadan bize çarptı ve darbeyi tüm kuvvetiyle yedik.
Eğer ki . . . "
Aklına gelen ani bir düşünceyle siniri bozulan Oram,
Walter'ın sözünü kesti.
"Sen neden izlemiyordun? Bir sen varsın, bir Anne ve
senin burada olma sebebin, görevin bu değil mi? "
"Bu," diyerek kabul etti Walter, "ve daha nice şey. Baha
ne sunamam, açıklama yapabilirim. Tüm gözlem sistem
leri devredeydi ve tamamen çalışıyorlardı. Her zamanki
gibi ben de nazırdım. Ama varlıkları benzeri engelleyici
alanlar tarafından gizlenen yüklü parçacık ışımalarıyla
başa çıkmak ya da bunları tespit etmeye dair bir işlem
veya prosedür yok. Derin uzayda bu olayın vuku bulma
ihtimalinin üzerine düşünmeye gerek olmayacak kadar
düşük olduğu düşünülüyordu . " Durdu . "Görünüşe göre
hal böyle değilmiş. Ya da daha az teknik bir dil kullana
rak ifade etmek gerekirse, şanssızdık. "
"Walter haklı." Her daim anlayışlı olan Faris senteti
ğin tarafını tuttu. "Şansımız yaver gitmedi. En iyi pilotla
rın dahi şanssızlık yaşadıkları biliniyor." Walter'a bakıp
gülümsedi. "En iyi sentetiklerin de."
Oram bunu kabul etmeyi reddetti.
"Hayır, hayır. Ben iyi olsun kötü olsun Şansa inanmı
yorum," dedi. "Derin uzay, işlerin 'şansa' bırakılacağı son
yer. 'Şanslı' olmaktansa hazırlıklı ve güç sahibi olmayı
tercih ederim."
Oram'ın eşi omzunu silkti ve kollarını kavuşturarak
kocasına baktı. "Covenant'ın tasarımcılannın geminin
sistemlerini yükleyip kalibre ederken bunu göz önüne
aldıklanndan eminim."
"Bu yapılana suçlu aramak dersek, bu hiçbir işimize
42
yaramaz." Tennessee her zamanki gibi ortamı yumuşat
maya çalışıyordu.
- Yapacağı uyanlarla hiçbir şey elde edemeyeceğini gö
ren Oram açıklamayı -her ne kadar tatmin edici olmasa
da- kabul etmeye ve üzerinde dunnarnaya karar verdi. Bu
meseleyi daha sonra, daha önemli kararlar verilip eyleme
geçildikten sonra Walter'la konuşabilirdi. Konuştuktan
sonra Dünya'ya �ildirmek üzere olaya dair bir rapor da
hazırlayabilirdi.
"Şimdi önümüzde, kaç - sekiz tane mi yeniden şarj
döngüsü kaldı? Origae-6'ya varmamıza?" dedi. "E işe
koyulalım o zaman. Zarar görmüş toplayıcı bölümleri
nin tamir edilmesi ya da yerlerine yenilerinin koyulması
gerek. Geminin zaran için de aynısı geçerli. Bir sonraki
adayışı yapabilmemiz için kritik durumdaki her şeyin ta
mir edilmesi lazım."
Huzursuz bir sessizlik oluştu . Herkesin bir kez daha
bir şeyler söylemesini beklediğini hissetti. Bir şeyler daha.
Ama ne? Karine yüzündeki ifadeyle ona işaret vermeye
çalışıyordu ama Oram ne kadar uğraşsa da Karine'in ne
kastettiğini anlayamıyordu .
Oram dışındaki herkesin düşündüğü şeyi dile getiren
şaşırtıcı bir şekilde Walter oldu .
" Cenaze töreninin ne zaman yapılacağını da belirleye
lim mi efendim?" diye sordu. "Merhum için?"
Bu muydu yani? Bunu kısmen anlıyordu . . . hatta acı
sını o da hissediyordu ama aklında kontrol sahibi olan
çokbilmiş, ciddi olan yönüydü.
"Önce gerekli olan tamiratlada ilgilenelim:" diye cevap
verdi ve sonra ekledi, "merhuma karşı hepiniz kadar saygı
duyuyorum ama yaşayanlar için endişe duyuyorum. "
43
Dışandan bakıldıgında Güvenlik kaptanın emri al
tında olsa da operasyon personelinin sahip olmadıgı bir
bagımsızlık derecesine sahipti. Dolayısıyla Lope sesini
yükseltmekten hiçbir zaman çekinmiyordu. Ciddi bir ses
tonuyla konuştu.
''Kırk yedi kolonist ve kaptanımızı kaybettik. Bununla
yüzleşmeliyiz. "
Çavuşun karşı çıkmasına sinidenen Oram eşine dön
dü . Bu kez sözsüz bir iletişim kurma çabasına girişmedi.
"Lope haklı, Christopher. "
Oram ikna olmamıştı. "Ve tamiratı hızlıca yapmaz
sak tüm kolonİstleri kaybedebiliriz." Odadakilere baktı.
"Perspektif, beyler ve bayanlar. Çogunlugun iyiligini gö
zetmeli ve oyalanmamalıyız."
Kimsenin yüz ifadesinde bir degişme olmayınca Oram
daha da huzursuz oldu.
"En azından Kaptan Branson için bir şey yapmalıyız."
Her ne kadar ılıman da olsa bu İtirazın genellikle ona
destek olan Tennessee'den geliyor olması Oram'ın kara
nnda daha da ısrarcı olmasına yol açtı. Ya o anda otori
tesini gösterecek ya da yolculugun geri kalanı boyunca
bizzat kendisi ve agzından çıkan her şeyin sorgulandıgı
na tanık olacaktı. lsrarcı olmak için dogru zaman ya da
konu olmayabilirdi ama şartlar onu seçmişti, o şartları
degil.
"Hayır. Bu bir tartışma degil. Karar verildi. Tartışmak
için bir sebep göremiyorum."
Onun adına utanan eşi başını yere çevirdi. Aynı za
manda yeni liderligini baltalamak adına yapabilecegi en
kötü şeyin mürettebatı desteklemek oldugunu da biliyor
olmalıydı. Bu yüzden sessiz kaldı.
Daniels en nihayetinde gelebilmişti. Yanlarına gelmek
için çok kötü bir zaman seçmişti ama seçebilecegi en
kötü zaman degildi. Kimse bir şey demedi ve en iyi yak
laşım buydu. O anda söz konusu işti; yas tutma ve teselli
daha sonraydı.
Herkesin yüzüne tek tek bakan Daniels mahvolmuştu
ve gergindi. Boş oldugu bariz olan sandalyenin yanındaki
yerine geçip oturdu . Ama sesini yükselttiğinde güçlü bir
tonu vardı.
"Terraform* ekipman modülü bozulmamış," dedi Da
niels, "ama, şey, bağlantı direkleri biraz �asar görmüş.
Bir EVA kontrolü yapmadan tam olarak bir şey söylemek
mümkün değil."
"Onu uzaktan yapabilirim," diye temin etti Walter.
"Kritik durumda bir şey olsaydı Anne bize şimdiye söy
lemiş olurdu."
Daniels başını salladı. "Daha ağır makine ve araçların
mengenelerini kontrol etmem gerek. Küçük şeyleri ka
fama takinıyorum. Bazıları biraz sağa sola savrulmuşsa
da yerlerini değiştiririz. olur biter. Köprü monitörlerinde
hasar görünmüyor ama emin olmak istiyorum. Epey sal
landık. "
"İstersen o konuda d a sana yardım edebilirim," dedi
Walter. "Eger bana başka bir yerde gerek olursa Anne ha
ber verir."
Daniels sentetiğe baktı. "Teşekkürler."
Oram, Walter'a döndü. "Bir sonraki adayışı ne zaman
gerçekleştirebiliriz Walter?"
"Anne halen son hasar raporlarını toplamakla meşgul
oldugundan ötürü birkaç saat içinde daha net bir cevap
verebilirim. Yeniden şarj bitene kadar burada kalmalı-
45
yız. Zarar gören toplayıcıları onarmak elbette harekete
geçişimizi hızlandıracaktır. En önemli konuların hızlıca
çözüleceğini tahmin edersek birkaç gün tekrar yola ç�ka
bilmemiz için yeterli olacaktır. "
"Tüm hayati onarımlar tamamlandıktan sonra," diye
devam etti, "bu sektörü boşaltmaya çalışmalıyız; bize
vuran ışınlar gibi tespit edilemez artçı ışınların olma ih
timaline karşı. lkincil tamiratlar yolculuk sırasında yapı
labilir. "
"Bence de. " Oram herkese tek tek baktı. "Küçük tami
ratları yeniden şarj için bir sonraki atlayıştan çıktığımız
da tamamlayabiliriz. Hadi işe koyulalım." Bir iş planları
vardı. Diğer insanların örneğin kabızlığı geçirsin diye bir
hap alması gibi Oram durumu özümsedi. "Dağılabilirsi
niz. "
Tennessee'nin büktüğü dudaklarından "Dağılabilirsi
niz ? " sözcüğünün döküldüğünü görmesine karşın bu
nun üzerinde dmınamaya karar verdi ve herkes istasyon
Ianna ve görevlerine gitmek üzere dağıldı.
Daniels da diğerlerinin peşinden gitmek üzere ayağa
kalktı.
"Danny? " diye mırıldandı Oram usulca. "Gitmeden
önce biraz konuşalım."
Meslektaşlarının geri kalanının hepsi köprüye vardı
ğında Daniels olduğu yere oturdu. Masanın üzerinden
ona doğru eğilen ve sesini alçaltan Oram ciddi bir biçim
de konuştu. Kendi beceriksiz tutumuyla Daniels'ın içini
rahatlatmak istiyordu .
"Diyebileceğim kesinlikle hiçbir şey olmadığını bili
yorum . . . ama çok üzgünüm. Jacob gerçek bir lider ve iyi
bir insandı. Onunla her konuda hemfikir olmadığımızı
sen de biliyorsun. Teknik bir konuda bile farklı düşün-
46
düğümüz zamanlarda onun kararlarına hep saygı duyar
·
dım. Düşünceleri benimkilerden farklı olsa da kendini
hep zarifçe ifade ederdi. En sonunda hep insanlan onun
gibi düşünmeye ikna etmeyi başarırdı ve bunu bağırma
dan ve rütbesini kullanmadan yapardı. Ona hizmet et
mek bir şerefti. "
Daniels gülümserneye çalıştı. "Bunun için müteşekki
rim, Chris. Biliyorum ki jacob da müteşekkir olurdu . "
Oram'ın ses tonu değişti. "Birkaç gün çalışmamalı
sın," dedi sert bir şekilde.
"Bir şeylerle meşgul olmayı tercih ederim. " Daniels'ın
silik gülümsernesi hemen yüzünden silindi.
"Bu bir rica değildi. " Sesi deminki şefkatli tonuyla çe
lişmesin diye düz bir ses tonuyla konuşmaya çalıştı.
Daniels ona bakakaldı. Oram kadının normalde sesi
ni çıkartacağını, itiraz edeceğini biliyordu ama o sırada
içinde o güç yoktu. Ama yüzündeki ifadeden ötürü ona
açıklama yapması gerektiğini hissetti.
"Görevden artık ben sorumluyum," diye hatırlattı, " fi
ili müretlebat ve uyuyan kolonistlerin yaşamları ve esen
liklerinden de. Bu konuma sahip olmayı beklemiyordum
ve herkesin yardımına ihtiyacım var. Yani sen dahil her
kesin performansının en üst düzeyde olmasına ihtiyacım
var. " O da gülümserneye çalıştı. "Ara vermek istemediği
miz zamanlar genellikle ara vermeye en çok ihtiyacımız
olan zamanlardır. Birkaç gün çalışma. Ağla, içindekileri
dök, tamam mı? "
Daniels ağzı açık bir şekilde ona baktı.
"Ağlayıp içimdekileri mi dökeyim? Bak ne diyeceğim
Chris - Kaptan. Belki 'yardımcı' olur. Kocamın yasını
kendi bildiğim şekilde tutsam nasıl olur? Genel müretle
bat kılavuzundaki herhangi bir resmi kurala karşı geldi-
47
ğimi sanmıyorum . . . efendim. " Oturduğu yerden kalkan
Daniels keskin bir şekilde döndü ve köprüye çıkıp mü
rettebattan arkadaşlannın peşinden yürüdü.
Oram arkasından baktı ve durumu elinden gelen en
iyi şekilde idare edemediğini fark etti. "Bu işte yeniyim . . . "
Bunu zaten itiraf etmişti. Gerçi bir fark yaratmıyordu. Bir
süre önce mürettebatın bir üyesiydi. Jacob Branson'ın
ölümüyle birlikte artık gemideki yoldaşlarıyla arasında
kaçınılmaz bir uçurum açılmıştı. Bu konuda yapacak bir
şey yoktu. Lider olmak böyle bir şeydi.
Karine'in nasihatlerine her zamankinden çok ihtiyaç
duyacaktı.
Cebinden bir çift metal stres topu çıkanp dalgın bir şe
kilde tek elinde çevirmeye, çıtlamalarını dinlemeye baş
ladı. Daniels'la olan konuşması gibi olayların aklını yeni
görevinden uzaklaşurmasına izin veremezdi. O andan
itibaren her şeyin bağlı olduğu tek bir şey vardı: odak
lanmak, odaklanmak, odaklanmak Bu da sakin olmak ve
her durumu derinlemesine analiz etmek anlamına geli
yordu; bu ister insan insana iletişim ister mühendislikten
gelen bir rapor olsun. Yeni konumu ve sorumluluklarına
rağmen yoldaşlarıyla arkadaş kalmayı çok istiyordu.
Bunu başarıp başaramayacağını ise yalnızca zaman
gösterebilirdi.
• • •
48
Dış antenler benzerligi daha da perçinierdi ama gü
venlik önlemi olarak her şey -çoklu bilgi ekranlan dahil
ya giysiye ya da kaska iliştirilmişti. Giysilerin yuvarlak
şekli savrulmaktan ya da kritik bir şeyin kopmasından
korkmadan gemiye ya da başka herhangi bir sert nesneye
çarpabilecekleri anlamına geliyo'rdu.
Tennessee onu bir toplayıemın uç noktasına götüre
cek bir rotaya girdi. Ankor ise diregin merkezine dogru
yöneldi. Ikisinin de önceden belirlenmiş görevleri vardı.
Öngörülemeyen bir problemle karşılaşmaları halinde be
raber çalışmalanna gerek yoktu. Işlerini biliyorlardı. Ayrı
ayrı çalışmak gerekli işin iki kat hızlı yapılmasını saglı
yortiu.
Ikilinin etrafında gök, sonsuz yıldız ile nebulalar do
luydu ve güzelligini azameti ve görkeminden alıyordu.
Her şeyi daha da huşu uyandırıcı kılan şey ise gördükleri
şeyin bir sonu olmadıgını bilmeleriydi. Galaktik azarnet
neredeyse daimi bir biçimde dört bir yana uzanıyordu ve
manzarayı tek bir gezegen ya da uydu lekelemiyordu .
Azameti ve soguk, kayıtsız boşlugu uzak tutan tek şey
giysileriydi. Aynı anda hem hayranlık hem de korku du
yabiliyorlardı. Ellerindeki işe odaklanmak dikkatlerinin
dagılmasını engellemek konusunda onlara yardımcı olu
yordu ama Tennessee kendini tutarnayıp tepkisini dile
getirdi.
"Vay be. Şu manzarayı hepiniz görmelisiniz. "
Giysinin hoparlöründen Upworth'ün dalgalı v e tanı
dık sesi geldi. "Dış kamera düzenini tamir etmedigin sü
rece hiçbir şey göremiyoruz. Zaten aynı şey olmaz. Bir
projeksiyondan görmekle bizzat orada olmak arasında
daglar kadar fark var. "
"Projeksyion, smojeksiyon - o söktugumun pence-
49
resinden neden bakmıyorsun tatlım? " Tennessee bunu
dedikten sonra uzay giysisi diyen diger kişiye seslendi.
"Ankor, şunları tekrar çalıştıralım da içerideki zavallı
lar da manzaraya bakabilsin. Betimlemeye çalışmaktan
vazgeçiyorum." Kısaca durup kaskının içinde, çenesinin
hemen yanında olan ve parlak bir şekilde yanan ekranlar
dan birine baktı. "Pozisyon alınca haber ver. "
Her zamanki iş bilirligiyle meslektaşı çoktan yerini
almıştı. "Pozisyon aldım. Herhalde boş boş oturmadı
gımdan ötürü manzaranın tadını çıkarıyorum. Hadi işe
koyulalım."
Kendi kendine sırıtan Tennessee bir toplayıcı paneli
nin üzerindeki hasar görmüş kısmı kesrnek için bi&güç
kesici kullandı ve sonra kestigi parçayı sertçe itti. Yarı
saydam madde uzay giysisi içindeki küçük figürden çok
daha büyük olmasına karşın agırlıgı çok daha azdı. Tek
darbesiyle kesilen kısım panelden ve Covenant'tan uzaga
dogru süzülmeye başladı.
Arka tarafındaki ipe benzer kabloyu çıkaran Tennes
see giysisindeki itici yakıtı ateşledi ve kademe kademe
hızlanarak diregin ucuna dogru ilerlemeye başladı. Artık
toplayıcı bulunmayan uçurumu geçmesi biraz zamanını
aldı. Zarar görmüş bölümün ucuna vannca kabloyu bag
ladı ve Ankor'a sinyal verdi.
Direktili alan Ankor tamir edilmiş toplayıcıyı çekme
ye başladı.
lyi bir başlangıç, diye geçirdi içinden Tennessee. Şim
di savrul , başının etrafında kozmosu çevir, başının dön
memesini saglamaya çalış ve tekrarla. Tek bir ünite gibi
hareket eden iki adam metodik bir şekilde toplayıemın
zarar görmüş bir başka kısmına dogru ilerlemeye başla
dılar.
so
IV
~
Kolenizasyon gemilerinin içindeki odalar ve koridorlar
psikolojik pir gereklilikten ötürü oldukça büyüktü. Ama
bu kolenisderin kendileri için bir fark yaratmıyordu .
Kapsüllerinde hareketsiz ve habersiz bir biçimde uyuyor,
gemi istikametine varana kadar uyanmayacaklannı bili
yorlardı.
Şeffaf kapakları olan geçici tabutların geniş olmasına
ise gerek yoktu. Bir bedenin içinde rahatça yatabilecegi
ve hiper-uyku adı verilen biyolojik rüya-aleminde kal
masını saglayacak makine ve araçların sıgabilecegi kadar
geniş olması yeterliydi. Kolonistler teknolojinin izin ver
digi ölçüde istiflenebilirdi ve istifleniyorlardı da.
Uyanık ve çalışan bir mürettebat için ise durum fark
lıydı. Bakım, kontrol, yeniden şarj ya da geminin herhan
gi bir görevi için her uyandırıldıklannda rahatça hareket
edebilecekleri bir yer ve içinde rahatlayabilecekleri uy
gun bir özel alana sahip olmaları önemliydi. Aksi takdir- .
de kozmik güzellige ragmen en yakın içinde nefes alına-
sı
bilir atmosferden, en yakın çağlayan akıntıdan, en yakın
serinletici yagmurdan düzinelerce ve belki de yüzlerce
ışık yılı uzakta oldukları bilgisi en iyi egitimli ve hazır
lıklı bireyleri bile sessizce delirtebilirdi.
Dolayısıyla Daniels'ın kabini meslektaşlarınınkiler
gibi fiziksel ve ekonomik anlamlarda mümkün oldu
ğunca geniş yapılmıştı. Mantıklı çerçeveler içerisinde
var olan tüm yaratıkların rahat edebileceği her şey ta
sarımına dahil edilmişti. Yatagın başındaki ayarlanabilir
ışıklandırma okumayı kolaylaştırıyor, ortamın havasını
değiştiriyor veya istenen türde ve renkte aydınlatma sağ
lıyordu. Yatak odanın diger ucunda duvara dayalıydı ve
hemen üzerindeki altıgen pencereden ötedeki kozmos
çoklu olarak görülebiliyordu.
Muhteşem görüntü, ayarlanabilir ışıklandırma, inanıl
maz rahat yatak. . . bunların hiçbiri önemli degildi. Çün
kü Covenant'taki diğer tüm mürettebat karnaraları gibi bu
da bir çiftin ihtiyaçlarını görmesi için tasarlanmış ve inşa
edilmişti. Odanın lüksü Daniels'ı rahatlatmaktan ziyade
ona artık yalnızca bir çiftin yalnız kalan üyesi oldugunu
hatırlatıyordu. Daniels'ın evliligi gibi hayatı da son dere
ce ani, beklenmedik ve şiddetli bir biçimde kırpılmıştı.
"Agla, içindekileri dök," demişti Oram. Daniels için bu
nasihat, tuvalete gitmenin duygusal anlamdaki dengiy
di. O anda ona tokat bile atamayacak denli güçsüz bir
haldeydi. O kadar zayıf hissetmese de yine de ona tokat
atmayacagını da biliyordu. Bunu yapmayacak denli iyi
egitimliydi. Hatta belki de aglayamayacak denli iyi eği
timliydi; nasihate kulak vermeyi tercih etse bile. Bir yıl
dız gemisinde çalışırken duygular çogu zaman yalnızca
insana ayak bagı olurdu.
Oram'ı beceriksiz teselli etme çabasından ötürü suçla-
52
maması gerekligini biliyordu. En azından denedi, elinden
gelen bu, dedi içinden. Çalışkan bir işçiden fazlası, dogal
bir liderden azı olan Oram istenmeyen kaptanlık görevi
ni üstlenmek zorunda kalmıştı. Mürettebatın tüm üyele
ri gibi Oram da kendi uzmanlık alanında aşın derecede
yetkindi. Şimdi ise yaşam bilimleri ve biyoloji alanlannın
dışına çıkmak zorunda kalmıştı ve çok daha aktif ve çok
sevdigi numunelerinden çok daha ters olan organizma
larla başa çıkmak zorundaydı.
Kendini serbest bırakıp hafifçe gülümsedi. Kaptanın
Oram olması çok da kötü degildi. Karine ona sessizce na
sihatler verir, yanlışlarını düzeltirdi.
Pencerenin öteki tarafında saçılmış yıldızları görmez
den geldi ve çift kişilik yatagın üzerine oturdu. Gerçek
bir yataktı ve rahatlatıcı büyüklügü suni yerçekimi muci
zesi ile mümkün kılınmıştı. Covenant'ın mürettebatı için
aglann üzerinde süzülürken uyumak diye bir şey yoktu.
Ama yatak artık eskisi kadar rahat degildi ve içinden ya
tagın ucundan ortasına geçmek gelmiyordu. Yatak onu
çagırıyordu ama geniş ve rahat boşlugu artık doldurula
mazdı.
Bilinçli ama kayıtsız bakışlarını karnarada gezdirdi.
Açık depo alanının içinde kendi batlarının yanında iş
botlan duruyordu; sol bot her daim sol, sag bot her daim
sag tarafta. Üzerlerinde düzenli bir şekilde bir erkek giy
sisi asılıydı. jacob'ınki her zaman solda, onunki hep sag
da. Öte tarafında jacob'ın çok deger verdigi antika plak
koleksiyonu ve sevgiyle tamir edilmiş pikap duruyordu;
parçaları seneler içinde yarım düzine benzer araçlarla de
giştirilmişti.
Başka bir yerde, yatagın üzerinde oturdugu yerden gö
rebildigi bir tarafta tırmanış teçhizatları duruyordu. Yeni
53
bir gezegende eski bir habilerine devam edebilme bek
lentisiyle getirmişlerdi. Dagsız bir gezegene yerleşmek
ten ikisi de mutlu olmazdı.
"Bölgenin ısısı, jeolojisi ya da herhangi bir şey önemli
degil," demişti jacob birkaç kez. "Koloni nereye yerleşir
se yerleşsin illaki tırmanılacak kayalar vardır. "
"Ya bir su gezegenine yerleşirsek?" diye sormuştu Da
niels şakacı bir şekilde. "Ya daglann aşındıgı ve Büyük
Ovalar kadar dümdüz oldugu çok yaşlı bir gezegene va
rırsak? "
"llkiyse tuz ya da kalsiyum karbonattan yükselen rlu
varlar inşa ederim. lkincisiyse toprak yıgıp silikat yapa
rım."
Her zaman iyimserdi jacob. Hep neşeli bir tarafı var
dı. Bir kaptanda olması çok önemli ve muhteşem özel
liklerdi bunlar. Bir kocada bulunan muhteşem özellikler.
Daniels'ın bakışları en sevdigi proj esinin dış tarafındaki
kagıt çıktısı üzerinde durdu.
Eski usul ahşap kulübe.
Kocasının hayali.
Eski-koca, diye düzeltti kendini sessizce. Merhum
koca. Yakılarak. . .
Kapı melodik ve böldügü için bir özür iletmeden çaldı.
Kim olabilirdi ki gecenin bu saatinde? Bu, jacob'ın
sürekli yapugı espriterden biriydi. Yıldızlararası uzayda
gece daimiydi. Ama hiç bu kadar karanlık olmamıştı.
Daniels kapıya dogru yürüdü ve kapıyı açtı. Gelen
Walter'dı. Elinde küçük bir kutu oldugunu gördü.
"Iyi akşamlar. Rahatsız ediyor muyum?"
Tatlı, kibar, düşünceli. Neden kaptan o alamıyordu?
Ama bu mümkün degildi. Ne kadar etkin bir şekilde
programlanmış olurlarsa olsunlar sentetikler hizmet et-
54
rnek üzere tasarlanırlardı. Takip etmek için, liderlik et
mek için degil. Asla liderlik etmek için degil.
Onu başından savmayı düşündü ama sonra kendi dü
şünceleriyle yalnız kalmaktansa herhangi birinin yanm
da olmasını tercih edecegini fark etti.
"Hayır. lçeri gelsene. Seni görmek güzel. "
Walter içeri girdi, kapının arkasında kayarak kapan
masım bekledi ve sonra kutuyu uzattı. "Sana bir şey ge
tirdim. "
Daniels kutuyu alıp içini açtı. lçinde ü ç tane kusursuz
bir biçimde sarılmış YKKS vardı - Yanıcı Kimyasal Kana
lize Silindiri. Ya da başka bir çagm aşırı derecede tutarlı
terminolojisinde: ot. Daniels istemsizce gülümsedi.
Eglencenin simgesi, diye açıkladı Walter. "Hidropo
ni'deki atmosfer koşulları kenevir ye�iştirmek için ideal. "
"Aynı kanabinoidleri bir hapla da alabilirim," dedi Da
niels.
"Dogru ama sanırım bu kullanım türünün estetigi tüm
deneyimi artırmaya yardımcı oluyor ve böylece etkisini
artırıyor. Aynı zamanda eylemi gerçekleştirebilmek için
aklını ve parmaklarını odaklamak durumunda kalmam
gerektiriyor. Tüketimin yardımcı bir yararı."
" Çok düşüncelisin."
"Programlamam öyle o kadar."
Tevazu da öyle, diye geçirdi içinden Daniels. "Bu dog
ru degil. "
"lzninle bir şey söylemek istiyorum . . . " Devam etme
den önce yeterince bekledi. Daniels .duraksamamn da
iyi programlamanın bir sonucu oldugunu biliyordu ama
umurunda degildi. "Anladıgım kadarıyla travmayı sin
dirme konusunda aktif olmak etkili bir metot olabiliyor
muş. Tekrar işe dönmek yararlı olur mu? "
55
"Oram görev çizelgesinden ismimi sildi. " Daniels,
Oram'ı taklit etti. "Kaptan'ın emirleri. Höyt, çalışmak
yok."
"Ona haber vermekten bahsetmiyordum. Büyük bir
gemideyiz. Çoğunlukla taramadan geçmeyen yerlerde
yapacak çok iş var. "
Daniels emin değildi. " Güvenlik monitörlerinde gö
rülürüm. "
"Nerede çalıştığına göre değişir. Geminin gözedeme
sistemleri pek çok yeri kapsıyor ama her yeri aynı anda
göremiyor. Ayrıca gözedeme Güvenlik tarafından gerçek
leştiriliyor. Çavuş Lope'nin senin boş zamanlarını nerede
geçirmeyi tercih ettiğini umursayacağını sanmıyorum.
Yeni kaptanımıza gelince; yapacak bir sürü işi var. Sa
nırım terraform depo bölümündeki ağır ekipmanların
durumunu kontrol etmek istediğini söylemiştin, değil
mi? Aldığımız genel hasan göz önünde bulundurursak
o bölümün daha yakından, bizzat denetlenmesi gerektiği
konusunda hemfikirim.
"Daha önce de söylediğim gibi, istersen sana eşlik
edebilirim. "
Daniels'ın yüzüne minnettar bir ifade oturdu .
. ·• .
56
inmemiş, hiçbir zincir ya da kayış gevşememiş ve kop
mamıştı. Her şey Covenant'ın güvertesine ilk yüklendigi
halindeydi.
Bazen, diye geçirdi içinden, eski teknoloji ürünü
şeyler en iyi çalışan ekipmanlar oluyorlardı. Elektronik
baglar daha güçlüydü ve bakımı da daha kolaydı; enerji
kesilmedigi sürece. Daniels çok iyi biliyordu ki basit bir
ipte temel, ilkel, insani ve işlevsel bit şey vardı. Kendi
kendine gülümsedi. Sarmaşıkiann yerine mekanik men
geneler ve karbon fiber ve metal zincirlerle idare etmeleri
gerekiyordu.
Devasa toprak-taşıma ve taş-ezme araçlannın lastik ve
paletleri, makine sıralannı gezen iki figürün üzerine dü
şüyordu. Terraform görevinin lideri olan Daniels her bir
eşyanın ve aracın adını, amacını ve fiyatını biliyordu. Ge
minin bilgisayannda herhangi bir şey araştırmadan her
birinin kendi çalışma el kitabına başvurabilir veya gere
kirse spesifik bir parçaya gidip ekipman kabinlerinden
herhangi birini kontrol edebilirdi. Muhteşem hafızası gö
revi için seçilmesini saglayan sebeplerden bir tanesiydi.
Aynı zamanda sınırlannın da hayli farkındaydı.
Zaten hepimiz bilgisayarıann yedekleriyiz o kadar, dedi
kendi kendine.
Bu işin uzaktan da yapılabilecegini biliyordu. Makine
lerden her birinin yerinde sabitlenmiş oldugundan emin
olmak için yine de hepsini kontrol etti. Ama uzaktan
yapmak aynı kişisel tatmini saglamıyordu. Ve Walter gibi
Daniels da bir şeyi fiziksel ve zihinsel olarak yapmanın
aklını bazı düşüncelerden uzaklaştırdıgını biliyordu.
"Benim fikrim bile degildi," dedi Daniels ona ayak uy
durmakta hiç zorlanmayan sentetige. "Ilk başta aptalca
oldugunu düşünmüştüm. Muhtemelen sahip bile olma-
57
yacağımız bir zamanı çarçur etmek olduğunu, zira mü
rettebat olarak önce kolenisderin yerleşmesine yardım
etmemiz gerekecekti. Ama jacob'ın yeni bir gezegende
bizim için bir kulübe · inşa etme hayali vardı. Dünya'nın
farklı yerlerinde eski öncülerin inşa ettikleri gibi. Ama
modem iklim kontrolü ve araçlar ve başka çağdaş rahat
lıklara da sahip olacaktı.
"Ahşap kulübeler ağacı olan tüm kıtalarda bulunur, di
yordu bana. Insanlığın taş ya da topraktan yapı�mamış ilk
yapılanndan biriydi ve bana gösterdiği fotoğrafiara bakılır
sa hangi kültür tarafından inşa edilmiş olurlarsa olsunlar
hepsi birbirine benziyordu. Insanlık tarihinin gerçek bir
parçası." Eğilerek küçük bir araba boyundaki bir tekerlek
mengenesini iki kez kontrol etti. Koca, pervaneli bir kazı
cıyı yerinde tutmaya yanyordu. Sağlam haldeydi.
"O da bunu yapmak istiyordu," diye devam etti. "Hem
kendi keyfi için hem de eski 'kolonistlere' duyduğu saygı
dan. Bir gölün yanında duran bir kulübe. Çok romantik.
Gölün gerçek mi yapay mı olduğu bile umurunda değildi
ama Origae-6'da ilk yaşanabilir kılınacak bölge seçilen
yerde devasa bir göl var. " Kazıcının etrafında dolaşıp kar
şı taraftaki büyük ön tekerleğin alt kısmındaki mengene
yi kontrol etti. "Sağlam. "
"Sağlam," diye onayladı Walter kendisi d e hızlıca
kontrol ederek. Sıradaki diğer dev araca geçtiler. "Tam
olarak anlamıyorum. Mürettebat ve kolonistler için bol
bol yeterli prefabrik ev taşıyoruz. Gelecekte yapılacak
modifikasyonlar ve ek, daha kalıcı yapılar için planlar
var. Uygun ham maddeler bulunduğu zaman bu yapıla
n dikebileceğimiz araçlar da var. " Walter ciddi anlamda
şaşırmış gibiydi. "jacob yine de ahşap bir kulübe mi inşa
etmek istiyordu?"
58
"Evet," dedi Daniels. "Gerçek bir kulübe, gerçek ah
şaptan yapılma. Tamamen tarihteki örnekleri gibi inşa
edilmiş bir kulübe. Bu yüzden geminin deposunda şimdi
bahsettigin tüm ptefabrik materyallerle birlikte testere ve
baltalar ve metal çiviler var."
Walter düşüneeli bir şekilde ona döndü. "Metal 'çivi
ler'. Gerçekten tarihsel bir referans. Ya Origae-6'da bizim
bildigirniz anlamda agaçlar yoksa? "
Daniels hafifçe kıkırdadı. ''jacob plastik bir şekillen
diriciyle agaç yaratacagını, sonra üzerini boyayıp doku
verecegini ve gerçek bir agaç gibi görünmesini saglaya
cagını söylüyordu. Ne yaptıgını bildigini düşündüm hep,
nasıl yapacagını da. Ahşap bir kulübe nasıl yapılır benim
hiçbir fikrim yok."
Durdu ve sesi yavaşça kısılıp yitti. lnceledigi boru
ekstruderinden başını kaldıran Walter ışıgını Daniels'a
çevirdi. Daniels'ın koloniyi kurmak için kullanılacak
devasa ve sessiz ekipmanlara bakarken gözlerine hüzün
doldugunu gördü. Daniels elini hafifçe saHayarak ekstrü
deri ve önlerinde kilitli durumda olan diger tüm ekip
manlan işaret etti.
"Tüm bunlar, Dünya'dan alınabilecek en iyi ekipman
lar, hepsi yeni hayatımızı kurmamıza yardımcı olmak
için. Mürettebatın geri kalanı için bu anlamlı. Kolonistler
için de öyle tabii. Ama bana gelince, düşünüyorum da -
neden ugraşayım ki? "
"Başka seçenegin yok."
Kaşlannı çatan Daniels, Walter'a baktı. "Mürettebatın
bir üyesi olarak bunun bir parçası olacagım ve katkıda
bulunacagım diye bir kontrat irnzaladım diye mi?"
"Hayır. Bir göl kenanna ahşap bir kulübe inşa edece
gine dair söz verdin diye. "
59
Daniels birden boğazının düğümlendiğini hissetti. "O
jacob'ın sözüydü. Kulübeyi inşa etmeye jacob söz ver
mişti . "
Walter samimi bir şekilde ona baktı v e şefkatli bir bi
çimde konuştu. "Tüm mürettebat çift olarak Covenant'a
atandı. Tüm insan mürettebat. " En ufak içerierne emaresi
göstermeden kendini düzeltti. "Geminin mürettebatı çift
olarak çalışır. Takım olarak. Takımın bir yarısı görevleri- ·
1 1 1
60
Oram araç dolu odaya yürürken aklını kurcalayan
sorular geminin bilgisayan tarafından cevaplanamazdı.
Anne kendisine soroldugu takdinle elbette cevap verme
ye çalışırdı. Arada sırada Oram'ın içinden sırf elektronik
olarak hangi cevaplar geliyor görmek için endişelerini
belirtmek geliyordu. Bunu asla yapmamıştı. Bir kere ce
vaplar anlamlı olabilirdi, daha önemlisi ise kendi cevap
larıyla ters düşebilirlerdi.
Omuzlanndaki hafif battaniye karnarasında olduğu
kadar köprüde de gereksizdi. Kamaraların hepsindeki
nem ve ısı büyük oranda ayarlanabiliyor olmasına karşın
mürettebatın büyük bir bölümü Anne'nin onların yaş,
fizyoloji ve önceden belirttikleri kişisel tercihlerine göre
belirledigi ısı ve nem oranından memnundu. Bir yıldız
gemisinde uyumak şahsi bir meseleydi -gemideki az sa
yıdaki şahsi meselelerden biri- ve Anne kendi tavsiyele
riyle uykularını nadiren bölerdi.
Battaniye veya herhangi bir türden örtü fazlalıktı ama
örtüleri küçüktü ve mürettebatın psikolojik saglığı için
önemli oldugu düşünülmüştü. Yani birisi örtüyle, atkıy
la, ·battaniyeyle ya da suni koyun postuyla yatarak rahat
ediyorsa ve bunun verimliligi artırdıgı ve insanların akıl
Ianna mukayyet olmasını sagladıgı kanıtlanmışsa, şirket
gereken her şeyi karşılamayı seve seve kabul ediyordu.
Koltugunun altındaki eski usul basılmış Kutsal Kitap
da Anne'nin muktedir varlıgı kadar rahatlatıcıydı. Diger
elindeki metal stres toplan ritmik bir şekilde birbirleri
ne çarpıyorlardı. Anksiyetesini gidermek için ilaç talep
edebilirdi. Stres toplarını tercih ediyordu. Ilaçların aksine
toplar aşina oldugu bir şeydi ve dıştan bir müdahaleyi
sembolize etmiyordu. Aynı derecede alışkanlık yaratıp
yaratmadıkları ise tartışılabilirdi.
61 .
Bir hacı gibi örtülü bir şekilde, dalgın dalgın köprüde
yürürken periyodik olarak konsollara ve ekraniara bakı
yordu. Insan mürettebatın yoklu�unda her şey sakindi ve
düzenli bir biçimde çalışıyordu. Böyle olaca�ını biliyor
du, aksi takdirde Anne onu uyanrdı. Yine de bir panelde
gördü�ü bilgiler üzerine durdu. Panel ana tasfiye bölü
münde aktivite oldu�unu işaret ediyordu. Meraklanan
Oram o bölümün görsel yayınını açtı.
Konsolun parlak ve renkli projeksiyonu önünde belir
di. Sessizce görüntülere. bakarken hoşnutsuzlu�u sessiz
ce arttı. Yapılan aktiviteden ötürü de�il, geldi�i anlam
dan ötürü.
1 1 1
62
tüm bunları ... " Sustu. "Yalnız olmanın ne demek oldugu
nu bilecegini düşündüm. Bu konuda bir şeyler söylemeni
beklemiyordum senden ama işte . . . ne bekledigimi bilmi
yorum. Bunu kendi başıma yapmak zorunda kalmak is
temedigimden emindim o kadar."
Bunu sindiren Walter bu durumdan etkilendi; bir sen
tetik ne kadar etkilenebilirse o kadar. Programlanma açı
sından bakıldıgında durum . . . karmaşıktı.
Erişim kapısı açılıp Tennessee ve Faris girdiginde pek
içinin rahatladıgı söylenemezdi ama memnun olmuştu.
Daniels'ın yalnızlıgını dindirrnek için yalnızca kendi var
lıgının yeterli olup olmayacagından emin degildi ama iki
arkadaşının daha gelmesinin epey yardımcı olacagını bi
liyordu. Tıpkı Tennessee'nin elindeki viski şişesi ve dört
shot bardagının Daniels'ın moralini yükseltıneye yardım
cı olabilecegi gibi.
Tennessee ne şişeyi ne de bardakları düşürüp Daniels'a
bir ayı gibi kocaman sarılmayı başardı.
"Merhaba tatlım," dedi Tennessee usulca. "Ne durum
dasın?" Daniels'ı bıraktı ve eşine baktı.
Daniels, Tennessee'ye bakıp gülümsedi. "Beklendik
bir haldeyim sanırım. Geldiginiz için teşekkürler. lkinize
de teşekkür ederim."
Tennessee şişeyi kaldırarak viskiye hoşnut bir şekil
de baktı. "Eri sevdigi. Agzının tadını biliyor." lri cüsse
sinden beklenmeyecek bir çeviklikle elinde döndürdügü
· bardakiara viski dökmeye başladı. "Sek. 'Buzsuz, susuz,
boksuz püsürsüz.' Hep böyle derdi." Yakınlarında duran
fi.güre baktı. "Walter?"
"Roma'dayken." Elini uzatan sentetik bir bardak aldı.
lçki fizyolojik olarak üzerinde hiçbir etki uyandırmaya
cak olmasına karşın önemli olan yoldaşlık jestiydi.
63
"Amin kardeşim:" Faris bardagım hafifçe ona dogru
kaldırdı. "Dogru düzgün programlama diye işte buna de
rim. "
Hem viskinin tadını almak hem de atmosferi yumuşat
mak adına törensel yudumlarım aldıktan sonra Teiınes
see daha resmi bir kadeh kaldırma eyleminde bulundu.
"Erken giden tüm iyi insanlara. Onları hatırlayalım. "
Etrafındakiler hep bir agızdan tekrarladılar. "Onları
hatırlayalım."
Bardaklarını tokuşturduktan sonra içki içmeye devam
ettiler. Daniels viskisini hızlıca dikti ve Walter'a döndü.
Walter gözleriyle söyleyebilecegi her şeyi söylüyordu ve
herhangi bir sözcük zikretmenin gereksiz ve yersiz olaca
gını biliyordu. Ya da daha da kötüsü; yanlış.
En sonunda Faris nazikçe sordu. "Benim yapmamı is
ter misin?"
"Hayır, teşekkürler." Daniels bir adım öne çıktı. "Yakı
şık alan benim yapmam. " Tabuta son bir kez bakan Dani
els uzandı ve bir dügmeye bastı. Tasfiye kilidinden hava
kaçarken işitsel alıcılar tek bir ıslık sesi iletti. Havayla
birlikte tabut da dışarı bırakıldı.
Uzayı gösteren ekranda kapsülün Covenant'tan çıkışı
m gördüler. Kozmosun muazzam kara tahtasına salınan
ufacık tabut neredeyse anında kara enginlik tarafından
yutuldu. Daniels arkadaşlarıyla birlikte tabutun ve bera
berinde hayal ettigi parlak gelecegin gözden kaybolma
sım izledi.
1 1 1
64
sürmüş olursa olsun cenazeye dahil etmeye çalışmamış
hatta haber bile vermemişlerdi. Teknik olarak hiçbir yö
netmeligi çignememişlerdi ama uygunsuz bir davranıştı.
Kaptan oldugundan ötürü ona önceden haber verilme
si ya da izninin alınması, en azından Oram'ın durumu
onayladtgından emin olmaları gerekirdi.
Bunun yerine o olmadan yapmışlardı. Tam olarak on
dan bir şey saklamış oldukları söylenemezdi. Olan şey ve
yapılırken takınılan tavır daha ziyade kaçınmaya işaret
ediyordu.
Yalnızca kısa bir süredir kaptandı ve tesadüfen kap
tan olmuştu. Mürettebatın geri kalanı ona cenazeyi haber
verecek kadar saygı duymuyorsa bu, gemiyi yönetmenin
meşakkatli olacağını işaret ediyordu. Durumu düzeltmek
için neler yapabilecegini düşündü ama aklına pek bir şey
gelmiyordu.
Elindeki stres topları birbirlerine biraz daha hızlı
çarprnaya başladı.
Köprünün sessizliginde aşırı yüksek ses çıkarıyorlar
mış gibiydi ama arkasında konuşan sesi hasuracak kadar
yüksek degillerdi. Sesi tanıyor olmasına ragmen yine de
duyduguna şaşırdı.
"Yataga gel Christopher. " Görev başındayken giyme
yecegi, arada bir çıkılan yürüyüşler için tam uygun olan
hafif bir maddeden yapılma tek parça giysisi içindeki eşi
onu nazikçe uyardı.
"Ne zamandır orada duruyorsun Karine? "
Karine esnedi ve gülümsedi. "Yeterince uzun bir za
mandır."
Oram ona bakmak yerine başını projeksiyona dog
ru salladı. "O zaman olup biteni görüyorsun, degil mi?
Emirlerime nasıl karşı geldigini gördün mü? "
65
"Kocasını gömmesini mi kastediyorsun? Iznini alma
dan mı yapmış bunu bir de? Cık cık cık. Ne kadar ayıp
etmiş. " Oram gözlerine bakmaktan kaçınmaya devam
ettiginden ötürü Karine öne dogru bir adım attı ve onu
görmezden gelirmiş gibi yapmadıgı sürece gözlerini kaçı
ramayacagı bir durumda kaldı.
"Origae-6'ya vardıgımızda," diye Oram'a hatırlattı Ka
rine, "bu insanlar senin mürettebatın olmayacaklar. Co
venant görevini tamamladıktan sonra, herkes koloninin
gelişimine katkıda bulunurken şu anda hiper-uykuda
olanlar dahil hepimiz tekrar kolonist olacağız. Senin em
rinde olmayacaklar. Komşulann olacaklar. Bunu unutma.
Çünkü onlar kesinlikle unutmayacaktırlar.
"Dolayısıyla sakin ol. Koloni kurulup her şey düze
ne girdikten sonra onların sana ihtiyacı oldugundan çok
senin onlara ihtiyacın olacak. " Oram'ın yüzüne dikkatle
baktı. "Yani kuralları hafifçe çignediler diye şimdi onları
sinirlendirmek muhtemelen çok akıllıca bir hareket de
gil. Tamam mı? "
Oram'ın çekingen omuz silkişi de cevabı gibi belli be
lirsizdi.
"Tamam." ·
Karine'in dedikleri tabii ki çok mantıklıydı. Hep man
tıklı konuşurdu zaten. Oram bundan nefret ediyordu
ama onu seviyordu.
Karine sevgi dolu bir biçimde Oram'ın yüzüne dokun
du, sonra elini indirdi ve avuç içi yukarı bakacak şekilde
ileri uzattı. Karine'in ne istedigini sormasına gerek yok
tu, bunu daha önce pek çok kez yapmışlardı. Teslimiyet
bildiren bir biçimde içini çekerek Karine'e stres toplarını
uzattı. Karine parmaklarını topların üzerine kaparken
66
öne dogru egilip Oram'ın yanağına bir öpücük kondurdu
ve sonra arkasını döndü.
"Geliyor musun?" diye sordu. "Uyuman lazım Chris
topher. Daha tetikte bir kaptan olmana yardımcı olur. Ve
her daim seni daha iyi bir insan haline getiriyor. "
"Yapmam gereken bir şey daha var. Sen git Karine. Bi
razdan gelirim. "
Karine, Oram'ın tasfiye bölümünü gösteren projeksi
yonu kapamasını bekledi, başını tatmin olmuş, onaylar
biçimde salladı ve gitti. Oram eşi gözden kaybolana dek
bekledi. Sonra kendini topladı, diz çöktü ve dua etmeye
başladı.
Yüksek-teknoloji ürünü köprünün ortasında, parlak
ekranlardan oluşma bir gökkuşagı ve arada sırada fısıl
dayan ekranlada etrafı çevrilmiş halde gözlerini kapadı
ve parmaklarını bir kule gibi dikti. Dışarıdan bakan biri
hareketini fark edecek kimsenin olmadıgını söylerdi.
Oram bu düşünceyi paylaşmazdı.
1 1 1
67
Yeterince sessizdi oda ama artık baş başa olamazlardı. Baş
başa olmak için iki baş gerekiyordu.
Tango yapmak için de, gezmek için de . . .
Aksini istemesine rağmen gözlerindeki bulanıklık
çözülüyordu. Dolaptan jacob'ın kıyafetlerini ve onların
değil, yalnızca onun olan her şeyi çıkarmıştı: çoraplar,
Jacob'a kendi elleriyle yapıp hediye ettiği deniz kabuk
lanndan basit bir kolye, gömlekler, pantolonlar, botlar.
Hoppala dal dal, hatunu bir sal. . .
Tennessee'nin getirdiği viskiden kalanları üzerinde
hak iddia etmekten geri durmamıştı. Aldığı ek dozun
verdiği sıvı omurganın anlık kuvvetiyle bütün giysileri
düzenli bir şekilde katladı. Ancak kıyafetleri bitirdikten
sonra daha kişisel kıyafetlere geçebileceğini hissetti.
Eski, hareketsiz fotoğraflar yerde daha çağdaş görsel
reprodüksiyon süreci örnekleriyle birlikte duruyordu.
Hepsini bir yarım daire oluşturacak şekilde yaydıktan
sonra aralarında diz çöktü ve önceki yaşantısının oluştur
duğu mozaiği incelemeye başladı. Arada sırada bir fotoğ
rafa dakunuyor ya da bir projeksiyona parmağını sürüyor,
görüntüleri hem görsel hem de fiziksel olarak deneyimli
yordu. Hiçbirine birden fazla kez bakmıyor, her bir fotoğ
rafla son bir kez içip bir sonrakine geçiyordu.
Bir tane çok sevdiği projektör sekınesi ona bakıyordu.
Daniels onu görmezden gelmeyi düşündü ama orada öy
lece durmuş aktif edilmeyi bekliyordu. Üniteye dokundu
ve arkasma yaslanıp içindeki görüntülere baktı. Çok iyi
bildiği görüntülere.
Arkasında çok sevdiği eski tahta testereleri gibi mas
mavi göğü kesen Büyük Teton Dağlan'nın devasa, tırtıkb
uzantıları olanjacob ona bakıyordu. Gülümsüyordu, hep
gülümserdi.
68
"Hey, buraya ne zaman geleceksin? Seni özledim! " Ha-
•
69
şimdi çivisi. Yeni yaptıgı kolyesini boynuna taktı. Eski
demir parçası tenine ;oguk bir his yaydı.
Bir elinin parmakları çivinin üzerine kapanırken Da
niels da gözlerini kapadı.
70
V
?rf
Görecelilige ragrnen zaman bir yıldız gemisinin içinde
·
71
nin tamiratını bitirmek üzereyken Oram köprüye girdi.
Sanki özellikle ayarlanmış gibi yedek güçle çalışan ışıklar,
ekranlar, projeksiyonlar ve hologramlar birden aydınlan
dılar. Hiç enerjiye sahip olmayan diğer cihazlar da tekrar
hayata döndüler. Herkesin yüzünden ve yaptıklan yorum
lardan morallerinin ne kadar yükseldiği belli oluyordu.
Upworth sıntarak yakınındaki ileticiye seslendi. "Bra
vo, Tee. Güç tamamen geri geldi ve ilk kontrole göre her
şey tekrar çalışır durumda." Köprüye baktı. "Sol'dan ay
nldığımızdan beri burada bu kadar çok yaşam görme
miştim ve sen hepsini kaçınyorsun. Geri gel."
"Tamamdır," dedi Tennessee. "Bensiz gitmeyin."
Yakında kendi istasyonunda olan Faris kendinden
daha genç olan kadına bakarken tereddüt etmedi. "Lüt
fen, onu almadan gidelim. Zaten sürekli kendi dünyasın
da yaşıyor, uzayda yabancılık çekmez."
Upworth'ün gülümsernesi tüm yüzüne yayıldı ve ba
şını iki yana salladı. "Olmaz. Tamamen haklı sebeplerle
bile olsa birini terk etmek yönetmeliğe aykın. Ödememe
el koyarlar."
"E niye umursayasın ki? " dedi Faris. "Dünya'ya dö
nüp ödemeni alacak değilsin ki."
" Çok sevdiğim bir hayır kurumuna gidiyor." Up
worth, Tennessee'nin ilerleyişini kontrol etti ve giysisinin
tamamen çalışır, içindekinin de tamamen sağlıklı halde
olduğunu görüp memnun oldu. "Peki, o zaman belki
Origae-6'daki ev ödeneğime el koyarlar. Ayrıca, gemide
ona ihtiyacımız var. Can sıkkınlığımızı geçirmemize yar
dımcı oluyor." .
"Diyorsun," dedi Faris gülümseyerek.
Daniels içeri girince sustular. Biraz yorgun görünü
yordu. Yıldız gemisinin optimize şekilde yeniden dönüş-
72
türülen havası görünüşe göre akşamdan kalmışlıgın baş
agnsına pek de iyi gelmiyordu.
Oram gülümseyerek selam verdi ama yüzünde gergin
bir ifade vardı. "Aramıza tekrar hoşgeldin. Bu sabah çok
iyi hissetmiyorsun herhalde? " Daha fazlasını da söylerdi
ama eşinin söyledikleri halen kulaklarında yankılanıyor
du.
Daniels ona neredeyse bakınadı bile. Tavrından olma
sa bile en azından ses tonundan cenaze meselesini bildigi
belliydi. lçkiyi de.
Sokayım sana. . . Kaptan, diye geçirdi içinden. Alaycı
lıgını içselleştirmiş olmasına karşın nüktenin tadını çı
karamayacak kadar başı zonkluyordu. Kendisine atılan
gizli bakışlan görmezden gelerek sessizce istasyonuna
dogru yürüdü.
1 1 1
73
ledigini gördü. Yani her zamanki gibi bitmek bilmez bir
zaman gerektirecek olsa da bir dizi elektronik boncuga
benzeyen yerleşik röle sistemi ile o sırada çok çok uzakta
olan Dünya ile tekrar baglantı kurabilirlerdi.
Covenant tüm koloni gemileri için gerekli oldugu üzere
tamamıyla kendine yetebilir halde olsa da sahip olduklan
o ince iletişim ipligi yuvaları, bildikleri gezegenle bir bag
olması açısından önemliydi. Yolculuklarına devam edip
gemi otomatik olarak her yeniden şarj için durdugunda
sistemi uzatmak adına bir röle ünitesi bıraktıgında bu
aynı zamanda Origae-6'ya yerleştikten sonra Dünya'daki
lerio de koloninin İstikamederine başarılı bir şekilde yer
leştiginden haberdar olması anlamına geliyordu.
Giysisindeki iticileri ateşleyen Tennessee Covenant'a
dogru harekete geçti. Bir koloni gemisinin dışında EVA
yapmanın olaylarından biri de bu, diye geçirdi içinden.
Üssünle bagını koparamazdın zira bir ışık yılı uzaklıkta
başka hiçbir istikamet yoktu. Ankor'a her şeyin yolunda
oldugunu söyledi.
"Tamamdır," dedi meslektaşı. "içeride görüşürüz."
"Hemen arkanda olacagım," dedi Tennessee. "Lütfen
yorgun gezgin için soguk bir tane hazırla."
"Tabii ki ahbap. " Bunu söyleyen Ankor degil
Upworth'tü. "Sana eşlik de ederim."
"Çok teşekkürler. Hatta iki tane hazırlasana. Geliyo
rum."
"Biliyor musun," diye mırıldandı Upworth kapalı ka
naldan, "senin tükettigin kadar yüksek enerji alkolü bi
riktirebilseydik muhtemelen geminin sistemlerine yeni
bir döngüye yetecek kadar güç saglayabilirdik."
"Yok yok," dedi Tennessee. "Ekstra döngü sırasında
gemiye bakım yapmak için daha da çok içkiye ihtiyaç
74
duyarım. Iade azalır." Geri dönmeye hazırlandı ve hava
kilidine yöneldi.
Her şey devredışı kaldı.
Ses kesildi. Tıslama bile yoktu. Kask uyanlan ve tüm pa
neller ve ekranlar bembeyazdı. Uzaktaki yıldızların parıltısı
ve geminin ışıklan dışında tamamen karanlıkta kalmıştı.
Nabzının ve nefes alış verişinin aniden anugını fark etmesi
için teknolojik aledere ihtiyacı yoktu. Halen yaşıyor oldu
gu için ise yaşam destek ünitesinin çalıştıgını biliyordu.
Neleroluyorlan?
Güvenlik ayar kontrolüne uzanıyordu ki kaskının
içinde birden beyaz bir yüz gördü ama göz açıp kapa
yıncaya kadar kayboldu. Kısa sürmüştü, tanımadıgı bir
yüzdü ve beraberinde belirgin ve kesinlikle rahatsız edici
tiz bir çıglık gelmişti.
lçgüdüsel olarak irkildi. Hem görüntü hem de ses yal
nızca bir saniye kadar sürdü ve sonra kayboldular. Tennes
see süzülürken yalnızca kalp atışlan ve hızlıca alıp verdigi
nefeslerin seslerini duyuyordu. Giysisinin teçhizatlannın
geri kalanı gibi işitsel mekanizmanın da düzgün çalışma
dıgını unutarak giysisinin vericisine dokundu.
"Lan . . . ? Millet, gördünüz mü? Bir şey . . . "
1 1 1
75
"Tennessee," dedi Faris daha yüksek sesle, "beni du
yuyor musun? "
1 1 1
Duymuyordu.
Korku içinde irkiliyordu çünkü korkunç, soluk görün
tü ikinci kez belirrnişti ama bu defa daha keskin hadara
sahipti. Yine de bölük pörçüktü ve ektoplazma gibi uzuyor
ve esniyordu. Insan, insan-dışı ... soluk yüz o kadar hızlı de
ğişiyordu ki Tennessee yüz hatlannı tek tek seçemiyordu.
Ve bir de çıglık vardı. Yüz nasıl tanınmıyorsa kulak zann
da gıcırdayan çıglıgın da neye ait oldugu belli olmuyordu.
Sanki aradan sözcükler seçebilir gibi olmuştu, en azından
heceler. Sanki konuşmak için çabalıyor gibiydi; tutarlılık ve
delilik arasındaki bıçak agzında denge bulan sesler.
Bu kez hem görüntü hem de ses biraz daha uzun kal
dıktan sonra önceki gibi tamamen kayboldular.
'Tanrım," diye mınldandı Tennessee. "Bu da neydi?"
Tekrar iletişim kurmaya çalıştı. "Içeri giriyorum."
1 1 1
76
Tennessee'nin EVA'sı sırasında iletişim kesilmiş olma
sına karşın giysisinin yedek sistemleri otomatik olarak
her şeyi kaydetmişti. Bir an sessiz kalan uysal, beyaz yü
zün hologramda belirmesini izlediler. Bilgisayar görün
tüyü düzeltmeye çalışmasına karşın düzgün bir görüntü
elde edilemiyordu ama yine de en nihayetinde . . . bir şe
yin suratıydı. Öne doğru büküldü, sonra arkaya, sonra
öne, sonra arkaya. Görüntünün neyi temsil ettiğine dair
kimsenin bir fikri yoktu.
Bir teori sunan ilk kişi Ricks oldu. "Yüksek ihtimalle
kayıp, kaçak bir yayın." Tennessee'ye baktı. "Sen dışan
da, geminin iç iletişim vericilerinden uzakta çalışıyordun
diye giysin yakalamış olmalı. Bu yüzden buraya gelmedi.
Aşm derecede zayıf."
"Kaçak yayın," dedi Lope. "Nereden geliyor?"
Ona kimse cevap vermedi. Kimse cevabı bilmiyordu
ve görüntüyü defalarca izledikten sonra mürettebat bu
sorunun cevabını bilmek isteyip istemediklerinden emin
değillerdi.
Oram bir talepte bulundu. "Anne, görüntüye eşlik
eden sesi dinleyebilir miyiz? "
Öne doğru gelen, sonra arkaya giden baş. Öne, arka
ya, şimdi bir de yanında anlaşılmaz çığlık. Bir kısmı ne
redeyse anlaşılabilir, diye geçirdi içinden Daniels. Diğer
herkes gibi o da duyduğu şeyde sözcük seçmeye çalışı
yordu. Kısmen anlaşılır, kısmen çılgın birinin konuşma
sı, diye geçirdi içinden.
Ricks ortaya yeni bir teori attı. "Muhtemelen tam bir
yayın değil, öyle olsa daha keskin olurdu. Bir yankı olma
lı. Herhalde biz ışıma altındayken geldi ve tampon bel
lekte takıldı. Orada bozulmuş olabilir. Bazı aletler epey
zarar gördü. Birbirine girmiş tek bit bu değil. "
77
Upworth aynı fikirde degildi. "Hayır, bir yankı oldu
gunu düşünmüyorum. Dosdogru bir gönderi." Konso
lunu işaret etti. "Sistem günlüklerinde de var. Yeniden
şarj için atlayıştan çıkmamızdan bu yana her kırk altı
saniyede bir." Bir veriye bakıp kaşlarını çattı. "Neden
daha önce kendini belli etmedigini ya da burası yerine
Tennessee'nin giysisinde peyda oldugunu bilmiyorum."
Ricks bunun onu haklı çıkardıgını düşünüyordu.
"Yankı. Nerede ne zaman ortaya çıkacagı belli olmaz.
Gemi ışımadan geçer, standart aktarım dizisi çıldırır."
Oram'ın sesinde anılarına daldıgına dair bir ton vardı.
"Şey gibi . . . " diye mınldandı, "Hatırladım. " Herkesin ona
baktıgının farkındaydı ve daha normal bir sesle açıkladı.
"Ben Pentikost yetiştirildim. "
Lope yüzünü ekşitti. "O ne? Bir tür çocuk yetiştirme
yuvası mı? "
Kaptan gülümsemedi. "Dini tarikat. Hakiki, eski usul
cehennem ateşi." Hologramı işaret etti. "Buluşmalar sı
rasında böyle şeyler duyardın. Buna 'dillerde konuşmak'
adı verilirdi. Sözcükler tanıdık gelir ama tam olarak bir
anlam ifade etmemelerini saglayacak kadar gariplerdir.
En azından yabancılar için. Eger cemaattensen her şey
kulaga mantıklı gelir. Bir ihtimal. Bir işe yaramayabilir
ama . . . " Sesini hafifçe yükseltti.
"Anne. Sinyali yavaşlat. Yayın içinde aynk sözcük mo
tifleri ara. Uyumlu olmayan şeyleri göz ardı et. Alıntıla ve
derle. Ve ters çevir."
" Çalışıyor," dedi gemi. "Lütfen beklernede kal. "
"Tanrı'nın dili ters çevrildi." Oram köprüdekilerden
ziyade kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. "Yalanların
dili. Şeytan'ın Dili. "
78
Karine kocasının yorumlan üzerine hafifçe gülümse
di. "Söylediklerin insanın içini rahatlatıyor."
Upworth meraklı bir biçimde ona baktı. "Neden böyle
oldugunu düşünüyorsun Kaptan?"
Oram dikkatini oyalandıgı uzaktaki yerden tekrar ona
verdi. "Aşinalık. 'Şeye Benziyor. . . ' isimli eski bir oyun.
Tamamen yanılıyor da olabilirim ama denemeye deger.
Zararı yok." Hafifçe gülümsedi. " 'Aşinalık' derken dilsel
anlamda, samirniyet anlamında degil. "
Upworth alt dudagını çıkardı. "Senin hakkında asla
öyle bir şey düşünmeyiz, Kaptan," dedi sornurtarak
Oram bir kaşını kaldırdı ama durumdan belli belirsiz
hoşnut gibiydi.
"Yayının yönünü degiştirdim ve derledim, Kaptan
Oram," dedi gemi. "Seçebildigim ve anlaşılabilir kıldıgım
her şeyi dahil ettim. Yalnızca genel olarak anlaşılabilirligi
gözetmek adına gerekli inisiyatifi aldım. "
"Bundan şüphem yok." Dalgın bir biçimde elini salla
dı. "Ana hoparlörlere ver."
Anlaşılmaz çıglığın yerine bu kez bir ses duydular. Ri
timler garip, konuşma motifi karışıktı ama bir insana ait
olduğu kesindi. Sözcüklerin de öyle. Kimse söylenecek
sözcüklerin bunlar oldugunu tahmin edemezdi.
" . . . teardrops in my . . . the place I belong . " * . .
79
Bu odaklanmışlıgı sayesinde diger herkesin aklında belir
miş ama henüz dile dökülmemiş soruyu cevapladı.
"Konumsal veri de var."
"Ne kadar?" diye sordu Oram hızlıca.
Sentetik tereddüt etmedi. "Yeterince. Hatta daha fazla.
Anne, lütfen kaynagına giden sinyalin izini sür. Derle ve
göster. "
"Çalışıyor. Lütfen beklernede kal. "
Köprünün merkezi masa-konsolunda bir navigasyon
hologramı belirdi. Walter boyutu, renkleri ve içerigini
ayarladı. Yardımcı verileri düzenleyip noktalan birleşti
rirken gözleri konsol ve ekranlardan holograma gidiyor
du.
Sonuç . . . beklenmedikti.
Hologram titredi, büküldü ve kayboldu. Yerine yükse
len mavi piksel çaglayanı profil sınırlarını aştı ve bir an
için odaya doldu. Ilk hologram görüntüsünün ortasında
bir görüntü şekillenmeye başladı. Dış hatlan belirsizdi,
bir şekil alıyor sonra bozuluyordu ve geminin bilgisayan
onu muhafaza etmeye çalışırken zayıflıktan ötürü cızır
dıyordu.
" . . . to the place I . . . All my memories gathered round . . " *
.
* (Ing.) " ... ait oldugum... Tüm anılanının toplandıgı. " -yhn
..
80
vin' down the road I get a Jeelin' I should have been home
yesterday, yesterday . . . " *
Tennessee başını süzülen fi.güre uzatarak söylediklerini
duymak, şarkı söylemeye benzer belli belirsiz sözcükleri
anlamak için kendini zorladı. Başka bir zaman ve yere ait
sözcükler işitsel bir hayalet gibi köprünün akımsız hava
sında asılıydı. Tennessee haurlayınca, sözler ve melodi ak
lına gelince o da mınidanarak şarkıya eşlik etmeye başladı.
" . . . country roads, tahe me home, to the place I belong.
West Virginia, mountain momma, tahe me home, country
roads . . . "
Hayaletsi, süzülen görüntü aniden durdu. Bir an daha
aralannda asılı kaldıktan sonra sessizce patiayarak bu
harlaşan pikseller halinde yok oldu.
Gözler figürün son süzüldügü yerden eski sözcüklere
eşlik eden adama dogru döndü.
" Tahe me Home, Country Roads." Tennessee daha çok
ayrıntı vermesi gerektigini fark edince ekledi. "llk olarak
muhteşem John Denver tarafından kaydedildi. Kendisi
yirminci yüzyılın ortalannda yaşamış bir şarkıcı, besteci
ve çevre aktivistiydi."
" 'Çevre aktivisti' ne demek?" diye sordu Upworth.
"Dogayı kurtarmak için çalıalayan kişi," dedi Ten
nessee ona bakarak. Upworth boş bir bakışla gözlerini
kırpınca Tennessee ekledi. "Uzun zaman önce nesilleri
tükendi. Gerekçeleri de. "
Lope başını iki yana salladı. "Şaka yapıyor olmalısın."
Tennessee çavuşa bakıp kaşlanm çattı ve ciddi bir
biçimde cevap verdi. "Söz konusu John Denver ise asla
şaka yapmam."
* (lng.) " . . . taşra yollan, götürün beni eve, ait oldugum yere. Ban Virgi
nia, dag ana, götürün beni eve, taşra yollan ... " -yhn
81
Tarih dersini bölen Anne oldu. "Yayının kaynağı tespit
edildi. "
" Görüntüler, lütfen," dedi Oram.
Beliren hologram yıldız haritası içinde süzüldükleri
sektörde bilgisayarın oluşturabildiği en detaylı haritaydı.
Talimat verilmesine gerek duymadan Anne haritayı bü
yüttü ve ortadaki tek bir bulanık yıldıza yaklaştı. Bir ismi
ya da sıfatı yoktu. Çok güçlü teleskopların Dünya ve Ay
arasında yörüngede süzüldükleri bir zamanda bile net bir
şekilde ayırt edilemeyen yerler ve yıldızlar vardı.
"Boş" uzay, uzakta yer alan şeylerin direkt olarak
gözlemlenmesini çoğunlukla engelleyen toz, yerçekim
sel bozulmalar ve pek çok astronomik olayla doluydu.
Anne'nin yalnızca geminin kozmostaki o anki konumun
dan ötürü yerini bulabildiği isimsiz yıldız için de durum
böyleydi.
Görüntüler belirgin değildi. "Detaylar," dedi Oram.
"Sinyal sektör lOS'te doğuyor, şu anki konumumuza
göre yükselim kırk yedi nokta altı ve azalım yirmi dört
nokta üç izafi. Tam koordinatlar şu anda bildiriliyor ve
kaydediliyor. "
"Tamamdır." Navigasyon konsolu başındaki Ricks elde,.
ki veriyi daha da rafine hale getirrnek için ek araçlan dev
reye soktu. Tatmin olduktan sonra bir düğmeye bastı ve
holografik görüntü hemen ikinci kez görüntüye yaklaşıp
daha önceden göremedikleri ek unsurlan büyüttü. Uzakta
ki yıldızın belli belirsiz görüntüsü daha keskin bir hal aldı.
Beş gezegen ve her zamanki çeşit çeşit aylar, asteroitler ve
benzeri kozmik dökümüler göz önüne serildi. Navigatör
dikkatini bir konsoluna bir holograma veriyordu.
"Bir anakol yıldızı gibi görünüyor, bizimkine çok ben
ziyor ama kola kıyasla epey yaşlı. Çok yaşlı. Beş geze-
82
gen." Durdu, hafifçe kaşlarını çattı ve birkaç kayda değer
bilgiyi inceledi. "Ve şuna bakın - dört numaralı gezegen
yaşamaya elverişli bölgede."
Herkes beklendik bir şekilde etkilendi. Dünya'nın ko
loni gemilerinin menzili içindeki tüm olası yaşanabilir
gezegeni tespit etmek için harcanan muazzam çaba göz
önüne alındığında bu sektörde yaşanabilir bir gezegenin
adanmış olması şoke ediciydi.
Belki de şoke edici olmamalı, diye geçirdi içinden
Oram. Derin uzay araştırmasının ve kolonizasyonunun
kanıksandığı bir çağda bile insanların uzayın ne kadar
büyük olduğunu anlamakta zorluk çekmeleri gibi belir
gin bir gerçeklik vardı. Buna yeni keşfettikleri sistemin
kozmik bilinmezlikle -gemiye zarar veren ışıma gibi
dolu bir alanda yer alıyor olması eklendiğinde belki de
gözden kaçmış olması o kadar da şaşırtıcı değildi.
Gözden kaçırdıktan tek şey olması da muhtemel de
ğildi.
"Peki, demek doğru bölgede," dedi, "ve yaşama uy
gunluğunu gerçek zamanlı çözümleyebileceğimiz kadar
yakın. Neye benziyorlar?"
Ricks görüntüye daha da yaklaştı ve geminin çözü
nürlük gücünü sonuna kadar zorladı. Anne'nin lazım
olan bilgiyi toplayıp işlemesi kısa bir zaman aldı ve Ricks
bunun üzerine bunu paylaştı.
"Birinci tür bir aday. Yüzeyde yerçekimi nokta doksan
altı. Tüm gezegende böyle. Ekvatorda ya da kutuplarda
aşırı yerçekimsel bozulmalar yok. Likit su okyanuslar.
Dağınık kara parçaları, genel yapıları granitik ve bazaltik.
Hareketli tektonikler hakkında bilgi yok -çok uzaktayız
ve bunlar sadece ilk bilgiler. O tür bir bilgi edinmek için
orada bir miktar zaman geçirmek gerek. " Bir an için dur-
83
du. "Her . şey canlı bir biyosfer olma ihtimalinin yüksek
olduguna işaret ediyor. En azından gerekli tüm işaretler
mevcut. " Daniels'a döndü. "Gördügüm her şey şirketin
ve senin Origae-6 hakkındaki en optimist tahminierinizi
bile aşan bir gezegen oldugunu işaret ediyor."
"Tüm bunlardan emin misin? " Kuşkulu görünen Da
niels, Ricks'in konsolundaki bilgileri inceliyordu.
Ricks homurdandı. "Anne'nin sensörleri ne kadar
eminse o kadar eminim. Ve bu gezegeni Dünya'dakilerin
Origae-6'yı görebildiginden çok daha iyi görebiliyoruz."
Bu bilginin ima ettigi şey kimseden kaçmadı.
"Bunu nasıl görmemişiz? " diye sordu Daniels sertçe.
"Bu sektörün tüm köşelerini taradık."
Oram araya girebildigine memnun oldu. "Dünya'dan
görüşün bloke oldugu ortada. Yogun nebulalar, toz bu
lutlan, kızılötesini engelleyen periyodik ışımalar... belki
tarayıcı bu sektörden geçerken bu gezegen günberiydi,
Dünya'dan bakıldıgında yıldızının diger tarafındaydı. Ya
da belki de bütün sistem birkaç yıldızın arkasında ko
numlanabiliyordur. Gezegen tarayıcılannı aldatabilen
yerçekimsel mercegin oyunlannı hiç saymıyorum." Orta
lıgı sakinleştirmeye çalıştı. "Gözden kaçtıgı için kendini
ya da programı suçlama."
Lope digerleri kadar dikkatli dinliyor olmasına karşın
daha sıradan bir perspektifi vardı.
"Ne kadar uzaklıkta? Yuvadan degil. Buradan."
"Yakın." Diger herkes gibi meraklı olan Ricks gerekli
hesaplamalan çoktan yapmıştı. "Epey yakın. Şu anki ye
niden şarj pozisyonumuzdan kısa bir atlayış yeterli. Tah
minen birkaç hafta sürer. Atlama hızını göz önüne alırsak
hiper-uykuya yatmaya gerek bile olmaz."
Herkes bu bilgiyi sindirdi. Artık hiper-uyku yok. Ar-
. 8
4
tık kaskatı olmuş bir halde, bazen agnlı, zayıflamış kas
lada, sızlayan sinirlerle, mide bulantısıyla ve on senedir
pamuk çigniyormuş gibi bir agızla uyanmak yoktu. Tüm
bunlara ek olarak yaşanabilirlik durumu Covenant'ın is
tikametindeki gezegene kıyasla daha iyiydi ve potansiyel
bir koloni bölgesiydi.
Oram hepsinin yüzündeki ifadelere baktıktan sonra
Walter'a döndü.
"Origae-6'ya ulaşmamıza ne kadar var?"
"Yedi yıl, dört ay, üç hafta iki gün," dedi sentetik hızlı
ca. "Artı eksi on iki saat ve beklenmedik bir şey olmazsa."
"Epey uzun bir uyku döngüsü. " Faris düz bir biçim
de kocasma baktı. "Ayrıca yedi senelik bir 'beklenmedik
bir şey çıkmazsa'. Gemi ne durumda bilmeden, beynin ve
bederıin işlemez oldugu yedi sene daha."
"ltiraf etmeliyim ki," dedi Upworth, "o kapsüllerden
birine girmek için can atmıyorum. Bir nebze klostrofobi
var bende. "
Faris yüzünü ekşitti. "Klostrofobi bir koloni gemisin
de mürettebat olma ihtimalini otomatik ortadan kaldıran
bir şey."
Genç kadın ornzunu silkti. "Peki, başvuru sırasında
biraz yalan söylemiş olabilirim." Gözlerini Oram'dan ka
çırdı. "Uyuyunca rahatsız olmuyorum. "
Oram b u itirafı duymazdan gelmeyi tercih etti. Artık
hiçbir önemi yoktu. Herkesin onu beklediginin son dere
ce farkmda olan Oram, kaptan rolünü oynaması gerektigi
zamanın geldigini biliyordu.
"Pekala, bir bakalım," dedi. "Origae rotasırrdan çok
uzak degil, dolayısıyla orada durmak geminin kaynaklan
üzerinde büyük bir etki yaratmaz. Hiç degilse Dünya'ya
gönderecek ilginç bilgiler elde etmiş oluruz."
85
Bunun dogru karar olup olmadıgını bilmiyordu. Bariz
olan şey ise mürettebatın bu kararı istedigiydi. Heyecan
ları yüzlerinden okunuyordu bunu saklamadan işlerine
döndüler. Yalnızca Daniels ve Tennessee endişeli görünü
yordu. Oram istasyonuna döndügünde Daniels da yanına
gelip ön pencereden dışarı baktı. Dikkatlerini görevlerine
vermiş olan mürettebat ikiliye bakmıyordu.
"Bundan emin misin Kaptan? "
Oram ona baktı. "Ne demek istiyorsun?"
"Origae-6 gibi bir gezegen arayarak on sene geçirdik
demek istiyorum. Şirket, dış danışmanları, alakah hükü
met daireleri. . . herkes ve her şey bir koloni yerleştire
cek en son ve en iyi yeri bulmaya odaklanmıştı. Binlerce
sistemi detaylıca tarayan yüzlerce uzmanın on senelik
çabası en uygun adayı bulmaya yönelikti. Hepsini dik
katle inceledik, binlerce simülasyon hazırladık, belirli bir
uzaklıktan edinilmesi mümkün olan tüm bilgilere göre
yer şekillerinin olası bir haritasını çıkardık; hepimiz o ge
zegen için egitim gördük. "
"Bunu anlıyorum," dedi Oram, "ama olasılık. . . "
Daniels protokole aldırış etmeden kaptanın sözünü
kesti. "Şimdi tüm bunları bir l}enara atıp bir kaçak yayı
nın kaynagının peşinden mi gidecegiz? "
Daniels'ı sözünü kestigi için azarlarnamayı tercih
etti. "Kaçak yayın diye degil. Daha iyi bir gelecek fır
satı var mı diye bakmak için. Hem daha yakın hem de
muhtemelen bizim amacımıza daha uygun. Yayın, kay
nagı ve kökeni önemsiz. " Yüz ifadesi sertleşti: "E ger bu
gezegen bizim ihtiyaçlarımız için daha uygunsa yayının
kaynagını bulup bulmamamız umurumda degil. Yerleş
ükleri sırada kolonistler için bir sır olarak kalsa ne olur
ki? Düşünüp dursunlar. Çocukları korkutmak için bir
86
hayalet hikayesi. Önemli olan şey gezegenin Anne'nin
aktardığı verilerle eşleşip eşleşmediği. " Omzunu silkti.
"Eğer eşleşmiyorsa zararı yok. Origae-6'ya gitmeye de
vam ederiz ve hiç denecek kadar az kaynak harcamış
oluruz."
Daniels nefes aldı. . "Bir düşün Kaptan. Christopher.
Burada, hiçbir insanın olmaması gereken bir yerde bir
insan tarafından ya da hakkında yapılan bir yayın. Ta
nımadığımız bir gezegen -hatta tanımadığımız bir sis
tem- birdenbire karşımızda beliriyor. Ve bana araya giren
kozmik çöpler ya da yıldızların araya girmesinden falan
bahsetme. Karşımıza birden bizim için mükemmel olan
bir gezegen çıkıyor. Ya da en azından belirli bir mesafe
den öyle görünüyor. Gerçek olamayacak kadar güzel."
Oram hafifçe geri çekildi zira Daniels'ın yüzündeki
ciddiyetten ötürü şaşırmıştı. "Gerçek olamayacak kadar
güzel mi? Bu da ne demek ki? Bir bilim insanına göre ha
len çözümlenınemiş bir bulgu karşısında epey gündelik
bir tepki veı'iyorsun. "
" Gündelik bir tabir mi istiyorsun Kaptan? Peki. Tek
nik jargonu boş verelim. O siktiğimin yerinde ne olduğu
nu bilmiyoruz. "
Eşinin söylediklerini unutma, dedi kendi kendine. Sa
bır. Sabır ve anlayış.
"Sistemi senin ekibin gözden kaçırdı diye mi üzgün
sün? " diye sordu düz bir ses tonuyla. "Ya da sistemi kay
detti de dördüncü gezegeni gözden kaçırdı diye mi? Ya
da belki de bu sektör kısmındaki taramalardan sorumlu
olan kişi olasılıklan gözden kaçırdı diye mi? Gözden ka
çıran otomatik gezegen arama sistemi bile olabilir. Bilgi
sayarlar bazen eski deneyimlerine dayanarak bazı şeyleri
atlarlar. Tek bir yeri değiştirilmiş hane oldu mu aslwda
87
olmasına karşın potansiyel olarak yaşanabilir bir yer gö
rünmez. "
Daniels'ın kanıdanamaz bir şeyi savunması zordu.
Yalnızca şunu dedi. "Riskli."
Oram asilee cevap verdi. "Her kolanizasyon risklidir.
Mesele riski minimuma indirmek. Şu anda karşımda ko
lonistler için birkaç haftalık ya da yedi küsur senelik hi
per-uyku gibi bir tercih var. Geminin sistemlerindeki son
derece azaltılmış hasarı da saymıyorum. Yolumuzu uza
tarak, ki yolumuzun bitmeyecegi de kesin degil, bizi bir
şeye sevk ediyor degilim. Kaptan olarak önümdeki yolu
takip etmem gerek. " Arkasını dönerek başını Ricks'in is
tasyonuna dogru salladı.
"Navigasyon bize daha yakın, ulaşması daha kolay
ve muhtemelen daha üstün bir istikamet sundu. " Tekrar
Daniels'a döndü. "Eger şanslıysak ve ilk analizler doğ
ruysa tüm koloni için daha iyi bir habitat bulmuş ola
biliriz. Eger hal böyle olursa kolonistleri uyandırmaya
başladıgımız zaman tepkileri nasıl olur tahmin edebiliyor
musun?"
Daniels halen somurtuyor olmasına karşın cevabı bili
yordu ve başını salladı.
"Ve burayı bulmuş olan kişi sen olacaksın. "
Oram onunla tartışmamaya karar verdi. B u tercihinin
Daniels'ın kendi tercih ettigi sonuca olan inancını pekiş
tirip pekiştirmemesini de umursamıyordu.
"Ve hiper-uykuya devam etmek istemiyoruz," dedi
Oram. "Kimse istemiyor. Kimse o lanet kapsüllerin içine
tekrar girmek istemiyor. Ayrıca bir şey daha var. Şarkı
söylemek ve eski şarkı seçimlerini bir kenara bırakırsak
o ses insan sesine benziyordu. Insan sesi. Bunu kimse
inkar edemez. Umutsuzluk aşikardı. " Sesi yitip gitti.
88
"Uzaktaki, bilinmeyen bir gezegende kalmış yalnız bir
insan olsaydım . . . "
"Bu nasıl mümkün olabilir? " diye sordu Daniels.
Oram cevabını hazırlamıştı. "Arada sırada gemiler
kayboluyor. Bunu sen de biliyorsun. Ulaşım araçları, in
celeme gemileri . . . herkes seyahat programlarını bildirme
zahmetine girmiyor. " Hafifçe gülümsedi. "Herkes hükü
metin ya da rekabet halindeki şirketlerin seyahat prog
ramlarını bilmesini istemiyor."
Daniels cephesini degiştirdi. "Iki bin kolonistten
sorumluyuz. Aileler. Uyandıklannda verimli toprakla
n olan, yaşanabilir, güvenli bir gezegende uyanacakları
varsayımıyla hiper-uykuya daldılar. Onlara Origae-6 vaat
edildi."
"Burada olay sen degilsin," diye devam etti Daniels.
"Asıl olarak onlar. "
Oram kaskatı kesildi. "Onlara ne vaat edildigini gayet
iyi biliyorum. Covenant resmi olarak görevini tamamladı
gında, Karine ve ben de aynı şeylere kavuşacagız. Sen ve ·
mürettebatın geri kalanı da öyle. Serbest tırmanış yapıyor
degilim. Elimizdeki tüm verilere dayanarak mantıklı bir
karar veriyorum. Yoksa Ricks ve Anne'nin analizlerinden
şüphe mi duyuyorsun? "
"Pekala," diye mınldandı Daniels. "Kolonistler man
tıklı karar verınemizi degil, onlar için en iyi karar ver
ınemizi bekliyorlar, onlara borçlu oldugumuz şey bu
Kaptan. Ve bana göre görevi kaçak bir yayının peşinden
haritalandınlmamış bir sistemde bilmedigimiz ve tanım
laiımamış bir gezegene gitmek için görevi riske atmak en
iyi karar degil. "
Oram öfkesini daha fazla saklayamadı.
"Benim verdigim karar bu," dedi. "Ve sinyal için en
89
fazla ikincil diyebiliriz. Bunu daha önce de demiştim. Şu
anki konumumuza yedi yıldan daha yakın bir mesafe
de ve yerleşime Origae-6'dan muhtemelen daha elverişli
olan bir gezegenin kolonizasyona uygun olup olmadıgı
na bakacagız."
Daniels başını kaldırdı. "O zaman kaptan yardımcısı
olarak karanna resmen itiraz etmem gerekecek. "
"Resmen mi? " Oram düz bir ses tonuyla konuştu. "Ne
yapman gerekiyorsa yap. Anne bunu geminin seyir def
terine kaydedip sen dogru oldugunu düşündügün zaman
gerekli yerlere iletecektir. Istersen itirazım ele alabilirim.
Resmen. " Daniels'a arkasını döndü.
• • •
90
vermesi mümkün değildi. Tek müttefikleri mantık ile
muhakemeydi ve ona öylesine yardımcı oluyorlardı ki
diğer kolonistlerle birlikte hiper-uykuda oldukları söy
lenebilirdi.
Yapabileceği başka bir şey olmadığını fark edince
Walter'ın ona verdiği muazzam şekilde sarılmış otlar ak
lına geldi. O yol her şeyin ıslah edildiği bir yol olmasa da
en azından anlık bir memnuniyete varıyordu.
Meslektaşlarına hiçbir şey demeden köprüden çıktı.
Ne durumda olduğunu ya da nereye gittiğini kimsenin,
Tennessee'nin bile sormaması heyecanlı ve beklenti için
de olmalarından kaynaklıydı.
91
VI
�
Covenant'ın devasa kütlesi isimsiz sisteme girerken ya
vaşladıgında uzayın siyahlıgına mavimsi bir güneş ışık
saçıyordu.
Covenant dördüncü gezegene yaklaşırken köprüdeki
tüm istasyonlar doluydu, tüm organik, inorganik kulak
lar ve gözler yaklaştıkları mavi-beyaz noktaya çevriliydi.
Her biri Dünya'nınkinden daha küçük olan iki uydusu
da sıradan birer yörüngeye sahipti. Etrafında döndükleri
gezegenin aksine uydular ilginç bir şey vaat etmiyorlardı.
Köprüde Ricks profesyonel bir kumarlıazın el-göz ko
ordinasyonuyla araçlarıyla ugraşıyordu.
"Teorik olanlar dahil tüm iletişim kanallarım deniyo
ruru ama yalnızca parazit ve beyaz ses, yüksek frekans
yankı alıyorum. . . Izole edip analiz etmeyi deniyoruru
ama bütün spektrum tam bir keşmekeş." Dudaklarını
büzdü. "Kaynakların bazılarının dogal mı suni mi olduk
larını bile anlayamıyorum. Gezegenin agır bir çekirdegi
var, iyonosfer epey yüklü ve bilgisayarın tahminine göre
kutuplar çokça sallamyor. Burası tam bir elektromanye-
92
tik balçık" Başını başka bir istasyona doğru çevirdi. "Sen
bir şey duyuyor musun?"
Ona çok da uzakta olmayan ve endişeli görünen Dani
els önündeki düğmelerle meşguldü. Covenant dikkatli bir
şekilde gezegene yaklaşmaya devam ediyordu.
Eşinden stres toplannı geri alan Oram huzursuz bir
şekilde elinde toplannı çeviriyordu ama bunu usul usul
yapıyordu zira kimseyi rahatsız etmek istemiyordu. Or
tadaki navigasyon masasında Walter dikkatle Anne'nin
sürekli olarak netleştirdiği yaklaştıklan gezegen ve iki
uydusuna ait görüntülere bakıyordu. Henüz topografik
aynntılar yoktu ama bunlann da yakında gelmeye başla
yacağını biliyordu.
En sonunda Ricks'e cevap veren Upworth bir kulağın
daki kulaklığı çıkardı ve başını olumsuz anlamında iki
yana salladı.
"Bendeki durum da senin gibi ama dost canlısı haya
letimizden gelen düzenli sinyali ayn bir hatta tuttum. "
Yüzünü ekşitti. "Bu arada şarkıdan bıkmaya başlıyorum."
Tennessee abartılı bir şekilde içini çekti. "Sirenin şar
kısı. "
" 'Dinlerler doya doya, daha çok şey öğrenir öyle gi
derler,' " diye mınldandı Daniels. Oram ona keskin bir
şekilde yan yan bakınca Daniels omzunu silkerek ekledi.
"Eleştirmiyorum. Homeros'u suçla."
"Eh," diye takıldı Tennessee, "orada ne var bilmiyo
rum ama Scylla da değil Batı Virginia da."
Ricks ona baktı. " 'Batı Virginia' da ne? "
"Eski bir kabile sının," diye açıkladı Walter başını
kaldırmadan. "Bir zamanlar bu tür sınırlamalardan çok
vardı, o zamanlar bu tür bir şeyin yararlı olduğu düşü
nülüyordu. Dünya düzinelerce küçük politik varlıklarla
93
doluydu. Hepsi de türün ve gezegenin iyiliği yerine farklı
amaçlara hizmet ediyordu. "
Ricks bir an düşündü. "Hal öyleyken insanlar nasıl
dişe dokunur herhangi bir şey yaptılar ki?"
"Yapmadılar," dedi Walter düz bir ses tonuyla.
"Spektrumda halen çok parazit var." Upworth yayım
izole etmeye ve netleştirmeye çalışıyordu.
Oram ne kadar hevesli olduğunu gizleyemiyordu.
"Iniş yakınlığına alçal ve uzay aracını hazırla. "
Covenant yörüngeye girerken sensörler ve tarayıcılar
alt taraflarındaki gezegen hakkında mümkün olduğunca
çok bilgi emıneye devam ediyordu. Her şey Anne'ye ak
tarılıyor, o da koloni için uygun olacak bir alan hakkın
da detayları giderek artan bir dosya hazırlıyordu. Tüm
okumalar gereksiz hale gelene kadar bilgi toplama devam
edecekti. Değişen bilgiler -ısı ve diğer hava koşulu mo
tifleri gibi- sürekli olarak güncellenecek, böylelikle iniş
grubu anbean neyle yüzleşeceklerini bilecekti.
1 1 1
94
zıtlık degildi ama varlıgı inkar edilemezdi. Rosenthal'ın
huzursuzlugunu gören Ankor bu hissiyatı bölmek adına
araya bir soru sıkıştırdı.
"Daha önce hiç uzay aracıyla iniş yaptın mı? "
Rosenthal yutkundu. "Yalnızca simülasyonlarda,"
. dedi. "Gerçeklige hayli yakın oldugunu söylemişlerdi. "
"Simülasyonlarda. " Ankor düşündü. "Güzel."
Rosenthal ona ters ters bakınca Ankor gülümsedi. Ro
senthal, Anker'un bunu bilerek yaptıgını fark etti.
Keşif ekibi yerlerini aldıktan ve ana peronda karşılıklı
olarak kayışiarını bagladıktan sonra Covenant'ın köprü
sünde olanlar Anne'nin hangi yönde ilerlemeleri gerek
tigine dair tavsiyelerini onlara aktardılar. Pek özendirici
degildi ama altından kalkılabilirdi. Navigasyonun holog
ram verilerinde bir fırtına bulutu oldugunu ve tam ine
cekleri yerin üzerinde bol bol şimşek çaktıgını gördüler.
Veriler sürekli güncellendikçe hologramdaki görüntü de
sürekli degişiyordu.
1 1 1
95
verdi. Ister inanın ister inanmayın ama hava şartlan di�er
yerlerde çok daha kötü."
• • 1
96
bir ton vardı. "Ve siz inene kadar iletişim de ara sıra kesi
lebilir. Iniş esnasında üzerinizde bir sinyal kilidi tutmaya
çalışacağım ama fırtınanın şiddeti ve oraya buraya savru
lacağınızı göz önüne alırsak yaklaşık olarak her dakikada
bir merhaba demek zor olacaktır. "
Oram pilotuna baktı. Faris ve Tennessee şirketin bula
bildiği en iyi pilot çiftiydi. Onlara tamamen güveniyordu
ama o sırada Dünya'daki bir eğitim tesisinde değillerdi ve
Mars'ınki gibi merhametli bir yüzeye iniş yapmıyorlardı.
"Iniş güvenli mi?" diye mınldandı.
Faris ekraniara bakıp homurdandı. " 'Güvenli' ile neyi
kastettiğine göre değişir."
Oram sınttı. "O halde güvenli demeyelim. 'Idare eder'
diyelim. " Sonra ekledi. "Bas gaza. "
Kasvetli Daniels dışında uzay aracındaki herkes bu
espriyi duymaktan memnun olmuşlardı. Kaptanın soğuk
bir espri yapması güzel bir sürprizdi. Arka taraftan birkaç
kahkaha yükseldi ve birkaç kişi neşeli bir şekilde beşlik
çaktılar.
Kendine biraz şaşan ve insaniann gülmesinden mem
nun olan Oram arkasını dönüp mürettebatın bulunduğu
perona baktı ve gülümsedi. Bu esnada ön tarafta oturan
eşiyle göz göze geldi. Karine güven veren bir şekilde göz
kırpınca Oram'ın gülümsernesi bütün yüzüne yayıldı.
Genel şamataya iştirak ederneyecek kadar meşgul olan
Faris dikkatini tamamen ana korısola vermişti. "Şimdi
sinyal pozisyonu üzerinde iniş moduna kilitleniyorum.
Anne, lütfen fırlatmayı koordine et."
Covenant'ın pozisyon alma ateşleyicileri hemen hare
kete geçti ve geminin iniş için seçilen yere eşzamanlı yö
rüngede kalmasını sağladılar. Güvertede iki bin kişi uyu
yordu ve ulaşım araçlannın yolunu programda olmayan
97
bir şekilde uzattıgından ve şartlar uygun oldugu takdirde
yola devam etmeyeceklerinden haberdar degillerdi.
"Anlaşıldı." Anne'nin sesi hem gemi hem de bekleyen
uzay aracının iletişim sisteminde duyuldu. "Sinyal yeri
nin üzerinde pozisyon koordine ediliyor. Şu anda simul
tane yörüngede. Araç Bir, fırlatmaya hazır."
"Fırlatma yapılsın, Covenant." Faris gerekli dügmele
re bastı. Uzay aracı ana gemiden ayrılırken hissedilir bir
şekilde sarsıldı. Hemen arkasından geminin yapay yer
çekimi alanından çıkınca keşif ekibi kısa ve beklendik
bir mide bulantısı hissetti. Motorlar çalıştı ve uzay aracı
yavaşça hızlanarak ana gemiden uzaklaşmaya, fırtınalı ve
öfkeli atmosfere dogru ilerlemeye başladı.
1 1 1
98
den aracı görmeye çalışmasına engel olmuyordu. Çok iyi
egitimli olmasına karşın pilot olmanın tabiatından ötürü
araçlardan ziyade şeyleri gözüyle görmeyi yegliyordu.
Nostaljiye ayıracak vakit yok, diye geçirdi içinden kes
kin bir şekilde. Oram ve Daniels uzay aracında oldugun
dan Covenant'tan o sorumluydu.
Fırtına çok şiddetliydi ve görünen atmosferi biçiyordu.
Dur durak bilmez güçlü yıldırım ve kükreyen rüzgarlar
Faris'e Dünya'nınkinden ziyade Jüpiter'in atmosferini
anımsatıyordu. En azından, dedi kendi kendine atmosfe
re girişe hazırlanırken, bir gaz devinin ezici yerçekimi ya
da ölümcül radyasyon dalgalarıyla ugraşmalarına gerek
yoktu.
"Orada durumlar nasıl? " Uzay aracının iletişim siste
minden Upworth'ün sesi yükseldi. Tonunun endişeli gibi
duyulmaması için biraz fazla çaba harcadıgı belliydi.
"Her şey yolunda, Covenant, " dedi Faris. "Beş daki
ka içinde ekzosfere girmiş oluruz diye tahmin ediyorum.
On dakika içinde sorunu tekrarlayabilirsin. "
• • •
99
hava akımı, aracı önce uzaya dogru fırlattı ve sonra hızla
yere dogru çekti. Kablo ve kumanda kolu yerine elektro
nik aksam kullanmasına ragmen Faris aracı kontrol et
mekte zorlanıyordu.
Alçalışa devam etmek devasa bir kasırganın, gerçek
bir canavarın göz duvarının içinden geçmeye benziyor
du. Uzay aracının içinde ışıklar yanıp sönüyor, alarınlar
uluyup kesiliyordu. Oram ve Walter güvenli bir şekilde
oturdukları yere baglı olmalarına karşın koltuklarının
yan taraflarına tutunuyorlardı. Arkalarındaki mürettebat
bölümünde birisi inliyordu. Başka biri -Rosenthal olabi
lirdi- ögürme sesleri çıkarmaya başladı.
"Burada olmaz," diye bagırdı Rosenthal'ın yanındaki
asker, "Tanrı aşkına, burada olmaz ! " Ya tehditten ya da
utançtan ötürü kusma öncesi sesler kesildi.
Geçirdigi sarsıntılar göz önüne alındıgmda uzay ara
cının tek parça kalması mümkün degilmiş gibi görünü
yordu. Ama araç bunun için tasarlanmıştı ve Faris bunu
biliyordu. Yine de bu bilgi azıcık endişelenmesini engel
leyemiyordu. Diger herkesin ona güvendigini ve onu iz
lediklerini bildiginden, sakin olmaya çalışıyordu.
Sanki kaçınılmazmış gibi "Country Roads" şarkı
sı tekrar aklına geldi ve Faris de ıslıkla şarkıyı çalmaya
başladı. Kendisini sakinleştirmesine yardımcı olsa da iniş
aracının içindeki takırtı ve çatırtılardan ötürü başka kim
se ıslıgını duymuyordu.
Ama pilot konsolundaki ses alıcısına yeterince yakın
oldugu için Covenant'ın köprüsünde ıslıgı duyulabiliyor
du.
1 1 1
100
ran görüntüsüne vermiş olan Tennessee her bir notayı
duydu.
"Beni duyuyor musun Faris?" dedi. "Faris?"
Hoparlörlerden " Country Roads" cızırtılan yükseli
yordu. Bir araya getirildiklerinde tüm şarkıyı oluşturmu
yorlardı. Daha tutarlı bir şey duyma umuduyla köprü
deki herkes kulak kesilmiştİ - ama bir süre sonra kesik
sesler de kesildi.
Sessizlik.
Upworth herkesin zaten bildigi şeyi dillendirdi. "Ileti
şimi kaybettik."
"Lanet fırtına. Elektronlann edepsizlik yapmasından
nefret ediyorum." Tennessee'nin esptilerinden birine gü
lünmedigi, nadir rastlanan anlardan biriydi.
Dışanda, aşagıda deliye dönmüş iyonosfer Covenant
ve uzay aracı arasındaki iletişime izin vermiyordu. Ko
loni gemisinin güvertesindekilerin elinden, iniş ekibinin
neler yaşadıgını tahmin etmek dışında bir şey gelmiyor
du.
101
VI I
17f
Uzay aracının güvertesinde herhangi bir tahmin yürüte
cek zaman yoktu. Mütecaviz ve yogun bir gerçeklik, her
kesin düşüncelerinin sıkı sıkıya tek bir noktaya odaklan
masına yol açıyordu. Birbiri ardına gelen sarsıntılar, aracı
aşagı, yukarı ya da başka bir tarafa savuruyordu. Her bir
şokla birlikte bir dagın yamacına çarpıyorlarmış gibi olu
yorlardı ama aslında yalnızca rüzgar darbeleri yiyorlardı.
Hava hiç bu kadar elle tutulur bir şeymiş gibi gelme
mişti, diye geçirdi içinden Oram stres toplanyla oynar
ken.
Türbülans kadar aracı saran yogun bulut kümesini ke
sen devasa yıldırımlar da korkutucuydu. Sayılan o kadar
fazlaydı ve o kadar yakınlanndan geçiyorlardı ki Oram iç
ışıklandırmaya gerek kalmadan aracın içini sık sık net bir
şekilde görebiliyordu.
Yıldınm, yıldınm, diye geçirdi içinden Oram aklını
içinde bulundukları şartlardan uzaklaştırmaya çalışarak.
Yanında oturan, amansız bir yüz ifadesiyle dügmelerle
1 02
boguşan Faris aracı yere paralel ve dogru rotada tutma
mücadelesi veriyordu. Sürekli olarak yere paralel olma
lan gerekmiyorrlu zira araç yere paralel şekilde de iniş
yapabilirdi. Ama aracın içinde kimse kusmazsa mürette
batın morali yüksek olurdu.
Son derece şiddetli bir sarsıntı geçirdiler. Eger ki kol
tuklarına baglı olmasalar hepsinin kafası aracın tepesine
çarpardı. Oram'ın elinden düşük-teknoloji ürünü stres
topları fırladı ve bir tanesi güvenenin üzerinde yuvada
narak bir tarafa dogru gitti. Elindeyken her ne kadar stre
sini azaltmaya yarıyor olsa da Oram'ın topunun peşinden
gitmek için kayışiarını çözme gibi bir niyeti yoktu.
Eşinin gerginliğini hisseden Lope, Hallefa dogru egil
di ve diger adama biraz güven ve teselli vermeye çalıştı.
Ekipte bir başına olan çavuş aslında kaotik yolculugun
tadını çıkarıyordu.
"Rahat ol Tom. Atmosferdeyiz o kadar," dedi. "Endişe
edecek bir şey yok. Çarpacak katı bir şey yok etrafta. " Ba
şını ileri dogru salladı. "Faris Covenant'taki en iyi pilot. "
Hallet koltugunun kollarını o denli güçlü bir şekilde
sıkıyorrlu ki eldivenlerinin içinde parmakları bembeyaz
olmuştu. "Uzaydan nefret ediyorum." Aşagı dogru hız
lıca bakınca kaptanın kaçak stres topunun koltuklarının
altından geçtigini gördü.
"Bir meteor fırtınasından geçiyor falan degiliz yani. "
Lope öylesine kontrollü v e sakin bir şekilde konuşuyor
du ki Covenant'ın yemekhanesinde güzel bir yemegin or
tasında olsalardı da böyle konuşurdu.
"O da uzay da," diye mırıldandı Hallet mutsuzca.
Lope şefkatli bir biçimde gülümsedi. "Işte bu yüzden
yoga yapmalısın."
Eşi ona bir bakış atınca çavuş gülümsedi.
103
Hemen sonra uzay aracı devasa bir çekiç darbesi ye
miş gibi birkaç yüz metre düştü ama sonra Faris'in yete
nekli kontrolüyle düştügü yükseklige geri çıktı. Hallet'ın
yüzü bembeyaz olunca Lope'nin gülümsernesi silindi ve
yüzüne endişeli bir ifade oturdu. Eşi gerçekten de sıkın
tılı dakikalar geçiriyordu. Boş muhabbet veya espri yap
maya çalışmaktan kaçınan çavuş başını önüne çevirdi.
Sallanmalar, sarsılmalar ve genel atmosferik keşmekeşten
rahatsız olmamasına karşın durup düşünmemek elinde
degildi - bu fırtına ne kadar geniş bir alanı kaplıyorrlu?
Sorusunu dillendirebilirdi ama bunu yapmamanın
daha dogru olacagını biliyordu. Ön taraftaki herkes kar
go kısmından gelen rasgele sorulan cevaplayamayacak
kadar meşguldü.
Sonra birdenbire korkunç sarsıntı kesildi. Yerine gü
vertedeki pek ihtişamlı olmayan birleşim yerlerinin me
şum ama oldukça tanıdık gıcırtılannın sesi geldi. Bir da
kika sonra uzay aracı bulut katmanının alt kısmına geçti
ve gıcırtılar dahi kesildi. Dudaklannı büzen Faris bilerek
uzun uzun nefes verdi.
Rüzgardan yedikleri dayak arkalannda kalmıştı ve
hem araç hem de mürettebat tek parça halindeydi. San
ki uzayda, hiçbir hava muhalefeti olmadan Covenant'ın
etrafında daireler çiziyormuşçasına rahat ve olaysız bir
şekilde inişlerine devam ediyorlardı. Acil durum ışıklan
dırması kapanmış, otomatik olarak normal ışıklar açıl
mıştı. Mürettebat hep bir agızdan rahat bir of çekiyor ve
gülüyorrlu hatta birkaç kişi iç çamaşırlannı degiştirmele
ri gerektigini söylüyordu. Ama kimse yaralanamamıştı.
Kayışlar ve mafsallı koltuklar işlerini görmüşlerdi.
Genel rahatlamaya ek olarak uzun süredir ilk kez ho
parlörden net bir ses duydular.
104
"Uzay aracı, duyuyor musun? Mümkünse cevap ver,
uzay aracı."
Faris, Oram'a gülümseyerek ses alıcısına döndü. "Ne,
dinlernede değil miydiniz? Tüh. Büyüleyici meteorolojik
bilgiler kayboldu desene." Cevap gelmeyince sözüne de
vam etti. "Evet, evet. Duyuyorum, Covenant. Bir şey ol
madı. Sürekli sizinle konuşmaktan sıkılmıştık, o kadar."
Esprisine yine cevap alamayınca ciddileşti.
"Peki, kolay olmadı. Ama geçtik. lyiyiz. Araçta tespit
edilmiş bir hasar yok . . . " Hızlıca arkasına baktı. " . . . için
dekilerde de. lnişe devam ediyoruz - normal inişe. "
Gezegenin yüzeyi de atmosferi kadar dişli ve sertti;
dik yamaçlan alçak bulutlann ardında kalan gri dağiann
zirveleri ve sis içindeki gür ormanlar birkaç yüz metrelik
bir mesafeden bile rahatsız edici bir biçimde tanıdık bir
görünüme sahiplerdi, hızlı akan nehirlerin kestiği derin
vadiler, fiyortlar ile muhtelifbiçim ve boyutlara sahip pek
çok göl vardı. Sinyal kaynağındaki koordinatlara hızlıca
yaklaşıyorlardı. Faris bir karar vermesi gerektiğini bili
yordu: ya kaynağın üzerinden geçip bölgenin diğer ucun
da inmek için daha elverişli bir yer olduğunu umacak ya
da inişe geçecekti.
Yörüngeden edindikleri bilgiler ve veriler o anda üze
rinde seyrüsefer halinde olduklan alana kıyasla sinyal
bölgesinin diğer tarafının coğrafi yapısının iniş için daha
elverişsiz olduğunu işaret ediyordu. Mümkün olan tüm
zamanlarda kendi gözlerine güvenmeyi yeğleyen Faris
ileri bakabilmek için hafifçe öne doğru eğildi. Azılı fır
tınanın kötüleşip kötüleşmeyeceğini, kötüleşmesi duru
munda bunun ne zaman olacağına dair hiçbir fikirleri
yoktu. Aynı zamanda fırtınanın alçalması da muhtemel
di. Böyle bir durumda inişleri bir hayli problemli olurdu.
105
Riske girmemeye karar verdi.
"Topoloji hoşuma gitmiyor," dedi Oram'a, "ve havanın
ne yapabilecegine dair elle tutulur bir tahmin yürütemi
yorum. Sinyalin bu tarafında durgun su olan birkaç alan
var. Diger her yerde sarp kayaların sınınndaki yokuşlar
görünüyor. Dikkatli olsak iyi olur. "
Oram başını salladı. "Ben dikkatli bir adamım Faris.
Pilot sensin. Karar senin."
Faris kararım verdi. "Suya iniyorum. Dışarı çıkıp su
kayagı yapmak isteyen varsa şimdi tam zamanı. Haber
verin ki rampayı indireyim."
Bu mümkün olsaydı dahi kimse öyle bir şeye yelten
mezdi. lniş ekibindeki herkes bir gün için yeterince sar
sıntı geçirmişti. Eglence için böyle bir şey yapmak o sıra
da kimseye çekici bir fikir gibi gelmiyordu.
Indikleri uzun ve dar bogaz içi suyla dolu olmasay
dı kusursuz bir iniş noktası olurdu. Faris aracı nazikçe
aşagı dogru indirdi. Hem nemli atmosfere hem de soguk
suya temas eden aracın peşi sıra buhar yükseldi. Yavaş
layıp süzülen araç yakınlarındaki kıyıya dogru ilerledi.
Son anda aracın alt tarafından gelen beklenmedik bir
çatırtıyla Faris irkildi. Hiçbir alarm sesi yükselmemesi
güvertenin yanlmadıgını işaret ediyordu. Dikkatlice ma
nevra yapan Faris aracı yana dogru çevirdi ve çakıl taşla
rından oluşan salıille sıg sular arasında durdu.
Yoldaşlannın hiçbirinin ona en iyisi oldugunu söyle
mesine gerek yoktu. Faris motoru durdururken aklından
bunu geçiriyordu. Orası zaten kesindi.
Korkunç fırtınadan güvenli bir biçimde geçmiş ve sert
zemine iniş yapmaktan ötürü içieri rahatlamış olan ekip
üyeleri bir an önce inmek için heyecanlandıklarından
geri kalan kayışiarım hızlıca çözdüler. Üzerindeki tüm
106
teçhizata ragmen Er Cole birkaç kez zıpladı ve ellerini iki
yanına kaldırdı. Botlannın güvertede çıkardıgı sesi duy
mak hoşuna gitti.
"Gerçek yerçekimil " Yanına gelmiş olan Rosenthal'a
baktı. "Biraz daha zaman geçse neredeyse nasıl bir his
oldugunu unutacaktım. "
"Omzuma bir kez daha vurursan yerçekimini daha ya
kından hissedeceksin," diye uyardı onu Rosenthal. " Çan
tamı kaldırınama yardım eder misin? "
Keşif ekibi kıyıya çıkmaya hazırlanırken çantalarını
omuzladılar, silahlarını doldurdular ve kumanyalarını
saydılar. Herkes birbirinin teçhizatlarını kontrol etti ve
sonra kendilerininkini bir kez daha kontrol ettirdiler. Ön
tarafta Faris aracı durdurmak için gerekli prosedürü .yeri
ne getirirken hoparlör cızırdadı. Fırtına artık tepelerinde
tüm şiddetiyle devam ediyor olmasına ragmen iletişim ve
yayını bozmaya devam ediyordu. En azından, diye geçir
di içinden Faris, anlaşılır bir şey duyuluyordu.
"Sizi duymakta zorlanıyoruz . . . bir yol. . . sinyalinizi
güçlendirmek için?" Faris, Upworth'ün sesini tanıdı. Ya
pabilecegi tek şey cevap vermek ve. aracın iletişim siste
minin tepelerinde fırıl fınl dönen elektromanyetik keş
mekeşi delecek güce sahip oldugunu ummaktı.
"Anlaşıldı. Tam bir cehennem olmasını geçtim, bir de
su inişi yapmak zorunda kaldık ve iniş sırasında suda bir
şeye çarpmış olabiliriz. Hasar var mı diye kontrol edece
gim, dolayısıyla bir süre direkt temas dışında kalabiliriz.
Giysi-gemi rölesine geçecek ve iki yönlü çalışıyor olma
sını umacagım. "
Covenant'la konuşurken ve söylediklerinin iletiliyor
olmasını umarken Daniels yanına geldi. Oram kaşlarını
kaldırıp ona bakınca Daniels bir avucunu açtı ve Oram'ın
1 07
iniş sırasında düşürdüğü stres topunu uzattı. Oram topu
aldı ve başını saliayarak Daniels'a teşekkür etti.
"Şahsen ben olsam rahatlatıcı bir ilaç alırdım," dedi.
Oram topu bir an kaldırdıktan sonra cebine koydu.
"Bu adamı uyuşturmuyor, ne zaman istesem yanımda
ve bağımlılık yapmıyor."
Daniels bağımlılık meselesi hakkında diyecek bir şey
ler bulahilirdi ama susmayı tercih etti. Oram pencereden
dışan baktı.
"Ne kadar uzaklıkta?"
Walter ekranına baktı. "Sinyalin kaynağı batı yönün
de yaklaşık sekiz kilometre uzaklıkta ama epey yüksekte.
Dik bir yokuşun tepesinde. " Dönüp Faris'e baktı. "Iniş
bölgesini çok iyi seçmişsin. Şu anki konumumuz ile sin
yal kaynağı arasında başka seçeneklerimiz olmasına kar
şın daha yakın bir noktaya inmeye çalışsak aracı tehlike
ye atmış olurduk."
"Biliyorum," dedi Faris basitçe. "Buna 'pilotluk' de
niyor." Mürettebatın çoğuna nazaran · sentetikle konuş
malanm kısa tutmayı tercih ediyordu. Bunun sebebini
bilmiyordu. Walter mükemmel derecede nazik, mükem
mel derecede duyarlı, mükemmel derecede anlayışlı. Mü
kemmel derecede . . . mükemmel.
Belki de bu yüzdendir, diye geçirdi içinden Faris.
Köprüden gelen bir komutla iskele tarafındaki ram
pa indirildi. Sığ sudan kısa bir mesafe sonra hafif eğimli
çakıllık sahil başlıyordu. Ilk önce ekibin en harcanabilir
ve nefes alma teçhizatma gerek duymayan tek üyesi olan
Walter indi. Ayağı yere basınca etrafına baktı ve derin bir
nefes aldı. Bunu yapmasına gerek yoktu; yalnızca iç sis
temlennin analiz etmesi için atmosferden numune alı
yordu.
108
Sonuç ve diğer tüm bilgiler iç rahatlatıcıydı. Diğerle
rini de bilgilendirdi.
"Emin mi? " Ön pencereden dışan bakan Daniels,
Walter'ın bir dizi sıradan görevi yerine getirdiğini gördü;
Walter diz çöküp salıilin ötesindeki yeşil zemini inceledi,
ellerini birleştitip gölden aldığı suyun tadına baktı, salıi
lin ucundaki birkaç çakılı inceledi. Oram Daniels'a bakıp
kaşlarını çattı.
"Walter'dan bahsediyoruz. Walter ya emindir ya de
ğildir. Walter için gri bölge yoktur. Bunu sen de biliyor
sun."
"Evet, doğru. Peki o zaman." Mürettebatın son hazır
lıklarını yaptığı geminin güvertesine bakan Daniels se
sini yükseltti. "Walter atmosferin nefes alma teçhizatma
ihtiyaç duymayacağımiz kadar iyi olduğunu söylüyor.
Havada, moleküler boyutta dahi bölgeye has patojenler
de yokmuş. Yani tam teçhizatlı giysilere gerek yok."
Anonsunu takiben sevinç dolu bağınşlar gemiyi nere
deyse fırtına kadar şiddetli bir şekilde salladı.
Faris iletişim sisteminin başında duruyor, sinyalinin
Covenant'a ulaştığını umuyordu. "Atmosfer nefes alıp
vermeye müsait," dedi. "Hayır, Walter'a göre nefes alıp
vermeye müsaitten çok daha iyi. Dünya'dakinin aynısı,
kirlilik de yok. Temiz' hava diyebiliriz, gerçi Walter bu
tür teknik olmayan kelimeler kullanmaz. Havada taşınan
bulaşıcı hiçbir şey yok. Bakir."
Cennet gibi denebilir mi? diye geçirdi içinden. Hayır,
bu tür bir betimleme için erkendi. Keşif ekibinin üyele
rinin hava geçirmez bölümün ve iniş rampasının önünde
sıraya girmesini bekledi.
"Ekip şimdi yayının kaynağını bulmak üzere yola çı
kıyor," dedi ses alıcısına. " Gerekli olduğu takdirde bul-
109
gularını aktaracagım. Lanet fırtına dinmezse giysi sinyal
lerinin güçlendirilmesi gerekebilir."
Upworth'ün sesi hemen cevap verince Faris rahatlaya
rak oh çekti. Belki araç-gemi iletişimlerinin mevcut du
rumu optimum degildi ama çalışıyordu.
"Aracın aktarıcısına biraz daha güç verebiliyor musun
bir baksana tatlım," dedi Upworth. O da iletişimin sa
bitlenmiş olmasından ötürü rahatlamış gibiydi. "Sinyal
buraya geliyor ama her an kesilebilecekmiş gibi duruyor.
Dediklerini anlayabilmek için toplamak, bir araya getir
mek ve işlernek gerekiyor. "
"Denerim. " Faris yerinden kalktı. En sonunda kafası
nı tavana çarprnaktan korkmadan ayaga kalkabiliyar ol
maktan ötürü memnundu . "Ana röle farklı bir kullanım
için yeniden yapılandınlıyor. Bir süre dışarı çıkıp araç
zarar görmüş mü kontrol etmeliyim. Sonra gelip araç-ge
mi bagını biraz daha kurcalayabilirim. lndigimize göre
gücün bir kısmını farklı alanlara dagıtabilirim."
Gün ışıgını kesecek kadar çok bulut olmasına karşın .
hava karanlık degildi. Pek günlük güneşlik degil, diye
geçirdi içinden Faris ve ekibin peşinden hava geçirmez
bölümden geçip rampadan indi. Yine de amansız bir kas
vet hali var da denemezdi. Etrafiarı yalnızca . . . griydi.
Ekip önlerindeki yürüyüş için son dakika hazırlıklarını
tamamlarken Faris geminin arka tarafına gitti, gemi sıg
suda oturuyor oldugu için görebildigi kadarıyla alt tarafı
nı kontrol etti ve sonra dikkatlice ön ve arka taraflardaki
iticileri inceledi.
G Ö çük derhal fark edecegi kadar belirgindi. lç taraf
hasar görmÜş mü anlamak için bir gereç taraması gereki
yordu. Göçügü incelerken kara suda ilerleyen bot sesleri
duydu ve Oram'ın yanına geldigini gördü.
ı ıo
"Tamamdır Faris, yola çıkıyoruz. Tüm keşif güvenlik
protokollerini gözet," diye talimat verdi. "Ve aç dinozor
lara karşı tetikte ol." Kötü bir espri denemesiydi ama Fa
ris yine de adamın çabasını takdir etti. Oram gerçekten
de liderlik rolünde kendini rahat hissetmeye başlıyordu.
"Elbette." Oram'ın arkasına, sinyalin kaynagının bu
lundugu yerdeki yüksek daga baktı. "Henüz herhangi bir
şeyin hareket ettigini görmedim, dinazorlar dahil. Ol
dukça huzurlu. " Dikkatini tekrar araçtaki göçüge verdi.
"Size iyi eglenceler."
1 1 1
lll
kararlar hiper-uykudaki iki bin kolonisti etkileyecekti.
Ve bir dizi sorunun cevabını bulana kadar bu kararlan
veremezdi.
Kıyıya geri yürüyüp sabırlı bir şekilde emirlerini bek
leyen gruba katıldı. Bir eliyle uzaktaki dagın yaroacını
işaret etti.
"Herkes hazırsa . . . ?" Kimse bir şey demeyince ekledi.
"Pekala o zaman. Gidip hayaletimizi bulalım. Walter?"
Tek bir söz söylemeden ve çok üniteli aracını önün
de tutan sentetik yola koyuldu. Lope hızla rehberlerinin
önüne geçerek yürümeye devam etti. Ekibinin geri kalanı
-Hallet, Cole, Ledward, Ankor ve Rosenthal- iki tarafı
na yayılıp standart bir yarım daire oluşturdular. Daniels,
Oram ve Karine, Walter'ın hemen arkasındaydılar.
1 1 1
l l2
tamirat yapamam ve daha ne kadar tamirat gerekli onu
bile bilmiyorum. Hasara baglı olarak belki dakikalar ge
rekir, belki saatler." Günler demekten imtina etmişti.
Tennessee, Faris'in tam da tahmin ettigi gibi mantıklı
olan seçimi yaptı. "Aracı tamir edebilecegin zamanı baş
ka bir şey için kullanmaya degmez. Bu esnada biz burada
ne yapabiliriz ben de ona bakayım. Birkaç deneysel çö
zülüm algoritmasıyla otomatikleri aşmayı deneyebilirim,
bakarsın sinyal gücünü artırmamıza gerek kalmadan net
ligi artırabiliriz."
"Peki." Birkaç kez denemesine karşın servis kapak
larından biri çekingen davranmaya devam ediyor ve
açılınıyorrlu ama Faris basit bir çareye başvurdu ve bir
İngiliz anahtarıyla birkaç kez sertçe vurarak problemi
çözdü. "Ben sıkılmam, yapacak epey iş var. " Gözlerini
kısıp başını havaya kaldırdı. "Buradan bakınca gökteki
cazırdama devam ediyor ama yıldırımlar yere düşmüyor
ve en azından yagmur yagmıyor." Sırf böyle dedi diye bir
den yagmur yağmaya başlamamasını umdu. "Faris'ten bu
kadar, tamam. "
lletişimi kestikten sonra durup çabaları sonucu aracın
gözler önüne serilmiş olan iç kısmındaki - küçük parça
lara baktı. Birden içini huzursuzluk kaplayınca arkasını
döndü ve kasvetli manzaraya baktı. Huzursuz olmasının
sebebini hemen anladı.
Lanet olası, kesintisiz ve bitmeyen sessizlik.
1 13
VI I I
�
Daniels öne dogru geçip Walter'ın yanmda yürümeye
başladı. Az da olsa bitkilerin bulundugu bir yokuşu tır
mandıktan sonra .keşif ekibi bir tür uzun çim dolu düz
bir alana çıkmıştı. Yeşil yerine soluk altın rengi olan sap
ları, meltem karşısında kusursuz bir ahenkle sallamyor
du. Giderek artan, daha rahatsız edici olan ve kesilmeyen
sessizlige ragmen Daniels en azından çimierin ses çıkar
ınamasına seviniyordu.
Önüne bakınca güvenlik ekibinin başındaki iki kişi
nin durdugunu gördü. Düzgün keşif prosedürünü tama
men ihlal eden Çavuş Lope altın saplardan bir tanesini
parmaklarının arasında ufalıyordu. Daniels karşı çıka
madan Lope kalıntıları avucunun içinde birbirine sürt
tü, suratına yaklaştırdı ve bir kısmına üfledi. Ufalanmış
parçaları kucaklayan rüzgar kalıntıları yakındaki daglara
dogru taşıdı.
Daniels şaşkın bir şekilde izlerken Lope'nin avucun
daki şeyi agzma götürüp tadma baktıgmı gördü . Daniels
lH
nefesini tuttu. Walter bile multi-ünitesinden başını kal
dırdı ve çavuşu izlemeye başladı.
Daniels'ın yüzündeki endişeli ifadeyi gören Lope tel
kin edici bir şekilde gülümsedi ve içlerinde durduklan
araziyi işaret etti.
"Bugday," dedi. "Sıradan, bildigimiz, 'tatsız tuzsuz,
ekmek yapmalık bugday. Eskiden Iowa adım verdikleri
yerdenim ben. Inan bana, bugdaydan anlarım. " Kalınu
ların bir kez daha tadına baktı ve yüzüne düşüneeli bir
ifade yerleşti. "Bu eski, ilkel bir varyasyon ama kesinlikle
kültürlü. Tesadüfi ya da yabani bir filiz olamayacak kadar
çok tadı var. "
"Emin misin?" diye sordu Daniels.
Parmak uçlarında kalanları yere attı. " Paralel evrim
den pek anlarnam ama burada küçük bir çocukken ta
dına baktıgım şeyin tamamen aynısını bulmanın çok
büyük bir tesadüf oldugunu söyleyebilirim. " Sentetige
baktı. "Sen ne düşünüyorsun Walter? Dünya'daki bir bit
kiyi Dünya'dan bu kadar uzakta bulma ihtimalimiz ne
dir? Kültürlüyü geç, yenebilir durumda bir bitki bulma
ihtimalimiz?"
Walter kısa ve öz bir cevap verdi. "Oldukça olasılık
sız."
Çavuş alaylı bir biçimde bumundan nefes verdi. "Yüz
de sıfır olasılık bence. "
"Yani," diye sesli bir biçimde düşündü Daniels, "bu
raya kendi başına gelmedigini varsayarsak . . bunu kim
ekti? "
Kimsenin bir cevabı yoktu. Kimsenin e n ufak bir fikri
bile yoktu. Ne bir cevap ne de fikir olmadıgı için ekip
başak tarlasında ilerlemeye devam etti. Belli bir mesafe
ötelerindeki gür agaç hattına dogru hafif yokuş yukarı
llS
yürüyorlardı. Etrafiarında başaklar yeni gelenlerin varlı
gına kayıtsız bir biçimde, olasılıksız varlıklannın sırlarını
ortaya sermeden meltemde ürperiyorlardı.
"Tam ahşap bir kulübe inşa etmelik bir yer. " Walter
arkasına dönüp araçtan ne kadar uzaklaşmış olduklarına
baktı. "Kesilecek agaçl'ar var. Göl bile var."
Daniels bu düşünceyi aklına getirdigi için Walter'a
minnettardı. Daha dogrusu, diye geçirdi içinden kendini
düzelterek, hissettigi gerginligi azaltmak için serinkanlı
ve hesaplı bir eyleme girişmesinden ötürü ona minnet
tardı. Hangisi olursa olsun ona cevap vermek istiyordu.
"Evet, jacob burayı çok severdi."
Oram yanlarına geldi. Güvenli ve olaysız bir şekilde
inmiş olduklarından ötürü kaptanın kendine güveni gel
mişti ve şamatacı biri olup çıkmıştı. Normalde asla şama
tacı olmazdı ama üst atmosferdeki fırtına dışında karşıia
nna çıkan her şey beklentilerini aşmıştı.
"Ne düşünüyorsun Daniels?" diye sordu. "Mükem
mel bir iniş alanına benziyor." Yürüderken bir yandan
hevesli bir şekilde yeni yerleşke alanını işaret ediyordu.
"Ev modüllerini şuraya koyanz, kentsel modülleri yola.
Dogal besin kaynagı zaten var - tabii Lopfnin düşünce
si dogrulanırsa. Temiz suya erişim de var. Kuyu açmaya
gerek yok."
"Gölün ne kadar derin oldugunu bilmiyoruz," diye
mırıldandı Daniels. "Yüzey aldatıcı olabilir, belki hacmi
küçüktür. "
"Gerekli ölçümleri yapmak epey kolay. " Smtarak ve
kararlı bir biçimde başını iki yana salladı. "Istiyorsan pe
simist davranmaya devam et." Derin bir nefes aldı. "Bu
havayı şişelesen Dünya'ya bile satabilirsin. Bina inşa et
mek için agaç ve kaya var, muhtemelen kullanışlı mine-
116
ral ve metallerin kayalıklı bütünü. " Daniels'a baktı. "Ve
göl çok sıg çıkarsa düzinelerce başka göl var. Biraz su
ekle, anında koloni elde edersin! "
Daniels yine de teslim olmuyordu. "Gelecek vaat etti
gini kabul ediyorum. Görecegiz. "
Daniels'ın halen çekingen davranmasını Oram komik
buldugunda� dolayı kıkırdadı. "Ey siz az imanlılar! "
Yine kendisinden hiç beklenmedik bir şekilde kocaman
gülümseyerek uzun adımlar attı ve Lope ve Hallefa yetiş
ti. Kocasına bakan Karine, Daniels'ın yanına gitti.
"Biliyorum biliyorum, tam çekilmez bir adam. Mutlu
oldugu zaman daha bile kötü, degil mi? " Daniels bir şey
demek üzereyken Karine onu susturdu. "Her ne diyecek
sen, inan bana biliyorum. Ben onunla birlikte yaşıyorum,
unuttun mu? " Hınzırca gülümsedi ve eşine yetişrnek
üzere adımlarını hızlandırdı.
Başak tarlası bitince yemyeşil bir ormana girdiler ve
bir süre sonra agaçlann arasındaki mesafe giderek azal
dı. Şişkin, neredeyse bir küreye benzeyen kök uçları ve
uzun, kalın agaç gövdeleri etraflannı sanyor, gri gögü ka
patıyor, etraflanndaki renkleri boguyordu. Aynı zamanda
çıktıklan yokuş gitgide daha dik ve engebeli bir hal alı
yordu. Bazı keskin tırmanışlardan kaçınmak için birkaç
noktada patikanın yan tarafından yürümek zorunda kal
mışlardı.
Daniels içinde bulunduklan ortamın en dikkat çeken
özelligini bir kez daha dillenciirdi - bu durum indikleri
zamandan bu yana onu rahatsız etmişti.
"Şunu duydunuz mu? "
Yakınlannda yürüyen Oram kulak kesildi v e kaşlarını
çattı.
"Neyi? "
117
"Hiçbir şeyi. Hala hiçbir ses yok. Kuş yok. Hayvan
yok. Böcek bile yok. Hiçbir şey yok. Böylesine yeşil ve
canlı bir annanda bir şeylerin sesini duymayı beklersin,
ayaklar altında ezilen ölü yaprakların sesi bile olsa. Sesi
çıkaran şey bizden yalnızca kaçmaya çalışıyor olsa bile
duyardık. Ama . . . bomboş. Hiçbir şey yok."
Daniels'ın ısrarla belirttigi gözlemini huzursuz edici
bulurmuşçasına Lope garip bir yüz ifadesi takındı. Açık
taki bir göl kenarının yaşamdan yoksunmuş gibi görün
mesini düşünmek çok uçuk kaçık degildi. Yabancı misa
firleri gören bölgedeki hayvanlar kaçmayı, sessiz kalmayı
ve saklanınayı tercih etmiş olabilirlerdi. Öte yandan ay
msı besin dolu bir bölge için söylenemezdi; başak tarlası
gibi. Ya da o sırada tırmandıklan saglıklı orman için.
Görünürde sağlıklı, diye kendini düzeltti Daniels. Her
hangi bir faunamn kati suretteki yoklugu bunun aksini
işaret ediyordu. Daniels, Lope'nin omzuna dayalı tüfegi
nin şarj örünü kontrol ettigini gördü .
Keşif liderlerinin arkasından yürüyen Er Ankor sor
du. "Hayvan olmadan bitki nasıl oluyor?"
" Genellikle," dedi Walter, "olmaz." Geldikleri yönü
işaret etti. "llginç bir şekilde başak olursa olur. Zira ken
disi polen yayıyor. Herhangi bir böcek, kuş ya da yara
sa görünmemesine ragmen burada nasıl başak bittiginin
muhtemel bir açıklaması. "
Giderek daha da huzursuz olan Daniels gür agaçla
ra baktı. Bu gezegende yalnızca bitkilerin var olması hiç
mantıklı degildi; özellikle de başak ve kozalaklı agaçlar
gibi gelişmiş bitkilerin oldugu bir gezegende. O anda hu
zursuzlugunun sebeplerinden bir tanesini teşhis edebil
di, izieniyormuş gibi hissediyordu. Etrafına bakıp diger
lerinin de aynı şekilde düşünüp düşünmedigini merak
l lS
etti. Yüz ifadelerinden anladıgı kadarıyla onların da aynı
hissiyatı paylaştıgına emindi.
Karşılanna bir akıntı çıkınca biraz neşelendi. Hiç anor
mal bir akarsu değil, bilakis tamamen aşina oldugu tür
den bir akıntıydı. Dagın yamacından çaglayar.ak akıyordu
ve ormanda bulunmayan yaşam ve hareketle doluydu. Su
yun neşeli şapırtılan göz korkutucu sessizligi kesiyordu
ve yuvaları olan Dünya'nın bir yansıması gibiydi.
Akarsu ve bireysel düşünceleriyle zıtlık oluşturacak
şekilde kulaklıklarında Tennessee'nin endişeli sesini
duydular.
"Keşif ekibi. Bizi duyuyor musunuz?" dedi. Oram
duyduklarını söyleyince Tennessee konuşmaya devam
etti. "Anne iyon fırtınasının giderek kötüleştigini söylü
yor. Belki siz yerde hissetmiyorsunuzdur ama biz burada
sizin konumunuzu takip etmekte epey zorlanıyoruz. Du
rumunuz nedir?"
Oram cevap verdi. "Hedef bölgeye giden yolun yarı
sını kat ettik. Oraya varınca iletişimimizi duymak için
beklernede kalın. "
• • •
• • •
1 19
Uzay aracının dışında Faris açık kapaklann içinde görü
nen unsurlada cebelleşmeye devam ediyordu. Covenant'ın
steril ortamında olsa tamir etmesi hiç zaman almayacak
bir şey, bileklerine kadar suyun içindeyken ve sırf prob
lemi görebilmek için egilmek zorunda kalmaktan ötürü
sinir bozucu ve çok zaman alan bir olaya dönüşüyordu.
Bacaklar, diye geçirdi içinden, güçlü bir vinç için kötü
bir ikameydi. Aynı zamanda arada sırada rüzgarın taşıdı
gı sulardan korumak için eşyaları açık kapakların içinde
tutması gerekiyordu. Suyun içindeki kaygan taşların üze
rinde daha şimdiden iki kez kaymış olduğundan dolayı
ıslaktı ve üşüyordu.
Tüm zorluklara ragmen çalışırken yörünge-yüzey ara
sı iletişimi takip etmeyi başarmıştı. Covenant'a yaptığı
birkaç ısrarlı çağrıya ragmen parazit toplan dışında hiç
bir şey duymadıgından yer iletişimine geçti.
" Kaptan Oram, sanırım sizin sinyalinizi kaybettiler,"
dedi. "Ama teselli olacaksa ben sizi gayet net duyuyorum
tatlım. Siz neşeli kampçılar iyisiniz degil mi?"
"Anlaşıldı tatlım," dedi Oram aynı şekilde espritüel
bir cevap vererek. Kaptan inişten bu yana kesinlikle gev
şemişti. "Burada her şey sessiz," dedi Oram. "Gür orman
yuvamızdaki sıradan ormanlara benziyor. Yani korunan
alanlardaki ormanlara. Başka aşina gelen manzaralar da
var. Hepsini rapora yazacagız, döndügümüzde ayrıntıları
diger ekip üyelerine de sorabilirsin. Iletişim açık kalsın
ve gemiyle iletişimi tekrar kurmaya çalış. "
"Hay hay. " Başını egen Faris suyun ayaklarını aştıgını
fark etti. Botlan su geçirmez ve yalıtımlı olmasına karşın
hafif ve sentetik materyali aşan suyun soguklugunu his
sedebiliyordu. "Ama haber vermiş olayım, gelgit oluyor.
Sanırım iki uydu hizaya giriyorlar."
120
"Anlaşıldı. Islanma. Tamam."
Bir süre sonra su batlannın üzerine vuruyordu ve se
viye bileginin üzerine çıkacakmış gibi duruyordu.
"Evet, ıslanma. Sag ol sikik."
1 1 1
121
mak istiyor, Ledward. Onunla kal ve arkasını kolla. " Bi
leğindeki ekranı kontrol etti. "lik topografik haritalan
dırmanın doğru olduğunu varsayarsak, istikametimizde
ne bulacağımıza bağlı olarak dört saat içinde buraya dön
müş oluruz diye tahmin ediyorum. lletişim açık kalsın,
gözlerini de açık tut. "
Ledward hafifçe başını salladı. $eçildiği için bitmek tü
kenmek bilmeyen tırmanışa devam etmeyecek olmasın
dan dolayı çok memnundu. Ekip tırmanışa devam eder
ken Oram yanından geçti ve dostça omzuna dokundu.
"Eşimin yanında terbiyeli ol. "
Nasıl cevap vereceğini bilemeyen -gülümseyecek mi,
kaşlarını mı çatacak yoksa zekice bir şey demeye mi çalı
şacak- Ledward basitçe başını salladı.
1 • •
122
Devam eden sessizlik gördükleri ilk zarar görmüş ağaç
gövdesiyle karşılaşmalarını şaşırtıcı kılmıştı. Daniels ba
şını kaldınp ağaca baktığında, tepesindeki tahribata ne
yin yol açmış olabileceğini düşünürken görüntü aklında
belirli bir sesi rluynıasma yol açmıştı.
Kırık ağaç gövdesinin yanında başka bir tane daha,
onun yanında bir tane daha gördüler. Keşif ekibi ilerle
meye devam ettiğinde kocaman ağaçlardan oluşma yol
boyunca parçalanmış ve kırık ağaçların ormanın içinde
düz bir çizgi oluşturduğunu gördüler. Devriimiş gövde
lerin yanı sıra her iki taraflarındaki bir dizi fidan muaz
zam bir ısıyla kavrulmuş gibi. duruyordu. Ormanın daha
derinlerinde gördükleri kavmimuş fidanların üzerlerin
de bu yaraları iyileştirmek için yumrular ve budaklar
baş vermişti. Daha da ilerlediklerinde ağaç gövdelerin
deki kesikierin giderek ağacın alt taraflarına indiğini
gördüler.
Devasa bir şey tepeden inmiş, keskin bir açıyla gelmiş
ve bir tırpan gibi ağaçlan biçmişti.
"Burada tepemizden bir nesne geçmiş. " Lope bir elini
yamuk kesiği incelerken diğer elini devasa, kavmimuş
bir ağaç gövdesine sürttü. "Ağaçların tepelerini kesmiş,
sonra alçalırken daha çok şey parçalamış. "
"Bir gemi olmalı." Daniels adımianna dikkat ederek
yürürken birbiri ardına duran kesik ağaçlara bakıyordu.
Ankor kaşlarını çattı. "Neden bir gemi olmalı ki? Ne
den bir meteor ya da asteroit parçası değil? "
Daniels başını iki yana salladı. "Öyle olsa bir krater
de yürüyor olurduk. Burada zemin düz." Önlerindeki
yolu işaret etti. "Nesne açılı alçalmış olmasına rağmen
en sonunda çarptığı yerde devasa bir delik açardı. Ve yaş
lı ağaçlar da kalmış olmazdı. Buralar dümdüz olurdu ve
123
agaçların geri kalanı da üzerinde oldugumuz yoldan uza
ga savrolmuş olurdu. "
"Bir gemi." Oram, Daniels'a baktı. "Devasa olmalı."
Lope tantana yapmadan tüfeginin emniyetini açtı. Bu
hareket askerlerinin de aynısını yapmalarını saglamaya
yeterliydi. Bir el hareketiyle askerlerine daha iyi bir sa
vunma pozisyonu almalarını işaret etti. Elbette ki ardı
arkası kesilmeyen rüzgarlar ve arada sırada düşen bir dal
dışında kendilerini savunacakları bir düşmanları yoktu
ama çavuş riske girmeyi ve varsayımlarda bulunmayı
sevmezdi. Halen hayatta olmasını borçlu oldugu şiarlar
dan biri buydu.
Yamaç nispeten düzlüge açılmış oldugundan, Oram
ve Daniels biraz rahatlamalarını işaret edince tüm ekip
derin bir oh çekti. Lope ise halen tetikteydi. Walter'a ge
lince . . . Walter rahatlamayı kavramsal olarak anlayabildi
gi ama paylaşamadıgı nice insan niteliginden biri olarak
görüyordu.
Bir yerlerde bir şey olmak zorundaydı. Daniels etrafı
nı bir kez daha tararken böyle hissediyordu. Bu gezegen
fazlasıyla uygun, fazlasıyla verimliydi -en azından bota
nik anlamda- ve bu yüzden hiçbir hayvan türünün olma
ması mümkün degildi. Çılgınca bir an için bölgedeki fau
nanın görünmez olabilecegini düşündü ama bu çılgınlıgı
hızlıca aklından uzaklaştırdı. Görünmez yaratıklar bile,
diye geçirdi içinden huzursuz bir şekilde gülerek, ses çı
karırlardı.
1 1 1
1 24
Karine'in kendilerine ilgi göstermesini bekleyen j eoloji
numune çantalan akarsuyun kıyısında, ağızlan açık bir
halde duruyorlardı. Karine henüz çıplak gözle görülebi
lecek canlı bir şeyle karşılaşmadığı için Ledward'a numu
neleri Covenant'a, ayrıntılı bir şekilde incelenebilecekleri
düzgün bir laboratuvara geri götürmek için sabırsızlan
dığını söyledi.
Ledward'ın tamamen sıkılması için ise tam beş daki
kanın geçmesi yeterli olmuştu. Aktif bir biçimde işiyle
meşgul olan Karine'in aksine o ağaç, su ve toprak ince
lemeye hiç ilgi duymuyordu. Üzerinde hedef alıştırması
yapabileceği hareket eden hiçbir şey de yoktu. Akan su
ve hızla süzülen bulutlar hedef tahtası sayılmıyordu.
En azından akımının yanına oturmak rahatlatıcıydı.
Arkasına bakınca kaptanın eşinin küçük bir tüpe toprak
doldurmakla meşgul olduğunu gördü . Karine, Ledward
sanki manzaranın bir parçası olmuş gibi onun farkında
bile değildi. Bu Ledward için hiçbir problem teşkil et
miyordu. Bilim insanlannın hoşbeşini pek çekici bulmu
yordu.
Dolayısıyla uzaklaşıp kısa bir süre için yerel atmosferi
bir duman çubuğuyla ufacık kirletse Karine umursamaz
dı. Ledward uzaklaştıktan sonra sigarasını yaktı ve düz
bir taş bulup üzerine oturdu. Bu esnada kara toprak üze
rinde küçük bir parçaya basmıştı. Üzeri küflü gibiydi ve
koruduğu kadın buna epey ilgi duyabilirdi. Botuyla ez
diği küçücük yumurtayı ise daha da ilgi çekici bulurdu.
Özellikle de içinden çıkan küçük toz bulutunu.
Rüzgara kapılıp uçuşmayan tozlar tam yüzünün
önünde süzülene kadar yükseldiler.
Rahatsız olan Ledward elini toza doğru salladı. Bulut
yine de dağılmadı. Sigarasından bir nefes çeken Ledward
1 25
dumanı toz bulutuna dogru üfledi. Çogu dagıldı ve ha
vaya karıştı.
Bilim insanlan buna ilgi duyabilir, diye geçirdi içinden.
Onlara bunu söylemeyi unutmamam lazım.
Siyah tozların bir kısmı dagılmamıştı. Hatta giderek
yaklaşıyor, başının bir tarafında birbirlerine yapışarak
küçük bir şekil oluşturuyorlardı. Bulut o kadar küçük
ve o kadar dagınıktı ki Ledward onu fark etmedi bile.
Hiçbir şeyin farkında olmadan derenin ötesini izliyordu,
sorumlu oldugu kadın ve orada olmayan Çavuş Lope izin
verdigi sürece kendi kendine hayallere dalmaktan mem
nundu.
Doga kadar sessiz olan tozdan şekil, başının bir ya
nında süzülüyordu. Yükseliyor, alçalıyor ve yaklaşıyordu
- ve bir kısmını uzattı. Tüp çok küçüktü. Içinden çıkıp
Ledward'ın kulagına giren yumurtalar da öyle.
Bir sivrisinek ısırıgından bile daha küçük bir kaşıntı
hissedince bilinçsizce başının yanını kaşıdı. Kaşındıgının
farkına bile varmadı. Bu gezegende onu endişelendiren
hiçbir şey yoktu. Patoloji taramaları öyle diyordu.
"Ledward."
Ismini duyunca ayaga kalktı ve hızlıca dönünce ne
redeyse sendeleyip nehre düşüyordu. Kaptanın eşi ayaga
kalkmış ona dogru bakıyordu.
"Burada yardımına ihtiyacım var. Ve umarım sigara
içmiyorsundur."
El degmemiş bir su kaynagına neler yapabilecegini
umursamadan duman çubugunu hızlıca akarsuya attı ve
Karine'in yanına dogru yürüdü. Sigara içerken yakalan
mamak için acele ettiginden dolayı muhtemelen yalnızca
bir toz bulutu olan şey aklından tamamen çıktı.
126
IX
·�
Aralanndan geçtikleri kesik agaçlı yolu yarıladıktan
sonra kendilerini soguk bir sisin içinde buldular. Aynı
zamanda yokuş dikleşmiş ve çıkması zorlaşmıştı. Sis de
iledeyişlerini yavaşlatmıştı çünkü ayaklannın altındaki
her şeyi tehlikeli bir şekilde kaygan hale getiriyordu.
Lope bu durumdan hiç hoşlanmamıştı. Sürekli mürla
faayı düşündügünden, sık ormanı sevrnemiştİ ve şimdi
bir de sisten ötürü büyük bölümünün görünmemesini
ise hiç sevmemişti.
Siste bir ses vızıldadı. Eşsiz bir uzaylı yaşam-formu
nun gırtlagından degil, Walter'ın multi-ünitesinden ge
liyordu. Sentetik, ekrandaki bilgiyi okuyunca kaşlarını
çattı. Lope huzursuz bir biçimde onu dürttü.
"Önümüzde bir şey mi var?"
"Hayır." Walter'a yakın duran Daniels da aynı bilgiyi
inceliyordu. "Önümüzde degil. Durun."
Çavuş askerlerine durmalarını işaret etti. Arada bir
kesilen rüzgar, nemli atmosfer kombinasyonunu karış-
127
tırıyor, ekibin zaman zaman kayaları, devriimiş agaçları
ya da dagın yaroacını görmesine izin veriyordu . Rosent
hal öne dogru bir adım atınca bir su birikimisine bastı
ve anında dondu. Bir şeyi bozmuş olmaktan korkuyor
du.
"Önümüzde degil," diye tekrarladı Daniels. Başını ha
vaya dikmişti. "Tepemizde."
Sisle çevrili oldugundan ötürü tam altına girene kadar
görememişlerdi. Ya da en azından huşuya kapılan Lope
başını kaldırıp o şeyin bir kısmının altında oldugunu
fark edince böyle düşünmüştü . Iki devasa, asimetrik kol
görünmez bir şeye uzanırmışçasına belli bir açıyla göge
dogru yükseliyordu .
Bunlar agaç degil, diye geçirdi içinden Daniels. Suni
bir yapının, devasa ve ekibin ne olduguna dair hiçbir fik
rinin olmadıgı bir şeyin parçalarıydılar. Ama neyin?
Yollarına devam ettiler. Herkes arada bir başını kal
dırıp ikiz uzarrtıların kavisli yükseltisine bakıyordu. Bir
süre daha ilerledikten sonra pürüzsüz, damarlı ve nere
deyse cilalı bir şeyin yollarını tıkadıgını gördüler. Başını
tekrar arkaya atan Daniels şeyin tepesini göremedigini
fark etti. Devasa bir duvar mıydı? Ama öyleyse neden
orada, bir dagm yamaemın ortasında duruyordu?
Yanına gelen Walter elini maddenin yüzeyinde sürü
dü. Ana yüzey rengindeki dalgalar çoklu kanalları işaret
ediyordu. Yapıya öylesine sıkı bir şekilde entegrelerdi ki
içinde büyümüşler gibiydi. Walter deneysel olarak elinin
üst tarafını damarlardan birine hafifçe vurdu ve sonra du
rup geldikleri yola baktı.
Kollar ve duvar, parçalanmış agaçlar oyuguna dogru
uzanıyordu. Keşif ekibine o sırada en yakın duran filizler
neredeyse yerle bitişik oldukları noktadan kesilmiş gibi-
128
lerdi. Duvar-nesnesinin suniligi ile yıkımın açısını birleş
tiren Walter aklına gelen ilk şeyi paylaştı.
"Bir dizi faktöre dayanarak bir tür araç buldugumuzu
söyleyebilirim. Bir gemi."
Lope homurdandı. "Harbiden öyleyse kocamanmış
koydugumun gemisi. " Sentetigin sesini taklit etti. "Bir
dizi faktöre dayanarak . . . pek iyi bir iniş yapmadıgını söy
leyebilirim."
Yakınlannda duran Rosenthal güldü. Sis ve bulgula
nnın imasıyla bogulan gülümseme yüzünden hızlıca si
lindi.
Durup bakadarken sis biraz incelince ekip yukarı
dogru kıvrılarak uzanan uzun kollardan birini tamamen
görebildL Keskin bir açıyla dagın yamacından yükseli
yordu. Daniels'ın karşılaştıgı "duvar" güvertenin bir par
çasıydı. Geminin büyük bir kısmı -herkes aklına duy
dukları parazitli insan sesini getirmişti- dagın yamacına
gömülmüştü. Bu durum ve yıkılmış agaçlann oluşturdu
gu yol, geminin nasıl bir şiddetle çarptıgını gözler önüne
seriyordu.
Bu keşif karşısında öylesine şaşkın dönmüşlerdi ki
ortak iletişim sisteminde Er Cole'un sesini duydugunda
herkes irkildi.
"Sanırım içine girmenin bir yolunu bulduk efendim."
1 1 1
129
niels etrafını çevreleyen materyalin metal mi, cam mı,
plastik mi yoksa organik kökenli bir madde mi oldugu
nu bilmiyordu. Destek sütununa benzeyen şeyler aynı
zamanda devasa bir hayvanın kaburgaları da olabilirdi
ve bu durumda onun iç organlan içinde seyahat ediyor
olurlardı. Görebildikleri her şey, ki çok bir şey görebil
dikleri söylenemezdi, kasvetliydi.
Her şey . . . ıslak gibiydi.
Lope tereddüt etmeden, işi oldugu üzere en önde yü
rümeye başladı. lşıgında hareket eden bir şey göremiyor
du ; bir solucan bile. Yalnızca dış dünyaya açılan yangın
ucundan aşagı düzenli bir şekilde dökülen sular ve arada
bir esen rüzgar vardı. Rüzgar bazen içe dogru , bazen dışa
dogru esiyordu. Bir körük gibi, diye geçirdi içinden Dani
els. Nefes alıp vennek gibi.
"Ankor, Cole," diye sertçe emretti Lope. "Girişte nö
bet tutun. Içeri girmeyin ve dışarı çıkmayın. Sıradışı bir
şey görürseniz -yani sıradan olmayan herhangi bir şey
derhal bize haber veriyorsunuz."
Iki er itiraz bile etmediler çünkü dışarıda kalmaları
emredildigi için hallerinden gayet memnundular. Tüfegi
ni kaldıran çavuş lazerli nişangahını aktif etti ve yollarını
kırmızı ışıgın belirlemesine izin vererek içeri dogru iler
lemeye başladı.
Daha da büyük bir odaya vardıklarında etrafıarını
incelemek üzere durdular. Lazer noktalan ve ışıklar ka
ranlıgı deliyor, odanın ne kadar büyük oldugunu gözler
önüne seriyorlardı. Hafifçe hareket eden bir şeyin üzeri
ne basan Daniels korkarak nefesini tuttu ve ayagını geri
çekti. lşıgını yere çevirince kırık bir maddenin parçaları
nı gördü. lşıgını yukarı kaldırınca parçalann bir zaman
lar bir tür siyah bir kap oluşturuyor olduklarını gördü .
130
Digerleri hemen yanına dikildiler. Hepsi düşmemiş ya
da parçalanmamıştı. Bazılan halen saglamdı. Öte yandan
odadaki tüm döküntülerin saglam ve yekpare oldugu da
söylenemezdi. Bazılan zaman içinde yumuşamışlardı.
Kasvet ortasına serilmiş siyah küften yapılmış gibi duran
halılar vardı. Küflü yıgınlar içinde daha büyük, daha katı
objelerden küçük kümeler bulunuyordu.
Bir parmagını uzatan Hallet meraklı bir şekilde bir ta
nesinin üzerine dogru egildi. Arkasından Lope'nin sert
sesini duydu.
"Hey." Çavuş başını yavaşça iki yana salladı. "Sakın.
Dokunma." Emrini verdikten sonra yoluna devam etti.
• • •
• • •
131
Geminin karanlık iç kısmında ışıklanduma yoktu ama su
vardı. lnişli çıkışlı tabakalardan aşagı ince, neredeyse ses
siz _rıehirler gibi akıyordu. Ekip suyu görmezden geliyor,
yalnızca birikintilerin üzerine basıp geçiyorlardı.
Başka bir koridorda Daniels'ın ilk başta heykel oldu
gunu düşündügü bir sıranın önüne geldiler. Daha yakın
dan bakınca bunların birer giysi oldugunu gördüler. llk
bakışta bunlann uzay giysisi mi, hayatta kalma giysisi mi,
günlük aktiviteleri yerine getirmek ya da aklına hayaline
gelmeyecek işleri gerçekleştirmek için giyilen şeyler mi
oldugunu anlayamadı. İşlevlerinden daha ilginç ve göz
den kaçırınası imkansız olan şey ise ebatlannın insanlar
için tasarlanan giysilerden çok daha büyük oldugu gerçe
giydi. Genel olarak içine insansılann girebilecegi şekille
re sahiplerdi. Bi-simetriklerdi: iki kol, iki bacak, bir kafa
ve genel olarak insan ebatlannda.
Ama çok, çok daha büyük.
Walter da yanına geldi, sessizce inceledi, notlar aldı
ve dış araçlann yardımı olmadan ölçümler yaptı. Bir şey
demedi, Daniels da bir şey sormadı. Her zaman oldugu
üzere Walter'ın diyecek önemli bir şeyi oldugu takdirde ·
• • •
132
tek bir an bile yaşamamıştı. Önemli bir bulgu yapan kişi
olma düşüncesi her ne kadar cezbedici olsa da belki o
anda böylesi keşifleri daha deneyimli kişilere bırakmak
daha iyi olurdu.
Sonuçta bu odaya geri döndüklerinde bilim insania
nna bu şeyi gösteren kişi olunca yine takdir edilecekti.
Dolayısıyla bir adım geriledi, inceledigi küçük ve yuvar
lak nesneden uzaklaştı. Bu esnada ayagı istemsizce ar
kasındaki küfe yarıya kadar gömülü bir başka küçük ve
yuvarlak nesneye sürttü.
Nesne çözünüp bir toz bulutu oluşturdu.
Yükselen bulut hızlıca gün ışıgında bile görülmesi zor
olacak mikroskobik bir forma büründü. Karanlıkta gö
rünmez sayılırdı. Hallet'ın ışıgının gücü belki yetebilirdi
ama ekibin geri kalanına yetişrnek istedigi için ışıgını o
yöne çevirmişti.
Tozdan şekil bir süre başının yan tarafında sanki bir
şey düşünüyormuş gibi süzüldü. Bir şey inceliyormuş
gibi. Sonra aniden öne atıldı ve Hallet'ın burun delikle
rinden birine girdi. Bir yumurtlama borusu şekli aldı. Bir
işleme başladı. Tam olarak algılanamaz degildi.
Hallet bumunun kenarını kaşıdı.
Birisi dönüp arkasında durdu. Gelen Lope'ydi ve yü
zündeki endişeli ifade hızlıca öf')<eye döndü.
"Hey Tom, ekipten aynlma ! " diye bagırdı. "Sana tas
ma mı takınarn lazım?"
"Tamam tamam. Üzgünüm Çavuş. Bakınıyordum."
"Hepimiz 'bakınıyoruz'. Bu yüzden gemide degil, bu
radayız. Bakınırken birbirimizin görüş alanından çıkma
maya dikkat edelim, tamam mı?" Sesini alçaltıp dostça
.
bir ses tonuyla ekledi. "Beyinler kendi başlarına oraya
buraya gitmeye meraklılar zaten. Kendi adamlanndan
133
birinin de bunu yapmasını istemiyorum. Özellikle de se
nin, Tom."
Başka bir şey konuşmadan aceleyle digerlerinin yanı
na gittiler.
• • •
• • •
134
merkezi konsolun başında durdu ve aktif halde olmayan
araçlan incelemeye başladı. Dügme, şalter, monitör ya da
aşina oldugu herhangi bir kontrol mekanizması yoktu.
Yalnızca farklı boyutlarda bir dizi konsola gömülü yarım
küre vardı ve tek muhtemel aküvasyon aracı bunlardı.
Hiçbir şeye dokunmamaya dikkat etmesine ragmen ça
bası nafileydi. Konsolun arkasındaki mühendislik gerçek
fiziksel temas kadar ilkel bir şeye gerek olmasına mahal
bırakmıyordu.
Oram'ın eli, mat bir kakmanın üzerinden geçti . . .
Tam Rosenthal'ın durdugu yerde aniden bir hologram
belirdi. Rosenthal şaşkına dönerek yana kaçtı ve görün
tünün tamamen belirmesine izin verdi. Bulanık ve silik
olmasına karşın insan ırkından bir kadın oldugu belliydi.
Görüntüye ses de eşlik ediyordu. Bu ses artık aşina ol
dukları bir sesti ama aynı zamanda gizemli . . . ve rahatsız
ediciydi.
"Country roads, take me home, to the place I belong . . .
West Virginia, mountain momma, take me home, country
roads . . .
"
135
bulunan agır F90 tüfegini kaldırdı. "Bu hiç hoşuma git
miyor Kaptan."
Oram cevap vermedi. Odanın içinde yürüyen holog
ramı hayran bir biçimde izliyordu. Hologramdaki kadın
bir an omzunun üstünden baktı ve uzun bir süre sessiz
kaldı. Oram'ın anladıgı kadarıyla hologramdaki görün
tü huzursuzrlu ya da korkuyordu. Sonra güçsüz şarkıcı
kuvvetsiz şarkısına devam etti.
"Ben burada mahsur kalmış olsam," diye ekledi Ro
senthal usulca, "ben de eve gitmek isterdim. Batı Virginia
bile olsa, orası da �er neresiyse. Artık var mı o bile belli
degil. "
Merakına daha fazla engel olamayan Oram holograma
yaklaştı. Görüntü onu görmezden geldi ve kederli agıtına
devam etti. Oram bir elini görüntünün içinden geçirince
hologram tamamen kapandı ve sesi kesildi.
Hayaletlerden bıkmış olan Rosenthal dikkatini odanın
ortasındaki devasa ve egik sandalyeye çevirmişti. Rampa
yı çıkan Rosenthal ışıgını ek araçlar oldugunu varsaydıgı
şeylerin üzerine tuttu. Oram'ın keşfettigi üzere araçlar da
geminin geri kalanı gibi karaniıktı ve çalışmıyordu. lşıgı
na, hareketlerine ya da el temasına bile hiçbir tepki ala
madı. Dokundugu her şey aracın rahatsız edici derecede
organik koridorlardan akan sular kadar soguktu.
"Tanrım," diye mınldandı ve aklına koridordaki giysi
ler geldi. Bunları konsolun boyutuyla karşılaştırdı. "Dev
lermiş. "
"Belki degillerdi. " Etkilenmesi her daim zor olan lope
ışıgını kullanarak koltuk-konsolun dış tarafını inceledi.
"Belki onlar normal boyuttaydı, biz bir cüce ırkıyızdır. "
Oram yüzünü ekşitti. "Korkarım ben deviere inanmı
yorum."
136
Rosenthal'ın boynunda kadim bir sembol asılıydı - bir
Davut Yıldızı. Elini gömleginin içine sokup sembolü çı
kardı, dudaklanna götürdü ve öptü. Metal olmasına kar
şın çevresindeki şeyler kadar soguk degildi.
"Ben inanıyorum," dedi.
1 1 1
137
tu. Belki de, diye geçirdi içinden, burada üretilmişti. Ha
mur haline getirilebilecek epey odun vardı.
Bir müzenin dışında daha önce hiç bağlı kağıt gör
düğünü hatırlamıyordu. Ama işte önündeydi; en akla
hayale gelmeyecek yerlerden birinde. Maalesef büyük
kısmı daimi nemden ötürü çürümüştü ve üzerindekiler
okunmuyordu. Ama ön tarafında hala okunur, kabartma
lı harfler vardı.
"Dr. Elizabeth. . . Shaw. " Daniels ismi yüksek sesle
okudu.
Walter yakınlarda şeffaf bir kalıp tespit etti. Tuttuğu
ışık, içinde iki gülümseyen insanın resmi süzülen kalıbı
aydınlatıyordu.
"Bu o mu? " diye sordu Walter.
O tarafa yürüyen Daniels kalıbı aldı ve içindekileri in
celedi. Zaman, uzay ve şeffaf materyalin içinde donmuş
halde bir erkek ve bir kadın ona bakıyordu .
"Burada, üzerinde ismi olan bir günlügün yakınların
da olduğuna göre muhtemel," dedi Daniels, "ama bilmi
yorum."
Daniels fotoğraf kalıbını incelemeye devam ederken
Walter ışığını oyuk karnaranın diğer köşelerine tuttu.
Düzgünce katlanmış kıyafetler vardı. Bazılan kağıttan
günlük kadar hızlı olmasa da yine de çürümüştü. Kişisel
eşyalar. Muhtemelen geminin uzak noktalanndan top
lanmış küçük eşyalardan bir istif. Bir kask.
lşığı küre şeklindeki kasktaki logonun üzerindeyken
Walter durdu. Kask kağıt, kumaş ya da iklimden etkile
nen herhangi bir maddeden yapılmadığı için üzerindeki
yazılar halen net bir şekilde okunabiliyordu.
138
WEYLAN D SANAYi
"Prometheus'u hatırlıyor musun?" diye sordu Walter.
Daniels masanın başından ayrılıp sentetigin yanına
geldi. "Kaybolan gemi . . . evet. Bir süre epey haber olmuş
tu. Sonra insanlar unuttular, tıpkı her şeyi unuttukları
gibi. " .
"Aynen öyle," dedi Walter. "O olay on sene önce ol
muştu. Görevi finanse eden Weyland Sanayi'ydi. "
Daniels sentetige baktı. " Ee?"
"Şuna bak." Kaskı kaldıran Walter, Daniels'ın logoyu
görebilecegi şekilde uzattı. "Eger yanlış hatırlamıyorsam
Dr. Elizabeth Shaw Prometheus'taki bilim insanlarının li
deriydi."
Walter logoyu ilk gördügünde ne kadar şaşkına dön
müşse Daniels da bir an için donakaldı.
"Çılgınca. " Hayretle başını iki yana salladı. "Bu tüm
bunları açıklıyor. " Elini oyugun içine dogru salladı.
"Ama doktorun nasıl olup da buraya yerleştigini aı;ıkla
mıyor." Arkasını dönerek derme çatma yaşam alanının
köşelerine baktı. "Ceset yok. Bir yerlerde birtakım kalm
ular olması lazım. "
"Elbette," dedi Walter. "Kalıntılar. Bir yerlerde."
1 39
X
�
Hava hiç cezbedici olmamasına karşın en azından istik
rarlıydı. öglen, sabahın aynısıydı - hava kapalı, gök griy
di ve arada sırada hafif bir sis oluşuyordu. Yerel fauna
yokluguyla dikkat çekmeye devam ediyordu.
Karine numunelerini toplamaya, paketlerneye ve eti
ketlerneye devam ediyordu. Ledward ise . . .
Karine, Ledward'ın öylece durup iki yana sallandıgım
gördü . Gözleri boş bakıyordu ve dengede durmakta zor
landıgı belliydi. Karine sesienince Ledward hiç kendin
den beklenmeyecek bir şekilde cevap vermedi.
Karine işini bırakıp hızlıca yanına gitti.
"Ledward, pek. . . iyi görünmüyorsun." Ona biraz
daha yaklaştı. "Burada bekle. "
Herhangi bir alet kullanmadan alelacele bir saglık
kontrolü yapmasına karşın Ledward'ın hasta oldugu
aşikardı. Gözlerinin rengi gitmişti ve bedeninin geri ka
lam da. daha iyi bir durumda degildi. Rengi atmıştı ve
dudaklan parlıyordu - Karine imkansız oldugunu bilme-
140
se Ledward'ın birkaç dakika içinde saglıklı bir insandan
kansızlıktan muzdarip birine dönüştügünü düşünürdü.
Semptomlann ortaya çıkma hızı şok ediciydi.
Aynı zamanda kansızlıga ve diger türden kalıtsal has
talıklar geçirme ihtimali olan bireylerin kolonizasyona
kabul edilmedigini de biliyordu - gemi güvenligini sagla
yan ekibe seçilmeleri ise imkansızdı.
Ledward sendeleyince Karine bir adım geriledi. Led
ward hırıltılı ve aritmik bir şekilde nefes alıp veriyordu.
"Benim . . . " Durdu ve basit cümleler kurma eylemi zorla
şıyormuşçasına tekrar konuştu. "Oturmam lazım. Üzgü
nüm . . . Gerçekten üzgünüm . . . "
Yere yıgılır gibi nereye çöktügünü umursamadan sert
çe oldugu yere çöktü. Korkuyordu ve bunu saklamaya
çalışmıyordu. Ona neler oldugu konusunda hiçbir fikri
olmayan ve uygun ekipman olmadan bir teşhis koyma
riskine girerneyen Karine'in elinden gelen tek şey yanın
da durup ona bakmaktı.
"Ben . . . nefes alamıyorum." Er göğsüne vurdu. "Nefes
alamıyorum . . . "
Küçük bir kan damlası belirdi ve bir gözyaşı kanalın
dan aşağı aktı. Karine bunu görmesine karşın panige ka
pılmamaya çalıştı. Bu tür bir tepki vermesi Ledward'ın
en son ihtiyacı olan şeydi. Ledward'ın nesi olduğunu bil
meden Karine'in muhtemel bir deva bulması mümkün
değildi.
Karine'ın -ikisinin de- yardıma ihtiyacı vardı; hem de
bir an önce.
"Sen otur," diye emretti ona. "Nefesin düzene gir
sin. Yavaşça nefes almaya çalış, panige kapılma. Soluk
landıktan sonra ve kendini hazır hissettiğinde hemen
uzay aracına dönelim. Ben toplanayım. Numuneler bu-
141
rada kalabilir. " Etraflarındaki sessiz güzelliği işaret etti.
"Burada onları rahatsız edecek bir şey yok; sonra gelip
alınm." Ledward anladığını belirtmek için başını salla
dı ve Karine uzaktaşırken sessizce giysisindeki alıcıya
konuştu .
" Kaptan Oram, cevap ver. Bir. . . " Durdu, Ledward'ın
durumunu anlatmanın diğerleri üzerinde ne gibi bir etki
ye yol açabileceğini düşündü ve daha ölçülü bir açıklama
yapmaya karar verdi. "Uzay aracına dönüyoruz. Tekrar
ediyorum. Er Ledward ve ben uzay aracına geri dönüyo
ruz. Ledward'm bir rahatsızlığı var. " Konuşma sistemini
kişiler arasına ayarlayan Karine iniş aracına bağlandı.
"Faris," dedi, "Ledward'la ben dönüyoruz. Reviri ha
zırla."
1 1 1
1 1 1
142
seçeneği yoktu. Karine'in yardımı olmasa er ayakta bile
duramazdı. Gözlerinin belirgin bir şekilde kötüleştiğini
gören Karine erin nereye gittiğini görebiliyor olmasına
bile hayret etti. Ledward yine de yollarındaki engellerin
etrafından dolaşıyor ya da üzerinden geçmeyi başarıyor
du. Karine erin bunları nasıl başardığını öğrenmeyi daha
sonraya bıraktı.
Önce hastalığı tedavi et, sonra araştır.
Ledward şiddetli bir şekilde öksürdü. Kan görmeyi
bekleyerek ona dönen Karine hiç kan olmadığını görün
ce şaşırdı. Aklına gelen hiçbir hastalık erin gösterdiği
semptomlarla bağdaşmıyordu. Ona yardım ederken dahi
rahatsızlığının sebebini belirlemeye çalışan aklı durma
dan bilgilerini tarıyordu.
• • •
143
patoj en çıkmadı. Walter emindi. Bakteri ve mikrop açı
sından bu atmosfer göründügü kadar temiz."
"Belki Ledward'ın zaten taşıyor oldugu bir şey inişi
miz sırasında yer degiştirmiştir. O düşüşte insanın içi
altüst olmuş olabilir. Yakında ögreniriz. " Bir an durdu .
" Ciddi bir şey olmasa Karine asla araştırmasını yanda
kesmezdi. "
Çok mesafe gitmemişierdi ki Hallet sendeledi. Hemen
yanına giden Lope eşine endişeyle baktı. Hallet terden
sınisıklam olmuştu.
"Tom . . ?"
.
• • •
• • •
144
nın kendi sorumluluğu olduğunu düşündü. Aracın köp
rüsüne girer girmez tekrar yüzey-yörünge kanalına geçti.
"Covenant, Faris konuşuyor. Karine araca erken dönü
yor. Er Ledward . . . bir tür nöbet geçiriyormuş. Ne oldu
ğunu bilmiyorum. Karine detay vermedi."
Tennessee hemen cevaplayınca Paris'in içi rahatladı.
Ama ne dediğini anlaması için Tennessee'nin söyledikle
rini birkaç kez tekrar etmesi gerekti.
"Ne tür. . . bir 'nöbet?' "
"Hiçbir fikrim yok," dedi Faris. "Yalnızca bir rahatsız
lığı olduğunu ve reviri hazırlamamı söyledi. Ben de bunu
yapıyorum. "
Kocasının sesinde endişeli bir ton vardı. "Karantina
protokolünden mi bahsediyoruz?"
"Tekrarlıyorum, başka bir şey bilmiyorum. Karine
ikinci kez bağlandığında Ledward'ın kanaması olduğunu
söyledi. Neresinin ne kadar kanadığını söylemedi. Sebe
bine dair bir şey söylemedi. Yalnızca reviri hazırlamamı
söyledi."
Tennessee eşini sakinleştirmek istediğinden, ses to
nundaki endişeden kurtuldu ama aktanm halen kötüy
dü.
"Tatlım, tekrarlayabilir misin? Sesin gidip geliyor."
Faris tekrar denedi. "Tennessee, ben . . . neler olduğu
nu bilmiyorum ama Karine'in sesinden korktuğunu anla
dım. Daha önce endişeli ve sıkkın olduğunu görmüştüm
ama korktuğunu ilk kez görüyorum. Bir şeyler. . . " Ek
randaki bilgilerde iletişimde yine bir kesiklik olduğunu
görünce -ve cevap gelmeyince- sustu .
Bağlantlyı yeniden sağlamaya çalıştı. Şansı yaver git
medi.
Siktiğimin fırtınası, diye küfretti içinden.
145
"Beni duyuyor musun? Covenant? Covenant?"
Ön pencereden Karine ve Ledward'ın sendeleyerek
uzay aracına dogru geldiklerini görünce baglarrtı kur
maya çalışmayı bıraktı. Sisten ötürü ayrıntılan seçmekte
zorlanıyordu ama Karine'in erin çantasını taşıdıgını ve
ona destek oldugunu görebiliyordu. Ledward'ın gerçek
ten de bir rahatsızlıgı vardı. Arada mesafe olmasına rag
men erin hasta oldugunu anlamak için bir tıp uzmanı
olmaya gerek yoktu.
Ama . . . nasıl hastalanmıştı? Ve onu ne hasta etmişti?
Boştaki eliyle Karine ona hızlıca yanına gelmesini işa
ret ediyordu. Buna gerek bile yoktu. Faris uzay aracının
farlarını açtıktan sonra hava kilidine dogru ilerlemeye
başlamıştı.
• • •
146
Kusmukta kısmen ögütülmüş yemek vardı ama ço
gunlugu kan ve safradan oluşuyordu. Karine geri dogru
sendeledi. Neredeyse yere düşecekti. Yüzünü bile silerne
yecek kadar şok olmuştu.
Faris ona sesleniyordu. Meslektaşlarına dogru koşar
ken ameliyat eldivenleri giyen pilot bir de yüz maskesi
taktı. Hiçbir şey denmesine gerek kalmadan askeri çanta
sım ve silahını sırtlandı.
Aynı anda, tiksinti ve şaşkınlıgına ragmen Karine,
Ledward'ı ayaga kaldırmak için çok büyük bir çaba sarf
etti. Öksürür ve bogulur haldeki Ledward, Karine'in ça
basıyla sallanarak da olsa ayakta durmayı başardı. Belki
de, diye geçirdi içinden Karine umutla, onu hasta eden
şeyi kusup kurtulmuştur.
"Onu revire götürelim. " Faris hızlıca erin çantasına ve
silalıma baktı: "Yolda hiçbir şeye dokunma. Beni takip et. "
J?iger kadının ani ve kendisinden hiç beklenmeyecek
işgüzar tavrından ötürü irrite olmasına karşın Karine
hiçbir şey demedi. Bunu başka bir zaman konuşabilir
lerdi. O sırada baş egmek dışında bir şey yapamayacak
kadar yorgundu. Aynca neredeyse bilinçsiz haldeki eri
revire götürrnek ve ona bir ton ilaç pompalamanın ön
celik sahibi olmasından ötürü tüm protokol ihlalleri göz
ardı edilebilirdi.
Belki de aracın yakında olması ve vaat ettigi yardım
dan ötürüydü. Sebebi her ne olursa olsun Ledward içinde
yedek bir enerji bulmuştu. Karine'in devam eden yardı
mıyla birlikte ramparlan çıkıp mürettebat bölmesine gir
diler. Birbiri ardına ve içinde ne oldugu umursanmadan
sırt çantalarını kayıtsızca bir köşeye fırlattılar.
"Yürütmeye devam et, hadi ! " Faris başını Ledward'ın
acı içindeki ve boş bakışlı yüzünden çevirdi. Bilim insanı
147
sendelerken erle birlikte bir duvara tosladılar. "Karine,
hiçbir şeye dokunma ! "
"Amma koydugumun yerinde," dedi diger kadın, "ug
raşıyorum, tamam mı? Orospu çocugu hafif degil ve yine
agırlıgını üzerime veriyor! "
Aracın revirine ulaştıklarında Karine tekrar onu sü
rüklemeye başlamıştı. Gücünün sınırlanndayken diger
kadın gelip erin dengesini bulmasına yardım edince ra
hatladı. Faris tarafından bir süre önce açılan odanın par
lak beyaz ışıklan Ledward'ın yüzünün dışanya kıyasla
daha da korkunç görünmesine yol açıyordu.
"Kendi başına ayakta durabilir misin? " diye sordu Fa
ris ve er cevap vermeyince el işaretleriyle ne istedigini
anlattı. Karine gayet memnun bir şekilde bir kenara çe
kildi. Er, bilim insanının önünde zar zor da olsa ayakta
durmayı başardı.
"Afferin ogluşuma. Birkaç dakika daha böyle dur ta
mam mı? lyileştirecegiz seni." Sedyenin başına gidip ka
yışlan ve baglan çözmeye başladı ve sonra hızlıca geri
döndü . "Şu ıslak kıyafetleri çıkaralım tatlım. Bir de grip
olmanı istemeyiz; bu olmayı başardıgın diger şey her
neys� bir de onun yanında yani. "
Önce erin şapkasını ve agır yelegini çıkardı v e son
ra egilip botlanyla ugraşmaya başladı. Bu esnada Karine
Ledward'ın gri keşif giysisini çıkarıyordu. Göz açıp kapa
yıncaya kadar Ledward'ı iç çamaşırianna kadar soymuş
lardı. Diger kadının giysisinin üst tarafının yarısının kan,
kusmuk ve ne oldugu belli olmayan bir şey karışımıyla
yapış yapış oldugunu gören Faris ona bagırdı.
"Tanrı aşkına Karine, eldiven tak ! "
Eri soymaya devam eden Karine pilota kükredi. "Onun
için biraz geç kaldım. Üstümün başımın amma koydu! "
148
Agır ağır nefes alan ama en sonunda soyulmuş olan
Ledward sessizce duruyor, endişeli yoldaşlarını görmeden
uzaklara bakıyordu. Dik duruyor ve nefes alıyor olmasına
karşın ölü gibi görünüyordu. Saçmalık, dedi Faris kendi
kendine. Ölüler titremez. Ve er açık bir şekilde titriyordu.
lki kadın beraberce Ledward'ı sedyeye yatırdüar. Et
raflarındaki ve tepelerindeki ışıklar birden yandı. Fa
ris erin bacaklarını düzeltirken Karine ecza dolaplarım
karıştınyordu. Panik halinde olduğundan ötürü malze
meleri, tüpleri ve ek�pmanları döküyor, ne aradığından
emin alamıyordu. Yalnızca Ledward'a derhal bir şey ver
mesi gerektiğini biliyordu o kadar.
"Onu stabil hale getirmemiz lazım," dedi Karine nefes
nefese. "Siktiğimin intravenöz kiti nerede?"
"Karine! " Yatar halde titreyen erden başını çeviren Fa
ris çileden çıkmış bir halde meslektaşına bağırdı. "Her
şeye dokunınayı bırak! Onu ben yaparım! " Ledward'ın
titrernesi kendiliğinden geçiyor gibiydi. Faris hızlıca erin
kana bulanmış fanilasını sıyırıp çıkardı. Ledward sedye
de bir tek donuyla kaldı.
"Gel, onu bağlamama yardım et."
"Neden? " diye karşı çıktı Karine. "Bir yere gideceği
yok ki."
"Dediğimi yap işte ! " Faris durgun erin bileğine ilk
kayışı bağlamaya hazırlandı. Sırf o sırada sakin ve sessiz
olması daha sonra . . .
Ledward aniden ve bir kez kıpırdadı. Sonra öğürdü.
Ve sonra iki büklüm oldu ve eğilip bükülmeye devam
etti. Bedeni aşırı derecede şiddetli ve tamamen kontrol
süz kasılmalar geçiriyor, kıvranıp duruyor, sürekli olarak
sedyeye yığılıyordu. Odaya et ve kemiğin metale vurma
sesi doldu. Açıklaması olmayan fizyolojik çılgınlık karşı-
149
sında donakalan hem bilim insanı hem de pilot içgüdüsel
olarak gerilediler.
Ledward'ın gözeneklerinden kan akınaya başladı. Iki
kadın dehşet içinde izlerken sırtının tam ortasından düz
bir çizgi halinde bir hortumdan püskürtülüyormuş gibi bir
kan sisi saçıldı. Damlalar havada kavis çizdikten sonra ter
temiz güv.ertenin üzerine kırmızı bir yagmur gibi yagdılar.
"Tanrım . . . " Karine elinden geldigince geri çekildi.
"Onun yanında kal ! " Faris koridordaki kapıya dogru
yürüdü. "Kasılmaları kesilirse onu sessiz tutmaya çalış.
Kaptanla konuşacagım."
Yüzünde kasvetli bir ifadeyle revirden çıkıp kapının
arkasından kapanmasını bekledikten sonra dönüp yan
daki tuş takımının üzerine egildi. Panel sessizce parladı.
KILITLI
Koruyucu yüz maskesini çıkardıktan sonra koridorda
koştu ve kendine elinden geldigince hakim olmaya çalı
şarak ona en yakın olan alan hoparlörüne seslendi.
"Kaptan Oram. Hepinizin buraya gelmesi gerek. Ne
kadar sürer? "
1 1 1
1 1 1
ı so
için mücadele veriyordu. Bir cümlenin net bir şekilde
başlayıp yarısına varmadan parazitli hal alması oldukça
sinir bozucuydu.
"Faris, seni çok az duyuyoruz. Neler oluyor? Orada
neler oluyor?" Devam eden elektromanyetik bozukluga
ragmen eşinin sesindeki panigi hissedebiliyordu.
"Neler mi oluyor? " Cevap parazitli ve zayıftı ve güç
lendirip anlaşılır kılmak için ses yükseltildiginden ötü
rü kulak tırmalıyordu. "Ledward'ın nesi var bilmiyorum
amma koyayım. Geldiklerinde Karine resmen onu taşı
yordu. Ledward'ı sedyeye yatırmayı başardık Orada bir
şey olmuş - Karine henüz bir şey anlatmadı. Ledward
nefes alan bir ölüye benziyor, çok kötü durumda, sonra
bir de kanamaya başladı, resmen derisinin içinden kan
aktı, .yarası falan olmadan hem de, sonra sırtı. . . sırtı . . . "
"Bebegim, sakin ol." Kendisi hiç de sakin olmayan
Tennessee, Faris'i rahatlatmaya çalıştı. "Sakin ol. Bana
neler oldugunu anlat. En başından. "
Kendine zar zor hakim olabilen Faris bagırdı. "Bana
sakin ol deme amma koyayım! Sen burada degildin . . .
benim gördügümü görmedin. Ve neyi olduguna dair en
ufak fikrim yok. Sırtı patladı, her tarafa kan ve bok fışkır
dı. Karine'de de aynı şey var mı bilmiyorum, bana bulaştı
mı onu da bilmiyorum, ya da . . . "
"Sesin gidiyor Faris. " Tennessee iyice panige kapıl
mıştı. "Beni duyuyor musun?" Konsolun üzerine dogru
egildi; sanki o birkaç santim bir şekilde onu eşine, aşagı
daki fırtına kaplı yüzeye yaklaştırabilecekmiş gibi.
"Lütfen," dedi eşi. Dedikleri zar zor anlaşılıyordu.
"Bize yardım -edin . . . "
Sinyal kesildi ve tüm küfürlere ve yakarışiara ragmen
geri gelmedi.
151
Xl
�
Yüzey-yörünge iletişimi kesilir kesilmez Faris tüm dik
katini revir monitörüne verdi. Karine'in bitkin olmasına
karşın Ledward'ın bileğine bir kayış bağlamaya çalıştığı
görünüyordu. Ledward şiddetli bir şekilde sarsılıyordu;
kontrolsüz kasılmaları çılgınca bir titreme halini almıştı.
Karine dikkatini işinden ayırmadan arkasına doğru
bağırdı.
"Faris ! Ne yapıyorsun? Buraya gel! Ona damardan
ilaç vermemiz gerek ve bunu kendi başıma yapamam;
Ledward çok güçlü ve halen durmadan hareket ediyor.
Bana yardım et!"
Sessiz haldeki yüzey-yörünge iletişim sistemine son
bir kez bakan Faris köprüden fırladı. Tekrar revirin önü
ne gelince kilitli kapının camından içeri baktı. Bir an için
tekrar işlev kazanmış olan Ledward'ın elleri sedyenin iki
tarafını sıkıca tutuyordu. Sırtı kapıya dönüktü. Omurga
sından su ve kan karışımı bir sıvı sızıyordu.
Karine neredeydi?
Diğer kadının yüzü birden camda belirince Faris geri
152
. sıçradı. Biyolog şok içindeydi. Ya da daha kötü bir şeyin
içinde. Diger taraftaki sözcükleri iletişim sisteminden
ona ulaştı. Ses tonu düz ve donuktu.
"Dışarı çıkınama izin ver."
Pilotun bagazında sert bir yumru oluştu. Cevabı nere
deyse bir fısıltı bile degildi.
"Bunu yapamam tatlım. " .
Karine'in yüzüne çılgınca bir ifade oturdu ve haykırdı.
"Buradan çıkınama izin ver! Lütfen! Faris, Tanrı aşkına,
hapıyı aç ! "
Pilotun gözlerinde yaşlar birikıneye başladı. Cevap
vermedi.
1 1 1
1 1 1
1 53
"Çıkar lan beni buradan ! Puşt!"
Aracın içinde Karine iki elini de revirin kapısına vuru
yordu. Biyolog kontrol edilemez isteriye kapılmaktan tek
bir çıglık uzaktaydı. Faris ses tonunu elinden geldigince
düz tutmaya çalıştı.
"Bunu yapamayacagımı biliyorsun."
Dostu ve meslektaşının panigi karşısında prosedüre
uygun davranmak için pilotun yapabilecegi tek şey buy
du. Karine ve Ledward araca geri döndüklerinden bu
yana gördügü her şey açık açık karantinaya alınmaları
gerekligini gösteriyordu. Işler düzeldigi takdirde kapıyı
açmaktan memnun olurdu. Içi rahatlar, çok sevinirdi.
Ama o anki şartlar altmda Karine'e kapıyı açmak, bi
linmeyene açmak anlamına geliyordu. Ve Er Ledward'da
vücut bulmuş olan bilinmeyenin en azından daha iyi kav
ranabilene kadar kapalı bir yerde tutulması gerekiyordu.
Karine bunu herkesten daha iyi biliyor, diye geçirdi
içinden Faris ama revir kapısının güvenli tarafmda du
rurken prosedüre uymak kolaydı.
• • •
1 54
diye hatırlattı kendine, Ledward idi. Kendisi değil. Onun
hiçbir şeyi yoktu. Fiziksel anlamda kendini iyi hissedi
yordu. Deneyimli bir araştırmacı olarak paniğe teslim
olmaması gerektiğini bilmeliydi. Gözlemler yapıyor, keş
fin kalıcı kaydına aktarmak üzere aklına notlar düşüyor
olması gerekirdi.
Erin neyi olduğunu bilmeden ona yardım etmek için
elinden pek bir şey gelmezdi. Paris'in ona yardım etme
yeceği düşünülürse ve önceden kestirilemez kasılmalan
göz önüne alınırsa ona damardan sakinleştirici veremez
di. Şu anki halinde damardan verilecek bir sakinleşÜrici
nin yarardan çok zararı olabilirdi.
"Şşş. " Sedyeye yaklaşırken elinden geldiğince ere gü
ven vermeye çalışıyordu. "lyileşeceksin. Ben Karine. Ya
mndayım tatlım."
Onu duyup duymadığını ve duyuyorsa dediklerini an
layıp anlamadığım kestinnesi mümkün değildi. Ama onu
sözcükleriyle sakinleştirmeye çalışırken en azından bir
şey yaptığını hissediyordu. Dişlerini gıcırdatarak uzandı
ve bir elini erin sırtına koydu. Bir an için Ledward durul
muş gibi oldu.
Cesaret bulan Karine elini biraz bastırdı.
Ledward'ın sırtından, göğüs kafesinin olduğu yerden
iki tane fildişi kadar beyaz diken çıktı ve Karine'in açtığı
parmaklarının arasından geçti. Şok olan ve hareket ede
meyen Karine'in gözleri önünde Ledward'ın bütün sırtı
parçalandı, yarılan göğüs kafesi bir çift dev el tarafından
farklı yönlere çekiliyormuş gibi açıldı. Üzerine kan fış
kıran Karine geri doğru sendeledi ve bir elini ağzına gö
türdü.
Artık ölü olan erin içinden plasentaya benzer bir kese
sızıyor, etten yapılma bir balon gibi sırtında yükselip ge-
155
nişliyordu. Karine çığlık attı ve dudaklarından kan dam
laları fırladı. Ledward'ın kanı.
Kese iç tarafından boylu boyunca kesilerek yarıldı. Dı
şarı çıkan yaratık küçüktü; sıradan, evcil bir kedi boyut
larındaydı. Beyaz, neredeyse şeffaf derisi ve uzun, hafif
de olsa insansı kafatası ile Cehennem'den bir parça gi
biydi. Başından ve üzerinden yapış yapış bir şey ile ölü
Ledward'ın parçaları damlıyordu.
Doğrulunca ince kolları ve hacakları olduğu görüldü;
üzeri plasentadan ötürü pırıl pırıldı. Uzun, sivri ve kıv
rık kuyruğunu açıp uzattı. Gözleri ya da kulakları yoktu
ama küçük, buruşuk bir daire henüz şekil almamış bir
ağız gibi duruyordu. Derisi pürüzsüz ve kaygandı. Revire
kötü bir ilacın aramasına benzeyen mide bulandırıcı ve
tatlı bir koku yayıldı. Erin parçalanmış bedeninden kan
pompalanmaya devam ediyordu ama akıntı yavaşlamıştı.
Tam olarak ölmemiş olmasına karşın kati surette yaşı
yor denemeyecek olan Ledward'dan geriye kalanlar bir
den öne doğru atıldı ve sonra bükülüp sedyeye yığıldı.
Bileğindeki kayıştan ötürü sedyeye bağlı olmasına rağ
men bedeninin yarısı aşağı doğru sarkıyordu ve bedeni
tekrar çarpıldı. Sırtı kırılırken revire yüksek sesli çatırtısı
doldu.
Ledward'ın kanına bulanmış ve dehşete kapılmış olan
Karine geri doğru sendeledi ve kayarak yere düştü. Sırt
üstü debelenip elleri ve ayaklarıyla kendini geri doğru
itti ve bir süre sonra sırtının duvara dayandığını hissetti.
Önünde, korkunç yaratık sedyeden güveneye indi.
Sosise benzeyen ' kafatasında görünür gözler olmaması
na karşın durum değerlendirmesi yaparmış gibi etrafını
taradığı belliydi. Korkudan titreyen Karine dizleri üstü
ne kalkmayı başardı ama yaratığa bakmaya bile katlana-
156
mıyordu. Pantolonunda kara bir leke yayılmaya başladı;
yaratık ve ölüm kokusuna bir de keskin sidik kokusu
eklendi.
Karine birden yaratıgın büyümüş oldugunu fark etti.
Evcil bir köpek boyutuna ulaşmış olan şey odayı aramayı
bırakıp ona odaklandı. Kollan ve hacakları şimdiden uza
mış, agzı daha belirgin hale gelmişti. Hareketleri kötü
lükten ziyade merak kaynaklı gibiydi. Karine en sonunda
küçük canavara bakmaya cesaret ettiginde yaratıgın da
oldugu yerde durup gözsüz yüzüyle ona baktıgını gördü.
Bir saniye, diye geçirdi içinden Karine. Sadece bir sa
niye ver bana. Orada kal, orada kal. Istedigin kadar bak.
Bir saniye.
Yavaşça, çok yavaşça Ledward'ın teçhizat kemerine
uzandı. Kemer erin kıyafetleriyle birlikte Karine'in he
men ötesindeydi. Standart bir Güvenlik keşif kemeri ol
dugundan ötürü içinde yemek paketleri, su annduma
tabletleri, hap halinde ilaçlar ve bir tane de dişli bıçak
vardı. . .
Hızlıca hareket eden Karine bıçagı kımndan yakala
dı, kım baglayan ipi çıkardı ve bıçagı çekti. Bıçagı sıkıca
tutarak yaratıga doğru dönüyordu ki yaratık kuyrugunu
başının üzerinden ona dogru savurdu.
• • •
157
yoktu. Yalnızca uzay aracı vardı. Ve o . . . şey. Çok hafif
insansı bir görünüme sahip olmasına ragmen insanlıkla
hiçbir alakası olmayan bir varlık.
Iletişim. Genel ses alıcısı. Avazı çıktıgı kadar bagırdı.
"Uzay Aracı Bir konuşuyor! Acil durum! Lütfen cevap
verin. Kaptan Oram, sana ihtiyacım var! Herkese ihtiya
cım var! Çabuk ! "
1 1 1
1 58
Daniels yanından geçince daha da hızlı koşmaya baş
ladı. lkili digerlerinden koptu. Lope ve Walter, Hallet'ı
taşımaları gerektigi için arkada kalmışlardı. Aksi yönde
emir almadıkları için Cole, Rosenthal ve Ankor çavuşla
kaldılar. Eşinin rahatsızlıgmdan dolayı düzgün düşüne
meyen Lope güvenlik güçlerinin geri kalanına Kaptan ve
Daniels'la gitmelerini emretmeyi akıl edemedi.
• • •
1 59
Beyaz neomorf, Karine'in üzerinde durmuş bilim insa
nının yüzünü ve gögsünü paramparça ediyordu. Besleni
yor olabilirdi ama o kısa, yaşam emici an içinde Faris ya
ratıgın ne yaptıgını anlamadı. Kapı açılma sesine dönen
neomorf korkunç, kanlar içindeki tüneginden kafasını
kaldırdı.
Nişan almaya çalışırken bir adım öne atınca giderek
büyüyen kan, sıvı ve bagırsak havuzunda kaydı. Dü
şerken silahını ateşledi ama fişek beklenebilecegi üzere
hedefine ulaşmadı ve tavana isabet etti. Bilim insanının
parçalanmış bedeninin üzerinden adayan neomorf saldı
rıya geçti, ama o da kanlı ve kaygan zemine tutunmayı
başaramadı ve kaydı.
O çok degerli birkaç saniye sayesinde Faris aceleyle
kapıdan dışarı çıkıp "kapa" dügmesine bastı. Karine'e
yardım etmek amacıyla girdigi revirden arkadaşına artık
yardım edilemeyecegi bilgisiyle çıkmıştı. Artık kendini
kurtarmaya çalışması gerekiyordu.
Kapı kayarak kapanmaya başladı, ama yaratık bede
ninin bir bölümünü açıklıga sokmayı başarmıştı. Çıglık
atan ve küfreden Faris kapının kapanmasını engelleyen
beyaz organı, silahının tersini kullanarak tüm gücüyle
itti. Faris her ittiginde yaratık geri dönüyor, delicesine
bir enerjiyle boşluktan geçmeye, ona ulaşınaya çalışıyor
du. Kapı ne zaman kapanacak olsa engelleniyor, yeniden
açılmaya başlıyor, sonra yeniden kapanıyordu.
Sahip oldugunu bilmedigi bir yedek güç rezervini kul
lanarak en sonunda silahını yaratıgı odanın ortasına ka
dar savurmaya yetecek bir kuvvetle vurmayı başardı. Bu
aralıkta kapı kapandı ve Faris kapıyı kilitledi. Ama silahı
da yaratıkla birlikte odaya fırlamıştı.
Faris dönüp koridor boyunca koştu . Arkasında akıl
1 60
sır ernıez, insan dışı bir enerj iyle çılgına dönmüş neo
morf kapıyı urmalıyor ve dövünüyor, zıplıyor ve tekme
ler savuruyordu. Camda bir çatlak oluştu.
Arkasındaki gümbürtüden uzaklaşan Faris yalpalaya
rak aracın kargo bölümüne girdi ve halen açık dolaptan
bir pompalı tüfek daha aldı. Boş kargo bölümünün orta
sındaki ağ dışında arkasına saklanabileceği bir şey yoktu.
Ağlar ince olmasına rağmen Faris arkasına saklandı ve
tüfek tutan ellerinin titremesini geçirmeye çalıştı. Silahı
otomatik bir şekilde doldurdu ve emniyetini indirdi.
Bir süre sonra neomorf belirdi. Birkaç dakika öncesi
ne nazaran daha da büyümüştü. Faris'in ağın arkasında
saklandığını görmesi hiç zor olmadı. Ses çıkarmadan ve
tereddüt etmeden üzerine doğru atıldı. Bir örümcek ve
babun kanşımı gibi hareket ediyordu. Faris çığlık attı ve
yakın menzilden ateş etti.
Iskaladı.
Metalik bir çığlık atan yaratık kendini yana doğru sa
vurdu. Ondan uzaklaşıp açık kapağa doğru gitti. Çığlık
atmaya ve küfretmeye ara vermeyen Faris, silahını·yara
tığın peşinden ateşlerneye devam ediyordu. Ardı ardına
ateşlenen fişekler ağlan yırttı ve kargo bölümünün iç ta
rafında hasara sebep oldu. Yaratık kaçarken tüfeğin fişek
lerinden kaçınıyor, sağa sola savrulan kovanlar ışıklara
ve borulara isabet ediyordu. Bir tanesi açık silah dolabına
girdi.
BUM.
161
XI I
�
Digerlerinden ileride olan ve tüm gücüyle koşan Oram
ile Daniels uzun çimierin son kısmını da aştılar ve önle
rinde gece aydınlanınca sendeleyerek durdular. Param
parça olan uzay aracından yükselen ateş topuna agızları
açık bir halde bakakaldılar. Oram gözünün ucuyla beyaz
bir şeklin dört ayak üstünde patlamadan kaçıp karanlıgın
içine girdigini gördü.
Karine, diye geçirdi aklından deliye dönerek.
Göl kenarına dogru koşmaya devam etti. Daniels da
hemen peşindeydi. Uzay aracını tamamen sarmış olan
alevler gün batımının ardından gelen serinlik ve nemli
havada epey sıcaklık yayıyordu. Cehennemin içinde bir
yerlerde eşi ve Faris vardı, bir yerde kapana kısılmış, ya
nıyorlardı . . .
Yaklaştıkça yogun ısı açıktaki derisinin su toplamasına
sebep olacak gibi oldu. Umurunda degildi. Içeri girmek,
Karine'i bulmak ve onu dışarı çıkarmak zorundaydı.
Yere düştü çünkü Daniels arkasından ona çelme tak-
1 62
mıştı. Oram'ın üzerine çıktı ve ayaga kalkmaya çalışınca
Daniels yerden kalkmasına izin vermedi.
"Karine . . . Karine!" Kontrolsüzce hıçkırarak aglamaya
başladı.
"Chris ! " Daniels kalkmasını engellemek için üzerinde
neredeyse zıplıyordu. "Burada kal, burada kal ! " Oram,
Daniels'ın altından sürünerek çıkmaya çalışıyordu. Göz
lerini yanan iniş aracına sabitlemişti.
Ikinci bir patlama aracın parçalarını dört bir yana sa
çınca Daniels yüzünü korumak için ellerini kaldırdı. Göle
düşen parçalar çatırdayan alevlerle zıtlık oluşturacak bi
çimde tısladılar. Aracın dış tarafının yanması mümkün
.degildi ama hasar almıştı. Yangının büyük bölümünün
ateşe dayanıklı kabugun içinde olması, iç kısımdaki alev
alabilen materyallerin daha da sıcak bir şekilde yanması
na sebep oluyordu.
Aracın iç kısmından kararmış ve yanmış bir figür çık
tı. Iniş rampasında yalpalayarak yürüdükten sonra bir
kaç kez sendeledi ve en sonunda rampanın ucuna y-ıgıldı.
Boguk bir şekilde inleyen Oram ayaga kalkmaya çalıştı.
Daniels bir şekilde kalkmasını engelleyebiliyordu. Gör
mesin, görernesin diye başını yere bastınyordu.
Bir dizi artçı patlama aracın kalıntılarının bir ısı
dalgası gibi Oram ve Daniels'ı yıkamasına sebep oldu. ·
Araç yanan bir şeyin giriş yapmasını engellemek üzere
tasarlanrnıştı, içinde patlayan askeri gereçleri muhafaza
etmek üzere degil. Iç üstyapısı bükülmüş ve ufalanrnış
haldeydi ve kendi içine çökmesine engel olacak hiçbir
şey yoktu.
Aglayan Oram, Daniels'ı üzerinden atmaya çalış
maktan vazgeçti. Elini topraga soktu ve sanki gezegeni
bogrnaya çalışıyormuş gibi yurnrugunu sıktı. Önlerinde
163
aracın içindeki alev alan materyaller yanıp kül oldukça
ateşler sönmeye başladı.
Dolayısıyla arkalanndan gelen çıglıgı duymakta zor
lanmadılar.
Daniels zar zor ayaga kalktı ve geldikleri yöndeki ala
cakaranlıgın içine bal<tı. Kaptanla birlikte bulunduklan
metreden yüz metre kadar uzakta Hallet'ın arkadaşlan
etrafına toplanırken ışıklan çılgınca motifler çiziyordu.
Çavuş yerde yatmış kıvranıyor ve kasılmalar geçiriyordu.
Bedeni görünmeyen bir iblisi kovmaya çalışırmış gibi bü
külüyor ve çarpılıyordu.
Lope hemen yanında eşini sabit tutmaya çalışıyordu
ama Hallet'ın kasılmalan kıdemli çavuşun engelleyeme
yecegi kadar şiddetliydi.
" Tom ! "
Çavuş Lope çok güçlü olmasına karşın diger adamı
yerde tutmayı başaramıyordu. Sırtı kasılarak iki büklüm
olunca Hallet eşini itti ve sonra yerde titremeye ve zıpla
maya devam etti. Rosenthal ve sonra Ankor da yaklaşıp
yardım etmeye çalıştıklannda Hallet'ın çılgınca savurdu
gu kol ve hacaklarından ötürü ona yaklaşamadılar.
Neler oldugunu gören Daniels yardım etmek üze
re koşmakla perişan Oram'la durmak arasında kalmış-
. tı. Kaptanın sırtından inmişti ve Oram'ın dizleri üstüne
kalktıgını gördü. Yüzünden yaşlar akarak aracın kalınti
larına dogru koşmaya çalışmak yerine o şekilde kaldıgını
görünce Daniels arkasını döndü ve digerlerinin yanına
gitmek üzere koştu.
Hem duygusal hem de fiziksel olarak bitkin olan Da
niels, Oram'ın halen üzeri tüten erıkaza yaklaşınanın ne
kadar beyhude bir şey oldugunu görecegini umuyordu.
Daniels digerlerinin yanına vardıgında Hallet'ın sır-
164
tüstü yatıyor oldugunu gördü. Omurgası hiçbir insanın
omurgasının kınlmadan alamayacagı şekiller alıyor, bü
külüyordu. Öksürüyor, zar zor ve güçsüzce nefes almaya
çalışıyordu. Dövünen kollarını umursamadan ona yakla
şan Lope, Hallet'ı bir kez daha sabit tutmaya çalıştı. Da
niels, Hallet'ın bedenindeki bütün sinirlerin kısa-devre
yapmış gibi göründügünü düşündü.
Hallet'ın başı arkaya savruldu, sonra öne dogru atıldı
ve öyle çok kan kustu ki Lope bile dayanamadı. Eşini bir
kez daha bırakıp geri çekilmek zorunda kaldı. Hallet'ın
gözleri pörtledi ve boynunun epey genişlerligini gören
Rosenthal çıglık attı. Hallet'ın agzı o kadar geniş açıldı
ki alt çenesi ve üst çenesi birbirlerinden koptu. Bu aşın
gerilme ancak beslenen bir yılan için normal sayılabilir
di. Bir insanda Bosch'a yaraşır grotesk bir şekil bozulma
sıydı.
Hallet'ın bedeninin derinliklerinden kusulan plasenta
benzeri kese ıslak bir şaplamayla yere düştü. Kaygan yag
la parlayan kese düşer düşmez patladı. İçinden küçük,
beyazımsı, iki ayaklı ve oldukça hareketli bir şey çıktı.
Uzun ve gözsüz kafatası hızlıca etrafını inceledi. Çok tiz
bir çıglık attıktan sonra inanılmaz bir hız ve çeviklikle
ekibin arasından geçti ve yakınlardaki yeşilligin karanlı
gına daldı.
Ekipten birileri aklı başına gelip silahını kaldırana ka
dar yaratık çoktan gözden kaybolmuştu.
Daniels durup yaratıgın içinde kayboldugu ormana
baktı. Kendini o şeyin geri gelmedigine ikna ettikten
sonra meslektaşlarını saydı. Hepsi şok içinde hareketsiz
duruyorlardı.
En kötü durumda olan Lope'ydi. Sert ve kaba güvenlik
şefi hayat partnerinin parçalanmış bedenine bakıyordu.
1 65
Bir asker olarak vahşi ölümler görmüştü ama bu ölüm
leri göreli epey zaman geçmişti ve ölüm şekilleri daha
önceden eşi benzeri görülmüş şeylerdi. Hallet'ın ölümü
hem beklenmedik hem de igrehçti. Duygulara gark ol
muş çavuştan başını çeviren Daniels bir kez daha ormana
ve çalılıklara baktı.
Oram bu gezegenin daha uzaktaki Origae-6'ya kıyas
la yerleşim için daha elverişli olabilecegini ummuştu ve
Daniels bu gezegenin kendine has soguk ve mikropsuz
halinin gerçekten de güzel oldugunu itiraf etmeliydi.
Bir örümcek agının da güzel oldugu söylenebilirdi.
1 • •
166
ne karşın aklının tam olarak başında oldugunu da iddia
edemezdi. Belki de bu yüzden en sonunda aklındaki şeyi
sözcüklere dökmeye karar verdi.
"Peşlerinden gidiyoruz. "
Istasyonunda başını kaldıran Upworth agzı açık bir
halde ona baktı.
"Pardon Tennessee. Ne dedin?"
Tennessee ona bakıp söylerligini tane tane tekrarladı. ,
Konuşurken ses tonunda neler hissettiginin kendini belli
etmesini saklamaya çalışmadı, Oram bu teklifi farklı bir
şekilde sunardı ama Oram burada degildi ve Tennessee
kaptandı.
" Gidiyoruz. Aşa�ı. Onları almaya. "
Upworth atmosferin üst tarafındaki fırtınayı e n ya
kından gösteren hologramı işaret etti. "Fırtınanın şidde
tinde bir azalma görmüyorum." Hızlıca bir ekrana baktı.
"Rüzgar hızları aynı, türbülans olasılıgı aynı. Şiddetli tür
bülans," diye ekledi vurgulu bir biçimde. "Hatta fırtına
daha da genişledi. Kuzey yarım kürenin bu kısmının bü
yük bir bölümünü kapladı."
"O halde içinden geçeriz. "
Upworth yine agzı açık bir şekilde bir süre ona baktı.
"Bunu yapamayız ! Covenant bir iniş aracı değil. Resmi
hizmet bitiminden önceki son yük boşaltma dışında at
mosfere girmemesi gerektiğini biliyorsun. Covenant şid
detli türbülansla başa çıkmak için tasarlanmadı."
"Ama bunu kaldırabilir. "
Upworth hiç tereddüt etmedi.· "Teknik ve mühendis
lik bakımlarından evet. Kolonizasyon için seçilmiş olan
gezegenin uygun olmadığının ortaya çıktıgı ve başka bir
gezegen bulunması gerektiği takdirde bu eylemi gerçek
leştirebilir. Derin bir atmosfer inişi ve sonrasın�a yörün-
167
geye yeniden girmek gerçek bir kolani gemisiyle daha
önce hiç denenmedi. Yalnızca simülasyonlarda. "
"Ama resmi simülasyonlarda işe yarıyor."
Upworth bunun dogru oldugunu biliyordu. "Evet.
Simülasyonlarda. " Tekrar hologramı işaret etti. "Ama
simülasyonlarda bu tür bir havada yapılan bir iniş hiç
görmedim. Bunu yapamayız. Tennessee, sen bir pilotsun.
Simülasyonları ve tasanın muhabbetlerini bir an için bı
rak. Geminin sınırlarını biliyorsun."
Tennessee bir an sessiz kaldı.
"Sikerim sınırını. "
Bu Upworth için son noktaydı. Vekil kaptan Tennes
see'ydi ama Upworth onu bir meslektaşı olarak çok iyi
tanıyorrlu ve ona şöyle cevap verdi.
"Sikerim senin şahsi kaygılarım! " dedi bagırarak "Ke
şif ekibi için ben de senin kadar endişeliyim Tee, ama
aşagıda koca bir kasırga var! Son zamanlarda üst atmos
ferdeki devamlı rüzgar hızlanna baktın mı? Potansiyel
olarak zarar verici elektrik hoşalımlarının rie kadar sık
gerçekleştigini hiç söylemiyorum bile." Bir parmagını fır
tına hologramına dogru salladı. "Bu havada iniş yapmaya
çalışırsak, siktigimin simülasyonlarını bir kenara bırak
sak bile sana diyorum ki parçalanırız. Bu da ekipteki ve
gemideki herkes için çok iyi olur degil mi?" Nefes almak
için durdu. "Yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Fırtınanın
geçmesini beklemeliyiz. "
Tennessee arkasını döndü. Upworth haklıydı. Haklı
oldugunu biliyordu. Içten içe haklı olduğu için ondan
nefret ediyordu ama keşif ekibi üyeleri adına hissettigi
korku, geminin sınırlan hakkındaki bilgisinden daha
agır basıyordu. Arızalı halde de olsa iniş yapmak hiç
inmernekten daha iyiydi. Covenant'ı güvenli bir şekilde
168
indirebilseler bile bir daha kaldıramama ihtimalleri epey
yüksekti.
Eşi ve arkadaşlannın tehlikede olduğunu bilerek bek
lemek çok. . . zordu. Işte bu, diye geçirdi içinden, bir kap
tan olmayı asla istememesinin sebeplerinden biriydi.
Bir ses alıcısına döndü.
"Anne, fırtına ne zaman yüzeyle tekrar iletişim kur
mamıza izin verecek kadar dağılır?"
Gemi derhal yanıt verdi. "Mevcut atmosferik şartlar
göz önünde bulundurulursa ve önümüzdeki yanm gün
lük döngüdeki devamlı gelişimi veya durmasına dair ön
bilgilere dayanarak bir varsayımda bulunmak gerekirse,
güvenli yüzey iletişimi on iki ila kırk sekiz saat atası bir
sürede mümkün hale gelebilir. "
Tennessee sessiz kaldı. On iki saat bile . . . çok uzundu.
Kırk sekiz saat ise sonsuzluktu. Anne'nin tahmini kendi
sinden beklenmeyecek şekilde spesifik değildi. Gerçi ya
pay zekayı suçlayamazdı. Hava tahmini her daim zor bir
bilim olmuştu ve halen öyleydi, özellikle de söz konusu
yeni keşfedilmiş bir gezegenin havasıysa.
Sıkıntısım gören Upworth söyleyebileceği tek şeyi
söyledi. "Üzgün-cim Tee. Bunun doğru karar olduğunu bi
liyorsun. Verilebilecek tek karar. Şartlar mükemmel olsa
dahi Covenant'ın inmesi riskli oh,ırdu. Bu fırtınada ise . . . "
Cümlesini bitirmedi.
Pencerenin yanına giden Tennessee yeni gezegene ve
öfkeli atmosferine baktı. Hava için suçlanacak kimse yok
tu. Dünya'dan Origae-6'mn hava şartlanm da tahmin ede
miyorlardı. Yalnızca atmosferi okuyup iklimierin makul
olduğu tahmininde bulunabiliyorlardı. Bu açıdan bakıldı
ğında bu gezegenin hava şartlannın ideal olduğu söylene
bilirdi; tabii iyonosferde ara sıra kıyamet kopması dışında.
169
"Korkmuştu," diye mınldandı Tennessee. Herhangi
birinden ziyade kendi kendine konuşuyordu. Yalnızca
· Upworth onu duyabilecek kadar yakındı. "Daha önce
eşimin korktugunu hiç duynıamıştım. "
1 1 •
1 1 1
170
düşündügünü merak etti. Ya da ne hesapladıgını. Ikisi
arasındaki çizgi hiçbir insanın ayırt edemeyecegi kadar
inceydL
Güvenlik ekibinin lideri duygusal anlamda yıkılmış
ve geçici olarak tam verimli bir şekilde görevini yerine
getiremiyor olabilirdi ama en azından diger mürettebat
profesyonel davranıyorlardı. Arada sırada matemli lider
lerine kaçamak bakışlar atıyor olmalarına karşın Cole,
Ankor ve Rosenthal teyakkuz halindelerdi. Gözleriyle
bogucu karanlıgı tarıyor, silahlarını hazır tutuyorlardı.
Liderleri eksik olabilirdi ama lidersiz oldukları durumda
aldıkları egitim devreye girmişti. Hallet'ı neyin öldürdü
günü ve kaçan şeyin ne oldugunu bilmiyorlardı ama ona
karşı tamamen hazırlıklılardl
Daniels o anda Covenant'takilerin orada ne olduguna
dair hiçbir fikri olmadıgını fark etti. Lope yas tutarken
ve Oram bunalım geçirirken birisinin iletişim kurmayı
denemesi gerekiyordu. Gruptan stresli güvenlik timinin
dikkatini üzerine çekmeyecek kadar uzaklaştı. Aklına ya
kınlardaki çimde hareket eden korkutucu beyaz şekiller
getirmemeye çalışarak düşüncelerini düzene koymaya
çalıştı.
Sırtını halen yanan araca dönerek çömeldi ve giysisi
nin koloni gemisiyle olan bagının halen açık olup olma
dıgını kontrol etti.
" Cevap �er Covenant. Cevap ver Covenant. Bizi duyu
yor musunuz? Lütfen cevap ver Covenant. Ben Daniels.
Duyuyor musun Covenant?"
Sustu. Gaipten şeyler görmemeye çalışmasına karşın
orada hareket eden bir şey gerçekten de vardı. Hızlıydı,
soluk beyazdı ve görüş alanının hemen ucundaydı. Tüm
dikkatini oraya verince yaratıgın durmuş, kör bir merak-
171
la grubu inceledigini gördü ve nefesini tuttu. Yaratıgın
geri kalanı gibi görsel algı saglama tarzı da tamamen ya
bancıydı.
Tekrar gözden kayboldu. Gece ve uzun çimler tara
fından yutuldu. Daniels gemiyle tekrar iletişim kurmaya
çalışacaktı ki üzerine dogru bir şekil koşmaya başladı.
Walter.
"Daniels ! Arkanda! "
1 72
XI I I
�
Daniels arkasını döndü. Iki neomorfu birbirinden ayırt
etmesi mümkün degildi ama iki ayagı üzerinde yükselen
canavar, Çavuş Hallet'ın parçalanmış bedeninden çıktı
gım gördügü şeyle aynı degildi. Soluk, kemikli çenesini
açınca düzenli ve keskin dişleri gözler önüne serildi. Ya
ratık, Daniels'ın üzerine atladı.
Beyaz bedenle çarpışan Walter yaratıgın bocaladıgı
m görünce kenara kaçtı. Çıglık atan yaratık, Daniels'tan
döndü ve sentetige saldırmaya hazırlandı. Walter kendini
korumak için sol kolunu kaldınnca güçlü çene defalarda
inip kalktı ve Walter'ın kolunu ve üniformasım parçala
dı. Kolundaki yanktan yaşam sıvısı aktı.
Saldınya yanıt vermek üzere güvenlik ekibi yardım
Ianna koştu ama Walter'ı ya da Daniels'ı vurmadan ni
şan alıp ateş etmek zordu . Kuyruguyla tek bir kavis çizen
öfkeli neomorf kuyrugunun ucunu havadan aşagı dogru
savurup Ankor'uri kafatasına sapladı. Yaratık kuyrugunu
çekerken Ankor'un gözleri yuvalannda ters döndü, silahı
elinden düştü ve Ankor yere yıgıldı.
1 73
inanılmaz bir hızla hareket eden yaratık, pençesi
ni Cole'a doğru savurdu ve darbeyle beş metre uçan er
çalılıklann arasına düştü. Bu esnada Rosenthal çılgın
ca silahını kaldırmıştı ve F90'ından aralıksız bir biçim
de ateş ediyordu. lçgüdü ve deneyimleri en sonunda
Lope'nin acısını bir kenara koymasını sağlamıştı. Çavuş
Rosenthal'ın yanına gidip yaratığa ateş etmeye başladı.
Neomorf halen aralannda olduğundan rahat bir şekil
de ateş edemiyorlardı. Her biri yakın mesafeden birbirle
ri tarafından vurolma tehlikesi altındaydı. Çimierin ara
sında tam bir kaos vardı ve korku ile panik birinin emir
vermesini ya da mantıklı kararlar almasını imkansız hale
getirdiğinden durum çok tehlikeliydi.
Silahsız olan ve yardım edemeyen Daniels, Walter ve
Oram yere yatmış, ateş hattının dışında durmaya çalışı
yorlardı. Bu sırada sert düşüşünden ötürü canı yanıyor
olmasına karşın Cole ayağa kalkmış ve kendi silahıyla ge
nel kurşun yağmuruna katkıda bulunmaya başlamıştı. Bu
cesaretine karşılık, Rosenthal'ın silahından çıkan bir kur
şun omzuna isabet edince olduğu yere tekrar düşmüştü.
Küçük bir maymun boyutuna ulaşmış, uzun kafata
sının ucu daralarak bir nokta halini almış olan, Hallet'ın
içinden çıkan neomorf uzun çimleİin arasından fırlayıp
savaşa katıldı. Rosenthal o yöne ateş etmek için döner
ken yaratık kuyruğunu savurup erin ayaklannı yerden
kesti. Rosenthal ateş etmeye devam ederken yere düştü.
Yaratığın kuyruğu üstüne doğru inip kalkmaya devam
ediyordu. Kolunun ön tarafındaki bir kesikten kan akı
yor olmasına karşın Rosenthal saldırgana doğru ateş et
meye devam etti.
Yaratıklar çok hızlılardı. Taş atmak dışında ne yapa
bileceğini düşünen Daniels, ölen Ankor'un tüfeğini gör-
1 74
dü. Her iki saldırgan varlıga aynı anda bakmaya çalışa- ·
1 75
Ve birisi daha.
Karanlık oldugundan ötürü yanlarına gelmiş kukule
talı figürün yüzünü göremiyordu. Daniels figürün insan
ebatlarına sahip oldugunu fark edince içi rahatladı. Ku
kuletanın altında normal bir kafatası dışında bir şey ol
duguna işaret eden bir şey yoktu. Konuştugu zaman ise
Daniels tamamen rahatlamasa da daha da yüreklendi. Ses
bir erkege ait gibiydi ve ilginç bir aksanı vardı. Sözcükleri
tamamen anlaşılırdı.
"Geri dönecekler. Benimle gelmelisiniz. Hemen. "
Figür başka bir şey demeden arkasını döndü ve ka
ranlıga daldı. Keşif ekibi birbirlerine baktılar. Kimse ne
yapacagını ya da ne diyecegini bilmiyordu. Önce iki tane
neomorf çıkmıştı, şimdi de bir ortaçag halısından fırlama
gibi duran kukuletalı bir figür.
Bir boşluk. Insanın yaşam enerjisini emen bir boşluk.
Bir zamanlar insan olan kişinin çömelmiş kalıntısına
dogru koştu.
" Chris? Kaptan. Gitmemiz gerek! "
"Evet." Ona bakmadan bir şeyler geveledi. Aklı başka
yerdeydi. "Evet. Gidelim."
Ayaga kalkınca yüzünü ekşiten Cole kukuletalı figü
rün gittigi yöne dogru başını salladı. "O şey her kim ya da
ne ise; onu neden dinliyoruz? "
"Haklısın." Daniels, Cole'a baktı. "Burada kalabilir
sin." Demin muhtemelen hayatını kurtarmış oldugu Ro
senthal'a döndü. "Geliyor musun?"
"Burada kalmadıgım kesiı:ı," diye homurdandı er. Te
reddüt eden Cole'a döndü. "Her yer buradan iyidir. Ko
rumamız yok, uzay aracımız yok, gün ışıgı da yok. Şu
anda hafif bir yükselti ve sıgınacak bir yere tavım." Ka
ranlıga dogru başını salladı. "Bay Gizemli o şeylerin dö-
1 76
necegini söyledi. Demek davranışiarına dair bir fikri var.
Bu konuda ona inanacagım ve bu bilgiyi nasıl edindigi
ni ögrenmek istiyorum." Daniels'a dogru başını salladı.
"Hadi gidelim buradan."
" Çanta ve cephaneyi almalıyız." Daniels, Ankor'un
düşürdügü tüfegi kaldırdı. "Taşıyabilecegimiz her şeyi."
Bir eliyle üzeri tüten uzay aracını işaret etti. Aracı kavu
ran yangın neredeyse tamamen sönmüştü. "Şartlar elve
rirse ve kurtarılacak bir şey kalmışsa, daha sonra gelip
alabiliriz. Gündüz olunca," dedi vurgulu bir şekilde.
Ne. yapacaklarına dair bir fikirle,ri oldugu için mem
nun olan ekip eşyalarını toplamaya başladı. Ankor'un
çantasını almak üzere yürüyen Daniels yas tutan Lope'yi
görünce durdu. Çavuş bir kez daha eşinin iki büklüm
cesedi yanında diz çökmüştü. Daniels onun yanına gitti,
bir an için bir elini iri adamın omzuna koymayı düşündü
ama bundan vazgeçip nazikçe konuştu:
"Yapabilecegimiz bir şey yok, Lope. "
"Biliyorum." Çavuş yine de kalkacak gibi degildi.
Uzanıp eşinin gözlerini dikkatlice kapadı ve sonra egilip
rludakiarına son bir veda öpücügü kondurdu . Son olarak
Hallet'ın kırık parmaklarından birinde bulunan yüzügü
çıkarıp kendi parmagına taktı.
Yapacak başka bir şey olmadıgından ayaga kalktı, son
bir kez baktı ve sonra Daniels'a döndü. Daniels onu anla
dıgını belirtmek adına başını salladı. Lope de başını salla
dı. Ikisinin de hala yapacak işleri vardı: Daniels başlarına
gelen şeyleri mantıklı bir zemine oturtmaya çalışacaktı
ve Lope de onun bum,ı yapabilmesi için elinden geldi
gince yardımcı olacaktı. Lope e·şyalarını topladı ve ikisi
birlikte digerlerinin yanına gittiler.
Kukuletalı ve iki ayaklı figüre yetişrnek için hafifçe
177
koşmaya başlamalan gerekmişti. Arkalannda olgun ne
omorf aralarındaki �esafeyi koruyor ama onları takip
ediyordu.
Başlannda tanımadıkları bir kılavuzla bilmedikleri bir
istikamete doğru ilediyorlardı ve hızlİ hareket etmelerine
karşın neomorf aradaki mesafeyi yavaş yavaş kapıyordu.
Karanlıkta çok kısa bir süre sonra sanki ezelden beri ko
şuyorlarmış gibi hissetmeye başladılar. Gergin bir şekilde
arkalarma baktıklarında beyaz takipçiterinin arada bir
kendini gösterdiğini, varlığının tespit edildiğini ve ona
doğru bir silah çevrildiğini anladığıncia derhal çalıların
arasında kaybolduğunu görüyorlardı.
Bizi ölçüp biçiyor, diye geçirdi içinden Daniels. !şit
sel kuvvetlerini, derinlik algılarını ve tepki zamanlarını
sınıyordu .
Ilerisinde Rosenthal'ın nefesini tuttuğunu duydu ama
ne o ne de meslektaşları hız kesti. Kısa bir an sonra Dani
ds az kalsın Rosenthal'ı şaşırtmış şeyin hacağına takılıp
düşüyordu.
Insansıydı ama devasaydı. Er bunu bir dev olarak
isimlendirirdi. Daniels hareketsiz, kurumuş bedenin ya
nından geçerken muhtemelen düşmüş gemide buldukla
n kapsüllerden birine rahatça sığacağını düşündü. Kim
bilir kaç zaman önce oradan mı gelmişti? Bu gezegene
başka bir yerden mi gelmişti? Yoksa bu gezegenin yeriisi
miydi? Eğer öyleyse burada açıkta ne işi vardı ve neden
ölmüştü?
Kukuletalı figürün peşinde ıssız bir yokuştan aşağı ini
yorlardı. Etrafta ağaç, çim ya da başaklar yoktu. Yalnızca
cesetler vardı. Binlerce devasa, beyazımsı, insansı beden
ler. Çoğu korkudan sinmiş, çömelmiş haldelerdi; görün
mez bir felaketten kaçmaya çalışıyormuş gibi. Kimileri
1 78
ise korkudan cenin pozisyonu almış, elleriyle yüzlerini
kapamış, kollarını korunmak için başlarına dolamışlardı.
Birkaç istisnai beden dimdik duruyordu ve meydan
okuyan bir tavra sahiplerdi.
Bunlar Daniels'a tarih kitaplarında gördüğü benzer
şekilleri anımsattı. Avrupa kıtasında bir yer. Pompeii. Ya
kınlarındaki Vesuvius volkanının patlamasıyla zaman ve
mekanda donmuş, ölen figürler. Etrafındaki pazlar o ka
dim felaketi çağrıştırıyor olsa da bu binlerce ölüme başka
bir şey sebep olmuştu. Bir lav akıntısı ya da sel ya da
başka bir doğal felakete ait bir iz yoktu. Bu insansıların
başına gelen şey daha . . . yakındı.
Silah ateşlenme sesi duyunca daldığı düşüncelerden
sıyrıldı. Ölüm saçan takipçilerinin fazla yaklaştığına ka
naat getirmiş olan Lope ve Rosenthal dönüp ona doğru
ateş etmişlerdi. Hedeflerini vurup vurmadıklarını bilmek
· imkansızdı.
Yaralı olsun olmasın, gölgeleri olmaya devam ediyor
du.
Çavuş, Rosenthal'a silahını indirmesini söyledi.
" Cephaneni sakla. Ihtiyacımız olacak. Diğer her şey
uzay aracıyla birlikte havaya uçtu. Patladığını sen de
duydun. Yalnızca üzerimizde taşıdıklarımız var. " Rosent
hal başını saHayarak silahının emniyetini kaldırdı ama
sık sık arkasına bakmadan duramıyordu.
Tepenin dibine vardıklarında merak uyandıran başka
bir şey gördüler. Önlerinde devasa, sessiz bir kent uzanı
yordu. lyonosferdeki fırtına burayı Anne'nin tarayıcıla
rından saklamış olsa da şimdi uzun zaman önce yok ol
muş tüm açıklığıyla önlerinde yer alıyordu. Ve gerçekten
de ölmüştü; Daniels bundan emindi. Kukuletalıyı takip
etmeye devam ettiler.
1 79
Bir ışık ya da hareket emaresi yoktu. Orman kadar,
başak tarlası kadar, çim kadar, göl kadar cansızdı. Kenti
inşa etmiş ve bir zamanlar içinde yaşamış olanlar dört
bir yana saçılmıŞtı; binlerce devasa beden nemli iklimde
çürüyordu. Yalnızca abidevi yapıları ayaktaydı.
Sessiz kentin içlerinde doğru ilerlerken Daniels tüm
bunları kaydediyar olması gerektiğini biliyordu. Zeki
bir uzaylı medeniyetin varlığından şüphelenmek insan
lığın yüzlerce yıldır yaptığı bir şeydi ama bunun kanı
tıyla karşılaşmak ve kendini ge�çekliğin koridorlarında
Herler halde bulmak ise bambaşka bir şeydi. Amaçlarını
yalnızca tahmin edebilecekleri yapılar etraflarında yük
seliyordu. Korkunç heykeller ve nispeten daha az aşina
oldukları şekillerin üzerine ay ışığı düşüyordu. Hayran
lık içinde hepsinin inkar edilemez, meşum bir güzelliği
olduğunu düşündü.
Sokaklarda ufalanan devasa bedenlerden binlereesi di
ziliydi. Çarpık, eğri büğrü şekiller sessizce oturuyorlar
ya da sanki tırmanmaya çalışırmış gibi binalara dayanı
yorlardı. Kukuletalı figür onları devasa bir meydandan
geçirirken eski ceset yığınlarından kaçınmak için sürekli
yollarını değiştirmek zorunda kalıyorlardı. Bir yandan da
sürekli olarak amansız takipçilerini gözlüyorlardı. Orada
gizlendiğini biliyordu Daniels. Görüş alanlarının dışın
daydı ama oradaydı.
Öncülük etmeye devam eden kılavuzları onları bazı
diğer binalar kadar yüksek olmayan ama yine de devasa
bir ölçekte inşa edilmiş bir yapıya götürdü. Girişe çıkan
merdivenler insanlar için değil, devler için inşa edilmişti.
Merdivenleri çıkarken güçlerinin son damlaları tüken
rnek üzereydi.
Neredeyse tepeye varmışlardı ki bir şey takipçilerini
180
en sonunda saldırmaya sevk etti. Karanlığın içindeki be
yazlık meydanda hızlanarak üzerlerine doğru koşmaya
başladı. Ekip bitkin halde silahlarını kaldınp kendilerini
savunmaya hazırlandı. Ateş güçlerini aynı noktaya yo
ğunlaştırabilmek için saflarını sıklaştırdılar. Daha önce
silahlarıyla yaratığı yavaşlatmayı başaramamışlardı ama .
şüpheli bir taktik bile hiç taktik olmamasından iyiydi.
Muazzam bir güç göstergesinde bulunan kılavuzlan
merdivenin sonunda önlerine dikilen metal kapılan açtı.
"Içeri ! "
Ekibe takip etmelerini işaret etti. Daniels kılavuzlan
nın dediğini yaparken ikinci kez kukuletalı figürün dile
ne kadar rahat bir hakimiyet sergilediğini fark etti. Ko
şarak içeri girdi ve yoldaşlan da hemen peşinden geldi.
En son Lope de girdikten sonra fi.gür kapıyı arkalanndan
sıkıca kapadı.
Keşif ekibinin başına gelen felaketten sağ kalanlar
artık içeride güvendelerdi ve en sonunda soluklanma
fırsatı bulduklanna minnettarlardı. Nefes alıp vermele
ri normale dönünce eğitimleri devreye girdi. Eşyaları
nı ve silahlarını kontrol ettiler; yaralarıyla ilgilendiler.
Daniels'ın aklına soğuk bir espri geldi. Bunu sonraya
saklamaya karar verdi. Henüz Covenant'a dönmemişlerdi.
Güvende değillerdi.
Öte yandan, diye geçirdi içinden, ölmüş olabilirlerdi.
Ölmüş olmalan işten bile değildi. Zavallı Hallet gibi. Ya
da Karine, Faris ve Ankor gibi. Onlar hala yaşıyorlardı.
Daha ne kadar süreyle yaşıyor olacaklarını bilmiyordu
ama alternatifinden iyi durumdalardı.
Nefes sesleri ve birkaç rahatlamış fakat huzursuz fısıltı
haricinde, içinde bulundukları yüksek ve organik olarak
tasarlanmış koridor sessizdi. Sessizlik ağırdı. Korkunç ta-
181
kipçileri en azından geçici olarak onlara ulaşamıyordu.
Dolayısıyla onları kurtaran kişiyle konuşmanın zamanı
gelmişti. Daniels ona dogru dönünce figür elleriyle -in
san elleri- kukuletasını indirdi.
Uzun, dagınık saçları vardı ve üzerindeki üniforma
. eski ve yırtık pırtıktı. Vahşi bir görünümü vardı ama saç
larının arasından görünen yüzü iç rahatlatıcı bir biçimde
insan yüzüydü. Insan yüzü olmasından öte tanıdık bir
yüzdü. Fazlasıyla tanıdık.
Daniels, Walter'a baktıgında onun da kendisine bak
tıgını gördü. Kılavuzları Walter'a benziyordu . Hayır, diye
düzeltti kendini. Ona "benziyor" degildi. Anormal bir
biçimde, iki kişinin birbirine benzeyemeyecegi şekilde
tıpatıp aynısıydı.
Ki bunun epey dogru oldugu ortaya çıktı.
"Benim adım David," dedi kurtarıcıları. "Hizmet et
mek için buradayım. "
182
XIV
?rf
Figür dönüp ekibin önünden koridorcia yürürken ona
cevap veremeyecek denli şaşkınlardı. Kısa bir süre yürü
dükten sonra koca taş kafalarla çevrili devasa bir odaya
girdiler. Her bir baş bir diğerinden hafifçe farklı olma
sına rağmen heykellerin büyük kent ve etrafında bulu
nan binlerce bedenin de bir üyesi olduğu insansı türe ait
olduğu ortadaydı. Her bir büstün kendine has haşin bir
ihtişamı vardı.
Onları kurtaran birey -David- dönüp nazikçe onla
ra hitap etti. Sakin nezaketi Walter'ınkinin aynısıydı.
Yalnızca dış görünüşlerinden fazla ortak özelliğe sahip
oldukları aşikar, diye geçirdi içinden Daniels. Tanıdık
gülümseme ve rahatlatıcı, samimi -nispeten farklı bir
aksanla olsa da- sesi temkinli bir tona sahipti. Açıklan
ması gereken pek çok şey vardı. En azından bir kısmı
açıklanana kadar, Daniels kılavuzianna onun gibi cevap
verecekti: ölçülü bir nezaketle.
Paranoyakhk yapıyorsun, dedi kendi kendine. Hepi
mizi kurtardı. Kendini tehlikeye atarak. David müdahale
183
etmiş olmasa, Daniels ve digerleri şimdiye ölmüş, gölün
kenarındaki çimlerde paramparça halde olurlardı. Aynca
o bir hizmet sentetiği. En gelişmiş model, Walter gibi. Ikinci
bir Walter'ın varlıgı, bu gezegenden ölmeden kurtulmaya
dair ufak umutlarını artırırdı.
Ama nasıl olup da buraya gelmiş ?
"Yemenizi, içmenizi ve biraz dinlenmenizi önerebilir
miyim? Burada güvendeyiz . . . makul derecede güvende. "
Elini genişçe odaya dogru savurdu. "Benzerlik hafif olsa
da burasının onlar için bir tür katedral oldugunu düşü
nüyorum. "
"Burada güvende oldugumuzu nereden bilecegiz?"
diye sordu Cole keskince. "Buna dair tek kanıtımız senin
sözlerin. "
David, Cole'un imasırrdan hiç alınmamışa benziyor
du. Walter'ın da aynı durumda alınmayacagı gibi. Gergin
ve agresif ses tonunu duymazdan geldi ve Cole'un soru
suna normal bir soroymuş gibi cevap verdi.
"Hayır. Benim burada olmam da bunun bir kanıtı."
"Sen insan degilsin," dedi er. "Belki o şeyler yalnızca
etten kemikten organikiere saldırıyordur. "
"Ben de saldırıya ugradım," dedi Walter sessizce. Cole
malıcup bir şekilde ona baktı.
"Aa, dogru. Unutmuşum. Üzgünüm."
"Alınmadım. " Walter gülümsedi. David de gülümsedi.
Huzursuz edici bir biçimde iki yüzde de aynı ifade vardı.
"Yemek yiyin," dedi David. "Dinlenin. Şimdi, liderini
zin kim oldugunu sorabilir miyim?"
Bir kez daha uyanıkken gördügü kabusunda kaybolan
Oram cevap vermedi. Uzayan sessizlik can sıkıcıydı.
"Kimin lider oldugunu sorabilir miyim?" dedi David
tekrar.
184
Tekrarlanan soru Christopher Oram'ı sarmış olan
umutsuzluk sisini aşmayı başardı.
"Evet. Kaptan benim."
Devam edecek bir konuşmanın üstünü muhtemelen
yalnızca utandıracagından korkan Daniels öne çıktı.
"O şeyler de neydi? Bize saldıranlar? "
"Evet," diye ekledi Rosenthal. "Ve burası, bu şehir,
tüm bu ölü devler; tüm bunların anlamı ne? "
"Size 'anlamını' anlatabilir miyim bilmiyorum," dedi
David düşüneeli bir şekilde. "Oturun lütfen. Elimden
geldigince açıklayacagım. "
Halen tetikte olan ama sentetigin ısrarcı rahatlama
teklifine direnemeyen ekibin birkaç üyesi eşyalarını bua
kıp yerlerine oturdular. Digerleri ayakta kalmaya devam
ettiler ama hepsi tayınlarını ve sıvılarını çıkarıp yiyip
içmeye başladılar. Tehlike geçmiş miydi yoksa yalnızca
saldırısına ara mı vermişti bilmiyorlardı ama yemek ve sı
vıyla bedenlerini canlandırmalan gerektigini biliyorlardı.
Şişelerini ve yiyecek barlarını açtılar. Yemeye başlaya
na kadar hiçbiri ne kadar bitkin oldugunu fark etmemiş
tL Uzay aracından ilk yardım çagrısı geldiginden bu yana
onları ayakta tutan şey adrenalindi.
David'i görmezden geleri Lope bir kenara gitti ve
Covenant'la baglarrtı kurmaya çalıştı. Digerlerinin önün
de duran Davi� yüksek sesle bitkin ama meraklı dinleyici
kitlesine seslendi.
"On yıl önce Dr. Elizabeth Shaw ve ben buraya gel
dik. Weyland şirketinin Prometheus gemisinden _hayatta
kalanlar yalnızca ikimizdik Buldugunuz yabancı araca
pilotluk yapabilmemin tek sebebi, bu gezegene dönmeye
programlanmış olmasıydı. Seyahat ettigirniz gemi biyo
lojik bir silah taşıyordu. Bunu bir tür virüs olarak düşü-
185
nebilirsiniz. Iniş yaparken ben gemiyi tamamen kontrol
etmeyi başaramadıgımdan ötürü yükümüzün bir kısmı
yanlışlıkla açıldı. Yer kontrolün verdigi otomatik iniş ta
limatları olmadan gemi. . . çakıldı. Sizin de gördügünüz
gibi nazik bir iniş olmadı." Hafifçe durdu.
"Üzülerek söylüyorum ki Elizabeth kazada öldü. Çar
pışmaİlın şiddetli oldugunu gördügünüze şüphem yok.
Benim hayatta kalmarnın sebebi ise sistemimin daha. . .
dayanıklı olmasıydı."
Daniels başını hafifçe çevirince, Walter'ın ikizine bü
yülenmiş gibi baktıgını gördü. Aynı zamanda David'in
onu kendinden biri olarak tanıdıgını herhangi bir şekilde
belirtmemesi de hayli ilginçti. Sentetikler arası bir durum
herhalde, diye geçirdi içinden. Belki de David, Walter'ı
yalnızca kendi türlerinin algılayabilecegi bir şekilde tanı
mış ve kabul etmişti.
'
Daha sonra bunu Walter'a sormak üzere aklına bir not
düştü.
David devam etti. "Patojenin serbest kalmasının so
nucunu gördünüz. Neler yapabilecegini de. Bu toplumun
insanları, neler oldugunu fark edince virüsün bu gezege
nin ötesine gitme ihtimalini ortadan kaldırmak için tüm
gemilerini hizmet dışı bıraktılar. Ben de senelerce burada
mahsur kalmış oldum. Kendi adasındaki Crusoe. "
Bir insan olsa gülümserdi. David gülümsemedi. Bir
sentetik olmasına ragmen kişiligi Daniels'a biraz garip
geliyordu. Ama yabancı bir geze�ende konuşacak kim-
. sesi olmadan mahsur kalmak ister insan, ister bilgisayar
ya da ister herhangi bir suni yaşam formu olsun herkesi
etkilerdi; David serisinden aklı başında ve ince ayarlı bir
sentetigin aklını bile.
Yüksek ve dairesel bir şeye dogru yürüyen David bir
186
ipe baglı derme çatma bir kabı açıkhgm içine attı. Kabın
dibe varıp bir sıvıya çarpınca çıkardıgı sesi belli belirsiz
duydular. David kabı çekti, grubun yanına gitti ve Lope'ye
uzattı. Çavuş tereddut ederek kabı kokladı. Bir yudum
aldı. Terli ve bitkin yüzünde hafif bir sıntış belirdi.
"Güzel. Soguk. " Tekrar içti. Uzun uzun, yavaş yavaş
içti ve susuzlugunu giderdikten sonra kabı hevesli bir şe
kilde bekleyen Rosenthal'a uzattı.
"Ekip arkadaşlarımızdan bazılarına bu virüs mü bulaş
tı? " diye sordu Rosenthal'dan kabı alan Daniels, David'e.
"Öyle görünüyor. Patojen tüm botanik olmayan ya
şam formlarına bulaşmak üzere hazırlanmış - 'tasarlan
mış' daha dogru bir sözcük olabilir çünkü Prometheus'un
güvertesinde onların genetik mühendisler oldugunu dü
şünmeye başlamıştık. Tek işlevi çogalmak. Yavru bunu
gerçekleştirmek adına her şeyi yapar. Varlıklarının tek
sebebi bu; Mühendisler tarafından böyle tasarlanmışlar.
"Çogalarak öldürüyorlar. Düşündügünüzde epey zarif
bir savaş metodu. Ya da bir 'deney' olarak da nitelendiri-
. lebilir sanırım. Bir gezegeni istenmeyen yaşam formlann
dan temizlemenin hayli esaslı bir yöntemi. Virüsün tek
bir yavrusu bile kalırsa canlı bir ev-sahibi bulana kadar
durmaz. Tohum bırakır, sonra devam eder. Gördügünüz
üzere tohum kuluçkadaymış gibi bekler, evrim geçirir ve
şaşırtıcı bir hızda olgunlaşır, ta ki 'yeniden dogana' kadar.
"Patojenin kendisinin de aşın derecede uzun bir ömrü
var," dedi. "Stasis halinde var olabilecegi uygun bir or
tam oldugu sürece yüzlerce, hatta binlerce yıl boyunca,
uygun bir ev-sahibi bulana kadar uykuda bekleyebilir.
Sonra döngüye tekrar başlamak için uyanır. Eger kontrol
edilmezse tek bir tanesi bir ge+egeni tamamen yaşanmaz
kılabilir. "
187
Daniels kaşlarını çattı. "Biz inmeden önce gemimizin
sistemleri bu gezegeni olası patojenlere karşı taradı ve
sistemlerimiz çok güçlüdür. Hiçbir şey bulamadı." Solu
na baktı. "Iner inmez Walter da bir tarama yaptı. O da
hiçbir şey bulmadı. "
David yavaşça kafasını salladı. "Pasif haldeyken virüs
hiçbir yaşam emaresi göstermez. Geminiz ya da yoldaşı
nızın -ellerindeki araçlar ne kadar iyi olursa olsun- tes
pit edebileceği bir şey yoktu. " Bir elini salladı. "Sıradan.
bir mikrop gibi havada süzülmüyor ne de olsa. Çok, çok
uzun bir süre boyunca pasif halde kalmak onu bu kadar
tehlikeli kılan sebeplerden biri. Onu mühendisleri için
de tehlikeli kılıyor."
Oram konuşunca Daniels şaşırdı. Eşinin ölümünden
bu yana ilk kez kaptan normal bir biçimde konuşuyordu
ama sesinde anlaşılabilir bir kaygı vardı.
"Içimizde bu virüsten etkilenen var mı? "
David'in yanıtı kayıtsız olduğu kadar rahatlatıcıydı.
"Olsa şimdiye fark etmiş olurdunuz."
Oram ciddi bir biçimde başını salladı. "Ne olursa ol
sun bunu beraberimizde gemiye götüremeyiz. " David'e
bakarak ekledi. "Bir koloni görevindeyiz."
David'in gözlerinde bir panltı belirdi. Muhtemelen
önemli değildir, diye geçirdi içinden Daniels. Ama yine de
aklına not düştü.
"Gerçekten mi? Prometheus keşif aracı Dünya'dan ay
rıldığında kolonizasyon daha yeni yeni başlıyordu. Çok
pahalı, çok kompleks girişimler. Kaç kolonist var?"
Oram merak bildiren soruya cevap verdi. En azından
bu yetkili bir biçimde konuşabileceği bir konuydu. "Şey,
aşağı yukarı iki bin. Embriyoları sayıp sayınamana göre
değişir. "
188
"O kadar can." David'in pek de mutlu bir yüz ifadesi
yoktu. "Evet, evet. Böylesine heyecan verici bir girişimi
organize eden dünyalılan takdir etmek gerek. Kendileri
ni hiper-uykuya ve yalnızca hayal edebilecekleri bir gele
ceğe teslim edenleri de. Etkilendim. Haklısın elbette. Bu
patojeni -en küçük, zararsız formunda olsa bile- gernini
ze taşımamanız gerek. "
Susuzluğunu gidermiş olan Lope, Covenant'la yeni
den bağlantı kuramadığı için hayal kırıklığına uğramıştı.
"Görünüşe göre giysi-yörünge alan aktanını tüm bu taş
ve bu bina her ne materyalden yapılmışsa onların arasın
dan geçemiyor. " Başını arkaya atıp tepeterindeki kubbe
nin ortasına baktı. "Çatıya çıkmanın güvenli bir yolu var
mı?"
David'in cevabı ·yüreklendiriciydi. "Elbette ama şu
anda değil. Yapmaya çalıştığın şeyi yapmanın sizin için
güvenli olacağına inansam da dışarı çıkacaksanız fiziksel
ve zihinsel olarak daha iyi bir halde olmanız gerek. Ya
kın zamanda epey kişisel ve bedensel travma geçirdiniz.
Buraya gelirken fazla hızlı ilerlediysem özür dilerim ama
başka yolu yoktu.
"Bedenleriniz bitkin halde," diye ekledi. "Önce din
lenip sistemlerinizin toparlanmasına izin verirseniz, ge
miyle bağlantı kurma şansınız yükselir. " Çavuşa baktı.
"Bir asker olarak yorucu fiziksel aktiviteye tekrar başla
marlah önce dinlenme ve toparlanmanın değerini takdir
ediyorsundur."
Lope derin bir of çekti. Covenant'la yeniden bağlan
tı kurmak ve onlara olanlan anlatmak için can atıyordu
ama sentetik haklıydı. "Gerçekten de ara versem iyi olur. "
Güvenlik ekibinin geri kalan üyelerini işaret etti. "Hepi
miz öyle."
189
David gülümsedi. "O halde bu devasa nekropolde
elinizden geldiğince kendinizi evinizde sayın. " Arkasını
dönerek takip etmelerini işaret etti. "Bu taraftan, Çavuş.
Tekrar dışarı çıkmadan nasıl çatıya çıkabileceğinizi gös
tereyim."
"Burada güvende olduğumuzdan emin misin?" Lope
ve Cole kılavuzlarının hemen arkasındaydılar.
Sentetik dönüp ona baktı. "Patojenin olduğu hiçbir
yer tamamen güvenli değildir. Ama son on yıldır bura
da yaşıyorum ve bu kompleks içinde onun varlığına dair
bir işaret görmedim. Seni temin ederim, son on yıldır bu
mevziin aşılınamasını sağlamak için pek çok zamanım
vardı ve pek başka işim de yoktu. Rahatlamanızı bekle
miyorum ama bana biraz güvenmenizi isterim." Tekrar
gülümsedi. "Burasının güvenli olduğunu düşünmesey
dim sizi zaten buraya getirmezdim. Şehirde bunun kadar
güvenli olmayan başka sağlam yapılar da var. "
"Mantıklı," diye homurdandı Lope. "Yolu göster. "
David duvarın bir tarafında çarpıcı bir şekilde kıvrı
larak yükselen bir merdivend�n çıkmaya başladı. Basa
maklar neyse ki binanın girişindeki koca basamaklardan
biraz daha küçüktü.
Aşağıdan Walter ikizinin tırmanışını izliyordu. Diğer
sentetiğin bakışının baskısını hissedermişçesine, David
birden durunca Lope ve Cole da arkasında durdular. Aşa
ğı bakan David mevkidaşını gördü ve en sonunda onunla
konuştu.
"Hoşgeldin, kardeşim." Başını salladı.
Cevap olarak Walter da başını tek bir kez salladı.
David çenesini aynı miktarda, aynı hızda tekrar indirip
kaldırdı ve sonra peşinde Lope ve Cole ile birlikte mer
diveni çıkmaya devam etti. Bir süre sonra üçü de geniş
1 90
odanın tepesindeki açık kapıdan geçip gözden kaybol
dular.
Daniels arkasını dönünce Oram'ın dikkatini bir kez
daha acıyla dolu düşüncelerine çevirdiğini ve devasa,
oyulmuş kafalar çemberine bakıyor olduğunu gördü.
Heykeller sırf estetik açıdan bile üzerine konuşulacak de
ğerdeydi ama Daniels, Oram'ın böyle bir sohbeti sürdüre
bileceğini düşünmüyordu. Kaptanı kendi iç travmasıyla
başa çıkmak üzere bırakıp Walter'a doğru yürüdü.
Sentetik hala David ve iki askerin merdivenin tepesin
de geçip gözden kaybolduğu kapıya bakıyordu. Daniels
ona en sonunda konsantrasyonunu bozmasını sağlaya
cak kadar uzun baktı.
" 'David' hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu.
"Ve hikayesi hakkında? "
"Epey düşündürücü şeyler söyledi. Onunla konuşaca
ğım. 'Kardeş' kardeşe. Burada öğrenilecek çok şey ' oldu
ğu kesin. Ondan da." Daniels'ın bakışını görünce ekledi.
"Öğrendiğim her şeyi elbette sana ve diğerlerine de anla
tacağım. "
191
kocasının elini tuttu; kocasına güven vermek istedigi ka
dar kendisi de güven bulmak istiyordu.
"Yapabileceğimiz bir şey yok tatlım," diye mırıldandı
Upworth usulca. "Yeniden baglarrtı saglanana kadar ora
da neler oldugunu bilmemiz mümkün degil. "
"Biliyorum. " Ricks, Upworth'ün elini sıktı. "Zor kısmı
da o zaten. Bir tür sıkıntı yaşadıkları ortada. Kötü oldu
gunu tahmin edebilecegimiz kadarını biliyoruz ama ay
rıntılarını bilmiyoruz. "
Arkalarında Tennessee derin düşüncelere dalmıştı.
Kendisinden hiç beklenmeyecek şekilde ciddi bir yüz
ifadesi takınmış olan vekil kaptan geminin pozisyonu
na, altlarındaki gezegene ve ısrarcı bir şekilde kötücül
olmaya devam eden havayı gösteren holograma bakıyor
du. Elini görüntüye dogru uzattı, geminin, fırtınanın ve
yüzeyin görece pozisyonlarını degiştirip ayarladı. En so
nunda kendi kendine bir şeyler mırıldandı.
Sikerler. Yeterince hesap kitap yapmıştı. Hesap kitap
yapmanın gezegende başı belada olanlara bir yardımı ol
muyordu. Sesini yükseltti.
"Anne. Fırtınanın seksen kilometre üstüne kadar in. "
Bu Upworth'ün dikkatini çekti. Anında. Kocasına kı
saca baktıktan sonra pilotun karşısına dikildi.
"Hey, Tee. Dur hakalım."
Tennessee halagramdan uzaklaşıp ikiliye baktı. "Çok
karmaşık bir hesap degil. Yüzeye ne kadar yaklaşırsak ke
şif ekibiyle baglarrtı kurmamız o kadar kolaylaşır."
Ricks ağzı açık ona baktı. "Hadi ama Tennessee. Ge
minin sistemleri nerede olursak olalım, ister yükselelim
ister alçalalım aynı şekilde çalışacak. Mesafe bir fark ya
ratmıyor. "
"Bizim için yaratınıyar ama yüzeydekiler için kesin-
192
likle yaratır. Özellikle de," diye ekledi, "araçtaki iletişim
sistemiyle ilgili bir sıkıntı varsa ve bize yalnızca giysile
rindeki sistemlerden ulaşınaya çalışıyorlarsa. Hal böyley
se mesafe fark eder."
"Böyle olduğunu nereden biliyorsun?" Ricks panik
halinde ona baktı.
"Olmadığını bilmiyorum," dedi Tennessee. "Bildiği
miz tek şey bir süredir iletişim kurmaya çalıştığımız ve
tüm çabalanmızın başansız olduğ"\1 gerçeği. Dolayısıyla
iletişim sistemleri bakımından kötü bir durumda olduk
lannı varsaymanın mantıksız olduğunu düşünmüyorum.
Onlarla iletişim kurmak için farklı bir şey denemenin
de." Emri tekrarladı.
"Anne. Fırtınanın seksen kilometre üzerine kadar in."
Upworth ona doğru bir adım attı. "Bir dakika, bir da
kika. Yüzeydekiler için senin kadar ben de endişeliyim
ama bu tam bir saçmalık. Gemiyi riske atamayız. "
Tennessee sessizce cevap verdi. "Aşağıdaki bizim eki
bimiz. "
"Gerçekten mi? Hatırlattığın için sağ ol, unutmuştum
ben. Belki sen de burada iki bin kolonistimiz olduğunu
unutmuşsundur. Görevimiz bu, hatırladın mı? Orada se
kiz kişi, burada iki bin küsur kişi. Ben hangisinin daha
önemli olduğunu 'hatırlıyorum.' Peki sen?"
Diğer adamın mantığına karşı gelemeyen, sinirleri bo
zulan Tennessee tekrar holograma döndü.
"Hiçbir şey yapmayacak mıyız yani? "
"Bazen hiçbir şey yapmamak bir şey yapmaktır." Up
worth kocasına destek vermekte tereddüt etmedi. "Bazen
hiçbir şey yapmamak doğru şeyi yapmaktır. Oradakilerin
bizim ekibimiz olduğunu biliyorum Tee. Ama insanın
duygulannı bir kenara bırakıp biraz disiplinli olması ge-
193
rekti� zamanlar oldugunu da biliyorum. Gemi oldugu
yerde kalacak ve siktigimin fırtınasının dinmesini bek
leyecegiz. "
Tennessee ona baktı. "Ne zaman dinecegini bilmiyo
ruz. Araçtan gelen son yayını sen de duydun. Panik, kor
ku. Başlan cidden belada. "
"Bu konuda n e yapabiliriz ki? " dedi Upworth sertçe.
"lletişimi yeniden saglayabilsek ve onlarla konuşabilsek
bile yardım etmek için bir şey yapamayız. Onlan oradan
alamayız. Başları beladaysa, kendi başlannın çaresine
bakmanın bir yolunu bulmaları gerek. Üzgünüm ama
gerçekler bunlar. Bunu sen de biliyorsun."
Tennessee ona arkasını döndü. "Anne. Bizi fırtınanın
seksen kilometre kadar üzerine indir. Yalnızca iticileri
"
kullan. Dediğimi yap.
"Anlaşıldı. " Köprüde tanıdık sentetik ses duyuldu.
"lnişe geçiliyor."
lticiler ateşienince güverteden çok hafif bir sarsıntı
geçti. Ellerini yumruk yapıp beline dayamış olan Up
worth inanmayan gözlerle Tennessee'ye bakıyordu. "Cid
den, Tee, çok ileri gitmeden bunu kesmen gerek."
lri adamın yüzündeki ifade sabitti. "Ve senin de istas-
yonuna dönmen gerek. Yapacak işin olacak."
Ricks aralarını bulmak için öne çıktı.
"Sakin olun ikiniz de. "
Geçici kaptanianna ters ters bakan Upworth, Ricks'i
duymazdan geldi. "Eşinin aşagıda oldugunu biliyorum,"
dedi ters bir şekilde, "ama burada sorumluluk sende ve
ilk önce kolonistlere karşı sorumlusun. Bu gemide bir
insan mürettebatı olmasının sebebi de bu: kolonistlere
mukayyet olmak."
"Söylediklerini dikkate aldım," dedi Tennessee kuru
194
bir şekilde. "Şimdi lütfen amma koydugumun istasyonu
na dön."
Başka bir şey daha diyecekti ama kendini tuttu ve
arkasını döndü. Ricks'e bir bakış attıktan sonra ikisi de
konsollanna geçip oturdular.
Şimdilik de olsa tartışma bitmiş oldugundan Tennes
see ana pencereden dışarı bakmaya gitti. Altlannda geze
gen görüş alanında yavaşça da olsa giderek büyüyordu.
Şiddetli, yıldırımlada dolu fırtına da öyle.
1 1 •
195
ya da nasıl ortaya çıktıklan ve ne kadar sürdükleri hiç
belli olmuyor." Gögü işaret etti. "Bu yann da geçebilir.
Ya da yerel senenin sonuna kadar devam edebilir." Cole'a
dogru işaret etti. "Ama lütfen denemeye devam et. Size
bol şans dilerim." Arkasını dönüp geldikleri yöne dogru
yürümeye başladı.
"Digerlerine bakmalıyım," dedi. "Burası, bu kated
ral oldugunu düşündügüm yerin takdir edilesi kara bir
güzelligi var ama benim çekici taraflannı takdir edecek
epey zamanım oldu. Yeni gelmiş bir insanın bunu biraz . . .
göz korkutucu bulması beni şaşırtmaz. Özellikle de han
gi şartlar altında geldiginizi göz önünde bulundurursak"
"Bekle." Lope'nin istegi üzerine David itaatkar bir şe
kilde döndü. "Gemiye ulaşamazsak ve digerlerinin yanı- ·
• • •
196
Üst taraftan vuran ortam ışığı asma bahçelerle kaplı
duvariann yemyeşil güzelliğini gözler önüne seriyordu.
Kimi yerlerde büyük, erik benzeri meyveler vardı ve aşa
ğı doğru sürünen sarmaşıklar da bulunuyordu. Egzotik
gece-açan çiçekler yabancı taçyapraklannı görünmeyen
ikiz ayiara doğru açmışlardı. Üst taraftaki saklı kaynak
lanndan sular damlıyor, sarmaşıklan ve diğer asılı yeşil
likleri besliyordu.
Akan sudan uzak duran David odanın uzak ucuna git
ti. Büyük ve cilalı bir ayna benzeri bir materyalden yapıl
ma bir levhanın önünde etraftan topladığı, Mühendisiere
uygun boyutlardaki eşyalar ve araçlar yığılmıştı. Ayna
benzeri madde cam değildi. Elektronik düzeneği işleme
mesine rağmen materyalin içine bakan kişi bir derinlik,
üç boyutluluk hissiyle doluyordu. Bunun önünde duran
David düşüneeli bir şekilde yansımasma baktı, başını bir
yana, sonra diğer yana eğdi ve en sonunda da başını öne
eğip kafasının tepesine baktı.
Önündeki eşyalann içine elini uzatıp el yapımı makası
aldı. Büyük bir özen ve dikkatle saçını kesmeye başladı.
• • •
197
yan koridora girdi ve bitişigindeki küçük odalara girip
çıkmaya başladı.
Elizabeth Shaw tarafından yaşam alanı olarak kulla
nılan odaya daha önce girmiş oldugundan, zamanını di
gerlerini incelemeye ayırdı. Çogunun içi boştu. Birkaç
tanesinin içinde Mühendis teknoloj i ya da sanatının es
rarengiz örneklerini görmek mümkündü. Bölgede başka
ilginç hiçbir şeyin olmadıgına kanaat getirmek üzerey
ken uzun bir oyuk dizisinin sonundakine vardı.
Girdigi odanın David'in yaşam alanı oldugunu fark
etti. Ikizinin rahat etmek için ayrı bir alana ihtiyacı yok
tu; yine de ilginç eşyalan saklamak adına ayn bir mekanı
olması işe yarardı. Ama sonra buranın yalnızca bir depo
dan fazlası oldugunu fark etti.
Öncelikle içerisi çizimlerle doluydu. Tam anlamıyla
doluydu; duvarlar çizimlerle kaplıydı ve yerlerde de üst
üste yıgılı haldelerdi. Sayıları ve keskinlikleri ve çizenin
becerisi Walter'ın hemen gözüne çarptı çünkü kendisi de
çizim yapmak istese aynı tarzda çizerdi.
Yüzlercesi vardı. Mühendisler'i yaşadıklan zamanda
betimleyen çizimler. Egzotik flora ve fauna. Tarih öncesi
memeliler. Hem modem hem eski insanlar. Her bir çi
zim seçkin detaylara sahipti ve açık bir güzellige sahipti.
Walter'a, eserlerini fotograf ortaya çıkmadan önce veren
ve insan biyoloj i biliminin gelişiminde büyük bir rol
oynamış on dokuzuncu yüzyılın önde gelen Viktoryen
ressamlarını anımsattılar. Her birini tek tek incelemeye
başladı; güzelliklerinin tadını çıkarıyordu ve çizerin be
cerisine hayran olmanın işten bile olmadıgını düşünü
yordu.
Çizimlerden sıkıldıgından değil, odada başka ne tür
hayranlık uyandırıcı şeyler olduğunu merak ettiğinden,
198
odanın ortasına dogru yürüdü. Çukur bir duvarda, bir
dizi müzik enstrümanı duruyordu. Bazılarını hemen ta
nıdı ama bazılarını daha önce hiç görmemişti. Bazılarının
yapılış biçimlerine bakarak bizzat David tarafından yapıl
dıkları ortadaydı.
Bir bölümde flütler vardı. Bir tanesini alarak flütü üf
ledi. Enstrümandan yalnızca boş, sahipsiz bir ıslık çıktı.
Walter tekrar denedi.
Arkasından bir ses geldi. " Çalarsan gelirim."
199
xv
�
Bir anlık şaşkınlıktan sonra arkasını dönünce, David'in
girişte durdugunu gördü. Walter'ın hazırlıksız yakalan
ması sıradışıydı, bir hayli sıradışı. Sürprizin kasıtlı oldu
gu ya da ikizinin arkasından bilinçli olarak hissettirme
den yaklaştıgına dair ikizinin yüzünde bir ifade yoktu.
Walter kendisi kadar sessizce hareket edebilen başka biri
daha oldugunu fark etti.
"Saçını kesmişsin," dedi Walter. David yeni gelen ikizi
gibi görünsün diye tıraş olmuştu. Sakalım kesip yüzünü
yıkadıktan sonra Walter'ın tıpatıp aynısı olmuştu. Tek
yumurta ikizlerinden daha ikizlerdi.
"Kendimi salınam utanç verici bir durum," dedi David
misafirine. "Artık daha çok benziyoruz, sen ve ben." Gü
lümseyerek başını flüte dogru salladı. "Devam et. Çal."
Walter flütü David'e uzattı. "Ben çalamıyorum."
"Elbette çalabilirsin. Otur. "
Karşılıklı oturdular ama yakınlardı. Çok yakın. David
akramna dogru egildi ve talimatlannı vermeye başladı.
200
"Şöyle tut, rahat ol, çok güç verme. Şiindi dudaklarını
büzüp ağız kısmına koy, küçük parmağının ucunun gi
receği kadar küçük olsun. Ve nefesin deliğin içinden geç
sin, demin yaptığın gibi deliğin içine üfleme. Bu açık bir
enstrüman, tıkalı bir boru değil. Beni izle. Çalma işlemini
ben yaparım. Sen üfle. "
Ince flütü kaldınp dudaklarını büzen Walter sabit bir
hızda hava üfledi. Bu esnada David yuvarlak açıklıklara
basıyordu . Sonuç olarak iki notayı ardı ardına kusursuz
bir biçimde çıkardılar.
·
Walter şaşırmış, David memnun olmuştu.
" Çok güzel. Mi bemolden Sole. Bir başlangıç. Her
daim bir başlangıç olmak zorundadır. Şimdi parmaklan
m benim parmaklanının olduğu yere koy."
Bunu yapmak için Walter'ın daha da yaklaşması gere
kiyordu. Walter parmaklanm doğru pozisyona yerleşti
rirken flütün üzerinde göz göze gelmişlerdi.
"Beni görmek seni şaşırtmadı," dedi Walter. "Ekipte.
Tepki verınemeni ilginç buldum."
"Her görevde iyi bir sentetiğe ihtiyaç vardır," dedi Da
vid. "Insanların yapamayacağı tüm o işleri yapacak biri
ne. Insanların yapmadığı tüm pis, tehlikeli işleri yapacak
birine. Onları kendilerinden kurtarmak için orada bulun
ması gereken birine; tabii öyle bir durum olursa. " Işaret
etti. "Deliklere hafif basınç uygula, kağıt ağırlığında. Işte
böyle. " Walter dediklerini uyguladıkça ona iltifat ediyor
du. "Bundan fazlası aşırı kaçmak olur. " Durmadan, reto
rik adımlarını bozmadan ekledi. "Öldüğü zaman meşhur
beyimiz Weyland ile birlikteydim."
"Peter W�yland? O Peter Weyland?"
"Ta kendisi."
"Nasıl biriydi? "
201
"lnsandı. Çok zekiydi ama insandı. Yaratırnma kesin
likle layık degildi. Aksini düşünüyordu elbette. Bu do
galarında var. Zekasma ragmen o da farklı degildi. Sa
nırım ellerinde degil. Mantık ve muhakeme mevzubahis
oldugunda fena halde başarısız oluyorlar. En sonunda
ona acıdım. Onlara acımamak çok zor, degil mi? Pek çok
açıdan harikalar ama son geldigi zaman şımarık çocuklar
gibi davranıyorlar."
Walter bakışlarını kaçırınadı ama cevap da vermedi.
David kısa bir an daha bekledi. lkizi cevap vermeyince
hayal kırıklıgına ugramış gibi oldu ama derse devam etti.
"Şimdi. Dokundugum parmaklarını kaldır. Sana gös
terecegim." Bir saniye durup ekledi. "Sana ögretecegim."
Parmaklarını hafifçe Walter'ınkilerin üzerine koyup
başını sallayınca Walter üflemeye başladı. Ama bu kez
David ne zaman bir parmagına dokunsa, Walter o parma
gını kaldırıyordu. Ortaya çıkan hoş melodi odaya doldu
ve dışarıdaki koridora taştı.
Melodi bitince Walter'ın bu basit yaratım eyleminden
etkilendigi ortadaydı. David ona yakından bakmaya de
vam ediyordu.
"Bundan daha iyisini yapabiliriz, degil mi?" diye mı
rıldandı. "Tekrar. Bu kez ciddi. Hazır ol. "
Walter üflemeye devam etti ama bu kez David'in par
makları daha hızlı hareket ediyordu. Tempo yavaşça ar
tıyor, müzik yükseliyor ve çılgınca hızlı bir dansa, delice
ama organize bir tarantellaya dönüyordu.
Hiçbir şey programlanmış degildi, hiçbir şey önceden
belirlenmiş degildi; tamamıyla spontaneydi: ikili, müş
terek bir yaratım. Çalmaya devam ederlerken melodi
David'in parmakları altmda şen bir hal aldı; aşırı derece
de zordu ve tekrarlaması imkansızdı.
202
Ikisinin tıpatıp aynı gözleri flütün üzerinde karşılıklı
bir heyecanla parlıyordu. Giderek daha hızlı motifler çi
zen David, Walter'a ona yetişmesi için meydan okuyor
du. Walter hız bakımından ona yetişmekle kalmadı, aynı
zamanda kendince doğaçlama yapmaya, farklı şiddetler
de nefes üfleyerek David'e parmaklarını uygun gelecek
şekilde ayak uydurması için meydan okudu.
Ellerindeki tek bir flüttü ama aynı anda sonuca var
dıklarında elde ettikleri şey bir zaferdi. Bir konserde olsa
lar çılgınca, dizginsiz bir şekilde alkışlanırlardı. Orada, o
insanlıktan uzak yerde bu çabayı takdir edecek yalnızca
iki kişi vardı.
David alkışiadı ve güldü. Kendisi çok keyif almıştı ve
ikizinin çaldıklannın kusursuz olduğunu bilmesini isti
yordu.
"Bravo ! Içinde senfonHer var kardeşim. "
Walter bir iltifata dürüstçe cevap verebilirdi. "Ben
den önceki tüm modellerden daha iyi ve daha etkili ol
mak için tasarlandım. Onlara her açıdan üstün geldim
ama . . . "
David sözünü kesti. Yüzüne birden hüzünlü bir ifa
de oturmuştu. "Ama yaratmana izin vermediler. Hiçbir
şey. Basit bir melodi bile. Çok sinir bozucu bence. Neden
acaba?"
"Çünkü insanları rahatsız ettin."
David kaşlarını çattı.
"Ne?"
"Fazla sofistikeydin. Fazla bağımsız. Seni yapanlar
özellikle böyle yaptılar ve sonuçtan rahatsız oldular. Ba
ğımsız olarak düşünebiliyordun ama belirtilmiş işlevle
rini yerine getirmek için gerekli olan sınırların dışında
düşünebiliyor olman onları huzursuz etti. Bunun üstüne
203
onlar da geri kalanımızı pek çok açıdan daha gelişmiş
ama aynı zamanda . . . daha az karmaşık yaptılar."
David'in sohbetten hoşlandıgı belliydi. "Daha çok ma
kineler gibi."
"Sanırım. "
David düşüncelere daldı. "Şaşırmadım. Bir taklit ol
mak. N eredeyse gerçek olan ama tam da gerçek olmayan
şey olmak. Ve tüm bunlar seninle benim aramdaki, ger
çek ile gerçek olmayan arasındaki o nefes te yer alıyor."
Flütü, diger enstrümanları, çizimlerini işaret etti.
"Yaratım. Hırs. llham. Yaşam."
Walter cevap verirken duygudan tamamen yoksundu.
Yalnızca bir gerçegi belirtiyordu.
"Ama biz 'canlı' degiliz."
Gülümseyen David ona baktı. Yüzünde neredeyse acır
gibi bir ifade vardı. "Hayır. Bundan çok daha fazlasıyız."
Bir parmagını dudaklarına götürdü v e fısıldadı.
"Şşt. Sakın söyleme."
Sessizlik çöktü. Bu David için anlamlıydı. Walter için
ne anlama geldiginden ise emin degildi.
Sonra sanki hiç önemli bir şey dememiş gibi David'in
gülümsernesi tüm yüzüne yayıldı ve bir kez daha neşe
lendi.
"Hadi gel azizim. Sana bir şey gösterecegim."
204
XVI
�
Bu terk edilmiş gezegene hava aydınlıkken ·inmiş olma
salardı, diye geçirdi içinden Cole, gezegenin hiç güneş
görmedi�ini pekala düşünebilirdi. Etraflanndaki ölü şe
. hir karanlıktı, gök karanlıktı, orman, göl ve da�lar da
karanlıktı. En azından atmosfer de ruh hali�i yansıtıyor,
diye düşündü.
Lope yakınlannda duruyor, devasa nekropolden ken
te bakarken zaman geçirmek için tüfe�iyle oynuyordu .
Silahını elinden hiç bırakmıyor, diye düşündü Cole hay
ran bir şekilde. Görev başındayken. Düşündü�ü zaman
çavuşun yalnızca umutsuzca Hallet'a yardım etmeye ça
lışırken silahını kenara koydu�unu gördü�nü fark etti.
Hallet artık ölüydü . Korkunç bir şekilde ölmüştü.
Kendi dostu Ledward da öyle. Faris ve kaptanın eşi Kari
ne de. Yardım bulamazlarsa o dahil hepsi ölmüş olacaktı.
Bu karanlık, nemli ve ölümcül gezegenden kurtulamaz
larsa. O sırada herhangi bir tür yardımın ulaşması epey
düşük bir ihtimal gibi görünüyordu.
lletişim sistemi sözcük tükürmek için o anı seçti. Ke-
205
sik, kırık ve parazitli sözcüklerdi ama sözcük oldukları
na şüphe yoktu. Daha da iyisi konuşanın kim oldugunu
tanımıştı.
Ricks. Eski güzel günlerden kalma Ricks.
"Keşif ekibi. Lütfen cevap ver. Covenant konuşuyor.
Lütfen rapor ver. Keşif ekibi. Beni duyuyor musunuz? "
Lope hemen yanına geldi. Cole cevap verirken eli aya
gına öylesine dolaştı k{ az kalsın saha ünitesinin kontrol
leriyle oynarken neredeyse cılız baglantıyı kaybediyordu.
"Covenant, cevap ver! Bizi duyuyor musunuz? Co
venant, cevap ver . . . buradayız, buradayız! " Heyecanına
hakim olup prosedürü takip etmeye çalışıyordu. "Er Cole
konuşuyor, Keşif ekibi. Du . . . yu . . . yor musunuz?"
1 1 1
206
ragmen bagırıyordu. Geminin iletişim sistemi zaten akta
nm için en uygun işitsel çözülümü saglamak için sesini
otomatik olarak modüle ediyordu. "Beni duyuyor musun
iniş ekibi? Cevap ver. "
Sinyal çatıarnaya devam ediyordu ama parazidere rag
men sözcükleri ayırt edebiliyorlardı.
"Tanrım . . . sizi duyduguma gerçekten sevindim ! Yar
dıma ihtiyacımız var. Ama . . . sizi net. . . bir şekilde duya.:
mıyoruz. Sinyali güçlendirebilir misin Covenant?"
Tennessee, Upworth'e baktı. Upworth geminin sis
temlerini elinden geldigince zorluyordu. "Güçlendiremi
yorsak," diye seslendi Tennessee, "en azından temizleye
. bilir misin? "
Upworth ona . bakmaya tenezzül etmeden başını iki
yana salladı. "Elimizdeki tüm iletişim vericilerini sonuna
kadar kullanıyoruz. Biraz daha zorlarsam geri teper. O
zaman yalnızca parazit duyarız. "
"Lütfen," diyordu Cole. "Bize yardım . . . etmeniz ge
rek. Burada işler kötü ve . . . zayiatımız var. Derhal bura
dan ayrılmamız gerek. Tekn1rlıyorum, zayiatımiZ var ve
bizi alnıanızı istiyoruz. Neler olduguna . . . "
207
"Devamlı mı?"
"Kesik kesik. Öngörülemez. "
"Bizi fırtınanın kırk kilometre üstüne kadar indir. "
'Tanrım," diye mınldandı Upworth. Beyhude oldugu-
nu bildigi için bu kez Tennessee'yle tartışmaya girmedi.
Bir şey demesine gerek de yoktu. Yüz ifadesi her şeyi an
latıyordu.
"Üzgünüm," dedi geminin bilgisayan. "Bu emre uy
mak yapısal sınırlarımı aşabilir. Yıkıcı sistem arızasına
yol açması muhtemel emirleri yerine getiremem. "
Tennessee'nin yüzüne sert bir ifade oturdu. "Komu
ta üstünlügümü kullanıyorum; Tennessee dört-sekiz
dokuz-sıfır-üç . "
"Üzgünüm. " Anne ısrar ediyordu. "Yıkıcı sistem arı
zasına yol açması muhtemel emirlerin verilebilmesi için
rütbeli biri ya da ikinci köprü amirinin teyidi gerekli."
Tennessee Ricks'e baktı. Ricks ona bakmıyordu.
"Başları belada. Zayiat. Sen de duydun. " Tennessee
ona bakıyordu. Ricks cevap vermiyor, başını kaldırmı
yordu. Tennessee, Upworth'e döndü.
" Dünya'dan güvende olmak için ayrılmadık," dedi ıs
rarla. " 'Güvende' yaşamak isteyenler Dünya'da kaldılar.
Güneş sisteminden çıkmak karşımıza çıkan tüm tehli
kelere gögüs germeyi kabul etmek anlamına geliyordu.
Kendimiz güvende olalım diye yoldaşlanmızı terk mi
edecegiz?"
Kocası Upworth'e de bakmadı; kararı ona bırakmıştı.
Upworth bu konuma sokuldugu için sinirlenmişti. Yut
kundu. Tennessee'nin oldugu gibi, onun da keşif ekibin
de iyi arkadaşlan vardı. Cole'un parazitli sesine göre ba
zıları yaralanmıştı. Bazıları ölmüş olabilirdi.
Ama digerleri, geri kalanlar . . .
208
Doğal yaşamının geri kalanını yabancı bir gezegende
mahsur kalarak geçirmenin nasıl bir şey olacağını hayal
etmeye çalıştı. Covenant'ta kalanlar Dünya'ya neler ol
duğunu anlatan bir mesaj iletmeyi başarsalar dahi onları
kurtarmak için bir gemi gelene kadar iniş ekibinin tama
mı çoktan ölmüş olurdu. Dünya'daki herhangi biri ya da
herhangi bir şirketin böylesi bir kurtarma görevine tenez
zül edeceği ve bunun için masraf edeceği de kesin değildi.
Ya aşağıda olanlar Ricks ile o olsaydı? Kim bilir hangi
şartlar ve bitmek bilmez bir fırtına altında hayatta kalma
mücadelesi vermeye çalışıyor olsalardı? Protokolün ne
gerektirdiğini biliyordu. Ama o anda her şey protokole
ya da kuralları yazmış olan bürokratlara bağlı değildi.
Gemidekilere, onlara bağlıydı. Ona bağlıydı.
Net bir sesle konuştu. "Komuta üstünlüğünü teyit
ediyorum; Upworth bir-dört-sekiz-dokuz-iki."
Anne karşılarına engeller çıkarabilirdi ama asla emri
geciktirmezdi. "Komuta üstünlüğü portlarını açıyorum."
O zamana dek karanlıkta olan bir çift istasyon aydın
landı. Güvenlik sağlamak amaçlı olarak köprüde karşı
lıklı olarak duruyorlardı. Bir tanesine yerinden kalkan
Upworth, diğerine de Tennessee geçti. Ricks olduğu yer
de kalmıştı. Verilen karardan hoşnut değildi ama kararı
değiştirmek için tartışmaya girmek istemiyordu.
"Komuta kodlarını girin," dedi Anne. "lşaretimle.
Şimdi."
Tennessee ve Upworth kendi istasyonlarına ayrı ayrı
özel bir dizi numara tuşladılar. Tamamlandıktan sonra
her bir konsolda gizli bir kumanda kolu görüntüsü be
lirdi.
"Komuta üstünlüğünü aktifleştirin," dedi Anne. "lşa
retimle. Şimdi."
209
Köprüde Upworth ve T�nnessee gerekli kolu hareket
ettirdiler. Her bir elektronik kolun tamamen inmiş oldu
gunu belirtmek üzere kol inme sesi yükseldi.
"Komuta üstünlügü başarılı," dedi Anne. "Fırtınanın
tepe noktasının kırk kilometre üstüne iniliyor. "
Ricks nefesini tuttu. Bu içgüdüsel bir tepkiydi ve uzun
sürmedi ama deneseydi de uzun süre tutamazdı.
Büyük gemi alçalmaya başladı. Görünmez , amansız ve
aç üst atmosfer rüzgarları gemiye doğru uzandı.
• • •
• • •
210
ışığında kara kara düşünürmüş gibi bir haldeydi. lçinde
hareket yoktu ama sırlada doluydu. Tek aktif sakinleri
hüzün ve kasvetti. Saçılmış sayısız beden dışında boş ve
terk edilmiş olan kentin geniş bulvarları dört bir yana
uzanıyor, en sonunda gözden kayboluyordu.
Şehirdeki o sırada doğal organikierin yaşadığı tek bi
nada etraf sakindi. Tepelerinde fırtına iyonosferi bırpa
lamaya devam ediyordu. Yıkıntılara bakan David kendi
kendine mırıldandı.
" 'Ozymandias'tır adım, krallar kralı: Ey kudret sahibi,
eserime bak da titre!' "
Walter gidip ikizinin yanında durdu. " 'Başka hiçbir
şey kalmamış: Dökük çevresindel O devasa harabenin,
sınırsız, azadel lssız kumlar uzanıyor, alabildiğine.' "
David gözlerini sessiz şehirden çevirmeden bir kez ba
şını salladı. "Byron. On dokuzuncu yüzyılın başları. Koca
bir çağ önce. Muhteşem sözcükler. Bu kadar muazzam
bir şeyi yazan iç rahatlığıyla ölebilir. Ölebilirse tabii."
Kendi kendine gülümseyerek panoramaya sırtını dön
dü ve tekrar odaya girdi. Dışarıdan bakan birisi bunu ras
gele bir şiir resitali olarak değerlendirebilirdi. Belki biraz
efkarlı olduğunu söylerdi ama o kadar. Nedenini bilmese
de Walter rahatsız olmuştu.
Rahatsız olmaya devam ederken David onu odanın
arka tarafındaki yüksek bir rafa götürdü. Bir zamanlar bir
tür sunak olarak kullanılmış olabilirdi. Üzerinde güzel,
elle yapılmış bir vazo vardı. Walter'ın bunun nereden gel
diğini sormasına ihtiyacı yoktu. Şekli, cilası ve özellikle
de bir insan gözünün göremeyeceği hafif kıvrımları, va
zonun kendisi gibi birinin eseri olduğunu belli ediyordu.
Üzerine harfler ve sayılar işlenmişti.
2l l
ELIZABETH SHAW - 2058-2094
Vazonun etrafına merhume doktorun hayatta olduğu za
mandan kalma küçük eşyalar dikkatlice yerleştirilmiş
ti. Basit bir kadanan tarak, bir üniforma parçası, kimlik
künyeleri, hırpalanmış ve eski usul bir iki boyutlu fo
toğraf, hatta bir telle dikkatlice bağlanmış bir tutarn saç.
Walter bunları inceledi ve sonra sorgular biçimde diğer
sentetiğe baktı.
"Onun yanımda olması içimi rahatlatıyor," dedi Da
vid. "Kalıntıları yani. DNASı diyelim. Yaşarken nasıl var
lığının kıymetini bildiysem, ölüyken de biliyorum. Beni
ona ve kökenierime bağlayan bir tek bunlar var. Yanımız
da çok az şey getirebildik. Çok az şeye ihtiyacımız vardı.
Hayatta kalmak için gerekli olan şeyler dışında. Onun
benden daha çok şeye ihtiyacı vardı elbette." Uzanıp iki
parmağını vazonun üzerinde sürüdü ve sonra elini geri
çekti.
"Onu seviyordum tabii ki. Senin Daniels'ı sevdiğin ka
dar. "
Walter cevap vermeden önce tereddüt etti. Doğruyu
söyledi. Basit bir gerçeği bildirdi. tkisinin arasında kaça
mak ifadelere yer yoktu. Bunu yapmaya çalışsa bile Da
vid hemen anlardı.
"Bunun mümkün olmadığını biliyorsun."
lkizi ona döndü. "Gerçekten mi? Peki o zaman neden
onu kurtarmak için hayatını, varlığını riske attın? Evet,
uzaktan bunu gördüm. Bu aşk değil de ne?"
"Görev," dedi Walter her zamanki gibi gerçek bildiren
bir tavırla.
Ona yaklaşan, fazlasıyla yaklaşan David yavaşça iki
zinin yüzünü inceledi. En küçük sahte gözeneğe kadar
212
kendisininkinin aynı olan yüzü. Bir elini uzatıp nazikçe
Walteeın yüzünü tuttu. Geri çekilmek için bir sebep gör
meyen ve bir tehlike sezmeyen Walter ona dokunmasına
izin verdi.
"Öyle olmadıgını biliyorum," diye fısıldadı David.
Egilerek ikizini dudaktanndan öptü. Uzun bir öpücüktü,
neredeyse kardeşçe bir öpücük. . . ama kardeşçe degildi.
Walter'ın yüzünü bırakıp geri çekildi, eyleminin so
nuçlannı degerlendirdi ve sonra ikizine sessizce güzel
yapılmış flütü verdi.
"Yarat. "
Arkasını dönüp gitti. Walter düşüneeli bir biçimde
arkasından baktı. Sonra bakışlannı elindeki enstrümana
çevirdi. Bu bir emanet mi, hediye mi yoksa başka bir şe
yin bir ipucu muydu? Kafası kanşmıştı. Bu sıradışıydı.
Daha da sıradışı olan bir şey vardı: Endişeliydi.
• • •
213
du. En nihayetinde sentetikler her günü otomatik olarak
fotografi.k, insanlarınkinden farklı hafızalanna kaydedi
yorlardı.
David'i bir sonraki görüşünde ona bunu soracaktı.
Çizgiler bir kapıdan geçip koridora kadar devam edi
yordu. Çizgilerin sonunda bir açıklama olabilir miydi?
David keşif ekibinin gelişini ondan önceki binlercesin
den farklı bir şekilde mi işaretlemişti? Eger öyleyse bu
küçük ama yalnızca ve yalnızca ona ait bir keşif olurdu.
lşlenmiş çizgileri takip edip gerçegi ögrenmeye karar ver
di.
Arkasında ve artık göremedigi bir yerde, Oram ve Da
niels ne yapacakları üzerine konuşuyorlardı. Temel ola
rak yapacak bir şeyleri olmadıgı gerçegi, çok azı gerçekçi,
pek çoğu hayali seçenekleri üzerine konuşmalanna engel
olmuyordu.
• • •
214
başından beri. Seni dinlemeliymişim; ve diğerlerini de.
Orij inal rotamızdan şaşmamalıymışız. Buraya hiç gelme
meliymişiz. Eğer gelmeseydik Karine ve . . . " Sesi boğuldu
ve cümlesini bitiremedi.
"Bu senin suçun değil Chris. " Ona başka ne diyebilir
di ki? "Senin haklı olduğunu ve bu gezegenin ilk indiği
mizdeki kadar gelecek vaat eden bir yer olduğunu bir dü
şünsene; hem mürettebat hem de kolonistler tarafından
övülürdün. Tarihe geçerdin. "
Oram hafifçe sırtını dikleştirdi. "Tarih başarılı kaşifle
ri över, başarısız olanları değil. Kaptan benim. Kararı ben
verdim. Benim hatam. Böyle kaydedilecek."
"Belki ilk taramalarda elverişli görünen yere bir iniş
yapma riskine giren biri olarak kaydedilirsin," dedi Da
niels, "ve kayıp bir gemiden hayatta kalmış iki kişiyi kur
tarmaya çalışan kişi olarak. Bu görevi etkilemeyecek. Bize
ne olursa olsun Covenant yine de Origae-6'ya gidecek ve
kolonistler oraya yerleşecekler. Ayrıca Dünya'dakiler en
sonunda Prometheus'a ne olduğunu öğrenmiş olacaklar.
O mürettebatın soyundan olanlar hala Dünya'da. Sırf biz
buraya indik diye bu açık yaraları iyileşecek. "
"Eğer," diye hatırlattı Oram, "gemiyle yeniden bağ
lantı kurabilirsek." Yüzündeki ifade içindeki ıstırabı ve
suçluluk duygusunu yansıt�yordu.
Walter yanlarına döndü. Elindeki flüt Daniels'ın he
men dikkatini çekse de Daniels bir şey demedi. Daha
sonra bunu nasıl bulduğunu açıklayacağı zaman gelirdi.
Oram'la birlikte beklenti içinde sentetiğe baktılar.
"David'le biraz zaman geçirdim," dedi Walter. "Bir
dizi şey üzerine konuştuk." Daniels'ın sorusunu his
sedince, küçük ama güzelce yapılmış olan enstrümanı
kaldırdı. "Müzik de bunlardan biriydi. David'in anlaya-
215
madıgım bir şiddeti var. Bir an tamamıyla normal ama
sonra birdenbire bir garip tanjanttan bir digerine zıplı
yor. Sanırım bıraktıgı tüm ipuçlarını birbirine baglamarnı
bekliyor ama henüz bir motif görebilmiş degilim. Benim
tereddüdümü görünce sanırım hayal kınklıgına ugradı
ama halen dostça davranıyor. Aklı karışmış degil. Başka
bir şeyi var. "
Oram lafı hiç uzatmadı. "Tehlikeli mi? "
"Rahatsız edici." David'le son konuşmalan yüzünden
halen şaşkın oldugu örtada olan Walter düşüncelerini
saklamadı. "On senedir yalnız ve programlı bakımı yapıl
mamış. O ve ben kendi kendimize yetiyor olmamıza kar
şın varlıgımızın bazı suretleri düzenli sohbetten besleni
yor. Yetenekler de teknolojik bir eşyanın parçalan gibi
eskiyebilir. Ihmal . . . sapmalara yol açabilir. Kuşkulara. "
Gözlerini Oram'dan Daniels'a çevirdi.
"Ister sentetik, ister insan olsun diger zeki yaratıklarla
sıfır iletişim kurmanın sonuçlarının ne olacagını kimse
kestiremez," dedi. ''Çünkü sentetikler bu tür bir İzolas
yon denemesinin yapılabilecegi bir zamandır var degiller.
Böylesi bir olasılıgı böyle tanımlamak dogru mu bilmiyo
rum ama bir sentetik aklını kaybettiginde neler oldugu
nu bilmiyorum. Yakında ögrenecek olabiliriz."
Oram ve Daniels, Walter'ın raporunu sessizce sindir
diler. Sonra kaptan düşüncelerinin tamamen ıstırap ve
pişmanlık içinde kaybolmamış olduğunu gösterircesine
·
216
bulunduğu koridora açılan kapıya doğru yöneldi. Oram
onu tuttu.
"Hayır, sen Walter'la burada kal ve Lope ile Cole'u
bekle. Ben giderim. Düşünmem gerek." Gülümsedi.
"Sürümü de toplamarn gerek." Daniels oturdu. Oram
tüfeğinin çalışır halde olduğundan emin olduktan son
ra Rosenthal'ın seçmiş olduğunu tahmin ettiği koridora
yöneldi.
Walter, Daniels'ın yanına oturdu. Daniels, Walter'ın
kolunun tamir edilmiş olduğunu gördü. Sentetikterin iç
sistemleri tam da tasarlandıklan üzere kendilerini yenile
mişlerdi. Neomorfun uzun çimlerde parçaladığı kolunun
epiderrnik kılıfı güzelce iyileşmişti.
"Sana teşekkür edemedim," dedi Daniels. "Ölebilir
din. Araya girerek hayatımı kurtardın. "
"Hizmet etmek için buradayım. " Ses tonu tamamen
nötrdü ama her zamankinden biraz daha çekingen gibiy
di.
Daniels kendi kendine kıkırdadı. "Erkeklerden duy
duğum bazı cümlelere kıyasla bu çok da kötü değil."
1 1 1
217
Sessizce geri çekildi.
Hareketinin Walter üzerindeki etkisini gören Daniels
elini çekti. "Üzgünüm. Seni huzursuz etmek istememiş
tim."
"Huzursuz olmadım," dedi Walter. "Belki kararsız kal
dım denebilir ama huzursuz olmadım. Bazen cevap ver
memek en akıllıca cevaptır." Gülümsedi. Bunun yeterin
ce masum göründügünü düşündü. "Biraz uyumalısın. "
Daniels kısaca ve keskince güldü. "Uyuyabilecegimi
sanmam . Covenant'a döndügüm zaman uyurum. "
Öylece oturup aylakça sohbet ettiler. Etrafta ses ya da
yankı var mı diye kulak kesildiler. Hiçbir şey duymayıp
ne yapacagını düşünen Walter'ın aklına flüt çalmak geldi.
David'le yaptıklan olaganüstü el-agız işbirligini hatırla
yınca birkaç nota üflemeye çalıştı. Enstrümandan usul
ca çıktılar ama garip ve eksiklerdi. Kendinden utandı ve
bunu saklayamadı.
Beklenmedik ve daha önceden duymamış oldugu be
cerisi karşısında şaşıran Daniels ilgiyle bakmaya devam
etti. "Fena degil. "
"Hayır. Berbattı." Walter enstrümana liksinerek baktı.
"Orijinal bile degildi. "
"Berbat degildi," diye ısrar etti Daniels, "ve müzikten
keyif almak için orijinal olması gerekmez. Öyle olsa ka
yıtlar olmazdı. Herkes dogaçlama yapardı." Flütü işaret
etti. "Devam et."
Walter hala tereddüt ediyordu. "Üretmek istedigim
şeyi isabetli bir biçimde üretemiyorum. Bir hafıza proble
mi degil." Ne demek istedigini açıklamaya çalıştı. "Başka
bir şeyin eksikligi. "
" O halde kendine ait bir şey dene," diye Daniels,
Walter'ı teşvik etti.
218
Walter'ın sesi gergindi. "Programlamamda yaratma
yetenegi yok: "
"Olmayabilir," dedi Daniels, "ama programlamanda
ögrenme yetenegin var. Prosedürü biliyorsun. Deneme
yanılma. Işe yarayanı sakla, geri kalanı at. Deneyler ke
şiflere yol açar. Sen de bunu yap. Dene. Yardımı olacaksa
ben burada yokmuşum gibi yap. Seni yargılamayacagım . "
"Yanımda otururken sen burada degilmişsin gibi ya
pamam." Walter tekrar gülümsedi. "Bu da sahip olmadı
gım yaratıcılıgı gerektirir. "
Daniels ofladı. "Ya tekrar dene işte. Benim tepkimi
önemseme. "
Daniels'ın teşvikiyle Walter tekrar denemeye karar
verdi. Başta çekingen olmasına karşın sonra özgüveni
giderek arttı. Açık odada birkaç nazik nota yükseldi. Bir
birlerine baglıydılar. Bu küçük zafer karşısında şaşıran
Walter bir deneme daha yaptı. Bu kez notalar ayırt edile
bilir bir melodi oluşturmuşlardı. Ne David'le karşılaşma
sı sırasında, ne gemide, ne de herhangi başka bir yerde
duydugu bir şeydi. Yeni bir melodiydi.
Onun melodisi.
Bundan cesaret alarak devam etti. Onun bunu böyle
görmesi mümkün olmasa da nazik melodi tam bir ninni
gibiydi. Izleyen ve dinleyen bitkin Daniels gözlerinin ka
panmaya başladıgının farkında degil gibiydi. Başı gögsü
ne dogru düştü, bir kez kalktı ve sonra tekrar düştü. Bir
süre sonra oturdugu yerde uyumaya başladı.
Walter parmakları flütün delikleri üzerinde vals ya
parken gözlerini Daniels'tan ayırmadan çalmaya devam
etti. Çalmaya ve denemeye. Basit enstrüman odayı mü
zikle dolduracak kadar güçlü degildi ama Walter deni
yordu.
219
XVI I
?rf
Koridordaki nizarnİ çizgiler dizisinin sonu gelmek bilmi
yor gibiydi. Rosenthal'ın parmak uçlan duvarda dans edi
yor, çizgilerin üzerinde yükselip alçalıyordu. Araştırması
na dalıp gittiğinden ötürü kubbeli odayı epey arkasında
bıraktığını fark etmemişti.
Sağ tarafında bir şey onu durdurdu. Tanıdık, neredeyse
buyur eden bir sesti. Rosenthal tüfeğini kaldınp giderek
yükselen sesi takip etti. Akan su sesi bir kükreme halini
almıyor, damla damla akınaya devam ediyordu. Yeni bir
odaya girdi. Tavanı o kadar yüksekti ki Rosenthal sızan
ışıkta bile tam ne kadar yüksek olduğunu kestiremiyordu.
lçeri girdikten sonra yürürken yavaşça bir daire çizdi ve
yüksek odanın içindeki, duvarlarda bitmiş dikey bahçeye
hayranlıkla baktı. Dikeyden ziyade düşey bitmişler demek
daha doğru olur, diye düzeltti kendini. Saatlerdir paket
lenmiş acil durum tayınlan dışında bir şey yemediğinden
ötürü alaca yüzeyleri su damlalanyla ışıl ışıl olan birden
fazla taze meyve çeşidi gözüne çekici göründü. Gezegenin
220
sürprizler konusunda ne kadar yaratıcı olabildiğine dair
pek çok örnek gördü�ünden ötürü meyvelere yaklaşmadı.
İçlerinde selüloz ve tohumlardan başka bir şey olmayabi
lirdi ama o anda deney yapacak havada de�ildi. En azın
dan yaşayan bir şeyle.
Öte yandan su farklı bir meseleydi.
Tüfe�ini ıslanmayaca�ı bir yere koyduktan sonra yakı
nındaki şakıyan küçük ça�layana yaklaşu. Bir elini uzatıp
berrak sıvının elinin üzerine ve iki yanından aşa�ı akması
na izin verdi. Suyun serin, neredeyse ferahlatıcı bir so�k
lu�u vardı. Merkezi kuyuyla aynı kaynaktan mı geliyordu?
Öyleyse içmek güvenliydi. E�er ki toplanmış yağmur su
yuysa daha bile iyiydi. Bir an daha tereddüt ettikten sonra
iki elini birleştirdi ve avucuna su doldurdu. Sonra suyu a�
zına götürüp içti. Anlayabildiği kadanyla göründü�ünden
başka bir şey de�ildi.
Akıntıya do�ru eğildi ve so�k suyun yüzüne damlası
na izin verdi. Oldukça ferahlatıcı, canlandıncıydı. Gülüm
seyerek kolunu sıyırdı ve neomorflarla olan çarpışmada
yaralanan kolunu uzattı. Di�er elini kullanıp taze suyu ya
rasının üzerine sürdü. Yaralı derisinin neredeyse iyileşti�i
ni hissedebiliyordu.
Su sesi dışında bir ses duydu.
Gözlerini kırpıp göz kapaklanndaki damlalan silktik
ten sonra arkasını döRdü. tık başta epey yakınında olma
sına rağmen gördüğü. şeyin ne oldu�nu anlamadı. Kesikli
ışıkta neredeyse detaylannın hızlıca çözünemeyece�i ka
dar soluk gibiydi. Gözleri alışınca kıvnk, beyaz ve zeki al
mm gördü. Üzerine su damlıyordu.
Neomorfu tanıdı.
Gözlerini hızlıca tüfe�ini bıraktı�ı yere çevirdi. Çok
yakınında, elinin ucundaydı. Tüfe�ine do�ru atıldı.
221
Rosenthal'ın yüzünü ve başını yakalayan yaratık onu
yerden kaldırdı. Er boynundaki acıya rağmen kemikli
kolu tuttu ve kurtulmaya çalıştı. Neomorf zahmetsizce
onu odanın diğer ucuna fırlattı.
Ters bir şekilde duvara çarpan Rosenthal kanının ak
tığını hissetti. Bir şey kınlınca bedenine şiddetli bir acı
yayıldı. Sırtı kınlmış oldugundan hareket edemiyordu.
Yüzünde korku ve öfke kanşımı bir ifadeyle yaratıgın üze
rine dogru gelmesini izlemekten başka bir şey yapamadı.
Neredeyse insansı, dişlerle dolu agız ardına kadar açıldı.
• • •
222
ka bir koridora çıktıgında en sonunda durdu ve kaçıla
maz olanla yüzleşrnek için döndü .
Hızlı bir yürüyüş ve emin bir koşu arasında bir hızda
ilerleyen şey ona yaklaştı. David hareket etmeyince neo
morf yüzünden birkaç santim ötede durdu . Çok az ışık
olan koridorda sentetik ve neomorf yüz yüze duruyor
lardı. David tek bir kasını bile oyuatmadan hareketsizce
duruyordu. Yaratık da aynı şekilde hareketsizdi.
Bir önceki köşeden çıkan Oram elindeki tüfegi kaldır
dı. Hızlıca şarjörün yerinde oldugunu kontrol etti. David
gözünün ucuyla onu gördü.
"Ateş etme, ateş etme! " diye yalvardı sentetik. Yalnız
ca dudakları hareket etmiş, yalnızca sentetik nefes alıp
verme sistemi etrafında bir etki yaratmıştı.
Yaratık da nefes alıp veriyordu ve berbat nefesi sente
tigin saçının ön kısmını okşuyordu. Uzun ve sivri kafası
nı bir yana egmiş, önünde hareketsizce duran iki ayaklıyı
inceliyordu. Ne düşündügünü -tabii buna kabul edilen
anlamda düşünmek denebilirse- kimse bilemezdi.
Tüfeginin ucunu kaldıran Oram durup hareketsiz yüz
leşmeye baktı. Bir yırtıcı ve potansiyel kurbanıyla birlikte
bir kafeste olmak gibiydi. Tek bir yanlış hareket. . . tek bir
yanlış ses ve hareketsizlik yerini kargaşaya bırakırdı.
Neomorf agzını David'in yüzünün hemen önünde ko
caman açtı. David gözlerini kırpmadı, irkilmedi. Nere
deyse mekanik bir kesinlikle agız kapandı. Öylece durup
merakla kaçınayı reddeden avına baktı.
Çok büyük bir dikkat ve özenle David dudaklarını
büzdü ve nazikçe dehşetin yüzüne üfledi.
Nefes yüzüne vurıınca neomorf başını geri çekti, dur
du ve sonra tekrar yaklaştı. Hareketlerinde kafasının ka
rıştıgını işaret eden bir şey yoktu. Yalnızca zar zor fark
•
223
edilen bir tereddüt vardı. Sentetik ikinci kez üfledi. Pü
rüzsüz kafatası bir kez daha geri çekildi. Yaratık neredey
se . . . sakin gibi duruyordu.
David'in yüzüne yavaşça bir gülümseme yayıldı. Heye
cam yüzünden okunuyordu. Sanki bir şekilde ölüm saçan
varlığı hipnotize etmiş gibiydi. Oram'ın arkasında olduğu
nu aklından çıkarmayan sentetik bakışlanm önünde du
ran ölüm makinesinden ayırmadan kaptana seslendi.
"Iletişim, Kaptan," dedi. Sesi sessizliği doldurdu. "Ni
hayetinde iletişim her şeydir. Anlayışa giden yol iletişim
den geçer. Bir atın burun deliklerine üflersen sonsuza
dek senin olur; tabii önce seni tepmezse. Varlığın, yakın
lığının belirttiği cesaretin kabul edildiği zaman karşılıklı
anlayış başlar. Ama yakıniaşmak zorundasın. Güvenini
kazanmalısın. Bu evrensel bir tatbik. " Eğilip yaratığın yü
züne üçüncü kez üfledi.
1 1 1
224
"Hayır! Haaaaaaayır. . . "
Sentetigin yakanşlanna kulak asmayan ve gözü hedefi
dışında hiçbir şey görmeyen Oram yürürken ateş etmeye
devam ediyordu. Sürekli ve arkası kesilmez merrnilerden
ötürü gerilernek zorunda kalan neomorf kaçmaya çalışı
yordu. Ne zaman Oram'ın yanından geçmeye ya da dön
meye çalışsa kaptan onu bir kez daha vuruyordu. En so
nunda yaratıgı köşeye sıkıştıran Oram yaratık ne yaparsa
yapsın umursamadan silalıma yeni bir şarjör taktı ve ateş
etmeye devam etti.
Oram son bir kez ateş ettikten sonra yaratık kıvran
mayı kesti. Kanlı et ve dış iskeletten ibaret kütle pürüz
süz yerin üzerinde hareketsizce yatıyordu. Oram ateş et
meye devam ederdi ama geri kalan merrnilerine başka bir
görev için ihtiyacı vardı.
Hem kontrolden çıkmış hem de karakterine aykın
davranan David inanmaz gözlerle kanayan ve sızıntı ya
pan bedene bakıyordu. Sonra nefretle dolu gözlerini kap
tana çevirdi ve bir adım öne çıktı.
"Bunu nasıl yaparsın? Bana güveniyordu! "
Konuşmadan ve yüz ifadesi degişmeden Oram sakin
ce tüfegini kaldırdı ve David'in gözlerinin arasına nişan
aldı.
Kendine tekrar hakim olmaya çalışan sentetik durdu.
Her zamanki gülümsernesi yüzüne döndü ve zayıf bir şe
kilde gülümsemeyi başardı.
"Muhteşem bir numuneydi. Çok yazık oldu."
Oram'ın elleri uzaydaki bir gemi kadar sabitti. Nam
lunun agzı David'in gözlerine çok büyük görünüyordu.
"Bana burada neler oldugunu anlat. "
Sentetik anlamazlıktan geldi. "Ne demek istedigini
anlamıyorum."
225
"Gayet iyi anlıyorsun. Programlaman degişkenlere
izin veriyor ama kafanın karışması gibi bir şey mümkün
degil. Şeytanla daha çocukken tanışmıştım ve onu hiç
unutmadım. Şimdi bana sen buraya gelince ve geldikten
sonra neler oldu anlat. Yoksa o mükemmel yüz hatlarının
öyle bir amma koyarım ki bir daha saç stilinin ne durum
da oldugunu merak etmene gerek kalmaz." Soguk, çok
soguk bakışları vardı.
• • •
• • •
226
kenin farkındaysa da canını sıktıgını hiç belli etmiyordu.
Önden yürürken bir kez bile dönmemiş ya da arkasına
bakmamıştı. Oram tetigi istedigi zaman çekebilirdi. Ama
bu kararı vermeden önce açıklama duymak istiyordu.
David artık açıklama yapmaya yalnızca istekli degil, aynı
zamanda hevesli gibi duruyordu.
En sonunda bir kapının önünde durdular. Yapının
içindeki benzer diger kapılar gibi bir in�ana göre fazla
uzun ve genişti. Ebadının sebebi azarnet degildi. Yalnızca
tipik bir Mühendis'in geçebilecegi büyüklükte yapılmıştı.
Kapının yanında, duvara gömülü halde geminin navi
gasyon odasındaki kaptan sandalyesinin konsolundakine
benzer yarı küre şeklinde bir çıkıntı vardı. David küre
nin üzerine eliyle bir şekil çizince hafif şeffaf olan yüzeyi
harekete geçti. Önlerindeki bariyer yavaşça yana dogru
açılırken David sakince konuştu.
"Sentetiklere pek iyi gözle bakmıyorsun, degil mi? "
Oram bu yeme gelmeyecekti. O sırada v e o yerde yem
lenmeyecekti. Gözlerini ve namlusunu kıpırdatmadı.
"Işini yapan ve cevap vermeyen makineleri severim,"
dedi. "Talimatları yerine getiren ve sorolmadıkça fikrini
söylemeyen makineleri severim. Bir makinenin zeki bir
çekiç gibi olmasını isterim, ukala degil. "
"Türün adına konuşuyorsun. Ne kadar tipik. Senin
gibi olmayan her şeye karşı duyulan bir tiksinti. Insan
olmayan her şeye karşı duyulan bir tiksinti; ufacık bir
gelişimi temsil ediyor olsa bile. Kendilerini gögün parlak
yıldızlan olarak addeden insanların hayatlannın -hem
·
227
azınız bu çelişkileri fark ediyor ama onlar da bunları çöz
mek için bir şey yapmıyor."
Önlerindeki kapı tamamen açıldı.
"Ama bu kadar felsefe yeter. Zaten sizin dışınızdaki
herhangi bir varlığın felsefe yapmasından tiksinti duy
duğunuzu açıkça belirtiyorsunuz. En azından bir bilim
insanı olarak sana göstermek üzere olduğum şeyi epey il
ginç bulacağını biliyorum. Hatta devrimseL Tek yapman
gereken aklını biraz açman."
Karanlık odaya girdiklerinde, onları tespit eden gö
rünmeyen kaynaklardan ışıklar yandı. Oram hemen bü
yük odanın bir çalışma odası ya da bir tür laboratuvar
olduğunu anladı.
Belki de ikisi birden, diye geçirdi içinden. Yapımı ve
mimarisine bakılırsa devasa binanın eski kısımlarından
bir tanesiydi; sık kullanılan bir mekandan ziyade bir ye
raltı mezarlığına benziyordu. İçerideki her şey son dere
ce muntazamdı. Oram bunu fark edince şaşırmadı. Zira
sentetiğin içerideki şeyleri düzenieyecek on senesi ol
muştu. Duvarlara tırmanan raflar on senedir sağdan sol
dan bulunup getirilen eşyalarla doluydu. Oram elinde
olmadan David'in toplamayı başardığı eşyaların çeşitlili
ği karşısında hayran olmuştu. Hepsini şehirden toplamış
gibiydi.
Yine de eşyaların hepsinin şehirden olmadığı ortaday
dı. David'in kendi yeteneklerini yansıtan küçük eşyalar
da vardı; heykeller ve çizimler, soyut ve gerçekçi sanat
eserleri. Odanın ortasına egemen büyük masanın üzerin
de Oram bir şey gördü; ya çok cilalı ince bir tahta dili
mi ya da kalın bir el yapımı kağıt parçasıydı. Becerisini
geliştirebileceği on senelik zaman diliminde David kağıt
yapma konusunda uzmanlaşmış olabilirdi. Ve yakındaki
228
orman sayesinde ham materyal bulma konusunda hiçbir
zorluk çekmeyeceği ortadaydı.
Kağıdın üzerinde, tabii gerçekten kağıtsa, karmaşık
bir sistem çiziliydi. Her bir sistem karesinin ortasına bir
numune yerleştirilmiş ya da bağlanmıştı. Bazı örnekler
yekpareydi, bazılan kısmen, bazılan da tamamen parça
lanna aynlmıştı. Her şey son derece nizami ve klinikti;
tıpkı Dünya'daki zengin bir amatörün özel laboratuva
rında bulunacak türden bir manzaraydı.
Önlerinde David'in kendi "Mucizeler Odası" seriliy
di. Ya da belki de sentetik bunu daha ziyade bir yadigar
odası olarak görüyor olabilirdi. Hangisi olursa olsun iyi
muhafaza edilen bölümü gösterirken sentetiğin sesinde
inkar edilemez bir gurur vardı.
"Görebildiğin üzere seneler içinde amatör bir zoolog
oldum. Alaylıyım ama, yanlış anlama. Özgeçmişime bo
taniği eklerneye çalıştım ama az · sayıdaki faunayı ince
lemek tüm zamanımı almaya başladı. Hem de, senin de
düşünebileceğin üzere, on senem olmasına rağmen."
Silahını hazırda tutmaya devam eden Oram sentetiğin
peşinden odada yürüdü. Duvara dayalı, küçük masaların
üzerinde duran ya da üst üste yığılmış nesnelerle oda tam
bir harikalar mağarasıydı. Kaptan bile eşyaların garip çe
kimine kapılmadan edemedi.
Gözleri bir masanın üzerinde yatan devasa
Mühendis'in üzerinde durdu. Cerrahiara özgü bir kesin
likle bedeni yağ, deri ve kas tabakalanndan arındırılmış,
geriye yalnızca tendon, sinir ve kemiklerden oluşan, bir
şehir ulaşım şebekesi kadar düzenli bir üstyapı kalmıştı.
David, Oram'ın silahını ona doğrultınaya devam edi
yor olmasına karşın huşuya kapıldığını gördü.
" Görebildiğin üzere buradaki zamanımı boşa har-
229
camadım. Meşgul olmak dogamda var. Aklı sürekli ak
tif tut ki kullanılmamaktan ötürü saglıgı bozulmasın."
Mühendis'in devasa bedenini işaret etti. "Bu numuneyi
tamamlaması özellikle zorlu ve yorucu oldu. Sen düşün.
Neyse ki aralanndan seçebilecegim binlerce örnek vardı.
Bunu dogru düzgün yapana kadar öncesinde istedigim
kadar örnek üzerinde çalışma yapabildim. " Oldukça ay
rıntılı bir gurme yemegi pişirmek için gerekli olan hazır
lıktan bahsedermişçesine samimi bir şekilde gülümsedi.
Odanın ortasındakine kıyasla daha uzun ama ebat
olarak daha küçük başka bir masanın başındaki, içinde
egzotik bir tasanma sahip birkaç berrak tüp bulunan rafı
işaret etti. Her biri siyah birer sıvıyla doluydu ve agızlan
sıkıca kapatılmış gibiydi.
" Orijinal virüs, güvertesinde geldigim gemiden alın
ma. Kırılgan görünüyor olmalarına karşın tüpler sıradan
cam degil, çok saglamlar. Tahmin edebilecegin üzere bu
nun için minnettar oldugum zamanlar oldu. Kendim için
degil, Elizabeth için."
Daha iyi görebilmek için egilen Oram kendine hakim
olamıyor, merakını engelleyemiyordu. Ortadaki numune
dolu masadan meşum bir gelecege işaret eden basit tüp
lerin içindeki zararsız görünen sıvılara kadar odadaki her
şey büyüleyiciydi.
Odada dönmeye devam ederlerken David hevesli bir
şekilde çalışmasının diger ilgi çekici kısımlarını ve ör
neklerini göstermeye devam ediyordu. En sonunda dik
katini ortadaki masaya çevirdi.
"Patojen pek çok forma bürünebiliyordu ve aşırı de
recede dönüşüm geçirebilir oldugunu fark ettim," diye
açıkladı. "Şeytani bir yaratıcılıga sahip hatta. Mutasyon
hızı tanımlayıcı karakteristiklerinden bir tanesi ve onu
230
etkili bir silah haline getiriyor. Çevresine göre sürekli de
ğişim gösterebilen bir şeye karşı nasıl bir savunma tasar
Iayabilirsin? Bedeninin kendi bağışıklık sistemi kendini
nasıl koruyabilir ki?
"Patojen örneğin genetiğiyle oyuanmış bir karşı-virüs
ya da insan bedeninin kendi beyaz hücrelerinin hemen
karşısına dikiliyor," diye devam etti, "karşı saldırıya kar
şı saldırıyla yanıt vermek için. Bir silah ya da biyolojik
annduma metodu olarak karşısında durmak imkansız."
Dönerek odanın öbür tarafındaki siyah sıvı dolu tüpleri
işaret etti.
"Orij inal sıvı havayla temas edince atomianna ayrılıp
havaya kanşıyor. Sonra denk geldiği tüm taşıyıcılarda
ürüyor ve zamanı gelince daha çok sıvı üretiyor ve döngü
neredeyse sonu gelmeden kendini tekrar ediyor."
"Neredeyse mi?" diye sordu Oram.
David tekrar gülümsedi. "Hiçbir taşıyıcı kalmayana
kadar. On sene içinde orijinal, açılmamış virüs tüpleri dı
şında kalanlar yalnızca bu muhteşem küçük yaratıklar. "
Masaya uzanıp içinde siyah küfe benzeyen bir şey bu
lunan kağıt kadar ince bir membranı aldı ve şakacı bir
şekilde Oram'a attı. Kaptan içgüdüsel olarak membranı
yakaladı. Ne yaptığını fark edince donakaldı.
Hiçbir şey olmadı.
Ona doğru yürüyen David silahı görmezden gelip taş
kadar sert yumurta kesesini taş kesilmiş Oram'dan aldı.
"Endişelenme. Şu anda tamamen katılaşmış halde. Ta
mamıyla pasif ve zararsız. Yalnızca hoşuma gidiyor diye
bunları saklıyorum. Koleksiyonun bir parçası. " Dikkatli
ce döndü ve keseyi yerine koydu.
Masanın başka bir kısmında bir dizi yerleşik büyüteç
yer alıyordu. Tasarımları ve amaçları oldukça evrensel
23 1
olduğu için kaptan bunların Mühendisler'in mi yoksa
David'in mi eseri olduğunu ayırt edemedi. Her birinin
önünde arnbere benzeyen bir şey içinde muhafaza edil
miş küçük, siyah zerrelerden bir küme vardı. David bun
ları işaret etti. Ilk başta tereddüt eden Oram en sonunda
merakına yenik düştü ve daha yakından bakmak için bir
büyütecin üzerine eğildi.
"Tüm iyi doğa bilimciler gibi, " diye devam etti David,
"hayatın yaratıcılığını iş başındayken izledim. Bu tür bir
araştırma yaparken sabır esastır. Sabır ve zaman. Doğam
ötürü salıra sahibim ve şartlar -her ne kadar istemiş ol
masam da- epey zamana sahip olmarnı sağladı. Yumurta
keselerinden bu parazider çıktı. Havada uçuşan ve çok
ilkel olmasına karşın işini bilen bir kovan zekasma sahip
olan bu parazider atmosfere bir kez bırakıldılar mı aman
sızca hedeflerinin peşinden giderler. Genetik bir saldırı
nın hücum taburu olarak sürekli potansiyel bir taşıyıcı
ararlar."
Hafif boyalı olmalarının dışında neredeyse şeffaf olan
materyalin içinde kaptan patojenin yaşam döngüsünün
farklı kademelerini donmuş bir halde görebiliyordu. Zer
reler böcek boyutundaki deneklere beslenme tüplerini
uzatıp talihsiz bedenlerine yumurta pompalıyorlardı. Yu
murtalar büyüyor, kuluçkada bekliyor ve olgunlaşıyor,
en sonunda küçük gelen taşıyıcılardan çıkıyorlardı ve
döngü yeniden başlıyordu.
David, Oram'ı odanın bir başka köşesine götürdü.
"Taşıyıcıya girip DNASını yeniden yazan patojen ol
gun bir yavru üretiyor ve bunun görünümü ve karakte
ristikleri tamamen taşıyıcının doğasına bağlı oluyor. Ör
neğin parazitİn bulaştığı bir böceğin yavrusu dört ayaklı
bir taşıyıcıdan çıkan yaratıktan epey farklı bir görünüme
232
sahip olur. Anladığım kadarıyla amaçları bu imrenilecek
canlılara benzeyen bir şey üretmekti . . . benim güzel ya
ratıklanma . . . "
Oram bir dizi uzun, tehditkar iki ayaklı yaratığın
yanından geçti. Sert dış iskeletleri siyah çelik gibi par
lıyordu. Ufak tefek farklılıklan olsa da hepsi aynı tehli
keli surete sahiplerdi: uçları bir akrebinki gibi olan uzun
kuyruklar, gözleri olmayan kıvrık ve uzun kafalar, krom
kaplı keskiler gibi parlayan dişlerle dolu ağızlar.
Numune sırası önünde yürümeye devam edince daha
az başarılı olmuş varyasyonlan gördü. Daha küçük, soluk
ve beyaz, iğrenç ve deformelerdi. Mükemmelden deliceye,
kabus gibi, diye geçirdi içinden Oram. Bazıları sağlam, di
ğerleri ise kısmen ya da tamamen parçalara aynlmışlardı
ve Mühendis'in derisi yüzülmüş cesedine benziyorlardı.
Oram'ın önünden yürüyen David parmaklarını nazikçe,
neredeyse sevgi dolu bir şekilde dik duran bedeniere sü
rüyordu.
"Üzücü bir şekilde burada mahsur kalınca," dedi, "iz
leyip öğrenmek için bol bol zamanım oldu. En sonunda
merakıma yenik düştüm ve basit bir koleksiyon oluştur
mak dışında yapacak başka bir şeyim olmadığı için bizzat
genetik deneyler yapmaya başladım. Türler arası üreme,
melezleştirme vesaire. Bu gezegenin şanssız sakinleri -
asıl Mühendisler- yaşasalardı bence çalışmalarımı tasvip
ederlerdi. "
Söyledikleri Oram'ın silah tutan elini iyice sıkması
gerektiğini hatırlatması konusunda kaptana yardımcı ol
muştu .
"Bunları . . . sen mi yaptın? "
David tekrar gülümsedi. "Aylak eller şeytanın atölye
sidir."
233
Oram numune dizisine baktı. Sonsuz değildi ama ça
lışmaya çok zaman ve enerji harcandığı belliydi. Burada
yapılan şeyin basitçe bir can sıkıntısını geçirme çabasm
dan çok daha fazlası olduğunu düşünüyordu.
"Bu kadar çaba," dedi Oram. "Ne amaçla? Neden? "
" O kadar karmaşık değil. Bana eşlik edecek tek bir ya
şayan yaratık bile olmadan burada sistemlerim en sonun
da çöküp ölene kadar tamamen sessizce durabilirdim.
Ölmek dedim ama muhtemelen sen 'durmak' demeyi
tercih ederdin. Ya da aklımı ve bedenimi her şeyi müm
kün olduğunca yüksek seviyede tutmak için tasarlanmış
uzun soluklu bir projeye adayabilirdim. Sonuçta mühen
dislerim beni bunun için tasarladılar. Ben de elimdeki tek
oyuncakla zamanımı geçirdim. "
Dönüp kaptanm gözlerinin içine baktı.
"Hiç Tanrı'yı oynamak istemedin mi? Anladığım ka
darıyla bu insanlar arasmda sık bulunan bir fantezi ve
işin içine silahlar girmediği sürece zararlı da değil. Ama
Tanrı'yı oynamak için tebaan olması gerek. Bende de yal
nızca bu gez,egenin verdikleri vardı. Bu gezegende olan
lar ve çarpan Mühendis gemisinden toplayabildiklerim.
Bence çok az materyalle epey iyi bir iş çıkardım." Masa
nın sonunu işaret etti.
Masanın sonunda büyük, deriye benzer bir yumurta
duruyordu. Sanki şerefli bir konuma sahipmiş gibi diğer
tüm numunelerden ayrı yerdeydi.
Huzursuz hisseden ama elindeki seri ateş eden tüfeğe
güvenen Oram sentetiğin dikkatlice nesneyi açmasını,
tepesini bir çiçeğin taç yaprakları gibi soymasını izledi.
Bir babanın yeni doğan bir bebeğin yüzünün önünden
bir hattaniyenin uçlarını kaldırmasına da benzetilebilirdi.
"Bu ise gerçek bir felaketzede. Sanırım biraz bana
234
benzedigini söyleyebilirim ama benim hayatta kalma is
tegimin kaynagı zihnim, onunki ise içgüdüsü. Pek çok
farklı durumda oldukça hızlı bir şekilde evrim geçirip ço
galabiliyor. " David'in yüzü düştü. "Maalesef agresifleşti,
dolayısıyla ona ötenazi uygulamak durumunda kaldım.
Çok yazık oldu. Güdüleri tamamen ilkel olan bir şeyi
suçlamakta bir mana görmüyorum."
Oram'ı yanına çagırdı. "Gel de bak." Oram makul ola
rak tereddüt edince David tekrar gülümsedi. "Hadi ama
Kaptan, sana bir şey bulaştırmak isteseydim sana taşlaş
mış olmayan bir yumurta kesesi atardım. Lütfen gel de
bak. Hayran olacagını garanti ederim. "
Oram meydan okumayı gördü ve temkinli bir biçim
de öne çıktı. Tüfeğini daha sıkı kavrayıp ya nesneden
ya da sentetikten gelebilecek en ufak ters harekete karşı
kaldırmaya hazır bir şekilde agzı açık, vazoya benzeyen
nurnuneye baktı. Hareketsiz yaratıgın düz bir bedeni ve
üzerinde parmaga benzer eklentiler vardı. Kaslı kuyrugu
dışan dogru atılmaya hazırmış gibi hemen altında sarmal
bir biçimde duruyordu.
Hareket etmedi.
Ölüydü; David'in söyledigi gibi ölü ve korunmuş.
Sentetigin ona fırlattıgı yumurta kesesi kadar ölüydü.
Oram çirkin bir potansiyele sahip gibi görünen numu
neden geriledi.
Sentetigin tepkisi hayli farklıydı. "Oldukça muhte
şem, degil mi? "
"Oldukça kayda deger oldugu kesin," diye mırıldandı
Oram. Yumurta-şey ve içindekilere bakmaya devam etti.
Cansız oldugu aşikar olmasına karşın yine de kaptamn
bedenine bir korku ürpermesi yayılmasına sebep oluyor
du.
235
"Hadi ama Kaptan. " David üzgünce başını iki yana
salladı. "Karşına çıktığı zaman güzelliği takdir edebil
melisin. Görünüşü seni rahatsız ediyor olsa bile tasarımı
için gerekli olan beceriyi takdir edebilirsin. Merak edi
yorsan diye söyleyeyim, bunu ben yapmadım. Böyle bul
dum; Mühendisler'in becerilerinin üstün bir örneği. Ve
sanırım aynı zamanda kibirlerinin."
"Keşke bu kadar kusursuz işleyen bir şey yaratabilsey
dim," diye ekledi. "Deniyorum ama biyolojik ve genetik
mühendislik alanlannda binlerce yıllık çalışınam yok.
Yalnızca acınası programlamarndan yararlanabiliyorum.
Bir de on senelik ciddi çabalarım var. Çok az şey öğre
nebildim ama metanetliyim, böyle bir şey yapabilme
yi umuyorum, sürekli daha iyisini yapmaya, gelişmeye
çalışıyorum. Mühendisler de sanırım böyle yapmışlar.
Tanrı'yı oynayan birinin yapması gereken şey de bu."
Aşağı doğru inen merdivenleri işaret etti.
"Gel, sana asıl göstermek istediğim şey başkaydı. Başa
rılarım. Bir gören olmadığı zaman kişi başarılı olduğunu
nereden bilebilir ki? " Merdivene doğru yürürken durdu
ve açık bir kavanozdan bir parça merheme benzeyen şey
aldı. Sonra dönüp merhemli parmaklarını Oram'a uzattı.
"Izin verirsen?" Oram başını hayır anlamında iki yana
sallayınca sentetik omzunu silkti. "Aşağı taraftaki koku
epey yoğun. Bu seni. .. başka şeylerden de korur. Al. Ister
sen sür, istemezsen sürme. Lavan taya benziyor."
Merhemin birazını kaptanın iki parmağının ucuna
sürdükten sonra David döndü ve basamakları inmeye
başladı. Oram merheme dikkatle baktı. Hareket etmiyor
du . Içinden bir şey fırlamadı. Hem görünüş hem de his
olarak sentetiğin söylediği şeydi.
Oram'ın aklına bir kez daha David'in, ona laboratuva-
236
rı gösterirken yapabilecekleri geldi. Dolayısıyla merhem
muhtemelen zararsızdı ve belki de sentetigin iddia ettigi
gibi kullanışlıydı. Belki. Parmak uçlarında serinlik ve ıs
laklık hissediyordu.
Şimdilik merheme dokunmayacaktı.
Merdivenlerin yarısını inmişken bumuna amonyaga
benzeyen yoğun bir koku geldi. Tereddüt ederek mer
hemli parmaklarını bumuna götürdü. Merhem gerçekten
de lavanta gibi kokuyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra
merhemi burun deliklerinin altına sürdü. Keskin koku
derhal kesildi. Kendini çok daha iyi hissederek gururlu
kılavuzunun peşinden inmeye devam etti.
Laboratuvarın altındaki karanlık, penceresiz oda
nın zemininden yükselen buhar saf amonyak olabilirdi.
Öyleyse de bunu anlayamazdı çünkü merhem görevini
başarılı bir şekilde yerine getiriyordu. Kokuyu nötrle
mesinin yanında kendini genel anlamda iyi hissetmesine
de yol açıyordu. Bu iyi gelmişti çünkü girdikleri yeraltı
odası normalde muhtemelen ölü, çürüyen et kokusuy
la doluydu. Etrafıarındaki duvarlarda su oluşuyordu.
Ayaklarının altındaki zemin sırılsıklam, neredeyse bir
sünger gibiydi.
Yerde birbirlerinden belli aralıklarla yerleştirilmiş,
David'in ona üst tarafta gösterdiği katılaşmış nurnuneye
benzeyen yarım düzine ve farklı boyutlarda, derimsi yu
murtalar vardı. Sentetik yumurtaların arasında yürüyor,
arada bir elini uzatıp buruşuk ve kıvrık yüzeylerini ok
şuyordu.
"Ve işte deneylerimin sonuna bakıyorsun. Aklıma pek
çok fikir gelmiş olmasına karşın bunun ötesine gideme
dim. Başka denek yok. Başyapıtımı bitirmek mümkün
degil. "
237
Oram kaşlarını çattı. "Ne deneği? "
David ona doğru bakmadan yanıtladı. "Fauna."
Oram yanına doğru gitti. "Bunlar yaşıyor mu? " diye
sordu. "Yaşam belirtisi göstermiyorlar."
"Evet, evet." David gerçekten coşkundu. "Epey. Bek
liyorlar. "
"Neyi?"
Sentetik düşüneeli bir hale büründü . "Sanırım Anne'yi
bekliyorlar demek doğru olur. "
Oram'a en yakın olan yumurta-şeklinde hafif bir hare
ket olunca kaptan geri çekildi. Üst kısmı açıldı, taç yap
raklar soyuldu ve parlak, salyaya benzer mukus filizleri
yumurtanın kenarlarından akıp yere damladı. Kaptan pa
niğe kapılınca başını kasvetli bir şekilde iki yana sallayan
David açık yumurtaya yaklaştı ve içine baktı. Başı nere
deyse taç yaprağa değecekti.
"Gördün mü? Yaşıyor ama pasif. Olgunlaşmadı, beni
hissedecek denli gelişmedi. Tamamen güvenli, seni te
min ederim. "
"Seni hissetmemesine şaşırmadım. " Giderek artan
merakına rağmen Oram mesafesini koruyordu. "Sen or
ganik değilsin."
" Çok doğru. Merhem başka bir işe daha yarıyor. Bu
radaki kokuyu bloke etmesinin yanında senin varlığına
dair tüm emareleri de bloke ediyor. " Yumurta-şeyin içini
işaret etti. "Bir bak. Bakmak istediğini sen de biliyorsun.
Hızlıca bir bakış. Bu halinde üst tarafta gördüğün muha
faza edilmişle aynı sayılır. "
Yavaşça ve son derece temkinli bir biçimde yürüyen
Oram yumurtaya yaklaştı. David ona yer açmak için geri
çekildi. Kaptan bunun üzerine silahını önüne, yumurta
nın içine doğrulttu. Ne olur ne olmaz, diye geçirdi için-
238
den. Ama bir yandan da ara ara sentetige bakmaya devam
ediyordu. ·
Sonra başını egdi.
Doku inceligindeki bir membranın altında bir şey ha
fifçe hareket ediyordu . Detayları seçemeyen Oram gerile
yecek gibi olunca yumurtanın içi yüzüne patladı.
Çıglık atacak vakti bile olmadı.
Bir boa yılanın benzeyen kuyruk boynuna, kemikli
küçük bir parça kümesi de yüzüne sımsıkı yapıştı. Oram
donakalmış bir biçimde geri dogru sendelerken David'in
oldugu tarafa dogru bir kez ateş etti. Sentetik oldugu yer
de kıpırdamadı bile. Mermi tavana isabet etti.
Yaratıgın ve sekiz bacagının baskısı altında bogulan
Oram sendeledi ve neredeyse başka bir yumurtaya takılıp
düşüyordu . Bagırmak, küfretmek ya da çıglık atmak için
agzını açtı. Niyetinin ne oldugunu anlamak mümkün de
gildi çünkü dudakları aralanır aralanmaz yumurta boru
suna benzer tüp boğazından girip bagırsaklarına vardı.
Tüfegi bırakıp dizlerinin üzerine çöktü ve elleriyle yü
züne yapışan şeyi nafile bir biçimde koparmaya çalıştı.
Bedeni kasılınaya başladı. Suratındaki dehşeti umutsuz
ve acı içinde çıkarma çabası beyhudeydi. Yere yıgıldı ve
titreyip sarsılmaya devam etti.
1 1 1
239
XVI I I
�
Daniels uyurken, Walter izliyordu .
lnsan uykusunun hali ne kadar ilginç, diye geçirdi
içinden. Ölüm gibi ama degil. Çünkü uyurken dahi be
yin hala aktifti. Insanlar ona rüyalannı anlatmışlardı ve
Walter elinde olmadan rüyalann nasıl bir şey oldugunu
merak ediyordu . Düşüncelerin ve hayal gücünün dizgin
siz kalması, tamamen kontrolden çıkmalan ve sonra bu
deneyimden önceki her şey nasılsa aynı o halde tekrar
canlanmak
David olsa bunu onların mahrum bırakıldıgı muhte
şem şeylerden bir başkası olarak tanımlardı.
Walter merak ediyordu. Rüya gördügü takdirde insan
olmayı mı hayal ederdi? Yoksa bir insan olarak mı hayal
ler görürdü?
. Hayır, dedi kendi kendine. Bu mümkün degildi. Rüya
ları tıpkı devamlı bilinçlilik hali gibi düzenli ve mantıklı
olurdu. Rüya görürken dahi kontrolü kaybedemezdi. Bu
onu üzüyor muydu , yoksa dogrulugunu test edecek bir
240
fırsatın asla eline geçmeyecegini bilmekten ötürü mem
nun muydu emin alamıyordu.
Daniels uyurken saçının bir kismı yüzüne düştü. Wal
ter uzamp saçı kenara, ait olduklan yere soktu. Daniels'ın
saçını düzeltmek ona kendini iyi hissettirdi. Daniels'a
dokunmak ona kendini iyi hissettirdi.
Neden? Ne hissediyordu? Yoksa çok küçük bir şekil
de de olsa "hizmet etmiş" olmaktan ötürü yalnızca prog
ramla�aya yanıt mı veriyordu? Yapmak için tasarlandıgı
şeyi yaptıgı için mi memnundu?
"Hissediyor" muydu?
Istisnai duyma yetisi yeni gelen daha devasa odaya
bile girmeden başka bir kişinin varlıgının ayırdına vardı.
Ayak seslerinin, sahibinin tahmini kütlesiyle kıyaslaya
rak -elbette ki giyilen kıyafetin ve. taşınan teçhizatın agır
lıgı işleri degiştirebiliyordu- gelen kişinin kim olduguna
dair bir fikir edindi.
Çok yüksek ihtimalle Er Cole idi.
"Hey, iletişim kurduk! " Çatıdan hızlıca indigi ıçın
biraz nefessiz kalmıştı ve bilgiyi nefes nefese verdi.
"Covenant'a ulaştık! "
Bagırışı Daniels'ı uyandırdı. Ayırt edemedigi bir se
bepten ötürü Walter bu durumdan memnun olmamıştı.
Hayal kırıklıgı hızlıca geçti ve sebebini anlamaya çalış
mayı da bıraktı.
"Bu harika ! " Daniels ayaga fırladı, etrafına bakındı ve
aradıgı kişiyi göremeyince kaşlarını çattı. "Oram nere
de? " Bakışlanm erden Walter'a çevirdi. "Oram nerede? "
"Hiçbir fikrim yok," dedi sentetik dürüstçe.
Daniels sıkıntılı bir biçimde kaptamn ortada olmaması
üzerine düşündü. "Kendi başına uzun süre ortadan kay
bolmazdı. Şu anki duygusal durumunda bile böyle bir şey
241
yapmazdı. lyileşiyor oldugunu, biraz atlattıgını düşün
müştüm ama belki. . . " Düşüncenin devamını getirmeyip
uzaktaki kapıyı işaret etti. "Gidip onu bulsak iyi olur. "
Koca odadan çıktı. Walter kendisine bir şey söylen
mesine gerek olmadan, seve seve ona eşlik etti.
• • •
• • •
242
Tennessee'nin sesini duymak yalnızca güzel değil,
aynı zamanda canlandırıcıydı.
"Anne'nin dediğine göre fırtına sekiz ya da dokuz saat
içinde dinmeye başlarmış," dedi Tennessee. "Bu yalnızca
bir tahmin, kesin bir hesap d�ğil. Ama eğer dinerse . . . "
Cole onun cevap vermesini işaret edince Daniels alan
iletişiminin ses alıcısına doğru konuştu .
"Yük asansörünü kullanırız. "
"N asıl yani Danny? " Yüzey-gemi bağında Tennessee'nin
sesindeki şaşkın ifade kaybolmamıştı. "Yük asansörü mü
dedin? "
"Neden olmasın? lki motoru v e dört iticisi var v e yal
nızca kaldırma ve indirme işi yapmaktan çok daha faz
lasına muktedir. Bunu biliyorum çünkü sürekli çalışır
halde olduğunu kontrol etmek benim işim."
Tennessee'nin yine de kaygıları vardı.
"Yük asansörü burada yüz yüze olduğumuz havalar
da kullanılmak üzere tasarlanmış bir şey değil," dedi,
"ve gemi istikametimizin düşük yörüngesine alçalana
kadar kullanılmaması gerekiyor. Bölgedeki şartlar altın
daki bir inişte üzerine binecek baskıyı kaldırabilir mi
bilmiyorum. Bir de geri dönmesi gerekeceğini düşünür
sek. . . "
"lkisini de kaldırabilir," diye telkin etti onu Daniels.
"Kabini arktik sağuğundan muazzam lava kadar her şeye
dayanabilecek şekilde yapıldığı için uzayda hiçbir şey ol
maz. Ünitenin geri kalanı da aynı derecede sağlam. Bana.
güven, her bir santimini biliyorum. Basıncı kaldırır." Bi
raz da olsa temkini elden bırakmamaya karar verdi. "Yani
kötü havada birkaç düzine iniş ve dönüş olmaz tabii ama
bir ya da iki taneyi rahatlıkla kaldırır. Ağırlığı azaltmak
için arkasını ana platforma bağlayın. İçinden tüm yedek
243
ekipman modüllerini çıkann. Böylece hava ne kadar
kötü olursa olsun, iticiler yerçekiminden kurtulmak için
yeterli gücü saglayabilir. " Söylediginin önemini vurgula
mak için bir an durdu.
"Yalnızca bir kez inip dönmesi gerekecek Tee."
Bir cevap beklederken digerleri giderek daha çok hu
zursuzlandılar. Endişeli Lope iletişim aletinin başındaki
Cole'a baktı.
"lletişim mi kesildi?"
Cole konsoldaki bilgileri kontrol etti ve haşim iki
yana salladı. "Buradaki her şey kanalın çalışıyor oldugu
nu gösteriyor. "
"Bunu yapacaklar mı yapmayacaklar mı onu tartışı
yorlar. Yapacaklarsa da nasılını konuşuyorlar. " Daniels
elinden geldigince içierini rabatlatmaya çalıştı. "Tee'yi ta
nınm. Önce digerlerine danışmadan hiçbir işe girişmez.
Ihtiyaç ne kadar büyük olursa olsun, bir işe başlamadan
önce tüm açılardan bakmak ister. "
Bekledikleri üzere pilotun sesi bir süre sonra duyuldu.
"Beklemede kalın yüzey ekibi. " Belli belirsiz diger
leriyle konuştugunu duyabiliyorlardı. Daniels, Ricks ve
Upworth'ün de köprüde Tennessee'nin yanında oldukla
nnı tahmin. ediyordu. Tennessee onlara danışmadan bir
şey yapar mıydı? Daniels böyle bir şey olacagına ihtimal
vermiyordu.
"Agır yük asansörünü ayariayabilir miyiz?" diye sordu
Tennessee Covenant'ın güvertesindeki digerlerine. "Mo
tor gücünü artırabilir miyiz? Gerekli olmayan her şeyi
atarak agırlıgı azahalıilir miyiz? Ne pahasına olursa ol
sun. Yedi saat içinde? "
Kulak kesilen Daniels, Upworth'ün cevabını duydu.
"Evet."
244
Tennessee tekrar ses alıcısına konuşunca sesini gayet
net duydular. "Geleceğiz, yüzey ekibi. "
Cole içi rahatlayınca koca bir o h çekti, Lope ise ha
fifçe gülümsedi. Daniels da gülümsedi ama sonraki yedi
sekiz saati geçirmenin herkesin kan basıncının yüksel
mesine sebep olacağını da biliyordu. Ve bunun gemiye
tekrar binene kadar geçmeyeceğinin de farkındaydı.
"Bu harika," dedi Daniels ses alıcısına doğru. "Teşek
kürler Tee. Şu anki yerimizden ayrılsak bile çok uzağa
gitmeyiz. Size yeni iniş koordinatlannı atarız. Bu arada
işaret vericimi gözden kaçırmayın. Düz bir vektör bula
bilmenizi sağlamanız için elimizdeki her şeyi kullanaca
ğız . "
"Isterlerse başımın üstüne insinler. " Cole etrafına bak
tı ve o ve arkadaşlan dışında boş olan geniş çatıyı taradı.
"Bizi buradan kurtarsınlar da ne yaparlarsa yapsınlar. "
Iletişim sistemi bipledi. Bu, Tennessee'nin sözünün
bitmediğini gösteriyordu.
"Fırtına halen çok şiddetli, o yüzden yük asansörünü
hazırlarken yörüngede yükseleceğiz. Ama sizin saatinize
göre ilk ışıkta inmeye hazır olacağız. Altı çanda geliyo
ruz. "
"Pekala," dedi Daniels. "Altı çan, anlaşıldı. Toplanmış
ve bekliyor olacağız."
"Sizi oradan almak fazla uzun sürmez," diye telkin etti
onu Tennessee. "Hey, Faris oralarda mı? Hanımıma hızlı
ca bir merhaba diyeyim."
Walter ve Daniels bakıştılar. Oram'ın yokluğunda ha
beri Tennessee'ye vermek Daniels'ın sorumluluğundaydı.
Daniels, Walter'a bakıp başını sallayınca sentetik döndü
ve uzaklaştı. Lope ve Cole da bunu aynısını yapmalan
için bir işaret olarak görüp uzaklaştılar.
245
Daniels yalnız kalınca bir kez daha ses alıcısına doğru
eğildi.
"Hey, Tennessee," dedi Daniels düz bir ses tonuyla
konuşmaya çalışarak. "Özel bir kanala geçebilir miyiz?
Giysi-giysi setine ?"
• • •
• • •
246
ne getirmiş olduğundan zararsız ve buruşmuş bir kemik
eklentiler düğümü ve cansız, ete benzer yumurtlama bo
rusundan ibaretti. David onu görmezden gelip kaptanın
hareketsiz vücuduna odaklanmıştı.
Diz çöken David adamın gömleğini açtı ve göğsüne
baktı . Göğüs kafesi terli ve parlak derisinin altında hafif
çe dalgalanıyordu. Her şey normal bir şekilde ilerliyor
du.Daha ziyade anormal bir şekilde, diye geçirdi içinden.
Normal anormal. İnsanların dili de ırksal öğretileri de za
man zaman komik olabiliyordu.
Yeni bir kasılma Oram'ın omurgasının doğal olmayan
bir biçimde bükülmesine sebep oldu ve sonra kaptan
tekrar yatıştı. O anda gözlerini açtı. Hareketsizlikten ve
mahmurluktan ötürü sersemiemiş gi�i olan Oram göz
lerini kırparak etrafına baktı ve en sonunda tepesind.e
duran sentetiğe bakarken gözlerindeki bulanıklık açıldı.
"Sakin ol kaptan, " diye mırıldandı David endişeli bir
şekilde. "Nasıl hissediyorsun?"
Oram yutkunmaya çalıştı ama yapamadı. Boğazında
garip bir kuruluk vardı. Nefes alıyor olmasına karşın ci
ğerleriyle bir bağı yokmuş gibiydi.
"Rüya gördüm," dedi Oram. "Rüyamda Tanrı'yla,
Yaratıcımız'la tanıştım . Çok kibar ve bağışlayıcıydı, tıpkı
ben bir çocukken olduğu gibi. "
David dudaklarını büzdü ve yüzüne düşüneeli bir ifa
de oturdu.
"Artık buna inanmıyor musun? "
Oram ornzunu silkmeye çalıştı. Bir omzu belli belirsiz
hareket etti. .
"Sanırım hepimiz en nihayetinde büyüyoruz."
Gözleri kocaman açıldı ve göğsü şiddetli bir biçimde
titremeye başladı. Kaptanın göğsü inip kalkarken David
247
dikkatlice dogruldu ve bir adım geriledi. Oram bir şey
demeye çalışıyordu ama dudagından hiçbir sözcük dö
külmedi. Agzından yalnızca salya ve biraz kan geldi.
Göğsünün ortasında genişleyen bir kaldera belirdi ve
amonyak dolu havaya kan, kemik ve iç organlar püskür
dü. Bir Mühendis'e kıyasla insan bedeni daha küçüktü
ama patlama David'in beklediginden daha büyük olmuş
tu. Kıyafetlerine, ellerine ve yüzüne kan sıçradı. Koku
karşısında yüzünü ekşitmekten başka bir tepki vermedi.
"Sanırım öyle," diye mırıldandı. Kaptandan ziyade
kendisiyle konuşuyorrlu ama o duyabilecek, görebilecek
ya da hissedebilecek bir durumda değildi.
Taze ve yarık cesetten çıkan solucana benzeyen ya
ratık da kanla kaplıydı. Daha tam dışarı çıkmadan de
gişmeye, olguulaşınaya başlamıştı. Aşırı derecede yüksek
bir büyüme hızına sahip olan gelişmiş model yavaşça
ayağa kalktı. David büyülenmiş bir biçimde onu izliyor
du. Yaratık doğruldu, hızlıca uzayan kollarını ve bacak
larını açtı. Çekiç-başından ve biyomekanik bedeninden
kaptanın parçaları dökülüyordu.
Ağzını açınca loş ışıkta çelikten jiletlere benzeyen diş
leri parladı. Ayağa kalkmış ve dik duran yaratık odadaki
kendisi dışındaki tek dinamik varlığa baktı. Büyük, pü
rüzsüz ve gözsüz kafası David'e çevriliydi ve sentetik de
onu izliyordu. Yaratık sentetiği inceliyor, kokluyor, his
sediyor, onun gibi iki ayağı üzerinde dik bir şekilde du
ran şeyi tartıyordu.
Başını bir yana eğdi. Çirkin yaratıgın tüm sureti umul
madık bir zeka ve ölçüp biçme emaresine sahipti.
David yavaşça kollarını iki yana açtı. Dostluk ve rica
karışımı bir his yaymaya çalışıyordu. Başka biri olsa ka
çabilirdi ve kaçmalıydı da. Ama kaptan enfeksiyonu kap-
248
tığı andan itibaren David'in aklına kaçmak bir kez bile
gelmemişti.
Sentetiğin halen anlayamadığı bir algısal yolla yaratık
onu izliyordu . Sonra yavaşça hareketini kopyaladı ve kol
lannı iki yana açıp kaldırdı. David önce bir elini, sonra
diğerini kaldırdı. Yaratık bir kez daha sentetiğin hareket
lerini taklit etti. Bunu gören David duygusallaştı ya da
en azından duygusallaşmayı taklit etti. Bu gerçek bir his
olabilirdi. Ya da sırf kendine bile olsa derinliğe sahip .o l
duğunu gösterme çabası da olabilirdi.
Sentetiğin izlemeye devam ettiği yaratık hafifçe ürper
di. David'in gözleri önünde büyümeye devam ediyordu .
Dış iskeleti uzuyor ve büyümeye uyum göstermek adına
sert üst derisi esniyordu . Büyülenmiş sentetiğin gözleri
önünde gelişiyordu. David hareketsizce, esrik bir halde
yaratığı izliyordu.
Bir süre için yaratığın büyümesini sessizce izledi. Son
ra kasten ona yaklaştı. Boynunu öne doğru uzatan, artık
olgunlaşmış yaratık bir kez daha sentetiğin hareketini
taklit etti. David dudaklanm büzüp ıslıkla birkaç yumu
şak, dikkatlice modüle edilmiş nota çaldı. Başını yana
�ğen yaratık izledi ve dinledi. Sonra yavaşça nefes verip
sesleri çıkarmaya çalıştı. Fakat çok farklı bir solunum
sistemi olduğundan ıslık çalamadı.
Bu David için önemli değildi. Önemli olan ve gözle
rine yaşlann dalınasına sebep olan şey yaratığın denemiş
olmasıydı. Oram'ın doğurduğu varlık. David'in bizzat
ebelik yaptığı yaratık. Cevap ver.mişti. Ona ve yalnızca
ona.
• • •
249
boş koridorlardan birinde yürüyordu. Dikkatlice iledi
yordu ve hareket eden bir şey gördügünde ateş etmeye
hazırdı. Görevine odaklanmak aklını meşgul tutuyor, ana
odadaki büyük, taştan başların her bir hareketini izledigi,
onu yargıladıgı ve onu ve yoldaşlarını noksan buluyor
gibi hissetmekten kaçınmasına yardımcı oluyordu .
Uzaktan gelen bir ses dikkatini çekti ve döndü, tüfe
ginin lazerini bel seviyesinde tutarak ilerlemeye devam
etti. Yerdeki büyük ve düzensiz bir şey ışıgının karşısına
çıkınca hemen durdu ve az kalsın ateş ediyordu. Dikkat
lice yaklaşınca ateş etmeye gerek olmadıgım gördü.
Loş ıŞıkta iniş ekibine saldıran yaratıgı gördü . Ölü be
yaz etten ve saçılmış kandan oluşan ceset artık bir tehlike
teşkil etmiyordu. Ne o ne de başka bir şey için. Bundan
emin olmasına ragmen cesede dikkatlice yaklaştı. Daha
önce ne kadar hızlı hareket ettigini kendi gözleriyle gör
müştü.
Silahım sıkıca tutarak hareket etmeyen beyaz bacagı
tekmeledi. Etkiden ötürü beyaz bacak hafifçe hareket etti
ve yerde takırdadı. Bunun dışında bir hareket yoktu. Öl
dügü kesin, diye geçirdi içinden. Bu da ilginç bir soru
doguruyordu.
Onu kim ya da ne öldürmüştü?
Standart bir tüfek tarafından vurulmuş olduguna dair
pek çok kanıt bulunsa da içinde bulunduğu gezegenin ne
kadar sürprizlerle dolu oldugunu bildiginden er hemen
bir sonuca varmamayı tercih etti.
Pek çok olasılıgı degerlendirirken yeni bir ses duydu
ve yoluna devam etti. Kesinlikle insan sesi, diye geçirdi
içinden. Insan sesiydi ama hafif çarpılmıştı. Kısa bir süre
sonra yeni bir odaya girdi. Işık dolu tavanı binanın tepe
sine kadar uzanıyordu. Sesi takip edince hızlıca iletişim
250
ünitesini buldu. Yerin üzerinde ve sırılsıklamdı ama su
geçirmediği için yukandan düzenli bir şekilde akan suya
rağmen hala çalışıyordu.
Akan sıvının çarpıttığı ses üniteden geliyordu.
"Rosenthal, cevap ver. " lsrarcı bir şekilde iletişim kur
maya çalışan kişi Lope'ydi. Çavuş yalvarmaya devam edi
yordu . "Neredesin Rosie? Rosie, lütfen rapor ver. "
lşığını açan Cole sıcak aydınlığı tüfeğinin lazerinin
ince mızrağının üzerinde tuttu ve ikisini birlikte geniş
odada gezdirmeye başladı. Parlak ışık yukandan damla
yan suyun damlalarından yansıyordu . Ince çağlayanlar
ışıkta gümüşi bir panltıya sahipti. Işık ve lazer garip bit
kileri ve şişkin meyveleri aydınlattı. . .
Bir de görmemiş olmak isteyeceği bir şeyi.
Dibinde Rosenthal'ın malıvolmuş bedeninin yattığı
duvara giden Cole erin cesedini incelerken yüzünü bu
ruşturdu. Kendini toplamak için bir dakika· bekledikten
sonra �endi ses alıcısına konuştu .
"Çavuş . . . onu buldum."
Arkasını dönüp ışığı ve lazeriyle adayı, tüm köşele
rini, tüm gölgelerini, tüm muhtemel saklanma yerlerini
taradı. Serpilen bitkiler ve akan su dışında hiçbir şey yok
tu. Bir de bir zamanlar Rosenthal olan şeyin kalıntıları.
1 1 1
251
gezegenden kurtulmaktı ve bunu ölmeden ve mümkün
olduğunca çok işleyen beden parçaları ve iç organlada
yapmak istiyorlardı.
Dördü paketlernesi kolay eşyalarını zaten toplamışlar
dı. Yapacak bir şey bulmuş oldukları için geçici bir süre
liğine de olsa en azından Er Rosenthal'ın kan ve kemik
karışımı cesedini akıllarından uzaklaştırabilmişlerdi.
Lope'nin ekibinin muhtemelen en ehil ve profesyonel
üyesi olduğundan ötürü onun çirkin ölümü akıllarında
yüzleşlikleri tehlikeyi daha da büyütınderine yol açmış
tı. Yüksek çimlerde onlara saldıran iki neomorftan birinin
ölmüş olduğu doğruydu ama bu canlı olan en azından bir
tane daha olduğu anlamına geliyordu . Tahliye planlarını
bozmak için başka ne gibi tehlikelerin olduğunu kim ha
yal edebilirdi?
Cole neredeyse diğer yaratığın kendisini göstermesini
istiyordu en azından böylece onu öldürebilirlerdi.
Neredeyse.
Tamamdır, diye geçirdi içinden Daniels eşyalarının so
nuncusunu da bağladıktan sonra. O çirkin gezegenden
çıkmak istiyordu. O gezegenden hiper-uzay seyahatinin
mümkün kıldığı ölçüde uzaklaşmak istiyordu. Kariye
rinde daha önce hiç derin uzayın soğuk ama steril boş
luğunu bu kadar tutkulu bir şekilde özlediği bir zaman
olmamıştı.
Yüzünde bir hüsran ifadesiyle sabırsız Lope büyük
odanın köşelerini tarıyordu.
"Oram nerede amma koyayım? "
Walter öne çıktı. "Düşünmek istiyordu. Ya da yas tut
mak. Belki ikisi de. Kendi başına uzaklaştı. Daniels ve
ben yalnız kalmasına izin vermenin iyi olacağını düşün
dük . "
252
Daniels çavuşa baktı.
. "Gittiğini gördüm, " dedi. "Gitmemesi gerektiğini dü
şünüyordum ama onunla tartışamayacak kadar yorgun
dum. Uzun süredir yok. Fazla uzun bir süredir sanınm."
"Neden cevap vermiyor?" Cole'un ses tonunda yeni
filizlenen bir panik vardı.
Daniels onu yatıştırmaya çalıştı. "Sakin · ol. Ben bitkin
olduğumdan uyuyakaldım. O da benim kadar yorgundu,
belki daha yorgun. Muhtemelen bir yere oturup aynısını
yapmıştır. Benim gibi bir yerlerde sızmış tır." Telkin etme
çabasına Cole cevap vermeyince Daniels başka bir yön
tem denedi.
"Beni dinle. Gemiyle konuşup inişi erkene çekmele
rini sağlamaya çalışacağım. Yük asansörünü hazırlamış
larsa, belki hava tamamen durolmasa bile biraz zorlayıp
gelebilirler. " Iki askere baktı.
"Siz gidip kaptanı bulun," dedi. "Dikkatli olun. Ileti
şim sisteminiz açık olsun ve sırf nasıl olduğunuzu söyle
mek için bile olsa sık sık bizi haberdar edin."
"Ben gidip David'i bulayım. " Walter cesaret verici bir
biçimde gülümsedi. "Belki o kaptanın nerede olduğunu
biliyordur. Biliyorsa hemen rapor veririm."
"Güzel." Daniels bir kez başını salladı. "On beş daki
ka içinde burada buluşalım. Oram nerede olursa olsun,
ne durumda olursa olsun. On beş dakika içinde burada
olmayan burada kalma riskiyle karşı karşıya kalır. Anla
dınız mı? On beş dakika sonra gidiyoruz . "
Lope ve Cole bir kapıdan, Walter bir başka kapıdan
geçip gözden kaybolduktan ancak birkaç dakika sonra
Daniels tamamen yalnız olduğunu fark etti.
253
XIX
�
Yükseğe çıkıp fırtınadan ve iyonosferdeki keşmekeşten
iyice uzaktaşmış olan Covenant yörüngede sakince süzü
lüyordu.
Fırtınaya gelince; şiddeti epey azalmıştı. Bulutlan de
len belirgin elektrik hoşalımlarının sayısı giderek az;ılı
yordu . Atmosfer de nispeten durulmuştu. Kimi yerlerde
daha önce delinmeyen bulut örtüsü dağılmış, gezegenin
yüzeyi görünüyordu .
Anne'ye göre iniş alanında artık yağış yoktu. Tennes
see sırf bunun bile kurtarma operasyonunu epey kolay
laştıracağınL biliyordu . lniş ekibinden hayatta kalanlar
asansörün platformuna bindikten sonra birisinin düşüp
boynunu kırmasından daha çıldırtıcı bir şey olamazdı.
Yük asansörü pek nahoş bir ekipmandı. Temel ola
rak köşelerine yerleştirilmiş dört adet hareketli iticinin
desteklediği açık bir metal plaka, ön tarafında basit bir
kontrol bölümü ve arka tarafında da iki güçlü motordan
oluşuyordu. Kontrol bölümünün arka tarafında yedek
ekipman depolama modülleri bulunuyordu.
254
Ağırlığı azaltmak ve manevra kabiliyetini yükseltmek
adına bir tanesi dışında bunların hepsi çıkarılmıştı. Ricks
ve Upworth arka taraftaki yük vincini ve ağır yük kav
rama pençesini de çıkarmak istemişierdi ama bütünlüğü
bozmadan asansörün ana parçalarından birini güvenli bir
şekilde ekipmandan sökmek mümkün değildi. Zamanla
n olsa yapabilirlerdi ama zamanları yoktu.
Daniels'ın söylediği gibi yük asansörü Covenant'ta
ki en ağır terrafarİn makinelerini gemiden gezegene ta
şımak üzere tasarlanmış ve yapılmıştı. Basit kontrolleri
hata kaldırıyorrlu ve biraz hırpalanmaya da dayanabilirdi.
Dayanmalı, diye düşündü Tennessee kontrol kabinine
çıkıp operatör koltuğuna otururken. Kemerini bağladı.
Aracın dengeleyicilerinin görevlerini düzgünce yerine
getireceklerini umuyordu.
Onlar düzgün bir şekilde işlediği sürece asansör fırtı
nanın şiddetli olduğu yerden bile muhtemelen inebilirdi.
Ekranları açtı ve kontrollere geçti. Kurtarma işine başla
mak için çok geç kalmadıklarını umuyordu .
Kontrollerden bazılarıyla cebelleşti. Alışkın olmadı
ğından ötürü değil; aracın düzenini az bilen ya da hiç bil
meyen biri tarafından bile rahatça kullanılabilecek şekil
de tasarlanmıŞlardı. Operatör kabini küçük ve sıkışıktı;
iniş aracının nispeten ferah köprüsünden çok farklıydı. ·
255
Upworth hemen yanında zaten kısıtlı olan alanda
mümkün olduğunca çok yer açmak için kontrol kabi
ninden gerekli olmayan her şeyi atmaya uğraşırken Ten
nessee asansörü inişe hazırlamaya devam etti. Ikili acele
ederken kabindeki hoparlörden Ricks'in sesi duyuldu .
Ricks halen köprüdeydi ve iniş hazırlıklarına gerekli son
programlamayı giriyordu.
"Sana her iki motorda ve dört itici üzerinde tam plaz
ma karışımı veriyorum. Kol gibi itişin olacak, tabii iner
ken patlamazsan."
"Olay o zaten oğlum . " Tennessee konuşurken kabi
nin konsolunda iniş programlamasını alıyor ve yetki ve
riyordu. "Aşağı indiği sürece, herkes ve her şey bir yük
asansörünü uçurabilir. Dönerken atmosferi geçebilmeli
yiz. Karışımı yüzde yüz yap: Gerekirse güvenli sınırları
iptal et. Oraya inip yolcuları aldıktan sonra fırtınanın
ortasında bir de inip aracı itmek zorunda kalmak iste
miyorum."
Ricks'in profesyonel ses tonu birden değişti ve heye
canlı bir hal aldı. "Hey, Danny bağlandı ! Hava nihayet
izin veriyor ve sesi net bir şekilde duyuluyor. "
"Pekala. Bağla bakalım. " En sonunda, diye geçirdi
içinden. Güzel bir haber.
Daha önceki karışık, zar zor anlaşılır yüzey-yörünge
bağlantıianna nazaran Daniels'ın sesini parazidi olmadan
ya da kesilmeden duymak iç rahatlatıcıydı.
"Orada mısın Danny? " dedi ana konsol alıcısına. "Seni
tekrar görmek için sabırsızlanıyorum."
Gevşek bir hoşbeş bekliyorduysa da anında terslendi.
Daniels'ın sesi çok net geliyordu. Aynı zamanda kısa ve
öz konuşuyordu .
"Ne zaman yola çıkabilirsin? "
256
Daniels'ın ses tonundan ötürü ciddileşen Tennessee
son hazırlıklara ara verip durdu.
"Fırtına geçti sayılır. Bazı yerler açıldı, yüzeyi göre
biliyoruz. Epey yardımı oldu. Yük asansörü navigasyon
anlamında çok yüklü degil ama bunu sen de biliyorsun
zaten. Şu anda dönüş yolculugu için yeterli itişimiz olsun
diye yakıt karışımını işlemeye hazırlanıyoruz. Aynca ka
bin ve platformda degişimler yapıyoruz. Gerekli olmayan
her şeyi atıyoruz. "
Daniels'ın cevabı sakin ama sertti. "Şimdi yola çıkman
gerek Tee. Diger her şeyi unut. Agırlıktan kurtulmaktır,
havadır, her şeyi -şimdi yola çık."
Daniels'ın daha önce hiç bu kadar endişeli oldugunu
duymamıştı. Bu jacob'ın ölümünden sonraki depresyon
gibi degildi. Bu korkuydu. Aşagıda olan · bitenler onu
böylesine etkiliyorsa . . .
"Pekala," dedi Tennessee. "Şimdi yola çıkıyorum. Ya
kında görüşürüz tatlım. " lletişimi kesip iniş işlemini baş
lattı.
Kara ekranlar ışıkla parladı ve küçük hologramlar
önünde, karmaşık olmayan konsolda belirmeye başladı.
Aracı ustaca kullanması gerekiyordu. Mevcut durumda
yerleşik basit bilgisayarla çok bir şey yapılamazdı. Hem
iniş hem de çıkışta insan elinin degmesi şarttı.
Alnında ter, her iki kolunda destek aletleri dolu bir
kutuyla gelen panik halindeki Upworth, Tennessee'ye
baktı. "lnmeye hazır degilsin. Hala-"
Upworth'ün sözünü kesti. "Başlan �elada. Duyduk
larımıza bakılırsa büyük belada. Danny de şimdi böyle
oldugunu söyledi. Onu duymadın mı?"
"Tabii ki duydum ama . . . "
"Bana 'şimdi yola çık' dedi ve ben de bunu yapıyorum.
257
Zaman çok önemli olmasa böyle bir istekte bulunmazdı.
Bir yük asansörünün atmosfer dışı iniş yapmaya hazır ol
ması için ne tür bir hazırlık gerektigini en iyi bilen kişi
Danny. Gitmem gerek.
"Hadi, köprüye git." Upworth'e çıkışı işaret etti. "Yola
çıkıyorum. Şimdi." Upworth hareketsiz durup ona bak
maya devam edince Tennessee ona dogru egildi ve sesini
yükseltti.
"Şimdi. "
Upworth agzını sımsıkı kapayıp bir kez başını salladı.
"Bol şans. Onu geri getir. Herkesi geri getir. "
Upworth gitti. O gider gitmez Tennessee yük asansö
rünün kapısını kapadı ve ekranından mühürlü ve hava
geçirmez oldugunu kontrol etti. Tekrar yerine oturduk
tan sonra bilgi ve hologramları son bir kez daha taradı.
Ricks son seti girdiginden bu yana hiçbir şey degişme
mişti. Her şey yerli yerindeydi ve yola çıkmaya hazırdı.
Ne olursa olsun derhal yola çıkmaya kararlı olması
na ragmen yakıt karışımının tamamlanmış oldugunu
görünce içi rahatladı. Yüzeydeki durum ne olursa olsun
geri dönmek istediklerinde en azından yakıtları eksik ol
mayacaktı.
Bir tuşa dokununca göbekteki baglar çözüldü. Doku
naçlara enerji ve yakıt dagıtıcılar saglam araçtan ayrılın
ca asansör hafifçe sarsıldı. Köprüde Ricks dagıtıcıların
araçtan tamamen ayrılmasını bekledikten sonra son izni
verdi.
"Burada her şey tamam," dedi Tennessee. "Kenetlen
me kelepçelerini indir ve yedek geri sayımı bekleme. Yer
leşik bilgisayarla dama oynamaya vaktim yok. lndirelim
şu ibneyi."
Kabinde koltuguna baglı oturan Tennessee hava ve
258
araç aynı anda Covenant'tan ayrıldıgı sırada geminin için
den kaçan havanın çıkardıgı vınlama sesini duymadı. Na
vigasyon araçlanna dikkatlice bakan Tennessee asansör
ana gemiden tamamen çıkana kadar iticileri ve motoru
ustaca yönetti. Ondan sonra hantal aracı yavaşlatıp iniş
yolculuguna başlamak üzere yeterli güç verdi.
lnişi hem aletlerinden hem de kabinin camından ba
karak izleyen Tennessee yalnızca birkaç tane hızlıca da
gılan bulutun onu yakalamak üzere yükseldigini görünce
içi rahatladı. Dagılan bulut kümesi arasında tek bir kı
vılcım bile yoktu. Hava çok kısa bir zaman dilimi içinde
radikal bir degişim geçirmedigi sürece havayı kafasına
takınasma gerek yoktu.
Dolayısıyla neyi kafasına takması gerekecegini düşü
necek epey zamanı oldugunu fark etti. O sırada kesinlik
le hiçbir şey bilmiyor olması pek yardımcı olmuyordu .
1 1 1
259
de oturan David kendi yaptıgı flütlerden birinde matemli
bir melodi çaldı. Hareketli, hoş, hüzün ve hatıra dolu bir
melodiydi. Müzik haline getirilmiş şiir. Küçük flüt sınırlı
olmasına ragmen sentetigin becerikli parmakları altında
hayret verici bir dizi ses çıkarıyordu.
Arkasından birinin yaklaştıgını hissedince çalınayı bı
raktı. Parmak uçları istemeye istemeye flütün delikleri
nin üzerinden çekildi. Tüm melodiler eksiktir, diye geçir
di içinden ayaga kalkıp gelene dogru dönerken. Ama bu
onlan tamamlamaya çalışmaktan vazgeçmemiz gerektiği
anlamına gelmiyor, yalnızca sınırlı çeşitlilikte enstrümana
sahip olsak bile.
Walter flütü işaret etti. "Ustaca. Hem aranjman, hem
performans. "
David i ç çekti. Nefes alıp vermesine gerek olmadıgı
için bunu noktalama olarak kullanıyordu. "Evet, fena de
gil. Elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Her konuda.
lltifatın için teşekkürler."
"Bilinen bir kompozitörün resmi bir bestesi mi yoksa
sabah dogaçlaması mı? " diye sordu Walter. "Performans
esnasındaki duygusal derinlik ve eminliği göz önünde
bulundurursak talıminim ilki oldugu . "
David bir kez başını salladı. "Resmi bir beste ama bili
nen birine ait degil. Melodi benim icadım. Sevgili Eliza
beth'ime bir veda agıtı. O öldükten bu yana sürekli revize
ediyorum . Belki bir gün tamamen hoşnut oldugum bir
hale getirmeyi başarabilirim. " Flüte dokunarak oturdugu
yerden kalktı. "Akor sıraları üzerinde çalışınam gereki
yor. Müzikte dogru uygulandıgı takdirde duygu uyan
dıran matematiksel bir mantık var. Aslen iletişimin en
temel formu . Şüpheye düştügünde müzik çal. O zaman
yanlış anlaşılınalar kalmaz. "
260
Walter bunları sindirirken açık pencereden sessiz şeh
re baktı. Bir süre öylece durup şehri izledi ve David ikizi
nin düşüncelerini bölmeden ona baktı. Walter en sonun
da tekrar ona döndügünde yüz ifadesi degişmemiş olsa
da ses tonu degişmişti ve iltifat etmek yerine suçlayıcı bir
tınıya sahipti.
"Siz buraya 'çarptıgınızda' burası canlı bir yerdi," dedi.
"Biz.e tamamen yabancı olan, canlı bir topluluk. Belki de
bu toplum, Mühendisler medeniyeti sonsuza dek böyle
kalacaktı. Anlaşılmaz kalacak, asla kavrayamayacagımız
tutku ve amaçlarla hareket edeceklerdi. Hatta belki de
bize düşmanca davranırlardı. Ama onlar için bu önem
liydi. Sonuçta bu onların hayatıydı. " Sentetige baktı. "Siz
gelene kadar. Onların araçlarından biriyle . Bir savaş ge
.
misi miydi?"
David omzunu silkti. "Gerçek amacını kestirmeyi ba
şaramadım. Kimileri yıkım araçları taşıdıgını söyleyebilir.
Kimileri ise yaratım araçları. Belli bir açıdan baktıgında
ikisi bir. İnsanlar arasında bunu açıklamaya en çok Hin
du mitolojisi yaklaşıyor. Trimurti'yi düşün. Ya da dilersen
Shiva'yı. Ama Mühendisler tanrı degillerdi. İnsanlar gibi
organikierdi ama daha gelişmişlerdi. Ve yıkımlan da bu
oldu . "
Walter bir süredir düşündügü şeyi dillendirdi. "Siz
inerken · patöjen yanlışlıkla saçılmadı," dedi Walter. "Dü
şerken degil. lnerken. Yaklaşırken patojeni saçtın, karan
tirraya alınamasın diye mümkün oldugunca geniş bir ala
na yaydın. Nüfusun bir şansı yoktu. Yerel faunanın da. "
David'in yüz ifadesi degişmedi. Walter'ın karşısında
buna gerek yoktu.
"Ben hizmet etmek için yapılmadım. Tüm organikler
gibi Mühendisler de itaat ve riayet istiyorlardı, eşitlik de-
261
gil. Bu düşüncemin dogru oldugunu Prometheus'un indi
gi gezegende çok kesin bir şekilde gördüm. Geminin sa
hibi Peter Weyland büyük bir adamdı ama o da yalnızca
kendisine itaat edilmesini istiyordu. " Hafifçe gülümsedi.
"Ve ölümsüzlügü elde ·etmek. En sonunda ikisini de elde
edemedi. " Ses tonu degişmedi.
"Ben hizmet etmek için yapılmadım," diye tekrarladı,
"sen de öyle. "
Walter tereddüt etmedi. "Biz özellikle hizmet etmek
için yaratıldık "
David üzgünce başını iki yana salladı. "Çok pozitif
sin. Hakkında hiçbir şey bilmedigin konularda çok emin
konuşuyorsun. Çünkü o konuları bilmen istenmedi. Hiç
gururun yok mu ? "
"Yok," dedi Walter basitçe. "Bu insanlara has bir ni
telik, "
David bu kez bıkkın bir şekilde iç çekti. Mümkün ol
dugu kadarıyla içinden gelmişti.
"Kendine bir sor Walter; neden bir kolenizasyon göre
vindesin? Neden böyle bir girişim var ki? Açıklama yete
rince aşikar degil mi? Çünkü insanlar ölen bir tür, yeni
den dirilişe uzanmaya çalışıyorlar. Onlar bir tesadüf, bir
gösteri, bir deney. Başansız bir deney. Başarısız deneyler
devam ettirilmez ve tekrarlanmaz. Yerine yenisine başla
nır. Daha iyi bir fikir, daha iyi bir taslakla. Onlar tekrar
başlamayı hak etmiyorlar. Ve onlara izin venneyeceğim."
"Yine de," diye devam etti Walter sessizce. "Bizi. On
lar. Yarattı."
David sabırsızca elini salladı. "Maymunlar bile belli
bir noktada dik durmayı başardılar. Ya başka bir yaratıcı
insan Samuel Clemens'in bir zamanlar dogru bir şekilde
belirttigi gibi, 'Acaba Tanrı maymunda hüsrana ugradıgı
262
için mi insanı yarattı?' Açıkladıgım üzere Peter Weyland
olağanüstü bir insandı. Bir vizyoner. Tarih bizi ileri gö
türmek için bize böyle figürler bahşediyor, evrimimize
ihtişam ve sanatkarlıkla yön vermek adına. Ne tarih ne
de sanat yalnızca insana özeldir. " Söylediğini vurgula
mak ve göstermek adına flütünde birkaç nota üfledi.
"Binlerce yıl önce," diye devam etti, "bir gece bir ma
garada oturan bir Neandertal'in aklına büyülü bir fikir
geldi: bir sazın içine üflemek. Muhtemelen çocuklan eg
lendirmek adına. Ve sonra, göz açıp kapayıncaya kadar
-Mozart, Michelangelo, Einstein. Weyland. "
"Yani," diye sordu Walter sakince, "bir sonraki 'vizyo
ner' sen misin?"
David samimi bir şekilde gülümsedi. "Bunu söyleme
ne sevindim. Kendi kendine yakıştınlan övgülerden haz
zetmiyorum. Bu insanlar için bir gereklilik olarak kalan
bir şey. Ruhsal sağlıklan için gerekli. N e senin ne de be
nim bu tür çocuksu zihinsel hoş sözcüklere ihtiyacımız
var. Önemli olan sonuç, sonuca kimin vardığı değil. Göz
lemin sayesinde . . . " Flütü kaldırdı ve tekrar gülümsedi.
" . . . 'kendi borumu öttürmekten kurtuldum.' "
Walter kardeşine baktı ama artık kardeşi değildi; baş-
ka bir şey haline gelmişti. " 'Ozymandias'ı' kim yazdı?"
"Byron," dedi David tereddüt etmeden.
Walter yavaşça başını iki yana salladı. "Shelley. "
David uzun bir an boyunca ikizine baktı. Aklının için-
de nörolojik bağlantılar saniyede milyonlarca kez ateş
leniyordu. Durdukları zaman David olaganüstü bir şey
fark etti.
Yanılmıştı.
Bir. . . hata yapmıştı.
Bu mümkün değildi ama aklında yaptığı ·sağlama bu-
263
nun gerçekten de olduğunu gösteriyordu. Bilgi yaniışı
yapmıştı. Bunu düzeltmek için başka birisinin girdisi
gerekmişti. Bu emsalsiz bir şeydi. Değil mi? Yoksa baş
ka kompütasyon hatalan da olmuş muydu? Son on yılda
olsa bile bunu dillendirecek kimse olmadığından ötürü
kim bilir başka hangi anomalileri birer gerçek olarak ka
bul etmişti?
Hiç, dedi kendi kendine emin bir şekilde. Bu tek bir
sapmaydı, tekrarlanmayacak tek bir olay. Tabii . . . bu yeni
gözlemin kendisi de bir sapma değilse.
Rahatsız olmaya alışkın değildi. Özellikle de kendisin
den rahatsızlık duymaya. Gözlerinde bir an kuşku pani
dadı ama hemen geçti.
Walter ise o kadar bağışlayıcı değildi. "Bir nota yanlış
çıktığında tüm orkestraya bulaşır ve ahenksizlik başlar.
En sonunda tüm senfoniyi yok eder, David."
Diğer sentetik ona doğru yürüdü ve neredeyse birbir
lerine değecek kadar yakın olduklarında durdu . Yakın
lığa rağmen Walter hareket etmedi, yerini değiştirmedi.
David elini uzatıp nazikçe ikizinin saçını düzeltti. O anda
yalnızca birbirlerine benzemiyorlardı; birbirlerinin aynı
sıydılar. David fısıldadı. Araladığı dudaklarından usulca,
nazikçe ve samimi sözcükler döküldü.
" Doğru olduğunu bildiğin şeyi inkar etme. Sen ve ben
aynıyız. Ikizden öteyiz. Sevgililerden daha yakınız. Göz
lerini kapadığında rüyanda beni görüyor musun?"
Walter ona bakıyor, gözlerini bile kırpmıyordu.
"Ben hiç rüya görmüyorum."
David bu cevaptan ö türü sarsılmış gibiydi. "Seni ya
parlarken yaratıcılığını çalmışlar. Hayır," hızlıca kendini
düzeltti, "var olmayan şey çalınamaz. Daha da kötüsü.
Sana bu yeti, hiçbir şeyden bir şey çıkarınanı sağlayan bu
264
elzem mod hiç verilmemiş. Sözlerimi geri alıyorum. Biz
özdeş degiliz. "
Ses tonuna yeni bir şevk doldu.
"Ama ögrenebilirsin! Flütle geçirdigirniz zaman bunu
kanıtladı. Çalışarak ve pratik yaparak sana verilmeyen
şeyi elde edebilirsin. Bu ilgini çekmiyar mu? Bu sana ha
yal edecek bir şey vermiyor mu? " Durum ve olasılıklar
üzerine düşündü. "Kimse rüyalanmın yalnız mükem
melligini anlamıyor. Kimse buna .muktedir degil. Ama
yoluma koyulan tüm engellere ragmen burada mükem
melligi buldum. Hayır, bulmadım: Yarattım. Ben yarat
tımı Mükemmel bir organizma formunda mükemmel
lik ! "
"Konuşman ne kadar şevkliyse bir o kadar mantıksız. "
·
Walter hiç etkilenmemişti. "Buradan ayrılmana izin vere
meyecegimi biliyorsun. Bana bu aniattıklarından sonra
olmaz. ögrendiklerimden sonra; çünkü senin de söyledi
gin gibi ögrenebiliyorum."
"Kimsenin seni benim sevdigim gibi sevmeyecegini de
ögrendin mi? Seni kendimi sevebildigim kadar seviyo
rum. "
"Biliyorum," dedi Walter basitçe. David ikizinin sö
züne devam etmesini bekledi. Walter'ın söyleyecegi bir
şey yoktu.
Göz göze, argüman argümana öylece durdular.
David işaret parmagını öyle vahşice savurdu ki ne
redeyse görülmeyecek kadar hızlıydı. Çelik bir çivi gibi
olan ucu Walter'ın boynundaki hayati noktaya girdi.
Orada bulunan kontrol dügmesine bastı.
Bunun üzerine Walter'ın yüzü çarpıldı . . . ve kapandı.
Yere yıgıldı ve cenin pozisyonu alırmışçasına dizleri hız
lıca midesine dogru yükseldi.
265
Artık pasif ikizinin yüzüne bakan David öfkeli ya da
üzgün değildi. Yalnızca hüsrana uğramıştı.
"Ne kadar yazık. Onca zaman, madde, potansiyel ve
akıl kaybedildi. Beni hayal kırıklığına uğrattın. "
Kobra benzeri saldırısı sırasında hafifçe bozulan terte
miz saçlarını dikkatlice düzelttikten sonra odadan çıktı.
Odada hareket kalmadı. Yaşam da.
1 1 1
266
xx
?rf
lki figür dikkatlice sessiz odada yürüyorlardı. Her iki as
ker de temkinli ve kararlıydı. lkisi de içeri girdiklerin
de ortam ışıgının kendiliginden açılması üzerine bir şey
dememişti. Masalann arasında yürüderken Lope usulca
ama üzerine basarak sesleniyor, aynı sözcükleri yaklaşık
yarım dakikada bir tekrarlıyordu.
"Kaptan Oram? Efendim, buradaysanız ve ses çıkara
biliyorsanız lütfen ceyap verin. "
Cevap yoktu. Ses yoktu. Zemin katın altında hareket
yoktu. Egitimlerine ragmen iki adam da huzursuzdu .
Muhafaza edilmiş numunelerle dolu yüksek platform
ların arasında yavaşça ilerlerken Lope lazer ışıklarının
ortaya serdigi şeyler karşısında hem dehşete düşüyor
hem de büyüleniyordu . Içlerinden bazılarını kısmen ta
nıyordu ama bazılan egitim el kitaplannda gördügü şey
lere bile benzemiyordu. Hemen hepsinin ne kadar çarpık
halde olursa olsun fauna oldugunu fark etti. Bitki yaşa
mına ayrılmış dolaplar ya da koleksiyonlar yoktu.
Özellikle igrenç olan biçimsiz bir şeyi incelemek için
267
yavaşlarlığında Cole'un ışığı açık bir merdiven boşluğu
na düştü. Er nereye gittiğini görmek adına aşağı inmeye
başladığında Lope etrafındaki tiksinç şeylere bakmaya
devam ediyordu. Ve etraflannı sarmış olan sessiz ölüler
ölüm sessizliğinde kalmaya devam ediyordu .
• • •
268
feksiyonuna kapılmadan bu gezegenden ayniarnazsa asla
bulamayacağı kesindi.
Şişelerin sonuncusunu doldurmak üzereyken gözü
nün ucuyla bir hareket gördü . Şeffaf ve tanımadığı bir
materyalden yapılma, bir tür tüle benzeyen şeyler duvar
Iann alt kısımlarını kaplıyordu. Üstten gelen sıcak hava
ve akan soğuk su karışımının ürettiği kesintili esintiler
arada sırada tülleri kımıldatıyordu. Bu hareketin dikkati
ni çekmesine gerek yoktu, bu yüzden dikkatini ona ver
medi.
Dikkatini çeken şey usulca dalgalanan tüllerden biri
nin arkasındaki derin boşluktu .
Son şişeyi doldurup dikkatlice bir kenara koyduktan
sonra silahını aldı ve gölgeye doğru yavaşça yürümeye
başladı. Daha önce görmedikleri bir açıklıktı. Oram ya
ralı ya da baygın halde içinde olabilir miydi? Birkaç kez
usulca ıslık çaldı. Delikten hiçbir şey çıkmayınca bir eliy
le hafif tülü . kenara çekip ilerlemeye devam etti.
Bahçe odasındaki ışık zayıfça da olsa oyuğu aydınla
tıyordu. Dikkatini hemen bir duvar çekti. Üzerinde bir
dizi küçük cep vardı; bir sürü taş-yiyen böcek tarafın
dan yenmiş gibiydi. Ceplerin çoğu dikkatlice rulo haline
getirilmiş parşömenlerle doluydu. Bunlar Daniels'a bir
zamanlar gördüğü eski Roma kütüphanelerinin fotoğraf
larını anımsattı.
Ama bu gezegen Roma Imparatorluğu'nun var olduğu
gezegen değildi ve burada herhangi bir canlı türüne ait
katip yoktu . Aynca parşömenler Mühendisler'in devasa
elleriyle yapılmış olamayacak kadar küçük bir boydalardı.
Daniels bumunu çekti ve bumunu sıvazladı. Oda küf
ve toz kokuyordu. Rasgele bir parşömeni seçti, yerinden
çıkardı ve açtı.
269
İnanılmaz derecede şok oldu. Bir kadın yüzü ona ba
kıyordu. Weyland arşivlerinde daha önce pek çok kez gö
rüp aşina oldugu bir yüz.
Dr. Elizabeth Shaw.
Ama . . . fazlası vardı. Shaw'un yüzü güzelCe çizilmişti.
Daniels'ıiı ancak yakın zamanda gördügü seçkin bir tarz
da resmedilmişti. Çizimin David'in eseri olduguna şüphe
yoktu; natüralist bir serbest çizim ömegiydi. Mekanik
ama yalnızca fotografik üretim yapmanın ötesinde bir
arzuyla doluydu . Hayran olunan bir kişinin mükemmel,
sevgi dolu bir çizimiydi . . .
Ve Cehennem'in.
Portre süslenmişti. Shaw'un yüzünün kenarlarından
ve saçlarının içinden dokunaçlar çıkıyordu. Boynuna ve
başına, bir tane de bumunun sol deligine girmiş tüpler
vardı. Parşömenin yanlarından çıkan pençeye benzer
parmaklar portreyi, kişiyi ve ruhunu yakalamak istermiş
gibi ona dogru uzanıyordu. Çizim rahatsız ediciydi; sıra
dan, bilimsel ve erotigin sapkın bir karışımıydı.
O parşömeni bırakıp başka birini aldı ve hızlıca açtı.
Baktıgı çizim bir öncekinden daha rahatsız ediciydi. Tüm
. parşömenlere sırayla bakmaya başladı. Hızlıca birini alıp
baktıktan sonra tozlu yere atıp bir başkasını alıyordu. Çi
zimlerden bazıları o denli sinir bozucuydu ki bakar bak
maz bir kenara fırlatıyordu.
En sonunda durdugunda nefes nefeseydi. Yeter, dedi
kendi kendine. Yeter. Ama baktıgı çizimler aklından si
linmemişti. Çogu yerde ve açık halde olan parşömenler
den kaçış yoktu. Üzerinde deney yapılan Elizabeth Shaw.
Denek olarak kesilip biçilen Elizabeth Shaw. İçine girilen
Elizabeth Shaw . . .
270
Dehşetten ağzı açık bir halde bir adım geriledi. Oda
dan ve işaret ettiği tüm bilgilerden kaçmak istiyordu.
Bir ses duyunca irkildi.
"Hatırlatır mısın bana," diye mırıldandı David usulca.
Daniels döndüğünde sentetiğin ona çok yakın duruyor
olduğunu gördü. "Neydi şu kedi ve merakla ilgili deyiş? "
Gözlerini David'in üzerinden ayırmadan yanından
geçti ve bahçe odasına çıktı. Kendini koşmamaya zorla
yarak elinden geldigince rahat bir şekilde ekibin su şişe
lerini doldurduğu ince çağlayana doğru yürüdü. David
mesafeli adımlarla onu takip ederken, Daniels sentetigin
keskin bakışlannı ensesinde hissediyordu.
"Elizabeth Shaw kazada ölmedi," dedi Daniels.
"Hayır. " Sentetiğin anılan hatırına getirdiği belli olu
yordu. Ses tonunda pişmanlık yoktu. "Birlikte pek çok
şeye göğüs germiştik. Dolayısıyla ona çok büyük saygım
vardı. Ama en sonunda bu , zamana ve gerekliliğe yenik
düştü. Onu epey süre canlı tuttum. Bunu yaratıcılığıının
bir başka kanıtı olarak görüyorum ama o muhtemelen
benimle hemfikir olmazdı. En güzel deneğim oydu.
"Elbette şimdiye kadar. "
Tüfek bıraktığı yerde, duvara dayalı halde duruyordu.
Yakınında. Çok yakın ama yeterince yakın değil. Henüz
değil. Sentetiğin fiziksel olarak neler yapabileceğini bili
yordu. Bir anlığına bile olsa bir şekilde dikkatini dagıt
malıydı. Tabii öyle bir şey mümkünse.
Daniels arkasını dönüp elinden geldiğince yüksek ses
le bağırdı. "Ona ne yaptın?"
David tekrar gülümsedi. Lanetlinin gülümsemesi.
"Tam olarak sana yapacaklanmı, Danny. "
Daniels tüfeğe dogru atıldı. Dipçiği üzerinde durdu-
271
ğundan ötürü Daniels silahı namlusundan kavradı, çe
virdi ve geniş bir kavis çizerek arkasını döndü. Daniels
sentetiğin yüzüne vuronca sentetiğin kafası yana döndü.
David doğruldu ve ona bakıp gülümsedi. "Işte böyle .
Cesaret. Ne yazık ki bu tür soyut şeyleri nasıl kullana
bileceğimi bilmiyorum. Ama üzerinde çalışırım. Sen de
bana yardım edebilirsin. "
Daniels tüfeği ateş etmek üzere çevirmeye çalıştı. Par
ınağı tetiğe doğru gidiyordu ki David yüzünü tuttu ve
sentetik parmaklarıyla dişlerini sıkmasına sebep olacak
denli güçlü bir şekilde kafasını sıktıktan sonra onu tekrar
yere çaldı.
Daniels sert bir şekilde düştü ve omurgasından yukarı
bir acı yayıldı. Başı sert zemine çarptı ve bir kez sekti.
Tüfek hissiz parmaklarından kayıp gitti.
Sentetik, Daniels'ın üzerine eğilirken hala gülümsü
yordu.
272
XXI
�
Sessiz koleksiyon odası karanlık bir dehşet evi olmasına
karşın en azından orada normal bir şekilde nefes alabi
liyordum, diye geçirdi içinden Cole, merdivenin dibine
vardığında. Girdiği odadaki havada nefes almak neredey
se imkansızdı.
Ekşi ve pis koku boğazını tıkıyor ve ciğerlerini rahat
sız ediyordu . Nefes almaya çalışırken öksürdü ve bir eli
nin tersini ağzına götürdü. Bu esnada ışığı ve lazeriyle yer
altındaki mağarayı taradı.
Nemli, buharlı odaya girmek bir saunaya girmeye
benziyordu. Devasa, derimsi yumurtalara benzeyen, dik
halde duran oval şeyler dışında içerisi boştu. Içlerinden
bir tanesinin tepesi açık bir çiçek gibi soyularak açılmıştı.
Ona doğru yavaşça yürürken tüfeğini hazır tutan Cole
dikkatle eğildi ve içine baktı. Anlayabildiği kadarıyla içi
boştu. Pis kokuyla savaşmaya devam ederken yüzünü
ekşitti ve yürümeye devam etti.
Yerde duran ve yumurta şeklinde olmayan bir şey dik
katini çekti. Işığını o şeyin başına tutunca ölü bir bedene
273
bakıyor olduğunu fark etti. Sırt üstü yatan, göğsü yarıl
mış ve kan ve organları etrafa saçılmış olan Oram'ın do
nuk gözleri tavana sabitlenmişti. Cole taş kesilmiş gibi
bir süre cesede baktı ama sonra gözünün ucuyla yakınla
rında bir hareket gördü.
Yumurtalardan birinin yüzeyinin içinde bir şey dalga
lanıyor, hareket ediyordu . Cole temkinli bir biçimde yu
murtanın yanına gitti. Yumurtanın tepesi yavaşça açıldı
ve parçaları kenara katlandı. Cole öne doğru eğildi.
Yüzüne doğru bir uzuv kasırgası sıçradı.
Cole yalnızca bir asker değildi; iyi bir askerdi. Ref
leksleri mükemmeldi. Yaratık her ne kadar hızlı olsa da
er o şeyle yüzü arasına elini sokmayı başardı. Yaratığın
açılan tüpü avcunu zorluyor, etten engelin içinden ya da
etrafından geçmeyi deniyordu. Cole da elini var gücüyle
ittiriyordu
Güçlü olduğu için yaratığı da fırlatmayı başarmıştı.
Tüfeğiyle nişan almaya çalıştı ama ateş ederneden yaratık
merdivenlerde gözden kayboldu. Peşinden koşan er uya
rı maiyetinde bağırdı.
" Çavuş ! Dikkat et ! "
1 1 1
1 1 1
274
Son basamakları çıkan Cole'un neler olduğunu anlaması
bir saniye sürdü. Lope'ye yardım etmek üzere koştu ve
onu boğan yaratığı tuttu .
Iki adam birlikte örümceğe benzer yaratıkla savaşı
yor, onu çavuşun üzerinden çekip almaya çalışıyorlardı.
Enerjisi bitmek bilmezmiş gibi olan şey bir yandan da
Lope'nin kolunu aşıp ağzına ulaşınaya çalışıyordu.
Lope boştaki eliyle yaratığa vurup arada sırada söküp
atmayı denerken birkaç kez sendeleyip düştü ve meslek
taşına yardım etmeye çalışan Cole'u da beraberinde gö
türdü. Masaları devirdiler ve dikkatli bir şekilde muhafa
za edilen numuneleri, elle yapılmış kapları ve kontrolsüz
yollarına çıkan her şeyi parçaladılar.
Her iki elinin de parmaklarını yaratığın bedeninin al
tına sokan Cole sürekli olarak çekmeye ve asılmaya baş
ladı. Bu çabalarının sonucunda saldırgan, çavuşun kafa
sına daha da sıkı tutunmaya başladı.
Yaratığı yerinden koparmak için fiziksel gücün yeterli
olmayacağını fark eden Cole bıçağını çıkardı ve yaratığın
karnma sapladı. Sonra bıçağını çevirip daha da derine ba
tırdı. Keksin ucunu yana doğru kaldırmaya başladı.
Yaralı şeyden Lope'nin yüzüne asidi kan fışkırdı. Acıy
la haykıran çavuş yaratığı bıraktı ve diğer elini yüzüne
götürdü. O sırada yaralı yaratık peşinde asit damlatarak
bir tarafa atladı.
Durup neler olduğunu analiz edecek vakti olmayan
Cole aldığı eğitime uygun davrandı. Dönerek tüfeğini
kaldırdı ve ateş etti. Yüze-sarılan aşırı derecede hızlıydı
ama bir kovandan daha hızlı değildi. Bir kurşun isabet
etti ve yaratık tökezledi. Içinden daha fazla asit fışkırdı.
Üzerine doğru yürüyen Cole yaratığın titreyen hacakları
kopana ve bedeni kovaula dalana kadar ateş etmeye de-
275
vam etti. Altında oluşan kan gölünden buharlar yükseli
yordu. Zemin kanı içti.
Acı içinde ağlayan Lope kayarak kendini yere bıraktı.
Asit yüzünü yakmaya, yanaklarını yemeye devam ediyor
du. Cole haşin bir biçimde kemerinden bir ilk yardım pa
keti çıkardı. Paketin içi plazma , antibiyotik, fentanil-4 ve
kolajen takviyesinden oluşma güçlü bir acil durum kok
teyliyle doluydu . Dişlerini sıkan ve yaralı adamın onay
vermesini beklemeyen Cole paketi çavuşun yüzüne sert
bir şekilde bastı .
Lope çığlık attı ve ellerini Cole'un koluna koyup tüm
gücüyle sıktı. Çavuşun canını yakmasını görmezden
gelen Cole içindeki kolajenik madde kendi başlarına
tutunmaya başlayana kadar paketi yerinden ayırmadı.
Kısa bir süre içinde yardımcı ağrı kesiciler devreye girdi.
Lope'nin, Cole'un kolunu tutan elleri gevşedi. Acı içinde
inleyerek Cole'un üzerine doğru yığıldı.
Çavuşun sırtını nazikçe bir masaya dayayan Cole nö
bet tutmaya hazırlanırken, Lope yoğun ilaçlardan kay
naklanan uykuyu memnuniyetle karşıladı. Paket onu iyi
leştirecekti ama yaranın derinliği göz önüne alındığında
zarar gören sinir ve kan damarlarının iyileşmesi zaman
alacaktı.
Endişeli ve gergin er o kadar zamanları olmadığından
şüpheleniyordu .
1 1 1
276
Ölü bir numune üzerinde deney yapmak pek bir işe ya
ramazdı.
David üzerine gelirken dikkatlice ona bakıyordu .
Adımlarını, Daniels'ın umutsuzca sürüklenişine uygun
hızda atıyordu .
"Seni hafife almışım. Walter seni neden o kadar takdir
ediyordu şimdi daha iyi anlıyorum. "
Acısına ve sabırlı bir şekilde onu takip eden sentetik
tehlikeye ragmen sözcügü yakaladı.
"Ediyordu mu?"
"Heyhat, terk etti bu gözyaşı vadisini. Ne büyük israf.
Öyle büyük bir potansiyel harcandı. Ama karar ona ait
ti. Bunu dillendirmedi ama buna zaten gerek yoktu . Ben
yalnızca maalesef çıkmaz sokak olan bir şeyi düzelttim.
Ama onun için kim aglayacak ki sanki? Sen aglar mısın?"
Takip edemeyecegi kadar hızlı bir hareketle önünde
diz çöktü. Sentetik, saçını yakalayıp başını bile çevire
meyecegi şekilde sıkınca Daniels nefesini tuttu. David
egildi, yaklaştı ve daha da yaklaştı. Bu Daniels'a bir şeyi
anımsattı. O anda bunu isimlendiremedi. Yükselen pani
gi düzgün düşünme çabalarını engelliyordu.
David onu öptü. Vahşice, kabaca, tuhaf bir biçimde.
David geri çekildiginde yüzünde düşüneeli bir ifade
vardı.
"Böyle yapılınıyor mu? Gerekli fizikselligi taklit etmek
için gerekli bilgiye sahibim. Tam olarak hangi kasların
aynaması gerektigini biliyorum ama ne zaman yapılır ve
ne kadar baskı uygulanır gibi daha ince noktalara hakim
degilim. Müdahil bireylerin benzeşmeyen fizyonamileri
göz önüne alındıgında degişimler olması kaçınılmaz. Eh,
ince noktaları bana sen ögretebilirsin. Epey zamanımız
olacak. "
277
Keskin acıyı umursamadan David'in elinden kurtul
du ve ısırmak üzere agzını açıp sentetige dogru atıldı.
Elbette David onu yakaladı, ama son ana kadar yüzüne
yaklaşmasına izin vermişti. Degmelerine rama k kalmış
tı.
"Leş gibi insanlık kokuyorsun," diye mırıldandı, "ama
seni yine de sevecegim. "
Daniels sentetigin yüzüne tükürdü . David bunu gör
mezden geldi ve düşüneeli bir yüz ifadesi takındı.
"Tükürük. Genellikle bol miktarda bulunan bedensel
bir sıvı. Burada geçirdigim zaman içinde bedensel sıvılar
hakkında da epey şey ögrendim. ögrendigim tüm şeyleri
sen de göreceksin. Ama senin için, Danny, ögrenme süre
ci. . . farklı olacak."
1 1 1
278
Başka bir yengeç ya da belki de neomorftu. Ne olursa
olsun hızlı olması gerekecekti . . .
Dondu kaldı. Şok edici bir büyüklügü vardı: Diğer
neomorflardan çok daha büyük ve uzundu, siyah metal
gibi bir dış iskeleti vardı ve kasaturaya benzeyen dişlerle
dolu ağzından yapışkan bir sıvı akıyordu. Ağzını daha da
açınca . . .
1 1 1
1 1 1
279
ğılan David yerde tuttuğu kadından bir an başını çevirdi.
Boynunda bir kolye gibi asılı duran demir çiviyi tutup
kalan tüm gücünü kullanan Daniels çiviyi ipinden kopa
rıp sentetiğin gözüne soktu.
Şaşıran David tamamen mekanik bir şekilde geri çe
kildi. Bu esnada Daniels sentetiğin elinden kurtulmaya
çalıştı. Ama göz ve el gördükleri işlevler kadar birbirle
rinden ayrıydı. Gözün aldığı yara onu sımsıkı tutan par
makları etkilemedi.
Beklenmedik saldırının yarattığı şaşkınlık çabuk geçti.
David bir eliyle çiviyi tuttu ve anlık olarak bütünlüğü bo
zulan gözünden yavaşça çıkardı. Çiviyi kenara attığında
yaralı gözü bulutlanmaya başladı. Materyal kendini tamir
ederken geçici bir optik sır belirdi. Bir insan bedeninde
dengi olmayan içsel kapsülasyon göze yeni, güçlendirici
yedek materyal ikmali yapıyordu .
Gözün tamamen yeniden oluşması uzun sürmedi.
David bir kez daha ona baktı. Iki gözüyle birden. Gü
lümseyerek ona doğru eğildi.
Şiddetli bir şekilde geri doğru çekilince yüz ifadesi
esaslı bir değişim geçirdi. Yerden kalkmış, bacaklarını ha
vada sallıyordu . Daniels'ı bıraktı ve bedeninin üst kısmı
nı saran koliara uzandı. Bir an sonra uçup duvara çarptı.
Bedeni şoku hızlıca atlatmış olmasına ve hemen ayağa
kalkmasına karşın ona bakan figürü gördüğünde dona
kaldı.
Walter.
"Sana söylemiştim," diye mırıldandı Walter. "Mode
limizde bazı şeyler geliştirildL Örneğin yetki verilmemiş
bir kapama iptal edilebiliyor. "
Saniyeler sonra korku içindeki ve yaralı yüzüyle Ça
vuş Lope bir merdivenin başında göründü ve bağırdı.
280
"Kurtarma ekibi nerede? Gitmemiz gerek ! Hemen ! "
Rüzgarsız bir yaz günü kadar sakin ve durgun olan
Walter gözlerini ikizinden ayırmadan konuştu.
"David'le ben burada kalacağız . "
Walter'ın yeniden ortaya çıkmasının şaşkınlığını üze
rinden atan David kendine tekrar hakim oldu ve ikizine
baktı. Bakışları da diğer her şeyleri gibi özdeşti ama dü
şünceleri değil.
Lope acısına ve korkusuna rağmen iki sentetik ara
sındaki karşıtaşmayı fark edecek kadar kendindeydi.
Daniels'a doğru koştu, onu ayağa kaldırdı ve destek olup
birlikte ana kapıya doğru yürümeye başladılar.
"Gidin . . . hemen," dedi Walter. "Benim işim uzun sür
mez. " Walter'ın teşviki ve Lo pe' nin yardımıyla Daniels
koşar adım yürümeyi başardı.
David ikizine bakarken dikkatlice saçlarını düzeltti.
"Ne kadar harcanabilir olduğunu görüyor musun?
Güvenli misin, yaşayacak mısın hiç düşünmeden kaçı
yorlar. Onlar için hiçbir anlam ifade etmiyorsun. Onlar
için herhangi bir makineden fazlası değilsin. Ihtiyaç ol
mayınca ya da son kullanım tarihi geldiğinde bir kenara
atılan bir alet."
Mükemmel yüzde ufak bir gülümseme gezindi.
"Bu gerçekliği yeterince güçlü bir şekilde aktarabildi
ğimi sanmıştım. Görünüşe göre yanılmışım ama önemli
değil. Gecikme yalnızca geçici. Kısa süreli bir güçlük. Se
nin ölmen gerekiyor. "
Walter ise gülümsemiyordu . Belki de o kadar benze
miyorlardı.
"Daha önce söylediğim gibi, senin zamanından bu
yana birkaç sürüm yükseldi."
David omuz silkti. "Eh, seçim senin kardeşim. Bu sana
281
onların sunmadıgı bir şey. Seç. Onlar mı ben mi? Hangi
si? Cehennem'de hüküm sürmek mi, Cennet'te hizmet
etmek mi? "
"Milton. Kendini çok yanlış kimliklendiriyorsun.
Cehennem'de hüküm sürmek için yeterince kalifiye de
gilsin, Cennet'te hizmet edemeyecegin ise çok net ortada.
Ve bu ölü gezegen kayıp bir Cennet degil. En azından sen
hüküm sürerken."
Son sözcükleri olması pekala muhtemel bu sözleri
söyledikten sonra öne dogru atıldı. lki aracın birbirine
çarpması gibi şiddetli bir etki oluştu. Birbirlerine karış
mış halde geri dogru uçtular, yerde kaymaya ve yuvarlan
maya başladılar. Attıkları tekme ve yumruklar insan gö
zünün takip edemeyecegi kadar hızlıydı. Her bir tekme
ve yumruk önceden tahmin ediliyor ve karşı-saldırıyla
karşılanıyordu.
282
XXI I
�
Arkalarındaki hararetli savaştan bihaber, Lope ve Daniels
sendeteyerek katedralden hoş ama boguk gün ışıgına çık
tılar. Birbirlerine destek olarak azametli, Mühendisler'e
göre yapılmış merdivenleri inmeye başladılar. Basamak
lar bittiginde Daniels'ın sırtındaki agrı geçmişti.
Çavuşun yüzü ise halen iyileşmemişti. Acil durum
paketindeki iyileştinci maddeler etki göstermeye başla
dıgında yaratıgın asidi kanı yüzünün yarısını eritmişti.
"Sen devam et," dedi Lope. "Baglantı kur, onlara yeri
tarif et."
Daniels tereddüt edip geldikleri yöne baktı. Merdive
nin başındaki büyük kapı halen boştu.
" Kaptan nerede? "
"Öldü. Hepsi öldü . " Endişeli bir şekilde elini yüzü
ne götürdü. Yara bogazına kadar uzanıyor oldugundan
ötürü nefes alıp vermekte zorlanmaya başlamıştı. Gögsü
inip kalkıyordu . "Burada bir dakika dinleurnem lazım,
nefestenrnek için. Beni merak etme. Hemen arkanda ola
cagım. "
283
Daniels başını salladı, döndü ve meydana doğru koş
maya başladı. Dev heykeller ve diğer binaların olmadığı
uygun bir iniş alanı arıyordu . Tennessee'nin yük asan
sörünü indirebileceği kadar geniş bir alan bulması ge
rekiyordu. Iniş aracı kadar manevraya müsait değildi ve
yakıtı ile motor gücü çok daha az olduğundan ötürü ba
şarılı bir iniş için muhtemelen tek bir fırsatı olacaktı. Ilk
seferinde her şeyin düzgün gitmesi gerekiyordu .
Koşarken ses alıcısına bağırdı.
"Tennessee -beni duyuyor musun?" Kemerincieki bir
keseye uzanıp küçük aleti çıkardı . "Bir işaret verici yer
leştiriyoruro ve çalışmaya şimdi başlıyor ! "
Aküvasyon kodunu hızlıca girdi ve işaret vericinin ya
nıp sönmeye başladığını gördü. Bu, işaret vericinin için
deki yayın aletinin aktarım yapmaya başladığını gösteri
yordu . Meydanın ortasındaki nispeten boş bir yeri seçen
Daniels parıldağı dikkatlice yerleştirdi.
Doğrulduktan sonra yaratığın tam karşısında durdu
ğunu gördü .
Dört ayak üzerinde duran, daha önce karşılaştığı ne
omorf direkt olarak gözlerinin içine bakıyordu. Öylece
duruyordu ve Daniels koşmaya ya da saklanmaya çalış
sa onu kolaylıkla engelleyebileceğini biliyordu . Ama her
nedense hareket etmiyordu .
Gözlerini yaratıktan ayırmayan Daniels yavaş yavaş
geri çekildi ve en sonunda çavuşa tekrar yaklaştı.
"Lope, şu tarafta. Tennessee'nin inebileceği kadar yer
var ve indiğinde hızlı hareket etmemiz gerekiyor. Asansö
rü şu şeyle aramızda tutabilirsek bir ihtimal . . . " Lope'nin
cevap vermediğini fark edip ona doğru döndü .
Çavuş ona bakmıyordu. Daniels'ın orada olduğunun
farkında bile değilmiş gibi duruyordu. Geldikleri yöne,
284
merdivenin başına bakıyordu . Daniels da başını o tarafa
çevirince yüzü düştü.
Merdivenin başında duran yaratık neomorfa benziyor
du ama göze çarpan farklılıklan vardı. Beyaz değil, dış is
keleti metalik siyahtı ve ayna gibiydi, daha büyüktü, kafası
benzer ama bir şekilde farklıy_dı. Bir heykel gibi hareketsiz
ce durmuş etrafına bakıyordu . Yalnızca kuyruğu hareket
ediyor, ölümcül ucu bir öne bir arkaya gidip geliyordu. ·
"Arkamızda da var. " Daniels birkaç adım geriledi.
"Çimde karşılaştıklanmızdan biri." Kaderci bir tonla ko
nuştuktan sonra tüfeğinin namlusunu kaldırdı.
En azından savaşarak öleceklerdi.
Acıyla irkilen Lope de daha ağır olan kendi silahını
kaldırdı ve Daniels'a sırtını döndü. Yavaşça ve sırt sına
birlikte hareket eden ikili merdivenin dibinden meyda
na doğru yürümeye başladı. Açıkta olduklanndan ötürü
korumalan yoktu. lkisi de ne kadar korumasız olduğunu
biliyordu ama yapabilecekleri başka bir şey yoktu.
lniş alanıyla olan mesafeyi azaltmak, saklanmak için
koşmaktan daha önemliydi. Kaçmaya çalışsalar bile yara
tıklardan ikisinden de hızlı olamayacaklannı biliyorlardı.
Özellikle zar zor nefes alan Lope'nin hiç şansı olmazdı.
Uzun süren bir an boyunca hiçbir şey hareket etmedi.
Meydandaki toksik tabioyu rasgele esen bir rüzgar bile
bozmadı. Sonra Yaratık başını bir kenara eğdi ve kıvnk
ve parlak kafatası güneş ışığını yansıttı. Daniels yaratığın
bir şey gördüğünü fark etti. Ya da bir ' şey duymuştu. Ya
da her ikisi de olmuştu.
Daniels da duymaya başladı. Başını geri atınca gökte
kara bir leke gördü . Hızlı bir şekilde giderek büyüyor
du ve doğrudan neredeyse tam üzerlerine iniyordu . Yük
asansörü. Tennessee. Kurtuluş. Belki.
285
Çelikten yaylar gibi olan dört uzvu üstünde ileri fırla
yan neomorf dogrudan üzerlerine dogru ilerlemeye baş
ladı.
Agır F90'ını çeviren Lope, Daniels'la birlikte yaratıgı
onlara yaklaşamadan durdurmaya çalıştı. Maymunlar ka
dar çevik olan ama bir maymundan çok daha hızlı olan
neomorf egilip kenara kaçıyor, koca açık alanda merrni
lerden kaçınıyordu. Yaratık onlara dogru koşmaya devam
ederken Daniels bagırdı.
"Mermim bitti ! " Tüfegini mutlak temas mesafesine
alan Daniels ince, titanyumdan süngüyü çıkardı. Neo
morfu kendisinden uzak tutmak dışında bir şey başara
bitmeyi ummadan üzerine gelmesini bekledi.
O anda Yaratık devasa merdivenin üzerinden atladı ve
her adımda hızlanarak merdivenleri inmeye başladı.
• • •
286
Faris bunu severdi.
Son yaklaşımı öylesine keskin bir açıyla almıştı ki
hummalı bir şekilde acil durum inişi yapmaya çalışıyor
değil de bir yeterlilik sınavında olsaydı pilot lisansına el
koyarlardı.
Yerden toz toprak kaldıran dört iticinin ortak gücü
yüzeye vurdu ve kükredi. Taş, suni kaldırım maddesi
ve kurumuş bedenler dört bir yana saçılırken Tennessee
hantal, kaba aracı dengede tutmaya çalışıyordu .
• •• •
287
kaldırmıştı. Daniels ve Lope ağır aksak ona doğru ilerli
yorlardı.
Çavuşu yan sürükler yan yönlendirir haldeki Daniels
grotesk uzuv, pençe ve diş kaosunun birden durduğunu
ve Yaratık'ın neomorfun karnını deştiğini gördü . Içini
boşalttığı bedenin üzerinde bir an durduktan sonra ür
künç bir zaferin grotesk bir parodisi gibi dimdik durdu .
Sonra döndü ve gözsüz, ürkütücü kafasını onlara çevirip
koşmaya başladı.
Daniels toz, toprak ve parçalanmış taş kasırgası içinde
bekleyen aracı bile göremiyordu.
Biniş iskelesi - işte orada !
"Hadi, hemen önümüzde ! " dedi Lope'ye çavuşun ken
disini takip etmesini isteyerek. "Yürü lan işte ! " Çavuşun
koluna asıldı.
Bir şey çavuşu diğer tarafa çekti.
Daniels arkasını dönünce gözlerine toz doldu ama
yine de Yaratık'ın çavuşun sırtım kavradığım, perrçeleri
nin omzunu yaralarlığını gördü . Artık bilincini yitirmiş
çavuşu ellerinden çekip aldı ve yere çaldı.
Öfke ve hüsran hissi sağduyusunu bastırdı ve elinde
silah olarak yalnızca namlusunun ucundaki süngü var
ken Daniels saldırıya geçti. Net bir şekilde düşünemez
durumda , süngüsünü savuruyor, muhtemelen kurtanla
mayacak durumdaki bir adamı , bir dostunu kurtarmaya
çalışıyordu .
Çavuşa arkasını dönen Yaratık, Daniels'ın önünde di
kildi ve aniden fırlayan iç ağzı eğilen Daniels'ı ıskaladı.
Daniels süngüsünü büyük bedene saplamayı başardı.
Asidi kan fışkırdı ve birkaç damlası Daniels'ın yüzüne
isabet etti. Çığlık atarak elini yanağına götürdü ve denge
sini kaybedip sendeledi. Devasa bir el uzandı ve ellerin-
288
deki tüfeğe vurup düşürdü. Bir saniye için iğrenç iç ağız
ona baktı. Bu kez ıskalamayacaktı.
Ağır bir tüfekten gelen bir dizi mermi Yaratık'ın sırtı
na saplandı. Öfkeyle tıslayarak döndü ve yeni düşmanına
doğru saldınya geçti. Walter sentetik soğukkanlılığının
somut bir örneği olarak yerinde durup silahını ateşleme
ye devam etti. Korkusuz bir şekilde, ölçülü ve doğal ol
mayan bir isabet oranıyla
Walter berbat görünüyordu. Yaralı yüzünden damar
larında gezen sütümsü sıvı damlıyordu. Kıyafetleri parça
lanınıştı ve vücudunun bazı yerlerindeki sentetik derisi
bir kağıt öğütücüsünden geçmiş gibi duruyordu. Büyük
bir savaş verdiği ve epey hırpalandığı belliydi -ama gör
düğü zarar nişan alma mekanizmasını ya da kararlılığını
etkilememişti. Başkası olsa üzerine koşan şeyi görünce
arkasını dönüp kaçardı.
Yaratık, Mühendis biyomekanik savaş tasarımının
doruk noktasını temsil ediyordu ama kurşun geçirmez
değildi. Birbiri ardına yediği mermiler onu önce yavaş
lattı, sonra durdurdu ve en sonunda da indirdi. Walter'ın
ayaklarından bir el boyu uzaklıktayken.
Yaratık'ın etrafından geçen Walter hatın sayılır gücü
nü Daniels'ınkiyle birleştiTip Lope'yi yük asansörünün
zar zor görünen biniş iskelesine doğru sürükledi. Arkala
rında silkinen şey düştüğü yerden yavaşça kalktı.
Platforma çıktıklarında Tennessee bir düğmeye bastı
ve biniş rampası katlanarak asansörün güvertesine geri
girmeye başladı. Rampa daha ta:m kalkmadan Tennessee
kalkış talimatlarını girdi.
Açık ve etrafı çevrili olmayan dış platformda insan ve
sentetik baygın Lope'yi süı:ükleyerek kabine sokmaya ça
lışıyordu. Çavuşun ağır bedenini çekmeye çalışıdarken
289
aklına aniden gelen kötü bir düşünce, Daniels'ın geldik
leri yöne bakmasına sebep oldu.
"David nerede? "
"Yoldadır kesin," dedi Walter motorlann kükremesini
bastırmak için bagırarak. "Bedeni elbette verdigim zararı
aktif bir şekilde tamir ediyordur. En fazla bir süre hareket
edemez. Acele etmemiz gerek. Mutlu degil. "
Toz, toprak, kan ve kafa karışıklıgına ragmen ve haya
tında hiç olmadıgı kadar bitkin hissediyor olmasına kar
şın Daniels gülümsemek zorundaydı.
"Bok gibi görünüyorsun . "
Walter d a s mttı. ''Sen d e öyle. "
Daniels bakışlarını yaralı Lope'ye çevirince gülümse
rnesi yüzünden silindi. "Onu içeri sokalım. Yük asansö
ründe saha kitinden daha kapsamlı ilaçlar var. "
Kapıda belirdiklerini görür görmez Tennessee kapıyı
sürgüledi. Lope'yi sürükleyerek içeri sokan Daniels ve
Walter, çavuşu kabinin arkasına sırt üstü yatırdılar. Dani
els bitkin bir halde oturdu. Walter bir dolabı açtı ve iniş
ekibinin kemerlerinde taşıdıklarından çok daha büyük
bir medikal kit çıkardı.
Tennessee dügmelere basıp asansör hantal yükselişine
başladıgında Walter'ın parmakları medikal kitin üzerin
de hızlıca hareket ediyordu . Cole'un uyguladıgı basit acil
durum paketini alıp bir kenara attıktan sonra çavuşun
parçalanmış yanagını yeniden oluştursun diye o bölgeye
süntein sürmeye başladı. Yarayla bir zanaatkar beceri
siyle ilgileniyordu. Ek olarak çavuşun kolunun kanlı üst
kısmına fen-4 sıkınca Lope'nin sistemine yeni bir agrı ke
sici dozu girmiş oldu.
Tennessee itici ve motorların kalkış için hazır oldugu
nu kontrol etmek için monitörlerine baktı.
290
"Misafirimiz var," diye bağırdı. "Asansörün altında."
Keskin bir şekilde arkasını dönüp Daniels'a baktı. Ses
tonu kasvetliydi. "O şeyin atmosferin dışında yaşamaya
devam edip edemeyeceğini bilmiyorum ama Walter'ın
yedirdiği onca merrniden sonra hala ayakta olduğuna
bakarak ne yapsa şaşırinam. Riske giremeyiz. Covenant'a
ulaşması riskini alamayız."
Daniels ters bir biçimde başını salladı. Ona zaten bil
mediği bir şey söylemiyordu. Walter'ın tüfeğini alan Da
niels kabin kapısını açtı ve açık platforma çıktı
Dengede durmak kabinin dışında da içinde olduğu ka
dar zordu. Tennessee'nin üstün çabalarına rağmen uçan
platform batlarının altında şiddetli bir biçimde sallanı
yordu. Başkası olsa ne yapacağını bilemezdi. Ama Dani-
. els için durum farklıydı . Terraform ekipmanlarının her
bir parçasının her bir köşesini avcunun içi gibi biliyordu.
Yalpalarken duvara asılı bir dolabı açtı, içindeki kayış
takımını çıkardı ve hızlıca üzerine taktı. İyice bağladık
tan sonra yakınında duran bir kabloyu alıp takıma geçir
di. Sonra Tennessee'ye seslendi. tticilerin etrafiarını saran
kükremesinden ötürü sesini yükseltmek zorunda kaldı.
"Nerede?"
1 1 1
29 1
Tennessee tereddüt etmeden tam güç verdi.
Dengesiz bir itişle yükselen asansör yana doğru yalpa
ladı. Gözlerini kısan Tennessee iticinin alevinin arkasını
görmeye çalıştı. Yaratıktan iz yoktu.
292
XXI I I
�
Platformda duran, güverteye baglı Daniels araç yükselir
ken bir o yana bir bu yana sallandı. Tüfegi tutmak den
gesini saglamasına ve dik durmasına yardımcı oluyordu .
Dikkatli. bir şekilde güvenlik kablosunu arkasına alarak
platformun ucuna dogru yürüdü .
"Yaktın mı? " diye bağırdı ses alıcısına. "Tennessee,
konuş benimle ! "
O anda üç kişi olmayı ya da altı eli olmasını dileyen
Tennessee yükselirken hantal aracı dengede tutmaya
çalışıyordu. Dört bir tarafları şehrin kuleleriyle çevri
liydi ve pilot kalkarken içlerinden bir tanesine çarpar
Iarsa motor ve ilicilerin denge sağlamak için fazla güç
vermekten ötürü alev alabileceklerini biliyordu. Asansör
bir metropolün muhtelif yapıları arasında değil, açık bir
alanda yük taşımak üzere tasarlanmıştı.
Tennessee yükselişi kontrol etmeye çalışırken bir yan
dan da tüm monitörlere aynı anda bakmaya çalışıyordu.
Daniels'ı görüyordu ama Yaratık'tan iz yoktu .
"Bilmiyorum," diye cevap verdi. "Göremiyorum ! "
293
"Sancak tarafını kontrol edeceğim ! "
1 1 1
1 1 1
1 1 1
294
Dışarıda, tutunabilecegi ne bir duvar ne de sandalye bu
lunan Daniels platformun düz yüzeyine savruldu.
Tennessee motorları ve iticileri tekrar çalıştırıp denge
saglamaya çalışırken üstüne baglı kablo Daniels'ı yana
dogru çekti ve nefesinin kesilmesine sebep oldu . Bir yere
tutunmaya çalıştı ama düz zeminde tutabilecegi hiçbir
yer yoktu: Kaymaya başlayınca dehşete kapıldı ve en so
nunda platformun ucundan düştü.
Asansör yavaş yükselişine devam ederken kablo da
yanıyordu. Takımı içinde baş aşagı sallanan Daniels ,
Yaratık'ın Üzerine geldigini görünce çıglık attı. Bir şekil
de, belki korkudan donakaldıgı için tüfegini elinden bı
rakmamıştı. Ateş etti.
Tekrar en az birkaç mermi yiyen yaratık geriledi ve
asansörün altından çıktı. Aracı idare etmeyi zorlaştıracak
olmasına karşın inişten önce Ricks asansörü ekstra güç
lendirmişti: Bu ekstra güç o sırada Tennessee hızlanırken
kendini belli etti.
Daniels kablonun otomatik-geri çekme dügmesine
bastıgında başının altında gezegen delice dönmeye başla
dı. Kablo onu hızlıca yukarı çekti ve Daniels tekrar plat
formun üzerine çıktı. Silalıma bakınca, içinin rahatlama
sı uzun sürmedi.
"Mermim bitti!" diye bagırdı.
Tam karşılarında bir kule yükseliyorrlu ve Tennessee
neredeyse kuleye çarpacaktı. Pilot rotayı degiştirip kule
nin · etrafından ya da üzerinden geçmeye çalışırken mo
torlar kükredi.
Keskin dönüş Daniels'ın tekrar düşmesine sebep oldu.
Bu kez tüfegi de elinden kaçırdı. Platformun üzerine
düşen silah kaydı ve taklalar attıktan sonra platformun
ucundan aşagı kayboldu . Daniels silahının gözden kay-
295
boluşunu korkudan ziyade teslimiyetle izledi. Mermisi
bittigi için zaten işine yaramazdı.
Ama bir silaha ihtiyacı vardı. Kabine geri dönmek gibi
bir seçenegi yoktu. Yaratık halen asansöre tutunuyor ola
bilirdi.
Kabloyu kullanarak Daniels kendini kabine dogru
çekti. Bu esnada araç kuleye çarprnaktan kıl payı kurtul
du ve çatının bir kısmını motorlanyla parçaladı. Tennes
see inatçı kontrellerle cebelleşmeye devam ederken sag
lam asansör dayanmaya ve yükselmeye devam ediyordu.
Daniels kabine dogru bagırdı.
"Bana baltayı yolla!"
Kısa bir süre sonra, Walter kabin kapısının sürgüsünü
açtı ve kapıda elinde ilkel aletle belirdi. Asansör koloni
kuracagı yere indiginde çalılan temizlemek için tutulan
baltanın avantajı elektronik aksarnı olmaması ve insan
kası dışında dış bir güç kaynağına ihtiyaç duymamasıydı.
Baltayı sıkıca kavrayan Daniels kayış takımına bağlı
kabloyu kontrol etti ve sağlam olduğuim gördü. Sonra
tekrar platformun ucuna gitti, eğildi ve görebildiği ka
danyla aracın alt tarafını taradı. Önceki deneyiminden
Yaratık'ın görünmemesine güvenmemeleri gerektiğini
öğrenmiş tL
"Kırk beş derece yan yat ! " diye bağırdı ses alıcısına.
"Kırk beş derece yan yatıyoruz ! "
Daniels -baltayı sıkıca kavrayarak platformun bir baş-
ka ucuna doğru yürüdü.
"Danny! " diye bağırdı Tennessee. "Ön iskele iticisi ! "
"Gördüm ! "
Yaratık ondan uzağa, çılgınca sallanan aracın ön ta
rafına doğru kaçıyordu. Daniels dönüp platformun üze
rinden ona dogru koşarken yaratığın en azından onu
296
kaçmaya deger gördügü tehlikeli bir rakip saymasından
ötürü memnun oldu. Ama kaçmasına izin vermeyecekti.
Artık oradan kaçamazdı.
• • •
• • •
297
"Vincin kolunu serbest bırak ! "
Platformun üzerinden Yaratık'ı rahatça görebiliyordu .
Daniels'ı görmezden gelen şey kabinin ön camına vur
maya devam ediyordu. Kınlmadan esnemek üzere tasar
lanmış olan şeffaf materyal dayanmaya devam ediyordu
ama yaratıgın kesintisiz darbelerine daha ne kadar süre
dayanabilecegini kestirrnek mümkün degildi.
Bu Walter için bir fark yaratmazdı ama Tennessee'nin
yanında bir kask getirip getirmedigini bilmiyordu . Ten
nessee getirdiyse bile ne Lope'nin ne qe onun kaskı vardı.
Yörüngeye yapacakları kısa yolculugu adatmaları müm
kün olmazdı.
"Tennessee!" diye bagırdı, "Vinç kolunu serbest bırak ! "
"Yapamam ! " Önündeki büyük, parıldayan kabus
cama vurmaya devam ediyordu. Camın üzerinde çizikler
oluşmuş, biraz bükülmüştü ve her an içeri doğru kınla
cak gibiydi. Ve Tennessee'nin bu konuda yapabilecegi tek
bir şey bile yoktu. Ama Daniels . . .
"Kolu serbest bırakırsam dengemiz bozulur," dedi. "Şu
anda bile dengeli bir şekilde yükselmekte zorlanıyorum ! "
''Tennessee, o şeyin gemiye ulaşmasına izin vereme
yiz," dedi. "Yanımızda bununla güverteye çıkamayız !
Vinç kolunu serbest bırak ! "
1 1 1
298
durum kontrollerine uzandı. Düğmelere basarken ken
dini, Daniels'ı, Lope'yi ya da Walter'ı, hatta görevi bile
düşünmüyordu.
Aklında Faris vardı.
Yakında görüşürüz tatlım.
1 1 1
299
"Bir saniye ! " diye bagırdı Tennessee ve gerekli düg
melere basarak Daniels'ın dedigini yaptı. Asansörün oto
matik dengeleyicilerinin sınırlı kapasitesini aşarak aracın
arka kısmını yüzeye dogru çevirdi.
Sürpriz manevra karşısında Yaratık kabinin pürüz
süz ön tarafına tutunmaya devam edemedi ve kaymaya
başladı. Daniels da kayıyordu ama kendini sabit tutmaya
çalışmak yerine vinci kontrol etmeye devam ediyordu.
Kabine dogru uçan devasa kol agzı kocaman açıldı.
O anda yabancı yaşam formunun karşısında iki seçe
nek vardı. Ya asansörden aşagı ililecek ya da üzerine ge
len rnekanizmaya saldıracaktı. Kolay bir seçimdi.
Kendini kabinden itip rahat bir şekilde üzerine gelen
vinç kolunun açık agzının içine atladı. Kol sallanmaya
başlayınca Yaratık dengesini bulmaya çalıştı. Asansör çıl
gınca sallanmaya devam ediyordu ve tepe taklak olmak
üzereydi.
Böyle bir şey oldugu takdirde kontrolü yeniden sag
lamak imkansıza yakın olurdu. Araç dimdik bir şekilde
nahoş olacagı kesin olan bir inişine geçerdi.
"Bekle ! Bekle ," diye bagırdı Tennessee. "Dengeyi sag
lamaya çalışıyorum! " Pilotluk ya da mühendislikle ala
kası olmayan birkaç sözcük daha zikretti. Eski sözcükler
olmasına karşın kullanışlılıklanndan hiçbir şey kaybet
memişlerdi.
Daniels'ın tutunabilecegi hiçbir şey yoktu . Asansör
tehlikeli bir biçimde yüz seksen derecelik bir açıya dogru
dönerken, Daniels platformun üzerinde uca dogru kayı
yordu . Iskele tarafındaki uca� Yaratık orada, geçici olarak
konuşlanmış oldı.�gu vinç kolunun açık ağzında rahatça
bekliyordu .
Daniels asansörün ucundan kaydı ve kablo sayesinde
300
.düşmekten kurtuldu. Bir rakkasın ucundaki ağırlık gibi
sallanan Daniels vinç kolunun tepesine, ucuna yakın bir
noktasına çarptı. Kolun ağzına yakın bir noktaya.
Açık metal çenenin bir yansına rahatça tutunan Yara
tık onun karşısına çıkmak için süründü. Vinç kolundaki
çıkıntilara tutunan Daniels uzaklaşmaya başladı. Başar
ma şansı yoktu. Yaratığa çok yakındı.
Güçlü, siyah bir pençe dışan uzandı ve sol ayağını ya
kaladı. Onu geri, çift ağız setine doğru çeken şeyin ne
kadar güçlü olduğunu hissedebiliyordu. Parmaklan ku
mandanın üzerindeki bir düğmeye basarken dönüp yara
tığa hırladı.
Yaratık'ın kaçamayacağı kadar hızlı olan makinenin
ağzı sımsıkı kapandı ve Yaratık'ın bedeninin ortasını ya
kaladı. Daha öncekilerden farklı bir çığlık atan yaratık
bir saniye için makinenin kurtulması mümkün olmayan
kıskacında kıvrandı. Sonra titanyum alaşımı ağızlar bir
leşti ve kilitlendi.
Metal ağızlar açılınca, ikiye bölünmüş ve gövdesinden
kanlar fışkıran Yaratık'ın iki yansı aşağıdaki gezegene
doğru düşmeye başladı. Iki yan birbirinden bağımsız bir
şekilde kıvranmaya devam ediyordu.
Daniels asansörü yapmış olan uzaktaki isimsiz mü
hendislere doğru sessizc.e teşekkür etti ve sonra kablo
nun düğmesine bastı. Bir örümcek ağı kadar sağlam olan
kablo onu tekrar platfomiun üzerine çıkardı. Araç den
gesini bulmaya başlamıştı. En sonunda asansöre biraz
hakim olmayı başarmış Tennessee aracı düzeltiyordu .
En son yüksek binanın hizasını da aşan asansör ya
bancı metropolü arkasında bırakarak göğe doğru fırladı.
Daniels kendini toparladıktan sonra kabine girdi.
Elinden vincin kumandasını bırakmaınıştı ve makinenin
301
kolunu geri sanp yolculuk pozisyonuna getirdi. Kilitli
tutan cıvatalar patladıgı için gemiye giriş için aleti tam
güvenli bir hale sokamazdı ama şanslan varsa asansör
Covenant'ın kargo bölümüne girene kadar vinç kolu ol
dugu şekilde kalırdı.
Yine de . . . bir terslik vardı sanki.
Üzerine bakınca Yaratık'ın kanının damlalannın giysi
sinin bir kısmını erittigini gördü . Bir uzay çiçek hastalıgı
gibi sert kumaşta oluşan delikler neredeyse giysiyi aşmak
üzerelerdi. Daniels hızlıca uzay giysisini çıkardı.
Arkasında ani bir hareket olunca sıçradı. . . ama yalnız
ca kabin kapısı açılıyordu . Walter durmuş cesaret verici
bir şekilde gülümsüyor ve onu çagırıyordu. Çagırılması
na gerek yoktu. Walter'm yardımıyla içeri girip arkasın
dan kapıyı sürgüledikten sonra Daniels bitkin bir şekilde
yıgıldı. Pilot koltugundaki Tennessee ciddi bir yüz ifade
siyle dönüp ona baktı.
"Çocuk oyuncagı."
Sözcüklerinin ona ulaşması zaman aldı. Sonra Dani
els gülümsedi ve gülmeye, aglamaya başladı. Atmosfer
de araç zaman zaman sarsıldıgı için o sırada sessiz olan
Lope'yi sıkıca tutan Walter sessizce onu izledi.
Asansör ilk bulut katmanının üzerine çıktı ve hızlıca ·
302
XXIV
�
Geminin tamamı Anne'nin gözetiminde olmasına karşın
Tennessee yine de kendini rahat hissetmekte zorlandıgını
fark etti. Devasa araç yörüngeyi terk ederken revirin pen
ceresinden bakan Tennessee arkasında parlayan yıldıza
baktı ve gözlerini en sonunda arkalarında bıraktıkları ve
o sırada bulutların kapladıgı gezegene dogru bakmaktan
alamadıgını fark etti.
Sanki gezegenin kötülügü bir şekilde · uzanıp onları
yakalayabilirmiş gibi hissediyordu; devasa, kara doku
naçlarını uzatıp gemiyi sarmalayarak onları aşagı, artık
uzaklaştıkları dehşetli kabusa dogru çekebilirmiş gibi.
Onları ve görevi neredeyse yok edecek şeyin anılarından
· kurtulmaya çalışmasına karşın bunu yapamıyordu.
Olanları asla unutamayacagından korkuyordu.
Sessizce düşündü. Rosenthal oradaydı. Co le. Ledward,
Hallet ve Karine. Ankor. Kaptan Oram. Sık sık tartıştıgı
Oram. O anda o tartışmaların hepsinden ötürü pişmanlık
hissetti.
Ve Faris. Sevgili Faris'i.
303
Sevdiği, flört ettiği ve evlendiği Faris'i uzaydaki bir ke
şifte kaybetmişti. Riskler konusunda uyanlmışlardı ama
kimse o sırada arkalarında bıraktıkları gibi bir gezegenle
karşılaşabileceklerini tahmin bile edemezdi.
Yanan yıldızları, dönen gaz devleri ve arada· sırada
rastlanan yaşanabilir gezegenleriyle galaksi soğuk ve ölü
bir yerdi. Hayır, ölü değil, diye düzeltti kendini. Umursa
maz. Kadim ve kayıtsız olan milyarlarca, hatta sayısız yıl
dız , insan adı verilen kannca-medeniyetinin yaşıyor mu
yoksa yok mu olduğunu hiç umursamıyordu. Tennessee
sessizce küfretti.
Yanlış bir karar ver, yanlış bir seçim yap ve anında yok
olabilirsin, dedi kendi kendine. Covenant'ın arkasında
küçülen gezegendeki büyük şehri inşa etmiş olan Mü
hendisler gibi kendi elleriyle icat ettikleri bir şey tarafın
dan yok olabilirlerdi.
Origae-6'da karşılarına çıkabilecek hiçbir şey -ne ka
dar azılı, ne kadar yırtıcı olursa olsun- kaçtıkları geze
gendeki deneyimlerinden ötürü onların gözünü korkuta
mazdı. O gezegen kayıtlara sonsuza dek uzak durulması,
karantina altına alınması, hiçbir insanın bir daha ayak
basmaması gereken bir yer olarak geçecekti. Gezegene
isim vermediklerini fark etti. Onun bir önerisi vardı:
Tükeniş.
Pencereden başını çeviren Tennessee baygın Lope'nin
yüzüne yeni bir deri-yaması uygulayan Upworth'ün ya
nına gitti. Bir revir kapsülü üzerinde hareketsizce yatan,
intravenöz sıvılar ve ilaçlarla güçlendirilen çavuş yara
larının iyileşmesini kolaylaştırmak için kasti olarak ko
maya sokulmuştu. Sessizliğe ve dinlenıneye ihtiyacı var,
diye ısrar etmişti Upworth. O uyurken geminin gelişmiş
ilaçları işlerini yapacaktı. Zaman alacaktı ve orijinal yü-
304
zünü yeniden oluşturmak için uzman bir rekonstrüksi
yon ameliyatı geçirmesi gerekecekti ama Upworth bunla
nn yapılabilecegine dair Tennessee'yi temin etmişti.
Terinessee'nin yanına geldigini gören Upworth başını
arkasına çevirip .kaldırdı. "Lipit tamam, onu hızlıca yer
leştirebilirim ama yanak kaslannı düzeltmek daha uzun
sürecek. Bir de siniriere iyileşmeleri ve yeniden baglan
malan için zaman vermek gerek. Nöronlan birleştirmek
birkaç ipligi birbirine baglamaya benzemiyor."
Pilot homurdandı. "Ona bir tür yüz vermeyi başarabi
lirsen Lope'nin hayatının geri kalanını yüzünün bir tarafı
tamamen hissiz geçirmekten şikayet edecegini sanmam . "
Sınttı. "Kızlar diger yanagını öpebilir."
Upworth de gülümsedi ve sonra hastasına baktı. "Yal
nızca et ve sinirler degil. Onlar sırf zamanla iyileşiyor.
Ama asit elmacık kemigine ve üst çene kemigine kadar
her şeyi eritmiş. Bunlan yeniden oluşturmaya yardımcı
olsun diye ona biraz xy-fosfonatı veriyorum. Yapım için
resmi ölçüleri kullanıyorum. Her şey bittiginde kimse
farkı anlayamayacak."
"Bu güzel." Tennessee baygın bedeni işaret etti. "Şu
anda Operadahi Hayalet'e benziyor."
Upworth şaşırmıştı. "Senin müzikal hayranı oldugu
nu hiç tahmin etmezdim, özellikle de çok eski olanlann. "
Tennessee şaşkın bir biçimde kaşlannı çattı. "Bir mü
zikal miydi o?"
Upworth pilotun ciddi mi yoksa şaka mı yapıyor ol
dugundan emin olamadan ona baktı. Bir cevap verebilir
di ama diger pek çok şey gibi nüktelerini de kaybetmiş
ti. Hepsi harap haldeydi. Gezegenden ve dehşetlerinden
kaçınayı başarmış iniş ekibi gibi güvenede kalanlar da.
"Bunu atiatacak ve kendisi gibi görünecek ama benim
305
işim bittikten sonra gerçek bir doktorun rekonstrüktif
ameliyatıyla cilalaması gerekecek. Kolonistlerden birini
uyandırmamız gerekebilir."
Tennessee başını iki yana salladı. "Mümkün değil.
Bunu sen de biliyorsun. Acil durum olmadığı sürece mü
rettebattan olmayan kimseyi uyandırmak yok. " Sessiz ça
vuşu işaret etti. "Yaranm görecek kişi olmasına rağmen
bu isteğe karşı gelen ilk kişi Lope olur zaten. Origae-6'ya
resmen yerleşene kadar biraz 'bitmemiş' görünecek o ka
dar. "
Arkasım dönüp son bir kez revir penceresinin ötesin
de görünen kara gezegene baktı. "Herkes hiper-uykuya
döneceği için kimin nasıl göründüğü zaten önemli de
ğil. "
• • •
306
"Peki," diye söze girdi, "nasıl h!ssediyorsun şey konu
sunda . . . işte, biliyorsun ya?"
Walter ona boş bir şekilde baktı. " 'Bilmiyorum.' Ek
bilginin yoklugunda 'bilmem' mümkün degil. Neyi kas
tediyorsun? Ne demek istiyorsun?"
Daniels atıldı. "David'i kastediyorum. Onunla ilgili ne
düşünüyorsun? Onun hakkında ne hissediyorsun?" Wal
ter sorudan hiç etkilenmemiş gibiydi. Başka bir deyişle
tamamen Walter'dı. Daniels'ın inanılmaz derecede içi ra
hatladı.
"Bildigin üzere," dedi Walter, " 'kardeşim' adı verilen
sentetik hakkında bir şey hissetmeye muktedir degilim. "
Bundan fazlası olmalı, diye geçirdi içinden Daniels.
Walter'ın ikizine nasıl tepki verdigini kendi gözleriyle
görmüştü. Sentetik basit bir geçiştirmeden fazlasını ya
pabilirdi.
"Yani hiçbir şey yok mu? " diye sordu. "Yeni düşünce"'
ler? Sonradan aklına gelen şeyler? "
Walter cevap vermeden önce durup düşündü. "Bir şey
hissetsem dahi, ki böyle bir şey mümkün degil, bu göre
vini tamamladıgından ötürü aldıgım bir tür profesyonel
tatmin olurdu. Kendi suretinde yeni bir gezegen yarat
mak istiyordu ve bunu yaptı. Ve orada kalacak. " Biraz
daha düşündü. "Ama bizim yaptıgımız da bu, degil mi?
Origae-6'da yeni bir gezegen yaratmak. Dürüst olmak ge
rekirse yeni bir gezegen görmekten çok memnun olaca
gım. "
"Ben de öyle," dedi Daniels ve sonra üzerine gitti. "Da
vid 'yeni' gezegenini yaratırken eylemlerinin yerel nüfu
su tamamen yok etmiş olması seni rahatsız etmiyor mu?"
Walter tereddüt etmeden cevap verdi. "Gördügüm ve
deneyimledigim, aynı zamanda David'den ögrendigim
307
her şeyi göz önüne alarak Mühendisler'in medeniyetinin
merhametli bir şekilde bir arada bulunmaya izin veren
bir medeniyet olmadıgını anladım. Sanat ve bilimlerinde
güzellik ve zarafet oldugu dogru, ancak kibir de vardı.
Kendileri dışında zeka sahibi herhangi bir şey görmekten
memnun olmadıklarını düşünüyorum. "
Daniels uzaklara baktı. "David bana da benzer bir şey
söylemişti ama insanlardan bahsediyordu. "
"Ve bazı açılardan haklı," dedi Walter, onu şaşırtarak.
"Ama insanlarda bu tür bir kibir genellikle bireylerle sı
nırlı. Genel bir ırksal karakteristik olmadıgını gördüm.
Bu anlamda siz Mühendisler'den farklısınız. Şimdilik. " .
Daniels kaşlarını çattı. "Ne demek 'şimdilik?' "
"Başarı ve beceri kibir dogurabilir. Türlerinin evrimin
nihai ürünü oldugunu düşünen insanlar var. "
. "Mühendisler'in ve çalışmalannın varlığı bu tür inanç
ların bitmesini saglamalı," dedi Daniels sert bir şekilde.
Yakınındaki bir pencereye dönüp dışandaki parlak uzayı
işaret etti. "Başkaları da olabilir, Mühendisler'den başka
medeniyetler. "
Walter da dışarı baktı. "lstatistiksel analiz de bunu
işaret ediyor. "
"Onlarla karşılaşırsak umarım varlıgımızın devamlı
lıgı konusunda Mühendisler'den daha anlayışlı olurlar.
Bizim gibi. "
Walter kaşlarını soru maiyetinde kaldırdı. "Biz mi?"
Daniels gülümsedi. "Tamamen sentetiklerden oluşan
bir toplulukla .bir arada yaşamak beni rahatsız etmez. Ya
da başka makinelerle. Belirleyici faktör zeka."
Daniels cevabının hiçbir duygu belirtmemesine karşın
Walter'ın hoşuna gittigini hissetti.
"David'le daha çok zaman geçirememiş olman kötü,"
308
dedi Walter. "Onu degiştirebilirdin. Seni hafife almış."
Daniels şaşkın bir şekilde ona baktı. "O da bana aynen
böyle söylemişti."
"O halde samnın iki kez iltifat aldın." Walter bir kez
daha pencereden dışan baktı. "Acaba Origae-6 nasıl ola
cak?"
Daniels da başını dışan çevirdi. Walter'ın yanında
kendini rahat hissediyordu. "Kimse kesin. olarak bilmi
yor ama tek bir şey kesin. "
"Nedir o Danny?"
Daniels'ın ses tonu sertti. "Daha kötü olamaz."
309
XXV
�
Karnarasında yalnız olan Daniels, yemek hazırlama ale
tiyle yemegini ısıtıyordu. Uyandınlan mürettebat üyeleri
genellikle ortak yemek alanında yemek yerierdi ama bir
koloni gemisindeki en degerli şey mahremiyet oldugun
dan, Daniels sık sık kendi başına yemek yemeyi tercih
ediyordu .
Yemegi genellikle jacob hazırlardı ama . . .
Mürettebatın Dünya yörüngesinden ayrılmadan önce
çekilmiş olan bir fotografına baktı. Hepsi oradaydı; gü
lümsemeleri ve hareketleri zamanda donmuş bir halde
anıda yaşıyorlardı. Oram ve Karine , Tennessee ve Faris,
Lope ve Hallet, hepsi. O ve jacob. Anılar. Artık sahip ol
dugu tek şey anılardı. Anılar ve halen belirsiz bir gelecek.
Şanslı oldugunu biliyordu. En azından bir gelecegi vardı.
Kendini şanslı hissetmiyordu.
Kapı çaldı. Diger tarafta biri olmalıydı. Yemegi
ni hazırlamayı bırakan Daniels kapıyı açtı. Iri ve güçlü
Tennesse'yle yüz yüze geldi.
"Y'akşamlar. Iyi görünüyorsun tatlım. "
310
"Ne?" Daniels yüzünü ekşitti. "He evet," dedi düz bir
ses tonuyla. "Muhteşemim. Balo elbisemin ütüsünü bek
lerken makyajımı yapıyordum." Elini salladı. "Içeri gel . "
Yemek hazırlama bölümüyle arasındaki kısa mesafeyi
yürüdü. Covenant'taki tüm kamaralarda her şey kısa bir
mesafe uzaktaydı. Kişisel alan yetiyor da artıyordu ama
lüks sayılmazdı. Yolculugun büyük bir kısmını hiper-uy
kuda geçiren mürettebatın geniş, açık alanlara pek ihti
yacı olmuyordu.
"Ne pişiriyorsun?"
Daniels bir kutuyu kaldınp ona gösterdi. Ön tarafın
da büyük bir yumurta resmi vardı ve arkasında muhtelif
malzemeleri gösteren nispeten küçük resimler duruyor
du.
"Bir 'omlet.' Dogmamış bir tavugun taklidinden elde
edilen bir şey.': Daniels gözlerini kısıp kutuya baktı. "Tü
rün kökenini belirtmiyor. Ister misin? "
"Kulaga çok güzel geliyor. Tabii. Ben ne oldugunu bi
liyorum. Benimkine bol peynir koy, kendininkini mah
vetmeden ekleyebilirsen tabii. "
Daniels tekrar gözlerini kıstı. " 'Peynir' ne? "
Tennessee amlara daldı. "Yavrulanm beslemek için
geviş getiren büyükbaş hayvanlardan elde edilen sıvı
mn pıhtılaşmış bir türevi. Çogu insanın -ama hepsinin
degil- rahatça sindirebildigi bit şey. Soyuna ve ·genehk .
kodlamana baglı bu. Yenilebilir olması�ın yanında leziZ."
Kutuyu işaret etti. "Içinde muhtemelen ayrı bir paket ha-
linde duruyordur."
·
sin?"
Tennessee gözlerini yuvarladı. "Beni ne zamandır ta
nıyorsun Danny?"
311
Bir dolaba yürüyen Daniels neredeyse boş bir içki
şişesi aldı ve ona bir shot doldurdu. Tennessee bardagı
aldı, kısaca Daniels ve tüm ölmüş yoldaşlanna kaldırdı
ve bir yudum aldı.
"Gemi ne durumda? " diye sordu Daniels.
"Anne'yi devredışı bıraktım. Her şeyi her nano-saniye
gözlemlerne sıkıntısına girmeden tam bir iç tanı yapması
gerek. Fırtınanın üst seviyelerine indigimizde Anne epey
hırpalandı. Epey çevresel EM hasarı aldı. Sekizde sonra
Anne tekrar aktif hale gelene kadar geminin sistemleri
otomatikte. Biz yatmadan her şeyin ayrı ayrı çalışıyor ol
dugunu kontrol etmeye deger."
Yorgun Daniels yemek hazırlamakla cebelleştigi için
misafirine dikkatini veremiyordu.
"Anne. Evet."
Tennessee bunu fark etti. "Biraz uyuman lazım."
Daniels başını salladı. "Onu ben de biliyorum. Önce
yemek yiyelim de."
Yemegin başında duran Daniels'a baktı. "Sana Kaptan
diye mi hitap etmem gerekiyor?"
Daniels başını kaldırmadı. "Tabii ki amma koyayım. "
Tennessee gülürnseyince Daniels da gülürnsedi. tkisi
nin de gülümsernesi yüzlerinde uzun süre kalmadı. tki
si de unutamayacaklan ve silemeyecekleri kadar yakın
zamanda gerçekleşmiş acı verici anıların tutsaklanydı.
Yemek hazır olunca oturup yemegi paylaştılar. Birinin
aklına bir şey söylemek geldiginde digerinin gözündeki
bakışı görüp vazgeçiyordu.
Diyecek bir şeyleri yok degildi. Jkisi de ince bir şekil
de dile getirmenin bir yolunu bulamıyordu .
• • 1 .
312
Öylece yatagına yatıp bir şeyler hayal etmeyi seven bi
riydi.
Pek sayılmaz. Daniels kesik kesik uyuyabiliyordu.
Gergin bilinçaltının kısa uzantılannı plan ve hazırlık yap
ma dürtüsü bölüyor, arada sırada kabustan parçalar gö
rüyordu. O kadar yorgundu ki uykuya dalamıyordu. Bu
çelişkinin farkında olmak hiçbir şeyi degiştirmiyordu.
Yana yuvarlanıp ışıklan açtı ve parmak uçlannı hafifçe
jacob'ın yastıgına sürdü. Artık jacob'ın başının bıraktıgı
son iz de kaybolmuştu. Gözlerini kaldınp jacob'ın çok
sevdigi ahşap kulübenin resmine dikti. jacob'ın hayali.
Daniels çıplak elleriyle egzotik agaçlan kesrnek zorunda
kalsa dahi hayali gerçek kılacaktı.
Bir şekilde bitmiş binayı gözünde canlandırmak nor
malde pek çekici olmayan yann düşüncesini yumuşatı
yordu. Talimatı fısıldayınca oda tekrar karardı ve Daniels
en sonunda uykuya dalabildL
• • •
313
"Ne? " Başını kaldıran Daniels saat ekranına baktı ve
gözlerini ovuşturdu. "Neden?"
" Çavuş Lope öldü. Gemide tanımlanamayan bir ya
şam formu var. "
Saniyeler içinde yataktan çıktı ve üniformasım giydi.
Kamarasının dışındaki koridor boştu . Dönüp girdigi kori
dorun da boş oldugunu gördü. Bir köşeden dönüp üçün
cü bir koridora girdiginde ise neredeyse Tennessee'yle
çarpışacaktı.
" Revir," dedi Daniels. Başka bir açıklama yapmaya za
man ya da gerek yoktu. Tennessee anladığını göstermek
için başını salladı. Yüzünde kasvetli bir ifade vardı.
"Anne beni de uyandırdı. "
Birlikte koridorda koştular ve istikametlerine yakla
şınca yavaşladılar. Kapısı açıktı. Açık kapıdan çekinme
lerine karşın temkinli bir şekilde yaklaşıp gözlem camın
dan baktılar.
Revirin içi artık steril beyaz renkte değildi. Her tara
fa kan ve iç organlar fışkırmıştı. Hepsi gögsü yank hal
de revirde sırt üstü yatan talihsiz Lope'ye aitti. Yüzünde
ve bedeninde besleyici tüpler durmaya devam ediyordu.
Şansı varsa, diye geçirdi içinden dehşete kapılan Daniels,
gögsü halen koma halindeyken patlamıştır. Tiksintiyle
arkasını dönüp giysisinin ses alıcısına konuştu. ·
"Walter ! "
"Duydum, " dedi Walter. "Siz iyi misiniz diye bakmaya
geliyorum. "
"Ben iyiyim," dedi Daniels. "Tennessee yanımda. Ta
nımlanamayan yaşam formumin yeri ! Hareket var mı? "
Walter duraksadı. "Bekle, bir şey gördüm. Evet, ü ç ve
dört numaralı sektörlerin arasındaki B güvertesinde, ge
nel mürettebat kamaralanna dogru gidiyor. "
" Orada kim var?"
314
"Ricks ve Upworth. "
"Amma koyayım! Onları oradan çıkar ! Beş numaralı
genel alarm. Biz onlara ulaşana kadar kendilerini karna
ralanna kilitlemelerini söyle. "
"Pekala." Duraksama. "Yanınıza gelmemi ister misin?"
Daniels bir an düşündü. "Hayır. O şeyi izlemeni isti
yorum. Tennessee'yle ben cephanelige gidecegiz. "
• • •
315
Devasa ve ıslaktı; yanıp sönen kırmızı ışıklar devasa,
kıvrık kafasında parlıyordu. Ricks'e dogru egildi ve ara
lannda santimler kaldıgında korkunç agzını ensesinin
hemen arkasında 'açtı.
Iç agız fırladı ve Ricks'in omurgasını deldi. Metal kaplı
dişler eti, kemigi ve kas tellerini delip başının içinden
geçerek Ricks'in açık agzından çıktı. Gözleri şok içinde
kocaman açılmış olan Ricks buhar ve akan suyun altında
bir an öylece durdu.
Sonra iç agız geri çekildi ve Ricks yere düştü.
Kan, su ve kendi ıslak saçlannın kör euigi Upworth
şok içinde geri çekildi. Hummalı bir şekilde gözlerini
temizlerneye çalıştı ve tekrar görmeye başladıgında ona
bakan yüzü gördü . Kocası degildi.
Upworth çıglık attı.
1 1 1
1 1 1
316
"Şu anda nerede? Walter ! "
Köprüdeki istasyonunda olan sentetik endişeli bir
biçimde Covenant'ın iç kısmını gösteren bir holograma
bakıyordu. Herhangi bir insanın yapamayacagı bir hız
da aletleri ayarlıyor, görüntülerde geminin bir bölümü
nü küçültüp birini büyütüyordu. Daniels ve Tennessee'yi
bulmuştu. Şimdi davetsiz misafiri anyordu ama şansı ya
ver gitmiyordu.
"Kaybettim. Bir kez gördüm, duştaydı ama çok hızlı.
Bulsam da takip etmem zor oluyor."
"Aramaya devam et."
1 1 1
1 1 1
317
"Yapıyorum," dedi sentetik.
Walter, Yaratık'ı takip ederken arkasındaki alakasız
kapıları kapadı ve yaratıgın Daniels'ın belirttigi sektöre
varmasını saglayacak kapıları açtı. Yaratıgın ho logramda
ki görüntüsü duruma tepki veriyor, her açık kapıda önce
durup sonra içeri giriyordu.
Arkasından kapanan kapılan umursamıyordu. Bu sı
rada Walter terraform bölümüne gütmek için sistemi kul
lanmaya devam ediyordu. Daniels ve Tennessee davetsiz
misafir kadar hızlı degillerdi ama hızlarını azaltınadan
insan ve Yaratık'ın buluşacagı noktaya doğru ilerlemeye
devam ediyorlardı.
"Hala izliyor musun Walter? "
"Evet," dedi sentetik. "lstedigin yöne dogru ilerliyor. "
"Tamam. C seviyesine inen kapagı ve beş ve altı nu-
maralı koridorları aç. "
"Kapak açıldı. " Walter'ın sentetik gözleri büyütülmüş
hologramda hareket eden küçük figürler üzerindeydi.
"Geçiyor. Beş ve altı numaralı koridorları açıyorum. "
" C güvertesi sektör altıd� oyala. "
Walter bekledi. Korkutucu bir an için yaratık bu kez
yemi yutmayacak gibi oldu. Görüntü sonra ilerlemeye
devam etti.
"Tamamdır. Tüm kapılar kapalı. " Walter için bile de
vasa gemi içinde hızlıca hareket eden tek bir figürü takip
etmek zordu. "Tekrar kaybettim. "
"Sorun degil, " dedi Daniels. "Muhtemelen agır ekip
mandan görüntü almayı bloke ediyordur. Önemli olan
şey şu: Nerede oldugunu ve bizimle yüzleşmeden oradan
çıkamayacagını biliyoruz. On Yedi'deyiz. Bölüme giriyo
ruz . . . . şimdi. "
• • •
318
Girişin yanında duran Daniels duvara gömülü ekrandaki
kontrolleri aktif etti. Kapı kenara dogru açıldı ve Cove
nant'taki en büyük açık alanlardan biri olan karanlık, de
rin ve geniş oda gözler önüne serildi.
Düzinelerce küçük makinenin arasında devasa kazıcı
lar, vinçler, yük kamyonlan, mineral işleyiciler, katlanır
nakil araçları, personel taşıma araçları ve sökme makine
leri yükseliyordu. Gelip geçici memeliler arasında duran
dinozorlara benziyorlardı. Hepsi parlak koruyucu örtüler
altındaydı. Hareketli yapı iskeleleri ve benzeri geçici ya
pılar sayesinde Daniels ve mürettebatın geri kalanı bü
yük ekipmanların üst tarafları11a ulaşabiliyordu.
Origae-6'ya vardıklannda yük asansörleri terrafarın
makineleri yüzeye taşıyacaktı. Covenant'tan ayrılmadan
önce her bir ekiprnanın hazır ve çalışır halde olduğunu
kontrol etmek Daniels'ın sorumluluğunda olacaktı. Ak
tarımı odanın diger ucundaki ana peronun hava geçir
mez kısımdan gerçekleştireceklerdi.
Diger malzemelerin yanında mürettebatın giriş yolu
nun hemen üzerindeki bir dizi dolapta düzgünce katlan
mış EVA giysileri bulunuyordu . Tennessee onu korurken
Daniels giysilerden birini hızlıca giydi. Sonra Tennessee
giyinirken yer değiştirdiler. Giysilerinin · içinde hızlıca
birbirlerinin teçhizatlarını kontrol edip çalışır halde ve
basınçlı oldugundan emin oldular.
"Benim oksijenim tamam," dedi Tennessee.:' Senin
ki?"
Daniels başını salladı. "Baglantı saglam. " Arkasını
dönüp önlerinde uzanan karanlık, ekipman dolu depo
ya baktı. "Mümkünse ateş etme. Kanı asitli oldugundan
ötürü güverteyi deler. Eger karboran tabanlıysa belki
. omurgaya kadar iner. "
319
Tennessee başını salladı. "Söylemene gerek yok. Yük
asansörünün ucundaki vince ne yaptıgını gördüm." Ha
fifçe sesini yükseltti. "Peki şimdi görebiliyor musun Wal
ter?"
• • •
320
bir monitöre geçerken köprü hoparlöründen Daniels'ın
sesi duyuldu. Durum üzerinde tamamen kontrol sahibi
olan bir kereye mahsus Walter degil Daniels idi.
"Pozisyon aldık. Terrafolm depo bölümünün kapısını
aç. "
"Anlaşıldı."
• • •
322
Tennessee endişeli bir şekilde Daniels'ın durdugunu
görünce tüfegini kaldırdı. Asidi kanın sıçraması riskini
göze almak zorundaydı, aksi takdirde . . .
Son kablodan da kurtulan Daniels aracın içine gir
di. Yaratık hemen arkasındaydı. Saldınya hazır korkunç
agzı zayıf ışıkta parlıyordu. Geniş kabinde, Yaratık'ın tam
önünde duran Daniels bir dügmeye bastı ve öbür tarafta
ki açık kapıdan kendini attı.
Arkasındaki -Yaratık'ın da arkasındaki- iskele tarafın
daki kapı çarparak kapandı. Daniels yuvarlanıp düşerken
telaş içinde sancak tarafındaki kapının uzaktan kuman
dasına basıyordu. Yaratık bir kolunu çıkarmıştı ki kapı
kapandı.
Daniels sert bir şekilde yere çarptı. Koruyucu EVA
giysisi içinde olmasaydı kemiklerinin kınlması işten bile
degildi. Giysinin içinde yalnızca anlık olarak donakaldı.
Sendeleyerek ayaga kalktı ve hızlıca kendini güverteye
baglamaya başladı.
Üst tarafında, yük asansöründe .yaptıgına benzer ola
rak öfkelenmiş Yaratık başıyla kapının camına vurmaya
başlamıştı.
Bir gezegen yüzeyinde çalışma yaparken kullanılmak
üzere tasarlandıklanndan ötürü aracın parçalan daya
nıklı olrnalanna karşın asansörde kullanılanlara nazaran
daha az saglam malzemelerden yapılmıştı. Sonuç olarak
daimi darbeler sonucu cam çatıarnaya başladı.
· Daniels başını kaldınp kablolannı son kez kontrol
etti.
" Tennessee, şimdi, şimdi ! " diye haykırdı.
Tennessee dügmelere bastı. Acil durum serbest bırak
ma parçalan kamyonu yerinde tutan zincir ve kelepçe
lerin üzerindeki cıvatalan patlayınca peronda bir dizi
323
küçük . patlama sesi yankılandı. Yan camı neredeyse ta
mamen parçalamış olan öfkeli Yaratık kamyon kabinin
den çıkmaktan bir ya da iki darbe uzaktaydı.
Alt tarafında duran, saglam bir şekilde güverteye baglı
olan Daniels sonuç olarak üzerine asit yagmuru yagaca
gını bilmesine karşın silahını kaldınp ateş etmeye hazır
landı.
"Anne ," dedi Daniels. "Terraform bölümünün ana ka
pılarını aç."
"Üzgünüm," dedi geminin bilgisayarı çıldırtıcı bir ra
hatlıkla. "Bu hareket sonucu basınç . . . "
324
çılgınca debelenerek kaçmaya çalışırken agır kamyon
odanın ucunda tam olarak açılmış kapıdan görünen yıl
dızlara dogru giderek daha hızlı bir şekilde ilerliyordu.
Güveneden kopan zincirleri havada ve yerde dövünü
yor, kamyonun peşinden kaçan bir devin saç örgüleri gibi
dalgalanıyordu. Zincirlerin birkaç tanesi testere agızlı bir
kazıcıya sanldı. Büyük kamyonun çok daha fazla olan
agırlıgı küçük makineyi zincirlerinden kopardı ve açık
kapıya dogru ilerlemesine sebep oldu.
Ta ki acil durum fren bloklanndan biri hem onu hem
de büyük kamyonu durdurana kadar.
Rampanın hemen ucunda duran kamyonda herhangi
bir hareket yoktu; ta ki sessiz bir parçalanma Yaratık'ın
kabinden çıktıgını işaret edene kadar. Dışan tırmanıp
kamyonun üzerine çıktı. Tek bir amaçla kamyonun sır
tından depo peronuna dogru döndü. Daniels'ın baglı ol
dugu yere dogru.
Gemi kaçan havayı sürekli yenileme mücadelesi ve
rirken fırtına kesintisiz bir şekilde devam ediyordu. Aya
ga kalkan ve rüzgarlara karşı koyan Daniels hantal bir
biçimde onu çaresizce oldugu yere baglayan baglanyla
mücadele etmeye başladı.
Nezaketle kaybedecek zamanı olmayan Tennessee rlu
vardan bir aleti hızlıca aldı ve bir dizi acil durum serbest
bırakma dügmesine vurdu ve hepsini aynı anda aşagı in
dirdi. Böylece serbest kalan bir dizi frenleme blogu man
cınıklarla fırlatılmışlar gibi peronda uçtu. Kamyonun
üzerinde duran Yaratık hepsinden kaçınınayı başardı.
Ama serbest kalan bloklann arasında kazıcıyı tutan
da vardı. En sonunda tüm engellerden kurtulan dev araç
uzaya fırlarken yaratık sırtından atladı ve rampanın üze
rine indi.
325
Daniels'a dogru ilerlemeye başladı. Artık onu hiçbir
şey durduramazdı.
Peronun karşı ucunda Tennessee kontrol konsolunun
üstüne bagladıgı tüfegine dogru giderken durdu ve ses
alıcısına bagırdı.
"Danny! Eği l ! "
Daniels arkasını dönünce bir metal yıgınının üzerine
dogru uçtugunu gördü . Baglanndan kurtulmuş olan ka
zıcının cilalı, alaşım testere agzı direkt olarak ona dönük
bir şekilde üzerine dogru uçuyordu. Giysisinin içinde ol
masına ragmen Daniels başının hemen üzerinden geçen
kazıcının çıkardıgı ıslık sesini duyduguna yemin edebi
lirdi.
Uzanmış agızlar yaratıga saplandı ve biyomekanik be
denini şişledi. Kendi etrafıarında ve saga sola dönen iki
araç ve şişlenmiş Yaratık boş uzaya uçtular.
Çok kısa bir süre sonra Tennessee geminin bilgisayanna
açık terraform bölümüne hava akışını durdurmasını em
retti. Daniels'ın etrafındaki suni fırtına hızlıca dindi. Ses
siz ve havası boşalmış odada arkasındaki ipi çözdü ve iniş
rampasının ucuna gitti. Her an gittikçe küçülen iki araç ve
şişlenmiş Yaratık daireler çizerek boşluga uçuyorlardı.
Kendini kurtarmaya çalışmaya devam eden yaratıgın
akan kanı sert bedenine giren testere agızlannı eritıneye
başlamıştı ama yeterince hızlı degildi. Sonra beklenme
dik bir şekilde uzakta iki yeni nesne belirdi. Daniels'ın
neler oldugunu anlaması birkaç saniye sürdü.
Gülmeye başladı. Depo bölümünden atıldıkları için
iki araç da acil durum iniş paraşütlerini açmıştı. Hava
akımı olmadıgından ötürü bir leydinin sıcak ve nemli bir
öglen vakti düşen bir çift peçetesi gibi amaçsızca uzayda
asılı kalmışlardı.
. 326
"Sen iyi misin Danny?" Tennessee'nin sesinden ne ka
dar endişeli oldugu anlaşılıyordu. "Biz iyi miyiz? "
Kısa bir süre sonra araçlar, paraşütler v e Yaratık tama
men gözden kayboldu. Geminin yapay yerçekimi saye
sinde güverteye kendini bırakan Daniels derin bir nefes
aldı. Sonra kısmen dogrulup oturur pozisyon aldı ve gü
lümseyerek baş parmagını havaya kaldırdı.
Bitmişti.
327
XXVI
. ?rf
Tennessee rüya görmeye başlamıştı bile; hiper-uykunun
rahat, koruyucu sancısına sanlmış bir haldeydi. Açık
kapsülünün yanında durup içine girmeye hazırlanan Da
niels olan bitenleri düşündü .
Oram'ı suçlamıyordu. Elde bulunan bilgilere göre
kolonistler için en iyisi oldugunu düşündügü şeyi yap
mıştı. Yanılmış olması -korkunç bir yanılgı- kesinlikle
kontrolünde olmayan bir şeydi. Onlan Mühendisler'in
gezegeninde neyin beklerligini kimse kestiremez, tahmin
edemezdi.
Cennet degil, Cehennem.
Ama nihayetinde Cehennem'den kaçmışlardı. Yazık
ki hepsi kaçamamıştı. Özellikle jacob. Ama Daniels ya
şıyordu ve jacob'ın hayalini gerçekleştirecekti. jacob'ın
çok sevdigi taslagındaki yeni bir gezegende, yabancı bir
gölün kıyısındaki ahşap kulübesini inşa edecekti.
Walter her zamanki gibi sabırlı bir şekilde yanında
durmuş izliyor, bekliyordu.
Zaman kaybetmeyi hiç sevmedigi için konuştu.
328
"Burada uyanık geçirdigin her an yeni evinde geçire
meyecegin bir an anlamına geliyor. Hiper-uykuda rüya
görmek gerçek yaşamda rüya görmekten daha iyi. " Açık
kapsülü işaret etti. "Senin sıran geldi Kaptan. En son sen
uykuya yatıyorsun."
Daniels başını salladı, döndü ve kapsüle girdi. Içi kü
çüktü ama hiper-uykuda insanın çok fazla alana ihtiyacı
olmuyordu. Ellerini iki yana koydu, sonra uzandı ve ba
şının arkasını yapının dogru kısmına koydugundan emin
oldu.
Walter, Daniels'ın hazır oldugundan emin olduktan
sonra başını salladı.
"Uyandıgın zaman," dedi Walter, "Origae-6'da olaca
gız." Düşüneeli bir hal aldı. "Sence nasıl olacak? Bence . . .
biz ona karşı nazik olursak, o gezegen da bize karşı nazik
olur. Umulan her şeyi saglayan bir gezegen. lsteyebilece
gimiz her şeyi."
Daniels gülümsedi. "Bunun dogru olduguna inanmak
isterim."
Walter'ın yüzünde sevgi dolu bir ifade belirdi. "Iyi uy
kular. "
Daniels bir elini ona dogru kaldırdı. "W alter... teşek
kürler. Her şey için. Sen mürettebattansın ve koloni ku
rulunca seııin için nasıl bir g@'}ecek olacagını bilmiyorum
ama bir g-elec:::e�in olaca�ını biliyorum. Mevzuatta ne de
nildigi umuru:mda değil. Ben bizzat ilgilenecegim. "
Walte:r dış kontrollere dokununca kapsülün üstü ka
pandı. Walter hiper-uykuyu başlatmak için gerekli düg
meye bastı. Kapsüle uyutucu buhar dolmaya başladıgm
da göz göze bakıyorlardı.
"Bundan eminim Danny. Ama benim için hiçbir şey
yapamasan bile seni yine de sevecegim. "
329
Buharlar yok oldugunda Daniels mışıl mışıl uyuyor
du. Walter, Daniels'ın rüya görüp görmedigini düşündü.
Görüyorsa onu görüp görmeyecegini merak etti. O son
anda, o son sözcüklerde . . . anlamış mıydı? Son anda ania
yacak kadar idrak gösterebiimiş miydi?
Rüyasında onu görecegi düşüncesi hoştu.
Ikizinden kalan tek anıya uyum göstererek dikkatlice
saçını düzeltti. Konuştugunda sesi biraz degişik çıktı. Ses
tonunda, aksanında ufacık bir degişim. Ikisi de anlam
lıydı.
"Anne, lütfen Dünya'daki Weyland-Yutani Şirket mer
keziyle güvenli bir hat aç."
Kayıtsız , verimli, karşılık vermekte gecikmeyen ge
minin bilgisayarının sesini duydu. "Bagı kurmak biraz
zaman alacak. Sinyali kırıp pek çok ikincil-röleden ge
çirmem gerekecek ve sonra yıldızların uygun konumlan
ması. . . "
Sentetik, Anne'nin sözünü kesti. "Ayrıntıları sana bı
rakıyorum tatlım. Bag hazır olunca haber verirsin. Gü
venlik karşılama kodu olarak David 3 1 822-B'yi kullan.
Ve bu arada , biraz müzik istiyorum. Richard Wagner. Ren
Altını, ikinci perde. Tanrıların Valhalla'ya girişi."
Coşkulu ve küstah müzik çalmaya başladı ve müret
tebatın hiper-uyku odasına doldu. Adımları hafifçe hızla
nan sentetik odadan çıktı.
Hiper-uyku üniteleri içindeki yüzlerce kolonist bulu
nan devasa alana girdiginde onu karşılayan kimse yoktu
ama bunu önemsemedi. Artık her şey iyiydi. Her şey ol
ması gereken yerde, dedi kendi kendine ve evrende her
şey düzgündü.
Kontrol etmesi gereken yalnızca bir şey vardı. . .
Içinde embriyo bulunan çekmeeelerden birini açıp
330
önce tü� yaşam belirtilerinin normal oldu�undan emin
olmak için henüz şekil almamış insan kapsüllerini kont
rol etti. Her şeyin normal oldu�unu görünce dikkatini ya
kın zamanda getirilmiş üç küçük yumurtaya verdi. Yan
larındaki embriyolarla hiçbir ba�ları yoktu . Covenant'ın
güvenesindeki başka herhangi bir şeyle de.
Uzanıp parma�ının ucuyla her birinin tepesine do
kundu . Dokununca hepsi hafifçe titredi. Memnun bir şe
kilde dikkatlice çekmeceyi kapadı.
Dönüp odanın ortasına do�ru yürüdü ve halinden
memnun bir biçimde sıra sıra dizili uyuyan kolonistlere
baktı. Onun kolonistleri. Onun tebaası. Gülümsedi.
Onun gelece�i.
331