You are on page 1of 334

•·

';

I
DENIS GUEDJ
• •

ICADI

I<ABALCI YAYlNEVl: 116


Bilim Dizisi: 3

• •

1
'
.


. . '

Denis Guedj
METRENİN İCADI
•.

,·'

LA Mtridienne M

. © Edicions Seghers; Patis, 1987 (ONK)


· © Kabalcı Yayınevi, lstanbul 1998 J

ISBN 975-7942-95-2
Birinci Basım: Kabalcı Yayınevi 1998
,

Baskı: Yaylacık Matbaası

KABALCI YAYINEVI
Himaye-i Etfal Sok. 8-B
Cağaloğlu 34410 lSTANBUL
Tel: (0212) 526 85 86 Faks: (0212) 513 63 05
DENIS GUEDJ
• •

(1792-1799)
Ya da Devrim zamanında Fransa'yı bir baştan başa geçip
birbirleriyle buluşan J.-B. Delambre ile P. Mechain'in yeni bir
.
.

evrensel ölçü birimini nastl saptadıklarının öyküsüdür.

. Çeviren: Zühre llkgelen

(< KABALCI YAYINEVI


-ı-

4 Haziran 1 792 . . Tuileries Sarayı'nın bahçesi hala kısa sü­


.

re önce istilasına uğradığı insan selinin izlerini taşıyordu;


yağlı kağıtlar, kurumuş pislik, paçavralar, üzerlerine bası­
lıp çiğnenmiş çiçek tarhları ... Birkaç bahçıvan uğranan zararı ölçer­
ken, üç gün önce kentin çevre kesimlerinden alay alay gelenlerin, kra­
lın muhafızlarının karşı koymasını hiçe sayarak diktikleri bir ağacı
da görcııezden geliyorlardı. Güz�l bir ağaçtı; şayet yıldırım, balta,
yangın ya da asalak gibi herhangi bir şey büyümesini yarı yolda kes­
mezse, en azından yüzyılın sonuna kadar yaşayabilirdi. Doğrudan
gövdesine sapladı.klan üç renkli kokart iyice açılmış bir çiçeğe benzi­
yordu.

Geniş yolun ucunda, yükü ağır iki araba, birbirlerine arkaları dö­
nük, kalkışa hazır biçimde bekliyordu. Renkleri dışında birbirlerinin
eşiydiler: Biri yeşil, diğeri ise bakır rengiydi. Arkalarında tuhaf, ko­
caman birer sandık vardı. Arabaların çevresinde küçük bir topluluk
oluşmuştu: Ünlü kimyacı Lavoisier, Yasama Meclisi üyesi filozof
Condorcet, fizikçi La Borda Beyi ve bir kadınla üç çocuğundan oluşan

bir topluluk vardı.

Bu küçük kalabalık, başkentten ayrılmaya hazırlanan yurttaş Pierre


Mechain ile yurttaş jean-Baptiste Delambre'ı geçiriyordu.

"Haydi Mechain," dedi Delambre. "Güney sizin, Kuzey benim."

"Meclis öyle karar verdi," diye yanıtladı diğeri.

Lavoisi�r üzüntülü bir sesle: "Ya ben? Ben Paris'te kalıyorum,'' di­
yerek ikisine de birer çekmece uzattı. Çekmecede değerli kağıtlarla al-

s

ME"ffiE NIN iCADI

tın ve gümüş nakit para vardı. Sonra sıra Borda'ya geldi; o da yolcu­
lara, içinde birer serbest geçiş izin kağıdı ve kral tarafından imzalan­
mış tavsiye mektupları bulunan iki cüzdan verdi.

Therese Mechain tedirginliğini saklamaya çalışıyor, bir kenarda


ağır ve sessiz duruyordu. Yine de, Oelambre veda etmek için ona yak-
.
....

!aşınca "Hiç değilse siz de onunla gitseydiniz!" deyiverdi. Condorcet,


kadını teselli etmek için yanına yaklaştı ve her iki yolcuyla da sürekli
temasta olacağını, onlardan alacağı haberleri kendisine ileteceğini •

söyledi.

Mechain bakır, Delambre yeşil ren·kli arabaya bindi, bakışları kar-


.

şılaştı, gözleri parıldadı. Yolculuk heyecanı mıydı, yoksa önceki gece-


lerde Montmartre tepelerinde yakılmış olan Saint-Jean yortusundan


kalan bir ateş miydi? Birbirlerine el salladılar.

lkisi birden:

"Rodez'eJ Rodez'e!" diye haykırdılar.

lki araba aynı anda sarsıldı ve birbirlerine ters yönlerde uzaklaştı.


. .

Lavoisier için o gün bir yıldönümüydü. Günü gününe tam dokuz


yıl önce, her zamanki gibi Arsenal'deki laboratuannda çalışırken, sa­

bahleyin, sıkı sıkıya kapalı ve içinde kesin biçimde hesaplanmış oran­


larda tutuşabilir hava ve yaşamsal, yani, olağan hava olan cam fanu­
sun içinde su yaratmıştı. Birkaç damla, ama ideal anlıkta birkaç dam­
la, cam çeperde inci tanesi gibi dizilmişti. Kaynak suyu gibi!

Suyu yaratan gazlardı! Dernek ki, insanların büyük mitoslarında


dünyanın dayanağı diye anlatılan dört ana ôğeden biri, bir bileşik ci-
simden başka bir şey değilmiş. Bölünmez öğelere, başka cisimlerin
üzerinde yer alan o soylu cisimlere inanmaya paydos! Bu, bir devrim­

di! Tuileries Sarayı'ndan uzaklaşırken Lavoisier, kendisinin, tüm ci-

6
METRENiN iCADI

simlerin haklar bakımından eşit oldukları o nesneler cumhuriyetinin


atalarından biri olduğunu anımsayınca, insanların cumhuriyeti de do­
ğacak, diye düşünüp korkmaktan kendini alamadı.

Yanı başında yürüyen Condorcet'nin isteğiyse tam ters yöndeydi:

Felsefeci, Ansiklopedici'lerin son temsilcisi, Yasama Meclisi Başkanı


olan o, Cumhuriyetin zamanı gelsin istiyordu, "çünkü,0 diyordu, "bir
kralın yokluğu varlığından daha iyidir." Borda'ya gelince, monarşiye

. bağlı olsa da, lngiltere Krallığı'ndan kurtulmaları için çarpışan Ame­


rikalı "ayaklanmacılar"ın yanı başında yer almıştı...

Bu üç adam, Tuileries Sarayı'nın avlusunda insanlann yönetilme


biçimlerini tartışmak için bulunmuyorlardı. Meclisce oylanmış, kral­
ca onaylanmış bir görevin sorumlusu olma sıfatıyla oradaydılar. O
halde Th�rese neden böylesine bir korku duyuyordu?
.

Kocasının görev nedeniyle uzaklaşması ilk kez olmuyordu. Ama


son üç yılda o kadar çok önemli şey olmuştu ki! Şurada 'Tuileries Sa­
rayı'nda bile, ev sahibi de ev de ad değişcirnıişci. Kuzeydeki Marsan
Köşkü'nün adı Özgürlük Köşkü olmuştu; ortadakine Birlik, kuzeydeki
Flore'a ise Eşitlik diyorlardı. Her üç binanın üzerinde, yüksek bir di...
rekte, gece gündüı üç renkli bir flama dalgalanıyordu Fransa Kralı'na
gelince, artık ona da "Fransızların Kra]ı" deniyordu, Fransızların ken­
,,
dileriyse "yurltaş'1tılar, zaptiyelerin adı "ulusal jandarma olmuştu.
Buraya iki adımlık bir yerde, bir hafta önce, koca bir ateş yakmışlar.


içine "soyluluğun cicileri"ni atmışlardı; düklere, markilere, vikontla-
ra, karılarına ail soyluluk beratlanndan, icazetlerden oluşan çok bü-
yük bir yığın, XVI. Louis'nin heykelinin dibinde, alevleri heykeli ya-
. '

laya yalaya kül olup gitmişti. Kafa vergisi çıkarılmıştı. Ülke toprak­
larının tümü üzerinde, hiçbir yerde, tek bir köle bulundurıcıa özgür­

lüğü bile kalmamıştı. Sorbonne kapanmış, Korsika Adası anakaraya


METRENiN iCADI

açılmıştı. Avignon Köpıüsü Fransız olmuştu; yerel ağızlan yasaklı-


yorlardı; "bunlar," diyorlardı, "yur[taşlann birbirini anlamasını en­
gelliyor."

Yerel ağızların çok sayıda oluşuna getirilen eleştirinin bir benzeri


de ölçü ve ayarların çeşitliliğine yöneltiliyordu: Yakacak odun bir

bağ, iki bağ diye satılırken, odun kömürü arabayla. topraktan çıkan
kömür çuvalla, sarı yonga fıçıyla, yapı kerestesi götürü pazarlıkla ya
da kalas sayısıyla satılıyordu. Yine şarap yapmada kullanılan meyve­
ler ve tuz ayrı ölçülerle satılıyordu; kirecin satış birimi puanson,t

başka maden ürünlerinin satış birimleriyse farklı farklıydı. Yulaf pi­


kotenle, alçı çuvalla işlem görüyordu� Şarap derseniz birkaç türlü
ölçüsü vardı. Konyak testi hesabıyla. buğday bugünkü 1873 litreyi
karşılayacak bir ölçüyle alınıyord.u. Kumaşlar, halılar, duvar gergile­
ri arşın kareyle alınıp satılıyordu. Orınanlar. çayırlar onsekiz ya da
yirmi kademlik bir uzunluk ölçüsü olan perşin karesiyle hesaplanı­
yordu. Arpan, oniki rençberlik ediyordu, bir rençberlik ise bir renç-

berin bir günlük emeğiydi. �czacılar sattıklarını libreyle, onsla,


drahmiyle, skrüpülle tartarlardı. Bir libre oniki ons, bir ons sekiz
drahmi, drahmi üç skrüpül, bir skrüpül de yirmi tahıl tanesi ederdi.

Uzunluklar tuvazla' ve Peru kademiyle ölçülürdü; o da kral kade­


minin bir parıı1ak, bir lonyi ve sekiz puanına denkti. KG!l kademiyse,
Kral Philictere'in olurdu, Makedonya olurdu, Polonya olurdu. Pado­
va, Pesaro ve Urbino kentlerinde geçerli kademin kullanıldığına da·
rastlanırdı. Bu. yaklaşık olarak Franche-Comte. Maine ve Perche yöre-

'

Devrime kadar Avignon, papalığın emrindeydi. --ç.n.


'
Genellikle sıvı ya da coz maddelerin ölçümünde kullanılan ve hacmi değişebi··
len bir ölçek. -ç.n.
' Bugünün iki metresi kadar bir uzunluk ölçüsü. --ç.n.

8
METRENiN lCADl

!erinde eskiden kullanılmış olan kademin ve Bordeaux'da toprak ölç­

mede kullanılan kademin dengi bir şeydi. Bu kademlerden dördü LJı-


.

val arşınına yaklaşırdı. Beşi Romalıların hegzapodu ederdi; o da Tou-


• •

louse sopası ya da Norai değneği ·denen şeye denkti. Aynı zamanda


'

Raucoun değneği ve Dunois yöresindeki Marchenoir'da kullanılan ba­


ğa eşitti.· Marsilya'da ünlü kumaş alım satımında kullanılan sopa,
ipek alım satıminda kullanılandan yaklaşık ondörtte bir kadar daha
uzundu. Nasıl bir karmaşa! Yedi-sekiz bin ölçü adı!

"lki ayrı ağırlık ve iki ayrı uzunluk ölçüsü!" Bu, tam bir eşitsizli­
·. ği gösteriyordu. Devrim yönetimi, 1 576 \'e 1789 yıllarındaki etats
\ . .

generaux meclislerine sunulmuş yakınma dilekçelerindeki '4tüm


.

Fransa'da tek bir arşın, tek bir kadem, tek bir ağırlık ve tek bir uzun­
luk ölçüsü olması"nı isteyen dilekleri göz önüne alarak her şeyi tek
· biçim yapmaya karar verrnişti. Alışverişte kolaylığı ve ticaret işlem-

}erinde bütünlüğü sağlayan tek bir biçim ve tek bir sistem getirmişti.

Bakır rengi araba Tuileries'den ayrıldıktan ve şehrin içindeki bari­


katları sorun çıkmaksızın geçtikten sonra, kırlardan dümdüz güneye
iniyordu. Arka tarafındaki tamlar açık, perdeler inikti, hafif bir hava
akımı içerisini serinletiyordu. Arabanın içine rahatça kurulmuş olan
Mechain, karşısında uykuya dalmış adama dikkatle bak1yordu.

Delambre da Mechain de bu göreve yalnız çıkmamışlardı: ikisinin


de yanında bir�r yardımcı vardı: Delambre'ınki yurttaş Bellet,
·

Mechain'inki Tranchot idi.
' .

Tranchot büyük bir fiziksel dirence sahip, inatçı, ehil bir toprak
· adamı diye bilinirdi. Uzun süre dağlık yörelere gidip gelmiş olması,

' '

Eski rejimin bir ç�it danışma meclisi; belirsiz aralıklarla toplanırdı. -ç.n.

9

'

MEnENlN iCADI

Katalonya'nın sarp doruklarına, Pirene masiflerine, Corbieres tepele­


rine, Kara Tepe'ye çıkmak gerektiğinde çok işe yarayacaktı. Mechain,
adamın dizlerinin yukarısında bir yere öyle bırakıverdiği ellerini gö­
rünce, bu ellerin hareketli ve güçlü olacağını tahmin etti. Böyle uyu­

duğuna bakıp Tranchot'nun içi boş ruhsal durumlara sürüklenecek bi­


ri olmadığını hissediyordu. Onun işine gelen de buydu zaten. Araba
bir köyçlen geçiyordu. Pencereden göz atınca köylülerin meraklı ba­

kışlarıyla karşılaştı. Dikkati çeken acaba arabanın değişik yapısı mıy­


dı? Mechain rahat bir oturuşa geçip katlanır masacığın mandalını sı­
kıştırdı, üstüne bir Katalonya haritası yayıp incelemeye koyuldu.

Araba öyle sert bir fren yapmıştı ki, Tranchot oturduğu yerden
karşıya fırlamış, bu arada da Mechain'in koluna hızla çarparak adeta
ezmişti. "Yurttaşlar, geçiş kağıtlarınız!" Karşılarında duran ulusal
· muhafız subayının ağzından çıkan bu buyruk öyle yanıt isteyen tür­
den değildi. Mechain kırılmış masacığa baktı, acıyan kolunu ovuştur­
du, sonra haritayı yerden alıp hiç düşünmeden buruşuklarını düzelt­
meye koyuldu. Subay buyruğunu yineledi. Tranchot, gözleri ışıktan
kamaşmış olarak kalktı; kapının aralığından güneşte panldayan bir
tüfek namlusu gördü. Arabanın etrafı sarilrnıştı. Mechain susuyordu;

bunun üzerine Tranchot görevlerinin ne olduğunu anlatmaya koyu�­


du. Subay, terbiyeli bir biçimde dinledi, ama yine de arabada arama
yapılması için buyruk verdi. Mechain'nin arabayı arayacaklara yardım

etmemeye kararlı olduğu anlaşılıyordu; ters ve soğuk, öylece duru­


yordu. Tranchot ise, yoldaki bu d�rdurrı1aların nedenini anladığı için
hiçbir düşmanlık göstermiyordu. Her gün birçok soylu ve din adamı
yanlarında hatırı sayılır bir servetle sınırlardan çıkıp gitmiyor· muy­
du?

Aramadan bir şey çıkmadı: Ne silah, ne altın ne de mücevher. Sa-

. 10
METRENiN iCADI

dece, lspanyol sarraflarına yazılmış iki tane kredi mektubu bulundu.


Tam arabanın hareketine izin veriyorlardı ki, muhafızlardan biri1 otu­
rulacak yerin altına düşmüş çantanın içinde, yirrıti kadar mühürlü
mektup buldu. Subay açmak istiyordu, ama muhafız karşı çıktı. Res­

mi mühürlerin ancak seçimle gelmiş bir belediye üyesi önünde açıl­

masını öngören bir Kurucu Meclis kararı vardı. Onu öne sürüyordu.
Subay direnemedi, Essonnes köyüne gidipı -neyse ki köy yakındı­
muhtar gibi bir şey olan Belediye Başkan Yardımcısını çağırdı.

Adam, mektuplardan birini alıp mührü koparttı, muhafızlar oku­


masını isteyince de, yüksek sesle okumaya başladı: "K�aliyet Bilimler
Akademisi'nden astronom Baylar M�chain ve Delambre için Creuse ili
.

yönetimine tavsiye mektubudur... " Subay:

"Nerede bu Delambre?" diye sordu. M·echain h�la ağzını açmadığı


için Tranchot, sorulan kimsenin şu sırada Dunkerque'e doğru yol al­
dığını, kendilerininse Barselona'ya gitmekte olduklarını anlattı. Baş­
kan Yardımcısı okumasını sürdürüyordu: "Tanrının inayeti ve devle-
.

tin anayasasıyla Fransızların Kralı olan Louis'den: Hazır bulunan ve


gelecek olan herkeset selam... "

Mektup Kral'ın imzasını taşıdığından, muhafızların çoğu arabanın


yoluna gitmesine itiraz etmiyordut fakat birinin sesi yükseldi: lçeriği
bilinmeyen daha yirmi mektup vardı. Başkan yardımcısı bir mektu­
bun daha mührünü koparttı; bu, Aveyron il yönetimine ya�ılmıştı;
bir üçüncüsü Tam'a, bir dördüncüsü Doğu Pireneler'e. İçerikleri bir­
birinin eşiydi.

Mührü kopartılmış mektuplar arabadan çıkarılan bir sandığın üs­

tüne yığılıyordu; henüz açılmamış olanlar da başka bir sandığın üze­


rine dizilmişti.

Öncet yakındaki bir çayırda hayvanlarını otlatan bir sığır çobanı,

11
METRENiN le.ADI

arkasından da tarlalardan· dönen bir köylü topluluğu sabanlarını, ara­


balarını yolun kenarına bırakıp yanlarına gelmişti. Birçok özel araba
.

durıı1uş, içindekiler inmiş izleyicilerin kalabalığını artırmıştı. Bütün


bu insanlar okunan mektupları dikkatle dinliyor, arada,· bir önceki
mektupta geçmiş terimleri tanıdıklarını belli ediyorlardı. Topluluk­
tan uzakta oturrnuş olan Mechain, .olan bitenle pek ilgili görünmüyor-

du.
.

Mektupların altı tanesi okunmuştu bile. Hepsinin okunmasını iste-


yenler çıkıyordu; daha onbeş tane vardı. Astronom birden ayağa kalk­
tı. Meraklılar çemberini itip Belediye Başkan Yardımcısının önüne di­

kildi; mektupların hepsinin birbirine benzediğini söylüyor, işi bitir­


mek için bir yol öneriyordu. Olasılık yasalarının uzmanı bilgili bir
matematikçi olarak rasgele bir mektup alınmasını önerdi. Öncekilerin
eşiyse gitmesine izin veril�cekti; değişikse hemen tutuklanacaktı. Ka­
labalık bu öneriyi onayladı, böylece kır ortasında çok daha uzun süre
beklemelerine gerek kalmadan işin sonucunu öğreneceklerdi. ·

Adamlar yaklaştılar, çocuklar· susturuldu, sessizlik oldu. Tranchot


.

gelip Mechain'in yanında durdu, sırtı arabaya dönüktü. Karan verdi-



.

recek mektup, Başkan Yardımcısının elindeydi. Adam mührü yavaş


yavaş açtı, şöyle bir g9z attı, gülümsedi: "Kral tavsiye eder ki, falan
filan." Alkışlar yükseldi. ·Tranchot, Mechain'in kolunu dostça sıktı;
çevredekiler ikisini de kutlamaya koştular.

Mechain arabaya binerken "Borda'nın, şimdiye kadar yapılmışların


hepsinden uzun sürecek dediği jeodezik ölçüm, kötü başladı," diye

homurdandı. Gemici ve fizikçi olan ve binakım. aygıtlar icat eden .


. .

Borda, kısa süre önce pek şaşırtıcı bir aracı uygulamaya koymuştu:

Bu, kayıl yapan bir çemberdi ve o ana kadar yapılmış üç örneğinden

12
,,
MEffiENIN iCADI

ikisi Mechain'in sandıklarındaydı.


.

Bu görev yolculuğu ne kadar sürecekti? En iyimserler bir yıldan


söz ediyorlardı. Mechain ise en az iki yıl süreceğini tahmin ediyordu.
Gerçekte kimsenin bir .şey bildiği yoktu: Ne Yasama Meclisi'nde bu
işi ortaya atmış olanlar ne Akademi'de ilkelerini saptamış olanlar ne
de Ölçü ve Ayarlar Encümeni'nde görev yolculuğunun hazırlığını sağ­
lamış olanlar. Mechain; Kurucu Meclis'in, sonra da Yasama Mecli­
si'nin sıralarında, hiçbir oturumu kaçırrııadan, sürekli olarak Talley­
rand'ın, Condorcet'nin, Prieur de la Côte d'Or'un konuşmalannı din­
lemişti. Ağzına kadar dolu meclisin karşısında Condorcet bu görev
seferini "Bütün Halklara, Bütün Zamanlara'" adarken duyduğu yoğun
heyecanı hatırlıyordu. Ah şu Condorcet, nasıl da güncel formüller bu­
lurdu, ama ne de berbat bir konuşmacıydı! Hemen hemen sözcüğü
sözcüğüne Mechain'in belleğindeydi: ·"Aydınlanmayı ve halkların kar­
deşliğini arttırrııaya yönelik bu çalışma," demişti, "kolay olanı değil,
kusursuzluğa en yakın olanı aramakla uğraşacaktır. ''

Fakat, söz konusu çalışma ne)1di? Dunkerque ile Barselona arasın­


daki boylamı tamı tamına. bir karış sektirmeden ölçmek gerekiyor­
du! lşte, bu çok büyük görevi yerine getirmek için, Akademi üyesi
astronomlardan M�chain ve Delambre seçilmişlerdi. Her biri. bir uç­
tan başlayıp Rodez'de buluşacaklardı.

Dilde birlik, yönetimde birlik, dıştaki ve içteki düşmanlara karşı


· birlik� Üç yıldan beri insanlar akıllarını birliğe takmışlardı; bınlun

dışında kişisel bir yola sapmaktan nefret ediyorlardı; kendilerini ev­


rensel ölçüde hissediyorlardı.
'
ı

Ölçü nicelikt ir -hatta niceliğin varoluş ·nedenidir- ama, aynı za-


.

manda ö1çünün "nitelil{" de olmasını istediklerinden evrensel olması-

13
METRENiN iCADI

nı, sonsuza dek kalmasını, hiç değişmem�ini sağlamaya çalışıyorlar-


dı. Başkalarından yalıt�lmış olanın, hiçbir şeye bağlı olmayanın, bir
nedene dayandırılamayanın kalıcı olarak benimsenemeyeceğini ileri
sürüyorlardı. Kanıt olarak da halkların uzun geçmişini gösteriyorlar­
dı. •

Yeni uzunluk ölçüsü biriminin seçimini yönlendirn1ek için, değiş­


mez nesnelere sıkı sıkıya bağlı olmayan hiçbir şeyi, zamanın akışı

içinde insanlara ya da olaylara bağlı olacak herhangi bir şeyi kabul et-
memeye kararlıydılar. Böyle bir dizge. yalnız bi� ulusun malı olma­
yacağına göre. büliin ülkelerin bunu benimsediğini gönııekle övüne­
ceklerdi. Evet, doğadan başka nerede bu nitelikler bulunurdu? Doğa­
nın içinde de, değişmezliğe, evrenselliğe, sonsuzluğa kefil olabilecek.
yerküreden başka bir şey var mıydı?

Her şey hazırdı: Dönem, insanlar, kurumlar ve uygulama kolay­


lıkları, hepsi hazırdı. Tarihsel an geldi çattı. Yeni uzunluk ölçüsünün
yerkürenin bir parçası olacağı ilan edildi: "Bir kara boylamının kırk
milyonda biri!''

Mechain gevşemeye -çalıştı: bacaklannı uzattı. Rahattı şu araba!


Tasarımı inceden inceye Borda tarafından gerçekleştirilmişti. Bir mü­
hendislik harikasıydı: Tabana açılır kapanır bir masa tesbit edilebili­
yor, bu masa, uzantıları da açılınca bir çalışma düzlemi oluşturuyor­
du. içi iyice kıtıklanmış oturma sıraları da iki kişilik yatağa dönüşe­
biliyordu. lç çeperlerin tahta kaplamasındaki oyuklara bir yolculuk
termometresi. saniyeleri gösterir bir saat, bir çalar saat, saçlı bir ne-..
mölçer, iki barometre, bir pergel, kuçük bir nivo aygıtı ve deri kılıf­
larının içine iki de dürbün yerleştirilmişti. Tavandaki bir kovukta bir
tomar harita bulunuyordu. Borda, daha başka marifetli şeyler de dü-

14
METRENiN iCADI

şünmüştü ama. Akademi'nin sayman üyesi Lavoisier giderlere dur de-

mıştı.
• •

Araba hızlanmış, Essonnes epey geride kalmıştı. Tranchot, araba­

cının yanında, atların terden parıldayan sağrılarının tepesinde otur­

muş, kendisini lspanya'ya doğru götüren bu kusursuz taşıta hayran

oluyordu. Tatar okuyla falakaya alınmış at, akşamın alacakaranlığında

koşup gidiyor, okun iki yanındakiler hiçbir şeye bakmadan onu izli­

yorlardı. Arabacı, gevŞek ellerind.e dalayıcı dizginler, uyukluyordu.

Tranchot, Mechain'in tutumu karşısında şaşırmıştı; önce tepkisiz­


liğine canı sıkılmış, sonra sinmiş durumuna öfkelenmiş en sonunda

da birden gösterdiği güce, kendilerirti sorundan kurtarmadaki beceri­


sine hayran kalmıştı. Mechain'in dışa kolay açılmayan bir kimse ol­

duğu bilinirdi. Aynı oka koşulmuş şu iki hayvan gibi, adımlarını bir-
.

birlerine uydurrııaya zonınluydular. Aylarca, belki de yıllarca her şe-

. yi paylaşacaklardı; aynı görevi, aynı yemekleri, aynı arabayı, çoğu

zaman da aynı odayı. Tam bir evlilik� Kendi benzetmesine kendi gül-
.

dü. "Gönül rızasıyla evlenme," diye düşündü.

Rüzgarın alıp götürdüğü bu ses, Mechain'in sesi miydi? Tranchoc


arkasına baktı. Astronom pencereden sarkmış, söylediği anlaşı)abilsin

diye gırtlağını para1ıyordu. Araba yavaşladı. Tranchot yere atladı.

Mechain, kapıyı açmadan, geri dönülmesi için emir verdi: UParis'e

dönüyoruz! Adım başında bir durdurulmak, denetlenmek, aranmak.

Sanki doğal engeller bize yetmiyormuş gibi.. . Seferi ertelemeye karar

verdim." •

u Ama, olanaksız!" diye Tranchot kekeledi. uDelambre yola çıktı

bile." Kışkırtıcı bir tonla, "o devam edecektir," dedi. uHem Yüzbaşı
1 .

Gonzales de bizi lspanya sınırında bekliyor. Bir daha böylesine bir

girişime kalkışılamaz. Ertelerseniz, mahvedersin iz' �"

15

METRENiN iCADI

"Zaten mahvolmuş. Bize nasıl davrandıklarını siz de gördünüz iş-


tel"

"Alt tarafı sadece denetlendik, birkaç saat geciktirildik; yola de­

vam edebildik ya.''

0Aman ne iyi! Ben astronomum Bay Tranchot, çalışmak için bana

dingin ve güvenli bir ortam gerek!'' ·

Mechain sakinleştikten sonra biraz daha bir şeyler söyledi, ama


bunlar yardımcısından çok kendisi için söylenmiş sözlerdi. "Ancak
muhtarların, belediye başkanlarının, jandaıınanın, halkın yardı�ına
güvenirsek işi sonuna erdirebiliriz. Sürekli dülger, kereste bulma­
mız, hamal, hayvan tedarik etmemiz gerekecek... Yok, olacak şey de-

ğil; bu işi ileri bir tarihe ertelemek gerek. n

"Kuzum, anlamıyor musunuz?" diye patladı Tranchot. Sözcükler


ağzından tek tek vurgulanarak çıkıyordu. "Ortalık öyle kolay kolay
sakinleşmez! Söz konusu olan, ne yasaklanma ne isyan; bir devrimle
karşı karşıyayız biz! Paris'e dönmemiz. demek, kendimizi yıllarca •

oraya hapsetmemiz demek olacaktır.n

Hemen hemen gece olmuştu. Bir sonraki mola yerine daha çok
vardı, ama bakır rengindeki araba kıpırdamamıştı. Otların üzerinde
oturan arabacı, piposu ağzında, Mechain'in karar vercııesini bekliyor­
du. Kuzeye hareket mi, Paris'e dönüş mü, yoksa güneye devam mı?
Ayağa kalktı. Astronoma "işinize karışmak istemem, üstüme vazife
değil ama, galiba o haklı," dedi, "bütün bu olaylar bugünden yarına
.

durulacak gibi değil, inanın bana, hem böylesi çok daha iyi olur."

Astronom arabaya tır[t1andı, sinirlerini yatıştın11ak için bir ·aşağı


bir yukarı dolaşan Tranchot'yu çağırdı. "Peki ne yapıyoruz?" diye
sordu arabacı. Mechain parmağıyla güneyi işaret ederken "Haydi Ka-

16
METRENiN iCADI

talonya'ya" diye bağırdı.

Araba yola koyulur koyulmaz Mechain. içinden boylamın ölçül­


mesi işi tamamlanmadıkça Paris1e dönmeyeceğine yemin etti.

Montargis, Bourges, Montluçon, Brive, Rodez, Albi, Castres. Car­


cassonne ve en sonunda Perpignan... Araba tek bir kez bile denetlen­
memişti. Sonra Pireneler'e vardılar. Sınırı Essonnes'daki olaydan tam
bir hafta sonra geçiyorlardı. Yüzbaşı Gonzales orada onlara katıldı.
.

ispanya Kralı IV. Carlos'un bahriyesinde görevli astronom Gonza-


les, yabancı bilginlere İspanyol copraklarında geçirecekleri süre bo­
yunca eşlik etmekle görevlendirilmişti. lki yabancıyı, üstelik Fransız
olan iki yabancıyı, gözetim işini· yürütecek; ayrıca da, lspanya'nın
çağrıldığı ve pek çok yarar sağlamayı umduğu bir bilimsel sefere ka­
tılacaktı.

. .

17



- 2 -

eşil araba, Mechain ile Tranchot'nun Essonnes'daki subaya


söyledikleri gibi doğrudan doğruya Dunkerque'e gitme­
mişti. Delambre, ilk mola verdikleri yer olan Dammar­
tin-en-Goele'de, bir adamın köyün büyük kilisesini satın aldığını, kış
gelmeden kiliseyi yıkacağını öğrenmişti. Oysa, bu kilisenin çan kule-
si, Delambre'm Paris yöresindeki belli başlı D:irengi noktalanridan bi­
riydi ve yerine başka bir şeyi koyamazdı. Delambre hemen programı-
nı değiştirip çalışmalarına Paris civarında başlamaya karar verdi. Bu,

henüz tamamlanmamış araçlardan birkaçının bitirilmesi olanağım da


verecekti. Dördüncü kayıt çemberinin yapımıyla görevlendirilmiş
olan Lenoir Usta, bir fener ve birkaç parabolik ayna geliştirrrıekle uğ­
raşıyordu. Bellet, bunlann bitirilmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Ast-
·

ronomi ve zaman ölçme araçlarının bakımı ve onarımından sorumlu


olan oydu.

Dunkerque'i ileri bir tarihe er teleyince, astronomla yardımcısı ku­


zeyden güneye Paris bölgesini arşınlamaya başladılar. Montmartre'da
her tarafı açık bir çan kulesi bulacaklarını umarken, karşılarına yıkık
dökük bir �ule çıktı. Buradaıı en küçük bir gözlem bile yapamazlardı.
Buna karşın, Montlhery'deki şaşılacak kadar iyi kalmıştı, fakat' istek­

lerini karşılamayacak kadar hacimliydi ve duvarı düzensizdi. Delam­


bre, istediği biçim ve boyutlarda başka bir tane yaptırdı.. Kule, yapıl­

dığı gün yıkıldı. Kasabada bu işlere bakan yetkili, masrafı yıkandan


alınmak üzere, kuleyi yeniden diktirdi. Ne var ki, birkaç gün sonra
kule yeniden yıkılmış ve parçalanmıştı. Bu sefer yıkan da belli değildi.

18

METRENlN iCADI


'

Paris'in kuzeyindeki Saint-Martin du Tertre'in çan kulesi dikileli


daha elli yıl olmastna karşın yıkılma tehlikesi gösteriyordu; öyle ki,

bir tanesi dışında çanlarını indirrnişlerdi. O kalan da, hem ahşap hem
k<lgir yapıyı sarsmayı göze almadan çalınamıyordu. Delambre ile

Bellet, Bastille'in alınmasının yıldönümünü jonquiere'de kutladılar.


Tören sırasında bir köylü Delambre'a yaklaşıp bir önceki bilimsel se­
fer olan, Cassini de Thury'nin giriştiği seferin, hayatta kalmış bir ta­
nığını tanıdığını fısıldadı. Heyecanlanan Delambre hemen birini yol­
·
ladı; yaşlı adam geldi ve anlatmaya koyuldu. Seferin üzerinden elli
yıl geÇmiş olmasına karşın adam her şeyi hatırlıyor, hiçbir ayrıntıyı
. atlamıyor, tüm küçük şeylerden söz ediyordu. Ah, ne zamanlarcc1ış
.
onlar, nirengi noktası diye kullanılan o değirmenin tepesine ağır
.
odunları tek başına çıkardığı zamanlar! Değirr11en yıkılmış, yerinde
bir taş yığınından başka bir şey kalmamıştı. Yarım yüzyıl! Dönemin­
de yazılmış raporu okumuş olan Delambre, kendinden geçmiş dinli­
y�rdu. Fakat bu sözler, çevrelerinde toplanmış kalabalığın üzerinde
istenen etkinin ancak bir bölümünü yaratabilmiş, mırıldanmalar baş­
lamıştı. Astronomla yardımcısı, aldınt1adan işe koyuldular. Belediye
Meclisi tam kadro geldi". Belediye Başkanı az lafla kasabalıların endi­
şelerini dile getirdi ve il yönetimi onay verinceye kadar işlemleri
durdurmalarını rica etli. •

Delambre hiç beklemeden Beauvais'ye gitti. Oise 11 Meclisi Başka­

nı kendisini hemen o gün kabul etti. Neyse ki, bu Başkan Ulusal Mec­
lis'te üyelik yapmış, hatta boylamın ölçülmesiyle ilgili kararların çık-
'

tığı oturumlardan birine baŞkanlık bile etmişti. 11 yetkililerinin içten


tavsiyeleriyle dönünce, Delambre çok iyi karşılandı ve jonquiere'de
geçirdiği süre, görev gezisinin en hoş ve en verimli çalışma bölümle-

rinden biri oldu. Paris'te geçirecekleri süre için bir çözüm bulW1du-

19
MEraENlN lCADI

ğund�n her şey yolunda gibiydi. Bulunan çözüm şuydu: Delambre,


.
.

lnvalides'in ve Pantheon'un kubbesini, sonra yeniden Montmanre Te-


pesi'ni gözden geçirıniş, nihayet o tepede işine yarayabilecek bir so­
kak feneri bulmuşlu.

Borda ve Delambre, Seine kıyısında Conti Rıhtımı�na doğru yürü­


yorlardı. Birincisi ötekine, Bayan de Lespinasse'ın çevresindekilere
sorıııaktan hoşlandığı bir bilmeceyi soruyordu. "Zekası bakımından
ona ancak Tanrı'ya yakıştırılabilen bir ·sıfat verilebilir: Sonsuzdur,
her yerde değilse de her şeyde bulunur. Adil ve nazik, güçlü ve ince,
duru ve kesindir, Voltaire'in zekasının yetisine ve zarafetine, Fonte­
nelle 'inkinin keskinliğine, Pascal'ınkinin tuzuna biberine, Newton'un­
kinin derinliğine sahiptir. Bilin bakalım, kim?�
"Condorcet!"
"Doğru. Nasıl buldunuz?
"Basit: Voltaire gibi dilinin kemiği olmayan bir filozof ve onun
gibi epeyce düşmanı var. Fontenelle gibi Akademi üyesi, üstelik bu
saygıdeğer kurumun değişmez yazmanı. D'Alembert gibi Ansiklope­
di'ye katılmış ve Ansiklopedi'nin matematik bahislerinin hemen tü­
münü yeniden yazmış."
uölümünden sonra yazılacak bir ağıt yazısını andırıyor bu söyle­
dikleriniz."
"Bilmeceyi soran sizsiniz. Biliyor musunuz, Ansiklopedi'de kaç
matematik maddesi var?"
"Hayır!"
"Ben de bilmiyorum. Devam edelim! Pascal gibi matematikçidir
ama, olasılıklar kuramını tanıklık et(l\e, oy vercııe çe.şidinden insan
kararlarına uygulamak iç.in ondan daha fazla çaba harcar."

20

METRENiN iCADI
.

"Sizce, Pascal'ın bahse tutuşma için söylediği de bir çeşit olasılık


hesabı değil miydi?..


.

"Tanrı kumar oynamaz! Yanlış anımsamıyorsam, bilmecenizin son


kişisi Newton da oynamazdı."
Condorcet'nin oturduğu Darphane konağına gelmişlerdi.

"Birkaç derece boylam ölçme bahanesiyle şu Akademi üyeleri, ba­


kandan işlem giderleri diye yüz ekü koparıyorlar; biraderler arasında
-

·bölüşülecek ufak bir şey!"


"Görüyorsunuz ya, herkes bu görev seferi konusunda aynı biçim­
de düşünmüyor. ,, Bunu sesini yükselterek ve durumdan hoşnut olarak
söyleyen Condorcet'ydi.· "Bence , böylesi daha iyi. Her oybirliğinin al­
tında bir despotluk yatar. "
· Delambre, Borda'nın yanında Condorcet'nin salonuna girdiğinde,
güzel bir kadın, Marat'nın Halkın Dostu gazetesinde çıkmış bir maka-
.

lesini yüksek sesle okuyordu. Her zamanki ateşli biçemiyle yazar, "fi-
zikçileri doğanın tüm olaylarını tek bir etkene bağlamaya iten o sis­
_
temler hastalığı"nı eleştiriyordu .
.
Prusya şivesiyle konuşan biri: "Şaşacak ne var?'' dedi; Marat hiç-
bir zaman birlikten yana olmamıştır ki.. . Tutarlılık gösteriyor adam.
Fizikte de birliğe karşı çıkıyor. " .
Kusursuz bir Amerikan şivesiyle konuşan genç bir adam gülerek:
"Marat birliğe, Condorcet oyda birliğe, ben de biçimde birliğe karşı­
yız,n dedi.
Konuşan, bağımsızlık savaşı kahramanlarından Thomas Payne'ydi.
Prusyalı. ise her şeyi, adını· bile bırakıp Devri�e katılmış zengin bir
,
barondu. Borda, oraya ilk kez gelen Delambre a "Kendine Anacharsis
dedirtir," diye bilgi verdi. "Güzel kadın da ev sahibemiz Sophie."
21
METRENlN iCADI

Condorcet, kadının yanında duruyor, çok hoş bir kız çocuğunu,


Eliza'yı, kucağında tutuyordu. Çocuk, babası kendisini götürıııeden
herkese bir öpücük yolladı. Onl_ann çıkışına bakan Delambre, mes-
lektaşını koca ve baba olarak görünce şaşırrrııştı. ,.

Avrupa'da ne kadar zeki ins�n, ne kadar becerikli insan varsa hep-


si Sophie Condorcet'nin salonunda bir araya gelirdi: lngiliz iktisatçı


Adam Smith, Alman öykü yazarı Jacob Grimm, Fransız şair Andre
Chenier, Rousseau'nun büyük öğrencisi bilgin Danimarka Kralı, dok­
tor Cabanis ve delilerle uğraşan genç arkadaşı Pinel. Daha niceleri...
,

Condorcet, Delambre'ııı orada olduğunun hemen farkina varrna­


mıştı. Toplantı törensellikten uzak teklifsiz olduğu için konuklar gel­
diklerinde adları bildirilmiyordu. Filozof ·astronomu öteki konuklara
tanıtmak için biraz susulmasını rica etti. Hemen astronoma sorular
sorı11aya başladılar. "Neden bir boylam seçilmişti? Neden bir başkası­
nı değil de onu seçmişlerdi? Niye Barselona, niye Dunkerque?" Ufa­
cık tefecik bir kadın da şunu soruyordu: "Neden kırk milyonda biri
de , örneğin üçbin dörtyüz onikide biri değil?n
.

Delambre, soru selini durdurnıak ister gibi eliyle bir hareket yap-
tı. Umutsuzca Borda'yı anyordu. O, bir kenarda durrnuş, seyrettikle­
rinden keyif aldığı belli, öyle duruyordu. Delambre bakışlarıyla yar­
dımını istediyse de o, tavrını hiç saklamadan muzipçe büfeye doğru
yürüdü.
Sonunda Delambre, Borda'nın desteği olmaksızın sorulara yanıt
,

verdi. Bu boylamın, Paris'ten geçen boylam olması ve bundan ötürü


daha önce de birçok kez ölçümünün yapılmış olması nedeniyle seçil­
diğini anlattı. Son ölçüm yüzyıl önce Cassini de Thury tarafından ya­
pılmıştı. "Onun çalışmasından çok şey öğreneceğimize ve sonuçlarını

22
METRENiN ICAD(

,,
kullanabileceğimize güvenimiz büyü.k, dedi. "Her ne kadar jon­
·

quieres köyünde nirengi noktası diye aldığı bir değirrnen bugün, bi­

zim ölçümlerimizde kullanamayacağımız durumda olsa da. Dunker- ·

que ve Barselona'ya gelince, bu kentler, boylam, her ikisinin de ya­


nından geçtiği ve her ikisi de deniz düzeyinde oldukları, bu nedenle

de hesapların çok daha kolay yapılabileceği göz önüne alınarak seçil-


.

di." Sophie, bir bardak koyultulmuş şarap getirince Delambre ayağa


kalktı; rahat rahat içkisinin tadını çıkaracağını umuyordu ki, kırk
milyonda bir parçayla ilgili o]arak soru]muş soruyu hatırlattılar.
"llkçağ spora ·bayılırdı, o kadar ki; Nil üzerinde Asvan kesiminde
.

uzunluk ölÇüsüne 'stad' derlerdi. Eratosthenes, Asvan'la lskenderiye


arasını ölçmüş, bu ölçümden Yerküre çemberinin 250000 stad olduğu
sonucuna varınış. Bu, aşağı yukarı kırk milyon yarim Peru tuvazı
eder!') Delambre bunu söyledikten sonra bardağını bir_ dikişte bitirdi.
.
Konuklardan biri: "Hem yeni uzunluk biriminin evrensel olmasını
istiyorsuntız hem de bu birimi öteki ülkelerin yardımı olmaksızın be­
lirliyorsunuz; işte bu, çelişkili!" Condorcet söze kanştı: "Fransa, öte-
. ki ülkelerin de katılması için her yolu denedi. Kurucu Meclis bir ka­

rar çıkarttı. Bu kararda, kraldan Londra Kraliyet Bilim Demeği'nin


bilginlerinin Fransız meslektaşlarıyla birlikte sefere çıkmalarını sağ­

lamak üzere lngiltere Kralı hazretlerine bir mektup göndennesi rica


ediliyordu. XVI. louis yazdı ama, lngilizler buna burun kıvırdtlar.
Bastille'in alınmasından beri Londra, Berlin, Viyana, Moskova, hepsi
. Paris'e vebalı gözüyle bakıyorlar. Fakat, Fransa'nın düşlerini gerçek­
.
leştirrrLesini engellemeye Avrupa'nın gücü yok. Yönetimler halklar de­
mek olmadığına göre, onları dikkate almamaya karar verdik.° Con­
dorcet, kararın metnini ezbere söylemeye başladı: UNe ölçü biriminin
seçilmesi ne işlemlere başlanması için öteki ülkelerin katılımını bek-

23
METRENiN iCADI

lemenin gerekli olduğunu sanmıyoruz. Çünkü bu seçimde herhangi


bir keyfi tutumun etkisini konu dışı bırakıp. yalnızca tüm ülkelere
1
eşit biçimde ait olan öğeleri kabul ettiğimiz için, bir çeşit üstünlük
iddiasında bulunduğumuz şeklinde en ufak bir karşı çıkmaya olanak
,,
tanıyacak bir şey yoktur.
·

:
.

"Kısaca, bu çalışmaların anısı silinip yalnızca sonuçlan kalırsa,


hangi ulusun bir öneriyi ortaya attığını, hangi ülkenin gerçekleştirdi­
ğini belli edecek hiçbir şey kalmayacaktır ortada." Sınırları zihninde

bile silip·atmış olan Cloots, mutluluktan uçuyordu; Condorcet'yi ku-


cakladı. Delambre balkona çıktı; aşağıda Seine ırrnağının akışına ba-
.

1
kıyordu. Birden, yanı başında Borda belirdi: �Buldum!" Delambre, şa-
, ,
şırarak bakınca, "Metre. dedi. "Adına METRE deriz. . Geldiği gibi de
kayboluverdi. Borda'nın Latin kökenli bir sözcük seçmesi Delamb re·ı·
şaşırttı; her ikisi de Yunancaya tutkuyla bağlıydılar. Yine de tek bir
noktada ayrılırlardı: Borda Ilyada'yı, Delambre Odise'yi tercih ederdi.
Tuileries Sarayı'nın ışıkları Seine'in dingin sulannda oynaşıyordu.
Ertesi gün Dammartin-en-Go�le'e gitmek üzere Paris'ten aynlıyordu.

'

24
an kulesi ne kadar dar olursa, o kadar iyi bir nirengi nok­
tası olur. Dammartin-en-Goele Kilisesi·ninki bu türdendi.
Bir türlü sonu gelmeyen helezon merdiveni çıktıkça De-
.

lambre'a, vücudu da kendi ekseni çevresinde dönüyormuş gibi geldi.


Durup soluk aldı ve kendi kendine, bitip tükenmek bilmeyen bu çı­
. kışlara alışmak gerek diyerek basamakları çıkmaya devam etti. Birden
gözleri kamaştı, adeta acı veren bir kamaşmaydı bu. Güneş ve başak-
.

ların iç içe girmesiyle oluşan bir ateş okyanusu ile çevrelenmişti.


Gözlerini kırpıştırarak çanın çevresinde dolanıp dışarıya baktı. Buğ­
day; her yerde buğday vardı! Bazı kesimlerde yerden bulut yükseli­
yordu. Hasat dönemiydi. Rüzgarın yerden kaldırdığı sap yığınları bir
hale oluşturarak havayı kalınlaştırıyordu. Zenginlik ve tekdüzelik;
Go�le Ovası zengin ve tekdüzeydi.
Ufuk, uzaklıklarından ötürü mavimsi görünen tepeler, tepecikler,
kulelerden oluşan bir taç giymiş gibiydi. Sanki merkezi. kilisenin çan
kulesinde bulunan çok büyük bir amfiteatr vardı. Coupvray'nin. Care-
/

tin'in, Chaumon['un yuvarlak sırtı; Ecouen ve Montmelian'ın doğal


kemerleri, Saint-Christophe'un yüksekliği, Sannois ve Calvaire tepe­
cikleri. Daha ötede, güneye giden yolun son noktasında, tanımayan
.

gözün seçemeyeceği kadar uzakta belli belirsiz bir yükselti: Mont..


martre. Daha yakında Ermenonville, ama görünmüyordu. Kavaklı
Adası'nın orla yerinde, Devrimden beri halkın koşup doluştuğu,
Rousseau'nun mezarını barındıran Ermenonville.
"Ya şuradaki kule, onu bilir misiniz?" Delambre birden döndü;

25
METIU:NIN iCADI

sessizce gelmiş olan dülger hemen arkasındaydı, parrııağını uzatmıştı.

Epiloy IJağı'ndaki kuleyi soruyordu. Astronom o kuleyi iyi bili­


yordu. Dülger şaşırmış gibi bakınca Delambre, "Ben Amiens'liyim-

dir," dedi. Tüm Somme ilinde jeanne d'Arc'ın hapsedildiği o ünlü ku-
leyi bilmeyen var mıydı?
-

Çan kulesi demek, her şeyden önce çanlar demektir. Buranınkiler


Delambre'a çok büyük göründü. Elbette; o zamana kadar hiç bir çana

dokunacak kadar yakın bulunmadığını da unutmamak gerekir. Elini


bronzun üzerine koyunca titreşimler duyuyorrnuş gibi geldi; gerçek
olmadığını bile bile o titreşimle.rin çan seslerinin madenin içinde
hapsolmuş kalıntıları olduğunu düşündü. Çanın üzerine abandı ama
çan, adamın çabasının farkında değildi; kıpırdamadı bile. Biraz daha
abanacaktı ki, çan yuvasının önünü kapatan ana kalasın fiZerinde, ba­
caklarını açmış sendelemeden duran dülgerin alaycı bakışıyla karşı­
laştı. Kocaman meşe kalas öylesine .dayanıklıydı ve taşa öyle güzel
oturtulmuştu· ki, hiçbir şey onu tehlikeye atamazmış gibi görünüyor- ·
du. Bir çift çanı tek başına o tutuyordu. Dülger dar bir kornişe atla­
mıştı bile. Astronom da sallanan bir ip merdivenle onun yanına gitti.
Tam bir baş dönmesi duymamakla birlikte, Delambre kendini rahat
da hissetmiyordu. Ensesindeki hafif nemden· rahat olmadığını anlı­
yordu. Merlekleri ve makas kirişlerini denetleyen dülger, mertekleri
taşıyan aşığı gösterdi.

"lki yüzyıl geçmiş, hala gemi direği kerestesi gibi. Sehpayı bura­
}'a kuracağız."

Adamın iskele değil de sehpa demesi, Delambre'ın dikkatini çek­

mişti. "Bunun hakkından ancak ateş gelir... O . da, ancak, cehennem


ateşi olursa!" Kocaman bir kahkaha_ atan dülger, gıcırdayan putrelle­

rin üzerinden yürüyüp gilli. ·

26
ME1RENIN iCADI

Delambre, Bellet'nin hanın adıyla onun Akademi üyeliği arasında


alaycı bir yakınlık kurcciasına aldırrcıayıp Koca Kafa Hanı'nda kalmaya

karar verıı1işti. Yiyecek de yatacak yer de iyiydi, üstelik pencereleri


alana bakıyordu. Odasına çıkaran hizmetçi kız alanda bir yeri göste­
rip cırlak bir sesle, yakın zamana kadar işkenceye mahkum edilenle­

rin orada, yüzleri adalet değirmenine dönük olarak işkence çatalına


asıldıklarını anlattı.'

Haberler de yine o alana geliyor ve her akşam burada uzun uzun


tartışılıyordu. Her zaman, Paris'le Soissons arasında seyyar satıcılık
yapan biri, ya da hiç olmazsa· günü Meaux ya da Senlis'te geçirrrıiş bir
köylü çıkıp hiçbir yere ayrılmamış olanlara bilgi veriyordu. Belçi­

ka'dan ya da sınırlardan gelenler soru yağmuruna tutuluyordu. Çar­


pışmalardan söz ediliyordu. Bohemya Kralı'yla Macaristan'a karşı sa­
vaş durumundaydılar.

En fazla rartışılanı en fazla coşku, tutku ve tartışma uyandıran, Pa­


ris çevresinden gelenlerin Tuileries Sarayı'nın içine zorla girmeleri
olmuştu. Kralın dairesi zorlanmıştı! Louis'ye ve küçük veliahta acı­
mışlardı. Kadınlar, bu acımanın kapsamı dışında tululmuştu. Aııne
için, kızı için tek sözcük edilmemişli. Birisi, kesin bir dille, olan bi-

tende hiç kırıcılık bulunmadığını, hiçbir şeyin yakılıp yıkılmadığını


anlatn:ıışlı. Yaşlı bir adam "Ama, ne de olsa!" diye yanıt verccıişti. Bir­
kaç kişi ağırbaşlı bir havayla ona katıldıysa da, 'diğerleri daha kısa
bir süre önce, köyün girişindeki Conde'njn şarosuna zarar vermek

konusunda herkesin pekala birlik olduğunu anımsatmışlar, kralın sa­

dece senyörlük beratlarını yakmaya zorlandığını, hem zaten "kral de­


menin soylu sınıfı demek'• olmadığını söylemişlerdi.

Bir şey hayalgüçlerini pek uğraştınnışlı: Kırmızı rakke! Louis'nin


o başlığı giymesi oldukça iyi bir şey sayılırdı: "Avusturyalı kar1°nın

27

METRENiN iCADI
.

kocasını o takkeyle gözlerinin önüne getirince kahkahalar koparıııış­


lardı. Ufak tefek bir adam kıkır kıkır gülüyordu: UPerukanın üzerinde
takke! Perukanın üzerinde takke !" Öfkelenen biri de çıkmış , kralın
takkeyi kerhen giydiğini söylemişti. O zamana kadar sesini çıkarrna­
dan oturan bir köylü öne atılıp: "lstemeye, istemeye mi?" demişti.
uBen pekala giyiyorum işte, hem de övünç duyuyorum." Sonra handa­
ki kızın cırlak sesi yükselmişti. O gün orada olan kuzeninden duy­
muşmuş , güzel bir kadın krala doğru yürüyüp , "Bizi dinleyin!" diye

bağırmış. '-Siz , bizi dinlemek için kral olmuştunuz!" Bunu duyan


köylüler afallamışlar, sessizliğin içinde birisi mırıldanmıştı: "Ger­
çekten de b izi dinlesin diye orada oturuyor." ·

Kulenin okuyla çanların yuvası arasına kurulmuş olan iskele , çan


kulesinin tüm yüzeyini kaplıyordu yani pek �üyük bir iskeleydi.

"Kimse buraya gelip sizi rahatsız etmez; herifler b\lllca basamağı


çıkamayacak kadar tembel. Yüksekte · olmanın sağladığı bir ayrıcalık


bu: Yalnız olmak . . . Köyün ta orta yerinde yalnızlık!"

Kaydedici çemberi yerleştirme işine dalmış olan Delamb·re , dülge­


rin gevezeliğini yarım kulakla dinliyordu. Kendini rahat hissediyor­
du. Birazdan asıl çalışma başlayacaktı. Çok yorucu yer seçiminden ,
.

duraklar arasındaki bitip tüken111ek bilmeyen gidiş gelişlerden, iske-


lelerin kurulmasından, malzemenin uzun boylu yerleştirilmesinden ,
aygıtların o bıktırıcı denenme aşamasından sonra işlemin ilk jeodezik

ölçümü için, birinci açının hesaplanması için hazırdılar.

Kaydedici çember . çan kulesinin dışa açık bölümüne dönük olarak


yükseliyor, iki dürbün ise ışıkta parıldıyordu. Delambre aracın arka­
sına geçti. Çeşitli güvenlik d'üzeneklerinin vidalarını gevşetirken aynı
anda aracın eklemlerini de birer birer çalıştırıyordu. Avcunun içinde
'

28
'
METRENiN iCADI

metalin pütürlü yüzeyini duyarak, açığa aldığı dürbünü pannaklarıyla


kavrayıp kuzeye çevirdi. Rulet, parmağının altında ağır ağır döndü.

Süt rengi boşluğun içinden yavaş yavaş Clerrriont'un kulesi göründü .


.

Bellet her hareketi izlemişti� Delambre yerini ona bıraktı. Adam,


alışık bir hareketle alnına düşen kakülünü kaldırıp eğildi, okülerden
baktıktan sonra: "Kusursuz, kusursuz . . . Çok açık," gibi bir şeyler mı­
rıldandı.
. .

Biraz sonra hava, hiçbir şey görülemeyecek kadar karard ı; De-


lambre dürbünü vidalayıp sabitleştirdi. Rodez' e varıncaya kadar bu­
nun gibi kaç tane ölçüm yapacaklardı? Bellet, merceklerin üzerine ka-

paklarını kapayıp aracı tertemiz beyaz bir bezle örttü. Bir süre çan
'

kulesinin alev rengi boşluğuna daldıktan sonra parmağını ufka tızatıp


gururla: "Güneşin batışını en son gören bizler olduk," dedi. Birden
kulak kabantı: "Dinleyin!"

Kuleyi garip bir sessizlik sarmıştı. Dülger aracı yerleştirmeyi bı-


raktı. Delambre da o da hareketsizleştiler. Delambre yavaş yavaş bir-


birine karışmış bir görüntüler yumağı fark etmeye başladı. Dalgalar
halinde gelen sesler, yol boyunca yumuşamış, süzgeçlerden geçmiş
olarak ama yine de açık seçik, çan kulesine çarpıyordu: bir arabanın
tekerleklerinin dönüşü , b]r atın kişnemesi, çocuk bağırışları, bir
pamaklığın gıcırtısı, bir çekicin vuruşları. Bildik sesler olmakla bir­
likte yine de gerçekdışı gibi geliyordu. Dülger dışarı sarktı J
Delambre da onun yanına gicci. - Aşağıdaki alanda minicik insan

şekillerinin, yeni başlayan gecede birleşip, irileşen damlalar gibj


toplaştıkları görülüyordu.

O temmuz ayının her akşamı böyle geçiyordu ki , bir gün astro-


.

nomla yardımcısı, dikkatlerini çeken bir gürültü işittiler. Bir trampet


'

29 •


METRENiN ICADl

sesi! Bellet hemen koşup baktı. Alan, kalabalıktan kapkara görünüyor­


du. Heyecanla, "Gelin, bakın," diye bağırdı üzerinde durduğu kalası
titreterek.

"Siz engel oluyorsunuz! Orada aygıtın önünde duracağınıza inip


bakın bakalım, ne oluyor?''

Bellet merdivene seyirtmişti bile. Kilisenin sessizlik ve loşluğun­


dan dışarının aydınlık ve gürültüsüne geçince bir an afa1layıverdi·. Yi­

ne trampetlerin sesi, arkasından da borazanlar duyuldu; alay , alana


giriyord u.

Kocaman iki sopanın arasında gerilmiş büyük bir bez taşıyan dön
adam ağır adım ilerliyorlardı. Bezin üzerinde acemi bir yazıyla yazıl­
mış. "Özgürlük, Eşitlik . . . " sözcükleri okunuyordu. Üçüncü sözcük
-

ise kumaşın kıvrımları arasında kalmıştı .


.

Arkasından belediye başkanı ve halkın temsilcileri geliyordu.


Kenllilerin yün pantolonlarından giyenler, ayaklarında köylülerin tah­
ta papuçları olanlar vardı; zanaatçılann bez önlükleri, satıcıların kö­
sele ayakkabıları, her türlüsü görülüyordu. Hiç laf etmeden ilerliyor­
lardı. Bazen yol üzerindeki kalabalağın . arasında bulunan ailelerine
kendilerini tutamayıp bir işaret çaksalar da hemen toparlanıyorlardı.

Özgürlük ağacının yanında kurulmiış tribüne ancak ikinci hamlede


tırmanabilen Belediye Başkanına kimse gülmedi. Adam, buruşmuş
başkanlık kuşağını alelacele düzeltip halka baktı: "YURTIAŞLARI
VATAN TEHUKEDE."

Bir katedral stssizliği içinde haykırılan bu tümce hemen etkisini


gösterdi. Uzun bir ürperme , bir şok dalgası gibi yayıldı. Bellet, için­
den, o zamana kadar tanımadığı bir duygunun, kuvvetten ve hüzün­

den oluşmuş bir heyecanın fışkırdığını duydu. Halkın etkileyici hare-


.

ketsizliğinde hayvansal, .ilkel bir şeyler vardı. "Tehlikede!" Yasama

30
METRENlN iCADI

. .

-Meclisi·nde söylevi kaleme almış olanlarca ustalıkla seçilmiş bu söz-


cük dinleyenlerin her birinde hemen harekete geçme isteği uyandır-
.

mıştı. Her erkek, her kadın bunu bir yardım çağrısı olarak duymuş-
.
.

tu: Ulusun yardımına koşmak gerekiyordu.

Belediye Başkanı cebinden bir kağıt çıkararak demeci okumaya ko­


yuldu:

UKalabalık birlikler sınırlarımıza doğru ilerliyorlar. Özgürlükten


· nefret eden herkes. Anayasamıza karşı silahlanıyor. YyRITAŞlAR,
VATAN TEHLlKEDE! Sahip olduğu en değerli şeyi savunmak için ilk
.

harekete geçme onuruna sahip olacaklar, hiç unutmasınlar ki, onlar


Fransızdır ve özgürdur. Yurttaşların onların yuvalarındaki kişi ve
mülk güvenliğini koruduğunu unutmasınlar. Halkın yöneticileri bunu
.

dikkatle izlesinler. Harekete geçmek için herkes gerçek gücün belirti-


si olan sakin bir cesaret içinde yasanın işaretini beklesin. vatan o za­
man kunulacaktır!"

Belediye Başkanı, hemşerilerine demecin içeriğini duyurunca kor­


kunç bir sırrın yükünden kurtulmuş gibi alnında birikmiş teri kuru­
ladı, bunu yaparken de kendini rahatlamış hissetti. Eliyle geniş bir
hareket yaparak gururla "Tam şu anda" dedi, "Fransa'nın bütün kasa­
balarında bu demeç okunuyor!"

Haber büyük coşkuyla selamlandı. Biriken gerilim birden boşanı­


. '
H
verm işti! erkes konuşmaya başladl. Marcilly'de, Plailly'de, Juilly'de,
Mesnil'de, Ennenonville'de kasabalıların aynı anda alanlarda toplan­
mış aynı çağrıyı dinliyor olduğunu öğrenmek, insanlara yanaklarını
kızartan; gözlerini pırıldatan bir sarhoşluk vermişti, "Ya özgürlük, ya
ölüm�" dedirten bir sarhoşluk.

Hancı, tribüne bir masayla bir sandalye yerleştirdi. Bir belediye


görevlisi Başkanın yerini aldı. Masanın ÜZerine kocaman bir kayıt

31
METRENiN iCADI

defteri koyarak:

"Askere yazılma başlamıştır,'' dedi. "Gönüllü gitmek isteyenler


gelip yazılsınlar. Üniforma zorunluluğu yoktur. Herkes iş giysisiyle
savaşmaya gidebilir. ••

Tribünün önüne bir adam dikilmişti bile. Hiç sesini çıkarrnadan


bekliyordu� ilk yazılan, ilk yola çıkan olmak istiyordu.

Astronom Delambre, alayın alana girdiğini gözlem yerinden gör­


müştü; Belediye Başkanı konuşmaya başlayınca dayanamamıştı. Tam

belediye meclisi üyesinin askere gitme çağrısını yaptığı sırada kendi-


.

ni kalabalığın ortasında buluverdi. Gözleriyle yardımcısını aradı, gö-


.

remeyince peşine düştü. Uzun uzun dönendikten sonra onu gördü.


,

Bellet, deflerin üzerine eğilmiş kalem elinde, imzalamak üzereydi.


Delambre birden atılıp durdurdu.

"Bellet , ne yapıyorsunuz? Çıldırdınız mı? Durun. imzalamayın. . .


hemen olmaz. Rica ederim ."

Adarriı kolundan sıkıca kavrayıp bir kenara çekerken tatlılıkla "Ne


hissettiğinizi anlıyorum. Savaşa gitmenin daha önemli olduğunu dü­
şünuyorsunuz," dedi. "Elbette, vatan tehlikedeyken bizim çan kulele­
rimizde kalıp ölçümlerimizi yapmamız neye benziyor! Siz diyorsunuz
k 1. ... ••
-

"Ben diyorum ki, istila edilirsek ölçecek bir şeyimiz de kalmaz.


Ben diyorum ki . lngilizler Dunkerque'i alırlarsa sizin bilimsel seferi-
niz de suya duşer!'' .

"Benim bilimsel seferim?!''


\Jyle demek istemiyordum." . .
.

"Condorcet'n�n sözlerini hatırlayın: Bütün zamanlara, bütün halk­


lara! Ölçüm evrenseldir, olaylara bağlı kalmamalıdır."

32
METRENiN iCADI

"Yine de bu size bağlı, isteyip istemediğinize," diye karşılık verdi

' Bellet. lki adam ö&eyle birbirlerine bakıyorlardı. "Dunkerque de


.

düşse, Perpignan da düşse," diye avaz avaz bağırdı Delambre. "De-


vam edeceğiz� Devam etmemiz gerekiyor."

Ağustos gelmişti bile. Dammartin kasabasının meydanında daha


'

az insan vardı; handa da. Büyük zorlukla seçtiği Montmartre işaretini ·


görmesine engel olan sıcak hava bulutlarının dağılmasını beklemek­
ten yorulan · Delambre, bir sabah kararını verdi: Madem ki

Monmartre gündüz kendisini göstermemekte direniyordu, gece göz-


lemleyeceklerdi. Bellet hemen o gün gidip sırf bu iş için yapılmış b i r
feneri yakacak, bu sırada Delambre de, kuledeki mevkiinde ölçümü
yapacaktı.

"iyice anlaştık, değil mi?n dedi astronom, "feneri günbatımından


iki saat sonra yakıyorsunuz, daha önce yakmayacaksınız. Her şey yo­
lunda giderse ben onu . . . çevresinde görebileceğim . " Ne dediği iyi
anlaşılamadı; korkunç bir patırtı, sesini bastırıyordu. Ayaklarının di­
binde çan çekiçleri olanca güçleriyle vurrııaya başlayınca gürültü De-
.

lambre'ın dayanamayacağı bir kerteye yükselmişti. .


.
Bellet fenerleri arabaya yüklüyordu ki, alana toplanmış ufak bir
kalabalık dikkatini çekti. Belden yukarısı çıplak, meşin önlük takmış
bir adam, bir tahta sıranın üzerine çıkmış, gür bir sesle çevresindeki­
lere bir şeyler anlatıyordu: "Bana, o tehditler ters etki yapar. ·

Tuileries biraz tırmıklanırsa, kralın kafasına biraz kuvvetlice vuru-


lursa , bütün o Avusturyalılar , Prusyalılar . . . " Gerisini getiremedi. Ya-

nında duran tel çerçeveli gözlük takmış delikanlıya döndü, "Ne yaz- .
mışlardı?" diye sordu. Genç adam çerçi çantasından bir gazete çıkar­
dı: "Şöyle demişler . . . " Tümceyi arıyordu . . . "Tamam , şöyle demişler

33
METRENiN iCADI

,
·belleklerden silinmeyecek bir öç alınacaktır." Konuşmacı:

"Hah ." dedi, "öyle işte . belleklerden silinmeyecek."

Seyyar satıcı da tahta sıraya cırtcLandı, gazetesini açıp yüksek sesle


okudu: "Diyorlar ki , kentliler, kasabalılar, köylüler , bugünden tezi
yok, Avusturya ve Prusya güçlerine boyun eğeceklerdir; savunmaya
kalkışacaklardan belleklerden silinmeyecek bir öç alınacaktır, evler
yıkılıp yakılacaktır, Paris kenti askeri yönetime verilecek, tümüyle
altüst edilecektir." M�in önlüklü adam kükredi: "Duydunuz mu?
Dinledikçe kuduruyorum f"

Bellet, adamın elinden gazeteyi çekip aldı� Paris Haberleri'ydi. Bi­


rinci sayfayı baştan başa kaplayan koskoca bir başlık:

"PRUSYA ORDUlARI KUMANDANININ ÜLTIMATOMU.

Brunswick 'in inanılmaz tehditleri!"

Bellet sinirlenmeden okumaya çalıştı: vakit geçirrnede n . itaat . . . ib­


ret için intikam . . . yıkılacak yakılacak evler . . . Paris, . askeri yönetime
teslim edilecek, altüst edilecek. Gazeteyi elinde yırtacakmış gibi bu­
ruşturdu. Büyük bir öfkeyle, "yenilirsek Fransa mahvolur" diye dü­
şündü. Yabancı orduların gücünü biliyordu. Fransız subaylarının ço­
ğunun görevden kaçtığını. askerlerin silah . cephane eksikliği çektikle­
rini de biliyordu. Belediye meclisi üyesi�in sözleri daha kulağından

gitmemişti: Herkes savaşa iş kıl ığıyla gidebilecekti. Bu demekti ki ,


yeterince üniforrııa yoktu! Giden gönüllülere bakınca, savaşın sonu­
nun ne olacağını kestircrıek zor değildi: Hiçbiri o güne kadar bir defa
bile kılıç tutmamış, tek bir atış yapmamıştı; bu adamları meslekten
askerlerin karşısına çıkaracaklardı! lnancını, umudunu bağladığı her
şeyin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu düşündükçe
Bel1el'nin yüreği sıkışıyord u. Çaresizlik gözlerini yaşarttı.

34
METRENiN le.ADI

Uzaklaşırken. adamın yine kalabalığa seslendiğini duydu: "Bruns­


wick'le ortaklık kuran göçmenlerin başında kim var, biliyor musu­
nuz? Louis-joseph, şu sabık Conde Prensi!" Adam bunları tek tek,
sözcükleri mıhlar gibi söylüyordu. "Dammanin Kontu, köyümüıün

kontu!''

Hepsi Kontu bilirlerdi. Çok değil, daha dört yıl önce, tüm yöre
onun egemenliğindeydi; şatosuna giderken arabasının köyden geçişin­
de, yerlere kadar eğilinir, başlıklar çıkarılırdı. Öfkeli bağırışlar yük­
seldi. Öfke, kızgınlık, üzüntü, utanç; her şey vardı. Dammartin'in adı
bile yüzyıllardır Conde adına bağlıydı; yüz karası, köye ve köylülere
mal edilecekti.

Paris'e varrı1ak beş saat alacaktı. Bellet tam arabaya bineceği sıra­
da, birinin kendisine seslendiğini duydu: "Paris'e mi gidiyorsunuz?"
Soran, handa birkaç kez gözüne ilişmiş olan bir adamdı.

"Akşama varrııadan Montmartre'de olmam gerek.11

"Diyorlar ki, kentin çevre kesimlerinden Tuileries'ye yürüyüp


krala iki çift laf edeceklenniş. Ben de katılmak isterdim ama, yürü­
mekle baş edemem."

Adam, Bellet'nin yanına oturdu. Araba hareket etti. Bir kadın onla-

ra doğru koşuyordu.

"Şu�u alsana. Louis,11 diyerek bir somun köy ekmeği uzattı. '�Pa­
ris'te yiyecek hiçbir şeyleri kalmamış. "

Adam eğilip ekmeği aldı.

"Üzülme, yarın döneceğim." Sonra Bellet'ye dönerek: "Onun adı


Louise, benimki Louis,11 dedi. "Sanki birbirimizi bulacağımız önceden
belliymiş gibi. Şimdi ben bu adla ne yaparım. Kralın da adı aynı diye

Göçmenler: Devrim sırasında Fransa dışına kaçmış olanlar. -ç.n.

35
METRENiN iCADI

değiştirecek miyim? Ne iş yaparsınız?"

"Mühendisim.''

"Ben, koşumcuyum." Bir süre daldı, sonra: "Dayanıklı bir semer,


bir eğer ya da bir takım . . . . Biz çift hayvanlarıyla uğraşırız, onlar da
bugünden yarına yok olacak şeyler değildir. Senlis'te üç tane eğerci
vardı, bugün bir tane kaldı. Burunları havadaydı; onların uğraşı lüks
atlardı.''

Düzenli bir şakırtı sözünü kesmişti. Yol kenarında ıızanan bir tar­
lada tuhaf bir makine ilerliyor, çevresinde bir anız bulutu uçuşuyor­
du. Bu, tek bir hayvan tarafından işletilen bir çeşit değiırııendi. Bellet

arabayı durdurdu.

Makine, iki büyük silindire batırılmış çok küçük bıçaklarla ka�


lıydı. Hayvanı götüren küçük bir oğlan çocuğuydu; arkadan da bir
adam geliyor, sürekli olarak değirıııen taşının yuvasına koca koca ot
demetleri sıkıştırıyordu. Bellet hiç böyle bir şey görıııemişti. Gürül­
tü çok şiddetliydi. Kızgın güneşin altında, vücudu göğs.ünün kıllarına
karışmış saman ve anızla örtülü adam, kamıştan yapılmış bir bostan
korkuluğuna benziyordu. Silindirlerin sürüklediği sap demetini koca-
.

man çeneler hemen yutuyor ve kıyıyordu.

Be11et arabaya dönünce, Louis: "Buna samankıyar diyorlar," dedi


\'e daha önceden bir parçasını kopardığı ekmek somununu uzattı. "Ye­
ni bir şey. lngiltere'den getiriyorlarrnış. Üzerinde işlediği toprak, es­
kiden Conde'nindi."

O adı bir kez daha duyunca Bellet yeniden öfkelendi. Delambre'ı


dinlemeyip gönüllü yazılmadığına kuduruyordu. Birdenbire "Siz de

gönüllülerle gitmediniz, değil mi?" diye sordu. Louis başını eğip bel­

li belirsiz bir sesle: "Ben giderdim ama, dedi, "üç çocuğum var, ana­
ti

ları istemedi. Ya sen?"

36
METRENlN !CADI

'

"Ben," diye kekeledi Bellet, "benim için de aynı şey."


'
Louis'nin gözleri parladı: 1

' usenin de mi karın istemedi?"

"Onun gibi bir şey," diye yanıtladı Bellet gülümseyerek:

Akşamın karanlığı çan kulesine inmişti. Delambre, eamsız pence­


reye dayanmış, Paris yönüne bakıyordu; aysız bir gece başkenti ört-

müştü. Vakit gelmişti .

. Dürbünü Bellet'nin feneri yakacağı Montmartre'a çevirerek baktı.

Hiçbir şey! Hiçbir şey yoktu; hiçbir ateş görülmüyord u. Şaşırdı; dür­
bünü ayarlayıp doğrultusunu yeniden belirledi. Herhalde Bellet gecik­
mişti, malzemeyi yerleştirznek için hesapladık]an zaman yetmemiş '

olacaktı . . .
.

Gece Delambre birkaç kez ka1kıp dürbünün başına geçti, ama bo-
şuna. Fenerden eser yoktu! Sonunda sinirlenip tüm ufku taradı. Dür-

bünün camını çok geniş bir aydınlık kapladı. Astronom hiçbir zaman
böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Aydınlık gerçekti ve Paris,in merke­
zinden geliyordu. Delambre uzun süre gözünü dürbüne yapıştırmış,
öylece kalakaldı. Sonunda neler olduğunu anlamaya çalış n:ıaktan vaz­

geçip yatmaya gitti.

Gürültü öylesine yüksekti ki, dayanamayıp uyandı. Söylene söyle­


ne yatağında döndü, gürültüyü duymamak için başını yastığın altına
soktu. O da bir işe yaramayınca gözlerini açtı. Perdenin inik olması­
na karşın, odaya güneş giriyordu. Kalktı, perdeyi çekti, pencerenin
.

kanadını itti.

El1i kadar köylü posta arabasının çevresine toplanmıştı; yan so­


kaklardan başkaları da geliyordu. Hepsinin coşkusu doruktaydı. Pen­
cerenin altından geçen bir adam Delambre'a seslendi: ''Tuileries Sara-

37
METRENJN iCADI

yıl Muhafızlar ateş açmış. Binlerce ölü varınış. Diyorlar ki, kralı
Temple'a kapatmışlar. Saray bütün gece yandı.n

Delambre pencereyi kapayıp perdeyi çekti. Yeniden yatağa girer­


ken gözleri yan kapalı mınldandı: "Umanın yapan Bellet değildir.n

Ertesi gün, onlarca arabanın Paris girişinde durdurulduğunun


t

kendisine defalarca söylenmiş olmasına ka.rşın astronom, yine de yar­

dımcısı dönmedi diye tasalanmaya başladı. Kilisenin önünden başını


bile kaldırmadan geçip handaki odasına girdi ve Paris Haberleri'ni
okumaya koyuldu. Birinci sayfada, her zamanki gibi, Meclis oturum­
larının Condorcet tarafından kaleme alınmış özetleri vardı.

"9 Ağustos·u 1 O Ağustos'a bağlayan gece."


"Gece, tehlike çanı çaldı. Meclis gece yansı toplandı. Paris'in çeşit­
li kesimlerinden gelen birçok müracaatçıyı dinledi. Bu kimseler kay­
naşmanın, halkın, sarayı karşıdevrimci olarak görınesinden doğduğu­
nu söylüyorlardı� Muhafız alayından bir görevli kralın, kraliçenin ve
ailenin Meclis'e gelmek istediklerini bildirdi. Kral gi�di, arkasından
karıs ·ı , oğlu, kızı ve kız kardeşi Madam Elisabeth geliyorlardı. Kral
Başkan Vergniaud'nun yanında yer aldı · ve şöyle dedi: 'Buraya büyük
bir cürümü önlemek için geldim, hem burada sizlerin aranızda kendi­
mi güvende hissediyorum.'

"Bay Camot, Meclis'in görüşmeleri nasıl yürüteceğini sordu, çün­

kü anayasada, meclisin kralın bulunduğu yerde görüşme yapamayaca­


ğı öngörülmekteydi. Kral ve ailesinin salondan bir parrrıaklıkla ayrıl­
mış bir locada oturınalanna karar verildi. Söz konusu yer, genellikle

zabıt katibinin oturduğu locadır. Birdenbire şato yönünden top sesleri


duyuldu." ·

"Kral, muhafızlara ateş etmemeleri yolunda buyruk verdiğini söy-

38
METRENJN ICADI

ledi. Top sesleri iki katına çıkarken yanı sıra tüfek sesleri de geliyor­
du. Kral, ailesi ve milletvekilleri sessizlik içinde konuşmaları dinli­
yorlard ı. Bir konuşmacı, Meclis'in mal ve kişileri yasanın koruması
altına almasını istedi. Bu öneri alkışlarla karara bağlandı. Lehte konu­
şan biri, tüm üyelerin, 'Yaşasın Özgürlük{ Yaşasın Eşitlik!, andı içme­
lerini istedi. Tüm milletvekilleri ayağa kalkıp kolları havada ant içti­
ler. Şatonun zorlandığı haberi geldi.''

Delambre heyecanla sayfayı çevirdi ve şatoda olup bitenleri anla­


tan yazıyı okumaya devam etti .

. "Halkın uyanışı müthiş oldu ve bu kez, hiç abartısız denilebilir


ki, tüm halk ayağa kalktı. Bu, birkaç tüfek atışıyla basrınlabilecek b i r
ayaklanma değil, genel bir isyandı. Buna hiçbir şey dayanamazdı.

"Saat 9'da eli silah tutan herkes Tuileries'ye yöneldi. Yurttaşlar


yüksek sesle kralın tahttan indirilmesini istediklerini söyluyor]ardı;
hiçbiri krala kötülük etme niyetinde değildi. lyi bilinen iki kralcı bir­
liğin kumbaracılan, topçularına 'Halkın üzerine ateş açmayı kabul et­
mezseniz kurşuna dizilirsiniz' demişlerdi. Muhafızları kışkırtan, kim
olursa olsun üzerine ateş etmelerini söyleyen de, yine bu kumbaracı­
lardı.
.

"Gerçekten de, kral Meclis'e \rarır varrnaz kan gövdeyi götürn1eye


başladı. Muhafızlar pencerelerden, hatta merdiven aydınlıklarından
ateş ediyorlardı. Silahsız ya da yeterli silahı olmayan yurttaşlar kaçı­
yorlardı. Yiğit Marsilyalılar ve Brestliler birleşiyor, Parisliler onları
destekliyordu; bunlar en çok Saint-Antoine'dan ve Saint-Marceau'dan
geliyorlardı. Ateşe ateşle karşılık veriliyordu. Bazı ulusal muhafızlar
Tuileries'den atılan güllelerin peşinden koşup onları gerisin geri fır­
latıyorlardı. Barakala.rda saklanmış kral muhafızları yaylım ateşi açtı­
lar, halktan yüz kadar kişi öldü. Bir grup Marsilyalı öne atılıp açık-

39
'

METRENiN ICADI
'

lıklardan birkaç hartuç atıp barakaları uçurdu. Ateş hemen yayıldı,


ortalığı büyük bir duman kapladı.
'

.. Sonunda yenilen saray muhafızları silahlarını attılar, ama Marsil ...

yalılardan ve Parislilerden epeyce kimse de yaşamını yitirdi. Üzüntü, ·

son noktasındaydı. Bir yerlere saklanarak halkın öfkesinden kaçan

birkaçının dışında, saray muhafızları kılıçtan geçirildi. Çoğu kendi


kışlalarının karşısına götürülüp orada öldürüldü.

"Atlıların lören yeri, gece boyunca yandı durdu; ulusal muhafızla­


rın çabası olmasaydı. ateş tüm sarayı sarardı. Az sonra Tuileries isti--

laya uğradı. Eşyalar paramparça edildi. Yağmacılar ölümle cezalandı-


rıldı ama. o karışıklığın içinde suçluların yaptığını suçsuzlar ödedi.

Birçok değerli kağıt kurtanlabildi. Burada. Petits-Peres birliğinde


topçu, Caen doğumlu Bay Collard de Trone'un dürüst hareketi�e de
işaret etmek isteriz: Bu kişi, kraliçenin yazı masasında 1 500 altın bul...
muş ve bunu il idaresine teslim etmiştir. Aynı kimse aynca kraliçeye
yazılmış iki de meklup bulmuştur. Bu mektuplan yakında yayımlaya­
cağız."
, "XVI. Louis'nin, X.V. Louis'nin, hatta II. Henri'nin heykelleri yıkıl-
dı. XV. Louis'nin büstünün yıkılması sırasında ezilen üç yurttaş öl­
dü.''
.

Delambre oturduğu yerden kalktı, başı ateş gibiydi. odada bir


başlan bir başa yürüyordu. Hem yatışmıştı hem yürek sıkıntısı için­

deydi. Uzun süren bir fırtına öncesi sessizliğin ardından nihayet ko­
pan fırtına sonrasında duyulan bir yatışma içindeydi; yürek sıkıntısı
da fınınanın bu kadar şiddetle patlayacağını düşünmemiş olmasından
ileri geliyordu. Gazeteyi yeniden eline aldı: "Harp Okulunun astro­
nom Lalande'ın rasathanesinde duran sabit dürbünü, silah aramak için

giren birtakım kişilerce önemli ölçüde tahrip edilmiştir." Biraz daha

40
METRENiN iCADI

aşağıdaki şu satırlara gözü takıldı: "Doğrudan ırrnağa bakan iki odalı

güzel daire; tek uşaklı bekar erkek için; milletvekiline de uygun. Baş­

vurular için: Sepihane Rıhtımı üzerinde, Marion Kemeri köşesinde,


Yeni Köprü yakınında No 1 1 hırdavatçı Bay Gifon. n "Milletvekili de­

ğilim ama," diye düşündü, "Cennet Sokağı'ndaki dairemi pekala bu­


nunla değiştiririm. Seine'e bakıyorınuş, · iki odalı, bekar erkeğe göre;
maaşım anarsa, ırrııak kıyısında, Conti Rıhtımına bakan bir yer,
Condorcet,nin evinin tam karşısı . . . . ,, Uyuyakaldı.

Paris bariyerlerinde uzun süre tutulan Bellet ancak iki gün sonra
,
dönebildi. Montmartre'da seçtikleri noktadan yararlanılamayacağını
anlayınca, Delambre onun yerine Pantheon'un kubbesini kullanmaya
karar verdi.

Yeşil araba Dammanin·en-Goele'den çıkmaya hazırlanıyordu ki,


Bellet, sokakta karşıdan karşıya geçen siyahlı bir kadın gördü. Loui-
. .

se'di. Boşu boşuna kocasını beklemişti. Saraç Louis, 1 0 Ağustos gece-


si ölen binlerce kişiden biriydi.

41
' .

elambre, Dammartin'den ayrılmadan önce, dülgeri bir­


kaç fersah ötedeki eski Montjay Kulesi'nde bir nirengi

noktası hazırlamakla görevlendirnıişti. Dülger bu göre­


vinden çarçabuk dönmüştü: Fazlasıyla çabuk. Meğer. adam daha araç­
larını açıp ortaya çıkarlnadan Montjay ahalisi önüne geçip çalışmaya
başlamasını engellemişti. Yasal davranmaktan da geri kalmamışlar,
bu engellemelerini uygun bir tutanakla saptamışlardı. Eline bu belge­

yi alan Delambre doğru Meaux'nun yolunu tuttu. Zaman eski zaman


değildi. Yetkililerin halka ters düşme yetkileri kalmamıştı, bazen de
böyle bir şeyi kendileri istemiyordu. Astronoma 'ahaliyi sizin çalış­
malarınıza katlanmaya zorlayamayız,' diye yanıt verdiler; olsa olsa
ortada korkacak bir şey bulunmadığını iyice bildirip onları bunu ka­
bule yüreklendirebilirlerıı1iş. Montjay Belediye Başkanına bu yolda
mektuplar yazıp Delambre'a verdiler; papaz da vaazında bunları oku­
maya karar verdi. Yanılıyordu; bir süreden beri papazların kürsüden
bildirdikleri şey lncil kelamı olmaktan çıkmıştı. Mektubun okunına­
.
sı. köy halkının karşı koymasını pekiştirmekten başka bir etki yap­
madı. Adamlar, güç kullanılırsa daha etkili biçimde direnebilmek için
komşu yerleşim yerleriyle, en çok da Lagnylilerle söz birliği ettiler.
Paris'teki durum gün geçtikçe gerginleştiği. bu da dolaylarındaki kır­
sal kesimleri daha heyecanlı, daha sinirli yaptığı için kaynaşma arttı.

Ortalıkta tedirginlik egemendi; tedirginlik de kuşkuyu, kuşkulan­

mayı doğuruyordu. İnsan, her yerde kuşkulu kimseler görüyordu.

Kimi gerçekten öyleydi, kimi değildi.

42
METRENlN iCADI

,
Örneğin Paris te Chappe diye bir adamla kardeşi Menilmontant'ın
ta tepesinde, Saint-Fargeau parkının içinde garip bir yapı çıkmışlardı.
Bu, pencerelerine istenince indirilip istenince kaldınlan pancurlar ta­
kılmış bir bina taslağıydı. Dediklerine göre bu şey, çok lız:aklardan
haberleşmeye yarıyormuş. Haber verilecek olan şey neydi ve kime
haber verilecekti? Kraliçenin Paris'i yok etmeye hazırlanan dost larına
_
elbette! Brunswick Dükü'nün kaçıkça lafları daha belleklerden çıkma­
mıştı; optik telgraf makinesi hemen yakıldı; iki kardeşi de ateşin içi­
ne atmak istiyorlardı, ama adamlar kurtuldu.
Aynı nedenler aynı sonuçları verdiğinden Delambre ve Bellet de
ölçümlerini yapamadılar. Onların Montj ay'deki nirengi noktası yakıl­
madıysa, bu sadece, henüz inşa etmeye vakit bulamamalarındandı.

Montjay yasaklandığına göre, onun yerine başka bir nokta bulmak


gerekiyordu. Sabahtan beri dördüncü defa arabaları durduru)uyordu.
Her köyün girişinde, karşılarına çoğunun elinde kargı bulunan on ka-
.
. .

dar erkek çıkıyordu. Kiminin üzerinde o dolayların köylü giysileri,


kiminde de üniforına vardı, Ulusal Muhafız Alayı'nınki ya da Cumhu­
riyetçilerin resmi olmayan üniforması. Bu, koyu kahverengi, kırmızı
yakalı, kaftan gibi bir şeyle aba bir pantolondan oluşuyordu. Hepsi­
nin göğsünde, ceketine ya da gömleğine iğnelenmiş kokart parlıyor­
du. Heyecanlı bir kaynaşma doruktaydı. Her yerde belediye meclisle­
ri sürekli toplantıdaydılar. Delambre ve Bellet, belediye meclislerine
götürülüyorlar ve hemen huzura çıkarılıyorlardı. Pasaportlarını gös­
terdikten ve görevlerinin ne olduğunu açıkladıktan sonra onlardan ge­
çiş izinleri soruluyordu. Her seferinde bu işlemleri istemeye isteme-

ye yapıyorlardı, çünkü artık arkasından ne geleceğini biliyorlardı.


.

Aynı sahne bir karabasan gibi yinelenip duruyordu. Bu, iki ay önce

43
METRENiN lCADI

Mechain'in başına gelenin eşiydi. Olay, Delambre'ın kulağına meslek­


taşının komisyona gönderdiği bir mektupla gelmişti.

Görevli Ulusal Muhafız belgeyi alıyordu. Gürültü patırtının için­


de şöyle bir şeyler duyuluyordu: "Yetkilile_r Bay Delambre'a işaretlerin
yapımı için tahta ile direk, fener, sehpa gibi gerekli malzemenin sağlanmasını
talep ederler. n

"Sehpa! Sehpa!" dedi. Kalabalık kendini tutamayıp silahlarının sa­


pını, yere vura vura gülmeye başlıyordu. Delambre, başinın üzerinde

kargıların dans ettiğini görüp geri çekiliyordu. Belediye Başkanı, canı


sıkkın, şakayı yapan adama sert sert bakıyor, okumasını sürdürüyor­

du: "Yetkililer; tepeye, çan kulelerinin dışına, kulelere ve hisarlara işaret yer­
lerinin kurulmasında kolaylık gösterilmesini talep ederler. Aynca, Bay De�
,

lambre ve yardımalannın gözlemleri sırasında rahatsız edilmemelerini, inşa


ettirecekleri yapılann yıkılmamasını, zarar görmemesini tavsiye ederler. "
Görevlinin omzunun üzerinden mektubu okuyan bir Cumhuriyetçi
bağırıveriyordu: "Ama bu, Louis diye imzalanmışl" Kalabalık homur­
dana homurdana, düşmanca yaklaşıyordu. Bellet söze karışıp:

"Bu bilim yolculuğunu Meclis oyladı!� diyordu. Belediye Başkanı:

"Önemli olan imzal" diye yanıt veriyordu. "Zaten bölgenin geçiş


izinlerini kabul etmiyoruz."
,

Delambre artık dayanamayıp patlıyordu: uPasaportlanmızın eksiği


yok. Biz resmi görevde insanlarız. Ben Akademi tarafından görevlen­
dirildim."

"Kademi mi? Kademi ha! Artık kademi yok; hepimiz eşitiz!" diye
işe ilk karışan Cumhuriyetçi öfkeyle bağırıyordu.

Yine de birkaç dakika sonra bela okuya okuya yollarına devam iz­
nini veriyorlardı.

44
METRENiN iCADI

Bellet çevreyi gözden geçirirken: "Ufuktaki şu piramit biçimi çatı


.
nedir acaba?, dedi. Belle-Assise şatosuyffiuş. Yönü iyi olduktan başka,
.

üstelik, ağaçların arasında çok iyi gizlenmiş bir konumu vardı. Şato-
ya gittiler , büyük sessiz binaların dingin havası içinde kimse tarafın­
dan görünmeden ölçümlerini bitirebildiler.

Bagajları hazır, araçları sandıklara yerleştirilmiş, tam şatodan ay­


rılmak üzereydiler ki, Ulusal Muhafız Birliği'nin Lagny'ye bağlı kü­
çük bir müfrezesi sökün etti. Bazı şeylere el koymaya geliyorlarmış.
Dendiğine göre, şatoda silah depolanmış. Silah yerine yeşil arabayı,
içinde de astronomla yardımcısını buldular. Onları tanıyorlarmış,
Montjay'deki olaydan anımsıyorlarmış. lkisini birden yakalayıp güçlü
bir yağmur altında tarlalardan geçirerek sürükleyip götürdüler.

Küçük topluluk sessizce orr1landan geçiyordu. Gece olmuştu; bir


şimşek gökyüzünü aydınlattı.

"Vay canına!" diye bağırdı muhafızlardan biri, "Daha otlar da kal­


dırılmamıştı ! "

Kimse bir şey demiyordu. Adamlardan biri:


,,

"Yazık ki kız değilsiniz! dedi. Öteki muhafızların şaşkın ve eleşti-


ren tutumunu görünce ağzının içinde bir şeyler geveledi: "Bizim ora­
larda, Lagny tarafında daha yakın vakte kadar adetti: Gün battıktan
sonra bir erkek kırda, kasabanın içinde demiyorum ha, kırlık yerde
yalnız bir kıza rastlarsa, kızı sevişmeye zorlayabilirdi, buna hakkı
vardı; kız bir şey diyemezdi. Adetti."

UDuyuyor musunuz, Bellet?" Delambre karanlı}\ta göremediği ar-


.
.

kadaşına sesleniyordu. Kısık bir ses:


.,
"Şanslı olduğumuzu öteden beri biliyordum, diye yanıt verdi.
Bellet iliklerine kadar ıslanmıştı. Kürklü gocuğunu alacak kadar vakit
bırakmamışlardı. Yanında yürüyen Cumhuriyetçi, üstündeki kolsuz

45 .
1

METRENiN iCADI

giysiyi çıkarıp Bellet'nin omuzlarına attı, o geri çevirınek isteyince

de:

�Al diyorum sana," dedi. "Ben yağmura alışkınım." Adam takkesi-


ni çıkarıp başının üzerinden sıktı. Üzerinden sular akan yanaklan
kendi kahkahasıyla sarsıldı. Neşeyle "lşte ben böyle yıkanınm dedi.
n

Gülüşme küçük gruba yayıldı, Delambre de onlara katıldı; yalnız


Bellet'nin yüzü gülmüyordu.

Lagny'deki Ayı Hanı'na varınca, "Mahpus değilsiniz, sadece gözal­


cındastnız .. dediler. Ne var ki gec� boyunca, kapılannın önünde dö­
.
nüşümlü olarak iki silahlı muhafız bekledi. Korumak için mi? Kaçma­
larını engellemek için mi?

Saçları hala ıslak, hancının verdiği bir gecelikle yatağına uzanmış'


olan Bellet, inatla gözlerini yumuyordu. Delambre, "Paris'e durumu­
muzu hemen bildirmeli, .. diye düşünüy�rdu. Ama nereye? Meclise
mi? Ölçü ve Ayarlar Komisyonu'na mı? Ya da 1 0 Ağustos gününden . -·

beri ülkenin en önemli kişilerinden biri durumuna gelmiş olan Con­


de1rcet'ye mi? Delambre başkente gidecek kimsenin kendisi olmaması­
nı istiyordu, çünkü kuvvetle inanıyordu ki, herkes ona bu bilim sefe­
rini yarıda bırakcııınaya çalışacaktı. Oysa ki, bir kez ara verildi m i ,
çalışmalar kolay kolay yeniden başlatılamazdı.

Bellet birden yattığı yerde doğrulup oturdu: "Atlarımıza el koydu­


lar, araçlarımızı, arabamızı aldılar; kim bilir pasaportlarımız nerede­
dir? Üstelik benim ateşim var!''

US ize ateşiniz yok diyorum,'' diye hiçbir yalana izin vercneyeceği­


ni belli eden kesin bir sesle konuştu Delambre.

Kapı açıldı. Muhafızlar yemek getirmişlerdi. Delambre, Akademi

konusunda kendisiyle alay eden adamı tanımıştı. Önüne dikildi. ''Ku-

46
"

METRENiN {CADI

sura bakmayın yurttaş, ama Akademi kaldırılmadı," dedi. Adam önce


bir şaşırdı, sonra "HenÜZ kaldırılmadıysa da, kaldınlacaktır, bana
inanabilirsin, yurttaş,.., dedi. "Hadi, iyi geceler, yarın gün ışıyacak!
11

'

"Iyi geceler mi? Yola bu biçimde çıktığımıza göre, kendimizi Con­

ciergerie'de� bulacağız herhald � . Orada uyuyacak bol bol vaktimiz


olur artık." Böyle homurdanan, Bellet'ydi.

Gerilimin arttığını, halkın korkunun pençesine düştüğünü yollar-


. .

da görebilmişlerdi. iki haftadan kısa bir sürede askeri durum kötüle-


mişti. Zorlanan Kuzey ordusu, 1 6 Agustos'ta geri çekilmeye başla­
mıştı; ayın l 9'unda Parislilerin eskiden taptığı La Fayette, düşmana
katılmıştı; 23'ünde longwy teslim olmuş, böylelikle Doğu cephesi
boş kalmıştı; 30'unda Verdun düşmüş, bu, Prusyalılara Paris yolunu
.

açmıştı. Hıyanet! insan her yerde hıyanet görüyordu; çoğu zaman da


.
'

hıyanet gerçekten her yerdeydi.


.

Hapishanelerdeki kralcıların, düşman ordularının yaklaşmalarını


: '

coşkuyla karşıladıkları biliniyordu. Ortalığın kızışması tek bir kıvıl­


cıma bakıyordu.
.

Delambre ile Bellet'nin Lagny'deki Ayı Hanı'nda uykuya daldıkları


anda, oradan birkaç fersah ötede Paris, tarihinin en karanlık gecele­ •

rinden birini yaşıyordu·. Conciergerie'de insanlar boğazlanıyor,


Chatelet'det kılıçtan geçiriliyor, la Force ve l'Abbaye hapishanelerin­
de topluca öld�rülüyorlardı. Yine kargı ucunda kesik başlar görülü­

yordu. Tarih 3 Eylül 1792 idi. Paris, iğrenç bir çirkinlikteydi. Iki

Fransa'nın en eski kral sarayından bugune kalmış bir kapıcı bölümü. 1 7 89


Devrimi sırasında birçok önemli mahkomun son durağı olmuştur. -ç.n.
' Seine lııııağı'nın sağ kıyısında bulunan ve içinde Kraliyet döneminin adalet
aygı[ının merkezinin yer aldığı ve bugün yıkılmış olan hisar. �.n.

47
'


. '

'
1 .
. METRENiN iCADI

yüzyıl önce, bir katliam gecesinden sonra. Saint-Banhelemy sabahı,


' .

nasıl iğrenç ve çirkinse bugün de öyleydi. Bugün aynı vahşetle öldü-


rülenler. o katliamı soğukkanlılıkla buyurrnuş olanlanri torunlanydı .
.

. Cinayetleri kim işlemişti? Birkaç yüz adam, beş yüz olsun. daha
'

fazla değildi, görevi yerine getirıı1işlerdi� Fokurdayan suyun yüzeyin-


de toplanan atık maddeler gibi, onlar da. kendiliklerinden bir araya


toplanmışlardı. Onları silahlandıran herhangi bir topluluk yoktu. Bel-
.

ki sadece bazı kimseler cinayeti istemişlerdi, ama


.. cinayetin gerçekten
.

işlenebileceği düşüncesini dehşetle zihinlerinden· uzaklaştırarak·. . . Oy-


,
sa, cinayet işlenmişti. .
Bu üniformasız katiller sürüsünün peşinde bıraktığı kan gölleri,
mutluluk \1e adalet için doğmuş bir devrimi kirletmeye başlamıŞtı . .
Gün doğarken kendisine kara haber verildiğinde, Lagny Belediye Baş-
.
kanının zihninden işte bunlar geçmişti.

Delambre birinin kendisini sarstığını fark ederek korkuyla uyan-


\
dı; Belediye Başkanı hemen giyinmesini söylüyordu. Bellet,nin gözle-
rini açması daha uzun sürdü ama oradan bir an önce uzaklaşmak iste­
diğinden hiç vakit yitirmeksizin giyindi._ Onlar daha yolu kolaçan et-
• 1

mek üzere dışarı çıkmadan sokakta kalabalık toplanmıştı bile. Beledi-


.

ye Başkanı, Delambre ve yardımcısına saklanabilecekle_ri bir yer. gös-


,

terdi� orada beklemelerini, kendisi gecikirse kaçmaya bakmalarını


söyledi. Yeniden göründüğünde . onları alip a�balarına götürdü . . . .

.
Arabayla atlarına kavuşunca , i...agny Belediye Başkaninın eşliğinde,

Saint-Denis'ye gittiler. Başkan şöyle diyordu: "Bu akşama vaırrıadan

. .

• 23-24 Ağuscos 1572 gecesi, ana kraliçe Catherine de Medicis'in kışkırtması


ve Kral IX. Charles'ın · buyruğuyla 3000'den fazla Protestanın kılıçtan
geçirildiği katliam. --ç.n. . .

'
48


ME1RENiN iCADI

ya elinizde yeni pasaportlarınızla özgür olacaksınız ya da hapsedile-


.

ceksiniz. Ama, olaylar yasalara uygun gelişecek."


iki tane atlı zaptiye, gittikçe büyüyen kalabalığın içinde arabayı
· korumaya almışlardı. Saint Denis bazilikasına yaklaşıyorlardı. Fransa
eski kralları Dagoben, Aziz louis, Cesur Philippe, Yakışıklı Philippe,
lyi Yürekli Jean ve l. François'nın mezarlarının bulunduğu bina bir
insan denizince çevrelenmişti. Bu denizin içinde astronomla yardımcı­
sının arabası gittikçe daha güç ilerliyordu.
"Soylulara ölüm!n "Yaşasın ulus!n "Hainleri sokak fenerine asa­
lım!n Arabanın penceresinde bir anda yan yana birçok çehre beliriver­
mişti. Alanda, iğne atılsa yere düşmeyecek bir kalabalık vardı. Fran­
sa'nın tüm yörelerinden gelmiş askerler, yorgunluktan canlan çık­
mış, sınırlara doğru yol alırken kısa bir mola verip tozun toprağın
içinde uyuyorlardı. Çarpışmaya can atan, ama hala silahlan gelmemiş
karmakarışık gönüllüler, başkentten toplanıp dilenci yurduna yerleş­
tirilmiş ve iplikhanede çalışmaya zorJanan bir alay baldırı çıplak. Dü­
şüncesizce çıkarılan söylentiler, asker birliklerinin çözülmesine neden
oluyor, ama bozulan birlikler biraz sonra yeniden ve daha sıkı sıkıya
birleşiyorlardı.
Son bir sarsıntıdan sonra araba durdu, tümden devinimini kesti.
Belediye Başkanı bir yerden bir tabanca çıkarıp doldurdu, sonra giysi­
sinin içine sakladı, üç renkli başkanlık kuşağını kuşandı. lki yolcuya
da hangi nedenle olursa olsun arabadan inmemelerini tembihledi.
Destek güç aramaya gidiyordu. "Burada hiç değilse, korunacaksınız."
Kapıyı açtı, sıkışık kalabalığı biraz iterek basamağa çıktı:
"Yurttaşlar, bu adamlar kamu güçlerinin koruması altındadır," de-
di. "Paris'i kirletmiş, ulusun onurunu alçaltmış olan iğrenç suçların
,
burada işlenmesine izin vermeyeceğim.,
·.

49
METRENiN iCADI ·

Sonra, ka]abalığın içine daldı. Üç renkli kuşak, askerlerin lacivert


üniformalarının arasında gözden kayboldu gitti.

Bir adam atıldı:

"Her yerde yurtseverlerin giysilerini sı.rtlanna geçirenler hainleri


koruyorlar. Yurltaşlan daha iyi aldatmak için yurttaşlar adına konu-

şuyorlar. Bu bölge, föyyan ve kralcı; kimseye güvenmeyelim!"

Başka biri de ona katıldı: "Yüz tüfek! Yüz tüfek!" diye bağırıyordu.
Bir gün önce Lagny y_olu üzerinde soylularla dolu bir arabaya el ko­
nulmuş, içinde yüzden fazla tüfek bulunmuştu da, onu söylüyordu.
Parmağıyla astronomun arabasını işaret ederek:

"Ya bu?" dedi. "Bunda da tüfek dolu olsa gerek!"

Hemen iki adam bagaj ın iplerini çözmeye başladılar. Sıra içinde

ölçüm aygıtlarının bulunduğu sandığa gelince, Delambre arabadan


fırladı:

"O sandığa dokunmayın, içinde değerli aygıtlar var."

" Değerli mi?!"

11Bilim için değerli demek istedim. Açabilirsiniz, ama dikkatli


olun!"

Sandığın içindekileri merak eden kalabalık yaklaştı. Lenoir'ın he­


nüz yepyeni olan aygıtları hiç bu kadar parlak görünmemiştL Özel­
likle, ışıldayan yaldızlarıyla uzun mesafe dürbünü!
\

"Savaş dürbünü!"

"Hayır," diye düzeltti Delambre, "astronomi _d ürbünü."

"Brunswick ile Conde'ye kıyak arıııağan!"

Delambre üıerine basa basa bilgin olduklarını, ülke toprakların-

• (Fransızca, Feuillant; Föyyanl 1 791'de demek toplantılannı eski bir Feuil­


lant Manastın'nda yaptığı içi11 bu adla anılan ılunlılar ya da Anayasacılar. �.n.

50
. METRENiN ICADJ

dan çıkmayacaklarını, çalışmaları gereği Dunkerque'e gitmekte olduk-


larını söyledi.

"Dunkerque'eymiş! Biz de Dunkerque'e gidiyoruz,'' diye bir grup


gönüllü bağırıyordu. "Gel, o halde, sen de bizimle birlikte savaş!"

Hemen sorgulama yapmaya karar verdiler. Delambre geri çekildi,

Bellet arabanın kapısını açtı. Bir jantlarına tüfeğini doldurup kalabalı­


ğ� çevirdi� bu iki yolcunun kamu güçlerinin koruması altında olduk­
larını , kimsenin onlara dokunamayacağını hatırlattı.

"Çabuk olun Bellet,'l diye avaz avaz bağırdı Delambre, "kaydedici,


kaydediciyi çıkarın!"

Ulusal muhafızlardan bir birlik, silahlan omuzlarında , alana açı­


lan bir sokaktan ilerliyorlardı; onların önünde Lagny Belediye Başka­
nı, adeta koşarcasına geliyor ve bilginlere "Acele edin!" diye bağırı­
yordu.

lkinci bir jandarma arkadaşına yardıma arabanın yanına gelmişti.


llk sıralardaki adamlar gerilediler; boşalan yerde kaydedici araç,
ayaklarırtın üzerinde sağlamca yükseliyordu. Bellet, son cıvataları da
sıkıştırmaktaydı. Delambre, törensel bir sesle; )

"Bugün herkes bilir ki," dedi, "Yeryüzü aşağı yukarı bir gülle bi­

çiminde yuvarlak bir cisimdir. Bir kutuptan ötekine Yerküreyi saran


bağa boylam denir. Her yuntaşın ayaklarının altından bir boylam ge­
çer. Bütün yurttaşlar eşittir, bütün boy1am1ar da eşittir! Biz, Paris'ten
geçen boylamı seçmiş bulunuyoruz." Kaydediciyi göstererek: "Bu, ye­
ni bir ölçüm aracıdır. Bugüne kadar yapılmış en ince ayarlısıdır.''

Bol pantolonlu, bezden kocaman bir önlük giymiş bir delikanlı


gönüllülerin arasından öne çıktı. Elinde arkadaşlarınınki gibi süngülü
bir tüfek vardı:

"Benim mesleğim, yerölçümcülüğüdür," dedi. "Ölçüm nedir, bili-

51
METRENiN iCADI
-

rim. Bu yurttaşlara karşı bir düşmanlığım yok, fakat ben bugüne ka­
dar böyle bir araç görrııedim. Herhalde ölçüm bununla yapılmaz bwı­
dan eminim, ölçüm, kadastro zinciriyle yapılır. "
'

"Aferin, yerölçümcüı," "Kahrolsun, sahte bilgini" Ôlçümcü üzül-


müştü, sesini duyunnaya .çalışıyordu: "Ben bunlar haindir demedim."
.
.

Alanın öteki ucunda, Lagny Belediye Başkanı bağırışları duymuş,


koşmaya başlamıştı.

Arkasında ulusal muhafız müfrezesiyle gelen Başkan, Delambre11

elinde kalem, arabanın arkasına çivilenmiş bir Fransa haritasının fıre­


rinde kocaman bir kın11 ızı çizginin iki yanına mavi üçgenler, yeşil
çemberler çizerken görünce ağzı açık kaldı. Kırıııızı çizgi Paris boyla­
mını gösteriyormuş. Yeşil çemberler de ölçüm için seçilmiş yerleri.

"Saint-Denis şurası," diyordu Delambre., "en yukarıda da Dunker­


que var. Aşağıdaki şu nokta, Perpignan. Daha aşağıdaki Barselona. ls­
panya'da." Bağırışlar durıııuştu, kalabalık dikkatle dinliyordu. De­
lambre konuşmasını sürdürdü: "Büyük uzaklıklar ölçülmek istendi­
ğinde kadastro zinciri kullanılamaz. Burada amaçlanan, bir tarlanın
değil, Dunkerque ile Perpignan arasının ölçülmesi, yani Fransa'nın
uzunluğunun belirlenmesidir. n

. Birisi bağırdı: "Prusyalılar Longwy'de, Uhlanlar Verdun1de. Böyle


giderse, sen ölçecek yer bulamayacaksmr'

Delambre kaydediciye yaklaştı.

"Bu araçla açılar ölçülür. Açılar yardimıyla da uzunluklar hesapla­


nabilir. işlemimizi şöyle yapacağız: Arazi üzerinde, boylamın iki ya­
nında yüksek noktalardan, tepe gibi, çan kulesi ya da şato kulesi gibi

• 18.yy'da Polonya, Prusya, Avusturya ve Almanya'nın paralı süvarilerine


verilen ad.-ç.n.

52
METRENiN le.ADI

yüksek noktalardan oluşan bir zincir belirleyeceğiz. Bu noktalar yar­


dımıyla bir dizi üçgen çizeceğiz."

Bellet'nin uzattığı uzun cetveli alıp kalabalığa gösterdi:

"Sonra, bu öteki araçla bir uzunluk ölçeceğiz. tek bir uzunluk, bir
temel uzunluk ölçeceğiz."

. Yerölçümcü sevinçle: "Neyse,'' dedi, "hiç değilse kadastro zinciri­


ne benzer bir şey çıktı!" Delambre:

"Evet: bu. bir kadastro zinciri." diye kabul etti, "yalnız daha kesin
ölçüyor. Tamam . . . Bir üçgenin üç açısı ve bir kenarı bi]inirse. öteki
iki kenarı hesaplanabilir. Böylece. yavaş yavaş boylamın uzunluğunu
belirleyeceğiz."

Dürbünleri kaydediciden ayırdı; jandarıı1alar tüfeklerini indirdi­


ler. Lagny Belediye Başkanı gülümsedi.

Delambre: "lki dürbün birbirine bağımlı değil," diye açıklamala­


rını sürdürdü. "Birini bir nirengi noktasına ötekini bir başka nirengi
noktasına çeviririz."

Sonra. yerölçümcüye işaret ecti: �Gel, kendin bak."

Ölçümcü çekiniyordu. Arkadaşları yüreklendirince, sakınarak ara-


• •

ca eğildi, dürbünü bazilikanın kubbe külahına çevirdi.

Her şey bulanık görünüyordu!

Delambre yalnız ölçümcünün duyabileceği kadar alcak bir sesle:


"Ayarlamak gerek," dedi.

53
\

- 5 -

ynı anda oradan, Saint-Denis'in kargaşasından üç yüz fer­

sah ötede, Katalonya dağlarının sessizliğinde, Mechain


dürbününü Montseny dağlarına çevirınişti.

Ne ustalık! Hareketleri hızlı, etkili, kesindi. Aracı şaşılacak bir


beceriyle kullanıyordu. Birkaç adım ötede, bir kaya kovuğunda otu­ •

ran Tranchot, gizli gizli ·bakıp hayran oluyordu. lyice tutturulmamış


bir barometre kaydı; Mechain çevik bir hareketle kavrayıp yakaladı.
Bu adamdaki değişikliği beğenmemek olası mıydı? lki ay önce her şe­
yi bırakmaya hazırlanan aynı adam mıydı? Sanki vücudu bir şeyden
kurtulmuş gibi, hareketleri esneklik kazanmıştı, yüzünün cildine sağ­
lıklı bir yanık renk gelmişti. Gittikçe yörenin dağ köylülerine benzi-
-

yordu.

Sık bir orc11 anla kaplı olan Montseny'ler, çevredeki dağlardan bir
çift ikiz tepeden oluşan doruğuyla ayrılıyordu. Yan yana değil de kar­

şı karşıya duran bu ikiz tepeler, sanki bitip tükenmez bir konuşmaya


dalmış gibiydi.

Yüzbaşı Gonzales astronoma yaklaştı ve dürbününü çevirdiği tepe­


nin adını bilip bilmediğini sordu. Mechain başıyla 'biliyorum,' diye
işaret etti. Tepenin adı Hama Morta'ydı. Gonzales, Barselona'dan yeni"

gelmişti; çadırlar bir hafta sonra hazır olacak diye övünerek haber
verdi. Çadırların planını Mechain çizmiş, en düşük fiyata, en kısa za­
manda yapacak ustayı da Gonzales bulmuştu. Yakında her akşam tepe­

den aşağıya inmek zorunda kalmayacaklar, kendi yerlerinde geceleye­

ceklerdi. Artık iğrenç odalarda uyumaya, gereksiz yere yorulmaya,

54
METRENiN lCADI

boşu boşuna vakit yitirmeye paydos! Hava kararırken berbat yollara


düşüp ölüm tehlikelerine atılmaya paydos! Mechain, Gonzales'i iş bi­
tiriciliğinden ötürü kutladı.

Çadırı kurdular: Tepesinde ölçümlerde kullanılacak kocaman ve


.

yuvarlak bir cisim bulunan bir külah, hemen Barselona göklerinde


yükseliverdi. Gemi direği biçiminde uzun bir tahta, tam dikey olarak
dikilmişti; üst ucu iyice payandaya alınmış ve ağartılmış bir bezle
kaplanmıştı. Etek kesimi, rüzgarı tutacak çizgili kaba bezle çevrelen­
mişti. Çatkısı, dairesel bir levhada toplanan üç yan dikmeden oluşu­
yordu. O levhanın kenarlarına ·halkalarla bağlı olan çadır bezi, aşağı­
ya doğru demir kazıklarla gerilmişti .

1
.

lki Fransız bilim adamı ile bir İspanyol Kraliyet subayı, Katalon-
ya'nın ücra bir köyüne gelecek de, önlerinde bütün kapılar açılacak?
Olacak şey değildi.

İspanyolca resmi dildi, kralın diliydi, iktidarın diliydi� bu dille


bir köylüye yaklaşmak yararsızdı� Hemen adamlann yüzü asılıyor ve


sırtlarını dönüyorlardı. Fakat Gonzales birisine Katalanca bir şey söy-
-

leyince, bütün kapılar önlerinde açıhveriyordu. Gonzales: "Onlar ..

için," diyordu, "Tanrı 'Dios' değil, 'Deu'dur. Eh. Deu olsun baka- :
.

lım!" Böylece, köylülerle konuşma, hamal tutma, işçiler[� görüşme •


1
söz konusu oldukça, Gonzales çok gerekli biri konumuna yükselmiş­
ti. Üstelik yöreyi en ücra köşelerine varıncaya kadar tanıyordu. lşte
bu nedenle Mechain, lspanyol makamlarının güya kendisini gözetim

altında tutsun diye yanına verdikleri bu yardımcıya çok önem veri­ '

yordu. Gonzales siyasi görevini kısa sürede unutup kendini bilim tut­
kusuna vermişti.

lspanya'da, Fransızca bilimin ve görgülü yaşamın di]i o]arak gö-

55
METRENiN iCADI

rülürdü. Gonzales soyluydu ve astronomiye vurgundu. Bu iki neden­


den ötürü Fransızcayı hemen hemen şivesinden yabancılığı belli ol­
mayacak kadar iyi konuşuyordu. O kimselerinkine benzemez "s"leri
olmasa, Paris dolaylarında doğmuş biri sanılabilirdi.

Güneş batmış, Mechain'in hareketleri daha da hızlanmıştı. Günün


bu saatinde. hiç şaşmazdı, tam bir çalışma sıtmasına tutulurdu, sanki

hava büsbütün kararıctadan zamandan bir ölçüm daha çalmak için çır­
pınır gibiydi. Notre-Dame-del-Monte, Puig-se-Calm . . . işlemler, de­

ğişmez bir düzen içinde birbirini izliyordu. Mechain, kendini bu dü­


zene uydurmaktan, işlemin çeşitli aşamalarını kesintisiz olarak birbi­
rine bağlamaktan belirgin bir tat alıyordu. Birinci dürbünü bir nokta­
ya çevirip sabitleştirmek; ikincisiyle aynı şeyleri yapmak, birincisini
gevşetmek , çemberi kendi ekseni çevresinde döndürmek . . . On, yir­
mi, yüz kez aynı şeyleri yinelemek . . . Çembersel kaydedicinin ilkesi
buna dayanıyordu, bu aygıtın tek becerisi buradaydı. Mucidi Borda
'

Beyi işte bunu bulmuştu: işlem ne kadar çok yinelenirse, alınan sonuç
o kadar kesin oluyordu. Bir forı11ülle dile getirn1ek gerekirse, şöyle
'

denilebilirdi: Ölçümlerin sayısı kaçla çarpılırsa yanlışın derecesi o


'

sayıyla bölünmüş oluyordu.

Gonzales biraz uzakta durrııu ş, Tranchot ile konuşuyordu;


Mecliain dikkatinin dağılmamasına çalışıyordu, fakat sonunda yüzba­
şının ağır ağır çıkan sesi işini unutmasına neden oldu.

"Buralarda anlatıldığına göre, çok eskiden bu dağ zinciri o kadar

sık bir ormanla kaplıymış ki, kimse oradan geçemezmiş. Bazı gençler
her yıl baharda , orn1anı geçmeye kalkarlarlcıış; hiçbiri de geri gel­
mezmiş. Dağın eteklerinde ufak bir köy, köyde de iki arkadaş var­
mış. Biri ötekine bu maceraya atılmalarını önerıcıiş. Vakit geçirmeden

.
56


METRENiN iCADI

oırnana dalmışla�. Önde yürüyen, yolu bildiğini iddia ediyonnuş.


Her akşam, ağaçların en yüksek dallarına tırrı1anıp yıldızlara bakarak
ertesi günün yolunu saptıyorrnuş. Öteki de, ona güvenip peşinden gi­

diyormuş. Sürekli ilerleyerek o zamana dek kimsenin gitmediği ka­

dar uzağa gitmişler. Sonra bir akşam, bulutlar mı, yolunda gitmeyen

bir şey mi, yıldızlar mı, her neyse, olması gereken yerde bulunma­
yan bir şey varrnış. Yönlerini saptamak olanaksızlaşmış. Rehberlik
eden, ağaçtan inmiş. Arkadaşına haber versin mi? Yollarını yitirmiş­
ler. kendisi bunu biliyor; bir yanlış yaptı, nerede? Ne zaman? Hiçbir
şey demiyor; ağzını açmadan yoluna devam ediyor.

"Haftalar sonra, köy çığlıklarla uyanıyor. Koşuşuyorlar: Bir hort­


lak! Adam, gücünün son sınırında, sendeleye sendeleye ilerliyor.
Sağlı sollu, köylüler geri çekilip yol açıyorlar. Bir adırri, bir adım
daha, alanın orta yerinde, kuyu bileziğinin üzerine külçe gibi yığılı­
veriyor. Giden arkadaşlardan biriymiş. Rehber olan, yani, yolu bilen
değil; ötekisi, yani, arkadaşının peşinden giden. Nasıl dönebilmiş,
yolunu nasıl bulmuş, ölmeden nasıl dayanabilmiş? Bu, bugüne kadar
çözülememiş bir sır. Adam yerde yatıyormuş. öldü sanarak kaldırıp
evine götünnüşler. Soluk alıyorrcıuş. Sayıklaması arasında olup
biteni anlatmış. Sonra iyileşmiş, ama bir daha hiçbir zaman sesini
duyan olmamış. Dilsiz mi olmuş, yoksa bir daha konuşmamaya
yemin mi etmiş?


"Yaz gelmiş; vadide hava çok sıcakmış; herhalde bugünkü gibi ol­
sa gerek: Kavurucu bir ağustos sıcağ.ı. Birdenbire tüm dağ zincirinin

her yanı aynı anda alev almış. Böyle bir şey daha önce hiç görü]�e-
mişmiş . Herkes� erkek, kadın, çocuk alana yığılmış, büyülenmişcesi­
ne bakıyorlannış. Dilsizi görme}'ince merak etm işler, aramışlar; ka­
yıpmış. Bir çocuk: 'Orzı1ana girerken gördüm' demiş. Bir daha dilsize

57
METRENiN iCADI

rastlayan olmamış.

�Orman, günlerce yanmış. Dağ, kocaman bir duman bulutunun


ortasında kaybolmuş. Bir gece yangın sönmüş. Sabah köylüler dağı
görrr1üşler; tümden kel kalmış; en yukarıda, çıplak dorukta, çevrele­
rinde hala duman tülen iki sivri tepe karşı karşıya duriıyorn1uş. Az
sonra, sessizliğin içinde yaşlı bir köylünün sesi yükselmiş: Hama-

,

Marta! Susmaktan ölen adam.''


.
'

Mechain birden döndü ve neredeyse saldırgan bir sesle: "Neden


iki tepe?" diye sordu. Gonzales, hep o ağır konuşmasıyla: wBiri yan­
lışlığın," dedi, "ötekiyse gerçekliğin simgesi . . . Ama hangisi, hangisi­

dir, bilinmiyor!" Bir sessizlik oldu, sonra Mechain: "lmza, imza!" di­
ye bağırdı. Tranchot ile Gonzales hala söylencenin öylesine etkisi al­
tındaydılar ki, biraz isteksizce yerlerinden kalktılar.

Sayfalardan her birinin altına bilim seferi üyelerinin her biri ya


da o sırada rastlanan tanıklar tarafından atılan imzaların amacı, kayda
geçen ölçümlerin gerçekten yapılmış olduğunu onaylamaktı. Bu imza­
ların varlığı daha sonra yapılacak herhangi bir değişikliği önlediğin­
den, gerek bilginler topluluğunun gerekse gelecek · kuşakların gözün­
de, ölçümlerin gerçek olduğunu kanıtlıyordu. lmza işi değişmez bir
nitelik kazanmıştı, Mechain de bunun töreİlselliğini değiştirırıemeye
önem verİ}'ordu. imzalama, her akşam işgününü bitiren edimdi. He­
saplar ve gözlemlerle dolu -ve çoğu zaman anlaşılmaz- sayfalara vu­

rulan bu damga, genellikle tören�erde hazır bulunan hamallar ve işçi­


ler dahil herkese bu bilimsel görevden ne beklendiğini hatırlatıyor,
günün çalışmasına bir anlam veriyordu. Adamlart bu imzaların belge-


.

[ Katalanca) Olu adam. -ç.n. ·

58
METRENiN iCADI

nin niceliğini kökünden değiştirdiğini hissediyorlardı. Özel bir yazıy­

ken resmi bir belgeye dönüşüyordu. Gonzales, Tranchot ve Mechain ,


imzaladılar; o akşam dorukta yalnızca üçü vardı.

Ertesi sabah ayrı1dılar. Tranchot, bir sonraki nirengi- noktasının


yerini hazırlamak üzere doğrudan doğruya Montseny dağ zincirine

. yöneldi. Bagajları ve aygıtları yüklenmiş olan Gonzales küçük bir


kervanın başında Puig-se-Calm'a hareket etti, orada yeni bir istasyon
kuracaktı. Mechain'e gelince, o, Montserrat'da bir keşif yolculuğuna
çıktı� bir sonraki üçgenlerini hazırlayacaktı.

Montserrat , testere dağı! Granitten koskoca bir blok� dağ dedikle­


ri o . Testereye gelince, o da ta en aşağıda akan Llobregat'ın suları .
.

Tam bir sanatçı becerisiyle bu sular, kayayı sevgiyle yontmuş. lrı11a-


ğın, göğü işaret eden birer' parcrtak biçimini verdiği kusursuz sütun­
lara ayırdığı büyük granit blok, sayısız boğumları olan taştan bir el
biçimini almıştı. Mechain o graniti, orrnanın gökyüzünün görü­
lebildiği bir açıklığından fark etti.

Arabayı bir kenara çekip, atını da bir seyise teslim ettikten sonra ,
manastıra gitmekte olan keşiş grup)ar1nın arasında yürümeye koyul­
muştu. Çok geçmeden keşişler bir dörtyol ağzında gözden kaybol­
muş, Mechain tek başı.na kalmıştı. Dağın yamacından eğilimi hafif bir
yokuş iniyor, köyden uzaklara gidiyordu. Mechain birden kendini baş
döndürecek kadar dik bir merdivenin karşısında buluverdi.

Yüzlerce basamak vardı! Kim bilir bu basamakları kayaya oyan


günahkarlar ordusunun toplam kaç günahı bağışlanmıştı? Bu dünyada
her şeyin bir sonu geldiği gibi, merdiven de bitti. Yeryüzünün mer-
.

kezinde başlayıp gökyüzünün orta yerine varıyordu. En azından yo-

lun sonunu görünceye kadar Mechain'e öyle gelmişti. Yoiun sonu, bi-
,

59
METRENiN iCADI

tip tükenmez gibi görünen bir yer çatlağı boyunca uzanan korkutucu
bir keçiyoluydu. Önünde başka bir seçim yoktu. Biraz soluklanmak

istedi; bir de baktı ki, hava hemen hemen kararmış. Aşağıda, . insanın
başını döndüren bir uçurum vardı� yukarıdaysa güneşin altınd� kan­
lıymış gibi görünen korkutucu granit iğneler ve çepeçevre mazgallı ,
burçlu, alınması olanaksız kaleli bir sur dizisi görülüyordu.
Mechain'e sanki çok büyük, dev boyutlarda bir hisarın kalıntıları
içinde dolaşıyormuş gibi geldi. Daha erken yola çıkmadığı için kendi
kendine kızdı. Gonzales'in anlattığı söylencenin kırıntıları belleğinde
azar azar su yüzüne çıkmaya başlamış, bilincine hemen va �amadığı
bir huzursuzluk yaratmıştı. Şu Homa-Morta'da onu rahatsız eden bir
şey vardı; rehberin sessizliği mi? Yangın mı? ltiraf edilmemiş yanıl­
ma mı? Birden irkilerek sıçradı: Bir gürültü\ Bir hayvan mı? Oralarda
yaban dom uzlarının dolaştığı söyleniyordu. Sonunda, keçiyolunun
yukansında. ka}1anın içine oyulmuş ufacık bir · yapı gördü. Engebeye
öylesine uymuştu ki, o herkesçe bilinen keskin gözleri olmasa, gör-
,,

meden geçip gidecekti. Yapı, kendisine onca sözünü · ettikleri ünlü ke-
şiş hücreleriymiş. "insanın burada hayatını sürdürebilmesi için,•• diye
düşündü, uherhalde yüksek yerlerin büyük kU:Şlannın yaşam biçimin­
den birtakım şeyler öğrenmesi gerekir." Kanat çırpmadan süzülmek!
.

Bodur ağaçların ortasında, manzaranın içinde erimiş, bıçak gibi kuru

bir ihtiyar ayakta durn1uş, asık suratla bu davetsiz misafire bakıyor­


du. Bir an sonra, o koyu renk gölge yok oluverdi. Taş tarafından yu­

tulmuştu. Mechain adımlarını sıklaştırdı. lyi bir yürüyüşçüydü. Kısa


sürede Montserrat'nın en yüksek tepesi olan San Geronimo'ya vardı.

Doruktaki düzlüğün hemen tümünü küçücük bir kilise kaplıyordu.

Torbasını koyup oturdu. Başını· kaldırdığında insanı afallatacak bir


görüntüyle karşı karşıyaydı: Önünde boyutları çok büyük, alev sivri-

60
METRENiN iCADI

liğinde borularıyla gökyüzünü delen taş bir org vardı. Ara sıra
rüzgar kayayı yalıyor1 şeytan minaresinin içine üfleyince çıkan sese

benzer �ir şey duyuluyordu. Mechain orada belki bir, belki iki saat
kaldı; yolculuğunun amacını unutmpştu. Hiç acele etmeden, yakında­
ki geniş ve parlak Akdeniz'e doya doya ve hayranlıkla baktı. Akşam
karanlığının soğuğu birden çöküverdi. Ne gözlemlerini yapmaya ne

de hava kararmadan aşağı inmeye vakti kalmıştı. O güne dek bütün


bir geceyi bir kilisede hiç geçirı,ıemişti . . .

Kapıyı itti. Mihrabın önünde, altın saçlı kara bir Meryem Ana
heykeli, kucağında asık suratlı bir bebek lsa'yla yan karanlıkta bir
gözetim görevi yerine getiriyor gibiydi. Mechain, abanoz ağacından
yapılmış bu Meryem Ana'nın trajik ve yumuşak bakışını görünce şa­
şırır gibi oldu; hemen yarı yarıya inmiş iki mumla yağ kandiline ba­
tırılmış bir fitili yaktı.

Böyle aydınlatılınca, o kara azizenin dinginliği insanı çok etkili­


yordu. Dışarıdan getirilmiş bir Meryem Ana'yı kutsadıklanna göre,
acayip bir halk olmalıydı buranın halkı! "Acaba bir zamanlar Arapla­
rın bu topraklarda egemen olmasının bir kalıntısı mıydı bu? Beyaz

Tanr� ve Kara Şeytan?" Mechain kendi kendine bunları soruyordu ki,

birden uyuya kald ı .

Boğuk seslerin tekdüze biçimde söylediği şarkı çok uzaklardan ge­


liyor gibiydi. P�k görkemli bir merdiven Mechain'i çekiyordu; mer­
diveni yorulmadan çıktı. Şarkı şimdi daha da yüksek sesle geliyordu.
Açılan bir kapıdan Akademi'nin aydınlatılmış büyük salonu göründü.
Mechainı elinde çok büyük bir kitap tutan bir teşrifatçının arkasından
kürsünün bulunduğu yükseltiye yaklaştı. Kitap, Mechain'in kuyruklu­
yıldızlar konusundaki çalışmalarıydı ve o zamana kadar yayımlanmış

61

METRENiN iCADI

en önemli yapıt olarak görülüyordu . . . Mechain gözlerini açtı. Hiçbir


zaman hiçbir yapıt yazmamıştı, hiçbir zaman yazmayacağını da bili­
yordu. Küçücük renkli cam pencereden kiliseye koyu kızıl bir ışık
doldu. Şarkı sürüyordu. Mechain, ayaklan çıplak, aceleyle dışarı çık­
tı. En yüksek tepeler alev alev yanmaya başlamıştı bile . . . Duman al­
tında kalmış olan vadinin dibinden, göremediği manastınn keşişleri­

nin uzak ve pes sesleri yükseliyordu. Okudukları, sabah duasıydı.


Dua, bulutları delerek ve sanki bulutlar tarafından süzülüyorınuş gibi
gizemli bir arılıkla ona ulaşıyordu.

Mechain, öğleye kadar vaktini ölçüm noktalarını hazırlamakla ge­


çirdi, sonra Puig-se-Calm'a doğru yola çıktı. Yaz bitiyor, yerini güze
bırakıyordu.

"Bugün 22 Eylül 1 792. Ufuk tertemiz ve çok belirgin, işaretlerin


üzerine yansıyan hiçbir şey yok. Öğleye doğru, on beşinci gözlemden
sonra rüzgar çıktı; Öylesine güçlüydü ki, işi sürdürıııek o_lanaksızdı.
Öğleden sonra birden rüzgar dindi ve ölçümlere yeniden bişlandı.

"Montserrat'nın doruğuna olan 1ızaklık.


.

"Çok göze görünür işaret. San G�ronimo'nun doruğunda bulunan


küçük kilisenin damının tepesi alındı. On iki ölçümlük dizinin sonu-
,,
cu: 89° s l' 56''. .

Mechain, üzerinde çalıştığı dÜZlüğün aşağısında, kendini rüzgara


.

karşı korumaya almış, günün çalışma tutanağını bitiriyordu ki, açılan


bir şişenin o herkesin bildiği gürültüsüyle arkasına döndü. Gonzales,

sanki geçit resminde gibiydi, pırıl pırıl ünifomıasını giymiş, yakası­


na bir kırmızı kantaron çiçeği takmış, üzeri etiketli bir şarap şişesi
gösteriyordu. Arkasında duran Tranchot da nereden bulmuşsa bul­

muş, onun gibi iki dirhem bir çekirdek, · sırtına bir tören giysisi ge-

62
METRENiN iCADI

çirmişti. Elinde de bir tabak küçük· sosis tutuyordu. Astronoma ik-


ram ederken: "Çok pimento ".diye uyardıysa da, beriki uyanya aldır-
madığından ağzı fena halde yandı.

Dışarıdan bakınca çadır boşluğa çengellenmiş bir asma fenere ben­


ziyordu. Tranchot, bezden çadır kapısının kanatlarını törensel bir ha­
rekecle açarak Mechain'i içeriye buyur etti. Ne büyük bir değişiklik!
Her şey yerleştirilmişti; yaldızlı dallarla bezenmiş dikmeler, I<ata)an
bezleriyle astarlanmış çadırbezi; yere konulmuş bir şamdan, orta di­
reğe asılmış bir ikincisi. insan neredeyse kendini bir Arap çadırında
sanacaktı. Masa diye kaydedici aygıtın kasaları yan yana getirilmiş,
üzerine beyaz bir örtü yayılmış ve üç tane tabak konulmuştu. Sahici
tabaklar, porselenden! Hele kadehler! Gonzales'in doldurduğu kadeh­
ler . . ·. "Geceyle gündüzün tüm yeryüzünde eşit olduğu bugünün onu-
.

runa içelim!" diyordu. "Demek buymuş! Elbecce ya," diye Mechain


haykırdı, �ekinoks günü!" Halbuki kütüğe kaydetmişti: �Bugün 22
Eylül, vb." Gonzales denizciydi ve o gün yeryüzünün tüm denizlerin­
de bir bayram günüydü. O, unutmamıştı. Mechain kadehini kaldırdı.
"'Bundan yararlanalım," dedi, uyarın, gece gündüzden daha uzun ola­
cak."

Bu, ilk gerçek dinlenmeleriydi. Yola çıkalı üç ay oluyordu, bir kez


bile dinlenecek zaman bulamamışlardı. Şarap boldu, yiyecekler çok
iyiydi; herhalde deniz düzeyinden bunca yüksek bir yerde bulunabile­
cek en özenli sofraydı! Mechain kendi kendine, 'Kuzum,' diye
soruyordu, bunlar ben farkına varrnadan bütün bu yiyecek ve içeceği
nasıl buldular, buraya kadar nasıl getirdiler ve pişirmeyi nasıl

lspanyolca "acı biber" anlamına gelen pirniento sôzcilğünden bozma -ç.n.

63
METRENiN lCADI

becerdiler? Demek ki, bütün öğleden sonra onu o kadar sinirlendir­


miş olan o sürekli gidiş gelişlerin açıklaması puymuş!
..

Mechain sessiz bir adam diye bilinirdi; gizli kapaklısı yoktu, pısı- '

rık da değildi ama ağırbaşlıydı. Üzerinden hiç gitmeyen bu ağırbaşlı­


lık, son derecede terbiyeli oluşu, başkalarıyla arasına koyduğu mesa­
fe, çalışma arkadaşlanyla yakınlaşmasını engellemişti. Bu akşamsa,
durum bambaşkaydı. Tranchot hiçbir zaman onun bu kadar uzun ko­
nuştuğunu görırıemişti, hem de böylesine kendini bırakmış bir bi­

çimde. "Belki şaraptandır." diye düşündü. Hayranlıktan kalakalmış.


Mechain'in yıldızları, kuyrukluyıldızları. güneş ve ay tutulmalarını,
gezegenleri, gözlemcinin sabrını, hes�playıcının ısrarını anlatmasını
dinliyordu. Günlerce, haftalarca yanında kağıt kalemden başka bir şey
olmadan bir yere kapanmayı anlatıyordu. Sonra beklenen �n gelim1iş;
.

insanın evrenle. varsayımlannın da dünyanın düzeniyle karşı karşıya


geldikleri an . . . Beklenen gökcismi, tutulma ya da kuyrukluyıldız gö­
rülecek mi?

Tranchot avcıydı, bu yüzden astronomun anlattığı zevki, kendisi­


nin saatlerce bekledikten sonra istediği av hayvanının gelmesi üzerine
duyduğu zevkle karşılaştırabiliyordu. Olaylann akışının <?nüne geç­
mek ve laboratuvarının gizemli kapalılığı içinde, o olaylann gerçek-
'

leşmesini görmek . . . Mechain, bu zevklerin bir tatminden geldiğini,


ince ve titiz çalışmanın deha parıltılan karşısındaki başansı olduğunu
söylüyordu.

Fakat, kendinden söz eden yalnızca Mechain değildi. Coğrafyacı


Tranchot da Korsika Adası'nı anlattı. Yıllarca adayı baştan başa dolaş­

mış. çok güzel bir haritasını yapmış, sonunda da adaya aşık olmuştu.

Denizci Gonzales ise Güney ve Kuzey Amerika'nın göklerinden, Atlas

Okyanusu'nun dalgalarından. ama en çok da Büyük Okyanus'taki ada-

64
t.�ETRENIN iCADI

larda gördüğü kadınların güzelliklerinden söz etti.

Mechain yerinden kalkıp çadırın çevresini dolaşmaya ·ç ıktı; kendi

yaşam biçimindeki garip zıtlığa istemeden gülümsedi: Çevresinde fır­


dolayı çok büyük bir boşluk olmasına karşın, zamanının çoğunu dar

bir yerde geçiriyor, hep yersizlik sıkıntısı çekiyordu. Uzun uzun


· gökyüzüne bakıp başını salladı. UAy, Dünyanın çevresinde dönüyor,
Dünya da Güneşin; hep sıralama düzeni, sıralama düzeninden başka
bir şey görıı-ıüyorum!" diye kendi kendine mırıldandı. Arkasına dön­
meden "Görüyor musunuz, Tranchot," dedi, '4az önce sözünü ettiğiniz
eşitlik ancak bir gün sürüyor; o eşitliği zorla· kabul ettiı1rıek istenir­
,,
se, tek gün tüm yıl oluverir. Tranchot yanıt verıı1edi.

Açılmamış bir şişe kalmıştı. Yüzbaşı Gonzales ayağa kalktı. " Ü l ­


kelerimizin dostluğuna içelim" derken , bir yandan da arkadaşlarını
kucaklıyordu. Ama yüzü az sonra asıldı: Yol arkadaşlarının bilmediği
bazı şeyler biliyordu.

Barselona'ya yaptığı yolculuğu sırasında üstleri, ona, Fransa ile ls­


panya arasındaki ilişkilerin baş döndürücü bir hızla bozulduğunu
söylemişlerdi. "Fransız illeti." Uzun süre, tüm Avrupa'da kötü bir
hastalığı, frengiyi göstermek için kullanılan bu adın . arkasında, son
zamanlarda daha korkutucu bir yıkım; Devrim saklıydı. Daha korku­
tucu ve çok daha bulaşıcı . . . Çünkü Pireneler'i aşıp lspanya'ya ulaşma
tehlikesini gösteriyordu. Şimdiden Barselona ile Figueras arasında
"lnsan ve Yurttaş Hakları Derneci"nin Karalan dilinde kaleme alınmış
birçok örneği elden ele dolaşıyordu. Kışkırtma o kadarla kalmıyordu,
demeci Katalancaya çeviren Damiens adında biriydi, yani kırk yıl ön­

ce XV. Louis'nin sağ böğrüne çakı saplayan adamın torunu. En azın­


dan lspanya Kralı'nın casusları böyle bir şey ileri sürüyorlardı; Kral
IV. Carlos Hazretleri de bu casus raporlarına dayanarak savaşa hazır-

65


METRENiN lCADI

-
lanıyordu. Kralı savaşa itenler, Avrupa'nın kendi aralannda birlik ol­
muş hükümdar aileleri ile ispanya toprakları ÜZerinde yaşayan Fran­
sız göçmenler sürüsüydü.

Gonzales'in yol arkadaşlarına söylemediği başka bir şey de gerek­


tiğinde bu bili�sel yolculuğu bırakmaya hazır olması yolunda, yine
üstlerinin kendisine verdikleri buyruktu.
Ü ç adam Puig-se-Calm'dan ayrıldılar, kuzeye doğru yol alıp sınıra

daha yakın bir noktada yeni bir doruk noktası seçtiler. Doruğa öğle­

den sonra vardıkları için ancak yerleşebildiler, hemen hava karardı.


O gece de, ondan öRcekiler ve herhalde ondan sonrakiler gibi, Tranc­
hot'nun o şaşmaz küçük aptese çıkma isteğiyle son buldu. Ne yüksek­
likte olurlarsa olsunlar, mevsimlerden hangisi olursa olsun, Tranchot
• o işini yapmak için birden uykusundan uyanırdı. O sabah sanki kuş­
tüyünden bir yastığa gömülüyormuş gibi acayip bir duygulanıma ka­
pıldı. Uçurumun hemen orada olduğunu biliyordu ama, neredeydi?

lp cambazı gibi el yordamıyla ilerleyerek birkaç adım attı. Kaldık-


.

ları yerin içine yapacak değildi ya! Bir taşa çarpıp tökezledi, küfretti.
-

Göz kararı bir yere, oranın işaret tahtası olmamasını dileyerek işini
gördü, çadıra dönüp yattı.

Mechain, görülme olasılığı az kuyrukluyıldızlann yolunu gözle­


meye, Gonzales ise gemisini denizin ortasında hareketsiz bırakmış
olan durgun havanın bitip rüzgarın çıkmasını sabırla beklemeye alı­
şıktılar. Ama Tranchot? Bu pamuktan alem ona kısa sürede dayanıl­
maz bir şey gibi gelmeye başlamıştı. Göze görünmeyen nesnelerin,
insan, tam üzerlerine düşeceği anda birden onaya çıkıp sonra da yine

birden kaybolmalarındaki sinsiliğe çok içerliyordu. Bir konuşmanın


tam orta yerinde, insanın konuştuğu kimseyi bir bulut kapatıveriyor,

yok ediyor; insan bir sözcüğün yansında kala kalıyordu! Dayanılması

66
METRENiN iCADI

en zor olan da, sessizliğin çeşidiydi. Sesleri yumuşatmaktan öteye,


tam anlamıyla yutan bir sessizlikti bu.

Tranchot kendini hem sağır hem kör olmuş gibi hissediyordu!


Ancak çadırın iÇinde bunu unutabiliyordu. Orada da, lambanın çevre­
sinde soluk bir hale oluşuyor; bu da adamcağızın ruhsal durumuna
oldukça uygun düşen bir ölü odası havası yaratıyord u. Astronoma ge­
lince, o , kuzeyli biri old uğu için çevredeki sisi yalın bir doğa olayı
olarak kabul ediyordu.

Üç günü hemen tümüyle kapalı geçirdikten sonra, Tranchot çadır­


dan çıktı, bir daha gündüz vakti içeri girmeyi kabul etmedi. Cehen­
nem azabının bitişini ilk haber veren kendisi olsun istiyordu. Üzerin­
de çalıştıkları düzlüğün ucuna gidip adeta kendini gömdü ve bir nö­
betçi gibi gözetleme işine başlad ı . ·
Mechain rahatça yerleşmiş, lspanya'ya geldiğinden beri yaptığı
gözlemlerin toplu sonuçlarını okuyordu. Sonra onları bir sıraya sok­
tu ve birtakım hesaplar yapmaya başladı. Tam bir dizi uzun işlemi
bitirmek üzereydi ki, bir çığlık duydu, çadırın perdesini kaldırdı,
baktı. Mavi bir gökyüzü parçası gözden kaybolmaya başlamıştı bile.
Yırtığın kapanışını ancak görebildi, arkasından yine donukı inatçı, ka­
palı ufukla karşı karşıyaydı. Bu, daha ne kadar sürecekti? Yiyeceğin
yetmemesi olasılığı belirmişti. Biraz sonra bir çığlık daha . . . Mechain

bu sefer kıpırdamadı. Gözlemini kesmeyen Tranchot bir ışık görrnüş­


tü: Güneş! Hemen dürbünü pamuktan zırhın kılıç yarası aldığı yere
çevirip baktı, renkli üç noktanın rüzgarda dalgalandığını gördü. Aca­
ba yükseklik serabı mıydı?

Bellegarde ve kulesinin tepesine dikilmiş üç renkli bayraktı. Tam


sınırın üzerine ot urtulmuş olan bu hisar. artık bilim yolculuğunun
Fraıı;ız toprakları (ııerindeki ilk nirmgi noktası alına onurınu taşıyabilirdi .

. 67

METRENiN iCADI

Gonzales yolculuğa katılmadı. Arkadaşlarını Barselona'da bekleye­


cekti. Araba, ormandan biraz çalınıp yapılmış askeri mezarlığın kıyı­
sından gidiyordu. Son savaşın üzerinden yüzyıldan uzun bir süre geç­
tiği için kabirler seyrek sıraydı. Yorulmuş atl�r yolun yukarısında,
Bellegarde hisarının girişinde durdu. ,

Mechain gözlemleri için bundan daha iyi bir konum bulamazdı.


Tranchot'nun gördüğü bayrağın dalgalandığı kulenin tepesinden ba­
kınca sınırın her iki yanında, tüm Katalonya ovasında olup biten hiç­
bir ş�y gözden kaçamazdı. Bir yanda Figueras, öte yanda Perpignan,
yani yolculuklarının son noktası. Araba yoluna devam etti.

Yeni açılmış, iki at arabasının rahatça geçebileceği genişlikte bir


caddeden geçerek Perpignan belediye sarayına vardılar. Hemen bir sü­
rü seyyar satıcı çevrelerini sarıverd i. Tranchot kendine, bağcıkları
baldıra kadar çıkan bir çift ip papuç aldı. Mechain de Therese'e
rengarenk yünlü bir başörtüsü seçti. Tranchot yeni ayakkabılarını he­
men giymek istiyordu. Henüz bağcıklarını iyice bağlayamamıştı ki,
Mechain'in sesi kısılmış gibi haykırdığını duyd.u : "'Tranchot! Tranc­
hot!11 diyordu, "benim gördüğümü siz de görüyor musunuz?" Başını
kaldırdı, birkaç adım ötesinde Mechain donmuş kalmış gibi belediye
.

sarayına doğru bakıyordu. Binanın cephesinde altın harflerle taşa yeni


kazılmış iki sözcük okunuyordu: FRANSA CUMHURlYETl.

Aynı anda, binanın büyük salonunda coşkulu bir tartışma geçiyor­


du:
"'lspanyolcayı nereye otunacağız?tl

"Batı yüzüne."

�O zaman lngilizceyi nereye koyarız?"

llEe. ne yapalım canım? Bir· piramidin topu topu dört yüzü varsa,
bu benim suçum mu?'•

68
METRENiN iCADI

,
.

.. Mechaiiı !" Belediye Başkanı Llucia'ydı seslenen. O anda içeri gir-


.

mekte olan astronoma doğru koşup. "Ama herkes sizi Katalonya'da


sanıyorl" diye bağırdı. ·
.

"Düne kadar oradaydım."

Mechain'in gelmesiyle yarıda kalan tartışmanın konusu ağır yu­

varlak masanın ortasına konulmuş. piramit biçiminde bir anıt ma-


ketiydi. Kentin iki fersah uzağındaki Port-Vendres kumsalına dikilme-


si öngörülen anıtın dört yüzüne, lnsan ve Yurttaş Hakları Demeci'nin
metni lspanyolca, Katalanca, lngilizce ve Fransızca olmak üzere, dört

dilde yazılacaktı. Hangi yüzde hangi dilin bulunacağını tartışıyorlar-


dı .

Llucia yeni gelenle oradakileri tanıştırdı. Birkaç asker, bir mimar


ve bir grup da bölgenin seçimle gelmiş yöneticisi vardı. Aralarından
Arago diye biri, Perpignan'a yakın, Estagel adındaki ufak bir kasaba­
nın belediye başkanıymış, astronomla çalışmaları ÜZerinde konuşma­ 1
ya başladı. Llucia ötekilerin yanına dönmüş, piramit konusundaki tar­ ı
tışma yeniden başlamıştı. O sırada Llucia'ya Paris arabasının kalkmak
üzere olduğunu haber verdiler. Belediye Başkanı, Mechain'e başkente
1

gideceğini ve Konvansiyon Meclisi'nde söz alacağını söyledi.


"Konvansiyon mu?" diye sordu Mechain.


'

Astronomun bu şaşkınlığı karşısında Llucia son olayları anlattı:


Yasama Meclisi dağıtılmış; onun yerini başka bir meclis almışti. Bu�
nun adı Konvansiyon'du. Birisi alaylı biçimde "Bari artık Cumhuriyec
yönetiminde olduğumuzu biliyor musunuz?'' diye sordu. Mechain: .

"Az önce öğrendim," diye yanıtladı.


'
,.

"Ne içtenlik ve ne saflık! " Llucia tam böyle diyecekti ki, kendisi­
nin birkaç hafta önceki şaşkınlığını anımsadt. Şu aynı yerde, Paris'ten

gelmiş bir mektubu her zamanki gibi açmış ve şunları okumuştu:

69
. .

. .
- .

METRENiN ICADI

"22 Eylül günü, güneşin güz dönencesine varıp terazi burcuna gir- ·
diği, Paris Gözlemevi'ne göre saatin 9'u 1 8 dakika 30 saniye geçtiği
. .. . .

anda Cumhuriyet kurulmuştur.

"Fransa artık bir kişinin malı değildir. Siz de, bayım, kendi iliniz
içinde Cumhuriyeti ilan edeceksiniz� Kardeşliği ilan · ediniz; . bu da
.

Cumhuriyet demektir. Kardeşliği getiren kararnameyi duyurrııakta


. . .

acele ediniz; onu iliniz içindeki tüm belediyelere gönderiniz.

"Fransızlar! Bugüne kadar çoğunlukla olayları öngörrı1eyi düşün-


mediniz, onların yalnızca tanığı olmakla yetindiniz, olaylar siz onlal


.
rın sonucunu hesaplayamadan ortaya çıktı. Bugünden tezi yok, herkes
yasadan başka bir efendi ve güç tanımayacaktır . . . "
··

Mektup içişleri Bakanı Rolland diye imzalanmıştı. Tüm ülkeye bu­


nun eşi seksen altı mektup gönderilmişti. Her ile bir tane.
Mektubu aldıkları sırada duydukları heyecan daha dur1:1lmamıştı;
Llucia olayı anlatırken bunu Mechain'den saklayamıyordu. Mechain de
Cumhuriyetin ilanını anlatan sözcükleri dinlerken büyük bir Ö\'ÜO.Ç
duymuştu. Bunlar, astronomiye gösterilen güzel bir saygının kanıtıy­
dı. Üstelik, mektupta onun, Mechain'in yuvasının, Paris Gözleme­
vi'nin adından söz ediliyordu. Hemen fark etmişti ki, ülke krallıktan
cumhuriyete, güneşin bir yarıküreden ötekine kaydığı günde geçmiş­
ti. Onun bu dalgın durumu karşısında Arago seslendi:

"Peki, siz nerelerdeydiniz Mechain?


"Dağlarda, dağlarda" dedi, ekinoks gününün o yemeğini anımsa­
yıp, yumuşak bir sesle.
Bir an sessizlik oldu; sanki Mechain bir aynaydı da, zamanın kor­
kutucu yoğunlaşması o aynaya yansıyordu: lnsan iki ay toplumdan
uzak kaldı mı, başka bir gezegenden düşmüş gibi oluyordu.

70 •
METRENiN iCADI

Bütün bunlara karşın yolculuğunun amacını unutmayan Mechain,


dağlarda çalışmak zorunda olduğundan oralara çadır biçiminde işaret­
ler dikeceğini , bunların ahaliyi ürkütebileceğini anlarıp, aralarında
bir lspanyol subayı olan Gonzales'in de bulunduğu bilim heyetinin
üyelerine karşı rahatsız edici bir tavır takınılırsa bunun tatsızlık do­
ğuracağını söyledi. "Bellegarde hisarından başlayacağız," diye de ekle-
di. ,

"Bellegarde mı? lspanyollar asıl oradan saldıracaklar! Sakınımlı


davranıp ö}çümlerinizi ertelemeniz iyi olur."
,

Mechain'in rengi atmıştı. Llucia, fark etmemiş gibi davranarak


masasına gitti ve bir kağıda bir şeyler yazıp Mechain'e uzattı; sonra
da gülümseyerek "Ama," dedi, "şu sıralarda sakınımlı davranmak
gerçekten uygun bir şey mi ki?" Yazdığı, bir geçiş izniydi.
Mechain, sınırın bu yanında birkaç keşif çalışması yapacağını,
sonra lspanya'ya döneceğini orada, her ne kadar üçgenlerin çoğunun
ölçümü bitirilmişse de, yapacak birçok gözlem kaldığını anlattı. Bar­
selona'nın enlem ölçümleri çıkarılacaktı, şubat ayı ay tutulması göz-
,

lemlenecekti, bir kuyrukluyıldızın geçişi. . .

"Kuyrukluyıldız mı?" diye Llucia sözünü kesri. "Biliyor musunuz,


düşmanlarımız Cumhuriyetimizin bir kuyrukluyıldız gibi geçip gide­
ceğini iddia ediyorlar!" Onun arkasından Arago, muzip bir gülümse­
meyle "Kuyrukluyıldızlar hep dönüp gelirlermiş, düzenli aralıklarla

geçerlermiş, değil mi?" dedi.


uçok doğru . . . ama Halley ancak yetmiş altı yıl sonra ikinci kez
ortaya çıktı. n

UBekleriz, bekleriz!" diye Lltria ile Ar�o birlikte gülerek bağırdılar.

Birkaç dakika sonra Llucia, Paris'e hareket edecek arabaya bindi.


,

Mechain ona bir mektupla bir paket uzattı. Pakette Gözlemevi'nde Ba-

71
METRENiN iCADI

\
yan Mechain'e verilecek Katalan başörtüsü vardı. Mektup Condor-

cet'ye yazılmıştı.

Mechain, Condorcet'nin adresini söyl�rken Llucia sözünü kesti:


"Kendisini Konvansiyon'qa göreceğim,11 dedi. Pencereden sarkıp ekle-
'

di: "Size doruklarınızda başarılar dilerim." Sonra, sanki astronomu iş


'
'

üzerindeyken gözünde canlandınnış gibi "Size bir şey söyleyebilir


miyim ?'1 dedi. "Gücenmeyeceksiniz ama... Bakın," sesini alçaltı, "şu
anda ayaklarımızı bastığımız yerde öyle ilginç şeyler oluyor ki, sizin
'

o gökyüzüne yakın çalışmalarınıza hiç imrenmiyorum.n

"Boylamın ölçümüne krallıkta başladık, cumhuriyette sürdürüyo­


ruz. Kim bilir hangi yönetim altında bitireceğiz?" Mechain de alçak
sesle konuşLlyordu. "lster kralcı olsun ister cumhuriyetçi, yerküre
kutuplarda hafifçe basıktır."

"Ama, astronom yurttaş," diye bağırdı Llucia, "ben onun daha çok
kutuplarında hafifçe basık VE cumhuriyetçi olmasını isterim."

• •

72
- 6

lucia bir hafta sonra Paris'e ulaştı. Condorcet 'ye gitmeden


önce Gözlemevi'ne uğradı. Kendini Therese'e tanıttı. Çok
belirgin Güneybatılı şivesine kadın hafifçe güldü. Llucia
Mechain'in verdiği paketi uzatınca da alıp önem vermez bir davranışla
masanın üzerine bıraktı. Önce şundan bundan söz ettiyse de, dayana­
mayıp kağıdı yırttı. Karalan işi örtüyü görünce pek sevindi! Hemen
omuzlarına alıp göğsünün ÜZerinde kavuşturdu ve bir eliyle bastıra­
rak tuttu. Sonra llucia'ya üst üste sorular soımaya başladı: "Mechain?
Mechain? Mechain?" Adam da seve seve yanıtlar veriyordu.

Condorcet'nin evinde Llucia'nın talihi pek o kadar yaver gitmedi.


Çünkü Condorcet az önce '-\Hanımefendi ve Küçükhanımla birlikte ·çık­
mıştı." Nereye gittikleri biliniyor muydu? "Yurttaş Lavoisier'nin Ma­
deleine Bulvarı'ndaki evine konuk gitmişlerdi." Daha sonra? "Daha
sonra, öğleden sonra Konvansiyona gidecek. " Llucia "Gider orada bu­
lurum," diye karar verdi.

Bir yıkanma teknesinde yüzen, küçük madeni bir silindir . . . Con-


dorcet, karısı Sophie ve küçük Eliza laboratuvara girince karşılaştık-


ları manzara şuydu: Lavoisier, kollarını dirseklerine kadar sıvamış,
suyun üzerine eğilmiş, silindirin üzerine takılıp kalan hava kabarcık­
larını sıyırmak için eline bir tel almış, madeni yüzeyi dikkat ve sa­
bırla tarıyordu. Kabarcıklar toplu halde suyun yüzeyine ge1ip patlı­
yordu. Bu oyun Eliza'nın pek hoşuna gitmişti: "Kabarcıkları kovuyor
musun?" diye sordu. Ellerini tekneye sokmak istedi, bırakmadılar; o

73
METRENiN iCADI

da bir koridora girip uzaklaştı. Lavoisier "Bu derece kesih bir ölçüm­

de en ufak bir kabarcık felaket olur," diye konuklarına açıklamada bu­


lundu. Bu arada da bir temıometrenin düzeyini denetliyordu. Condor­
cet, elinde olmadan, Lavoisier ile su arasında tam bir çekim bulundu­
ğunu aklından geçirdi.

Kimyacı bu iş ·için öteki uğraşlarını bırakmıştı ve buna "bir yere


kıpırdamadan yapılan gezi'' adını takmıştı. Çalışmasını meslektaşlan
Mechain ve Delambre'ınkiyle karşılaştırdığında, çok açık, belli bir
şey söyler gibi şöyle diyordu: "Onlar, uzunluklarla uğraşıyorlar, ül­
kenin bir ucundan bir ucuna uçuyorlar; bense ağırlıklarla uğraşıyo­
rum, şu banyoya kapanmışım, btıradan çıktığım yok.''

"Şu banyo" dediği, Madeleine Bulvan'ndaki dairesinde bir şeyler-


den bozup düzenlediği laboratuvardı. Birkaç hafta önce Arsenal'den


politik nedenlerle ayrılmak zorunda kalmıştı.

Sophie ,ye yapmakta olduğu şeyi anlattı: "Her cisim aynı derecede
yoğun değildir. Aynı hacmin içinde bazılan daha çok, bazıları daha az
madde içerir. Böylece, ağırlık birimini belirlemek demek, biı: cismin
belli bir hacim içerisinde içerdiği madde niceliğini tartmak demektir.
Hangi madde!'
I

Sophie, yapmacık bir saflıkla "Ben de size onu soracaktım" dedi.

"Akışkan olmalı, kolaylıkla arıtılabilir olmalı ve her yerde bulu­


nabilmeli." Condorcet:

"Hep evrensellik," diye söze kanştı.

"Evet, her zaman. Metreyle onca yorgunluk ve sıkıntı pahasına ka­

zanılacak şeyi kilogramla yitinı�Lemeli. O halde,'' diye heyecanlanan


,

16. yy.'da ordunun topçu kesiminin kumandanı için yapılmış bir binanın
içinde bulunduğundan arsenal (=silahhane) adını taşıyan, gerçekte sivil
nitelikte buyuk bir kitaplık. --ç.n.

74
METRENiN iCADI

· Lavoisier konuşmasını sürdürdü, "her yerde bulunabilecek ve kolay­


·

lıkla arıtılabilecek bir sıvı?"

"Su!" diye haykırdı Sophie.


. .

"Evet, damıtık su. Buradaki" bir avuç aldı, ·' "kumlu bir çeşmede
. · süzülmüş Irmak suyudur. Peki hangi cismin içinde tartacağız bunu?
,,
Hacmi kesin olarak bilinebilecek bir cisim olmalı.
I

"Bir küre!"

"Korkunç! Küre, yapımı en zor şeydir."


"Öyleyse bir küp?11

"O da aynı derecede korkunç, her yeri köşeli. Düşünün!"

Sophie tam pes ediyordu ki, Lavoisier'nin arkasında ayakta duran


. .

kocasının eliyle koluyla işaretler yaptığını gördü. "Silindir!11 diye ha-


,

ğırdı. "Bravo !" diyen Lavoisier, filozofa döndü: "Fısıldamak yok ama! •

. .

Fakat, bu silindir," diye sürdürdCt konu.şmasını, "ne kadar özenle ya-


pılırsa yapılsın, kusursuz bir silindir olamayacaktır." Sophie: "Ya
.

_ .
· bu?" diye yıkanma teknesinde yüzen silindiri gösterip sordu. Kimya­
cı, ellerini suya batırırken çaresizliğini belli eder bir sesle: "Bu da
kusursuz değil," dedi. "İşte insanın yazgıs ı b·u : zihninin ideal ölçüde
yarattığını eli tam olarak kotaramıyor. Kusursuzluk olanaksız,11 diye
üzüntülü bir sesle ekledi. Sonra toparlanarak, kendinden hoşnut bir j

havada, �Fakat," dedi, "insanın kaynakları öyle ki, · yaratısının kusur­


suzluktan ne kadar uzak olduğunu belirleyebiliyor!"
�·

Condorcet, Lavoisier·in hep öyle yıkanma teknesinin üzerine eğil-


.
,

miş, kolları sıv�lı, silindirle uğraşmasına · bakıp kafasından şunlar&


geçiriyordu: Suda çalkalanan şu nesneye bir yelken takın, havuzda ge­
�i yüzdüren bir koca çocuktan farkı kalmaz. Terazinin üzerindeki
. .

cam fanusu kaldırırken: · "lşte, bilim böyle doğuruyor!" diye gülümse-


.
di. Bu terazinin bir eşinin bulunmadığı, dünyanın en hassas terazisi

75
METRENiN iCADI

olduğu söyleniyordu. Kimyacı en önemli keşiflerinden birini ona


borçluydu. O olmasaydı "Doğada hiçbir şey var edilmez, hiçbir şey
yitirilmez''i söyleyebilir miydi ·hiç? Lavoisier aygıta yaklaştı, ona bir
sevgi beslediği iyic� belliydi; açıklamalannı sürdürdü. ilgisini yitir­
memiş olan Sophie'ye, bir terazinin terazi olması için hassas olması
gerektiğini anlatıyordu; fakat bu da yetmezdi, kullanılan ağırl�kların
da tam olması zorunluydu. Üstelik terazinin iki kolunun aynı uzun­

lukta bulunması gerekirdi. Durdu: "Fakat bunu nereden bileceğiz?"


diye sordu. Sophie, saf saf: "Ölçerek!" diyordu ki, Lavoisier hemen:
"Ölçerek" dedi, "hiçbir zaman istediğimiz kesinliğe varamayız. O hal­
de tek bir kolunu kullanırız. Bu da, bize terazinin kollannın eşitsizli­
ğinden hiç etkilenmeksizin silindirin ağırlığını belirleyebilme olana­
ğı verir."

On beş yaşlarında bir erkek çocuk kapıyı aralayıp, parmaklarını


hohlayarak: "Yurttaş Haüy 'hazır' diyor." dedi. Kimyacı "Geliyorum,
geliyorum," diye yanıt verdi. "Nerede kalmıştım? A, evet az kalsın
unutuyordum; fakat, su . . . "

"Neden tümcelerinizin hepsine 'fakat'la başlıyorsunuz?" Bunu so­


ran So phie'ydi.

"·Fakat' demek, bir karşı koymada bulunmak demektir; bilimde de


ancak karşı koymalarla . . . "


"O halde," diye sözünü kesti Sophie, "bilimde masumiyet karinesi
"
yok ! "

"Gerçekten de öyle," diye onayladı Condorcet, "ne zaman bir bil­


gin bir noktayı ısrarla öne sürse, meslektaşlan hemen bir mahkeme
kurarlar, elbette bu, az çok bir dost mahkemesidir. lşte bu mahkeme
hemen ileri sürülenin yanlış olduğunu ispatlamaya çalışır. Şayet her
şeye karşın çabaları, girişimleri sonuçsuz kalırsa bilginin ileri sürdü-

76
METRENiN lCADI

ğü şey kabul görür. Bu, bizim toplum için istediğimizin tam tersi
oluyor."

lavoisier, araya giren laflara aldırmaksızın, "Fakat su ,. diye ko­


,
nuşmasını sürdürdü, "su, sıcakta genleşir, soğukta yoğunlaşır; bu,
· tüm nesneler için gerçektir. Örneğin, terazinin kollarını ölçebilece­

ğim şu cetvelin ısısı ne kadar yüksekse, boyu da o kadar uzundur.


Buz gibi bir demir para alın, kızdırılmış bir cetvelle ölçün."

"Ondan sonra eliniz yansın, 11 diye söze karıştı Condorcet.

Birer kahkaha attılar: "Peki, susuyorum, sıkıcı olmaya başladığı-


.

mı anladım." Sophie kolunu turcu: "Rica ederim. devam ediniz!" lçren


konuşuyordu. Lavoisier devam etti: "Buz gibi bir demir para alın,
kızdırılmış bir cetvelle ölçün; sonra aynı parayı ısıtıp, aynı cetveli
buz gibi soğuttuktan sonra bir daha ölçün, aynı sonucu alamazsınız!"

'4Demek istiyorsunuz ki, insan bir nesnenin boyutlarından hiçbir


zaman kesinlikle emin olamaz?"

.. Öyle bir şey söylemedim, uzunluğun sıcaklığa bağlı olduğunu


söyledim. Fakat. az önce olduğu gibi, bağlı olma derecesini, ne kadar
,
bağlı olduğunu belirleyebiliriz.,

Bitişikteki odada bir papaz, bir termometreyi düzenli olarak bir


leğene batırıyordu. Ağırlık biriminin belirlenmesi işinde Lavoisier'ye
yardımla görevlendirilmiş olan Rene-Just Haüy'di bu kişi. Madenbi­

lim uzmanı olan Haüy, kısa süre önce kristalografi diye adlandırılan
yeni bir bilim dalının temellerirıi atmıştı. Kardeşi Valentin daha da
ünlüydü. Güzelyazı uzmanıyken körler için bir okuma yöntemi geliş­

tirmişti. Delambre o yöntemle çok ilgilenmişti. Her iki kardeşi de ta-


,
nır, onlar için "Biri kristallerle, öteki kristalenlerle uğraşıyor, derdi .

Gözün billur cismi. --<;. n.

77
METRENiN iCADI

Elleri kızarmış delikanlı balyozla buz kırarken, Eliza parçalan


ufaltıp ciddi bir tutumla papaza uzatıyordu� papaz da bu ince buz kı­
rıklarıyla leğeni dolduruyordu.

Condorcet, Sophie ve Eliza, Madeleine Bulvan'ndaki evden sonra


Tuileries'ye gittiler. Sarayın avlusunda bahçıvanların üzerinde çalış­
tıkları ve birkaç gün önce yeni çapalanmış tarhların önünden geçtiler.
Konvansiyon krallık günlerinin karanfil ve kamelyalarının yerine seb­
ze ektirmişti: Havtıç, lahana, şalgam· ve yepyeni bir şey olan Parıııen­
tier patatesi.

Eliza koşmaya başladı, Condorcet yakalamak .istediyse de çocuk


kaçtı. Babası: "Gel, küçük kraliçem!" diye peşinden seyirtiyordu ki,
Sophie yetişip, korkulu bir sesle: "Hişt!'' dedi çevreye bakarak, "du­
yan olur."

Çocuk, Delambre ile M�chain'in yola çıkışlanndan birkaç gün ön­


ce dikilen kavak fidanının yanına vanrııştı. Kentin çevre semtlerinden
gelen iki kadın, gövdeyi saman demetleriyle sarrııalıyordu. Çocuğun

baktığını görünce, bir tanesi, ağacı soğuktan korumak için bunu yap­
tıklarını söyledi. Eliza babasına döndü, soğuktan donmuş parrnaklan­
nı gösterip, "Baba," dedi, "neden benim paırı1aklarıma da saman sar­
ınıyoruz?"

Konvansiyon Meclisi'nin toplandığı manej salonunda sıcaklık çok

daha yüksekti. Yedi yüzden fazla milletvekili vardı, dinleyici tribünle­


ri ise hıncahınç doluydu, koridorlardan ancak itişe kakışa geçilebili­
yordu. Condorcet Eliza'nın elini kavradı. Gümbür gümbür bir ses ba­
ğırıyordu. Daha kapıdaki görevli bir şey yapmaya davranamadan kü­
çük kız kendini salonda buluverdi. Kürsünün önündeki konuşmacı ye-

78
MEl
l{ENIN iCADI

rinde bir adam, elini kalbine koymuş, göğsünü şişirmiş, Marsilya


federelerinin şarkısını söylüyordu. Görkemli bir tenordu! Nakarata


herkes katıldı; Eliza ellerini çırpıyordu.

Tenorun sesi alkışları bastLrarak yükseldi: "Devrimimizi marş

söyleyerek yürütmek, onun şarkılara konu olarak bitmesini önleme­


nin en güvenilir yollanndan biridir,'' diyordu. "Ordularımızın her

birinin yanına dörder tane meslekten şarkıcı katılmasını öneriyorum.


Top seslerimize marşlar ekleyelim. Kimisi köylerimiz, kimisi kalele­
rimiz için olan marşlar!"

Tenor dışarı çıkar çıkmaz, tahta papuçlu bir grup köylü çekingen
çekingen ilerleyip taşıdıklan ağır küfeleri kocaman bir tahta masanın
üzerine boşalttı. Gümüşten şamdanlar, haçlar, tabaklar, buhurdanlar,
çekmeceler yayıldı. Dun en Berry Kilisesi cemaatinin yurtsever hayra­
tıymış. Heyecanlanan yaşlı bir köylü kadın küfesindekilerin bir bölü­
münü yerlere saçtı. Meclis üyelerinden biri dökülenleri toplamasına
yardım etti: Dökülen, bir salkım tespihti.

Yaşlı kadın çıkarken, sıkılıp utandığı için olacak, şişman bir ka­
dınla çarpıştı. Şişman kadın doğtılu giysiler içindeydi ve törensel bir
yürüyüşle konuşmacı yerine yönelmişti. Meclisi selamladıktan sonra,
Türkçe o1arak uzun bir konuşma tutturdu, yanı başında ufacık tefecik

bir adam, kadının söylediklerini anında çeviriyordu: "Bu güzel Fransa


topraklarına sığınmış olan Osmanlı Prensesi Leyla, uğradığı uzun fe­
laketlerden sonra ancak ayırabildiği on lirayı yurtsever bir bağış ola­
rak Meclise saygıyla sunuyor." Prenses, giysisinin bir yerinden çıkar­
dığı bir avuç parayı masanın üzerine, tespihlerin, buhurdanların yanı­
na koydu. Dinleyici sıralarından "Yaşasın Türkler, kahrolsun Avus-

l 789'da eyaletlerden çıkmış, Fransız ulusal birliğini amaçlayan, ulusal


muhafız birliklerine dayanan federasyonların üyelerine verilen ad. --ç.n.

79
McraENIN iCADI

lurya!11 diye haykırıldı. .


.

Prenses Leyla, arkasında o ufak tefek adamla çıkarken konuşma


yerine neredeyse koşar adımlarla dev gibi bir adam geliyordu. Ada- .

mın etkileyici bir görünümü vardı; hemen sessizlik oldu: "Yasama


görevlileri! Nantes kentinden geliyoruz, silahlarımızı ve giysilerimizi .
kendi paramızla yaptırdık. Brunswick'in elinden aldığımız altı parça
topu da birlikte getirdik. Bunlardan ikisini Parisli kardeşlerimize bı­
rakıyoruz. Sizden istediğimiz, hangi orduya katılmamız gerektiğini
,
bize söylemeniz. ,

Oturum başkanı geçit yapmalarına izin verdi. Gönüllüler yırtıl­


mış eski bir flama taşıyarak başları dik, kürsünün önüne geldiler.

Başkan: "Bu tabura, savaş sırasında yırtılmış flamalarının yerine,


.

salonumuzu süsleyen bayraklardan birinin verilmesini öneriyorum.11


dedi.

Bayrak hemen yerinden indirilip dev adama teslim edildi, o da


alıp bunu eski bayrak direğine geçirdi. lki- yüz tane Nanteslı geçit res­
mi yaparken milletvekilleri ayakta duruyorlardı. lki taraf da birbirini
alkışlıyordu. Yırtık flama, büyük masanın üzerine konuldu. O bir
.
.

avuç Osmanlı parası, tabaklar, buhurdanlar flamanın altında kaldı .


.

Son Nanteslı henüz çıkmamıştı ki, elinde askıya geçirilmiş bir ta-
,

kım elbiseyle bir adam girdi.

"Ben yurtlaş Roux; terziyim. Bu gördüğünüz kostümü sırf bu i ş


için özel olarak diktim; bunu giysisini kendi cebinden sağlayamayan

bir gönüllüye veriyorum. inanıyorum ki. o adam bunu ulusun ve ai­

lesinin mutluluğu ve onuru için sırtına geçirecektir."

Giysiyi askıdan çıkanp yırtık flamanın yanına bıraktı. Terzi

hentiz gözden kaybolmuştu ki, yerini kırk yaşlannda bir adam aldı;
üzerinde zanaatçıların giydikleri çeşitten bir iş önlüğü vardı, kucağın- .

80
METRENiN lCADl

da ise metalden bir kalıp tutuyordu.

"Adım yurttaş Legros, Paris'te sanatçıyım, Thionville sokağında


otururum; yaylarıyla ve hareket kolaylıklarıyla adeta doğallannın ye­
rini tutabilen, yapay kol ve bacaklar icat ettim."

Protezi sol koluna geçirip hareket ettirdi. Dinleyici tribünlerinden

başlar uzandı. Bir milletvekili ayağa kalktı, bir yandan bir kağıdın
üzerine metni yazarken: "Şu kararı öneriyorum," dedi: "Meclis, ulusu
savunurken kolunu, bacağını yitiren yuntaşlara, masrafı Cumhuriyete
ait olmak üzere mekanik kol, bacak sağlamaya karar verrniştir."
.•

Sophie, Condorcet'ye sokuldu, Eliza babasının kucağında uyumuş-


tu. Gözlerini açtığında rüya gördüğünü sandı: Konuşmacı yerinde kü­
çük bir oğlan çocuğu duruyordu; sesini elinden geldiğince yükselte­

rek, �Adım , Etienne Sallembert" dedi, "on buçuk yaşındayım, şunu


getirmek için geldtm . . " Cebinden küçük bir kutu çıkarınış, açmaya
çalışıyor, fakat kapak bir türlü açılmıyordu. Çocuk, çaresiz bir du­
rumda tribünlere baktı; herhalde annesiyle babası oradaydılar. Bir
gayret kurcalayınca, kutu açıldı. Rahatlamıştı; gülerek bir yüzük gös­
. ,
terdi. "Bu yüzüğü dullara ve yetimlere yardım diye getirdim'

dedikten sonra koşarak çıktı. lyice uyanmış olan Eliza, annesinin par­
mağını çekiştirıneye başlamıştı. yüzüğünü çıkarrnak istiyordu. Elde
edebildiği ise yalnızca azarlanmak oldu.

Küçük Sallembert'den sonra sırada bir kadın, daha doğrusu çözük


saçlı bir genç kız> asker adımlarıyla salonu bir uçtan ötekine geçerek
konuşmacı yerine geldi. Güvenli bir sesle:

"Yurttaş · Antoinette Leydier" diye kendini tanıttı. "Beş ağabeyim

var, üçü Kuzey ordusunda, ikisi Vendee ordusunda. Ben on yedi bu­
çuk yaşındayım: 24'üncü alaya süvari olarak girdim, fakat subaylar­
dan biri, erlerinden birisinin kad ın olduğunu fark edince alaydan atıl-

. 81
ME1RENiN le.ADI

dım!'' Bu itiraf coşkun bir kahkahayla yanıtlandı; yurttaş Leydier hiç


bozulmadı: "Hemcinslerimin ortak kısmeti olan binakım tasalardan
vazgeçtim; şimdi bu genç yaşımda gidip annemin babamın evine ka­
panmak zorunda mı kalacağım? Konvansiyon'dan hiçbir lütuf istemi­
yorum. Tek istediğim, alayıma geri döruneme izin verıııesi. Verirse,
Cumhuriyete ispat edeceğim ki, bir kadının kolu da vuruşlarını onur­
la ve egemenleri yok etme azmiyle yapıyorsa, bir erkeğin koluyla ay-
t

nı değerdedir.''
.

Genç kız konuşma yerinden ayrıldığında en coşkulu tepkiyi veren-

ler, dinleyici tribünlerindeki kadınlar oldu. Condorcet de var gücüyle


alkışlıyordu. Sarsılıp sallanan Eliza uy�nmadı. Sophie, kocasına doğ­
ru uzanıp kulağına fısıldadı: "lnsan haklan yalnızca, insanların duyar­

lı, ahlaksal düşünceler edinebilecek ve o düşünceler üzerinde uslama


yapabilecek varlıklar olmasından doğar. Bu durumda, aynı niteliklere
sahip olan kadınların da eşit haklara sahip olmaları gerekir. Ya hiçbir
bireyin gerçek hakkı yoktur ya da bütün bireyler aynı haklara sahip-
tir. "

"Demek hatırlıyorsun?" dedi Condorcet, hem şaşkın hem · gururlu


bir sesle. "Az önce duyduklarımıza bakıyorum da, o zaman yazdıkla­
rımın doğruluğuna .daha çok inanıyorum. Fakat bak, bak!'' Yüıleri
asılmış bazı arkadaşlarını işaret ediyordu "Konvansiyon bu noktada
beni izlemeye hazır değil."
-

Birisinin omzunu tuttuğunu hissedip döndü; Llucia'ydı. Birbirleri­


ni Yasama Meclisi günlerinden tanıyorlardı. Perpignan Belediye Baş­
kanı o mecliste Doğu Pireneler ilini temsil etmişti. Coşkuyla kucak­
laştılar; Eliza az kalsın bu iki kocaman vücudun arasında eziliyordu.
Llucia, Mechain'in mektubunu uzat�ı; Condorcet mektubu bir çırpıda
.

okudu. Çocuk babasının kucağından annesininkine geçti. Condorcet

82
METRENiN (CADI

kalktı ve söz istedi.

"Milletvekilleri, arkadaşlarım, daha dün boylamın ölçülmesi işin­

den haber soruyordunuz. Şimdi yurttaş Mechain'den iyi haberler al­


dım! Katalonya'da ölçeceği üçgenler zinciri bitmiş! M�chain önümüz-
.

deki bahara Fransa'ya döneceğini yazıyor. Yurttaş Delambre ile buluş-


.

ma noktalarına doğru ilerleyerek, gözlemlerini Rodete kadar sürdü-


recek.1' .

"Yabancı topraklarda, kralcı tspanya'da," diye bir milletvekili ko­


nuşmayı kesti , "ölçüm sorunsuz ilerliyor, halbuki Cumhuriyetin top­
raklarında yurttaş Delambre en tatsız tersliklerle karşılaşıyor. Kendi-
. '

sinden kuşkulanılıyor, t ut uklan ıyo r, tehdit ediliyor."


.

"içimiz rahat etsin, Delambre11n elinde yeni geçiş izinleri var. "
Açıklamayı yapan Condorcet'ydi. "Bunlar kendisinin rahat rahat do-
- .

}aşmasına olanak verecektir. Her yerde görevi sırasında kolaylık gös-


,,
terilmesi için yönergeler verdik.

Gerçekten de, Condorcet'nin sözünü ettiği geçiş izinleri Delamb­


re'ın eline geçmişti ama , bu, hemen olmamıştı: onları almadan önce
Konvansiyon'un yardımı olmadan başının çaresine bakmak zorunda
kalmıştı.

Biz, onu Saint-Denis'deki kızgın kalabalığın ortasında, ölçümcüye


I

kaydedici çemberin kullanılışını anlatırken bırakmıştık. Yolculuk def-


terine şunları yazıyordu: "Her şey yolunda gidiyordu, ben ayarlamayı
yapıyordum, ölçümcü de dürbünden bakmaya hazırlanıyordu ki, ne-
.

den bilmem, bağırışmalar yeniden · başladı. Durumumuz gerçekten


tehlikeli o1duğundan, Lagny Belediye Başkanı bizi kurtarmak için. bi­
ze karşı sert davranıyorrııuş gibi yaptı, öteberimizin, aygıtlarımızın

mühürlenmesini, arabamızın muhafız birliğine teslimini emretti. iki


yanımızda jandarmalarla oradan ayrıldık.

83
METRENiN lCADl

Bu arada Mecl�s'te bizim için girişimlerde bulunuluyor111u ş. Bela­


nın başından beri Saint-Denis•de saklandığım yere, Meclis Başkanı'nui

imzaladığı bir kararname gönderdiler, sonra da geçiş izinleri geldi.


Böylece tutuklanmamız çevresinde çıkarılan patırtı çok işimize yara­
dı.

Bugün 1 7 Aralık, kış pek yaklaştı. Yakında gözlemlerimizi dur­


durrnanın zamanı geliyor. Akşama sabaha, gözlem yapma olanaksızla­
şacak. Şu sırada çalışmamızı Eşitlik Kilisesi'nde, eski adıyla Kraliçe
Kilisesi'nde sürdürüyoruz. Her yanı açık olan çan kulesi, pek rahatsız
bir gözlem yeri; rüzgar, yağmur ve kar p�ş peşe gelip bizi kahredi­
yor, halbuki Boiscommun'deki çan kulesinin bütün gün, ufuk pırıl pı­

rıl da olsa, görünmeyen fenerini gözlemlememiz gerek."


lki haftadır, gün ışımasından akşamın alaca . karanlığına kadar, ıs-


sız ve kasvetli bir manzaraya karşı, yerden kırk kadem yükseklikte
bir çan kulesinin içindeki derme çatma iskelede büZÜlüp sıkışmış De-

lambre ve Bellet, kendilerini çevreleyen sessizliğin içinde, Boiscom­


mun nirengi noktasının, o koyu renk lekenin görünmesini bekliyor­
lardı.

Oradan yirn1i fersah ötede, kuzey yönünde, hep aynı boylamın


geçtiği yol üzerinde, büyük manej salonunda XVl . Louis'nin y �rgılan­
ması başlıyordu. Tümüyle mahkemeye dönüşmüş olan Konvansiyon,
aralıksız toplantı durumundaydı. Yargıçlar, halkı,n seçtiği yedi yüz
kırk beş milletvekiliydi. Elbette, köyde bundan başka bir şey konu­
şulmuyordu. Hala Paris Haberleri'nin sadık bir okuru olan astronom,

gazetenin gelmesini dört gözle bekliyordu. Tutkulu bir dille kaleme

alınmış uzun makalelerinde Condorcet, her gün duruşmanın özetini


veriyordu.

"Sonunda 3 1 Aralık günü" diye Delambre defterine yazıyordu,

84
MEJRENiN ICADI

"bütün gün boşu boşuna gözlemledikten sonra, güneş lam ufukta kay­
bolurken çan kulesini fark ettim� birden dürbünün içinde yükseldiği­
ni ve orada ince bir tel gibi durduğunu gördüm. Hemen elimizi ça­
buk tutalım dedik ama, iş işten geçmişti, kule ortada yoktu."

Yüzleri mosmor, elleri donmuş, kolları bacakları uyuşmuş astro­


nomla yardımcısı tetikte bekliyorlardı. Bıkkınlığın pençesine düştük­
lerinde, gözlem yerlerini bırakma niyetiyle ayağa kalkıyorlar, sonra
yine oturuyorlardı. Çan kulesi bir kez daha görünürse kaçırıı1amaları
gerekiyordu. Orada öyle beklemeye mahkümdular. Bazen çok öfkele­
niyorlardı: Göze görünmeyen bir gökcismini, geçeceği yol iyi kesti-

rilemeyen bir kuyrukluyıldızı bekleseler neyse, ama durağan bir nes-


neyi böyle gözetlemek! Gözleri yana yana Boiscommun'deki çari kule­


sini görebilmek için on gün daha geçirdiler.

Sıkıntıdan patlamamak için ellerinde Paris Haberleri'nden başka


bir şey yoktu. Bir gün, akşama doğru gazeteyi getirdiklerinde De­
lambre'ın gözleri kapanıyordu� Bellet'den yüksek sesle okumasını rica
etti. Bel1et gazeteyi eline aldı ama, üzeri kırağı tutmuş sayfaları insan­
da karıştırcı1ak isteğini öldurüyordu. Tekdüze bir sesle okumaya baş­
ladı: �Dava bu sabah bitti. 745 üyeden oluşan Konvansiyon'da oylama
sonucu şöyle; Ad yoklaması: vefat 1 , hasta 6. görevde 13, oy verme­
yen 4, oy verenlerin sayısı 72 1 , salt çoğunluk 36 1 . " Bellet durdu,
parmaklarını ısıttı, "gazete okumayı _engellemeyecek özel eldivenler
yapayım," diye düşünüyordu. Delambre, kaydedici çemberin önünde
ayakta, tembel tembel dürbü�le bakıyordu. Bellet okumasını sürdür­
dü: "Oyların · dağılımı: 2 kişi zincire vurma, 3 1 9 kişi hapis cezası,
366 kişi . . . " Delambre bir çığlık attı: "Çabuk, Bellet, geçen seferki gi­
t"
bi olmasın!" Bellet, o an gazeteyi at[ığı gibi ayağa fı rlad ı.
.

1
,
"

Uzakta, batan güneşin ışığında, Boiscomriıun'ün çan kulesi ilk


1

85
.
.
METRE NIN ICADI

günkü gibi görülüyordu; bulutların arasındaki bir açıklıkta, bekle­


mekten umudu kestikleri ok, ufka saplanmış altından bir tele benzi­
yordu. Yerde, açık gazetenin manşetinde LOUIS 366 OYLA ÖLÜME

MAHKUM EDlLDl yazıyordu.

..

86
arıs.

'

"Oraya gitmek zorunda kaldığımda çok büyük bir tiksinti


duydum, ama yine de, elden geldiğince çabuk olarak
Pantheon istasyonuna gitmem gerek. O istasyona bağlı olan üçgenle­
rin, daha uzun süre ayakta kalamayacak olan iki nirengiye gereksini­
mi var. Bunlardan biri, yukarıda da yazdığım gibi Dammartin kasa­
basındaki yakında yıkılacak olan çan kulesi, Malvoisine'deki bacaya
gelince, onu da gecikmeden yıkmaları gerekecek."

Delambre ayağının tozuyla hemen Pantheon'a, işaretin durumunu


görıneye koştu. Bellet'ye gelince. onun istediği tek bir şey. vardı, o da

eğlenmeye gitmekti. Yani pek olağan biçimde kendini Palais-Royal'de


buluverdi. Devrim mevrim, ne olursa olsun, bahçele ri, kemerleri,
kahveleriyle orası, kadın, oyun ve eğlence taşıyordu. Bellet kemerle­
rin altına girdikten az sonra saygıdeğer görünümlü yaşlı bir adam,
süslü kapaklı bir deftercik uzattı, üzerinde "Palais-Royal kızlarının ta­
rifesi" yazıyordu. Bellet parasını verip bir sıraya oturdu, okumaya
başladı.

"Yurtsever eğlentilerin başkente getirdiği ve özgürlük sevgisinin


her gün başkente çektiği taşralı kardeşlerimize: Onları kurbanı olabi­
lecekleri aşırılıklara karşı uyarmak isteriz .

Kardinal Richelieu'nün 1633'ce yaplınp Oç yıl sonra krnla (Xlll. Louis)


sunduğu için Kral Sarayı (Palais-Royal) adını ıaşıyan bu külliye, gerçekte bir
saray değil. bahçeleri, eğlence yerleri, tiyatrolanyla kendine özgü bir yerdi.
-

ç .n .

8-7
METRENiN lCADI

"Bunca yuntaşın özverisinin büyüklüğü ile seçkinleştiği ve her bi­


reyin, kamunun iyiliği için kendini feda ettiği şu sırada, halk, pansi-
.

yonculann taşralı kardeşlerimizi aldattıklarını, korkunç kiralar iste-


diklerini öfke ve kızgınlıkla görmüştür.

"lşte, otelcilerin, pansiyoncuların yaptıklarını şimdi sokak kızları


yapmaktadır. Bu Cythere satıcıları. eskiden çok düşük bir fiyata sa-


hip olduğumuz lütuflarının karşılığını en son haddine yükseltmişler-

dir. Yırtıcı açgözlülüklerini keselere çevirmiş bulunmaktalar. lşte bu


yararlı eşyaya zarar gelmemesi için Venüs rahibelerinin çekicilikleri­
ne biçtikleri ve artıramayacakları ve artırmamaları gereken fiyatların

doğru bir tarifesini gözler önüne senı1ek istiyoruz. Hanımların ad ve


adreslerini verirken, okurlarımıza, bunların ünü iyice yerleşmiş kim­
seler olduklarını ve onlara, güvenle ve aşağıdaki fiyatlarla başvurula­
bileceğini bildirmek isteriz:

"lrene, Palais-Royal , meyhanenin üstünde: 6 lira.

"Therese, Bavyeralı , jacob Sokağı, kasabın evinde: 3 lira.

"Jousse, Ulusal Meclis Galerisinde. Akşam yemeği ve gece: 6,6 li-


ra.

"Barones, Rohan Sokağı, aşçı !nere kardeşlerin karşısında: 5 lira.

"Le Bru, Montmartre Sokağı, lağım kapaklarının karşısı: 5 lira. •

"Sophie ve kızkardeşi, Alçak Sur Sokağı. Gece yemekli bir üçlü


oluşturma: 100 lira.

"Stainville (Mareşal de denir) ikinci lyi-Çocuklar Sokağı. Kendisi


ve öğrencileri, altı kişilik toplu· fiyat: 24 lira.

"Vanboo (dansöz). Komedi Caddesi, arkebüzcünün evinde: 30 lira.

"Evet, şaşırarak görüyoruz ki, alışıldığı üzere 1 2 lira fiyat biçtiği-

Yunan mitolojisinde Afrodit'in adası, aşk ve zevk ülkesi, Kylhira. -ç.n.


88
METRENiN ICADI

miz bu periler, kendiliklerinden, mütevazı bir fiyata inmişler. Bazıla­


rı da, inanılmayacak şey, tokgözlülüğü, insan sevgisini, haftanın iki
gününü -sabah sekizden, yemek saati hariç, gece yarısına kadar­
muhtaçlara ayırmaya kadar götürmüşlerdir�

"Gerçekten bu davranışa aşırı bir yurtseverlik denebilir ama, şu


,
kadınlar da hiçbir şeyin kararını bulamazlar. ,

Hava fazla soğuktu. Bellet kalktı, broşürü katladı. ihtiyar adama


bakındı, kemerlerin altında iki iriyarı kadın ihtiyarı karşılarına al­
mışlardı. Yakındaki bir tahta sıranın üzerine, gösterişli göğsünü çev­
resinde toplanan ahaliye karşı açmış bir kadın çıkmıştı. Aşktan söz
etmeye alışık sesiyle kendini dinletmesini biliyordu: "Bizim, Devri­
me ne kadar katkıda bulunduğumuzu herkes bilir. llk demokratlardan
olmakla övünüyoruz. Çünkü biz, hiçbir zaman sıra gibi, rücbe gibi
ayrıcalıkları kabul etmedik. Yataklarımıza, o düşük markizlerin, kon­
teslerin yaptığının tersine, dükten sonra uşağı, tombalak piskoposcan
sonra fakir mahalle papazını aldık." Sesini alçalttı, sanki bir sır söy­
leyecekmiş gibi bir süre sustu. Adamlar kulak kabarttılar: "Yüreğimi­
zin terazisi bir yana eğildiğinde de bu, her zaman halktan gelmjş asla­
nımdan yana olmuştur."
Heriflerin hepsi göğsünü kabanıp topuklarının üstünde yükseldi.
Bellet kambur sırtını hafifçe doğrulttu, halktan gelmiş aslanıma ben-
.

zemeye çalıştı. Konuşmacı kadını gözleriyle yiyecekti; kadın devam .


etti: "O çok s·evdiğimiz özgürlük bizi zalimlerden kurtardığından be­
ri, bir sürü şırfıntı, yeteneksiz kazık karı gelip bizim mesleğe karıştı.
Bu işin raconundan anlayanlar da buna üzülüyorlar.

�Yurttaşlar, burada Palais-Royal'de çalışan bin tane kız adına talep­


te bulunuyorum. Ülkeden kovulmuş eski aristokratları geri çağıra­
lım. Onlar bizim en sadık müşcerilerimizdi. Onlara, yurtsever bir

89


METRENiN iCADI

eğitim vereceğimize huzurlannızda yemin ederiz, hayat kadını sözü."


Bir kalabalık dalgası, Bellet'yi kadının bulunduğu· tahta sıradan tızak­
laştırdı. Sokak kızı, kalabalık tarafından yutulmuş, gözden kaybol­
muştu. Halden gelen bir grup kadın işe karışıyordu ama, sokak ka­
dınları galip geldiler. Her ne kadar Saint-Denis'de yaşadıklarından
sonra jandarmalara bir çeşit yakıf1-lık besliyorsa da, Bellet, yine de
onlar gelmeden oradan uzaklaştı.

Delambre, Pantheon'a gitmeden önce Akademi'ye uğradı. Orada


coşkulu bir kaynaşma vardı: Marat kısa süre önce sırrını yalnız ken­

dinin bildiği, ortalığı velveleye verici o her zamanki broşürlerinden


birini yayınlamıştı. "Akademilerin despotluğunu, hep hoşlanmadıkla­
rı seçkin yetenekleri ezmekle uğraşmalarını, yanlışlarını inatla sür­
dürmelerini, yeni gerçekliklerin ortaya çıkmasını engellemelerini, ya­
rarlı bttluşların sonuçlarının kullanılmasını kösteklemelerini" kını-
...

yordu. Biraz aşağıda, Lavoisier'ye de veriştiııııişti: "Bütün bu keşifle-


rin sözde babası olan kişi, papuç değiştirir gibi sistem değiştiriyor .

Kısacık bir süre içinde katıksız flojistik içine daldığını, sonra da onu
acımasızca yerden yere vurduğunu gördük. Asit teriminin yerine ok-
.

sijeni, flojistik yerine azotu, nitrik yerine nitratı getirdi. lşte bunun
t
ölmezlik beratları da bunlar:' Daha aşağıda da, ülkede bilim alanında
yapılan her şeyde kendi düşüncelerini dayatan küçük bilginler toplu-
luğuna da "zamane üfi.1rükçüleri" diye sataşıyordu. .
,.
"D'Alembert'ler, Condorcet'ler, Lalande'lar, Laplace lar, Monge'lar,

• [Fransızca, Phlogistique; Flojistik] Ateşi, cisimlerin bileşimine giren bir öğe ya


da ilke olarak kabul eden ve ömrü kısa olmuş, 18. yy. sonunda l.avoisier
tarafından çürütülmüş öğreti. -ç.n. .
' Fransız Akademisi üyelen için kullanılan san. -ç.n.

90
METRENiN iCADI

.
Lavoisier'ler ve bilim çevresinin o üfürükçüleri, bilim ağacının en te-

pesine kendileri oturmak istiyor diye benim keşiflerimin değerini

tüm Avrupa'da düşürebildiklerine, bilim derneklerinin bana karşı çık-


. � , .
m ��ını sağladıklarına inanılır . mı hiç?" Koca bir sayfa boyunca ,
. .

Kraliyet Bilim Akademisi'nin ,ukraliyet" sözcüğünün üzerinde duru-


yordu- kendisine ışık konusundaki keşifleriyle ilgili olarak neler çek­
cirdiğini anımsatıyordu. Söz konusu keşifler "optikte en bilinen şey­
lere karşı" olduğu gerekçesiyle geri çevrilmişti.

Delambre, binadan çıkarken Akademi'nin geri çevirdiği o yapıtın


adını düşundu: "Cam kırıkları, sabun köpükleri ve başka çok ince ya-

rı saydam maddelerin gösterdikleri re nklerin gerçek kaynakları konu­


sunda notlar." Pantheon'a giderken jean-Paul Marat'yı evinin bodru­
munda renklerini incelemek için havaya sabun köpüğü üflerken gözü­
nün önüne getiriyordu

Pantheon'a vardığında, Delambre'a, nirengi noktası diye seçtiği


kubbenin tepesindeki fenerin kırılıp parçalandığı haberini verdiler.
Yapacak bir şey yoktu. Olan olmtlŞtu!

Tam bir mezar! Eskiden Sainte-Genevi�ve Kilisesi olan bu bina,

giriş katındaki kırk pencerenin örülmesiyle 11kçağ tapınakları gibi


yalnızca tepeden ışık alan bir yer olmuştu. uvatanın minnettar olduğu
,
insan .ların cenazeleri buraya gömülmeye başlandıktan sonra, binada
· sürekli değişiklikler yapılıyordu. Zaıen Panıheon'un buna gereksini- .

mi de vardı, çünkü temel bir yapım hatası işlenmişti. Giriş katındaki •

ana sütunlar çatlamıştı. Az ışık olmasına karşın, Delambre köşelerde-

ki sütunları çirkinleştiren o ince çatlakları fark ecci. Her şeyin çökü-

Pantheon'un ön cephesindeki "Minnettar vatandan büyük adamlara" (Aux


grands hommes la patrie reconnaissante) kitabesine gönderıne. -ç.n.

91

·
.
METRENiN iCADI

venııesi tehlikesi vardı. Kahramanlann cenazeleri ikinci kez gömül­


müş olurdu! Binayı sağlamlaştırıııak için işçiler ara verıııeden çalıştı-
rılıyorlardı. .
'
Kurucu Meclis, eski Yunanlılar gibi zamanın utann"ları için bir
Pantheon kurmaya karar verdiğinde elinin altında tek bir önemli ölü

vardı: Mirabeau. Sadece o, hem çağdaş hem ölü hem de halkça sevilen
biri olma niteliklerini kendinde topluyordu.

Kilisenin ölü gömülecek mahzeni ne kadar büyük, ne kadar çıplak

ve soğuktu; ses orada nasıl yankılanırdı! Bunca boş mezar yeri! Her­
halde bu koca tapınak tek bir ölü için yapılmış değildi. Boşlukları
doldurmak için, daha önce ölmüş olanlara başvurıııayı düşündüler.
Yalnız yakın bir tarihte ölmüş olmalan ve halkça sevilmeleri gereki­
yordu. Neyse ki, böyleleri varı11ış; adamları panteonladılar. Oelamb­
re hatırlıyordu . . .

Meydanda iğne atılsa yere düşmeyecek bjr kalabalık vardı; Sei­


ne'den Gözlemevi'ne kadar öğrenci mahallesi büyük günlerin istilası­
na uğramıştı. O 1791 yazı başlarında Paris'te havalar güzel gidiyor­
du. On beş gün arayla, başkenti bir uçtan bir uca geçen bir konej gö­
rülmüştü. Birincisi can çekişen bir alay gibiydi; Tuileries Sarayı'nın
kapısında son soluğunu verdiğinde korkunç bir sessizlik olmuştu.
Öyle ki, kalabalıktan yükselen birkaç öfkeli bağırış adeta rahatlatıcı
bir şey gibi gelmişti. ikincisi bir cenaze alayıydı; tüm Paris'i geçip
Pantheon'un önüne geldiğinde coşku, neşe ve candan gösteriler uyan­
dırmıştı. Bu iki kortejin onur konuklarının ikisi de, kendine göre,

ayrı ayrı. başkentten kaçmayı istemişti. Biri, seksen dördüne kadar


• . .
yaşamasını herhalde kaçabilmesine borçluydu. Ötekininse, o kadar

• rYunanca, Pantheon < pantheion] Tüm tannlar. -ç.n .


.

92
·.
.
.

METRENiN iCADI

uzun yaşayamayacak olması kısmen, kaçışının başarısızlığa uğrama­


sındandı. Kortejlerden biri, canlı bir kralı kacafalk içinde tutar gibi
hapsetmişti. xvı . Louis, kaçmak isterken Varennes'de yakalanmış,
. .

başkente geri getiriliyordu. lkinci kortej , halkın içinde oyalana oyala-


na ilerleyen bir gelin alayı gibi, ölmüş bir filozofun mutlu gününü
. .

kutluyor, halkla birlikte onun adını bağırıyordu :· Voltaire!

Delambre, fenerin eskiden bulunduğu yere çıkan merdiveni elin­


den geldiğince hızla tırzzıandı. Soğuğa çıkınca o korkutucu tapınaktan
ayrıldığı için rahatladı. Bir kez daha, gördüğü şeyle afallayıp kalmış­
tı: Paris bütün görkemiyle karşısındaydı!

Onca yüksekten de görülse, yükseklik altında ezilse de, ilk bakışta


insanı çarpan, bu kentin fıkır fıkır kaynamasıydı; çokluk, çeşitlilik ve
etkinlik. Kent kimliği kendini tüm boyutlarıyla gösteriyordu. Neden
Fransa'nın politikasının burada yapıldığını, neden ülkenin geri kalan
bölümünün Paris'le karşılaştırılınca pek bir ağırlık taşımadığını, ne-
· den bu kentin karşısında Avrupa'nın titrediğini ve kendisine �rezil Ba­
bil" diyen o öfkeli kralcılar tarafından neden tümüyle yok edilmek is­
tendiğini anlamak için yerleşim sıklığına ve yayılma genişliğine bak­
mak yetiyordu.

O ana kadar Delambre, saptanmış işaret yerlerinin tepesinden çev­


reyi gözlemlediğinde sadece sınırsız doğay ı, tarlaları, ormanları, bal­
talıkları gör[nüştü. Aşağıda, kulenin dibinde ya da kilisenin tabanına
yapışmış durumda, yeni doğmuş kedi yavruları gibi birbirinin üstü­
ne kapanmış evleri seçerdi. Bütün o kaynaşma , minicik bir yaşam

adasıyla, çevresindeki yeşilliklerden başka bir şey değildi. Şimdi


önünde u:zanansa çok farklıydı; oradan, Pantheon'tın tepesinden, göz
'

alabild.iğine çatılar, taraçalar, avlular , garip biçimde iç içe geçmiş so-

93
METRENiN iCADI

kaklar görüyordu. Sağlam, birbiriyle dayanışma durumunda, düz.en­


siz ama yapısı belli bir konutlar yumağıyla karşı karşıyaydı. Doğa
ise, uzaklara atılmıştı.
O gün görüş, inanılm�yacak kadar berraktı. Gökte başkenti çevre­
leyen bir bulut örtüsü, en ufak bir buhar bırakmamışt ı. Sanki, hava­
nın duruluğuna zarar verebilecek her şey, güneş ve onun hafif pusu,
görüşü azaltan nem, her şey kovulmuştu ve bu çemberin dışında tutu­
luyordu. Hava loş değildi; gökyüzü duruydu ama ışıklı değildi, başat
renk griydi, çatıların üzerindeki kayağantaşları, dar sokaklann döşe­
meleri, duvarlar, her şey griydi. Dış çizgileri bozan hiçbir şey yoktu;
her şey engebeye, biçimlerin kesinliğine, ayrıntıların ·tanımına çok
uygundu. Delambre aygıtlarını yanına almadığına pişman olmuştu.
Çünkü gözlem yapmak için koşullar en uygun durumdaydı.

Önce, bir ankablür ötede, bir dağ gibi oturaklı, sipsivri bir do­
ruk gibi ince, etekleri ırmağa dalan Notre-Dame katedrali vardı. O
sabah, Seine'in büyük kıvrımlarında hemen hemen hiç trafik yoktu.
Rapee rıhtımındaki mavnaların sayısı üçü dördü geçmiyordu. Kıyıdan
pek uzak olmayan bir yerde, insanı etkileyen bir boşluk dikkati çeki-
'

yordu: Bastille kalesinin yeri! Orası burası kesile, parçalana, ufalana,


koca yapıdan kala kala serpiştirilmiş, aralarında boşluklar bulunan
tümseklerkalmıştı. Bu çöküntünün etkin .. canlı bir şey olduğu, Saint­
Antoine mahallesi denen o karınca yuvasını tüm gücüyle içine çektiği,
o ürkütücü mahallenin diri ve tedirgin edici özünün de b u uygunsuz,
utanç verici boşluğu doldunııaya hazır olduğu hissediliyordu . •

Delambre dönüp Saint-Marcel'e baktı, uzun uztın o dar sokakları


.

inceledi; deri işleyenleriyle Saint-Marcel, duvarcı ustalarıyla Saint-

• [ E nca blure ] Yaklaşık 200 metre karşılığında bir uzunluk ölçüsü. --ç.n.

94
METRENJN Jc.ADI

Paul, paçavracılarıyla Roule, demircileriyle Chaillot. Nasıl bir göz­

lem yeri bu! Ama hiçbir kortej yoktu ortada. O sabah Paris tembel­
likte ısrarlıydı .

Bunun gibi dokuz on yer olsa, kent tümüyle karelere ayrılabilirdi.

Paris ayak takımının b_ir tek hareketi polisin gözünden kaçamazdı!


Henüz hiç kimse, böyle yerleri bu amaçlarla kullanmamıştı Delamb-
.

· re, astronomlarla jandarmaların, birinciler gök cisimlerini, ikinciler


'

insanları gözetlemek için ikiz kulelerde birlikte çalışmadıklarını dü-


şü�üp memnun oldu.

Daha ileride, çevreye doğru, kenti kuşatan binalar dizisinin önün­


de o hiç bitmeyen toplanmalar, birikmeler barikatların yerini belli
ediyordu. Daha ötede, kente tepeden bakan yükseklikler seçiliyordu.
Delambre, meslek alışkanlığıyla uzun uzadıya bunların topografyasını
· inceledi. Menilmontant, Belleville, Montmartre, Chaillot tepesi,
Sevres Ormanı ve . . . Güney yönünde kullanılabilir tek bir nokta.

Sekiz ayda, tek bir dakikayı isteyerek yitirrnediği halde, Delambre

ancak on dört istasyon bitirmişti. Boylamın öteki ucunda ise


Mechain, topu topu iki ayda dokttz istasyonun hakkından gelmişti.

Delambre elden geldiğince çabuk yoluna devam etmek istiyordu.


'

Fakat böyle bir şeyi elde etmek için dizi dizi belgeye gereksinim var­
dı. Bu belgeler de güç elde edilir şeylerdi.

lş, Delambre·ın altı hafta boyLtnca bir pasaport rica ettiği Komün
Genel Kurulu'nun, isteği oybirliğiyle geri çevirmesiyle başladı. Son-
. .

ra, görünürde bir neden yokken, Komün Savcısı Chaumetle, astrono-

. mun lehinde girişimde bulundu. Pasaportlar, birkaç gün önce nasıl


. .

�aris Belediyesi:
• 1

1 789'da Devrim hükümeti olmuştur. -ç.n.



95
METRENiN iCADI
-

oybirliğiyle reddedilmişse, yine oybirliğiyle verildi. Delambre ile


Bellet, hemen Dunkerque·e hareket ettiler.

"Böyle pasaport almak, onu da ikide birde çıkarıp göster111ek zo­


runluğunda olmamız, işlemlerimizin hızı bakımından önümtizdeki en
büyük engellerden biri. Bir istasyondan· ötekine gitmemizi güçleştiri­
yor, bizi gidiş gelişlerde daha sakınımlı olmaya zorluyor; çok
zorunlu değilse bir yere kıpırdamıyoruz; bu durum hakkımızda gü­
vensizlik oluşturuyor, kuşku çekiyor, silahlı nöbetçiler üstümüzü arı­
yorlar, sadece o sırada çalışmakta olduğumuz yerin yüksek görevlile­
rinden ya da halkından değil, yol üzerinde rastladığımız kimselerden
de izin almak zorunda kalıyoruz. Bu kez pasaporttan başka bir de Ku­
zey Ordusu Başkomutanı General Custine'e yazılmış bir tanıtma mek­
tubu aldım . çünkü çarpışmaların olduğu yer, benim işlemlerimi yü­
rüteceğim alana pek uzak değil.

Mont-Cassel eteklerinde küçük bir ordumuz varı11ış. Düşmanın


öncü birlikleri de Kedi Dağı'ndaymış; bense orada bir istasyon · seç-
.

miştim, şimdi · vazgeçmek zorundayım."


"Bay Astronom! Bay Astronom!"

Delambre Kedi Dağı'ndan dönerken kendisine birisi böyle sesleni­


yordu.

"Ben Etienne Charpy, ölçümcü! Hatırlarsınız. . . Hani Saint-De­


,

nis'de? Arabanızı tanıdım da. Başka bir eşi yoktur . . . "

Delambre: "Var, bunlar iki tane, ama ötekine buralarda rastlaya­


mazsınız!'' diye yanıtladı.

Etienne'in yanında hiç ayrılmadığı dostu, topçu Gustave Lantier

vardı. Gustave, Delambre jeodezi dersini vermeye hazırlanırken ona


süngüsünü çeviren gönüllüydü. lkisi de taburlarıyla birlikte Dunker­

que'e gidiyorlardı.

96

Mcra.ENIN iCADI

Astronomun arabası, gönüllü gruplarının arasında zorlukla ilerli­


yordu. Çıplak ayakla yürüyenlerin yanında ötekiler, kunduraları eski
de olsa varlıklı gibi" duruyorlardı. Aralannda birçok zanaatçı vardı.
Dokumacılar, giysilerinden tanınan boyacılar ve badanacılar. Dedikle­
rine göre, başlangıçta boyacıların sayısı o kadar çokmuş ki, yalnız
onlarda� bir tabur oluşturulmuş. Üniforma eksikliği çekildiğinden,
adamların çoğu iş giysileriyle gelmişlerdi; bu da bu birliğin değişik
niteliğini daha göze batıcı dunlma getiriyordu. Cumhuriyetin ordula­
rı gerçekte neyseler onu gösteriyorlardı: Sivillerden oluşmuş ordu­
lardı bunlar. Verdun'de, Longwy'de ve oralardakinden de çok
Valmy'de uğranıla� ağır kayıplar yüzünden sürekli değişiklikler geçi­
ren taburlar, acıklı harıııanlamalara uğramışlar, başlangıçtaki nitelik­
lerini yitirmişlerdi.
Edepsizce yüzünü gözünü boyamış hoş bir kadıncağız yanlarından
geçerken Bellet'ye asılırcasına baktı. Bellet de askerlerin arasına karış­
,,
mış, adlanna hoşgörüyle "eşler denilen birçok kadın bulunduğunun
farkındaydı. Bir grup atlı dörtnala geçerken az kalsın Bellet'yi deviri­
yorlardı. Gönüllülerden biri bağırdı: "Sıçmışım eşitliğine! Atlılar
hep at sırtında, bize gelince, biz hep yaya!" Arkadaşı da:

"Atlı yürüseydi, ona atlı değil, piyade derlerdi," diye yanıtladı.

Geceye kalınca, astronomla yardımcısını askerlerin konakladıkları


yere buyur ettiler. Bir ateşin çevresinde toplanmış askerler konuşma­
dan, asık yüzle karınlarını doyuruyorlardı; gözleri acımasız ve üzgün
bakıyordu. Hala o inanılmaz haberin etkisi altındaydılar: Dumouriez,
generalleri, onları Valmy'de utkuya götürmüş olan adam hıyanet et-
mıştı.
• •

. Ölçümcü yeni gelenleri tanıttı. Burada karışım yapılmış yani, gö-

97
METRENiN le.ADI

nüllülerle düzenli askerler eşit oranda bir araya getirilmişti. Ölçüm­


cü, genel kunııayda görevli olduğundan bulabildiği tüm haritaları na­
sıl incelediğini ve boylamın geçtiği yerleri nasıl teker teker birleştir­
diğini anlattı. "Şu sizin boylam Berry'den geçmez mi? Ben Dun-le­
Roy'lıyım da." Gustave lafa karıştı: "Ben Valmy'liyim; ona inanma­
,,
yın, hemşehriyiz, komşu kasabadandır.

"Doğru, Valmy'liyim. Orada ölmediğime göre sanki orada doğ­


muşum gibi. n

"O senin Berry, dünyanın merkezi mi sanki?" Bunu düzenli asker­

lerden biri söylemişti. Bellet de, Berry'nin dünyanın merkezi olma.­


makla birlikte pekala Fransa'nın merkezi olduğunu söyledi ve Etien­
ne'e Dun'ün seçtikleri istasyonlardan biri olduğunu doğruladı.

Delambre'ı arabasına geçirirken ölçümcü, ısrarla annesinin babası-


.
..
...

nın adresini verdi. "Hep şu sizin üçgenler işini düşündüm" dedi. "Pek
bitirim, pek ilginç bir şey." Sustu. Uzakta, karanlıkta konak yerinin
ateşleri pırıldıyordu. ôlçümcü, çekine çekine bir şey söylemeye baş­
ladı, sözünü yarıda bıraktı, sonra yine sürdürdü: "Acaba yer ölçümü
için beni almaz mısınız? Savaş bitince, elbette."

Dunkerque gururlu bir kentti. O�alılar "lngiltere'nin gözüne batan


çöp" olmakla öğünürlerdi . Delambre ile Bellet'nin yeşil boyalı arabası
kapılarından girdiğinde kent kaynaşmanın doruğundaydı. Kale korku­
luğundan bakınca toplarını kente · çevirmiş, savaş düıeninde dört fir-
.
'

kateynin korumasında otuz lngiliz gemisi görülüyordu. lngiliz korno-


dorun ültimatomuna, liman kumandanı şöyle yanıt göndermişti: "Ba­


na hücum etme onurunu benden esirgemeyin, karşılık verl11ekle onur
'

duyacağım." •

·
Tüm nüfustan katkı bekleniyordu. Bek�rlar silah a_ltı.ndaydı, evli
'

98


ME'raENIN iCADI

erkekler ya silah yapımı işini üstlenmişti ya da yiyecek taşıyorlardı ,


kadınlar çadır, giysi dikiyor, genç kızlar hastanelerde çalışıyorlardı;


çocuklar bile eski çarşafları yırtıp sargı bezi yapıyordu. lhtiyarlara
gelince, •ckentin meydanlarına gidip savaşanları yüreklendirmeleri"
istenen ihtiyarlar, kendilerine gereksinim duyulacağı zamanı bekli­

yorlardı. Herkes, asker olsun sivil olsun herkes, Konvansiyon Mecli­


si'nin direnme hareketini örgütlemekle görevlendirip Dunkerque'e
yolladığı Carnot'nun çevresinde kenetlenmişti. Saldırı püskürtüldü.

Gerdanlık gibi boynuna asılı siyah deriden omuz kayışına tuttu­


rulmuş palaya benzer bir kılıç, beline sarılı kuşak, kırmızısı en tepe­
de olmak üzere ulusal renklerde üç tüy takılı bir şapka, işte Car­
not'nun görevdeki Meclis temsilcilerine özgü yeni giysisi içindeki gö­
rünümü buydu. Her yerde bulunuyor, her şeyle uğraşıyor, her işi çö­
zümlüyordu. Üstesinden gelemediği tek bir sorun dışında: Sokak kız­
ları! Kışlalar, konak yerleri bunlarla dolup taşıyordu; askerden çok
sokak kızı vardı. Örneğin, Douai'de karargah 350 ere indikten sonra
bile 3000'den fazla kadının bulunduğu görülmüştü. Bir askere on kız!
Bir de Cumhuriyetin askerlerini yoksun bıraktığını ileri sürenler çı­
kıyordu! Konaklama yerlerinde yalnızca evli askerlerin eşlerinin bu­
lunmasına izin veren yasaya karşın, bunlardan kurtulmak olanaksızdı.
Kendilerine bakılırsa hepsi asker karısıydı. Camot eline kalemi alıp
Konvansiyon'a şöyle yazmıştı: "Birliklerimizi izleyen şu kaltaklardan
bizi bir kurtarsanız, gerisi kolay! Askerlerimizi sinirlendiriyorlar,
bulaştırdıkları hastalıklarla da bize düşmanlarımızın topundan tüfe­
ğinden daha çok zarar veriyorlar." Kamu Kuruluşu Kurulu, orduyu
izleyen kadınların, asker karısı da olsalar. derhal uzaklaştırılmasını
öngören bir karar aldı. Çamaşırcılar ve ordu bakkalları bu kararın dı­
şında bırakılıyordu. Böylece ne kadar çok . bakkal bulunduğu ortaya

99
MELRENIN iCADI

çıktı.

Sokak kızlarına karşın savaş, İngiliz ablukasına karşın çalışma sü­


rüyordu. Boylamın iki ucundan biri olan Dunkerque'te, Delambre,
kentin enlemiyle ilgili çok önemli ölçümlere girişti. Zemini düzleyen
Bellet'nin yardımıyla kaydedici. çemberin dürbünlerini Kutupyıldızına
yöneltmeye hazırlandığı sırada bir mektup getirdiler. Paris'ten, Cen­
net sokağındaki evinden gönderilmişti ama, oraya da Barselona'dan
yollanmıştı. Nihayet Mechain'den bir haber! llk mektubuydu bu!

"Montjouy, 23 Şubat 1 793.

Yurttaş Delambre,

Sevgili meslektaşım,

Size yazmayı uzun zamandır istiyordum ama, aylardan beri I<aca­


lonya dağlarında dolaşıp durduğum için pek fırsat bulamamıştım; bir

de mektubu hangi adrese göndereceğimi bilemiyordum. Sonunda öğ-


rendim ki, Ocak ayında Paris'e dönmüşsünüz.

Moniteur'de, Eylül ayında başınıza neler geldiğini okudum. çok


. .

üzüldüm. Aynı zamanda açıların ölçümündeki başarınızı da öğren-


dim , ona da çok sevindim. Bize gelince, biz üçgenlerimizi sizin kadar
kesinlikle kapayamadık. Fakat, benim. beceriksizliğim bir yana, bu
dağlarda, yayla topraklarında rastlanmayan engeller çıkıyor. Uygun

zamanların sayısı az ve bunlar hep kısa sürüyor.

y
istasyonlarda istediğimiz kadar uzun kalamı oruz ve çıktığımız
istasyona bir daha rahat dönemiyoruz . . . Özellikle yalnız olmadığı­
mız, hareketlerimizde · özgür bulunmadığımız zamanlar... Bununla
birlikte candan yardım gördük, çalışmamız için gerekli tüm araçları
sağladılar.

Yıldız gözlemlerini bitirmek üzereyiz. Kutupyıldızıyla ilgili göz-

100
METRENlN iCADI

· lem sonuçlarını Mösyö Borda'ya gönderrniş bulunuyorum. Büyüka-

yı'daki Ksi'nin gözlemleriyle ilk hesaplarını bu hafta gönderebileceği­


mi sanıyordum ama, · ertelemek zorundayım, çünkü Ispanyol meslek-
. .

taşlarımız, bugünkü koşullarda bütün çalışmamızdan kendilerine kop-


yalar vermemizi istiyorlar, birçok kopya gerekiyor. .

Şayet Paris'te, zenit noktasında yıldız gözlemlerinden birkaç rane


daha yapmamız isteniyorsa, bunun bize hemen bildirilmesi gerekir,
çünkü burada daha uzun süre kalamayacağımız kesin. Dün, Ispanyol
çalışma arkadaşımız Mösyö Gonzales bizi bırakıp bir korsanın izini
sürmeye gitti. Korsan ayın l 9'unu 20'ye bağlayan gece, tam benim

enlem ölçümlerimi yaptığım Moncjouy hisarının altında, bir Ispanyol


gemisini kaçırc11 ış. Ben yeni gelmiştim ki . . . "

Mechain her akşam, günün oralarda las tardes dedikleri bu saatin­


de yaptığı gibi, aygıtlarını hisarın taraçasına yerleştirdi. Taraçaya yer
kapaklarından çıkılıyordu. Oraya, kulenin köşelerinden birine dayalı
bir kulübe yaptırcı1ış, sarkacı bin�nın duvanna saplamıştı. Ölçüm
çemberinin ayağı ağır yer taşlarına oturuyordu� kulübenin pencereleri
açıkken, kapaklar da kaldınlmışsa tüm boylam, deniz ufkundan ku­
zeydeki dağlara kadar görülüyordu. .'·

Bina, Barselona limanına bakan bir tepenin üzerinde yükseliyordu .


Oraya gitmek için kentin en tehlikeli barrio'larından birinden geç-


mek gerekiyordu; limana yapışmış, iç içe geçmiş . dolambaçlı sokak­
lardan oluşan bir kesimdi. Denizci, asker ya da serseri olmayan biri
.

oralarda dolaşmayı göze alamazdı. Gonzales -Krallık Donanmasının


.

bir subayı!- yanında gelmeseydi, astronom hiçbir zaman oraya gire-

llspanyolca] Mahalle, semt. �.n.

101

. .

METRENiN iCADI
'

mezdi.

Hisarın uç kuleleri · denize uzanıyordu; öyle ki, taraçadan deniz,


gemi direğinin tepesinden bakılıyorınuş gibi görülüyordu; Akdeniz,
insanın ayağının altındaydı.

Güneyde , Afrika kıyılanna yarı yol uzakta, Balear Adaları vardı


ama görünmüyordu. Daha uzakta, aynı çizgi üzerinde Cezayir.
Mechain uzun uzun denizin sonsuzluğuna baktı. Tasarısı başarıya ula­
şabilse! Evet, zihninde çılgınca bir tasan vardı, Boylamın ölçümünü

Balear Adaları'na kadar uzatmak istiyordu. Sonra da, pekala olabilir­


di, Afrika'ya kadar. Sonsuz deniz insana dfışler kurdurur. Optik ala-

nında, teknik alanda yeni ilerlemeler olursa, Cezayfr dayısıyla banş-


ta olursak, bir de . . . Ne büyük bir haşan olur, Dunkerque'ten Ceza­
yir'e boylamı ölçmek! Bu konuda kimseye bir şey çıtlatmamıştı; zih­
ninde evirip çevirdiği bir düşünceydi yalnızca.

Şimdilik her şey onu Kuzeye çağınyordu. Her akşam, ölçüm çem­
berini yerine yerleştirip de çıplak gözle bilmem kaçıncı kez

Küçükayı'nın Demirkazığı'na baktığında hep, "işte gökkubbenin oyna-


mayan noktası, inatla bana Kuzeyi, Rodez'i gösteren, kazık çaktığımız
nokta,'' diye içinden geçiriyordu. Sonunda Küçükayı kümesi ile kendi
bakır renkli arabasını özdeşleştirir olmuştu. Delambre'ın yeşil araba­
sı da Büyükayı'ydı. Duru gökyüzünde kötü bakışlı Ejderha, kuyru­
ğuyla sonsuza dek kutupyıldızını çevreleyip hapsedecek gibi görünü­
yordu. Mechain, içi kürklü giysisine karşın ürperdi. Mevsim kıştı.

Gündüz hemen hemen unutulsa bile, Barselona'nın serin geceleri insa­


na bunu yeniden anımsatıyordu:

Mechain ölçümü belirlerken, Tranchot, küçük bir fenerle· düıeci

• [Le dey d1Alger] 167 1 · 1830 yıllan arasında Cezayir'de yönetim başkanına
verilen san. -ç.n.

102

METRENiN iCADI

aydınlatıyordu. Kulenin dibinde gelip geçenler hafif bir ışığın altında

iki gölgenin bir şeyler yaptığını görebilirlerdi.


'
• �
1

En aşağıda barrio kaynıyordu. Dünyanın dört bucağından gelmiş


• •

Doğu Akdenizli, Yunanlt, İngiliz, Portekizli gemicilerle dolup taşan


. '

kahvelerden ve meyhanelerden duyulan bağırış çağırışlar ara sıra

yükselen heyecanlı el çırpışlarıyla . birlikte geceyi delip geçiyordu. ,


I

Açık saçık şarkılar, ' kavgacıların naraları, sanki şiddet yüklerinden


.
ar.ınmış gibi boğuk bir perdeden geliyor, Montserrat'nın doruğunda
.

işitilen şarkılara hiç benzemeyen yanık gemici türküleriyle birlikte


Mechain'in çalışmasını sürdürdüğü taraçayı dolduruyordu. Yüzlerce

. ölçüm yapılıyordu: Ejderha'nın Alfası� Koç ve Pollüks'ün Beta'sı . . .

Ufukta güneş alçalıyordu. Mechain, Tranchot ve Gonzales'le tara­


.
çaya yeni çıkmıştı. Üçü birlikte tam yerleşmekteydiler ki, açık deniz­
den gelir gibi pe.ş peşe birkaç patlama duydular. Bir dürbün kavramış

olan Gonzales "Madre di Dios!•' diye haykırdı. lspanyol bandıralı bir


ikidirekliye, yunus çevikliğiyle bir görünüp bir kaybolan, ama kor- ,

kulacak derecede silahlanmışa benzeyen küçük bir korsan gemisi sal-


, dır iyordu. Gonzales dürbününü ]imana çevirdi. Rıhtımda tek bir sa-
'

vaş gemisi bile yoktu! Çaresizlikcen kudurarak, Fransızlara veda bile

etmeden ç ıktı gitti.

Yıldırımdan önceki şimşek gibi, çok büyük bir parıltı denizi alev

rengine dönüştürdü; �unun arkasından da korkunç bir patlama geld i.


. .

lkidirekli batmıştı. Haberler gelmeye başlamıştı bile. lkidirekli Ame-


rika'dan dönüyormuş, altın sikke ve külçelerle doluymuş. Korsan ge­
misine gelince, kimileri Arap, kimileri ise Fransız olduğunu ileri sü-


"
. .

. .

' '
1
1

• 1

(lspanyolca} Ey Mezyem Ana! Aman Tannın gibi bir ünlem. -ç.n.


-
.
.
.

. 103
..
• •


1

'
.' • •

. .
;
METRENiN iCADI

rüyorlardı. Mechain ile Tranchot alelacele aygıtlarını toplayıp kimse­


nin gözüne görünmeden çekildiler.
Hana döndüğünde Mechain Delambre'a bir mektup yazmaya karar
verdi; gördüklerini anlattıktan sonra lafı şöyle bitiriyordu: "Bir süre­
dir burada Fransızların rahatı yok; burada kalmak Fransızlar için zah­
metli, en azından tatsız. Önümüzdeki ay Fransa'ya döruneye niyetliy-

dim ama, yeni bir komutan atandı, şimdi dört gözle onun gelmesini
bekliyorum. Bize ne diyeceğine ve neler yapmamıza izin vereceğine
bakıp, ondan sonra yolumuzu saptayacağız. Görüyorsunuz ya, yolu­
muz pek belli değil.
"Rica ederim, se\'gili meslektaşım, bana nirengi noktalarını kur­
ma çalışmalarınız konusunda biraz ayrıntı verin; onlara nasıl bir bi­
çim veriyorsunuz, yazın. işlemlerimizde bir eşgüdüm bulunması
için, bu gerekli."

Başka bir akşam, gözlemlerle geçen uzun bir günü bitirip hisardan
ayrılmış, liman boyunca ağır ağır kaldığı hana doğru yürüyordu ki,
ne olduğunu belirleyemediği bir şey kendisini çekiyor gibi geldi. Ba­
şını kaldırdı.
Montjouy hisarının önünde nöbet tutan askerler , Fransız astrono­
mun gözlem yerine biraz önce oradan indiği hızla yeniden çıktığını
görüp şaştılar.

Ne kadar da güzeldi! Öylesine kesin çizgileriyle, çekirdeği, dar


kuyruğu ve çevresindeki bulutsu perdenin ötesinden bile kusursuz ol­
duğu anlaşılan saçlarıyla çok güzeldil Ejder'in Ksi1sinin ötesine geç-

mek üzereydi. Bu, Mechain'in rastlantı sonucu ve çıplak gözle gördü­


ğü ilk kuyrukluyıldızdı.
Elinde olmadan .. şu kuyru-kluyıldızlar ne acayip birer gezegen! "

104
METRENiN iCADI

diye düşündü. "Bize kısa bir süre görünüp arkasından yüzyıllar boyu
saklanıyorlar!'' Ertesi gün, gökyüzü açıktı, kuyruk görünüyordu.
Kuyrukluyıldız, Kefeus kümesinin kuzeyine geçti. Sonra Kasyope­

us'un Beta'sı boyunca ilerledi. Ü ç gün sonra sanki gökyüzü tarafından

kemirilmiş kuyruğundan kala kala soluk bir izden başka bir şey kal­
mamıştı. Ö te yandan çekirdeği, çelik bir bilye gibi gökyüzünde yolu­
nu öylesine bir kesinlikle çiziyordu ki, bir astronomdan başka biri
'

bu kesinlikten ürkerdi. Ertesi sabah, kalın bulutların arkasında yitip


gitti. Mechain, kuyruklu yıldızı ancak iki gün sonra, Koç burcunun
Gamma'sı dolaylarında buldu. Sonra, gökyüzü yeniden duru bir gö­
rünüm aldı; fakat kuyrukluyıldız ayın çok yakınında olduğundan ışığı
çok zayıf görünüyordu. Bir an, bu iki gökcisminin birlikte hareket et­
tikleri görüldü, sonra birbirlerinden uzaklaştıkça, özellikle Balık bur­
cunun Pi'si dolaylarında , kuyrukluyıldız renklerine yeniden kavuştu.

Ay ışığı her akşam arttığından, kuyrukl uyıldızın zayıflayışı açıkça


.

görülüyordu. Kısa sürede, Mechairi artık görünümüne bakıp onun)a


ilgili bir yargı da bulunamaz oldu. Uzaklaşıyordu. Balina kümesinin

Kappa'sı, sonra Oryon'un Sigma'sı, ondan sonra Eridan'ın Mü'sü ol­


du, en sonunda . . . En sonunda artık hiçbir şey olmadı, sadece kaybol­
du, yıldızlar ötesine gidip yutuldu.

llk aşkı!
Mechain yeniden kendini bir astronom olarak hissetmişti; kuyruk­
luyıldızın görüldüğü noktaları büyük bir kesinlikle kaydetti. En iyi

kuyrukluyıldız astronomu değil miydi? Ama bu alanda bir rakibi var­


dı: Miss Caroline.

"Yıl 1786. 1 7 Ocak'ta Mösyö Mechain, Kova burcunda bir kuyruk­


Juyıldız keşfeder, öte yandan 1 Ağustos'ta Miss Caroline Herschel, Sı­
ğırtmaç ve Herkül Kümeleri içinde küçük bir kuyrukluyıldız gözlem-

105
. . '

METRENiN iCADI

ler. Bu sonuncu, çıplak gözle görülemediğinden o kadın gözlemcinin


yürekliliği ve titizliği olmasaydı l1erhalde kaçırılırdı." O tarihten beri
Caroline ile Pierre arasında tatsızlığa kaçmayan bir yarışma vardı.
l 789'da İngiliz kadın Fransız _erkeğin önüne geçerek iki kuyrukluyıl-
.
.

dız bulmuştu, halbuki Fransızın bulduğu bir taneydi. 90'da yarışma


iyice kızışmıştı. 7 Ocak'ta Caroline, Pegasus kümesi içinde, 9 Ocak'ta
Mechain, Balık burcunda birer tane yakalamışlardı. Bu sonuncu,
Mechain'in bulduklannıh sekizincisiydi. 92'de bilimsel seferin başla­
masından hemen önce eşitlik kuruldu: lkisi o yıl toplam üç kuyruklu­
yıldız bulmuşlardı. Belki Mechain bir gün, o lngiliz kadınına rastlar-

dı. Savaş bittiğinde, Greenwich'te . . .


. .

Ertesi gün Mechain, kendisine yakınlık gösteren amatör bir astro­


nom olan Doktor Salva'nın daveti üzerine , Barselona'dan ayrıldı.
'

Tranchot da onunla birlikte geliyordu. Tarih, 25 _Şubat'tı, hava kara-


rırken ay tutulması başlayacaktı.

Montserrat yakınlarında büyük bir malikaneydi; doktor ve karısı


Maria konuklarını karşıladılar. Evin hanımı ufak tefek esmer, hare­
ketli, canlı bir kadındı, kusursuz bir Fransızca konuşuyordu, yabancı
olduğunu belli edecek bir şive bozukluğu yok gibiydi. Mechain elini
öpünce hoşuna gitti: "Görüyorum, Fransa'da görgü kuralları bozul­
mamış'' dedi. "Nasıl deniyorınuş şimdi? Yurdaş?"

"Yurttaş" diye Tranchot düzeltti .


,
..Yurttaş Tranchot, yurttaş · Mechain. Oh, kulağa pek hoş geliyor.,

Salva hemen yeni aldığı bir ş_eyi göstenııe k istedi. Hidrolik bir

tulumbaydı bu. "Saatte on velt! Küçük bir mucize!'' Coşkuyla daha

fazla anlatacaktı ama, kansı engel oldu .

• [Fransızca] B ölgesine göre 7 ya da 8 litre karşılığı olabilen eski bir sıvı ölçü
birimi. -ç.n.

106
t


METRENiN lCADI

Birkaç saat sonra aygıtlar bahçenin orta yerine kurulmuştu. Maria,


Mechain'in yanında duruyordu. Malikanenin öteki ucunda bu iş için
düzenlenmiş güvercinlikte de Salva kendi araçlarıyla aynı gözlemleri

yapıyordu. Maria astronomi konusunda bir yığın soru soruyordu.


Mechain, anlattıklarını "Bütün bunlar kesin ve düzenli şey·lerdir" diye
bağladı. "Astronomun görevi. düzenli devinimleri bulmak, bunların
yörüngelerini çıkaıcrıak, gözlemlediği gökcisimlerinin ayrı ayrı yö­
rüngelerini hesaplamaktır.'' Maria: "Yani," geleceği bilmek'' diye sözü­
nü kesti. Mechain, yaptığı işe o zamana kadar hiç böyle bakmamışrı.
Düşündü: "Bir kıyamet kopup da dünyanın düzeni bozulmazsa, ger-
.

çekten de, giriştiğimiz iş o: Evrenin sonunu bilmek."

Hava karardı: Ay tutulması başlamıştı. Birbirlerine yakın duru­


yorlardı; karanlıkta konuştuklarından kadın, erkeğin hareketlerini gö­
zünde canlandınyordu; erkek, kadının dikkatli olduğunu tahmin edi­
yordu.

"Yerküre ay ile güneş arasındaysa, bir perde oluşturur ve ay gö­


rünmez; buna ay tutulması denir. Ay, yerküre ile güneşin arasınday­
sa, güneşi görrı1ez oluruz, bu da güneş tutulmasıdır. Tam güneş tu­
tulmaları çok kısa sürer. On dakikayı geçmez. Bunlar pek seyrektir.
En sonuncusu 1 724 yılında olmuş."

"Bundan sonraki ne zaman olacak?"

'4Bu soru bana ikinci kez soruluyor!" diye Mechain şaşkınlığını


belli etti. �Birincisi Tuileries Sarayı'ndaydı. " Maria'nın gözlerini gö­

remiyord u. Fransa'dan, en çok da Paris'ten gelen her şey Maria'yı he­


yecanlandırıyordu. "An1atın, ne olur!"

"Komisyon hiç eksiksiz toplanmıştı. lki sıra halindeydik. Çeyrek


saattir bekliyorduk ki, birden kralı karşımızda görüverdik. Kimse
'

içeri girdiğini duymamıştı. Ben kendisini o güne kadar hiç görme-

107
METRENiN tCADI

miştim. Akademinin büyük salonundaki resmine benziyordu. Belki


biraz daha şişman, biraz daha yaşlıydı. Önce kişisel olarak .tanıdığı
bir bilgine, Cassini'ye hitap etti: 'Nasıl, Mösyö Cassini, duyduğuma
göre büyükbabanızın daha. önce yapmış olduğu, boylamı ölçme işini
bir daha ele alacakmışsınız! Ondan daha iyi yapacağınızı mı iddia edi­
yorsunuz?' Cassini: 'Ona oranla çok büyük bir öndeliğim olmasaydı ,
elbette ondan daha iyisini yapmakla övünrnezdim' diye yanıtladı. 'De­
demin kullandığı araçlar, açıları on beş saniye bir yanılma payıyla öl­

çebiliyordu. Ancak Borda Beyi, kendileri buradadır, yanılma payı bir


saniye olan bir ölçüm çemberi gerçekleştirdi. Bütün onur onun ola­
caktır, efend imiz.'

Borda, Cassini'nin yanında duruyordu. XVI. Louis ona dönerek:


'Kutlarım, beyim' dedi. 'Umarım, Versailles'daki işliğime gittiğimde,
nasıl işlediğini bana anlatırsınız.'

Borda'nın yanında Condorcet vardı, sonra Lavoisier, sonra ben.


Kral benim önümde durdu: 'Kuyrukluyıldızlan gözlemlemekte uz­
manmışsınız' dedi, 'bir de ay tutulmalarında. Bundan sonra, ilk ay tu-
,

tulmasının ne zaman olacağını biliyor musunuz?' 'Bir buçuk yıl son­


ra, efendimiz, hesaplarım doğruysa 25 Şubat l 793'te.' -'Peki, ilk gü­
neş tutulması? diye sordu bu kez. '2026 yıhnda, efendimiz,' diye ya-

nıtladım. 'Olmayacak şeyi istememeli. Ay tut �lması yeter! Birlikte


bakarız. Herhalde yolculuğunuz o tarihe kadar biter, değil mi?'"

Ay yeniden ortaya çıkınca, Mechain Maria'yı görebildi. Otların


1

üzerine oturmuştu. Onun da kendisine baktığını gördü, yanına otur-


du, anlatmasını sürdürdü: "Soluk soluğa bir subay içeri girdi, alçak
sesle krala bir şeyler söyledi. Kralın hemen tasalandığını gördük,
sonra birden bize doğru ilerledi: 'Kusura bakmayın, beyler' dedi. 'Gö­
rüşmemizi kesmek zorundayım-. Birbirimize işimiz rast gitsin diye- ·

108

-
METRENiN iCADI

lim, her birimiz elden geldiğince yolunun sonuna çabuk varsın.'"

Mechain ayağa kalktı: "Beş saat sonra, XVI. Louis Paris'ten aynLc:lı.
'Varennes kaçışı' dedikleri şey işte bu."

"Bu akşamsa" dedi Maria, "size verdiği randevuya gelemedi."

Mechain, neşesiz bir sesle: Ay tutulmaları o kadar sık görülmese


u

,
de bir kralın başının kesilmesi çok daha seyrek görülen bir şeydir. ,

Salva'nın güvercinlikten gelen sesi gecenin sessizliğinde çınladı.


!ranchot'ya söylüyordu: "Biliyor musunuz, dün Barselona'da en hazık

tabiplerinizden birine, Paris Tıp Fakültesi'nden Doktor Thierry'ye


.

rastladım. Madrid'den dönüyorınuş. Orada çok uzun bir inceleme


yapmış. Başlığını \Pireneler diye bir şey kalmamış, evladım, koymuş.
Dediğine göre, incelemesinde, Madrid'deki bağırsak hastalıklarıyla
dünyanın başka yerlerinde görülenler arasındaki fa rkları anlatıyor-

muş.
il

Mechain, saf saf: "Önemli ayrılıklar bulmuş �u?" diye sordu. Bu


sırada gökte cılız bir hilal pırıldıyordu. Tutulma iki saat sürmüştü.

Geç uyandılar. Salva hemen konuklarını bir gün önce sözünü etti­
ği hidrolik tulumbanın yanına götürdü. Kocaman ve parlak kırmızı
y
makine i bir tahıl ambarının yanına yerleştirmişlerdi. Maria, tehlike­
li bulduğu bu 'yenilikler'den hiç hoşlanmadığı için onları yalnız bı­
raktı.

Kocası: "Maria politikada ilerlemeden hoşlanır ama, teknikte iler­


leme söz konusu olduğunda karşıttır! " diye laf attı.

"Kocam için de övle bir zıtlık vardır, fakat" dedi Maria, "ters doğ­
rultuda."

Her zaman tulumbayı bir çift at çekiyoıınuş · ama, o sabah hayvan­


lar bitişik tarlada çifte koşulmuşlar. Makineyi her şeye karşın çalış-

109
MEIRENlN iCADI

tırmak için sabırsızlanan Salva, Tranchot'yu kendine yardıma razı


etti. Mechain de ambarın içinde bekleyip kanallara su gelip gelmedi­
ğine bakacaktı.

Üçü de konumlannı aldılar. Mechain, arkadaşlarının tulumbayı



çalıştırmada zorlanırken çıkardıkları sesleri duyuyordu. Su fışkırdı.
Korkunç feryatlar, Mechain'i dışarı uğrattı. Makine almış başını gidi­
yordu . . . Tulumbanın tekerleğinin sürüklediği Salva ve Tranchot, ku­
yu bileziğiyle tekerlek arasında ezilmemek için, var güçleriyle kayışı
gittikçe gerilen ağır kola asılıyorlardı. Mechain atıldı. Bu arada kayış
o kadar gerilmişti ki o, tekerleğin hizasına geldiğinde, arkadaşları
ellerini açıverdiler. Mechain ancak bir alevin, kendisini yakan bir
kuyrukluyıldızın altında kaldığını görebildi. Yere serilmişti. .
Toprakta garip bir konumda yatıyordu, yüzü ve gövdesi kan için­
deydi. Sağ kolu çıkmıştı. Salva'nın ilk tanısı, pek zanf bir yaşama
olasılrğı bulunduğunu gösteriyordu. Yaralının arkasında, o dayanıl­
maz sessizliğin içinde makinenin kolu dönüp duruyordu .

1 10
- 8 -

lusal Konvansiyon'dan, boylamla ilgili o bitip


''
tükenmek bilmeyen işlemin sonunu beklemeksi­
zin ağırlık ve uzunluk ölçü birimlerinin eşitlen­
mesi buyruğunu vermesini rica ediyoruz. Zaten söz konusu işlemin

amacı, boylama bir kusursuzluk vermektir; bu da çok gerekli olma­


yan bir şeydir.'1 Bunu yazmaya cesaret eden kimdi? Condorcet! Paris
Haberleri'nde yazıyordu. Delambre, postanenin avlusunda gazeteyi
açınca bu suçlayıcı makaleye gözü takılmıştı. Kendini inandırabilmek
için iki kez okumuştu. "Bitip tükenmek bilmeyen," Condorcet öyle
diyordu: "bitip tükenmek bilmeyen!"

Bellet'yle buluşacakları kiliseye döneceğine kırlara doğru yürüdü.


Şu sırada acele etmenin bir anlamı var mıydı? Yok, hayır, hemen
Paris'e dönüp Condorcet'den açıklama yapmasını istemek gerekiyor­
du. Komisyonu toplamalı, mes1ektaşları razı etmeliydi. Şunu yapma­
lıydı, bunu yapmalıydı ... Ama neye yarar? Delambre girişeceği işin
zorluğu karşısında büyük bir bezginlik duyuyordu. "Herhalde Devri-
min kusursuzluğa gereksinimi yok, şimdi sadece etkililik ona yetı-

yor," diye düşünüyordu, yumuşak toprakta ilerlerken.

Cortdorcet, nasıl olmuş da bu kadar değişebilmişti? Yasama Mecli­


sinin kürsüsünden "kolay olanın peşinden gicmektense, tamlığa en ya­
kın olanı istemek zorundayız" diyen o değil miydi? Dün göklere çıka­
rılan o camlık, şimdi birdenbire, "çok gerekli olmayan bir şey" duru­
muna düşmüştü. Kime gerekli? Neye gerekli?

111
METRENiN iCADI

Delambre, Condorcet'nin , görevlerinin altında çok yorulduğunu


. .

biliyordu. Birçok encümenin belli başlı çalıştırıcısıydı. O encümen-


lerde bir alay görevi bulunuyordu. En çok da eğitim encümenindeı
gerçekten yeni, her yerde "devrimci" olduğu söylenen bir öğretim la.­
sarısının temellerini atmıştı. Fakat, sorun orada değildi. Konvansi- _
yon, Cumh t1riyete yeni bir anayasa yapılmasına karar vermişti. Yan­
şan iki tasarıdan birini kaleme alan Condorcet'ydi. Ötekini Robespier-

re ve arkadaşları savunuyorlardı. Bu vesileyle, filozofa sert saldırılar


yöneltiliyordu. Ama bu da her şeyi açıklamazdı. Delambre'ın duydu­

ğuna göre, Ölçü ve Ayarlar Encümeni feshedilmiş , onun yerini bir


"Geçici Ölçü ve Ayarlar Ajansı" almıştı. Kısacası, Paris'te herkesin,


. .

Condorcet'nin önerisi doğrultusunda düşündüğü anlaşılıyordu. De-


lambre, öfkesinin arasında: "Vakıa, başkentin kasvetli bir devlet dai­
resinde kapanıp kalınca zaman insana uzun gelir herhalde; herhalde
işi çarçabuk sonuçlandırmak istiyorlar" diye de düşünüyordu.

Şu geçici Ajans? Baş görevi ne olacakmış? BlR BÖLME - lŞLEMl


YAPMAK! Gerçekten de Ajans elli yıl önce Cassini'nin ölçtüğü boyla­
mı kullanıp onu kırk milyona bölecekti. Ondan sonra da. büyük ma­
rifetiyle övünerek "geçici (!)" metreyi ilan edecekti. Delambre, için­
den. "hesabı şu oturduğum taşın üzerinde yapıp Ajansa gonderirim,
onlar da o zahmetli işlerinden ktırtulurlar," diye geçirdi. .

Ya Lavoisier, Borda, Monge, ya Haüy, ya Lagrange? Buna izin ve­


recekler miydi? Hepsinin kendi işleri güçleri vardı� boylamın ölçümü
o uğraş) arının ancak bir tanesiy< li. Delambre "Bu, ancak dördümtız
için birincil bir önem taşıyor" diye düşündü: uBellet, Tranchot,

Mechain ve ben." Aldığı haber, gittikçe koyuyor, kendini hem insan­


lar hem olaylar tarafından aldatılmış hissediyordu. "Dördümüzü ge­

milere bindirip sonra açık denizde yalnız bıraktılar. Karada yaşam sü-

112
METRENiN le.ADI

rüp gitti, gemi sahibi gemicileri unuttu. Çok geçmeden Mechain do-
. .
. .

ruklarına takılı , ben çan kulelerime asılı, kurumuş meyveler gibi ye-
re düşüp ezileceğiz . .,

. Daha so_nra kızgınlık, en sonunda da kararlilık aşamasına girdi.


Hayır pes etmeyecekti; tersine, işin ilerleyişini çabuklaştıracak, öl­
l
çümleri o kadar uzağa ve öylesine hızlı götürecek i ki, anık geri dö­
nülemeyecekti. Mechain'e haber venneye, ona tehlikeyi bildirzneye ve
çalışmasını çabuklaştırıiıasını söylemeye karar verdi. Paris'in önüne,
geçeceklerdi.

Hiçbir. zaman bu kadar hızlı ilerlememişti. Fiefs, Gravelines,


B�thune , Le Mesnil, Sauti, Beauquesne. Elbette, bölgenin de çok uy-
.

gun olduğunu unutmamalıydı. insanı bıktıracak kadar kule, istediğin-


ce bol bol kilise vardı. Her şey lehineydi.

Haber bomba gibi patladı; Ajanstan kısa bir mektup: "Meslektaşı­


mızın uğradığı korkunç kaza . . . derin koma . . . büyük olasılıkla artık
ölmüş bulunması . . . " Tranchot, kazanın enesi günü Borda'ya yazmıştı.

Delambre, çökmüş bir durumda Mechain'in son yazdığı mektuba


ve kendisinin ona gönderdiğinin kopyasına bir şey anlamadan bakı­

yordu. Sonra, sanki esastan kaçmak için zihnini ayrıntılara vermesi


zorunluymuş gibi basit, somut şeyler düşünmeye başladı. "Aileye
yardım etmek, para toplamak, cenazeyi getirmek için Akademinin bir
şeyler yapması gerek . . . Ya Therese: Gözlemevindeki dairede oturıııa­
sına daha bir süre izin verirler, ondan sonra çıkarırlar.'· Olayın tam
,
nasıl olduğunu ne yapıp da öğrenmeli acaba? Katalonya ya birisi gön­
derilemez mi sanki?

Katalonya kıyılarında bahar çok güzel geçeceğe benziyordu. Barse-

113
METRENiN iCADI

y
.

lona yakınlarında , kırda , u kuda gezer gibi iki beygir, Doktor Sal-
. ı

va'nın yorulmak bilmez hidrolik tulumbasına bağlanmış, boyunlann-


da yularları dönüp duruyordu. Su, Maria'nın bostanındaki pek çok sa-. .
. .

yıdaki su yoluna dökülüyordu . Su gerekliydil Sebze , meyve o kadar


. .

sık ekilmişti ki, tüm köyü beslemeye yetiyordu.


.
. .
. .

Kocaman bir meşenin gölgesinde bir koltuğa gömülmüş, yüzü


sebze bahçesine dönük oturan Mechain, hareketsiz, uyur gibiydi. Üze.:.

rinde rengarenk, yün bir örtü vardı. Kuş cıvıltılarına mutfaktan gelen

kap kacak sesi ve bir hizmetçi kızın şarkılan karışıyordu. Meşe ağacı-
,

na yakın bir yerde Maria, alçak bir iske�leye otuıınuş fasulye ayıklı- _
.

yordu. Tranchot da elinde minicik cımbızlarla saçlı hidrografı o_nan­


.
ı
.
.

yordu. _ ·.

Mechain uyumuyordu. Dalgın, gözleri nereye baktığı . belli değil ,


hafifçe başını kaldırdı. Örtü kaydı; beceriksiz bir hareketle yakalama­
ya çalıştı, ama yakalayamadı. Henüı kapanmamış yara�ar bulunan
• •

çehresinde acı bir güçsüzlük belirdi. Alnından ensesine �ızanan koca


sargı, yüzünün bir bölümünü de kapatıyordu.


.

Üzerindeki örtü düşünce tüm sağ yanın! kavrayan bandaj ortaya


. .

çıkmıştı. Kolu . omzu, köprücük kemiği, hepsi bandajın içinde kalı-


.

yordu. Olan, Maria'nın gözünden kaçmamıştı. Hemen Mechain'in ya- -


. .

nında beliriverdi. Örtüyü alıp tozunu silkeledikten sonra ·yine hasta-


. .

nın sırtına örttü.

Kaza akşamı, Mechain'in öleceğine kesin gözüyle bakmışlardı. tik •


• •
.

müdahaleden sonra Salva , Barselona'dan en saygıdeğer meslektaşlarını


getirtmişti. Hiçbiri en ufak bir umut kapısını açık_ bırakmamıştı.
Çarpma öylesine korkunç olmuştu ki, nasıl olup da anında ölmediği­

ne şaşılıyordu. Her an ölecek diye bekliyorlardı. Salva hem gerçek · _


bir doktor olduğu hem de kazadan kendini sorumlu tuttuğu için,· ol�-

1 14
METRENiN ICADI

naksızı deniyordu.

· Tranchot, çaresiz bir durumda, ortalıkta dolanıp duruyordu. Her

şey o kadar aniden olmuştu ki! Günler geçip Mechain'in yaşamaya de­
va� ettiğini , gördükçe, kendisinin astronoma nasıl da bağlanmış ol­
. duğunu şaşarak fark ediyordu. Geceleri Maria ile birlikte hastayı bek-
. .

lem işlerdi.

. Sessiz fakat etkili, yorulmak bilmeyen, çevredeki derin acı ve sı­


,
kıntıya güler yüzünü bozmaksızın karşı koyan Maria'nın, tek bir ak-

, şam süresince tanıdığı bu Fransıza kanı kaynamışcı; onu iyileştirece-


.
ğine ahdetti. Bunu, ağzını bıçaklar açmayan kocasına da · söylemişti .
.,.

Salva kaza anından beri cehennem azabı yaşıyordu. Evinde bir konu- �

ğu ölsün, üstelik bu, kendi kabahati olsun, konukseverlik kanla kir-


lensin. Bu, bağışlanamaz bir günahtı.

Kaz.adan birkaç gün sonra, akşama doğruydu, Mechain gözlerini


açtı. . Gözleri, henÜZ içinde herhangi bir imge bulunmayan, daha doğ-
' .

rusu çevresindekilere anlam veremeyen, boş bakışlı, yeni gözlerdi.


Çevresindekilerse, üzerine eğilmiş üç çehreydi. Onlara şaşkınlıkla ba­
karken birden anımsadı. Saniyeden kısa bir süre, gözbebekleri ışılda­

dı. Geçmiş, iki ay öncesi geri gelmişti.


.

Maria örtüyü yeniden örterken kıpırdamayan kolu hafifçe okşad ı:


�Göreceksiniz çok geçmeden, kolunuzu işleteceğiz" dedi. Bu, uzun bir
iyileşme döneminin başlangıcı oldu. Salva, astronomun kolunu bir
daha kullanamayacağı kanısındaydı; Maria ise tersini düşünüyordu.

Felçli kalacağına iyice inanan Mechain, derin bir karamsarlığa


düştü. Yeniden hastal_anmasını ancak Maria'nın olanca · gücünü, Tranc­

hot'nun olanca bağlılığını, Salva'nın , da olanca bilgisini ortaya koyma-


.

'

\arı önleyebildi.

Bir gün Maria.' Tranchot'dan ölçüm çemberini bahçeye kunnasını

115
METRENiN iCADI
,

istedi. Adam, kadının niyetini hemen anlayarak harekete geçti. Hasta­


nın yeniden eğitilmesine böyle başlandı� Her sabah astronomu bahçe-
.

ye taşıy�rlar, sevdiği meşe ağacının yanına, bostanın karşısına yerleş-


tiriyorlardı. Bulunduğu yerden çevredeki dağlan görebiliyordu. Çev-
.

resinde yastıklarla koltuğuna gömülmüş, aygıtı kullanmayı yeniden


öğreniyordu. Kaskatı, kurşun gibi ağır sağ kolu vücudu boyunca
uzanmış öyle dururken, sol kolu ayar tekerleğini döndüııneye, cıvata­
ları gevşetmeye, dürbünün yönünü değiştinııeye ya da alidatın ufak
'

çarkını işletmeye çalışıyordu.

Tranchot aygıtın üzerine eğilmişti. Mechain1 umutsuz bir sesle:


"Halbuki" dedi, ''ikimiz iyi durumdaydık, Tranchot. On iki üçgen!
Delambre'a kaç fark atmıştık?" Tranchot, duygulannı belli etmemeye
çalışarak; "Beş üçgen!'' diye yanıtladı. "Bu yılın içinde, herhalde De­
lambre'dan önce, Rodez'e varıııış olacaktık. Ha, sahi, Paris'tekiler bu
olan biten hakkında ne biliyorlar?" Tranchot, sıkıla sıkıla, ilk mektu­
bunda ne yazdığını itiraf edince astronom sordu: "Bari, sonradan dü­
zelttiniz mi?'' "Evet, evet! Hepsi, tamamıyla sağ olduğunuzu ve işi bı­
rakmayacağınızı biliyorlar."

Birkaç gün sonra akşama doğru bir konuk geldi: Malikanenin · ka­
pısından ince, zarif, hareketli bir deniz subayı girmişti. Mechain o
gün yataktan hiç çıkmadığı için bu dikkat çekici konuğun gelişini
görmem,işti. Fakat, kapıda Gonzales'i görünce acılar içindeki yüzü
gerçek bir mutlulukla aydınlanıverdi.

"Ünifonrıanızı giymişsiniz! Astronomdan çok asker mi oldunuz?''

Gonzales o kadar heyecanlanmıştı ki yanıt veremedi. Mechain yapma

bir neşeyle: "Bu, bana Condorcet'nin anlattığı bir olayı anımsattı" de­
di. "Tuileries'ye kabul edilecek bir heyetin başındaymış. XVI. Louis
uzun bir süre bekletmiş. Bekleme odasında bir grup genç subay, mil-

1 ·16
METRENiN ICADI

letvekillerinin kılıklarıyla alay ediyorlarrctış. Condorcet onlara dön­


müş: 'Askere benzemediğimiz için mi beyler?' demiş. 'Eh, sizin de si­
vile benzer yeriniz yok!'•' Gonzales, kahkahayla güldü buna.

"Azizim Yüzbaşı, temmuza kadar kendinize başka bir uğraş bulma-


.

nız gerekecek." .

"Neden temmuza . kadar?"

.' "Ç�nkü temmuzda üçümüı yeniden göreve çıkacağız."


-

Gonzales, Mechain'e temmuzda onlara katılamayacağını · söyleme-


.

· di. Yüzbaşı yeni atama. emrini almıştı. Fransa ile lspanya arasında sa-
.. '

vaş ilan edilmişti. ·

.
De lambre, Tranc�ot'nun Mechain'in "dirildiğini" ve işleme devam
. .

etmeye niyetli olduğunu bildiren mektubunu almıştı. Aynı zamanda,


. .

geçici Ajansın en azından Ajansın 'kendi dediğine göre- boylamın öl-



. .

çülmesinden vazgeçmemiş olduğunu da öğrenmişti. Ufku gölgeleyen


' .

hiçbir kara bulut kalmamıştı önlerinde .


.

Çalıştığı yerler bildik olduğu için bir işaret durağından ötekine


rahatça atlıyordu. Çalıştığı bölge, Picardie bölgesiydi. Kendisi de •

Amiens doğumluydu.

O dönemde Picardie'nin merkezi, yetiştirdiği üç evladıyla övünür­ . '

dü. Birincisi topçuydu ve Ren lrr11ağı'n1n · ötesinde "Haubitze", beri


• •

yaka5ındaysa "obüs" denilen içi boş bir gülle icat etmiş. btmunla ta-

nınmıştı. Choderlos de Laclos adındaki bu topçu, edebiyata olan eği-


. . .

!imiyle böbürlenirdi. lkincisi Lamarck'tı; asker ·ve Kralın bitkibilim-



f

cisi olduktan sonra1 ileri yaşta, "omurgasız hayvanlar"a tutulmuştu.


. .

Amiens'in övünç kaynağı üçüncü kişi, Viesserie Sokağı'nda önem-

Tehlikeli fiişhiler (Llaiso1ıs daııgereuses) romanının yazan. -ç.n.


1 17
MEraENlN iCADI

siz qir çuhacının oğluydu. Az kalsın papaz olacakken Akademisyen ol­


muş bu kişi, Delambre'dı. Erkek ve kız, beş kardeşi, eve gelişini
· ağırbaşlı bir biçimde kutladılar. Astronom da kendisini kutlamaya
gelen on kadar konuğu ağırladı. Neyse ki maaşını yeni almıştı. Bu
konuda ufak bir değişiklik olmuştu. Artık maaş "sayısal" dedikleri
şeyle, yani kabaca şakur şukur para olarak değil de. kağıt kayme ola­
rak ödeniyordu. Gıcır gıcır kağıllar, görünümü güzel olduktan başka,

hafifti de . . . Ne var ki fiyallar tırınanıyordu.

Libresi sekiz metelikten ekmek, neredeyse bir lüks maddesi sayı­


lacaktı. Bazı kimselerin küplerini doldunııasına çok öfkelenen Bellet,
"Sadece kamı aç olmayanların ekmek almaya yetece� parası var'' di­
yordu. Öfkeleniyordu, çünkü Brie, Beauce, Parisis bölgelerini kanş
kanş dolaştıkları için biliyordu ki, ülkede buğday kıtlığı yoktu.

Handa, müşterilerin bir araya geldikleri akşam oturı11alannda git­


tikçe artan bir huzursuzluk vardı. Aldatılmış olma duygusu yaygınla­
şıyordu. Bir akşam, genç bir adam masanın üzerine çıkıp herkesi sus­
turduktan sonra kükrer gibi bir sesle şöyle dedi: "Ekmek olmazsa,
eşitlik de yoktur, bir dirhem eşitlik yoktur. Yasa halkı ezerse, halk da
yasayı ezmelidir. n

Ayaklanma, pek yakın bir yerde. Peronne'da başladı. Üç yıllık

devrim döneminden sonra ekmek olmamasına kızan kalabalık, kasa­


baya yayılarak tahıl, baklagil, in um, ne bulursa hepsini zorla alıyor,
direnen kentsoyluları hırpalıyordu. Yeni karışıklıklar mı çıkacaktı?
Delambre, sakınımlı davranıp kendine bir "oturıııa belgesi'' çıkarttı.

Belgenin allında iki imza vardı. Zarzor okuduğunda astronom kahka-


hayla güldü: Direktuvarın başkanının soyadı Prophete, yerel yöneti-

• [Fransızca} Peygamber. -ç.n.

1 18

METRENiN lCADl

cininkiyse Bellegueule'dü.

Şafak vakt i, o değerli belgeyi yanına alarak yola çıkıyordu. Bir

gün Mailli'de çan kulesi okunun en tepesine götüren yüz yedi basama­

ğı tırmanıyor; ertesi gün Coivrel'de yepyeni bir çan kulesi bulunu­


yordu. Bu, inanılacak şey değildi; eskisini boyun hizasına kadar yıldı­
rım yıktığından yeni bir tane yapmışlardı. Beauquesne'de, onu çok
duygulandıran kalıntılara, Cassini'nin kurduğu iskeleye rastladı. Bir
süre bu "emanet"lere bakıp düşüncelere daldı. Kendisinin kurduğu is­
keleler b� kadar uzun süre dayanacak mıydı acaba? Akşamları eve dö­
nüyordu. Düzenli bir yaşam biçimi vardı. Uzun süre de böyle gidebi­
lirdi şayet ...

. . . şayet Konvansiyonu ikiye ayıran çatlak genişleyip de tüm ülkeyi


çizik çizik etmeseydi. En ünlülerinden, "Cumhuriyetin babaları'• adını
taktıkları, "Girondin" dediklerinden otuz kadar milletvekili Rol­
land'lar, Vergniaud'lar, Brissot'lar, Meclis tarafından suçlanmışlardı.
Onların peşinden de Condorcet. Amiens ikiye ayrılıverdi.
Delambre'ın erkek ve kız, beş kardeşinin arasında ne kavgalar oldu!

Geniş yurttaş kütlesi için, o zamana kadar seçim yapmak basitti.


Bir yanda yorgun, kabul edilemez, savunulacak yanı kalmamış geç­
miş. öte yanda daha şimdiden sonra kurulacak olan ve ucunda -neden

olmasın?- mutluluk bulunan gelecek vardı. Dört yıldır o zanaatçılar,


o avukatlar o köylüler, o işçiler, hatta o papazlar birlikte yol almış­
1

lardı. Soylulara, sonra da krala karşı çıkmışlar, daha sonra Cumhuri­


yetten yana olmuşlardı. Şimdiyse onlardan WDağa karşı Gironde'u" ya
da "Gironde'a karşı Dağı" tutmaları isteniyordu. Bu kez ayrım çizgisi -
.

Cumhuriyetin içinden geçiyordu.· Kimileri Devrimin sürüp gitmesin-

IFransızca. la belle gueule) Güzel surat.


-ç.n.

1 19
I
METRENiN iCADI

den, kimileriyse elde edilenden fazlasıyla hoşnut, anık Devrimin son


bulmasından yanaydı ı Birinciler "dere geçerken at değiştirilmez,"
ikincilerse "tamahın bu kadarı ziyan getirir" diyorlardı.

Delambre, Paris Haberleri'nin her sayısını satır satır okuyordu.


Gazete iki gün çıkmamıştı, sonra bir sabah yine getirdiler. Aradaki
boşluk, matbaanın yağma edilmesindenmiş. Birinci sayfaya matbaacı­
nın bir mektubunu basmışlardı:

"Silahlı, çoğu üniformalı, hepsi de iyi giyinmiş bir kalabalık yedi


dakikada matbaamı yıktı. Benimle bir alıp vereme9ikleri yokmuş; en
azından silahı göğsüme doğrulttuklarında öyle söylüyorlardı.

Onlar benim malımı yağmalarken ne yaptığımı soruyorsunuz.


Onlara akıl yolunu gösterrııeye çalışıyordum. Onlara diyordum ki,
üzerine yazı basılan kağıdın yapıldığı paçavrayı toplayan çocuğun so-
• •

rumluluğu ne kadarsa matbaacının sorumluluğu da o kadardır. Yaı-ar­


lardan öç almak mı istiyordunuz? Hedefinizi ıskaladınız. Herhalde,
ileri sürdüğüm bu kanıtlar doğru olmalıydı ki, sözümü bitirdiğimde
kırıp dökmeyi kestiler. Ne var ki, artık kırılacak bir şey de kalma-

mıştı . . .
"

Condorcet'nin imzasından iz yoktu. Bir daha, hiçbir zaman gazete­


nin sütunlarında o imzaya rastlanmadı.

Delambre, Paris'e dönerken yolunu değiştirip Saint-Martin-du­


Tertre'e uğramaya ve oradaki nirengi noktasını denetlemeye karar
verrnişti. Epeyce kalabalık vardı. Arabadan inerken birinin kendisine
seslendiğini duydu. Eğitim encümeni üyesi bir milletvekili olan La-

kanal'di. Konvansiyon ona yeni bir aygıtla, Chappe kardeşlerin telgraf


makinesiyle ilgili çalışmalarını denetleme görevini vennişti. O Saint­

Martin'deyken meslektaşı Daunou da sekiz buçuk fersah ötede, Saint-


,,

120
MEfRENIN iCADI

Fargeau parkında bulunuyordu.

Lakanal'in gönde.rdiği mesajlar Daunou'ya, Daunou'nunkiler de La­

kana�'e ulaşmıştı. Başan elde edilmişti. Yöntemin etkililiği karşısında

duyduğu heyecanla Lakanal, buluşa hayran kalmış olan Delambre'a


"telgrafı bütün ülkeye yayacağız" dedi. UBu, Fransa'nın BIR Cumhuri­

yet'kuramayacak kadar büyük bir alana yayılmış olduğunu sananlara


en iyi yanıtı oluşturacak. Bu makine, iki nokta arasındaki uzaklığı kı­
saltabiliyor. Denebilir ki, çok kalabalık nüfusu bir noktaya toplayabi­
liyor. Düşünün, bir kararname, Konvansiyondan çıkmasının üzerin­
den bir saat geçti geçmedi, Cumhuriyetin tüm köşelerine duyurulabi­
lecek!" L:ıkanal'in yardımcısı lafa karışıp Chappe'ın makinesini bir
.

fırtınayı haber vermekte_ kullandığını, makinenin rüzgarlardan daha

. yararlı olduğunu iddia ettiğini söyledi. Chappe, ayrıca, yakında dü- •

şüncenin gece olsun gündüz olsun, hemen hemen ışık hızına yakın bir
hızla aktarılabileceğini de ileri sürüyorrııuş.'

Arabasına binerken Delambre düş kuruyordu: Onun soracağı so­


ruları aynı gün, ik� saat, hadi bilemedin üç saat sonra, Pireneler'in
ötesinden M�chain yanıtlayacaktı.

' . •




'

l
,,

'
• \
.

.'


• •

'

121
.
\

• '

'
'

'1

.

echain'in arabası yine Pireneler'in yolunu tutmuştu.


Sağ kapının yanında boya sıyrılmış, yer yer tahta or­
taya çıkmıştı. Astronom, Maria'dan, Doktor Salva ile
onun yorulmak bilmez hidrolik tulumbasından ayrılmış, ölümün pek •

yakınından geçtiği o güzel Katalan malikanesini geride bırakmıştı. Al­


tı ayı hiçbir şey yapmadan geçirmişti. Sabırsızlıktan içi içine sığmı­

yordu. lçine düşmüş olduğu o sürekli yürek sıkıntısından ancak yeni­


den ölçümlere başlarsa kurtulabilecekti. Seferi sonuna kadar götüre-
. cek kuvveti bulabilecek miydi? Bunu vakit yitirıııeden Konvansiyon
üyelerine kanıtlaması gerekiyordu.

işte bundan ötürü, 1 793 yılının ortasında şu şaşırtıcı sahneye ta­


nık olunabiliyordu: Sınıra iki adım uzakta bir yerde, iki yanında
eyerli iki katır bulunan bir sandalye kayaya sıkı sıkıya oturtulmuş,
sandalyenin üzerinde yine kayaya iyice otunulmuş bir aygıta eğilmiş,

gözünü bir başka adamın onun yönetimine göre ayarladığı dürbüne


yapıştırmış, kolu sargılı bir adam.

Bu kır sahnesi , pekala dorukların barışçıl sessizliğinde olabilirdi;


oysa ki, eteklerde gümbürdeyen silah seslerinin arasında geçiyordu . . .
Savaş! Çarpışmaiar, Bellegarde üzerinde yoğunlaşmıştı. Don Ricardos
komutasındaki lspanyol birlikleri sert saldırılarda bulunuyorlardı. ls­

panyol komutanla Mechain'in arası çok iyi · olduğundan astronomla


yardımcısı, kendilerinden başka hiç kimsenin kabul edilmediği bu

bölgeye girebilmişlerdi .
.

Elbette Mechain gücünün bir bölümünü yeniden kazanmıştı ama,

122
METRENiN iCADI

yakınlarda bir ılıca olan Caldas'ta aldığı banyolara karşın sağ kolu

h�la kıpırdamıyordu. Doruklar çok yüksek, meyiller çok dik, yollar


çok tehlikeliydi. Tranchot, ölçümleri astronomun yardımı olmaksızın

da yapabilirdi, bilgisi buna yeterdi, Mechain, geçici olarak görevini


yardımcısına devredebilirdi. Ancak, bilimsel seferin başı Mechain'di,

bu, onun indinde , tüm sorumluluğun olması demekti kendisinde ve


orada bulunması işlemleri geciktirse bile hiçbir şey onsuz yapılmaya­
caktı. Bir gemi , süvarisinin yokluğunda denize açılamazdı. Bahriyeli
Gonzales olsa onu anlardı. Gonzales, herhalde buralara pek yakın bir
yerde çarpışıyor olmalıydı. Mechain'in ıayüzbaşı anlar0 dediği şeyi,
coğrafyacı öyle o kadar kolay kabul etmemişti. Gerçekte, M�chain'in
kendisin� güvenmemesinden alınıyordu.

ister güvensin isrer güvenmesin, Mechain bazı günler limanda kal­


mak zorundaydı. Kendisini gözlem yerine götürecek olan katıra bin­
me gücünü, yürekliliğine -ve dik başlılığına- karşın, her zaman bula­
mıyordu. Öyle günlerde , başı ağrıdan çatlayacak gibi, yüzü bembe­
yaz, kendisini yiyip bitiren bir acının pençesinde yatıp kalıyordu. Fa­
kat ertesi gün, yola çıkmaya hazırdı.

Kısa sürede çalışmalarının sonuna gelmişler, iş yalnızca İspanyol


istasyonlarını Fransız istasyonlarına bağlamaya kalmıştı. Bu da olsa
olsa birkaç haftalık bir şeydi; ancak sık sık Fransa'ya geçmek gereke­
cekti. Dağ yönünde yola çıkcılar; yolda bir atlı yetişip bir haber ge­
tirdi: Ricardos sınırı geçmelerini yasaklıyordu. Demek, iki Fransız
zorunlu olarak Ispanya'da kalacaklardı!

Mechain hemen ordu karargahına koştu: Ricardos, tasalarını gide­


recek şekilde konuşuyordu. Yasak uzun sürrıı eyecekmiş; dediğine gö­
re, Perpignan bir haftaya kadar ele geçirilecek, Pireneler de arrık sınır
olmaktan çıkacakmış.

123

·.
METRENiN iCADI

. 1

·
Her şey Bellegarde'a bağlıyd ı. Hisar düşerse, Perpignan'ın sonu

gelmiş demekti. Doğrudan doğruya İspanyol top ateşinin altında olan


kentin direnme olanağı kalmazdı: Ricardos .. bunu biliyordu, Fransız
generalleri de biliyorlardı. lspanyol bütün birliklerini hisara saldırt-
. .
tı; Fransızlar da ellerinde kaç kişi varsa hepsini oraya yolladılar.
Nantes'lıların taburu. Konvansiyon Meclisinin anııağanı olan yepyeni
bayrağıyla Perpignan'a gönderilmişti. Bellegarde bir simgeye dönüş­
tü. Üst üste uğradığı saldırılara ve lspanyol topçusunun aralı�ız ate-
şine karşın, kale direndi. ·

Bir sabah Mechain vadide konakladıkJan yerde kalmıştı. Sık sık


.
perişan eden migren ağrılarından biri tutmuştu. Yardımcısının "aşıla-
.
maz" sınır yönünde tek başına yola çıkışını, utançla karışık bir acıyla
seyretmişt i . Şu sınır acaba tam . olarak nereden geçiyordu? lrısan
Tranchot gibi çok iyi bir coğrafyacı da olsa bunu söylemek zordu.
• •

Üstelik o . bilmediğini iddia edip bundan az buçuk yararlanmayı umu-



yordu. Örneğin, ölçüm işlemlerine dalıp o tepeden bu tepeye derken,


o simgesel çizgiyi dikkat etmeden aşıverebilirdi.

Arazinin zorluklarına karşın hızlı ilerliyordu. Ara sıra duruyor.


dorukları inceliyor haritasının üzerine işaret ediyor, birkaç not alıp
Kısa ·
:
ve dik bir yokuşu güçlükle tınrıanırken ' .. :
yeniden yola düşüyordu.
arkasından bir "Durl'' komutu geldi . Orn1an1n başladığı yerde,. ağaç- ·
.
ların arasında zor seçilen birkaç adam silahlarını ona çevirmişlerdi.
Elinden dürbünü kaydı . alayım derken birisi bağırarak kıpırdamama­

sını söyledi. lspanyol muydular? Fransız mıy ılar? · Anlaşılmıyordu.
Sırtlarında yarı sivil yarı asker giysisi vardı. Katalanca konuşuyorlar­
dı. Yaklaştılar. Tranchot durumunu açıklamak istedi. llk sözcükte du­
rum çözümlendi. Onlar bunu İspanyol sanm:ışlar. buysa Fransız çık-

124
METRENiN ICADI

mıştı. Üstüne çullanırken "Alçak hain!." "Orospu çocuğu! Göçmen!"

diye uluyorlardı. Bağlayıp ağzını tıkadılar, ite kaka götürdüler.


. .

· Bunlar, Camot'nun bölgeye geldiği sırada oluşturduğu başıbozuk


savaşçı birliğinden bir grup mikleydi! Sapına kadar dağlı, hepsi de

bölgenin çoctiklan ve inanmış cumhu�iyetçiydiler; lspanyollan tedir­


gin etmek ve göçmenlerin izini sürıı1ek için dağı tarayıp duruyorlar-
. .

dı .
.
.
Vadide dalga dalga yayılan yankıyla çoğalan ateş sesleri gün boyu
kesilmemişti; insanların öfkesiyle doğanın şiddeti birbirine kanşı-

yordu. Sanki yaklaştırılmadan tızaklarda tutulan korkunç bir fırtına


vardı ve bu, boşlukta asılı bir tehdit gibi mikleleri ürpertiyordu.
Gün bitiminde top sesleri . büsbütün azdı; adamlar, endişeli, kıpırda­
madan durdular. içlerinden biri Tranchot'nun dürbününü alıp Belle­
garde yönüne çevirdi.

Kale duvarları çok yara almıştı; yine de yer yer aşılamaz bir di­
renç gösteriyordu. Çevresini köpekler sarmış bir av hayvanı gibi,
· karşıdan ve yandan saldırıya uğrayan, payandaları fişeklerle delik de­
şik edilmiş bina son anlarını yaşıyordu ama, yiğitliği bırakmıyor,
dayanıyordu.
'

Duvarların arkasında bu direnci yürüten bir avuç adam vardı. Bir


saat önce Ricardos, teslim olurlarsa onurlarını güvence altına alacağı-
.

nı bildirmişti. Subay, asker birlikte oyladılar, öneri geri çevrildi.

Surun bir çıkıntısında dört tane gönüllü, vücutlarını duvara iyice


yapıştırınış, pusudaydılar. Top . ateşiyle moloza dönmüş bir istihkam
sırtında dört tane tüfek! lspanyol topçusunun hazırlığı bitmişti. Kor­
kutucu bir sessizlik vardı. Surun ötesinde kayalara sinmiş saldıracak .

15. yy.'da Miquelot de Prats'ın devşirdiği Katalan partizanlara veya 18. yy.'da
Roussillon'da (Güney Fransa) dağlı panizanlara verilen ad. -ç.n.

125
·-

METRENiN iCADI ·

.
askerleri� yığını seçiliyordu. Biraz ötede hisann mezarlığı. Gönüllü-
ler hep birlikte ateş etmeye başladılar . .

. Silah sesleri arasında onbaşı, dev gibi birisi, erlerine sordu:


"Hey, çocuklar, en büyük eksiğimiz ne?"
'

"Takviye," dedi bir tanesi.

"Yiyecek ve cephane ! " diye bir başkası bağırdı.

"Ee," diye kekeledi üçüncüsü. Onbaşı sabırsızlanıyordu:

"Çabuk ol!"

"Kadın!"

"Bilemediniz, çocuklar. Eksiğimiz, meslekten şarkıcılarl" diye on­


başı kahkahalarla yanıtı verdi. Erleri, işittiklerine inanmaz gibi bakıp .
. .

gülümsediler, sonra onlar da kahkahayla güldüler. Bir an, duvann


yukansında dört tane tüfek kundağı dans etmeye başl.adı. Kısa bir sü-
.
re için silahlar zararsız şeylere dönüşmüştü . .Birinin kahkahası bir na- .
·

. karata dönüştü, ikincisi onun ağzından


. kaptı; avazları çıktığınca şarkı
. -

söylüyorlardı. Akıllarını yitirnıiş gibiydiler, bir içki şarkısı havasına .


uydurmuş, bağırıp duruyorlardı. Bir çeşit acıklı mutluluğa kapılmış-
. .

lardı. Her biri ayn bir ses, blri alto, öteki bas, üçüncüsti bariton söy- ·

'

lemeye çalışıyordu. Onbaşı tenordu. Saldın başladı! "Boku yedik!"


'

Bağıran, "kadınımız eksik" diyendi. Onbaşı "Kapa çeneni de, şarkını

söyle !" diye bağırdı. "Komutanım, çenemi kaparsam, şarkı söyleye­


mem." "Kes ulan! Şarkını söyle, ateş et ve söyle!" diye erlerinin tepe-

sinde dikilen onbaşı gürledi. Bir şimşek çaktı, onbaşı yere yıkıldı,
'
son sözcüğünü bir kurşun yutmuştu. Şarkı durdu. Üç gönüllü komu-
tanlarına baktılar. Sırtı göğe dönük, kale duvannın üzerine yığılmış...: . ·

tı. Sonra aralarından biri, güvensiz sesi heyecanla kırılıp dökülmüş,


. '

yavaş yavaş şarkıyı sürdürdü. lkincisi de ona katıldı. Sonunda üçüncü


de.

126
METRENiN lCADl

Mikleler kıpırdamamışlardı. Dürbünle bakan, ötekilere her şeyi


anlatmıştı. Yerde, çevresi sarılı olarak bıraktıkları - Tranchot hepsini
duymuştu. Hisarın üzerinden bir duman bulutu kalkıp gökyüzünün
mavisini kirletti. Sanki bir homurtuya işaret vermiş gibiydi; homur­

tu dalgalanıp çığ gibi vadiye aktı. Sonra birden her şey durdu. Dağın
üzerine ağır bir perde indi. Arkasından sessizlik çöktü, o daha da
korkunçtu. Mikleler başlarını önlerine eğdiler. Aralarından biri içini
boşaltmak için t<hain"in böğrüne bir tekme vurdu. Tranchot diklen­
mek isteyince bir tekme daha geldi, o da bir daha kıpırdamadı.

· Küçük topluluk yeniden yürümeye başladı. Tepenin öte yanında


kralcıların, Devrime yemin etmemekte direnen papazların kaynadığı
ve bir türlü dışarı atılamadığı korkunç bir vadi olan Vallespir başlı­
yordu. Topluluğun başı hepsini susturdu; mikleler dikkat kesildiler.
Nihayet kentin ışıkları görüldü.

Perpignan'da hava ağırdı. Kimse çağıırnadan kendiliğinden gelip


alana toplanmış halk, bekliyordu. Daha ağzını açmadan Llucia'nın ne
diyeceğini bildiler: Bellegarde düşmüşcü. Otuz bir gün! Hisar, kimse­
nin ummaya cesaret edemeyeceği kadar uzun dayanmıştı. Llucia, koyu
renk bir kitle oluşturıııuş hemşehrilerinin tek bir vücut olarak birleş­
tiklerini hissetti. Hiçbir çehreyi seçemese de, hepsinin orada olduğu­
nu biliyordu; gecenin içinde Estagel'lilerin, CorneiJlas'Jıların, Ver­
net'lilerin varlığını kestiriyordu.

Kadınlarla çocuklar sokaklardan sessiz sessiz geçerek evlerine


döndüler. Belediye sarayı boşaldı; koca bina uyur gibiydi. Llucia ma­
kam odasına çıktı. Açık pencereden uzun bir mırıldanma geliyordu.
Katalonya'nın güzel geceleri! Alanda erkekler, sivil asker karışık, ki­
mi uyuyarak kimi alçak sesle konuşarak nöbet tutuyorlardı. Gün doğ-

127
1
METRENiN iCADI

madan, · kentin ve ondan sonra da Roussillon bölgesinin geleceğinin


belli olacağı Tet kıyılarına doğru yola çıkacaklardı.

Kent hiçbir zaman bu kadar sessiz olmamıştı. Llucia ancak o za- .


man fark etti ki, dağ, Bellegarde susturulunca yeniden dilsizleşmişti.
Bütün o gönüllüleri düşündü; beş hafta önce gelmişlerdi, çoğu Nan­
tes'lıydı, şimdi ya yaralı ya esirdiler. Burada, şu odada adamlan ka­
bul etmişti; ne güzel bir tören olmuştu! Üzüntü ve çaresizlikten göz­
lerine yaşlar doldu. Cumhuriyet daha bir yaşında bile değildi, şimdi
yok olacaktı! Nantes kuşatılmıştı, Vendee'liler Saumur'e el koymuş­

lardı, kralcılar Angers ve Toulon'u istila etmişlerdi, lng�liz ablukası


.

limanları dondurup ülkenin soluğunu kesiyor, Toulon "Fransızlar"


tarafından lngiliz tahtına sunuluyordu. Valenciennes teslim oluyordu;

Calvados ve Bordelais, Paris'e karşı ayaklanmıştı. Bir de üstüne, hep-


sinin beteri. Cumhuriyetçilerin arasında iç savaş vardı. Girondin'lere
yakın olmasına karşın, Llucia kendi kentinde böyle bir şey olmaması
için elinden geleni yapmıştı. Üzüntüyle oturup önüne Perpignan an­
tetli bir kağıt çekti.

Seçimle gelmiş ve tüm ülkede Cumhuriyetin gücünü otunmaya


başlayan yeni yöneticiler arasında taptaze bir dayanışma oluşuyordu.
Bölge, il, kent meclisleri, yönetimler aralarında doğrudan haberleşi- .
yorlardı. lşi başından aşkın Paris'i devreden çıkarıp birbirlerine mek­
tuplar yazıyorlar, haberler veriyorlar , gerektiğinde birbirlerinin yar­
dımına koşuyorlardı. Fakat, en çok da kendilerini birleşmiş olarak
gönne gereksinimiyle, aynı ülkü için çalıştıklarını duyma gerek�ini­

miyle yazışıyorlardı.

"Nantes kenti belediye meclisi üyelerine,

"Nantes kentini, kamunun teşekkürüne layık bu kadar çok sayıda

1 28
METRENiN lCADl

yurttaş yetiştirdiği için kutlarım. Onlara Pireneler'in anahtarı emanet


edilmişti, o anahtarı güçlerinin son sınırına kadar savundular. En bü­

yük tehlikenin ortasında hiçbir şeyden çekinmeyen bu insanlardan ço­

ğu, teslim olmaktansa hisarın yıkıntıları altında ezilmeyi yeğlediler.

"Her ne kadar aramızda iki yüz fersahtan fazla bir yol varsa da
ruhlarımız yan yana, duygulanmız birbirine karışıyor. Sizin oğulla­
nnız, mert Nantes'lılar, aile ocaklarımızın her birinde teselli eden
kimseler, dostlar, intikamlarını alacak kimseler bulacaklardır."

Koridorda büyük bir gürültü oldu. Bir grup tutuklu . getiriyorlar­


dı. lçlerinden biri, ötekilerden daha cerbezeli olan bir adam, avaz
avaz "Bir yanlışlık var!" diye bağırıyor, belediye başkanıyla görüş­
mek istiyordu. Llucia öfkeyle makam odasının kapısını açtı. lki mikle
tarafından sımsıkı tutulan mahpus çırpınıp duruyordu. Llucia yaklaştı
ve hemen Tranchot'yu tanıdı .

Ertesi sabah Llucia Tranchot'ya lspanya'ya geri dönebilmesi için


gerekli şeyleri verdi ve Tranchot sınırı geçip Mechain ile buluştu.

Perpignan düşmedi, Don Ricardos da peşin sevindiği utkunun düş


kırıklığıyla kaldı. Savaş iyice yerleşti.

Fransız bilim adamlarının durumu zorlaşmıştı. Fransa'ya dönme­


lerini bir kez daha yasakladılar. Nedenler değişmemişti: Pireneler'den
geçerken edindikleri topografik bilgiler lspanya'ya karşı kullanılabi­
lirmiş. Ne var ki, ot uracakları yeri seçme özgürlüğünü kendi]erine
bıraktılar. Mechain, önceki yıl kentin enlemini ölçmeye giriştiği
Montjouy hisarına yakın olsun diye Barselona'yı seçti.

Hisar, Katalonya'nın erişilmez, en sıkı gözetim altında tutulan


yerlerinden biri durumuna gelmişti. Mechain'in oraya girmesi artık
söz konusu değildi . "Talihsizlik peşimi bırakmıyor" deyip duruyordu. •

129

ME"fRENIN iCADI

Bu uzun günler boyunca ne yapabilirlerdi? Tranchot, ken[in orta­


sında küçük bir han keşfetmişti: Fontana de Oro, altın çeşmesi. Ta­
mah edilecek bir yanı yoktu: Ne yatakları ne yemekleri işe yarardı.
Ama, gelgelelim, tepesindeki açık tahtaboşun manzarası şaşırtıcı bir
zenginlikteydi! Mechain hemen aygıtlarını oraya yerleştirdi .

93 yazı, yüzrılın en kavurucu yazlarından biri oldu. Delambre'ı


.yumuşak havalı haziran ayında bırakmıştık, ağustosun yakıcı sıcağın­

da buluyoruz. Bu kısa süre içinde Fransa bir Anayasa'ya ve bir geçici


metreye sahip olmuştu.

Delambre hala Amiens dolaylarında, Somme ile Oise. arasındaydı.


Her köyde toplantılar yapılıyordu. Delambre ve Bellet bu toplantılara
-hele Cumhuriyetin onuru için çalıştıkları öğrenilince coşkuyla- ka­
bul ediliyorlardı. Birçok kez, görünce tanıyanlar oldu. Birkaç ay önce
aynı köylerde, bazen aynı adamlar tarafından, tutuklanmışlardı. Şim­
di arabalarını selamlıyorlardı ve hala arkasındaki garip bagajına şaşi­
yorlardı.

Her yerde büyük Federasyon Bayramına hazırlanılıyordu. Tüm ül­


kede kocaman bir piramit oluşturulmuştu. Mailli'den Bayonvillers'e,
Vignacourt'dan Sourdon·a, Oise ilinin en ücra köyünden il, merkezine
varıncaya dek kurullar toplanıyor. kendilerini temsil etme onuruna

sahip olacakları belirliyorlard ı. Halbuki mevsim tarladaki işler için


her bir insan koluna, günün her bir saatine gereksinim duyulduğu, en
-

civcivli mevsimdi. Bayram -sevinci, topraktan zaman da çaldırdı, kol

gücü de . . . Çünkü, herkes Paris'e "beraberlik, birlik ve Fransa'nın bö-


-

lü nmezliği''ni kutlamaya gidecek talihliler arasında yer almayı umu-


yordu.

Bayram, Tuileries Sarayı'nın alınışının yıldönümünde, 10 Ağustos


günü kutlanacaktı. "Bir yıl olmuş bilel" diye düşündü Delambre .
• •

130
. .

METRENiN ICADI

. .
.

.
"Yirrni fersah ötede, Danunartin'deydik ve işe yeni �aşlamıştık�" O
da, yardımcısı da Paris'e gitmedil er . ama, orada olan biteni öğrendi-
. .
. .

ler. lllerden gelmiş seksen altı temsilcinin, ellerinde buğday başağı

ve çeşitli meyveler tutarak yürüyüş adım ıyla geçtiklerini, Vexin'de ve


.

Beauvaisis'te uzun uzun anlattılar durdular. Hele alayın önünde üzeri-


ne yaşlı bir köylüyle karısının oturduğu gösterişsiz bir saban geçir-
. .

diklerini duyunca köylülerin övüncü görülecek şeydi! Yüzü ağustos


güneşinden kavrulmuş bir hasat işçisi: "İşte biz toprak adamları için
iyi olan bu�" demişti.

Birkaç gün sonra, Englemont ile Mailli arasındayken, Delambre,


. .

Lavoisier'den bir mektup aldı; mektup tüm akademilerin kaldırıldığı-


nı bildiriyordu. Delambre şaşmadı, bekliyordu. Böyle bir kuruluş,
çevresinde her şey değişirken, nasıl olur da yaşamını sürdürebilirdi?

Daha Devrimin ilk günlerinde Mirabeau, akademi üyelerinin yeni


düşüncelere bağlılıklarına hiç de güvenmiyordu. "Bu bunalımlı gün-

lerde .. diyordu, "Akademilerin bol bol yurtsever1ik gösterdiklerini


kabul ediyorum, fakat bu olumlu durumun süreceğine pek güvenme­
meli; belki bir gün gelecek, Akademinin içinde bile, bugünkü tutum­
larına pişman olmuş filozofların Devrime küstahça dil uzattıklarını
göreceğiz!" Marat, daha da kuşkulu görünüyordu. "Yazın ve bilimin

iyiliği için, Fransa'da akademik kuruluş kalmaması gerekir; fakat, ya-


. •

zınla ve bilimle uğraşanlartn yüreklendirilmesi çok gereklidir." Eği-


.
.
tim encümeninden Papaz Gregoire'a gelince, o, hiç lafını esirgemiyor-
..

du. Ona göre, "bu· asalak kuruluşun koltuklarını devir·mek gerekir"di!

Delambre 92 Şubat'ında seçildiği ve kendisinden sonra seçilen ol-


.

madığı için, bundan sonra ünvanının "son akademi üyesi" olacağını


·
.

düşünmekten kendini alamıyordu. Lavoisier'nin mektubunu alır al-

131


METRENiN iCADI

maz hemen yanıtladı; mektubunda Fransa'ya bunca onur kaı:andırnıış


bir kuruluşu, Konvansiyon Meclisinin geri dönülmez biçimde yok


edeceğine inanmadığını yazıyordu. "Herhalde" diyordu, .. olsa . olsa
Akademiye yeni bir canlılık verrnek istiyorlardır; bilim de bilginler
de yapılacak değişikliklerle övüneceklerdir. Her ne olursa olsun, bu
olay, çalışma isteğimi kır1t1ak şöyle dursun, beni ancak daha fazla et­
kin duruma getirebilir."

Mektubu kapatırken Delambre, birden başıbozuk Lagny'nin sura­


tını görür gibi oldu: .. Kademi mi? Kademi ha? Artık kademi filan

yok!"

Delambre'ın Lavoisier'ye yazdığı gibi, akademilerin kaldınlması­


nın amacı, yeni düzene karşı olduğu yargısına varılmış bilginleri bir
...
.

kenara çekmek değildi; sonuç ise çalışmayı düşünceden söküp atmak


olmadı. Tam tersine, insanlarda bir bilim pisboğazlığı olmuştu. Bu­
nun içinde yüzyılların yumuşatarak getirdiği bilgiler bulunduğu gibi,

yepyeni edinilmişler de vardı. Örneğin Chappe kardeşlerin telgrafı,


Montgolfier kardeşlerin balonu, Lavoisier'nin kimyası bunların ara­
sındaydı. Rousseau, Voltaire, Papaz Condillac, Hobbes, llkçağ Ytına­
nistan ve Roma'sı, demokrasinin ilk düşünfırleri, hepsi bu bilim pis­
boğazlığı içinde yer alıyordu.

Neden, salt yazınsal biçim ya da yalın bir biçem süsü de değildil


Yeniyi yaratmak için, o güne kadar hiçbir zaman, bugün olduğunca,
geçmişteki insanların akıl ve bilgisine başvurulmamıştı. "Gerçekleş­

tirıne0de ilk olduğunu ilan edenler de, tarih boyunca bir şeyleri mi­
ras olarak ala geldiklerini övünerek söylüyorlardı. Kurucuydular ama

aynı zamanda babalan da vardı. Fransa'dan sorumlu olanların gözün­

de bilgi, değerli şeydi. Birbiri ardı sıra gelmiş meclislerin yeni bir .

132

METRENiN iCADI

öğretim sistemi oluşturmak amacıyla ne kadar çok oturum yaptığı

hesaplanırsa bu gerçek rahatlıkla kabul edilirdi. Akıl denen şey sevili­


yordu; akıl, ilerlemenin sesiydi.

Özellikle deneysel bilimlerden kuşkulanıldığı yoktu. Unutmamalı


ki, Konvansiyon meclisi üyeleri arasında bir kimyacı olan Fourcroy,
bir geometrici olan Monge, bir matematikçi olan Romme bulunuyor­
du. Mecliste sivrilmiş olmayanlar, örneğin Mont-Blanc milletvekili,
Chambery'de matematik öğretmenliği yapmış Marcoz gibiler de hesa­
ba katılırsa, bunların sayısı epeyce artardı. Ülkenin teknik alandaki
eksiklerini bilen bazı meclis üyeleri, bilginlerden Cumhuriyet için ça­
lışmalarını istiyorlardı.

Bu ağustos ayının ortasında, ikisi de bilimle ilgili birer .. Dağlı"


olan Camot ile Prieur de la Côte d'Or'un Kamu Kurtuluşu Kurulu'na
.

girrniş olmaları ancak bu yolda bir gelişmeyi gösterebilirdi. Arkadaşı


Camot gibi istihkam subayı olan Prieur de la Cöte, daha Devrimin
başından beri ölçüler sorununa tutkulu bir ilgi göstermiş, kürsüde
birçok kez bu konuda söz almıştı. Bundan ötürü yeni kurulmuş olan
geçici encümene girrrıesi de elbette pek olağan bir şeydi.

Ya ugeçici metre?" Bu konuda o kadar acele edilmişti ki, amaç ıs­


kalanmıştı! Yeni birimin niteliklerini öngören kararnamede bir alay
yanlış yapılmıştı. Baskı yanlışları ve daha kötüsü, hesap yanlışları

vardı. Onluk sistemi kullanmada acemi olan kararname redaktörleri,


virgülleri koyarken epeyce çuvallamışlardı. Kesinden de kesin bir öl­
çü getirmeye kalkanlar için durum pek hoş değildi! Cumhuriyetin
dört bir yanına gönderilmiş olan kararname örnekleri derhal geri ge-

------- ·

(Fransızca, Montagnard) Devrim meclislerinde loplantı salonunun en


yukandaki (dağ, montagne) sıralannda oturan ve çok uç görüşleri savunan
uyelere verilen ad. -ç.n.

133
METRENiN iCADI

tirilip yok edildi. Bu. kötü bir başlangıçtı! tik metre tarihe "geçici"
olarak yazılmakla kalmıyordu, aynı zamanda yanlış olarak tarihe ge­
çiyordu. Oelambre bu alelacele ölçümün başına gelenleri öğrenince

kimseye bir şey demeden tatlı bir öç duygusuna kapıldı ama, sonra
kendisi de bu duygusunda utanılacak bir küçüklük buldu.

Kararnamelerden sonra sıra nesnelere gelmişti. Bir kez daha l.avo­


isier'nin düzenleme becerisine başvuruldu. Aylardan beri ne kadar
platin bulabilirse el koymaya çalışıyordu. Bir yerde birkaç ons platin

van11ış diye haber gelirse, hemen koşup en düşük fiyata almaya çalı­
şıyor, kendi gidemezse, çalışma arkadaşlarından birini yolluyordu.

Amerika'dan getirilen bu çok değerli metalden, sonunda, sabırla epey-


ce bir miktar toplamıştı. Artık, belli başlı iki birimin, metre ile ki­
logramın ana örneklerini döktürmeye yetecek kadar platini olmakla
'

övünebilirdi.

Bu geçici birimlerden hemen illere gönderilecek olan on kadar ör­


neğe gelince, bunları yapabilecek doğramacılar, dökmeciler, makine
yapabilecek adamlar -bulmak gerekiyordu. Zaman hiç uygun değildi,
çünkü birkaç gün önce bütün sağlıklı yurttaşların sınırlara doğru yo­
la çıkarılması Meclisçe karara bağlanmıştı. Bir milyondan fazla er!
Bulabildiği az sayıda zanaatçinin silah altına �lınmalarını önlemek
için Lavoisier'nin mücadele vermesi gerekiyordu. Ordu hepsini almak
' I
.

isLiyordu.

Bakır gerekliydi; silahhanelerin bomboş olduğu . silah döktüııııek

için bile ellerinde bakır bulunmadığı bir sırada nereden bulunabilir­


di? Ölçü aleti ile top arasında zorlu bir yarışma olacağa benziyordu.
Elbette ikisinin birlikte olması istenirdi;. elbette savaş silahlarıyla ha-

nş silahlarının birbirlerine karşıt olmamalan istenirdi. ·Elbette, hem


özgürlük düşmanlarının bozguna uğratılması hem de özgürlüğün sü-

'

1 34
METRENiN iCADI

rekliliğini sağlayacak olan araçlara en iyi biçimin verilmesi istenirdi.


tstenen, HER ŞEYdi !
·

Tüm cephelerde savaşmak isteyen şu Konvansiyon Meclisi.nin yık-


.
.

mak-yapmak için gösterdiği o inanılmaz ikili etkinlik doymak bilme:z:


bir açlığa benziyord u. Sanki tarihin o kadar canlı bir parçası, olayla-
rın olağan gidişinde açılmış bir parantez olan bu meclis, kurulacak
bir dünyanın sonsuzluğu karşısında, aceleden ne yapacağını· şaşırmış
gibiydi. Kendisini öğütmek isteyen o görülmez çene kemiklerini bir­
birinden ayırrnası, eskiden kalma güçlerin öç etkisinden nasılsa kur­
tarılabilmiş sınırlı bir yerde yenileme. kurma, yaratma işlerini yapa-

bilmesi gerekiyordu. Yaratmak, öylesine yaratmak ki, ileride gelecek


yenileyicilerin öfkesi ne kadar şiddetli olursa olsun, yaratılanların
hepsini yıkmaya güçleri yetmesin. Ne zaman yeni bir düşman ortaya
.

çıksa, ne zaman yeni bir cephe açılsa, Konvansiyon Mecljsinin hemen


yeni bir kol yapması, o kolun da saldırıya hemen karşı koyabilmek
için yeterince güçlü olması gerekiyordu. Düşmanı uzakta tutmak. za-
man kazanmak; ÖZGÜRLÜK YA DA ÖLÜM� .

Konvansiyonun iki çehresi vardı; bir eğitim kurulu ve bir savaş


kuruluydu. Aynı çalışma sarhoşluğu içinde biri geleceği hazırlıyor,
öteki içinde bulunulan güne biçim veriyordu. Yeni ölçü birimlerinin
.

yapılması için bir araya gelmiş zanaacçıiara ikisi birlikte sesleniyor-

lardı:

_ "Utku zincirinde yüreklilik demir ve tuncu çınlatırken işlikleri­


nizde becerinize boyun eğmiş madenler ve tahta, sizden Fransız adı­
nın görkemine başka bir yoldan katkıda bulunmayı öğrenecektir.,'

Bakırı nereden bulmalı? O bakır ki, ateş kusan ağızların bileşi­

minde yüzde doksandan fazla yer tutmaktaydı. Nereden bulunacaktı?


lngiltere'de, Rusya'da ve lsveç'te vardı; yani iki düşman ülkeyle ablu-

135
METRENiN iCADI

kadan ötürü her türlü ulaşımın kesildiği bir ülkede .


.
. Barut nereden bulunacaktı? Hindistan'dant Konu duyulunca gözler
öfkeden göğe, sonra da umutsuzluktan yere çevrildi. Çörum bulundu:
Tepede bakır vardı, aşağıda da barut. Kilise çanları. bakır doluydu,
. •

mahzenler de barut.

Yazık ki, çanlarda bakır ve kalayın o.rant namlu.lann bileşimindeki


gibi değildi. Kimyacı Fourcroy bunları ayrıştırırıanın yolunu buldu.
• ••

Bu teknik ataklık karşısında yardımcılarından biri şöyle haykırmıştı:

"Bakın, Kilisenin bağladığı şeyi Fourcroy çözüyor."

Bayonvilliers'nin çan kulesine uzun bir süre için yerleşmiş olan


Delambre, bir sabah, beklemediği bir sırada sırtlarında halatlarla iki
işçinin gelip hemen çıkrık ve iskele kurrı1aya başladıklannı gördü.
Çanlar için gelmişlermiş. Çalışma alanlarını sağlam biçimde desteğe ·

aldıktan sonra, bir tanesi bronz etekliğin içine girdi, halkaya bağlı
tokmağı tutan meşin kayışı çöz�ü. Sesi soluğu kesilen çan, bağlanma-
.
sına bir şey demedi. Birinci bağ tutamaçlarla dilin arasından geçiyor-
du; ikincisi tepeyi kavrayıp tutuyor, üçüncüsü iç halkaya düğümlen­
miş olarak göbek boyunca uzanıp iki tutamaca , bağlanıyordu.
Delambre, o kocaman sessiz kütlenin iki yana sallana sallana kulenin
açıklığından geçtiğini görünce, ne de olsa, içinde bir burukluk hisset- .
ti. •

>

Kilisenin kapısına bir duyuru iğnelemişlerdi: Ulusal Konvansi­


yonca alınan karar gereği, her cemaate ancak tek bir çan kalacaktı. ln-·

dirdikleri çanı, bir çift öküzün çektiği ve daha önceden üzerinde üç

çan bulunan bir arabaya yüklediler. işçilerden birinin Bellet'ye dediği­


ne göre, yalnızca o yörede indirilmiş çanlarla şimdiden 30.000 libre ·

maden elde edilmişti. "Bununla iki tane 18'lik batarya ya da bir tane
. -

24'lük ve iki tane 4'lük batarya dökülebilir"miş. Bir kadın, işçiye ses-

136

.(' - :
.)
...
••
.

l

METRENiN iCADI

lendi: "Neden çanlarımızı alıyorsunuz? Hakkınız yok!" "Bugün silah­


.

lanmızı yapmak için çanları indirıı-ıezsek, yarın o çanlar bizim cena-


1

1
.
.
'

zemizde çalar!" Araba hareket etti. •

Ya barut? Bayonvilliers'de ne kadar nem1i yer varsa kazımaya ,


ahırları, tavlaları, eski evleri fırçalamaya b·aşladılar. Daha iyisi şu ol-

du, çamaşır yıkanan suda bol barut bulunduğu ortaya çıktı. Hadiı bu-
nun üzerine, her çamaşırhaneye çamaşırcı kadınlara seslenen bir ilan
asıldı: "Yurttaşlar, sizler de çamaşırlarınızdan arta kalanı özgürlüğe
vererek bar u t yapımına katılacaksınız. Yıkadığınız çamaşırların suyu­
nu özenle biriktirip yöre merkezinde bulunan yurtsever işliklere yol­
layınız.''

Bellet bu çamaşırhanelerden birine yıkanacak bir şeyler bırakmak


üzereydi ki, güzel bir çamaşırcı kadından şunu duydu: ''Bırak işte
oraya! Görüyorsun, Cumhuriyet için çalışıyoruz biz buradat"

Sessizlik içten içe tüm kırlara, tarlalara yayıldı; Delambre btınun


ancak yavaş yavaş farkına varmıştı. Kulelerden indirilen Cecile'ler,
jezabel'ler, Bemadette'ler, Maraine'ler -he psinin metale açık açık ka­
zınmış böyle adları vardı- arkalarında yadırganır bir boşluk bırak­
mışlardı .

. Delambre'da, sürekli gökle yer arasında çalışa çalışa, kırların ses­

sizliğine, havanın kalınlığına, atmosferin dtıruluğuna karş ı bir duyar-


ı
lık oluşmuştu. Orada, bu güz sonunda, o atalardan gelen çevre ·köyler

arası iletişim kopmuştu. Delambre ölçümlerini elinde olmaksızın bir


gerginlik içinde yapıyor, ne olduğunu bilmediği bir şeyin sessizliği

çatlatmasını bekliyordu. Manzaraya bir derinlik verecek hiçbjr tınla­


ma duyulmuyordu. Çanlardan o kadar nefret etmiş olan Delambre,

onları özlemeye başlıyordul Bir akşam, toplamadan kurtulabilmiş tek

137

'
METRENlN le.ADI

çanın tehlike için çaldığını duyunca neredeyse sevinecekti. O gece,


çok kimseye, tehlike çanının sesi bir özlemle kanşık geldi.

Kent dışı alanların sessizliği geçici ölçü ve ayarlarla ilgili Encü­


menin gürültülü oturumlarıyla zıtlık oluşturuyordu. Encümen, genel­
likle Madeleine Bulvarı'nda, Lavoisier'nin evinde toplanıyordu. Duva­

ra bir Fransa haritası iğnelenmişti. Üzerinde bir. baştan bir başa inen
bir çizgiyle boylam gösterilmişti. Bellet'nin Saint-Denis'deki kalabalı­

ğın önünde açtığı haritada olduğu gibi, bunda da, kuzeyde


Delambre'ın Dunkerque'te başlayıp Montlh�ry'ye kadar, güneyde de
Mechain'in Barselona'dan Bellegarde'a kadar ilerleyişleri kalemle işa­
retlenmişti. Prieur de la Côte-d'Or Encümene atandığından beri, gö­
rüşmeler daha hareketli oluyordu. Çünkü anık orada yalnızca metre­
lerden, mi ryametreJerden, arlardan, santiar)ardan SÖZ edilmiyordu;
.

encümene politika da patırtı gürültüyle girmişti. Prieur ateşli b i r


dağlıydı, ötekilerse kesinlikle öyle değildiler. O, alt tarafı küçük bir
istihkam yüzbaşısıyd ı, ötekilerse çağın en büyük bilginleri arasınday­
dılar. Birbirlerini uzun süredir tanıyorlardı. Bir kısmı. Akademinin
şu ya da bu icadı değerlendirınek üzere oluşturduğu .. bilirkişi" kurul­
ları içindeki bitmez tükenmez çalışma oturumlarında doğmuş dostluk
,

bağlarıyla birbirlerine bağlıydılar; bir çeşit .. soyluluk" oluşturuyor-


lardı. Prieur hemen kendini bu soyluluğun dışında hissetmişti. Zaten,
resmi gücü temsil ettiği için, onu aralanna kabul· etme yolunda her­
hangi bir çaba gösteren de çıkmadı. Çok kudretli Kamu Kurtuluşu

Kurulu'nun üyesi niteliğiyle ve her gün Robespierre, Saint-just,


.

Couthon. Camot ve benzerlerinin yanı başında oturumlara katılan bir


kimse olarak Fransa'yı yöneten on kişiden biriydi.

Sürtüşmeler, en çok da biraz tepeden bakar bir havayla onu sinir-

138
METRENiN iCADI

lendirc11ekten muzip bir zevk alan Lavoisier ile takışmalar gittikçe

arctı. Eski rejimin bu kudretli adamını hemen hemen hiç sevmeyen


Prieur de ona aynı biçimde davranıyordu. Buna karşın ve birkaç üye­
nin gelmemesine karşın, geçici ölçü birimlerine etkinlik kazandır­
makla görevli encümen epey hacimli bir çalışmanın üstesinden geldi.

Cassini "I<ralcı11lıktan ötürü yoktu, Condorcet "Girondin"likren


ötürü yoktu. Peki Mechain neden yoktu? Ö lüm haberinin ölmeden
gelmiş olduğu anlaşılmış, şimdi de, bilimsel seferin nasıl sürdürüle­
ceği konusunu düşünmek için iyileşmesi bekleniyordu. Delambre'a
gelince, Paris'in kuzeyindeki tüm üçgenleri bitirdiği için, bir yıl önce
kış yüzünden yanda bıraktığı ölçümlerini tamamlamak üzere Eşitlik
Kilisesi'ne dönmüştü.

Bölge orıııanlıktı. Herkes bilir ki, loş ağaçlıklarda gizlilik kaynar;


sisler içinde boğulmuş, karla örttllmüş korularda en aşağılık tuzaklar
kurulur. Köylülerin, hele La Cour-Dieu'lülerin bundan hiç kuşkusu
".

yoktur; bu nedenle de Delambre'ın başına birrakım işler ge]di; o da,


vakit yitirrrıeden bunları maceralara bayılan Lavoisier'ye anlattı. "Or­
mandaki gidiş gelişlerimiz bize şüpheli damgası vurdurdu," diye ya­ •
• •

zıyordu. 14Boiscommun'deki Devrim Komitesi'ne hakkımızda ihbarda


bulunmuşlar. La Cour-Dieu'de üç dört yüz hayd utun yapı iskeleleri
kurdukları, çan kulelerinde delikler açtıklarını görmüşler. Söz konu­
su haydutların yeni bir Vendee • lehine araziyi keşfe geldiklerinden
eminmişler. Sonuçta bizi saf dışı bırakmak için beş ya da altı yüz as-
, .

ker istemişler.,, Olayı anlatırken Delambre kendisini ve Bellet'yi yer-

Vendee Savaşt: Konvansiyon Meclisi'nin Şubat 1 793'te 300.000 kişiyi askere


alınası Ozerine Vendee ili içinde baş gösteren Devrim karşıtı ayaklanmaya
gönderene. ·-ç.n.

139
ME'mENIN IC.ADI

lerinden çıkarmak için gelen birliğin şaşkınlığını anımsayıp hala gü­


lüyordu. Lavoisier bundan hoşlanacaktı.

Ancak Lavoisier bundan hoşlanmadı. Delambre'ın mektubu Made­


leine Bulvarı'na vardığında, o, beş gündür, artık hapishaneye dönüş­
türülmüş Port-Royal'de, yeni adıyla Port-Libre'de tutukluydu. Krallık
.

döneminde vergi toplamakla görevli ve "mültezim" sanını taşıyan


kimselerin topluca büyük bir davada yargılanmaları isteniyordu.
Hepsini arıyorlardı; ancak yirıı1i iki tanesini bulabilmişlerdi ve' bun­
lardan biri de Lavoisier'ydi.

Borda hemen Encümen üyelerine haberciler gönderdi. Lavoisi­


er'nin salıverilmesi için ne yapmalıydı? Konvansiyon, ölçülerin bir­
leştirilmesi işinin çabuklaştırılmasına önem veriyordu. Meclise, La­

voisier'nin hapsedilmesinin çalışmaları büyük ölçüde geciktireceğini


ispatlamak gerekliydi. Borda , heyecansız, nesnel, teknik bir mektup
yazmayı önerdi. Hiçbir politik dayanışma belli edilmemeliydi; edilir­
se, istenenin tersi bir sonuçla karşılaşılabilirdi.

Borda "Çok çeşitli ağırlık ve uzunluk ölçüsü birimlerinin denet­


lenmesi nedeniyle, kesinlik isteyen bütün işlemlerdeki büyük yetene-
1
·�

ğinden ötürü üyelerden birinin, )'Urttaş Lavoisier'nin hazır bulunması


,
gerekmektedir. diye yazdı. Coulomb, ağırlıklar alanında Lavoisi­ •

er·nin yerini tutacak kimse bu �unmadığının da eklenmesini önerdi.


Borda şöyle yazdı: "Ağırlıkların belirlenmesi konusunda yaptığı çalış­

malar kendisinin yokluğunda kesilmiş bulunmaktadır; yeni görevlen­


dirilecek biri, bu çalışmaların tümüne baştan başlamak zorunda kala­
caktır. Bu göreve yurttaş Lavoisier'nin yerine başka birinin konulma­
sının çok güç olduğunu söyleyebiliriz." Mektubun sonunda ise 14bu
yurtlaşın, kendisinin yokluğunda yanda kesilmiş . olan önemli çalış­
,,
malara yeniden göırlerihnesinin ne kadar ivOOi olduğunu beliniyordu.
'

140

METRENiN iCADI

Borda mektubu yüksek sesle okudu ve imzaladı. Kalemi çalışma

arkadaşlarına uzatmadan önce , bt\ imzayı atmanın getirebileceği cehli­


keleri hatırlattı. Kalem elden ele geçti.

Kamu Kurtuluşu Kurulu'nun eline geçtiğinde mektubun altında altı

imza vardı: Borda, Brisson, Coulomb, Delambre, Haüy ve Laplace .

• •

141

� IO -

hatillon Tepesi dedikleri bu yerde, küçük bir


''
çiftlikle ekili bir tarla var; gerisi çok yüksek
....�
... meşe ağaçlanyla kaplı. Tarla boyunca Pithivi­
ers'den Chateauneure giden yol· uzanıyor. Altmış kadem yüksekliğin­
deki işaret noktamı, birçok denemeden sonra, işte o yolla orc11anın
başlangıcı arasında kurmaya karar verdim. Yapı çok pahalıya mal ola­
cak ve içinde bulunduğumuz koşullarda, çevreyi telaşlandırınası tehli-
kesi var.

"Kare biçimindeki dördüncü kacı gözlem yeri olarak kullanıyoruz.


Tepesinde bizim olağan nirengi yerlerimize benzeyen bir piramit var.
Kendimizi rüzgardan ve kardan korumak için dört yanına levhalar
çaktık.

"Rüzgar bizden çok işareti etkiliyor. çünkü onun rüzgara karşı da­
ha büyük bir yüzeyi var. Dülgere göz k':llak olamadık, o da pazarlık
koşullarının tümünü yerine getirmedi. En çok da dayanıklığı sağlaya­
cak olan şeyleri yan çizdi. En ufak bir esinti tüm mekanizmayı sarsı­
yor, öyle ki yalnız ölçümlerin o kadar güvenilir <?lmaması sorunu de­
ğil, aynı zamanda gözlemcileri de endişeye düşüren bir durum doğu­
y
yor. Bu nedenle, oraya ancak sakin havada çıkma a dikkat ediyoruz.
Rüzgar çıkarsa hemen aşağıya iniyoruz. Fakat, bu durumda aygıtı da

indirırıek gerekiyor; o iş de bir on beş dakika alıyor. Günler o kadar

kısa, soğuk o kadar keskin ki. . .

"Kar lapa lapa yağmaya başlıyor."



Delambre ile Bellet ikinci Noellerini Chatillon hanında geçirdiler.

142
METRENiN lCADI

Bellet1 mağara kadar derin bir ocağın önünde otunnuş, bilmem kaçın-
cı kez öksürüp aksırıyordu. "lçin, rüzgarda kalmaya bundan iyi ilaç

yoktur." Yaşlı bir . adam böyle diyerek bir kadeh rakı uzattı ve
Bellet1nin yanına _o turdu. "Özgürlük Baba"ymış. Bu adı, görevinden
geliyordu. Köyün alanına dikiln:tiş Özgürlük ağacından sorumluydu.
Hem bahçıvan hem bekçi olarak ağaçla uğraşacak ve ona zarar veril­
mesini engelleyecekti .
.•

Kapı açıldı, Bellet ürperdi. Girişte bir kardan adam silkiniyordu.


Delambre'mış. Daha üzerindeki kürklü giysi;ri çıkannadan yardımcı-
.

sının yanına koştu: "Başka bir yol düşündüm," dedi, "aynı ölçüyü sı-
..
rayla yapacağımıza ikimiz birlikte yaparız . Bellet yanıc yerine bir ka­
deh rakı uzattı. Astronom "Siz bir dürbüne geçersiniz, ben de birine"
diye devam etti. "Yarısı kadar sürede yaparız!" Arkadan bardağını
dikti. Afallayan Özgürlük Baba sordu: "Hani şu bilginler siz misi­
niz?,, Yüıü aydınlanmıştı. '4Leonne, bir testi daha rakı getir! Bardak
da! Ben ısmarlıyorum.,, Delambre kabul etmek istemediğini gösterir
r


.

bir işaret yapıyordu. "Nasıl? Nasıl? Bugün, benim bayramım. Beledi­


ye Başkanı dedi ki, Paris'te okulun zorunlu olması oylanmış. Üstelik
.
.

parasız!" '

· Yakındaki bir masada oturan kırk yaşlarında, kalantor giyimli bir

adam konuşmayı dinlemişti: ·

"Ben okulun zorunlu olması konusunda aynı düşüncede değilim"


dedi. �Özgürlüğe aykırı bir şey. Ordu gibi� insan gönüllü olursa gi-
. .
der."
,,
"Ama sen gönüllülerden değildin, değil mi? diye yanıtladı ihti-
,

yar. Adama yaklaşt ı: "Bedavalığına canın sıkılıyor olmasın , sakın? El-


-
.

bette sen okuma biliyorsundur?" Adam, başıyla evet işareti yaptı.


· "Ama ben bilmiyorumn diye yaşlı adam d�vam etti.

143
METRENiN iCADI

"Bilsen ne işine yarayacaktı ki?" Kalantor hor görüyle soruyordu.

"Şeye yarardı . . . Şeye . . . "

Leonne, yaşlı adam daha fazla sıkılmadan tam zamanında geldi. Şi­
şeyle kadehleri bırakırken mırıldanıyordu: "Şu sizin okul kızlar için
de olursa şaşarım." Delambre başını kaldırdı; kadın gitmişti bile.
Okula içtiler. Kalantor adam kaba kaba bakıyordu; bir şeyler düşünü­
yordu ama söylemeye cesaret edemedi. Ne var ki, başkaları kendi dö­

nemlerinde aynı şeyleri yazmaya cesaret etmişlerdi: "Bence fakirin ca­


hil olması gerekir. Eğitim verilecek kimse işçi değil kentsoylu olma­
lıdır.n Hatta şunu da eklemişlerdi: "Avamın eğitim almaya zamanı da
yeteneği de olduğundan kuşkuluyum.n Btinu kim yazmıştı? Voltaire,
Aydınlanma'nın Voltaire'i. Hatasız kul olmazmış!
'

Sofraya oturdular. Noel gecesi yemeğin hep birlikte yenmesi adet­


li. Büyük salon boyunca upuzun bir sofra kurulmuştu. Hancı ellerini

ovuşturuyordu. Han doluydu. Tipiden ötürü birçok müşteri yoluna


devam edemeyip handa kalmıştı.

Kalantor adam, Pithiviers'de kolacıymış. Yanında götürdüğü pata­


tes yüklü araba bir çukura saplanmış. Hemen onun yanında zarif bir
delikanlı oturuyorçlu; daha yaşlı fakat şaşılacak kadar hareketli biriyle
birlikteydi. Genci, jean Chambraud, papazmış; öteki, Tome, onun
-

piskoposu, Cumhuriyete bağlılık yemini eden ilk din adamlanndandı .

Masanın ucuna, Chambraud ile kalacının arasına, hana akşam geç


saatte iki çocuğuyla gelmiş olan güzel bir kadın oturınuştu. Neyse ki
yumurcaklar uyumuşlardı. Çok .]eğerli bir Macon şarabı içiliyor, pek
lezzetli bir hindi yeniyordu. Leonne bu koskoca sofraya hizmet edece­
ğim diye çırpınıp duruyordu.

iki din adamı Culan'a gidiyorlarmış; piskopos orada papazını ev­


lendirecekmiş. Bu, Torne'nin ilk işi değilmiş, birkaç hafta önce Ver-

144
METRENiN iCADI

neuil papazı yurttaş N icolas Moulin'in kendi cemaatinden bir kadınla


evliliğini de kutsamiş. Genç kadın, doğaya ters bulduğu bu gariplik­
leri duydukça çığlıklar atıyordu: "Ya bekarlık ahdiniz?" diye bağırdı.
Yakışıklı Chambraudt kadına bir melek bakışı fırlatıp bir şey söyle-
.
.

metli. Tome, daha da melekçesine, tatlının tatlıs1 bir sesle: "Sevgili

yurttaş!" dedi , "doğa ahdine ters düşen hiçbir yasa ahdi yoktur. Ben
kendi hesabıma, i]eri yaşım yüzünden, altmış yedi yaşındayım, din
adamlarının evlenmesine izin veren bu güzel reforrı1a ayak uydurama­
dığıma yeriniyorum.''

Bir gün gelecek , Delambre, Piskopos Tome'nin o yemekten bir ay


sonra Therese Collet adında, lssoudun'lü bir hanımefendiyle evlendi­
ğini ve iki yıl sonra da boşandıklarını öğrenecekti.

Sofranın her bir köşesinde konuşma konusu ayrıydı ama ara sıra , _
hele yeni bir kap yemek getirildiğinde sohbetler birleşiyordu. Özgür­
lük Baba , bıkıp usanmadı konuşmayı eğitim alanına getirdi. Bu konu­
da en çok bilgisi olan Chambra11d'ydu. Üç gün önce oylanan yasanın
hazırlanmasına temel oluşturmuş olan Condorcet'nin metnini nere­
deyse ezbere biliyordu. Metinden bol bol parçalar aktardı: "tüm yurt-
somut bir eşitlik kurmak... yasanın tanıdığı yurttaşlık
.

taşlar arasında
eşitliğini gerçekleştirmek. . . " Konuştukça heyecanı artıyordu: ''Eği­
tim, bireyleri okuldan çıktıkları anda bırakmamalıydı; her yaştan in­
sanı kapsamalıydı." Ihtiyar adam, çok memnun, can ktılağıyla dinli­
yordu. "Bak, şimdi de bize yaşlı okulları vaat ediyorlar!" Bunu, ya-
.

nında oturan kadının omzunun CLZerinden seslenen, kolacı söylüyor-


du. Kadın: "Kusura bakmayın, , peder ama" dedi, -papazın ünvanı üze­
rinde mahsus duruyordu- "tüm yaşamımızı okulda geçirirsek ne za­
man çalışırız?" Çatalını tabağına konulmuş olan kocaman hindi budu-

145
METRENiN iCADI

na daldırdı. Chambraud soruyu duymazlıktan gelerek: "Bu ikinci eği­


tim, n dedi, "yetişkinler için olanı, birincisi ihmal edildiğinden daha
da gereklidir; herkese gereksinimlerini karşılama, rahatını sağlama,
haklarını öğrenip onlardan yararlanma olanaklarını verecektir." Gfizel
kadın gözleri parlayarak "Papaz efendi" dedi, "bu laflannız basbayağı
bir vaaz!''

Leonne ter içinde, dev gibi tabaklar getiriyor,_ sofradakiler de ace­


leyle yemekleri bitiriyorlardı. Hancı her şeyi iyi hazırlamıştı. Dışarı­

da zehir gibi rüzgar estiğini duyduklarından şölen daha da hora geçi­


yordu. Birisi, yönetim eğitime bumunu soktuğuna göre, öğretilecek
şeyin içeriğini de yine yönetimin dayatmasından korkmak gerektiğini
söyledi. Delambre'ın karşısında o ana kadar hiç konuşmayan ufak te­
fek bir adam patladı: "Yüzyıllar boyu kilisenin okulla uğraşmasını
olağan bulanlarla bugün 'okulun bağımsız olması gerektiği'ni kaz gibi
gulu gululayanlar aynı kişileri" Kolacı kuru bir sesle "Hindi" diye
düzeltti. Ufak tefek adam anlamadı: "Ne olmuş hindiye?" dedi. Kola­
,,
cı, yanındakini dirseğiyle dürtüp "Kaz gibi gulu gululuyorlarmış!
dedi. Özgürlük Baba sandalyesinden fırladı: "Hayır yurıtaş, hayırl Ki­
misi kaz gibi tıslıyor, kimisi ta\'llk gibi gıdaklıyor, kimisi de hindi
gibi gulu gululuyor." Lafı bitince sofradakilere övünçle bakıp yerine
oturd u. Böylesine kesin bildiriyi kahkahalarla onayladılar. O sırada
Chambraud yeniden ortaya çıktı. Elinde Condorcet'nin kitapçığı, san­

dalyelerin arasında dolaşıyor, yüksek sesle okuyordu: "Her türlü eği­


timin ilk koşulu yalnızca gerçeklikleri öğretmek olduğundan,· kurum­
.
lar yetke karşısında elden geldiğince bağımsız olacaklardır. . Papaz,
böyle önünü görıneden yürüdüğü için, az kalsın Leonne'a çarpıp kadı­
nı devirecekti. Bütün sofra bir korku çığlığı attı: Dökülecek olan tat­

lıydıl Hiçbir şeyi fark etmemiş olan Chambraud okumasını sürdürü-


.

1 46
'
METRENlN iCADI

yordu: "Hiçbir iktidarın yeni gerçekliklerin gelişmesini önlemeye

yetkisi hatta etkisi olmayacakır; kendi politikasına ya da özel çıkarla-


,,
.

rına ters düşen kuramların öğretilmesini de engelleyemeyecektir. Ki-


.

tabı kapatmadan masanın üzerine koydu. Ön kapak lekelendi; hindi


yağlıymış.

Bazen olur ya, tüm konuşmalar aynı anda durdu, sadece biri, ka-
lantor müşteri yanında oturan kadına anlattıklarını sürdürüyordu:
"Yarım Burgonya hacminde bir fıçıya elli libre çürümüş fasulye ve
"'\
mercimek koyanın, onu on beş libre kadar ıskartaya çıkmış pirinçle
harcnan ederim, ori iki libre patates, beş altı libre de şeytanşalgamı
katarım." Güzel kadın, memnun bir ifadeyle dinliyordu ama, kalantor
'

ona, bu arada tüm sofraya da, kolanın tarifini veremedi. ihtiyar: " E ,

bu kokmuş bir şey olur!" diye tiksintiyle yüzünü buruşturarak ada-


mın sözünü kesti. "Sen bu pislikle mi sabıkların yakalarını kolalıyor­
dun?" Beriki hiç altında kalmadan kurumlu bir biçimde ayağa kalktı:
"Sabıklara değil" dedi "orduya ve Konvansiyon üyelerine hizmet veri-
,

yorum. Bizzat Robespierre'e de, yurttaş!" Bird�n Leonne'un büyük bir


tavaya vurduğu duyuldu. Gece yansı olmuştu. Herkes kucaklaştı.

Biraz sonra herkes yatmaya gidince büyük salonda kıpır kıpır ye-
rinde duramayan Özgürlük Baba'yla ocağın başında uyuklayan Bel­
let'den başka hiç kimse kalmamıştı. Yaşlı adam kızgın bir sesle: "Kala
kala heyecansızlar kaldı" diyordu. " En iyileri 92'de gittiler. Bahse gi­
rerim. hiçbiri dönmeyecektir. Ötekilerse, ordu müteahhitleri, gönül-
, .

lülerin sırtından küplerini dolduruyorlar!" Doğruldu, Bellet'nin kolu-


nu sevgiyle tutup sıktı: "Bak, evlat, Devrim doğadan örnek almalıydı.

Kı.ş uykusuna yatmak, anlıyor musun? Kışın duracaksın, iyi havalarla


birlikte yeniden b3.şlayacaksın. Daha güçlü, daha şiddetli olarak yeni-·

147

1

McmENIN le.ADI

den başlayacaksın." İçinde kaybolduğu koskoca bir pelerine sarıldı:


"Siz ikiniz epeyi yer gönnüş olmalısınız. Söylesene! Büyük mü Fran­
sa?'' Bellet, her ne kadar uykuya dalmışsa da, kendi ağZından şu sözle­
rin döküldüğünü işitti: "Henüz yeterince büyük, daha yeterince . . . "

Chatillon'a pek uzak olmayan, Marchecourt adında bir kasaba var-


,

dı. Yirmi kadar üyesi bulunan Halk Demeği'ni, kasaba kilisesinin sa­
bık papazı, yurttaş Gasnier yönetiyordu. Demek, Loiret ilinin en et­

kin halk derneklerinden olmakla övünebilirdi.

Malesherbes'den Pithiviers'ye giden yolun üstünde üzerinde bir

yazıt bulunan küçük bir anıt vardı. Bir derebeylik bölge aynın işareti
gibi yapılmış bu anıt, köylülere o hiç istenmeyen ücretli yol adetini
anımsatıyordu. Her köprü girişinde, her kasaba sırunnda, her yol
kavşağında yolculann senyöre ödemesi zorunlu olan bu harç artık
alınmıyordu.

17 Aralık toplantısında Gasnier söz alarak şunlan söylemişti:


"Yurttaşlar, kardeşlerim, kasabamızın topraklan üzerinde hala zorba­
lık döneminin iğrenç bir işareti duruyor, sabık senyörlerin büyüklük

işaretleri olarak yapılmış ve adına Boylam denen taş piramitten söz


etmek istiyorum. Halk Demeği'ni, o piramidin hemen yıkılması ve
kasaba içine taşınarak Marchecourt sokaklannı döşeme işinde kulla­
nılması yolunda karar �)maya davet ediyorum." Oylamaya geçildi.
Birkaç gün sonra Marchecourt sakaldan çok daha iyi bir durumdaydı.

Özgürlük Baba bunu Delambre'a anlatınca astronom hemen Marc­

hecourt'a koştu. Piramidin yerinde biraz moloz gördü; fakat biraz da­

ha dikkatli araştırınca molozun arasından beyaz merınerden bir levha

çıkardı. Üzerinde şunlar yazılıydı: "Gözlemevinin Cassini tarafından


.
1748 yılında saptanmış boylamı.''. Delambre levhayı yanına aldı.
'

lnsana umutsuzluk verecek bir hareketsizlik . içinde bir hafta

148
"

METRENiN lCADI

boyunca hana tıkılıp kalan astronomla yardımcısı, müşterilerin birer


birer çıkıp gidişlerine tanık oldular. Arabası battığı çamur çukurun­

dan kurtarılınca, kolacı Pithiviers'ye dönmüştü. Sonra sıra Tome ile


yavuklusuna kavuşmak için acele eden Chambraud'ya geldi. Yalnızca

iki çocuğuyla birlikte güzel kadın kaldı; ne yazık ki çocuklar bütün


gün uyumuyorlar, o yüzden de handaki genel havayı dayanılmaz bir

duruma sokuyorlardı. Bu da, Delambre'ın '4bekarlık sultanlıktır" ilke­


sini pekiştirmekten başka bir şeye yaramadı.

Fırtına dinmişti ama gökyüzü hala kapalıydı. Doğudan esen hafif


fakat inatçı bir rüzgar sonunda bulutları dağıttı. Fırtına manzarayı
kardan bir kepenek altında ezmişti. Uzaklarda buz içine hapsedilmiş
koyu renk, sivri bir uç görünüyordu. Bu, Pithiviers'deki çan kulesiy­
di. Bellet alt dürbünü oraya ayarlarken Delambre da gözünü U.St dür­
büne yapıştırmış, yardımcısının işini bitirmesini bekliyordu. Gözle­
mi ilk kez aynı anda gerçekleştiriyorlardı.

Astronomun dediği gibi, çalışma iki kat daha hızlı gitti. Donduru-

cu bir soğuk vardı. Bellet, parcrıak uçlan açık eldivenler giymişti.


Delambre'ın elleri ise çıplaktı, bu ytızden durınadan partıtaklarını ·
.

ovuşturuyordu. Bellet, neredeyse bir saplantıya dönecek olan bu hare-


kete dayanamıyordu: "Benim gibi yapın, eldiven giyin{ " dedi. "Ne işe
yarar? Donan, zaten parcnak uçları . " Bunun üzerine, Bellet, bir ku­
rumla, cebinden on tane minik siyah yünlü parça çıkardı, her birini
panııak uçlarına geçirdi. Bjr sol başparmağı açıkta kalmıştı ki, birisi­

y
nin kendilerine seslendiğini du dular. Kulenin dibinde Özgürlük Ba­
ba'ya benzettikleri bir gölge duruyor, onlara bir şey uzatıyordu. De­
lambre homurdana homurdana yapı merdiveninden inmeye başladı.
,

"Paris'ten geliyormuş ," Özgürlük Baba astronoma zarfı uzatırken

149
MEn.ENlN .le.ADI

böyle diyordu. Delambre daha zarfın antetini bile okuyamadan yaşlı


adam torbasından bir afiş çıkarıp açtı: "Şunu bana okuyabilir miydi­
niz? Ne iş değil mi? Okuyamadığım afişleri yapıştını1am gerekiyor!"

Afişte şu yazılıydı: "Kıtlık · dönemlerinde patatesin yalnızca insan


tüketimine ayrılması gerektiğinden, Kamu Kurtuluşu Kurulu aşağıda-

ki kararı almıştır: . Madde I. Kolacıların patatesi nişastaya dönüştür­


meleri yasaklanmıştır. Madde il. Karşı gelenler . . . " lhtiyann yüzü ay­
dınlandı, öylesine gülüyordu ki afişi zor katlayabildi.

"Pithiviers'li kolacının suratını görecektin şimdi l " diye bağırdı,


koca hanııaniyesine sarılmış giderken.

Delambre mektubu açıp, okumaya koyuldu birden yüzü bembeyaz


kesildi. "Yönetimle yükümlü olanlann, cumhuriyetçi erdemlerinden
ve krallara duydukları kinden ötürü güvene değer olan kimselerden
başkasına iş ve görev verıı1emelerinin kamuoyunun gözünde taşıdığı
önemin bilincinde olan Kamu Kurtuluşu Kurulu, Borda , Lavoisier,
Laplace , Coulomb, Delambre'ın bugünden başlayarak Ölçü ve Ayarlar
Encümeni üyeliklerinin son bulmasını ve buna bağlı olarak ellerinde­
ki araç, hesap , not, zabıtları teslim etmelerini karar altına almıştır."
imzalayanlar: Prieur de la Côte d'Or, Barere, Robespierre, Couthon,
Saint-just , Collot d'Herbois. Delambre kulenin dibinde kala kalmıştı.
Tepedeki iskelenin üzerinde, keyfi yerinde olan Bellet, el kol hare�et­
leriyle yukarı çıkması ona için işaret ediyordu.

Yaşlı Borda'nın· meslektaşlarını uyarıııakta haklı olduğu meydana


çıkmıştı: Lavoisier lehindeki mektubu imzalayan herkes görevinden
alınmıştı. Yalnız Haüy'e dokunmamışlardı, herhalde onu unutmuşlar­

dı. Delambre, sorumluluğunu almıştı, hiç pişman değildi. Muhakkak


ki, cezalandırılacağını tahmin ediyordu ama, ne bu kadar ağır biçim­

de ne bu kadar çabuk olarak. Kış çalişmasını bile bitin11eden ölçümle-

150
METRENiN iCADI

rinin orta yerinde işini yarıda kesmeleri kendisini çileden çıkarıyor­


du.

Özgürlük Baba dönerken kulenin tepesinde, başlarında erguvan


rengi haleler olan iki loş gölgenin yavaş yavaş hareket ettiklerini gör­
dü. Astronomla yardımcısı üzgün üıgün araçlarını, aygıtlarını toplu­
y-orlardı. ·

Delambre birden Bellet'ye doğru öylesine bir hızla döndü ki, iske-

le sarsıldı: "Size bir önerim var. Evet demek zorunda deği1siniz. lşi­

mizin büyük bölümünü bitirdik. Bourges'a kadar olan bütün nirengi )

noktaları dikildi. Şimdi işi b1rakmak günah; aptalca bir şey olur.
.

Hiçbir biçimde sizi benimle gelmeye zorlamıyorum. Ama ben işi sür-
dürüyorum! Duymazlıktan geliyorum. Sanki mektup falan almadım.
Bourges'a kadar giderim, ondan sonra onlara her şeyi geri veririm.
Araçları, aygıtları, hesaplan, notları, zabıtları, her şeyi!" . Bellet yanıt

verrı1edi. Delambre yine bumunu araç sandığı�a daldırıp yerleştirme


işini sürdürdü. Bir süre sessizlik oldu. Bellet aksırdı. "Hay şu nezle­
nin de!" Arkasından öksürük ge]di.
Öksürürken konuşuyordu.
,
Delambre "Şimdi Bourges'a mı hareket ediyoruz?. dediğini duydu.
"

'

İki adam kucaklaşıverdiler. Birden Bellet sıyrıldı, mektubu e]ine alıp · •


.

heyecanla okumaya koyuldu. Yüzü güldü. Delambre'ın önüne dikilip .

,,

1
tek tek adlan okudu: " Borda, Lavoisier, Laplace, Coulomb,
Delambre'ın bugünden başlayarak . . . " Mektubu asLronomun gözüne
sokuyor, o ise hiçbir şey anlamıyordu.

"Mechain 'in adı geçmiyor!" diye Bellet mektubu savurarak açıkla­


masını yaptı. Delambre bir kez daha baktıktan sonra :

"Doğru," dedi. "Ne olacak?"

'4Mechain'in adı geçmiyorsa üyelikten düşürülmemiş demektir. '

151
.
.

'
METRENiN lCADl

Üyelikten düşürülmemişse ve artık ölü de olmadığına göre, işi slir­


d ürebilecek demektir."

Kararlaştırdıkları gibi çalışmalarını gizlice Bourges katedraline


kadar sürdürdükten sonra Paris'e döndüler .

Keyifsiz bir dönüş oldu. ikisi de tek sözcük etmiyordu. Bellet şaş-
kın bir durumda, ne yapabilirim diye düşünüyordu. Madem ki işler
,.
bu noktaya gelecekmiş, Dammartin de askere yazılsaymışım hiç de­
ğilse diye düşünüyordu. Halbuki' o sırada Delambre bas bas bağır­

mıştı: "Dunkerque düşerse de devam ederiz, Perpignan düşerse de ... "

Delambre·ın kafasından geçenler de yardımcısınınkinden daha iç


açıcı değildi. Son olayları zihninde evirip çeviriyor, neden her şeyin
bu kadar hızlı geliştiğini anlamaya çalışıyordu. "Böylesine karışık bir

dönemde böylesine zor bir işi bana verirken herhalde çan kulelerimi,
nirengi noktal�rımı bırakıp, hesaplarımı bir yana koyup kulüplerde
boy göstennemi, cumhuriyetçi duygularımı, krallara duyduğum kini
sergilememi beklemiyorlardı! Önce geçici metre dediler, arkasından
üyelikten düşürme geldi. llk imza da Prieur'ün imzası! Ya işlem tasa­
rısını kökünden değiştirmek istiyorlar ya da tümden kesip atmak ni­
yetindeler!'' Delambre, karamsar düşünceler içinde bu sonuca varı­
yordu.

Araba yolcu bekleme odasının önünde durdu. Bellet indi; bir posta
arabasıyla ailesinin oturduğu köye gidecekti. Eşyasını yere bırakuk­
tan sonra arabanın kapısın.a yaklaştı. Kocaman bir cüzdanın içinde bir
şey arıyor gibi yapan Delambre başını kaldırdı. Karşılıklı bakıştılar.
'

Bellet bir gözünü kıı·pıp atın sağrısına sertçe vurdu; hayvan hızla yola
koyuldu.

Cennet sokağı! Astronom sonunda evine gelmişti! Merdivenleri

152
METRENlN JCADI

dörder dörder çıkıp . . . kapısını mühürlü buldu. Hemen mahalle yetki­


lisine koştu. Kapının güvenlik nedeniyle mühürlenmiş olduğunu öğ­
renince yüreğine su serpi�di. Dönmesi gecikince koruma amacıyla bu­
nu yapmışlar. Demek, görevden alınmasıyla bir ilgisi yokmuş. Gö­

revden alındığını da belli etmedi. Tersine, görevli bulunduğunun ka­


nıtı olarak Kurucu Meclis'in, Yasama Meclisi'nin, en son da Konvansi-
. .

yon'un kararlarını gösterdi. Sonra, Paris'ten son çıkışından beri gece-


lediği tüm yerlerin belediyelerinden alınmış belgelerden oluşan kos­
koca tomarı, mahalle yetkililerinin şaşkın bakışları önünde ortaya
serdi.

Gece olmadan kapısındaki mühür söküldü. Ertesi sabah Delambre "


dostlarına başkente döndüğünü bildirdi. Laplace Melun'e hareket ec'" •

meye hazırlanıyordu, orada bir evi varmış. Coulomb Blois'ya git- :


mişti bile. Çok geçmeden Borda da onun yanına gidecekti.

Tuileries Sarayı avlusundaki o iki süslü arabanın hareketinden bir


buçuk yıl sonra, manzara şöyleydi: Lavoisier hapishaede, Condorcet
kaçak, Borda ve Delambre görevden azledilmiş, yarı sakat Mechai n de
.
lspanya'dan çıkamıyor! •

Delambre Condorcet'den haber almaya çalıştı. Paris'ten ayrıldığını


söylediler. Doğru değildi. .ı


"

'

Dağlı yeni iktidar, Girondin elebaşlara dokunnıak istemiyordu:

hı:ıe­
onlardan istediği, dillerini tutmaları ve sessiz sedasız politika sa
sinden çekilmeleriydi. O]ay1ar hiç de böyle gerçekleşmedi. Girondin
,
öncüler bölgelerine dönünce ayaklandılar. Paris et dağlılara. başıbo­
zuklara karşı bir başka1dırı hareketinin öncülüğünü yaptılar. XVI . Lo­
uis döneminde susmamış olan Condorcet'ye gelince, Robespierre'e
karşı da aynı tutumu sürdürdü. Kalemini alıp kendisinin de üyesi bu­

lunduğu Konvansiyon üyelerine seslenen şu bildiriyi yazdı: "Çalışma

153
METRENiN iCADI

arkadaşım yurttaşlar, ben, sizin hala baskısı altında inlediğiniz des­


potluktan kaçtım. Şayet Konvansiyon beni sorguya çekmek isteseydi,
yanıt verirdim. 1 791 'de krallığı ortadan kaldırn1ak isteyenlerin hepsi­
nin neden bugün hemen hemen tümden zulme teslim olduklannı so­
ruyorum. Pırıl pırıl kafaları ve sarsılmaz cumhuriyetçi inançları,
krallığın geri getirilmesine daha güçlü bir direnç oluşturacak olanla­
rın neden böylesine bir özenle kızağa çekildiklerini soruyorum ." Bu
bildiriyi meslektaşlarına gönderrnekle yetinmeyen filozof, ayrıca met­
ni geniş ölçüde dağıttırmıştı da. Konvansiyon, suçlama karan almak­
ta gecikmedi.

Nerede saklanabilirdi? Küçük dost çevresi toplandı. julie·den baş-


.

ka, ünlü doktor Cabanis, bir de onun genç meslektaşlarından Pinel


.

vardı. Pinel, kısa süre önce Bicetre hastanesine baştabip atanmıştı;


orada çürümeye bırakılmış delilerin zincirlerini çıkarttırnıaya cesaret
etmesinden ötürü kendinden söz edilmeye başlamıştı. Condorcet, de­
lilere yapılan bu uygulamayı çok iyi karşılamıştı. Gecelerce uykusuz
kalıp bir çare aradıktan sonra, bu küçük topluluk Paris'in orta ye­
rinde saklanılacak bir yer bulmuştu. "Kimsenin Condorcet'yi aramayı
aklına getirırıeyeceği bir yer," ediyorlardı.

·Luxembourg sarayıyla Saint-Sulpice Kilisesi arasında bir yerde,


konutların yoğun olduğu bir kesimde daracık bir sokak vardı: Mezar­
cılar Sokağı. O sokakta da birinci katının balkonunda "PANS1YON
VERNET, kiralık odalar" diye bir tabela asılı, üç katlı bir ev bulunu­
yordu. Vakit akşama yaklaşıyordu, müşterilerden biri pansiyona gi­
den merdiveni çıktı. Konvansiyon üyesi Yuntaş Marcoz'du bu. Mec­
,
liste yeri Dağlıların sıraları arasındaydı. Chambeıy Lisesi nde mate­
matik öğrelmeniydi, Mecliste �ont-Blanc ilini temsil ediyordu.

Kapıyı henüz kapamıştı ki, koridorda oturan ufak tefek bir hanım

1 54
:

METRENiN iCADI
--

• • •
1

. seslendi: ."Yurttaş Marcoz! " "Evet, yurttaş Vemet?" Kadın sıkılıyordu,


. . . • •
• •
1

söyleyeceğinden vazgeÇer gibi oldu, sonra birden, ne o]ursa olsun de-


. .

... yip birinin salonda beklediğini söyledi . . Marcoz saloria girdi. Odanın
. .
- . ortasında ayakta , hafifçe öne eğik, derin düşüncelere dalmış durumda,
. .
gözleri yere çevrili filozof Condorc:et duruyordu. Başını kaldırdı,
· Meclisten meslektaşı olan Marcoz'a: "Sizi bekliyordum" dedi.

. Madam Vemet, çıkmaya hazırlanırken gözdağı verircesine: "Bura-


.
da oturduğunu artık biliyorsunuz" dedi, "tutuklarlarsa siz ihbar etmiş
olacaksınız." Condorcet kadını durdurdu: "Peka.la. biliyorsunuz ki,
sizden saklayacak hiçbir şeyim yok. Çıkmayın!" Sonra Marcoz'a dön­ .
,

dü: "Şaşırır1ış görünüyorsunuz; biliyor musunuz ki, neredeyse iki ay


·olacak, aynı çatı altında yaşıyoruz ...
·

"Ama bu tehlikeli bir çılgınlık!"


,
, . "Sizinle aynı çatı altında yaşamaya mı çılgınlık diyorsunuz, Mar­
coz?"

"Şakayı bırakın. Aranıyorsunuz. Daha dün . . " .

"Biliyorum, ben bir alçağım, ahlaksızım, 'Akademisyen'im," Con­


dorcet bunları gülerek söylüyordu. "Ayrıca, Robespierre'in dedikleri­
ne bakılırsa,- birkaç bilginle aynı mecliste bulunuyorum diye Cumhu­
riyete yasalar verrrıem gerektiği düşüne kapılmışım."

Marcoz gülmüyordu: "Bulurlarsa sizi neyin . . .


.
"

"Ölümün beklediğini biliyoru�'' diye Condorcet sözünü kesti.


Dingin bir davranışla elini uzatarak, "Gerekli önlemleri aldım," dedi.
YÜZük parıııağında altın bir yüzük parlıyordu. · Yüzüğün kaşını açtı,
• •
..

içinde minik bir zehir topu vardı. ·

'

"Tannın !" Bağıran Madam Vemet'ydi. Condorcet:


• •

"Rolland, Rouen yakınlarında bir meşe ağacının dibinde kendini


-
'

öldürrıı üş" diye konuşmasını sürdürdü. "Petion is� Bordeaux yakın1a-

155

,
:
METRENiN iCADI

rında bir taşocağında." Sonra , kendi kendine konuşur gibi: "Şu Dev­
rimi ne kadar istemiştim, şimdi ona başımı mı kestireceğim!" Yüzü
bembeyazdı. Cumhuriyet döneminde ve Cumhuriyetin elinden olacak­
tı ölümü. "Bu yönetim devrimci değil!" diye gürled i, "ne dediğime
iyi kulak verin , Marcoz, 'devrimcil' Bu sözcük yalnızca amacı özgür­
lük olan hareketler için kullanılmalıdır; bu. adamlar onu kötüye kulla­
nacaklar."

Condorcet, yeniden sohbet havasına girmeye çabalıyordu; duvarda


asılı bir tabloya yaklaşıp: "Mösyö Vemet'nin deniz manzaralan çok
güzel, değil mi?" dedi. "Biliyor musunuz ki, evsahibemizin ailesinde­

ki ressam sayısı Bourbon'lardaki kral sayısından çokmuş?"

Marcoz'un Mösyö Vemet'nin deniz manzaralarıyla ilgilenmediği


belliydi. Condorcet'ye yaklaştı: "Bana sonuna kadar güvenebilirsiniz,"
:

dedi. "Hiçbir zaman saklandığınız yeri belli etmeyeceğim."

"Sağ olun, Marcoz, siz onurlu bir adamsınız. Bunu yapmakla bü­
yük cehlikeleri göze alıyorsunuz. Bulunursam ya 'gevşek' diye suçla­
nırsınız ya da Girondin diye tutuklanırsınız."

"Ben mi Girondin'mişim?" diye Marcoz gürültülü bir kahkaha at-


t ı.
\
.

"Ee, bana kralcı dediler ya!"

Mutfakta Madam Vemet öteki pansiyonerlerinkini bir yana bırak­


mış. Condorcet ile Marcoz'a bir şeyler hazırlıyordu. Elinde tepsiyle
salona döndüğünde Marcoz'un şöyle dediğini duydu:

"Biliyorsunuz ya, Condorcet iki politika vardı. Devrimi sürdürüp

onun nimetlerini en fakirlere kadar yaymak ya da o nimetlerden yal­


nızca zaten durumu iyi olanları yararlandırmak. Bunda kesin davran­

mak gerekiyordu."
,
"Baş keserek değil!.

156


'.

METRENiN le.ADI

"Ben hep karşı çıktım." Marcoz bunu ezik bir biçimde söylemişti .
.

"Kesilen başların her birinin Devrimin düşmanlarını çoğaltmadaki


payı papaz birliklerinin, . kralcı birliklerin payından daha
. fazla oldu.
.

Fakat baskıcıların utku kazanmalari, özgürlüğe dokunmaksızın engel­


lenebilir miydi? Siz de bunun yanıtını bulamamıştınız!" Condorcet
hafif bir sesle: .
.

"Gerçekten �e becere�edik,'' dedi. "Bu sorunu çözmek gelecek ku-


şaklara kalıyor. Eh .. onlara da keşfedecek bir şey kalmalı! Fakat kolay
'

olmayacak. Düşmanlarımızın bize büyük bir üstünlüğü var.· Onlara

, göre iş kolay� Onlar özgürlüğe karşı. Yani bağlarını koparıı1ak isteye-


ni saf dışı bırakıyorlar. Mantıklı bir şey: Bize göre . . . n Cümlesi hava-
·

da kaldı.
.

Condorcet cebinde bir şey arıyordu, bulamayınca Marcoz'a tütünü


olup olmadığını sordu. Marcoz bir deri torba uzattı. Condorcet torba­
yı geri vermek istediğinde, tam da o gün bu kötü alışkanlığı bırak­
maya karar verdiğini ileri sürerek reddetti. "Savoie'nın şarabı bana
yetiyor ama anık onu da içecek vakit bulamıyorum, " diyordu. '"Ya
. .

siz, günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?


"Yazıyorum, yazıyorum, yitirilmiş zamanı yakaltyorum." Filozof

oturduğu yerden kalkıp duvardaki deniz manzarasına yaklaşıp resme


· uzun uzun baktı. Uçsuz bucaksız deniz ve bir köşede kızıl bir leke,
rüzgarın şişirdiği minik bir yelken görülüyordu. "Sonra, bir de düş
kuruyorum" diye ekledi .

.

1 57
:
- II -

urgonya'da, Bordeaux yöresinde, Monmanre tepesinde,


Clamart Bağları'nda , Katalonya'nın bayırlarında bağ bozu­
mu vardı. Güneş doğduğunda tarih 5 Ekim 1 793 , battı­
ğında ll yılının 1 4 Vandemiyeriydi.

Bu değişiklik, Konvansiyonun içinde gerçekleştirilmişti ve Kon­


vansiyon bu küçük devrimi genç bir matematik öğretmenine-, Dağlı
.
.

bir milletvekili olan Gilbert Romme'a borçluydu. Tribüne her zaman-


ki gibi sessiz, dingin ilerleyen Romme, milletvekillerinin biraz şaş­


kın bakışları karşısında şöyle demişti:

"lnsan yaratısının ve insan ruhunun ilerlemesi için en önemli şey­


lerden birini yapmış bulunuyorsunuz, ağırlık ve uzunluk ölçümü bi­
rimlerindeki çeşitliliği, tutarsızlığı ve belirsizliği kaldırdınız.
"Tarih için de, insan yaratıcılığı için de zaman, gerekli bir öğe ve
gerekli bir araçtır; her ikisi de sizlerden bu yeni birimlerden başka,
ayrıca, yeni süre ölçümleri de istemektedir. Bu ölçümlerin safdillik,
kör alışkanlıklar, boşinanç yanlışlanndan sıyrılmış olması gerekir."
Fransa topraklan üzerinde sürenin ölçülüp biçilmesinde uygulanagel­
mekte olan hesaplamalar işte bu birkaç sözcükle son buluyordu.

Birkaç hafta önce aynı yerde milletvekili. Barere şöyle haykırmıştı:


"Ulusal Konvansiyon Meclisi, kendini tüm dünyanın mutluluğuyla
yükümlü saymalıdır!" Bu yeni çağ, yüzyıllarca sürmüş baskı çağının
işaretlerini taşımaya devam edebilir miy�i? Nitekim, etmedi de. Dün­
yayı yeniden yoluna koyma isteğini ciddiye alan Konvansiyon, zama­
na da yeni bir �aşlangıç biçmişti. Bunu yapmakla, bu dünya üzerinde

158
MEIRENlN lCADI

yaşayan insanlara bir başlayışın çağdaşı. bir temel atılışının tanığı ol­
duklarını bildiriyordu. Bu·, devlere yaraşır bir girişimdi. Her şey ye­
niden düşünülecekti� Her şey yeniden yorumlanacaktı� Her şey yeni­
den ölçülecekti! Kurucu Meclis mekanı, Konvansiyon ise zamanı üst­

leniyordu. Delambre ile Mechain'e uzunlukların ölçülmesi ve metre


düşmüştü, Romme ise zamanın ölçülmesi ve yeni takvimin ko­
tarılması görevleri düşüyordu.

Bu çapta bir şeyi amaçlama Delambre'ın hoşuna giderdi, zaten bu


olay onun için şaşınıcı da olmamıştı. Romme ve Lalande, yeni takvi­
min birtakım noktalann1 belirlemek üzere uzun ve yorucu astronomi
.

hesaplarının kotarılmasında onunla temasa geçmişlerdi.

Romme'un iki dayanağı vardı: onluk sistem ve doğa. Doğaya hak­


lı olduğunu gösterene, onluk sisteme de sözünü geçirebilme amacıyla
dayanıyord u. Mekanın ölçümü yerkürenin: kendisine dayanıyordu, sü­
renin ölçümüyse doğanın akışına dayanacaktı. Bunlardan birinin ni­
celliğini saptayan onluk sistem ötekinin hesabını yapacaktı. Bir met­
rede yüz santim vardı; bir saatin içine yüz dakika sokmak istediler.
Bunun için, eldeki tüm cep saatlerini yeniden dökmek. her kulenin sa­

i
atini saat yuvasından çıkaırrıak gerekecekti� Olacak şey değildit j

Kralcılarla cumhuriyetçiler arasındaki savaştan, Girondin'lerle


"Dağlı"lar arasındaki ç�kişmelerden çok söz edilmiştir; ama, o karı­
şık zamanlarda o n' un yandaşlarıyla on iki'nin yandaşları -ya da, aynı
kapıya çıkan yüzcülerle altmışçılar- arasındaki sessiz savaşım konu­
sunda hiçbir şey söylenmemiştir. Bu iki cepheyi adlandırmak gerekir­
se, yüz Laplace ile, altmış da Condorcet ile somutlaşır. Denge bozul­
masın diye saatler altmış dakikalarını değiştirmedi ama, haftalar on
güne uzadı.

Günlere büyük özgyrlük adamlarının adları verilmek istendi. Bu

159
METRENiN iCADI

öneri geri çevrildi, çünkü birtakım tanncıklar yaratılmasından kor­


kuluyordu. O oturumda bulunmuş olan Delambre, pek hoşuna giden
'

bir konuşmayı uzun süre unutmamıştı: inatçı bir bekar olan Romme,
Meclis üyeleri önünde_ yılın ilk gününe "kocalar günü" denileceğini
söyleyince, milletvekillerinden Albitte, oturduğu yerden ..Her gün
kocaların günüdür" diye bağırmıştı.

Sonsuz zamana, mevsimlere, doğanın zamanına ad bulmak gereki­


yordu. Bir şaire başvuruldu. Ayları adlandınııak için "Yağmur yağı­
yor, yağmur yağıyor, çoban kızı'' şarkısının sözlerine kaleme almış
olan Fabre d'Eglantine'den daha iyisi bulunabilir miydi? GÜZ ayları
için pes bir ses ve orta ölçü uygun düşüyordu: Vandemiyer, Brümer
ve Frimer. Kış için ağır bir ses ve uzun ölçü: Nivoz, plüviyoz, van­
toz. ilkbahar için ses neşeli, ölçü kısa: jern1inal, floreal. preriyal. Ya­
za gelince ses tınlayacak, ölçü genişleyecekti: Mesidor, termidor,

früktidbr.

"Nonedi, 14 Nivoz , Cumhuriyetin ili. yılı." Aylarca geciktikten


sonra eline geçen gazetenin tepesinde basılı bu tarihi görünce
Mechain'in ağzı bir karış açık kaldı. Bir bu eksikti, diye düşündü. Pa­
ris'ten biri derece, biri grado olmak üzere iki ayrı birimde işaretlen­
miş iki tane kaydedici çember gönqerıııelerine, onların birinden öte­
kine sürekli yazım aktarıııaları yapmaya hadi neyse; ama şimdi de in-
.

sanın bir yerden bir yere giderken eski tarihleri yenisine dönüştüre-
cek bir sözlükle dolaşması gerekecekti. E.n kötüsü bütün bu değişik-

• Sırasıyla, Latince köklerine göre, bagbozumu, pus, sis; k�r, yağmur, rüzgar;
tohum, çiçek, çayır ve hasat, sıcak, meyve aylan (vendemiaire, brumaire,
fıimaire, nivôse, pluviôse, ventôse, genninal, floreal, prairial, messidor,
therrnidor, fructidor) --ç.n. ·

160
METRENJN JCADl

likleri geriye dönüp eski gözlem defter.lerine işlemek gerekecekti.


"Ya pazar günlerinin yok olmasına ne demeli?" Böyle sızıldanan,
delikanlılığa geçiş töreninden beri ayine gitmemiş olan Tranchot'ydu .
.

Salva'nın söylediğine gelince, kimse diyecek şey bulamadı. Verilen


adlar ne olursa olsun, on günde bir günün dinlenmeye kaldığına, yani
ı

ayda bir dinlencenin eksildiğine dikkati çekerek, "Devrimci bir yöne-


timin halkı daha da fazla çalıştırrnası acayip şey!'' demişti.

Kısa bir süre önce geniş kapsamlı bir çalışmaya girişmiş olan
Mechain ile yardımcısı için pazar tatili yokru. Kuzeyi onlara yasakla­
mışlardı öyle mi? Onlar da güneye gideceklerdi! Üçgenlerini Pirene­
Jer'in ötesinde, Fransa topraklarında ölçmeleri engelleniyor muydu?
Onlar da Barselona'nın berisinde ölçeceklerdi! O zamana kadar kimse­
ye sözünü etmeden içinde sakladığı bir şeyi, boylamın ölçümünü Ba­
lear Adalan'nın ötesine uzatma hevesini, Mechain şimdi açıkça uygu­
lamaya geçirrneyi deneyebilirdi.
işlemin önemi bir boylamın ilk kez yeryüzünün yassılaştınlması
hesaplarından bağımsız olarak ölçülmesindeydi. Deniz yüzeyinin düz­
gün oluşundan yararlanarak, nihayet bir boylam bütünlüğü içinde ta­
nınabilecekti. Ölçümün bu bölümü, çalışmanın en parlak, en yeni bö­
lümü olacaktı. Elbette Paris , görev seferinin kapsamtnı geııişletmeye
razı olursa ...
İspanyol makamları bir korvet donatcılar. Gemi, Fransızlan Car­
tagena'dan Majorka'ya götürznek üzere demir almaya hazırdı. Mechain
hazırlıkları bir çırpıda bitirip serüvene atıldı. En kötü zamanlamayı ·

yapmıştı. Kışın orcasındaydılar, o bölgede bile gözlem yapmaya uy­


gun olmayan bir hava vardı. Tüm yörede tek bir kez lapa lapa kar .
yağsa en yüksek doruğa, astronomun nirengi noktasını yerleştirdiği
161

METRENiN iCADI

yere yağıyordu. Mechain vazgeçti. Başka taşıma işlerine verilen kor­


vet Cartagena'dan ayrıldı.

Mechain bir kez daha Barselona'daydı ve ha1a Fransa'ya dönmesi


yasaktı. Bu zorunlu boş zamanı: yola çıktığından beri birikmiş göz­
lem sonuçlarına bir düzen vererek değerlendirdi. Çalışması ilerledik­
çe, Komisyona sunulduklarında bu belgelerin yapacağı etkiyi gözünde
canlandırıyordu. lspanya'daki üçgenlerin tümü, bütün hesapları yapıl­
mış olarak. şu defterlerin içindeydi! Her bir hesabı kaçar kez yapmış­

tı? Bozmaması gereken iki ünü vardı: Kusursuz bir gözlemci ve


bıkmadan t1sanmadan ince işlemlerle çalışan 'bir hesap adamıydı.

Kolay yazı yazamıyo rdu. Oynamaz eklemden acı çekiyordu. · Özel­

likle omztt, kazadan sonra taş gibiydi, işlemeyen bir kilit dili gibi
hiçbir işe yaramıyord u� Kol boyunca yayılan ve çevresindeki bütün

eklemleri etkileyen o sertlik bundan ileri geliyordu.

Yazın başlarında, gözlemlerine yeniden koyulduğunda, kolu kürek


kemiğinden parmaklarının ucuna kadar taş gibiydi. Tranchot arkada­
şını biraz güldürmek için "Bir ve bölünmez'' demişti; demişti ama
Mechain bu şakadan pek hoşlanmamıştı. Sonra güneş, açık hava, kısa­
ca yaz mevsimi, iyi gelmişti. Fakat, asıl iyileştiren, kendini bitip tü­
kenmez küçük hareketlere zorlayarak gösterdiği sürekli çabalar ol­
muştu. Hareketsiz bıraksaydı o tembellik kol için öldürücü olurdu.

Defterler hazır olunca M�chain güzel bir paket yapıp içine belgele­
rj yerleştirdi. Alıcı adresi: Ölçü ve Ayarlar Encümeni, Paris.

Ertesi gün, bilgin kaleye çağırıldı. Kaleden afallamış, öfkeli ve te­


dirgin çıktı. Bu çeşit bilgiler ulaştırmaya kalkarsa , mektuplarına el
konulacağını ve kendisinin de defterlerinde bulunan ve askeri sırların
şifreli anlatımına benzeyen rakamlar. rakamla belirtilmiş miktarlar

nedeniyle hareket özgürlüğünden alıkonulacağını bildircı1işlerdi.

162
ME1'REN1N iCADI

Mechain, elinde paketi, üzgün bir durumda Altın Çeşme Haru'nda­


ki odasına döndü. Hemen Encümen'e yazdı: "Mart ayı içinde" diyor­
du, "lspanya topraklanndan ayrılabilme özgürlüğüne kavuşursak ve
bizi Fransa'ya kabul ederlerse, temmuzda Bourges'a varırız, bu büyük
iş de benim gecikmelerim, kazalarım dahil iki yılda bitmiş olur." Kü­
çük, dingildeyen masasına oturmuş, kendisini Pireneler'i aşar, fersah­
ları yutar, zorlukları alteder, boylamı kuzeye doğru izleyip Rodez'e
varırken görüyordu. Sonra hızını alamayıp buluşma noktasının ötesi­
ne geçiyor, sonunda Delambre'ın payından da biraz kemiriyordu.
Mektubunu şu sözcüklerle bitirdi: "Fakat, ne yazık ki! Nerelerdeyim?
Sanki içinden gelen coşkuyu izlemekte özgür olan biriymişim gibi
konuşuyorum."
Kullanılamayan o coşkuyu küçük bir astronomi çalışmasının hiz-
.

metine verdi: Tutulumun eğikliği, yani güneşin büyük çemberiyle ek-


.

vaıorun oluşturdukları ve mevsim ayrımlarının bağlı olduğu eğim


.

üzerinde çalışacaktı. Hanın tahtaboşuna oturıı1uş, elde ettiği sonuçları


karşılaştırıyordu. Gerçekten de, Tranchot bu hanı seçmekle pek iyi
etmişti!
Bu çalışması, Barselona�nın enleminin bilinmesini gere�tiriyordu.
Mechain, önceki yıl Montjouy Hisarı'nda yaptığı ölçümleri kullanaca­
ğına, ölçümleri baştan alma yolunu seçti. Eskileri kullansa vakitten
kazanırdı ama, herhalde geçmişteki çalışmalarını bir kez denetlemek
istiyordu.
Ilginç bir şey ortaya · çıktı; karşılaştırma bir aykırılık gösteriyor­
du. Açı üç saniye fark ediyordu! Az bir şeydi ama, kesinliğe, tamlığa
tapan biri için çok büyük şeydi. Açıklanamayacak üç saniye\
"

Katalonya'nın başkenti Barselona'da geçen bu ikinci kış ne kadar


163
METRENiN le.ADI ·
\

kasvetli oldu! Gelip giden göçmenler, sırf kendi �eyifleri için "ahlak­
,,
sızlık başkenti nde olup biten rezaletler hakkında insanı telaşa düşü­
rücü söylentiler çıkarıyorlardı. Ahlaksızlık
.
başkenti, Paris'ti elbette .
Mechain, ailesinden haber alabilmek için üst üste girişimlerde bulu-
nuyordu. Therese'den tek sözcük, Encümen'den tek mektup gelmez
.. .
olmuştu. Bağlantı, bu kez, iyiden iyiye kesilmişti. Bu yetmiyonı1uş ·
.

gibi parasına, yalnız bilim seferinin ödeneğine değil, �endi kişisel pa­
rasına da düşman mülkü diye el konulunca çok geçmeden parasızlık
da çekmeye başlamıştı.
Salva ile Maria'nın sık sık kendisiyle görüşmeye gelmeleri de sı-
.
kıntılarını gideremiyordu. Onlar, gelip malikanede dinlenmesini öne-
riyorlardı ama o istemedi. Orayla ilgili anılan öylesine acılıydı ki,
çağrılarını bir türlü kabul edemiyordu. .

Çoğu zaman, Tranchot, Barrio içindeki gezilerinden döndüğünde


Mechain'i bir kağıt denizine eğilmiş, bir şeyler yazıp çizerken bulu­
yordu. Astronom başını kaldırır, yardımcısına başıyla belli belirsiz
bir işaret yapar, parrcıağının ucuyla alnının yukansındakf yara izini
sıvazlar, sonra yine hesaplarına, kağıtlarına dönerdi. Kağıtların çoğu­
nuysa buruşturup ayaklarının dibine atıyordu. · .
Bir akşam, çok geç bir saatte, odasında sakince okumakta olan
Tranchot, koridorda birinin acele acele yürüdüğünü duydu. Kapı bir­
den açıldı ve içeriye rüzgar gibi Mechain girdi. Yatağın başına dikilip

başka hiçbir şey söylemeden Monjouy'dan geçen en1emin ölçü-mlerini


Encümen'e gönderip gönderınediğini sordu. Şaşıran ve sinirlenen


.

Tranchot bir süre sorulanı anlayamadı. E�bette göndennişti, her za­


manki gibi Mechain sonuçlan ona bildirir bildirıııez, sonuçlar yolla-
. '
.
nılmıştı! Ama, bunun .üzerinden bir yıl geçti!" diye bağırdı Tranc�
M

• •

164
.

..

. '
..•

.
.

. ..

. 1
. .

'.

.

METRENiN iCADI

hot. "Bir terslik varsa, yanlış bir şey yazılmışsa, yann düzeltiriz" di-

ye ekledi. Mechain hop otunip hop kalkıyordu: "Kim size yanlışlıktan


,
söz ediyor? Yanlıştan söz eden var mı? , diye yatağın önünde elini ko­

lunu sallayarak bağırıyordu. Tranchot soğuk soğuk, "Kusura bakma­

yın, uykum var" deyince Mechain'in kızgınlığı birden sönüverdi. "Ba-

. ğışlayın, biraz yorgunum da. Dinlensem'1 diye mınldandı. Birden

kend ini çok yorgun hissetmişti. Tranchot'nun odasında, sandalyenin

üzerinde uyuyakaldı.

Uğradığı o kazadan beri, Mechain, · zaten eskisine oranla daha sık


öfkelenir olmuştu; Altın Çeşme Hanı'ndaki o akşamdan sonraysa bir

de daha sık s�sizliğe gömülür ve tedirginleşir oldu.

Sandalye üzerinde uyuyakalmak! Bu, Cennet Sokağı'ndaki buz gibi

soğuk dairesinde kayıtlarının ÜZerine bitkin yığıldığında Delambre'ın

da başına geliyordu. Barselona'da Mechain defterlerini Encümen'e

gönderemiyordu; Paris'te ise Delambre defterlerini, kendisini üyelik­

ten düşüren karar gereği "hemen" teslim etmek zorundaydı.

lşe büyük bir hırsla ve isrençle koyulmuştu. Bu biraz da sevdiği

evi boşaltma emrini almış bir kimsenin evden bir an önce, fakat her

yeri tertemiz, pırıl pınl bırakarak ayrılmak istemesine benziyordu.

Dunkerque'ten Orleans'a kadar otuz beş istasyon, koskoca bir bil­

gi, ölçüm, hesap yığını . . . Delambre çalışmaya sonsuz bir dikkat ve

özenle oturınuştu; hiçbir ayrıntıyı, hiçbir özel ·belirlemeyi atlamıyor­

du; öyle ki, defterleri eline alacak kimse, tüm verilere sahip olmuş

olacaktı.

Cennet Sokağı'ndan neredeyse hiç çıktığı yoktu; başkentte olup bi­

tenleri hemen hemen unutabiliyordu. Zihnini uğraştıran tek bir şey

vardı: Condorcet'den hiç haber alamamıştı. Acaba hftla Paris'te miydi?

165
METRENiN iCADI

Kimse bir şey bilmiyordu. Kendini rahatlatmak için, "Belki haber ol ...
maması. iyiye alamettir.'' diye düşündü. Genel Güvenlik Komitesi'nin
zabıtası, arananlardan, ancak saklandığı yer söylentilerle öğrenilen
kimseleri yakalayabiliyordu. Yani Condorcet'nin o zabıtadan kurtul­
ma olasılığı vardı.

Lavoisier içinse durum bunun tersiydi. Herkes, onun Fort-Libre'e


kapatılmış olduğunu biliyordu. Delambre, kendi evindeki mührün
söküldüğü anda Madeleine Bulvarı'nda, Lavoisier'nin evinde de mfih...
rün "ölçü ve ayarlar konusundaki işlemlerle ilgili kağıt, makine ve

hesapları almak için'' arama yapılması amacıyla söküldüğünü öğren...


mişti. Bu arama bizzat bilginin önünde yapılmıştı. Söylentilere bakı­
lırsa, Eğitim Encümeni'nden Romme ve Fourcroy da hazır bulunmuş...
)ardı.

Anlatıldığına göre , kimyacının kağıtlarını incelerken pek acayip


başlıklara rastlayarak epeyce şaşmışlar: Bir fırtına sırasında gökten düş­
tügü iddia edilen bir taş konusunda rapor ya da Hastalar için bir koltuk ko­
nusunda ya da Tütün rendesi hakkında, Dağlarda soğuğu hissetme. Aynı
anda birçok Jenerin yakılması yöntemi konusunda rapor. Hele şu sonuncu
adamların ağzını açık bırakmıştı: sihirli değnek konusunda rapor. . . Her­
halde bunun metrik sistemle hiçbir ilgisi yoktu!

lki adam ayrıldıklarında, küçük madensel silindir hala o kumlu

musluktan süzülmüş ırmak suyu dolu tekn�de yüzüp duruyordu.

Her sabah, iki jandarma, Lavoisier'yi hapishaneden alıp para b�ı­


mıyla görevli komitenin salonuna getiriyorlardı. Bilgin, orada yeni
beş ondalıklı para üzerinde uğraşıyordu. Zavallı bir devrimci başıbo­
zuğun zaten zar zor ve pahalı olarak bulduğu bir somun ekmeği , üze­
rinde giyotinin talaş kovasına gönderdiği kafanın kabartması bulunan

166
METRENiN iCADI

bir parayla ödemesi acayip kaçmaz mıydı? Kralın ölümünden bir yıl
sonra bile hala böyle şeyler olabiliyordu! Neyse ki arcık bitiyord u:

"lui11ler son buluyordu; yaşasın 11fra'Q.k!" Yeni bir para çıkarılıyordu.

Yeni uzunluk, ağırlık ve hacim ölçülerini saptayan kararname, bir


de yeni para biriminin tanımını yapmaktaydı; bunun adı "frank'' ola­
caktı. Ölçülerin birleşmesi, paraların birleşmesi, her ikisinin de .on­
luk sisteme dayandırılmast. . . Bütün bunlar yeni paraların kotarılıp
dolaşıma konulmasını gerektiriyordu.

B.e ş ondalıklı para zaten birtakım güçlüklere yol açıyordu. Örne­


ğin, o kadar küçüktü ki, onu tartmak için yapımı çok ince bir çalışma
isteyen yeni ağırlıklar dökmek gerekiyordu. lşte Lavoisier de Cumhu­
riyetin en iyi "ağırlıkçı,,sıydı.

Günler geçiyor, lavoisier ağırlıkları hazırlıyor, fakat bir türlü sa­


lıverilmiyordu. Delambre içini ferah tutmaya çalışıyordu: Kim
Lavoisier'ye dokunurdu ki? Fransa'nın en büyük bilginiydi; tüm Av­
rupa ondan ötürü Fransızları kıskanıyordu. Çok geçmez salıverilir ve
kilogram üzerindeki çalışmasını sürdürürdü... Sonra Delambre }1ine
çalışmalarına dönüyordu.

Bazen geceleri t]trek mum ışığında uzun süre çalışınca yorulan


gözleri, hesaplarını daha ileri götürmesine elverıniyor, o da sokağa
çıkıyordu. Kıyıdan Silahhane Kalesi hizasında ayrılıp Bastille'deki bü­
yük yapı yerinin içinden, Saint-Louis Hastanesinin önünden geçiyor,
kent sınırını oluşturan çitlerin· ötesindeki ilk tarlalara varınca yine,
ileride Saint-Martin Kanalı olacak olan o hattı izleyerek geri dönüyor­
du.

{Franstzca} Birçok Fransa kralının caşıdıgı ad olan Louis'den ıuremiş bir para

birimi. -ç.n.

167
MflRENIN iCADI

Defterlerini küçük bir heybeye yerleştirdiğinde yüreğinde bir şey­


ler duydu. lki yıllık çalışmasıydı bu. Kendi eliyle yazdığı, açısıyla,
yönüyle bütün bu nicelikler, onun için sıradan rakamlardan çok daha
fazla bir şeydi. Bunlar, etten kemikten, sabırdan, tutkudan meydana
gelmişti. Onları belirleyebilmek için binaların dışında olsun içinde
.

olsun, az mı merdiven tırınanmıŞtı, az mı iskele kurmuştu? Ya bekle­


meler sıcakla ve soğukta, yağmur altında . donda, karlar içinde, bulut­
lar arasında ya da birden açan, umulmadık zamanda insanın yüzünü
güldüren havada beklemeler; nirengi noktasını ilk günündeki gibi pı­
rıl pırıl bulunca yüreğinin sevinçle hopladığı günler. istemese de şu
defterleri kendi öz malı gibi görüyordu ve onlardan ayrılmak zor ge­
liyordu.

Ama bu çalışma bir ısmarlama işti. Kendisine bir görev venniş- ·


lerdi; o da yerine getirınişti. Artık onu bu görev:i yerine getirecek dü­
zeyde bulmuyorlar, siparişi geri alıyorlardı. Çalışması karşılığında
para almıştı, elindeki işi teslim edecekti. Çabalıyor . ama sorunu böy­
le çıplak gerçeğe indirgemekle duygularından sıyrılamıyordu. Bir şe- .
yi açıklıkla görebiliyordu: Nasıl ki bir ev, planlarını çizen mimara,
duvarlarını ören kalfaya ait değildir, bu belgeler de ona ait değildi,
hiçbir zaman olmamıştı.
'

Delambre son kez yeşil hareli arabaya binip Encümen'in toplantı-


larını yaptığı binaya gitti ve defter, aygıt, hesap, not, tutanak, ne var- .

sa teslim etti.

Bir sayfa çevrilmişti. ·Başkentin soğuk sokaklannda, kendi kendi­

ne, tasasızmış gibi davranarak amaçsız dolaşmaya çalıştı ama , zihnini


uğraştıran bir şey vardı: Boylamın ölçülmesinde onun yerini kim ala­
caktı? Marais mahallesine geldiğinde, aralıktan aralığa geçerken aynı
zamanda zihni de bir addan ada geçiyot, olası ardıllarının adlarını sı-

168
METRENiN iCADI

ralıyordu. Bir astronomsa? Kim olabilirdi? Lalande? Bu iş için yaşlıy­

dı, ayrılamayacak kadar Paris'e bağlıydı. Eskiden Paris'te ders vermiş


olan ünlü astronom Bailly kısa bir süre önce idam edilmişti. Cassini?

Bu aristokrat astronom da tüm görevlerinden uzaklaştırılmış ve Göz­


lemevi içindeki konutundan çıkarılmıştı. Gözlemevi'nde tek bir Cas­
sini bile bulunmamasına bir yüzyıldan uzun bir süreden beri ilk kez
rastlanıyordu. Peki bir matematikçi olabilir miydi? Legendre? Green­
wich ile Paris arasında buna benzer bir ölçüme katılmamış mıydı?
Mechain ile birlikteydi. Mechain! Elbette! Nasıl olmuştu da onu unu­
tabilmişti? Yerini alacak olan oydu. Görevi ona verirlerdi� tek başına
sonuçlandırırdı işlemi. Rodez'de çalışmasını keseceğine, Orleans'a ka­
dar uzanmasını söylerlerdi. En sade çözüm yolu bu olurdu! Mechain
kabul eder miydi? Delambre, meslektaŞının nasıl bir tepki gösterece­
ğini kestiremiyordu. Onun hakkında. kişiliği, tepkileri hakkında ne
biliyordu ki? Yola çıktıklarından beri birbirlerine kaç mektup yaz­
mışJardı? Iki ya da olsa olsa üç. De]ambre'ı görevden aldıklarından

belki Mechain'in haberi bile yoktu.


Hayır. onun yerini Mechain alamazdı . Uğradığı kaza sonucunda


böyle bir işi yapamayacak kadar güçsüz d(tşmüşcü. Güney kesimine

bile yeterli olamayacağından endişe etmiyorlar mıydı? Hepsinden


önemlisi, bir söylenti çıkmıştı: Mechain göçmen olmuş diyorlardı.
Delambre buna inanmıyordu ve hep "Mechain kafasına koyduğunu ya­
par; hiçbir zaman göç etmeyecektir; en azından, Rodez'e varlnadan

göç etmeyecektir" deyip duruyordu.

Therese endişesini Delambre'dan gizlememişti. Söylentilere kendi­

si inandığı için değil de. Gözetim Kurulu'nda inanılıyor gibi bir hava
olduğu için endişeleniyordu. O kadar inanıyorlardı ki, Therese'i göç­
men karısı diye Port-Libre'e kapatmışlardı .

. 169
METRENiN iCADI

Cennet Sokağı'na �öndiığünde Delambre hala yerine geçebilecek


kimsenin adını düşünüp duruyordu; kocaman bir dosyayı özenle yer­
leştirdi. Bu dosyada Encümen'e verdiği defterlerin tüm sayfalarının
dikkatle çı karılmış birer örneği vardı. O zaman, ancak o zaman, sır­
tından bir yük kalkmış gibi geldi. Metre de bitmişti, boylam da, kay­
dedici çember de . . . lki yıldır kesintiye uğramış olan astronomi çalış­
malarına yeniden oturabilecekti. Yeniden astronom ve matematikçi

olacaktı. Yapacağı son bir şey kalmıştı. Yolculuk defterini çıkardı, ka­
lemini alıp: "Kim bilir sefer ne zaman devam edecek?" diye yazdı.
ICHem bakalım devam edecek mi?"

Ertesi gün. Delambre, Romme'un isteği üzerine Eğitim Kornite­


si'ne gitti. Meğer Romme_ 3600 yıl sonra, yılın 366 günlük yıl, yani
artık yıl olmaması gerektiğini keşfetmiş ve hemen 3600 yıl sonra fi­
lan şeyin yapılacağını öngören bir yasa tasansı surunuşmuş. Daha ta­
sarıyı okurken zaten yeni takvime karşıt olan Papaz Gregoire: "Bizi
sonsuzluğa dek bağlayan bir karar aldırrııaya mı kalkıyorsun?" diye
konuşmasını kesti. Arkasından da, o hızla , tasarının 3600 yıl ertelen­
mesini istedi. Erteleme hemen o an benimsendi.

Sonsuzluk! Aylardan beri lspanya'dan çıkması engellenen


Mechain'e her bir hafta, bitmeyecek gibi geliyordu; artık iyice inan­
mıştı, bu, ancak savaşla birlikte bitecek bir sonsuzluktu. Utkuyu ka­
zanacak kim olursa olsun!

Perpignan hala düşmemişti. Bellegarde'ın düşüşünden sonra, ls­

panyollar yengiyi kazanmak üzereyken çakıllı yayla Aspres'ın iki


akarsuyu, Tech ve Tet, durumu değiştirmişti. Sınıra yakın köylerin
ahalisi seferber olmuş, Comeilla'lılar Estagel'lilere bir çağrıda bulun­
muşlardı: "lspanyollar kesinlikle bizi alacaklar; şimdi siz bize yardım

170
METRENiN iCADI

ederseniz, sizin zor �urumunuzda da biz sizin yardımınıza koşarız."


Est.agel , başlarında Arago olduğu halde gelmişti. Herkes katılıyordu .
.

Çocuklar bile sapanlanyla taş fırlatıyorlardı.

lyi bir savaşçı olduğunu, meslekten savaşçı olduğunu kabul etmek


gereken Don Ricardos'un başı �a. kuzeyde ve doğuda Avust�ryalı ve
Prusyalı meslektaşlarının başına gelen geldi. Kısa süre önce böyle bir
durumla karşılaşmış olan Brunswick'e sorsalar, olayın nasıl geliştiği­
ni görrrıeden anlatabilirdi. Başlangıçta düşman birkaç günde tepelene­
cek gibi geliyordu. Bu kanıyı destekleyecek bir dizi başarı kazanılı­
yordu. Sonra tam sonuna geldik derlerken birden kendilerini, Fransa
toprağı üzerinde, ağırlaşmış, devinim yeteneklerini yitirıniş buluve­
.
riyorlardı. Sanki zaman geçtikçe düşman, akışkanlığına ve hızına bir ·
şey olmaksızın daha dayanıklı ve daha güçlü oluyor gibiydi. Beriki
de, kendini ağırlaşmış, hantallaşmış hissediyordu. Don Ricardos'un
.
.

için� düştüğü durum da aynen buydu: Doğu Pireneler ili içinde, kı-

pırdadıkça batıyordu.
..

General tasalıydı ama, yine de hala Mechain'i konuk ediyordu.


"Bakır hareli" arabasının güvenli bir yerde korunduğunu bildirdikten


sonra, şöyle demişti: "lsterseniz durumdan söz edelim. Fransa savaşı
yitirecek. Yanılmıyorsam, ülkenizin yönetimine sevgi beslemiyordu­
nuz. O acımasız devrimci başıbozuklardan da değilsiniz sanırım. Ne­
redeyse bir yıl olacak, Akademi'niz kapatıldı. Artık size orada yer

yok. lspanya'da kalın! Bize sizin gibi bilginler gerekiyor."

"Göç etmek mi? Siz benden göç etmemi . mi istiyorsunuz?"


Mechain bunu hiç düşünmemişti. Bunda herhalde Katalonya'da rastla-
. . .

dığı göçmen sürülerinin yerli yersiz yaptıkları gevezece dedikodula-.


.

rın midesini bulandırmış olmasının da payı vardı. Boylamın ölçümü


bittikten sonra. ailesi güvenli bir yere yerleştikten sonra, belki . . . Fa-

171
-
METRENiN iCADI

kat daha önce olamazdı. Düşüncelerinden hiçbir şey açmadı ve birden


generale: "Bildiğiniz göç etmiş bir Fransız bilgini var mı?" diye sor­
du. Ricardos tek bir ad bile veremedi.

Savaş öyle akşama sabaha biteceğe hiç benzemiyordu. Mechain,


Kamu Kurtuluşu Kurulu'na, geçici EncQmen'e, Llucia'ya bir dizi mek­
tup gönderdi. Bunlarda, lspanya'da kendi isteği dışında tutulduğunu

bildiriyordu. Llucia mektubu almadı. Çünkü, Girondin olduğund�


kuşkulanılmış, sessiz sedasız görevlerinden uzaklaştırılarak, yerine
Arago geçirilmişti.

Birden savaşın gidişi değişti. "Fransız illeti" yenilmemişti ve Is-


panyol savunması Pireneler'e saldırıp Mont-Louis ve Port Veneres'i


alan 11 yılının askerlerince çökertildi. Üzüntüden mi, utançtan mı ya ·
da basbayağı yürek durmasından mı, Don Ricardos ölüverdi. Barselo­
na'da, her zaman olduğu gibi, "artçı kahramanlar" ortaya çıkıp yiğitçe
....

birkaç Fransız sivili kılıçtan geçirdi. Zavallıların arasında cumhuri-


yetçi olmayanlar bile vardı. Mechain ile Tranchot nasılsa kurtulabil­
diler. Don Ricardos'un yerine birisi geçmişti. Astrônomla yardımcı­
sını korumak için, fakat aynı zamanda ellerinin altında bulunsunlar
diye, �korunmuş" bir yerde tutuyorlardı.

Kentin tam orta yerinde , her yanına toplar oturtulmuş, hantal gö-
rünümlü bir yapı olan Barselona Kalesi, gerçekten iyi . korunan bir
yerdi. Güney cephedeki o pencere, Mechain'in kaldığı odanın pencere­
siydi. Bir köşeye araç, aygıt sandıkları yığılmıştı , bir başka köşede
de, hemen yola çıkmak gerekebilirıııiş gibi, kişisel öteberisi sıralan­
mıştı. Halbuki astronom pekala biliyordu ki, buradan öyle pek yakın-
da ayrılacak değildi. - '

172
McmENIN iCADI

Açık denize bakan pencereye dayanıp düşüncelerine dalmış olan


M�chain, güneşte, karşısında meydan okur gibi duran bir kuleden gö­
zünü alamıyordu. Bu, kendisine kesinlikle yasaklanmış olan Montjo­
uy Hisarı'ydı.

Kapı açıldı; Mechain, hareketsiz duruyordu. Bir muhafız içeri gir-


di ve "El serıor Gobemador!" diye haber verdi. Yeni vali geliyordu.

"lyi günler, Mec�ain. Bana fazla kızmıyorsunuz, değil mi? Elim­


.
den başka türlüsü gelmezdi. Dışarıda yaşamınız tehlikedeydi. Daha
bu sabah yurttaşlarınızdan ikisi boğazlandı. Hiçbir şey yapamadık;
.

sokak kalabalığı, işte bilirsiniz . . . "

Mechain, suratı asık, yanıt vercnedi. Sonra ağır ağır döndü:

"Boğazlanmamamın en iyi çaresi, Vali Beyefendi, beni mahpus tut­


manız değildir."

"Siz mahpus değilsiniz, kimsenin bu sanıya kapılmasına izin vere.:


mem; sadece kendi iyiliğiniz için tutuluyorsunuz . " • •

''Kabul. Boğazlanmamamın en iyi çaresi, ülkenizden ayrılıp Fran..


sa'ya dönebilmemdir."

" Öyle mi dersiniz? Meslektaşınız Lavoisier'nin başına ne geldiğini


biliyor musunuz?"
" .,

• • •

"Yanıt verrniyorsunuz, tahmin ediyorsunuz: ldam edilmiş; sizin

oralarda kullanılan deyimle giyotine edilmiş!"

Mechain, haberi aldığında hiçbir şey belli etmedi. Pencereye doğ­


ru yürüdü, denize karşı öyle, hareketsiz, dalgın durdu. Adalar, Cabre­

ra, Majorka� gitmek, uzaklara gitmek . . . Vali onun sessizliğini bozma­


dı. Mechain arkasını dönmeden, yavaş bir sesle:

llspanyolcal Vali Bey! -ç.n.

173


METRENiN le.ADI

"Üçgenlerimi b itirmek zorundayım11 dedi. "Rodez'e kadar gitmem


_
kesinlikle gerekli. Rica ederim, Fransa'ya dönmeme izin veriniz."

"Sınır üzerindeki ölçümleriniz, size askeri bilgiler verrı1iş oldu.


Fransa'ya dönmenize izin veremem."

"Madem ki burada kalmaya mahkümum, hiç değilse Montjouy'da­


ki enlem ölçümlerimi yeniden yapmama izin veriniz. n

"Pekala biliyorsunuz ki, bu olanaksız, Mechain. Hisar, askeri böl­


ge içinde bir yapıdır, siz Fransızsınız ve biz Fransa ile savaş duru­
mundayız. Savaşın sonunu beklemek gerekecek.,,
1

"Savaş, savaş!" diye bağırdı Mechain. "Herkesin işi başka, bırak-


sınlar ben kendi işimi yapayım. Savaştan bana ne? Ben astronomum."

"isterseniz artık keselim." Valinin yanıtı sertti.

Mechain daha fazla kendini tutamadı. "Adeta siz ve Fransa yöneti­


mi bana karşı birleşmişsiniz gibi! lspanya'da olduğum ve göçmen ol­
madığım için Barselona kalesine hapsediliyoru.m, yani Fransa'ya dö­
nemiyorum . Fransa'ya dönemediğim için orada beni göçmen sayıyor­
lar. Btı nedenle karımı Paris'te hapse atıyorlar. Mantıklı, değil mi?"

174
- 12 ,_

andarma içeri girerken kılıcı basamağa çarptı. Şafak vaktiydi


ve kadınların çoğu uykudaydı. Gardiyan her zaı:nanki gibi
parrnaklıkları gıcırdattı. Kadınlar aynı anda doğruluverdiler.
Muhafız bir kağıt çıkardı. Uzun ad listesini okumaya başlamadan ön­
ce hafifçe öksürüp boğazını temizledi. Theres�, her heceyi katleden
koyu Batı şivesine karşın, kendi adını seçebildi. Dondu kaldı: Ateş ve
buz, umut ve korku içindeydi. Sesi çıkmadı. Jandarcna kıpırdandı. Ya­
nındaki kadın Therese'in kolunıı sıktı. Muhafız, adı bir kez daha
okurken çehreleri sÜZdü. Therese kendini toplamıştı, güçlü bir sesle:
"Evet, buradayım" dedi. jandarcı1a alıp götürdü.

Therese odaya girdiğinde, Gözlemevi bölümünün sekreteri tutana­


ğı bitirmek üzereydi. Masanın üzerinde iyice görülecek bir konumda
Genel Güvenlik Kurulu'nun bir kararı vardı. Adam, metni bir kez da­
ha acele etmeden okuyup, orasında burasında yazım yanlışları bulup
düzelttikten sonra, Therese'e doğru şöyle bir. baktı ve oturacak bir

yer işaret etti. �adın oturdu. Adam okumaya başladı:

"Kurul, Gözlemevi'nde oturan kadın yurttaş Mechain'in tutuklan­


masına yol açan mektubu inceleyerek:

"Bu belgelerden, Konvansiyon Meclisi'nce, gerekli göreceği her


yerde ölçü ve ayarların iyileştirilmesi amacıyla yararlı araştırmalar

yapmakla görevlendirilmiş olan kocası yurttaş Mechain'in araştırma­


larını sürdürmek için Pireneler'e gittiği, oradan da Ispanya'ya geçtiği
sonucunun çıktığlnı,

175
METRENiN iCADI

"işlemlerini bitirdikten sonra Cumhuriyet'e dönmek isterken. ts­


panyol ordusunun generali tarafından engellendiğini ve bu generalin
kendisine oluracak yer olarak Katalonya'yı gösterdiğini,
·

"O zamandan beri yazdığı mektupların, Fransa'ya dönmek için ge­


rek Ulusal Konvansiyon ve Cumhuriyet yetkilileri gerek ispanya kral­
lık makamları katında girişimlerde bulunduğunu kanıtladığını, .
.

"Söz konusu kadın yurttaş Mechain'in' bu bakımdan kuşkulu. ola­


rak görülemeyeceğini dikkate alarak, hemen salıverilmesini karara
bağlamıştır."

Therese, elinde küçük çıkınıyla kendini bölümün kapısında bulu­


verdi. Hemen uzaklaşıp hiç düşünmeden Gözlemevine doğru çıkmaya
başladı. Her şey o kadar çabuk olup bitmişti ki! Daha dün Port-Lib­
re'deydi... Şimdiyse özgürdü, ağır ağır pek yakından tanıdığı şu so­
kakla yürüyordu. Çocukları düşündü, sonra Mechain'i diişündü. De­
mek lspanya'da tutuyorlarmış. "Dönmesi engellenmişn ne demek ol�­
yordu? Kendisi gibi o da hapse mi atılmıştı? Ya da namus sözü alıp
hareketlerinde özgür mü bırakmışlardı? Kusuru oradakilere göre ney-
d l. "/.

Çocukları aldıktan sonra kesin bilgi istemek için Geçici Ajans'a .


başvuracak, daha sonra da herkesten daha yetkiliye benzeyen Prieur'ü
.
görıı1eye gidecekti. Ya Delambre? Salıverildiğini ona bildirmek ister-
di. Fakat herhalde Delambre artık Paris'te değildi. Üç gün önce
Therese'i gönneye hapishaneye geldiğinde Bruyeres'e hareket etmek ·
üzere olduğunu söylemişti� Sonra Therese her şeyi unutup, kendini
bulvarda yürümenin zevkine bıraktı. Güneş altında doya doya Luxem­
bourg bahçesinde pırıldayan ağaçlan seyrediyordu. Hava nasıl da gü­
zeldi! Bir 24 Mart günü, Paris,te havanın böylesine güzel olması pek

176
METRENiN iCADI

.
sık rastlanan bir şey değildi. Ayakkabısını bağlamak için durdu, dizi-
ni yere dayadı. Arkadan gelen bir adam onu geçti. Hızlı ama çekingen

bir yürüyüşü vardı. Therese adama dikkat etmemişti. Kırınızı takkeli,



pölüş pantolonlu, havı dökülmüş ceketinin altından çizgili yeleği gö­


rülen bu iriyarı adamcağızın Condorcet olduğunu nasıl çıkarabilirdi?
Filozof, Paris'ten devrimci kılığında aynlıyordu.
Aynı anda, oradan birkaç adım ötede, hapishaneye dönüştürülmüş
Luxembourg Sarayı'ndan bir idam arabası çıkıyordu: yanlanna balık
ağı gerili, iki tekerlekli yaysız bir yük arabası. lçinde, Condorcet'nin
dostu, tüm Avrupa'nın "lnsan soyunun sözcüsü" dediği Anacharsis '

Cloots, elleri bağlı götürülüyordu.


Baronken devrimci olmuş bu Prusyalı, Paris'i tüm şehirlerden,
Fransa'yı tüm ülkelerden, insanlık alemini Fransa'dan, Devrimi her
şeyden daha çok sevdiği için, Condorcet daha Maine ili sınırını aşma-
. dan, giyotin altında can veriyordu. Oradan uzaklarda, Prusya'da bir
24 Mart günü doğmuş, yurdum diye benimsediği ülkenin kanlı bir
meydanında, bir 24 Mart günü ölmüştü. Bu durumda, insan nasıl
olur da umutsuzluğa kapılmaz?
Birkaç gün önce Condorcet, bu soruya yanıt verrneye çalışıyordu:
"insan soyunun geleceğiyle ilgili umutlarımız üç ana noktada toplana­
bilir: Uluslar arasındaki eşitsizliğin yok edilmesi, bir halkın içinde
eşitliğin gelişmesi ve üçüncü olarak, insanoğlunun gerçek bir yetkin­
liğe ermesi."

Fakat, o yumuşak davranışlı Madam Vemet tarafından onca iyi ba­


kılan filozof, neden Mezarcılar Sokağı'ndaki sığınağından çıkmıştı?
Genel koşullar göz önüne alınırsa, orada pekala iyi bir kış geçinııişti
ve tehlike uzaklaşıyor gibiydi. Sonra, Sophie'nin, ara sıra da Eli-
.
.
.
1 77
.
'

'

'
1

1
METRENiN iCADI

za'nın, kendisine o kadar büyük sevinçler veren ziyaretleri vardı!

Avludaki o çok güzel beş ıhlamur ağacına bakan odasında sabahtan


akşama kadar çalışıyor, · açık pencereden gecenin yavaşça bastırdığı
gökyüzünü görüyor, yemekten sonra salona gidiyordu. Orada neşeli
ya da sakin, sessiz ya da ateşli akşam sohbetleri başlıyordu. Bazen
Madam Vemet "dışarı"dan konuklar çağınyordu. Bunlar, Cabanis ve
Pinel'di . Biri vücutların acısından söz ediyor, öteki Bic�tre'deki hasta­
larını her gün kahreden insanlıkdışı acıyı ve bunun karşısında kendi­
sinin çaresiz kaldığını anlatıyordu. Fakat, çok zaman pansiyonda ka­

lanların küçük çevresi dışında kimse olmazdı. Bunlar, Marcoz, ev sa­


hibesi Madam Vemet ve . onun bir dostu olan yurttaş Sarret idi. Sar­
ret, Condorcet'nin gündüz yazdıklarını temize çekmeyi önennişti. Ak­
şamları temize çektiklerini yüksek sesle okuyor Condorcet de dostla-

rına bunların açıklamasını yapıyordu. •

Habere susamış olan Condorcet, Konvansiyon'dan iyi ve pek o ka­


dar iyi olmayan haberler getirecek olan Marcoz'un pansiyona dönüşü­
nü her zaman sabırsızlıkla bekliyordu. Örneğin, 4 ޵bat akşamı,
Meclisin köleliği kaldırdığını öğrenmişti.Birden kendi dertlerini
.
unutup delicesine sevindi; çocuklar gibi mutlu olmuştu: "Yaşasın
Konvansiyon, her şeyini bağışlatıyor!" Odasına gidip sandığının di­
binden çıkardığı eski bir metinle dönmüştü. Okudu: "Fransa'nın do­
yurduğu yirmiiki milyon Beyaz ya da hemen hemen Beyazın, bizler­
den iki bin fersah ötede, üç-dörtyüz bin Siyah kırbaç altında inlemez­

se mutlu olamayacağını ileri süren aklı evvel politikacılar bulunması­


nı anlıyorum. Onlar bir de şunu söylüyorlar: Ucuza şeker, çivit vb .

sağlamanın tek yolu budur. Aynı şekilde, Kavgacı Louis kendi top-
.

• Louis le Hutin ( 1289- 1 3 16): Fransa kralı. Köleleri para karşılığında azat
etmiştir. --ç.n.

178
METRENiN iCADI

rakları üzerindeki köleleri azat ettiğinde, bu adamlar çalışıp çalışma­


makta özgür olacakları için tüm toprakların işlenmeden kalacağını

öne sürenler çıkmıştı. Aynı politikacılar şimdi de, zencilerin esir ol­
masının öyle denildiği kadar kötü bir yanı bulunmadığını ileri sürü­

yorlar. Bir Afrikalı, ülkesinden koparılıp gemiye tıkılacak, o gemide .


de o kadar özenle bakılacak ki , kendini öldürınesin diye hareketleri
tümüyle kısıtlanacak sonra yük hayvanı gibi pazara çıkarılacak, kendi
de doğacak çocukları da çalışmaya, aşağılanmaya, kırbaçlanmaya
mahkum edilecek. Bu, öyle denildiği kadar kötü bir şey değilmişl Ek­
sik olsun! Beyazların Siyahlara bu iyiliği yapmaya hiç hakkı yokl Ye­
rer arcık!"

Marcoz ve Sarret katıla katıla gülüyorlardı. Madam Vemet içki ge­


tirdi. O gece çok geç yatıldı. Mezarcılar Sokağında özgürlüğün adı
"zencicilik" olmuştu.

Böyle haberlerle neşesi yerine gelen Condorcet yeni eğitim konu­


sunda, savaş konusunda, daha pek çok konuda muhtıra yazmaya ko­
yuldu. Marcoz bunları ad vermeden Kamu Kurtuluşu Kurulu'na sunu­
yordu. Bu, Condorcet için Cumh u riyec'in başarılarına bir çeşit katkıy­
dı.

Sonra, dostlarının idamını öğrendiğinde, gözünde yaşlarla ağzın­


dan şöyle kaçırırııştı: "Yazık, herkesin bağışlanmaya hakkı vardır . "
Odasına çıkmış, orada büyük bir hırsJa, bütün gece ka1emi e1inden
bırakmadan yazmıştı. L(Felsefecilerce aydınlatılmamış her toplum, do­
landırıcılarca aldatı)ır. Hepsi aynı yo1un yolcusu, hepsi halkın gözde­
si olmak istiyor: istiyorlar ki, sonradan baskı yapabilsinler. Herhan­
gi bir adaletsizliğin kamu uğruna yapıldığına inanmak, çok büyük bir
yanlıştır. Bir halk devrimi döneminde yasaları kurtaracak tek şey,
halkı yönetirken yalnızca halkla birlikte ve onun aracılığıyla davran-

179
' METRENiN le.ADI

ma ilkesidir." Üst üste iki gün hiç salona inmedi; ötekiler de onun
yalnız kalma isteğine saygı gösterdiler.
'

Meclis tarafından suçlandığında, o kızgınlıkla, yaz boyunca, son


aylardaki davranışlannı açıklama amacıyla bir savunma yazmaya gi-


rişmişti. Her zaman bir şey demeyen Sophie, buna karışmıştı: "Şu

birkaç ay, gelecek yüzyıllarla karşılaştınlsa nedir ki? Suçlamalarda


bulunan o bir avuç insanın ve Meclis'i çalkandıran olaylann senin
için bir önemi olabilir mi? Unut onları! Yazacaksan, bu, bizim hepi­
miz için olsun." Biraz durdu. "Gelecek kuşaklar için olsun; dostumuz
Cloots olsaydı insan soyu için," derdi. Condorcet:
"Sana 'Liseli Venüs' dediğini anımsıyor musun?" diye sordu. ·
.

Sophie gülümsemişti. Aynı akşam Condorcet; o güncel konudaki


yazıyı bırakıp. tüm gücüyle insan Ruhundaki nerlemelerin Tarihsel Bir


Görünümü için Taslak adlı yapıtını kaleme almaya başladı. Her gün
sessiz sedasız buna çalıştı.
Bir sabah Madam Vemet bir mektup getirdi; mektup kansındandı .
,,

Sophie: "Altı ay bulunmaman seni göçmenler sırasına sokacak diye .


yazıyordu. '4Hazır bulunmayanların kanlarını hedef alan kararnameler


çıkanldı. Ne türden olursa olsun bir mülke sahip olmalan yasaklanı­
yor. Bu durumda, ne ortak varlığımızdan hatta ne de annemin bana
bıraktığından yararlanabileceğim .
.. Kızımız sahip olduğu azıcık şeyi de yitirrı1esin diye başvuruda
bulunmam zorunlu. Buna katlanmamın bana neye mal olacağını sana
anlatamam. Sana olan bağlılığım ve bizi birleştiren şeyler böylesine
sıkıyken, bu gösterrnelik ayrılma, benim için mutsuzluklann en bü-
. .

yüğü. Sanırım, yaşamımın geri�alan bölümünün bu hareketi açıklaya-


cağından ve yeniden bir araya geldiğimizde yaşamlarımızda hiçbir şe­
yin değişmeyeceğinden emin olmak için söz verrı1emi bile gereksiz

' 1 80
ME"ffiENlN iCADI

bulursun. Eskisinden de fazla sevc;liğim ve gözümde eskisinden de da­

ha onurlu bu adı taşımayı sürdüreceğim.'· Fakat, Sophie'nin elinin


yazmaya varrnadığı, yüreğinin katılamadığı o girişim ne olabilirdi?

Birden, Condorcet anladı: Boşanma başvurusu! Olamazdı! lçinde bir


şey paralandı! Sophie uzaklaşıyordu, ona en çok gereksinim duyduğu
sırada, bunca önemli şeyin çöktüğü sırada! Elbette bunu küçük Eli­
za'nın çıkarlarını yitiıınemek için yapıyordu. Yakında adı, genç kızlı-
.

ğındaki gibi , Sophie Grouchy olacakcı. "Hep bu ad hikayesi , '' diye


'

konunun ciddiyetine karşın alay edebildi. Taitbout Çıkmazı 'nın adı

şimdi Brutus Çıkmazı oldu diye bir şey değişmiş miydi? Bari, hiç de­
. ğilse Eliza, Condorcet adını taşımaya devam edecek miydi?

Sophie'nin gerekçeleri nelerdi? Filozof yurttaşlık haklarından yok­


sun bırakılmıştı� anında tüm mallarına el konulmuş, eşyası mühürle­
nip parasal varlığı dondurulmuştu. Sophie çalışmak zorunda kalmış­
tı. Resim yapmasını bilirdi. Saint-Honore Sokağında, Robes pierre'in
'

oturduğu ekmekçi dükkanına birkaç adım uzaklıkta, bir manifaturacı-


nın asma katında bir atölye açmıştı. Şafaktan geceye kadar, gündtlzle­
ri atölyede geçiriyor, akşam olunca yaya olarak ta Auceuil'e kadar gi­
diyordu. Hükümlü k�rısı o1duğu için başkentte gecelemeye hakkı
yoktu. Sabahleyin iki yanında muhafızların kaynadığı bölge sınırını •

başkente doğru geçmek için, giyotini görmeye koşan halkın arasına


karışıyordu. Bu, nasıl böyle devam edebilirdi?
.

Pek yeni bir yasa kabul edilmişti buna göre bir mahknmun eşi,
boşanırsa kendi mallarını geri alabilecekti. işte çıkış yolu buydu!

Madam Vemet boş yere bwıun kcıgıt üstünde bir işlemden başka
bir şey olmadığını, Sophie'nin bunu zorunlu olarak yaptığını , Eli­
za'nın .haklarını korumak için yapılacak t�k şeyin bu olduğunu, bu

yönetimin sonsuza dek iş başında kalamayacağını, yönetim düşünce

181
MElRENlN iCADI

boşanma ilamının hükümsüz kalacağını, her şeyin yeniden eski duru­


muna döneceğini söyledi. Boşuna konuşuyordu. Filozof olmak, dün­
yayı anlamak, evet tamam. Condorcet ne kadar çabalarsa çabalasın,
yapamıyordu. Aslında Sophie'nin davranışını anlıyordu, ama kabulle­
nemiyordu.

Ara sıra, hava karardıktan sonra, bir köylü kadının, elinde yiye­
cek dolu bir sepetle Mezarcılar Sokağı'na süzüldüğü olurdu: Sophie
soğuğa , geceye, her çeşit tehlikeye karşın, yaşlı filozofunu kucakla­
maya gelird u. Ya da bazen bir pusula gönderirdi: "Sana mercimekle

bakla aldım� bir ay gider. Sana kalın bir yelek ördüm; nemden kaçın
-

ve hep seni özleyen bu çocuk için kendini koru . ... Bir haftadır ise gel-
memişti. Dün işte bu mektubu gönderrııiş! "Yalvanrım, soğukkanlılı­
ğını elden bırakma . Madam Vemet'nin evinde güvendesin. Ayaklanna
l<apanıyo rum, o sığınaktan ayrılma." Olacağı yalnızca o, Sophie, sez­
mişti. Ne Pinel, ne Cabanis ne de iyi kalpli Madam Vemet h�çbir şey­
den kuşkulanmamışlardı. Aynı gün filozof Taslak üzerindeki son dü­
zeltmeleri yaptı. Sonunda yapıt bitmişti. Kendi gözünde bu, yazdıkla­
rının en önemlisiydi; Sophie'nin istediği gibi, gelecek kuşaklara bı­
raktığı vasiyetnamesiydi. Artık istediğini yapmakta özgürdü. işte o
zaman kararını verdi.

Sophie'nin mektubu hala masanın üzerindeydi; Taslak'ın elyazması

da öyle. lkisini de kaldırdı. Çatılar ışıldıyor, doğan güneş odayı ay­


dınlatıyordu. Kalktı, gece giysilerini çıka�p askıya astı. Karyolanın

altında duran bir bavuldan sokak giysileri çıkardı; pölüş bir panto-
.
.

lon, çizgili yelek üzerine yıpranmış dar bir ·ceket. Giyimini kırmızı

bezden bir takkeyle tamamladı. Takke ne kadar büyük olursa olsun,


.
.

onun başına küçük geliyordu. Aynaya baktı; gülmüyordu. Duvarda

182
METRENiN iCADI

saatleri, dakikaları, saniyeleri, ayın kaçıncı günü, yılın kaçıncı haftası

olduğunu gösteren güzel bir saat asılıydı; onu oradan aldı. Yeleğinin
cebine koydu. Bir çekmeceden bir kalemlik, bir makas, fildişi saplı
bir ustura, boynuz saplı bir bıçak alıp sarrı1alamadan olduğu gibi ce­
bine tıkıştırdı.
I

Son bir kez odaya baktı. Oda düzenliydi, kağıtlar yerli yerindey-
di, yatak örtülüydü. Komodinin üzerinde, iyice göze çarpar biçimde,
Eliza'nın resmi duruyordu. Kapı tokmağına asılı duran eski anııuta­
ğacı bastonunu aldı. Kitap rafından bir antoloji çekip, onu da cebine
soktu. Çıkarken aklına bir şey gelip döndü, cebinden Marcoz'un ken­
disine verdiği tücün kesesini çıkarıp yatağın üzerine bıraktı. Kapıyı
dışarıdan yavaşça kapattı.

'

"Sabah sabah bu kadar erken mi kalktınız? Ne oldu size?" Condor- •

cet genellikle öğleye kadar yatağında çalıştığından Madam Vemet şa- 1


1

1
'

şırmıştı. 1
1

"Tannın, bu acayip kılıkta ne yapıyorsunuz?" Gözlerine inanama­ 1


1

'

dan bakıyordu. Eleştirircesine: "Bu giysi size dar!" dedi.


'

1
"Benden pek hoşlanmayan meslektaşım Cassini, benim için hep 1
.

'Akademi üyesi giysisini çıkanp devrimcibaşı kılığına girdi' derdi.


Ben de onu yalancı çıkarınayayım dedim." Condorcet pencereden bak­
tı. Camın ötesinde, avlunun o koca ıhlamurları tatlı sabah güneşi al­
tında pırıl pınldı. "Yeni takvime göre germinal ayındayız, değil mi?
Bahar başlıyor. 11 Uzun süre bir şey demedi. Madam Vernet kahvaltı
hazırlama işine yeniden koyulmuştu. Sinirleri gergindi. Onu böyle
acemi oyuncular gibi kılık değiştirırıiş, ne söyleyeceğini, ne yapacağı­
nı bilemez durumda hissettikçe yüreği parçalanıyordu. Kendisine bir

şey bildireceğini seziyor, öğreneceği bu şeyden ürküyordu.

183
METRENCN lCADf

Condorcet yumuşak bir sesle: "Yapacağım işi bitirdim" dedi.


"Uzun zamandır kırlarda dolaşmadım. Ayaklarının altında toprağı
hissetmek! Doğanın canlandığı mevsimdeyiz . . ." Aynca içinden şöyle
geçiriyordu: "Artık bir odada kapalı kalmaya, ininde büzülmüş bir
hayvan gibi en ufak bir gürültüde sıçramaya dayanamıyorum." Sadece
"Gideceğim" dedi. Madam Vemet saf saf:
"Burada rahat değil misiniz?" diye sordu. Y�pmaya çalıştığı çocuk­
ça bir şantajdı.
"Burada daha fazla kalmak, kendimi kurtaramadığım gibi sizi de
mahvetmek olur. Anlamıyor musunuz? Konvansiyon·beni kanun kaça­
ğı durumuna getirdif"
"Sizi kanun kaçağı mı yapmış? Ama, onun sizi insanlık aleminin
dışına çıkarrrıaya hakkı yok ki. Gitmeyin, bunu sizden ben istiyo­
rum!"
Condorcet oturdu; ev sahibesinin kararlılığına yenik düşmüş gi-

biydi. Takkesini çıkardı, kadının uzattığı kaseyi alıp ağır ağır içmeye
başladı. Sonra, Madam Vemet'nin pek çok kez gördüğü bir davranışla
ceplerini yoklayıp bir şey aradı. Şaşırıı1ış gibi yapıp "Tütünüm!" de­
di. ""Herhalde odada unuttum." Gidip getiırrı.ek için kalkmaya davran­
dı. "Siz içmenize bakın, ben çıkar getiririm." Kadın kapıya yönel­
diğinde bir an, duraksadı, Condorcet'ye bakarken içi rahat etti. Filo­
zof ev sahibesine gülümsüyordu.
Merdivenlerde Madam Vemet'in ayak sesleri işitildi. Elinde tütün
kesesiyle döndüğünde Condorcet gitmişti.
Haberi alınca Marcoz'un yüzü bembeyaz kesildi. Yakalanan kanını
'

kaçaklannı neyin beklediğini biliyordu. Fakat Condorcet tutuklanmış


olsaydı, haberi hemen Meclise gelmiş olurdu. Şu halde henüı özgür­
dü. Sophie'ye gelince o, Auteuil'den aynlmamaya karar verdi. Tutuk-

184
METRENiN iCADI

lanırsa resmen kendisine orada tebliğ ederlerdi. Beklemek gerekiyor­


du.

Yemekten sonra Marcoz, Madam Vemet ve Sarret, Condorcet'nin

odasında bir araya geldiler. Birbirlerine bir şey söylemeden ayrı ayrı
yukarı çıkmışlar. yavaşça kapıyı itmişlerdi. Artık sadece üç kişiydi­
ler. Ancak o zaman onun yokluğunu gerçekten duydular.
'

Odaya ilk çıkan Sarret, üııeri Madam Vernet'ye yazılı bir dosya
gördü. Buna bir de "ÇOCUCUM ELlZA CONDORCET'ye. 1 5 yaşına
'

geldiğinde kızıma verilecek öğütler'' diye bir zarf ekliydi.

Madam Vemet gözlüğünü taktı, . ama· gözleri buğulanmıştı bile.


Sarret vasiyetnameyi onun elinden aldı. "Şayet kızım her şeyi yitirir­
se, ikinci annesinden, suçsuz ve mutsuz bir babanın şu son isteklerini
dinlemesini rica ederim. Ona sık sık bizden söz edilmesini, bizim
hakkımızdaki anılarının canlı tutulmasını, öğrettiklerimizin, sırası
geldiğinde ve metinlerin asıllarından olmak üzere ona okutulmasını
. . "
ısterım.

"tkinci annesi" sözcüklerini duyunca yıkılan Madam Vernet'yi Sar­


rel göğsüne bascırıp öpmüş, o da kendini �arret'nin kollarına bırak­

mıştı. Gözyaşlarının arasından Marcoz'a baktı ve özür dilercesine:


" Mösyö Sarret ile ben birkaç ay önce evlendik" dedi, "bilmem neden,
saklı tutmaya karar vermişlik." Gülümsemeye çalışıyordu. Marcoz
yerinden kalkıp, Madam Vemet'yi öptü, Sarret'nin elini dostça sıktı.

Geceyi yazıları düzene koymakla geçirdiler. Madam Vemet uyu­


yakalmıştı. Bir ara başını kaldırınca sessizlikten şaşırdı. Marcoz ile
Sarret de, biri koltukta, öteki yatağın üzerinde uyuyakalm1şlardı.

Gözlüğünü çıkardıf pencereye baktı, güneş doğuyordu .


.

Aynı anda, Paris'ten birkaç fersah uzakta, bir taşocağının kayasına

185
MEfRENIN iCADI

oyulmuş bir yuvada Condorcet, başı kitabına dayalı, takkesi gözlerine


kadar in�iş uyuyordu. Çok uykusuzluk çeken kimselerd� ya da tedir­
gin kaçaklarda görüldüğü gibi uykusu pek geç, ancak gece biteceğine
yakın, uyuşuklttğun insanı sıkıntılarının hiçbirini duymaz kıldığı sı­
rada gelmişti. Buz gibi bir mart gecesiydi!

Condorcet, birdenbire yakındaki yoldan gelen seslerle uyandı.


GündÜZ olmuştu bile, sonunda gündüz. . . lşbaşı yapmaya gelen işçi­
lerc\i. Görünmemeye çalışarak hemen oradan uzaklaşmaya baktı. Ace­
le edeyim derken bir taşa çarptı ve düştiı. Bacağına keskin bir �cı sap­

landı, pantolonu kan olmuştu. Yarayı biraz silip bağladı. Bayırda da-
.

ğılmış olan öte berisini topladı. Neyse ki saate bir şey olmamıştı. Ta-

şacağından çıkıp düşe kalka yola koyuldu. Epey topallıyordu; basto­


nuna dayanarak ilerledi. Güneş ortalığı ısıtmıştı, doğa günlük çevri­
mine yeniden baş]amaya hazırdı, hatta gökyüzünde basit şekiller çizen
kuşlar bile vardı. Mutlulukl Hiçbir şey istemeyecekti, hatta bacağı bi­
le sorun sayılmayacaktı, eğer içini kazıyan şu açlık olmasaydı.

Clamart-le-Vignoble diye bir köye vardı.

Condorcet küçük bir hana girip omlet ısmarladı. Hancı "Kaç yu­
murta kırayım?" diye sorunca, filozof ''On iki yumurta'' diye yanıt
verdi. "On iki mi? Parasını verebilecek misin?'' Condorcet paralarını
gösterdi. Hancının şaşkın bağırışına yandaki.masada başka bir müşte­
riyle birlikte içen Nicolas Fleury dönüp bakmıştı.

Omlet tabağı hemen boşalıverdi. Kamı doyan Condorcet, Nico­


las'nın masasının üzerindeki tütüne imrenerek baktı. Kitabını çıkarıp
okumaya koyuldu. Nicolas seslendi: "Seni hiç gör�emiştim! Buralı
değil misin?'' Condorcet hemen ya·nıt verrııedi. Nicolas masasına gel­
miş, başında dikiliyordu. Filozofun üzerinde ne oturma belgesi. ne

186
METRENiN ICADl

nüfus kağıdı ne de bölge kartı vardı, hatta üç renkli kokart bile tak­
mamıştı. "Pasaporrun?" dedi Nicolas.

"Yok şey. . . Düşünce yitinnişim." Yaralı bacağını gösterdi.

"Adın!"

"Pierre Siman. · Ribemont doğumluyum. Saint-Quentin yakının­


dan. lşsiz oda uşağıyım."

"Bizim buralarda ne yapıyorsun?"

"Güherçile işi bulmak için kırlarda dolaşıyorum. Ya da başka bir


şey . . .
"

. .

"Güherçile mi? Ellerini göster bakayım�"


.

Condorcet ellerini uzattı. Bunlar, kazmadan · çok kalem tutmaya


alışık, beyaz ve ince ellerdi. Bu ona sökmezmiş, Nicolas Fleury'ye!
Sabıkları tanımasını bilirmiş o! Bu, pek kötü birine benzemiyor­
muş . . . Bıraksın mı? Ama ya casussa? Böyle yaralı?

"Benimle geleceksin. . . Yurttaş . . . ?" Soruşturma öyle amaçsız değil­


di. Condorcet, kurduğu tuzağın hedefi ıskaladığını belli edercesine
Nicolas'ya baktı ve emin bir sesle: 14Simon" dedi. "Pierre Siman . "

Güçlükle yerinden kalktı. Oturduğu sürece bacağı sertl·eşmişti.


. '

Kalkarken gösterdiği çaba, sızıyı yeniden canlandırdı. Birlikte içtiği


.

adam, Nicolas'ya nereye gittiğini sordu. O da zanlıyı Eşitlik Köyü"ne


götürdüğünü söyledi. Condorcet gülümsemekten kendini alamadı .
.

Adlar, hep adlar! Kraliçe Köyü'nün yeni adını içinden yineledi ve bel-
ki de kendinin olmayan bir ad altında öleceğini düşündü. Siman, eski
'

oda t\şağının adıydı. Altın akrep ve yelkovanlı, saatleri, dakikaları,


'

saniyeleri, tarihi gösteren o güzel gümüş cep saatinin fızerinde adının


'

. '

baş harflerinin kazılı olduğunu anımsadı. Bulan için bir bilmece ola-

caktı! Yüzündeki gülümsemeyi can acısına verdiler.

"Bırak şunu, Nicolas." Bunu masa arkadaşı söylüyordu. "Görüyor-


ı

I 187
,

l
MCI"RENIN iCADI

sun, adamcağız bacağını yaralamış. Tehlikeli birine benzemiyor."

"Tehlikeli değilse, yarın salıverirler. O kadar zarar verecek bir


şey değil bu." Nicolas bunu söylerken, dayansın diye Condorcet'ye
kolunu uzatıyordu.

Biri aksayarak, öteki güvenli adımlar atarak handan çıktılar. Han­


cı, masan ın ÜZerindeki bir parça ekmeği, dibinde bir parı11ak şarap
kalmış bardağı ve omlet kırıntıla nyla pırıldayan tabağı kaldırdı. Pey­
kenin üzerinde Lucretius'un Şiirler'i açık duruyordu. Hancı kitabın
yapraklarını çevirirken Fransızca olmadığını fark etti. Bazı sözcükler
çocukluğunda öğrendiği dualara benziyordu. Latinceyclil Şiirmiş me­
ğer! Adam düşünceye daldı. Bir köy arabasının tekerlek sesleriyle dü-
.

şüncelerinden sıyrıldı.

Üzüm kasaları ve sepetleriyle yüklü bir araba hanın önünden geçi­


yordu. Arka tarafında Condorcet ayağını bir üzlim kasasına dayamış,
oturuyordu.

Adam hemen dışarı fırlayıp arabanın arkasından koştu. Yetişti:


"Yurttaş Simon'' diye bağırdı, "kitabın!" Condorcet şaşırdı, kitabı al­
dı, ta iki binyıl önce şairin insanoğlunun her ne olursa olsun yaşamı­
nı sürdürmeye çalışması gerektiğini yazdığı o sayfaları göğsüne bas-•

tırdı. Parmağında taşının altında zehir saklı olan yüzük parlıyordu.


Araba yoluna dev.anı ediyordu. Hancı geride kalmış, yolun ortasında
duruyordu. Birden aklına bir şey geldi; acele etti, arabaya ikinci kez
yetişli ve hiçbir şey söylemeden tütün kesesini uzattı.

188
_, 13 -
'


. şte göçmen olduğu sanılan, isteği dışında yabancı topraklar­
da tutulan bir adam, bir bilgin, bir sabık Akademi üyesi,
Cumhuriyet topraklarına geri dönmek istiyordu! Mechain'in
Fransa'ya dönme yolunda gösterdiği çaba]ar kulağına gelince Kamu
Kurtuluşu Kurulu'nun ne kadar göğsü kabarrrııştı! Onlar "Fransa! 11 di­
ye düşünüyorlardı. Mechain ise "Boylam�'' diye.
Hapishaneden çıktığında Therese birçok girişimde bulunmuştu.
Geçici Ajans'takileri göırneye gitmişti. öyle pek kalabalık değillerdi.
Ajans uykudaydı. Fakat Therese, Prieur ile görüşmü.ştü. Prieur de la
.

Cöte-d'Or, Delambre'ın görevden alınmasında ne kadar· erkin davran­


dıysa, Mechain'in özgür bırakılması için de o kadar etkin davranmış­
tl.
Astronom için o kıtlık döneminde çok büyük bir para o]an altmış
bin lira ayrıldı. Bu parayı ona ulaştırmak görevi Doğu-Pirene'ler or­
dusuna verildi. Ordunun Başkomutanı Dugommier, elinde bultınan
pek çok sayıda lspanyol esiriyle Mechain ve Tranchot'yu değiştirmeyi
düşündüyse de buna gerek kalmadı, çünkü yenik lspanyol birlikleri
kendi koşullarını öne sürecek durumda değillerdi. Pireneler'in öteki
yüzüne doğru geri çekiliyorlardı. Fransa toprakları içinde tek bir yeri
ellerinde tutuyorlardı. O da Cumhuriyet güçlerinin tüm saldırılarına
direnen Bellegarde'dı.
11 yönetiminin başkanı olmuş olan Arago, astronomla yardımcısı-
.

nı Fransa'ya geri vermeleri için lspanyollara ültimatom vermiş, akşa-


ma sabaha gelmelerini bekliyordu. Boşuna bekliyordu, çünkü
189
METRENiN iCADI

Mechain ve Tranchot artık lspanya'da değillerdi, bir gemide ltalya'ya


doğru yol alıyorlardı. Nedendir bilinmez, İspanyollar onları Fran­
sa'ya göndereceklerine, o sırada İngilizlerin elinde bulunan Livor­
no'ya kalkan bir gemiye bindirıııişlerdi.

Böylece Mechain ve Tranchot kendilerini Akdeniz'in ortasında bu­


luverdiler. Korsanlarca sürekli rahatsız edilen gemi, çok güçlü yel­
kenleriyle o ana kadar llıendini kurtarınasını bilmişti. Ama günlerdir

peşlerinden gelen şu tekne? Acaba? Mechain, iki yıl önce Amerika'dan


gelen altınlarla yüklü bir kalyonu Montjouy Hisan'nın kıyısında batı­
ran korsan teknesini tanır gibi olmuştu. Ne zaman ufukta o koyu
renk yelkenleri görse, ambara koşup sandıklardaki aygıtlarını, sanki

hepsi yerli yerinde mi der gibi, uzun uzun gözden geçiriyordu. Sonra
bir sandıktan yazılarının bulunduğu dosyayı çıkarıyor, göğsüne bastı­

rıp uzun bir kuşakla sarıyordu. Gömleğini ilikleyip giysilerini dü­


zelttikten sonra, güverteye çıkıyor, kıç tarafa yerleşip elinde dürbün,
hava karanp da koyu renk yelkenleriyle maun kaburgası birbirinden
. '
.

seçilmez oluncaya kadar korsan teknesinin hareketlerini izliyordu.

Sonra, her şey çok hızlı oluyordu. Kaptan dümene geçiyor, birden
rota değiştirip, önceden saptanmamış bir dizi manevrayla gemiyi
kimsenin orada olmasını düşünemeyeceği yerlere götürüyordu. Yük­
sek sesle komut verenin, kandil yakanın vay haline! Dilsiz ve kör ge-
. -

mi, barbarın takibinden kurculmuş, gecenin içinde ilerliyordu.

Mechain de bitkin düşüp güvertede uyuyakalıyordu. Şafak vakti


Tranchol onu orada buluyor, üzerine bir şey örtüyor, uyarunasını
. .

bekliyor. uyandıktan sonra da, hep aynı sözcüklerle, yaşamlarını bir


padişahın sarayında kendisi haremağası, Mechain de müneccimbaşı
. .

olarak tamamlamaktan bu sefer de kunulduklarını söylüyordu.

Mechain ve Tranchot önce Livorno'ya, sonra Cenova'ya yerleştiler.

190
'
METRENiN lCADl

Bir zaman Kacalanca öğrenmeye çabalamışlardı. bu kez de Toscana


lehçesi çalışmaya koyuldular. Aylarca kendilerinden bir haber alına­
madı. Ne Paris1teki Th�rese'e ne başkentten ayrıldıktan sonra yerleşti­

ği Bruyeres-le-Ch�tel'deki Delambre'a bir bilgi ulaşmıştı .

Delambre'ın koruyucusu, iyi yürekli Mösyö d'Assy, vaktiyle bir


eve küçük bir gözlemevi kurdurmuştu. Söz konusu ev sade, rahat bir
konuttu ve iki yıldır yatıp kalktığı o kötü hanlarla karşılaştırınca De­
·
lambre bunu sahici bir saray gibi görüyordu. Evin işlerini yürüten
yalnızca yaşlı hizmetçi julie'ydi. Julie, geveze ve hareketli, geveze ol­
duğu için hareketi artan, hareketli olduğu için daha çok çenesi düşen
bir kadındı. Astronom bazen , kadını, sırf dilini tutsun diye, bomboş

oturmaya zorluyordu. Öyle günlerde, kalemini, dürbünlerini, yazı ta­


kımını bırakıp, sabırsızlıktan içi kıpır kıpır fakat en sonunda sustu­
rulabilmiş julie'nin yergi dolu bakışları önünde, ev işlerine koyulu­
yordu.

Paris altı fersah ötedeydi, hele Arpajon bir fersahlık yoldu. Yine
i
'

1
1
de, o daracık Vaugrigneuse yoluyla varılan köy, her yerden uzakmış ı
1

gibi görünüyordu. Büyük ulaşım yollartnın, bölgeyi belirleyen güç •

çizgilerinin dışında kaldığından her şeyi başkente doğru çeken bur­


1
1

gaçtan etkilenmemişti. Yine de Bruyeres-le�Chatel adına çeki dü.zen

vermiş, "şato"yu atıp yerine "özgür" sözcüğünü koymuş, Bruyeres-


.

Libre olmuştu. . Adı ne olursa olsun , insan kendini orada unutulmuş


.

hissediyordu. Delambre'ın istediği de buydu. ·

Bir süre yıldızlar, matematik ve julie . ile ot�rdukcan sonra


Delambre, bir yerlere gitme hevesine kapıldı. Rastlantı bu ya,

Bruyeres, Çoulomb ve Borda'nın çekildikleri Blois ile Laplace'ın gö­


revden uzaklaştırıldıktan sonra oturduğu Melun arasında bir yere dü-

191
METRENiN iCADI

şüyordu. Melun daha yakın olduğu için, Laplace'a konuk gitmeye ka­
rar verdi.

Melun'e yaklaşınca, araba yavaşlamak zorunda kaldı. Çevre köy­


lerden insanlar akın ediyorlardı. Delambre ne olduğunu öğrenmek is­
.
tedi. Yanında oturan adam: ''Milleti açlıktan kırıyorlar!" dedi. "Buğ­
day yok, un berbat, ekmek yenecek gibi değil!" Yolculara bu kalabalı­
ğın hem fırsatçılara karşı olduğunu hem de fırıncılardan kuşkulandı­

ğını, şimdi belediye binasına gitmekte olduklarını, orada kadınların


yargılarını bildireceklerini söyledi.

Konuşan adamın gür siyah sakalı vardı, çehresi de çiçekbozuguy­

du. "Ekmek dediğin, fakirin altınıdır!" diye kendi kendine homurdan­


dı. Cüzdanından bir kağıt çıkanp Delambre'a uzattı ve yüksek bir ses­
le: "Ben halk derneğindenim" dedi.

Cumhuriyetin Birliği, Bölünmezliği,


Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ya da Olum.
.

Devrimci ]acobin 1er Derneği

"Melun Devrimci jacobin'ler Derneğinin başkan ve yazmanları,


Cumhuriyetin tüm halk derneklerindeki kardeşlerine ve dostlarına
bildirirler ki, yurttaş Jacques Clareau . . . . . . . . " Arkasından adamın çe-
şitli nitelikleri geliyordu: "Otuz altı yaşında, siyah sakallı, alnında çi­
çek hastalığı izleri var." Düşünmeden, biraz şapşalca bir tepkiyle De­
lambre başını kaldırıp yazılan niteliklerin doğru olup olmadığına
baktı. "Devrimden önce yurttaş Clareau, .. diye yazıyordu kağıtta, "do­

kumacıydı; hala dokumacıdır." Delambre belgeyi geri verdi. llk kez


böyle bir şey eline geçiyordu.

Araba geniş bir sokağa girerken adam parmağıyla bir evi işaret et-

192
METRENlN iCADI

ti: "Yeni Yol. Bailly'yi burada tutukladılar." Yolculardan biri şaşkın­


, lıkla bakınca devam etti: "'Evet, Bailly; astronom olan hani şu, Talim-
.
. . .

hane meydanında halkın üzerine ateş açtiran. n .


· Clareau, en ufak ayrıntıyı atlamadan Bailly'nin nasıl oradan geçen


federelerce tanınıp halk odasına, oradan eski Visitandine'ler manastı-
.
nna götürüldüğünü, en sonunda da başkente yollanıp orada idam
edildiğini anlattı. .


.

Yurttaş Clareau korkunç olayı ince en inceye anlatıyordu: "!da-


mından hemen önce cellat sorrııuş: 'Titriyor musun, Bailly?' 'Evet ar-
. .
kadaşım, soğuktan' diye .yanıt verrniş mahküm.'' Delambre, Bailly'nin

.
aylarca Nantes'ta kaldığını, kimsenin ona orada ilişmediğini, ancak
Nantes'tan ayrıldıktan sonra yakalandığını hatırladı. Acaba neden, tıp­
kı Condorcec gibi, güvende olduğu halde barınağından ayrılmıştı?

Ortalıkta dolaşmış olan söylentiye göre, Bailly saklandığı yerden


Melun'deki Laplace'ın evine gitmek için ayrılmış. Kendisine bu konu-


da soru yöneltildiğinde Laplace söylentiyi doğrulamamıştı. Bailly za­
manın en büyük astronomlarından biriydi. Devrim olur olmaz, her

şeyi bırakıp hareketin içine atılmıştı. Bir gün birisi ' ona sorrnuştu:

"Yıldızları, gezegenleri, kuyrukluyıldızları ne yaptın?" Bailly, soruyu


sorana dalgın dalgın bakıp "Başıma bir yıldırım düştü, bilimle ilgili

tüm düşüncelerimi alıp götürd � . Doğrusunu söylemek gerekirse, bir­


zamanlar astronom olmuş olduğumu bile zor anımsıyorum." De­
lambre ne zaman bu sözü zihninden geçirse, derin bir huzursuzluk ve
•• •

hiçbir zaman dostları arasında yer almamış olan o meslektaşı için bir
çeşit sevgi duyuyordu. Delambre, Devrimle ilgili olarak, Bailly'yi ya­
·

kıp tutuşturmuş, Condorcet'yi çatışmaya itmiş olan tutku gibi bir şey
duymadığını kendi kendine itiraf ediyordu. Ne şimşekler, ne yıldı­
rımlar; iyilik, çtkar eyet, ama tutku, ona hayır.

193 .
'

1
f
METRENiN iCADI

Belediye yakınlarına gelince araba durmak zorunda kaldı. Delamb­


re indi, yurttaş Clareau da onunla birlikte alana yürüdü. Kalabalığın
ekmek yapımında hazır bulunacak temsilci diye seçtikleri kadınlar,
geceyi geçirdikleri çeşitli fırınlardan yeni gelmişlerdi. Bir sandığın
üzerine çıkmış enerjik, dingin bir ev kadını, başında düı bezden bir
hotoz, yerine getirdikleri görevin hesabını veriyordu. Yanlarında be­
lediye görevlileri olduğu halde, dükkanlann birinden çıkıp ötekine
sırayla gitmişler, fırıncıların da çıraklarının da çalışmalarında hazır
bulunmuşlar. Buğdayın yıkandıktan sonra herhalde iyi kurutulmamış
olan bir bölümü hem ele sert geliyorıııuş hem de ağızda yumuşadık­
tan sonra tadı kötüymüş, ama yine de yenilebiliyorrnuş. lçinde karar- ·
mış taneler dolu olan, çürümüşleri bulunan, böceklenmiş bir bölüm
buğdayınsa atılması gerekiyorın uş. Fakat, çoğunluğunki sağlıklıymış;
ortanın alttnda, ama kabul edilebilir bir un kullanılıyorıııuş, mayanın
ekşilik derecesi kıvamındaymış, pişirlıi.e zamanına da uyuluyorrrıuş.

Kadın bir torbadan iki somun çıkarıp kalabalığa gösterdi, bir bı­
çak uzattılar. Somun dilimlenip kalabalığa dağıtıldı. Tadına bakıldı,
.

a]anın bir yanından öteki yanma bir mırıltı yayıldı. Ekmek İyiydi!
Fırınlarının önünde duran birkaç ekmekçi rahat bir nefes aldı.

Delambre geç' kalmıştı; eve vardığında l..aplace çıkmıştı. Delamb­


re'a bir mektup bırakmıştı: "Eczacının yanındayım. Beklerken lütfe�
şu müsveddeye bir göz atıverin." Alçak bir masanın üzerine bir de-
met gülle birlikte konulmuş kitap manüskrisinin başlığı Dünyanın ·

Dizgesi idi. Dostu, Delambre'a kısa süre önce bu tasandan söz emişti.
Bu, bilinen bütün gök olaylarını Mösyö Newton'un genel yerçekimi
. '

görüş noktasından sunan bir tasarıydı ve o zamana kadar gerçekleşti­


rilmişlerin en genişiydi.


194
METRENiN le.ADI

"Şayet bulutsuz bir gecede11 diye yazıyordu, 14dikkatle gökyüzü iz­

lenirse, onun her an değiştiği görülür. Yıldızlar yükselir ya da alça­

lır, bazılan doğudan doğru görünmeye başlar, bazılarıysa batıya doğ­


ru kaybolur. Kutupyıldızı gibi, Büyükayı'nın ·yıldızlan gibi birçoğu
. .

da bizim iklimlerimizde hiçbir zaman ufukta görünmezler.

"Şimdiden önümüzde birçok sorunun ortaya çıktığını görüyoruz.


. .

Gece gördüğümüz gök cisimleri gündüz ne olur? Görünmeye başla-


yanlar nereden çıkıp gelirler? .
.
. .

"Yerkürenin eğriliği, denizlerin yüzeyinde hissedilir. Kıyılara yak-


laşan gemici önce en yüksek noktaları görür; yerin dışbükeyliğinin
gözlerden sakladığı aşağı kesimlere · sıra daha sonra gelir. Yine bu
eğiklik nedeniyledir ki, güneş doğarken önce dağların tepelerini, daha
sonra düzlükleri aydınlatır."
'

Delambre sayfaları kar iştırırken, hiçbir matematik forınül, bulun-


mamasına şaştı. Sayfalar boyu ne rakam ne hesap. Kim bilir, her çeşit
.

matematik izini kovmak ne çabalara mal olmuştu! O zamana kadar •

,· '
verdiği tüm yapıtlarda, mekanik ve astronomi dallarının bütününü i
'

1
salt cebire indirgemiş olan Laplace'ın bu tutumu şaşırtıcıydı! Dünya

.
.

dizgesi hakkındaki ciddi bir kitapta matematik analiz kullanılmaması


Delambre'ın daha ilk bakışta pek hoşuna gitmişti.

Hatırladı: 1 787 nisanında, College de France'ın devamlı dinleyi-


cilerindendi. Bir gün, oturum başladıktan biraz sonra içeri girmişti. •

Siman Laplace, Zuhal ve Erendiz'in büyük eşitsizlikleri konusundaki


.

yeni kuramını anlatıyordu. Tahtada zaman birimi yüzyıllarla dile ge-


' . .

1 530 yıllannda 1. François tarafından kurulmuş, günümüze kadar, üniversite


*

dışında kalarak kesintisiz eğitim venniş bir kuruluştur. Yönetimce atanan


öğretmenlerin izlencelerini kendilerinin sa ptad ığı bu kuruluş çok · çeşitli
dallarda (bugün 58 keırsüstl vardır) öğre[im yapar ve hiçbir diploma verınez.
. --ç .n.
� ·. .·

1
'
·
-

195 •

!

METilENlN lCADl

· tirilen denklemler gösterıı1iş ve dönem süresini büyük bir kesinlikle

877 yıl olarak ortaya koymuştu. Denklemlerin terrıizliği, sonuçların


kesinliği çok aydınlatıcıydı. Her şey daha güvenilir, daha tekdüze , da­
ha kolay görünüyordu. Böylece, yalnızca matematik yardımıyla, o gü­
ne dek en ince zekalara bile yolunu şaşırtmış olan şey açıklanabiliyor­
du. Delambre o anfıde· otururken astronom olmaya karar vermişti.
Ders biter bitmez, kaldığı odaya koşmuş, eline bir sayfa kağıt alıp en

yeni gözlem tablolarını çıkarrnış, çalışmaya koyulmuştu. Kendi ken­


dine bir söz vermişti: Her iki gezegenin de o zamana kadar bilinen
gözlemlerini yeniden hesaplayacaktı. Bu çok büyük bir işti ve
Delambre'ın ilk yapıtı , onun astronom olduğunu gösteren yapıt oldu.
O tarihten sonra çok güçlü bir çalışma coşkusuna kapılmıştı. Gü­
neş tablolarının doğruluğunu sınamaya, o bitince ilk güneş tutulması­
nı gözlemlemeye koyulmuştu. Bunları izleyerek Uranus, Güneş, Zu­
hal, Erendiz ve uydularının tablolarına sıra gelmişti. Kannaşıklıkları
ne derecede olursa olsun, analitik formüllerden astronomi hesapları
çıkarıııasını en iyi bi1en kimse olup çıkmıştı.
Bahçede sesler duydu. Laplace , genç kansı ve iki çocuğuyla dönü­
yordu. Çocukların büyüğü, a�nesinin babasının önü sıra hoplayıp sıç-

rıyordu. Daha iki yaşında ya var ya yok olan ikinci çocuk, ailenin yü-
rüyüşünü mahsus ağırlaştırıyor ve bundan hoşlanıyordu. Eczacı da
onlan geçirmeye gelmişti. Tam geri döneceği sırada:
"Beş saatte bir, bir çorba kaşığı'' dedi.
"Herhalde gece yarısı uyandırıp da şurup verrııeyeceğizl· Güya
uyutsun diye veriyoruz. n

"Öksürüğü önlemenin başka yolunu biliyorsanız . . . Son bir soru


daha: Bana açıkladıklarınızı iyice düşündüm. Şayet size bir Yaratıcıya
.

gereksinim duymaçlan dünya dizgesinin açıklamasına nasıl vardığınızı

196
METRENiN !CADI

sorarlarsa ne yanıt verirsiniz?"


'

Bir sessizlik oldu ve elinde olmadan konuşmaya kulak misafiri ol-


muş olan Delambre, Laplace'ın şöyle dediğini duydu: "O varsayımın

bana gerekli olmadığını söylerim!" Sonra bir kahkaha a ıp konuşma­t


sını sürdürdü: " Newton'un dediği gibi, gerekli olmayan her şey fazla-
.

lıktır!"

"Fakat Newton aynı zamanda şunu da söylüyor: Nasıl körün renk


hakkında hiçbir fikri yoksa, bizim de her şeyi bilen Tanrı'nın her şe­
yi nasıl duyup anladığı konusunda bir fikrim�z yok."

"Kabul edelim ki, bugün o zamanki kadar kör değiliz." .'"'>

Delambre az kalsın üzerinde güller duran küçük masayı deviriyor­ .


'

.
ı

du. Dökülen suyu kuruturken eczacının şöyle sorduğunu duydu:


"Tanntanımaz olmayasınız, yurttaş Laplace?" '

"Böyle bir şeye pek vaktim yok. ,..

"Robespierre bile bir Yüce-Varlığa inanıyor," eczacının sesi bunu


söylerken boğulur gibi çıkıyordu.

"Robespierre matematikçi değil ki. . . "

Eczacı gidince Delambre dostlarıyla haşhaşa kaldı. Uzun zamandır


böyle bir akşam geçirıııemişti. Çocuklar çok usluydu, Chatillon'daki
handa gördüğü çocuklara hiç benzemiyorlard ı. Yemekler lezzetliydi,

ekmek çok güzel ve boldu.

lki adam aylardan beri görüşmemişlerdi, birbirlerine anlatacak

'

• {Fransızca, Etre-Supreme} Tann'nın sanlanndan biriyken Cumhuriyetin 11.


yılında ( 1 794) Robespierre tarafından Devrimin tanntanımazlığına karşıt bir
davranış olarak kuclanılmasına geçilen Yüce-Varlık Bayramıyla birlikte
Hıristiyan dininin kalıplaşmış tanımlamaları dışında bir Tann düşüncesi
olarak kullanılmıştır. �.n.

197
MElRENlN iCADI

pek çok şey , pek çok dedikodu vardı, Borda ve Coulomb'dan haberler
alıp vereceklerdi. Us Bayramı diye bir şeye başkanlık etmiş olan La­
lande'la biraz alay ettiler; Konvansiyon'un o sıralarda yeni açtığı tüm
kuruluşlardan söz ettiler. "Yakında öğretmen sıkıntısı çekmeye başla­
yacaklardır, göreceksiniz Delambre, bize başvurcııak zorunda kalacak­
lardır."

Sonra, Dünyanın Dizgesi'nden konuşmaya koyuldular. Başka ne ya­


pabilirlercli? Biri, günlerini onun üzerinde çalışmakla geçiriyor, öteki
kendi kendine sorduğu soruların yanıtının o kitapta bulunacağını bili­
yordu.

"Şunu göz önünde bulundurcnamız gerekir ki, evrenin bugünkü


durumu geçmişinin sonucudur ve geleceğinin nedenini oluşturur" di­
yordu Laplace sakin sakin.

"Her şeyin önceden saptanmış olduğu görüşünü mü destekliyorsu-


nuz?'" •

"Hayır, önceden saptanmış değil, saptanmış. Aynmsal denklerrıler


bugün elimize şimdiye kadar bir eşi görülmemiş güçte silahlar ver­
miş bulunuyor. Bilgi tarihinde hiçbir zaman, dünya dizgesinin içinde
bulunulan durumlarıyla gelecekteki durumlannı tanıyabilmemiz ola­
nağı bugünkü gibi güçlü olmamıştır."

Bu, bir devrimdi! lki adam bir süre konuşmadılar. Laplace kalktı ,
öksürük şurubu şişesini aldı; küçük, son kez ilaç içeli beş saat olu­ •

yordu. Delambre yalnız kalınca küçük masaya baktı, örtüye döktüğü


,
su kurumuştu. Laplace hoşnut döndü: "Uyanmadan hepsini içti., De­
lambre:

UVine de şaşırtıcı" dedi, "şu tartışmamızı Gezegenlerin eşitsizli-


.
.

ğinin azalmasından, dünyanın kararlılığını ispatlamaktan , evrenin ge-


. .

leceğini bilmekten dem vuruyoruz; halbuki ikimiz de görevlerimiz-

198
\

METRENiN iCADI

den uzaklaştırılmış, yarın ne olacağını bilemez durumdayız. Bugün

olmuş olanı, bundan beş yıl önce, kim bilebilirdi? O zaman bir kral
. .

vardı, şimdi Cumhuriyet yönetimindeyiz. La Fayette, Mirabeau, Ba-

illy göklere çıkarılırdı. la Fayette Amerikalılara geçti. Mirabeau ken­

dini krala sattı, Bailly'nin de Paris halkı başını kesti. Sonra Marat ve
Dancon çıktı ortaya. Marat'yı öldürdüler, Danton idama mahkCım ol­
du. Şimdi Robespierre var, Onun ne kadar süre kalacağını, bugünden .
yaza kadar neler olacağını kim bilebilir?"
- "Altı yıl sonra da yüz)'ll bitiyor" diye Laplace konuyu bağladı.
'

Ertesi gün "üs" için yer keşfine gittiler. Melun ile Lieusaint ara­
sında tam aradıkları gibi bir yer buldular. Ormanın içinde yaklaşık
altı bin tuvaz dosdoğru gidiliyordu. Yer yeterince pürüzsüz değild i .
Düzlenecek tümsekler vardı, birkaç ağaç kesilecekti, ondan sonra ça­
lışmaya koyulabilirlerdi! Ne zaman? Yağmur yağmaya başlamıştı .

Kapalı havaların gelmesiyle Bruyeres'deki eve kasvetli bir hal çök-


müştü. Delambre mutfakta, ocağın iki adım ötesinde, bir koltuğa gö­
mülmüş okuyordu. Yanı başında julie, bir cabureye oturınuş, bacakla­
rının arasına yumak sepetini almış bir şeyler örüyordu. Her sıranın
sonunda beyaz ipliği hızla çektikçe sepetteki yumak}ar sarsılıyordu.
Dışarıdan yağmur sesi geliyordu.

·
Birkaç haftadır Delambre Çiftçinin Sesi gazetesinde yayınlanan bir
diziye pek düşmüştü. Makaleleri "patatesin babası'' dedikleri
Parmentier yazıyordu. O sınırsız seçmeciliği içinde yazar, bu kez "ör­
dekler ve eğitilmeleri''ni ele almıştı. julie, Delambre'a ne okuduğunu
sorunca, astronom gazeceyi kapayıp masanın üzerine koydu, ezberin­
den söylemeye başladı:

199
METRENiN iCADI

"Yeryüzünün tümüne yayılmış olan çok büyük sayıdakt ördek çe­


şitlerinden kümeslerimizde yalnızca ikisi bulunur. Bunlardan biri ev­
cil ördek, öteki misk ördeğidir. Evcil ördek sığ suda çamura bulan­
mayı sever, oralarda gagasını çamura batırıp yiyecek bulur. Yalnız
· kendi çeşidinden olanlarla birleşir. Halbuki, misk ördeği, herhangi
bir yaban ördeğiyle birlikte olur, bunun sonucunda onaya birçok kır­
ma, melez ördek çıkar. Bir erkek ördek on dişi ördeğe yeter. Hindis­

tan ördeğine gelince, ona düşen dişi sayısı daha azdır; yavrularını

eğitmesi de daha zordur, ne var ki, yavrular o kadar saldırgan olmaz­


lar. Saygıdeğer bir bilgin olan Mösyö Damboumey'nin gözlemlerine
göre, biraz melezlik yoksa aynı kuluçkadan çıkmış yavruların, ne su­

da ne karada birbirlerine karışmadıkları anlaşılmaktadır. Her biri


!

kendi köşesinde kalır, ama ne dövüşürler hatta ne de birbirlerine kız­


gınlık beslerler . .
. '1

"Ne bellek!" diye Julie haykırdı, "sizin yaşınızda!"

"Nasıl? Benim yaşımda! Biliyor musun julie, neden benim belle­


ğim güçlüdür? . . . '• Sustu. Kendinden söz etmeyi pek sevmezdi.

"Aaa, hayır!" dedi Julie. "Başladınız, bitireceksiniz!"

"Gençliğimde az kalsın kör oluyordum. Yirmi yaşıma geldiğimde


görmez olacağımı söyl�mişlerdi. Ben de okuduğum, gördüğüm her
şeyi hatırlamaya çalışıyordl,!m. Her şeyi belleğime yazmak istiyor,
her şeyi ezbere öğreniyordum. Btl, neredeyse dayanılmayacak bir şey­
di. Her şeyi öğrenmek, belleğime tıkıştınııak istiyordum, yedeklerim
,
bulunsun istiyordum!'

Çocukluğunun o bölümünü anlatırken Delambre hala titriyordu.


,
"Demek, bunun için astronom oldunuz. Göğü görrnek için!' julie
cidd ileşmişti, yalnız köylü kadınların sorunun özüne inildiğinde ya­

pabildikleri gibi ciddileşmişti.

200
METRENJN ICADI

"Yok canım, yok\ O zamanlar gün ışığına bile dayanamazdım!"


Ancak, Julie'nin söylediği, bir noktaya parrnak basıyordu. Delambre
o güne kadar ikisi arasında bir bağ, ileride ortaya çıkabilecek körlüğü
ile astronomi tutkusu arasında bir bağ kurmamıştı.

"Yaka yıpranıyor, kollar tirfilleniyor, dirsekler deliniyor!" diye


.
söylenmeye başlamıştı Julie, bu arada da Delambre'ın kolunu tutmuş,
dirsek hizasını inceliyordu. "Şurasını, burayı da, burayı da oyulgala­
mak gerek." Birden, sanki eski bir kızgınlık canlanıyorrnuş gibi sor­
du: "Neden seferinize vahşilerin topraklannda çıkmadınız? O �ekva­
tor'da hava pekala sıcaktır, değil mi? Ben de böyle sizin partallarınızı
yamayıp yenileyeceğim diye gözlerimi yorrııazdım."

"Sana yüz kez söyledim, birçok boylam vardır, halbuki ekvator


bir tektir diye."

"lyi ya işte!" Düşünmek için kendini zorladığı görülüyordu: "Hala


niçin olduğunu anlayamadım. Top değil mi bu? Yani yusyuvarlak.
Öyleyse, 'ekvator'lardan da her yerde olacak."

Delambre'ın sabn taşmaya başlıyordu. Kestirip atmak için:

"Bu bir top, · ama tam yusyuvarlak değil." Hay söylemez olsaymışt

"Yuvarlak olamayan topa, top denmez. Siz beni aptal yerine mi


koyuyorsunuz?"
"Ne inatçı kadın bu!"
"Aman, bağınnayın!" Yün yumağı öylesine sıçradı ki, az kalsın ·se­
petten düşecekti. Delambre· yumağı kavradı, ellerinin arasında yassılt­
tı: .. işte bak, bunu söylüyordum, artık tam top gibi değil. ,,

Kadının karşı koymasına hiç bakmadan, yün şişini yumağa sapla­


}'ıp döndürdü: "işte, bunlar kutuplar. lki tane. Şu da ekvator. Bir ta-
'

ne. lnsanın belini saran kuşak gibi. Bu, bu, bunlar da boylamlar. Bir-
çok var. Şimdi anlıyor musun, neden vahşilerin toprakl�nnda sefere

201
METRENiN iCADI

çıkmadığımı!" Şişi öylesine sert çekti ki, bir sıra örgü sökülüverdi.

"Şimdi de örgümü bozmaya kalktı!" diye julie bir yandan yakını­


.
yor, bir yandan kendisi de aynı sertlikle şişi adamın elinden çekiyor­
du. Yumak yere düşüp yuvarlandı, arkasında uzun bir beyaz yol bıra-

karak sağıldı.
.

''julie'ciğim, kaz gibi gıdaklamaktan ne zaman vazgeçeceksin sen?"

"Kaz gibi gıdaklama mı?" diye julie alaylı bir sesle sordu.

"Biliyorum, kazlar tıslar, tavuklar gıdaklar, hindiler glu glu ya-


par. Madem ki kümes işinde bu kadar uzmansın, söyle bakayım, e\1cil
ördekle misk ördeği arasında ne ayrım varrrıış?"

Kadın, astronoma ümitsiz bir hastaya bakar gibi baktı ve acele


acele yününü, şişlerini, sepetini toplayıp çekildi.

O sabah hava sıcaktı ve Delambre daha şafakta Bruyeres'deki evi­


nin gözlemevine yerleşmişti. Tavan arasına çıkmaktansa mahzende ol­
mayı yeğlerdi ama, gel de mahzende gök cisimlerini gözlemle baka­
lım . . . Cam kubbe limonluk gibi kızmıştı. Güneşin ışınları dikleştik­
çe, Delambre kendini fışkıran bir fidana benzetiyordu. Üstündekileri

çıkarmış, belden yukarısı çıplaktı, dürbünün camının terden buğulan­


masını engellemeye çabalıyordu . Üzerinde yalnızca uzun bir don var­
dı: julie'nin her gün biraz kısalttığı don. Oda hamam gibiydi. Aylar­
dan da termidor, sıcak ayı. Tam durumuna uygun bir addı.
-

Dış kapı gürültüyle çarpıldı. Dinginlik bitmişti. Julie'nin sesi ta


yukarıya kadar geliyordu. Şimdi de kendi kendine konuşuyordu. Gü­
rültü arttı. Başka sesler de yükseldi. Delambre yerinden kalkarken
"yalnız değil, şunları susturayım, şu geveze kadına haddini bildire­
yim" diyordu. Ama o kılıkta . . . Merdiven boşluğundan "julie!" diye
seslendi. Yanıt yoktu. Sağır kadın! «julie, julie, .� u gürültü ne?"

202

METRENiN iCADI

"Beyefendi, şey . . . Şey olmuş . . . "

"Ne olmuş?n

"Robespierre . . . "

Şaşıran Delambre, bir pantolon yakalayıp çekti: "Ee, ı1e olmuş?t> .


"Kafasını kesmişler!"

Delambre pantolonu bırakıverdi.

Fransa'da meydana gel�n değişmelerin Mechain'in üzerinde hiçbir

etkisi olmadı. Sanki ltalya'ya yapışıp kalmak istiyor gibiydi. Fran-


.

sa'ya dönmek neye yarardı? Nasıl olsa Pireneler'de savaş sürüp gidi-
yordu.
.
· Moniteur Universel gazetesinin 3 Vandemiyer tarihli sayısını oku-
. .
'
muş olsaydı şunu öğrenirdi: "Bellegarde Cumhuriyet'e geri döndüt

�ransa'nın artik kendi


' .

toprakları üzerinde tek bir düşmanı kalmadı."


Konvansiyonun yedi yüz üyesi önünde haberi, Kamu Kurtuluşu Kuru-
,

.
lu adına Fourcroy vennişti. BeJlegarde Hisarı işgal a1rında kalan son
. yer olduğundan onun kurtarılması milyonlarca yurttaşa artık Fransa

toprağı üzerinde ufacık bir tek parçanın bile düşman elinde kalmadı­
ğını söyleme olanağını veriyordu. Cumhuriyet birleşmiş Avrupa'ya
'

karşı utku kazanmıştı! Ah, Brunswick'in o şişine şişine gözdağı veriş-


'

leri!

Doğu-Pireneler'de görevlendirilmiş birliklerin temsilcisinden ge­


len mektubu elinde tutan Fourcroy son tümceyi okudu: "Nasıl sizler
. .
Conde müstahkem mevkiine Nord-Libre adını verdinizse, bizler de .

.
Bellegarde'a, elbette geçici olarak, sizin kararınızı · bekliyoruz, Midi-
'
Libre adını verdik." Milletvekilleri ve dinleyici localarındakiler

.
. -

1
·

. [Franstzca) Ozgür Kuzey. -ç.n . ••

t
1

! lFranstzca] Ozgür Güney. --ç.n.


.1
203
'

, .

..
. . ' .
'
· · . .. .
METRENiN iCADI

ayakta alkışlıyorlardı. Sonra Fourcroy yeniden söz aldı: ''Bellegarde


hisarı bundan böyle S�d-Libre adını taşıyacaktır. Teslim olduğunun

haberi tüm ordulara duyurulacaklır. Telgraf aygıtı bunu anında Kuzey


cephesi komutanlığına ulaştıracaktı�. Meclis neden "Midi" sözcüğü
yerine "Sud" sözcüğünü seçmişti? Kimse buna bir yanıt bulamadı.
Meğer ki, seçimin dilbilgisi ile ilgisi bulunmasın, Meclis Doğu-Pire­
neler görev heyetine, karar venı1e yetkisinin yalnızca kendinde bulun­
duğunu iyice göslermek istemiş olsun.

Bir soru daha vardı: Neden Hisar'ın teslim olması yalnızca Kuzey
cephesi komulanlığına "hemen" gönderiliyordu? Bunun yanıtı basitti:
Ülkenin tüm lopraklarında Mösyö Chappe'ın telgraf hattından bir ta-

necik vardı, o da Paris'i Kuzey cephesi komutanlığının karargahının


bulunduğu Lille'e bağlayan hattı.

Bruyeres'den ayrılıp Paris'e dönmek için bin türlü nedeni bulunan


Delambre'ın tersine, bütün bunlardan hiç haberi olmayan MecJ:ıain,
Fransa'ya dönmesi için bir neden göremiyordu.

Bruyeres'den ayrılmak ama, her türlü önlemi, sakınımı alarak . . .


Robespierre öldükten sonra bazı göçmenler dönme yollarını aramaya
başlamışlardı. Bu nedenle Delambre, Paris'e dönmeden önce bütün o

.

süre içinde göçmen olmadığını ve Devrim karşıtı etkinliklerden ötü-


rü hapse girmediğini gösteren belgeler aldı.

Gün, belgeler günüydü. Kısacık bir süre içinde, Fransa'nın otuz


\ .
'

altı bin kasabasında, bir adam ve bir bina, yani bir belediye başkanı
ve bir belediye sarayı bulmak gerekmişti. Burada,· Bruyeres'de, Bele­
diye Başkanı Emest Briard'dı.

O sabah, Başkan belediye binasındaydı. Yazısının güzelliğiyle övü­

nen, köyde de çok kimsenin güzel yazısından ötürü imrendiği Briard,


oraya geçici olarak konulmuş bir masaya otunnuştu. Özene bezene

204
I
METRENlN iCADI

yazıyordu: IABen, aşağıda imzası olan Bruyeres Belediye Başkanı Er­


nest Briard, beyan ederim ki, bir yıldan beri bölgemde oturrııakta
olan yurttaş jean-Baptiste Delambre, ne göçmen ne Devrim karşıtı et­
kinlikten ötürü tutuklanmıştır. Saç, kaş rengi . . . " Başını kaldırıp kar-

şısında duran yurttaşa baktı, bu alanda deney� mli olduğunu belli eder
biçimde inceledi.
" . . . saç, kaş rengi?" Mırıldandı: ''Koyu kumral''; koyu kumral diye
yazdı. '4Gözler7 Mavi." Mavi yazdı. "Burun? lri." Delambre yüzünü

buruşturdu. Adam iri diye yazdı. "Ağız?" Delambre dudaklarını bÜZ-


dü; ağzı küçüldü. Briard orta diye yazdı. "Çene? Yuvarlak." Yuvarlak
yazdı. "Boy?" Mırıldandı: "Beş kadem üç parınak." Delambre dikleşe­
rek adamın tahmini düzeltti: "Beş kadem, beş parmak!" Briard beş ka-

'dem dört parrnak yazdı.


"Nası] olur! Krallığı düşüreli üç yıl oluyor, cumhuriyetçiler hala
boylarını birer krallık ölçüsü olan tuvaz, kadem, pannakla ölçüyor­
lar, halbuki ne çeşidinden olursa olsun baskıcılığı nefretle kınamış­
lardı!" Meclis kürsüsünden böyle savaş alanında gibi bağıran Prieur
de la Côte-d'Or idi.
Dinleyici balkonlarından bi'r ses: "Devrimci başıbozukların baskı­
cılığı!,, diye bağırdı, hemen arkasından sekiz on kişi daha buna eklen­
di.
Prieur hiç bozulmadı. Orada, Konvansiyon'da, iki yıldır bağırışla­
ra, küfürlere alışmışlardı. Yaz başından termidor ayından beri birta­
kım değişiklikler olmuştu: Sataşanlar aynı kimseler değildi. Giysile­
ri, geldikleri bölge, çehre, boy pos, her şeyleri değişmişti. Paris'in
'

doğusu yerini batısına bırakmıştı. Varoşlardan gelenlerin yerinde gü-


'

zel mahallelerde oturanlar vardı; işçi önlüğü giyenlerin değil de dik


yakalıların sesi duyuluyordu.

205
METRENiN iCADI

Dinleyici sıralarından bağıran delikanlılar şimdi daha hoş görü­


·
nümlü, eli yüzü temiz ve kendilerine tatlı bir ad verilen, müskaden
denilen kimselerdi. Bakımlı ellerinde zarif hareketlerle oynattıkları
usta işi bastonlar vardı. Prieur'e karşıydılar. 11 yılının eski kurulla­
rında -yok kamu kurtuluşu kurulu, yok gözetim kurulu- üyelik et­
·
miş olanların arasından görevinden alınmamış bir o · bir de Camot
kalmamış mıydı? Ötekilerin hepsi tutuklanmıştı.

"Kahrolsun devrimci başıbozukluğu!"

Fırtına karşısında kılı kıpırdamayan Prieur konuşmasını sürdür­

dü; "Yurttaşlar, onluk dizgenin kullanıma geçirilmesi, hesaplarda b i r


·-

devrim yapacak; sadeleşme öyle olacak ki, herkes matematik öğreni-

mine koşacak. n

Genel Kurulun sağ kesiminde oturan bir milletvekili:

"Kendi halinde, işinde gücünde yurttaşları amaçsız değişikliklerle


yoranların bak başına neler gelecek!'' diye bağırdı. Bu kez, soldan bi-

rı:

"Gerekli iyileştirmeleri geri çevirınek için kendi halinde, işinde


'

gücünde yurttaşların yorgunluğundan yararlanacak olanların da bak


başına neler gelecek!" diye yanıt verdi. Bu ses, Prieur'e Romme'un se­
siymiş gibi geldi.

Alışmalann bitmesini biraz bekledikten sonra Prieur konuşmasını


sürdürdü: "Yeni ölçü birimlerine 'cumhuriyetçi' birimler denecek."
Aynı anda hem alkışlar hem yuhalar yükseldi. Yuhalar dinleyicilerden
geliyordu. Alkışlayanlarsa milletvekillerinin çoğunluğuydu. Bu des­

teklen güç alan Prieur hızını kesmeden: "Bu birimlerin saptanmasında

* (ltalyanca, muscadin > moscardino; miski Cici beyim anlamına gelen b u


sözcuk Devrim yıllannda, özentili giyimlerinden öturu, genç kralcılar için
kullanılmıştır. -ç.n.

206
METRENiN iCADI

egemen olan evrensellik. uygulamadan önce adlandırmada kendini


göstermelidir.''

Bir süre sustu; bu sessizliğiyle herkesi şaşıntıktan sonra, törensel


bir biçimde: �uzunluk biriminin adı, Yunanca ölçü demek olan 'met­
ra'dan alınmış bir sözcük, 'metre' olacaktır. Sonra litre, gram, ar ve
frank gelecek. Bölümler Latince kökenli olacak, desi, santi diye başla­
yacak. Katlar, deka, hekto, kilo diye Yunanca gidecek.11

Yeni adları duyunca, tüm salonda her ağızdan sesler çıkmaya baş­
ladı. Dinleyici balkonlarında, sapsız gözlük takmış iki ihtiyar, horoz
gibi kapışıyorlardı.

"Kiloymuş ! Olmaz efendim, olmaz! "ki' · değil, 'şi' olacak! 'şilo' de­
necek,11 diye söyleniyordu nisbeten genç olanı. Öteki:

"'Ki'" diye direndi, "'şi' değil. ka ppa ile yazılır."

Biraz ötede bir adam şiddetle protesto ediyordu: "Bunlar, teknik


ve anlaşılması zor cerimler; halk kullanamaz bunları."

..Halk? Halkmış� Sen halktan ne anlarsın?" diye kafa tutuyordu do­


laylardan gelmiş bir zanaatçı. Yanındaki:

"Ya 'aristokrat?'" dedi. "Devrimden önce halk bu sözcüğü bilmezdi


ama, pekala alışıldı . " Marş söylemeye başladı: "Düşecekler! Düşecek­
ler şu aristokratlar� . . ,,

En aşağıda, kürsüde Prieur konuşmasını sürdürüyordu: "'Yeni öl­


çülerden herhalde en çok kullanılacak olanı çifte desimetre olacakır.

Kıvrımsız, ucu demirsiz yapılır, uctıı.a çıkar, insan üstı1nde taşıyabi­


,,
lir. Bir de, konuşurken eliyle de gösteriyordu, "yurttaşlar isterlerse

bastonlannın uzunluğunu bir metre tutup, yeni uzunluk birimini yan­


larında taşıyabilirler."

Dinleyici balkonlarında müskadenlerin bastonları varoşlardan gel­


miş adamların başlarına inip de önlükler kanlanınca, kavganın öncü-

207
METRENiN lCADI

leri salondan atıldı; tarafların eşitsizliği içinde çatışma dışarıda sür­


dürüldü ve oturum kesild i.

Salon çarçabuk boşalmış, yalnızca dilbilim tartışması içinde o . iki

yaşlı dinleyici kalmıştı.

"Latinlerin 'ehi' olarak yazdıkları Yunanca 'şi' sesi daha o z.aman


boğazsıl söylenirdi.»

"Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsiniz, Alexandre? Orada değildi­

niz ki!"

"Marignan'da da değildim ama, Alfred, pekala biliyorum ki. . . "


t
l4Ne biliyorsunuz, Alexandre? 'kiromansi' • y
a da 'kiropraksi' gibi
'kilometre', 'kilogram' mı denecek?"

"Bildiğim şu, Alfred, siz 1şirürji', 'şimi' gibi 'şilometre', 'şilog­


ram' densin istiyorsunuz.''

Sokağa çıktıklarında sesleri daha da yü�elmiş, acılı haykırışlara


dönüşmüştü. Artık filoloji, fonetik alanından çıkmışlardı. Yeni ölçü­

ler, yeni adetler� Kendilerinin "uygar dolaşmalar" dedikleri o gezinti­


lerde tertemiz müskadenler, pasaklı devrim başıbozuklarını kovalayıp
du ruyorlardı. Birbirine sen diyene iyi gözle bakılmaz olmuştu. Kır­

mızı takke giymek ondan da beterdi artık. Devrimcilerin şarkısına


gelince . . . Son iki yılın hiçbir yerlerde görülmemiş terörünün yerini

başka bir çeşit terör almıştı. Bunu bazıları, daha geleneksel biçimde
olmasından ötürü, öteki kadar insanı isyan ettirici bulmuyorlardı. Bu

terör, kurbanlarını her zaman olageldiği gibi halk tabakaları arasın­

dan seçiyordu. Kısa·ca, bu seferki, yerleşik düzene1çok daha uygundu.

• ( Fransızca , chiromancie] El falcılığı. --ç.n.


t (Fransızca, chiropraxie] Vocudun bazı bölümlerinin, özellikle omurganın
hastalıklannın tedavisinde el hareketlerinden yararlanan bir uygulama. -ç.n.

208
.
,

MElRENIN lCADI
"

"Chi" ile başlayan kelimelerin sonu pek iyi gel1:11 ediği için Ytınan-
.

canın "chilio"sunu değil de Galya dilinin "kilo"sunu almayı yeğledi-

ler. Yani kilo sözcüğünün benimsenmesi eğitimsiz devrimcilerin işi


değildi, konuyu derinlemesine bilenlerce alınmış bir kararın sonu­

cuydu. Bayağılığa düşmektense barbar diye eleştirilmeyi daha uygun


bulmuşlardı. Zaten. yönetmek sanatı, her. koşulda, iki sözcükten göze
daha az çarpanını seçmek değil midir?

Delambre bu sözcük seçimini desteklemişti. Eski Yunancayı çok


_ iyi bilirdi. Homeros'un llyada destanından bir yeri ezberden -V. ki­
tap .860. dize- okudu. Meslektaşları hayran olmuşlardı. Yeni encüme­
nin ilk toplantısındaydılar. Evet, yeni bir encümen kurulmuştu. Buna
da "geçici" denmişti. Ee, belli olmaz� Encümeni Prieur'ün ısrarıyla
.
'

böyle nitelemişlerdi. Sonsuza dek kullanılacak bir ölçü birimini sap­ •


'

tamakla görevlendirilmiş bir encümene, inatla, böyle kısa ömürlü


'

damgası basmak biraz şaşılacak bir şeydi! .

Toplantı salonuna girdiğinde Delambre çok sevinçliydi. Eski gün­


lerdeki o sevdiği toplantıların sıcaklığını duyuyordu. Bir yıl
Bruyeres'de kapanıp oturduktan sonra, tanıdık çehreler görmek iyi
gelmişti. Benhollet, Monge, Vandenrıonde oradalardı, Papaz Haüy,
1

Legendre, Prony hepsi oradaydı. Görevden uzaklaştırılmışların da


.

hepsi çağırılmıştı. Konvansiyon iyi çalışmıştı. Kimse unutulmamıştı.


Peki Mechain? Neredeydi kuzum bu adam? ltalya'da. Hala mı? diye
salonun dört köşesinden sorular yükseliyordu. Ne bekliyor daha? Bel-
.

ki geçirdiği kazadan ötürüdür? Hayır , o yönden merak edecek bir şey


kalmamışmış.

Delambre Mechain'in orada bulunmadığını fark edince düş kırıklı-


.

ğına uğradı ve bunu da saklamadı. Onu göreceği için sevinmişti. Ona

209
METRENiN iCADI

o kadar çok şey anlatacak, öyle çok soru soracaktı ki ...

"Herkes tamam, beklediğimiz kimse yok . . Oturumu açabiliriz."


Oturum başkanı bunu söylerken Prieur'e işaret ediyordu. O da ertesi
gün Konvansiyon'un oylamasına sunulacak olan raporu okumaya baş­
ladı. Delambre dinlemiyordu. Sevinci uçup gitmişti. "Beklediğimiz
-

kimse yok!'' Condorcet ile Lavoisier'nin yokluklarının tam bilincine


işte o anda varmıştı.

Prieur yeni birimlerin ana örneklerinin hangi metalden yapılacağı


hakkında konuşuyordu. 14lnsanoğlunun yapabildiğince kesin, dayanık­

lı ve bozulmaz" olması gereken ana örnekler platinden olabilirmiş.


Başka hangi metalde bu yüksek nitelikler bulunabilirdi ki? Platin çok
pahalıydı ve hemen hemen bulunmazdı. Neyse ki, elde Lavoisier·nin
biriktirdikleri vardı da, ona güvenebilirlerdi.

il merkezlerine verilecek olan ana örnekler bakırdan olacaktı. Pri­


eur itiraf etmek zorundaydı: "Elbette bu metal, tümden platinin avan­
tajlarını göstermez" diyordu. Başlangıçta, havayla temas sonucu biraz
değişime uğruyor, fakat oldukça kısa sürede kalıcı bir nitelik kazanı­
yor."

Bakır da pek bol değildi ortalıkta. Bundan ötürü, ilçe merkezlerine


gönderilecek ana örnekler ancak yumuşak dökümden ya da sactan ya­
pılabilecekti. Yeniden dinlemeye başlayan Delambre, makamına göre
maden, diye düşündü.

Il yılında nasıl barut yapıp toplan işletmeye çalıştılarsa, III yılın­


da da platin bulup birimlerin ana örneklerini yapmaya çalışan "metal­
ciler" üçlüsüne, Berthollet, Monge ve Vanderıııonde'a birçok parçanın
yapımı görevi verildi.

Ağırlık birimi! Bu soruna gelindiğinde, gözler Haüy·e çevrildi.

210
·,

METRENiN [CADI

ı
Papaz yerinden kalktı, herkes sustu: "Görevimizi hemen hemen bitir­
miştik. Sadece değişik sıcaklık derecelerinde suyun uğradığı hacim ve

ağırlık değişikliklerini belirleme işi kalmıştı. Sonra, bitirecek vakit


olmadı. Tutuklanmasından birkaç gün önceydi ki . . . " Haüy belgelerin
nasıl Madeleine Bulvan'ndaki evde kaldığını ve kendisinin, Lavoisi­
er'nin ölümünden sonra nasıl dunnadan o belgeleri aradığını anlattı.
"Bugün artık bu belgelere kaybolmuş gözüyle bakabiliriz." Papaz bun­
ları söyledikten sonra yerine oturdu. Demek ki, Lavoisier'nin son ya-
.

pıtından hiçbir şey, tek bir sayfa bile kalmayacaktı .

. Encümen Haüy'e çalışmaları sürdürmesini önerdi. O ise üıüntülü


bir sesle: "Zaten adi kristallerim ve altıköşe kristallerimle işim ba­
şımdan aşkın. . ': dedi.

Ana örnekler tamam, platin tamam, temel saptamalar tamam . . .


Aslına bakılırsa, Delambre tek bir şeyi bekliyordu: Boylam konusun­
da ne karar verilecekti? Sefer sürdürülecek miydi, sürdürülmeyecek
miydi?

Prieur, ölçü birimlerinin saptanmasıyla ilgili işlemlerin sonuna


kadar yürütüleceğini söyledi. Ya boylam? diye Delambre sabırsızlanı­
yordu. Kürsüdeki sonunda: "Yurttaş Delambre vakit yitirmeden güne­

ye doğru yola çıkacaktır'' dedi. "Yurttaş Mechain aynı işlemleri Pire- r


..

neler'den hareket ederek ve yurttaş Delambre ile buluşmak üzere yol


,
alarak yapacaktır . . Delambre sevinçten uçacaktı. �Yalnız" diye Prieur
konuşmasını sürdürdü, "yurttaş Mechain daha önce Paris'e gelecektir
ve Meclis ancak onunla görüştükten sonra işlemlerin ne kadar sürece­

ğine ve o işlemleri kusursuz yapabilmek için en uygun yolun hangisi


.

olduğuna karar verecektir.,,

Toplantıdan çıkar çıkmaz kendini Saint-Marceau'dan gelen bir yü-


211
MEnENlN iCADI

rüyüşün içinde buldu. Kavgasız patırtısız ama gergin bir yüruyuŞtü.


Çoğunluğunu kadınlarla çocuklar oluşturuyordu. Hep aynı sözcükleri
bağırıyorlardı: "Ekmek ve Anayasa!" Delambre Meclise yöneldi.
Dinleyici balkonlarına çıkar çıkmaz ilk duyduğu "Varlıklının mül­
künü güvence altına almalısınız" oldu. Bunu, kürsünün önünde ayakta
duran Boissy d'Anglas adında bir milletvekili söylüyordu. Delambre
"Görüyorum, büyük değişiklik var" diye düşündü. Milletvekili ko­
nuşmasını sürdürüyordu: MEn iyilerce yönetilmeliyiz. En iyilerse, en

eğitimliler. yasalara uyulmasından çıkan olanlardır. lşte, pek az ayrı­


calık dışında, böyle adamlar ancak bir mülkü olup, o mülkün bulun­
duğu toprağa bağlı bulunanlar arasından çıkabilir. Mülk sahiplerince
yönetilen bir ülke, toplumsal düzen içindedir; mülksüzlerce yönetilen
ise, uygarlık dışı doğal durum içinde yer alır."
Sanki bu sözleri destekler gibi, salonun sol yanından, sesi çıka­
ranların doğal durumda bulunduklannı gösteren basbayağı kükreme­
ler yükseldi. Bağıranlar, terörün aşınlıklannı reddetmiş, Devrimi,
onu yaralayan cinayetlerin dışında kalarak sürdürmek isteyen temiz
bir grup milletvekiliydi. Bunlara "Dağın Doruğu" deniyordu.
Delambre ayağa kalkan bir milletvekilini tanır gibi oldu: Gilbert
Romme'du, kadidi çıkmıştı. "Kurumlarımız" diyordu, "hiç değilse
gerekli olanı sağlamak zorundadır; ancak o sağlandıktan· sonradır ki,
fazlası ka bu1 edilebilir."
"Malı olmayan adamın, ona hiçbir şey esirgeyip saklamayan bir
düzenle ilgilenebilmesi için sürekli bir erdem çabası gösterznesi gere­
kir." Boissy d'Anglas bu yanıtı verirken ne heyecanlanmış ne sinirlen­
mişti.
"Her insan, daha yaşamaya başlamakla esirgenip saklanacak bir şe­
ye sahip olmuş olur. Bu, yaşamın kendisidir ve her insanın btınun

212
METRENiN iCADI

esirgenip saklanmasına eşit derecede hakkı vardır."

Boissy d'Anglas'ın güzel sesi çınladı: "Salt eşitlik bir düşten başka
bir şey değildir!"

Romme'un Meclis'in içinde yüksek sesle söylediklerini, kentin dış


mahal_lelerinde insanlar fısıldayarak konuşuyorlardı. Sonra daha yük- .
sek sesle söylemeye, en sonunda da haykırmaya başladılar. Bir ara

saklanıp gizlenmiş olan "fazla", yeniden ve şişine şişine ortaya çık­

mıştı. Şu kıtlık sırasında öylesine göze batıyordu ki, varlığı adeta


edepsizce bir şeydi. Sefalet, onu yaşayana daha çekilmez gelmeye baş­
lamıştı.

Süslü püslü arabalarda, parlak bir yaşam süren genç kentsoylular


görülü.yordu. Garip kılıklı genç kadınlar, sokaklara eğlenceli bir hava
veriyordu. Bu değerli giysiler, devrimci başıbozukların giydiklerin­
den daha yumuşak, daha hoş şeyler değil miydi? Taş döşeli sokaklar­
da at arabalarının sesi, mahkOm]arın boynuna inen giyotinin sesinden
daha iyi gelmiyor muydu kulağa? İnsanlar neşeli, güzel ve zengindi;
eşitlik bir düştü. Özgürlük sonunda yeniden bulununca ekmek de ye­
niden pahalanmıştı.

Paris halkı bir kez daha Mec]is'in yolunu tuttu. Herşey yeniden mi
başlayacaktı? Yürüyüş yapanların karşısına askerleri çıkardılar. Ka­
dınlar yol kenannda akan sulara eğilip ellerindeki şırıngaları doldu­
ruyor, askerlerin gözlerine fışkırtıyorlardı.

Konvansiyon Meclisi basıldı. Başkan kürsüsünde Boissy d'Anglas


vardı. Kalabalık, bir milletvekilini hedef aldı, birkaç tane gözü bir
şey görcı1ez ölçüsüz de hemen adamın başını kestiler. Öteki milletve­
killerine dokunulmadı , çıkıp gittiler. Aralarından pek azı kaldı. Bwı­
lar elbette Dağın Donığu'ndan olanlardı. Bu milletvekilleri, hem ke­
nar mahalleleri destekliyorlar hem de, baş kaldırı ayaklanmaya dö-

213

METRENiN iCADI

nüşmesin diye, kendilerinin orada Mecliste bulunmalanyla yasallığa


benzer bir şeyi sürdürrı1ek istiyorlardı.
"Ekmek ve Anayasa!" Milletvekillerinden biri ayağa kalktı: Rom­
me ya da arkadaşı Goujon ya da Soubrany'ydi: "Aynı topraklar üı.e­
r1nde, aynı yasalar altında, en.zorunlu gereksinimlerinden yoksun in­
sanlarla sofrası ve evi fazlalıkların ağırlığı altında neredeyse çökecek
insanlar birlikte yaşıyorsa, oradaki yönetim son derecede kötü bir
yönetimdir."
Ulusal muhafız kıtası ateş açma buyruğuyla olay yerine gönderil­
mişti. Yürüyüşe katılanlar dalga dalga başkentin yoksul mahallelerin­
den, en çok da Saint-Marceau'dan geliyorlardı. Topçu birliği kendini
halktan ayırcnayarak kalabalığın ı·ızerine ateş açmayı reddetti. Preriyal
·
ayında güzel bir gündü: Tatlı mayıs ayı. Tuileries'nin ağaçlan yemye­
şil, Paris göğü masmaviydi ama, yine de mutluluktan söz edilmiyor­
du. Sadece, thermidor ayından beri hapishanelerde çürüyen yurtsever­
lerin salıverilmesi istenirken adaletten söz etmekle yetinildi. Ekme­
ğin herkes için aynı olması buyruğu çıktı, pastacılar pasta yapamaya­
caklardı! Ekmek, sadece ekmek!
Kendini genel heyecana kaptıran bir Doruk milletvekili . ayağa
.

kalkcı: "Yurttaşlar, bu günün unutulmaz bir biçimde son bulması için


ölüm cezasının kesinlikle kaldırılmasını öneriyorum', dedi. Kalabalık
"Olmaz! Olmaz!11 diye bağırdı. Öneri geri çevrilmişti.
Ulusal muhafızlar yeniden gönderildi, ama bu kez yürüyenler, te­
miz mahallelerin insanlarıydı. Başkentin batısındaki topçular, dolay-
lardan gelenlere ateş etmekte hiç de zorluk çekmediler. •

Birkaç gün sonra, Delambre yine Meclis,e gidiyordu, kapının


önünde bir kadınla .çarpıştı; uzaklaşmakta olan kadın çok hoşnutsuz


görünüyordu. öfkesinin nedeni toplantı salonuna asılmış bir afişti:

214
METRENiN JCADI

"Ulusal Konvanstyon'un karan uyannca, Patis sokaklannda duzen sağlan­


madan, oturumlarda dinleyici balhonlanna hiçbir kadın alınmayacaktır. Yı- .

ne aynı karar uyannca, ileride de kadınlar ancak yanlarında bir erkek yurt­
t� bulunursa ve bu yurttaş kartını gösterirse oturumlara girebileceklerdir. ,,
. .

Dün Robespierre yabancıların Meclis salonuna girmesini yasakla­


mıştı; bugün onun düşmanları, kadınların dinleyici sıralarında yer al-
• •

malarını yasaklıyorlardı. Değişen bir şey yoktu.

Saint-Marceau topç uları idam edildiler. 30 Preriyal tarihli Moni­


teur Universel şöyle yazıyordu:

"Askeri encümen, haklarında suçlama bulunan milletvekilleriyle


ilgili olarak birkaç gündür yürütmekte olduğu davayı bu sabah so­
nuçlandırrrııştır. Goujon, Romme, Duroy, Duquesnoy, Bourbotte ve
Soubrany'yi ölüme mahkllin eden kararın okunmasından sonra mah­
komlar, üzerlerfnde sakladıkları silahlarla kendilerini bıçaklamışlar­
d ı r. "

Delambre daha fazla haber almaya çalışınca, kararın okunmasın­


dan sonra, Goujon'un merdivenleri inip üzerinden bir bıçak çıkarıp, 1
göğsüne sapladığını öğrendi. Bourbotte: "Yürekli insanların nasıl öl­

mesini bildiklerini göreceksiniz!" diye bağırmıştı.

Goujon'un hala soluk aldığını fark eden Romme, onu kucaklayıp


bir merdiven basamağına yaslanmış, elinden bıçağı alıp iki kez kendi­
ne sapladıklan sonra aynı basamağa yığılmıştı. Merdivenin aşağısında
Duquesnoy ve Bourbotte da, arkadaşlarının can çekiştiğini görüp1 biri
bir makasın sivri ucunu, öteki bir bıçağı kendilerine saplamışlardı.

Duquesııoy anında külçe gibi düşmüş, Bourbolte sendelemişti. Sot1b­


,
rany ona koşup yere yatırıııış, Bo urbotte elindekini Soubrany ye tızat­
mıştı. Bıçağı alan Soubrany kendine saplamıştı. Altıncı, Duroy kendi­
ni ancak yaralayab ilmişti. Jandarmalar bıçağı e]inden almışlardı. · Bü-

215
METRENiN iCADI

tün bunlar birkaç saniye içinde olup bitmişti. Birinci katta olağanüstü
mahkeme salonunda askeri yargıçlar, verdikleri caydırıcı kararlann­
dan ötürü birbirlerini kutluyorlardı. Merdivenlerde üç ölü, bir can

çekişen adam, Soubrany ve iki yaralı yatıyordu.


Araba son üçünü aldı götürdü. Giyotinin önüne vardıklarında So­
ubrany ölmüştü. O gün cellatın yaptığı, iki yaralının işini bitir111ek
oldu. .
Bu toplu intihar Delambre'ı çok etkilemişti. Etkilenen yalnız o de­
ğildi: Halkın arasında alçak sesle "Preriyal Şehitleri"nin ölmedikleri ,
..

dönüp gelecekleri ve Devrimin ateşini canlandıracaklan söylentisi do­


laşmaya başlamıştı bile.
Delambre arabasında giderken -yeşil_ hareli araba kendisine geri
verilmişti- Papaz Gregoire'ın sözlerini düşünüyordu: "'Rorn.rne" de­
mişti, "sen bizi sonsuzluğa dek bağlayacak bir karar aldırmaya mı
·

kalkıyorsun!"

'

216
- 14 -

'' 8 Messidor, il[. Onyedi buçuk aylık aradan sonra, gü-


4 ney açılarını gözlemlemek üzere açık havalardan ya­
rarlanıp Bourges'a hareket ettim." Katedralin kapısını
'

açıp kapayan fırdöndünün sahanlığında otumıuş, eski yolculuk defte-


rine bir şeyler yazıyordu. Defterin sayfalarını karıştırırken ne kadar
da mutluydu! Şu sayfada Saint-Denis vardt, burada Dunkerque, bunda
da Boiscommun . . . Sonra son tümceyi gördü. Onu, dertli bir kış akşa­
mı, Cennet Sokağı'ndaki evde yazdığını anımsıyordu: "Kim bilir sefer
ne zaman devam edecek? Hem bakalım edecek mi?"

Delambre yazmayı sürdürdü: "Loire ile Bourges arası epey zorluk


çıkardı. Hele Salbris'de, oku kilisenin boyunu epeyce geçen o çan ku-
ı
• •

lesi yandıktan sonra . . . Bugün kala kala yamulmuş bir kule kalmış.

Onun yerine nereden yararlanmalı acaba?"

Merdivenin dayanmasıyla çıkan sesi duymuştu. Defterini kapadı.


Biraz sonra sahanlığın merdivene ·dayanan deliğinde, soluk soluğa,
yardımcısı görünürdü. Su yüzüne çıkan dalgıçlar gibi gözü kamaş­
mış, afallamış olurdu. Merdiveni lırmananla hemen konuşulmaz,
biraz soluklanması için vakit bırakı1ırdı.

Hemen Bellet -gelen oydu!- makul fiyata bir miktar kerestelik


ağaç bulduğunu söyledi. Bellet! Onu yeniden görmek ne güzeldi! De­

lambre çalışmaların yeniden başlayacağını öğrenir öğrenmez , yardım­


cısına acele haber göndermişti. Başka bir işte çalışıyor olmasından
endişe ediyordu. Bellet hemen yanıt vermişti: "Aç lk denizlerin tadını
• •

tatmış ihtiyar bir gemici olarak, sizinle büyük yolculuğa ·�ıkmaya ha-

217
METRENiN iCADI

zırım. n işte şimdi buradaydı, bir gün önce gelmişti.

Mechain için Tranchot'nun, Delambre için de Bellet'inin yardımla­


rından yararlanabilmeleri, böyle değerli iki çalışma arkadaşına sahip

olmaları, uğradıkları tüm terslikler içinde, büyük şanstı.

En azından Delambre, fırdöndünün tepesine rüzgargülü diye ko­


nulmuş demir kaşıkçıkuşundan birkaç adım ötede oturcıı uş böyle dü­
şünüyordu. Nirengi noktası olarak orayı seçmişti. Ônü tümden açık
'

bir yerdi. Deniz ve kuşlardan başka bir şey görmediğinden ve demir


kuşun gıcırtısını duyduğundan, astronom neredeyse kendisini bir ge­

mide sanacaktı.

Oradan yüzlerce fersah ötede Mechain ise gerçek bir geminin gü­
vertesindeydi. ltalya'da bir yıl geçirdikten sonra, kendisini · Fransa'ya
götürrııekte olan gemide yol alıyordu; Tranchot yanındaydı.

Gemi makinelerinin sürekli gıcırtısına dayanamadığı ve bu dönüş­


ten ürktüğü için yola çıkışını elinden geldiğince geciktirmiş, fakat so­
nunda, Encümen'in üst üste gönderdiği kesin buyruklar karşısında
boyun eğmek zorunda kalmıştı. En son gelen mektup tam bir ültima­
toma benziyordu: "Yurttaş Mechain daha önce Paris'e gelecek ve Mec­
lis ancak kendisiyle görüştükten sonra kesin bir karara varacaktır"
deniliyordu. Yakasını kurtaramazdı.

Marsilya'ya ayak basar basmaz Paris yolculuğu hazırlıklarına gi­


riştiler. Tranchot araba aramaya gitti. Hiçbir firına o kadar uzun bir

yol için arabasını kiralamıyordu. Bir firıı1aya bağlı olmaksızın çalışan


arabacıların uğrak yeri olan meyhaneleri tarayıp sonunda bu yolculu­

ğu göze alan birini buldu. Mechain'e gelince o , gemi sallantısından


uzak, kıpırd�mayan bir yerde bulunmasından yararlanarak biraz mek-
' .

tup yazmaya karar vermişti.

218

METRENiN iCADI

Marsilya, 8 Termidor III

"Yurttaş Delambre'a,

Dunkerque'ten Orleans'a kadar büyük başarıyla gerçekleştirrniş ol­


duğunuz üçgenler dizisini sürdüreceğinizi sevinçle öğrendim; ne var

ki, bu sevincim sizinle karşılaşamamış olmamdan ötürü gölgeleni- .


yor.

Kullandığınız araçları, izlediğiniz yöntemi, kayıtları tutmakta uy­


guladığınız biçimi bana bildirirseniz sizinle karşılaşamamaktan duy­

duğum üzüntü biraz hafifler. Bana bu dostluğu göstermenizi bekliyo­


rum. Çalışmamı vereceğiniz bilgilere uyduracağım.

Biliyor musunuz, artık arabam yok, üstelik Encümen de Tranc­


hot'yu elimden alıyor. Çok iyi anlaşıyorduk ve işlemlerin tümünde
de bana çok yardımcı olmuştu. Şunu da· biliyor musunuz ki, elimizde
tek bir tane kaydedici çember kaldı. Ötekini İtalyan bilim adamlarına
satmak zorunda kaldım, ama elime iyi para geçti.

Sevgili meslektaşım, sizi tüm yüreğimle kucaklar, sağlık dilerim.


Önünüze hiçbir engel çıkmasın. Dostluğunuzu benden esirgemeyin ve
benim size beslediğim duygularımın, bağlılığımın içtenliğinden kuş­
ku duymayın.

Hamiş: Bir vakit bulup da gelir gider hesaplarını nasıl gösterdiği­


nizi bana yazarsanız pek sevinirim."

Kardeşçe selamlarımla,

Mechain

Mektubu hangi adrese yollayacaktı? Herhalde şu sırada Delambre


çalışmayı yeniden ele ·almış olmalıydı. Mechain, işte bak, şimdiden

219
METRENiN iCADI

öne geçti bile, diye düşünüyordu. Üstelik, benim ölçümlerime başla­


yabilmem için daha önce Paris1e gitmem gerekiyor. Ne kadar zaman
'

kaybı! Tranchot da gelmedi hala! Başına bir şey gelmiş olmasa bari.
'
.

Mechain büyük kentleri hiç sevememişti. ·Hele Paris'i hiç. Preriyal


başlarında yine bir ayaklanma olmuş demiyorlar mıydı?
. .

· Birden ayağa fırladı.

Günde beş lira. Meyhanede, arabacı, paranın kokusunu aldığından


.
.

fiyatta diretiyordu. Tranchot, kabullenmiş gibi görünüp Mechain'in


adını, kim olduğunu ve kaldığı hanın adresini söyledi. Sonra fikir de-
·
.

ğiştirdi. Sonunda birkaç pent , iki dömuazelt devirdikten sonra pazar-


.

lığı günde dön liradan bağladılar. Ertesi gün yola çıkıyorlardı.


Ama işler hiç de öyle gitmedi. Mechain kararını değiştirivermişti .
. Delambre'a yazdığı mektuba şu eki yazmıştı "Lütfen bana yanıtınızı
Perpignan'a, post-restant olarak gönderiniz.•• Hemen o gün, yardımcı­
sıyla birlikte Port-Vendres'e kalkan küçük bir gemiye binmişlerdi.
Tam gemi kalkacağı sırada Tranchot: "Arabacı!'' dedi. "Adama haber
vencıeyi unuttuk!" "Başka müşteri bulur" diye Mechain yardımcısını

yatıştırdı. "Zaten pek pahacıymış. '' Vakit yitirıııeden dağlara doğru


hareket ettiler.

Hemen de korkunç bir şey yaşamaya başladılar. Bugarach tepesi


korkutucu bir yerdi: Öfkesine hiçbir şey dayanmazmış, şimdiye ka­
dar pek çok kişi orada yaşamını yitirrı1iş. Küçük kervan ilerliyordu.
En önde dağ yöresinden Agoustenc adında, doruğu iyi tanıyan genç

• [Fransızca, la pinle} 0,93 litre karşılığında eski bir sıvı ölçü birimi. --ç.n.
t (Fransızca. la demoiselle] Eskiden bir çeşit kaba yapıda şişeye verilen ad. -

ç.n.

220
'

METRENiN iCADI

biri vardı. Onun arkasında, kaydedici çemberin sandıkları ve inşaat


tahtalarının altında iki büklüm olmuş dört hamal bulunuyordu, onla­
nn da arka�ında, bastonuna dayana dayana yürüyen Mechain. Ara sıra
keçiyolu bir kayanın arkasına gizleniyor, kayboluyordu. O ı.aman
dinlenme fırsatı çıkıyordu. Agoustenc, tek başına keşfe çıkıyor, biraz

uzakta, daha yukarıda yolu buluyor, elini kaldırıp işaret verdiğinde,


kervan yola düzülüyordu .
.

Rüzgcir başlamıştı. geçidin öylesine dar, yamacın öylesine dik ol­


duğu bir yere gelmişlerdi ki burada ellerini yere dayayıp dört ayak
yürümek zorunda kalmışlardı. Çalılara, kaya uçlarına asılmaları, ba­
zen yere yamyassı yapışmaları gerekiyordu. Yağmurların sel yatağına
dönüştürdüğü toprak ayaklarının altında çöküyor, insanı korkutan bir
mıcır yığını oluşuyordu. Yanlış bir adımla, ikinci hamal kaydı ve ön­
ce durumunu düzeltmek isteyip sonra yükünün çektiği yönde gözden
kayboluverdi. M�chain tek bir hareket bile yapamamıştı. Rüzgar sesi­
nin arasında düşüşün gürültüsü yankılana yankılana daha. da büyü­
müştü.

Yarın dibinde adam ezilmiş yatıyordur; sandık paramparçadır.


kaydedici çember tanınmaz durumdadır, ayakları bükülmüş, dürbün­
lerin camı çıkıp un ufak olmuş, alidatı dağılmış, duyarlık düzeneği
oraya buraya saçılmıştır. Uçurumun kıyısında taşlaşmış gibi duran
Mechain, o an sahneyi gözünde böyle canlandırdı. Sonra bir .şüre ses­
sizlik oldu. Astronom eğilip gözleriyle boşluğu taradı. Birl{aç adım
ötede, biraz aşağıda bir karaltı gördü. Adam, sanki beşikte yatar gibi,
dallardan oluşmuş bir çardağın üzerindeydi. Yaşadığına şaşar biçimde
Mechain'e, Mechain de ona bakıyordu. tkisi de birbirini öylesine afal­
lamış görünce karşılıklı kahkahayı bastılar. Az daha aşağıda, yine bir
çalı topluluğuna takılmış olarak kaydedicinin sandığı duruyordu.

221
METRENiN iCADI

inancı olsaydı Mechain . . . Ama yoktu. lyi yıldız. sadece yıldızın iyisi
vardı. I

'

Ne hamal ne de aygıt en ufak bir zarar görınüştü. Yeniden yola


koyulmadan önce adam arkasına dönüp baktı. ve haç çıkardı. Adamlar
yürümeye başladılar ama. daha önce, hiçbir resmi makamın böyle bir
sefer için kendilerini zorlamasına razı olmayacaklarına yemin ettiler.
Kervan doruğa vardığında saat çok ilerlemişti. Tepede Mechain'i
iki sürpriz bekliyordu. Biri iyi. biri kötü. Manzara çok genişti, fer­
sahlarca uzanıyordu. Bu, iyi haberdi: Batıda bitip tükenmek bilmeyen
Pireneler zinciri , doğuda Corbieres dağları. Kara Tepe görülüyordu.
Kötü habere gelince, üzerinde çalışılacak düzlük inanılmaz derecede
küçüktü. Çadır kurulamazdı; ancak işareti . dikecek kadar yer vardı.
Aşağıya dönme zamanı gelmişti. Hamallann hiçbiri kalmayı kabul
etmedi. Sandıkları çadır beziyle örtüp üzerlerine ağır taşlar koydular.
Mechain , in içi kan ağlıyordu. Kaydedici çemberini, o olmazsa hiçbir
şeyin yapılamayacağı o biricik çemberini dağ başında, başında gözete­
cek biri olmadan bırakıyordu. O güne kadar böylesine bir · sakınım­
sızlık etmemişti. Ama başka ne yapabilirdi ki? Sandıklan akşam in­
dirtip sabah yeniden çıkartsa mıydı? Hamallar kabul etmezlerdi. O
zaman kendisi geceyi burada geçirıııeliydi. Bu durumu düşünüp tantı .

Tek başına, başını sokacağı bir çadır bile olmadan, soğukta, rüzgara
karşı . . . bu da delilikten başka bir şey olmazdı. Sabaha sağ çıkamazdı.
Fırtınalı denizde gemisini bırakmak zorunda kalan kaptanın gözlerin-
.
de de. herhalde. aşağı inmeye karar verdiğinde Mechain'in gözlerini
dolduran çeşitten bir çaresizlik okunurdu. Astronomun perişan duru­
munu gören Agoustenc. babacan bir tavırla: "Bu tepeye tınnanıp bun­
ları çalmak için insanın aklını kaybetmiş olması gerekir." dedi. Ha­
mallar gülmeye başladılar: "Elbette'' diyorlardı, "deli olmalı.'' Arka-

222
METRENlN iCADI

sından iniş başladı; çıkış kadar tehlikeli olan iniş.

Kimse geceyi orada geçirrnek, hatta gündüz yalnız kalmak bile is­

tememişti; bunu kesinlikle reddetmişlerdi. lki bekçi her akşam aygıt­

ları, kendi deyimleriyle, "Tanrı'nın lütfuna emanet" edip vadiye ini­


yorlardı.

Mechain ve yardımcıları, karargahlarını, kayanın tam dibindeki


Pat res çiftliğinde kuıınuşlardı. Bölgenin en yüksek çiftliklerinden bi­
riydi ama, oradan bile işaret yerine çıkmak en aşağı iki saat sürüyor­

du. Fakat bu, Canigou doruğuna çıkmakla karşılaştırıldığında hiçbir


şey demekti; çünkü o, dokuz saat sürüyordu ve Tranchot, o çok yoru­
cu işi yapmıştı.

Tranchotl Evet, Tranchot Paris'e gitmemişti. Encümence geri ça­

ğırılmasının gerekçesi, Mechain'in yardımcısı niteliği ile düşük-istih­


damda çalışıyor olmasıydı. Onun niteliklerine sahip bir coğrafyacı­
dan başka işlerde ve daha büyük ölçüde yararlanılabilirdi. Ayrıca,
Mechain'in buyruklara uymayıp Encümen'le görüşmeden ölçümlerine
yeniden başlaması da Paris'te pek hoş karşılanmamıştı.

Fakat astronom, yardımcısını vennemekte direnmişti. Borda da


araya girip onun isteği doğrultusunda nüfuzunu kullanmıştı. Olay ka­

patılmış, Tranchot yerinde kalmıştı. Şu sırada, Bellegarde yakınların­


daki dağlarda ölçüm yapılacak yerleri keşfe çıkmıştı.

"Beni tanımadın mı, yurttaş?'' Tranchot şaşırdl, çevresine bakıp


arandı. So ruyu soran adam, karşısındaki bodur ağaçların arasında du­
ruyormuş, yaklaştı: "Gerçekten" diye üsteledi, "beni hiç görmedin
mi? Kinci değilmişsin de, ondan. Ben seni anımsıyorum. dürbünle­
rinle. Ben seni dağda tutuklayanlardan biriyim. Şimdi tanıdın mı?"

Tranchot adamı tanıdı. Oralara yakın bir yerde , onu, elini ayağını

bağlayıp Perpignan'a götüren rniklelerden biriydi. Adam elini boşluk-

223
METRENiN iCADI

ta savurup manzarayı gösterdi: . "Simdi o zamankinden daha dingin


ortalık, değil mi? Sana bir içki borçluyum." Tranchot'yu evine götür­
dü. Evi mezranın dışında bir yerdeydi. Tranchot orada iki gün, yani
Camellas'taki nirengi noktasını buluncaya kadar kaldı. lki yıl önce,
oradaki işareti , şimdi ona ev sahipliği yapan adarrı yüzünden bitire­
memişti.

Hep yalnız yaşayan bu dağ adamlarının, ara sıra birisiyle karşılaş­


tılar mı yaptık]arı gibi, adam da yemek boyu hemen hemen hiç ara

veıtiıeden konuştu. Hayvanlarından, dağından, sonra savaşından söz


etti. Çarpışmalar konusunda hiçbir şey söylemedi,
. fakat kalkıp eski
. .

bir sandıklan özenle katlanmış bir duvar ilanı çıkarıp masaya yaydı.
lspanyolların bölgeyi elleri�de tuttukları günlerden kalma bir duyu­
ruydu: Don Ricardos'un bir genelgesi. Şöyle yazıyordu: "Devlet Baş­
kanlarının kavgaları askeri birliklerce yürütülür. Fakat bu durumlar­
da asker olmayanın silahını kullanmasına hiçbir şekilde izin veril­
mez. Bu nedenle, mikle olarak hizmet edeceği bahanesiyle eline silah
.
alan ve silahla yakalanan herkes tutuklanır ve hemen asılır."
I

"lki kez ellerinden kurtuldum!" Eski mikle bunu söylerken farkın­


da olmadan boynunu sıvazlıyord u. "Bundan sonra rahat durdum, ta ki
'

Be]legarde'a yani Midi-Libre'e demek istiyorum, -şuna da bir türlü


dilimi alıştıramadım- hücum etmemize kadar. Hisara hücum edip ele
geçirdiğimizde, bana esirleri Perpignan'a götürrııe görevi verildi .
..
.
Aralarında bir somaten vardı_. İspanyol değil, göçmen de değil; dağın

öbür yamacında otururmuş.


.
Üç fersah
. ötede, öyle güzel bir yer ki!
. .

Arkadaş gibi olmuştuk; bir gün bana Hisar'ı Fransızlardan aldıkları


.

zaman neler olduğunu anlattı. Komutanları Don Ricardos, hani mikle-


.I .

' . •

• (lspanyolca, somaten] iç düzeni sağlama amacı ya da iddiasıyla kurulu bir


milis birliğinin üyesi. -ç.n. · ·
· ·
·

224
METRENiN lCADI

leri asmak isteyen, .askerleri toplamış. 'Acıya saygı gösterıı1ek gere­


kir' demiş. 'Esirlere küfredilmesini, dövülmelerini yasaklıyorum. Bu­
na karşı çıkan sopayla dövülecektir. Kendisine en az altı değnek vuru­

lacaktır.' Sonra demiş ki: 'Ôzsaygınız kendinizi tutmanıza yetmiyor­

sa, düşünün ki savaş tersine de dönebilir ve bir gün sizler esir olabi­
,,,
lirsiniz.

Dışarıda rüzgar çitin kapısını çarpıyordu. Eski mikle yerinden


kalkcı, omzuna bir şey alıp çıkarken mırıldanıyordu: "Çok doğru,
acıya saygı gösterrııek gerekir."

Ytµde doksan sekiz! Devrimde çıkarılan kağıt paraların rayici bu


kadar düşmüştü. Hatta bu utanılacak değerde bile geri çevriliyordu.
Daha düşüğe de verilse, yine hor görülecekti. Mechain ile Tranchoc'ya
-aynı şekilde Delambre ile Bellec'ye de-maaş ve seferin giderleri . bir
arada olmak üzere ayrılan tüm ödenek bu kağıt paralar}a gönderili­
yordu. Bunlara dağlarda "paçavra kağıt" diyorlardı. İnsanın elinde
madensel para olmadı mı yemek de bulamıyordu. bannacak yer de . . .
Ya sahici para verecekti insan ya da bir bardak sudan yoksun kalacak­
tı. Neyse ki, astronom biraz nakit saklayabilmişti. Bunlar, o lspan-
,

ya'da hapisteyken Prieur'ün onun adına bloke ettiği tutardan kalanlar­


dı. Kısa sürede onlar da tükendi.

Bir bekçinin gündeliği bir yÜZlüktü; astronom onu bile güçlttkle

buluyordu. Hayvanlar için de arabalar için de durum farklı değildi.


Kimse arabasını kiralamak istemiyordu. Elkoyma işlemine başvur­
mak zorunda kaldılar. lnsanlar alçak sesle "Orduya olsa hadi neyse"
diyorlardı, "ama şimdi bir de başımıza bilmem ne ölçen bilginleri
besleme işi çıktı." Zaman geçtikçe Mechain bagajını azaltıyordu. Kay­

dedici çember, birkaç araç, bir ayaklı fener, bir çadır yani, en zorun­
lu olanlardan fazlası yoktu. Bugarach'ta yaşadıkları canına yermişti.

225
.
METRENiN iCADI

lki tane küçük sandık yaptırrrıış, çemberin parçalarını bunlara bölüş­


türmüştü. Bu sandıklar, bazen katıra yüklenmiş olarak, fakat en çok

da insan sırtında, en çıkılamayacak doruklara en dik patikalardan çı­


karıldı.

Yukarıya çıkınca neyle karşılaşılıyordu? Bulutlar! Gözlem istas­


yonlarından birini sarmalayan ve gün boyu bırakmayan bulutlar; biri
açıklığa kavuşunca karşısındaki görülmez olan istasyonlar. lnsarun
içini kemiren durumlar!

Mechain bir gece çiftlikte uyurken birden sıçrayarak uyanıverdi.

Çatı uçuyormuş, duvarlar çökecekmiş gibi geldi. "Tannın, fırtına!"


Boranın dövdüğü tahıl ambarı çökmek üzere gibiydi. Halbuki, dağın

eteğinde çukur bir yerde iyice korunmuş durumdaydı. Kim bilir tepe
nasıldır? Mechain uyumadan şafak vaktini bekledi.

Ertesi gün Delambre'a: "Korktuğum başıma geldi" diye yazıyor­


du. "işareti fırtına koparıp götürmüş. Nasıl cesaretim kırılmasın?"

"Öte yandan, karımın mektuplarının nasıl bir terslik yüzünden


elime geçmediğini bilemiyorum. Bu durumdan çok tedirginim. Vata­
nımızda olup bitmiş o korkunç olayların içinde yaşamış olsaydım,
dört yıldan beri her gün çektiğim kadar aman venııez bir sıkıntı çek­
mezdim. Bundan ötürü, ne durumda olduğumu size anlatamıyorum.
Sızıldanmanın işe yaramadığını .bilirim ama bir çıkar yol da göremi­
yorum.''

Fırtınanın ertesi günü Delambre'a Patres çiftliğinde yazr11aya baş­

ladığı bu mektuba, Mechain, Estagel'de, dostu Arago'nun evinde de­


vam ediyordu. Şu küçük pusulayı da oradayken aldı: "Sevgili meslek­

taşım" diye yazmıştı Delambre, 14yapacağım her şeyi size bildirece­

ğimden emin olunuz. Ancak, izin veriniz, ben de sizden fikir ve iş-
.

lemleriniz konusunda bilgi rica edeyim." Mechain heyecanla kağıtları

226
METRENiN iCADI

açtı; her şey kaydedilmişti: Gözlemlerin nasıl yürütüldüğü ve başka


1

. . •

gözlemlere nasıl bağlandığı, hesapların kütüklerde nasıl gösterildi­

ği . . . Her şey çok açıktı, ayrıntılarıyla anlatılmıştı, krokilerle destek­


lenmişti.

Mechain mektubunda "Keşke bunu daha önce isteseymişim" diye


pişmanlığını bildirdi. "Şimdi her şeye yeniden başlamam gerekecek.

Bana verdiğiniz bilgiler, çok öğretici birer ders; bunlardan yararlan­


maya çalışacağım. Elbette, sizinki kadar düzenli bir iş çıkaramadığım
.
için sadece içinde bulunmuş olduğum dış koşullara ve benim kıt aklı-
ma esef edeceğim. Fakat şimdi, önümde örnek olarak siz bulunduğu­
nuz için Çalışmalarımı daha güven içinde yürütmeye çalışacağım."

Kapı açıldı; elinde bir kase sütle bir çocuk girdi. On yaşında, cin
.
gibi, saçları karmakarışık bir oğlandı. "Adın ne senin?" "François-Au-

gustin." Mechain'in içi titredi. Augustin! Küçük oğlunun adı. Dört


yıldır görrrıemişti. Gözünde canlandırrnası zordu. Yeniyetmeliğe geç­

mekte olan bir çocuğu insan nasıl gözünde canlandırabilirdi? Herhal­



de yakışıklı bir delikanlı o muştur; Therese de ona yazdığı -tek mek­
tupta öyle diyordu. "Aklı başında ve çekingen" diye yazmıştı. Kaseyi
koyacak yer açma bahanesiyle masanın üzerindekilere bumunu sokan
şunun gibi değil yani.

Daha çabuk başımdan gider düşüncesiyle Mechain kaydedici çem­


berin sandığını açtı. Ne düşüncesizlik! Yumurcak, hayran hayran par­
çaları seyretmeye koyuldu. Dokunayım diye içi gidiyordu ama bir
şey yapmadı. Çocuğun hevesi _öylesine belliydi ki Mechain dayanama­
yıp parçaları çıkardı, kısaca neye yaradıklarını anlattıktan sonra teker

teker yatağın üzerine dizdi. Daha inandırıcı olsun diye bir ikisini iş-

lleride ünlü astro-fızikçi François Arago ( 1786-1853) olacak olan çocuk .


.;...

. ç.n.

227
1
'

1
r
1
METRENiN iCADI
'

!etti. Az sonra koskoca kaydedicinin tüm parçalan battaniyenin fıze­


rindeydi. Çocuk M�chain'e aygıtı kurrnasını rica eder gibi baktı.
Mechain hiç ödün verrrıeksizin "Hayır!" dedi. "Ben bir şey istemedim
ki!" dedi çocuk. "Ya, ya, ya . . . Anlamadım mı sanıyorsun?" François
birden parmağıyla battaniyeyi işaret etti. Öcünü alıyordu: Aygıttan
iki damla yağ akmıştı. "Anneme bir şey söylemem" diyerek astrono­
ma sırdaşı gibi göz �ırptı ve hemen bir şeyler sormaya başladı.
Mechain birden kendini bir soru yağmuruyla karşı karşıya buluverdi.
Her soru bir dizi başka sorunun önünü açıyordu� Çocuk öylesine di­
rençle yanıt istiyordu ki adam ciddi ciddi açıklamalar yaptı. Zaten
yapmasaydı herhalde çok zor durumda kalırdı.
Ertesi gün çocuk yine geldi; Mechain daha merdivenin alt başın­
dan bir çocuk şarkısı söylediğini duymuştu. Odaya girerken de şarkı­
yı sürdürüyordu. Ama öyle hızlı söylüyordu ki tek sözcük bile anla­
şılmıyordu. François şarkıyı yavaşlatınca Mechain, şarkının tüm öğ- ·

rencilerin ezberlemekle yükümlü oldukları seksen altı il ve merkez il­


çelerinin adlan olduğunu fark etti. Çocuk ezberini bitirince astrono­
mun bumuna ne olduğu anlaşılmaz, renkli bir boyama kağıdı dayadı.
Mechain kağıdı biraz itince, bir vitraydan uzaklaşınca olduğu gibi1 re­
sim bir anlam kazandı. Her biri ayrı bir renkle boyanmış parçalar bi­
rer ili gösteriyordu. Sayfanın altında denizin maviliğinin içinde ço­
cuk yazısıyla "Bir ve Bölünmez Cumhuriyet" yazılıydı. Mechain kağı­
dı geri verdi, çocuk da bitip tüken�ez ezberine devam etti. Ne sıkıcı
şeydi!
lyi dost oldular. Çocuk her gün okul dönüşü astronomun odasına
geliyordu. En sevdiği iki şey kalem ve sapandı. Kalemi rahatlıkla, sa-
.

panı da beceriyle kullanıyordu. Hele lspanyol birliklerinin bir sızı-


şında, bir somateni neredeyse yere serişi vardı. · Savaş sırasındaydı,

228
METRENiN iCADI

İspanyol saldırıları sıklaşmıştı. Köyün çocukları, birliğin ana bölü­

münden uzaklaşmış birkaç askerin yerini bulmuşlardı. Kimseye haber


verı11eden o erlere saldırrııışlar, ikisini yaralamışlardı. Köye döndük­
lerinde yumurcaklar önce bir iyi cezalandınlmışlar ama sonradan
kahraman gibi pohpohlanmışlardt.

işle François sapanla. bunu becermişti. Kaleme gelince, onu öyle


kahramanlık işlerinde değilse de daha kalıcı şeylerde kullanıyordu.
'

Okulu çok seviyordu. Okumak ve yazmak onun için bir tutkuya dö­
nüşmüşt�.

Okul! Yasama Meclisi'yle Konvansiyon Meclisi'nin thermidordan


'

önce yaptıkları yavaş yavaş bozuluyordu. Okulu parasız v� zorunlu


kılan o öğrenim yasası gittikçe horlanıyordu. Fransa'nın her kasaba­
sında küçüklere bir "'ilkokul" açılacaktı. Üç dört kasabaya ancak bir
tane düşecek kadar açılabildi! Öğretmenleri devlet atayacaktı , bu iş de
yarıda bırakıldı. Öğretmenlerin ma'1şını vermek anne babalara, bazı
durumda da kasaba yönetimine kalmıştı. Üstelik bedava ve öğrenci­
nin bulunduğu yere yakın olması öngörülmüş olan okulun, sonunda,
evden de keseden de uzak olduğu ortaya çıkmıştı. Eldeki çocuklara,
hele kızlara, yeterince yer yoktu.

Arkadaşlarının arasından küçük bir kız okula alınmayınca Franço­


is, ona okuma yazma öğretmeye karar verınişti. Yumurcak her gün ti­

tiz bir dikkat göstererek, bir saat süreyle kendisine kulak verilen ve
'

kendisinden olumlu sonuç alınan bir öğretmen oluyordu.

Baba Arago, bütün bu geriye çark edişlere köpürüyordu. Giron­


din·lerden çok Dağlılara yakın olan bu adam, Kamu Kurtuluşu Kuru­
ıu·nun estirdiği terör bittiğinde sevindiği için, şimdi intikamcıların
zulümlerine karşı daha da büyük bir öfke duyuyordu. Bir akşam evi­
ne, elinde kocaman bir kitapla, biraz yatışmış olarak döndü. Kitap,

229
t
1

r

'
METRENiN ICADI

Condorcet'nin lnsan Ruhunda.ki llerlemelerin Tarihsel Görünümü lçin


Taslah adlı yapıtıydı. Sofrada Mechain'e, kitabın eline nasıl geçtiğini
anlattı. Bunu Romme'a borçluymuşlar. Konvansiyon'dan atılıp idaırıa
mahküm edilmeden birkaç hafta önce Romme, bütün illere Condor­
cet'nin son yapıtından gönderilmesi yolunda bir karan oylamaya sun­
muştu. Meclis, her görüşteki milletvekillerinin katılımıyla öneriyi
onaylamıştı. Ülkede ne kadar belediye başkanı� öğretmen, yargıç,
savcı, tabtır komutanı varsa hepsine toplam üç bin adet gönderilmiş­
ti!

O akşam, Dunkerque'ten Marsilya'ya, Brest'ten Rodez'e, belki bir


ateşin çevresinde -çünkü hava her yerde dona çekmişti- kadın erkek
herkes, Brötanya ya da Marsilya şivesiyle okunan şu birkaç tümceyi
dinliyordu: "Giriştiğim bu yapıtın amacı, insan yeteneklerinin sürek­
li yetkinleşmesine doğa tarafından hiçbir sınır getirilmediğini, insan
yetkinleşmesinin gerçekten sınırsız olduğunu, bu yetkinleşmedeki
ilerlemelerin bundan böyle onu durdurıııak isteyecek herhangi bir gü­
ce bağlı olmayacağını, o ilerlemelerin yalnızca doğanın bizi içine at­
mış olduğu yerkürenin süresiyle sınırlanabilecek olduğunu göster­
mektir; kitaptan çıkarılacak sonuç da bu olacaktır."

Orada, Estagel'de Arago'ların o geniş mutfağında çocuklar uyuya­


kalmışlar, yalnız en büyükleri François, gözlerinin kapanmamasına
çabalayarak, anlamını tam çıkaramadığı fakat, babasının okuyuşundan
büyük önem taşıdıklarını sezdiği o tümceleri, elinden geldiğince din­

lemeye çalışıyordu. Gerçekten de Arago'nun ağzında , onun telaffuzuy-


. .

la daha bir çekici olan o sözcükler, bir mutluluk vaadi' tadı kazanıyor­

du.

Bu metindeki inandıncıa gücü, ona can veren o ödünsüz umut, in-


san yetkinleşebilirliğinin sınırsız olduğunu duyuran o ses . . . Mechain

230
METRENiN iCADI

bütün bunlarla allak bullak olmuştu. Condorcet o yıllarda dönemin


olayları içine canla başla atıldığında, kendisi, bilginlerin taşkınlıktan
kaçınmalarının bir çeşit görev olduğu yolundaki görüşe yatkın bulun­

duğu için, ürkeklik göstermişti. Şimdi bunu anı,nsayınca duygulanı­


mı daha da artıyordu.

Herkes yatmaya çekildi. Mechain kendini bu sıcak aile yuvasında


ne rahat hissediyordu! Uykuya dalmak üzereyken, kendini yakınları­
nın arasında bulmak için dayanılmaz bir istek duydu. .
·

François, dağlarda Tranchot ile buluşmak üzere Estagel'den ayrıl­


maya hazırlanan M�chain'in odasına son kez girdiğinde çok büyük bir
sürprizle karşılaştı: Odanın ortasında tüm parçalarıyla · kurulu, işle­
meye hazır durumda kaydedici çember onu bekliyordu!
.

Haftalarca önce Bugarach'ta yazmaya baş �adığı uzun mektubunu


Mechain şöyle bitirdi: "Bu mektupta göreceğiniz düzensizliği bağışla­
yınız. lçinde size göre ilginç olabi)ecek şeyle kıyaslanırsa gereğinden
uzun. Asıl amacım, sizinle aramdaki yazışmayı yeniden başlatmaktı,
sevgili meslektaşım. Yazışmamızdan yarar sağlayacak, yalnız benim.
Dilerim size de hoş gelebilsin. Haberleşmemiz için biraz vakit yitir­

meyi göze almanızı ne kadar isterim. l'

lki astronom arasındaki sürekli yazı�ma böyle başladı. Karşılıklı


yüzerden fazla mektup gönderildi. Ama o mektuplar yerlerine ne zor­
luklarla ulaştı! Sanki iki kör adam karanlıklar içinde birbirlerine
ulaşmaya çalışıyor gibiydi. Bir gün Evaux'ya bir mektup geliyor, alı­
cısını bulamıyordu, çünkü o Dt1n'e gitmişti. Mektubu arkasından yol­
luyorlardı ama, bu kez de Dun'den ayrılmış bulunuyordu. lki ay son­
ra, üzerinde "gönderene iadetl kaydıyla çıktığı yere dönen mektuplar

oluyordu. Peki nereye yollamalıydı? Belli olmuyordu. "Bana Paris'e

231
METRENiN iCADI

Cennet Sokağ1'na yazabilirsiniz'' ya da "Bourges'a post-restanc yolla­


yın, daha sağlam olur." Bu durumda, bir gönderinin yitip gitmesine
şaşılır mı? Ya da alıcısını . oradan oraya izleyip ona hiç yetişememesi­
ne? Alıcısının çok önüne geçip de onun aylar önceden öğrenmiş oldu­
ğu bayat bir haberle beklemesine?

Mechain'in soğuktan titreyen kalemi hemen hemen donmuş bir


hokkaya batıp şunları yazıyordu: "işte yine mektuplan ve istekleri
kuyrukluyıldızlardan daha sık ortaya çıkan, yapışkan astronom dostu­
nuz. Bugün pazar ve yerde dizboyu kar var. Hava düzelmezse, buza,

kara kışa ve gittikçe sık ortaya çıkan kurtlara pes edeceğim. Ayıların
hiç sözünü etmeyeyim. Bir kurc, buralara yakın �ir yerde dört beş
koyunu yemiş. n

Delarnbre, ayaklarını kaynar su dolu bir leğene sokmuş, hokka


kalem takımını kucağına almış yanıtlıyordu: "Sizin dağlar, gereğin­
den yüksek, bizimkiler gereğinden alçak! Ama şunu söylemeliyim ki,
koşullarımızı sizinkiyle karşılaştırırsak bizim işimiz hep rast gitti."
Arkasından kurduğu son istasyonu anlatıyordu: "Altı saatlik bir işti �
ancak on günde bitirebildim. Yakınlarda bir · inek ahınnda gecelemek
zorunda kaldım. Yakınlarda dedimse, bir buçuk saatlik yer. O on gün
boyunca bir kez bile üzerimdekileri çıkaramadım. Saman demetleri­
nin üzerinde uyuyor, ne bulursam onu yiyordum. Kah güneşte kav­
ruldum kah rüzgarda dondum. Bazen yağmurda iliklerime kadar ıs-
.

landım. Sırası gelmişken sorayım, o korkunç ka:zanızdan artık can


acısı kalmadı mı?"

Bir ay sonra Mechain yanıt veriyordu: "Kolumu soruyorsunuz.


Çok daha iyi. Başımın iyileşmesi kalıyor geriye. Ona da kendimi zor­
luyorum. Evet, sevgili meslektaşım, benim için 'Rousseau'nun insan­
dan kaçarlığı var' derlerse yanılmazlar; yazık ki, ona sadece o bakım-

232
METRENJN lCADl

dan benziyorum. Bu, kurtulmaya çalışacağım bir hastalık. "

"Ne palrasına olursa olsun, içini ferah tutması, yeniden ailesinin


arasına dönmesi gerek" diye düşünüyordu Delambre hemen eline
kağıt kalem alırken: "Düşündüm ki, dört buçuk yıl uzak kaldıktan

· sonra, gözlemlerinizi o küçük tatsız kentte değil de, Paris'te ailenizin


yanında yürücmen.iz daha iyi olacak.,, Mechain öneriyi geri çevirince
Delambre diretiyordu: "Ben yalnız bir adamım, sizin aile durwnunuz

farklı. Kıdeminiz, uzun çalışmalarınız dikkate alınmasa bile, birçok


bakımdan sizin yeğ tutulmanız gerekir.'' Sayfanın sonuna eklenmiş
küçük bir noc, Mechain'in kafasında her şeyi yeniden canlandırıyor,
alevlendiriyordu: "Bu yıl Rodez'e varcnayı umuyor musunuz? Tasarı­
larınız neler? Bunları sizden öğrenmeyi çok istiyorum.''

Daha Rodez'e erişmelerine çok vardıl Fakat, çocuklar gibi oynu­


yorlardı: Siz şunu yapacakmışsınız, ben bunu yapacakmışım. şu şöyle
olacakmış, bu böyle olacakmış, siz Rodez'in berisindeki iki çan kule­
sinden birine gidecekmişsiniz, ben ötekine gidecekmişim. . . lşte size
önerdiğim plan. Üzerinde size uyan değişiklikleri yaparsınız.
Mechain bir yandan De]ambre bir yandan değişiklikler yapıp duru­
yorlardı.

Kısa bir süre sonra haberleşme daha bir zenginleşti. Mektuplar bir
üçgen çizerek gelip gitmeye başladı. Üçgenin bir yanı aynı kalıyor fa­
kat hareket ediyordu: Delambre-Mechain; sabit bir tepesi vardı Paris.
O tepede oturan kiracı değişiyordu. Bir kez Borda oluyordu, bir kez
Therese, bir üçüncüsünde Lalande. Böylece Paris'te merkez büroyu
o]uşcuran üçlü değişmiş, Condorcet ile Lavoisier'nin yerini Lalande
ile Therese almıştı. Therese, kocasıyla Konvansiyon Meclisi'nin ara-
,

sında gittikçe daha sık bağlantı sağlar olmuştu.

Mechain eski günlerdeki coşkusunu yeniden bulmuştu. Günlerce

1

233
ıf

METRENiN iCADI

süren bir çalışmadan hamallanyla birlikte yorgun argın dönüyordu.


Hancı kadın onları beklemişti. Adamlar daha soyunup dökünmeden
kadın geniş tabaklara çorbayı koyuyordu. Tabaklar doğrudan masanın
tahtasına oyulmuştu. Adamlar hiç konuşmadan yediler. Kadın tahta­
nın üzerinden ıslak bir bez gezdirip kazıdı. Tabaklar bir sonraki ye­
mek için hazırlanıverrı1işti.
Masa kuruyunca Mechain yerleşti. Hamallar ocağın çevresinde ha­
reketsiz oturuyorlardı. Hancı kadın. adamların başlarının ftzerinde
gerili bir ipe çamaşır asarken işini yanda bıraktı ve odadaki insan ve
eşyanın genel görünümüne şöyle bir baktı. Durumdan hoşnut olarak
astronoma yaklaştı , onun önündeki kağıda doğru bir lamba sürdü.
Mechain yazmaya başlamıştı bile: "Azizim Delambre, Barselona öl­
çümlerimi size bu kadar geç gönderdiğim için mahcubum. Tek öz­
rüm, bu ölçümler konusunda uzun zamandır içimin rahat olmaması,
bir tedirginliğin beni kemirip dunııası. Hoşçakalın, sevgili meslekta­
şım, dostlugunuzu bende'n esirgemeyin.''

Yeşil hareli araba orrnanda yol alıyordu; aslına bakılırsa, bir


.
. .
za-

manlar yeşil olduğu ancak kestirilebiliyordu. Bellet arabayı sürüyor,


Delambre ise içeride Mechain'in mektubunu okuyordu. Mektup kendi­
sini tedirgin etmişti. "Barselona ölçümlerinize urnulabileceklerin en

kesini ve en tamı olarak bakıyorum. Ben hiçbir zaman bundan iyisini,


hatla bunlar kadarını yapamazdım. 11 Hemen o akşam yanıtında bunlan
yazacaktı.
Araba bir çayırın ortasında -durıı1uştu, Delambre ateş yakmaya ha­
zırlanıyordu. Al uysal uysal otluyordu. Donu kır, yelesi ve ayak uçla­
rı al bir hayvandı. Tımar edilip fırçalandı mı, tören giysisi kuşanmış
gibi olurdu. Gürbüz, aşırı bir sinirliliği olmayan, hiç inatçılık etme-

234
METRENiN lCADJ

yen bir uzun yol beygiriydi. Bellet hayvanın ayağını kıvırıp baktı,
toynağın durumunu pek beğenmedi.

Delambre oturup yazmaya başladı: "İzninizle, sevgili melektaşım,


gözlemleriniz hakkındaki tasalannızı üzerinizden atmanız gereki­

yor . . . Bunu yalnız size söylemiyorum. Paris'e bundan önceki gidi­


şimde aynı şeyi Encümen'e de, Boylamlar Dairesi'ne de söyledim."
Meslektaşının mut lak kesin lige duyd ugu o hiç giderilemez susuzluğu

bildiğinden, içini rahatlatmaya çalışıyordu: "Karşılaştığımız zorluklar


konusunda biraz bilgi sahibi olanlar, eriştiğimiz kesinlik derecesini
incelediklerinde bunu dikkate ·alacaklar ve koşullar nedeniyle kaçına­
madığımız birkaç ufak tefek yanlış üzerinde titizlik gösterrneyecekler­
dir." At, yumuşak yumuşak kişnedi. Delambre başını kaldırdı, gözle­

ri arabaya takıldı. "Arabamız herhalde Rodez'e kadar da�nmayacak­


tır," diye yazdı. "Son soluğunu vennek üzere gibi. Bizim işaretler
Dunkerque'ten Morlac'a kadar uzanıyor. Acaba ne zaman sizinkilerle
kavuşacaklar? işte o gün, ikimizin de yaşamında çok ön�mli bir gün
olacak."

Dun'de Bellet atı nalbanta gölürdo. Uzun boyl u , kupkuru, uçları


kızıla çalar posbıyıklı, ensesine kadar inen uzun saçlarına yün bir tak­
ke oturtmuş adama "'Canım Yavrum" diyorlardı. Atlarla garip bir bi­
çimde konuşuı=rrıuş. Bu ad, adama ondan ötürü verilmiş. Aygıtlarınt
hazırlarken bu Canım Yavrum beygire sanki tanışmak içinmiş gibi
birkaç laf etti. Nalları ateşin üzerine koyduktan sonra da bir şeyler
anlatmaya başJadı: "Buna kerpecen derler; bu raspa, şu da tokmak.
Keskiyle senin tırnaklarını keseceğim. Tını.akların seni rahatsız edi­
yor, değil mi, canım yavrum? Şimdi tabanlarını rendeleyeceğim.
Korkma, canım yavrum, alt tarafı boynuz gibi bir şey. Hiçbir şey

235

MmENIN le.ADI

duymazsın." Uzun bir maşayla ateşin üzerinden kızdınlmış metali


alıp hayvanın toynağına yaklaşırken bir şeyler daha söyledi. Sesinde
daha yumuşak bir anlatım vardı. Ateşin sıcaklığı ve yanık kokusu
içinde, mıh yerleri iyice açılmış nalı oturttu, ancak kısa bir süre, o
da, ağzına bir avuç çivi attığında sustu. Son mıhı da çaktıktan sonra
hayvanı okşadı: "Eeel yavrucuğum, canın acımadı işte! Acıdı mı? Bi­
razcık mı? Ama, yürekliymişsin. Hadi bakalım, şimdi nasıl dört nala
gidecek benim canım yavrum!" Bunu söylerken hayvanın ağzına bir
şeker tıkıştırıyordu.
Dun'den aynldıklarında hava çok güzeldi. Ölçümler kazasız bela­
sız atlatılmıştı. Ayağı rahatlayan kır at tırıs gidiyordu. Önde. Bel­
let'nin yanında oturan Delambre biraz fazla hızlı diye düşündü. ikisi
birden Vizitandin rahibelerinin ilahisinin makamına uydurduklan bir
şarkı tutturmuşlardı:

Mutsuz bekar, evlenip yan geleceğine


Sıfır olmuşsun, sıfır;
Kocayıp da elden ayaktan düştüğünde ...

Korkunç bir çatırtı duyuldu; araba arkadan öne birden fırladı .


Birkaç dakika sonra astronomla yardımcısı yol kenarında otur-


muş , hendeğe devrilmiş arabalarına üzgün gözlerle bakıyorlardı.

236
- I5 -

. . ,

şte şimdi artık eşitliğimiz kalmamış!., diye Bellet


'' .

haykırdı. "Yazık, tam alışmaya başlamıştım!" De­


lambre yardımcısının neye sinirlendiğini anlamıştı:
. .

İnsan Hakları Bildirgesi·nin biri nci maddesi yeni Anayasa·da .yer alını-
. .

yordu.
.
Çocuk doğururken ölen bir kadın gibi, Konvansiyon . Meclisi de
tam ortadan yok olmadan önce bir Anayasa doğuracak gücü bulmuş-
'

tu. Son oturumunda ülkeye iki anrLağan vermişti. Bunlardan biri ,


Devrim Alanı adının yerini Dirlik Alanı adının almasıydı. Ötekiyse,
Enstitü .nün, öyle ufak tefek siyasal değişikliklerle ortadan kaldınlıve­
recek bir yasayla değil de Anayasa'daki bir maddeyle kurulmasıydı. •

Böylece yeni örgüt, bölümlerinin her birinin bilim ve çalışma açısın­


dan gösterdiği ilerlemeler hakkında her yıl yasama gücü karşısında
,

hesap verecekti.
.

Lavoisier uyarrnıştı: "Şayet eski Akademi'yi oluşturan bilginlerin


kentten uzakl�malarına, toplumun içinde başka ·bir niteliğe bürünme­
lerine, paralı işler tutmalarına izin verirseniz, bilimlerin örgütlenme­
si yok olur ve yeniden bir bilgin kuşağı yetiştirccıeye elli yıl yetmez. n

Anlaşılan, bu sözlere kulak verınişlerdi.

Onadan kalkmış Akademi'ye atanan son üye olduğu için


DeJambre, üç dört oturumdan faz)asına katılmamıştı. "Pek akademis­
yen olmadım ama tam bir Enstitü üyesi olacağım11 diye kendi kendine
söz veren astronom kalabalığın içinde yutuluverrııişti. Bu açılışın bir
simge olması isteniyordu. Devrimin başından beri bu derecede önem-

237
METRENiN iCADI

.
li bir başka gösteri olmamıştı. Yıllardan beri ortalığı eline geçirıniş
oliln o bayağı avam eğlencelerine benzemeyen bir tören yapılacaktı.
Kadınlar zarif, giysiler güzeldi. Şapkacılara, pikoculara, ttiyctilere,
sırmacılara ve kalıpçılara yeniden iş düşmüştü. Dantelciler ve kuaför­
ler harıl harıl çalışmışlardı. Kısaca, süs püs cephe.sinde işler yolun­
daydı.

Tören başladı. Yine de bu güzel açılışı gölgeleyecek iki üç bulut


ortaya çıktı. Birisi; Bailly aynı anda üç akademinin üyesi olduğu için
-aynı durumda bir de Fontenelle vardı- müteveffa astronomun ölü­
müyl� üç koltuğun boşaldığını halırlanıverıııişti. Ahlak bilimleri bö­
lümüne dönemin güçlü]eri alınmıştı; bu kişiler önceki dönemin güç­
lüleriyle aynı kimseler değildi. Devamlılık, bilimler bölümünde sağ­
lanmıştı. Eski akademisyenler koltuklarında kalmışlardı. Yeni birkaç
adın da eklenmesiyle liste şöyle uzuyordu: Botanikte Lamarck ve Jus­
sieu; anatomide Daubenton, Cuvier ve Lacepede; mineralojide Haüy;
uygulamalı sanatlarda Monge ve Prony; kimyada Benhollet, Guyton
de Morveau ve Fourcroy� fizikte Coulomb� kırsal ekonomide Pannen­
tier. Ve tıpta da, elbette Cabanis ile Pinel vardı.

Peki Mechain? Hayır, onu unutmamışlardı. Cassini ve Lalande ile


birlikle astronomi bölümünde yer alacaktı. Delambre'a gelince, o da
Lagrange , Laplace, Legendre, Borda ve Bossut ile birlikteydi, bölüm­

leri matematikti.

Kendisinin matematikçi olarak kabulünden -elbette kimsenin onun


..

astronomluğunu inkar edemeyeceği gerçeği elde birdi- çok büyük bir


övünç duydu. Bilimlerin kraliçesi matematik!

Boylam seferi konusunda Delambre'a çeşitli şeyler soruyorlardı ve


söz dönüp dolaşıp "Ne zaman bitecek?'' sorusuna geliyordu. Görü­

nüşe göre önemli olan yalnız buydu. Delambre sinirli sinirli: "Bu ça-

23:3
METRENJN le.ADI

lışma başlayalı dört yıl oluyor" dedi, "kendimi bütünüyle bu işe


adadım. En sevdiğim uğraşlarımı bu yüzden yarıda bıraktım. lşin

bitmesini ben herkesten çok isterim. Devrimin fırtınaları esmeseyd i,


elbette çoktan bitmiş olurdu. Fakat" diye bağladı sözünü, "Devrim ol­
masaydı da belki hiç başlamazdı bu iş. 1' Son tümceyi dinlerken yüz­
. .

ler gerildi ve konuyu değiştirdiler; değiştirdiler ama bir kez daha,


Mechain'in orada bulunmadığına dikkat çekiliyordu. Katalonya'da ko­
maya girmişti, lspanya'da hapishaneye atmışlardı, Italya'da sürgün gi­
bi yaşamıştı, Languedoc'ta bir tepede tünemiş kalmıştı! Her defasında
ortada görünmeyişinin bir nedeni oluyordu. Herkesin gözünde iki
astronom ortak çalışmalarıyla birbirlerine çözülmez biçimde bağlıy­
dılar. 'Artık, bu onların elinde bir şey olmaktan çıkmıştı. O açılış ak-
.

şamında bile, adları kaç kez Mechain-Delambre, Delambre ..Mechain


.
diye, sanki söz konusu olan tek bir kişiymiş gibi, birlikte geçmemiş
miydi?

. Delambre'ın Paris'ten aynlmadan önce bir sözü yerine getirmesi


gerekiyordu. Yeni Köprüden geçip sol kıyıyı tutturdu, Sainte­
Genevieve Tepesi'ne tırmandı. Pancheon'un yanından yürüyüp onu ge­
ride bıraktı, geri döndü, boynunu arkaya gererek iki yıl önce planla­
rını çizdiği kuleciğin yapı1ıp yapılmadığını görmek istiyordu. Aşağı­
dan bir şey görmesine olanak yoktu. Binanın içine girince, elinde ol­
madan direkleri yokladı. Acınacak durumdaydılar. Yüzyılın sonuna
kadar dayanır mı acaba, diye düşündü. Bir de üstelik, içinde yatanlar
dönemin büyüklerinin gözünden düşüp de başka yerlere taşındıkça bi­
na yolgeçen hanına dönmüştü.

· Dışarı çıktı , Pantheon'un güney cephe.�ine açılan sokağa daldı. Ka­


pısının üzerinde yepyeni bir tabela bulunan bir binanın önünde dur-

239 .
METRENiN lCADI

...

du. Tabelada "Ecole normale superieure·" yazılıydı. Garip bir ad, di-

ye düşündü. Ama hiç' değils� içcen davranmışlar, Bir ve . Böl ünmez


Cumhuriyette tekbiçim eğitim yapılacağını saklamamışlardı; demek
ki bu duvarların ötesinde "norm" vereceklerıııiş. Tüm kuşağı ortak
'

ilkelerle, tek bir istence bağlamaları gerekiyormuş.

Bir yandan her köyün bir "küçük okul"u olurken, bir yandan da
Paris'te bir avuç "büyük okul'' gelişecekti. Condorcet, "Herkese eşit
derecede götürülebilecek olan eğitimi, herkese verıııek, fakat bireyle­
rin tümü arasında paylaştırılması olanaksız bulunan daha yüksek bir
eğitimi, yurttaşların hiçbirinden esirgememek de gerekir" diye yaz­
mıştı. Delambre. Chatillon'daki handa yedikleri o Noel yemeğini dü- ·

şünüyordu. O papazcık, adı neydi? Chambraud, evet Jean Chambraud


- Condorcet' den ne kadar çok söz etmişti. Bu anı, astronomda güneye
doğru inerken Chatillon'da bir qiola verırıe hevesi uyandırdı .
.

'"Bir problemi cebir diline çevirıııek, denklemler yaratmaktır.


Problemleri denklem biçimine koymak ve en iyi çözümlere varmak
. .

için bilinmeyenleri uygun yolla seçmek sanatı, matematikçinin bece­


risine bağlıdır. Bu bilinmeyen nicelikleri nasıl gösteı111eli? Örneğin
.

alfabenin harfleriyle, 'a,' 'b,' 'x,' 'y' diye olabilir." Ders başlamıştı.
. .

Laplace, kürsünün bulunduğu yükseltinin önünde durc11uş, · sessizce


dinleyen öğrencilere hitap ediyordu.

Öğrenciler yeniyetin�lik çağında kimseler değil, yetişkinler . dün-


. .

yasından adamlardı. Tutkulu ve ciddi, yapmacıksız ve ağır bu insan-


.

ların, şaşırıp hayran olmaya hazır bulundukları hissediliyordu.


Delambre, çoğunun kendi kendini yetiştirmiş olduğunu tahmin · etti.
• •
1

Ülkenin çok değişik yörelerinden gelmişlerdi. Çeşitli işlerde çalış-


.

' '

• Yüksek Öğretmen Okulu. -:-<;.n.


240

. .

. .
METRENiN iCADI

mışlardı: El sanatlarıyla uğraşın ışlar, papazlık etmişler vardı, katip-


.
.

ler, sanatçılar vardı. Hemşerileri, çocuklannı eğitmek ve aralarında


elle tutulur bir eşitlik kurrı1ak için en uygun kimseler olarak onları

seçmişti. Bu seçimi yaparken, yasanın tanıdığı siyasal eşitliği gerçek­


leştirrrLeyi umuyorlardı. Artık bugün bu eşitlik hemen hemen yasa
güvencesinden çıktığı' için, böyle bir seçim daha da önem kazanıyor­
du. •

"Bilimde yapılan en verimli yaklaştırrcıalardan biri, cebirin eğriler


kuramına uygulanmasıdır. Sonsuz küçükler analizi böyle doğmuşcur"
diye konuşmasını sürdürüyordu Laplace. Nemli, yapışkan bir sıcak,
.

kalemlerin kağıt üzerindeki cızırtısı, çevrilen sayfaların sesi, o eski


koku, "bilimin kokusu.'' . . . Bir anda her şey geri gelmişti. Uzatmalı
öğrenci Delambre, otuzunu aştıktan sonra dersleri bırakabilmişti. Ah,
o öğrenme, bilme , öğretme tadı! Hep öğretmen olmayı istemişti. Yir­
mi yaşındayken, ileride kör olursa yapabileceği tek iş diye, bir man­
tık evliliği gibi istemişti bunu. Yirmibeşinde ise öğretmenliği bir aşk
evliliği olarak görüyordu, çünkü ondan daha güzel bir meslek olma­
dığına inanmıştı. Otuzunda hala öyle düşünüyordu. Elbette şimdi de
o yeni, saygın kuruluşlardan birinde ders vermeyi isterdi. Bir öneri
gelmemişti. Herhalde. dedi kendi kendine, bilimsel sefer nedeniyle
önermemişle rdir. lnsa n hem boylam ölçmek için yollara düşüp hem
de sınıflarda olamaz ki . . . Kapalı birer mekan olan okullar, öğretim ve
hareketsiz yaşam ya da yolculuklar ve her yanı sınırsızcasına açık
mekanlar. Bunlardan birini seçmek gerekmişti! Yine de öğretim gö­
revlerinin alcında ezilen Lagrange ve Laplace'a, Haüy ve Berthollet'ye,
Vanderı11 onde, Daubenton ve Monge'a imrenmiyor değildi.

Çıkışa doğru yönelmişken, yine merakına yenilip bir kapıyı arala­


dı. lçeride ders veren Monge'du, ellerini kollarını hareket ettirmesin-

241
METRENiN iCADI

den tanımıştı. Geometrideki başansının, ispatlamalarda en karrııa yü­


zey ve cisimleri ellerinin becerikli devinimleriyle dinleyenin gözünde
canlandırıp, mekan içine otunmasından geldiğini söylemezler miydi?
"Başkaları ondan iyi konuşurlar ama, kimse onun kadar iyi ders
anlatamaz." Herkes böyle düşünmüyordu ama. . Bir süreden beri Mon­
ge, basında bir kampanyanın hedefi olmuştu: İnsanın bir zaman Dağlı
olmuş olduğunu unutması gereken bir sırada adam Dağlı kalmış, di-

yorlardı. Ayrıca, ne idüğü belirsiz birtakım pedagojik yöntemler uy­


guluyor111uş. Düşünsenize! Öğrencileri küçük gruplar halinde çalıştı­
rıyor, üstelik öğrencilerle öğretmenleri arasında tanışmalar düıenli­
yorrı1uş. Dediğine göre, bu, öğretimin tek bir kafanın ürünü olmasını
önlemek, onu on on beş insanın aynı anda yürüttükleri çalışmanın so­
nucu yapmak içinmiş.
Bir ders, üstelik matematik dersi, tartışma konusu yapılsınl Hem
de tam kışlalarda askerlere itaat ve disiplinin yeniden öğretilmesine
çalışıldığı bir sırada!

Delambre, üzerinde çalışmakta olduğu istasyona dönerken


Chatillon'da mola vermiş ve geceyi eskiden kalmış olduklan handa
geçirrııek istemişti. Hizmetçi kadın Leonne, hala oradaydı ve yine di­
dine didine çalışıyordu. Büyük ocağın önündeki alçak iskemlede Öz­
gürlük Baba bir yontu hareketsizliği iÇinde, uyuklar gibiydi. Fakat,
Delambre'ı hemen tanıdı.
Astronom, Özgürlük Ağacı'nın ne durumda olduğunu sorunca,
yaşlı adamın yüzü biraz daha buruştu. "Kestiler, serseriler!" diye
kükredi. "Jandarmalara söylemiştim, başımıza bu da gelecek diye. Bir
sabah bir karo papazı buldum . . . " Delambre'ın · bir şey anlamadığını
görünce açıkladı: "Kağıt, iskambil kağıdı . . . Kral resmi yani . � . Ağacın

242
METRENiN iCADI

gövdesine saplamışlardı, bir kasap aletiyle saplamışlar. Ertesi sabah,


.

hiçbir şey kalmamışt�. Ne ağaç ne gövde!"

Leonne bir şişe içki ge�irdi, ihtiyara: "Beye Marchecourt'u anlat"

dedi. "Aa, evet" dedi, yaşlı adam, "piramidi anımsıyor musunuz? Ha­
ni, Halk Derneği'nden delikanlıların yol geçireceğiz diye yıktıkları şu

sizin piramit? lşte bu yaz, 11 Meclisi herifleri o piramidi yeniden yap­


maya mahkum etti. Adamlara üç bin liraya mal oldu! Marchecourt'a
.

gidin, anıtı görürsünüz. Yepyeni gibi . . . Ama yol, pek çukurlu. Öyle
değil mi, Leonne?" Kadın uzaklaşmıştı bile.

Ertesi gün Delambre yoluna devam etti. Creuse'de Bellet ile bulu-
.

şacaklardı. Daha da ileri gidip Mechain'i ziyaret etmek hevesine


kapıldı, ama kendisini b�dan alıkoyan bir şey vardı: Rodez. Sanki o
kentin ilerisine geçmek, kendisine ait olmayan "topraklar"a girmek
gibi geliyordu ona. Fransa iki parçaya ayrılmıştı.

Mechain işte bir gün kendi bölgesinde çalışırken, arabasının onu


Perpignan'da beklediği haberi geldi. Eski arabası! "Demek . . . " Nere­
deyse "Yaşıyorrnuş!" diyecekti. inanılacak şey değildi. Italya'ya git­

mek üzere gemiye binerken arabasın ı, içi kan ağlayarak İspanyol �­


kamlarına teslim etmek zorunda kalmıştı. 11 yönetimi arabayı ülkeye
geri getirtme utkusunu kazandıktan sonra Mechain'e haber vermişti .

O da hemen Perpignan'a koştu.

Araba, bulunduğu yerden ayrıldığı ve Mechain'e bulunacağını söy­


ledikleri yere de henüz varrııamış olduğu için bir türlü ele geçmiyor­
du. Neredeydi acaba? Saint-Jacques Kilisesi'nde, elbette! Kiliseye araba
girer mi hiç? Ohoo, bu dönemde her şey oluyor.

Oradaki büyük kapıyı iter itmez yüksek bir duvara çarptı. Daha

doğrusu çarptığı yer duvar değil surdu, en yüksek kirişlere kadar yı-

243
METRENiN ICADI

ğılmış saman balyalarından oluşan bir sur. Tüm sahın saman sıkıştı­
rılmış durumdaydı. Kilise, Doğu-Pireneler ordusunun kuru yem am­
barına dönüştürülmüştü. Birkaç asker girişte kalakalmış olan
Mechain'e çarptılar; astronomun şaşkın durumunu gören biri laf attı:
UNe olmuş yani? Yemliği beğenmedin mi? lnek tamam, küçük lsa da
� .

tamam. Bir eşek eksikti!" Laf atan. arkadaşlannın gülüşmeleri arasın-


da uzak]a.ştı. Görünüşe göre saman Mechain'in peşini bırakmıyordu.
Hadi, ücra çiftlik evlerinde yere serip üzerinde uyumak neyse ama
burada, kentin ta orta yerinde !

Mechain arabasını kilisenin "içinde" değil. "yanında" buldu. Kom­


şu bir arabalıkta , üzerine bir yük örtüsü çekilmiş, yeniden kendisine
iş verilmesini bekliyordu. Eksiksiz bir durumda olduğu için pekala
iş istemeye hakkı vardı. Tekerlekleri, kapılan, dingilleri çok iyi işli­
yora benziyordu. Hatta zamana direnmiş olan boyası bile iyi durum­
daydı. Yalnız renk biraz solmuştu ama İspanyol makamlarının bunda
t
bir kusuru yoktu, hemşehrisi Lacour'un tablolarında da boyalar solu­
yordu.

Mechain arabanın içine girip sevgiyle gözden geçirr11eye başladı.


Portatif masayı önce yerinden çıkardı, sonra açıp yerine oturttu. lç
duvarlardaki kadifeyi okşadı. Eliyle tozunu silker gibi yaptı. Cepleri,
.

belki bir şey unutmuşumdur diye tek tek gözden geçirdi. Terrı1omet-
renin, saatin. saçlı nemölçerin ceplerine baktı. Hiçbirinde bir şey
yoklu. Sonra, belge dolabını hatırladı. elini kaldırıp tavandaki boşlu­
ğu okşadı. Bir harita bulunca şaşırdı. Montserıat haritasıymış. Üze-

• lsa Peygamberin bir öküz yemliğinde yanında bir inek ve bir eşek bulunduğu
halde doğduğu konusundaki söylenceye gönderıne. -ç.n.
' Mechain ve ressam Quentin de la Tour'un (1704-1 788) aynı ildeı Aisne'de
doğmuş olmalanna göndenne. -<;.n.

244
.

MErnENlN lCADl

.
rinde kendi yazdığı notlar duruyordu. Her zaman oturduğu o sevdiği
yere, arka sıranın sağ köşesine kuruldu.
.
Araba içinde bile olsa insanın sırf kendine ait bir yeri bulunması
iyi şey, diye düşündü, tıpkı çocukların kulübeleri gibi . . . Çevre yaşa­
namayacak duruma geldi mi, girer buraya oturursun. Hep başka hana
· inmek, hep başka insanlar görınek, hiçbir zaman aynı yatakta uyuma­
. mak, sonunda insanın aklına dokunuyordu. O süreklilik gereksinimi­
ni, devamlılık susuzluğunu araba giderebilir, diye düşünüyordu. Ara-
bayı elden çıkannamayı düşündü, fakat . . .
. Fakat, atın zaten çok yüksek olan fiyatına bir de günlük yem para­
sı eklenecekti. Aynca, ot bulma zorluğu, hayvanın bakımına harcana­
cak zaman . ... M�chain, üzülerek, arabayı elden çıkannasının daha akıl­
lıca bir şey olacağına karar verdi.

Arago'yu belediye binasının büyük salonunda buldu. Neden geldi­
ğini anlatırken, bölgeyi sarsmış olan onca çalkalanmadan sonra araba­
sının çok iyi bir durumda olmasından duyduğu şaşkınlığı da dile ge-
tirdi.
"Devlet çarkı" diye yanıtladı Arago. "Sabır, bir işi izleme gücü. . .
Devlet çarkı için bütün bunlar soyut şeyler olduğundan, her şey onun
gözünde eşit bir önem taşır. Hiçbir ka]em amiri yardımcısının başı­
nın kesildiği görüldü mü ki? Yapraklar düşer, dallar kırılır, ama kök­
ler ·kalır." Sonra, "kralın piyangosu"nun başına gelenleri anlattı. Ro­
bespierre zamanında Sanatlar Encümeni, piyango sorunundaki bir pü­
rüzün çözümlenmesi için epeyce kafa yormuştu. XVI. Louis'nin oyun­
larda talihi yaver gidermiş. Hapse atılmadan önce bir hayır derneği­
nin düzenlediği piyangonun biletlerinden bir tane almış. Zaman geç­
miş, çekiliş yapılmış, bir ikramiye de Louis'nin biletine vurmuş. Ik­
ramiyeyi kendisine gönderınişler aina, artık parayı alacak kişi orada

245
METRENiN iCADI

değilmiş. Paraya Sanatlar Encümeni el koymuş. Yolu yordamıyla eti­


ketlemişler ama, l<ime göndereceklerini bilmediklerinden kaydını dü­
şüp saklamaya almışlar. Hani gün olur da . . .
"Restorasyon olur!" diye güldü Mechain.

Arago, hani gün olur . da diye, arabayı Estagel'de tutmayı önerdi.


Bu işi bitirecek kararı ancak Borda verebilirdi. Mechain ona bu konu­
da bir mektup yazdı ve bu arada başka konularda da danıştı. Artık
kendisine gerekli olmayan araçları ne yapmalıydı? ltalyan parasını ne
yapacaktı? ltalyan parası derken, Cenova'daki astronomlara sattığı
kaydedici çemberin bedeli demek istiyordu.
Tam on dört günde, yani mektupların gidiş geliş süresi sonunda
Borda'nın yanıtı geldi. "Size Encümenin bugünkü durumu konusunda
,,
biraz bilgi verrrıem gerekiyor ,, diye başlamıştı Borda. "Biliyorsunuz
\

ki, eskiden hangi sorun olursa olsun, oldukça kısa sürede karar verir-
dik ama bugün durum başka. Deyim yerindeyse, ne diyeceğimizi iyi­
ce ölçüp biçiyoruz ya da, daha doğrusu, çok kararsızız. Bu nedenle
bizden karar beklememelisiniz. Delambre da, siz de kendinize en iyi
görüneni seçmekten başka bir şey yapamazsınız. Öte yandan, yapaca­
ğınız her şeyi destekleyeceğimizden emin olabilirsiniz.
Arabayı da ister satın ister il yönetimine teslim edin. Diyeceksiniz
ki, size bir fikir verınedim. lşte veriyorum: Yapılması uygun olanın
ne olduğunu düşünün. Bir saat ya da bir gün düşünün. Hangi kararı
verirseniz, ben size onu öğütlüyorum. Sonra lütfen bana bilgi verin
de, ben de size neyi öğütlediğimi öğrenmiş olayım.
lkinci soru: Artık gereği kalmamış araçları nereye göndereceksi­
niz? Yanıt: Sanırım, en iyisi onların hepsini emin bir yere bırakmak
olur; çünkü bir yere yollamak para ister. lleride yeniden gerektiğinde

246
METRENiN iCADI

aynı yerden alınabilir.

Üçüncü .soru: İtalyanlara bıraktığınız aygıtın parasını kime yolla­

yacaksınız? Yanıtım şu ki, henüz o parayı elinizden çıkar·mamalısınız;


bu para sizde bırakılıp da ileride size gönderilecek paradan o miktar
düşülünceye kadar, hazinenin alacağı olarak kaydedilebilir mi diye
bakarız.
.

Gelelim Delambre'ın işlemleri konus11nda yazdıklannıza. Bu nok-


tada size kızacağım. Onun gerek gökle ilgili, gerek yerüstü gözlemle­
rinin sizinkilerden daha iyi olduğunu nereden çıkarıyorsunuz? Hem
herkes gözlemlerinizi iyi bulurken, siz neden çalışmanızı -ya da daha
doğrusu Encümen'in kabul ettiği çalışmayı- değersiz gösteriyorsu­
nuz?

Azarlamaya devam; gözlemleri Evaux'da, Delambre ile birlikte


yürütmeyi neden istemediğinizi anlayamıyorum .

Artık öfkem geçti: sizi sevgiyle kucaklarım, inanın ki, her ne ka-
dar yaşla, hastalıklarla sıcaklığını yitirdiyse de, son al[ı yıldır gör­
düklerimle buruştuysa da, şu yaşlı yüreğim, size içten bağlıdır. Satır­
larıma son verirken mektuplarınızın bazılarının neden yanıtsız kaldı­
ğını söyleyeyim. Bilirsiniz ki. aziz dostum, benim mektup yazmama
gibi bir kusurum vardır; yaşlı olduğum, hele sizin buradan ayrıldığı­
nız zamankinden çok daha yaşlı olduğum için de bu kusurumu dü.zel­

temeyeceğim i bilirsin iz. "

Mechain "Görüyorum, Paris'Lekilerin sorunları benim buradaki-


.

lerden çokmuş" dedi. Bunu öğrenince de içi rahat etmişti. Biraz sonra

odaya Arago girdi, yanında bir lspanyol subayı vardı: Gonzales'i ge­
tirmişti!

"Dios ! " diyerek Mechain'e doğru atıldı Gonzales. Beriki, subayın


elini sıkarken, kendi dilinde "Tanrım ! " diye düzeltiyordu. Hemen o

247
MEIRENIN iCADI

gün öğleden sonra, ikisi atla Mazamet doruğuna doğru yola çıktılar. ·
Barış imzalanınca. Gonzales kendi hükümeti tarafından, iki ülke
arasındaki işbirliğinin yeniden başlatılnıası koşullarını incelemekle
görevlendirilmişti; kentten çıkarken bunları konuşuyorlardı .

Kırlara varır var111a z. Mechain, atını tırısa geçirdi. Astronomu bi­


neğinin üzerinde böyle rahat görünce Gonzales şaşkınlığını gizleye­
medi. Gözkapağının üzerindeki yara izi dışında kazadan hiçbir belirti
bulunmaması onu afallatmıştı. Mechain'den belleğinde kalan son anı,
Salva'lann bahçesinde bir koltuğa mıhlanmış sakat bir adamın görün­
tüsüydü.

Yamacı rahat çıkabilmek için yavaşladılar. Mechain kaza hakkında


Gonzales'in anlattıklannı can kulağıyla dinliyordu. llk kez bu konuyu
biriyle konuşuyordu. Böylece, Doı:ı Ricardos'un, esirlerden bir Fran­
sız doktorunun gelip muayene etmesine izin verdiğini ve doktorun
'

kocaman bir pıhtının beyni tıkamasını önlemek için birkaç kez haca-
mat yaptığını. sağ kulağından çok büyük miktarda kan boşaldığını
öğrendi. Kendisini kurtaranın bu hacamat olduğu söylenmişti.
Mechain bunlann hiçbirini hatırlamıyordu. O zamana kadar kim.senin
anlatmadığı bu şeyleri öğrenince sırtı ürperdi. 14Kazadan hemen son­
ra'' diyordu Gonzales, "yaşamayacağınızdan herkes o kadar emindi ki,
vücudunuzu sıcak tutsun diye bir koyun kesip sizi derisine sardılar."

Durınak zorunda kaldılar; kendini öyle çıplak, vücudu paçavra gi­


bi, kanı hayvanın kanına karışmış, günlerce hayvan derisine sarılı

kalmış gözünün önüne getirince Mechain'in midesi bulanmıştı. Kus­


mamak için kendini zor tuttu. Gonzales endişelendi, tümden iyileşip
iyileşmediğini sordu. Mechain hemen yanıt veremedi, sonra: "Görü­
yorsunuz ya" dedi "za�an tıptan daha iyi çalışıyor." Atını mahmuzla-
. .

yıp yokuş yukarı olmalarına bakmadan tırısa geçti .

248
METRENiN iCADI

Doruğa varınca, araya hiç harç koymadan taşlardan bir piramit


yapıp nişan diye bıraktılar, çevreye de işaretler koyup geri döndüler.
lniş yolunun yansında kendilerine seslenildiğini duydular. Askerler,
saldırgan el hareketleriyle durmaları gerektiğini işaret ediyorlardı.
-

Mikleler tarafından sımsıkı bağlanan Tranchot'nun anısı mı, yoksa


bir lspanyol subayının sınıra btt kadar uzak bir yerde bulunmasını
açıklama güçlüğü mü, her neyse, Mechain Gonza)es'e bir işaret çaktı,
ikisi birden dört nala hareket ettiler. Peşlerine düşen askerler birçok
el ateş ettilerse de, onlar kaçıp kurtuldular. Gonzales'e göre başlarına
gelen şey, durumu çok iyi belirliyordu. Dörc yıl önce Mechain'in
yaptığı gibi, o da "ortalık daha dingin olana" kadar beklemek istedi­
ğini söyledi. Mechain gülümsüyordu.

Böylece Mazamet doruğu, boylam islasyonları arasında yer alma


.

onurundan yoksun kaldı ve metre ana ölçüsü üzerindeki Fransız-ls-


panyo1 işbirliği kesintiye uğramış oldu.
Fakat iş bununla bitmemişti. Üst üsre konulmuş taşlardan yükse­
len piramidi gören askerler, bunun bir işaret olduğu sonucuna vardı­
lar. Yalan da değildi. lşarel kime veriliyordu, neyi bildiriyordu? Btın­
lar tedirgin edici, insanı tasalandıran şeylerdi. Yakınlardaki Valles­
pir'de göçmenler boş durm uyorlar; tüm Güney bölgesinde kralcılar
yeni Vendee savaşları çıkarmaya çalışıyorlardı. Sorun, kurmay heye­
tine kadar götürüldü, haber alma dairesi işe karıştı. Sorguya çekilen
köylüler bir [spanyol subayından söz ediyorlardı. Perpignan'a da ha­
ber verilince iş tam bir olaya dön(ıŞüyordu ki, Arago sorunu haber
alıp çözümledi. ·

Olanlar, doruğun eteklerinde konuşlanmış bir çavuşun kulağına


da gilmişti. Adam kendi başına bir araştırma yaptıktan sonra yanıl-

249
METRENiN iCADI

matlığından emin hemen bir izin isteminde bulundu; verdiler.

Mechain ve Tranchot, Corbieres Tepelerinde, Tuchan'da bir handa .


kalıyorlardı. Akşam yemeği saatiydi. O akşam bir tombala çekilişi
olacağı için yemek salonu tıklım tıklımdı. Çavuş, yanında bir erle, -
kapıyı itip içeri girdi ve oturanların yüzlerine dikkatle baka baka ma­
saların arasından ilerledi. lleride sütunun yanında oturan o iki kişi ·
onlardan başkası olamazdı. Kasketini çıkarıp kendini tanıttı: "Üçüncü
taburdan onbaşı Etienne Charpy," dedi. "Siz yurttaş Mechain'siniz,
değil mi? Siz de yurttaş Tranchot.,, Ölçümcüydü, yanındaki de ayrıl-
,
.
'

maz dostu topçu Gustave. Etienne onları nasıl bulduğunu anlattı ama

en çok, Delambre ile Saint-Denis'deki karşılaşmalannı, jeodezi dersi-


ni, kaydedici çemberi, ölçüm zincirini inceden inceye anlattı. Mechain
adamın sözünü kesti: �Jeodezi, tarla ölçüm yöntemlerinden yola çıka­
rak gelişmiştir" dedi. "Karşılaşmamız tutarlı qir şey. · Ölçümctiler bi- .

raz biraz atalarımız sayılmaz mı?" . .


Etienne şimdiye kadar kimsenin kendisine söylemediği bir şeyi


.

söyleyen bu adama minnet duydu. Mechain sözünü sürdürrrıesini rica


etti. Etienne de, üçgenler konusunda kafasından ne geçtiyse söyledi.
Sonra çarpışmaları, en çok da Valmy savaşını anlattı. Gustave ilk kez
lafa karıştı: "Arkadaşınıza da söylemiştim, ben Valmy'de doğdum"
dedi ama, Etienne'in bir işareti üzerine sustu. Sonra ölçtimcü,
Dunkerque yolu üzerinde arabayı görünce şaşırmalannı anlattı. "O
arabalar bir çiftmiş, ikincisi sizc.leymiş, değil mi?" dedi. Mechain de
"Bendeydi, ama şimdi satıldı11 �edi. "Benimki
. .
bakır rengiydi."

Astronom, kendisini o kadar yakından ilgilendiren konularda böy­


le tanımadığı bir adamın konuşmasından şaşırmış, duygulanmıştı.

Ona Delambre hakkında pek çok soru sordu, çünkü, bilimsel sefere

250
METRENiN lCADI

çıktıklarından beri ikisiyle de karşılaşmış olan tek insan bu askerdi!


lki sivil astronom arasında tek canlı bağın , asker bir ölçümcü olması­

nı Mechain tuhaf bulmuştu. Etienne, Melun tabanının ölçülüp ölçül­


mediğini sordu. Tabanların ikisi de henüz ölç ülmemişti. "Sordum,

çünkü yuntaş Delambre'a Melun tabanının ölçümünü birlikte yapma­


,
ya söz vernıiştim , diyen Etienne'in yüzünün aydınlanması Mechain'e
dokunmuştu. "Eh, isterseniz bizimle gelir, Perpignan tabanını ölçer­
siniz; ne dersin, Tranchot?" Tranchot kabul ediyordu. M�chain adresi
bir gazete parçasına yazdı. Masaların üzerini topluyorlardı, tombala
başlayacaktı.

Herkes kartelasını aldı; orta masada koskocaman bir şapka duru­


yordu. Oyunu yöneten adam elini şapkaya daldırdı, tavuk ayıklarmış
gibi elini şapkanın içinde döndürüp duruyordu. Bir avuç kemik pul
çekip çıkardı ve birini gösterip bağırdı: "Bu kaç? Kaç bu? Bu?" Pulu
havaya savurdu, pul havada garip bir biçimde döndü, sonra adam ya­
kalayıp öteki elinin üstüne yapıştırdı. Bir göz atıp pulun üzerindeki
· rakamı okudu, elini kapak gibi pulun üzerine indirince hemen bir

sessizlik oldu. Ağzını büzüp yuvarlayıp tükürürcesine rakamı söyle-


di: "Dice neuf, dice neuf, dice neuf."

Salonda "Ah!"lar, "Oh!"lar ytlkseldi. Elinde on dokuz bulunanlar


l 9'un üzerine bir fasu1ye koydular. Gürültü duruldu. Çehreler yeni­
den dikkat kesildi. Tombalacı dönmeye, dans eder gibi bir şeyler
yapmaya koyuldu ve vakvaklamadan duran bir çift ördeğin önüne git­

ti ve ördekleri herkese gösterdi. Onların yanında birçok adatavşanı ve


içinde güvercinler, bir damacana şarap ve daha önemsiz bir alay öte
beri bulunan bir kafes vardı. Kısaca o kltlık döneminde bir bolluk şö-

{Katalanca) On dokuz. --ç.n.

251
METRENiN iCADI

leni.

lyi kurulmuş atlıkarınca gibi çevrim yeniden başladı. "651 . . .


1 8 ! . . . " Tranchot, Gustave, Etienne ve Mechain kenara çekilmişlerdi.
Onlar da kartela satın almışlardı, bir yandan konuşurken bit yandan
oyunun gidişini izliyorlardı.

Önce doğu, ilk baştaydı, 92'de; sonra kuzey, Dunkerque; daha


sonra batı, Vendee, kralcı asilerin topraklan; şimdi de güney ve Pire-

neler. Etienne Tranchot'ya '1Her yerde görev yaptık" diyordu. '1Siz de


yolculuklar yaptınız. Fransa'yı, bir bakıma boylamasına, bir baştan
bir başa geçtiniz. Biz de, adeta, çevresini döndük durduk. Evet, he­
men hemen tüm çevresini, garip ama . . . " Birden durdu, sonra söyle­
mek istediğini bulduğu için sevinerek: "Siz çapını, biz çevresini!" de­
di. Gustave dostuna hayranlıkla baktı. Etienne konuşmasını sürdüni­
yordu: kŞimdi de, biliyor musunuz, bizi ltalya'ya gönderrnek istiyor­
lar! lşte artık orada çember tamam olacak. ltalya'yal Niçinmiş? ltal-

yanlar bize bir şey yapmadılar ki. Benim hoşuma gitmiyor bu. Ben
Cumhuriyeti savunmak için gönüllü yazıldım. Fetih peşinde koşmak
için değil !"

"llk yola çıktığımızda daha Cumhuriyet yoktu," diye düzeltti Gus­


tave.

"Fark etmez! Herhalde fetih peşinde değil. " Etienne fetih sözcüğü­
nü zor tuttuğu bir öfkeyle söylüyordu. Yakındaki bir masada oturan

onbaşıyı gösterip "Şu genci görüyor musunuz'' dedi, "Bellegarde'day­


dı . . . " Tombalacının sesi sözünü kesti: "42!" Elindeki sayılardan biri!

Hemen kartelasına bir fasulye koydu.

"421 . . . 1 7 ! . . . 20! . . . " Mechain artık konuşmaları dinlemez olmuştu.


Kendi düşüncelerine dalmış, handan uzaklara gitmişti. Düzenli aralık­

larla bağırtlan sayılar, çığlıklar ve sessizlik arasında gidip gelen sala-

252 \
METIU:NIN iCADI

nun gürültüsü . . . Kendini Montjouy Hisarı'nın sekisinde görür gibi

oldu, aşağıda deniz görülmüyor ama dalgalann sesi duyuluyordu. Yu­


karıda, düşlerdeki gibi, çocuk kitaplarındaki resimler kadar güzel
'

tüm yıldızları ve yıldız kümeleriyle gökyüzü. Tam başının hizasında


.

Kutupyıldızı ve kusursuz derecede belirgin, ·inatla . kuzeyi gösteren


. \

Küçük-ayı ve çepeçevre Ejderha. Tombalacının sesiyle kendisinin bir


.
ölçümün sonucunu bildiren sesi birbirine karıştı; 42 derece . . . 1 7 da-
- I
kika . . . 20 saniye . . . Birden Homa-Morta'yı, Gorizales'ın anlattığı söy-

lenceyi anımsadı. O zaman söylenmiş tümceler olduğu gibi belleğine


.

geliyordu: Homa-Morta, susmaktan ölen adam . . . Doruklardan biri


'*

\.ol

·-·

yanılgıyı, öteki gerçeği gösteriyordu ama, hangisi hangisini?


. .J
.
'

Mechain'in çevresinde avaz avaz bağırıyorlardı; kimisi ellerini çırpı-


,

i
, .

yor, kimisi maşrapasını . masaya vuruyordu. Tombalacı elinden bir 1


.

1
pul düşünı1üş, oynayanların çoğunluğu, bu son el olduğu için, yeni­ 'i
'

>

lenmesini istiyordu. Yeniden başlandı.


ı
1

1
J
Tombalacı sepetlerini topluyor, salon yavaş yavaş boşalıyordu.
1

'

Gustave kalktı. "Bununla bitmiyor ki, Etienne" dedi. "Daha gideceğiz


de, kampı toplayacağız. Umarım, yann yolcu olduğumuzu unutma­


mışsındır. n

"Sen ne bok yemey� gidiyorsun ltalya'ya? Ben gitmeyeceğim, git­


miyorum. Durum o durum değil, savaş aynı savaş değil, anlamıyor
'

musun?" Onbaşı dönmüş, onlara bakıyordu. Oturanlardan birçok


kimse, sarhoş askerlerin arasında küçük bir dalaşma var sanmıştı.

"Neyi anlayacakmışım? Biz savaşırken başkaları toprak edindiler.


Bunun böyle olduğunu biliyorsun. Bizim o zaman da hiçbir şeyimiz
yqktu, bugün de hiçbir şeyimiz yok. Sen köye dön istersen. Orada
neyle uğraşacaksın? Tombala mı oynayacaksın? Yollara düştüğümden

'
1 253
1
1
METRENiN iCADI

beri benim evim yok. Ben hiçbir yerden değilim artık, Valmy'den bi­
le değilim!" Bu son sözleri söylerken gülmeye çalışıyordu. Yanık elle­
rini gösterdi. "Sonra, topçuluk, iyi bir meslek, niye . . . anlamıyorum.
Yolculuklardan tat aldım, hem sonra. . . amaan, bok canına olsun!'' de­
yip uzaklaştı.

O gidince Etienne, Tranchot'ya dönüp "Dostumdur'' diye açıklama


yapma gereğini duydu. "Ben diyorum ki, Devrim onun gibi bir deli­
kanlıyı, tam bir gönüllüyü değiştirip askerliği meslek diye gören biri

durumuna getirdiyse, işler yolunda gitmemiş demektir." Birden,


Mechain'in verdiği kağıt parçasını kavrayıp döndü, ama astronom
orada yoktu. Tranchot'ya sordu: "Gerçekten Melun tabanının ölçümü
başlamadı mı?''

Mechain Gustave'ın söylediklerini duymuş, hemen onun arkasın­


dan, onunla aynı anda çıkmıştı. "Şu · topçu benden ne kadar farklı
olursa olsun, ikimiz birbirimize benziyoruz,, diye diişlindü. "Yakınla­
rımızı bırakmışız, artık evlerimize dönmek istemiyoruz, artık döne­
miyoruz. Dönsek de oradaki yerimiz kim bilir neresidir?"

içeride, salonda onbaşı ayağa kalkmıştı. Çok iri yarı bir adamdı,
çıkıp gitmek için acelesi yok gibiydi. Bir elinden birbirine bağlı o iki
ördek sarkıyordu. Büyük ikramiyeyi kazanmıştı! Öteki eliyle kasık
hizasından kesilmiş bacağının yerine kullandığı kocaman bir koltuk
değneğine dayanıyordu.

Birkaç hafta sonra, Tranchot her zamanki gibi Pirene Haberleri Ga­
zetesini okuyordu. Birinci sayfada ltalya ordusu başkomutanının bil­
dirisinin tam metni vardı: "Askerler, sırtınızda bir şey yok, iyi doymuyor­
sunuz, yönetim siZe çok borçlu, siZe hiçbir şey veremiyor. Bu kayalıklarda gös­
terdiğiniz dayanıklı ve yürekli tutum hayranlık uyandınyor; fakat siZe hiçbir

254
METRENiN iCADI

şan getirmiyor, uzerlniZe bir parlaklık vermiyor. Siz:leri dünyanın en verimli


ovalanna götürmek istiyorum. Zengin topraklar, büyük kentler bizim yôneti­
mimiz: altına ·girecek. Orada onur, şan ve zenginlik bulacaksınız. " Metin
Bonapane diye imzalanmıştı. Dördüncü karargah, Nice, 7 Germinal
IV.

Tranchot, Gustave'ı düşündü.

.
.

255



- 16 - •

ostacı saygıyla "Enstitü'den geliyor11 deyince kalabalık he­


men sustu, boyunlar uzandı. Ne? Mektup "zangoç"a geli­
yormuş! Zangoç . . . Vaktinin çoğunu kilisede geçirdiği için
köyde Delambre'a zangoç diyorlardı.

Mektup bir oylama çağrısıydı. Oylama, mektupta yazıldığına gö­


re, yurttaş Lazare Camot'dan boşalan yere seçilecek aday hakkındaydı.
Delambre "İstifa etmedi ki . . . " dedi. ülkeyi yöneten beş kişiden biri
olan Camot'ya sürgün cezası verilmişti.

Kaderin cilvesi işte! Carnot, tüm Terör dönemi boyunca Kamu


Kurtuluşu Kurulu'nun en etkili üyelerinden biri olduğu, Danton'u,
Camille Desmoulins'i ve daha nicesini suçlayan belgeleri imzaladığı

için Cayenne'e sürülmüyordu. Sürülmesinin gerekçesi, kralcı bir


"komplo"ya kanşmasıydı! Kralcı Camot? Tam değil ama, nasıl ateşli
bir jacobin -hiçbir zaman kralcı olmamıştı- olduysa, kral karşıtı ol­
duğundan çok daha ateşli biçimde de Jacobin karşıtı olmuştu. Sorun
buydu.

Bellet "Bakın, meslektaşınız bir gecede kötü matematikçi oluver­


miş!" dedi. 1792. yılının en koyu karanlığında, eski Akademi kralcı­
lıkla suçlanan bazı üyelerinin atılması yolunda baskılarla karşılaşmış,
fakat bu baskılara inatla karşı koymuştu. O bağımsızlıkla karşılaştı­
rıldığında Enstitü'nün böylesine baş eğmesi ayıplanacak bir şeydi.

Bellet öyle düşünüyordu.

Paris'e giderken Delambre, yolunun üzerinde Melun'e uğradı ve


Laplace'ı Dünyanın Dizgesi adlı yapıtının basılması ve yapıtın kazandı-

256

, .
METRENiN iCADI

ğı büyük başarı için kutladıktan sonra onunla birlikte tabanı denetle­


meye gitti. Sonra, hiç haber verıneksizin bir de Bruy�res'e uğradı .

Julie çok şaşırdı ama, Delambre emektar hizmetçisini mutfağın orta-


sında öyle şaşkınlıktan, heyecandan dili tutulmuş görünce ondan daha
fazla şaşırdı.
·
Paris. Ölçü ve Ayarlar Dairesi'nin salonunda duvara asılı harita

üzerinde işlemin ilerleyişini gösteren çizgi kuzeyde Rodez'e yaklaşı-

yordu ama, güneyde hiç kıpırdamamış gibiydi. Haberi Delambre'a


Borda verdi: Camo['dan boşalan yere Lenoir aday olmuştu. Sonunda o
iyi dostun çalışması ödülünü bulacak, hünerinin kıymeti bilinecekti.

Bu düzeyde sanatçılar olmasaydı kim bilir fizik ve astronomi ne du­


rumda olurdu? Galile dürbünü olmasaydı gök hakkındaki bilgimiz ne
olurdu? Duyarlı teraziler olmadan Lavqisier'nin yeni kimyası? Kayde­
dici çember olmaksızın boylamın ölçülmesi?

Kuramcılar ne derlerse s:lesinler, aygıtsız bilim olmuyor. Düşün­


mek, usa vurmak, yazmak, elbette önemli ama tartmak, görmek, ölç­
mek! Delambre bunları düşününce, oylamaya katılmanın gerekliliği
konusunda bir neden daha bulmuş gibi oldu.

Tam Delambre Borda'ya Mechain'in bir mektubunu uzatırken, Dış


llişkiler Bakanı'nın geldiğini duyurdular. Talleyrand, bakan oydu,
bastonuna dayana dayana girdi. Borda'ya son tasarısından söz etmeye
geliyordu: Uluslararası bir encümen toplamak niyetindeydi. En iyi
bilginlerden oluşacak olan bu encümenin amacı, boylamın ölçümünde
alınan sonuçları duyurmak olacakmış.

Polilika sahnesinde fazla kendini göstennenin insanın yaşamına

mal olabileceği bir sırada, son derecede yerinde bir davranışla o sah-

257
METRENIN lCADl

..

neden çekilen papaz efendi , fırtına dinginleşince beklenmedik bir bi-


çimde yeniden ortaya çıkmıştı. Tüm Devrim yıllarını yurt dışında
geçirdiği için Dış ilişkiler Bakanlığı'nı doldurıı1aya çok uygundu.
Talleyrand'ın ölçülerin türdeşleştirilmesine . duyduğu ilgi hiçbir za­
man eksilmemişti. Daha 1 790'da, Kurucu Meclis'e bu yolda bir tasarı­
yı ilk sunan o değil miydi? Borda da, onu b.u vesileyle tanımıştı.

Delambre, onunla ilgili olarak şöyle düşünüyordu: ''Olanların başlan-


'

gıcında ve sonunda yer almak, tarih içine iyice demir atmaktır.''

"Vandemiyer ayında ha! Olacak şey değil. Birim ana örnekleri ka-
.

tiyen Vandemiyer'de hazır olamaz" diye söyleniyordu Borda kız-

gınlıkla. "Nasıl olur da o tarihte Yasama Meclisi'ne sunabiliriz?"

"Erken kalkan çok yol alııınış" dedi Talleyrand uzaklaşırken.

Hala elinde Mechain'in mektubunu tutan Borda, mektubu okumaya


başladı. Biraz sonra durup, sinirli bir sesle: "Kuzum nerededir bu
Pradelles dedikleri yer?" diye sordu.

"Aldığım bilgiye göre, Kara Tepe'deymiş." Bunu, Borda


Cassini'nin Fransa haritasının başına giderken, Dela�bre söylemişti . ·
Mechain'in aylardır bir yere kıpırdamadan kaldığı köyün yerini bul­
maya çalışıyorlardı.

"On ay olacak, o ücra yerden çıkmadı. Ne yapıyor olabilir ki?''


t
Borda ciddi olarak tasalanmıştı. Daha bir gün önce Direktuar ace­
le edilmesini istemişti. Mechain'i ürkütmeden işlemleri nasıl çabuk­

laştırllabilecekti? M�chain'in alınganlığını, buluttan nem kaptığını bi-


\

• Perigord Beyi Charles Maurice de Talleyrand ( 1754-1838): 1 780'den hemen


hemen ölumune kadar çeşitli rejimlerde çok yuksek sivil mevkilerde
bulunmasına karşın, gerçek işi papazlıktı. --ç.n.
t le Directoire: 1795-1799 yıllan arasında Fransa'da, 111 yılı anayasası uyannca,
yurutme gucunu elinde tutan beş kişilik kurulun adı. -ç.n.

258
. METRENiN iCADI

lirdi. En iyisi oraya kadar gicmeyi göze almaktı ama o da olacak şey
değildi: "Onluk trigonometri ceLvellerimin provaları yeni geldi. On­

ları düzeltmem günler alacaktır!" Sonra, yolculuğun olanaksızlığına


kendini inandırr11ak ister gibi yüksek sesle düşündü: "Sayısal cetvel­

lerde bir rakam şaştı mı, hepsi yanlış olur!" Daha sonra okumasını

s� rdürerek: "Barselona! Barselona! Ne varmış orada da hep oraya


'

dönmek istiyor?"

"Belki bir kadın . . . " diye Delambre alaylı bir sesle yanıtlayınca iki-
si de kahkahayla güldüler.
·

Hala Pradelles'den bir yere kıpırdamamış olan Mechain'in iki hafta


sonra Borda'dan afdığı kısa mektupta şunlar yazılıydı: "Ne olursa ol­
sun, Barselona'daki çalışmanıza geri dönmenizden yana değilim. Ora­
da yaptığınız gözlemler eksiksizdi. Ne siz ne de başkası onlardan iyi­
sini, onlardan daha iyi seçilmişini, onlardan daha iyi sonuç verenini
yapabilir, yapsın da göreyim. Hatta kırılmalar konusundaki çalışma-
.

larımda onları kullanmak istiyorum, gözlemleriniz çalışmalarımızı


iyice doğruluyor. Siz, aziz doscum, Rodez'e kadar üçgenlerinizi bitir­
mekten başka bir şeyle zihninizi yormayın. O arada Delambre, Melun
tabanını ölçer, so�ra bakarız, uygun düşerse belki sizinle buluşur da,

Perpignan tabanını birlikte ölÇersiniz. •

"Zaten siz ne yaparsanız iyi olacaktır. Hangi şey için olursa olsun,
. .
canınızı sıkmamanızı öğüclerim. Ola ki, yaptığınızın bir bölümü Cas­
sini'ninkiyle çakışmaz, ne yapalım! Sizi oraya sizden ön�ekilerin yap-

. .

tığının eşini yapın diye değil, gerçeği bulun diye gönderdiler. Sizin
de bunu yapacağınız kesin, çünkii siz gözlemlerinizde. daha titizsiniz.
. -

Hoşçakalın, .sevgili dostum, size sağlık dilerim, dostluğunuzu benden


esirgemeyiniz. n

Bu mektup Mechain'e hem yaral�rına deva gibi geldi hem de onu

259 .

..
.
'
MEnENlN iCADI

.
incitti. Borda, işte gerçek dost! Ama, Delambre'ı Perpignan'a indir-
mek gibi gülünç bir düşünce de nereden çıktı şimdi? Hem sadece ba­
na verilmiş o tabanı, neden birlikte ölçecekmişiz? Artık Paris'tekiler
bana güvenmiyorlar mı?'' Bu korkunç düşünceyi hemen zihninden
kovdu. Bütün bunlar ona . yine de Pradelles'den aynlma karannı
aldıramamıştı.
Orada kalmak istiyordu, sadece birkaç arkadaşla, yuntaş Fabre, ,
Saint-Vincent Kulesi'ndeki yaşlı adam ve artık yanından hiç ayrılma�
yan Agoustenc ile birlikte orada kalmak istiyordu. Camot'nun yerine

geçecek adayı seçmeye gitmeyecekti. Delambre gidiyordu. .

Enstitü'ye giderken Delambre Luxembourg Sarayı'na uğradı.


.

Halk yeni birimlere alışamamış mı? Encümen, halka metrenin ne


.

uzunlukta bir şey olduğunu göstermek içi� örnekler yaptırıı1aya karar


vercrıişti. Gelen geçenin dikkatini çeksin ve açıkta havanın . etkilerine,
onun bunun saldırısına dayansın diye bunları merınerden yaptılar. _
-

ltalya'dan gelsin, Carrara · mermeri olsun isterlerdi .ama, bulamadıkla-


rı için yerli malı taşa razı olarak, Marly'den kocaman bir parça getir­
tip, en az otuz tane metre kestirdiler ve başkentin en göz önü, en ayak

altı yerlerine koydurdular.


·
;

Tui1eries'de bahçeye, Eşitlik Sarayı"nda girişe, Adalet Sarayı'nda


avluya, Antoine, Martin ve Denis kapılarına, Ulusal Kitaplığa, Resim
Galerisi'nin girişine, postahaneye, Yeni Köpninün üzerine, Maubert
Alanı'na, Greve Alanına, İtalyanlar Caddesi'ne ve sonuncu da Luxem-
.

bourg'a.
Delambre oraya vardığında ·Küçük L�embourg konağının müşte­
milat duvarına bir adam boyu yüksekliğinde, sıkı sıkıya gömülmüş
taş metrenin çevresinde ·aralık ayı soğuğuna karşın küçük bir toplu- _

' 260
METRENiN lCADI

luk vardı. Herkesin ilk tepkisi kollarını açıp metrenin ölçüsünü al­
mak, sonra omuzları ve boynµ kaskatı, kollan açık olarak birden ar­
kasına dönmek oluyordu. Kimisi söyleniyor kimisi gülümsüyordu.
Bu ilk ölçmeyle yetinmeyenler taş metreyi karışlıyorlardı. Çoğu za-
. .

man dört karış yetiyordu. Eli çok büyük olanlarınsa üç karışı metre-

yi kaplıyordu. Fotinlerinin burnunda yükselen ufak tefek bir kadınca­


ğız ise ancak beş karışta metreyi ölçebildi. Kimisi bunun uygun bir
uzunluk birimi olduğunu söyleyip seviniyor, kimisi "bundan daha
kötüsü olamaz" diyordu.

Babasının om uzlarına tünemiş bir yumurcak eldivenlerini çıkara­


bilmek için didinip duruyordu. Delambre yardım edip çıkarınca, kü­
çük oğlan hemen büyükleri taklit etmeye koyuldu. Minik yumruğunu
buz gibi merınerin bir ucundan bir ucuna yürütürken bir yandan da
gülerek babasının göğsünü tekmeliyor, adam da metre boyunca hızla­
nıyordu. Delambre uzaklaştı.

Vaugirard Sokağı'ndan ayrılıp Mezarcılar Sokağı'ndan geçerek Sei­


ne Irmağı'na yöneldi. Orada bir evin birinci katında bir levha asılıy-

dı: "Pansiyon Vernet. Kiralık odalar." Delambre ortadaki büyük kapı-


yı itti. Pek ufak bir avlunun anasında beş tane ıhlamur ağacı kış so­
ğuğunda titreyip duruyordu. Yukarıda bir pencerenin perdesi kapalıy­
dı. Bir saat altıyı vurdu. Neredeyse oylama saatini kaçıracaktı. 1743
boylamı çizgisinin hala, yeni adıyla Felsefe Tapınağı, eski adıyla
Saint-Sulpice Kilisesi'nin zemininde çizili olup olmadığını görecek
kadar vakti kalmadığı için koşmaya başladı.

"Boşalan üyeliği doldurc11a amacıyla . . . " "Ah, hoş geldin laf salata­
sı!" diye düşündü Delambre. " . . . Birinci matematik bölümünde boşa­
lan üyeliği doldurma amacıyla ya pı]an seçimde yuntaş Lenoir 1 9 1 oy

26 1

.
.
METRENiN iCADI

almış, yurttaş Bonaparte Napoleon 4 1 1 oyla seçilmiştir.91

Başkentin gözbebeği olma yolundaki general, yapmacık bir çekin­


genlikle ilerleyip aralarına yeni girdiği çalışma arkadaşlarını selamla­
dı. Sanatlar bölümünden eski bir üye "lşte hiç atış yapmadan kazanıl­
mış bir savaşl" diye bağırdı. Edebiyat bölümünden qaşka biri "Alma
.

Köprüsü'nden sonra şimdi de Enstitü Seddi!" diye ekledi.

General hiçbir şeyi rastlantıya bırakmamış, seçilmek için elinden


geleni yapmıştı. Apenin Dağları'nda kazandığı utkuların tacı başında
Paris'e döndüğünde, kendini ortalarda göster1nemiş yani kendini ar­
zulatmış, özlelmişti; sol kıyının gürültülü salonlarında boy göstere­
ceğine seyrek çıkışlarını Enstitü'ye ayınnış, orada ciddi oturumlann
dikkatli dinleyicisi olmuş, ilgilendiğini göstenrıişti.

Matematik bölümüne seçilmek için bu yeter miydi? Edebiyat olsa


hadi neyse, ama Fransa'nın en iyi altı matematikçisinin arasında yer
almak!

Bonaparıe birkaç bakımdan övünebilirdi. ltalya'dan yanında bir


·

bilginler topluluğuyla dönmemiş miydi? Berthollet ve Monge dostu


olmamışlar mıydı? Campo-Forrnio banş anlaşmasını Paris'e muzaffer


bir biçimde getirme görevini Monge'a vermemiş miydi? O anlaşma

metninden başka Monge, Paris'e Bonaparte'ın el yazısıyla bir kağıt da­


ha getirmiş ve o kağıt, seçilmesinde çok etkili olmuştu. Bir savaş pla­
nı mı? Bir politik bildiri mi? Hayır, kağıtta bir TEOREM vardıt

Bu. ltalyan matematik çevresinin haklı övünç kaynaklarında·n biri­

nin. generalin üç savaşım, iki yağma arasında arkadaş olduğu Loren­


zo Mascheroni'nin yeni bulduğu bir teoremdi. Sonucu çok şaşırtıcı
bir şeydi, küçük bir devrim oluşturuyordu. Eski matematik, ispatla­
malarında ancak geometrinin şahı olan o iki aygıtın, cetvel ve perge­

lin yardımıyla yapılabilen şekilleri kabul ederdi. Yani, iki bin yıldan

262
METIU:NlN iCADI

beri bu ikisinin birbirlerine, yalnızca birbirlerine bağlılıklarından


doğmuş nesnelerin küçük dünyasında hareket ediliyordu. Yunanlı

Euclides'ten daha katı olan ltalyan Mascheroni, bu iki aygıtla yapılan

biçimlerin yalnızca pergelle de yapılabileceğini ispatlamıştı.

Generalin lehinde olan bir başka nokta da. astronomiyi sevmesiy-


di. Yıldızları -ve kadınlan- sevmek. yıldız keşfinde bulunmaya yet­
mez. Başka birinin vardığı sonucu yaymanın, insanı o sonuca varan
kimse yapmayacağı açıktır. Birçok bilginin yakın dostu olmak, onlar
en büyük bilginler de olsa, insanın ille kendinin de bilgin olmasını
gerektirmez. ·

Bir topçu genellikle biraz geometrici biraz mekanikçi olmakla


övünebilir. Bir. merminin erimi denkleme bağlı değil midir? Elbette,
.

ama Bonaparte'ın bilimsel ünvanları nelerdi? Öhü . . . öhü . . . Ah, evet,


ınsan anımsayıverıyorrrıuş.
• •

Çok uygun bir rasrlantıyla seçimden önceye düşen bir oturumda


general, büyük matematik kütüğüne unutulmaz bir sonuç eklemişti.
Bütün meslektaşlarının hazır bulunduğu o oturumda belli bir çembe­
rin merkez noktasını tek bir pergel yardımıyla belirlemişti. Çevreden
övgü ve saygı sözleri yağmıştı. Simon Laplace bile koşup o tebeşirli
eli sıkmış "Sizden her şeyi beklerdik, generalim" demişti, "ama geo­
metri dersi beklemezdik." Bütün bu marifetlerden sonra, zavallı le­
noir'ın matematik bölümüne seçilmek için en ufak bir şansı olabilir
miydi?

Mechain. Enstitü1nün bütün bu yüksek sosyete hayhuyundan tızak- ·


tı. ·Bugarach, varsa yoksa Bugarach. Şu Janet olası doruğu neden seç-

mişti acaba? Saçma bir soru. Sanki seçilebilecek başka doruk varmış
gibi. . . Onun yerine koyacak başka bir tepe yoktu ve Mechain bunu bi-

263
METRENlN iCADI

liyordu. Bugarach'a mahkorndu, bir kabustayrnış gibi ona bağlıydı . . .


1-Iaftalardan beri artık kimse nirengi noktasını beklemiyordu. Beklete­
cek adam yoktu, bulunsa da adamı razı edecek para yoktu.

Astronom bastonunu aldı ve bir kez daha, büyük kayanın yolunu


tuttu. Yanında Agouscenc vardı. Genç adam gittikçe daha sık astrono­
ma yardımcı oluyordu. Tranchot at sırtında, bazen haftalarca süren
yeni istasyon yeri arama yolculuklarına çıkınca onun yerini alıyordu.

Tırmanma ötekilerden ne daha zor ne daha kolay oldu. Başında ve


kolunda derin bir sızı duyunca Mechain yarı yolda duııııak zorunda
kalmış, kendisiyle birlikte kalmak için direnen Agoustenc'e tırrnan­
mayı sürdürme buyruğunu verıı-ıişti. Genç adam hiç istemeye isteme­

ye, adeta yaralı efendisini bırakmak istemeyen hayvanın duygularıyla


.

astronomu yalnız bırakmak zorunda kalmıştı. Mechain de uyuyakaldı.


lşte uyandırıyorlardı. Ne çabuk! Ona ancak bir an içi geçti gibi gel..
mişti. Halbuki Agoustenc dönmüş, başında dikiliyordu bile. Ne var
ki, öngördüklerinden daha hızlı gidip gelmişti. Açık havaya ve yürü­
müş olmasına karşın yÜZü solgundu. Bir dağ adamı olarak kuru ko­
nuştu, gereksiz sözcük kullanmadan anlattı. Mechain bastonunu kap­
mış, tepeye doğru seğirtmişti bile. Yararı yoktu, yararı olmadığının
kendisi de farkındaydı. Agoustenc de aynı şeyi söylüyordu. Yine de
cırmandı, görmekten çekindiği şeyi kendi gözleriyle görenek için bir
tür sapıkça istek duyuyordu.

Felaketin genişliğine bakıp: "Bu seferki fırtına değil!'' diye kükre-


di. Agoustenc: "Elbette, elbette değil" demekten başka bir şey bula­
madı. Kasırga izlerini bırakırdı, geçtiği yerlerde o korkunç sofrasının

yemek arlıkları görülürdü. Fakat bu seferki ona benzemiyordu. Dara­


cık bir düzlüğün üzerinde, yere iyice kakılmış olan işaret tabanından
başka hiçbir şey kalmamıştı. Tıpkı jussieu'nün kitaplarında anlattığı,

264
METRENiN iCADI

kurbanlarının kemiklerinden başka bir şeyini bırakmayan o Amazon


balıklarının şölenlerinden sonra görüldüğü gibi, her yer pirüpak ol-

muştu. "Çiviler bile kalmamış, her şeyi, her şeyi götürnıüşler" dedi
Mechain. "Kötülük, katıksız kötülük bu."

"Hayır," dedi Agoustenc, �hırsızlık!"

"Bir de siz diyordunuz ki, buralara kadar çıkıp öte beri çalmak
için insanın deli olması gerekirıniş�··

'40rtalık değişti. Sefalet diz boyu, hırsızlık. . . Sonra, bunlar güzel


tahtaydı, iyi ateş yakılır bunlarla." Agoustenc'in sinirlenmeden, ne
dediğini bilircesine söylediği bu sözler bir tartışmaya yol açabilirdi
ama, Mechain d inlemiyordu. "Bütün işaretlerimizi de jandarlııaya
bekletemeyiz ya!"

Patres çiftlik evine döndüğünden beri Mechain bumunu dışarı çı­


karrı1amı.ştı; her geçen gün biraz daha kendi içine kapanıyordu. işaret­
leri yeniden kurc11ak mı? Neye yarar? Yeniden yok edilirler.

O sabah, büyük oturrı1a odasında tıraş olmamış, üstü başı özensiz,


ağır ağır sebze soyuyordu. "Ana" dedikleri kadın, gözünün ucuyla
onu gözetliyordu. Yaklaştı, yumuşak bir hareketle bıçağı elinden aldı.

"Pek hızlı yapmıyorsun" dedi. "Akşama yetişsin istiyorsan ver şu-

nu . . . "

Mechain kalkıp tek laf etmeden dışarı çıktı. Çok ince bir yağmur
yağıyor, çevreyi tül arkasında gibi gösteriyordu. Ağılın girişinde bir
taşa oturdu, kendisi de taşlaşmış gibiydi. Ana biraz bekledi, hiç sesi­
ni çıkarmadan sırtına bir atkı atıp yanına gitti. Adam kadının geldiği­

ni duymamıştı, sanki yağmurun içinden çıkıvermişti. "Hadi, g i r !


Üşüyeceksin." Mechain kıpırdamıyordu. "Bak bana bakayım." Ayıp

olmasın diye, ama zorlukla gözlerini, ıslanmış çehresini kaldırdı. Ka-


.

265
METRENiN le.ADI

dın başını salladı� hayvanlarından birinin hasta olduğunu fark ettiğin­


de de öyle yapardı. Odada unuttuğu ta�esini uzattı: "Sen iyi değil­
sinl Evine dön, geçinceye kadar. Kimsesiz değilsin; bir karın var, ço­
cukların var' bahara dönersin. n

"Paris'e mi döneyim? Şimdi mi? Bitinrıeden mi?" Böyle bir dü­


şünceyi kovmak istercesine başını salladı.
"Tranchot senin yerine yapar, o sağlam."
Mechain yerine hopladı: "Tranchot mu? Bana bir görev verilmiş.
Sadece bana, yardımcıma değil. Bu ölçümleri benim yerime kimse
yapmayacaktır� kimse Paris'e gidip de 'Mechain işi bıraktı, Mechain
işi bitirmedi' diyemeyecektir. Kimse!" Ana, astronoma sertçe baktı.
Ne o]duğunu pek iyi an]amıyordu ama, kısa kesmenin, adama katı
davranmanın gerekli olduğunu hissediyordu. Asık yiızle: "Ben," dedi,
"senin o ölçümlerini ırgalamam, evladım. Senin iyiliğin için söylü­
yordum."
"Kusura bakmayın, Ana. Pek )1abani oldum ben.''
"Aldırma!',
Mechain, Ana'yla birlikte ağıla kadar gitti, sonra ikisi birlikte içe­
ri girdiler.

Akşam ocağın karşısında Ana büyük masanın üzerini toplayıp sil­


dikten sonra, astronom yazı takımını koydu, bir yaprak kağıt çıkardı.
Kalemi havada düşündü, ikircikliydi . . . Lalande? Ondan başka kime
açılabilirdi? "Evet dostum'' diye yazmaya koyuldu, "o yürekler acısı
durumu görünce, bize o kadar zahmet veı1niş olan işaretlerimi yok
olmuş, bütün yaptığımı kaybolmuş görünce, cesaretim kırıldı. Benli­
ğimi pençesine alan, boş kalınca ya da yalnız olunca beni donduran ve
o bir damlacık yeteneğimi de alıp götüren bu uyuşukluk hakkında si-

.

266
METRENJN ICADJ

ze ne söyleyebilirim? lçine düştüğüm çaresizlik ve usanç had dereceye

vardı. itiraf edeyim ki, daha fazla kuvvet ve daha fazla yetenek gereki­
yormuş meğer." Başını kaldırınca Ana'nın halden anlayan bakışıyla
karşılaştı ve onun dingin gücünden yüreklenip yazmayı sürdürdü.
"Ama,i' diye yazıyordu, udevam etmekle görevlendirilirsem silkinece­

ğim. Emir gelir gelmez, Kara Tepe'nin, Üç Köprüler'in işaretlerini al-


-

maya gideceğ4n. Herhalde bize doğru kartal hızıyla inecek olan yurt-
taş Delambre'a sonbaharda kavuşacak kadar hızlı gideceğiz." Daha
şimdiden, bunları yazmış olmak ona eski cesaretini yeniden
kazandırıyordu. Birden içinin ısındığını, canlandığını hissetti. Ah, ne
iyiydi! Yeniden yaşamak, her şeyin yeniden bir anlam kazanmasıl
Mektubu bitirip hazırlanmalı ve hemen yola çıkmalıydı. Ertesi sabah
şafakta her şey yeniden başlıyordu. ,

·
Birkaç gün sonra, birisi tepelere çıkıp da dolaşsa şu garip sahneyi
görebilirdi: Yeniden yapılm1ş dimdik, sağlam, eksiksiz durumdaki
işaret. Birkaç adım ötesinde, küçük bir ateşin karşısında iki adam ar­
tık ne kadar ısınılabilirse o kadar ısınmaya çalışıyorlar. Bunları so­
ğuktan koruduğu varsayılan karmakarışık giysi yığınının içinde bir
üniforma seçiliyor. Gerçekte, bölge makamlarınca ulusal jandanrıa
güçlerinden istenmiş bir erle bir çavuştu bunlar. Er çavuşa: "Benim

şimdiye kadar başıma hiç böyle bir şey gelmemişti" diyor. "Dağ ba­
şında dört parça odunu bekliyoruz!" Çavuş yanıtlıyor: "Eh, o olma­
mış da bu olmuş, ne fark eder yani!" Sonra dikleşip ekliyor: "Görev,
görevdir."

267

'

skimiş giysileri, yıpranmış ayakkabılanyla kürek mahko.­


mu sakalları, soğuktan ancak şöyle böyle koruyan takke­
leriyle Delambre ve Bellet derırıe çatma bir arabada sarsı-
la sarsıla, kendilerini bir sonraki . istasyonlarına götüren
.
sarp bir yol-
da ilerliyorlardı.

Delambre yolculuk defterine "Çeşitli istasyonlara gidebilmek ve


zorunlu eşyamızı Laşıtabilmek için ancak tek atlı bir köylü arabasına
·yetecek paramız var" diye yazmıştı.

"Soesme'de bize yatacak yer verıı1ediler, ama elimizde Devrim'de


çıkarılmış kağıt banknotlardan başka para olmadığını biliyorlardı. .
Belediye bize ekmek verene karşılık olarak buğday venrıeyi vaat et-
.

meseydi aç da kalacaktık. O güvenceye karşın birçok kez ekmek sat-


mayı da reddettiler.

"Birçok kez de, Philopoemen gibi, sağlıksız görünüşlü çehremizin


kefaretini ödediğimiz oldu. Tahmininde en iyimser olanlar bile, bizi
bir hastaneden ötekine nakledilen savaş esirleri sanıyorlardı: Daha
başkaları, kaydedici çemberin kutularını görüp bizi para ödeyemeye­
cek köy şarlatanlan sandı; geceyi geçirecek bir yer gösterc11ediler.
Vouzon'da öyle oldu.

"insan ancak devrim zamanlannda ve ne olursa olsun yolunu sür­


dürmeye kararlı olduğunda böyle yolculuk yapar.''

"Yaka yıpranıyor , kollar tirfilleniyor, dirsekler deliniyor!'' De­

lambre eldivensiz elleriyle dizginleri


.
tutarken bunu sanki bir şarkı

gibi söylüyordu. Bir öncekilerden daha derin ve az �alsın arabanın ar-


268
METRENiN iCADI

tık bu sefer iyice düşüp kalacağı bir çukurdan çıkarken homurdandı:


"Bir keten helvası kağıt para yüz liraya !"

Arkada, kaydedici çemberin sandıklarının üzerinde oturan Belle[,

parcnak uçlan kesik eldivenlerini giymiş hiç istifini bozmadan bir to­
mar kağıt parayı sayıyordu. "Maaşlarımızla" dedi, "bakalım bu ay ne
alabiliriz?" Hızlıca hesapladı: "!kimize on üç buçuk ke[en helvası dü­
şüyor!"

Köye varınca, Delambre Bellet'yi hemen arabanın çevresine toplan­


maya başlamış o]an köylülerin merakıyla başbaşa bırakıp uzaklaştı.

"Bir şey mi satıyorsun?" diye seslendi bir köylü.

Bellet afallamıştı, köylü bağırdı; "Aptal mısın nesin?" Ötekilere


dönerek: IABir şey satıp sa[madığını bile bilmiyor!" dedi. "Hadi gel ! "
diye kansının kolundan çekti.

Kadın kolunu kurtarıp Bellet'nin burnunun dibine kadar sokuldu,


daha iyi incelemek istiyordu: "Sen birkaç gün önce Serıı1ur tarafında
değil miydin? Yanında biri daha vardı" dedi. Yanıtı beklemeden koca­
sına "Hep çan kulesine kapanıp bilmem ne işleri yapıyorlardı ,, dedi.
"Paris'ten gelmişler, bilginmişler." Köylü, yüzünü iyice buruşturdu
ve "Okumanın sonu bu olacaksa ben bizim oğlanı hemen okuldan ala­
yım" dedi.

Bu arada Delambre üç ahır gezmiş, dördüncüsüne varınıştı. Aradı­


ğı adam bir ağaç kütüğüne oturcııuş, sıska bir ineğin kocaman meme­
lerini sağıyordu. Belediye Başkanı Antoine'mış. Delambre, görev em­
rini ve ona ekli olan elkoyma izni belgesini gösterdi. Beriki islemeye
istemeye aldı. dayanılmaz bir yavaşlıkla heceledi, ellerini silip yeni­
den süt sağmaya koyuldu. Sonunda: "Nerede bu yurttaş Delambre?"
dedi.

"Benim!"

269
ME1RENiN iCADI

Başkan , astronom olduğunu iddia eden bu berduşu hayvan denetle­


yen bir at cambazı gözüyle süzdü. Delambre bakışlarını indirn1emiş­
ti. "Bari bir de dişlerime baksın!" .
.

"Bölgede cirit atan o kadar çok madrabaz var ki . . . El koyma işi


bizim buralarda öyle pek iyi işlemez. Son defa , doğuran her domuzun
sekizinci yavrusunu almaya geldiler. Elkoyma emri diye sırıtıyorlar­
dı. Enesi mevsim Ciomuzlar yedişerden fazla doğurıııadı, nedensel Pe-
,,
ki, hadi ne istiyorsunuz? .
''lki kişilik yemek , yatacak yer; evet iki kişiyiz, yanımda yardım­

cım var. At için ol, kuracağımız iskele için kereste, bir dülger, birkaç
,,

işçi . . . " Belediye Başkanı afallamıştı: "Hepsi bu kadar mı? diye mırıl-
,,
dandı. "Bu kadar . . . Şimdilik dedi Delambre.

"Paris'te size şeyi ölçtürmeye . . . " Başkan sözcüğü arıyordu, bula­


madı, "ölçtürmeye karar veriyorlar, biz de, Herıııent'da, çocuğuna ba­
kan analar gibi sizinle uğraşmak zorunda kalıyoruz!''

Başkanın bacaklarının arasına sıkıştırdığı yan yarıya dolu kova­


dan sıcak bir buhar yükseliyordu. Delambre'ın imrenerek baktığını
görünce, adam: "lçin, hadi!" dedi. Oh , sütün o ılık köpüğü! Kara sa­
.
kalının üzerinde beyaz bıyıklarıyla Delambre dudaklarını silerken:
"Biliyor musunuz'' dedi, "paramız var, ama kimse Devrim kağıtlarını
kabul etmiyor. ,,
.

"Elbetle etmezler, kaça gidiyor, haberiniz var mı?"


"Biliyorum," diye Delambre adamın sörunü kesti "bir keten hel-


,
vası yüz lira.n

"Demek biliyorsunuz? Öyleyse keten helvası yiyorsunuz!"

"Her gün! Artık ondan başka bir şey yediğimiz yok. Her şey ateş

pahası." ' .

Birkaç gün sonra Delambre ile Bellet, Herment yakınında birkaç


.

\
270
'
'

METRENiN lCADl

hanelik bir mezradan geçiyorlardı; insanın ayağının çamur, gübre su-

yu, her türlü çer çöpün y umuşak bir halı gibi döşediği yere iyice bat­
tığı o minik mezralardan biriydi. Btl karı11akarışık yerden bir an önce
çıkmak için acele acele yürüyen Bellet arkasına dönüp astronom nere­
de kaldı diye baktı. Epeyi geride, ydlun anasında durmuş, Bellet'nin
olduğu yerden seçemediği bir şeye bakıyordu. Bellet dönüp yanına
.
yaklaşınca Delambre'ın mırıldandığını duydu: "Altı . . . yed i.�' Böyle sa-

yarken parmağıyla da çi rkefin içinde ağır ağır kıpırdayan pembemsi


küçük toparlak bir şeyleri gösteriyordu. Bunlar, üstü açık bir ahırda
yuvarlanıp duran bir dişi domuzla yavrularıydı.

"Şimdi de domuzlarla mı ilgileniyorsunuz?

Delambre. dalgın: "Ne diyordunuz?" diye sordu.

"Diyordum ki, Herınent'daki kilisenin çan kulesi iyi belli olmu­


yor, iyisi mi gece, fener ışığında çalışalım."

"Sakın ha!" diye bağırdı Delambre. "Başımızdaki belalar yetmiyor


mu, sanki? Bakın, yine söylüyorum size, halkı telaşlandırmamalı,
kendimizi sessizce kabul ettinneliyiz, göze batmamalıyız. Unutmayın
ki sizi hala Tuileries'deki yangından sorumlu tutuyorum."

"Zamanaşımına uğradı!" diye bağırdı Bellet. Bunu söylerken yırtı­


c ı bir görünümle yaklaşan dişi domuzdan koşarak kaçıyordu.

Herınent Kilisesi. Kocaman beyaz çarşaf çan kulesi boy unca salla­
na sallana aşağıya doğru açılıyordu. Boşluğa doğru sarkmış olan De­

lambre ile Bel1et kumaşın uçlarını yapı iskelesinin dikey kalaslarına


bağladılar. Kotardıkları işten hoşnut, acele etmeden aygıtlarını toplu­
yorlardı. Bellet bir ara giqip açıklıktan aşağıya baktı. Kilisenin dış

avlusunda bir grup köylü toplanmıştı. Aralıktan Bellet'nin başını gö­


rünce bağırışıp çığrıştılar. Beğeni bağırışları mıydı yoksa küfür mü

271
..
.
· ·.

MEfRENIN iCADI

ediyorlardı? Delambre'ın başı d� yardımcısınınkinin yanında belirin­


ce sesler çoğaldı. Yumruklarını onlara doğru kaldırıyorlardı.
· ·
Delambre saf saf, "Bize kızıyorlar gibi" dedi.
Biraz sonra, Belediye Başkanı Antoine, danalar gibi soluyarak yapı
iskelesini ağırlığının altında titrete titrete göründü. "Bu bayrakla ne

halt ediyorsunuz, kuzum? Paris'tekiler işin neresinde bilmiyorum


1

ama, biz burada hala Cumhuriyet yönetimindeyiz. Derhal şu krallık


bayrağını indirin, bakayım!"
"Krallık bayrağı mı?'' diye kekeledi Delambre. Tepkisi daha hızlı
olan Bellet bir kahkaha koparmıştı. Renginden ötürü, çarşafı krallık
simgesi sanmışlardı! Muzip muzip Delambre'a "Halkı telaşlandırrı1a­
malıyd1, değil mi? Telaşlandırrrıadık işte!" diye laf attı, arkası_ndan da ··
"Şimdi dönerim!" diye merdivenlere seyirtti.

Delambre, Belediye Başkanına şu kahrolası çan kulesinin koyu .


. .

renk olmasından ötürü dağlara da loş yansıdığını, Meymac'tan görü- ·


.
.

'

lemediğini anlattı. "lşte bu nedenle beyaz kapladık. Fon açık renk olsa
siyahla kaplardık. Ama, o zaman da herhalde bizi korsan sall}rdınız!" ·

Ta aşağıda dış a\1luda köylülerin kızgınlığı gittikçe anıyordu. Ku­


leye diren gösterenler, tüfek yöneltenler vardı. Kalabalık kızışıyordu.
"Beyler geri geliyor!'', "Bu sefer sakalı ele venneyeceğiz! Toprak, bi- .·

zim toprağımız. Gelip de alsınlar bakalım!", "Ne bekliyoruz, gidip ·


şunları indirelim oradan!", "Antoine çıktı konuşmaya", "Kimmişler, . .

biliyor musunuz?'' Geldiklerind.e Bellet'ye sırnaşmış olan Mariette:


"Bilginler" diye çevresini bilgilendirdi. Kocası ise, kadını tanık göste-
. '

rip "Ben sana dememiş miydim, �ariette?" dedi. "Sağlam ayakkabı


olmadıklarını sezmiştim. Bir de o hıyar 'hiçbir şey satmıyorum' de-


mişti. Sen ne diyorsun kuzum, bize kralını satmaya çalışıyorcnuş!"

272
ME"raENJN JCADJ

Yüksek sesle bağırışlar duyuluyordu, kararlıydılar ama bazı çehreler­


de korku da yok değildi. Biraz uzakta , bir sütunun gölgesinde derli
toplu giyinmiş yaşlı, ufak tefek bir karı koca gözlerini çan kulesinden
ayııınıyorlardı . Onlara göre, hiç kuşku yok beyler dönüyordu, tepe­
deki iki adam da onların öncü birliğini oluşturuyordu.

"Ne yaparlar onlara aeaba?" Bunu soran yaşlı kadındı, duymasın-


lar diye tedirginliğini alçak sesle dile getiriyordu.

Kocası, sevecenlikle kansının kolunu sıkarak onu rahatlatmaya ça­


lıştı: "Üzülme, gün onasında bu işi yaptıklarına göre, yalnız değiller­
dir."

Birden coşkulu sevinç haykırışları yükseldi. Halk bir eğlentide


olduğu gibi alkış tutuyor, coşkusunu dışa vuruyordu. Bütün başlar

yukarı çevrilmişti , herkes. kiliseye bakıyordu. lki kanat kumaş, biri


mavi , öteki kırıı1ızı, beyaz çarşafın iki yanında, aynı anda açılarak
aşağı sarkıyor, üçü birden kuleyi görkemli bir biçimde sarırnalayan
.

garip bir bayrağa dönüşüyorlardı.

Yaşlı adam kansının elini bıraktı. Başını öne eğerek: "Hadi, gel"

dedi, "dönelim."

Bayrağın hizasında iki "cumhuriyetçi"nin başı göründü, Antoi­


ne'ınki de gelip aralarına yerleşti. Üçü de uzun uzun alkışlandılar.
Mariette dun11adan önlüğünü onlara doğru sallayıp duruyordu, şişi­
nerek çevresine: "Arkadaşlarım" dedi, "Parisli bilginler!"

Delambre yolculuk defterine "Beyazın fazla baskın olduğu üç renk­


li işaretime uzun süre saygı gösterileceğinden emin olmadığım için,
Puy-de-Dôme il yöneciminden bu işareti yetkili · kişilerin savunması
,
altına alınmasını rica ettim. diye yazıyordu. Böyle bir olayın, gele
gele kendisi gibi bir kumaşçı oğlunun başına gelmiş olmasını kaydet-

273
,,,..

,,

METRENiN iCADI

mekten de geri kalmamıştı.

Bellet kumaşları nereden bulduğunu bir türlü söylemedi ama, bir­


takı� tahminler yürüten Delambre, yardımcısının kilisenin tam arka­


sına düşen küçük bir evde bir "tanıdığı"nın oturduğunu düşürunekten
kendini alamıyordu.

Artık işin sonuna geliyorlardı, · bunu hissediyorlardı. Ne pazan


dinliyorlardı ne on günde bir verilmiş olan o dinlenme gününü. Ast­
ronomla yardımcısı, pek hızlı gitmemesine karşın pekala yola daya­
nan arabalarında, Rodez'e doğru yola çıkmışlardı. Ayın 1 1 'inde Mey­
mac'taydılar, köylüler onları çevrenin en yüksek dağı dedikleri bir
dağa götürdü. Yağmur yüzünden hiçbir şey göremediler. .1 2'sinde ye­
niden aynı yere çıktılar. 13'ünde Bort-les-Orgues'a gittiler. 14'ünde
sabahtan akşama kadar yağmur yağdı. 1 5'inde Borı Dağı'nı köye tepe­
den bakan yalıyara kadar tırmandılar.' 16'sında Mauriac'taydılar ve
bütün gün yağmt1r yağdı. l 7'sinde Mauriac'tan Peaux'ya geçtiler: Bel­
let işaretin malzemesini ısmarladı.

" l 9'unda" diye yazıyordu Delambre, "bir anda Puy Violent'in kar­
la kaplandığını gördüm; o sırada Bellet oraya gitmek üzere yoldaydı.
20'sinde il yöneticilerine gittim, bana Montasalvy Belediye Başkanına
sunmam i�in bir mektup verdiler. 2l'inde Montasalvy'ye vardık.
22'sinde küçücük Saint-Pierre Kilisesi'ni gezdik. Kapısı kalmamış, çan

kulesi de ancak yarı yarıya ayakta. Bir çeşit iki yanı açık duvar oyu­
ğu. Yolculuk boyunca bulutun içinde gittik. Montasalvy'de Mechain'i
bulacağımı umuyordum. Hep yollarda geçen yaşamımız haberleşme­
mizi çok yavaşlattı. 23'ünde Montasalvy'ye döndük. Mechain yoktul

'"Aubassin'de Fontange kasabasında bir doktor, işaretimi koydu­


ğum tepenin adının }1ukarıda yazdığım gibi 'Violent' değil, 'Violan'
olduğunu söyledi. Bu arada Bort'taki işaret hakkında şunu yazayım:

274
METRENiN iCADI

Birçok kez yıkıldı, bozuldu�· belediye yönetimi üzerine düşüp özen


gösterıneseydi, pek uzun süre dayanamazdı."
Delambre ile Bellet işlerini bitirdikleri gün, müth�ş bir fırtına
çevreyi harap etmişti. Dağdan inen bir toprak, çamur ve çakıl seli
kente akıp sokakları üç kadem yüksekliğinde doldurınuştu. Dordogne
· Köprüsü'nün sele kapılıp yıkılmış olmasından korkuluyordu. Yalıya­
rın kenarına birkaç adım ııı.akta bir noktada, sağanaklar altında, as­
tronom ve yardımcısı, kendilerini boşluğa doğru iten, rüzgann şidde­
tine kapılıp gitmemek için birbirlerine iyice kenec)enmişlerdi.
Onların arkasında, dağın doruğunda yükselen işareti yağmur dö-

vüyor, şimşek onu garip biçimlere sokan ışığıyla etrafını çerçeveli-


yor, işaret böylece kolu bacağı birbirini tutmaz uc�be bir Vlicudun

insanı ürkücen görünümlerini alıyordu. Doğa güçlerinin işkencesine


uğramış tahtadan bir lsa gibiydi. Ellerinden geldiğince hızla uzaklaş-

tılar. Köyün girişinde düşman bir kalabalık onları bekliyordu! Doğa­


nın böylesine anlaşılmaz bir şiddet gösterlt1esinden birinin sorumlll
olması gerekiyordu. Felaketin nedeni olarak bula bula işareti bulmuş­
lardı. lki aya yakın bir süreden beri dağda her çeşit tarımın askıya
alınmasına neden olan bu sürekli yağmurları ondan biliyorlardı. "Ge­
bertelim şu büyücüleri!'' diye bağırıyordu kalabalık. Olay. Saint-De­
nis'dekine benziyordu, burada üstelik bir de rakımtn yüksekliği ve
yağmur vardı. Orada olduğu gibi, burada da astronomla yardımcısını
kunaran yine Belediye Başkanı oldu. Adam onları evine kabul ecti.
iliklerine kadar ıslanmış, ticreyip duran iki "büyücü" pek acınacak
durumdaydılar. Nasıl olduysa. galiba Bellet soğuk almamıştı; ama
Delambre'ın durumu öyle değildi, o, soluğu · kesilecek gibi aksırıp
duruyordu. Biraz ara verince kükredi: "Casus, aristokrat, kralcı, şar­
latan, göçmen, şimdi de büyücü olduk! Yetti artık, yetti!" Delambre

275
METRENiN le.ADI

·
kendini· yatağa attığı anda Bellet, heybesinden her derde deva merhe­
mi çıkaran pir beberuhi gibi, önlüğünün altından koca bir içki şişesi

çıkardı.
1

Bir saat sonra Belediye Başkanı fırtınanın çarpıp sarstığı camlar-


dan bakınca, Delambre'ı, boynunda bir peşkir, ayağında kuru bir · pa­
çalı don, avaz avaz şarkı söylerken gördü:

"Mutsuz bekar,

Kocayıp elden ayaktan düştüğünde . . .

Zamparalığının sonucu

Hastalıklar başına üşüştüğünde . . "

Kırık bir sesle, "Bari zamparalık da olsaydı!n dedi ve şarkıyı sür­


dürdtı:

"Söyle, halin nice olacak?"

Sonunda uyuyakaldı ve ertesi gün ancak öğleden sonra uyanabildi.


Uyandığında başı kurşun gibiydi, midesi hafiften bulanıyordu.

Bu aynntılan yolculuk defterine kaydetmenin ne gereği var? diye­

rek gerçeklerden kaçmaya çalışıyordu. lleride bu çalışmaları yazacak


'
'

olan tarihçilere bu gibi bilgilerin nasıl bir yaran olabilir? Halbuki


başka birtakım bilgiler çok daha fazla işlerine yarayabilir. Yazmaya
koyuldu: "6 Früktidor günü , La Gaste'ta Mechain'in işaretini gördüm.

7'sinde Rodez'den Rieupeyroux'ya giden yolun üzerinde birden Tranc­


hot'ya rastladık. Mechain'in verdiği bir görevden geliyorrnuş." .

Tranchot ağır ağır leğene gömüldü. Su istediği sıcaklıktaydı , le-

276
METIU:NIN iCADI

ğen de tüm Vticudunu alacak kadar büyüktü. En az bir saat suyun


içinde tembellik etti. Tıraş olmaya başlamıştı ki, bir gürültü duydu.
Mechain dönüyordu. Tranchot hemen haberi verdi: Delambre Rodez'e
varmak üzereydi! Belki anık şu sırada varııııştı bile. Mechain hiç tep­
ki gösterınedi. Korktuğu şey gerçekleşmişti. işlemin büyük bölümüy­
le görevlendirilmiş olmasına karşın, Delambre birinci olarak bitiri-
yordu! , .

Mechain, başı önünde uzaklaştı. Bu haberin onun için ne demek


olduğunu bilen Tranchot arkasından yetişti: "Düşündüm ki" dedi,
"Delambre bizden önce varacak; artık bunu önleyemeyi � . Fakat bu
hızla gidersek kış gelmeden bitiremeyeceğiz, yeni bir çalışma dönemi
düzenlememiz gerekecek. lşi çabuklaştıracak tek çare görüyorum: Öl­
çümleri birlikte yapalım!"
Mechain hışımla döndü: "Benim artık yalnız başıma ölçümleri ya­
,,
pamadığımı söyleyin de bitsin bari.
"Hiç de öyle değil� Sadece diyorum ki, şunları birlikte yaparsak,
hiç değilse bu yıl bitirrnemiz olasılığı doğar. Siz yukarı dürbünü
alırsınız, ben ötekini, iki kat hızlı yürütürüz."
"Olamaz."
Tranchot, Mechain'e ne dediğini anlamıyormuş gibi baktı: u Altı
yıldır birlikte çalışıyoruz; altı yıldır siz nereye gittinizse ben de si­
zinle birlikte geldim. O kazayı geçirdiğinizde yanınızda kaldım. Sizi
dağlara taşıdım, kolunuzu kullanamadığınız zaman dürbünü tuttum . .
ltalya'ya sizinle birlikte gittim. Evime hiç gitmedim, bir kez bile!"
. .

"Ben de gitmedim"
"Siz, siz, Paris'e dönmek istemiyorsunuz. Birçok kez Delambre si­
ze önerdi ama hep geri çevirdiniz. Ben kaldımsa, bu iş bitmeden sizi
,,
bırakmayı aklım almıyordu, onun için kaldım.

277
METRENiN iCADI

"Ben sizden kalmanızı istemedim ki."


"Ama, sizinle kalmamı Encümen'den isteyen sizsiniz."

"Siz istemiyor muydunuz?''


"Onu demedim. Fakat, o zamandan beri değiştiniz, çok değiştiniz.
Sonra, artık kabul edemediğim bir şey var. Bir kez bile bana tek bir
açı ölçme izni verıı1ediniz. Çemberi bir kez btle kullanamadım."
"Gariplik bunun neresinde? Açı ölçümlerinden sorumlu olan be­
nim. Bu işi yapmak için de benden başka hiç kimse çemberi kullana-
maz."
Bunun üzerine Tranchot artık kendini tutamadı, yüzünü kaplayan
beyaz köpüğü silip elini sinirli bir biçimde önlüğüne sildi: "Beni el
ulağı olarak kullandınız" dedi, "ancak işaret dikmeye, dorukları keşfe
çıkmaya, günlerce dışarıda dağda kalmaya yarayan bir ulak diye. Bi-

limsel çalışmayı hep kendinize ayırdınız. Ben bunun için işe alınma-
mıştım. Size hatırlatıyorum ki ben coğrafyacıyım, coğrafya mühendi­
si. Bıktım artık, anlıyor musunuz Mechain, despotluğunuzdan bıktım
sizin. Üstelik çalışmayı yavaşlatmak için her şeyi yapıyorsunuz. San­
ki bitmesinden korkar gibisiniz."
Mechain, put gibi donakalmıştı. Karşı karşıya duruyorlardı.
Tranchot'nun yüzünde bir iki sabun köpüğü parçası kalmıştı. .
Mechain uyurgezer gibi "Ne diyorsunuz siz?" diye mırıldandı.
"Diyorum ki aylardan beri ilerlemiyoruz, kıpırdadığımız yok. Di­
yorum ki sizin yaptığınızdan artık hiçbir şey anlamıyorum, diyorum
ki siz Rodez'e varmak istemiyorsunuz."
"Siz gidin Rodez'e! Ben sizi tutmuyorum. Gidin, Delambre ile bu­
luşun. tabanı onunla birlikte ölçün, hevesinizden ölüyorsunu�, gidin,
gidin!"

278
METRENiN lCADl

Basit bir köy arabası, ağaçsız kireç yaylası Causse'larda, bir Afrika
sıcağı altında ağır ağır ilerliyordu. Oturacak sıranın tepesine eğreti
bir tente gerilmişti. Yalnız kır ·at uyanık gibiydi.
Hayvanın götürdüğü iki insan, arabanın yol üzerinde derin izler
açan sarsıntılarına tepki gösterecek durumdan çıkalı çok olmuştu.
Çıplak gövdelerinden akan ter diz hizasından kestikleri pantolonlarını
geçip tozdan rengi grileşmiş bacaklarına iniyordu, başlarının üzerin..
deki tenteden çehrelerine kırr11ızı ve mavi garip çizgiler yansıyordu;
o halleriyle bu iki adam ölmüş ya da uyuyakalmış sanılabilirdi.
Bir saat sonra her şey değişiverdi. Yolun kenarında iki büyük ağaç
görmüşler, beygirle birlikte gölgesine sığınmışlardı. Ama en önemli­
si , o gölgelikten bakınca, bir tepenin doruğunda yüksek bir kule gör­
müşlerdi. Bu, Rodez'di!
Delambre ile Bellet gülüyorlar, gülüyorlar, öğrenciler gibi birbir­
lerine sarılıp kır atın çevresinde Kanada yerlilerinin dansı gibi bir
şey yapıyorlar, hayvan da onlara hiçbir şey anlamadan bakıyordu. AJ.­
tı yıl , Dunkerque'den Rodez'e altı yıl!
Delambre Mechain'e "Acaba bizim i.şaretler ne zaman sizinkilere
. kavuşacak?" diye yazmıştı. "O gün, her ikimizin de yaşamında çok
önemli bir gün olacak." Birden çılgın bir umuda kapıldı! Belki
Mechain varırııştı bile . . . Fazla düşünmeden dürbünü doğrultcu. Kule­
nin sekisinde, kente bakan taş bir Meryem Ana yontusu dışında bir
şey yoktu.
Düş kırıklığını saklamaya çalışarak arı okşadı: "Bu akşam, Mösyö
Bellet" dedi. "yulaf alırız, hem de en iyisinden, çifte cayın çıkacakl"
At, hoşnutlukla kişnedi. Bellet heyecanla: "IV. Henri'nin beyaz atı var­
dı" dedi, "şimdi de Boylamın kır atı olacak. Onun anısına bir 'damız-

lık metre' yapacaklar!"

279
,
1 i

METRENiN iCADI

Delambre yolculuk defterine şunları yazdı: "Rodez Kulesi. 397 ba­


samak. Nirengi noktası olarak yararlandığımız taş Meryerrı Anarun
tepesinde . . . ''

Rodez'e varışını Encümen'e bildirrııekte de gecikmedi. Hemen o


akşam, Borda'ya yazılmış bir mektup yola çıkıyordu. Borda: "lşte biri
erişti !" diye sevindi. "Şimdi sıra ötekinde!'' lşin çetin yanı şimdi baş­
lıyordu, bttnu o da biliyordu. Mechain'in ilerleyişini çabuklaştırınak
.

için elindeki tüm olanakları tükettiğinden, bu konudaki güçsüzlüğünü


kabul ediyordu. Beklemekten başka bir şey gelmezdi elden.
işte bu noktada, Th�rese harekete geçmeye karar verdi. Birçok kez
Borda, Lalande ve Encümen'in başka üyeleri kocasının daha iyi koşul­
larda çalışmasını sağlamak amacıyla adama bir şeyler yazsın istemiş­
ler, o da hep bu istekleri geri çevirıı1işti. Hep "Bu, bana düşmez'' di­
yordu. Zaman geçiyor, çocuklar büyüyordu. Babası gibi astronom
olan büyük oğulları lsaac, General Bonapane ile birlikte Mısır'a git-
mişti.
·

Kadın yaşlandığını, hasrete dayalı bir yaşam biçiminin içine yer­


leştiğini, denizci karısına benzediğini hissediyordu. Çektiği çile, bir
çeşit dulluktu! Mechain bir türlü dönmek bilmiyordu ... Devrialeme
çıkmış o en büyük kaptanlar btindan daha uzun süre mi kalmışlardı?
Magellan, Vasco de Gama ya da Amerika'yı keşfeden Colomb? Kocası­
nın perişan olduğunu, mutsuz olduğunu hissediyordu. "Sanki o sev­
diği güney dağlarına batıp saplandı, onu oradan çekip çıkaııııak ge­
rek" diye düşündü.
Birden kararını ve�di. Çocuklarını; sakin, öyle her şeye karışma­
yan kızı ile artık birçok şeyi anlama yaşına gelmiş olan Augustin'i ya­
nına çağırdı, tasarısını onlara açtı. Onlar da razı oldular. Ertesi gün

280
METRENiN lCADl

Therese hazırdı. Encümen'e gittiğinde, iyi bir rastlantı, Borda ile kar-
şılaştı.

"Hemen kocamın yanına hareket edeceğimi size bildirn-ıeye gel­


dim," dedi.

�Bunu aklınızdan çıkarın çünkü bu iş tehlikeli , dayanamayacağınız


kadar da yorucu olur." Borda bunları ancak kısa bir şaşkınlık süresi­
n�n sonunda söyleyebilmişti.

"Az önce kendisine haber gönderdim," diye sürdürdü konuşmasını


Ther�se, "bir kez daha beni durdurrnasın diye, yanıtını beklemeden
yola çıkacağım. Doğrudan doğruya Kara Tepe'ye gidiyorum."

"Ya artık orada değilse?�

"Ararım."

Borda gülümsedi, yenilmişti. Fakat bu yolculuktan korkuyordu.


Therese artık pek genç bir kadın değildi. Son bir kez caydırmaya ça­
lıştı: ."Madam Mechain, düşündünüz mü ki ... " Kadın irkildi: "Ona va-
.


kit kaybettireceğim, değil mi?" dedi. "Tam tersine, amacım, üçgenle-
,

ri hızlandı rrnaya katkıda bulunmak. Bu bilim seferinin bitmesinde hiç


.

kimsenin benim kadar çıkarı yoktur." Yeterince inandırıcı olamadığı-


nı sanarak heyecanlandı: "Benim rahatımı sağlamak için aklıma uyup

da kente gelmesin diye yazdım. Senin bir çeyrek saatini bile çalmak
istemiyorum, dedim. Kaybedecek çeyrek saati bile yok. Kendisini
dağlarda göreceğimi söyledim. Çadırda ya da bir mezrada yatarım,
'

dedim. GündÜZ birlikte çalışacağımızı, gecelerin sohbetlerimize yete­


ceğini yazdım." Therese birden başını eğdi. Böyle kendini kapıp koy-
. .

verdiği. kocasına olan sevgisini açıkça be11i ettiği için kızarmıştı .


Sert bir hareketle giysisini düzeltti ama elleri hala titriyordu.

"Evet, ona yard ım edebileceğimi sanıyorum ama, sakı_n kocamın


şu sırada hiçbir şey yapmadığını sanmayın. Diyor ki, Kutupyıl-

. 281
'
METRENJN iCADI

dızı'nın gözlemlerini yaptıktan son�a sapmayı, yurttaş De1ambre'ın ·

Evaux'da hesapladığından , sıfır saniye on yedi salise farkla hesapla­


mış. Ayrıca, iki yüz tane gözlem yapıp üçgenlerinden birinin bir ke­
narının eğilimini bir saniye farkla hesaplamış. Fakat son mektubunda
da diyor ki , her şeyi tam 'bir düzene sokup size gönderecek vakit bu­
lamıyormuş. Sonra, 6 Messidor'daki tutulmanın sonuçlarını da bana
,,
bildirdi.

Bütün bunları bir nefeste söylemişti. Borda, donmuş kalmış, acaba


özellikle mi ezberledi yoksa kocasının mektubunu okuya okuya ger­
çekten mi . öğrenmiş diye düşünüyord u. Therese yumuşak bir sesle:
, Borda şaşı­
"işte, yurttaş Borda . . . " dedi. Duraksadı: "Bekar mısınız?,
rıp kekeleyerek: "Evet öyle. Bekar olmam bazı şeyleri anlamama en­
gel midir ki?'' dedi.

Kadın yine kızarmıştı ve daha fazla bir şey söylemek istemiyordu.


Borda sözünü sürdüıınesini ister gibi bir harekette bulununca: "Özel
yaşamınıza karışmak istemiyordum'' diye kekeledi. "Ben karısıyım.
insanın karısının bazı şeylerde bir gücü olur. Beni saydığını ve bana
sınırsız bir güveni olduğunu umuyorum. lçini kemiren ve kendisini
elinde olmaksızın işinden alıkoyan kötü düşünceleri dağıtabilmekle
övünürüm. Belki üçümüz, siz , yurttaş Delambre ve ben onu yeniden
yaşama döndürebiliriz. lşte� ne yazık ki, yapabileceğim bu kadar."

Hemen hemen bir çocuk tatlılığı taşıyan çehresinde üzgün bir gü­

lümseme belirdi. Birden yorgun göründü. Gitmek, elden geldiğince


çabuk . . . Zaten posta arabasının hareketine az kalmıştı. Kapıyı açtı, ar-


kasını döndü: "Çok rica ederim, bunlar aramızda kalsın" dedi. "Her-

kese yazlığa gidiyorum dedim. Yolculuğumun gerçek amacı bilinme-


meli. Gidip kocasını aramak zorunda kaldı derler sonra."

Borda ağzını açıp yanıt veremeden Therese çıkıp gitmişti.


ME1RENiN lCADI

Rodez istasyonunda işini bitirmiş olan Delambre kuzeye, daha


doğrusu, Laplace'ın onu beklemekte olduğu Melun'e doğru yola çık­
makta acele ederken, Therese güneydeki dağlara doğru iniyordu.
Taban, üçgenin tabanı . . . Üçgenlerin kenarları o tabandan başlaya­
rak ölçülecekti ve izdüşüm yoluyla Boylamın uzunluğuna varılacaktı.
Gerçekten, sonun başlangıcına gelinmişti. Son deneyimden beri ya­
pım yerinde bir ilerleme olmamıştı. Hemen çalışma takımlarını yeni­
den düzenlemek gerekti. Oduncular, toprak düzleyiciler, marangozlar
bulunacaktı. Bellet, pölgede hemen her yere gidip araştırıyordu. Han­
lara gire çıka işçi ararken adeta orduya asker yazmakla görevli bir ça­
vuşa benziyordu. Sonunda iş yerine tabur tabur adam geldi. Ellerinde
Bellet'nin imzası olan ufak bir kağıt parçasıyla geliyorlardı. Adamları
kabul edip görüşen, ölçümcü Etienne'di. Etienne bir sabah, omzunda
çıkınıyla Dun'deki köyünden yaya olarak kalkıp gelivermişti. De­
lambre da sözünü tutmuş, onu derhal işe almıştı.
Bir uçta Melun, ötekinde Lieusaint vardı. iki uç saptandığı için ku­
ramsal olarak her şey tamam demekti. lş yapmaya, gerçekleştirmeye
kalt}'Ordu. Fakat orrnan içindeydiler, yani ağaçların arasında!
Oduncular işe başladılar. Yol üzerine rasclayan her şey devrildi.
Onlar ağaçları keser, testereler ise devirir, budarken; toprak düzleyi­
ciler de tümsekleri, tepecikleri yok edip, boşlukları, hendekleri dol­
durarak araziyi yokuş aşağı düzlüyorlardı. Bir yerden kaldırılan top­
rak başka bir yeri doldurmakta kullanılıyorau. istenen, düzeyi eşitle­
mekti. Ölçümcü Etienne elinde bir nivo aygıtıyla düzenli olarak çalış­
ma düzleminin yatay olup olmadığını denetliyordu. Onlarca at ve el
arabası toz bulutları kaldıra kaldıra gidip geliyor, yol yapımında kul­
lanılan kasası arkaya devrilir arabaya malzeme taşıyordu.
Her gün görüş alanı biraz daha uzağı kapsıyor, başlangıçta insan

283
'. METRENiN iCADI

eli değmemiş o ufak boşluk çok güzel, geniş bir yola dönüşüyordu.
Doğramacılar işin en önemli bölümüne hazırlanıyorlardı: Ayaklar
üzerine kurulu, tahtadan ve çekmeceye benzer bir şey yapılacaktı.
Rendeleme, çivileme, takoz kakma, testereleme çalışmalarının sesleri
duyuluyordu. Toprak için olduğu_ gibi bu alanda da, işi engelleyen
bir şeyden az ötede yararlanılıyordu. Çalışmanın mali yönü için iyi
olan şuydu ki, kapalı bir çevrim içinde çalışılıyor, gereksinimler dı­
şarıdan değil, iç kaynaklardan karşılanıyordu.
Uzunluğun şaşmaması için, yapının ağırlık altında esnemeyecek,

herhangi bir nedenle gevşeyip çökmeyecek şekilde sağlam olması ge-


rekiyordu. Bölümler birer birer lamamlandıkça yukarı, sütunların te­
pesine çekiliyor, lespit ediliyor,_ sonra ayarlanıyordu. Böylece iş iler­
liyordu
Yapı ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir insan boyunda, yöreyi baştan
başa geçen bir köprüye benziyordu. Çok belirli olan başlangıç nokta­
sı, Melun'deki işaretin içine otunulmuştu. Sonuysa daha gelmemişti,
sonu gelecekti. Çalışmaları gönrıeye gelen köylülerin hepsi aynı so­
ruyu soruyordu: Kesilmiş kütükleri nakletmek için mi yapılıyordu
bu yapı? içinden su mu akıtılacaktı? Su kemeri miydi? Sonra ela
omuzlarını silkerek uzaklaşıyorlardı. Bir an kesintiye uğrayan çalış­
ma da böylece yeniden başlıyordu.
Arada sırada, rüzgarın yönü el verdiğinde, uzaktan devrilen bir
ağacın gürültüsü geliyor ve insan, ayağının altındaki toprak ne kadar
sarsıldı diye bakıyordu. Toprak düzleyicilerin tokmaklarının boğuk
sesleri daha yakından duyuluyordu. Sonra hep bağırtılar vardı, adam­
ların birbirlerine seslenmeleri, paydos düdüğü, birlikte yenen yemeği

haber veren düdük . . . Arada önemsiz dalaşmalar da olmuyor değildi,


şarkı söyleyenler de. vardı; gece ise ateşler yakılıyor, nereden geldiği

284
METRENiN lCADI

bilinmez köpek havlamaları işitiliyordu.

Delambre her yere yetişiyordu. Her an ' bir yerden çağırıyorlardı,


bu çalışma ortamının dışına kaçamıyordu. llk günler bir şaşkınlık ge­
çirmişti. Bu çalışma daha önce yaptıklarından çok değişikti! Daha
doğrusu bu, o çalışmanın tam tersiydi. Açıların ölçümünden kenarla­
rın hesaplanmasına geçiş zor olmuştu. Ne dayama merdiven, ne sabit

merdiven, ne kilise, ne kule! Bütün· gün yer düzeyinde) bumu toz top-
rak içinde bir çalışma. Doruklara, tepelerin temiz havasına, sessizliğe
paydos, paydos büyük boşluklara! Bu orrnanda insan bir deliğe girip
sıkışmazsa kendini hep eşyayla , aygıtlarla çevrili buluyordu. Insan
kendini havaların efendisi sandığı o anlardaki sessizliğin ve ölü zama-
. .

nm hasretini duyabilirdi. Gerçekten de, iki çan kulesi arasını içine


alan� havada çekildiği var sayılmış çizgiler ve her adımı ayrı bir çaba
.
. .

isteyen toprağa kakılı, elle tutulur bu tahta yapının biçimi birbirleri-


,

ne hiç benzemiyordu.

Bu kocaman şantiyeyi denetledikçe, Delambre kendini büyük bir


yapı ustası, bir çeşit Onııanlar-Hakimi-Vauban sanabilirdi. Barışse-


ver bir adam olmasaydı, pekala kendini savaş alanında bir generale
benzetebilirdi: Önce oduncular, onların ardından toprak düzleyiciler
geliyordu, onlan da marangozlar izliyordu. Son sırada "ölçüm adam­
ları" vardı. Bunlar kimlerdi? Laplace, Delambre, Bellet, ölçümcü ve
Delambre ile birlikte gelmiş olan Leblanc-Pommard adında bir deli­
kanlı. Güzel bir takım! Fakat, ölçümün başlayacağı tarihten bir gün
önce: Encümen bir kişi daha gönderdiğine göre tam değilmiş. Yeni

..
'

Mareşal Le Prestre de Vauban1a (1633- 1 707) gôndeııne. Mareşal, Fran sa'nın


birçok yerinde, en çok da Kuzeydoğu sınınnda Escaut, Meuse ve Ren
ı.rmaklan boyunca surlar1 kaleler, limanlar vb.den oluşan korunma dizgeleri
yapmış, Mons ve Namur'u ülke topraklarına katmıştı. -ç.n.

285
l

t
ı

1
r

METRENiN iCADI
-

gelen Tranchot'ydul Sıcak bir kabul gören yardımcı, hemen çalışmaya


koyuldu. Bellet, kendisiyle aynı mevkide olan bu kimseyi gizliden
gizliye inceledi ve güçlü kuvvetli, hamarat olduğuna karar verdi. De­
mek artık Delambre'ın iki yardımcısı olacaktı. Tranchot'yu yapı ye­
rinde görür görmez ölçümcü koşup yanına gitmiş, Mechain hakkında
sorular sormaya başlamıştı. Tranchot ise bu sorulara pek açık yanıt­
lar \'ermiyordu.
Mechain ile aralarında geçen tartışmadan sonra Tranchot Paris'e
gitmişti. Delambre'ın önerisi ÜZerine, Encümen ona üçgenin tabanı
çalışmalarına katılmayı önercniş, o da hemen kabul etmişti.
Aynı arabayla cetveller de geldi. Bunlar platindendi ve birden dör­
de kadar numaralanmıştı. Borda ve Lenoir şöyle bir düzenek tasarla­
mışlardı: Her cetvelin ucuna pirinçten minik bir parça gömülecek ve
bu, duyarlığı yüksek bir ısıölçer görevi yüklenecekti. Böylece, sıcak­
lık değişmeleriyle metalde oluşacak genleşme ve bCızüşme hesaplana­
bilecekti. Çünkü ölçümde kullanılan aygıtın ölçüm sırasında hiçbir
değişikliğe uğramaması gerekiyordu. Ya da, değişme olsa bile, btınun
ne kadar olduğu bilinebilmeliydi. Her şey en ince ayrıntısına kadar
hazırdı.
llk cetveli koyma onuru Laplace'a verildi. Bellet'nin yardımıyla
cetveli tahta çatının üzerine dümdüz ve derecelemelere inceden inceye
dikkat ederek yerleştirdi. Bundan sonra sırasıyla devam ettiler. lkin­
ciyi Delambre koydu sonra Tranchot, onun arkasından Leblanc-Pom­
mard, vb. Gün boyunca doksandan çok cetvel yerleştirildi. lzler ko­
runabilsin diye hep işaretleme de yapılıyordu.
Titizlikte ne kadar ileri gidildiği Etienne'in dikkatini çekmişti:
Cetvelleri ucu ucuna, birbirlerine bitişik koymuyorlardı. öyle yapsa­
lardı, yanlışlıkla birine çarpılınca, vuruş bir sonrakine de geçerdi ve

286
METRENiN iCADI

o bir sonraki yerinden oynarsa, her şey berbat olurdu. Böyle bir şeyi
önlemek için cetvellerin arasında birer boşluk bırakmaya karar ver­
mişlerdi. O · boşluğu sonra bir kiniş diliyle ölçüyorlardı.
Başka bir titizliği de bütün tahta yapıyı ufak bir çatıyla önerek
gösterdiler. Bu çatıyla cetveller güneşten ve yağmurdan korunmuş
oluyordu. Gece her şeyi yerinde bırakıyorlardı. Bir kimsenin gelip de
bunların yerini değiştirmemesi için nöbetçiler görevdeyd i.
Yeniden yola devam ediliyordu. Sonu görünmeyen ve tekdüze bir
işti yaptıkları. Bir akşam Melun'den çok Lieusaint'e yakın olduklarını
fark ettiler� meğer yarıyı geçmişler. Hiç yakalarını bırakmayan hep o
aynı dÜZ yapalım, yamyassı yapalım tasası içindeydiler. Nivo aygıtı
ve miralar . . . Miralar, çatının üzerine dizi dizi batırılmış küçük ıneta­
lik uçlardı. Daha önceki çalışmalarda kullanılan çırpı ipini artık bı­
rakmışlardı. Her türlü eğilip bükül�eye açık o somut öğenin yerine,
gözle izlenecek bu çizgiyle çalışıyorlardı. Bu, kusursuzdu.
Bir gün öylesine güçlü bir rüzgar esci ki, sayımı yanlış yapcıkJarı­
nı sanıp ertesi gün yeniden başladılar, sonuç aynı çlktı. Kendiliğinden
ortaya çıkan bu doğrulama tüm çalışanları çok sevindirdi; yapılan
işin niteliğinden emin olunca tasaları artık dağıldı.
Üç gun aralıksız yağmur yağdı, hiçbir şey yapılamadı, sonra gü­
neş açınca toprak da çadırlar da onlarla birlikte insanlar da kurudu.
Başlangıçta, Lieusaint'e hiç önem vermeyip, Melun·den uzaklaş­
maktan başka bir şey düşünmemişlerdi� şimdiyse Melun'ü unutup Li­
eusaint'e yaklaşmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Her cetvelin
yerleştirilmesi işi bittikten sonra. Belet ya da Tranchot'nun ya da Leb-
1anc-Pommard'ın o sabahtan beri yerleştirilen kaçıncı cetvel olduğunu
avazı çıktığı kadar bağırarak bild irmesi artık yerleşmiş bir törene dö­
nüşmüştü. Böylece yedi sekiz dakikada bir yükselen bir ses zamanın

287
METRENiN lCADl
-

geçişini de belirlemiş oluyordu. Bu, bitirilen işi, alınan yolu belli


eden tam bir insan-saatti. O kadar alışılmıştı ki. bağırılan sayıyı duy­
duklarında günün hangi saati olduğunu anlıyorla�dı. On dakikadan · ,
uzun bir süre geçti de bağıran ol.madı mı, başlar, şaşkınlık ve tedir-
. .

. '
.

ginlikle kalkıyordu. Sayı duyurulunca yine herkes işine bakıyor, kü-


çük olay kapanmış oluyordu. ,

Tranchot ile ölçümcü aynı takımda çalıştıkları bir gün, birden


.
birbirlerine baktılar; ikisinin de aklına aynı şey gelmişti: Tuchan'daki
han, tombalacı, tombala çekmeleri, bağırarak ilan edilen sayılar. Her-
. ,

kesi hatırladılar. Tek bacaklı irikıyım onbaşı, Mechain, Gustave .


.

Tranchot, Gustave'dan haber sordu. ltalya'dan döndükten sonra, Mısır


seferine çıkmadan önce köye gelip iki gün kalmış. O zamandan beri
,

hiçbir haber yokmuş.

Otuzsekizinci gündü. Hepsi; marangozu, oduncusu, toprak düzle­


yicisiyle hepsi, Etienne, Tranchot, Laplace, Leblanc-Pornmard ile bu
gün onuruna gelmiş olan annesi hanımefendi, toplanmışlardı. Herkes
sustu Delambre ilerledi ve cetveli tahta çatıya vurdu. Üç bin otuz

se-

kizinciydi bu. Lieusaint'e erişilmişti!· Onlarca takke havaya fırlatılır,


olayı kutlamak için şarap şişeleri açılırken, Delambre hemen ters
'
.
. .

yönde yeniden başlamayı düşünüyordu! Bu, ondaki yanlış yapma ür-


küntüsü, doğrulama isteği, �esinlik saplantısıydı.
Gün çok güıel geçti ve astronom uzun uzun Madam Leblanc-Pom­
mard'la sohbet etti.
Çatı söküldü, tahtalar satıldı, işçiler köylerine gönderildi. Bir sü­
re sonra, buradan gelip geçmiş olduklarını belli edecek hiçbir şey
kalmayacaktı; ot yeniden bitecek, onııan, hakkı olan şeyi yapacak �e
bir süre uzaklaştır ilmış olduğu yeri yeniden eline geçirecekti. Elbet-

288

I
'
METRENiN iCADI

te, alışkanlık sonucu burası bir yaya yolu ya da at yoluna dönüşmez-


ı ,
.

. ••
·

se. . � t
.

Delambre yolculuğu Leblanc-Pommard ile birlikte yaptı. Bir yar-


: . ·
an' öte' biri, bir" mane\rl· Öğul: '6Jmaya . başJ �yan bu
.

d1mcıdan,
• bir dostt
• • •
:

' • •

genç-adama; .gerçek bir sevgiyle; gittikçe bağlanıyordu. Meçhai�'i dü-


1 • ,:

..
şündü> 'Garip bir · şeydi ik\sinin durumu. · ikisi de artik el lilik. birer
adamdi:. Biri·b ekar; öteki yıllard ır aile5ind·en· uzakta.· · Her ik'isi ·de he-
. .
men. hemen· a}rnı sıralarda kendilerine bire'r ·ına.nevi oğul bulma ge-
.

rekSinimini 'dtiymuşcu:

.. .
.
.

: :

·
'
• • •

:_. ·

.
Mechairiiink'i . . içi dışı bir, guçlü kuvvet li : genç bi r Corbieres köy- • 1 1 •

• •

. I .. • • . • , , I

Delambre'ınki sevimli ve s·evecen� hayac dolu


• • •

lusü olan Agoustenc'ti. .


• .

1 . a
.

bir g�nÇ ke tsoylu ol n Lebl nc-Pommard'dı. ' . . · : . . . .


'

n � '

• .
,

. ' '. . .

. .

·
1

.

.

.
• •

.
• i

·kez

.· · ... . ' . bitÇok , . ' karşılaştığı ' Leblanc-Pomrnard çok


'

·· . . · Delarri.bre'm
'. Madam;
'
( ' . ,


•· •

J ' 'f
.
• 1

· ·
. • •

güzel ö!r kadındı.· Yapmacık olmaksızın ince davranışlı, rüküŞ olmak-


, • • t ı ' r

. . . : · . .
si Zın a rif, z �te nın · olma
' '

kS ızı n · nazikti. F a zl a · genç değildi, ş3.şılacak


. . .

. ' . .
.
.

k. adar kü'Jt Ü rlü'ydü.· Yaşlı bekann hoŞ iııia· gitmesi içiri hiçbir şeyi eksik
..
. .

1
. . . •

. ' .
' .

değildi.' . M'etresi . olmas'ı söi ko riusu biİe olamazdı: Ne adam .


.

ne kadın
"

. .
. . . . . O halde ka.rısı olur ' . muydu? Bunu
. ' ' n için .
,

bunu' kabul ederlerdi.


.

.
de dul
. .
.

olması gerekirdi. Dul değildi! Pek i bu, sevmem.ek içi� bir · �eden . ola- .

' .
bilir mi? Sevme. rİıek bekle m emek, ummamak için? . Astronomun. ko-
.

.
. .

1 .
Ş�Jları zor1ama5ı,' hai ımefendiye köpek yavrusu gibi . . ·mus allat olması
,

. ' t • .

olacak şey değildi. O, çan kulelerinin tepesinde sabretmeyi öğrenmiş�


' .
.
ti.' Bulut ne kadar koyu oJursa · ols un sonunda hep açılmış, duru bir .

1

·

·
• •

gökyüzünde hep beklenen işareti göstenn.işti.


\

. '

..
' , . • 1
. . . .
ı � �

.
. . ı .
, :. 1 :
\

\
' . . 1

ı. • • .
· .••

ı( , , •. A·t·•
, • ı ı ' ·Jı·• •••
1 " t l "�
.
.... .... • , > t

' •. �· ·. ·
,

. t rıl. 0( (: . · 1 J (! t .? h l 1 ' (� jj·),J fJ'.1? ;! ı r r::.-� ;.�: rı� �- .


· ·�
.
..,, ' : .

.
•• t • ,
.. t
. .•

- I8 ,..;
. j2

. . .. . . . . . . . . .. ... . .
.: : :
. ' . 1 :1 :)! f ! . ... . , � , ,
. . I ' - ı , • } ı ; I ..;/
.... . • 1 (. ,..., .
'

f ı . •

. . .
• '

. :
· .
, ' • : ' , . ı '
. �

: '
• .
• . : . • ı :
· I ' ' ' • •

i�c;. :çı�ı; 'ğacı'?-i .a��a��nd3ı �ifle���� �on��a , .Y�; ; �a��a�


• •

. .

. '. .
.,. . I.arcJ�, .�ol��rd�.'- yoJ� : k��D:�4�ltj� b�s�3:� . ��yar.�aı:ı��3:; . p�l i

.
. . . . . . bol g�till.eq. Y.\ğma. .t�la[l'1: �Y.�P��wı� Alan �lç��-;ş�ı;na!l fUil:­
barı _ �eyresind�ki , a�flziye : ,pek ,µyg�n; p�r.: g9�QQm�ey.�i; bµ- ���l�nt�
s�nuc1:1 : tam önün� ç ı�azş� , :P_1:11�n.w�� 9laµalq;.ız .�,ir . _yerqi. l�iq�
.

. .

pek sade birkaç parça eşya vardı. Masa diye iri�·�, ��ş�rµı :�ze�: ;P)i r
.

_tahl:<t oturtu lmuşt u; l)e yatak v���ı . • . . µe şilte; s���c


, � sama q.q� •• . Pl�! dö-
• . . ) I � .. ı f ,, , , ,

ş�k. Dışarıdan ayak sesleri d.µyuJ��· �j9P.F�: l·�ir �-i�t .�\;�n-�::.�a�l�ra ;���
·
, . . • . • : • • t L
� • .

du. Kapı açıldı. Mechain •çeri . girdi • ..


, . Loşı� • kt� ö�� .
. .qen y�rleş ıir�9 . ��
, ,. { - ; , . ,
·

�ın elin�e bir gqm\�.�l� . 49ı:ı�ü. :'.����r�t7�" -��d��r. g�!ll�eğ�.1 .�����P.: ko-
; : 1 , ; ' ' .. � ' • .: ' • ' Jı ,_. r • : l . , t
• ' , • •

• ,

c�ının kolların�.. ��'ldı . .A�a� �����ı�t }le� ; kJ;IC������: H�� tfffl�� �i:�i r

ledi._ �nce kµca�le\� ı . . �on��..., itip. q� ta l� k ���<;l _Ç>��y e _ �� ş.1�41 • . Ş�� i ,


- 1 • �
�PY; - � . 11 ! j �
· · , , , J • ·- !

leyecek gereğiqden fazl�. ş. eyi: x��.m' �• ş •gifb,j . şöz�.ü�ler: �j,.. rbi��µ�


• , • • t. • .ıı • • • : 1 '. ' • / • ,
• , -
-
,;ı • • •

t
- • • -�wp�j t ıJ.
·
,

y�r o da hangis��de� ��şl1ay�c���nl. .��17,ıp;i�o,�d�;-� ��e���� , ���i'ilj ı ��


1 • ' , .

• • , " l , • • . ' "" • .l . . ' • ' .. 1 , • • ' �
• • .

haber vermeq�n?" .Qi��; �?TP�· ����d�;) 9��ayab���f�.��·! ıJtJl:�t�l� fff 1

. kalmak üzere, d�,ğ� �ilm �


. ş olabil irdirq, . . .
, • . 1 1 -·; • . ) � •
·

. . • •.• 1 . ' J ;., ; f 1


' ..
.
. '.
. .
.

' . ·
,
;ı . ,-;1 .,J JJ ""- .
,

> .J .-; ·- 1• . •
•' • •
1
· =··

saf
.
. •; •: :

saf
1

Ther�se

almadın -m1?1' diye


I .

"iste buradasın- ya! Mektubu.mu


.ıı • • ' • , I , � � .• .
< ":> • � ;
• •

. . · . •• . ·• · • · --.. 1 · ·� i
·r · .· ı · ,·�

,
·.� .
· ·· . ,
.

· r ,· ·· : · r
, ' ı •· , . •
4' . .
• • , , .

sordu. "�u. p�sta!: . <?l�ar�-k .ş� f ��}l·.·.t �3:��1: �� : P. ��l< � �� '. pl�i�i 1���ı�
y

d t n
. .

ı
. •
. . . •
> • · .

k�llara s_prt�ü� �'f,�pa. ol,��1'!11Ş,. i


"
i! : .. . _· .: ,. r,. · · i , . . . . . . . . :� .1 , " ;
·
: 1 ;
. ,
, _ .. ! .
.. :

Saçı da. s�kalı �� ��l�; gib ��;-.ol��: f\1eçh��! M�nıse��t'y�, ;tı��ır:


. .

ken gördük] eri o keşişe b�JlZ��işt� ,. r -. : ,- ..· : . .- - : : : . .. . . . .


.
· . ,
.
: : : . .

Karısı, işveli bir hareketle omzundaki atkıyı düzeltti. Mechain at-


.

kıyı tanımıştı; ta yolculuğunun başlarında gönderdiği Katalan işi at­


kıydı. "Hala kullanıyor musun?'' dedi. Perpignan . .. "O kadar zaman

·290
METRENiN iCADI

geçti ki aradan ... Daha sefere yeni başlamıştık. O zaman daha her şey
elimizde gibi görünüyordu." Sonra birden "Nasıl buldun yerimi?'' di­
ye sordu. "Buraya nasıl geldin?''
"Posta arabasıyla. Herkes gibi."
"Evet ama, buraya?"
"Aman Pierre'ciğim, kara koyun gibi. herkes seni · tanıyor Bir sor­
dum, ıO kadar. Alben diye biri, bildin ıni kim? Çok gösterişli bir
adam.''
"Kerestenin biri demek istiyorsun. Sıfır numara ayyaştır."
"Pek nazik davrandı, beni buraya kadar getirdi."
Mechain dikkatle baktı, sonra: "Değişmemişsin" dedi. Therese de
ona aynı şeyi söyleyebilmeyi ne kadar isterdi! Ama, yalan olurdu.
"Sen . . . '' diye şen bir sesle konuştu, "sen birazcık zayıflamışsın." Par­
mağının ucuyla kocasının alnındaki yara izini okşadı. Bir an, adamı
razı olacak sandı ama, o kendini geri çekerek, hemen hemen saldırgan
bir sesle: "Neden geldin?" diye sordu.
.

"Bu ne biçim soru? Evli olduğumuzu unuttunuz mu, Mösyö


Mechain? Madem ki siz bizi Paris'te ziyarete tenezzül etmediniz ... ,,
Sözünü yarıda bırakıp az önce elinden düşürdüğü gömleği yerden aldı
ve ot döşeği düzeltmeye koyuldu. Mechain atıldı: "Ne yapıyorsun?�'
"'Görüyorsun işte. Yatağı yapıyorum.''
"Sen aklını oynatmışsın! Buraya yerleşecek değilsin. Döneceksin."
Therese arkasına döndü, yüzü bembeyazdı. gidip adamın önüne
dikildi. Yine de gülümsemeye çabalıyordu; sakin bir sesle: "Bunca
yoldan gelip hemen döneceğimi sanmıyorsundur, herhalde!'' dedi.
"Buradan iki fersah ötede bir handa kalacak da değilim." Sonra hemen
konuşma biçimini değiştirip ekledi: "Sana yeni giyecekler getirdim."
Gömleği gösteriyordu. Beyaz, ince ipektendi.
291
METRENiN lCADI

"lpek gömlek mi?" diye Mechain birden neşesine kavuşmuş bir


'

sesle sordu. "Benim ne işime yarar? Bana gereken, kaba bezden göm-
,

!ekler."

"Ots·un, bunu pazar günleri giyersin."

"Gerçekten güzelmiş!n

!<arısı ot şilteyi yün döver gibi pataklamaya başlamıştı. Çıkan ot


ve toz bulutu ikisini de öksürttü. Mechain kapıyı açıp kapadı. Theiese
kendini yatağa attı: "Ben burada uyuyacağım. Yürüyüşlerinde seninle
birlikte geleceğim. Sağlam papuçlar getirdim. Süt içeceğim, peynir
yiyeceğim. n .

..Ama sen böyle şeyleri hiç sevmezdin!"

"lnsan altı yılda değişir!"

"Rahat edemez.sin. n

"Senin yanındayken nerede olsa rahat ederim."

Mechain yaklaştı, karısı sarıldı; adam bu sefer yenilmiştit razıydı,


kendini çekmedi.

Kapı açıldı. O ciddi Mechain'i bir kadınla, üstüne başına otlar sap­
lanmış bir kadınla sannaş dolaş gören Agoustenc'in şaşkınlığı anlatı­
labilir şey değildi. Ağzının içinde bir şeyler geveleyerek kapıyı dışa­
rıdan çeken genç adam 'Ondan böylesini hiç de beklemezdim!' anla-
. .

mında başını sallıyordu. Mechain koşup yetişti: "Agoustenc, gitme-.


yin! Karım . . . Madam Mechain." Sonra Therese'e dönerek ."Sana Ago-
. .

ustenc'i tanıtayım"' dedi, "bana bütün çalışmalarımda yardımcı olu­


yor.'' .
Agoustenc çekildi. Tranchot'yu göremediğine şaşan Therese nere-
de diye sordu ama, aldığı tek yanıt . kocasının asık suratı oldu.

292
METRENiN iCADI

Tranchot'nun yokluğuna bir türlü anlam veremeyen Therese bir­


kaç gün sonra bir kez daha sorunca, Mechain,in yüzü bembeyaz kesil-
di: "Bana o iki yüzlü heriften söz etme! Gezdiği dolaştığı yerde hak-

kımda kötü şeyler söylüyor[11uş. Artık bir işe yaramazmışım ben."


Kendini daha fazla tutamayıp içini boşalttı. Yardımcısıyla, daha doğ­
rusu eski yardımcısıyla arasında geçen ·tartişmayı, onun nasıl çıkıp
Paris·e gittiğini anlattı. "Beni bıraktı, hadi o neyse, ama üstelik Me­
lun'e gidip De]ambre'ın yanına gin11iş. Sanki Bellet yetmiyormuş gi­
bi , o da ona yardım ediyon11uş. Bir de şimdi, artık bu üstüne üstlük,
.
bak ne diyorlar!" .böyle diyerek cebinden:bumburuşuk bir mektup çı­
kardı: "Tranchot Perpignan tabanının ölçülmesine katılmalıymışt Be­
nim tabanımın! Halbuki onun yerini saptayan, yolunu çizen, sadece
ve sadece b�n oldum. İşi elimden almakla kalmıyorlar, bir de üscelik
yardımcımın aklını çeliyorlar! Sanki çalışmanın benim payıma düşen
bölümünü azalttıkları yetmemiş gibi... Sanki şimdi her şeyin benim
dışımda yapılması gerekiyormuş gibi. . . Ben, engelleyen durumuna
düştüm, sefere köstek olan ben oldum." Birden sustu. Ağzından kaçtr­
dığı bu söz, sessizlikte çın11yordu. Afal1ayıp cümcesinin anlamını
kavrayıncaya kadar bekledi. Therese'in bakışlarında şunu okudu:
"Gerçekten de seferin bitirilmesini sen engelliyorsun . ..

Oturdu, çökmüştü. Karısı yaklaşıp saçlarını okşadı. Boğuk bir


sesle: "Ne kadar ağrıma giderse gitsin," dediğini duydu, "Delambre'la
birlikte çalışmak üzere Perpignan'a gitmeye hazırdım ama artık iş bu
noktaya gelince, olacak şey değil." Karısı Hak vermemek eJde mi? di­
ye düşünüyordu. Sırf çileden çıkarmak isteselerdi� ancak bunu yapar-

lardı! Mechain bu olayları �ir ihanet zinciri gibi görüyordu: yardım-


cısının ihaneti, meslektaşının ihaneti, Encümen'inki. Therese anlamış-
.

tı.

293
MElRENlN iCADI

"Kimse işini senin elinden alamaz" diye elinden geldiğince yumu­


şak bir sesle güven vermeye çalıştı. Başkaları o üçgen tabanını ölçebi­
lir ama, bir Tranchot'nun bir Mechain'e yeğ tutulmasını kimsenin ak­
lı almaz. Buna ancak han hizmetçileri inanırlar!
Astronom başını kaldırdı, gözleri' minnetle parlıyordu: "Öyle de­
ğil mi ya? Sen de o düşüncedesin, · değil mi?" diye kansının onayını
diliyordu. "Bir damlacık onurum kalmışsa, şu sırada oraya gidemem!
Gidersem, ne yapmış olursam olayım, Delambre'ın yönetimine veril­
miş gibi olurum. Kimse Perpignan üçgen tabanını benim kendi yapı-
tım olarak görrı1ez. Böylece Delambre iki tabanı bitirrrıiş olur, ben
'

hiç yapmamış olurum! En korkuncu da susmak zorunda olmam. Bü­


tün bunlardan onlara hiç söz edemem, ne Delambre'a ne Enstitü'ye." ·

Hava erken karardı, yemek çarçabuk yendi. Therese ve Mechain


hemen yattılar. Kıpırdamadan karanlıkta gözleri açık yatan kadın, ko­
casının kendisine söylediği her şeyi ve kendisinin ona söyleyemediği
· ne varsa hepsini yeniden zihninden geçiriyordu. Köyden şarkı söyleye
söyleye dönen Agoustenc'in sesini duydu. Gecenin sessizliğinde şarkı
iyice anlaşılıyordu. Hava Marseillaise'inkiydi ama sözleri değişikti:
'

"Bir arı halkı," diye bağırıyordu Agoustenc,


"Bakmışlar ki, emeklerinin ürününü
Küstah eşekarıları yiyip bitiriyor,
Kovuvermişler hepsini kovandan."
Genç adam kıtayı iki kez baştan aldı. Sonra artık Therese dinle­
mez oldu. Mechain elini göğsüne koymuş: "Uyuyor mu�un?" diye
sormuştu. "Hayır" dedi kadın. Sonra kocasının sakin bir sesle: ·�a­
rınki posta arabasıyla döneceksin. Öyle gerekiyor" dediğini duydu.
Kadın kaskatı kesildi, . adam da bunu hissetti. Ther�e sanmıştı ki . . .

294


METRENiN iCADI

·
Hiçbir şey söylemedi. Kocası bekledi, kadının VÜcudunun titremeleri
durulunca sordu, gerçekte bu tam bir soru da değildi: "Seni onlar,
Encümen gönder�i, değil mi? Benim artık tükendiğim kanısındalar,
değil mi?" Kadın ağlıyordu, hiç sarsılmadan, yalnızca · gözlerinden
sessiz sessiz yaşlar boşanıyordu. Adam · ilk kez karısını ağlarken gö­
,
rüyordu, içi paralandı. "Hakları var , dedi, "ben kırıldım. Artık sür­
dürrrıeye gücüm kalmadı, hevesim de tükendi. Bırakıyorum.''
Therese doğruldu: "Pierre, ne oldu sana kuzum?" llle bir yanıt al­
mak istiyordu ama, kocasının ağzından hiçbir şey çıkmadı. Yeniden
dikildi: "Sen mi? Vazgeçmek ha? Olacak şey değil! Bunca yıllık çalış­
marlan .son ra� RPn hı_�raya sana yardım etmek için geld im Sana baka­
.

cağım. Kolun?" Mechain düşünmeden, ·soruya yanıt vern1iş olduğunu


fark etmeden kolunu kıpırdattı. "lyileşeceksin; her şey eskiden nasılsa

öyle olacak. Pierre, yüzüme bak. Bu iş de öteki işlerden biri; daha ya­
pacağın çok şey 'var senin! Ya astronomi? Artık astronomiyi düşün­
müyor musun?" Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Th�rese kocasının
düşte mınldanır gibi bir şey söylediğini duydu: "Üç istasyonum kal­
dı" diyordu.
Sabahleyin Therese oradan ayrıldı. Mechain umutsuzluğun verdiği
.

bir güçle kendini çalışmaya verdi. Yeceneklerinden bir şey yitirme­


mişti. Çağının gözlemcileri arasında en iyisi değilse de en iyilerinden
biri değil miydi? Tranchot orada bulunsaydı, altı yıl önce Montseny
Dağları'nda olduğu gibi yine onun tam bir kesinliği hedeflemesine,
aldığı sonuçların sağlamlığına, çalışmasındaki hıza hayran kalırdı.
M�chain böy)e bir yandan geçmişi de acıyla anarak çalışırken, yüksek
nitelikte bir yardımcı olduğu iyice anlaşılmış olan Agoustenc de ken­
disine yardım ediyord u. Acaba, Mechain onun açı ölçümü yapmasına
da izin verdi mi?

295
METRENiN ICADl

Paris'e \1anr varınaz Therese Borda11dan bir görüşme istemişti. En-


. cümen binasına gittiğinde Delambre'ı orada görüp şaşırdı. Astronom
Perpignan'a hareketinden önce arkadaşlarına_ veda etmeye gelmişti.
Boylamın hari�ası duvarda, eski yerinde asılıydı. Artık hemen hemen
kesintisiz bir çizgi Dunkerque ile Barselona'yı birbirlerine bağlıyor­
du. Rodez'in hemen aşağısında küçük bir kopukluk, vardı. Burası,
Mechain'e ait o üç istasyonun yeriydi.
Therese geldiğinde Delambre. Bort-les-Orgues'ta başlarından ge­
çenleri anlatıyordu. "Sizin hareketinizden bir süre sonra oradan geç-

tim dedi Therese. "Hala büyücülerden söz eder gibi lafınızı ediyor-
t1

lardı. Ne saflık! Ama kocamın anlattığına ·ne dersiniz? Işaretleri dik­


mekle görevlendirilen adamlardan biri, köylülerin arasında bunların
yeni giyotinler olduğu söylentisini yayıyorıııu ş. Aptal adam aklınca
şaka yapıyormuş!n
"Böylesi hiç başımıza gelmedi" dedi Delambre.
Therese birden ciddileşerek ana konuya girdi ve sözünü süsleyip
püslemeden. dosdoğru: "Amacıma erişemedim" dedi. "Üçgenlerini bi­
tirip sizin yanınıza dönmedikçe yanından ayrılmayacağımı söyleyip
de ona bir güç vereyim dedim ama, beni yanında tutmadı . .. Bunu söy­
lerken başını önüne eğmişti. öfkesini bastırarak herkesin merak etti­
ği şeyi daha onlar sor111adan yanıtladı: "Hayır Perpignan'a gitmeye­
cek! Neden o taban için yurttaş Tranchot'yu aldınız? Pierre ile arala- .
rındaki zıtlaşmayı biliyordunuz. Öyle yapmakla bir hata işlediniz."
• •

Yanlış davrandıklarını kabul edip "Kendisine yazsak... " demeye başla- .


mışlardı ki, Therese sözlerini kesti: "Hiçbir şey dinlemek istemedi,
ölürüm de yardımcı görevi yüklenmem diyor.''
Delambre: "Kimin yardımcısı?'' diye bağırdı.
"Sizin!''

296
METRENlN lCADl

Bir sessizlik oldu. Sonra Therese alçak sesle konuşmasını sürdür­

dü: tlOna karşı çıkacak gücü bulamadım kendimde ama , kusura bak-
. '

mayın beni kahreden bu konuda sizinle de daha fazla konuşamayaca-


ğım . " •

"Göreceksiniz, her şey düzelecektir." Bunu söyleyerek kadının içi-


ni ferahlatmaya çalışan Delambre'dı. "lş bitip de ana ölçü Meclis'e su-


. . . . .
.

nulduğunda her şey unut ulacaktır. O an, yaşamlarımızın en güzel anı


olacak. Sağlığı nasıl? Siz bana onu söyleyin." ·
.

"Vücutça fena değil. Düşündüğümden iyi buldum. Ne var ki içini


yiyip bitiren bir şey var , ne olduğunu bilmiyorum. Ama şunda dire-
.
.

niyorum ki yetenekleri, bilgisi hiçbir şekilde bozulmamış, hep eskisi


gibi. lnanın suçludan çok, mutsuz. Kalbi çok kırılmış. Onu seçkin
kulların nuru içinde gördüm; hani dediniz ya yurttaş, işi bitirdiği
gün yaşamının en güzel günü olacak; işte o gün, korkarım hepimizi
çok üzen bir . gün olacaktır."

On beş gün sonra s_on çalışma başlıyordu. (kinci taban. Perpignan


.

tabanı ele alınacaktı. Çizgisi, Le Vernet ile .Salces arasında deniz kıyısı
boyunca uzanıyordu. Orada toprağı düzleme diye· bir sorun olmaya­
cakcı. Yer düz ve istendiğince çıplaktı. Fakat, bu iyi nitelikler fazla iyi
olunca birer engele dönüştü. Her şeyin fazlası ile karşılaşılıyordu:
Gündüz yakıcı güneş gece nem , sürekli kum. insanın gölgesine sığı­
,
nabileceği tek bir ağaç da yoktu. Fakac çalışmaya katılanlar zorluklara
alışmışlardı. Melun'de�i takım, daha önceden kararlaştırıldığı gi bi
Tranchot da dahil oradaydı. Etienne , Mechain'in gelmeyeceğini öğre-
.

nince üzüldü. Ona Perpignan'a gelmesini öneren Mechain olmuştu ,


ama işte şimdi kendisi gelmiyordu.

Ya1nız hazırlık aşaması yedi gün sürdü, ölçüm ise kırk bir, ayrıca

;
297

t
METRENiN iCADI

bir de üç gün süren kum fırtınası oldu, o fırtınada insanlar da aygıt­


lar da çok zorlandılar. Rüzgar dinip deniz durulup ortalık
dinginleşince, artık taban ölçümü uzmanlarının en iyilerinden olmuş
olan ölçümcü Etienne, en gizli kapaklı yerleri en ufak bir kum tanesi
.

kalmayacak biçimde temizledi. Öyle bir şey kalsaydı, ince makineler


kesinlikle etkilenirdi.
Her akşam takımın bir bölümü ölçümün neresinde kaldıklarını .
yer üzerinde işaret ederken. bir bölümü de aygıtları kutularına , san-
dıklarına yerleştirip güvenli bir yere kaldırıyordu.

Birtakım balıkçı tekneleri açıktan geçerken bu bir türlü sonu gel-


meyen yapı işini görüp kıyıya yanaşınca takım tüm _ çalışma süresince
haftada üç kez çok lezzetli balıklar yedi.
Tüm yörede bataklıklar vardı; sinekler, böcekler insanlan hiç ra­
hat bırakmıyordu. Bir sabah Bellet, suçiçeği çıkarıııış gibi sivilceler
içinde, şişmiş, kızarıcıış uyandı. Sanki korkunç bir hastalığa yakalan-
mış gibiydi. Halbuki bütün bunlar, sadece tek bir sivrisinek ailesinin
.

bir gecelik çalışmasının ürünüydü. Delambre ölçümün bittiğini gös­


teren üçbin otuzsekizinci cetveli yerleştirdiğinde bütün takımın içinde
sevincini en çok gösteren Bellet oldu. Bu sayı Melun'dekinin aynıydı!
Rastlantı mı? Şaşırtıcı bir kesinlik mi? Birbiıinden hemen hemen
.

Fransa'nın yarı "uzunluğu" kadar, yüz altmış fersah tıı.akta bulunan


iki taban arasında bir parnıaktan daha az bir ayrım ortaya çıkmıştı!
.

Bu çalışmadan bir iz kalabilmesi için iki ucu somut olarak belli


edip bırakmak gerekiyordu. Tabanın iki ucuna granitten birer pira­
mitçik dikilebilirdi. Çalışma yerinden ayrılırken Delambre: "Bilim­
de" dedi, "tabanlar çalışmanın başlangıcını oluşturur, bizim işteyse
bunun tersi, sonunu gösteriyor. n

298
METRENiN iCADI

Delambre , Carcassonne'da kendine güzel bir han bulmuştu. Orada


.
kırk gün kaldı. Bir sabah karşısında Mechain beliriverdi. Tıraş olma­
mıştı, saçları uzamış, pantolonu delik deşikti, üzerinde Therese'nin
getirdiği o güzel ipek gömlek vardı ama paçavraya dönüşmüş durum­
daydı.
lki adam sanki birbirlerini tanımakta zorlanıyorlarmış gibi karşı­
.
lıklı bakıştılar. Mechain korkunç biçimde zayıflamış ve yaşlanmıştı.
Yüzünde acının bıraktığı derin izler vardı. Delambre'ın son kez 1792
yılının bir haziran sabahında, Tuileries Sarayı'nın avlusunda gördüğü
kimseden apayrı biriydi. Delambre bir adım ilerleyip elini uzattı,
Mechaih de sıkıla sıkıla elini uzattı. Kucaklaşıverdiler.
M�chain, birdenbire, sanki önce bir yükten kurtulması gerekiyor­
muş gibi, tek bir tümce söyledi: "Paris'e dönmemeye karar verdim.,,
Arkasından sustu.
"Biliyor musunuz ki" diye yanıt verdi Delambre, "ben burada kırk
gündür sizi bekliyorum. Demek boşuna beklemiş olacağım!"
'

"işte iyi ya, zaten yeterince zaman yitirrnenize neden oldum.''


"Birlikte yola çıkmıştık. Birlikle döneceğiz. Hem bizi bekliyor-
lar. ,,
"Sizi bekliyorlar. Neden gidip de aşağılanmanın en ağınna fırsat
vereyim? Orada yapacağım tek şey ayıplanmayı, horlanmayı, küçüm­
senmeyi sineye çekmek olacak. Bir an, ne kadar ağırınıza giderse git­
sin, kendinizi benim yerime koyun. lçtenlikle söyleyin, Enstitü'den
içeri girmeyi göze alabilir miydiniz? Encümen'in toplantısına katıla­
bilir miydiniz? Yabancı bilginlerle yüz yüze gelebilir miydiniz? Ha­
yır, yapamazdınız! Birkaç ay çekilip, bir yerde tek başıma dinlenmem
gerekiyor. Baharda dönerim. Sık sık size yazacağım, düşüncelerinizi
soracağım, yazdıklarınıza uyacağım. Şimdiden ayıbımı, ·Paris'te bil-
299 I


METRENiN lCADl

dikleri gibi, Perpignan·da da biliyorlar."


"Siz neden söz ediyorsunuz, kuzum? Ne ayıbıymış, sizi neden
horlayıp küçümseyeceklermiş, ulu tanrılar aşkına!'
·

Mechain konuşmak istiyordu ama, korkunç bir güç ağzını mühür­


lemiş gibiydi. Bitişik dükkandan fıçıcının fıçı kemerine indirdiği çe-

kiç vuruşları duyuluyordu. ,


Mechain sesini işittirebilmek için bağırarak lspanya'ya dönmek is­
tediğini söyledi. Yineliyordu: "Gerekiyor, Delambre, gerekiyor; buna
gereksinimim var; bu bana güven verecektir." Sonra inandınçı bir ta­
vırla "Yanıimaya neler neden olduysa, onların hepsinden kunulmak
için ne gerektiğini artık biliyorum. Korkmayın, yeni ödenek isteme­
yeceğim; kendi elimdekiyle yetineceğim, ölçümü Majorka'ya dek
uzatma işinde kendi paramı kullanacağım." Birden ÜZÜntulü bir duru­
ma geçiverdi, kendi kendisine söyler gibi: "Düş kurınak neye yarar?" . .

dedi. uEncümen hiçbir zaman bu yolculuğu onaylamaz ... "


"Tasarınız iyi, Encümenin önünde bu tasarıyı savunabilirsiniz, .
buna eminim ama daha önce, birlikte başladığımız şeyi bitirelim.''
uBirlikte mi? Hemen hemen her şeyi yapan siz oldunuz. Üçgenle­
rin üçte ikisinden çoğunu siz ölçtünüz. Tabanlara gelince, onlara tüm­
den yabancı kaldım. işte Delambre, benim konumumda insan kenara
çekilmeyi bilmeli."
Yağmurun camlardan süzülüşünü hiç konuşmadan, birdenbire bir­
birlerinden uzaklaşmış iki yabancı gibi seyrediyorlardı. Sonunda
Mechain arkadaşına döndü: "Çok rica ederim, bütün bunlann sizinle
ilgisi yok; siz üzerinize alınmayın." Konuşurken Delambre'ın kolunu
.

lutmuştu ama, teklifsizliğini fark edip hemen elini çekti. "Kalbimin


iÇini okuyabilseniz, . kalbimi daha yakından tanıyabilseniz, görürsünüz


ki, orada sizin için en derin minnet duygularından ve size o kadar be-

300
METRENlN 1CADI

ceriksizce yardım etmemden ötürü duyduğum çok acı eseften başka


.

bir şey yok."


Bunlar nezaket ·olsun diye söylenmiş sözler değildi. İçtenliği çok
·
belliydi. Mechain'in böyle açılmasından duygulanan �e utanan De­
Jambre gülümsemeye çalıştı. Yağmur dinmiyordu. "Ah bilseniz dos­
tum, ne acı dolu sıkıntılı zamanlar geçirdim." Bunu itiraf ederken
Mechain'in gözleri şaşkın, sanki hala dağlan görür gibiydi. "Bıkkınlı­
ğa yenildim; sahip olduğum o bir damlacık yetenek de elimden gitti .

Hep sıyrılıp kurtulma umuduyla büsbütün yerlere serilip kalma ara­


sında gittim geldim. Yapmam gereken şeylerin hiçbirini yapacak du­
rumda değildim artık. İçinde bulunduğum zamana dayanamıyordum,
geçmişten hep kendimi sorumlu tutuyordum, geleceğe de korkarak
. .

bakıyordum."
Delambre cebinden iki mektup çıkarıp uzattı, Mechain bunlardan
. birinin Borda'dan, ötekinin Encümen'den geldiğini görünce hemen
okumaya başladı. Bir an önce astronomi çalışmalarına yeniden başla­
masını istiyorlardı ve ... yok, olacak şey değil, bir daha okudu, Göz­
. lemevi'ni yönetmesini öneriyorlardı! "Demek ki, hala bana güveni-

yorlar!" ilk düşüncesi bu oldu; sonra sevincin yerini inanmazlık aldı.


Meslektaşına baktı, bir doğrulama bekliyor gibiydi. Delambre hafifçe
başını eğdi. O halde, gerçekmiş.- Yıllardan beri aldığı ilk iyi haberdi
bu, ilk sevinçti.
.

Arabacı pelerinini düzeltti. llan tahtasında Paris yolcu posta51nda


·· .· · t
yer kalmadığı bilditiliyordu. Arkada, camın yanında �oş. bir ıyer · var�
• . . �

.. "

dı. Hareket zamanı yaklaştıkça Delambre1ın korkulu sıkıntısı artıyor-


. '
. . ' '
• • • , , • • • 1

· ı ·. ,

du. Tam kalkıp d·a biraz beklemelerini rica edecekti ki,· Mechain koş_a
. . .
. . . •
, . . . .
' l •

. ' .
· I� · · · ·
. . ' · -' · ' :
.

) : ;

koşa av1uya gır


. d.ı.
., , , . t , , ,
.
·

! . >
' .. ; •
.
' ' •

.
301
1
1

1

'

ı
METRENiN iCADI

Bütün günü Agoustenc ve Fabre'a veda etmekle geçinııi şti. Sonra


Saint-Vincent Kulesi'ne çıkıp saati kuran adamı görıııüştü. Sahanlıkta
dikili işaret hala sökülmemişti. Çatkıda kullanılmış olan kerestenin
tümünü ayrılırken dostuna hediye etmişti. Buz gibi soğuk kış mevsi-
• •

minde bu bir servet sayılırdı!


Posta arabası hareket etti. Az sonra kentin yüksek surları gözden
kayboldu. Beş gün boyunca iki astronom geride kalan altı yılı birbir­
lerine anlattılar. Böylece, 1798 kışında Fransa topraklarında, Carcas­
sonne-Paris postası yolculanndan on kadar talihli yurttaş, Boylamın
ölçümü konusunda her şeyi ya da hemen hemen her şeyi öğrenmiş ol ...
dular; hem de tarihsel bir ayrıcalığa sahip olarak .bunu birinci ağız­
dan duydular.
Araba Massif Central'in ta orta yerinden geçiyordu. Delambre ça ...

lışmalar sırasında yapılmış çeşitli ölçümlere dayanarak Yerküre'nin


.

biçimini açıklarken, Mechain özellikle takındığı bilgiç bir tavırla:


"Görüyor musunuz, sevgili meslektaşım" dedi, "galiba Yerküre görü­
nümünü, ille de türdeş yoğunlukta bir döner küremsi olmasını iste­
yen bizim geometricilerin analitik biçimlerine uydurınayı kabul et-
. .

memiş işte. Ne yazık ki, sizin gözlemleriniz ve benimkiler gösterdi


ki, küremizin eğriliği Paris'e kadar hemen hemen çembersel, sonra
Evaux'ya kadar elips biçimi, Carcassonne'a kadar daha fazla elipsleşi­
yor ve Barselona'ya kadar hep öyle gidiyor. Zihnimi kurcalayan bir
soru var: Keyif olsun diye küremizi panııaklanyla yoğuran, neden
acaba Dunkerque ile Paris arasına gevşek toprak koymuş da, Evaux'ya
kadar biraz taş, oradan sonra birden, Barselona'ya kadar koca koca ka­
yalar . oturtmuş?" Delambre gülümseyerek dinliyordu. Arkadaşının
.. .
.

yüzündeki anlatımdan yüreklenen Mechain konuşmasını sürdürdü:


. : • f . · . ..
. .
.
. . .
, . . . .. ,, ,

ulşte beceriksizlik diye buna derim. Bunun sonucunda, Yerküre'nin

302
METRENiN lCADl

böyle biçimsiz yapılmasına bakılırsa, devinim, çekim ve yerçekimi


yasalarıyla, -belki de '(aratıcı her şeyden önce bu yasaları kocarrı1ış­
tır- evet onlarla, Yerküre düzensiz bir biçim almaya zorlanmış olabi­
lir. Artık bundan sonra da, çaresi yok, düzeltilemez. Meğer ki . . . Sı­
fırdan başlanıp her şey yeniden ele alınsın."

Mechain bunları söylerken sıraların arasında ayakta duruyor, ara­


banın her sarsılışında düşecek gibi, biçimsiz yaratılmış Yerküre'yi,
.
a·n:u· ydğtiran Tanrı'yı mimiklerle anlacıyor, Delambre da gözlerinden
yaş gelircesine gülüyordu. Yolculuğun başından beri ciddi ciddi ko­
rruŞan ikit bilginirr öyle, çocuklar gibi kıkırdamasına bakan yolcular da
kendi1�r1ni cutamayıp: · golmeye başlamışlardı. Birkaç dakika boyunca
krkıtdama·,: kasıklanni dövme; ;ka·hkaha, hıçkırıktan başka bir şey du­
ywmaz .:ol tinca, ·içeridekileri: kıskarian 'arabacı aradaki tahtaya öfkeyle
vurdu, bunun üzerine güliışmeler daha da· arttı':. '
.

.. . . . . .
' ' : . '
'· ' ... · . ,
.

. L.
.

. . . .. . '
• . '

.
1 .

.� , .·} . .
. . '

.
'
. .

.
ı " . ) � l . • . • t
. • •

: ' ::i.ônc� Ther�e ile karŞılaŞfüası , . sbnra' :da ·çbtuklarıyla "yeniden ta­
nıŞ-masi" . · vardı · :sırada:· �Büyük oğlan Isaac h·aıa· : Boriaparıe ile birlikte
Misır'da: :olduğundan yalnızca ! kizını : v·e · bğlu =Atıgustin�i . görebildi. · ·

Sortr11:· üietfnde; keridine:·bol ge1e tı bir · gecelikle- yatma.ya : c;ekildi� çar-



şaflan ··ü cülu;· yurniışak bir Şilte.de ·uyumaya yeniden · aııŞrtıası gerekti:·
• 1 • • • 1 • • •

.
lste'd iği anda: Sl�ak su ·bulmaya da/ bilenmiş ·usturaya da, . kokulu . sabu-
. .

;· , · I . .. .
. 1 .

.
. . .

.
na da . . . . .

• 1 : • , , .. .. • ,. .
.. • • • , .
. . .
. . .
" ; '

'

, 1
'

: � Mecha1h gelir �gelmez çok: iyi kabul görrrtü.ştü. Söz verdikleri gibi

GÖzl rrievi'ne müdü·r �larak atandı:' ·o · G6zlemevi ki, vaktiyle müşte..; ·

milat.ında .oturup bina· yoneticiliğini yapmışti� Ne büyük bir artnagah-


' '
1 1 ' ' t ,

dı bu! Kendisinin bulunmadığı dönemde alınmış ve bir teknik harika..;


.
sı' olan büyük Bird kaydedici çemberini · gece günctüz istediği · gibi kul-
' ' f •

: · : · 1
lanabilecekti! · : .
• • ' • , •
• • •
: • •

303
METRENiN iCADI

Sabırsızlanmaya başlayan konuk yabancı bilginler onuruna Lu­


xembourg Sarayı'nda bir. akşam yemeği verilecekti. Daveti iki astro­
nomun dönüşüne kadar ertelemişlerdi. Yani o ikisi dört gözle bekle­
niyordu! En çok da çevresinde bir gizem dolaşan Mechain'i merak e­
diyorlardı.
Göç etmemiş bir "göçmen"di, Enstitünün tek bir oturumuna katıl­
mamıştı ama o saygıdeğer kuruluşun bir üyesiydi� astronomd� . �
Barselona'da kaleme · aldığı bir kuyrukluyıldız gözlemi dışında , yedi
.. • •
.

yıldır hiçbir şey yayınlamamıştı. · -·� � . · : ' · . ; ı i l ·�. :,. : .


t •
.
.
• • •••

Mechain hakkındaki bu meraktan tedirgin olQyo.rdu;


. ondan· da faz... '

la. bütün o kalabalıkla karşılaşmak, sorulannı yanıtlamak,


. . bir. konµ-� .

ama ne?- hakkında konuşmak, bunlar :hiç hoşuna. ·giı.ı;n�yen şeylerdi�


Acaba o hala bu insanların topluluğunun bir: :µy�• miyc;li? . Şu. y�c:\i , y�l
boyunca onlarla hangi önemli; şey,i pa-ylaşm-ıştı. ki?. .. . .

· :
. •


.

.
'
• 1
.
'

.

'
t
'
..
1

.

Başından geçenleri köyune döndüğünde anlatamayan askerler gibi,


Mechain konuşmada.n otunıy9:rçlu,_ Y?-rlığının bir P.� rçası! grala���, gü-
,

neyin dağlarında• Agouste�c'in.,. Caı;-çaşso.Qne'daki. . ku\� yaşlı b��ç�'":


. .
: anında k�lıpıştı.� : Birden. Fal;>��·a yaz;ma�. is�
sinin, mezradaki Ana'nın y . �
·

tedi: "Sevgili .dost11m, · �izleri � ç�k özNyorum . . ;lşı�; döndü�� . .l\��a,.


_
beni onurlandırarak : bana gö,�t�rdikleri . bu· önemt . . ka�dırab���c.ek -ı;ni::
.

yim? Bana verdikler� görevleri, o.nların �s��diği. ve umd,µğ� :.gi�i: :Y�.ri:


. . '

ne getirebilecek miyim? Biliyor musunuz, dostum, ben eminim,, bu.


ilk günler en güzel günlerdiı:, �alım gülµm zama,nıdır., Arkası
.. . , .
. öyle
. "" . . . .. . ,1
. ,- . 1. · · '
f • • • ..
'
· .

gelmez. Sizi davet etmek· istiyorur;n. Ön�nüzqe �oca. l?ir-kış


. var . .h azır-:
. . . .. .
.. . .
. . .
' � . . . . , '

!anmanız için. Rica :e�.�tjm·'· gelin, .b.eni.ınle ��rli�te .U�ar�t'i. :�ay� ..�:
. -
>
neşinde görün. Sadık dc;>stunu� M�.çJl��" i : .
·
.
: :: ; : : : ;1i • : ·. , . _ ,1 , . .
. , :
.

. . Verilecek
. . . �. l : O��ley�� O: gü�ltüye. p �n,amsızlığa
şpleJ:1Gte k�ndisj_
. ,

dayanamayacaktı. Bunu karısı onu seçim yapsın diye ,koskoca�an . . bi�

304
METRENiN iCADI

elbise dolabının önüne çekip götttrdüğünde itiraf etti. Dolapta yolcu­


luğunun başından beri Therese'in güvelerden koruyup sakladığı giysi­
ler vardı. Söyleyeceğini çok bollaşmış bir gömleğin içinde kaybolur,
yanlışlıkla başını bir kolun içine sokmuş, bocalayıp dururken söyle­ •

mişti. Therese de o sırada yarı beline kadar dolabın içine dalmış, -b ir


çift ayakkabı arıyordu. Kadının canı sıkıldı. Kocası pantolonu oturtu­
yordu, ona ceketini uzatırken: "Paris'in en seçkinlerinin geleceği bir
şöleni beyimiz bana kaçınmak istiyor, bahanesi de insanlardan kaçar
olmuş. . . " Mechain karısına döndü, kadın sözünü yanda kesip bir kah­
kaha kopardı. Giysinin kesimi, genel görünümü, rengi, ayakkabıların
biçimi, hepsi öylesine eskimişti ki, 1 789 Öncesi bir gravüre benzi­
yordu. Hizmetçi kız içeri girdi: "Bir bey, beyefendiyi görıı1ek isti­
yor" dedi. Mechain neşeli bir sesle: "Girsin!"
Gelen adamın sırtında bir arabacı setresi vardı. Mechain'in acayip ·

kılığını fark etmiş görünmedi. Kapının ağzında durdu, hiçbir giriş


yapmadan koyu bir güneyli şivesiyle alacağını istemeye geldiğini
söyledi: "Hesabı kolay" diyordu, "günde iki liradan kırk ay; camı ta­
mına . . . " Gelen, Tranchot'nun ltalya'dan dönüşte önce anlaşıp sonra
vazgeçtiklerini bildirıneyi unuttuğu Marsilyalı arabacıymış. Borcu pa­
zarlıkla indirdiler.
Therese kocasını Saint-Germain Bulvarı'nda bir cerziye havale et­
mişti. Mechain terzihaneye gittiğinde, içeride kalaballk vardı. Bir
milletvekili lütfedip. Yasama Meclisi üyeleri için dikilen yeni giysile­
rin son provasına gelmişti. Bir çıraklar çemberi ortasında, orasına
burasına toplu iğneler tutturulmuş durumda gösteriye çıkmış gibiy­
di. Üç tane gazeteci gelmiş, olayı saptıyorlardı. Birincisi bir kroki çi­
ziyor, çizdiğini de hemen arkasından renklendiriyordu. ?kincisi yük­
sek sesle giysinin ayrıntılarını anlatıyordu. Üçüncüsü de onun anlat-

305

'
METRENiN iCADI

tıklarını yazıyordu. "Bize tanınan bir ayrıcalıkla son düzeltmelerde


hazır bulunuyoruz. Redingot lacivert ve etek hizasından sekiz dokuz
parınak yüksekte, altın püskül ve kordonlarla süslü üç renkli bir ku­
şağı var. Bunun üzerine kuşanacakları pelerin al renkte, kenar biyeleri
lacivert, yere kadar uzun. Sağ kolu tumden özgür bırakacak biçimde
sağ omuz üzerinde altın bir düğmeyle tutturulmuş. Başta mor kadife-
"

den kenarsız bir şapka var. Şapkanın kurdelesi alev rengi taftadan ve
bu kurdele arkaya doğru dönük �ç renkli bir tüyü tutuyor."
Gazeteci bir adım gerilerken, güneşe çıkmış gibi gözlerini kırpış­
tırıyordu: "itiraf etmeli ki,, diye sürdürdü, "bu kadar çok kırcnızı in­
sanın gözünü yo·ruyor."
"Göz kamaştırmak. kör etmek değildir." Milletvekili bu yanıtı ve­
rirken şişiniyordu. Gazeteci:
"Neden sıradan yurttaşlarınkinden değişik, özel bir giysi istendi?"
diye sordu.
"Güzel, düzenlilikle oluşur," diye yanıt verdi milletvekili. "Yasa
koyucunun ayırıcı özelliği saygı uyandırr11aktır. Bu giysi bizlere o
sa}1gınlığı, saygı uyandırrnaya özgü o soyluluğu verecek.''
Bitişikteki prova odasında Mechain her şeyi işitiyor, fakat hiçbir
şey görmüyordu.

Mechain büyük salonun kapısında belirdiğinde. Luxembourg Sara-


.

yı'ndakilerin belleklerinde geçmiş geri geliverdi. Konuşmaların akışı


bozuldu, sarsıldı. Son kez Mechain'i göreli . . . On yıl bile o)mamıştıl
Henüz Cumhuriyet ilan edilmemiş, Tuileries yanmamıştı. . Louis'nın
başı henüz yerinde duruyordu. Robespierre bir milletvekilinden fazla
bir şey değildi. "Kamu kurtuluşu•· sözcükleri henüz kimsenin ağzında
duyulmamıştı. Prusyalılarla Avusturyalılar en güçlülerdi. Paris'i yer-

306
METRENiN le.ADI

le bir edeceğiz diye tehditler savuruyorlardı. Paris'te yasayı koyan da


halktı. Ordu başıbozuklardan oluşuyordu. Bütün bunlar şimdi insana

ne kadar· tızak geliyordu. Devrim de Krallık kadar uzaklarda kalmış


gibiydi. O salondaki insanların gözünde her ikisi de başka bir dünya­
nın parçasıydı. Yılın sonunda partallarını atmış yeni bir yüzyıl , bi­
limde, teknikte ileri bir yüzyıl başlayacaktı. Evet, M�chain bir hort­
laktı, artık var olmayan cevherlerden oluşmuş göktaşı gibi bir şeydi.
Kendisi bunların bilincindeydi, bir an sonra tam bir suskunluğa
gömüleceğini düşündü, kaçmak istedi.
Therese , ağırbaşlı görünümüyle, kocasının kolunda tüylü kalın
bir halının ÜZerinde ilerliyordu. Onun içinden geçenleri anladığı,
içindeki çatışmalann somut olarak bilincinde olduğundan kolunu
kendi koltuk altında sıktı. Onun canını yakacak kadar, kendi canı ya­
nacak kadar sıktı. Baskının altında Mechain'in dirseği karısının böğ­
rüne saplandı. Kimse Therese'in irkildiğini görmedi. Gerilemek artık
söz konusu değildi.

Durumu kunaran Borda oldu. Son gürültüler de dinerken, ihtiyar


denizci dostuna doğru koştu. Astronomu alıp tanımadığı kimselerin
gruplarına doğru götürdü. Mechain onların aralannda kayboldu. Ko­
nuşmalar yeniden başladı.
Borda'nın hasta olduğu söyleniyordu; her zamanki gibi yaşam do­
lu ve zarifti. Ne var ki, kendisini yiyip bitiren hastalığı belli etme­
mek için harcadığı gizli çaba sezilebiliyordu. Delambre Therese'i gör-
müştü. Borda da onlann bakışmasını yakaladı. Bir süre önce bu üç ki­
-

şiyi birbirine bağlamış olan o ortaklık duygusu, hiç bozulmamış ola­


rak yeniden ortaya çıkıverdi. Hemen Mechain'in çevresinde bir süre
için bir üçgen oluşturdular. O da gevşeyip rahatladı.
Mechain'i çevreleyen bir esrar bulutu vardı . İnsanları hem çekiyor

307
'

METRENiN lCADl

.
.

hem tedirgin ediyordu. Bunca yıl o ıssız dağlarda ne yapmış olabilir-


di? Her şeyi bilmek istiyorlardı. O ise her zamankinden de gizli ka­
paklı davranıyordu. Geçmişi hakkında bir şey söylemediğini görünce
ileriye yönelik tasarılar hakkında sorular sordular. Onlarla ilgili . ola­
rak da fazla bir şey söylemedi. Şölenlerde kapanış konuşmalan yap­
maya alışmış yaşlı bir Enstitü üyesi, kulağına eğilip "Pek az sayıda
gözlemcinin yazgısında, dünyanın durumunu saptayıp çağdaşlanna
.
annağan etmek vardır'' diye fısıldadı. "Sizi de onların arasıİıda gör­
mek isterim.11 Mechain de söz verdi.
,

.
Talleyrand yaratmak istediği etkide başanlı olmuştu. Tam yedi
yabancı ülke en iyi bilginlerini Paris'e yollamıştı. ispanya, Toscana,
. .

t
Ligurya, Helvetya , Batavya , Sardunya ve Danimarka. Fakat tek bir
lngiliz gelmemişti, Amerika Birleşmiş Eyaletlerinin bir temsilcisi . bi­
le yoktu. Hadi Ingilizler Fransainın iflah olmaz düşmanıydılar ama, ·

Birleşmiş Eyaletler pekala Fransa'nın müttefikleri arasında sayılıyor­


du. Mechain, ulngilizler düşman da olsalar, Greenwich Gözlemevi'nin

onların toprakları içinde bulunması bu tutum larını değiştirmeliydi,"


diye düşündü. Delambre'a gelince o, bu durumun kötü sonuÇlar ver-
. ,

memesini, söz konusu o iki topluluğun ileride kendilerini metrik sis-


. .
temin iyiliklerinden yoksun blrakmamal�rını diliyordu.·
'

Yeni öl�çüler evrensel olacaktı! Bunların babalığının uluslararası


'

bir encümen tarafından üstlenilmesi pek doğaldı. Uluslararası Encü-

men işlemin tümünü denetimden geçirdikten, sorumluluğunu yüklen­


dikten sonra, ölçü dizgesinin temel birimini dünyanın gözünde geçer-

lsviçre. -ç.n.

t Baravya Cumhuriyeti: 1794-1805 yıllan arasında Hollanda'nın taşadığı ad. -

ç .n .

308
'
METRENJN IC.ADJ

li kılma amacıyla kesin sonuçları duyuracaktı. \

Luxembourg Sarayı'nın davet salonlarından sonra, görevi Louvre


Sarayı'nın toplantı salonları devraldı. O ünlü akşam yemeğinin ertesi
günü ilk çalışma oturumu yapıldı.
Her araç gösterildi, nasıl işlediği anlatıldı. Hatta, düz cetvellerin
üzerinde yapılmış deneylerin toplantı salonunda yinelenmesine bile
gidildi. Bir caban ölçümü ve birkaç yatay açı gözlemlenmesi temsili
olarak gösterildi. Sonra Encümen üyeleri küçük gruplara ayrılıp her
gözlemi en ince ayrıntılarıyla gözden geçirdiler ve hesapları birer bi­
rer yeniden yaptılar. Dunkerque enlemini denetlemekle işe başladılar,
sonra Delambre'ın kayıtlannı incelemeye aldılar. Sıra Mechain'in he­
saplarına gelince, zorluk başladı. Sanki hesapları teslim etme anını
geciktirtrıek istiyorcnuş gibi birinci toplantıya, ikinciye, üçüncüye
gelmedi. Talleyrand sabırsızlanıyordu. Yasama organı başkanı işi ça­

buklaştır111ak için bir ulak gönderdi. Encümen ise, M�chain'in Gözle­


mevi'ndeki dairesine gitmeyi yeğledi. Orada her şeyi son derecede
düzenli biçimde buldular. En çok da Mechain'in bütün açılarının ve
bütün hesaplarının kesinliğini. uyumunu çok beğendiler. lşi ağırdan

· almasına, gecikmelerine ise bir anlam veremiyorlardı.


Denetimler yeniden başladı. Oelambre defterine şu özeti yazdı:
"Hesaplar ayrı ayrı olmak üzere dört ayrı kişi tarafından yapıldı: Bay­
lar Tralles, Van Swinden, Legendre ve ben. Her birimiz kendi buldu­
ğumuz sonucu ortaya koyuyor, sonra birlikte karşılaştırıyorduk. $u
çalışma boyunca, Mechain ve ben; bin sekizyüzer gözlem yaparak ku­
tup yüksekliğini hesaplamışız. Bütün enlemler ikimizin hesaplarında
saniyenin altıda birinden az bir ayrımla çakışlı'"
'

Yapılan çalışma çok ince işti; tekdüze, insanı yoracak bir çalış-
maydı. Delambre'ın gözlerini epeyce zorladı, ama Madam Leblanc-

309
METRENiN lCADl

Pommard'ın astronoma ne kadar bağlı olduğunu ortaya koymasına da


yol açtı. Sık sık dinlenmesi için rica ediyordu. Delambre ise bu ilgi-
,

den duygulanıyor fakat kadının elini nazikçe sıkarak "Daha sonra, da-
ha sonra" diyordu.

Uluslararası
-
Encümen'in Başkanı Batavyah Van Swinden,
Enstitü'nün salonunda toplanmış bulunan onlarca bilgine övünçle ses-
lenerek: .. Bu türden bir işlem hiçbir zaman böylesine sınanmamıştır!"

dedi. "Encümen'imiz Enstitü'ye şunu bildinneyi kendine bir görev


sayar ki, yurttaş Mechain ve yurttaş Delambre, üyelerimizin istekte
bulundukları bütün noktalarda çalışma sırasında tuttukları kayıtları­
nı, en ufak ayrıntıya kadar gözler önüne serıııişlerdir. Ciddi incele­
meden kaçmak şöyle dursun, hesaplarının incelenmesini bizzat iste­
yen o çok titiz gözlemcilerin özelliği olan soylu ve içten davranışı
sergilediler. Çünkü gerçeği olanca parlaklığıyla ortaya koymanın en
iyi yolunun bu olduğunu biliyorlardı." Bütün gözler iki astronoma
çevrildi; Delambre pek çekingen, Mechain de solgun bir yüzle dinli­
yorlardı.
.

Van Swinden "Şimdiye kadar gerçekleştirilenlerin hepsinden daha


büyük olan bu işlemin üstesinden ancak bu dazeyde insanlar gelebi­
lirdi'' diye konuşmasını sürdürdü. Mechain anık bölük pörçük dinli­
yordu. "Zahmet, tedirginlik ve yorgunluk iç�nde geçen Ôir gün, eğer
iyi bir gözlemle son bulmuşsa,· onlar için mutlu bir gündü . . . " De- ·

lambre, düşlere dalmış, işitmez olmuştu. "Sınırsız bir sabır. Sabırla­


rına beceri, becerilerine kavrayış eklediler." Delambre'la Mechain bir- .
. . .

birlerine bakıp gülümsediler ve yeniden dinlemeye koyuldular.

"Fransa dışarıdan saldınlara uğrarken, içeride sarsılırken, kah tehli-


. .

kelerden kaçınmak için sakınımlı . davranmaları kah bela geldikten


.
.
.

sonra sessizce katlanmak için sıkı dunnalan gerekiyordu . . . ' ruhun

310
METRENiN le.ADI

sessizliği . . . zihnin dinginliği . . . yurtlarına yararlı o1ma isteğinin dür­


tüsü altında ... " Bütün bakışlar iki astronoma yönelmişti. Delambre
çekingendi, Mechain solgun. Fakat artık, çekingen görünüm sevinci
saklamaya yetmiyordu ve solgunluğun arkasında da rahatlık yükseli-
yordu. �

Olaylar hızlanıverdi. Ertesi gün, iki astronom törenin yapılacağı


salonu gönneye gittiler. Boş sanıyorlardı ama, konuşma yerinde bir
milletvekili vardı. Birkaç tanesi de bomboş sıraların arasına tek tük
dağılmış olarak oturuyordu. Meclis toplantıdaymış.
Öfkeli olduğu görülen konuşmacının sol kolu askıdaydı, öteki ko­
luyla bir şeye çok içerlediğini belirten hareketler yapıyordu.
Mechain'in anladığına göre, adam Paris sokaklarında çok hızlı giden
arabalardan söz ediyordu. "Nasıl olur! Fakir dükkanları yıktık , yok­
sul aile babalarının yuvalarını başlarına geçirdik de, sonradan görrne
beylerimizin yaldızlı arabalarına onların bizlere zarar vermelerine ses
çıkanı1ayacak kadar saygı gösteriyoruz. Güya eşitliğin egemen oldu­
ğu bir ülkede, kamu hizmeti için gerek görülenlerin dışında , insanla­
rın arabaya sahip olması olağan bir şey midir?" Bu sözlere kimseden
bir tepki gelmedi. Milletvekili konuşmasını sürdürüyordu: "Meclisin,
·

Paris sokaklarında , son derecede yavaş gitmedikçe, araba sürülmesini


yasaklayan bir kararname çıkar111asınt öneriyorum" . . . "Aklı başında
bir öneri," bunu , Delambre'la birlikte binadan çıkarken neredeyse
ezecek gibi geçen bir arabayla burun buruna geldiklerinde Mechain
,.

söylüyordu.
Onlar giysilerine sıçrayan çamuru silmekl� uğraşırken Meclis'ten
çıkan biri yanlarına gelip "Descomberousse" diye kendini tanıttı .

31 1
METRENiN iCADI
.
'
"Yaşlılar Kurulu'nda lsere temsilcisiyim." . Metrik sistemin ateşli bir
.
-
.

hayranı olduğunu da söyledi. fakat kendi ili içinde güçlü bir muhale-
• 1 •

fetle karşı karşıya bulunduğunu da anlattı. "Nası] eski din yobazlıkla­


rına bağlı kaldılarsa, eski ölçülere de öyle bağlılar··. diyordu. "Şimdi
yeni bir din doğuyor: Çıkarcılık · dini, para hırsı dini. Perakendecile-
'
.

. .

rin çoğu halen kullanılmakta olan eski ölçüleri adeta baş tacı eden bir
tarikat oluşturuyor. Bazı insanların haçinı, okunmuş suyunu savun­
ması gibi, bunların arasında da arşınını, endazesini savunanlar var."
Bunları bir solukta söyleyivermişti. ' Ekledi: 11Biliniz ki, bu savaşınız-
.
da sizlerin ıranında olacağım, yurttaşlar!" Selamlayarak uzaklaştı.

En önde iki Batavyalı, Van Swinden'le Aeneae yürüyordu. Arkala­


rından Sardunya Dev]etinin ·temsilcisi Balbo, Danimarkalı Buggee, iki
İspanyol Ciscar ile Pedrayes, Toscana Büyükdukalığı'ndan Fabbroni,
.
Romalı Franchini, Önalpler Cumhuriyeti'ndent Mascheroni, Ligur- .
-
.

ya'dan Multedo geliyordu, en arkada da Helvetia'dan Tralles vardı.


Sonra Fransızlar: Laplace, Legendre, Lagrange ve Lefevre-Gineau, ve
hem Enstitü'ye hem Encümen'e üye olanlann hepsi. Bonaparte'ın bur-
. .
nunun dibinden ayrılmayan Monge ve Berthollet Mısır'daydılar. Bellet
.

ve Tranchoc arkada yürüyorlardı. Borda yoktu. Her şeyiyle ona borç-


'

lu olunan bu büyük girişim bitmiş, başanlı sonu�u tam böyle törenle


.

• fFransızca, Conseil des Anciensl 111. yıl Anayasasınca Beşyüıler Meclisiyle


birlikte kurulan ve l 795 Konvansiyon Meclişi'nce de benimsenen, yasalan
onaylamak ya da geri çevim1ekle görevli bir meclisti. 1 799 · sonunda
Bonapane'ın darbesinden sonra kaldınldı. --ç.n.
t [Fransızca, Republique cisalpinel l 797'de N. Bonaparte tarafından .·
kurulmuş, bu ad altında ancak beş yıl yaşamış bir devlet. Lombardiya'yı,
Veneto bölgesi eyaletlerini, bugün bir lsviçre kantonu olan Grigioni'nin bir
bölumünü içerirdi. Başkenti Milano'ydu. 1802'de adı ltalya Cumhuriyetine,
1 805'te de ltalya Krall ığına dönüşmüştür. --ç.n.

312

, .
METRENiN iCADI

kutlanacakken ölüm onu çekip almıştı. 24 Haziran 1792 günü, o iki


arabanın Tuileries'nin avlusundan hareketi sırasında orada bulunan üç
adamdan hiçbiri yolculuğun sonunu görememişti: Ne Condorcet, ne
Lavoisier ne de Borda.

Meclis salonu gösterişli bir biçimde süslenmişti. Yasama organı

tüm üyeleriyle oradaydı, dinleyici tribünleri doluydu. Önemli günle­


rin kalabalığı vardı. Yanında bir erkek olmadan kadınların toplantı
salonuna ginnesini yasaklayan Preriyal Kararnamesine bu özel gün
. için biraz gevşeklik tanınıyordu. Fakat· Therese ile kızının yanında,
artık neredeyse oy verır1e yaşına gelmiş olan Augustin vardı. Lavoisi­
er ve Condorceı'nin ölümlerinden sonra yeniden evlenmiş olan kanla­
rı yeni kocalarıyla gelmişlerdi. Bukleli saçlı şu genç kız Eliza'yd ı.
Madam Vemet, Sarret'nin kolundaydı. Madam Leblanc-Pommard oğ- -
luyla gelmişti. Ölçümcü Etienne de oradaydı. Yanında oturan kişiye
elini kolunu savura savura, büyük hareketlerle kaydedici çemberin
kullanılmasını anlatıyordu.

Bilginler yürüyüşlerini bitirip kürsü hizasına geldiklerinde Encü­


men üyeleri iki yana ayrıldılar. Bir teşrifatçının gür sesi duyuldu:
"Enstitü üyeleri yurttaş Delambre ve yurttaş Mechain!11 lkisi de heye­
canlı ve sıkılgandılar, gözleri kamaşmış gibiydi. Gözlerin kamaşacağı
kadar da vardı. Yedi yüz milletvekilinin giysisindeki kınııızılar salo­
na egemen olmuştu. Mechain'in üzerinde Saint-Gerrriain Bulvarı'ndaki
.

terzinin diktiği takım vardı.

Kalabalığa karışmadan tek başına oturan Talleyrand tüm sahneyi


hoşnut bir bakışla izliyordu. Müzik başladı. lri yarı bir şarkıcı bas
sesiyle duvarları titretti. Millet\'ekilleri doğruldular. Trompetlerin
sesi olayın kutsallığını vurguladı. Salonu dolduranlar o kadar mt\zi-
'

ğin etkisi altındaydılar ki, içeri giren iki adamı önce fark etmediler.

313
METRENiN iCADI

Fakat az sonra bütün bakışlar onların üzerine takılıp kaldı. lkisi de


kollarını öne doğru uzatmıştı. Birincisi al rengi kadifeden , ikincisi
mor dantelden birer yastık taşıyorlardı. Birinin üzerinde zamane

Graal'i gibi platinden bir çubuk parlıyordu. İkincisine de yine aynı


. .

metalden ağır ve parlak bir silindir oturtulmuştu.


Ayin görevlisi gibi bu iki adam, tüylü halının üzerinde törensel

adımlarla ilerleyerek zeminden yüksekte hazırlanmış ve üç renk ku-


maşla kaplı tören yerinin merdivenlerini çıktılar. Sonra ikisi de aynı
anda yüzlerini salona dönüp hareketsiz kaldılar. Çıt çıkmıyordu. Bi­
rinci adam yastığı yukarı kaldırarak, metal çubuğu Meclisin yanın
çen1ber biçimindeki toplantı salonunun tümüne ağır, çok . ağır bir ha­
reketle dönerek gösterdi. Yasama organının başkanı: "Halkın temsilci­
si yurttaşlar" dedi , "işte gerçek metrenin ana örneği!" Salonda sevinç
seslerinin eşlik ettiği kutlamalar yükseldi: Boynunu uzatanlar , itişip
kakışanlar. ayaklarının ucunda yükselenler. Delambre ilk sırada otu­
ran Descomberousse'u gördü , coşkuyla alkışlıyordu. Gürültü yatışıp
yeniden sessizlik olunca, kusursuz biçimde dlizenlenmiş bir bale

gösterisine benzer şekilde, ikinci adam mor dantelli yastığı havaya


kaldırarak silindiri gösterdi. "Halkın temsilcisi yurttaşlar, işte gerçek
kilogramın ana örneği!"
Ta en yukarıda , tribünlerin son sırasında iki yaşlı ihtiyar , dilci
Alfred ile Alexandre, bitmez tükerunez tartışmalarını sürdürüyorlar­
dı. Alfred: "Boğazsıl moğazsıl bilmem , şilogram , 'ş' ile, dilbilim ba­
kımından utanılacak bir şey olur!'' diye heyecanla kendi görüşünü sa-

• Söylenceye göre )sa Peygamberin son yemeğinde kullandığı ve kendisi


çarcnıha gerildikten sonra yaralanndan akan kanın içinde toplandığı kap. 12.
ve 13. yy.'larda öyku yazarlan bu kabı aramaya çıkan şövalyelerin
serüvenlerini anlatmışlardır. -ç.n.

314
METRENiN iCADI

''unuyord u.

"Kirletmeyin şu işi, aziz dostum," diyordu Alexandre, "sonunda


,,
benim de ağzımı kils gibi yakacaksınız! Karşısındaki öfkeyle yanıt

verirken, sesi çevreden gelen "Hişşşt!"lerle bastırıldı.- Aşağıda, kürsü­


deki konuşmacı bilgi veriyordu: "Yurttaşlar, şunu duyurınak isterim
·
kj, bir metre, 3 kadem, 1 1 çizgidir ; 1 Peru tuvazının 296/IOOO'ine
denktir!"

Resmen ilan edilen metrenin tam değerini duyan Delambre, elinde


olmadan şöyle dedi: "Geçici metre üzerinden topu copu 145/1 000 çiz­
gi kazanmak için beş yılımız geçti! Elde edilen, toz taneciği kadar bir
Şey.1 n

Tribünlerde küç�k bir oğlan çocuğu, gözleri görmeyen büyükba­


basının ellerini tutup çubuğun uzunluğunca iki yana açıyordu. Ecien­
ne'in yanında oturan iri yan adam kendi kendine homurdanıyordu:
"Sadece metreden söz ediyorlar! Peki ya kilo? O ne kadar geliyor­
muş? Onu söylemiyorlar!" Ölçümcü eğilip adamın kulağına sır söy­
ler gibi fısıldadı: "2 ons, 5 gro, 35 gren ediyor." Beriki şaşkın şaşkın
bakınca, Ecienne bir daha eğildi: "Ya da 18.827 eski mark1 deyin , is­
terseniz." Tören sürüyordu. Bir milletvekili elinde bir kağıtla konuş­
macı kürsüsüne geldi: "lşte sonunda, insanoğlunun ölçebileceği ci-
. simlerden en büyük, en değişmezine, yani yerkabuğuna dayanan ştt
uzunluk ölçüsü başarıldı!" diye okudu. Sonra, kağıd ını katlarken tüm

yüzüne yayılmış gülüşüyle, bir sır söyler gibi: "Artık" dedi, "bir aile
'

babası ·çocuklarımı geçindiren tarla, yerkünenin bir kesri. Ben de o

•[Fransızca, la ligne� çizgi] Başpannagın on ikide biri kadar uzunluk gösteren


eski bir ölçü. -ç.n.
1 {Fransızca, le gros; grol 3,824 gr. karşılığında eski bir ağırlık birimi.
[Fransızca, le marc� marki 244,5 gram karşılığında eski bir ağırlık birimi.
(Fransızca, le grain� gren} 0,053 gr. karşılığı eski bir ağırlık ölçüsü. -ç.n.

315
METRENiN (CADI

oranda dünyanın ortak sahiplerindenim' diyebilecek. Ne mucluluk!"


Hiç kimsenin konuşmadığı salonda bu son sözler büyük etki yap­
tı. Artık tören bitmişti. 89'da, insanların Evrensellik, Birlik ve Son­
suzluk adına ortaya attıkları yeni ölçü birimleri Mülkiyetin hizıı1etine
verilmişti. lJk girişim yapılalı on yıl olmuştu bile. Halbuki UDoğanın
efendisi ve sahibi"nden "Dünyanın ortak sahibi"ne ancak iki yüzyılda
geçilebilmişti.
Zamanın o1umsuz etkileri mi? Ana örnekler, zamanla bozulmasın
diye plarinden yapılmıştı. İçi kadife kaplı, kilitlenebilir çekmecelere
konulup gelecek yüzyıllar boyunca tanıklıklarını sürdürecek , herhan­
gi bir şeyin uzunluk ya da ağırlığına resmi bir geçerlik ka7.andıracak­
lardı.

Metre ve kilogramın ana örnekleri Cumhuriyet Arşivi'ne emanet


edildi. lçinde saklanılacakları çekmecelerin bulunduğu ikiz demir do­
lapların kapılarını kapama onuru Mechain ile Delambre'a verilmişti.
Dört tane anahtarı o karrrıa kilitlerin içinde çevirirlerken ikisinin
zihninden ayrı şeyler geçiyordu. Mechain: �orada sakladığımız. boy­
lamın bir parçası" diye düşündü. Delambre kendi kendine: "Yitip git­
seler , geriye yalnızca adları kalsa, yine aynı kesin hesaplarla onları
,,
yeniden yapabiliriz diyordu. Farkına varmadan bunları yüksek sesle
söylemişti. Arkasında duran Laplace şunu ekledi: "Yine de elementler
işin içine girer, bir depremde toprak altında kalsalar ya da yıldırım
düşüp platini eritse, o zaman. · . .
-
"

Biraz uzakta katip hızlı hızlı zaptı yazarken Mechain adamın omzu­
nun üzerinden okuyordu: "Bir ve bölünmez Fransa Cumhuriyeti'nin
yedinci yılı, dört Messidor, öğleden sonra saat üç ... ,,

316

METRENiN iCADI

Olayın anısına bir madalyon basılmıştı. Bir yüzünde Condor-


.

cec'nin sözleri okunuyordu: "Tüm zamanlara, tüm halklara,,, öteki yü-


zünde Ekvator'la Kuzey Kutbu arasında açılmış bir pergelin kavradığı
yerküre ve . tepesinde Küçükayı görülüyordu. Mechain, madalyonun
provalarını görünce Kuzey, hep kuzey! diye düşündü. Madalyanın he­
nüz dökümü yapılmamıştı . Brümer ayında bir sabah Bonapane, içle­
rinde topçu Gustave'ın da bulunduğu birkaç askerle birlikte Meclis'e
çıkageldi. Milletvekillerinin tören giysisi onda hiç de o tahmin edilen
saygıyı yaratmadı. Milletvekilleri salondan kovuldu ve birkaç saniye
boyunca bahçelerde oraya buraya kaçışan iki üç yüz kırınızı tören
giysisi görüldü. Onların peşinde de grup grup lacivert üniformalar,
yani Enstitü'nün üyesi olan bir generalin askerleri vardı. Madalya dö­
külmeyecekti: Cumhuriyet son bulmuştu.
Mechain'in dostu Fabre, Utarit'i mayıs güneşi altında görmek tıze­
re Paris'e gelmedi. Neyse ki 7 Ağustos gecesi, "kendi" gözlemevinde
uzun bir bekleyişten sonra Mechain tarihin sekseninci kuyrukluyıldı­
zını keşfetti; küçüktü, kuyruksuzdu, fakat parlaktı. Sonra Noelin erte-
.
si günü, sabah 5.301da Ophiceus içinde bir tane daha gördü.
Son kuyrukluyıldız ise beş gün sonra gelecek olan 1800 yılıydı.
Bir türlü bitmek bilmeyen bir yüzyılın sonunda, Fransa o zamana ka­
dar bilinmeyen yollardan geçmiş, krallığın partallarından soyunmuş,
t

bir Cumhuriyet kurup birkaç tane geri alınamaz insan hakkı kabul et-
.
tikten sonra şimdi de bir Konsül'e gebe kalmıştı.
Şaşılacak olan şu ki, orta yerinde birtakım ışıkların her zamankin-

den çok parıldadığı bu yüzyılın bir ucunda sınırsız erke sahip bir
kral, öteki ucunda tek düşü eline sınırsız erk geçirrrıek olan bir gene­
ral vardı. Birincisi 1 7 1 5 yılında tahtında ölmüştü, yüz yıl sonra ikin­
cisinin gücünden ne kalacaktı acaba?

317

- 19 -

echain, hareketine karşı çıkanlan yenip, 26 Nisan


1803'te yanına ikinci oğlu Augustin'i alarak Paris'ten
'

ayrıldı. Ölçülen Boylam parçasının uzatılması işine


.

bir yıl yeteceğini aklına iyice koymuştu. Her önüne gelene de "Pa-
ris'te o süre içinde kimse yokluğumun farkına bile vannaz'' deyip du­
ruyordu. lspanya'ya vardığında hiçbir şeyin hazır olmadığı onaya
çıktı.
Kendisini adalara götürrı1ek üzere hizmetine verilen gemiyi Cana­
. gena Limanı'nda görür görrııez tanıdı: On yıl önce Don Ricardos tara-
.

fından emrine verilmiş olan gemiydi. Kaptan değişmişti. Yenisi, alı-


.

şılmamış derecede titiz bir adammış saraydan açıkça emir almadıkça


Mechain'i gemiye bindirrrıedi. Beklediler. Emir geldi.
Denize açılır açılmaz sarı humma baş gösterdi. · Tayfalar birer bi-
. '
.

rer hastalığa yakalandılar; yirrı1i kadan telef oldu. Nasıl olduysa,


hastalık Mechain'e de Augustin'e de bulaşmadı. Minorka Adası açıkla­
rında hastalık var diye gemi sıkı bir karantinaya alındı. Ancak karan­
tina sonunda gemiden ayrılabildiler. Astronom ve yanındakiler iki di­
rekli , dört köşe yelkenli bir tekneye bindiler. Birden fırtına patladı.
Resiflere sürüklenen gemi ·b ir kıyıya çarptı. Kıyıyı önce boş bir yer
sanıyorlardı. Değilmiş , halk kumsala yığılmıştı. Elleri silahlı kimse­
ler gemiye doğru ilerleyip kim olursa olsun kıyıya çıkmasını engelle­
diler. Nereden haber aldılarsa salgını duymuşlar, hastalık adalanna
'

da bulaşır diye korkuyorlardı. Hatta gemiyle temas etmemek için


yolcuların su ve yiyecek isteğini bile geri çevirdiler. Mechain, valiye

318
METRENlN lCADI

bir mesaj göndermek istedi. Onu da reddettiler. M�ktup da hastalık


bulaŞtırabilirdi. Sadece1 köylülerden birinin hemen valiye sözlü ola­
rak haber götünnesini kabul ettiler. Haberci ertesi gün döndü ve ya­
'
nıtı avazı çıktığı kadar bağırarak iletti: Vali, Mechain'in bir pusula
yazmasına izin veriyordu. Ulak ikinci kez gitti, validen ikinci yanıt.
geldi. Sonunda Mechain'in karaya çıkmasına izin verilmişti amal yal­
nız ve yanında aygıtları olmaksızın.
Valinin konağına adayı bir baştan bir başa katır sırtında geçerek
gitti. Yol, tam bir karabasan gibiydi� Dik ve kaygan yokuşlarla sarp
kayalar birbirini izliyordu. Başına gelenlere üzülmüş gibi davranan,
bir sürü soru soran valiye Mechain sadece: "Ben bu sefer boyunca en-
gellenmeye alıştım," dedi. ·

Dönüş1 gidişten de zahmetli oldu. Katırın ayağı kayınca az kalsın


Mechain·in boynu kırılıyordu. Bir bilek burkulması ve yüzünde bir­
kaç bereyle atlattı. Bu kez sorumlu ne Salva'ydı ne de hidrolik tulum­
ba . . . Sadece talih! Ka7.a geçmişteki kadar ağır olmamakla birlikte,
Mechain çok etkilendi. Sağ kolu yine hırpalanmıştı. Aynı karabasanı
ikinci kez görüyormuş gibi oldu.
lki gün boyunca katır sırtında sarsıla sarsıla cehennem azabı çek­
. tikten sonra kıyıya vardığında denizde hiçbir şey göremedi. Gemi or-

lada yoktu. Köylüler, o gittikten sonra bir fırtına daha çıktığını, ge-
minin de resiflere çarpmamak için açılmak zorunda kaldığını söyledi­
ler. Majorka'ya doğru yol alıyormuş, Mechain de gemiye orada yeti­
şip bindi.
Yaz ortasıydı; boğucu bir sıcak vardı. Mechain hemen hemen alt­
mış yaşındaydı. O çorak topraklardaki yolculuğu onu çok yormuşttı.
Neyse ki1 en zahmetli işleri babasının yerine Augustin yapıyordu. Fa­
kat geri kalanlar bile ona çoktu.

319
METRENiN iCADI

Orada önlerinde geniş bir yeryüzü parçası uzanıyordu. Taban çiz­


mek için yeterince düz ve yayvandı. Düzlüğün anasından bir akarsu
geçiyordu. Mechain girip bir bakmak istedi; suyun içinde ağır ağır
ilerlerken birden tabanın ayaklarının altından çekildiğini hissetti:
Akıntıya kapılmıştı. Rehber yanılmış, sığlık kesim uzaktaymış. Ma­
jorka'nın yerlisi genç bir yardımcı da]ıp neredeyse boğulmak üzere
olan astronomu çıkardı. Mechain üstü başı kurur kurumaz yine yola
koyuldu.
Peşini bı rakmayan bu aksilikler dizisi bir uyan olmalıydı ama,
olmadı. Ne kadar aksilik çıksa Mechain vazgeçmemekte o kadar dire­
niyordtt. Her şey onu işi bırakmaya zorladıkça o ısrar ediyordu. Au­
gustin babasının ne kadar sıkıntı çektiğini görüyordu. Bir süre önce
Therese'in kocasını Rodez'e doğru i lerletme}\te başarısız kalması gibi,
oğlu da babasını durdurıt1akta başansız kaldı.
Çalışmakta olduğu o kıyıda genellikle yaz sonunda tehlikeli bir
ateşli hastalık baş gösterdiğini astronoma söylemişlerdi. Üç kişi has­
talandı. Bir uşak birkaç gün içinde ölüp gitti. Onunla aynı çadırda ka­
lan iki İspanyol subayı , o kadar ağır biçimde olmasa da hastalandılar.
Augustin Mechain'e ölçüm çalışmalarını durdurup, sıcaklar geçince
devam etmesi için yalvardı. O, reddetti. Her şeyi, hem açıların hen;ı
tabanın ölçümlerini kendi başına yapmaya karar verdiği için, geceler ·
boyu uyanık kalıp istasyonların yerini belli eden fenerlerin kırpışan
ışıklarını gözlüyordu. Hiçbir şey bu kez onu sonuna l<adar gitmekten
alıkoyamayacaktı: Ne ateşli hastalık, ne iklim, ne yardımcı.
Eriyordu. Bir sabah titreyerek, ateşten cayır cayır yanarak uyandı.
Bir gün, iki gün, üç gün dayandı ... Yalnızdı. Hiç değilse oğlu yanında
olsaydı bari? Fakat Augustin keşfe çıkmıştı,. ·Dördüncü gün, Mechain
yataktan kalkamadı.

320
METRENiN lCADI

Çalışmasını kesmeden önce Boylamı 90 000 tuvaz uzatabilmişti.


Beş ta.ne de yeni üçgen eklemişti. Bunlardan birkaçı neredeyse Akde­
niz'in yarı uzunluğunu aşıyordu.
Payandaları çekilip alınan eski bir duvar gibi Mechain çöküverdi.
Ateşler içinde gittiği Castellas · de la Plana Hanı'nda, onu yarı bilinçsiz
halde yatağına yatırdılar. Ne kına özü ne de başka ilaçlar bir işe
yaradı. Zihni bir şeyler araştırmaya başladı; durınadan bağırarak di­
renerek yazdıklarını istiyor, dirseğinin üzerinde doğrulup sonra da
bitkin1 kendinden geçmiş olarak başı yastığa düşüyordu. Kağıtlarını
bulamıyorlardı. Augustin'i aramaya bir ulak gönderdiler.
lspanya1 Katolik ülke. Hancının çağırttığı papaz gelip hastaya gü­
nah çıkartmasını önerdi. Astronom o kadar hasta olmadığını ileri sü­
rüp geri çevirdi. "Benim yatakta tembellik edecek vaktim mi var?" di­
yordu. 11Yakında kalkacağım."
lki gün sayıkladıktan sonra kendine geldiğinde Augustin yatağının
başucundaydı. Yine yazdıklarını istedi. Sonunda Augustin bir sandı­
ğın dibindeki çantada buldu. Mechain kağıtlan kaptı, içine sokmak is­
tercesine VÜcuduna bastırıp uzun uzun sıktı, uyudu. Hastalıksa ilerli- ·
yordu.


.

1
Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Kapı açıldı, içeri giysileri toz
içinde iki kişi girdi. Erkek gelip hastanın yanı başına oturdu.
Mechain gözlerini açtı, çehresine bir çocuk gülüşü yayıldı. Doğrul­
mak isteyerek: "Ah, Salva" dedi, 11dostum, geldiniz! O geÇmişte kalan
.

yıllarda, anımsıyor musunuz? Beni kurtarmıştınız. Bu kez1 bilin ki,


işiniz o kadar kolay olmayacak. Yolun sonuna varamayacağım!'' Du­
rup soluk aldı, sonra bir çığlıkta: "Şu uğursuz ölçümü hiç tamamla­
yamayacağım demek!" Sonra, adanın valisine söylediği o tümceyi yi- ·

321
METRENiN iCADI

Halbuki, pekala Mechain'in elyazısıydı. Hiç kuşku götürrııe z biçimde,


bir yanlış yapılmış olduğunu kanıtladığından söz ediyordu.

Söz konusu olan neydi? Mechain Barselona'dan geçen enlemi bir


yıl arayla iki kez ölçmüştü. �onuçlar aynı değil, ayn çıkmıştı.
Mechain kendi eliyle üç saniyelik bir fark olduğunu yazıyordu. Üç sa­
niye! Birinci ölçümün, Montjouy hisarında yaptığının sonucunu ilan
ettiği için, ikinciyi, Fontana de Oro hanının taraçasında yaptığını giz­
li tutmuş, bu açıklanamaz farktan kimseye söz etmemişti. Bu on yıl­
lık sırrı, Mechain ölünceye kadar saklamıştı. Şu ana kadar, yanılgıdan
hiç kimsenin haberi olmamıştı.

lki ölçümden hiç değilse bir tanesi yanlıştı! Hangisi? .

Her hesap, her sonuç, her şey Mqntjouy'deki ölçümlere dayandı-


.

rılmıştı. Yapının parçalan birbirine dayanıyordu, cek bir parça oyna­


sa . . . Birden Delambre, sanki içinden bir yumruk yemiş gibi sarsıldı.
Önünde bir uçurum açılıyordu. O yanılma, arkasından gelebilecek so­
nuçlar, onu . uçuruma sürüklüyordu. Aklına gelen korkunç düşünceyi
atmak, ondan kunulmak istedi; o düşünceyi etkisiz kılmak, yok say­
mak istiyordu. Yapamadı. Bir an, yalnızca bir an, kafasının i$leyişini
durdurdu. Hemen sonra, gerçek yine önündeydi, açıkça ve acı biçim­

de sunulan gerçek şunu diyordu: Şayet Montjouy gözlemleri yanlış


.
.

çıkarsa, Cumhuriyet Arşivi'nde uyuyan metre ana ölçüsü sahte de-


mekti!

Her şey, her şey, her şey sahteydi! Ufacık bir şey, pir kıl payı
vardı arada. Bu, Paris'le Barselona arasında kalan 1 100 kilometreden
uzun bir yerde üç saniyelik bir açı farkıydı. "Kilometre" sözcüğünü
kullandığını fark etti; işte, ölçüm yanlışsa, örneğin bu sözcüğü kul­
lanmaya hakkı yoktu. Aynı biçimde, "kilogram" sözcüğünü de, "ar'.' .
sözcüğünü de kullanmaya hakkı olmayacaktı. Son derece ustaca yer-

324
METRENiN lCADl

Augustin annesiyle birlikte gidip Delambre'a babasınin kağıtlarını


verdi. Therese ve Delambre, metrenin Meclise sunulması töreninden
beri birbirlerini görrnemişlerdi. Kadın yasını herkesin gözüne soka­
cak gibi giyinmemişti ama, geçirıı1ekte olduğu sarsıntı derindi. Gö­
rüşme kısa, resmi, ağırbaşlı geçti.
· ·
Konuklannı geçirir .geçirmez Delambre katibine tüm görüşmeleri­
ni iptal etmesini söyledi .
.

Kağıtlar masanın üzerine sıralanmıştı. Meslektaşının tüm kayıtla­


rı, defterleri, notlarının hepsi o �daydı. Delambre insanın temasını
hem istediği hem ürktüğü bir suya dalması gibi bunlann içine daldı.
Az sonra da akıntıya kapılıp sürüklenmeye başlamıştı bile. Mechain
ile birlikte Montserrat'daki San Geronimo çilehanesine giriyordu;
onunla birlikte Bugarach'a tınııanıyor, tam fırtınanın patladığı anda
doruğa varıyordu. Saint-Vincent Kilisesi'ne yığılmış samanlann altın­
da kaldı, 93 kuyrukluyıldızını, ay tutulmasını, Vl. yılı Plüviyoz ayın­
da güneşin üıerine düşen o lekeyi gözlemledi; onun kalemiyle işaret
çadırı için · altıgen bir taban planı çizdi, Matagall istasyonunun, insana
ölümü anımsatan Homa-Morıa adlı o garip ikiz dorukların ayrıntılı
betimlemesine girişti. Orada, Doğu-Pireneler il meclisinin buruşmuş
eski bir genelgesinin arkasına Kutupyıldızı'nın 104 ayrı gözlemini
kaydetti. Genelgeyi okurken gülümsüyordu: "Krallıktan çıkmak iste-
. .
yenler derhal tutuklanacaktır. Değerli kağıt, silah, cephane, nakit pa-
ra, altın, gümüş, at ve arabaların da dışarı çıkarılması yasaklanmış­
tır.'' Kağıt zamanla yıpranmış, mürekkebi solmuştu.
Birden her şey, dünya altüst olmuş gibi, sarsılıverdi. Saat ilerle­
mişti. Delambre Mechain'in en eski defterlerinden birini, 93 kışı tari­
hini taşıyan bir tanesini inceliyordu ki, bir sayfayı çevirirken çok şa­
şırtıcı bir şey gördü. Olacak şey değildi! Okuduğuna inanamıyordu.

323
METRENiN lCADI

mış, öfkelenmemişti. Öğrendiği, benliğinde bir kırbaç gibi şaklamış­


tı. Ününün tehlikeye gim1esini hemen hemen düşünmüyordu. Bir
skandal patlak verecekti; skandala da, metrik sistem karşıtlarının o
skandalı kesinlikle körükleyecekleri düşüncesine de öyle pek aldırcnı­
yordu. Delambre'ın gözünde skandal daha çok kendi içinde patlak
vermişti. Sonuçlara katıldığı, kefil olduğu, güvence verdiği için onla­
rı oldukları gibi, yani yanlış nitelikleriyle üstlenmek zorundaydı! lş­
te, diye düşüncelerini sonuçlandırdı, bir sahteciliğin suç ortağıyım.
Yarından tezi yok istifa etmeli . . .
Bütün bunlar M�chain'in yÜZünden, onun yaptığı yanlış yüzünden-
di. O yanlışı , ondan başka kim olsa itiraf ederdi! Hayır, o, susmaya
karar vennişti! Niçin? Niçin olduğunun önemi yok, diye Delambre
hiddetleniyordu. Tek önemli olan, Mechain'in bunu yapmış olması.
,

Her şey aydınlanıyordu. Kendisine hiç zararı dokunmamış olan terör


.

diye bir şeyi bahane edip, yıllarca Paris'e dönmek istememesinin ne-
deni işte buymuş. Çağrılan kulak ardı �dip Encümen'in coplantılanna
katılmaması işte bundanmış. Dünyaya küsüp Kara Tepe'den inmeme­
- ·
sinin nedeni de aynı şeymiş meğer. Mesl�ktaşlanyla -bir kez mektu-
. .

bunda onlardan "yargıçlarım" diye söz etmişti- karşı karşıya gelme-


mek için kaçamak]ı yollara sapması, çağrıları geri çev1rınesi, gerile­
meleri, sıkılması, heyecanı, utancı hep bundanmış. Tranchot ile ara­
sında geçen o olay . . . Tabanın ölçümünü yapmamak için geçerli bir
.

özür bulmuştu. "Şu beceriksiz Barselona ölçümlerim" demesi işte


bundan ötürüymüş. Bu anının araya girrnesiyle Delambre bir an du­
raksadı.
.

Elbette, Mechain'in birçok kez bu ölçümlerden söz ettiği, birçok


kez -ah hem de ne kadar, artık insanı sinirlendirrneye başlamıştı!­
bunların uygun olmadığını söylediği olay inkar edilemezdi. Mechain
.

326
METRENiN iCADI

leştirilmiş bir dinamitin patlamasıyla birdenbire yerle bir olan bir


katedral gibi tüm bina çöküvercnişti.
Boşa harcanan yedi yıl!
,
Tüm Avrupa da en değerlilerinden yinniye yakın bilgini seçip ka­
yıtları didik dikik etsinler, okusunlar, bir daha okusunlar, en ufak
hesaba varıncaya kadar denetlesinler diye çağırınaya, sonra da bu du­
ruma düşmeye değer miymiş? Alan üzerindeki bitip tükenmek bilme­
yen sakınımlar, dizi dizi denetimler, sonuçların hiçbir şey atlanma­
dan karşılaştırılması, kuşkulu ölçümlerin dışlanması, kayıtların her
sayfasının altına atılan o çifte imzalar! Bütün bunlar boşunaymış!
"Bu türden bir · işlem hiçbir zaman böylesine sınanmamıştır.,,
Uluslararası Encümen aynen bu sözcükleri kullanmışcı . . . "görev sa­

yar ki, yurttaş Mechain ve yurttaş Delambre, o çok titiz gözlemcile­


rin . . . gerçeği olanca parlaklığıyla gözler önüne sermişlerdir." Encü­
menin raporundaki bu tümceler belleğine dalgalar gibi çarptıkça De-
.

lambre çöküyordu! Bir metin, alınan sakınımlar, yapılan doğrulama-


lar hakkında ancak bu kadar açıklayıcı olabilirdi. ilk kez uluslararası
bir kurul, bilimsel bir çalışmaya kefil oluyor... ve böylece de felaket
boyutunda bir yanlışın geçerlilik kazanmasına yol açıyordu! Dahası o
yanlışa güvence veriyordu. Böylece şu gülünç duruma varılmış olu­
nuyordu: O zamana kadar girişilmiş en önemli jeodezik ölçüm diye
övündükleri bu çalışma doğunnamış, düşük yapmıştı!
Görünen, kabul edilemez bir şeydi. O kadar büyük bir şeydi, so-
. .

nuçları o kadar korkunçtu ki Delambre bunun olamayacağına kendini


inandırdı. lçinde yükselen cılız bir ses "hiçbir zaman böyle bir şey
görülmemiştir" diyordu. Hemen arkasında daha güçlü bir ses ise "her
şeyin bir ilki olur işten diye onu bascırıyordu. Belki o güne kadar bir
haksızlıkla karşı karşıya kaldığı duygusuyla hiç böylesine yaralanma-

325
METRENiN iCADI

görmüşlerdi.
.
.

Delambre'a göre olay basitti: Yanlışı saklamaktansa açık açık itiraf


etmek daha dürüst, bilim ahlakına daha uygun, kısaca daha sağlıklı
. '

olurdu. Bir suç işlendiği tartışma götürınüyordu. Ona ek olarak yüre-


ğini· kemiren bir ihanet duygusu da vardı. Arkasından öfke patladı.
. .

Bu fırtınayı Delambre hiç kıpırdamadan, çalışma masasının önün­


de oturarak yaşamıştı. Yerinden kalkmamış, çalışma odasını bir baş­

tan bir başa adımlayıp durmamış, ağzından tek sözcük çıkmamıştı.


Bunalım öylesine derindeydi ki, daha yüzeye varamamıştı. Birden en
olumsuz varsayımı benimseyerek zihninde bir genelleme yaptığının

bilincine vardı ve kendi kendine itiraf etti ki, olanın ille de en kötü
şey olması gerekmiyordu, henüz hiçbir şey kesinleşmemişti.

Tahminler yürütmek, olasılıklarla, olanaklarla uğraşmak yetti ar-


tık, diye düşünüyordu. Gerçeği bilmesi gerekiyordu; bu, zorunluydu.
lki ölçümden hangisi doğruydu? Gün doğmadan bunu öğrenmeliydi!

Hesaplar yapmaya koyuldu. Kendinden geçmiş gibiydi. Her şeyi


elden geçirdi. Dunkerque enlemini, Evaux'dan ve Carcassonne'dan ge­
çeni ve bütün güney açılarını, açıları ve tüm öteki sonuçları.

Bitkin, gözleri yana )rana kalemini bıraktığında gecikmiş bir .şafak


söküyor. kapalı bir gün başlıyordu. Son rakam-tanıları denedikten,
son kanıtlamayı yaptıktan, son kuşkusunu da giderdikten sonra, son
.
.

doğrulama yargısını veriyordu: Doğru olaı:ı. Montjouy ölçümüydü!


Ne geceydi ama!

Delambre azıcık olsun sevinemedi. Akıl almaz şey uzaklaşmıştı,

olmayacak şey geri çevrilmişti! Her şey yine eskisi gibi oluyordu,
gecenin başlangıcında güven içinde notların içine atıldığı zaman nasıl­
sa, şimdi de öyleydi her şey. Çember kapanıyordu. Sanki hareket

328
METRENiN iCADI

onu uyarınış mı oluyordu? Hayır! diye Delambre isyan etti. Öylesine


üstü kapalı tümceleri uyan diye alabilir miydi? Yine de . . . Delambre
bir kez daha duraksadı. Meslektaşın1n haykırdığı, . gerçi üstü örtülü
olarak söylüyordu ama, anlamak isteyene çok açıktı söyledikleri, evet
haykırdığı şeyi duymak istemiş miydi acaba? ·Hepsi birbirine benze­
yen o imdat çağrılarından Borda'ya, Lalande'a ve ona, Delarnbre>a,
kim bilir kaçar tane göndermişti? O mektuplarda lspanya'ya dönüp
"'beceriksiz ölçümleri''ni yeniden ele alabilmek için ısrarla ricalarda
.

bulunuyordu.
Delambre bu karşı düşünceyi zihninden uzaklaştırdı; çünkü neden
üçünün de Mechain'in başvurularına kulaklarını tıkadıklarının, onlara
yolladığı uyanları anlamaktan inatla kaçındıklarının üzerinde duıcnak
istemiyordu. O imdat çağrılarını, korkunç bir . kazayla hırpalanmış
yorgun bir zihnin. uydurduğu saplantılar diye yorumlama yoluna git­
mişler, yazdıklarını deli sözleri olarak kabul etmişlerdi. Halbuki o
mektuplarda öylesine umutsuzca bir sıkıntı vardı ki. . . Nasıl anlama­
mışlardı? Niçin anlamamışlardı? Mechain'e, hep her şey yolunda gidi­
yor diye yanıtlar verip durmuşlardı.
Mechain'in o iç sıkıcı ricalarını dikkate almak demek, onu lspan­
ya'ya bir kez daha gönderıneyi kabullenip zaten onun yüzünden onca
gecikilmiş durumdayken aylar yitinneye razı olmak demekti. Yani
her şey Mechain'in üstü örtülü itiraflarının üstüne gidilmemesinden
yanaydı.
Aşırılığa varan hesap titizliğiyle, çağının en iyi rasatçılarından bi-
·ri olmasıyla tanındığı için, tam kesinlik araması hoşa gidiyordu. Fak-
.

at o koşullarda, üçgenler zinciri bile henüz tamamlanmamışken, sü­


rüncemedeyken, bu kadar sakınım uygun düşüyor muydu? Onun dav­
ranışını bir lüks, yersiz bir kapris, yaşlı bir bilginin saplantısı diye

327
METRENiN lCADI

re'ı öfkelendiren, şimdi ise bambaşka bir bakışla algılayabildiği olay­


lar zinciri gözlerinin önünden geçiyordu. Paris'e dönmesinden söz
edildikçe Mechain'in ürkmesi, Enstitü'nün öteki üyeleriyle karşılaş­
maktan korkması, kendi yeteneklerine olan güvenini yitirmesi, hep
birilerinin çıkıp da ona güven verınesini istemesi . . . Az önce aleyhin­
de olan her şey, lehinde birer kanıta dönüşüyor; anlaşılamayan, açık
I

açık gözler önüne seriliyordu.

O zaman ancak o zaman Delambre meslektaşının acıklı tutkusunu


anlayabildi. 1 793 yılı içinde bir gün, anlaşılmaz ve o ana kadar kişili­
ğini oluşturan iç gücüne tümden ters birtakım nedenlerden ötürü
Mechain bir zayıflığa düşmüştü. Bundan sıyrılmaya bir hafta yeterdi,
ama o susmuş, zaafı aylar geçtikçe yoğunlaşarak, tam bir günaha dö­
nüşmüştü. Kaçınılmaz bir olaylar zincirine takılmıştı, zincirin sonun­
da da çöküş vardı. Sıcağı sıcağına söyleyemediği ya da söylemek iste-

mediği şey, hiçbir zaman söylenemeyecek şeye dönüşüyordu. Zaman


geçtikçe her sözcük ağırlaşıyordu. Suskunluk daha koyu bir suskun-

luğa yol açıyordu. Mechain içinde sakladığını haykırına yürekliliğini


nereden bulacaktı? Dünyayla ont1n arasına o sır, üç saniyelik açının
sırrı girmişti. Geri dönülemez bir akıntının tersine kürek çekilebilir
miydi?

Yanıtsız kalmış o çağrılan , yeni yeni aydınlanan günün içinde sa­


ğırlara seslenen dilsiz çığlıklar gibi çınlıyordu. Suçsuz sağırlara ses-
.

lenen. Çünkü Borda, Lalande ve Delambre'ın kendisi, ellerinde yalnız-


ca Montjouy ölçümleri yani doğru olanlar bulunduğundan Mechain'in
uzaklardaki dağlarından haykırdığı şeyin de olduğunu ANLAYAMAZ­
LARDI. Kendini ve meslektaşlarını savunmak için, Delambre kendini

buna inandırmaya çalışıyordu.

Farkına varan, yalnızca Therese olmuştu. O da yanlışı değil . koca-

330
METRENiN iCADI

noktasına dönülmüş sanılabilirdi. Fakat arada kuşku var olmuştu, yü­


rek sıkıntısı olmuştu, arkadaşını yadsımıştı; kabul edilemez bir şeyi
düşlemiş ve kabul edilebilir sanmıştı. Ortaçağ şövalyelerinin ıcTan- ·
1
· i-ı'nın sınaması"na tutulması gibi, o pla�in çubuk da kuşku ve doğru­
lamanın sınamasından geçmişti, şimdi de o ateşli geceden tazelenmiş
. olarak çıkıyordu. Şafakta Graal-Metre Delambre'ın gözünde güneş
batmadan önce olduğundan daha gerçekti. ,
Birden Delambre, sonuçların tümü elinde olmadığı için
Mechain'in bilemeyeceğini düşündü. Nesne kurtulduktan , kendi zihni
· ferahladıktan sonra, şimdi , adı gelecek yüzyıllar boyunca kendi adına
çözülmez biçimde bağlı kalacak olan insanı, Pierre Mechain'i düşüne­
bilirdi anık. lşte onu · onca korkutmuş olan dava gelip çattı ve onun
meslektaşı, tek yargıcı oldum diye düşündü.
Ölümden sonra gelen yüz karası . . . Küçük bir çocuğun yanağına
şöyle bir dokunan bıçak ucu, nasıl yaşamının sonuna kadar o belli be-
.

lirsiz izini bırakırsa,


. Mechain'den de gelecek kuşaklara mahkemeye
.
'

çıkmaktan kaçınmış, utanç damgası yemekten yalnızca rastlantı sonu-


cu ve ölümle kurtulmuş bir sahteci astronom simgesi kalacakrı. Çir­
kin anı! Delambre kararlıydı, buna izin venneyecekti.

· Galip biçimde duygulanıvermişti. Gözleri yaşarıyordu! Her şeyi


bulanık görmeye başladı. Tanrım, diyordu, gençliğimdeki körlt.ğüm
geri gelmesin! Condorcet'nin ölümünden sonra kağıtlarının arasında
bulunan şu tümceyi anımsadı: "Yazık, her insanın bağışlanmaya hakkı
vardır!" Mechain. Ne yazık! Zamanında itiraf etseydi herkesin bağış­
layacağı ufak bir yanlış yüzünden son yıllarını zehir etmesi ve ölü­
münü çabuklaştırması ne içler acısı bir şey . •

Birden her şey açıklığa kavuştu. Daha birkaç dakika önce Delamb-

329

'
METRENiN tCADI

Delambre evrak dolabından kendi sefer defterini aldı. Son sayfa­


sında bir kağıt bıçağını işaret diye bırakmıştı; orayı açtı. Defteri ça­
lışma masasına getirdi ve son dalıştan önce derin soluk alan biri gibi
masaya oturdu. Kalem, astronomun yorgun elinde ilerlemeye başladı:

..Bir yandan hayran olmakla birlikte, üzülmekten de kendimizi ala­


madığımız bir direnmeyle göğüs gerdiği o son hadde varan yorgun­
luklar. bir de ateşli hastalık, Mechain'i çalışmasının orta yerinde dur-

durdu ve onu 13 yılının tümleyici günlerinin üçüncüsünde, Valencia

Krallığı'nda. Castellon de la Plana'da aramızdan aldı .


"Mechain ile benim katıldığımız çalışmanın büyük sonucu hakkın-


da herhangi bir kuşku ileri sürülmesi olanaksızdır. Bu savımın kanıt­
ları ve bütün el yazmaları Gözlemevi'nde saklanacaktır. Mechain'in
yanlışının ölçümün kesin sonucu üzerinde hiçbir etkisi bulunmadığı­
na tanıklık ederim: METRE GERÇEKTlR.

"Dürüstlüğün ta kendisi olan, fakat aynı zamanda adının kirlenme­


mesine de çok dikkat eden dostum Mechain, kaydedici çemberle göz­
lemlerine gerçekte olanaksız bir derecede uyum ve kesinlik sağlayaca­
ğına, ne yazık ki yanlış olarak, kendini inandırrrııştı.

_ "Kaçınılmaz birkaç uyumsuzluk gösteren, fakat Mechain'in daha


'

önce başka hiçbir koşul altında rastlamadığı bazı gözlemler, çember

konusunda onun gözünü açacağına, kendi becerisinden kuşkuya düş­


mesine neden olmuştu. Öyle ki, artık sonunda işe yarar hiçbir şey ya-
.

pamayacağını sanmaya başlamıştı.

"Kendisi hakkında verdiği bu haksız yargı onun içine, onurunu da

Devrimden sonra 1 793- 1806 yıllan arasında yünirlükte kalan Cumhuriyet


takviminde yıl otuzar giınlük on iki aya bolcınmüş, bunlara da Cumhuriyet
şenliklerine aynlan beş tane tümleyici gün Gours complementaires)
eklenmişti. -ç.n.

1
332
METRENiN lCADl

sının derinliklerinde geçen acıklı oyunu sezmişti. O başansız yolcu­


luğundan döndüğünde "'Suçludan ·çok mutsuz'' demişti ya. Kocasında­
ki çöküşün tek sorumlusunun Montjouy'da yaptığı o korkunç yanlış
olmadığını belki o söyleyebilirdi. Mechain'in, Bastille Kalesi'nin du­
varlarıyla birlikte çöken bir dünyaya ait olduğunu, o dünyanın çök­
mesiyle Mechain'in belli bir dünya görüşünü, belli bir yaşam biçimi­
ni yitirip yetim kaldığını söyleyebilirdi. Çiftçinin kendi seçmediği
toprağına tartışma götürcctez biçimde bağlı bulunması gibi,
Mechain'in de o topluma bağlı olduğunu söyleyebilirdi. Bu bağlılık,
gürültüsüz patırtısız, inatla, hayvanlara özgü biçimde derincesine ya­
şanan bir olguydu.
Ne Cassini gibi parlak, ne Lavoisier gibi geniş bilgilerin yaratıcı­
sı, ne Condorcet gibi evrensel zekada biri, ne Laplace gibi hayran olu­
nacak bir çözümleyici, ne Borda gibi bir düzenleyici, ne La}ande gibi
bir harika genç, ne Bailly gibi her alanda sivrilmiş biriydi. Ne de De­
lambre gibi he]enist, anglisist, matematikçi, nazik, herkesçe sevilen
biriydi. Yalnızca gerçekten, derin anlamıyla astronomdu. Üzerine
doğrudan ışık almak istemeyen, bir yalntz adamdı. Sadece parmağını
ve gözünü Çalıştırırken sabırla, titizlikle, kesin hesaplar yaparken,
gözlemde bulunurken mutluydu. Gökyüzünün sonsuzluğu ince sütun­
lar boyunca dizilmiş rakamlara eklendiğinde, biri ötekine egemen ol­
duğunda, öteki de onu sayıların güzelliğiyle bezediğinde mutluydu.
Bir kuyrukluyıldızlar kaşifinden başka bir şey değildi.
Delambre elinin bir hareketiyle kağıtları itti. Önünde sadece bü­

tün bunlara yol açan sayfa açık olarak duruyordu. Yaşamını tamamla­
mış birinin gözlerini kapar gibi, elini hafifçe o sayfanın üzerine ko­
yup ayağa kalktı, pencereye yaklaşıp perdeyi sıyırdı. Güneş, ocak ayı-
nın sislerini zorlukla deler�k yükseliyordu. •

331
METRENiN lCADl

. ..

Mechain'in ölümüy1e birden kesilmiş olan BoyJam ölçümüne bir


süre sonra yeniden başlandı. Bitiren, François Arago adında pek genç

bir delikanlı oldu.

Metre sağ salim kurtulduktan sonra Delambre kendinde iki mutlu


'

olayın kahramanı olma hakkını bulmuştu: Madam Leblanc-Pornmard

ile Enstitü, tercihlerini aynı kişi üzerinde kullanınca o da aynı anda


birincinin kocası, ikincinin değişmez genel yazmanı oluverdi. Fran­
sa'ya gelince, o, kendisini o zamana kadar "Birinci Konsül'' adıyla yö­
neten kimsenin, bu işi bundan böyle başka bir adla yapmasına razı ol­
du. Bu, Cumhuriyetle birlikte "cumhuriyetçi ölçüler''e de son verdi. ·
Metre unutuldu. İmparator gelip geçti, sonra bir kral geldi, arkasın­
dan küçük bir devrim, bir kral daha. Sonunda, 1 Ocak 1840 tarihin­
de, metre yeniden resmi ölçü oldu . . . Resmi ve zorunlu.

Yüz kırk yıl sonra... .


·

Paris kentine bakan tepelerde, Sevres Parkı'nın kenarında Breteuil


pavyonu yükselir.

lki erkek ve bir kadın ağır ağır uzun bir merdivenden yerin on
.

beş metre altında bir mahzene indiler. Her biri bir anahtar çıkardı.
Kapılar, ancak bu üç anahtar aynı anda sokulduğunda açılabiliyordu.

Saat 1 7 idi.

334
METRENiN iCADI

yitireceği yolunda bir ko�ku salmıştı. Kendini çekmesi, kendini çek­


mesinin o üzücü sonuçlan hep bundan ileri geliyordu. Fakat şuna ta­

nıklık ederim ki, tüm bunlara karşın o, güvenilir bir astronom ol-

muştur ve öyle kalacaktır:"'

'
..

'

'
.

'

333
'

METRENiN iCADI

Metrik ana ölçüleri Ziyarete


ilişkin tutanaktır.

lfluslararası Ôlçü ve Ayarlar Kurulu Başkanı, ınuslararası Olçü ve


Ayarlar Dairesi Müdürü ve Fransa Devlet Arşivleri Muhafızı Uluslararası
Metrik Ana Olçüler Deposu'nu Ziyaret etmişlerdir.

Depoyu açan ve biri daire müdürüne verilmiş olan, biri devlet arşivinde
saklanan ve üçüncü.sü de uluslararası kurulun başkanının muhafazasında
bulunan üç anahtar bir araya getirilmiştir.
Mahzenin iki demir kapısıyla hasa açılarall, hasada iki ana ölçünün, met­
. re ve kilogramın bulunduklan saptanmıştır. Kasa içinde bulunan aygıtlarda
aşağıdaki kayıtlar okunmuştur:
Şu andaki sıcaklık: 20° 56C
En yüksek sıcaklık 23°C
En daşüh sıcaklık 1 9°C
Higrometrih durum: %57

Tahta bezleri, süpürgeleri, süngerleriyle önlüklü iki kadın odayı


acele acele temizlemeye koyuldular. Havadaki toz ve nem Roma kata­
komblanndaki fresklerin durumLlnu andırıyordu. Her iki ana ölçü de
bu öğelerden zarar görrnüştü. Zırhlı çifte kapı kapatıldı; saat 1 7.45.
Mahzenin açılıp kapanması ancak üç çeyrek saat sürmüştü. KapıJar bir
daha ancak bir yıl sonra, eylül ayının son cuma günü açılacaktı.

335

You might also like