You are on page 1of 139

NİÇİN MERAK EDERİZ?

VERONIQUE DUPU Y-DALMACE

Özgün Adı
LES GRANDS ET PETITS POURQUOI?

© CNRS Editions, Paris, 2008


Illustrations copyright © Roger Violet Maquette: BLEU T

Türkiye'de Yayın Hakları:© 2015, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


Sertika No: 29619

Çeviren
Ali Berktay

Resimleyen
Roger Violet Maquette: BLEU T

Editör
Nevin Avan Özdemir

1. Basım: Mart 2015


2. Basım: Eylül 2017
Genel Yayın Numarası: 3255

ISBN 978-605-332-401-0

Bütün hakları saklıdır. Bu yayının hiçbir bölümü önceden yayıncının onayı


alınmaksızın herhangi biçimde ve herhangi yolla, elektronik ve mekanik araçlarla,
fotokopiyle, kayıt ya da başka yöntemlerle çoğaltılamaz, yeniden erişilebilir bir
sistemde saklanamaz ve aktarılamaz.

BASKI
AYHAN MATBAASI
MAHMUTBEY MAH. DEVEKALDIRIMI CAD. GELİNCİK SOK. NO: 6 KAT: 3
BAGCILAR İSTANBUL
(0212) 445 32 38
Sertifika No: 22749

TÜRKİ YE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI


İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO: 2/4 BEYOGLU 34433 İSTANBUL

Tel. (0212) 252 39 91


Fax. (0212) 252 39 95
www.iskultur.com.tr
VERONIQUE DUPUY-DALMACE

NiçiN MERAk
EdERiz?
Çeviren
Ali Berktay

TÜRKiYE $BANKASI
Kültür Yayınları
Özel yeteneklerim yok.
Sadece tutku derecesinde merak sahibiyim.

Albert Einstein,
Cari Seeling'e mektup
İçerik

Niçin merak ederiz? 1


............................................................. .....................................................

. . .
.. 1er ıçın mı yap ıl mıştır.;ı ..................................... .2
··1er cuce
N anote kn o1OJı
İnsan atını klonlayabilir mi? .... ... ...... . .. ..... ... . .. ... ......... ..... .. .... . .. . . 4
.. . . . .... . . ... . .. . . . . .. . .. ...... ...

Niçin plastik torba kullanmaktan sakınmalıyız? .... ...... .. . .. .. .. .5 . ... . . .. .

Merhaba tembellik, acaba robotlar her işi benim


yerime yapacaklar mı? .. . ............ .... . . . . . . .. .... . ... ...... . .. .. ...... . . . .. 6
... . . .. .... . . ... ... .. . . ... . . . . . . . . ..... ....

Pasta de/la mamma gerçekten İ talyanlara mı aittir? . . . ....... . 7 ... . ..... .

Ne fare ne kuş, nedir bu yarasa? ... ........ . .. . . .. .. .... .. .. .... . . . .... .. . . ... . 8
.. . . . . . . ... . .. . . . . ... .... . ... . .

Arılar dünyasında kraliçe mi, olmak i yi işçi mi? ......................... 10


Niçin fareleri sever veya onlardan nefret ederiz? ........................ 12
Niçin uyurgezer olunur? .................................................................................................. 13
Ya bonobolar gibi yaşasaydık? ................................................................................. 14
Niçin bir yanardağın üzerinde dans edilmez? .. .. ... . .. . .. . 1 5 .... . .... .... .. . . ..

Aşırı nüfusun yarattığı tehlikeler nelerdir? . . . .... .. . ... . . ... . 1 6 . ... .. ... ... ... .. . . . ...

Farklı kıtalardaki insan nüfusu .... .. .. . ...... . . .. .. . . . ... .. . .. 1 7 ...... .... . . . ... . . .... .. . ...... .. ..... ...... ..

Niçin denizatı hiçbir zaman dörtnala koşmaz? .. ... . ... . . . 1 8 .. ... ..... .. ... .

Hiç ilkel çorba içtin mi? . ........ .. ..... .. . .... .. . . .. ... . . . . . ... .. .. . . .. . 1 9
.. . . .. . . .. . . .. .. . .... . . . .. .. . . ... ... ....... .....

Posta güvercinleri hala iletişim yıldızları sayılabilir mi? .20 .

Herkes havai fişek atabilir mi? ... ..... ..... ... .. .. .. .. ...... .. .... ........ ... .... .... .. .22
. . . . .. . . . . . . . .. . . ...

Niçin alerjik oluruz? ...... . . ... ... .... ....................... . ............ . ........................ .. . .23
.. . . . ...... . .. . ... .... .. .. .

Ahtapot güzellik yarışmasına girerse . . . . ... . ... . . . ..... . .. ....


..... . .. .. . .. .. ....... .. . .24
. ..

-vıı-
Dev kalamarın ağırlığı ne kadardır? ............................................................. 25 .

" · b ır
N ıçın " saatın ıgne1 en. saat yonun
.. .. de doner .. ;ı................................. 26
· •v

Başka yerlerde saat kaç? ......... ........................................................................... ...... ..... 27 .

Niçin balinalar rejim yapma ihtiyacı duymazlar? . .. . . . . . ... . . . . . ..... ..28


Niçin vücudun saydam olduğu söylenebilir? .. .. . . . . . ..30
. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . ...

Niçin en yüksek sıcaklık dereceleri ABD'dedir? . . . . . .3 1 . .... . . . . . . .......

Niçin enerji kaynakları sonsuza dek sürmez? ................................. .32


Gökdelenler hep daha yükseğe doğru tırmanmaya
devam edecekler mi? . . .. . . . .
. ... .............. .. ..... ......... ....... . . . . . . . .......... . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . .. . . ... . . . 33
Bir gün o kyanustaki balıklar yok olacak mı? ....... .... . . . .................... .34
Hangi balık güçlü bir zehirdir? . . . .
. ....... . . . . ...... ....... ............... ........ . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . ... 35
Dünyanın yedi hari kasına ne oldu? . . .. .
.. ... ......................... . . ... ........ . . . . . .......... .36
İ nsanlık yeni hazineler buldu mu? . . . .. .
.. . ......... . . . . . . ........ . . . . . . .. . . . . . ..... . . . . . .......... . .37
Evde ejderha beslenir mi?.. .. .. .... ................................... .. . ... .... . ... ..... ........38
. . . . .

Solaklar beceriksiz mi olur? . .. .. . . . . . . . 40 .


.. ........... ......... ......... ..... . . . . ...... . . . .... ....... . ... . . . . ... ...

.. .. parçadan d ah a mı buyu
B utun, . . ;ı
"" ""ktur ............................................................. 41 .

Niçin ışık incelenir de karanlık incelenmez? ................................. 42 ...

Bazı faydalı ölçüler ................................................... .. . . . . . .......................... . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 43


Niçin çocukların süt dişleri vardır? . .. .
....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . ..... . . . . . ..... . . .. . ...44
Kırmızı, boğaları mı yoksa boğa güreşi seyircilerini mi
daha çok kızdırır? .............................. . . .. .
........ ....... .... . ... . .
...... . . . . . . ......... . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . 45
Bulutlar neyden oluşmuştur? . . .
....... .......... . ...... .............................. .. . . . ....... . . ... ..... . .. . . 46
Bir tavuk evcilleştirilebilir mi? . . . .
...... .. .. ...... ............ . . ... .............. . . ......................... . 47
Niçin kız ve erkek çocuklar için farklı oyunca klar üretilir? ..49
Niçin kediler geceleri ışığı açma gereksinimi duymazlar? ..5 1 ....

Avrupa Birliği'nde ülkeler, başkentler ve para birimleri .. 52 .

- vııı -
Güneş bir gün sönecek mi? . . . .
..... ... .... ................. .......... ....................................... .. ... .53
Niçin piercing'e kuşkuyla ya klaşmalıyız? .
.............. ............. ........ .. ... ... . . . 54
Yelpazeler konuşur mu? . . . .
. . . .......... .............. ....... ........................ .. .................................. . . 55
Bazı tarihsel lakaplar ne manaya ge liyor? . . . . 57 .. ....................... ............... ..

. .
.
N oron ..
pazar1aması veya noromar �..................... ...... 59
ketıng ne d"ır .

Boudica diye kraliçe ismi olur mu? . . . 60 .............................. ................ ... . . . . . ........

.
ı ım adamı nası1 gu··1d uru
B ır b"l" ·· ··1··ur
�. ................................................................... 60 ..

Çenesi hiç durmayan hayvan hangisidir? . .. ................ ..... . . . . . ...... . . . ........ . 61


Niçin "tutkalı ısıtın!" denir? . . . .
.... ........ ..... . ............ ........... ..... ... .............. ... ........... .. . . . . . 64
Transgenik hayvan nedir? .. . .
. . . ....... .. . .
... ........... ........................ . 65 .......... ............. . . . ........ ..

. . . .
N ıçın kafieının adı k""otuye .. çıkm ıştır �............................................................ 67 ..

.
··�
Mızah ogrenı ·1·ır mı
-�.............................................................................................................. 68 ..

Rfıd "pireleri" ne işe yarar? .


. . . . . . ........................ .......................... ......... ................ ...... . . . 69
Bir bardak, sesle kırılabilir mi? . . . . .
...... ...... ... .... ..... ............. .............. ........ .... .. ... . . . . . 70
Tembelliği miskin krallar mı icat etmiştir? . . 71 ..... ............. . . ... . . . . ............

. . .. . �
N ıçın guru··1tu.. ınsanı sagır e d eb"l"
�................................................................. 72
ı ır .

Güldürücü gaz (komik olmak dışında) gerçekten


etkili midir? 73
. . . . . ........... ........... ...................... ............................. ............................. .................

. . . .
B eynın cınsıyetı var mı dır
�......................................................................... ................ 74 .

Niçin şarkı ile iletişim kurmak daha iyidir? .................... .. ... .......... . . . 74
Niçin dinozorlar yok oldu? . . . .. .
.......... ..... .................. . . ...... .... . . ...... . .. .. .. ................ . . 76
Ertelemecilik hepimizde olan bir kusur mudur? ............. . .. 77
... ....

Alfabenin tüm harflerinin kullanıldığı bir cümle . ..................... 77


Üstün yetene kli olmak acı mı verir? . .
... ....... ......... .... . . . ... .. ......... . . . .... . . .... . . . . 78
Niçin e kmek dilimi hep tereyağlı tarafının üzerine düşer? . 80
Bilimsel palavralar ne işe yarar? . .. . . .. .
........... ....... . . . . . . . .
........ ... . . . . ..... .. ... ........... .... . 82

- ıx -
Niçin Bouvard ve Pecuchet sorular soruyorlardı? .......... . . . . . ...... . 85
Deniz dibi uçurumlarında neler bulunur? .
....................... . . .. .. .... ...... . . . . 86
Bir otomobil akıllı olabilir mi? . . .
.. ..... . . . .... ......... .. . ..
............. . . . . . . ... ..... .. .. . . . . . .. . .
. .... .. 87
Grip salgınına karşı ne yapılabilir? ... . :........................... 88 ....... ...... .....................

. . .
N ıçın h"ıçbır " d"ıgerıne b enzemez;ı............................ 89
" kar tanesı bır w • .

Doğal büyüklükte rol yapma oyunu nedir? ....................... ... . .. . . .......... 90


Altın sayı sihirli midir? .
.............................. .... ............................................ . ................... . . 91
Aynalı tarla kuşu kapanı . .. . . . ..
...... ....................... . .. ............ ........ . . . .......... .... ......... ...... . . . . . 92
Roma rakamları nasıl okunur? . . . .. .... ...... ....... . . . . . . . ................. . . . . .................. . . ........ . 93
Bilinen en eski ses kaydı hangisidir? . . . . ..
.... ..... .... ............ ...... . .. ........ ........... . . 94
Khimeira nedir? . . . .. . . . .. .
......... ...... . .... .. .................... . .............. ......... . .. ........ ....... .......................... . . 94
Kurşun altına dönüşür mü? . . .. . . . .. 95
.... .... ...................... . ..... ......... ......................... . . . . . . ...

,.
S chro""d"ınger ın ke d"ısı. o1u mu, d"ırı. mı·;ı....................................................... 96
.. ·· ·· .

Niçin insan yaşlandıkça zaman daha hızlı geçer? . .


. ... ........ ... ... . . 97
Niçin kilt1erin modası hiç geçmez? . . . .
... .......... ...... ...... . . ........ ........................ 99
Görgü ve nezaket kurallarının miadı doldu mu? .
.... ...... .. ....... 101
Trilobit nedir? ............................................................................. .......................... ...................... 102
"Yolcu sendromu" nedir? . . . . . .
... . ................. ....... ......... ........... ... ............... . . . ... .......... .... . 103
Latincenizi geliştirin . . . . .
............. . ................. ............. ....... ........... . ........ ................. ....... . . . . . 105
Niçin bu kadar çok dövme yaptırılıyor? .
............ .................................. 107
Dövmelerin anlamları .. .. . . . . . .
........ ................... . . .. ............... ... ................ ... .......... ......... . . . 1 10
Gösterişçilere ve moda kurbanlarına ne ad verilirdi? ....... 111
Asal sayılar niçin bu kadar büyüleyicidir? .
.. ..................... ........... ..... . 1 12
Mısır' ın üzerine gönderilen on bela hakkında bilim
.. .. ..
ne duşunuyor ;ı..................................................................................................................... 1 14
Mısır'ın üzerine gönderilen on bela nelerdir? . .
.. ......... ......... ...... . 1 15

- x -
Niçin yokai'ler manga'ları etkiler? . . . . ..
...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . ... .... . . . . . . . ........... . 116
Alcofıbras Nasier kimdi? . . . . . ........ .. ........ .... .... ...... . . . . . ........... . . . . . . . . .. . . . . . ............. ........ . . . 118
Manastırda yaşam ...................... ............... ........ ......... . . ...... . . . . . . . . ............. ................ . . . . . ......... 120
Homeopati sonuç alıcı bir yöntem midir? ....... . . ....... . . .. . . .... . . . . . .... ... . 121
.

Niçin bir deniz fenerini çalamayız? .. .. . ............... . . . .


... . . . . .. . . . . .......... . . ........... 123

- xı -
Niçin merak
ederiz?
Merak ve bilgi arasında her zaman çok yakın bir ilişki var
olmuştur. Antik Çağ'dan bu yana libido sciendi'nin, yani bil­
me arzusu kavramının insan zihninin oluşmasında belirle­
yici olduğu kabul edilmiştir.
Merakını gidermeye çalışmak, en basitinden en karmaşı­
ğına, en sıradanından en seçkinine kadar tüm alanlara özel
bir bakış yöneltmek anlamına gelir.
Nöronlar buna bayılır ve yeni ağlar kurar, yeni zihinsel
alanlar açarlar. Koleksiyoncuların, psikanalistlerin, okuyu­
cuların, tarihçilerin, bilim adamlarının, gezginlerin, sanat
meraklılarının, bahçıvanların gözbebeği olan merakla; cupi­
do sciendi'yi, yani görme açgözlülüğünü birbirine karıştırma­
mak gerekir. Merak; sevgi dolu bir arayışın, ötekini bilme,
öğrenme isteğinin bir parçasıdır. Çocukların keşif istekleri­
nin ayrılmaz parçası sayılan merak olmadan, ne kültür ne de
hayal gücüne dayalı yaratım gerçekleşir.
Merak, Charles Baudelaire'in deyimiyle, "gezip gören in­
sanın göz rengine bürünme" arzusudur.
O zaman yaşam da bir merak laboratuvarına dönüşür.

- 1 -
:-:lçJ:-; .'-lERAK EDERJZ?

Gelecekleri çok parlak.


Devlerin de işe küçükten başladıklarını
kanıtlıyorlar ...
Nanoteknoloj iler adlarını, "çok küçük''
manasına gelen Latince nano kökünden
almışlardır. Ama bu alandaki icatlar ve
yenilikler gerçekten devasa boyutlardadır!

N anotceknolo] ilcer
cüccelcer için m_i
y c&]J_J)JlıID_JlŞtJlJr 1
nenni! (Hiç de değil!) Sonsuz ölçüde küçük nes­
erin dünyasıyla yakından ilgilenen nanotekno­
iler, nanometre ölçeğiyle çalışırlar. Bu ölçü birimi
boyu bir metreyi zor bulan bir cüceyi değil, bir metrenin de
milyarda birini temsil eder.
Günümüzde, maddeyi oluşturan öğeler, yani atomlar
üzerinde çeşitli işlemler yapmak mümkün hale gelmiştir.
Nano-bilim araştırmaları toplumun hemen her alanında
uygulanmaktadır (tekstil, tıp, enerji, tarım gıda, elek­
tronik . . . ) . Otomobillerdeki karbon nano-tüple­
ri, DVD okuyucularındaki nano-lazerler
veya biyolojik teşhis için kullanılan nano­
çipler gibi nano-malzemeler çoktan kulla­
nıma girmiş ve piyasaya sürülmüştür. Böylelikle

- 2 -
:\'lÇ!'.\: :V1ERAK EDERlZ?

bir saç telinden 100.000 kat daha ince


transistörler üretilebilmektedir. Kozme­
tik sanayiinde, nana-parçacıklar rujun
dudakta daha kalıcı olmasını, morötesi
ışınları süzmeyi veya ojelerin kalitesi­
nin artırılmasını sağlamaktadır. Tekstil
sektöründe, içlerine alıcı yerleştirilebi­
lecek ve enerji içerebilecek metalik lifler
geliştirilmesi yönünde deneyler sürdü­
rülmektedir. ABD'de derinin altına yer­
leştirilebilen bir tıbbi çip geliştirilmiştir.
Radyo frekans yoluyla kimlik belirleme
sistemi (RFID) sayesinde, basit bir oku­
yucu aracılığıyla bir hastanın tüm tıbbi
dosyası anında görülebilecektir.
Bazı bilim adamları ise endişele­
niyorlar: Gelecekte, kendi kendilerine
üreyebilecek ve uzayda çoğalabilecek
nana-robotları denetim altına almak
zor olabilir. Bazı nana-ürünlerin sağlık
üzerindeki etkileri henüz bilinmiyor.
ABD'de bu alandaki kamu yatırımla­
rının yarısının askeri araştırmalara ve
özellikle de insandan bağımsız öldü­
rücü sistemlere yönelik olması ise daha
da kaygı verici. Şanghay'da, 2.000 Çinli
araştırmacının çalıştığı bir nana-araştır­
ma merkezi de nana-silahlar üzerinde
yoğunlaşıyor. Yoksa nano, neslimizi yok
mu edecek?

- 3 -
'.'lÇIS .\lERAK EDERİZ?

insan atını klonlayabilir mi?


okur atını kör bir atla değiştirmek pek tavsiye edil­

S mez. * Acaba klonunu tercih etmek daha avantajlı


olabilir mi? Tabii ne kadar düşünü kurarsak kura-
lım, bu işlemi Beyaz Yele ile veya Zorro'nun atıyla yapmak
imkansız.
Her şey ABD'de, uzun mesafe dayanıklılık dalında çifte al­
tın madalyalı bir şampiyon atın öyküsüyle başladı. Yetiştiriciler
onun kalitesinde bir hayvan bulmaya çalışıyorlardı. Bu birinci
sınıf atı klonlamayı düşündüler. Ama bir problem vardı: Pieraz
-adı buydu- iğdiş edilmişti. Uzmanlar işin peşini bırakmadılar:
Biyopsi yaparak derisinden hücreler aldılar, bunları embriyo
kültürü işlemine tabi tuttular, sonra da çekirdeği alınmış dişi
üreme hücreleri içine enjekte ettiler. Her yeni hücrenin çekir­
değinde sadece Pieraz'ın genetik malzemesi bulunuyordu. Bu
şekilde elde edilen embriyo, taşıyıcı bir dişiye aşılandı. Gebelik
süresi (355 gün) normal bir döllenmedeki gibiydi. Kayda değer

*
Yağmurdan kaçarken doluya nıtulmak anlamında bir Fransız atasözü.

- 4 -
'.'\lÇlX .\lERAK tmERlZ?

tek fark, en az 20 kısrağın döllenmesi gerektiğiydi. Bunlardan


sadece 5 veya 6'sının gebeliği sonuna kadar sürecek ve sadece
b iri hayatta kalabilecek bir tay doğuracaktı.
Bu teknoloji çok pahalıdır: Klonlanmış bir at yaklaşık
250.000 euroya mal olmaktadır. Bu uygulama konusunda
ciddi görüş farklılıkları söz konusudur: Yetiştiriciler klon­
ların kalitesi ve sağlığı konusundaki şüphelerini korurken,
bazı bilim adamları klonlamanın yarış atlarının geleceğinde
çığır açacağını düşünmektedir. Kimi bilim adamları ise -ak­
sine- bunun son derece marjinal kalacak yeni bir hevesten
ibaret olduğu kanısındadırlar.

NİÇİN PLASTİK TORBA KULLANMAKTAN


SAKINMALIYIZ?
1960'lı yıllarda yavaş yavaş orta­ na karşın (altı gram) dört yüzyıl
ya çıkan plastik torbalar, büyük sürebilmektedir. Gerçi, mantarlar
bir çevre kirliliğini temsil ederler. ve bakteriler tarafından birkaç
Denizde, dağda, kırda, her yerde ayda yok edilen mısır nişastasın­
manzarayı mahvettikleri gibi bazı dan geri dönüşümlü torbalar imal
deniz hayvanları da onları yutar edilmiştir; ama fiyatlarının üç
veya onların yüzünden boğulur­ dört misli pahalı olması, yaygın­
lar. Plastik torba aynı zamanda laşmalarını engellemektedir.
boşa harcanmış petrol manasına Atık karton ve kağıtların
gelir. Doğanın, bir saniyede imal yeniden kullanılmasına olanak
edilen bir torbayı temizlemesi veren geri dönüşümlü kağıt tor­
yüzlerce yıl sürebilir. Dünyanın baların üretimi ise fazla enerji ve
her yerindeki mağazalarda yıl­ su tüketmektedir. O halde alışve­
da yüz milyarlarca plastik torba riş yaparken, her zaman yeniden
dağıtılmaktadır (Fransa'da 13 kullanılabilen emektar file veya
milyar). Bazı plastik torbaların alışveriş torbasından şaşmamak
çözünmesi, çok hafif olmaları- gerekir.

- 5 -
'.\:lÇlN MEIRAK EDERiZ?

Merhaba tembellik, acaba


robotlar her i§i benim
yerime yapacaklar mı?

I
skenderiyeli Haron'un oto­ ları tekdüze, tehlikeli veya tok­
matik oyuncaklarından bu sik işlerden kurtarmaktır. Zaten
yana, robotlar insan zihnini terimin kökeni de buna işaret
büyülemeye devam ediyor. Ro­ etmektedir ("Robot'', Çekçede
bot terimi ilk kez 1 942'de bilim­ angarya, serf çalışması anlamına
kurgu yazarı Isaac Asimov tara­ gelen robota sözcüğünden Karel
fından Run Around adlı öyküde Çapek tarafından türetilmiştir).
kullanıldı. Asimov, bu öyküde, 1970'li yılların başlarında, oto­
"robot-bilimin üç yasası"nı ta­ mobil sanayiinde kaportaların
nımlıyordu. Bunlardan ilkine boyanmasında robotlar kulla­
göre, bir robot bir insana zarar nılmaya başlandı; ayrıca montaj
vermemeli veya bir insanın zarar bantlarındaki birçok zahmetli iş
görmesine müsaade etmemeli­ de robotlar tarafından üstlenildi.
dir. İkinci yasaya göre, bir robot
bir insanın emirlerine -ilk yasa- Tembelliğe yardımcı
yı ihlal etmemeleri koşuluyla­ robotlar
itaat etmelidir. Üçüncü yasaya Üç ayrı robot kategorisi mev­
göre, ilk iki yasayla çelişmediği cuttur: elektrikli süpürge veya
sürece, bir robot varlığını koru­ otomatik çim biçme makinesi
malıdır. Bu yasalar, Frankenstein gibi ev robotları; sanayi robot­
sendromunu ve insanların, ya- ları -programlanabilen ma­
rattıkları mahlukların kendileri­ kine-aygıtlar- ve köpek Aibo
ne düşman kesilmesinden duy­ (Artifıcial Intelligence/Yapay
dukları korkuyu yansıtmaktadır. Zeka RoBOt) gibi eğlence
Ama robotların asıl işlevi, insan- robotları. Günümüzde en re-

- 6 -
NlÇ1� :'>1ERAK EDER1Z?

vaçta olan dal, mikrorobot-bi­ bir atılım içine girmiştir. Deniz­


limdir. cilik, denizaltı ve uzay keşifleri
Uzmanlar ayrıca insan ve alanlarında da incelemeler yapıl­
hayvan hareketi üzerine de yo­ maktadır. Ama sabah çocukların
ğunlaşmıştır. Böceklerin vasıf­ yerine uyanıp okula gitmek, on­
larından esinlenen çok bacaklı ların dolaplarını toplamak veya
robotlar bu araştırmaların so­ bürokratik belgeleri doldurmak
nucudur. Tıbbi robot-bilim de üzere tasarlanmış bir robot he­
özellikle cerrahi dalında büyük nüz piyasaya çıkmamıştır. . .

PASTA DELLA MAMMA GERÇEKTEN


İTALYANLARA MI AİTTİR?

G
enel geçer fikirlerin de farklı makarna spesyaliteleri
aksine, makarnayı icat bulunuyor. Tarifler ve biçimler
eden macaroni'nin arasında büyük farklar var: ince
anavatanı değildir. Ma ehe dolore! veya kalın, içi dolu veya boş,
(Ne acı!) yumurtalı veya yumurtasız . . .
Amerikan makarna üretici­ Anlaşılan, ne kadar makarna
leri 20. yüzyıl başında reklam meraklısı varsa (sayıları hiç de
sıkıntısına düşünce, bir efsane az değil!) o kadar da makarna
yarattılar: Çin imparatorunun çeşidi mevcut!
yanında on altı yıl kalan Vene­ Ama bir İtalyan açısından ke­
dikli Marco Polo' nun pasta'yı sin olan bir şey var: Mamma'nın
oradan getirdiği söylentisini makarnası eşsizdir! Uzun süre
yaydılar. Aradan yüz yıl geç­ kötülenen makarnanın -ölçülü
mesine rağmen efsane varlığını bir şekilde tüketildiğinde- özel­
hala koruyor! Aslında spaget­ likle sporcular açısından dengeli
tinin, düdük makarnanın veya beslenmenin yardımcılarından
tagliatelin ne zaman, nerede biri olduğu kanıtlanmıştır. İster
ve nasıl ortaya çıktıklarını bi­ İtalyan, ister Çinli, ister Türk
len yok: Birçok ülke ve bölge- olun, fark etmez . . .

- 7 -
Ne fare ne kuş,
nedir bu yarasa?
arasa uçar, ama kuş değildir ve ismine rağmen* fa­

Y reyle de hiçbir ilgisi yoktur. (Bizde de bazen yara -


saya 'uçan fare' dendiği olur.) Chiroptera ("kanatlı
eller") familyasının üyeleri olan yarasaların bir özelliği de
uçabilen tek memeli canlı olmalarıdır. Yaklaşık bin kadar
farklı yarasa türü mevcuttur. En yaygın olanına cüce yarasa
(pipistrellus) adı verilir. Bilinen en küçük yarasa türü olan
yaban arısı yarasası ise Tayland'da bulunur ve ağırlığı iki
gramdır. Yarasaların adı haksız yere kötüye çıkmıştır! Ço­
ğunlukla vampirlerle, hayaletlerle ve ölümle özdeşleştirilen
yarasalar aslında zararsız canlılardır. Kuşaktan kuşağa taşı -
nan efsanelere karşın, insan saçına asılmazlar ve insan kanı
emmezler (Avrupa'da yaşamayan birkaç nadir tür dışında)

::-
Fransızcada yarasa manasına gelen chauve-souris'nin tam karşılığı
"kel fare"dir.

-8 -
:"lÇ:I:" 211ER/\K ımırn1Z?

ve çoğunlukla böceklerle beslenirler. Yarasalar kör değildir,


ama çok gelişkin bir uçuş kontrol sistemleri vardır ve in­
sanlar tarafından işitilemeyecek kadar tiz çığlıklar sayesinde
karanlıkta yönlerini bulurlar. Bu ultrason dalgaları yolların­
daki engellere çarpıp geri dönerek onları uyarır.
O zaman yarasa geri gelen sesi analiz eder ve yolunun
üstünde ne bulunduğunu saptar. Bu ilke -yankı ile yer tespi­
ti, ekolokasyon- suyun altındaki cisimlerin yerini saptamaya
yarayan insan yapımı bir aygıt olan sonarı çağrıştırır. Gece
hayvanları olan yarasalar gündüz uyurlar ve soğuk bölge­
lerde yaşayanlar, kış uykusuna da yatarlar. Bazı yarasalar bu
dönemden önce çiftleşirler. Dişiler spermi korurlar ve döl­
lenme ancak ilkbaharda gerçekleşir. Ancak dişi yarasalar kış
uykusundan uyandıklarında yumurtalık yumurtayı serbest
bırakır: Buna ertelenmiş döllenme adı verilir. Yarasaların
gözlenmesi, uçakların icat edil­
mesinde de kısmen rol
oynamıştır: Leonardo
da Vinci, daha son­
ra Eole adlı uçağın
mucidi Clement
Ader onlardan
esinlenmişler­
dir. Batman'e
gelince, yara­
salar gibi tiz çığlıklar
atmasa da, aynı geveze
soydan geldiğine şüp­
he yoktur.
BU KADAR ÇOK ÇALI ŞIP DA NEŞEYLE
VIZILDAMAK İMKANSIZDIR. ARILAR BU
DURUMLA NASIL BAŞA ÇIKARLAR?

Arılar dünyasında
kraliçe mi olmak
iyi, işçi mi?

B
al içinde yüzseler de, arıların hayatı çok
tatlı değildir: Kraliçe durmadan yumurtlar ve za­
man zaman dans da eden işçiler ölesiye çalışır.
İ nsan toplumlarında olduğu gibi, arı kovanlarındaki
"personel"in de bir hiyerarşisi vardır. İ ş bölümüne tabi tu­
tulan işçi arılar kısa ömürleri süresince görev değiştirmek
zorunda kalırlar. 5-6 haftalık ömürleri boyunca sırasıyla
temizlikçi, dadı, havalandırmacı, ev kadını, tezgahtar, bal
mumcu, bekçi, asker, iz sürücü olurlar. Kısacası daha fazla
bal üretebilmek için daha çok çalışırlar. Ama kendileri bun­
dan hiçbir şey kazanmazlar. Kovandaki tek doğurgan böcek
olan kraliçe, bir işçi arı yumurtasına benzeyen döllenmiş bir
yumurtadan doğar. Ama bu yumurta özel bir odaya, kraliçe
hücresine bırakılmıştır. Larva seçkin bir besinle, meşhur arı
sütüyle beslenir ve bu sayede kraliçe olur. Kraliçe çok kü­
çük yaşta akrobatik evlilik uçuşlarına çıkar. Uçuş sırasında,
sperm deposu milyonlarca spermatozoidle doluncaya kadar
döllenir. Onu dölleyen erkekleri feci bir son bekler: Hepsi

-10-
'.'i:lÇfi:-: ."lERAK EDERİZ?

çok geçmeden ölür! Kraliçe de avarelik dönemine veda eder!


Artık kovandan bir daha ayrılmayacak ve ömrünün geri ka­
lanını yumurtlamakla geçirecektir. Ölürse, bazı işçi arıların
yumurtalıkları yeniden çalışmaya başlar, çünkü kraliçenin fe­
romonları onların yumurtalıklarının işleyişini bir tür kimya­
sal kısırlaştırma işlemiyle felç etmiştir. Kraliçenin ölümü bu
felç durumunu ortadan kaldırır ve yeniden yumurta üretme­
ye başlarlar. Ama döllenmedikleri için, bu yumurtalardan ne
yazık ki sadece erkek arılar çıkar. Bu, çok ilginç bir parteno­
genez [döllenmesiz üreme] örneğidir. Uğuldayıp duran ko­
van kendine yeni bir kraliçe bulamazsa yok olup gidecektir.
Bir kaşif arı, kovanın 4 km uzağına kadar iz sürebilir.
Şeker ve nektar [bal özü] bakımından en zengin çiçeklerin
hangi yönde bulunduklarını, iki ayrı dans türüyle gösterir.
Besin kaynağı daha yakındaysa daireler çizerek dans eder;
daha uzaktaysa yerinde durmadan hareket ederek bir dans
yapar. New Mexico'da arılar üzerinde askeri araştırmalar ya­
pılmaktadır. Arılar, bir patlayıcıyla karşılaştıkları anda, nek­
tar emerken kullandıkları hortumu dışarı çıkaracak şekilde
eğitilirler. Yoksa yakında anti-terörist arı birimleri mi kuru­
lacak dersiniz?
xır;JC' YlERAK EDERlZ?

Niçin fareleri sever veya


onlardan nefret ederiz?

F
are korkusu, tarihte iz aslında bu kadar da kötü bir ünü
bırakan veba salgınla­ hak etmezler: Ö rneğin atıkların
rıyla yakından ilişkili­ yok edilmesine yardımcı olurlar.
dir. Kötü bir ün kazanmış bu Yetiştirildiklerinde çoğunlukla
kemirgenler, gıda rezervlerine her türden deneyde kullanılan
saldırıp mahsulleri mahvet­ "laboratuvar fareleri" olurlar.
mekle olduğu kadar, insanlara Kolayca evcilleştirilebilen fare­
ve hayvanlara bulaşabilen bazı ler artık ev hayvanları arasına
başka hastalıkları yaymakla da katılmışlardır. Zekaları, kolay
suçlanırlar - aslında fareler sa - ilişki kurmaları ve çeviklikle­
dece taşıyıcıdır, asıl kınanması ri bazı hayvan meraklılarının
gerekenler onların üstündeki gönlünü çelmekte, bunda bel­
pirelerdir. Birinci Dünya Savaşı ki Ratatouille'un meşhur faresi
sırasında siperler fare kaynıyor­ Remy' nin aşçılık hünerleri de
du ve bu durum da, onların halk rol oynamaktadır.
imgelemindeki zararlı hayvan Asya takviminin yılbaşı olan
statüsüne katkıda bulunmuştu. 7 Şubat 2008'de, kurnaz ve be­
Topluluk halinde yaşayan cerikli bir hayvan olarak kabul
kemirgen memeliler olan fareler edilen Fare Yılı başladı. Çin
burçlarına göre, fare burcu ta -
sarmfu simgelerken, Fransa'da
"fare gibi adam!" deyimi cimri­
ler için kullanılır.
İ ster zararlı ister faydalı
görülsün, ister beğenilsin ister
nefret edilsin, fare her zaman
gündemde kalmayı başarır . . .

- 12 -
Niçin uyurgezer olunur?

U
yurgezerlik hemen her zaman gecenin ilk yarısın­
da, uykuya daldıktan yaklaşık iki saat sonra ken­
dini gösterir. İyi huylu, ama çok çarpıcı bir rahat­
sızlık söz konusudur. Uyurgezer, gözleri açık, yüzü ifadesiz
bir şekilde sanki gündüzmüş gibi davranır ve günlük hare­
ketlerini yineler. Bu olaya gayet akıllıca bir isimlendirmeyle
"gezici otomatizm" adı verilmiştir ve beynin kısmi uyanışı
söz konusudur. Uyurgezer bu yaşadıklarından hiçbir şey ha­
tırlamaz.
Uyurgezerliğin nedenleri ancak kısmen bilinmektedir:
Esas olarak genetik türde nedenler söz konusudur ve bir
bunalım halinin, çatışmalı bir durumun, psikoaffektif bo­
zuklukların, yorgunluğun ve uykusuzluğun bu rahatsızlığa
elverişli bir zemin yarattıkları bilinmektedir.
Uyurgezer şaşırtıcı bir davranış biçimi sergiler: Yürüye­
bilir, giyinebilir, mobilyaların yerlerini değiştirebilir, piyano
çalabilir, hatta araba kullanabilir! Bu nedenle, yaygın inan­
cın aksine, uyurgezer kişiyi uyandırmakta fayda vardır.
Uyurgezerlik nöbetleri, 6-12 yaş arasındaki çocuklarda
sık görülür. Bunlar, uyku sorunlarının bir parçasıdır. Nere­
den kaynaklandıkları halen araştırılmaktadır. Bu semptom­
lar, çoğu örnekte, ergenliğe geçişle birlikte yok olurlar. Eğer
devam ederlerse, bir uzmana danışmakta yarar vardır.

- 13 -
'.\'JÇ];.;' .\lERXK EDERİZ?

Ya bonobolar gibi
yaşasaydık?

E
n eski hippiler sayılabilecek olan bonobolar, "peace
and love" [barış ve aşk] sloganının mucitleri olabi­
lirlerdi pekala ... Keşke insan soyu onları örnek al­
saydı ... İnsana en yakın primat olan bonobo da, şempanze,
orangutan veya goril gibi büyük maymunlar familyasına da­
hildir. Ama soydaşlarından çok daha sakindir. Sosyal davra­
nışları tamamen cinselliğe yöneliktir:
Bonoboların ana kaygısı üreme değildir: Kalabalık ailele­
ri yoktur! Her dişi beş veya altı yılda bir, tek yavru dünyaya
getirir ve ömrü boyunca çocuklarına bağlı kalır. Bonobolar,
büyük bir zeka belirtisi olarak, empati sergileyebilirler: Ken­
dilerini bir diğer bonobonun yerine koyabilir ve onun neler
hissettiğini algılayabilirler.
Böylece anaerkil eğilimli barış­
çı ve eşitlikçi bir toplum oluşturan
bonobolar, saldırganlığın ve erkek
egemenliğinin biyolojik niteliği ko­
nusundaki çok yaygın kuramı çürüt­
meleri bakımından da örnek alınacak
canlılardır.Acaba insanlar bonobola­
rı taklit etseler, daha uygar olabilirler
mi?

-14-
. . v

N i Ç i N B i R YANARDAGIN

ÜZERİ N D E DAN S ED İ LMEZ ?

Y
anardağlar karada, de­ Fournaise'dir. 2002'de gerçekle­
nizlerin altında veya şen son püskürmesi on bir gün
dünya dışında olabilir­ sürmüştür.
ler. Çeşitli biçimler almışlardır; Yanardağ bilimi (volkanolo­
bunların en yaygını, tepesinde ji) yanardağların kökenlerini ve
bir krater bulunan koni biçi­ işleyişlerini inceler. Amacı, insan
mindeki bir dağdır. B azılarının topluluklarını tehdit eden püs­
dorukları karla kaplıdır; örneğin kürme risklerini ve tehlikelerini
Japonya'nın en yüksek noktası tahmin etmektir. Gerçekten de
olan (3. 776 m) Fuji-Yama böyle yüz milyonlarca insan yanardağla­
bir yanardağdır. Yanardağların rın eteklerinde yaşamaktadır, çün­
çoğu tektonik levhalar üzerinde, kü lav külleri sayesinde buralarda
levhaların kenarlarının en istik­ toprak çok verimlidir.
rarsız olduğu noktalarda bulu­ Ama bir yanardağ üzerin­
nur. de dans etmek söz konusu bile
Yaklaşık 1 .500 yanardağ ha­ olamaz: Fransızcada bu deyim,
len etkin durumdadır, bunların bir tehlikenin çok yakında ol­
birkaç düzinesi her duğunu ifade eder.
yıl lav püskürtür. İlk kez 1 830'da,
Bir yanardağın do­ Orleans Dükü tara­
ğuşu, ilk püskür­ fından düzenlenen
meyle birlikte ger­ bir şenlikte söylen­
çekleşir. miştir. Konuklar­
İtalya'daki Ve­ dan biri, "Bu tam
züv Yanardağı -hala bir Napoliten şenli­
tehlikelidir- Pompeii ve Hercu­ ği, bir yanardağın üzerinde dans
lanum kentlerini lavlar altına ediyoruz" der.
gömerek ün sahibi olmuştur. En İki ay sonra gerçekten de ya­
etkin yanardağlardan biri, Re­ nardağ püskürür: Temmuz Dev­
union adalarındaki Piton de la rimi patlak verir.

-15 -
:'.\:JÇ1:--: YlERAK EDERİZ?

19. yüzyılda İngiliz iktisatçı Thomas Malthus doğum


kontrolünü savunuyordu. Ona göre yoksullara acımaya
da yardım etmeye de gerek yoktu. Özgürlük esinli Yeni
Malthusçuluk halkın doğum oranını istediği düzeyde
tutmasını savundu. Radikal bir slogan bu hareketin
anlayışını özetliyordu: Zevk için, çalıştırmak için, toplarla
katletmek için üretmeye son! Bugün ekoloji, söz konusu
tartışmayı yeniden başlatmıştır.

AŞ IRI NUFU S UN YARATTI G I


• •

TEH Lİ KE LER NE LERD İ R ?

B
u konuda farklı görüşler mevcuttur, çünkü aşırı nü­
fus kavramı çağa, ülkeye, uygarlık düzeyine göre
değişir. Tartışmasız hesaplamalar sonucu ortaya
konmuş nesnel bir ölçüt söz konusu değildir. Malthusçu­
luk, kaynaklarla ihtiyaçlar arasındaki mesafenin tahminine
dayanır. İngiliz iktisatçı Thomas Malthus doğumların sınır­
landırılmasını savunuyordu. Bugün bazı çevreciler de ondan
esinleniyorlar. Çok sayıda hayvan ve bitki türünün yok ol­
makla karşı karşıya kalmasının, aşırı insan nüfusundan kay­
naklandığını düşünüyorlar.
Ama aşırı nüfus sorunu, sadece demografik (nüfus bilim­
sel) veya agronomik (tarım bilimsel) bir mesele değildir. Ko­
nunun siyasal, sosyal ve hukuki boyutları da vardır. INED'in
(Ulusal Demografik İ ncelemeler Enstitüsü-Fransa) gelecek
tahminlerine göre, 2050'ye doğru gezegenin nüfusu yaklaşık
9 ,5 milyara ulaşacaktır.

- 16 -
'."lÇI:\' :-mR.\K EDER1Z.?

20. yüzyıl boyunca dünya nüfusu dört kat artarak, 6 mil­


yarı aştı. Ama bu büyüme ritminin yavaşlayacağı ve 3000'de
25 milyar düzeyine gelmeyeceği tahmin ediliyor. Bu yavaş­
lama kuşkusuz kadınların eğitim düzeyinin yükselmesine ve
doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaşmasına bağlanıyor.
Yaşam kalitelerini yükseltmeyi tercih etmek insanlara düşü­
yor. Aşırı nüfus kavramı, insan ve toplum üzerine bir düşün­
ce çabasına da yol açıyor.
Gezegenin kaynaklarının tükenmesi ve birçok canlı tü­
rünün yok olması hakkındaki kaygılar giderek çoğalıyor.
Yoksulluğun yaygınlaşması ve hem kıtlıklara hem de sal­
gın hastalıklara yol açması birçok kırıma neden olduğu gibi,
insan mutluluğunun sınırlarına da işaret ediyor.
GDO'lar (genetiği değiştirilmiş organizmalar), nükleer
endüstri, nano-teknolojiler de endişeye yol açan ve insan­
oğlunun yeterince hakim olamadığı alanlar. İ nsanın enerji
kaynaklarını akıllıc a yönetebileceğinden kuşku duyanların
sayısı bir hayli kabarık.
İ lerlemeye ve büyümeye olan ateşli inanç, sorumluluk il­
kesiyle pek bağdaşmıyor.

FARKLI KITALARDA Kİ İ N SAN NÜF US U


1 milyar 100 milyon
Amerika 923,225 milyon
Asya 4 milyar 427 milyon
Avrupa 742,4 milyon
Okyanusya 38,3 milyon
Dünya 7 milyar 230,925 milyon

- 17 -
:'\lÇl:'\' .-VIERAK EDERlZ?

Demek ki en büyük tehdit aşırı nüfus değil. Ekonomik


kalkınmanın rolüne ve zenginliklerin paylaşımına yönelik
sorular, sorgulamalar giderek ivedilik kazanıyor. İ nsan için
yeni bir varoluş durumu hayal etmek ve insanın biyosferde­
ki yerini yeniden düşünmek, geleceğin en önemli tartışma
alanlarından biri olacakmış gibi gözüküyor.

adetlere sahip
��lil..._ rını keşfettiği söy­

v...ıl!irllil:m>.- getirir, çiftler de bu

durumdan çok mutlu


Satranç taşlarınd -��1\1 hippocampus, deniza-
tı diye de anılır. Ya tarafından karındaki bir
·

kesede taşındığı en derinden biridir. Çiftleş-


me dişinin arzusuna ���• eşir: Yumurtalarını kendi
yumurta kanalından eş ���� ka kesesine aktarır; birkaç
·

saniye içinde kese yüzler tayla dolar. Hamilelik en


fazla bir ay kadar sürer, t '' __ avrularını bağımsızlık-
larını kazandıklarında serbe r. Erkekler sadıktır ve

hep aynı dişilerle çiftleşirler. İ biri ölürse sağ ka-


lanın yeni bir eş bulması çok uzu ilir. Denizatlarının
:��

uyumunu tuhaf adetleri bile bo a ı gözlemler sonu-

cunda çiftlerin her sabah bir . ıkleri görülmüştür.


Güne güzel ve tatlı bir baş , için iyi bir fikir!
"
Hippocampus, hiperaktif bir r , gildir: Hızlı koşular

- 18 -
:\'lÇ!'.'; )1EEAK EDER1Z?

ona uymaz! Tembel tembel avlanan, avlarını ancak burnu­


nun dibine kadar geldiklerinde yutan çok ağırkanlı bir hay­
vandır. Bir tür emme pompası gibi çalışan pipet şeklindeki
burnu bu faaliyeti kolaylaştırır. Kamuflaj kralı olan denizatı,
içinde bulunduğu çevreye göre renk değiştirir.
Günümüzde elli kadar hippocampus türü bulunmaktadır
ve hepsi de büyük tehdit altındadır. Asya'da mucizevi bir şifa
gücüne sahip olduğu iddia edilen sözde ilaçların hazırlan­
masında hala denizatları kullanılmaktadır. Batıl inançların
ağır nalları altında kalanın vay haline . . .

-HİÇ İ LKEL ÇORBA İÇTİN Mi?-

S
akın içme! Çünkü "il­ başardı. Hayat için vazgeçilmez
kel çorba" milyarlarca olan bu moleküllerin ilk zaman­
yıl önce hayatın içinde ların Dünya'sındakilere benzer
ortaya çıktığı ileri sürülen, mo­ oldukları varsayılan koşullarda
lekül ve organik bileşikler bakı­ kendiliklerinden doğduklarını
mından zengin sıvı ortama ve­ kanıtladı.
rilen addır. Kulağa son O zamandan bu
derece tanıdık gelen bu yana konu hakkında
terim, hayatın köken­ bilgiler gelişti. Ama
lerini araştıran bilim hiçbir kesin yanıt bu­
adamları tarafından lunamadı. Çünkü bir
ortaya atılmıştır. Bun­ yandan araştırmalar
dan elli yıl kadar önce, prebiyo­ yakındaki Güneş Sistemi'yle sı­
tik -yani hayattan önceki- kim­ nırlı kalırken, diğer yandan da
yanın kurucusu Stanley Miller, gezegen üzerindeki hayatın en
tarihsel bir deneye girişti. Su, eski izleri giderek siliniyor. Dün­
metan, hidrojen, amonyak içe­ ya, gençlik dönemlerinin yaşam
ren bir tür çorbanın içinde ami­ öyküsünü saklamayı unutmuş
no asitlerin sentezini yapmayı herhalde . . .

- 19 -
'.'lÇI:\ .\lERc\K EDERlZ?

Posta güvercinleri hala iletişim


yıldızları sayılabilir mi?

P
osta güvercinlerinin tarihinin en eski çağlara kadar
uzandığı rahatça söylenebilir. Eski Ahit'te Nuh pey­
gamberin Tufan'dan sonra bıraktığı güvercinin ga­
gasında taşıdığı zeytin dalıyla gemiye geri geldiği anlatılır.
Antik Yunan'da güvercin barış ve sadakat simgesidir. Persler,
MısırWar, Çinliler posta güvercinlerini savaş, ticaret veya
haberleşmede kulla nmışlar, Romalılar ise devasa güvercin­
likler inşa etmişlerdir: Roma'da, farklı renklere boyanmış
güvercinler sahiplerine araba yarışlarından başarıyla çıkıp
çıkamayacaklarını haber versinler diye kullanılmışlardır.
Orta Çağ'da Charlemagne çıkardığı bir fermanla, güvercin
yetiştirmenin soylulara ait bir imtiyaz olduğunu ilan etmiş­
tir. O devirde yaptırılan heybetli güvercinlikler sahiplerinin
zenginlik ve gücünü sergileme aracıdır.
Fransız Devrimi'nden sonra herkesin güvercin yetiştiril­
mesine izin verilir. 1 9 . yüzyılda güvercinler özenle seçilmek­
tedir. Sermaye sahipleri posta güvercinlerinin haberleşmede
oynayabilecekleri rolü hemen
anlamışlardır.

- 20 -
Napolyon'un Waterloo'da uğradığı yenilgiyi, Rothschild'in
bu şekilde haber aldığı ve bu posta güvercini sayesinde bor­
sada yüklü bir spekülasyona girişerek servetini bu yoldan
kazandığı anlatılır.

Faka bastırılma tehlikesi olmayan muhbirler ...

Anvers'de gemi sahipleri, gemilerine mutlaka posta güver­


cinleri de koydururlardı: Gemiciler karaya çıkmadan bir­
kaç gün önce güvercinleri serbest bırakarak ne tür malla
geri döndüklerini önceden haber verirlerdi. Güvercinler
1870'teki Paris kuşatmasında olduğu gibi, Birinci ve İkinci
Dünya savaşlarında da büyük rol oynadılar. 1960' lı yıllara
gelinceye kadar, güvercin yetiştiriciliği çok gelişmiş, sonra
bu alışkanlık giderek azalmış ve güvercin yetiştiricileri fe­
derasyonlarında toplanmış meraklılarla yeniden canlan­
mıştır. Günümüzde posta güvercinleri artık haber taşımak
amacıyla kullanılmamaktadır, ama Fransız ordusu yine de
Mont Valerien'de sabit bir güvercinlik ve birkaç hareketli
güvercinlik bulundurmaktadır. Amerikan deniz kuvvetle­
ri ise Hawaii'de deniz kurtarma çalışmalarına yönelik bir
güvercin yetiştirme okuluna sahiptir. Kuş gribi korkusu La
Fontaine'in masalındaki gibi birbirlerini aşkla seven bu gü­
vercinlerden de kuşku duyulmasına yol açacak mı acaba?

- 21 -
'.'::IÇIS .'1ER.\K EDE.RI'/,?

HERKE S HAVAi Fi Ş EK
. .

ATAB İ Lİ R Mi ?

H
avai fişeklerin bilim­ Ama patlayıcı maddeler
sel dildeki adı piro­ olan havai fişekler bazen ölümle
teknik maddelerdir. biten kazalara, yangınlara veya
Marco Polo'nun 13. yüzyılda önemli hasarlara yol açabilirler.
Çin'den getirdiği, savaşta kulla­ Ayrıca çevreye zarar verebilecek
nılan, ses, ışık ve duman çıkaran kirletici veya toksik maddeler
siyah baruttan türemiş bir yön­ de içerirler.
tem söz konusudur. Daha çok Bu nedenle Batı'da bir eği­
sarı veya beyaz olan ilk havai fi­ timden geçip sertifika almış
şeklerde, son patlamayla birlikte olması gereken bir piroteknik
bir buket gibi açılma görüntüsü uzmanına başvurulması tavsiye
oluşmuyordu. Çok gelişkin ve edilmektedir. Bu kişiler güven­
çeşitlendirilmiş gösteriler izle­ lik kurallarına uymak, fırlatıla­
yebilmek, ancak modem kim­ cak fişekleri tehlikesiz bir şe­
yadaki gelişmelerin ardından kilde yerleştirmek ve gösteriyi
mümkün oldu. Günümüzde hem yere hem de koşullara göre
sonsuz denebilecek zenginlikte düzenlemek durumundadır.
efektler yaratan bir piroteknik Bu nedenle bahçenden ha­
madde seçkisi bulunmaktadır: vai fişek fırlatma işini sakın ha
bomba, tutuşma, şelale, güneş, büyükannene bırakma! Tabii
çiçek buketi, kuyruklu yıldız ... büyükannen piroteknik uzma­
Renkler de çoğalmıştır: menek­ nıysa, o başka!
şe, turuncu, kırmızı, altın yaldız,
yeşil, mavi, gümüş rengi . . . Her
yaştan insanı hayran bırakan bu
gösterileri ifade etmek için pal­
miye, kelebek, ay çiçeği, vb sayı­
sız terim kullanılır.

-22-
:"iÇ!>: YIERAK ı�:mo:Rl'/.?

Niçin alerjik oluruz?

A
lerji, organizmanın genellikle iyi karşıladığı mad­
delere bağışıklık sisteminin verdiği aşırı bir tepki­
dir. Alerjiyi, mikrobik kaynaklı belirtilerle karıştır­
mamak gerekir.
Alerjiloji, alerjileri tedavi etmeye yönelik tıp uzmanlı­
ğının adıdır. Bazı alerjiler mesleki kökenli olabilir, örneğin
bazı fırıncıların una alerjisi vardır. En sık rastlananlar, ri­
nit -saman nezlesi diye de bilinir-, egzama, bazı astım ve
konjonktivit türleridir. Tetikleyici etkenler genellikle çiçek
tozları, uyuz böcekleri, hayvan kıllarıdır. Alerjiye neden ola­
bilen birçok gıda maddesi de saptanmıştır: yumurta, yerfıs­
tığı, deniz mahsulleri, meyve kabukları . . .
1960'lı yıllardan bu yana alerji türlerinin sayısında ciddi
bir artış gözlenmektedir. Bu artışın nedeni henüz tam bilin­
mese de, otomobillerin yarattığı çevre kirliliğinin (ve dışarı
attıkları mikro-parçacıkların), ayrıca yoğun haşere ilacı kul­
lanımının bunda kısmen payı olduğu tespit edilmiştir.
Daha çok kentlere kayan, yeterince havadar olmayan
apartman dairelerinde sürdürülen yaşam tarzının ve beslen­
me alışkanlıklarındaki köklü değişimlerin de bu artışta rolü
vardır.
Bazılarına göre, son otuz-kırk yılda çocukları dış dünya­
nın saldırılarından korumayı amaçlayan "hijyen merakı" da
aslında onları türlü alerjilere daha açık hale getirmiştir.

-23-
Ah�p<itğüz.��k·
yar.,.�tp�1q� g�şe_...
. ,• �-�::· ;: ��t· ::7��·::·; . - __ _,,_,
""'=-• ···-

ir güzellik yarışmasında birincilik ödülün·· tapo

B vermek gülünç olur, ama bu hayvan çir liğ


nizler aleminde muhtemelen ikinci sıra��Ulllf:{i\1
zekasıyla telafi eder.
·

Yumuşakça diye nitelenmesinin de


(yaklaşık 150 farklı türü bulunan) ahta
şaktır. Sekiz kolu ve bunların her biri
lunur. Bu kollar sayesinde sarılabilir, d
üreyebilir ve kendine yuva inşa edebilir.
da papağan gagasına benzeyen bir ağzı v ot, o
andaki haline veya çevre koşullarına göre renk ve deri gör�.::...
nümünü değiştirebilir. Çabuk heyecanlanan bir canlı
ğu anlaşılan ahtapot, açık kırmızıdan beyaza, siyaha,
sarıya dönüşebilir. Hatta çevresindeki yeşil ve m�·�r;
bile yansıtabilir. Bir düşman tarafından kovalan n ahtapot,
tepkili motorlu bir uçak gibi yol alır. Asla yazı yazmaz, ama
kaçışını güçlü ve kalın bir mürekkep bulutuyla imzalar.
Ahtapot yemek seçmez. Çok obur olduğu için
ayda bir ağırlığı hemen hemen iki kat artar. Çok s
geç ve kabuklu deniz hayvanını afiyetle yutar, so
buklarını dışarı atar. Avlanırken bir bale · d narindir,
bacaklarının uçları sanki yere değmez.

- 24 -
:"]Çl:\' .\lERXK EDER!Z?

Kurnaz bir hayvan olan ahtapot bulduğu bir kavanozun


kapağını kollarıyla açabilir. Omurgasız bir hayvan için bü­
yük bir başarıdır bu!
Victor Hugo, Deniz İşçileri adlı romanında bu konuyu
ir şekilde özetlemi ti: "Ahtapot tüm hayvanlardan
hlan 'nce akla ne gelir? Van-

Ş ubat 2007' e eni Zeland - - tar ann­


da 450 kg gelen bir kalamar yakaladılar. Yakalan ğında
lienüz canlıydı. Dev kalamar gezegenin en büyük omurgasızı
olarak kabul edilmektedir. 18. yüzyılda denizciler "deniz yıla­
nı" hikayeleri anlatırlardı. Muhtemelen dev kalamar söz konu­
suydu. Ama bu hayvanın izine Romalı doğa bilimci Plinius'un
M.Ö. 1. yüzyılda kaleme aldığı Doğa Tarihi adlı eserinde de
rastlanmaktadır. Dev kalamarı daha o zamandan tarif eden an­
latısında şöyle diyordu: "Kafası Lucullus'a götürüldü. On beş
amfora büyüklüğündeydi. Gövdesinden geriye kalanların ağır­
lığı yedi yüz libreydi [yaklaşık 350 kg]."
'.':1Çl'.': .'IERı\K EDERiZ?

İster köstekli saat , ister cep veya dalış saati ,


ister kuvarslı, ister sıvı kristalli veya elektronik
olsunlar, saatler bize yaşamın saate karşı bir
yarış olduğunu hatırlatırlar. Şair Pierre de
Ronsard , "Zaman geçiyor, zaman geçiyor,
yeter, bıktım! Geçen zaman değil , biziz ," diye
yazmıştı .

Niçin bir saatin iğneleri


saat yönünde döner?

G
ayet akıllıca bir ni­ dil sürçmesiyle Güneş'in dönüş
telemeyle "soldan yönü denir) gölgenin saat yö­
sağa" diye de adlan­ nünde hareket etmesine neden
dırılan saat yönü asla rastlantısal olur. İ lk güneş saatleri, en ilkel
değildir. Bunu arılamak için, sa­ olanları yere dikili bir sopadan
ibaretti: Okumayı kolaylaştır­
atlerimizi 4.000 yıl geriye ayar­
mak için, rakamlar kuzey tarafı­
lamalıyız.
na yerleştirilmişti. Demek ki ilk
Bugünkü Irak toprakları
"zaman geometrisi" de bugün
olan Mezopotamya'da, ilk bil­
saat yönü adı verilen olguyu be­
girıler yerdeki gölgelerinin sol­
nimsemişti.
dan sağa doğru hareket ettiğini Daha geç ortaya çıkan di­
fark ettiler. Gerçekten de, Kuzey key güneş saatlerinde ise bunun
Yarımküre'de gölgeyi gözlemle­ aksine rakamlar sopanın altına
yebilmek için yüzünü kuzeye yerleştirilmişlerdi: Dolayısıyla
çevirmek gerekir: Yeryüzünün okuma da ters yönde gerçekleş­
dönüş yönü (buna bazen bir tiriliyordu!

- 26 -
Sl(,:L'\' .llERXK EDKR1Z?

Yine de ilk saatçiler yatay zitif" veya "doğrudan" yön adını


gü neş saatlerinin yönünden taktılar.
es inlendiler; bu aynı zaman­ Eğer insanlık Ekvator'da
da gökyüzüne bakıldığında doğsaydı neler yaşanırdı diye
Güneş' in izlediği doğrultuya da soracak olursan, o apayrı bir
uyuyordu. hikaye . . .
Demek ki ilk uygarlıklar
Güney Yarımküre'de gelişseler­
di, durum çok farklı olacaktı.
Belki de fizikçiler ve matema­
tikçiler "saatin aksi yönü"ne iti­
barını iade etmek için, ona "po-

BAŞKA YE:RLE.Jri>E SAAT


.... ' $.
Yolculukta .· ;et-lag a, ){
veya';silatJatkı sendrÖ'.';
�i(ki
, ·

mun�: �! Dünya �.
saat, farklı :::·.zaman
.
:� .· .14.00
!imlerine �����işir. ni Delhi:(:',. �7.30
Örneğin İst �b�l'da eljing - .00
saat 14.00 iken: (Pekin) · �·

Sydney 23.00

- 27 -
:'\1Ç1:'\ '.\!ERAK EDI<:RlZ?

Balinaların kolajene ihtiyacı yoktur!


Bundan vazgeçebilecek kadar büyük bir ağızları
vardır...
Çok anaç olan balinalar rejim yapmakla uğraşmazlar.
Fransızcadaki "balina gibi gülmek'' [otuz iki dişini
göstererek gülmek] deyimi buradan gelir!

Niçin balinalar rejim


yap ma ihtiyacı duymazlar?
33 m boyunda ve 150 ila 190 ton ağırlığında olan mavi ba­
lina, hiç abartmadan bu soruya "Çünkü dünyanın tüm za­
manlardaki en büyük hayvanı olmaktan gurur duyuyorum"
diye cevap verebilirdi pekala . . .
f."' Büyük yürekli (çünkü 1 ton çekebilir) bu deniz
memelilerinin soyu, az kalsın balina ··-;ı .

sanayii tarafından ?/1·,,.,'


·C· .· ·

.:·11}1' ,.,,
" kurutulacaktı. U;iıi

:z.,lç�,������iiiiflM1
.. - -

..,:-::,:=3
.'.:.�:::.:..._�:�
:" l Ç 1 :\' .'.\ lE R XK EDERlZ?

65 ila 80 yıl yaşayan balina, daha sıcak sulara göç edebil­


mek için yağ rezervleri biriktirir, ama ılıman bölgelerde göç
sırasında perhiz yapar. Bilinen yaklaşık 80 türü olan yüzme
şampiyonu balinaların beyinlerinin içinde sanki bir pusula
vardır.
Görkemli kütlesi kambur balinayı büyük bir sporcu yap­
mıştır: Onu suyun dışına sıçratan güçlü ve şaşırtıcı akroba­
tik hareketleri becerebilir. Her gün, küçük balıklar ve kari­
deslerden oluşan iki ton besin yutar. Dört metre açılabilen
ağzıyla koca bir balık sürüsünü bir lokmada yutabilir.
Kambur balina aynı zamanda kulağa hoş gelen, başı sonu
belli ve karmaşık şarkısıyla, denizlerin divasıdır. Aşk mevsi­
mi geldiğinde, erkekler dişileri cezbetmek için bir aşk melo­
ı4l
disi sesl:J�·�;--:S. �!� �eri güzelin gönlünü çelmek için

:�4���;ı;;�,��:;�::
��t,: �� Yafi'daP,J� .
��ie�p bir yandan da yüzgeçleriyle
-��ii.��tr!ne .tath ta;�;lr.���·
f'. Dişi:' fuılina lı.@r.·. jlç{,\�ilrl�.
· \'1 . bir yavru doğurur ve on bir ay
1 'ı{
. 'JWytiqca onu �:� a�i yüz litre sütle besler. Balina yav-
' .·• . .· • • • •

�'(pt�u>,?f.e��ç���-Ş�����e-���� - : i � ]?irtikte�ğ?laşır. :

·ıJtasi rıa. diva• tf 'Orcu\ 4.�M� -


;;� h: �:lı� :.,�: p .- !; ,, ·>;_>:'�_- :Jt�:- '
. .

t
; ,:Ji( . .. / '· ' 1 '
· ·

'
'

·o_ _
··

'"
N İ Ç İ N VÜ CUDUN SAYDAM
O LD U G U S ÖYLENEB İ Lİ R ?
ir dizi bilimsel yöntem vücuda bu saydamlık kavra­

B mının atfedilebilmesini sağlamıştır. Fotoğrafın bu­


lunması ve enformatik modelizasyon vücudun içsel
yaşamı hakkında yeni bilgilere ulaşılmasını sağladı. 1895'te
Alman fizikçi W ilhem Conrad Röntgen, X ışınlarını bul­
du ve radyografi çağı başladı. Sonra Hollandalı bir fizyo­
log vücuda elektrotlar yerleştirerek kalp atışlarını kaydetti.
Elektroensefalogram (EEG) 1929'da Alman psikiyatr Hans
Berger tarafından geliş- tirilirken, nükleer man-
yetik rezonanstan esinle- nen MRG (Manyetik
Rezonansla Görüntü- leme) ilk kez 1946'da
ortaya kondu. Ekog- rafı, tomografi veya
scanner (tarama ci- ; hazı) sayesinde,
vücuda girilmeden / \ içindeki gizemler
çözülmeye baş- j landı. Artık vücut
'

mekanizmala- / rını anlamak için


·

skalpel (deriyi 1,,/ \ sıyırmakta kul-


lanılan ınce bıçak) kullan-
mak şart de- ğildi. Bugün
bir canlının beyninin işleyişi ona
hiç dokunmadan takip edilebiliyor. Böylece
hastanın hareketleri ve davranışları sırasında
vücudunun içi göz- : 1 lemlenebiliyor.
Ekografı teknikle- / ri giderek geliştiği için,
bazı klinikler anne / ve baba adaylarına be-
lirli bir ücret karşılı- ! ğında ceninin üç boyutlu
:'\ 1 Ç 1 '.' :'> H':RXK EDER ) '/,?

görüntülerini içeren DVD' ler verebiliyorlar. Bazı tıp insan­


ları tıbbi görüntüleme tekniklerinin bu şekilde amacından
saptırılarak kullanılmasına karşı çıkıyorlar: Yoksa saydam
vücut, bir gösteri alanına mı dönüşüyor?

Niçin en yüksek sıcaklık


dereceleri ABD'dedir?
"':( onuya uzak olan biri için CNN'de hava durumunu
l,;,
··•·

izlemek endişe verici bir deneyim halini alabilir. Aşı-


-1 . ''Jı. .. rılıklarıyla ünlü Las Vegas'ta hava sıcaklığının 100°
olacağını görüp de heyecanlanmamak mümkün mü? Paniğe
gerek yok, çılgın şehir kelimenin gerçek anlamında kaynama
derecesinde yaşamıyor. Aslında sıcaklık sadece 3 7°C.
Bu durum iki farklı ısı birimi kullanılmasından kaynak­
lanıyor. ABD'de Fahrenheit tarafından geliştirilmiş ölçek
kullanılır. Bu Alman bilgini 18. yüzyılda 0° ile 96° arasında
derecelendirdiği civalı bir termometre geliştirmişti. O don­
ma derecesine, 96 da sağlıklı bir insanın derecesine denk
düşüyordu. Birkaç yıl sonra İsveçli Anders Celsius 0°'den
100°'ye uzanan farklı bir derecelendirme sistemi geliştirdi.
O suyun donmasına, 100 ise kaynamasına denk düşüyordu.
Bugün, böyle bir ayrılığa gerek olmadığını düşünen ulus­
lararası bilim topluluğunun tüm karşı çıkışlarına rağmen,
sadece ABD ve birkaç Anglo-Sakson ülke Fahrenheit bi­
rimini (°F) kullanmaya devam etmektedir. İki farklı ölçeği
birbirinden ayırmak için, °F ve °C yazılmaktadır.
Bu nedenle ABD'ye yolculuk yapmayı tasarlayanların
Ölüm Vadisi'nde görecekleri 130°F sıcaklık karşısında so­
ğukkanlılıklarını korumalarını tavsiye ediyoruz.

- 31 -
GÜNEŞ PANELLERİ , B İYOYAKITLAR, YAKIT
Pİ LLERİ , RÜZ GAR TÜRB İNLERİ, J E OTERMAL
ENERJ İ , H İ B RİT OTO M O B İ LLER YENİ ENERJ İ
• • •

KAYNAKLARI HAKKINDA YÜRÜTÜ LECEK


ARAŞTI RMALARA YATIRIM YAPMAK İVE D İ Lİ K
KAZANIYO R .

Ni Ç iN ENERJ i KAYNAKLARI
. . .

S O N S U ZA D EK S ÜRMEZ ?

D
ünyada tüketilen rika ve Avrupa'da da tüketimi
enerjinin yüzde 80'ini kısmak yönünde bir kararlılık
temin eden kömür, gözükmemektedir. Ö nde gelen
petrol ve gaz fosil yakıtlardır. uzmanlara göre, dünya petrol
Organik, bitkisel ve hayvani üretimi hızla azalabilir. Yeni
unsurların çözünmesi sonucu bulunan birkaç yatak işletilme­
ortaya çıkan bu yakıtlar mil­ ye devam etse de, rezervlerin
yonlarca yılda oluşmuşlardır. bütününün tükenmesine engel
Bu nedenle stok yenilemek veya olunamayacaktır.
yeniden üretmek imkansızdır. Petrolün oluşumu milyon­
Yandıklarında sera etkisi olan larca yıl gerektirmiştir ve bugün
gazlar çıkarmaları bir yana, ne artık oluşmamaktadır. Onun
zaman tükenecekleri de bellidir. yerini alabilecek enerjiler, ben­
Bazı senaryolara göre, petrol ve zin ve gazdan mahrum kalmış,
gaz rezervleri kırk yıl içinde bi­ arabasız ve uçaksız, asfaltsız bir
tebilir. Kömür ise daha bir yüz­ dünyaya doğru gidişi durdur­
yıl dayanabilir. Ama Hindistan maya yetecekler mi? Elmasla­
ve Çin gibi ülkelerin muazzam rın ömrü sınırsızdır, ama enerji
yakıt talebi bu tahminleri de kaynakları ölümlüdür.
boşa çıkarabilir. Kuzey Ame-

- 32 -
:\' :t ı; :I:" .'lE :R . \ K EDE.R1Z?

Gökdelenler hep daha


yükseğe doğru tırmanmaya
devam edecekler mi ?
19. yüzyıla gelinceye dek altı­ Malzeme dirençlerinin
dan fazla katı olan binalar çok bugünkü hali göz önüne alın­
değildi: Asansör olmaması ve dığında, dikdörtgen planlı bir
su basıncının 1 5 metreyi aşa­ yapıda oldukça kaba bir teorik
maması binaların yüksekliğini hesap bina boyunun 16 kilo­
kısıtlıyordu. İnşaat alanında metreyle, yani Everest'in iki
gerçekleştirilen ilerlemeler katıyla sınırlanması gerektiği­
(çelik, betonarme, su pompa­ ni gösteriyor! Tabii ki bu kule­
ları) 1 9 . yüzyıl sonundan itiba­ nin en tepesinde hüküm süre­
ren Chicago'da gökdelenlerin cek atmosfer koşulları şimdilik
(İngilizcedeki skycraper terimi böyle bir yapıyı imkansız kılı­
bir yelkenli geminin büyük di­ yor. Yamuk biçimli bir binada
reğini ifade ediyordu) ortaya ise zemin yüzeyi dışında hiçbir
çıkmasını sağladı. Mali açıdan teorik sınır bulunmuyor.
karlı bir yatırım söz konusuy­ Aslında mali sınırlar, mü­
du, çünkü arazi ve inşaat ma­ hendislerin ve mimarların
liyetinden tasarruf edilmesini aşmanın yolunu her zaman
sağlıyordu. Günümüzde bazı buldukları mekanik kısıtla­
gökdelenlerin boyu 600 met­ malardan (rüzgara, depreme
reyi geçerken ve 1200 metrelik dayanıklılık, vb) daha ağır
bir kule inşaatı tasarlanırken, basıyor. B ankacılar yükseklik
daha da yükseğe tırmanılabi­ çılgınlığını yatıştırma olanak­
leceği düşünülebilir mi? larına hala sahip.

- 33 -
." 1 Ç 1 :'\ .\J ER.-\K JmE R 1 Z?

Bir gün okyanustaki


balıklar yok olacak mı?

B
ilinen hayvan ve bitki türlerinin sayısı iki milyonu
bulmakla birlikte, her gün iki yüz tür yok oluyor. Ba­
zılarına göre doğal bir hadise söz konusu. Örneğin
dinozorların nesli birdenbire tükenmişti. Ama günümüzde
birçok türün yok olmasının sorumlusu doğrudan insandır.
Ormanların yok edilmesi, çevre kirliliği, kentlerdeki büyük
nüfus yoğunlaşması ve yoğun tarım, bitkilerin ve hayvanla­
rın yok olmasına yol açıyor.
Günümüzde, bilim adamları balıkların da hayatından
endişe ediyorlar. Amerikalı ve Kanadalı biyologlar aşırı balık
avlanmasının tehlikeleri konusunda alarm çanlarını çaldı­
lar: Deniz kaynaklarının yok edilmesi ve kirlenme bugün­
kü ritimde devam ederse, 2050'ye doğru balıkların ve deniz
kabuklularının hemen hemen tamamı yok olmuş olacak.
Analiz edilen verileri temin eden Birleşmiş Milletler Gıda
ve Tarım Örgütü (FAO) bu felaket senaryosuna itiraz etti.

- 34 -
.'\ i Ç i " � l E .R XK trn ı�:R.i '/,?

Yerküre'nin bazı bölgelerinde, yönetim ve koruma yön­


temleri sayesinde bazı balık stokları yeniden oluşuyor. Dev­
letlerin türlerin çeşitliliğine saygı duymayı, balıkçılık böl­
gelerinde sürdürülebilir bir politika yürütmeyi, rezervler
oluşturmayı ve kirlenme kaynaklarını azaltmayı taahhüt
etmeleri gerekiyor. Eğer bu yönde adım atılırsa, kısır ve
balıksız okyanuslar varsayımı gerçekleşmeyecek. O zaman
balıkçılar mallarının kalitesini övmeye devam edebilecekler.
Asteriks'in balıkçısının o değişmez cümlesini söylemelerine
gerek kalmayacak: " Neymiş yani! Balığım taze işte!"

HANGİ BALIK
GÜÇLÜ BİR ZEHİRD İR?

B
u balığı yemek, Rus uymak, hatta Japon Sağlık Ba­
ruleti oynamaya, hat­ kanlığı tarafından bu konuda
ta kendini bir kami­ dağıtılan bir sertifikaya sahip
kaze gibi hissetmeye benzer. olmak gerekir. Çünkü yapılacak
Bu balık, sınırlarda dolaşmaya en küçük bir hatalı kesik, nöro-
meraklı insanların vazge­ toksinlerin serbest
çilmez oyuncağıdır. Çün­ kalıp balığın etine
kü fogu, yani Japon balon karışmasına yeter.
balığı çok zehirlidir. İç Fugu sofraya
organlarında sinir ve so­ ince yapraklar ha -
lunum sistemlerini anında linde getirilir. De­
felç eden nörotoksik bir risi salatada kulla­
madde bulunur. Bu güçlü nılabilir. Kışın ise
zehirin hiçbir panzehiri yoktur. bir fugu-sake keyfi yapılabilir
Yine de Japonlarfogu'ya bayılır­ - içine fugu yüzgeci batırılmış
lar. Bu balığı pişirmek için özel küçük bir kadeh sıcak sake.
bir mutfak sanatının kurallarına Kampai, sağlığınıza!

- 35 -
'." :t ç :l :'\ Yl ER.\ K ım:rm 1 Z ?

D ÜNYANIN YED İ
HARİ KAS I NA NE O LDU ?

M
ısır'daki Keops [Khufu] piramidi hariç, hepsi yok
olmuştur. M.Ö. 2. yüzyılda Saydalı Antipatros'un
sıraladığı dünyanın yedi harikası, söz konusu pi­
ramit, Babil'in Asma Bahçeleri, Halikarnassos [Bodrum]
Mausoleion'u, Efes'teki Artemis tapınağı, Rodos Kolosu,
Olympos'taki Zeus Heykeli ve İskenderiye Feneri'nden
oluşuyordu.
Sayılanların içinde bir işlevi olan tek yapı İskenderiye
Feneri'ydi. M. Ö. 3 . yüzyılda inşa edilen ve boyu 120 metreyi
aşan bu büyük kule kente yaklaşan gemilere yol gösteri­
yordu. Tepesinde sürekli bir ateş
yanıyor ve elli kilometre çapın­
da her yerden görülebiliyordu.
Yüzlerce yıl ayakta kalan fener,
sonunda Orta Çağ'daki bir dep­
remle yıkıldı.
Bu yedi harika içinde, sadece sanatçıların güzelliğini öve
öve bitiremedikleri Babil'in Asma Bahçeleri'nin gerçekliği
konusunda tarihçilerin ve arkeologların ciddi kuşkuları vardır.
2007'de özel bir vakıf tarafından internet üzerinden tüm
dünyada yürütülen dev bir anketle modern dünyanın yedi ha­
rikası seçildi. Gelen yüz milyonu aşkın oy ile, Çin Seddi, Ür­
dün'deki Petra sit alanı, Rio de Janeiro kentine tepeden bakan
Kurtarıcı İsa heykeli, Hindistan'daki Tac Mahal, Roma'daki
Coliseum, Meksika'daki Chichen ltza Harabeleri ve Peru'daki
Macchu Picchu ilk yediye girdiler. Bu oylamaya hiçbir zaman
katılmayan UNESCO, söz konusu listeyi resmileştirmeyi red­
detti.
- 36 -
� l Çl'.' YlER \ K EDERiZ?

İNSANLIK YENİ n�
.�.
R BULDU MU?

UNESCO (Birleşmiş � il.!� � � �:�


.• :

tim, Bilim ve Kültür O�� · � ftr.


-
:� �
ğ,i � .:
'. � '. ;

t;
��
daki tarihi merkez: Papa­
ı, Piskoposluk Külliyesi ve
dünyanın yedi harikasının yerine bir Avignon Köprüsü
şey koymak istermiş gibi, evrensel de- - Pireneler, Mont Perdu
ğere sahip bir dünya kültürel ve doğal - Carcassonne, müstahkem kent
miras listesi düzenlemiştir. 1 8 5 devlet - Saint Jacques de Compostelle yolları
tarafından onaylanan bir sözleşmeyle - Lyon tarihi sit alanı
yaklaşık bin sit alanı bu listeye gir- - Provins, Orta Çağ fuar kenti
miştir. - Bordeaux, Port de la Lune
UNESCO etiketi, turizm endüstrisi
açısından çok revaçtadır. T"ürkiye'den kültür ve doğa mirası
Kültür ve doğa mirası listesine giren listesine giren sit alanları:
· bazı sit alanları: - İstanbul'un Tarihi Alanları
- Versailles Sarayı ve Parkı - Safranbolu Şehri (Karabük)
- Vezere vadisindeki prehistorik sit - Hattuşaş (Boğazköy) - Hitit Baş-
alanları ve mağaralar kenti (Çorum)
- Fontenay Manastırı - Nemrut Dağı (Adıyaman - Kahta)
- Arles, Roma anıtları - Xanthos-Letoon (Antalya - Muğla)
- Amiens Katedrali - Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası
- Fontainebleau S arayı ve Parkı (Sivas)
- Gartempe üzerindeki Saint-S avin - Truva Antik Kenti (Çanakkale)
Manastırı - Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi
- Porto Körfezi: Pian Koyu, Girolata (Edirne)
Körfezi, Scandola Rezervi - Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya)
- Paris'te Seine kıyıları - Pamukkale-Hierapolis (Denizli)
- Bourges Katedrali - Göreme Milli Parkı ve Kapadokya
- StrasbourgCia Grande Ile [Büyük Ada] (Nevşehir)
'.'.' I Ç L\ : Yl E R \ K 1 ': 1 JE R 1 Z ?

ONLAR ÇİN MİTOLOJ İSİNDE ÇOK


KALABALI KTIR: G Ö KSEL EJ DERHA,
TİNSEL EJ DERHA, YERALTI EJ DERHASI ,
BOYNUZLU, KANATLI , SARI EJ DERHALAR,
SU EJ DERHASI VE KRAL-EJ DERHA; B İTKİSEL
YAŞAMIN FARKLI GELİŞ MELERİNİ YANSITAN
EJ DERHALARI İSE HİÇ SAYMIYORUZ:
GÖRÜNMEZ EJ D ERHA, TARLALARIN
EJ DERHASI , G Ö RÜNÜR EJ DERHA, SI ÇRAYAN,
UÇAN, SÜZÜ LEN EJ DERHALAR . . . AMA
UFUKTA " EJ DERHA EGİTME ÇALI Ş MALARI "
YOKTUR • • .

Evde ej derha beslenir mi ?


vet, bu mümkündür! Simülasyon oyunlarını sevi­

E yorsanız ve sanal ejderha yetiştirme alanına girmek


istiyorsanız, pekala mümkündür!
Ejderha hikayeleri yüzyıl­
ları aşarak günümüze ulaş­
mıştır, 1970' li yıllarda pi­
yasaya sürülen Dungeons &
Dragons [Kale Burçları ve
Ejderhalar] adlı rol yapma
oyununun sağladığı başarı
da bunu kanıtlamaktadır.
Ejderha, rol yapma oyun-

- 38 -
'.\' l t; J .'\' ) 1 E R . \ K E D E E 1 Z?

larının en önde gelen simgelerinden biridir. Draconomicon


adında koca bir kitap bu konuya ayrılmıştır. Bu kitaptaki on
farklı ejderha türü iki kategoriye ayrılmıştır: kötülük yapan
renkli ejderhalar ve iyilik yapan metalik renkteki ejderhalar.
Ünlü yazar Ronald Reuel Tolkien'in eserinde cimri ve
kurnaz ejderhalara rastlanır.
Ama ejderha öncelikle masalsı bir yaratıktır ve tüm dün­
yadaki sayısız mitolojide yer alır. Başlıca silahı pençeleri olan
güçlü bir sürüngen şeklinde tasvir edilir. Sihirli güçlerle do­
natılmıştır ve kah iyiliği kah kötülüğü temsil eder. Asya'da
iyilik, Batı'da ise kötülük timsalidir. Hem melek hem şeytan
olan ejderha, tabiatın kuvveti, definelerin bekçisi, diğer yan­
dan da uğursuz bir istilacı ırktır. Siegfried, Aziz Georges
ve Aziz Michel gibi şövalyeler ve kahramanlar, mutlaka bir
ejderhayla savaşıp onu yere sererler. Örneğin Bretagne'da
[Brötonya] efsanelerin içinde çok sayıda ejderha yer alır.
Ejderha, Çin'in büyük kurucu mitlerinin de bir parçasıdır.
İmparatorların gücünün her şeye yettiğini ifade etmek için,
onlara "ejderha oğlu" denirdi. Ejderhalar özellikle tarımda
büyük rol oynarlar: Çeşitli iyilikler yaptıkları gibi, uyuyup
kalabilir, sarhoş olabilir, aldanabilirler. O zaman felaketler
yaşanır: su baskınları, kuraklık, fırtınalar. Bin yılı aşkın bir
süredir var olan ejderha dansı, hala yeni yıl şenliklerinin
halk tarafından en çok sevilen bölümünü oluşturur.
Ejderha kültü Çin'de çok canlı bir biçimde sürmektedir.
Bir çocuktan, kendisine miras kalan asaleti, yiğitliği ve gücü
üstlenmek için "ejderha olması" beklenir. Bir Çin atasözü­
ne göre, "ejderha olmak isteyen kişi, çok sayıda küçük yılan
yutmayı bilmelidir."

- 39 -
:" 1 Ç 1 :" .\ l E R .\ K EDERl:!.?

S olaklar b eceriksiz
()

:muı

ol ur?

F
ransızcada "solaklık" dukları, sağ ellerini kullananların
beceriksizlik, sakarlık, niye öyle yaptıkları pek bilinmez.
rahat davranamama an­ Sadece solak ana-babaların ço­
lamına da gelir; bizde de "sol cuklarının daha sıklıkla solak
tarafından kalkmak" güne uğur­ oldukları saptanmıştır. Ancak,
suz bir başlangıcı ifade eder. bu olayda insanın içsel özellikle­
TDK sözlüğüne göre: 1 ) aksili­ ri ile dışarıdan edindiklerinin ne
ği, huysuzluğu, tersliği üzerinde ölçüde pay sahibi olduğu belirle­
olmak; 2) işleri ters gitmek, iyi nememiştir. Şaşırtıcı bir şekilde,
gününde olmamak manaları­ dünyanın her yanında aynı solak
na gelen bir deyimdir. Latince oranına rastlanmaktadır (yüzde
sinister'den [sol] Fransızcada 10 civarında) .
sinistre ve İ ngilizcede sinister Eskiden solakların savaş­
sözcükleri [uğursuz, kötü, iç ka­ larda hasımlarını daha kolay
rartıcı] türemiştir. alt edebildikleri ileri sürülmüş­
Sol ele de "şeytanın eli" denir. tür. Sporcular arasında ise, iki
Ama solakların niçin solak ol- kişilik müsabaka sporlarında
(eskrim, tenis) diğer dallarda
olduğundan daha çok sola­
ğa rastlanmaktadır. Solakları
mesleklere ve sosyal sınıflara
göre tasnif edebilmek için bir
çalışma başlatılmıştır. Dünya­
da sağ el kullananlar büyük bir
çoğunluk oluşturduğundan, so­
lakların buna uyum sağlamaları
daha güç olmaktadır: Makaslar,

- 40 -
);' ] ('. ] '." Yurn.\ K E D E R 1 Z ?

konserve açacakları ve günlük dir: golf sopası, elektro gitar,


yaşamdaki daha birçok alet so­ makas, vb. Albert Einstein, Le­
lakların hayatını zorlaştırır. onardo da Vinci ve Johann Se­
Ama tasarımcılar artık ko­ bastien Bach'ın solak olduğunu
nuyu ele almış ve solaklara göre düşünürsek, onları pek de hafife
ayarlanmış nesneler çizmişler- almamak gerektiğini anlarız!

Bütün, parçadan daha mı


büyüktür?

I
lk bakışta evet! B ir par- kümesini, yani bir parçasını oluş­
ça pasta kesip tabağına turur. İ lk bakışta tam sayıların
koyarsan, sofrada senin­ (tek ve çift) çift sayılardan daha
le birlikte oturanlara daha az kalabalık olduklarını söylemek
pasta kalacağından emin ola - mantıklı gelebilir. Halbuki . . .
bilirsin. Her tam sayıyı iki katı olan
Ama matematik şakacı bir sayıyla bir araya getirelim.
bilimdir. Sonlu bir kümeyi, yani 1 ile 2'yi, 2 ile 4'ü bir araya
sayısı belirli nesnelerden oluşan getirelim ve bu şekilde devam
bir topluluğu ele alın. Bir bölü­ edelim.
münü çıkarın. Ortaya çıkacak 1 <-> 2
küme baştakinden daha küçük 2 <-> 4
olacaktır. 3 <-> 6
Ama sonsuz kümeler söz 4 <-> 8
konusu olduğunda, işler karışır.
Doğal tam sayılar, yani her gün 21 <-> 42
kullandığımız pozitif sayılar kü­
mesini ele alalım. Çift sayılar, Bu işleme sonsuz bir şekil­
yani ikiye bölünebilen sayılar de devam edildiğinde, her tam
kümesi tam sayıların bir alt- sayının ayrı bir çift sayıyla bir

- 41 -
araya getirilebildiği ve bunun Demek ki tam sayı "kadar"
tersinin de doğru olduğu görü­ çift sayı vardır! Bütün parçadan
lür. Matematikte bu iki küme­ daha büyük değildir!
Bu, kardinalite, nicelik kuramı­
nin aynı "kardinal"e, aynı nice­
nın şaşırtıcı sonuçlarından biridir.
liğe sahip oldukları, yani kabaca
Tabii bu durum bizim pasta
ifade edersek aynı büyüklükte meselemizi hiçbir şekilde hal­
oldukları söylenir. letmez . . .

NİÇİN I Ş I K İNCELENİR D E
KARANLIK İNCELENMEZ?

I
şık, aydınlık uygarlık işareti ğal ister yapay olsun, ışık insan
ve yaşam şevki simgesidir. gozu tarafından görülebilen
Karanlığın ve gericiliğin elektromanyetik dalgalar ile
karşıtı olarak gösterilir. Bilgi­ tanımlanır. İ nsan gözü mordan
nin, bilimin, Ansiklopedi'nin kırmızıya kadar uzanan bir op­
yüceltildiği o görkemli yüzyıla tik tayfı algılayabilir. Demek ki
da Aydınlanma Çağı denmemiş ışık renk kavramına yakından
midir? Şenlikle, kıştan çıkışla bağlıdır. Morötesi ve kızılötesi
veya bilgiyle özdeşleştirilen ışık, ışınlar görülebilir tayfın parçası
yaşam ritmimizi belirleyen ku­ değildir. Işık hem bir dalgadır
sursuz pozitif öğedir. Huzur ve hem de bir parçacıklar, fotonlar
gönencimiz için vazgeçilmez bir topluluğudur. Fotonlar boşlukta
etkendir. 300.000 km/sn hızla hareket
Fiberoptik, lazer, teleskop ederler.
ve ışığa dayalı teknolojiler son Ev aydınlatmasında, beyaz
otuz-kırk yılda inanılmaz bir elektrogaz ışıl (LED) diyotlar,
gelişme sergilemiştir. İ ster do- daha az enerji tükettikleri için,

- 42 -
::" 1 Çl ::" .' l E R.\ K EDERi '/.?

yakında geleneksel ampullerin


yerini alacak gibi gözüküyorlar.
1 Endüstriyel tasarım da bunda
büyük bir rol oynayacak.

B azı faydalı ölçüler


1 kahve kaşığı = 0,5 el =5g tuz, şeker ve kahve
1 tatlı kaşığı = 1 el
1 çorba kaşığı = 1,5 el = 15 g şeker, tereyağı ve 12 g un
1 kase = 35 el = 300 g pirinç ve 220 g un
1 hardal bardağı= 15 el = 100 g un, 125 g pirinç ve
140 g şeker

- 43 -
.� 1 Ç1:'\ Yl EH.AK E D E R iZ?

Niçin çocukların süt


di§leri vardır ?

g
ocukların kalıcı dişlerinin beş veya altı yaşındayken
birdenbire çıktıklarını düşünelim. Dişler normal
boyutlarında çıkıyor ama çocukların ağızları küçük:
İ , canavarlar geliyor! Çene büyüdükçe süt dişleri düşer.
Yerlerini çok geçmeden kalıcı dişler alır. İlk büyük diş altı
yaşına doğru çıkar: azı dişi. Düşen bir süt dişinin yerini al­
maz, henüz boş duran bir yerde çıkar. 20 süt dişi ve 32 kalıcı
diş vardır.
Memelilerin çoğunda da küçükken geçici dişler bulunur.
Kedilerin dişleri bir aylıkken çıkar ve dört aya doğru düşer.
Bazı hayvanlar, örneğin kemirgenler kalıcı dişleriyle doğar­
lar. Dişlerin şekilleri gıdaya göre belirlenir: At ve inek gibi
otçullarda otları koparmak için büyük kesici dişler ve çiğne­
mek için azı dişleri bulunur. Buna karşılık, hiç köpek dişleri
olmaz. Aslan ve köpek gibi etçillerde ise eti parçalamaya ya­
rayan mükemmel köpek dişleri bulunur. Kemirgenlerin kesi­
ci dişleri ise hayatları boyunca uzamaya devam eder.
Küçük fareye gelince, onun için saklanan onca süt dişini
ne yaptığı bilinmemektedir. . .

- 44 -
KIRM I Z I , B O GALARI MI YO KSA B O GA
GÜRE Ş İ S EYİRC İ LERİNİ Mİ DAHA Ç O K
KIZDIRIR ?

H
iç belli değil! Boğa gü­ güreşi] özgü söz dağarcığında
reşleri sırasında torero, torero ile matador arasında fark
muleta'yı, kırmızı bezi vardır. Torero, boğanın karşısına
sallar. Boğalar renkleri iyi algıla­ çıkan herkesi ifade eder. Mata­
yamadıkları için, onları özellikle dor ise boğayı öldürme yetkisi­
kumaşın hareketinin kızdırdığı ne sahip tek kişidir. "Toreador"
düşünülebilir. yanlış bir terimdir. Başarısını,
Üstelik boğa, arenaya salın­ İ spanya esinli gösteriler moda­
madan önce dar ve ışıksız bir sına ve Bizet'nin Carmen'indeki
yerde, toril'de tutulur. Kan ve meşhur aryaya borçludur.
tutkunun rengi olan kırmızının Corrida, aşırı kodlanmış ve
burada simgesel bir değeri var­ ritüelleştirilmiş bir gösteridir.
dır. Ö zellikle erkekler bu renge Başlangıçta oyunun amacı bo­
duyarlıdır. Sonuçta muleta, renk ğanın başını dik tutan kasları
cümbüşüne pek duyarlı yaralayarak ve böylece boynuz­
olmayan boğadan çok, larını zayıflatarak onu "küçük
seyircileri ve toreroyu düşürmek''tir. Böylece
hareketlendirir. Ama hayvanda birçok yara
Dalton hastalığı (renk açılır ve kanamaya
körlüğü) olan torerola­ başlar. Boğa güreşle­
rın durumu henüz ince­ rinin eskiden mezba­
lenmemiştir. . . halarda yapılması
boşuna değildir.
Corrida ile alay edilebilir mi?
Gerçek corri­
İ spanya'da doğan boğa güreşi
da yerine komik
Portekiz, Meksika ve Gü­
toreo veya Şar­
ney Fransa'da da yapı­
lo numaraları
lır. Corrida 'ya [boğa
�-----

- 45 -
s ı ç ı s .'lE:R.\K EDl;;H.1 Z ?

da tercih edilebilir. Söz konusu la bu arena gösterisinin taklidini


olan, komik toreroların danalar- yaptıkları parodilerdir.

Bulutlar neyden _ c·=·':;-. · :. ·�--


-���:
· -· · _ ,-

o 1u ş mu ş turr
� ' � -� '"" -' · �..,�-- · · ·

ulutların rüya gibi isimleri yoktur: cumulus (sınırla­

B rı belirsiz beyaz bulutlar), cumulo-nimbus (yağmur


habercisi olarak yüksekte dolaşan koyu renk bulut­
lar), cirrus (çizgiler halinde ipliksi bulutlar), cirrocumulus,
cirrostratus, altocumulus, altostratus, stratus, nimbo-stratus,
strato-nimbus. Başı bulutlarda dolaştığı ve ayakları yere pek
basmadığı için Prof. Nimbus adı verilmiş çizgi roman kah­
ramanını da bu arada unutmamak gerek . . .
Bulutlar su buharından ve asılı duran binlerce su dam­
lacığından oluşurlar. Bu buhar ve su damlaları yoğunlaştı­
rılsaydı, çok az miktarda su elde edilirdi. Geriye havadan
başka bir şey kalmazdı. Bir metre küplük küçük bir bulut,
su olarak ağırlığının, yani bir kilogramın yaklaşık 500 kat
ağırlığındadır. Bir kilometrelik büyük bir bulut taş çatlasa
3 .000 ton suya karşılık milyonlarca ton hava çeker. Su dam­
lacıkları fazla büyüyüp ağırlaştıklarında yağmura dönüşür-

ler. O zaman g� ci eden şe�siyel �r� :..��-- atasözleri� i

�ıralamak ge�eki�: Yagm� r- y �g"ar lai pu�,��� �
!ta
i:C® d mak ' ,
,.._,.l� __

Abanın kadrı yagmurd � J?ilmır- � ğII1� _ k�_ç�gp.AQ �


-
luya tutulmak . . . " � --: :=:.:.-.:-:'d���:•.�J: ::.1:;ff; ����
- ..
Neyse ki bütün bu değerlenClirm�rer, yağmürlu bir �kşa-
müstü tembel tembel oturup bulutları seyretmemizi ve onla­
rın tuhafbiçimlerine uygun isimler uydurmamızı engellemez.

- 46 -
S J Ç L \ Yl l ': R . \ K ı•:T)l·:RI './.?

B İ R TAVU K
EVC İ L LE ŞTİRİ LEB İ Lİ R Mi ?
oy pos, renk, gövde desenleri; tavuk yetiştiricileri

B cins tavuk üretiminde hayal güçlerinin de kullanıl­


dığı bir yarış içindeler. Fizan tavuğu, Habeş tavuğu,
Gerze tavuğu, Sultan tavuğu, Minyatür Sultan, Maran ta­
vuğu . . .
Ama bu hayvanlara " lüks piliç" muamelesi yapılabilir mi?
Her ne olursa olsun, hepsi tavukgiller takımındandır.
Avrupa'da yaklaşık iki yüz cins mevcuttur. Asya yaldızlı
horozunun soyundan gelen evcil tavuklar ilk insanların yer­
leşik hayata geçmesine eşlik etmişlerdir. Arkelolojik bulgu­
lar, tavukların M.S. birinci bin yıldan itibaren Yunanistan
ve İtalya üzerinden geçerek Avrupa'yı fethettiklerini göster­
mektedir. Tavuklar da tıpkı sürüngenler gibi yumurtlayarak
ürerler. Mahmuzlu ve pullu pençeleri, yürüyüşleriyle biraz
tyrannosaurus' ları çağrıştırırlar. Zaten kuşların dinozor
soyundan geldikleri varsayımı, 2005 yılında
Bavyera'da bulunan bir archeopy­
terix fosiliyle kanıtlanmıştır.
, Saksağan boyundaki yüz elli
milyon yıllık bu kuş fosili,
bir dinozorun özelliklerine
sahiptir. Ama tavukların yeni­
den dişlerinin çıkacağını bekle­
ııı:ı:d!l"'lllllıı. memek gerekir. . .

Ve tyrannosaurus' ların aksine ta-

- 47 -
S 1 Ç 1 S ..'.lER . \ K EDE R 1 Z ?

vuklar evcilleştirilip ev hayvanı haline gelebilirler. Yine de


tavuğunuzu dolaştırmaya çıkmanızı pek tavsiye etmeyiz.

Karabasan dünyası
Birçok etolog [hayvan davranışlarını inceleyen bilim ada­
mı] tavukların davranışlarını incelemiştir. Aralarında ileti­
şim kurmalarını sağlayan bir dilleri olduğunu gözlemlemiş­
lerdir. Özellikle de vücut duruşları ve kuyruk tutuşlarıyla
kendilerini ifade ederler. İnsan sesine çok çabuk alışırlar ve
müziğe duyarlıdırlar. Bazı araştırmacılar tavuklarda otuz
farklı bağırış olduğunu saptamışlardır. Hatta bir " kuş söz
dağarcığı"ndan söz ederler.
Tavuklar serbest yaşadıklarında hepçil olurlar. Bütün gün
tahıl, kök, yaprak, taze sürgün, ot, böcek, solucan yiyip du­
rurlar. Eğer beslenmeleri çok tekdüze olur, örneğin sadece
un veya tahıl taneleriyle sınırlı kalırsa davranış bozuklukları
ortaya çıkabilir.
Ne yazık ki tavuk çiftliklerinde yetiştirilen tavuklarda
sosyal bir davranış gözlemlenmez. Yumurtlama makinesine
dönüştürülürler. Tıka basa kafeslerin içine dolduruldukla­
rından gövdelerini ve kanatlarını kıpırdatamazlar. Vücutla­
rındaki kireç miktarı düşer, ayaklarında deformasyonlar olur,
topallarlar, çıkıklar ve yaralar görülür. Bu tavuklara yüksek
dozda antibiyotik verilir. Bazı tavuk cinslerinde, kuluçka
dönemi yumurtlamaya ara vermesin diye analık iç güdüsü
genetik olarak yok edilir.
Civcivlerde cinsiyet belirleme işlemi sırasında erkekler
imha edilir. Milyonlarca horoz inanılmaz bir gaddarlıkla
yok edilir. Neyse ki köylerde yaşayan horozlar aynı kaderi
paylaşmazlar.

- 48 -
Noel katalogları zararsız ve çekici bir görünüme
sahiptir. Kızlar için pembe sayfalar, bir prenses
ve ev kadını dünyası . . . Erkek çocuklar için canlı
renklerde düzenlenmiş sayfalarda aksiyon ve
hayal gücü! En çağ dışı cinsiyetçi şemaların hepsi
bu kataloglarda göze çarpar.

Niçin kız ve erkek


çocuklar için farklı
oyuncaklar üretilir?
/" yuncaklar birer sosyalleşme aracıdır: Özellikle de
� yetişkinlerin faaliyetlerinin taklit edilmesi yoluyla
'""'\

X
· · �. .. bazı bilgilerin öğrenilmesini sağlarlar. Çocukların
. .. . . ·

kültürle ilişkilerini fiilen yönlendirirler ve her cinse özgü de­


ğerleri taşırlar. Reklam ve pazarlama yöntemleriyle çocukları
etkileme yarışının sürdüğü, giderek büyüyen bir piyasa oluş-
turan oyuncaklar, erkeklere ve kadınlara
atfedilen rollere çocukları hazırlarlar.
Kız çocuklara yönelik oyuncakların
yaratıcılığa ve hayal gücüne seslenen
yanları, erkek çocuklar için yapılanlar
kadar güçlü değildir. Oyuncaklar dişilik ve
erkekliğin kültürel inşasına yardımcı olurlar.
Kızlar için güzellik, analık, ev işleri, moda ve
mankenler. . . Erkek çocuklar için teknolo-

- 49 -
j i, fetihler, süper kahramanlar, macera, savaş .. .Toplum vasıf­
ların karma bir nitelik kazandığı yönde ilerlerken, oyuncaklar
cinsiyetçi kalıpları ebedileştirirler.

Ayş e için bebekler, Ahmet için arabalar


Oyuncak endüstrisi normların yaygınlaştırıl­
masına ve zihniyetlerin şekillendirilmesine kat­
kıda bulunur. Rollerin cinsiyete göre belirlene­
ceği "ideal bir toplum"un minyatürünü sunar.
Erkek ve kız çocuklar da bu rollere uygun
davranmaya çağrılırlar.
Birçok araştırma, davranış tarzının ve kişili­
ğin biyolojik cins tarafından önceden belirlenmediğini
ortaya koymuştur. Erkek çocuklar "doğal olarak'' saldırgan ol­
madıkları gibi, kız çocuklarda da esrarengiz bir ev kadını geni
bulunmaz. Psişik şekillenmede, kültür tarafından şekillendi­
rilen cinsiyetin, cinse ağır bastığı anlaşılmaktadır.
Reklam ve tanıtım faaliyetleri de cinsiyet
kalıplarını iyice güçlendirmektedir.
Böylelikle oyuncaklar erkek egemen­
liğinin önünü açan roller hiyerarşisine
destek olmaktadır. Karma tercihler
yapan çocuklar, ne "kız gibi"dir,
ne de "erkek Fatma"dır.
Neyse ki ortaya çıkan
yeni teknolojiler "erkek
çocuk oyuncakları" ile
"kız çocuk oyuncakla­
rı" arasındaki uçurumu
azaltmaktadır.

. · . . . . . -.. ::: ..... . _

- 50 -
'.\.'l(,' l '.\.' Yl E R \ K IWl.·: R l Z ?

. . . .

Ni Ç i N KED i LER GEC E LERi


v . . .

I Ş I G I AÇMA GEREKS i N i M i
DUYMAZ LAR ?

K
edilerin koni ve çubuk gün ortasında olduğu kadar
biçiminde iki tür al­ ışıklı bir görüşe sahip olmalarını
gılayıcıyla donatılmış sağlar. Ama kapkaranlık olunca
çok mükemmel gözleri vardır. hiçbir şey görmezler, çünkü hiç
Koniler renkleri görmeyi sağlar, ışık olmadığında en keskin göz­
ama kedilerde bu algılayıcılar­ ler bile bir işe yaramaz.
dan yeteri kadar yoktur ve gö­ Kediler görme duyusunun
rüşleri ilk televizyonlara benzer: süper kahramanları değildir.
siyah-beyaz. Buna karşılık, ge­ Haklarında üretilmiş efsane­
celeri kontrastları görmelerini lerle yetinirler sadece. Char­
sağlayan çok sayıda çubuk algı­ les Perrault'nun Çizmeli Kedi
layıcıya sahiptirler. masalında, "kedi büyük senyör
Gün ışığında kısılan göz be­ olur ve o günden sonra fare­
bekleri de onlara yardımcı olur. lerin peşinden sadece eğlen­
Geceleri ise göz bebekleri geniş­ ce olsun diye koşar." Tilkinin
leyerek en küçük ışık zerreciğini Romanı 'ndaki Tibert'den J ean
bile yakalar. Kedilerin gözlerinin de la Fontaine'in masalında-
içinde ayna etkisi yaratan ki Raminagrobis'e, bu arada
yansıtıcı bir bölüm var­ Tom, Garfıeld ve Felix'e ka­
dır: Bu da onların dar kediler bu alandaki as­
lan payını hep kendilerine
ayırmışlardır.
Sine [karikatürist Maurice
Sinet] ise meşhur çizgi roma­
nına şu başlığı koymuştur: "Ben
ancak kedice düşünürüm."
s :ı ı: ı s > l E R .-\ K EDEfü'/.?

Avrupa Birliği'nde ülkeler,


başkentler ve para birimleri
ÜLKE BAŞKENT PARA BİRİMİ
Almanya Bedin Euro
Avusturya Viyana Euro
Belçika Brüksel Euro
Bulgaristan Sofya Lev
Danimarka Kopenhag Danimarka kronu
İ spanya Madrid Euro
Estonya Tallinn Estonya kronu
Finlandiya Helsinki Euro
Fransa Paris Euro
Yunanistan Atina Euro
Hollanda Amsterdam Euro
Macaristan Budapeşte Forint
İ rlanda Cumhuriyeti Dublin Euro
İ talya Roma Euro
Letonya Riga Lat
Litvanya Vilnius Litas
Lüksemburg Lüksemburg Euro
Malta La Valetta Euro
Polonya Varşova Zloty
Portekiz Lizbon Euro
Çek Cumhuriyeti Prag Çek kronu
Romanya Bükreş Leu
İ ngiltere Londra Sterlin
Slovakya Bratislava Slovakya kronu
Slovenya Ljubljana Euro
İ sveç Stockholm İ sveç kronu

- 52 -
ir gün sönecek mi ?

G
üneşimiz, esas olarak helyum ve hidrojenden oluş­
muş muazzam bir enerji topudur. İ çinde inanıl­
maz şiddette, kendiliğinden nükleer reaksiyonlar
gerçekleşir: Hidrojen çekirdekleri füzyona girerek helyum
çekirdekleri yaratırlar. Bu süreç çok büyük bir ısı yayar:
Güneş'in merkezinde ısı 1 5 milyon dereceyi bulur. Etrafa
yayılan sıcaklık ışığa dönüşerek bizi aydınlatır.
Hidrojeni sayesinde "yanık" kalan Güneş, bu hidroje­
nin tamamı helyuma dönüştüğünde ölecektir: Genleşecek,
Merkür ve Venüs'e kadar büyüyecek, muhtemelen gezegeni­
miz üzerindeki her türlü hayat formunun yok olmasına yol
açacak, sonra kendi içine çökecektir.
Ama paniğe gerek yok! Güneş ile kıyaslanabilecek bü­
yüklükteki bir yıldızın ömrü on milyar yıl olarak tahmin
edilmektedir. Güneş ise sadece beş milyar yıldır mevcuttur.
Demek ki önümüzde akıllıca bronzlaşmaya yetecek kadar
bir zaman bulunuyor. . .

- 53 -
:" l Ç l ." .' I E R.\K E il E .R l Z?

NİÇİN PIERC I N G ' E


KU Ş KUYLA YAKLAŞ MALIYI Z ?

B
irçok genç yetişkin, lılaşmayı sağlamaktadır. Kimi
piercing modasına uy­ zaman da yetişkinliğe geçiş
muş durumda. Ama ritüelinin parçası olmaktadır.
bir süs, bir takı takmak için Vücudu çekicileştirdiği varsa­
vücudunu deldirmek yeni bir yılan piercing, bazen de ruhsal
şey değildir. Neolitik Çağ'da bozukluklarla birleşmektedir.
Afrika'daki bazı kabileler, alt Vücudun hiçbir bölgesi piercing
dudaklarına veya kulaklarına uygulamasından kendini kurta­
süsler takıyorlardı. Kulak delme ramadığı için, konu günümüzde
işlemi Eski Çağ'dan beri uygu­ ciddi bir kamu sağlığı sorunu
lanmaktadır. Mısır'da üst sınıf­ halini almıştır. Uygulama sıra­
tan erkekler altın küpeler takar­ sında kesin hijyen kurallarına
lardı. Amerika'da Azteklerin ve uyulması tabii ki şarttır. Ama
Mayaların seçkinleri tanrılarla bunlar bile komplikasyon risk­
daha kolay iletişime geçebilmek lerini ortadan kaldırmaya her
ıçın dillerini deldiriyorlardı. zaman yetmez: Çok sayıda aler­
Hindistan'da ise burun deldir­ jik reaksiyona, bakteri, parazit
me yüzyıllardır yüksek kastların ve mikrop kaynaklı enfeksiyona
ayrıcalığıdır. Bugün ise tüm ka­ rastlanmaktadır. Dil piercing'i
dınlar arasında yaygındır. On - şişmeye, hemorajiye ve nefes
larca yıl uzak durulan piercing, darlığına neden olabilir. Pier­
1 970'li yıllarda yeniden moda ! cing s ı rad a nl a ş ı p yaygınlaştı
ol muştu r
. diye, yaşanan acının ve berabe­
Günümüzde ise p i ercing rindeki tüm tehditlerin geçi şti­
bit estetik ve orij inallik kaygı ri ldi ğin i sanmayın.
­

sını karşılamaktadır. Bir gruba


aidiyeti simgelemekte ve fark-
Yelpazeler konu § ur mu ?

Gözlerini yelpazenin arkasında saklamak: Sizi seviyorum . . .


Yelpazeyi sol omuzunun arkasına kaldırmak: Sizden nefret
ediyorum . . .
Yelpazeyi kalbinin üstünde açık tutmak: Ö mür boyu size aidim . . .
Yelpazeyi yere doğru kapalı tutmak: Çok aşağılıksınız . . .
Kapalıyken işaret vermek: Hep sizinle birlikte olmak istiyorum . . .
Yelpazenin arkasında esnemek: Gidin artık, usandım sizden . . .
Yelpazesini uzatmak: Çok hoşuma gidiyorsunuz . . .
Kapalı yelpaze ile sağ gözüne değmek: Sırrımıza ihanet etmeyin . . .

Yelpazeyi çok ağır ağır kapatmak: Her şeyi kabul ediyorum . . .


Yelpazeyi yanı başında yere doğru tutmak: Yanıma gelin . . .
Yelpazeyi açmak: Aklımdan çıkmıyor. . .
Yelpazeyi ağzının kenarına koymak: Dikkat! Bizi dinliyorlar . .
.

Açık yelpazeyi iki eliyle göğsüne bastırırken, gözlerini biraz göğe


kaldırmak: Sizden tüm kalbimle özür diliyorum . . .
Kapalı yelpazeyi birçok kez ağzına değdirmek: Sizinle baş başa
konuşabilir miyim?
Yelpazeyi hızla açıp kapatmak: Çok cüretlcirsınız!
:>; J Ç J .'.'; .\U::RAK E D E H l Z?

Kapalı yelpazeye bakmak: Sürekli sizi düşünüyorum . . .


Kapalı yelpazeyi çenesine yaslamak: Size surat asıyorum . . .

Yelpazeyi açık olarak karşısındakine vermek: Ö yle hoşuma


gidiyorsunuz ki . . .
Yelpazeyi kapalı olarak iki eliyle kalbine bastırmak: Yanımdaki şu
münasebetsizden beni kurtarın . . .
Yelpazeyi sinirli sinirli bir elinden diğerine geçirmek: Çok
endişeliyim . . .
Yelpazeyi kapalı olarak sol kulağına yapıştırmak: Kıskançlığı
bırakın . . .
Yelpazenin dışına parmağıyla yazar gibi yapmak: Söyleyeceğinizi
mektupla söyleyin . . .
Kapalı yelpazeyi sağ kulağına bastırmak: Sizi dinliyorum . . .
Açık yelpazeyi sol yanağına yaslamak: Hayır. . .
Açık yelpazeyi sağ yanağına yaslamak: Evet . . .
Yelpazeyi zarifçe kapatmak ve açmak: Tüm arzularınız
yerine gelecek . . .
Kapalı yelpazeyi ipinden sağ eline asmak: Elveda!
Sürekli kapalı yelpazeye bakmak: Durmadan sizi
düşünüyorum . . .
Yelpazenin iç tarafını karşısındakine çevirmek:
Gelemeyeceğim . . .
Yelpazeyi hızla kapatıp sağ elinde hızla çevirmek:
Size öfkeliyim . . .
Başını sallayarak açık yelpazeye bakmak: Demek ki
beni tanımazlıktan geliyorsunuz . . .
Açık yelpazeye çenesini yaslamak: Niyetleriniz hiç
hoşuma gitmiyor. . .
Kapalı yelpazeyi uçlarından iki avuç arasında
tutmak: Bir cevap bekliyorum . . .
:» 1 Ç 1 � :'- ! E:RAK EDERİZ?

BAZ I TARi H S E L LAKAP LAR


.

NE MANAYA GE LİYO R ?

H
epsi kolektif bellekte iz bırakmıştır. Lakap varlı­
ğını korumuş, ama bazen gerçek anlamı unutul­
muştur.

Dikiş Diken Kadınlar (Les Tricoteuses) Fransız


Devrimi'nden sonra, 1 793'te Terör hüküm sürmektedir.
Devrimci Mahkeme'nin oturumlarında nefret ve kin doruk
noktasındadır. Kadınlar bir yandan dikiş dikerken, bir
yandan da intikam çığlıkları atmaktadır. Bir sanık giyotine
mahkum edildiğinde, kadınlar hükmü alkışlar. Naif dikiş
zevkiyle, durumun dehşeti arasında uğursuz bir mesafe
mevcuttur.

Oycu Kadınlar (Suffragettes) Bu İ ngiliz kadınları


ısrarla oy hakkı isteyen ilk kadınlardır. Siyasetçiler onları
duymazdan geliyor ve değişime yine direniyorlardı.
Oycu kadınların başlattıkları başkaldırılar çok sert
biçimde bastırıldı. Bazı oycu kadınlar açlık grevi yapmaya
başladılar. Daha sonra Parlamento'ya yürüdüler. Her seçim
mitinginde de gelip adaylardan oy hakkı talep etmeye
başladılar. Hareket tüm ülkeye yayıldı. Kadınlardan çoğu
dövüldü, aşağılandı, hapse atıldı. 1 9 1 8'de, yarım yüzyıllık
mücadelenin ardından, kazandılar. Oycu kadınlar böylelikle
feminizmin ve kadın-erkek eşitliğinin yolunu açtılar.

- 57 -
.'\' 1 <; 1 .'\' Yl l': RAK E D E:R !Z?

Evrensel Örümcek (L'Universe//e-Aragne) Fransızlar


XI. Louis'den nefret ediyorlardı. Herkeste korku
uyandırıyordu ve düşmanlarına karşı acımasızdı. Bununla
birlikte usta bir pazarlıkçı, uyanık bir stratejistti ve birçok
eyalet ekleyerek krallığını genişletti. Polis ve orduyu
güçlendirip ticareti, sanayiyi geliştirdi. Kısacası tıpkı bir
örümceğin ağını örmesi gibi, iktidarını sabırla tüm alanlara
yaydı.

Topal Şeytan (Le Diab/e-Boiteux) Bir ayağı topal


doğan Piskopos Talleyrand, entrikadan, manevradan ve
manipülasyondan çok hoşlanan şeytani bir siyasetçiydi.
Çok sinsiydi, hiçbir ahlaki kaygısı yoktu, Napolyon'a hem
hizmet hem de ihanet etti. Napolyon onun hakkında şöyle
dedi: "Kendisini satın almış herkesi sattığına göre, bu
adamın zengin olmaması beklenebilir mi?"

Çöplük Düşesi (La Duchesse-d'ordure) IV. Henri'nin


en sevdiği metresiydi. Beaufort Düşesi Gabrielle d'Estrees
cazibesine güveniyordu. Nitekim Fransa kraliçesi olmasına
ramak kaldı. Hafıfmeşrepliğine tahammül edemeyen halk
da ona bu acımasız lakabı taktı.

Patavatsız Madam (Madame Sans-Gene) Mareşal


Lefevre'in eşi ve Dantzig Düşesi olan Catherine
Hubscher çamaşırcı ve kantinciydi. Yükseldikten sonra
da bu konumundan tam olarak çıkamadı. Bu halk kadını,
imparatorluğun nişanlarına ve unvanlarına bir türlü
alışamadı. Gafları ve dobralığı tarihte iz bıraktı . . .

- 58 -
:" 1 Ç l :'\' �füRAK EDE:R 1 Z?

Dehasını açıklayabilme umuduyla Einstein'ın beyni


saklanmıştı. Beyni çıkaran doktor olağanüstü hiçbir
ş e y görmediğini söylüyordu. Daha sonra yapılan ek
incelemelerde normalden fazla sayıda astrosit tespit edildi
ve soyut akıl bölgesinin normalden büyük olduğu görüldü.

N Ö RO N PAZARLAMAS I YANİ
N Ö RO MARKETİN G NED İR ?

I
şte reklamcıların yeni rın faaliyetini saptamak. Daha
oyuncağı . . . Spotlarının ve sonra da ürünler bu sonuçlar­
mesajlarının etkisini ölçe­ dan esinlenilerek tasarlanacak.
bilmek için, işlevsel manyetik Beyinde satın almaya yönelik
rezonans görüntüleme (İMRG) bir bölge keşfedilse tabii daha
alanındaki son ilerlemelerden memnun olacaklar, ama böyle
bir bölge henüz bilinmi­
yor. Bu keşif gerçek-
sinde, leşse, pazar paylarını
artırmak için rek­
lamlarda bu bölgeyi
harekete geçirecek
uyarıcılar kullanır­
lardı. Bunlar, in-
bazı laboratuvarlar­ sanların istençleri
da bireylerin, örneğin dışında mal satın
bir soda içerken veya bir almalarını sağlayacak
otomobil modelinin fotoğrafına yeni bağımlılıklar yaratmayı
bakarkenki beyinsel faaliyetleri amaçlayan araştırmalar. . . Ha -
kayda geçiriliyor. Amaç, accum­ liyle, beyindeki aptallık bölgesi
bens çekirdeğinin, yani bir zevk bu araştırmalar sayesinde epey
maddesi salgılayan nöronla - genişliyor . . .

- 59 -
'." I Ç l :\' :'YIERAK EDERiZ?

Boudica diye kraliçe ismi olur mu?


Ş aka gibi bir isim . . . Yine de
Boadicea diye de bilinen
alev gibi parlayan ve elinde bir
mızrak taşıyan gururlu bir kadın
Boudica, Britanya'da Roma ege­ savaşçı olarak efsanesi yüzyıllar
menliğine karşı ayaklanan Iceni boyunca yaşadı. İngilizlerin sö­
kabilesinin kraliçesiydi. Romalı mürgeci Roma egemenliğine
yöneticiler tarafından kırbaçla - karşı direnişinin simgesi oldu.
nan ve aşağılanan Boudica, iki Londra'da bir heykel onu sava­
kızının taciz edilmesinden son­ şırken tasvir etmektedir.
ra silahlandı. Uzun kızıl saçları

BİR B İ LİM ADAMI NAS I L GÜ LDÜRÜ LÜR ?


Kuşkusuz ona taşların şifalı gü­ GRENA: Taşikardi ve hiper­
cünden söz etmek gerekir. Ger­ tansiyona karşı etkilidir.
çekten de taşların böyle bir güce
PEMBE KUVARS: Depresyonu
sahip oldukları iddia edilmekte­
uzak tutar.
dir. Çakralarınızı açın:
YAKUT: Utangaçlığı giderir,
MAVİ ZÜMRÜT: İletişim so­
güç ve canlılık verir. Çakraların
runlarınızı halleder. Alerjiye,
hepsine iyi gelir.
prürite [kaşıntı] ve diş ağrısına
karşı etkilidir. SAFİR: Parapsikoloji alanında­
ki yetenekleri geliştirir ve sacla -
KEHRİBAR: Boğaz çakrasına
kat sağlar.
konursa, astıma ve anjine karşı
iyi gelir. TURKUVAZ: İlk çıktığından
beri kutsal olan bu taş kazalara
ZÜMRÜT: Doğuştan gelen ye­
ve cinayetlere karşı koruyucu­
tenekleri geliştirir, konjonktivi­
dur.
te ve arpacığı tedavi eder.

- 60 -
:'\ l Ç l :-: .\1E:RAK EDERi Z ?

PAPAGANIN YETENEKLERİ DI ŞINDA, BAZI


KUŞLARIN SES VE TAKLİT KAPASİTELERİ
ARAŞTIRMACILARI ŞAŞIRTMAYA DEVAM
ETMEKTED İR . ÖRNEGİN SI GIRCIK KUŞU
İNSAN DİLİNE ÖZGÜ GRAMATİK BİR YAPIYI
AYIRT EDEBİLMEKTEDİR. " YİNELEMELİ "
DİYE NİTELENEN BU YAPI , BİR YAN TÜMCEYİ
BİR DİGER YAN TÜMCENİN ARASINA
SIKI ŞTIRMAYA OLANAK VERMEKTEDİR.
BUGÜNE DEK BU YETENEGİN SADECE İNSANA
ÖZGÜ OLDUGU SANILIYORDU.

Çenesi hiç durmayan


hayvan hangisidir?
zun kuyruklu Amerikan papağanı; kakatu veya

U muhabbet kuşu gibi o da papağangiller familyası­


nın üyesidir. Eskiden "papegai" ["kuşların papası"]
veya "papaya layık kuş" diye anılan papağan, gezegenin seç­
kinlerinin gönüllerini fethetmiştir.
Çünkü papağan, hiç ses teli olmamasına karşın, solunum
sistemi sayesinde insan seslerini taklit edebilen tek hayvan­
dır. Soluk borusuyla iki bronşunun kesiştiği yerde bulunan
syrinks'i [göğüs gırtlağı] sayesinde bu sesleri bir araya geti­
rebilir. Ama papağanın bu sesleri yeniden üretebilmesi için
özümsemesi ve hatırlaması da gerekir. Ö nemli beyin yete-

- 61 -
nekleriyle donatılmış bir hayvan olan papağanın beş yaşın­
da bir çocuğun zekasına sahip olduğu söylenir. Dolayısıyla
"papağan gibi tekrarlamak" deyişinin aksine, sadece sesleri
ve sözleri aptalca tekrarlamakla yetinmez.
Eski Çağ'da sihirli bir hayvan gibi saygı gören, zenginler
ve soylular tarafından en sevilen ev hayvanı olarak el üstün­
de tutulan papağanın kaderi sonradan değişmiş, ismi aptal­
lığın ve hastalıklı durumların eş anlamlısı olarak kullanıl­
maya başlamıştır.
Psikiyatride papağanlık, kelimelerin, cümlelerin, formül­
lerin anlamını bilmeden mekanik bir şekilde tekrarlanma­
sını ifade eder.
Yine de papağan mizahi, tarihi ve edebi imgelemimi­
. zin bir parçasıdır; Stevenson'un Defi ne Adas ı'nda korsanın
omuzunda gezinen papağan da bunun güzel bir örneğidir.
Tenten'in maceraları içinde yer alan Castafiore 'nin Mü­
cevherleri'ndeki papağan Coco ve onun meşhur " Karnı çor­
ba dolu şişşşşko!"su da unutulmaz . . .
İkinci Dünya Savaşı sırasında Winston Churchill'in
çok uzun ömürlü papağanı Charlie akıllarda iz bırak­
mıştır. Hınzır sahibinden Hitler'e ve
faşistlere yönelik bir sürü küfür öğ­
renen Charlie'nin en seçkin cümlesi
ise, nazilere yönelik kötü bir kü­
fürdü. Ama papağanı en güzel
ölümsüzleştiren Gustave
Flaubert olmuştur. Saf Bir
Yürek romanının kahrama­
nı Felicite, Kutsal Ruh'un
tezahürü olarak gördüğü
Loulou'ya gönlünü kaptırır.

62 -
:" l ÇI :\' Yl E R \ K EDERi '/. ?

Son olarak sahnenin


ön planına çıkan papağan
Alex olmuştur.
Hayvanlarla uğraşan psi­
kolog Irene Pepperberg'in
bir hayvan pazarından satın
aldığı bu Gabon papağanı­
nın muhteşem öğrenme
yetenekleri Pepperberg
tarafından gün ışığına
çıkarılmıştır.
Beş yüzden fazla keli­
meyi ezberleyen Alex, binden
fazla kelimenin de ne anlama geldi­
ğini anlıyordu.
Elli farklı nesneyi, yedi rengi, beş biçimi adlandı­
rabiliyor ve altıya kadar sayabiliyordu. Hatta küçük cümle­
ler bile oluşturabiliyordu. Söz dağarcığı sayesinde yüz kadar
maddeyi tanımlayabiliyor, reddedebiliyor veya sınıflandıra­
biliyordu. " Daha küçük", "daha büyük'' , "daha iri", " benzer'' ,
"farklı", " üstünde" ve "altında" gibi kategorileri bildiği gibi,
yokluk kavramını da anlayabiliyordu. Yorulduğunda İngi­
lizce " Ben gidiyorum" diyordu. Bir kuş açısından olağanüstü
bir bilişsel yetenek alanı ve düzeyi sergiliyordu.
Irene Pepperberg bugün iletişim ve öğrenme alanındaki
çalışmalarını iki genç gri Afrika papağanı olan Arthur ve
Griffin ile sürdürüyor.
Papağanların sergiledikleri kabiliyetler Jean Cocteau'nun
şu sözünü doğrular gibi görünüyorlar: " Her insan sol omu­
zunda bir maymun, sağ omuzunda ise bir papağan taşır."

- 63 -
;-.; J Ç l :'\ :'11ER.-\K EDEI� l Z?

Nİ Ç İN " TUTKALI I S ITIN ! "


D ENİR ?

Merak etme, bu öyle çapraşık bir soru değil.


Zanaatkarlar Eski Çağ'dan beri tutkal üretiyorlardı. Ke­
sinlikle tahammül edilmez kokular saçan bu tutkallar, boy­
nuz, deri, kiriş gibi 'iç açıcı' kasap artıklarının kaynatılmasıy­
la elde edilirlerdi. Yani onları "ısıtmak'' gerekirdi.
Günümüzde ise bu söz Fransızcada bir şeyi kıran birine
karşı nükte amacıyla söyleniyor. Türkçedeki "parçasını ayrı
koy" deyimine benziyor.
Günlük yaşamda vahşi bir egzotizme sahip adları olan
sentetik tutkallar kullanıyoruz: vinilik, neopren, poliüretan,
akrilik . . . Eskiden Fransa'daki ilkokul çocuklarının kullan­
dığı ve sınıfta gizli gizli yedikleri küçük kavanozlar halinde­
ki Madeleine tutkallarının içinde ise un ve acı badem yağı
vardı!
Bazı araştırmacılar ise kimi iki yaşamlı [hem suda hem
karada yaşayabilen J hayvanların ve böceklerin tavanda düş­
meden yürümelerini sağlayan ayaklarını incelediler. Böylece
son derece etkili, ama tutkal içermeyen yeni bir yapıştırıcı
buldular.
Ancak bu konuda bazı testlere girişmek sakıncalı olabilir.
Okula gitmek istemeyen küçük bir Meksikalı çocuk kendini
elinden yatağının demirine yapıştırmış. Sonunda cankurta­
ran ekibi gelmiş ve çocuğun kullandığı maddeyi çözebilmek
için bir sprey sıkmak zorunda kalmışlar. Öykünün sonu, ço­
cuğa ceza verilip verilmediğini söylemiyor.

- 64 -
'.'> l Ç 1 :\" '.llERAK EDERİZ?

enomu, yani DNA'sında bulunan genetik birikimi

G içine bir veya birkaç yabancı gen katılan hayvan­


lara genetiği değiştirilmiş veya transgenik denir. Ay­
rıca bu işlem için transgenez terimi de kullanılır. Bu amaçla
bilim adamlarının deney masasına ilk yatma ayrıcalığı bir
fareye aitti: Boyu küçük bir sıçan kadar olmuştu ve daha
fazla büyüme hormonu salgılıyordu.
Günümüzde bu tarz müdahaleler terapi ürünleri imala­
tında kullanılmakta veya organ rezervleri oluşturmaya ya­
ramaktadır - en azından birinci amaçları budur. Genomu
birçok açıdan insanınkine çok benzeyen domuz üzerinde
birçok araştırma yürütülmüştür.
Tarım endüstrisi de böyle bir bilimsel ilerlemenin yarar­
larını çok geçmeden keşfetmiştir. Ö rneğin transgenik bir
çiftlik somonu "doğal" bir somondan dört kat daha hızlı bü­
yümekte, yani daha fazla büyüme hormonu üreterek hızla
erişkin boyuna ulaşmaktadır. İ nek üstündeyse sütün formü­
lünü ve miktarını geliştirmek amacıyla deneyler sürdürül­
mektedir. Sağlık açısından faydalı olduğu düşünülen ome­
ga-3 yoğunlaşmasını artırıcı müdahaleler de yapılmaktadır.
Bazı genetik değişiklikler ise kırmızı balıkları ve tavşanları
ışınır (floresan) hale getirmiştir.

- 65 -
.' 1 Ç 1 '.' .' l E R . \ K EDERi Z?

Bu uygulamaların ardından yeni terimler üretilmiştir:


Örneğin molekültür, sanayi ürünleri imal etmek üzere ge­
netikleri değiştirmiş canlı organizmaları ifade etmek üzere
kullanılmaktadır; ksenotransplantasyon ise insan organları
yerine hayvan organlarının nakledilmesini ifade eder.
Acaba hayvan dostlarımız bu gidişle organ bankası veya
ayaklı eczane konumuna mı düşecekler?

- 66 -
S I Ç J '." .' l E R . \ K l':l ) E R 1 Z?

·q-..., ;�.
. ;, <Kitli . a aksine, sadece kahvede
j��l!lll-.W",.
·

bultınm� . ve çayda da bu maddeye rastlanır, ama


:� .
çaydakine her ne' hikmetse tein adı verilir (halbuki bu iki
molekül birbirinin tıpatıp benzeridir) .
Kafein sinir ve kalp-damar sistemlerini etkiler: Kalp
ritmini hızlandıran bir psiko-uyarıcıdır. Kafein, fazla tüke­
tildiğinde toksik bir hal alabilir: Uy­
kusuzluk, sinirlilik, çarpıntı bunun
belli başlı göstergeleridir. "Kalem
forsası" Balzac'ta görüldüğü üze­
re, kimi zaman tiryakilik yaratabilir.
Günde yüz fincandan fazla içildi­
ğinde ölümcül bile olabilir.
Bazı basmakalıp fikirlerin
aksine, espressoda bir fincan filt-
re kahvedekinden daha az kafein
vardır, bunun da nedeni öğütülmüş
kahvenin üzerine sıcak su dökül­
me süresi arttıkça molekülün daha
fazla yayınmasıdır.
�lÇl:" :YIERAK EDERiZ?

Çoğunlukla kimyasal usullerle elde edilen ve yine de yüz­


de 20 oranında kafein içeren dekafeine kahve ise asla küçük,
sade bir fincan kahvenin yerini tutamaz. Zaten kararında
içildiğinde kahveden kimsenin öldüğü de görülmemiştir.

M İ ZAH Ö GREN İ LİR Mi ?


izah duygusu yeni bil­ mizah duygusuna sahip olma­
M giler ve entelektüel ları gerekir. . . Aslında, mizah
yetenekler elde etmekle oran­ duygusu gizemini korumakta­
tılı olarak gelişir. Tekrardan dır. Tıbbi görüntüleme aracı­
kaynaklanan komiklikler ve ka­ lığıyla yapılan bilimsel araştır­
kaya ilişkin şakalar çocukların malar bu gizemin çözümünü
çok hoşuna gider. Mizah onla­ sağlamamıştır. Uzun süre "insa­
rın öğrenme seviyelerini yansı­ na özgü" olduğu düşünülmesine
tır. Nesnelerin işlevlerini değiş­ karşın, bazı incelemeler başka
tirmek, -mış gibi yapmak, dille hayvanlarda da mizah duygusu
oynamak, seslerle ve kelimelerin bulunduğunu kanıtlamaktadır.
farklı manalarıyla oyunlar tü­ Tabii balinaların şakalarının in­
retmek, bedenini eğip bükmek, sanları güldüreceğinin garantisi
tuhaf gürültüler çıkarmak veya de yoktur. . .
saçma jestler yapmak onların Çocukluktan ergenliğe ge­
hayal güçlerini gösterir. çilirken mizah duygusunun da
Zeka, söz ustalığı, yaratıcı geliştiği bilinmektedir. Ama
yetenekler mizah duygusunun onca yetişkinin çocukça şaka­
önünü açar. Anne babalar da lara ve kakayla ilgili esprilere
çocuklarında mizah duygusunu gülmeye niye devam ettiklerini
geliştirmeye katkıda buluna­ açıklamak pek mümkün değil­
bilirler, ama önce kendilerinin dir.

- 68 -
'.\' ] ÇI '.\' Y\ERAK EDER]Z?

" P İ RE LERİ " NE İ Ş E


RF I D
YARAR ?
1) ir bilim-kurgu roma­ hur manyetik biletin yerini
_l) nından çıkagelmiş gibi alan kamu ulaşımı kartların -
duran bu "şık'' kıs altma­ da, kütüphanelerden ödünç
nın açılımı radio frequency alınan kitaplarda, envanter
identification'dır (radyo fre­ işlemlerini hızlandırmak
kansıyla kimlik belirleme) . amacıyla depoların çoğunda
Aslında RFID etiketleri, bu etiketler kullanılm akta -
onları Üzerlerinde dır.
taşıyan bir insanı, Görece yüksek fi­
bir hayvanı veya bir yatları şimdilik daha
nesneyi uzaktan ve fazla yaygınlaşmala­
çabucak tanımlama rını engellemektedir.
olanağı verirler. Bu Bununla birlik-
etiketler bir elekt- te bu teknolojiye
ronik çipten (bu kelimenin ilişkin birçok çekince de dile
Fransızcası olan puce, aynı getirilmektedir: Doğrudan
zamanda "pire" manasına cilt altına yerleştirilen RFID
gelir) ve "okuyucu"nun hiç­ çiplerinin bedenin fiziksel
bir temas olmadan bilgilere bütünsellik hakkını zedeledi­
erişebilmesine izin veren çok ği ileri sürülmektedir. RFID
minik bir antenden oluşurlar. teknoloj isi geniş çaplı etik
"Akıllı" da denen bu eti­ sorunları, özellikle de özel
ketler ürünlerin izlerinin hayata ilişkin konuları gün­
sürülmesini kolaylaştırırlar. deme getirmiştir: Zaten kim
Uygulama alanları günden canlı barkoda dönüşmek ister
güne genişlemektedir: Meş- ki?

- 69 -
:\' l Ç 1 :" YlE H A K EüERlZ?

Bir lbardak s eslice


9
kJlrJllialbiliir nni?

T
enten'in maceralarını, özellikle de Castafiore'nin
Mücevherleri'ni okuyanlar, bu soruya hemen evet
yanıtını vereceklerdir. Orada, meşhur şişman diva
sadece sesiyle bir kristal kadehi paramparça etmemiş mi­
dir? Ne yazık ki gerçekler her zaman kurmacaya uymaz:
Castafiore'nin bu süper gücü baştan sona uydurmadır.
Bir bardağı kırmak için "rezonans frekansı" adı verilen
tek bir frekansa yoğunlaşmış, inanılmaz şiddette bir ses ge­
rekir. Bir cam çınladığında duyulan ses, cama özgü bu fre­
kanstır. Dolayısıyla çok özel bir ses çıkaran bir hoparlörle
bir bardağı kırmak mümkündür. Bu fiziksel hadise, halk im­
geleminde yakından bilinen bir askeri birliğin marş marşıyla
yıkılan köprü öyküsünü çağrıştırır.
Ama hoparlör ile insan sesi arasındaki fark, ikincinin
hiç saf bir ses olmamasıdır: İ nsan sesi birçok frekansa bö­
lünür ve bir tek frekansla sınırlanması fizyolojik bakımdan
imkansızdır.
Sadece kendi başına fiziksel bir fenomen olan Castafiore
bunun altından kalkabilir. Zavallı Kaptan Haddock . . .

- 70 -
� i Ç i '.' .'l E R \ K E D E R i Z?

Tembelliği miskin krallar


mı icat etmi§tir?

H
iç belli değil! Sonuç­ iktidarlarına gönderme yapan
ta, Kutsal Kitaplar­ bu lakabı devralmışlar.
dan bu yana tembel­ İster tarihsel bir olgu ister ef­
lik en büyük günahlar arasında sane olsun, miskin kralların gü­
sayılmaz mı? nümüzde de devamcıları vardır.
Miskin krallar ise tarih­ Ö rneğin Amerikalılar onlara
te iz bırakmak için hiçbir çaba potatoes couch (tam karşılığı: "ka­
göstermemişlerdir. Merovenj nape patatesi") derler: Bu terim,
Hanedanı'nın son krallarının, Leon-Paul Fargue'ın Tembellik
Il. Chilperic, III. Thierry, III. Hakkı kitabını okuyacaklarına,
Childeric, III. Childebert'in ad­ televizyona yapışıp kalan o kü­
larını bugün kim hatırlar? çük kralları ifade eder. Belki de
Bu övücü "miskin kral" un­ bu konuda dostları olan miskin
vanını II. Clovis'in bulduğu krallara teşekkür borçludurlar.
söylenir: Yatarak seyahat ettiği, Ne önemi var! Onlara sa­
dört öküz tarafından çekilen dakatimizi aksatmayalım ve
bir arabayı ilk kullanan kral hep birlikte haykıralım: Çabuk!
o olmuş. İktidar aslında saray Ö nce sofraya! Sonra da yatağa!
nazırlarının elinde olduğu için,
II. Clovis'in varisleri de sınırlı
'.': l ÇI :"; :'>1ERAK EDERlZ?

Nİ Ç İ N GÜRÜ LTÜ İN SANI


SAGIR ED EB İ LİR ?
ürültünün insanı sağır ettiğine kuşku yoktur: Fran­

G sız nüfusunun yüzde lO'unda işitsel bozukluklar


bulunması bunun kanıtıdır. Gürültü kulak kepçe­
sinden geçerek bize ulaşır; kepçeden iç kulaktaki hücrele­
re oradan da beyne iletilir. Ses şokları meydana geldiğinde,
titreşimlere duyarlı olan bu hücreler hasar görür: O zaman
sağırlık oluşabilir ve ne yazık ki telafisi yoktur. Gürültü hem
işitme azlığına hem de bazı frekanslara duyarlılığın yok ol­
masına yol açabilir. Bazı insanlarda da kulak çınlaması deni­
len ve ıslık, uğultu veya çınlama gibi gerçekte olmayan sesleri
duyma şeklinde kendini gösteren rahatsızlıklar oluşur.
Gürültü, mesleki hastalıkların nedenleri içinde dördüncü
sırada yer almaktadır: Fransızların yüzde 67'si iş yerlerindeki
gürültüden şikayetçidir. Ayrıca gürültü, bağışıklık sistemine
zarar veren, kalp-damar ve yüksek tansiyon sorunlarına yol
açan iç salgı bezleri hastalıklarının da sorumlularındandır.
Çocuklar açısından, gürültünün dil öğrenmeyi zorlaştırdığı
bilinmektedir. 15- 1 9 yaş arası gençlerin yüzde 3 7'si işitsel
bozukluklardan şikayetçidir ve erken sağırlık oranı -yirmi
yaşından itibaren- endişe verici ölçüde artmaktadır. İ şitme
sistemi 85 desibelden itibaren zorlanmaya başlar. Halbuki
talimatnameye göre kulağında MP3 ile dolaşanlar için eşik
100 desibel, barlar ve diskotekler için ise 105 desibel olarak
saptanmıştır.
Buna karşılık sinemada ve konserlerde ses şiddetine sınır
konmamıştır. O halde lütfen biraz dikkat!

- 72 -
:'\' l Ç l :" :'>lERAK E D E R l Z?

Güldürücü gaz (komik


olmak dı§ında) gerçekten
e tkili midir ?

T
üm dudakları yakan bu tehlikeli soruya olumlu ya­
nıt verebiliriz. Güldürücü gaz (veya azot protoksit)
renksiz ve hemen hemen kokusuzdur. 1 8 . yüzyıl­
da bulunan bu gaz bir dişçi olan Horace Wells tarafından
kendi üstünde denenmiş, analjezik ve anestezik özellikleri
saptanmıştır. Hastanın duyduğu acı cerrahi müdahalenin
önündeki en büyük engellerden biri olduğu için, o günden
itibaren cerrahide büyük bir ilerleme yaşanmıştır.
Güldürücü gaz bir süre bir panayır gösterisiydi, toplu gaz
çekme seansları düzenleniyordu: Ayakları birbirine dola­
şan, keyifli katılımcılar birbirlerini seyrediyorlardı. Bugün
oksijenle birlikte zor doğumlarda kullanılan bu gaz, ayrı­
ca -şaşırtıcı gelse de- gıda sanayiinde, krem şanti spreyleri
içinde püskürtücü gaz olarak da kullanılmaktadır. Yine de
bu spreylerin içindeki gaz oranı, doğum günü pastasını kah­
kaha tufanına dönüştürecek kadar fazla değildir.
Çünkü güldürücü gaz, adının çağrıştırdığı kadar gülünç
değildir. Güldürücü etkileri dışında, halüsinasyonlara, mide
bulantısına, kusmaya veya baş dönmesine yol açabilen bir
uyuşturucudur. Son gülen iyi güler. . .

- 73 -
BEYNİN CİNS İYETİ VAR MIDIR ?
Biyolojik determinizm yan­ siri olmakla birlikte, geminin
daşlarına göre, toplumsal, dümeninde esas olarak tarih,
cinsel ve etnik eşitsizliklerin çevre ve deneyim bulunur.
kaynağı beyindir. S özde-bi­ Yeni beyin görüntüleme tek­
limsel bir söylemin ve onun nikleriyle (MR) bir arada
tüm hatalarının baş tacı edil­ yürütülen son incelemeler,
diği yılları, bu beylik palavra­ özellikle büyük bir işleyiş çe­
lar süslemiştir. şitliliğini ortaya koymuştur:
Aslında beyin öncelikle Herkesin beyin bağlantıları
öğrenmeye göre program­ sistemi kendine özgüdür ve
lanmıştır. B ir bebek 1 trilyon eşsizdir. Bu nedenle beyin
nöronla doğar ve bunların muazzam bir esnekliğe sahip­
sadece yüzde l O'u arasındaki tir: Cinsiyetler ve bireyler ara­
bağlantılar kurulmuştur. Ye­ sındaki farklılıklar doğuştan
tişkin yaşa geldiğinde nöron kodlanmamıştır. Bunun tersi­
sayısı 1 katrilyona yükselir. ni ileri sürmek, basmakalıp ve
Genlerin ve hormonların da genel geçer fikirler tuzağına
davranışlarımız üzerinde te- düşmek anlamına gelir.

Niçin şarkı ile iletişim kurmak daha iyidir?


. .. raştırmacılar yıllardır Ayrıca bilgi şarkı ile verildi­
dil ile müziği karşılaş- ğinde bir kelimenin hatırlanma
. tırmakta, bunun için hızının üç katına çıktığı gözlen­
elektroensefalogram ve MR miştir: Çocuklar için oyun te­
gibi görüntüleme tekniklerine kerlemelerinin önemi buradan
başvurmaktadırlar. Bu incele­ kaynaklanmaktadır.
meler sonucunda, beynin ya­
bancı bir dili öğrenirken önce Ali Baba'nın bir çiftliği var
sesli bilgileri seçtiği, sonra bu Çiftliğinde inekleri var
ses zincirlerine mana atfettiği Möö möö diye bağırır
saptanmıştır. Çiftliğinde Ali Baba'nın

- 74 -
="'İÇ İ ="' .' llm . \ K E DE RİZ?

Ali Baba'nın bir çiftliği var Fış fış kayıkçı,


Çiftliğinde kuzuları var kayıkçının küreği
Mee mee diye bağırır Hop hop eder yüreği
Çiftliğinde Ali B aba'nın Akşama fincan böreği,
Sabaha bayram çöreği.
Ali Baba'nın bir çiftliği var
Çiftliğinde tavukları var Fış fış kayıkçı,
Gıt gıt gıdak gıt gıt gıdak kayıkçıya gidelim
diye bağırır Kayığına binelim,
Çiftliğinde Ali Baba'nın denizlerde gezelim
Balık gibi yüzelim.
Ali Baba'nın bir çiftliği var Fış fış kayıkçı,
Çiftliğinde eşekleri var kürekleri çekelim
Ai ai ai ai diye bağırır Dalgaları aşalım,
Çiftliğinde Ali Baba'nın akşam eve gidelim
Balıkları yiyelim.
Ali Baba'nın bir çiftliği var
Çiftliğinde köpekleri var
Hav hav hav diye bağırır
Çiftliğinde Ali Baba'nın

Ali Baba'nın bir çiftliği var


Çiftliğinde çocukları var
Hah hah hah diye bağırır
Çiftliğinde Ali B aba'nın

- 75 -
:" :l Ç l S ) J E R XK EDER1Z?

İ STER TYRANO SAURU S İ STER TRICERATO PS O LSUNLAR,


HEPSİ DE EN BÜYÜK KO RKU LARI CANLANDIRIRLAR.
AMA Ç O CUKLAR KENDİ LERİNİ AYNI ZAMANDA
GÜ LDÜREN BU CANAVARLARA Ç O K MERAKLI DIRLAR.

Niçin dinozorlar yok oldu?


1 990'lı yıllarda sinema ek­
ranlarında gerçekleştir­
şimleri sonucunda erkek sayı­
sında aşırı artış, dişi sayısında ise
dikleri parlak geri dönüşe azalma olması gösterilmektedir.
karşın, dinozorlar aslında bu Bir iddiaya göre de devasa ya­
gezegenden 65 milyon yıl önce nardağ patlamaları soylarının
silindiler. Nesillerinin tükenme tükenmesine yol açmıştır.
nedenlerine ilişkin birçok varsa - Yine de en meşhur -ve en
yım ileri sürülmektedir: Bazıları, çok kabul gören- varsayım bir
evrimlerinin son aşamasına ge­ gök taşının veya kuyruklu yıldı­
len bu büyük canavarların çevre zın düşmesi sonucunda yaşanan
koşullarına uyumlarını sürdür­ bir dizi felakettir. Eldeki fosil
melerinin imkansız hale geldiği­ numunelerinin incelenmesi so­
ni düşünmektedir. Bazı uzman­ nucunda dinozorların neslinin
lar yumurtalarına saldıran bazı tükenmesinin çok şiddetli bir
memelilerin kurbanı olduklarını yangınla başladığı, bunu da buz
belirtmekte, bazı paleontologlar gibi soğuk bir karanlığın izledi­
ise güçlü virüslerden kaynakla­ ği anlaşılmıştır.
nan salgın hastalıklar sonucunda Ancak dinozorlar, özellikle
yok olduklarına inanmaktadır. de bu canavarlardan hem ür­
Bir neden olarak da ken hem de büyülenen küçük
iklim deği- çocukların merakını çekmeye
devam etmektedir. Ama içleri
rahat olsun, dinozorların geri
gelmesi biraz güç görünüyor!
:'\ l Ç ! � )!ERAK EDE R l Z?

Ertelemecilik hepimizde
olan bir kusur mudur?

H
ayatında hiçbir za­ edilebilir. Her şeyin ivedi­
man evdeki bir an­ lik kazandığı ve tedbirliliğin
garyayı, can sıkıcı bir önemini yitirdiği günümüzde,
randevuyu, acil bir idari işlemi ertelemeciliğin bir bilgelik ve
ertelememiş olan var mıdır? direniş halini aldığı söylenebi­
Kuşkusuz yoktur. Ama gerçek lir mi? Ama B audelaire kendi
ertelemeci yapacağı her şeyi ertelemeciliğinden yakınıyor­
geciktirir, her şeyi son dakika­ du. Bugün ise ertelemecili­
da stres ve panik içinde yapar, ğin şairlerden çok, ödemeleri
astlarına yazdıkları belgeleri mümkün olan en geç tarihlere
genellikle ASAP (as soon as kaydıran muhasebecileri etki­
possible: mümkün olduğunca lediği söylenebilir . . . Ama on­
çabuk) diye bitiren pazarlama­ lar da Nasıralı İsa'nın Matta
cılara da düşman kesilirler! İncili'nde söylediklerini ileri
Erteleme (procrastinati- sürerek kendilerini savunabi­
on ), Latincedeki pro ve ertesi lirler: "Yarın hakkında kaygı
gün anlamına gelen crastinus duymayın: Yarın nasıl olsa
kelimelerinden oluşur: De­ kendisi hakkında kaygılanma­
mek ki ertelemeci, bir ertesi yı bilir. Her günün kendi zah­
gün profesyoneli olarak kabul meti vardır ve bu yeterlidir."
r - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - ,

ALFABENİN TÜM HARFLERİNİN


KULLANILDI<.�.J BİR CÜMLE

Bu fesleğeni çam ağacının altındaki


sarışın yargıca ve yanındaki ojeli tırnaklı
upuzun hanıma götürün.
� - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - �

- 77 -
� 1 ÇI'.'\' '.'lE:R.\K E D ER 1 Z ?

Ü S TÜN YETENEKLİ O LMAK


AC I MI VERİ R ?
,.. zmanlara göre, bir ço­ vermez: Çoğunlukla canı sıkılır,
cuğun zihinsel yaşı ger­ bu durumdan kaçmak için dal­
çek yaşının 2- 7 yıl üze­ gınlaşır veya çevresiyle zıtlaşır.
rindeyse üstün yetenekli olarak Duygusal olgunluğu aynı oranda
kabul edilir. Her yaş diliminde­ gelişmediği için entelektüel ol­
ki üstün yetenekliler grubunun gunluğu da engellerle karşılaşır.
yüzde 2,3'lük bir oran oluştur­ Karmaşık problemlere meraklı
duğu tahmin edilmektedir. olan üstün yetenekli çocuk, basit
Ama ne ilginçtir ki, bu erken sorular karşısında çuvallayabilir:
gelişmişlik çoğunlukla bir han­ Sezgisel tezcanlılığı yüzünden
dikap haline gelebilir: Bu çocuk­ çözümü ispatlayamayabilir. Ay­
ların çoğu okulda rıca bazı örnekler­
başarısız olur veya de üstün yetenekli
vasat hatta kötü çocuğun, ne çaba
sonuçlar elde eder, harcama duygusu­
genellikle okul ha­ nu ne de çalışma
yatları kaotik bir metodunu edine­
süreç izler. Üstün bildiği görülmüştür.
yetenekliler çoğun­ Üstün yetenekli
lukla entelektüel ve birinin portresi na­
ruhdevimsel (psi­ sıl çizilebilir? Psi­
komotor) gelişim­ kologların hepsi,
leri arasındaki orantısızlığın acı­ çok erken yaşta zengin ve çeşitli
sını çekerler: Ö rneğin yazı yazma bir söz dağarcığıyla konuşmaya
alanında zorluklarla karşılaşırlar. 1 başladığını, bebeklik dilini he­
Üstün yeteneklinin ortalama men hiç kullanmadığını söyler­
çevre koşulları onun kapasitesine ler. Çok büyük merakı yüzünden
uygun bilgileri edinmesine izin hayat, zaman , Evren hakkında

- 78 -
:" :l ç :I '." � .l E .R. \ K E D l•:Jü/,?

birçok derinlemesine soru sorar. yı tercih eder. Erişkin olduktan


Tekdüzelikten ve tekrara da­ sonra çektiği acılar sona ermez:
yalı çalışmalardan nefret eder, Bir modele uymak elinden gel­
çok sayıda ilgi merkezi olur ve meyeceği için yenilikler icat et­
yeterince bilgi edindiğini dü­ meye devam edecektir. Bu tarz
şündüğü anda bunlardan kopar. insanların serbestçe gelişmesi
Üstelik kendi yaşındaki çocuk­ için tasarlanmamış bir toplum­
ların arasına katılmakta zorluk da üstün yeteneklilerin işi çok
çeker, yetişkinlerle veya daha zordur.
büyük çocuklarla birlikte olma-

- 79 -
:" 1 Ç 1 :'\ :-- um.\K EDE:Rl'.Z?

Niçin ekmek dilimi hep


tereyağlı tarafının üzerine
düşer?

S
abalı oldu . . . Yataktan güç bela kalkıyorsun, mutfağın
yolunu tutuyorsun, sabırla kendine bir dilim tereyağlı
ekmek hazırlıyorsun, sonra da dilimini dikkatle ma-
sanın kenarına koyuyorsun, birden olan oluyor: Dilim kayı­
yor ve tereyağlı (veya reçelli) tarafı alta gelecek şekilde yere
düşüyor.
Günlük yaşamdaki bu trajedi, daha özlü bir isimlen­
dirmeyle "başını azami derde sokma yasası" diye de anılan
meşhur Murphy Yasası gibi yasalarla aynı sepette yer alan
"tereyağlı ekmek dilimi yasası" nın göstergesidir.
İ ngiltere kraliyet ailesinin hizmetinde çalışan fizikçi Ro­
bert Andrews bu sorunu büyük bir ciddiyetle ele almış ve
deneğin boyunun yarısı yüksekliğinde bir masadaki dilimin
tek sayılı, çoğunlukla da bir tek yarım takla atarak düşeceği,
dolayısıyla tereyağlı yüzün mutfağın yer karolarına yapışa­
cağı sonucuna varmıştır. Bu çalışmaları sayesinde 1 995'te en
gereksiz ve saçma araştırmalara verilen karşı-Nobel ödülü­
nü alan Andrews, beş yıl sonra İ ngiliz ilkokul çocuklarına
21 .000 tereyağlı ekmek atışı yaptırarak çalışmasını iyice de­
rinleştirmiştir. Söz konusu ekmek dilimlerinden yüzde 62'si
tereyağlı yüzleri üzerine düşerek Andrews'u kesin bir şekil­
de doğrulamışlardır.

- 80 -
'.'> l Ç l :-: :"1 ERAK EDER1Z7

Bu arada, "tereyağlı ekmek dilimi yasası"nın Jenkins


Yasası (Bir ekmek diliminin tereyağlı yüzünün halıya gelecek
şekilde düşme olasılığı halının değeriyle orantılıdır) veya Blu­
menfeld Yasası (Eğer ekmek dilimi tereyağsız tara.fi alta gele­
cek şekilde düşmüşse, yanlış tarafına tereyağ sürmüşsünüz de­
mektir) gibi birçok bağlantılı yasada yeniden ele alındığını
eklemekte de yarar var.

- 81 -
'.\' I Ç J S .'lERAK EDER]:!.?

Bilimsel palavralar
ne i § e yarar ?

E
leştirel zekayı kışkırtmak, uyanıklığı test etme k
veya budalalığa ne kadar açık olduğumuzu tes­
pit etmek için güzel bir palavradan iyisi yoktur:
En azından aşağıdaki incileri yumurtlayan şakacı bilim
adamları böyle düşünüyorlar.

Kırk yıl hüküm süren kafatası


1 9 12'de paleontolog Charles Dawson, Sussex'te ( İ ngiltere)
bir kafatası ve bir çene kemiği buldu. Homo Sapiens ortaya
çıkmadan önceki bir insanımsıya ait olduğu varsayılan bu
kalıntılar, zincirin meşhur eksik halkasının kanıtları olarak
sunuldu. Yapılan şarlatanlık 1 953'te ortaya çıktı: Kafatası
yapay yöntemlerle yaşlandırılmıştı ve çene kemiği de 500
yıl önce ölmüş bir orangutana aitti. Bu şakayı kimin yaptığı
hala bilinmiyor. Şakacı biri mi, bizzat paleontolog mu yoksa
onun asistanlarından biri mi?

Su alarmı
DHMO veya monoksit dihidrojenin, kamu makamları
tarafından tehlikesi gizlenen korkunç kirletici bir madde
olduğu söyleniyordu. 1 994'ten itibaren internette dolaşan
söylentiler bu yöndeydi. Bu büyük komployu kamuoyuna
açıklamayı görev bilen DHMO Research Division, çok ciddi
görünümlü bir internet sitesi bile açtı (www. dhmo.org) .

- 82 -
:\' 1 Ç 1 :\' :'>IE R . \ K E:DER 1 Z?

Ama aslında monoksit dihidrojen, adının da belirttiği


üzere, H2 O'dan, yani sudan başka bir şey değildi!
Palavra hızla ortaya çıkarılsa da, ABD'nin birçok böl­
gesinde esen panik rüzgarı yine de engellenemedi. Hatta
California'daki Alto Viejo kentinin yetkilileri, halk zehir­
lenmesin diye bazı su konteynerlerinin kentten geçişini
yasaklamaya bile kalktılar. Böylelikle tedbir ilkesinin nasıl
paranoyaya dönüşebileceğinin bir örneği yaşanmış oldu.

Güldürücü gaz
Arziona Üniversitesi tarafından yürütülen ve Daniel Klein
tarafından koordine edilen bir araştırmanın, sera gazların­
daki artıştan o güne dek bilinmeyen bazı denizaltı bakterile­
rinin çıkardığı metan gazının sorumlu olduğunu gösterdiği
ileri sürülmüştü. Yaşasın, insanın iklimsel ısınmadaki
sorumluluğu artık bir kenara atılabilirdi! Japon­
ya'daki Okinava Üniversitesi'nin Coğrafya- İ k­
lim Enstitüsü' nün yayın organı olan ]ournal of
Geoclimatics Studies'de yayınlanan bu incele­
meye, 600'den fazla radyo istasyonun­
da yer verildi.
Aslında ne adı geçen dergi ve
enstitü, ne de Daniel Klein diye
biri mevcuttu: Bu palavranın
yazarları, küresel ısınma kuramına
karşı çıkanları yalanlamayı
amaçlamışlar ve bu hasımlar­
dan bazıları da -en tutucu­
ları- söz konusu tuzağa düş­
müşlerdi.

- 83 --
� l Ç l:'\ :V! ERAK EDERlZ?

Bilim, Bouvard ve Pecuchet'nin hizmetinde


Saygın bir kültürel inceleme dergisi olan Social Text, 1 996'da
New York Üniversitesi'nden fizikçi Alain Sokal'in bir ma­
kalesine sayfalarında yer verdi.
"Kuantum yer çekiminin yorumbilimsel dönüşümüne
doğru" başlıklı makalede en az on üç sayfa dipnot ve do­
kuz sayfa kaynakça yer alıyordu (ciddiyet görünümü her za­
man nicelikle sağlanır) ve bunların hiçbiri editör tarafından
kontrol edilmemişti. Sokal durumun gerektirdiği j argona da
başvuran bir üslupla, çok sayıda şaşırtıcı değerlendirme ya­
pıyordu. Bunlardan bazıları şöyleydi:
K u a n t u m k u ra m ı F re u d ve La c a n ' ı n s p e k ü la syo n la ­
r ı n ı d o ğ ru la m a kta d ı r .
Ayn ı e le m a n la r ı i ç e re n i k i k ü m e n i n e ş o ld u k la r ı a k ­
s i yo m u , 1 9 . y ü zy ı l L i b e ra l i z m i n i n m i ra s ı d ı r .
K u a n t u m ye r ç e k i m i k u ra m ı n ı n ö n e m l i p o l i t i k s o ­
n u ç la r ı va rd ı r .
Genel kabul gören bilimsel saygınlık anlamında gerekli
tüm ölçütlere uygun gözüktüğünden güven içinde yayınla­
nan bu çılgın makale, medyada öyle bir fırtına kopardı ki
çok geçmeden bu olaya "Sokal davası" adı takıldı. "Dava" bi­
limsel palavra alanında bir referans haline gelmesinin yanı
sıra, ardındaki niyet de sert bir biçimde eleştirildi: Sokal,
"pozitif bilim"i edebi alanın istilasından korumak isterken
karikatüre ve dogmatizme düşmekle suçlandı. Hangi saf se­
çilirse seçilsin, sonuçta Sokal davası araştırmacılar, medya ve
kamuoyu arasında sağlıklı bir tartışmaya yol açtı . . .
Demek ki bilimsel palavralar sadece laboratuvarların­
da sıkılan bilim adamlarının eseri olmakla kalmazlar, aynı

- 84 -
:" l Ç l .:>: :'> !ERAK EDERlZ?

zamanda bilime kendini, yöntemlerini, etkisini sorgulama


olanağını verirler. Düşünen bir bilimin yerini hiçbir şey tu­
tamaz!

·�-
NİÇİN BOUVARD VE PECUCHET SORULAR
SORUYORLARDI?

G
ustave Flaubert'in romanında, Bouvard ve
Pecuchet iki müstensihtir. Kıra çekilirler ve
bilgiye, deneye yönelik çılgınca bir tutkuya kapılırlar.
Sırasıyla tıp, paleontoloji, jeoloji, ağaç yetiştiriciliği,
mimari, tarım bilim ve kimyayla uğraşan iki kafa­
dar, cehaletlerini gidermeye çalışırken alimleri taklit
ederler ama genel geçer basmakalıp fikirlerin ötesine
geçemezler. Girdikleri her yeni alanda fiyaskoya uğ­
rarlar. En sonunda bu kavgadan bıkıp kendi meslek­
lerine geri döner ve ellerine ne geçerse kopya etmeye
yeniden başlarlar. Bu bitmemiş eser, çağın bilimsel
uygulamalarına eleştirel bir bakış yöneltmektedir. Bo­
uvard ve Pecuchet, dünyayı kavrayabilmek için her
şeyi öğrenmek isteyen iki vasat zekanın merakının
sonuçlarını anlatır.

- 85 -
:" 1 Çl:'\ .'llER.-\ K EDERiZ?

Deniz dibi uçurumlarında


neler bulunur ?

D
erinlikleri genellikle bu ortamda aslında sanki bir
5000 metreyi bulan korku filminden fırlayıp çık­
büyük denizaltı çu­ mış gibi gözüken tuhaf canlı­
kurlarına "abysse", deniz dibi lardan oluşan bir fauna vardı.
uçurumu denir. Geçen yüzyı­ Keskin dişlerle donatılmış ür­
lın başına gelinceye dek, bi­ kütücü çeneleri olan balıklar
lim adamları oralarda hiçbir sanki fantastik bir hayvanlar
yaşam formu bulunamayacağı aleminden geliyorlardı.
üzerine yeminler ediyorlar­ Evrim gereği burada kar­
dı. Buraların çöl gibi yerler şılaşılan canlı türlerinin çoğu
olduğu konusunda güvenleri kördür, bazılarının gövdeleri
tamdı. Gerçekten de deniz di­ ise fosforlu solucanlar gibi ışık
binde derinlere inildikçe ısı ve saçar. Bu deniz uçurumlarında
ışık azalır: Bu derinliklerde ısı hayatın varlığı hem farklı bes­
0°C civarındadır ve fotosentez lenme süreçleriyle hem de yerin
imkansızdır. Ama otuz - kırk mantosuna (çok sıcak mağma
yıldır yeni keşif olanakları s a­ bölgesi) yakınlıkla açıklanabi­
yesinde bilim adamları şaşırtı­ lir. Ama deniz uçurumlarının
cı buluşlar yaptılar: Hiçbir ya­ gizemleri hala başdöndürücü
şamın bulunmadığı düşünülen özelliklerini korumaktadırlar.

- 86 -
Bir otomobil akıllı
olabilir mi?

D
urmadan tamirciye ranmasının arılaşılmasına da
girip çıktıklarını ayrıca önem veriliyor: Böylece
görünce, bu demir yaşlı insarılara yardımcı olacak
yığınlarının aklından ha­ düzeneklerin ayarlanması dü­
liyle şüphe edersiniz. Ama şünülüyor. Uyku hali, güvenlik
nöroloj ik bilimlere ayrılmış mesafelerine uyulmaması veya
bir araştırma bölümü kuran görüş sorurıları "akıllı aracın"
bir otomobil firması, akıllı sınırlayabileceği kaza neden -
araçlar üretme yönünde uğ­ leri arasında sayılıyor.
raşıyor. Üretici firma daha da ileri
"Nöro-sürüş" şöförün di­ gitmeyi hedefliyor: Beyin fa­
reksiyon başındaki beyinsel aliyetini hızlandıracak araçlar
faaliyetiyle olduğu kadar, kar­ yapılması söz konusu. Ama
şısına çıkan engeller karşı - yarının otomobili, ne kadar
sında nasıl davrandığıyla da akıllı olursa olsun, hızlı sürü­
ilgileniyor. "Nöro-robotik" ise cülerin ve direksiyon yıldız­
sürücünün rahatını sağlayacak larının davranış biçimlerini
teknikler geliştirmeyi amaç­ değiştirmeyi başarması pek
lıyor. Hatta sadece düşünce mümkün gözükmüyor.
yoluyla araba sürmeyi sağlaya­
cak beyin-makine bağlantıları
geliştirilmesi bile
gündemde . . .
Te hlikeli
davranış alış­
karılıklarının ve
reflekslerin yıp-

- 87 -
:\' l Ç l :": .\lERAK EDERiZ?

GRi P SALGININA KARŞ I NE


.

YAPI LAB İ Lİ R ?

A
ylarca gazetelerin baş sayfalarını işgal eden kuş
gribi, ardından domuz gribi sütunlardaki yerini
kaybetmiş gibi görünüyor. Halbuki grip her za­
man pusuda bekliyor.
Uzmanlar grip virüslerinin mutasyona uğramasından
endişe ediyorlar. İlaçların etkili olmadığı bir virüs oluşursa,
tüm dünyada milyonlarca insanı etkileyebilecek küresel bir
salgınla karşı karşıya kalınabilir. O zaman nüfusu korumak
için az sayıda çözümden biri olan bir aşı geliştirilmesi aylar
alacak.

Bir aşı bulunması umuduyla beklerken . . .


Farklı senaryoları sınamak için matematiksel modeller kul­
lanılıyor. Birincisi virüsün bulaşıcılık gücüyle, ikincisi ise
başlangıç noktasının coğrafi ve zamansal konumuyla ilişkili
iki ana ölçüt seçilmiş durumda. Araştırmacılar bu yöntemle
salgın tehlikesini virüsün şiddetine göre belirleme olanağını
buluyorlar. Hava ulaşımına getirilecek kitlesel bir kısıtlama­
nın pek etkili olmayacağı anlaşılırken, hastalığın fazla güçlü
olmaması durumunda anti-viral ilaçların kitlesel ölçekte uy­
gulanmasının bir aşı geliştirilinceye kadar hastalığın etkisini
hatırı sayılır ölçüde azaltabileceği varsayılıyor.
İ ncelenen bir varsayım daha var. Birinci durumda, sadece
ellerinde anti-viral ilaçlar olan ülkelerin bunları nüfusları­
na dağıtması, ikinci durumda ise stoklarının bir bölümünü
paylaşmaları öngörülüyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından

- 88 -
:'\.' l Ç :t :>: )lERAK EDERlZ?

yönetilecek bu stoklar hastalığın görüldüğü ülkeler arasın­


da paylaştırılacak. Salgını küresel ölçekte denetim altına al­
maya olanak vereceği için en iyi çözüm bu olurdu; böylece
stoklarını paylaşan ülkeler de hastalığa yakalanmış bireyle­
rin sınırları içine girmesi tehlikesiyle daha az karşı karşıya
kalırlardı.
Polisiye roman yazarı Fred Vargas'ın, büyük veba salgın­
ları sırasında giyilenlere benzeyen ve virüse karşı yüzde 100
koruma sağlayacak "pelerin'' önerisi ise, en tuhaf teklifler
arasında yer alıyor.

N İ Ç İ N H İ Ç B İ R KAR TAN ESİ B İ R otGE R İ N E


B E N Z E M EZ ?

yeryüzüne doğru düşerken kar


K
ar, şairlerin "beyaz örtü"sü
olsa da, aslında hepsi bir­ taneleri sıradan atmosfer ko­
birinden farklı milyarlarca kar şullarıyla karşı karşıya gelirler.
tanesinden oluşur. Kar taneleri Nem, hava basıncı, ısı, hat­
hakkındaki ilk incelemeyi ast­ ta elektrik sahası her birinin
ronom Kepler kaleme almış, kendine özgü biçimini belir­
daha sonra onu sayısız araştır­ ler: ince düz plakalar, çubuklar,
ma izlemiştir. yıldızlar, dendritik. kristaller . . .
Bugün artık her kar tane­ Bugün kar tanelerinin
sinin temel bir biçimle, basit karmaşık yapılarını yeniden
altıgen prizma şeklinde doğ­ üretebilmek için dijital mo­
duğu bilinmektedir. Sonra dellere başvurulmaktadır. Bu
araştırmalar özellikle metalür­
jide malzemelerin mikro, hat­
ta nano ölçekte direnç ve es­
nekliğini geliştirmek amacıyla
kullanılacaktır.

- 89 -
'.' l Ç' l :" >lERAK KDE R l '!.?

Doğal büyüklükte
yapma oyunu ne __

D yapma
" oğal büyüklükte" rol
oyunu doğal
veya yarı-gerçek bir ortam­
da cereyan eder. Her katılımcı,
senaristler veya oyunun düzen­
leyicileri tarafından yaratılmış
hayali bir kişiliği canlandırır.
Oyunun stili fütürist, çağdaş,
Kelt, Antik, Orta Çağ, polisiye,
vb esinli olabilir, ama Orta Çağ­
fantastik stili halen en yaygın
Doğal Büyüklük, ilk masa
olandır. Oyun bir tek akşamda
üstü rol yapma oyunu olan
bitebileceği gibi, günlerce de
Zindanlar & Ejderhalar'a gön­
sürebilir ve yüzlerce seyredeğer
derme yapmaktadır. Bu oyun,
kişiliği bir araya getirebilir.
rolün oynanışına önem vererek
gelişmiştir. Bazıları tarafından
dudak bükülerek karşılanan rol
yapma oyunu yine de belli bir
popülarite kazanmış, birkaç yıl
önce güçlü duyguların eksikli­
ğini çeken genç yetişkinler için
bir faaliyet olarak düşünülen sı­
nırlarının ötesine geçmiştir.
O zaman siz de bu akımın dı­
şında kalmak istemiyorsanız, bir
ağızdan haykırın: "Bu hafta sonu
harika bir doğal büyüklük oyu­
num var, oynayacağım rol feci!"

- 90 -
:'\ J Ç 1 :'\ .'\1ERA.K E D E R 1 Z?

A lt ı n s a y ı s i h i r l i m i d i r?
<P olarak da adlandırılan altın sayının, ne denli gizemli olur­
sa olsun, yine de ( 1 + .J5)/2, yani yaklaşık 1 , 6 1 8 . . . 'e eşit ol­
duğu bilinmektedir. Peki bu zavallı altın sayı artık sıradan
bir gerçek haline mi gelmiştir?
Hiç de değil. Bazı eğlendirici matematiksel özelliklere
sahip olmasının yanı sıra, altın sayıya çok ilginç yerlerde
rastlanabilmektedir: Parthenon'un yüksekliği ile eni ara­
sındaki orana bakarsanız, meşhur altın sayıya çok yakın bir
sayı elde edersiniz. Leonardo da Vinci'nin meşhur Oranlar
Etüdü ( Vitruvius Adamı) için de aynı şey geçerlidir ve çizi­
len adamın toplam boyunu göbek deliği-ayaklar arasındaki
mesafeye bölerseniz karşınıza yine altın sayı çıkar.
Bir papatyanın dişi organının düzenlenişinde veya meş­
hur helozonlu deniz kabuğunun, sedefli deniz salyangozu­
nun düzeninde de altın sayı ile karşılaşılır.
Yoksa altın sayı bize Evren'in anahtarını mı verir? En
azından 1 930'lu yıllarda her yerde <P gören ve bu sayıyı
popülerleştirip altın sayıyı "ilahi oran" diye tanıtan Rumen
Ghyka böyle düşünüyordu. Sonradan yapılan birçok araş­
tırmada Ghyka çok kaba yaklaşık hesaplar yapmakla suç­
lanınca, cp'nun hükmü sallandı: Başlıca eleştiri, altın sayıyı
saplantı haline getirip nereye baksa onu görmesiydi. Ve bu­
nun sonucunda altın sayımız sıradan fanilerin arasına geri
dönüş yaptı.
Sanatta altın sayının kullanılması -veya kullanılmaması­
hakkındaki polemik henüz tüm canlılığıyla devam etmekte­
dir, bu gizemli sayının kendinden bahsettirmeyi sürdüreceği
bellidir.

- 91 -
'." :I Ç 1 :" .\IE RAK EDERi Z?

Atinalılar tarafından çok beğenilen tarla kuşu,


lezzeti ve körpe etiyle nam salmıştı. Büyük
bir gurme olan Alexandre Dumas, Grand
Dictionnaire de Cuisine (Büyük Mutfak Sözlüğü)
adlı kitabında Pithiviers tarla kuşu ezmesinin ve
tarla kuşu yahnisinin tariflerini verir.

Ay n a l ı t a rla k u ş u ka p a n ı

M
eşhur çocuk bir eksenin üzerinde sağa
şarkısında (Alo­ sola döndürülürdü. Güneş­
uette, gen ti/le te parlayan ayna parçaları
alouette) dendiği gibi, tarla tarla kuşlarını ve diğer kuş­
kuşu iyi kalplidir, tüyle­ ları çekerdi. Bu acımasız ve
rini yoldurur. Ama daha hilekar uygulama Fransa'da
az bilinen bir gerçek, Batı ancak 1 9 89'da, av partileri
Avrupa'da 1 7 . yüzyılda çok esnasında ayna veya parla­
yaygın olan "aynalı" avlar­ yan nesnelerin kullanılma­
da, aynalı tarla kuşu ka­ sını yasaklayan bir kanunla
panları kullanıldığıdır. Avcı engellendi.
-"tarla kuşçu"- tarla kuş­ Anı a " tar1 a kuşu aynası "
ları göç ederken tüfeğiyle Fransızcada ortadan kalk­
gizlenir ve kuşları bu ka­ madı ve aldatıcı bir nesneyi,
pana çekerdi. Aynalı tarla bir tuzağı ifade etmeyi sür­
kuşu kapanları kuş kanadı dürüyor. Tarla kuşu ayna­
biçiminde bir ahşap levha sına aldanmak, bir bakıma
ve onun üzerine yerleşti­ sazanlık yapmak anlamına
rilmiş küçük ayna parçala­ geliyor.
rından oluşur, bu düzenek

- 92 -
:'\' 1 ÇI:-> .'>1ERA K EDER1Z?

ROMA RAKAM LARI NAS I L O KUNUR?


Eski anıtlarda, Avrupa'daki kiliselerde sık sık Roma ra­
kamları görülür. Genellikle bu yapıların hangi tarihte inşa
edildiklerini belirtirler. Ayrıca yüzyıllar, bazı sultan isimle­
ri (II. Mehmed) veya kitap ciltleri de Roma rakamlarıyla
yazılabilir.

I v x L c D M
1 5 10 50 100 500 1000

I II III IV v VI VII VIII IX x


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

Roma rakamının üzerine düz bir çizgi geldiğinde sayı


1 000 ile çarpılır.
v = 5000 D = 500.000

Roma rakamlarını okurken veya yazarken bir harf kendi­


sinden sonra gelene sayısal olarak eşit veya ondan büyükse
toplama yapılır:
XXX = 30 MIII = 1003

Harf bir sonrakinden sayısal olarak küçükse çıkarma ya­


pılır:
IX = 9 XM = 990

Herhangi bir Arap rakamını Roma rakamına çevirmek


için rakam bileşenlerine ayrılır:

27 = 10 + 10 + 7
X + X + VII = XXVII

423 = 400 + 20 + 3
CD + XX + III = CDXXIII
'.' 1 ÇI:'\' :VlERAK EDERlZ?

Bilinen en esJki ses JkayJ11_


hangisidir 1
Araştırmacılar 1 8 60 tarihli bir tipografın eseridir. Aygıt sesleri
ses kaydını yeniden oluşturmayı algılıyor ve üzeri isle kaplanmış
başarmışlardır. Au clair de la lune bir silindire ses büklümlerini
şarkısının bu versiyonu, Thomas çizen bir iğneye naklediyordu.
Edison'un fonografı icat etme­ Araştırmacılar, sesleri dijital gö­
sinden on yedi yıl daha önceye rüntüleme yöntemiyle yeniden
aittir. "Fonotograf" adı verilen oluşturan bir teknoloji sayesinde
bir teknik geliştiren bir Fransız kaydı yeniden canlandırabildiler.

KHIMAIRA NEDİ R?

Y
unan mitolojisinden çıkma fantastik bir yaratık olan
khimaira, aslan kafalı, keçi gövdeli ve ejderha kuy­
ruklu bir canavardır. Ağzından alevler saçan ve in­
san yiyen Khimera, Bellerophontes tarafından öldürülse de,
Batı dillerindeki yerini korumuştur.
Bugün Fransızcada "chimere" sözcüğü suni dölleme veya
nakil yoluyla yaratılan bir organizmayı ifade etmek için kul­
lanılır: Yani iki farklı genom söz konusudur. Aynı zamanda
deniz dibi uçurumlarında yaşayan, köpek balığına yakın bir
balık türüne de "chimaera" denir.

- 94 -
Kurşun altına dönüşür mü?
17. yüzyıla gelinceye dek modern kimyanın habercisi ola­
rak varlığını koruyan simyanın en önemli amaçlarından biri,
kurşunu altına "dönüştürmekti." Bu "ilim''in en büyük eseri
felsefe taşıydı; bu taşın kurşun gibi adi bir metali altın gibi
soylu bir metale dönüştürebildiğine inanılıyordu. Simyager­
lere göre, taş beşinci elementti.
Eğer simyagerlerin yaptığı çalışmaları gizlemeye yönelik
küresel bir komplo söz konusu değilse, yüzyıllar süren dene­
melere rağmen felsefe taşının hiçbir zaman bulunamadığını
ve kurşunun kurşun olarak kaldığını söylemek gerek.
Bugün artık bir taşın ne kadar harika olursa olsun sim­
yagerlerin beklentilerine cevap veremeyeceği biliniyor, ama
araştırmacılar bu "dönüşüm"ün teorik bakımdan mümkün
olduğunu ortaya koydular. Kurşun atomları 300°C sıcaklık­
ta ısıtılır ve elektromanyetik bir alan içine yerleştirilir, ardın­
dan da bir siklotron (dev bir parçacık hızlandırıcısı) içinde
hızları artırılırsa temel parçacıklarının yerinin değiştirilme­
siyle altın atomları elde etmek pekala mümkündür.
Teoriye göre durum böyle. Pratikte ise böyle bir işlem
aşırı risklidir: Dönüşüm sırasında bir altın atomunun orta­
ya çıkması olasılığı o kadar düşüktür ki, bir gram altın elde
etmek için siklotronu yüz yıl boyunca kesintisiz çalıştırmak
şarttır! S aati 1000 Euro'dan hesap edildiğinde, bir gram al­
tın elde etmek için milyarlarca Euro harcamak gerekir.
Kuyumcular rahat rahat uyuyabilirler!

- 95 -
:>:lÇ1:" )lERAK EDERlZ?

S CHRÖ D IN GER ' iN KED İ S İ


Ö LÜ M Ü , D İ Rİ Mi ?
binme adı verilen ilke uyarınca

G
enellikle güç bir dal
olan kuantum fi­ atom aynı anda hem bütünlüğü
ziği hakkında ko­ içinde hem de bozunmuş halde
nunun dışındakilerin aklında, var olur. Demek ki bu deneyde
ezber bozan bir örnek olarak de Geiger sayacı her iki hali
Schrödinger'in kedisi kalır; de kaydeder ve dolayısıyla kedi
çünkü modern fiziğin bu dalı­ aynı anda hem ölü hem de di­
nın gündeme getirdiği sorun­ ridir.
salları yansıtabilecek az sayıdaki Eğer bazı sadistler bu deneyi
"somut" örnekten birisi söz ko­ gerçekten yapmaya kalkarlarsa,
nusudur. başlarına geleceğe de katlanmak
Bu düşünce deneyi adını zorunda kalırlar, çünkü "hem
mucidi olan Avusturyalı fizikçi ölü hem diri" bir kedi sadece
ve kuantum mekaniğinin babası düşüncede mevcuttur. Fizikçi­
Erwn Schrödinger'e borçludur. ler bu paradoksu açıklamak için
Bu sanal deneyin özü, sımsıkı birbirlerine girmişlerdir: Tutar­
kapalı bir kutuya bir kedi ve bir sızlık teorisine göre, mikrosko­
Geiger sayacı yerleştirilmesidir. pik kuantum düzeyinde doğru
Sayaç, yakındaki bir atomun olan, makroskopik düzeyde
bozunduğunu algılar algılamaz doğru değildir. Çok cazip gö-
kutunun içine dolan zehirli
gaz böyle bir sonu hiç de hak
etmeyen zavallı kediyi öldürür.
Ayrıntılara girmeden anlatmak
gerekirse, kuantum fiziğine göre
gözlem yapmadan önce üst üste

- 96 -
.:\' 1 Ç 1 :\' Yl E RAK EDER]Z?

rünen bir diğer teori ise "paralel Ama bu geniş çaplı sorgula­
evrenler" meselesini ortaya ata­ maların ötesinde, geriye bir soru
rak, iki ayrı ve diğerine indirge­ kalıyor: Bütün bu deneyler için
nemez gerçekliğin bir arada var bula bula bir kediyi mi buldu­
olabileceğini söyler. nuz?

Niçin insan ya§landıkça


zaman daha hızlı geçer ?

E
n güzel meyhane mu­ İnsan çocukken yıllar hiç
habbetlerinin konusu sona ermeyecek gibi gelir. İki do­
olabilecek gibi görünen ğum günü arasında akan zaman
bu varoluşsal sorunun aslında hiç bitmeyecekmiş gibi görünür­
son derece mantıklı bir cevabı ken, yetişkinlikte zaman önüne
mevcuttur! geçilmez bir şekilde daralır . . .

- 97 -
.'\' l Ç L X .' !ER:\K EDERiZ?

Bu duygunun metafizik dı­ yaşındaki bir çocuk için bir yıl


şında bir anlamı var mıdır, yoksa ömrünün yüzde lO'u anlamına
bunu tarihler ilerledikçe zama­ gelirken, 50 yaşındaki bir ye­
nın daha hızlı akmasına neden tişkin için bu oran yüzde 2'ye
olan hareketli bir ritmin sonucu düşer. Demek ki, tüm yanılma
olarak mı görmek gerekir? As­ paylarıyla birlikte, şu sonuca
lında cevap öyle basit ki bunu varılabilir: İnsan 50 yaşına gel­
düşünememek acınılacak bir diğinde bir yıl, 5 yaşındakine
duru m. oranla 10 kat daha hızlı geçer.
Her yıl, insanın doğdu­ Yaşama ilişkin en temel soru­
ğu gü nden beri geçen zamana lardan biri de böylece cevabını
orantılı bir biçimde akar: 10 bulmuş olur!

- 98 -
Kökeni İskoç gölleri (loch) kadar puslu olsa
da, renklerin ve desenlerin �eşitliliği, en
önde gaydaların yürüdüğü Iskoç al�ylarının
hatırası ve geleneğe bağlılık, killi (Iskoç
eteği) takdir edilen ve simgesel bir giysi
haline getirmiştir.

Niçin ki/t'lerin modası hiç geçmez?


�an

K
sisteminin kökleri üstüne uzanırlardı. Daha sonra
Iskoçya' nın Kelt kö­ kumaşı bedenlerine sarar ve ke­
kenlerine dek uzanır. meri bağlarlardı. Ayağa kalkın­
Klan, kan bağlarıyla dışarıdan ca pelerinlerini sırtlarına geçirir
evlat edinmeyi bir araya getiren ve kumaşın artan bölümünü
bir tür geniş aileydi. kemerlerine sokarlardı. Togaya
O dönemde şef, uyrukları­ da benzetilen bu kostüm farklı
nın babası olarak kabul edilirdi. biçimlerde giyilebiliyordu. Ça­
Her türlü ihtilafı çözer, onları tışmalar sırasında savaşçılar ku­
korur ve savaşta yönetirdi. Klan maşın fazlasını kollarına sarıp
üyeleri İskoç milletinin simgesi kalkan gibi de kullanıyorlardı.
olan ve birbirlerini tanımalarını Ama çatışma sırasında ağır­
sağlayan, tartan (ekose yünlü lığı nedeniyle çok kullanışsız
kumaş) giysiler giyerlerdi. olabilen bu kumaş, dört nala
Tartanın veya İskoç kostü­ at sürmek için de pek elverişli
münün adının kökenleri tam sayılmazdı. Süvariler onun ye­
olarak saptanamamıştır. Tar­ rine dar İskoç pantolonu olan
tan, büyük ve dikdörtgen bir trews'u tercih etmişlerdi.
kumaş parçasıydı. Klan üyeleri Sonra belden kemer takılan
bunu kemer altına gelecek şe­ tartanın daha basitleştirilmiş bir
kilde yere serer, sonra katlar ve versiyonu olan kilt ortaya çıktı.

- 99 -
:-; J ç l � :'>1ERAK EDERlZ?

Kilt bir daha hiç terk düğmeli bir yelekten oluşur. To­
edilmedi kalarla süslenmiş düşük konç­
Tarihçiler, ilk tartanların üze­ lu ayakkabılar olan brogue'lar,
rindeki desenlerin bölgeleri kemerle uyumludur. Yün örgü
simgelediğini düşünmektedir­ çoraplar jartiyerlerle tutturul­
ler. Bu ilk tartanlar henüz bir muştur. Üstleri ponponlarla,
klana aidiyeti göstermiyorlardı bazen de armalarla süslenmiş
ve herkesin kendi zevkine göre deri keseler, yani sporran ve bir
seçiliyorlardı. Kimlik belirleme Balmoral başlık kıyafeti ta­
işlevi, İskoç alaylarında kulla­ mamlar. Bazen bir çorabın içi­
nılan tartanlarla birlikte ortaya ne sgian dubb denen kısa, siyah
çıktı. bir hançer kaydırılır. Kadınlara
Bugün yüzlerce farklı tartan gelince, onlar da kilt giyebilir,
mevcuttur. ama sporran taşımaları yasaktır.
İskoçların takım elbisesi, Geleneklere göre, kilt'in içine
bir kilt, bir tvit ceket ve boynuz çamaşır giymemek adettendir,
ama bu mecburi bir şey değildir!
1 8 . yüzyılda resmi askeri
üniformalarda tartan desenle­
ri görülmeye başlanır. 1 822'de
Kral IV. George büyük bir ka­
bul töreninde kilt'i çok beğenir.
Daha sonraları Prens Charles
da bunu benimser. Ama kraliyet
tartanları sadece hanedan üye­
leri tarafından kullanılabilir.
Bugün herkes canının çekti­
ği tartanı giyebilir. Günümüzde
rugby maçlarındaki İskoç taraf­
tarların renkli giysileri de bunu
kanıtlamaktadır!

- 100 -
G Ö RGÜ VE NEZAKET
.
KURALLARININ M iAD I
D O LDU MU ?

N
e yani, mektubun Eskiden daktilo ile yazı sa­
sonuna yazacağınız dece ticari yazışmalarda kabul
basit bir "saygılarım­ edilirdi. İçiniz rahatlasın, bu
la" sözü ile görgülü biri olmayı durum günümüzde değişmiş­
garanti altına alacağınızı mı tir. Ama lütfen bir protokol
düşünüyordunuz? mektubu yazarken veya çok
Eğitiminize katkı yapmak­ saygıdeğer (ya da alıngan) bi­
tan mutluluk duyan bu ki­ rine mektup gönderirken asla
tapta, size iyi kullanacağınızı makine kullanmayın.
umduğumuz birkaç kuralı ha­ Kağıtta canlı renkler seç­
tırlatacağız. meyin: Beyaz, gri, mor ve gök
Unutmayın ki, iyi yetişti­ mavisi seçkin renklerdir ve
rilmiş bir kişi neyi, nasıl ve ne unutmayın, beyefendiler fan­
zaman yazacağını bilmek zo­ tezi kağıt kullanmazlar. Eğer
rundadır. bazı yazışmalarınız için oriji­
Fazla düzgün bir yazı gü­ nal (ve de şık) bir kağıt alırsa­
nümüz modasına uygun de­ nız, başsağlığı ve iş mektupları,
ğildir: Yazı, düz ve basit olma­ resmi bir makama yazacağınız
lıdır (so cool0 . Gerçekten artık mektuplar, vb için farklı bir
çağ dışı kalmış imza süslemesi kağıt seçmeyi unutmayın.
saçmalıklarını da unutun. Telefon edecekseniz, çok
Pembe dolma kaleminizi hasta birinin bulunduğu bir
hemen değiştirin: Mürekkep evi asla aramayın, VİP (çok
dediğin siyah, mavi veya me­ önemli kişi) kategorisindeki
nekşe rengi olur, o kadar! insanlara asla doğrudan ulaş-

- 101 -
:'\ l Ç l :" .\lERAK EDE.RlZ?

maya çalışmayın. Fikir emek­


çilerinin de ancak belli saat­ Trilobit
lerde rahatsız edilebilecekleri
aklınızın bir köşesinde bulun­ nedir?
sun.
Her halükarda boşboğaz­
lık etmeyin, ama özellikle te­
lefonların dinlenebileceğini
unutmayın: Sırlarınızı ifşa
etmekten, beddua etmekten
veya ismini telaffuz ettiğiniz
birisi hakkında önemli bilgiler
aktarmaktan kaçının.
Tabii burada saydığımız
B
unlar coğrafi açıdan çok
birkaç kuralı öğrendiniz diye, , yaygın fosil deniz hay-
Cenevre'ye gidip B arones ' vanlarıdır. Paleozoik zamana ·

Rosthchild'in Adab-ı Mua­ · ait kayaçlarda bol bulunan


şeret Okulu'na girmekten de trilobitler, nesli tükenmiş tri­
-şayet imkanınız varsa- vaz­ lobitamorpha türüne dahildir.
geçmeyin . . . Arazilerdeki jeolojik katman-
, ların, kayaçların ve fosillerin
tarihlendirilmesini sağlayan yer
· biliminin, stratigrafınin (kat­
man bilim) en gözde inceleme
konularından birini oluşturur­
lar. Trilobitler tespih böceğine
· benzeseler de, fosil koleksiyon­
: cuları onlara çok meraklıdırlar.
. Güzelliklerine ve biçimlerinde­
� ki çeşitliliğe hayranlık duyarlar.

- 1 02 -
:" l Ç l :\' .\ I ERAK .E:DKR 1 Z'I

" YO LC U S EN D RO MU "
NED İR ?

Y
olculukların gençleri yetiştirdiği söylenir. Ama ba­
zen (uçak pistte bir saat kalkış izni bekleyince veya
en küçük kardeş tüm yol boyunca ablasının canına
okumaya karar vermişse) yolculuklar kabusa dönüşebilir,
ama bu küçük sıkıntılardan daha da ciddi bazı "yolcu send­
romları" teşhis edilmiştir.
Bunlardan ilki olan "Stendhal sendromu" adını Floransa'yı
ziyaret ettikten sonra 1 9 1 7'de izlenimlerini şu şekilde kay­
deden yazardan almıştır: "Güzel sanatların ve tutkulu duy­
guların insana verdiği göksel duyumların buluştuğu bir he­
yecan noktasına erişmiştim. Santa Croce'den [Floransa'da
bir kilise] çıkarken kalp çarpıntısına tutulmuştum, içimdeki
yaşam gücü tükenmişti, her an düşme korkusuyla yürüyor­
dum." Hatta Stendhal, "Bu kadar büyük bir güzellik karşı­
sında insan ölebilir mi?" diye soracaktı.
S tendhal'in bu saptamasından bu yana, benzer başka
gözlemlere de rastlanmıştır. Botticelli'nin Venüs'ü karşısında
bayılanlar, Caravaggio'nun eserlerini görünce başı dönen­
ler, Michelangelo'nun Davut heykelinin dibinde panik atak
krizine yakalananlar. . . Psikanalist Graziella Margherini'ye
göre, bu fenomen herkesin içinde önceden mevcuttur: "Bir
sanat eseri ona bakan için bir içsel dramın simgesi işlevini
gorur. ''
.. ..

Son zamanlarda ortaya çıkan bir diğer sendrom ise, Pa­


ris sendromu diye bilinir. Özellikle Paris'i ziyaret ederken,
Aydınlanma Başkenti'nin her koşulda klas bir kent olduğu

- 103 -
>: 1 Ç ! S .l:l EH. \ K EDEH. 1 7.?

efsanesinin çok uzağındaki katı gerçeklerle karşılaşan Ja­


ponlarda görülür. Hatta bazı Japon turistlerin uğradıkları
büyük hayal kırıklığı sonucunda depresyona veya psikolo­
jik bunalıma girdikleri bile söylenmektedir. Paris turizmiyle
uğraşan profesyonellerin aşması gereken bir sorundur bu.
Kayıtlara geçmiş son sendromun adı, Kudüs sendromu­
dur: Kentin efsanevi ününden kaynaklanan bu sendromun,
bazı Hıristiyan hacılarda ani bir dinsellik ve mistisizm artı­
şıyla kendini gösterdiği belirtilmektedir. Bu öyle bir hal ala­
bilmektedir ki, bazı hacılar kendilerini Kutsal Kitap'tan fır­
layıp çıkmış şahsiyetler sanmaya başlamakta ve kutsal kentin
sokaklarını trans halinde arşınlamaktadırlar. Pek tehlikeli
olmayan (ama biraz gülünç olan) Kudüs hastaları, birkaç
saatten birkaç güne kadar sürebilen bu "vahiy" aşaması sona
erinceye kadar (bu konuda özel servisleri bulunan) çeşitli
İsrail hastanelerine yatırılmaktadırlar. Bu taşkınlık halleri
2000 yılına geçilirken doruk noktasına ulaşmıştır.
Bazı psikiyatrlara göre, "yolcu sendromu" kavramı pek
yerinde değildir: "Patolojik (hastalıklı) yolculuk''tan söz
ıek daha doğru ola­
tktır. Bu tespite göre,
)lculuk hassas bün­
elerde onları kork­
ukları bir şeyden
kaçmaya sevk eden
bireysel bir hezeya­
nın parçası olmakta
veya zaten önceden
mevcut bir hastalı­
ğı tetiklemektedir.

- 1 04 -
:" l Ç l :" ) l E .RX[( EDEH.lZ?

Yani yolculuğa özgü bir hastalıktan söz etmek pek müm­


kün görünmüyor. İ çiniz rahat etsin, tatile gidip delirmeden
dönme şansınız çok yüksek. Ama cüzdanınızın boşalmaya­
cağı konusunda aynı güvenceyi veremeyiz . . .

LATİNCEN İ Z İ GELİ Ş Tİ RİN

L
atince birçok deyim, Bis repetita placent
özdeyiş, söz günümüz­ Tekrar, baştan çıkarır.
de bile kullanılmaya
Fiat lux
devam edilmektedir. Siz de ar­
Işık olsun! (Büyük bir keşfi
kadaşlarınızla yemek yerken,
duyurmak için olduğu gibi,
bunlardan bazılarını kullanarak
atmış sigortayı değiştirdikten
sivrilebilirsiniz!
sonra da kullanılabilir.)
Alea jacta est
Ok yaydan çıktı. Horresco referens
Anlatırken tüylerim diken
Errare humanum est diken oluyor.
Hata insana özgüdür veya
hatasız kul olmaz! Mens sana in corpore sana
Sağlam kafa sağlam vücutta
Hemen arkasından şunu da
bulunur.
ekleyebilirsiniz:
Panem et circenses
Persevare diabolicum est
Ekmek ve sirk oyunları
Ama hatada ısrar etmek
Şeytan'a özgüdür. (Ekmek isteyen Roma halkını
aşağılamak için kullanılan söz) .
Dura lex, sed lex
Kurallar katıdır, ama kuraldır. O tempora! O mores!
Ne çağ! Ne adetler! (Cicero)
Divide ut regnes Kendi çağını eleştirmek için
Böl ve yönet (Machiavelli) . söylemişti.

- 105 -
�'\: :i Ç 1 :" > l E:R_\K EDER]'/,?

Credo quia absurdum etmek için kullanılır. Çünkü


İ nanıyorum çünkü saçma. Prens'in hocası ona Latince ve
Yunanca öğretmek için yaptığı
Acta estfabula
derlemede, klasik metinlerin
Oyun bitti! sakıncalı bulduğu pasajlarını
Antik tiyatroda bu sözler çıkartmıştı.
temsilin bittiğini haber verirdi.
Castigat ridendo mores
Aut Caesar, aut nihil Adetleri gülerek düzeltiyor.
İ mparator ya da hiç (Cesar
Komedinin şiarı (Comedie­
Borgia) . Française'de kullanılmiştır) .
Ya devlet başa ya kuzgun leşe . . .
Servum pecus
Cave canem Köle sürüsü.
Dikkat köpek var. Yağdanlıklar ve maiyetler için
Ad usum delphini kullanılır (bazen aynı büroyu
Veliaht Prens'in paylaştığınız meslektaşlar için
(kastedilen de söylenebilir) .
XIV. Louis' nin Vulnerant omnes, ultima necat
oğludur) Hepsi yaralar, sonuncusu
kullanımı için. öldürür.
Sansürlenmiş Saatlerin geçişini çağrıştıran
eserleri söz.
alaycı bir Eskiden güneş saatlerinde,
şekilde ifade kilise saatlerinde ve kamusal
anıtlarda böyle bir yazıt
bulunurdu.

- 1 06 -
:" i Çi:" > I E :R/1. K E D EJ� ] '/,'/

Niçin bu kadar çok


dövme yaptırılıyor?
övme (tatouage) sözcüğünün kökeni, Kaptan Ja­

D mes Cook' a bağlanır. Tahiti dilinde resim ve ruh


manasına gelen "tatau" veya "ta-atouas" teriminin
Cook tarafından bozularak böyle söylendiği belirtilir.
Eski Mısır, Kolomb öncesi Amerika ve Kuzey
Amerika, Japonya, Afrika, Endonezya,
Melanezya, Polinezya, Hindistan - döv­
me dünyanın hemen her yerinde görülür.
Bazı kültürlerde dinsel ve sosyal
değerler aldığı gibi, aynı zamanda
bir namus lekesi olarak da de­
ğerlendirilirdi. Bu neden­
le sık sık kimlik belir­
leme, cezalandırma
ve bedenin bütün­
lüğüne dokunma yöntemi olarak da
kullanıldı. Yunanlar ve Romalılar
kölelere, canilere, hırsızlara ve askerle­
re ömür boyu çıkmayan antik stigma
vuruyorlardı. Japonya'da döv­
me, paryaları ve dışlan­
mışları damgalamak
için kullanıldığı gibi,
fahişeler tarafından
da bir çekicilik işare-

- 1 07 -
:" l Ç J :'\ :"lER :\ K EDERlZ?

ti olarak kullanılıyordu. Günümüzde Japonlar dövmeyi hiç


sevmezler. Onu mafıoso bir işaret veya eğitimsiz sınıfların
kullandığı maçist bir simge olarak görürler.

H a kl ı b i r şeyta n i ü n
16. yüzyılda dövme bir gösteri unsuru haline geldi. Kaşifler
ve denizciler dövmeli yerlileri yakaladıktan sonra burjuva
salonlarında "acaip insan manzaraları" diye teşhir ediyorlar­
dı. Bunların ilki Fransa'da ve Almanya'da teşhir edilen bir
Eskimo ailesi oldu; sonra tüm vücudu dövmeyle kaplı olan
Filipinli bir yerli, Prens Giolo geldi - İ ngiliz sosyetesi ona
bayıldı.
Bu dalga içinde, sözde Güney denizlerinde vücutlarına
zorla dövme yapılmış bazı denizciler de desenli bedenleri­
nin ticaretini yapmaya başladılar: Bazıları Barnum's Ameri­
can Museum'da yaptıkları şovlarla meşhur oldular.

T u h a f ve h asta l ı kl ı b i r t i c a ret
Dövme hiçbir zaman sadece estetik bir kaygıdan kaynak­
lanmamıştır. Örneğin sömürgecilik döneminde cinsel köle
haline getirilen kadınların ayak bileklerine zincir dövmesi
yapılırdı.
1 9. yüzyılda tıp öğrencileri, morg ve hastane görevlile­
ri gizlice dövmeli ve tabaklanmış deri ticareti yapıyorlardı.
Üzerlerinde askeri desenler veya erotik çizimler bulunan bu
deriler sigara kutusu, cüzdan, abajur gibi çeşitli nesnelerin
yapımında kullanılıyordu. Bu arada en korkunç dövme ör­
neğini, nazilerin toplama ve imha kamplarındaki tutuklula­
rın kollarına bastıkları numaraları unutmayalım.

- 108 -
:" l Ç l :" .\ I E R\ K EDERl'I.?

E rke kle r, ge rçe k e rke kler, d övm e l i le r ...


Dövmeler uzun süre kürek mahkumlarının ve haydutların
ayrıcalığı olarak kaldı. Bu dövmeler içinde en tanınmışları,
" İ neklere [aynasızlara] ölüm'' manasına gelen ve başparmak
ile işaret parmağı arasına yapılan üç nokta ile "dört duvar
arasında" manasına gelen ve bileğe kare biçiminde yapılan
beş noktaydı. Boynun etrafına yapılan noktalar, "kalbim an­
neme, boynum Deibler'e" manasına geliyor, Deibler adında­
ki cellada ve giyotine meydan okuyordu.
Dövmeler sahiplerinin erkekliğinin kanıtıydı, ama günü­
müzde bu tavrın geçerliliği pek kalmamıştır. Buna bağlılığı­
nı hala hiç sarsılmadan koruyan tek kurum Rus mafyasıdır.
Gövde resimleri ve "zindan çiçekleri" her türden katilin ve
suçlunun gurur vesilesidir. "Kariyer"lerini simgeleyen bir
özgeçmiş haritası gibi dövme yaptırmayı pek severler. Çün­
kü acı çekmeden veya kan dökmeden dövme yaptırılamaz.
Bu, hastalıklı bir düşünce şekliyle bir yiğitlik ve kendine
hakimiyet işaretidir.

D övm e l e r i n ç e ş i t l i a n la m la r ı
Toplumsal basamakların tam zıt ucunda ise dövme bir eg­
zantriklik ve aristokratik farklılık işareti olarak görülmüştü.
İ ngiltere kraliyet ailesi, İ sveç ve Danimarka kralları, Wins­
ton Churchill, hatta Stalin dövmeye çok meraklıydılar.
Ama dövmenin yeniden parlak günlerine kavuşması,
1 960'lı yıllarda California'daki hippi hareketinden ve 1970'li
yıllarda rock müziğin öne çıkmasından sonra oldu. Sayısız
yeni stil ortaya çıktı: old school (eski ekol) , new school (yeni
ekol), Japon stili,.fıne !ine (ince çizgi), Polinezya stili, heroic
fantasy (kahraman fantezisi), Hint stili, Kelt stili, kabile stili,
Gotik stil. . . Bunlar ait olunan toplulukların yansımalarıdır.

- 1 09 -
:\' l Ç l :\' �\ERAK EDERlZ?

Ama günümüzde dövmeye duyulan düşkünlük çeşitli so­


ruları da beraberinde getirmektedir. Herkeste mevcut gizli
bir mazoşizmin dışavurumu veya vücudun sığınılacak liman
olarak görüldüğü bir anlam yitimi mi söz konusudur? Acaba
dövme yaptırmanın amacı, ayrıksılığı kural haline dönüş­
türmek midir? Yoksa kısa ömürlü olmaktan çıkan bir moda
mı söz konusudur? Antropologlar ve sosyologlar için heye­
canlı bir araştırma konusu oluşturan dövme, farklı çağları ve
yerleri aşan ender vücut pratiklerinden biri olmayı sürdür­
mektedir.

Dövmelerin Anlamları

D Bu sözlü gelenek uygarlığında, dövmeler bilginin, belleğin,


övme sanatı özellikle tüm Pasifik bölgesinde çok yaygındır.

öğretilerin taşıyıcılarıydı. Erkekler tepeden tırnağa dövme yaptı­


rabiliyorlardı. Batı'daki dövme meraklıları daha mütevazıdır, ama
seçtikleri resimlerin manalarını araştırmaktan da geri kalmazlar.

Kedi: Ak veya kara büyüyle ilişkilidir. Yumuşacık kürkü ile kes­


kin tırnakları arasında bir çelişkiyi canlandırır.
Kalp: İkiye bölünmüş olma veya kan damlaması durumları dı­
şında aşkı simgeler.
Kaplumbağa: Uzun ömür ve doğurganlık.
Ejderha: Güç ve iktidar. Hava ve ateşin efendisi. Hem olumsuz
hem olumlu.
Kılıç: Adalet ve onur.
Peri: Doğaüstü güçlere inanç.
Örümcek ağı: Yeniden doğum ve mevcut düzenin reddi.
Papağan: Tüylerinin renkleri hayatın başlıca elementlerini sim-
geler: toprak, ateş, gökyüzü, su.
Şahin: Kartal gibi o da gücü ve manevi yükselmeyi simgeler.
Kelebek: Hayatın geçiciliğinin ama ruhun ölümsüzlüğünün bi­
lincinde olma.

- 1 10 -
:" l <, : L'-' .\l E H. . \ K E D E R l '.1.?

Eski zamanların züppeleri, günümüzün süsüne


ve görünüşüne önem verme kültünün öncülleri
olarak, çağdaş meşhurların gösterişçi davranışlarının
habercisi gibiydiler. Günümüzde Moliere acaba
şöyle mi yazardı?: "Moda düşkünlüğü sadece Paris'e
bulaşmakla kalmadı, bölgelere de yayıldı ve gülünç
rüküş/erimiz paylarına düşeni kana kana içtiler!"*

Gösteri§çilere ve moda
kurbanlarına ne ad verilirdi ?
oliere'in Kibarlık Hastası Gülünç Kadınlar oyunu

M ölümsüzdür: Piyesin kahramanları olan güzel


Magdelon ve Cathos, grotesk modaları, tuhaf­
lıkları, sosyetenin mizah ve fantezi kaynağı olan orijinallik
aşırılıklarını simgeliyorlardı.
Kibarlık hastalığı bugünün habercisiydi: 17. yüzyılda ka­
dınların etkisiyle, IV. Henri sarayının kaba adetlerine karşı
gelişmişti ve zarafeti, inceliği öne çıkarıyordu. Çok özenli
ve seçkin bir dil kullanılmasına önem veriliyordu. Örneğin
"güzellik danışmanı" ayna manasına gelirken, "sohbet araç­
ları" iskemleleri ifade ediyordu.
Salon sosyetesi, Aydınlanma Çağı, sonra da Devrim bu
seçkinlik, orijinallik, hatta kaçıklık ve tuhaflık merakının
önünü iyice açacaklardı. Pudralar ve kremler içindeki züppe
erkekler en aşırı süsleri kullanacaklardı.
İtalik yazılmış sözcükler Moliere'in bir oyunundan alınmış replikteki şu
sözcüklerin yerine kullanılmışlardır: "cafcaf', "eyaletler", "kibarlık hastası
kızlar. "

- 111 -
:'\ :I Ç :I :'\ ) l E:RXK EDERi Z ?

ASAL SAYI LAR NİÇİN BU KADAR


BÜYÜLEYİ CİD İR?
Ç oğunlukla her şey
bir tanım meselesi
tenes, İ talyan Fibonacci,
Fransız Fermat ve diğerle­
olduğu için, önce ri. 1 801'de aritmetiğin temel
a sayı nedir onu bilmek teoremini ispatlayan ise Al­
gerekiyor: Sadece kendisine man Gauss oldu: "Her tam
ve l'e bölünebilen (1 dışın­ sayı (aşağı yukarı) tek bir
daki) sayılara asal sayı denir. şekilde asal sayı çarpanla­
Ö rneğin 7 asal bir sayı­ rına ayrılabilir." Bu teorem,
dır, çünkü sadece 7'ye ve l'e önemsiz gibi gözükmekle
bölünebilir. Ama 9 asal sayı birlikte, matematiğin tam
değildir, çünkü 3'e de bölü­ sayıları inceleyen dalı olan
nebilir. aritmetiğin köşe taşını oluş­
Dış görünüşlerinin ak­ turur.
sine, asal sayılar basit bir Günlük yaşamda da asal
matematik ilginçliği olarak sayılara rastlanır. Özellikle
kalmazlar. Asal sayılarla il­ matematiğin kodları ve şif­
gili ilk kuramı Eukleides'e releme yöntemlerini incele­
borçluyuz: Örneğin sonsuz yen dalı olan kriptografınin
sayıda asal sayı bulunduğu­ alanına giren asal sayılar,
nu açıklayan ilk o olmuştur. herkese kredi kartını risksiz
O günden bu yana asal sayı­ kullanma olanağı verir. Asal
lar Eukleides'in devamcıla­ sayılar olmasa, muhtemelen
rının tutkusu olmaya devam internetten alışveriş yapa­
etmişlerdir. Asal sayıları mazdınız!
elde etmek için bir yöntem Bugün de asal sayılar
öneren Yunan Erasthos- matematikçileri heyecan-

- 1 12 -
:>.: l Ç l :\' )JE RAK E D E R l '.!.?

- - - - - - - - - - ,
!andırmaya devam ediyor. - - - - -

Örneğin, şu kural hala is­ SOO'e kadar olan


patlanabilmiş değil: 2'den asal sayıların
mutlak olarak büyük her çift
listesi
sayı iki asal sayının toplamı
olarak yazılabilir. Ö rnek: 1 6 2 ' 3 ' 5 ' 7 '
= 5+1 1 . 11' 13' 17' 19'
B u kural 3xl 017'ye (yani
23' 29' 31' 37'
300 katrilyon) kadar olan
41' 43' 47' 53'
sayılar için doğrulanabil­
mekle birlikte, ispatı henüz 59' 61' 67' 71'
yapılamamıştır. 73' 79' 83' 89'
Olabilecek en "büyük'' 97, 1 0 1 , 103, 1 07,
asal sayıların araştırılması ise 1 09, 1 13 , 127, 1 3 1 , 1 3 7,
daha da eğlencelidir: Şu ana 1 39, 149, 1 5 1 , 1 57, 1 63 ,
kadar bulunabilmiş en bü­ 1 67, 1 73 , 1 79, 1 8 1 , 1 9 1 ,
yük asal sayı 9 . 808.358 ra­
193, 197, 199, 2 1 1 , 223,
kamlıdır (Evren'deki atom-
. 227, 229, 233, 239, 241 ,
1arın sayısı ıse "sadece " 20
rakamlıdır!). 25 1 , 257, 263, 269, 271,
Matematiğin bir zen­ 277, 28 1 , 283, 293 , 307,
ginliği de budur zaten: Çok 3 1 1 , 3 1 3 , 3 1 7, 3 3 1 , 337,
basit bir keşiften hareketle 347, 349, 353, 359, 367,
muazzam sonuçlara ulaş­ 3 73, 379, 3 8 3 , 3 89, 397,
mak . . .
401 , 409, 419, 421 , 43 1 ,
433 , 439, 443 , 449, 457,
46 1 , 463, 467, 479, 487,
49 1 , 499

- - - - - - - - - - - - ---�

- 113 -
:"' l Ç l'.'\ .'IE RA K EDE:R l Z?

Mısır'ın üzerine gönderilen


on bela hakkında bilim ne
dü§ünüyor?

T
evrat'taki Mısır'dan Çıkış
kitabı Tanrı'nın Mısır'a ver­
diği söylenen belaları anlatır.
Tortular hakkında uzman bazı jeologlar
bu "belaları" doğal nedenlere bağlarlar. M.Ö. 1 7.
yüzyılda Santorini Adası'nda yaşanan yanardağ pat­
laması Akdeniz'in tanıdığı en yıkıcı felaket olmuştu. Yanar­
dağ kelimenin tam anlamıyla patlamıştı. Püsküren muazzam
miktardaki kaya ve kül sonucunda adanın çevresi olduğu gibi
karanlığa gömülmüştü. Söylenene göre, Nil Nehri' ne de karı­
şan bu küller suyla birleşip oksitlenmiş ve nehrin kan kırmı­
zısı bir renge bürünmesine neden olmuşlardı.
Yanardağdan püsküren lavlar, hava ile temas edince sağa­
nak yağmurlara neden olmuş ve bir araya toplanmış küller­
den oluşan dolu bulutları meydana gelmişti.
Dünya'nın bu bölgesi, göçmen çekirgelerin toplanma
merkezlerinden biri olarak da bilinmektedir. Bol yağmur,
kurbağagillerin olduğu gibi, çekirgelerin de çoğalmasını
artırır. Sürü hayvanlarının ölmesi, parazitlerin çoğalmasına
bağlanabilir. Kan çıbanları ise yaralara da yol açan ve sinek,
sivrisinek larvalarından geçen myiasis hastalığı olabilir.
İ lk doğanların ölümünün ise ansefalit, tifüs, sıtma gibi
salgın hastalıklardan kaynaklandığı belirtilmektedir. Doğal

- 1 14 -
s ı ç ı s .VIE RAK KDE R ] Z?

afetlerde ilk önce en zayıf canlılar darbeyi yer. Çünkü hijyen


kalmaz, sular ve gıda maddeleri kirlenir.
Bu bilimsel varsayımlar ayrı ayrı bazı öğelerin bir sinerji
içine girebileceğini kanıtlamaktadır. O halde, Mısır'ın üze­
rine gönderilen on bela, üç kitaplı dinin anısını korudukları
en büyük doğal afetin yansımalarıdır.

M I S IR'IN ÜZERİNE GÖND ERİ LEN


ON B E LA NELERD İR ?
1 . 1 Nehrin suları kana dönü­ 7. 1 Dolu: "Yahve [Yehova]
şür: " Ve ırmakta olan balıklar Mısır diyarı üzerine dolu yağ­
öldüler ve ırmak koktu ve Mı­ dırdı."
sırlılar ırmaktan su içemedi­
8. j Çekirgeler: " Ve bütün yer­
ler."
yüzünü örttüler, ve memleket
2. 1 3 . 1 4. Ülkeyi art arda kur­ karardı; ve yerin bütün otunu
bağalar, tatarcık sinekleri, at ve ağaçların doludan kalmış
sinekleri istila eder: "ve kur­ olan bütün meyvelerini yedi­
bağalar çıkıp Mısır diyarını ler; ve bütün Mısır diyarında
kapladılar"; "ve bütün Mısır kırın ağacında, ve oıtunda
diyarında yerin bütün tozu ta­ hiçbir yeşillik kalmadı."
tarcık oldu"; "pek çok at sineği
9. I Karanlık. Bütün .Mısır di­
geldi ve at sinekleri yüzünden
yarı karanlığa gô:ı;nülür.
bütün Mısır diyarında mem­
leket harap oldu." ıo. ı İlkdoğanlann ölümü: ''Mı­
sır diyarında bütün ilk doğanlar
s. ı Ölümcül bir hastalık hay­
ve hayvanların bütün ilkleri öle­
sürülerini kırıp geçirir.
cekler."
van

6. 1 İnsanların ve hayvanların
gövdeleri açık yaralar ve irinli
çıbanlarla kaplanır.
'> 1 Ç l '.\' '.>lERAK EDERlZ?

Niçin yokai 9 ler


Jtnanga 9 lar1l etkiler?

Y
okai'ler Japon fantastik evreninin doğaüstü varlık­
larıdır. Bunlar animizm (canlıcılık) kalıntılarıdır.
Bu din, Evren'i oluşturan tüm unsurların bir ruhu
olduğuna inanır ve onları kişileştirir. Zaten Japonlar her
nesnenin içinde bir kami, yani küçük bir tanrı barındığını
söylerler.
Yokai'ler fantastik sanat modası sayesinde yeniden can­
lanmışlardır. Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Pokemon'lar
bu fantastik düşüncenin yaygınlaşmasını sağlamışlardır.
Ama özellikle Komşum Totoro, Prenses Monoke, Chihiro'nun
Yolculuğu gibi filmler ve manga çizerleri yokai'leri yeniden
popüler hale getirmiştir.
Yokai'ler denen doğaüstü hayvanlar alemi Orta Çağ'da,
resimli öykülerin anlatıldığı resimli rulolar üzerinde ortaya
çıkmıştır. İ çlerinde en çok bilinen öykü, "Yüz iblisin gece
tören alayı"dır. Burada bir dizi grotesk, ürkütücü, komik ya­
ratık görülür: hayvanlar, eski aletler, hortlaklar, müzik aletle­
ri, dev örümcek . . . Yokai'ler bizi harikalar ve sihirli düşünce
dünyasına taşırlar. Orada örneğin ağaç ruhu, dağların yaş­
lı kadını, oraklı gelincik, iblis köpek, örümcek kadın, balık
adam, saçları çeken hayalet, çeltik tarlasından çıkan çamur­
lu hayalet, sonbahar yapraklarının dişi iblisi, ağ kesici, mavi
fener hayaleti, yağmur kadını, yılanlı iskelet kadın, dokuma
tezgahının ruhu, kahkahalar atan kadın gibi varlıklarla kar­
şılaşırız.

- 116 -
s ı ç ı s .'.l .E RXK E D l� H l '/,'!

Japonlar yakoi'leri hem severler, hem de onlara gülerler.


Onları, güzel, tatlı anlamlarına gelen "kavai" sıfatıyla nite­
lerler.
J aponya'da her yaz yokai'leri ele alan ve genç okuyuculara
seslenen birçok dosya yayımlanır. Televizyon programlarına
da konu olurlar. Ayrıca müzeler ve büyük mağazalar da bu
konuda sergiler düzenlerler.
Yokai'ler, Ovidius'un Metamorphoseis (Başkalaşımlar)
adlı eseriyle birçok benzerlik gösterirler. Ovidius'un bu
uzun şiiri de tanrılar ve tanrıçaların, erkek ve kadın kahra­
manların, tarihsel kişiliklerin, hayvana, bitkiye, yıldıza, taşa
dönüşen sıradan ölümlülerin efsanelerini anlatır.

- 117 -
:'-' l Ç 1 :\' YlE:R/\ K EDERi:!,?

Rabelais doktorluk yaparken de gülmece ile


tedavi yö"ntemini kullanıyordu. Eserleri de
bunu kanıtlamaktadır. Touraine 'in korkunç
ve şamatacı kişilikler dünyasına hoş geldin iz:
Panurge, Picrochole, Touquedillon, Grandgousier,
Gargantua, Gargamelle . . .

Alcofibras N asier kimdi?

F
rançois Rabelais Pan­ üslup ustalarından biri yaptı.
�agrue/1 yayınlarken, Eserlerinde alimlerin ve lon­
ımzasını kendi adının caların dilini olduğu kadar,
harflerini farklı bir sırada dize­ yerel lehçe ve ağızları da kulla­
rek oluşturduğu bu nacaktı. Halk des­
adı (anagram) kul­ tanlarına, her türlü
lanmıştı. Rönesans konudaki Orta Çağ
döneminin bu büyük romanlarına, ata­
hümanisti 1483'te, sözlerine, deyişlere
Touraine'deki bağ­ bayılıyordu. Rabe­
lık Chinone bölge­ lais aynı zamanda
sinin ortasında, La c a n t r ep et e r i e l e r i n
'

Deviniere'de doğdu. (arka arkaya gelen


Rabelais esas sözcüklerdeki ses­
olarak din eğitimi lerin yerini değiş­
aldı; saçma bulduğu tirerek oluşturulan
ve sık sık alaya aldığı bu eğiti­ komik ve müstehcen deyimler)
min yanı sıra Yunanca, tıp ve mucidi olarak kabul edilir.
felsefe de öğrendi. François Rabelais sade­
Söz dağarcığının zenginliği ce metinlerinde değil, hayatın
onu Fransız dilinin en büyük içinde de büyük bir mizahçıydı.

-11 8 -
>: .t Ç l '.'\ Yl E R , \ K ımırn 1Z?

Anlatıldığına göre, aşırı borç­ Hayatı'nda Loire'ın neşeli şa­


landığı için Lyon'dan ayrıla­ rapçıları olan bu kalender ve
mıyor, halbuki Paris'e gitmek obur devlerin serüvenlerini
istiyordu. İçleri şeker dolu, ama ölümsüzleştirmiştir.
üstlerinde "kral için zehir" yazı­ Fouace'çılarla (bir tür poğa­
lı torbaları göz önünde bıraktı. ça) çobanları karşı karşıya ge­
Haliyle ihbar edildi ve jandar­ tiren Picrochole savaşı, bugün
malar tarafından bedava olarak Fransızcada gülünç ve boş kav­
Kral I. François'nın huzuruna gaları ifade etmek için kullanılır.
kadar götürüldü. Ş aka kralın o François Rabelais şu yaz­
kadar hoşuna gitti ki, Gargantua dığıyla da tarihteki yerini al­
ile Pantagruel in yaratıcısının mıştır: " Vicdanı olmayan bilim
bütün borçlarını ödedi. Fran­ ruhu mahveder." Bu cümleyi
sızcadaki "Rabelais'in on beş kendi çağının sonradan görme
dakikası" deyimi (ödeyecek bir ukalalarına ve onların çıkarlar,
faturası olmak anlamına gelir) kıskançlıklar ve gerici gelenek­
bu anekdottan doğmuştur. ler tarafından yön verilen sözde
Rabelais, Çok meşhur bilgilerine karşı yazmıştı.
Pantagruel'in Korkunç ve Deh­ Doğruluğundan hiçbir şey
şet Verici Olayları ve Yiğitlik­ yitirmeyen bu söz, günümüzde
leri ve Pantagruel'in babası, de etik kaygılara ilişkin sorular­
Grandgousier'nin oğlu büyük la örtüşmektedir.
Gargantua 'nı n Çok Korkunç

- 1 19 -
Picrochole' a karşı verilen gülünç savaşta gösterdiği
kahramanlıklardan ötürü Frer Jean des Entommeurs'e
teşekkür etmek isteyen dev Gargantua, ona "her türlü
manastırın tam zıddı olacak" bir manastır kurmayı tek­
lif eder. Söz konusu olan Theleme Manastırı'dır (Yu­
nancada thelemos "arzu" manasına gelir) ve François
Rabelais bu manastırdaki yaşamı büyük bir keyifle be­
timler.

MANASTIRDA YAŞAM
'' Bütün hayatları yasalara, vardır ki, onları her zaman
tüzüklere veya kurallara gö"re erdemli davranmaya ve kö"­
değil, kendi serbest iradele­ tülükten uzaklaşmaya zorlar:
rine ve keyiflerine gö"re dü­ Onur dedikleri de budur. Aynı
zenlenmişti. Canları istediği insanlar aşağılık baskılar ve
zaman yataklarından kalkar, zorlamalarla ezilip boyundu­
içlerinden geldiği zaman yer, ruk altına alınırlarsa, kendi­
içer, çalışır, uyurlardı; onla­ lerini açık yürekle erdeme yö"­
rı kimse uyandırmaz, kimse neltmiş olan o soylu duyguya
içmeye, yemeye ya da başka başvurur ve bunu kalelik ve
bir şey yapmaya zorlamazdı. boyunduruğu atmak, kırmak
Düzenlerinde yalnız şu kural için kullanırlar; çünkü bizler
vardı: hep yasaklanan işlere girişir
İSTEDİCİNİ YAP ve bizden esirgenen şeylere
gö"z dikeriz.
Çünkü ö"zgür, soylu, ıyı Bu ö"zgürlük içinde, bir tek
yetişmiş, kibar çevrede yaşa­ kişinin hoşuna giden şeyleri
yan insanların yaradılıştan yapmakta birbirleriyle ö"vü­
içlerinde ö"yle bir içgüdü ve iti lesi bir yarışmaya girerlerdi.

- 12 0 -
Aralarında bir erkek ya da bir François Rabelais
kadın '1çelim" dedi mi hep­ Gargantua
si içer, "Oynayalım" dedi mi (Bölüm LVII),
hepsi oynar; ''Kırlarda gez­ çev.: S. Eyüboğlu,
meye çıkalım" dedi mi hepsi A. Erhat, V. Günyol.
birden çıkardı. [ ]
. . ''
Homeopati sonuç alıcı bir
yöntem midir ?

A
lışılmış tıbbın dı­ lanılır ("homeopatik doz"
şında kalan tıp deyimi buradan türemiştir) .
yöntemlerine "ho­ Homeopati ile tedavi
meopati" denir (genel he­ edilen hastaların çoğu ge­
kimler tarafından uygu­ nellikle çok memnun kalır­
lanan "allopati"nin karşıtı lar, çünkü yan etkiler doğal
olarak) . Bu tarz tıbbı, 18. olarak "klasik'' ecza madde­
yüzyılda Dr. Hahnemann lerine göre çok daha sınır­
icat etmiştir. Şu ilkeye da­ lıdır. 1998'de Fransızların
yanır: Bir hastalığı tedavi yüzde 40' ı homeopatiye en
etmek için, sağlıklı bir insan az bir kez başvurmuştu.
üzerinde söz konusu hasta­ Gerçekleştirilen incele­
lığın belirtilerine yol açacak melerin çoğunda, homeopa­
bir madde kullanmak gere­ ti ilaçlarının plasebolardan
kir. Ama içiniz rahat etsin, daha etkili oldukları ispat­
etkin madde tüm toksik lanamamıştır. Homeopatlar
özelliğini yitirecek kadar ise buna kullanılan metodo­
sulandırılmış bir halde kul- lojinin yanlış olduğunu söy-

- 121 -
:" 1 Ç 1 '.' .\lERAK EDERİZ?

leyerek cevap vermişlerdir; Fransa Tıp Akademisi


çünkü homeopatik tedavi ise kestirip atmıştır: Home­
"klasik" bir incelemenin or­ opati "geçerliliğini yitirmiş"
taya koyamayacağı türden ve "etkisiz" bir yöntemdir
bir doktor-hasta ilişkisiy­ ve homeopati masraflarının
le bir arada yürümektedir. Sosyal Sigorta tarafından
Homeopatiye bilimsel bir karşılanması bir yolsuzluk­
dayanak sağladığı düşünü­ tur.
len Benveniste davası ise Bazılarının ileri sürdük­
(Benveniste adındaki kim­ leri gibi bir "şarlatanlık''
yager "suyun belleği"ni keş­ olmamakla birlikte, home­
fettiğini ileri sürmüş, ama opati kendini kanıtlayama­
bunun sıradan bir şarlatan­ mıştır. Paralel ama en ciddi
lık olduğu ortaya çıkmıştı) hastalıkların tedavisinde
bu disiplinin inandırıcılığı­ kullanılamayacak sınırlı bir
nı iyice zayıflatmıştır. tıp dalı olarak kalmıştır.

- 122 -
'.'; İ Ç ] :'\ .'llrn.\K EDER1Z?

Niçin bir deniz fenerini


çalamayız?
SAGDUYU BUNA İZİN VERMEZ, ÇÜNKÜ
BU ANITSAL YAPILAR AKIL ALMAZ
YÜKSEKLİKLERDEDİR. GÜNÜMÜZDE
DENİZ KÜLTÜR VARLIKLARININ BU BÜYÜK
SİMGELERİNDEN BAZILARI BAKI MSIZLIKTAN
ÖTÜRÜ YIKILMA TEHLİKESİYLE KARŞI
KARŞIYADIR.

D
eniz fenerleri yavaş yavaş otomatikleşince, bek­
çileri de çekip gitti. Deniz fenerlerinin öyküsü,
efsanevi İ skenderiye fenerinin yapımıyla başlar.
Onların tarihi, Roma fetihleri sırasında ilk Eski Çağ ateş
kulelerinin karanlıkta parlamaya başladığı Akdeniz'in tari­
hinden ayrılamaz.
Fransa'da, modern çağı simgeleyen merkezi bir devle­
tin adım adım yerleşmesi yolculuğunun kilometre taşlarını
oluşturan deniz fenerleri, denizcilik sanatındaki yeni bilim­
sel bilgilerin ve büyük ilerlemelerin de ifadesi olmuşlardır.
Gironde halicinin girişinde, denizin ortasında inşa edi­
len Cordouan Feneri Fransız deniz fenerlerinin incisi olarak
kabul edilir. Yüzlerce yıllık bir tarihi vardır. Buradaki ilk fe­
ner 1 360'ta yapılmıştı. Rüzgar ve dalgalarla aşırı yıprandığı
için, III. Henri döneminde yeniden inşa edilmesine karar
verildi. Tamamı Saintonge beyaz taşından yapılan 68 metre
yüksekliğindeki bu kulenin inşaatı yirmi beş yıl sürdü. Daha

- 123 -
:" l t,� l.'-: .' l E R \ K l·: l l l ·: l� I /.?


sonra da birçok kez elden geçirildi, kendi
etrafında dönen ilk Fresnel cihazı bu fenere

Çt+m yerleştirildi. "Denizin Versailles' ı" veya "Fe-


nerlerin kralı" adı verilen Cordouan Feneri,
1 862'de Notre Dame Katedrali' yle birlikte
tarihsel anıtlar kategorisine alındı. İçinde
XIV. Louis' nin nazırı Colbert ' in yaptır-
dığı bir "kral dairesi" de bulunan kulenin
ikinci katında ise sekiz oluklu bir kubbesi
olan bir şapel yer alır. Burada hala nikah kı­
yılmaktadır. Sonraki üç kat sahanlık olarak
kullanılır. Altıncı katta ise fener bulunur.
1 907'de O uessant yakınında, Pierre
Hargneuse (Hırçın Taş) adı verilen su altı
kayalığı üzerine inşa edilen Ken�on ise son
Fransız anıt-feneridir. Kakmalı parkeleri
ve Macar meşesinden ahşap doğramaları
nedeniyle Saray diye de anılır.

Tehlike altındaki başyap ıtlar

Fenerler otomatikleşmeden önce, bekçi­


leri tarafından iş koşullarının sertliğine
göre sınıflandırılırlardı . Kara üzerinde­
ki fenerler "Cennet " , adalardaki fenerler
"Araf", nöbet koşullarının çok tehlike­
li olduğu deniz ortasındaki fenerler ise
"Cehennem'' diye anılırdı.
Günümüzde, içinde hiç kimsenin
kalmadığı fenerlerde, döner mercek sis­
teminin yerini her yöne doğru çakan

- 12 4 -
-'' h; i s .' I E R . \ K E [ )E R i :!.?

flaşlar almıştır. Bu ışıklı işaretler, hava ulaşımında kullanı­


lanlarla aynıdır. Çoğunlukla güneş enerjisiyle çalışırlar.
Deniz fenerlerinin ışık kaynakları çeşitli yapılar üzeri­
ne yerleştirilmiştir: yuvarlak, sekizgen kuleler, sütun benzeri
kuleler, metalik tripodlar, metalik veya ahşap yuvarlak, kare
küçük kuleler . . .
Fransa'daki yüz elli deniz fenerinin bakımından, Dona­
tım Bakanlığı bünyesindeki deniz işleri merkezi müdürlü­
ğüne bağlı Deniz Fenerleri ve İ şaret Şamandıraları Servisi
sorumludur. Bazı dernekler ve yerel yönetimler fenerlerin
korunması için seferber olmaktadır, çünkü çoğu fener terk
edilmiş durumdadır ve vandalizme maruz kalmaktadır.
Türkiye'de de çok sayıda deniz feneri bulunmaktadır.
Ulaştırma Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü'nün
verilerine göre, İ stanbul'daki fenerlerin listesi şöyledir:

Ahırkapı Feneri
Anadolu Feneri
Anadolu Kavak Feneri
Anadolu Kavak Filburnu Feneri
Arnavutköy Feneri
Balta Limanı Feneri
Bebek Feneri
Beykoz İ ncirköy Feneri
Beykoz Selviburnu Feneri
Beylerbeyi Feneri
Büyükdere Feneri
Büyükliman Çalıburnu Feneri
Çengelköy Feneri
Defterdar Ortaköy Lido Feneri

- 1 25 -
Dikilikaya Feneri
Fenerbahçe Kayalığı Öreketaşı Feneri
Harem Güney Mendirek Feneri
Harem Kuzey Mendirek Feneri
Haydarpaşa Dış Dalgakıran Güney Mendirek Feneri
Haydarpaşa Dış Dalgakıran Kuzey Mendirek Feneri
Haydarpaşa Eski İ ç Dalga Kıran Güney Mendirek Feneri
Haydarpaşa Eski İ ç Dalgakıran Kuzey Mendirek Feneri
İ stinye Feneri
Kandilli Feneri
Kanlıca Feneri
Kız Kulesi Feneri
Kireçburnu Feneri
Kuruçeşme Feneri
Paşabahçe Feneri
Rumeli Balıkçı Barınak Batı Mendirek Feneri
Rumeli Balıkçı Barınak Doğu Mendirek Feneri
Rumeli Hisarı ( Aşiyan ) Feneri
Salıpazarı Feneri
Türkeli Feneri
Umurbank Güney Kazıklı Feneri
Yeniköy Feneri

- 126 -

You might also like