You are on page 1of 98

Ukrayna’nın Halk Masalları

Yayına Hazırlayan : Iryna Dryga


Editör : Fatma Öztürk, Pınar Özdemir, Ömer Faruk Nan
Kapak Tasarım : Borys Denysevyç
Sayfa Tasarım : Halit Sadıkoğlu
Çeviri :Ukrayna Dayanışma Derneği, IU Edebiyat Fakültesi Slav Dilleri ve _
Edebiyatları Bölümü Ukrayna Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı,
Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümü öğrencileri
Resimler : İstanbul Ukraynalıları Hafta sonu Okulu öğrencileri
_Simferopol Fidançık Çocuk Eğitim Merkezi öğrencileri

Bu kitabın tamamının ya da bir kısmının, kitabı yayınlayan şirketin izni olmaksızın elektronik,
mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılması, yayınlanması ve
depolanması yasaktır. Bu kitabın tüm hakları Ukrayna Dayanışma Derneği’ne aittir.
Para ile satılmaz.
Sevgili Küçükler ve Saygıdeğer Büyükler!

Ukrayna’nın iki yerel halkı olan Ukrayna ve Kırım Tatarlarına ait seçmeli
masal derlemeleri size takdim etmekten mutluluk duyuyoruz. Bu hikayeleri
büyük bir sevgi ve umut ile derledik. Umudumuz bu masallarımızın size,
eskiden Kyiv Rus’ olarak bilinen ve şimdi Avrupa’nın en büyük ülkesi olan
güzel Ukrayna’mızı birazcık daha iyi tanımanızı sağlamaktır.
Kırım Yarımada’sının, Karadeniz’in kuzey kıyısında bulunması da bizi
coğrafi olarak komşu yapmaktadır. Ukrayna, Türk ve Kırım Tatar
halklarının coğrafi, tarihsel, kültürel ve dilsel bağları yüzyıllar öncesine
dayanan dostluk ilişkilerinin temellerini oluşturmaktadır.
Ukrayna diline, Türk dilinden geçen birçok kelime bulunmaktadır. Biz de
"leylek", "kilim" ve "meydan" kelimelerini kullanmaktayız. Tüm dünya,
Ukrayna'nın kendi kimliğini ve demokratik gelişim hakkını kazandığı
meydanlarımızı biliyor.
Klıçko kardeşler veya Andriy Şevçenko gibi seçkin atletlerimizi,
boksörlerimizi ve futbolcularımızı izlemiş olabilirsiniz. Uluslararası
Eurovision Şarkı Yarışması birincilerimizi dinlemiş olabilirsiniz; Ukrayna,
Karpat Dağları’nın asi ruhu Ruslana ve onun Vahşi Dansı ile 1944
şarkısında, halkının sürgün trajedisini anlatan bir Kırım Tatar kızı Jamala’yı
duymuş, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde iz bırakan Hürrem Sultan ve
Hatice Turhan Sultan’ın Ukraynalı olduğunu da okumuş olabilirsiniz. Onlar
tarafından yaptırılan Hürrem Sultan Hamamı, Yeni Cami ve Mısır
Çarşısı’nı ziyaret etmişsinizdir.

5
Bu kitap ile Ukrayna'nın iki köklü halkının masal dünyasına sizleri davet
etmek istiyoruz. Masallar aracılığıyla halkların tarihi, karakteri ve ruhu ile
tanışabiliriz. Masalların çevirileri; Ukrayna-Türk ve Türk-Ukrayna
ailelerinin çocukları ile İstanbul Üniversitesi Ukrayna Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalı öğrencileri tarafından yapılmıştır. Resimler ise annelerinden
bu masalları dinleyen küçükler tarafından çizilmiştir.
Size keyifli ve faydalı okumalar diliyoruz ve birbirimize kendimizden
bahsedebildiğimiz için mutluyuz.

Saygılarımızla,

Ukrayna Dayanışma Derneği

Ukrayna İstanbul Başkonsolosluğu

6
Любий читачу, Великий і Маленький!

Перед Тобою збірка казок народів України – українського і


кримськотатарського. Ми склали її з любов’ю і сподіваннями, що вона
розкаже тобі трохи більше про країну, яка в давнину була відома як
Київська Русь, а зараз є найбільшою країною Європи.

Наш Кримський півострів, який омивається Чорним морем, робить


нас географічними сусідами. А завдяки історичним, культурним і
мовним зв’язкам українського, кримськотатарського і турецького
народів - друзями.

До речі, в українській мові є немало запозичень з тюркських мов. Ми


теж говоримо “лелека”, “килим” і “майдан”. І про наші Майдани, на
яких Україна виборювала право на власну ідентичність і
демократичний розвиток, знає весь світ.

Можливо, Ти вже чув про наших видатних спортсменів, боксерів і


футболістів, братів Кличків та Андрія Шевченка. Ти знаєш наших
переможців міжнародного конкурсу Євробачення - бунтарку з
українських Карпат Руслану з її “Дикими танцями” і
кримськотатарську дівчину Джамалу, яка розповіла трагедію свого
народу в пісні “1944”.

7
Ти, напевно, чув, що султанші Хюррем і Турхан, які залишили слід в
історії Османської Імперії, були українками.Ти вже,можливо, відвідав
хамам Хюррем Султан, Нову мечеть або Єгипетський базар, які вони
побудували.

Сьогодні ж ми хочемо запросити Тебе в світ казок двох народів


держави Україна. Адже саме через казки можна познайомитися з
історією, характером і душею народу. Їх перекладали діти з
українсько-турецьких родин, а також студенти, які вивчають
українську мову в Стамбульському університеті. Малюнки зробили
дітки, мами яких читали їм казки рідного народу та вихованці клубу
дитячого розвитку “Фіданчик” м.Сімферополь.

Бажаємо Тобі приємного і корисного читання і радіємо, що можемо


розказати один одному про себе.

З найкращими побажаннями,
Українське Товариство Взаємодопомоги в Стамбулі
Генеральне консульство України в Стамбулі

8
TAVŞANIN LAPASI
Ukrayna Masalı
(Lapayı yemeyen çocuklar için küçük bir masal)

Benim hikayemi güzelce dinleyeceksin,


Bir tavşanın odun getirdiğini öğreneceksin.

9
Odunları güzelce kesmiş bizim hayvan
Ve hızlıca lapa yapmış, aman aman
Lapa lezzetli son derece,
Benim hikayem kısa hece
Kim daha uzun hikâye istiyor
Bütün lapayı hemen yiyor.

Çeviren: Olha Bostancı


Gözden Geçiren: Jale Yasan

10
ÇİLLİ TAVUK
Ukrayna Masalı

Bir zamanlar bir dede ve nine yaşarmış,


Ve onların da çilli bir tavuğu varmış.
Tavukları bir gün yumurtlamış.
Dede ne yaparsa yapsın, bir türlü yumurtayı kıramamış,
Nine de neyi denerse denesin, bir türlü yumurtayı kıramamış.
Farenin biri koşarken,

11
Kuyruğuyla yumurtaya dokunuvermiş,
Yumurta – çaaaatttttt! diye düşmüş
Ve kırılıvermiş.
Dede ağlamış, nine ağlamış
Ve tavukta gıdaklamış.
- Ağlama dede, ağlama nine;
Ben size sıradan bir yumurta değil, altın bir yumurta vereceğim!

Çeviren: Can Menderes Yıldırım


Gözden Geçiren: Selin Selimoğlu

12
HOROZCUK İLE TAVUKCUK
Ukrayna Masalı

Bir zamanlar bir horozcuk ile tavukcuk yaşarmış. Günün birinde, neden
olduğu bilinmez, çöp eşelemeye gitmişler. Tam o esnada horozcuk, bir çakıl
taşı gagaladığı gibi tıkanıvermiş.
Tavukcuk ağlayarak kız kardeşine koşmuş:
- Gitttiiiiiiiiiii, gitti gitti gitti! Horozcuğum gitttiiiiiiiiiii, gitti gitti gitti!
- Horozcuğuna ne oldu? diye sormuş kız kardeşi.
- Küçük bir çakıl taşı yüzünden tıkanıverdi.
Demiş ki kız kardeşi:
- Ağlayacağına denize koş. Suyundan biraz iste, sonra suyu
horozcuğuna ver. Tekrar kendine gelecektir.
Tavukcuk denize koşmuş:
- Deniz, deniz! Bana biraz su verir misin?
- Neden sana su vereyim? diye sormuş deniz.
- Horozcuğum için,
- Horozcuğun için mi?
- Evet, çünkü horozcuğum tıkanıverdi.
Deniz demiş ki:
- Bana süt getirirsen, bende sana su veririm.
Tavukcuk, inekciğe koşmuş:

13
- İnekciğim, inekciğim, bana süt verir misin?
- Neden sana süt vereyim? diye sormuş inekcik.
- Deniz için.
- Deniz için mi?
- Denizden su alabilmek için.
- Denizden su alabilmek için mi?
- Çünkü horozcuğum tıkanıverdi.
Demiş ki inekcik:

14
- Bana saman getirirsen, bende sana süt veririm.
Tavukcuk çiftçilere koşmuş:
- Çiftçiler, çiftçiler! Bana biraz saman verebilir misiniz?
- Sana neden saman verelim?
- İnekcik için.
- İnekcik için mi?
- İnekcikten süt alabilmek için.
- Peki süt ne için?
- Deniz için.
- Deniz için mi?
- Denizden su alabilmek için.
- Peki su ne için?
- Çünkü horozcuğum tıkanıverdi.
Çiftçiler demiş ki:
- Bize yağ getirirsen, biz de sana saman veririz.
Tavukcuk, yaban domuzuna koşmuş:
- Domuzcuk, domuzcuk, bana biraz yağ verebilir misin?
- Sana neden yağ vereyim? diye sormuş yaban domuzu.
- Çiftçiler için.
- Çiftçiler için mi?
- Çiftçilerden saman alabilmek için.
- Saman ne için?
- İnekcik için.

15
- İnekcik için mi?
- İnekcikten süt alabilmek için.
- Süt ne için?
- Deniz için.
- Deniz için mi?
- Denizden su alabilmek için.
- Su ne için?
- Çünkü horozcuğum tıkanıverdi.
Yaban domuzu yağı vermiş ve tavukcuk çiftçilere götürmüş.
Çiftçiler saman vermiş, tavukcuk, inekciğe götürmüş.
İnekcik süt vermiş, tavukcuk, denize götürmüş.
Deniz su vermiş, tavukcuk, horozcuğuna götürmüş.
Ve horozcuk suyu içer içmez ötmeye başlamış:
- Üü ürü üüü üü ürü ü...
Çeviren: Selin Selimoğlu

16
TEZEK ADAM
Kırım Tatar Masalı

Bir zamanda varmış bir zamanda yokmuş. Geniş çölde bir ihtiyarın ailesi
yaşarmış. Oğulları koyun, sığır, deve sürülerine bakar, sürermiş. Gelinleri
hayvanları sağar, sağdıkları sütten katık, kımız, peynir, yağ yapar,
bağırsaklarını da pişirirlermiş. İhtiyar ise derilerini işleyerek onlardan kalın
cübbeler, kalpak, çizme ve çarıklar dikermiş. Kartana torunlarıyla beraber
çöle çıkıp, bu hayvanların gübresini toplar, tezek yapıp onları güneşte
kurutur sonra toplar, koyarmış.

17
Kartana nine son tezek yığınını eve yakın bir yerde toplamış, en tepesine de
düz tezeği değil de koyun yünlerine yuvarlanmış yuvarlak tezeği koymuş.
Ona adi tezek denmez, kolubok denirmiş, yani kolları boktan yapılmış tezek
demekmiş.
Kışın, soğuklar düştükten sonra, hayvanlar ağıl ve ahırlara kapatılıp, aile
ocak etrafında toplandığında, ocakta alevlenip yanan tezekler evi ısıtırmış.
Önce en uzaktaki yığınların tezeklerini yakmaya başlarlarmış, tek erken
baharda evin yanındaki yığını yakmaya başlarlarmış. En sonunda koluboku
yanar, işte o vakit gerçekten de bahar gelmiş sayılırmış.
O yıl baharın başında şiddetli, soğuk rüzgarlar üfürmüş. Yığının tepesindeki
yuvarlak tezek yere düşüp, sanki kamçılanan topaç gibi çöl boyu yuvarlanıp
gitmiş.

18
Tezek yuvarlana, yuvarlana giderken, onun karşısına bir aç Ayı çıkmış. Ayı
dağdan inmiş, çölde kendisine yiyecek bir şeyler aramaktaymış. Ayı tezeği
durdurmuş, çünkü onu yuvarlak bir peynir sanmış ve demiş ki:
– Sana rastladığım güzel oldu. Ben şimdi birkaç günden beri aç dolaşıyorum.
Seni yesem ne olur?
Tezek ise:
– Şaştın mı Ayı, ben yiyecek bir şey değilim. Üstümün koyun yünü ile
kaplandığıma bakma, içim bok dolu, ben sadece tezeğim. Beni yersen
ölürsün, çocukların ise ortalıkta bakımsız kalırlar.
Ayı tezeği almış bakmış, koklamış, gerçekten de peynir kokusu yokmuş.
Demek doğrusunu söylemiş. Ayı tezeğe bir pençe vurmuş, yuvarlak tezek
yuvarlanıp gitmiş.
Tezek yuvarlana yuvarlana yoluna devam ederken, Onun karşısına aç Kurt
çıkmış. Tezeği durdurup ona sormuş ki:
– Nereye böyle acele edersin?
– Rüzgârın estiği tarafa, diye cevap vermiş Tezek.
Kurt ise:
– Ben birkaç günden beri aç dolaşıyorum. Sen ise eli boş çölden yuvarlanıp
gidiyorsun. Seni şöyle bir yesem...
Tezek ise ona böyle cevap vermiş ki:
– Şaştın mı sen, Kurt ağa! Ben yiyecek bir şey değilim. Üstümün koyun
derisi olduğuna bakma, içimdeki et değil, adi gübre. Ben tezeğim. Beni
yersen zehirlenir ölürsün, çocukların öksüz kalırlar...

19
20
Kurt tezeğin bir o yanını, bir bu yanını koklamış, et kokusunu duyamamış.
Tezeğe bir tekme atmış, garip tezeği rüzgâr almış yuvarlayıp götürmüş.
Tezek yuvarlana yuvarlana yoluna devam etmiş. Bir vakit yoluna devam
etmiş, derken onun karşısına Tilki ağa çıkmış. O tezeği durdurup o yana bu
yana çevirmiş, bakmış ve demiş ki:
– Ben kaç günden beri çölde aç aç geziyorum, bu isli et parçası ise gamsız
gamsız yuvarlanıp durur. Şimdi atıştırırız,
Tezek ise ona:
– Sakin yeme! Ben yiyecek bir şey değilim. Ben adi tezeğim.
– Bana masal anlatma, demiş Tilki. Sanki dersin ki, ben isli eti gübreden
ayırmazmışım, diyerek tezeği bir lokmada yutmuş, yemiş. Yuttuktan sonra,
yutkunmaya başlamış ve şaşırarak:
‘Garip bir et... kuru, tatsız.’ demiş.
Tilki ağa yoluna devam etmiş. Amma yolda halsizlenmiş: içi bulanmış,
kusmuş, içi içine üzülmüş. Suyu olsa iyi olurmuş ama, yakınlarda bir pınar
bile yokmuş. Tilki ağa yere yığılmış, yatıp kalmış, zor nefes almaya
başlamış. O sırada çöl üzerinde bir Kartal uçmaktaymış. Tepeden Tilkiyi
görüp onun üstüne konmuş ve onun cesedini kapıp küçük kartal
yavrularının bekledikleri yuvasına alıp, götürmüş. Böylece, Tilki ağanın
kendisi yavrulara yemek olmuş.
Çölde, “Her yuvarlanan şey canlı olmaz, her kokan şey yiyecek olmaz” diye
boşuna dememişler.
Çeviren: Iryna Driga

21
TURP
Ukrayna Masalı

Bir zamanlar Dede Andruşka varmış. Onun karısı varmış, Maruşka.


Karısının kızı varmış, Minka. Kızının bir köpeği varmış, Hvinka. Köpeğin
arkadaşı varmış, kedi Varvarka. Kedinin sahip olduğu bir fare varmış,
Siromanka.

Bir ilkbahar gününde Dede kürek almış ve büyük bir tarla kazmış. Tarlaya
biraz gübre koymuş. Parmağıyla toprakta delik yapmış ve oraya turp ekmiş.
Dede güzelce çalışmış ve turp güzelce büyümüş. Her gün Dede su alıp
tarlaya gidermiş. Kendi turbunu sular, turbunun büyümesine yardımcı
olurmuş. Dedenin turbu büyümüş, büyümüş. Başta fare gibiymiş, sonra
22
yumruk gibi, sonra pancar gibi, ondan sonra iki pancar gibi, ondan da sonra
dedenin kafası kadar olmuş. Dede mutluluktan havalara uçuyormuş. Turbu
oradan çıkarma zamanı geldiğinde Dede koşa koşa tarlaya gitmiş, turbunun
yeşil sapından tutmuş, elleriyle çekmiş, ayaklarıyla karşıya itmiş, bütün gün
kendini yormuş ama turp yerde kütük gibi duruyormuş. Karısını,
Maruşka’yı çağırmış:
- Hadi karıcığım yatma gel,bana yardımcı ol.
Beraber koşa koşa tarlaya gitmişler. Dede turbunun yeşil sapından, karısı
dedenin gömleğinden tutmuş. Dede turbu, karısı dedenin gömleğini elleri
ile çekmişler, ayaklarıyla karşıya itmişler, bütün gün uğraşmışlar,
yorulmuşlar ama turp gene yerde kütük gibi duruyormuş. Karısı kızı
Minka’yı çağırmış:
- Hadi kızım yatma gel, bize yardımcı ol.
Beraber koşa koşa tarlaya gitmişler. Dede turbunun yeşil sapından, karısı
dedenin gömleğinden, kızı annesinin kuşağından tutmuş. Dede turbu, karısı
dedenin gömleğini, kızı annesinin kuşağını önce elleri ile, sonra dişleri ile
çekmişler, ayaklarıyla karşıya itmişler, bütün gün kendilerini yormuşlar
ama turp gene yerde kütük gibi duruyormuş. Kız köpeği Hvinka’yı
çağırmış:
- Hadi Hvinka yatma gel, bize yardımcı ol.
Beraber koşa koşa tarlaya gitmişler. Dede turbunun yeşil sapından, karısı
dedenin gömleğinden, kızı annesinin kuşağından, köpek kızın eteğinden
tutmuş. Dede turbu, karısı dedenin gömleğini, kızı annesinin kuşağını,
köpek kızın eteğini önce elleri ile, sonra dişleri ile çekmişler, ayaklarıyla

23
karşıya itmişler, bütün gün kendilerini yormuşlar ama turp gene yerde kütük
gibi duruyormuş. Köpek kedi Varvarka’yı çağırmış:
- Hadi Varvarka yatma gel, bize yardımcı ol.
Beraber koşa koşa tarlaya gitmişler. Dede turbunun yeşil sapından, karısı
dedenin gömleğinden, kızı annesinin kuşağından, köpek kızın eteğinden,
kedi köpeğin kuyruğundan tutmuş. Dede turbu, karısı dedenin gömleğini,
kızı annesinin kuşağını,köpek kızın eteğini, kedi köpeğin kuyruğunu önce
elleri ile, sonra dişleri ile çekmişler, ayaklarıyla karşıya itmişler, bütün gün
kendilerini yormuşlar ama turp gene yerde kütük gibi duruyormuş. Kedi
fare Siromanka’yı çağırmış:
- Hadi Siromankacığım yatma gel, bize yardımcı ol.
Beraber koşa koşa tarlaya gitmişler. Dede turbunun yeşil sapından, karısı
dedenin gömleğinden, kızı annesinin kuşağından, köpek kızın eteğinden,
kedi köpeğin kuyruğundan, fare kedinin patisinden tutmuş. Dede turbu,
karısı dedenin gömleğini, kızı annesinin kuşağını, köpek kızın eteğini, kedi
köpeğin kuyruğunu, fare kedinin patisini çekmişler, ayaklarıyla karşıya
itmişler
- HOP!!!ÇIKTI!!!
Turp dede Andruşka’nın üstüne, dede karısı Maruşka’nın üstüne, Maruşka
kızı Minka’nın üstüne, Minka köpeği Hvinka’nın üstüne, Hvinka kedi
Varvarka’nın üstüne düşmüş ve fare delikten hop kaçmış.
Çeviren: Can Menderes Yıldırım
Gözden Geçiren: Jale Yasan

24
ELDİVEN
Ukrayna Masalı

Dede bir gün ormanda köpekçiği ile dolaşırken eldivenini kaybetmiş. Bunu
gören fare hemen koşup, eldivene girivermiş ve demiş ki:
- Artık ben burada yaşayacağım.
Bu sırada hoplaya zıplaya bir kurbağa gelmiş ve sormuş:

25
- İçeride kimse var mı?
- Ben varım, ismim Fare Kemiren. Sen de kimsin?
- Ben de Kurbağa Vıraklayan. Burada seninle yaşayabilir miyim?
- Elbette! demiş fare.
Böylece ikisi birlikte yaşamaya başlamışlar.
Yaban tavşanı koşarken eldivene yaklaşmış ve sormuş:
- İçeride kimse var mı?
- Biz varız, isimlerimiz Fare Kemiren ve Kurbağa Vıraklayan. Sen de
kimsin?
- Ben de Tavşan Hızlıkoşan. Burada sizinle yaşayabilir miyim?
- Elbette! Demiş fare ve kurbağa.
Böylece üçü birlikte yaşamaya başlamışlar.
Ormanda bir tilkicik koşarken eldivene yaklaşmış ve sormuş:
- İçeride kimse var mı?
- Biz varız, isimlerimiz Fare Kemiren, Kurbağa Vraklayan, Tavşan
Hızlıkoşan. Sen de kimsin?
- Ben de Tilki Kız kardeş. Burada sizinle yaşayabilir miyim?
- Elbette! Demiş fare, kurbağa ve tavşan.
Böylece dört kişi olmuşlar.
Sonra bir kurt eldiveni dürtükleyiverip, sormuş:
- İçeride kimse var mı?
- Biz varız, isimlerimiz Fare Kemiren, Kurbağa Vıraklayan, Tavşan
Hızlıkoşan ve Tilki Kız kardeş. Sen de kimsin?
- Ben de Kurt Erkek kardeş. Burada sizinle yaşayabilir miyim?
26
- Elbette! Demiş fare, kurbağa, tavşan ve tilki.
Kurt eldivene tırmanıvermiş ve artık beş kişi olmuşlar.
Nereden geldiyse, bir yaban domuzu koşup gelmiş ve sormuş:
- Hor-hor-hor! İçeride kimse var mı?
- Biz varız, isimlerimiz Fare Kemiren, Kurbağa Vraklayan, Tavşan
Hızlıkoşan, Tilki Kız kardeş ve Kurt Erkek kardeş. Sen de kimsin?

27
- Ben de Domuz Uzundiş. Burada sizinle yaşayabilir miyim?
- Bu durum artık sorun olmaya başladı. Eldiveni gören içerisinde
yaşamak istiyor. Hem sen içeriye nasıl sığacaksın ki? Diye cevaplamış
eldivenin içindekiler.
- Neredeyse sığdım içeriye, siz yeter ki kabul edin.
- Yapacak bir şey yok o zaman sen de gel.
Böylelikle domuz eldivene girmiş. Artık altı kişi olmuşlar ve iyice
sıkışmışlar, hareket edecek yer bile kalmamış.
Bu sırada çalılar hışırdamaya başlamış, çalıların arasından bir ayı
çıkıvermiş ve kükreyerek eldivene sormuş:
- İçeride kimse var mı?
- Biz varız, isimlerimiz Fare Kemiren, Kurbağa Vıraklayan, Tavşan
Hızlıkoşan, Tilki Kız kardeş, Kurt Erkek kardeş ve Domuz Uzundiş.
Sen de kimsin?
- Oooo ne kadar da kalabalıksınız! Ben de Ayı Kükreyen. Burada
sizinle yaşayabilir miyim?
- Burası zaten çok sıkışık, seni nereye alabiliriz ki?
- Bilmiyorum ama bir şekilde sığarız.
- Peki o zaman, sen de gel bir kenara!
Böylelikle ayı da eldivene girmiş. Artık yedi kişi olmuşlar, daha da
sıkışmışlar ve eldiven de neredeyse patlayacakmış.
Bu esnada dede bir bakmış ki eldiveni yok. Geriye dönmüş ve aramaya
başlamış, önden de bir köpekçik koşuyormuş. Koşmuş, koşmuş, görmüş ki
eldiven yerde ve hareket ediyor. Köpekçik durmuş ve:

28
- Hav, hav, hav!
Diye havlayınca öyle korkmuşlar ki, eldivenin içerisinden kaçıp hepsi
ormana dağılmışlar. Sonra dede gelmiş ve eldivenini almış.
Çeviren: Selen Irisuluk Ivan Kliuiev
Gözden Geçiren: Selin Selimoğlu

29
KEDİCİK VE HOROZCUK
Ukrayna Masalı

Bir zamanlar birlikte yaşayan aynı zamanda da sıkı dost olan bir kedicik ve
horozcuk varmış. Kedicik keman çalar, horozcuk da sadece şarkı söylermiş.
Kedicik yiyecek bulmaya gider, horozcuk da evde kalıp, eve göz kulak
olurmuş.
Bir gün kedicik yiyecek bulmaya giderken sıkı sıkı tembihlemiş horozcuğu:
- Kapıyı kim çalarsa çalsın, kimseyi eve alma, sende dışarı çıkma.
- “Tamam tamam” demiş horozcuk, kapıyı kapatmış ve kedicik dönene
kadar evde beklemeye başlamış.
Bu esnada tilkinin biri horozcuğu görmüş ve onu kandırmaya karar vermiş.
Pencerenin altına gelmiş, başlamış söylemeye:
Geh bili bili bili bili çilli de horozum bana gel,
Altın gibi buğdayım,
Baldan tatlı suyum var.
Horozcuk da demiş ki:
Yoooook, yok, yok, yok,
Kedicikten izin yok!
Yoooook, yok, yok, yok,
Kedicikten izin yok!

30
Bakmış ki tilki, böyle kandıramayacak, bu defada gece gelmiş Horozcuğun
penceresinin altına. Altın gibi buğdayları dökmüş ve çalılıkların arasına
saklanıvermiş.
Sabahleyin horozcuk pencereden dışarı bakarken bir de ne görsün; etrafta
kimsecikler yok, sadece pencerenin altına saçılmış buğdaylar. Kendi
kendine ümitlenmiş:
31
- Gideyim de azıcık buğday gagalayayım, ne de olsa beni görecek,
kediciğe söyleyecek kimsecikler yok.
Horozcuk dışarıya sadece bir adım atmış, adımını attığı gibi tilki onu
yakalayıvermiş ve hızla kendi evinin yolunu tutmuş. Horozcuk
haykırıyormuş:
Kedicik, kardeşcik!
Tilki kaçırıyor beni,
Taş köprü üzerinden
Kuyruğunun tepesinden,
Kurtar beni!
Kedicik onu duyamamış çünkü çok uzaktaymış. Horozcuk tekrar ve tekrar
haykırmaya devam etmiş:
Kedicik, kardeşcik!
Tilki kaçırıyor beni,
Taş köprü üzerinden
Kuyruğunun tepesinden,
Kurtar beni!
Kedicik sonunda eve dönüş yolunda horozcuğun sesini duymuş duymasına
da yine de çok uzaktaymış ve tilkiyi yakalamak için de çok geç kalmış.
Koşmuş, koşmuş, yetişememiş, eve dönmüş ve ağlamış.
Sonra düşünmüş ve kararını vermiş, kemanını, işlemeli torbasını alıp
tilkinin kulübesinin yolunu tutmuş.

32
Tilkinin dört kızı ve bir oğlu varmış. Sonra tilki ava gitmeye karar vermiş,
giderken de horozdan gözlerini ayırmamaları, su kaynatmaları için
çocuklarını sıkı sıkıya tembihlemiş. Çünkü tilki eve geri döndüğünde
horozu kaynatacaklarmış.
- “Dikkatli olun! Kimsenin eve girmesine izin vermeyin!” diye
tembihledikten sonra gitmiş.
Sonra kedicik pencerenin altına gelmiş, başlamış hem kemanını çalıp hem
söylemeye:
Oy tilkicik, tilkicik, tilkicikte var yepyeni bir bahçecik
Dört tane de kızı var hepsi birbirinden güzelcik
Beşinci de oğlu var ismi de Pilipko
Haydi tilkicikler çıkın bakın, güzel çalıyor muyum?
Büyük kız kardeş sonunda dayanamamış ve kardeşlerine demiş ki:
- Siz burada bekleyin, ben gidip bir bakayım bu kadar güzel çalınan da
neymiş?
Tam dışarı çıktığı sırada kedicik hop diye ensesinden tuttuğu gibi torbasına
atıvermiş. Ve tekrar başlamış hem çalıp hem söylemeye:
Oy tilkicik, tilkicik, tilkicikte var yepyeni bir bahçecik
Dört tane de kızı var hepsi birbirinden güzelcik
Beşinci de oğlu var ismi de Pilipko
Haydi tilkicikler çıkın bakın, güzel çalıyor muyum?

33
Kızların ikincisi de dayanamamış, dışarı çıkmış, kedicik onu da hop diye
ensesinden tuttuğu gibi torbasına atıvermiş. Söylemeye devam etmiş:
Oy tilkicik, tilkicik, tilkicikte var yepyeni bir bahçecik
Dört tane de kızı var hepsi birbirinden güzelcik
Beşinci de oğlu var ismi de Pilipko
Haydi tilkicikler çıkın bakın, güzel çalıyor muyum?
Böylece dört kız kardeşi de tuzağına düşürüvermiş.
Tilkinin oğulcuğu Pilipko, kız kardeşlerini beklemiş beklemesine de
gidenler geri dönmemiş.
- “Gidip bir bakayım, hepsini toplayayım, yoksa annem geldiğinde bir
güzel pataklayacak” demiş.
Evden dışarı çıkmış ve kedicik onu da hop diye ensesinden tuttuğu gibi
torbasına atıvermiş.
Sonra çantasını kurumuş söğüt ağacına asıp, tilkinin kulübesine girmiş,
horozcuğu bulmuş, bağlarını çözmüş, birlikte tilkinin yemeklerini yemişler,
kaynar suyu dökmüşler, ortalıkta kap kacak ne varsa dağıtıp kendi evlerine
kaçıvermişler.
Başına gelenler de horozcuğa ders olmuş, kediciğin sözlerini ömrünün
sonuna kadar dinlemiş.
Çeviren: Nataliya Güven, Metin Birdal
Gözden Geçiren: Selin Selimoğlu

34
KİRPİ VE TAVŞAN
Ukrayna Masalı

Bir zamanlar bir kirpi yaşarmış. Günün birinde beyaz ışıkları seyretmek için
erkenden yola çıkmış. Hem yola çıkmış hem de kendi kendine demiş ki:
- Hazır yola çıkmışken bir de bostana 1 gideyim. Pancarlarım ve
havuçlarım büyümüş mü göreyim.
Giderken de kendi kendine başlamış bir şarkı mırıldanmaya. Tarlasına
vardığında, lahanaları büyüdü mü diye dikkatlice bakarken çalılıkların
arasından tavşan çıkagelmiş.
1
Bostan: Sebze bahçesi

35
- Ooo! demiş kirpi. Nasıl da hızlısın, çoktan tarladasın.
- Ya sen? diye cevaplamış tavşan, seni gidi bücür, seni gidi bastıbacak!
Senin baban da bastıbacaktı, deden de. Bütün soyun senin gibi!
Kirpi, kendi güzel sözlerine karşılık hem babasının hem dedesinin, kötü
sözlerle anılmasını garipsemiş. Bunun üzerine tavşana demiş ki:
- Sen benimle, alay etmek için mi arkadaşlık ediyorsun? Benimle
yarışmak ister misin? Hadi, kim kimi geçecek görelim!
Tavşan basmış kahkahayı ve demiş ki;
- Sen? Yarış? Benimle?
Kirpi sakince;
- Evet, seninle.
- “Tamam, peki.” Demiş tavşan gülerek, Haydi koşalım.
- Hayır, demiş kirpi, henüz değil. Önce eve gideyim, hanıma nereye
gittiğimi söyleyeyim.
Tavşan memnun olmuş bu duruma çünkü karnı açmış, o an kendi kendine
düşünmüş: “bu durum benim için çok iyi oldu, bir lahana yiyeyim böylece
daha iyi koşarım.”
İkisi de kendi kulübelerinin yolunu tutmuşlar.
Kirpi evine gelmiş ve hanımına demiş ki:

36
- Biliyor musun hanım, beni kim rahatsız ediyor?
- Kim kocacığım?
- Tavşan, tavşanla yarışmak zorundayım.
Sonra hanımına olan biten her şeyi anlatmış.
- Sen tavşanı geçebilir misin? diye haykırmış bayan kirpi.
- “Sus Hanım!” demiş kirpi “bir şekilde halledeceğiz. Sadece hazırlan
ve benimle gel.”
Böylelikle karı koca tarlanın yolunu tutmuşlar, kirpi, yolda giderken de
başlamış ne yapacaklarını anlatmaya:

37
- Tarlaya geldiğimizde, karığın2 sonunda tek başına duracaksın. Tavşan
sana koştuğunda: “Ben buradayım!” diyeceksin. Tavşan benim
tarafıma doğru koştuğunda ise bu sefer de ben de ona “Ben buradayım!”
diye sesleneceğim.
- Tamam! demiş bayan kirpi.
Kirpi ve tavşan tarlanın diğer tarafında karşı karşıya gelmişler. Kirpi,
tavşana demiş ki:
- Pekâlâ, ben hazırım!
- O zaman koşalım! demiş tavşan gülerek.
Tavşan birinci karıkta durmuş, kirpi ise ikincisinde.
- “Biiiirrrr, ikiiiii, üççççç!” Sayar saymaz koşmaya başlamışlar.
Tavşan rüzgâr gibi geçivermiş, kirpi iki adım atmış ve durmuş.
Tavşan tarlanın sonuna geldiğinde bayan kirpi:
- Ben buradayım! Demiş.
- Na-na-nasıl olur? demiş tavşan. Haydi bir kez daha koşalım!
Tavşan koşmuş.
Tarlanın diğer sonuna vardıklarında, bu sefer de kirpi iki ayağının üzerine
ayağa kalkmış ve seslenmiş:
- Vay be! Ben çoktandır buradayım!
- Bak sennnn! diye şaşırmış tavşan. O zaman bir kez daha koşalım!

2
Karık: Sabanla açılan çizi.

38
- Koşmuşlar. Tavşan tekrar tarlanın diğer sonuna gelmiş, kirpi yeniden
oradaymış (ancak orada olan bildiğiniz gibi bayan kirpiymiş). Bir kez
daha koşmuş, kirpi yine oradaymış:
- Ben zaten buradayım.
Tavşan tekrar başlamış koşmaya. Doksan dokuz kere koşmuş, yüzüncü
defada parkurun ortasında düşüvermiş ve kalkamamış. Zavallıcık çok
yorulmuş.
- “Asla kimsenin zayıf yönleri ile alay etmemeliyiz” demiş kirpi, bayan
kirpi ile evlerine doğru giderken.
Masal da burada bitmiş. Gökten üç elma düşmüş. Biri masalı anlatana, biri
bay ve bayan kirpiye, diğeri ise bu masaldan ders çıkarıp dinleyene.
Çeviren: Jale Yasan
Gözden Geçiren: Selin Selimoğlu

39
BİLGE KİRPİ
Kırım Tatar Masalı

Evvel zamanlarda hem karada hem de derya-denizlerde hükümdar olmuş


bir sultan gayet zor, çözülmez bir mesele karşısında kalıyormuş. Karada bir
yerden başka yere gitmek, ziyaretler, seferler yapmak için fil, deve, at, katır,
eşek var. Faytonlar yürüyor. Ya derya-denizlerde hareket etmek, onlardan
kolay geçmek için ne yapmalı? İşte bu soru her gün onun beynini yoruyor,
aklına yatan bir yol düşünüp bulamıyor. Bu düşüncelerden canı yanmış
hükümdar bir gün sarayın bütün bilgelerine vezirler, âlimler ve diğerlerinin
danışma meclisine toplanmalarını emrediyor. Söylenen zamanda, bir anda
hepsi toplanıp geliyorlar. Sultan kendi düşünce ve meramını ortaya koyuyor.
Meseleyi birlikte düşünüp, çözüme kavuşturmak gerektiğini söylüyor.
Saatlerce oturuyor, düşünüp taşınıyorlar, ama akla yatan hiçbir şey
söyleyemiyorlar. Epey bir zaman geçtikten sonra hükümdar başka bir fikir
düşünüp, ortaya koyuyor. Sarayda hayvanlar ve kuşlar aleminin dillerini
anlayan aksakallı alim varmış. Onu kendi huzuruna çağırıp:
‘Derya-denizlerde yalnız yürümenin yollarını araştırıp, bütün saray
bilgeleriyle konuştum. Ama bundan hiçbir sonuç çıkmadı. Şimdi sen bu
çevredeki hayvanlar ve kuşların vekillerini toplayıp, şunlara bir danış
bakalım’ diyor. Âlim, sultanın dediğini yapıyor. Aslanlar, kaplanlar, filler,
deve kuşları ve köpek balıkları hem de diğer mahluk ve mahlukatın ve

40
kuşların bütün vekilleri toplanıp
geliyorlar. Bu danışma meclisi uzun
sürse de hiçbir sonuç vermiyor.
Hiçbir mahluk belli çözüm
veremiyor.
Onlar karar verelim diye düşünüp
dururken, toplantıya, geç olsa da
kirpi emin adımlarla geliyor. O,
eşikten içeri atlayarak girerken
sürünüyor, devriliyor, dikenli top
gibi yuvarlanıp gidiyor. Tüm
hayvanlar, kuşlar kahkahayla
gülüyorlar. “Bu diken tomarı da
neden gelmiş? Bizim
çözemediğimiz meseleyi şu matrak
kirpi mi çözecek?” diye cıvıldaşıp
fısıldaşıyorlar.
Kirpi ise, selam bile vermeden
hemen önceki haline çevrilip, durmadan, yuvarlana yuvarlana dönüyor.
Aksakallı âlim:
“O galiba bir şeyler mırıldanıp gitti.” diyor ve ardından çıkıyor. Kirpi kısa
ayakları üzerinde kalkıp ‘tavunk, tavunk!’ deyip gitmiş. Bu sözleri işiten
aksakallı âlimin çırağının yüzü değişip “Ah, seni kafa!” diyor. Sonra
hayvanlar ve kuşlara bakarak:

41
—Siz biliyor musunuz, kirpi ne kadar akıllı hayvandır? O alim! Şu kadar
düşünüp benim bile aklıma gelmeyen derin sırlı meseleyi o bulup ortaya
çıkardı. E, siz ona gülüyorsunuz, o ise canı ağrıyıp gidiyor ve ‘tavunk,
tavunk!’ sözünü diyor. Bu kirpice ‘tavuk’ anlamına geliyor. Yani bize
tavuğu, onun suda batmadığını hatırlatıyor. Ya o niçin suda batmıyor?
Çünkü göğüs kürekleri var. Kazlar, ördekler, turnalar ve başka suda yüzen
kuşların da tam kürekleri var. Böyle iken, bize işte şu küreklere benzeyen
su arabaları, onları da yüzdürecek kürecikler gerek, onları yapıp derya-
denizlere çıkmak gerek.
Âlim sevincinden aklını oynatıveriyor ve sultanın huzuruna çıkıyor.
Hayvanlar, kuşlar şaşırıp dağılıyorlar.
Söylediklerine göre ilk su faytonu işte bundan sonra meydana gelmiş, sonra
git gide kayık, gemi diye büyük büyük çeşitleri üretilmiş.
Çeviren: Esra Bozdemir

42
TİLKİ MIKITA
Ukrayna Masalı

Bir zamanlar Mıkıta adında bir tilki yaşarmış. Herkesi


kandırabileceğini düşünür, bununla da tüm hayvanların arasında övünüp
dururmuş. Öyle ya, ne de olsa dünyanın en kurnazıymış! Bunu kanıtlamak
için de Cuma pazarına gidip, güpegündüz bir tavuk çalmaya karar vermiş.
Mıkıta pazara gelmiş gelmesine ama anında bir köpek onu fark etmiş ve
havlamaya başlamış, ardından da onu diğer köpekler takip etmiş. Sonra da
tüm köpekler Mıkıta’yı kovalamaya başlamış. Can havliyle, zar zor bir evin
bahçesine kaçmış ve oradaki bir fıçının içine saklanmış. Bahçe bir boyacıya
aitmiş ve fıçının içerisinde de mavi boya varmış.
Mıkıta, hava kararıncaya kadar varilin içerisinde öylece beklemiş. Hava
karardığında ise dışarı çıkmış ve ormana gitmiş. Ama tepeden tırnağa boya
içinde olduğunu o zaman fark etmiş. Durum böyle olunca hemencecik
nehre doğru gidivermiş ve başlamış yıkanmaya. Yıkanmaya başlamış
başlamasına ama boya, bir türlü temizlenmemiş üzerinden.
Durum böyle olunca da Mıkıta bir karar vermiş; eğer artık mavi renkli ise,
bir hile yapabilir ve kendini tüm hayvanların kralı olarak adlandırılabilirmiş.
Bu düşünceyle yoluna devam etmiş.
Çayırlığın ortasına gelmiş, büyük bir ağaç kökü görmüş ve üzerine
oturuvermiş. Sabah çayırlıktan geçen tüm hayvanlar tilkiyi görmüşler fakat
ondan korkmuşlar çünkü onun ne olduğunu bilmiyorlarmış.

43
44
Hayvanlar kendi aralarında tartışmaya başlamışlar. Meraklarından tilkiye
iyice yaklaşmışlar ancak daha çok yaklaşmaktan da korkuyorlarmış.
Tilki Mıkıta onlara şöyle seslenmiş:
- Yaklaşın bana hizmetkârlarım. Ben ormanınızın kralıyım.
Hayvanlar, Mıkıta’ya yaklaşmışlar ve ona hürmette kusur etmemişler
çünkü onun kral olduğuna inanmışlar. Sonra da ona türlü türlü hediyeler ve
yiyecekler getirmeye başlamışlar.
Tilki yemiş, içmiş, hayvanların ona getirdiği hediyeler de hoşuna gitmiş.
Bu arada hayvanlar, kralları için şarkılar söylemeye, etrafında dans etmeye
başlamışlar. Tilki o kadar iyi hissetmiş ki, kendisi için bir şarkı söylemeye
karar vermiş. Tilki, ince ve cılız sesi ile şarkı söylemeye başladığı anda tüm
hayvanlar hemen onun kral olmadığını, sıradan bir tilki olduğunu
anlamışlar.
Tüm hayvanlar kızgınlıkla Mıkıta’yı kovalamaya başlamışlar. Mıkıta,
hayvanlardan zar zor kaçabilmiş ve bir daha asla hile yapmamış.
Çeviren: Tuğçe Köseoğlu
Gözden Geçiren: Selin Selimoğlu

45
TİLKİ VE TURNA
Ukrayna Masalı

Tilki ve Turna çok iyi arkadaşlarmış. Tilki Turna’yı kendi evine yemeğe
çağırmış. “Gel Turna gel, Gel canım! Evde ne varsa onu yeriz.” Turna davet
edildiği yemeğe gitmiş. Tilki sütlaç yapmış, sütlacı bir kâseye koymuş,
Turna’ya ikram etmiş.
- Ye Turnacığım ye! Ye benim kuğum ye! Çekinme kendim yaptım.
Turna gagasıyla tabağa vurmuş ama tabaktaki sütlaç o kadar suluymuş ki
hiçbir şey yiyememiş.
Bu arada Tilki sütlacı yalamış ve kendi sütlacı bitene kadar yalamaya
devam etmiş. Sütlaç bitince Tilki demiş ki:
- Kusura bakma dostum, kusura bakma güvercinim, sana yemek için
başka bir şey veremem.
Bunun üzerine Turna hüzünlü bir sesle teşekkürler demiş. Turna düşünmüş,
düşünmüş ve demiş ki:
- Yarın sen benim evime gelir misin?
- Niye gelmeyeyim? Tamam Turnacığım demiş Tilki.
Ertesi gün Tilki Turna’ya gitmiş. Turna, et, pancar, fasulye ve patates
pişirmiş. Yiyecekleri çok küçük parçalara ayırmış , vazoya koymuş ve
Tilki’ye ikram etmiş.

46
- Ye dostum ye, çekinme demiş Turna.
Tilki yemeği koklamış, güzel kokuyormuş. Vazoya kafasını sokmaya
çalışmış ama kafası sığmamış. Patisiyle almaya çalışmış ama yemeği
oradan çıkaramamış. Tilki vazonun başında zıplamış, diliyle yalamaya
çalışmış, masaya atlamış ama hiçbir şey yapamamış. O arada Turna
yemeğini yemiş ve bitirmiş.
- Kusura bakma Tilkiciğim, ne varsa, sana onu verdim, artık hiçbir şey
kalmadı.

47
Tilki kızmış, davet için teşekkür bile etmemiş. Tilki çok güzel bir yemek
yiyeceğini ve hafta boyunca tok olacağına düşünmüş ama eve aç olarak geri
dönmek zorunda kalmış.
O günden sonra Tilki ve Turna birbirlerine selam bile vermemişler.
Çeviren: Can Menderes Yıldırım
Gözden Geçiren: Jale Yasan

48
SU AYGIRI
Kırım Tatar Masalı

Bir zamanlar yaşayan bir padişah gezmeye çıktığında, vezirleri ile beraber
pazara da gidiyor. Pazarı seyredip yürüdüğü sırada, bir adamın var sesiyle:
-Ey, akıl çok, sermaye yok! Akıl çok sermaye yok! diye bağırıp yürüdüğünü
görüyorlar. Bu sözler padişahı meraklandırıyor. Vezirlerini yollayıp,
‘Varınız, çağırınız o adamı, niçin böyle bağırıp yürüdüğünü bilelim.’ diyor.
Vezirler varıp, bu fukara adamı padişaha getiriyorlar.
- Niçin öyle sözler haykırarak yürüyorsun? diye soruyor padişah ona.
-Bende akıl çok sermaye yok. diyor fukara.
-Sana ne gerek? diyor padişah.
-Birkaç tane atlı araba gerek, diyor fukara.
-Güzel. Ben sana birkaç araba vereyim. Aklının ne kadar çok olduğunu
sonra görürüz, diyor padişah.
Padişah böyle deyip, fukaraya arabacıları veriyor. Fukara, onları şehrin
uzağındaki kül yükseltisine alıp götürüyor ve oradan deniz kıyısının otlu bir
yerine kül taşıtıyor. Birkaç günde kıyıya yeterli miktarda kül taşıdıktan
sonra, fukara arabacıları geri gönderiyor. Kendi ise bulutlu, aysız geceleri
bekliyor.
Böyle gecelerin birinde kıyıdaki çalıların arasına gizleniyor. Biraz sonra
baksın ve bir de ne görsün? Denizden ağzında elmas taşlar olan su aygırı
çıkıyor. O, etrafı aydınlatan elmas taşları yere koyup, otlayacakken

49
kıymetli taşlar külün içine gömülüp gidiyor. Su aygırı geri dönüp denize
giriyor ve ağzına elmas taşlar alıp yine kıyıya çıkıyor. O, otlayayım
dediğinde taşlar yine küllere düşüp, gömülüp gidiyorlar.
Böylelikle su aygırı bu hareketlerini durmadan tekrarlayıp duruyor.
Denizin dibinden ne kadar elmas taşı çıkarsa, hepsi küllerin içine gömülüp
gidiyor. Fukaranın da amacı bu olunca, pek sevinip evine geri dönüyor.
Ertesi gün yine böyle oluyor. Otlamaya çıkan su aygırının getirdiği kıymetli
taşlar hep küllere gömülüyor. Aygır otlayamadan denize geri dönüyor.

50
Böyle çok geceler geçiyor. Küller içinde artık pek çok elmas toplanmıştır.
Fukara, arabacıları bir daha deniz kıyısında getirip buraya dökülen külleri
arabalara yükletip, kendi evinin bahçesine taşıtıyor. Sonra getirttiği küllere
toprak karıştırıp ondan kerpiç yapmaya başlıyor. Yapıp bitirdikten sonra
kerpiçlerini kurutmak için güneşe karşı diziyor.
Kerpiçler kuruduktan sonra fukara, onları arabalara yükleyip padişahın
sarayına alıp gidiyor.
Sarayın avlusuna girdikten sonra padişahı çağırtıyor. Padişah:
-Beni ayağına çağırtan kim? deyip öfkeyle pencerenin yanına varıyor.
Avluya bakınca, işte o fukaranın durduğunu görüyor. Onun yanında ise
kerpiç yüklü arabaları görüyor.
- Bu da ne hastalık şeyi iken, diyor ve meraklanıp avluya çıkıyor.
- Ben bu arabalara yükleyip size elmas alıp geldim padişahım, kabul ediniz,
diyor fukara.
- Elmas dediğin bu kerpiçler mi? He, beni güldürmek mi istiyorsun? İşte,
darağacına asılacağından haberin var mı alçak? Deyip sinirleniyor padişah.
- Yok, padişahım, ben sizi kandırmıyorum, buna bakınız, diyor fukara ve
arabadan bir kerpiç alıp padişahın gözü önünde ortadan ikiye bölüyor.
Padişah gözlerine inanamıyor. Hakikaten de kerpicin içinden elmas taş
parlayıp çıkıyor. Böyle diyerek, fukara bir kerpiç daha alıp parçalıyor.
Onun içinden de elmas çıkıyor. Padişah sevinerek, arabaların boşaltılmasını
emrediyor. Fukarayı ise kendi odasına davet edip ona bu elmas taşları nasıl
bulduğunu soruyor. Fukara padişaha her şeyi anlatıyor. ‘Sen bizim
padişahlığımıza büyük yardım ettin.’ Diyor padişah ve fukaraya iki torba
altın veriyor. ‘Bunlardan birisi getirdiğin kerpiçler için, diğeri de senin aklın

51
için.’ Diyor. Böylece, fukara altınlarını alıp evine gidiyor ve ailesiyle mutlu
mesut, bolluk içinde yaşıyor.
Çeviren: Ayşegül OSMANOĞLU

52
ALTIN AKÇE
Ukrayna Masalı

Zengin bir adamın oğlu varmış. Adam, zengin oluncaya kadar çok çalışmış
ve parasını alın teriyle kazanmış, sinirleri harap olmuş. Oğlu ise paranın
değerini hiç bilmezmiş, altın akçeler içinde büyümüş, gördüğü her şeyi
alırmış. Babası bunu görüp çok üzülürmüş. Nasihat verirmiş oğluna,
yalvarırmış hatta ama, hiç işe yaramazmış bunlar, oğlan yine harcarmış
altınları durmadan. Babası bir gün düşünmüş…
Baba oğul dereye gitmişler. Oturup sohbet etmeye başlamışlar. Tam bu
sırada yanlarından bir adam geçmiş. Elinde ölü bir serçe taşıyormuş, oğlan
o serçeyi almak istemiş ve hemen cebinden bir altın akçe çıkarmış. Babası;
- O altını bana, ver demiş.
Oğlan da altını babasına vermiş. Babası altını dereye atacakmış gibi yapmış,
oğlu hiçbir şey dememiş. O zaman babası altını gerçekten dereye atmış.
Oğlan cebinden yeni bir altın çıkartmış. Bu sefer, babası cebindeki altın
kesesini istemiş, oğlu da keseyi babasına vermiş. Babası demiş ki:
- Oğlum eğer alın terinle bir altın kazanırsan evim senindir ama
kazanamazsan bu evi öksüz çocuklara vereceğim.
Oğlan da:
- Tamam, anlaştık demiş ve gitmiş. Kendi kendine düşünüp babam ne
kadar komik, bir altın kazanmayı çok zor sanıyor diye babasına
gülmüş.

53
Sonra şehre gitmiş ve ben ne yapmayı biliyorum diye düşünmüş. İş aramaya
başlamış ama herkes ne iş biliyorsun nerede çalıştın diye soruyormuş. O da
hep aynı cevabı veriyormuş, ben babamın yanında yaşadım, emir vermeyi
biliyorum. Herkes şaşırıp aynı cevabı veriyormuş:
- Bize gerekmez sizin gibi biri.
Ne yapsın? O da montunu satmış. Sonbahar gelmiş çatmış, üstünde bir
gömlekle kala kalmış, karnı da acıkmış, ne yapacağını şaşırmış. Dnipro
nehrine gitmiş; orası tekneler ve gemilerle doluymuş. İşte bir tanesinde yük
taşıyarak para kazanmaya başlamış. O ağırlıkların altında bir saman gibi
rüzgârdan sallanıyormuş. Ağırlık taşımaya hiç alışkın olmadığı için o
ağırlıkların altında eziliyormuş. Güneşten başı yanıyormuş. Alışkın
olmadığı için bir akşam yere düşmüş, az daha donacakmış. Her gün
aynıymış, günler geçmiş, yemeden içmeden durmadan çalışmış, ama altına
daha çok uzakmış, çünkü çok az para veriyorlarmış. Böylece sonbahar ve
kış geçmiş. İlkbaharda nihayet bir altını kazanmış ve babasının yanına
gitmiş. Babası sormuş:
- Bir altın kazanabildin mi?
Oğlan cebinden bir altın çıkarmış ve babasına vermiş. Babası almış altını
ve dereye atacak gibi yapmış oğlan bembeyaz olmuş ve atılıp babasının
elini yakalamış.
- “Babacığım, babacığım atma!” diye yalvarmış o zaman babası gülmüş
ve demiş ki;
- Artık biliyorum ki sen altının ne kadar zor kazanıldığını öğrendin, artık
işlerimi sen yönetebilirsin.

54
Oğlan artık gereksiz yere para harcamayı bırakmış, çok çalışkan ve akıllı
olmuş. O kadar çalışkan ve akıllı olmuş ki, annesi ile babası mutluluktan
havalara uçuyorlarmış.
Kim bu masalı dinlemiş gökten başına bir altın düşmüş……
Çeviren: Zeynep Bostancı
Gözden Geçiren: Jale Yasan

55
İVAN KRALI NASIL KANDIRDI?
Ukrayna Masalı

Zamanın birinde bir kral, kralın da güzeller güzeli bir kızı varmış. Kral
düşünmüş, taşınmış ve kızını evlendirmeye karar vermiş. Karar vermiş
vermesine de bir şartı varmış. Kendisine ilk yalan söyleyebilen kişi ile
kızını evlendirecekmiş. Bunu da ülkenin her tarafına ilan etmiş.
Bir çiftçinin de üç oğlu varmış. Kendisinin bilge olduğunu düşünen ağabey,
küçük kardeşlerine demiş ki:
- Prenses benim olacak çünkü en iyi yalanı ben söyleyeceğim.
Kralın sarayına gitmiş, orada fazlasıyla yalancı varmış. Birer birer kralın
huzuruna çıkmışlar ve her biri utanç içerisinde kralın yanından ayrılmış.
Sıra kendisine gelip de kralın huzuruna çıktığında, kral kendisini uyarmış:

- İyi düşün evlat, eğer beni kandıramazsan, sana elli sopa vurulacak.
Kral yalanı dinlemiş ve şöyle demiş:
- Az kaldı başarıyordun. Elli sopa için hazırlan bakalım.

56
Delikanlı eve döndüğünde babası sormuş:
- Ne zaman, kolunda prensesle düğününü göreceğiz evladım?
- Offff … diye iç geçirmiş delikanlı, böyle bir şey asla olmayacak çünkü
kral en büyük yalancı.
Ortanca kardeş de şansını denemeye karar vermiş ve elli sopayı hak etmiş.
En küçük kardeş, kardeşleri arasında da aptal olduğu düşünülen İvan, kralın
karşısına çıkmak istemiş.
- “Nereye gittiğini sanıyorsun küçük aptal?” diyerek kardeşleri engel
olmaya çalışmış ve eklemişler
- Bizi utandırmaktan başka bir işe yaramazsın.
İvan kardeşlerini dinlememiş ve sarayın yolunu tutmuş. Kralın huzuruna
çıkmış ve kral şöyle demiş:
- İyi bir yalan söyle evlat, inan bana elli sopa yemek istemezsin.
- “İyi bir yalan söyleyeceğim ve siz haşmetli kralımız da gidip
domuzları besleyeceksiniz” demiş İvan.
Kral öfkesine zar zor hâkim olarak demiş ki:
- Yalan! Yalan! Eğer beni öfkelendirirsen prensesle evlenemezsin.
- ‘Biz üç erkek kardeşiz, dördüncümüz ise en gencimiz olan babamız’’
diye başlamış anlatmaya İvan, ‘Büyük bir tarlamız var. Mahsulümüz
bol ve bereketli olsun diye kışın gübrelemeye karar verdik. Bahar gelip,
karlar eridiğinde fark ettik ki başkasının tarlasını gübrelemişiz. O
tarlanın dört bir yanındaki gübreyi topladık ve kendi tarlamıza döktük.’
- “Olabilir!” demiş kral onaylayarak.
- “Tarlaya buğday ektik,” diyerek konuşmaya devam etmiş delikanlı.

57
- Ve o buğdaydan boyları bulutlara erişen meşe ağaçları yetişti. Babam
bir sürü domuz aldı, o kadar çok aldı ki sizin domuzlarınızdan bile
fazlaydı, saygıdeğer kralım.’
- Nasıl oluyor da baban benim domuzlarımdan daha fazla domuz satın
alabiliyor?’ diye karşı çıkmış kral.
Delikanlı istifini bozmadan devam etmiş:
- Fakir insanlar kendilerini nasıl geçindirir, siz bilmesiniz kralım.
Babam bit besler sonra da onları yüksek fiyatlara zengin insanlara satar.
Biz de böyle yaptık.
- “Olabilir,” diye bastırmış kral ve eklemiş “O domuzlara bir de çoban
gerekir.”
- ‘Doğru söylediniz,’ demiş Ivan. “Domuzlara kendimiz bakamayınca
sizin babanızı çoban olarak kiraladık.”
Bu sözlerin üzerine kral haykırmış;
- Yalancı! Yalan söylüyorsun! Benim babam kralların soyundandır.
Ortalık birdenbire sessizliğe bürünmüş. Kral, Ivan’ın kendisini kandırdığını
anlamış ve utanmış. Kral kızını Ivan ile evlendirmek istememiş fakat
verdiği sözden de geri dönememiş ve evlilik hazırlıklarına başlanması için
emir vermiş.
Böylelikle Ivan tüm ülkenin kralı olmuş. Eğer hayatta ise belki de halen
ülkesini yönetiyordur.
Çeviren: Zeynep Bostancı
Gözden Geçiren: Selin Selimoğlu

58
TEMBEL KIZ
Ukrayna Masalı

Bir varmış, bir yokmuş, bir karı-kocanın Marusa isminde çok sevdikleri bir
kızları varmış. Annesiyle babası kızın hiçbir şey yapmasına izin
vermezlermiş. Marusa bütün gün yatakta yatar, dinlenirmiş ve ebeveynleri
de bütün istediklerini yaparlarmış. Yıllar geçmiş Marusa yetişkinlik çağına
gelmiş ve çok da güzelleşmiş. Pek çok erkek Marusa ile evlenmek
istemelerine karşın evlenememişler; çünkü Marusa'nın çok tembel ve bir
şey yapamaz olduğunu biliyorlarmış.
Uzak bir yerde İvan isminde bir delikanlı yaşarmış ve Marusa ile evlenmeye
karar vermiş. Ivan kıza evlenme teklifi etmiş etmesine de kızın ailesi demiş
ki:
- Tamam İvancık, bizim kızımızla evlenebilirsin fakat bizim kızımız
çok narindir, çalışamaz.
- “Tamam” demiş İvan ve Marusa ile evlenmişler.
Marusa İvan'ın ailesiyle birlikte yaşamaya başlamış. İlk günün sabahında
bütün aile tarlaya çalışmaya gitmiş fakat İvan'ın genç karısı evde kalmış.
Evde kaldığı için de İvan'ın ailesi Marusa’ya akşama yemek hazırlamasını
ve kulübeyi temizlemesini söylemiş. Ama kızın aklına bir şeyler yapmak
gelmemiş bile. Bütün gün yatakta yatmış, bahçede oturmuş ve hiçbir şey

59
yapmamış. Akşam herkes eve döndüğünde akşam yemeği hâlâ hazır
değilmiş. İvan'ın annesi hızlı bir şekilde akşam yemeğini hazırlamış ve
herkes yemeye başlamış. Ama İvan'ın babası Marusa'ya yemek
koydurtmamış ve demiş ki:
- ''Kusura bakma kızım, çalışmayan yiyemez'' ve Marusa o gece aç
karnına uyumuş.
Ertesi gün aile tekrar tarlaya gittiğinde Marusa’nın yine akşam yemeği
hazırlaması gerekiyormuş. Ama yine hiçbir şey yapmamış, hatta aç

60
olmasına rağmen yemek bile hazırlamamış. Akşam İvan'ın annesi yemeği
hazırlarken Marusa sadece bir defa tencerenin içindeki yemeği karıştırmış.
Akşam yemeğinde İvan'ın babası Marusa'ya bir kaşık yemek vermiş ve
demiş ki:
- ''Bugün ne kadar çalıştıysan, o kadar yiyebilirsin'' demiş. Bir kaşıkla
doyulur mu? Marusa bütün gece açlıktan uyuyamamış.
Üçüncü gün İvan'ın ailesi tarlaya çalışmaya gidince Marusa hızlıca evi
temizlemiş ve hayatında ilk defa yemek pişirmiş. Aile eve döndüğünde
onları taze akşam yemeği bekliyormuş. İvan'ın babası Marusa'ya en büyük
porsiyonu koymuş ve demiş ki:
- ''Aferin kızım, bugün çok çalıştın ve lezzetli bir akşam yemeğini hak
ettin.''
İşte böylece Marusa bütün ev işlerini yapmaya başlamış çünkü anlamış ki
yemek istiyorsa çalışması gerek. İvan'ın annesi kendini çok şanslı
hissediyormuş çünkü bütün ev işlerini artık tek başına yapmak zorunda
değilmiş. Marusa'nın annesi kızına misafirliğe gittiğinde Marusa'nın
çalıştığını görünce çok şaşırmış. Marusa annesine şöyle demiş:
- ''Herkes çalışmak zorunda çünkü çalışmayan, yiyemez.''
Çeviren: Deniz Çetinkaya
Gözden Geçiren: Selin Selimoğlu

61
IVASIK TELESIK
Ukrayna Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar bir dede ile bir nine yaşarmış. Yıllar
geçmiş yaşlanmışlar, ancak çocukları olmamış. Dede içini çekmiş:
- Çocuğumuz yok, elden ayaktan düştüğümüzde bize kim göz kulak
olacak?
Nine dededen rica etmiş:
- Dede ormana git, bana oradan bir tahta getir ve ağaçtan bir de beşik
yap. Sonra ben tahtayı beşiğe koyacağım ve onu beşikte sallayacağım.
Bu bana iyi gelecek.
Dede başta istememiş ama nine yalvarmış, yalvarmış. Dede sonunda nineyi
dinlemiş, ormana gitmiş, bir tahta kesmiş ve bir de beşik yapmış. Nine
tahtayı beşiğe koymuş, sallamaya ve şarkı söylemeye başlamış:
Uyu bebeğim uyu
Derin uykuya dal
Ey Telesık oğlum
Bize neşe getir
Nine beşiği sallamış, sallamış ve dede ile nine uyuyakalmış. Sabah
uyandıklarında ise bir de ne görsünler, o tahta parçası küçücük bir oğlan
çocuğu olmuş. Çok sevinmişler ve o oğlan çocuğuna İvasık- Telesık adını
vermişler.

62
Oğlan büyümüş büyümüş ve o kadar güzel olmuş ki, nine ve dede bu
durumdan memnun değillermiş. Çocuk onlara demiş ki;
- Baba, bana gökkuşağı gibi parlayan altından bir sandal yap, balık tutup
karnımızı doyuracağım.
Dede gökkuşağı gibi parlayan altın bir sandal yapmış, sandalı nehre
indirmişler ve sandal yüzmüş. Ve artık Ivasık- Telesık nehirde yüzüyormuş,
dede ve nine için balık tutup, karınlarını doyuruyormuş. Balıkları yakalıyor,
annesine veriyor sonra tekrar dolduruyormuş. Annesi onları taşıyormuş.
Sonra bir gün annesi demiş ki;
- Bak evladım, ben sana seslendiğimde kıyıya yüz, ama yabancı biri
seslenirse kıyıdan uzaklaş.
Annesi kahvaltı hazırlamış, nehrin kıyısına getirmiş ve oğluna seslenmiş;
Ivasık Telesık!
Kıyıya gel, gel!
Sana yemek ve içecek vereceğim!
Güzel saçlarını okşayacağım
Telesık annesini duymuş ve seslenmiş;
- Kıyıya daha yakın git sandalım, bu annemin sesi, o bana kahvaltı
getirdi.
Kıyıya gelmiş, doyana kadar yemiş, içmiş, sonra gökkuşağı gibi parlayan
altın sandalını itmiş ve ilerleyip balık tutmaya devam etmiş. Fakat
çalılıklarda saklanan bir yılan varmış, annesinin Telesık’i nasıl çağırdığını
duymuş ve kaba bir sesle annesini taklit etmiş:

63
Ivasık Telesık!
Kıyıya gel, gel!
Sana yemek ve içecek vereceğim!
Güzel saçlarını okşayacağım
Ivasık dinlemiş;
- Bu benim annemin sesi değil! Yüz sandalım yüz uzağa yüz!
Sandal yol almış. Yılan ise kıyıda beklemiş, çocuğun gelmediğini görünce
dönüp gitmiş. Annesi Telesık’in öğle yemeğini pişirmiş, yemeği kıyıya
getirmiş ve seslenmiş:
Ivasık Telesık!
Kıyıya gel, gel!
Sana yemek ve içecek vereceğim!
Güzel saçlarını okşayacağım
Ivasık annesinin seslendiğini duymuş ve;
- Yaklaşıyorum, yaklaşıyorum, sandalım kıyıya ilerliyor. Bu bana öğle
yemeği getiren annem.
Kıyıya gelmiş, doyana kadar yemiş, içmiş, sonra gökkuşağı gibi parlayan
altın sandalını itmiş ve ilerleyip balık tutmaya devam etmiş… Yılan tekrar
kıyıya gelmiş ve yine kaba bir sesle:
- Ivasık Telesık!
- Kıyıya gel, gel!
- Sana yemek ve içecek vereceğim!

64
Güzel saçlarını okşayacağım
Ivasık duymuş ve bu sesin annesinin sesi olmadığını anlamış:
- Yüz sandalım yüz, ilerle!
Yılan çocuğu kıyıya çekemediğini, sesini değiştirmesinin hiçbir işe
yaramadığını görünce doğru demirciye gitmiş ve demiş ki:
- Demirci! Demirci! Benden Telesık’ın annesinin sesi gibi ince bir ses
çıkar!

65
Demirci yılanın sesini inceltmiş. Yılan nehrin kıyısına dönmüş ve
seslenmeye başlamış;
Ivasık Telesık!
Kıyıya gel, gel!
Sana yemek ve içecek vereceğim!
Güzel saçlarını okşayacağım
Ivasık sesi duymuş ve annesinin kendisine seslendiğini düşünmüş;
- Yaklaşıyorum, yaklaşıyorum, sandalım kıyıya ilerliyor. Bu bana
yemek getiren annem.
Kıyıya ulaştığında yılan çalılardan fırlamış, çocuğu yakalamış ve onu
evine getirmiş! Yılan evin kapısını çalmış ve bağırmış:
- Yılancık Olenka aç kapıyı!
Yılancık Olenka kapıyı açmış ve yılan içeri girmiş:
- Yılancık Olenka, fırın o kadar sıcak olsun ki taşları kızarsın, sonra bu
çocuğu pişirelim, şimdi ben misafirleri çağıracağım, sonra hep
beraber yemek yeriz.
Yılan hızla misafirleri çağırmaya gitmiş. Olenka fırını o kadar ısıtmış ki
taşlar kıpkırmızı olmuş ve Ivasık’a demiş ki;
- Küreğin üzerine otur bakalım Telesık!
Ivasık;
- Nasıl oturacağımı bilmiyorum?
- Hadi otur! demiş Olenka.

66
Ivasık elini küreğin üstüne koymuş ve
- Doğru mu? demiş.
- Hayır, hayır! Sadece elini koyma, tamamen otur! demiş Olenka.
- Ivasık kafasını küreğe koymuş ve ‘Böyle oldu mu? demiş.
- Hayır, hayır! Tamamen otur! demiş Olenka.
- Nasıl olacak? Böyle mi? Diye sormuş Ivasık.
Ivasık bu seferde ayağını küreğe koymuş.
- Hayır, böyle de değil, demiş Olenka.
- O zaman nasıl olacağını göster. Çünkü ben bilmiyorum, demiş Telesık.
Olenka göstermek için küreğe tırmanmış ve oturmuş. O sırada Ivasık küreği
tutmuş ve fırına fırlatmış. Fırının kapağını sıkıca kapatmış. Kulübeyi
kilitlemiş, yakınlardaki koca çınara tırmanıp oturmuş ve beklemeye
başlamış.
Yılan misafirleriyle gelmiş ve seslenmiş:
- Yılancık Olenko, kapıyı aç, biz geldik!
Yılancık Olenko duymamış.
- Yılancık Olenko, kapıyı aç, biz geldik ve çok açız!
Cevap veren yokmuş.
- Olenko neredesin? Diye sormuş yılan ama cevap veren olmamış.
“Herhalde bir yere gitti” demiş ve kapıyı açmış. Misafirler içeri girmiş
ve masaya oturmuşlar. Yılan fırını açmış, fırından yemeği çıkarmış ve
Telesık olduğunu düşündüğü yemeği misafirleriyle beraber iştahla
yemişler. Tıka basa doymuşlar ve dışarı çıkıp çimlerin üzerinde
yuvarlanmışlar.
67
- Ne güzel bir yemek yedik, Telesık güzeldi! Diye iç geçirmiş yılan.
Telesık tam o esnada çınar ağacının üstünden bağırmış;
- Siz çimlerde yuvarlanın, karnınızı Olenka’yla doyurdunuz!
Yılan ve misafirleri bunu duymuşlar ama nereden geldiğini anlayamamışlar
ve tekrar seslenmişler:
- Ne güzel bir yemek yedik, Telesık güzeldi!
Telesık da tekrarlamış:
- Siz çimlerde yuvarlanın, karnınızı Olenka’yla doyurdunuz!
Yılan ve misafirleri yerden kalkmışlar ve etrafa bakmaya başlamışlar. Her
yeri aramışlar ve en sonunda çınar ağacında saklanan Telesık’ı görmüşler.
Çınar ağacına doğru koşmuşlar ve ağacı kemirmeye başlamışlar. Dişleri
kırılana kadar kemirmişler, kemirmişler ama bütün gövdeyi kemirmeyi
bitirememişler. Demirciye koşmuşlar hemen.
- Demirci, demirci çınar ağacını kemirdik ve dişlerimize ne oldu
baksana! Bize güçlü dişler yap, böylece o ağacı kemirmeyi
başarabilelim, demişler.
Demirci korkmuş ve onlara dişler yapmış. Yılan ve misafirleri başlamışlar
yine kemirmeye. Ağaç sallanmaya başlamış. Artık neredeyse tamamen
kemirmişler. Ağaç devrilmek üzereyken Telesık uçan bir kaz sürüsü
görmüş, onlara seslenmiş:
Kazlar, kazlar, kazcıklar.
Kanatlarınıza alın beni!
Anneme, babama taşıyın beni

68
Annemde, babamda yiyecek, içecek var,
Karşılığını alacaksınız
Öndeki kazlar:
- Seni yakalayamayız, ortadakiler alsın! demiş ve uçmaya devam
etmişler.
O sırada yılanlar hâlâ kemiriyormuş, ağaç sallanıyormuş, kırılmak
üzereymiş. Yine bir kaz sürüsü uçarak geçmeye başlamış gökyüzünden.
Telesık onlardan da rica etmiş:
Kazlar, kazlar, kazcıklar.
Kanatlarınıza alın beni!
Anneme, babama taşıyın beni
Annemde, babamda yiyecek, içecek var,
Karşılığını alacaksınız
Onlar da;
- Arkadakiler alsın seni, demiş ve uçmaya devam etmişler.
Çınar ağacı ise neredeyse yıkılacakmış! Yılanlar bir dinleniyor, bir
kemiriyorlarmış, tekrar dinleniyor, sonra tekrar kemiriyorlarmış. O sırada
bir kaz sürüsü daha uçuyormuş. Telesık onlara yalvararak sormuş:
Kazlar, kazlar, kazcıklar.
Kanatlarınıza alın beni!
Anneme, babama taşıyın beni
Annemde, babamda yiyecek, içecek var,
Karşılığını alacaksınız

69
Onlar da demişler ki;
- Alamayız seni, sonuncu alsın ve uçup gitmişler.
Telesık kızgın bir şekilde oturmuş ve;
- Çınar ağacı düştü düşecek, uçup gitmek zorundayım, demiş. O sırada
kendi kendine bir kazcık zar zor uçuyormuş. Telesık ona seslenmiş:
Kazlar, kazlar, kazcıklar.
Kanatlarınıza alın beni!
Anneme, babama taşıyın beni
Annemde, babamda yiyecek, içecek var,
Karşılığını alacaksınız
Sonunda,
- Otur! demiş kazcık. Yorgun ve kızgın bir şekilde kanatlarına almış
Telesık’ı.
Yüksekten uçamamış, yere yakın uçuyormuş. Yılan ve arkadaşları ise onu
taşıyamayacak diyerek, arkalarından kovalıyorlarmış. Ama kaza
yetişememişler. Kazcık Telesık’ı evine kadar taşımış, arka bahçede onu
yere koymuş ve gidip otlamaya başlamış. Telesık ise pencereye doğru
yürümüş ve annesinin sesini duymuş. Nine börek pişirmiş, fırından
çıkartıyormuş.
- “Dede bu senin böreğin, bu ise benim ki.” demiş nine.
Telesık seslenmiş:
- Peki ya benim ki?

70
Nine tekrar fırından börek çıkarmış ve “Dede bu senin böreğin, bu ise
benim ki.’’ demiş. Telesık tekrarlamış:
- Ya benim ki?
Dede ve nine sesi duymuşlar.
- Dede bu ne? Bir ses duydum sanki, demiş Nine.
Dede ise;
- Sana öyle gelmiştir, demiş.

71
Nine tekrar dedeye seslenmiş;
- Dede bu senin böreğin, bu ise benimki.
Telesık pencereden tekrar seslenmiş;
- Ya benim ki?
- “İşte cevap veriyor,” demiş nine ve pencereden dışarı bakmış. Orada
Telesık duruyormuş.
Nine ve dede dışarı fırlamışlar. Telesık’a sarılmışlar, çok mutlu olmuşlar.
Eve girmişler. Küçük kaz bahçede geziyormuş. Nine onu görünce demiş ki;
- Bak, bahçede yürüyen bir kaz var! Onu yakalayacağım, kesip,
pişireceğim.
Nine gidip kazı yakalamak istemiş. Telesık o sırada bağırmış;
- Hayır anne, onu yakalama! Ona biraz yemek ver! Eğer o olmasaydı
ben şimdi sizin yanınızda olamazdım.
Küçük kazı doyurmuşlar, yolculuğuna devam etmesi için kanatlarının altına
darı dökmüşler. Kaz uçup gitmiş.
İşte size bir peri masalı, bana ise simit demeti.
Çeviren: Nataliya Güven, Tuğçe Köseoğlu
Gözden Geçiren: Jale Yasan

72
TOPAL ÖRDEKCİK
Ukrayna Masalı

Zamanın birinde, hiç çocukları olmayan yaşlı bir dede ile nine yaşarmış.
Hep yalnız başlarına oturup üzülürlermiş.
Bir gün dede demiş ki:
- Haydi kalk ninecik, mantar toplamak için ormana gidelim!
Böylelikle ormanın yolunu tutmuşlar. Nine mantar toplarken bir de bakmış
ki ne görsün, çalılıkların arasında bir yuva, yuvanın içerisinde ise bir ördek
oturuyormuş.
Büyükanne demiş ki:
- Bak dedecik, ne kadar da güzel bir ördekcik!
Dede demiş ki:
- Haydi onu eve götürelim, bizimle yaşasın.
Ördekçiği yuvadan alırken bacağındaki kırığı fark etmişler. Yavaşça
kaldırıp onu eve taşımışlar, Ona yuva yapmışlar, içerisine tüyler koymuşlar
ve ördekciği içine yerleştirmişler.
Ondan sonra nine ve dede yine ormana, mantar toplamaya gitmişler.
Eve geri döndüklerinde gözlerine inanamamışlar; her yer tertemiz olmuş,
taptaze ekmek pişirilmiş ve sıcacık borş çorbası varmış. Komşulara
sormuşlar:
- Bunları kim yaptı? Gören, bilen var mı?

73
Ne gören varmış ne de bilen.
Ertesi gün dede ve nine tekrar mantar toplamak için ormana gitmişler. Eve
gelince bir de ne görsünler, sofrada mis gibi kokan vareniki ile pencerenin
yanı başında üzerine ip sarılı bir eğirmen3 varmış.
Yine komşulara gidip sormuşlar:
- Hiç kimseyi gördünüz mü, duydunuz mu?
- Kuyudan su taşıyan genç bir kız gördük, demişler. Çok güzel bir kızdı,
ama biraz topallıyordu.
Yaşlı karı-koca düşünüp durmuş “Kim ola ki bu kız?” diye, fakat akıllarına
kimse gelmemiş.
Sonra nine, dedeye şöyle demiş:
- Ne yapalım dedecik biliyor musun, mantar toplamaya gidiyoruz
diyelim ve saklanalım böylece bize kimin su taşıdığını görebiliriz.
Öyle de yapmışlar. Kilerin arkasında durup, saklanmışlar. Bir de ne
görsünler, güzel mi güzel, birazcık da topal bir genç kız çiğindirik4 ile evden
çıkıyor. Genç kız su kuyusuna, dede ile nine de hemen eve gitmiş. Bir de
bakmışlar ki yuvaya, ördekçiğin yerinde yeller esiyor, geride kalan ise
sadece tüyleri. Durum böyle olunca, yaşlı karı-koca yuvayı oradan alıp
yanan fırının içerisine atıvermişler. Yuva ve içindeki tüyler oracıkta alevlere
karışıvermiş.

3
Eğirmen: Elde iplik eğirmeye yarayan tahtadan yapılmış araç, kirmen.
4
Çiğindirik: İki ucuna su kabı, yoğurt tablası vb. taşınacak şeyler asılarak omza alınan ağaç, omuzluk.

74
Genç kız su getirmekten geri dönmüş, eve girer girmez de karşısında yaşlı
karı-kocayı görünce hemen yuvaya koşmuş. Yuvaya koşmuş koşmasına da
ne yuva, ne de içindeki tüyler yerinde yokmuş. Bunu gören genç kız
oracıkta ağlamaya başlamış.

75
Nine ve dede, genç kıza demiş ki:
- Ağlama kızcağızım! Sen bizim kızımız olacaksın; seni kendi kızımız
gibi seveceğiz ve koruyacağız!
Genç kız demiş ki:
- “Yuvamı yakmasaydınız ve bana göz kulak olsaydınız sizinle sonsuza
dek kalırdım. Ama artık istemiyorum!” Demiş gözyaşları içinde.
Dedecik, sen bana bir öreke5 ve çıkrık6 yap, ondan sonra yanınızdan
ayrılacağım.
Dede ve nine genç kızdan kalmasını istemişler fakat ne derlerse desinler
genç kızı kararından vazgeçirememişler.
Sonra dede çıkrık ve örekeyi yapmış; kız onları almış bahçede oturup
eğirmeye7 başlamış.
Tam bu sırada bir ördek sürüsü uçuyormuş, kızı görünce şarkı söylemeye
başlamışlar:
İşte bizim körpecik kızımız,
İşte bizim nazlı kızımız,
Bahçede terk edilmiş,
Makûs kaderine.
Eğirilen ipliğin hışırtısı,
Çıkrığın gıcırtısı!

5
Öreke: Eğrilmekte olan yün, keten vb. şeylerin tutturulduğu, bir ucu çatal değnek.
6
Çıkrık: İplik bükme, iplik sarma vb. işlerde kullanılan, el veya ayakla çevrilen araç.
7
Eğirmek: Yün, pamuk vb.ni iğ ile büküp iplik durumuna getirmek.

76
Üzerine tüyler bırakalım –
Haydi birlikte uçalım!
Genç kız onları reddetmiş:
Uçmayacağım sizinle;
Çimenlerin arasında gezinirken,
Kırdım bacağımı aniden!
Beni bırakıp gittiniz,
Kaderime terk ettiniz!
Ördek sürüsü yoluna devam etmiş.
İkinci ördek sürüsü de uçtukları esnada şarkı söylemeye başlamış:
İşte bizim körpecik kızımız,
İşte bizim nazlı kızımız
Bahçede terk edilmiş,
Makûs kaderine.
Eğirilen ipliğin hışırtısı,
Çıkrığın gıcırtısı!
Üzerine tüyler bırakalım,
Haydi birlikte uçalım!
Genç kız onları da reddetmiş:
Uçmayacağım sizinle;
Çimenlerin arasında gezinirken,

77
Kırdım bacağımı aniden!
Beni bırakıp gittiniz,
Kaderime terk ettiniz!
Üçüncü ördek sürüsü de uçarken genç kızı görmüş ve hep bir ağızdan
söylemeye başlamış:
İşte bizim körpecik kızımız,
İşte bizim nazlı kızımız
Bahçede terk edilmiş,
Makûs kaderine.
Eğirilen ipliğin hışırtısı,
Çıkrığın gıcırtısı!
Üzerine tüyler bırakalım
Haydi birlikte uçalım!
Üçüncü ördek sürüsü genç kızın üzerine tüyler bırakmış, güzel kız tüylere
bürünmesiyle de ördeğe dönüşüvermiş ve sürüyle beraber uçup gitmiş.
Dede ve nine tekrar yalnız başlarına kalmışlar.
Çeviren: Khrystyna Yıldırım
Gözden Geçiren: Selin Selimoğlu

78
BEŞSALKIM BEY
Kırım Tatar Masalı

Genç bir çoban kendi evinin önünde üzüm asması diker. Birkaç yıl sonra
bu asmanın üstünde bir salkım üzüm yetişir. Ancak üzüm salkımı
olgunlaşayım diye durduğunda, bilinmeyen bir canavar onu yer ve gider.
İkinci yıl asmada iki salkım üzüm ortaya çıkar. Ancak üzümleri yine
canavar yer. Birkaç yıl öyle tekrarlanır. Beşinci yıl geldiğinde, asmada beş
salkım üzüm yetişir.

79
Bu yıl böyle yağma yok, canavarı mutlaka yakalayacağım, diye düşünen
çoban geceleri asma başında nöbet tutmaya başlar. Üzüm salkımları altın
gibi sararıp olgunlaşmaya başladığı vakit, sessiz sessiz yürüyen bir tilki
gelir ve başını uzatıp üzümleri yemeye hazırlanır. Hazırlanır
hazırlanmasına ama tilkinin geldiğini duyan çoban, onu hemen
kuyruğundan yakalayıp, birkaç kere havaya kaldırıp, yere çarpıverir.
“Çoban ağa, etme eyleme, benim de sana bir iyiliğim olur” diye, insan
diliyle yalvarmaya başlar tilki. Benden ne istersen iste, hepsini yaparım,
yalnız beni öldürme.
Tilkinin insan gibi konuşmasına şaşıran çoban, “Tamam, Tilki ağa, canını
bağışlamaya razıyım, ama bunun karşılığında bana padişahın kızını alıp
vereceksin.” Der. “Ancak aklında tut, başka tilkiler gibi sözünde durmayıp,
beni aldatmak istersen, ben seni gene tutar da, senin derinden cepkenime
yaka yaparım, kafatasını da asmanın üstüne koyarım.”
“Benim sözüm sözdür, der Tilki ağa. Ben asilzade tilkilerdenim.
Söylediğimi yaparım, ama bu iyiliğim için asmadaki üzümleri de her yıl
ben yerim.” Çoban bütün bu söylediklerini kabul eder ve Tilki ağayı bırakır.
Tilki ise, toparlanıp, doğruca padişahın sarayına gider ve kapı
muhafızlarına:
- Ben dünyanın en zenginlerinden olan Beşsalkım Beyden padişahın
kızına dünür olarak geldim, Padişah hazretlerine haber veriniz beni kabul
etsin, der.

80
Padişah, bu haberi duyduğunda, Tilki ağayı kabul etmeye hazır olduğunu
bildirir. Tilki ağa ise, dört kez eğilip, padişaha temenna selamı verir ve
dilini ballandırıp nutka başlar:
-Ey padişahların padişahı! Beni sizlerin huzuruna Beşsalkım Bey yolladı.
Zenginlikte dünya üstünde dengi olmayan bu adam, kızınızı eş olarak almak
istiyor. Beyimin beyliklerinin sınırı olmadığı gibi, zenginliğinin de hesabı
yok. Develerinin sayısı kırk bindir, eşekleri elli bindir, atları altmış bindir,
koyunları yetmiş bindir, keçilerinin sayısını bilmiyor çünkü beş yıldan beri

81
saysalar da şu güne kadar saymanın sonuna varamadılar. Altın ve
gümüşlerini sorma, onlar çuval çuval olup ahırda duruyorlar. Ey padişahım,
Beşsalkım Beyin zenginliğini söylemek için aylar da yıllar da az gelir.
Padişah, Tilki ağanın ballı sözlerini dikkatlice dinleyip, şöyle bir cevap
verir:
- Tamam, Beşsalkım Bey’e kızımı vermeye razıyım da ancak bu yiğidin
düğünden önce kendi kahramanlığını göstermesi gerek. Gidin, beyinize
söyleyin, aç göz devi tutup, yakalasın, yedi başını da kesip, bana gelsin. Bu
dev memleketimize amansızca zulmediyor ve bizleri gece-gündüz rahatsız
ediyor.
- Tamam, padişahım, üç güne kalmaz bile, devin yedi başı da saraya
getirilecek, deyip, Tilki ağa eve döner.
Yolda Tilki ağanın önüne köpekleriyle ava giden bir avcı rast gelir. Tilki
ağa anlık belâdan kurtulayım diyerek bir mağaranın içine girer. Girer ama
köpek sesleri yaklaşmaktadır. Tilki ağa canını korumak için arkasına önüne
bakmadan mağaranın içine gider. Az mı gidiyor, çok mu gidiyor bilinmez,
bir de bakar ki ne görsün! padişahın söylediği şu yedi başlı dev mağarada
yatmaktadır. Dev yedi başı üstündeki gözlerini Tilki ağaya dikip:
- Aa, sen kendi ayaklarınla yürüyüp bana mı geldin? Der ve yedi ağzıyla
aynı anda kükreyip tıslayarak ayağa kalkar. Çok iyi, çok iyi, karnım
acıkmıştı, şimdi ben seni…
Dev bu sözleri söyleyip, Tilki ağayı kuyruğuyla sarıp alır ve yavaş yavaş
ağzına getirir. Korkudan titreyen Tilki ağa:
-Ey korkunç canavarların padişahı! Senin de son günün geldi. Ecelin seni
bekliyor. Ben sana haber getirdim. Ölümden kurtulmak henüz geç değil.

82
Biraz kuyruğumu bırak da söyleyeceğimi söyleyeyim. Şimdi beni
dinlemezsen, sonra geç olur, der.
Bu sözleri işiten dev, neye
uğradığını bilmeyerek, kuyruğu
rahat bırakır.
- Çabuk ol, söyle, nasıl ölümdür,
beni kim öldürmek istiyor?
- Padişah hazretleri,
memleketindeki bütün askerlerini
toplayıp, senin yeraltı sarayını
sardı. Seni öldürmek ve ebediyen
senden kurtulmak istiyor. İşte
şimdi bu askerler keskin balta ve
süngüleriyle saraya girecekler ve
senin yedi başını da kesip,
padişaha götürecekler. Padişah
hazretleri senin başlarını sarayın
önündeki kazıklara oturtacak.
Çabuk ol, vakit kaybetme, saklan.
- Akıl ver, sen akıllı bir hayvansın,
nerede saklanayım? Diye sorar dev.
- Nereye diye sorup durma, fırının
içine gir, nefes alma, kıpırdama, onun içinde seni kimse bulamaz.

83
Dev, Tilki ağanın sözüne uyarak, fırının içine girer, Tilki ağa ise, dev
girdiğinde fırının ağzını odunla doldurur ve yakar. Dev, dumandan boğulup,
yattığı yerde ölüp kalır.
Tilki ağa tekrar yoluna devam eder. Yolda karşılaştığı tüccarlara Beşsalkım
Bey’in zenginliğini över, onun evinde misafir olanlara çuval çuval altın
bağışladığını söyler. Yolu boyunca övgülerini saçıp, sonunda Tilki ağa,
Çobanın evine döner.
-Şorbacım! Emrini yerine getirdim, padişah hazretleri kızını sana
vermeye razı oldu, ancak düğünden önce yeraltı padişahı devin yedi başını
ve derisini getirmeni emretti.
- E, Tilki ağa, böyle bir işi becermeye benim gücüm yeter mi?
-Şorbacım! Bu o kadar zor bir iş değildir. Ben yardım ederim. Ancak ben
öldükten sonra benim cesedimi aç çakallara bırakmayacağına ant iç, söz ver.
- Tilki ağa, sen öldükten sonra senin cesedini altın kafese koyup, sarayda
kendi odamın tepesine asacağıma ant içiyorum, söz veriyorum.
- Kırk deve ve bir de balta alıp benim peşime düş! der Tilki.
Çoban, kırk deve ve bir balta alıp Tilki ağanın peşine düşer. Gide gide,
devin mağarasına girerler. Mağaranın içi külçe külçe altın ve gümüş
parçalarıyla, türlü türlü kıymetli taşlarla doluymuş meğer. Otuz dokuz deve
altın yükleseler de mağaradaki altınlar gene de eksilmiyor.
- Şimdi Şorbacı, baltayla bıçağını al da fırına gir, devin başlarını kesip,
derisini sıyırıp al. Korkma, dev kendi haram canını artık çoktan teslim
etmiştir.

84
Çoban, devin yedi başını kesip, derisini sıyırıp alır ve bunları kırkıncı
deveye yükler, sonra develeri önlerine katarak, padişahın sarayına gelirler.
Padişah, altın yüklü develeri ve korkunç devin başlarıyla derisini görüp,
Beşsalkım Bey’in zenginliğine ve kahramanlığına şaşıp kalır. Onu kendi
damadı ve varisi diye ilan eder.
Bütün sarayda kırk gün, kırk gece toy-düğün yapılır. Hiç kimsenin
bilmediği çoban, sarayda baş vezir olur. Beşsalkım Bey diye, namı bütün
memlekete yayılır.
Aradan birkaç yıl geçer. Beşsalkım Bey kendine büyük iyilikler yapmış
Tilki ağayı tamamen aklından çıkarmıştır. Tilki ağanın buna canı sıkılır ve
Beşsalkım Bey’i deneyip görmek ister. Gizli gizli saray avlusuna sokulup,
padişah odasının penceresinin altında yayılıp yatar, dersiniz ölüp kalmış!
Padişahların hizmetkârları bu haberi derhal padişaha bildirirler. O ise, “ Ne
bakıp duruyorsunuz, çabuk olun, şu kokuşmuş cesedi çöplüğe atınız!” diye
emir verir.
Tilki ağayı kuyruğundan tutup çöplük obasının içine getirip atarlar. Fakat
ne görsünler Tilki ağa ikinci günün sabahı gene padişahın penceresinin
önünde yayılıp yatıyor. Bu haberi duyan padişah “Bu ne tilki keratasıdır,
pis kokusunu yayacak başka bir yer bulamadı mı?” der. “Çabuk olun, şu
kokuşmuş cesedi aç çakallara bırakın. Bir daha gözüm görmesin.”
Tilki ağayı kuyruğundan tutup, ormanın içine atsalar da üçüncü günün
sabahı tekrar padişahın penceresinin önünde yayılıp yatar. Artık üçüncü
kere aynı haberi işiten padişah çok kötü sinirlenerek:
- Çabuk ol, bu kokuşmuş leşi alınız ve derin bir çukura gömünüz! der.
Eğer o, benim penceremin önünde bir daha görürsem hem tilkiyi hem de
sizi kuyuya bırakıp, üstünüzü taşla kapattırırım.
85
Padişah bu sözlerini söylemekte olduğu sırada, Tilki ağa canlanıp iki ayağı
üzerinde durur “Ey, çoban oğlu çoban!” der. “Verdiğin sözü unuttun mu?
Öldükten sonra beni altın kafeste tutacak olan sen değil miydin? İyiliğe
karşılığın kötülük mü? Çobandın, gene de çoban olup kal!”
Tilki ağa bu sözlerini söyler ve kaybolup gider. Bir anda saray çobanın
evine döner. Beşsalkım Bey de gene önceki gibi çoban olup kalır.
Çeviren: Esra Bozdemir

86
KUŞ DİLİNDEN ANLAYAN ÇOCUK
Kırım Tatar Masalı

Bir zamanlar şehirlerin birinde zengin, fakat merhametsiz bir adam


yaşarmış. Bu zengin adamın karısı ve bir de çok çirkin bir oğlu varmış.
Annesiyle babası çocuğu hiç sevmiyorlarmış. Onlar bu çocuğu beğenmeyip
güzel çocukları olmasını istiyorlarmış. Bu çocuğa yemeği her zaman ayrı
veriyor, onu hor görüyorlarmış.
Zengin adamın evinde bir de bülbül yaşarmış. Zengin adam karısıyla
beraber yemek yemeğe oturduklarında bülbülcük durmaksızın ötermiş.

87
Bir gün onlar sofra başında oturup yemek yerken çocuk ise kapı dibinde
oturup kupkuru ekmek parçasını kemiriyormuş. Bu kez bülbül öyle bir tatlı
ötmeye başlamış ki, zengin adam onun sesinin tesirinden şaşırıp karısına:
- Eğer şu kuşun ne söylediğini kimse anlayıp bana bildirirse, ona büyük
iyilikler yapardım, demiş.

Çirkin çocuk babasının sözlerine şöyle cevap vermiş:


— Baba, kuşun dilinden ben anlarım. Ancak size anlatmaktan korkarım.
Anasıyla babası çocuğa kuşun ne anlattığını mutlaka söylemesini
emretmişler. Çocuk anlatmaktan çekinmiş.
- Eğer söylemezsen seni aç bırakırız, demişler. Çocuk yine korkmuş.
Ondan sonra babası çocuğun üstüne atılıp “Şeytanın çocuğu, anlatacak
mısın anlatmayacak mısın? Anlatmazsan boğarım seni,” deyip çocuğun

88
boğazına yapışmış. Çocuk sonunda anlatmaya mecbur kalmış. Kuş şöyle
dermiş:
— Öyle zaman gelecek ki, sizin hor gördüğünüz bu çocuğun eline babası
su dökecek, anası ise havlu tutacak.
Zengin adamla karısı sevmedikleri çocuğun bu sözlerinden sonra derin
düşüncelere dalmışlar ve çocuğu büsbütün başlarından atmaya karar
vermişler.

89
Karanlık bir gecede, çocuk tatlı uykudayken onu bir kayığın içine koyup,
denize yollamışlar. Tam o sırada bülbül de kafesinden kaçıp çocuğun
kayığına konmuş. Çocuk ise karanlıkta sallana sallana uyumuş. Sabah
uyandığında kendisini denizin ortasında görüp ağlamaya başlamış. O anda
bülbül ona şöyle demiş ki:

— Ağlama sen, uzaktan bir gemi geliyor. O seni kurtaracak.


Hakikaten de çok geçmeden ufukta bir gemi belirmiş. Gemi kayığa yaklaşıp
kayıkta çocuğu görünce, onu gemiye almışlar.

90
Geminin sahibi çok iyi bir adammış. O çocuğu sevmiş, onu evlatlık olarak
almış ve öz çocuğu gibi bakmış.
Bir gün çocuk babalığına demiş ki:
— Baba, bülbülüm yakında büyük fırtına çıkacak diyor. Bunun için acele
olarak bütün yelkenleri açıp, bir sahil kenarına kaçalım.
Gemi sahibi çocuğun sözüne önem vermemiş. Fakat birkaç saat sonra öyle
bir fırtına kopmuş ki, geminin yelkenleri parçalanacak, az kalsın gemiyi
batıracakmış. Yine de hayırlısı olup, gemi de adamları da hayatta kalmışlar.
Fırtına yatıştıktan sonra yeni yelkenler takıp yollarına devam etmişler.
Biraz vakit geçtikten sonra çocuk yine babalığına demiş ki:
- Baba, bülbülümün dediğine göre yakınımızda on iki gemiyle haydutlar
dolaşıyorlarmış.
Geminin sahibi bu kez çocuğun sözünü dinlemiş ve gemiyi yakın adalardan
birine yanaştırmış, orada saklanmış. Çok geçmeden onlar on iki gemiyle
deniz haydutlarının uzaktan gelip gittiklerini görmüşler.
Biraz zaman sonra, gemi yine yola çıkmış ve az gitmiş, uz gitmiş, derya –
deniz düz gitmiş, sonunda Yeşilyurt denilen bir memlekete varmış. Bu
Yeşilyurt memleketinin padişahının sarayının önünde üç yıldan beri üç
karga gece gündüz bağırıp çağırırlarmış. Padişahı bu durum çok rahatsız
edermiş. Ne kadar uğraşsalar da bu kargalardan kurtulamamışlar. Padişah
onu kargalardan kurtarana küçük kızını ve padişahlığının yarısını ona
bağışlayacağını ilan etmiş.
Şimdi yiğitlik çağına giren bu çocuk, padişahın fermanını duyunca doğruca
saraya gidip, padişaha kendisinin yardım edebileceğini söylemiş. Padişah
razı olmuş. Sonra delikanlı kargaları gösterip:
91
— Ey Padişahım, bu üç karganın birincisi annesi, ikincisi babası, üçüncüsü
ise onların çocuklarıdır, demiş. Babayla anne bu çocuk hangimizindir diye
kavga ederler. Babası der ki, çocuk benim, annesi der ki, çocuk benimdir.
Onlar anlaşamaz, size gelirler. Davalarına adaletle bakılması için ricada
bulunurlar.

Padişahım! Siz söyleyiniz, bu çocuk hangisinindir?


Padişah şöyle der: Çocuk babasınındır.

92
Padişah sözünü bitirir bitirmez, baba karga ile çocuğu bir tarafa, anne karga
başka bir tarafa uçup giderler.
Bundan sonra delikanlı, padişahın yanında kalır. Padişah küçük kızını ve
memleketinin yarısını ona verir. Biraz zaman geçtikten sonra genç delikanlı
yeni gelinle beraber seyahate çıkar ve değişik yerlere giderler.
Şehirlerin birinde bir evde misafir olurlar. Şansa bak! bu ev çocuğun öz
babasının evi olmasın mı? Sabah delikanlı çocuk yüzünü yıkarken, babası
onun eline su döker, annesi de ona havlu tutar. Çünkü onlar büyüttükleri öz
çocuklarını tanımazlar. Delikanlı ise onları tanır ve kendisini tanıtır.
Şimdi mecali kalmayan iki yaşlı, çocuklarına bir zamanlar yaptıkları için
çok pişman olurlar.
Delikanlı ise, onlara acıyıp, gönüllerini alır, kucaklayıp öper. “Ne de olsa
siz benim anne babamsınız, ben size ömür boyu borçluyum” der, onları
kendisiyle beraber alıp götürür ve ömürlerinin sonuna kadar onlara bakar.
Çeviren: Elif Deligöz

93
KISRAK BAŞI
Ukrayna Masalı

Masal anlatayım mı? Anlatamam. Bir atasözü hatırlayayım mı?


Hatırlayamam, bir hikâye uydurayım mı? Uyduramam. Kafam karışmış
hikâye anlatılmamış… Eh, işte, ne yaparsan yap, bize masal anlatacaksın
diyorsanız başlayayım bari…
Bir varmış bir yokmuş, bir dede ve bir nine varmış. Dedenin bir kızı,
ninenin de başka bir kızı varmış. Nine ikisini şafak vakti yün eğirmeye
göndermiş. Gitmişler, dedenin kızı ikisinin işini de yapmış, ninenin kızı ise
eğlenip durmuş, eve gelince ise tembel kız, çalışkana iftira atarak her şeyi
kendisi yapmış gibi göstermiş…
İşte nine dedenin kızını pek kıskanırmış, kin beslermiş. Kocasına demiş ki:
- Al kızını götür, nereye bırakırsan bırak, evimizin ekmeğini boşuna
yemesin!
Dede ne yapsın, almış kızını evden götürmüş, ta ormana kadar. Bakmış ki
orada boş, terk edilmiş bir kulübe varmış. İçeri girmişler. Dede “Sen burada
otur kal, yün eğirmeye devam et kızım, ben gidip odun keseceğim,” deyip
çıkmış.
Bir tokayı pencereye bağlayıp gitmiş eve dönmüş.
İşte rüzgâr esmiş, tokayı tıklatmış, toka da tık tık, yaptıkça, kız da
“O benim babam odun kesiyor” deyip kendi kendine kalmış, yün eğirmiş.

94
Yine fırtına çıkmış, rüzgâr tokayı tıklatmış, kız da ne olduğunu görmek için
dışarı çıkmamış, kendi kendine “O benim babam, odun kesiyor” demiş, yün
eğirmeye devam etmiş.
Hava kararmış gece olmuş. Aniden gök gür gür gürlemiş, kapı tık tık
vurulmuş. Bir Kısrak Başı gelmiş görünmüş, kulübenin kapısını çalmış:
- Kız, kız, aç şunu!
Kız koşmuş kapıyı açmış.
- Kız, kız, beni kapının eşiğinden geçir!
Kız Kısrak Başını geçirip iskemleye oturtmuş.
- Kız, kız, akşam yemeğimi ver!
Kız akşam yemeği hazırlamış vermiş, Kısrak Başını yedirmiş içirmiş. O da
yine:
- Kız, kız, bana yatak aç! diye emretmiş.
Kız yatak açmış.
- Kız, kız, beni yatağa götür yatır!
Kız almış götürmüş, yatağa yatırmış. Kısrak Başı yine:
- Kız, kız, sol kulağımdan gir, sağ kulağımdan çık! demiş.
Kız gelmiş, Kısrak Başının sol kulağından girmiş, orada ne görsün!
Haneler, köşkler, her türlü eşyalar! Sağ kulağından çıkınca da tam bir
prensese dönüşmüş!

95
Çok vakit geçmeden güzel kız kendisi gibi çalışkan ve yakışıklı bir delikanlı
ile evlenmiş. Sevgi ve mutluluk içinde yaşamışlar. Bayram gelmiş,
kocasına yalvarmaya başlamış:
- Hadi babamın evini ziyaret edelim, babacığımı çok özledim!
Gitmişler. Nine onları görür görmez ne kadar güzel bir kıza dönüştüğünü,
bahtının açıldığını görünce korkmuş. Dedeye “Onu nereye götürdüysen
benim kızımı da oraya götür!” diye emretmiş.
Dedesi almış ninenin kızını, aynı ormana aynı kulübeye bırakmış.
“Oturacağın yer burası!” deyip çıkmış gitmiş ve eve dönmüş.

96
Tembel kız bir şey yapmayıp kulübede oturmuş, akşama kadar yatmış,
keyfine bakmış. Aniden gök gür gür gürlemiş, kapı tık tık vurulmuş. Bir
Kısrak Başı gelmiş görünmüş, kulübenin kapısını çalmış:
- Kız, kız, aç şunu!
Tembel kız:
- Kraliçe misin ki sana kapı açayım, kendin aç! diye cevap vermiş.
Kısrak Başı kapıyı açmış.
- Kız, kız, beni kapının eşiğinden geçir! demiş.
- Kraliçe misin ki seni geçireyim, kendin geç! diye cevap vermiş.
Kısrak Başı eşikten geçmiş.
- Kız, kız, akşam yemeğimi ver!
- Kraliçe misin ki sana yemek vereyim, kendin ye! diye cevap vermiş.
Kısrak Başı akşam yemeği yemiş. Yine:
- Kız, kız, bana yatak aç! diye emretmiş.
- Kraliçe misin ki sana yatak açayım, kendin aç! diye cevap vermiş.
Kısrak Başı yatağı açmış.
- Kız, kız, beni yatağa götür yatır!
- Kraliçe misin ki seni yatırayım, kendin git yat! diye cevap vermiş.
Kısrak Başı en son:
- Kız, kız, sol kulağımdan gir, sağ kulağımdan çık! demiş.

97
Tembel kız koşa koşa sol kulağından girmiş ancak orada kapkaranlık bir
orman görmüş. Ormanda bir kurt çıkmış, tembel kızı kapmış, yuvasına
götürmüş, yemiş.
Dedenin küçücük bir köpeği varmış. Kapının önünde uzanmış ve:
- Hav! hav! Hav – hav! Dedenin kızı prenses güzeli olmuş, ninenin
kızını kurtlar yemiş.
Nine:
- Seni pis köpek! Benimle dalga mı geçiyorsun! diye öfkelenmiş, gitmiş
köpeği kovalamış.
Ancak eve döner dönmez köpekçik yine:
- Hav! hav! Hav! Hav! Dedenin kızı prenses güzeli olmuş, ninenin
kızını kurtlar yemiş.
Nine düşünmüş, düşünmüş, kaygılanmış dedeye:
-Git bakalım ormana bak kızım ne olmuş. Çok garip: senin ki ziyaretimize
geldi, benimkinden çıt çıkmadı, demiş.
Dede ormana gitmiş, kulübeyi bulmuş, içeri girmiş. İçerisi ise bomboşmuş,
bir tek kırık bir sandalye bulmuş, bizim de masalımız sonuna gelmiş….
Çeviren: İryna Dryga – Öykü Özen
Gözden Geçiren: Jale Yasan

98

You might also like