Professional Documents
Culture Documents
1. basım: 1997
3. basım: Ocak 2012
E-k tap 1. sürüm Şubat 2014, İstanbul
Ocak 2012 tar hl 3. basım esas alınarak hazırlanmıştır.
ISBN 9789750720970
MEKTUP
ROZA HAKMEN, 1956’da İzm r’de doğdu. İzm r Amer kan Kız Kolej ’ n , 1979’da
ODTÜ Ekonom Bölümü’nü b t rd . Başta Oscar W lde, Carson McCullers, Ernest
Hem ngway, Juan Benet, N na Berberova, Anthony Burgess, Mar o Vargas Llosa,
Marguer te Duras olmak üzere edeb yatın önde gelen yazarlarının eserler n
çev rd . Cervantes’ n Don Qu jote’s n İspanyolca aslından, Marcel Proust’ un Kayıp
Zamanın İz nde’s n de Fransızca aslından lk kez eks ks z olarak Türkçeye
kazandırdı.
Oscar W lde’ın anısına
Geçen yıl bu tar hlerde, Oscar W lde’ın acı sonunu B skra’da, gazetelerden
öğrend m. Aradak mesafe yüzünden, cenazeye ... Mezarlığı’na kadar eşl k eden
b r avuç nsana maalesef katılamadım. Kend s ne sadık kalmış dostlarının zaten az
olan sayısını, yokluğumla daha da azalttığım ç n üzüldüm durdum. H ç değ lse bu
sayfaları b r an önce yazmak st yordum; ne var k , epeyce uzun b r süre boyunca,
W lde adı, y ne gazeteler n malı olmuş g b yd ... Artık bu haz n üne sah p adın
çevres nde dönen yers z ded kodular durulduğuna, yığınlar övmekten, şaşmaktan
ve sonra da lanetlemekten sıkıldığına göre belk b r dost, devam eden üzüntüsünü
fade edeb l r; hayranlığını ve saygılı merhamet n d le get ren bu sayfaları, terk
ed lm ş b r mezara bırakılan b r çelenk g b sunab l r.
İng l z kamuoyunu çalkalayan mahkeme skandalıyla W lde’ ın hayatı
mahvolma tehl kes altına g rd ğ nde, b rtakım edeb yatçı ve sanatçılar, edeb yat ve
sanat adına b r kurtarma harekâtına g r şt ler. Yazar yönünü överek nsan yönünü
affett rmey umdular. Ne yazık k bu, yanlış anlamalara yol açtı; çünkü kabul etmek
gerek r k , W lde büyük b r yazar değ ld r. Uzatılan bu kurşundan can s m d , onun
boğulmasını hızlandırdı yalnızca; eserler , onu kurtaracağına, sank onunla b rl kte
battı. B rkaç yardım el boşuna uzandı. Dünyanın kabaran dalgası her şey yuttu.
O sırada, W lde’ı tümüyle farklı b r b ç mde savunmak, k msen n hayal nden
geçmed . İnsanı eser n n arkasına g zlemeye çalışmak yer ne, ş md yapmaya
çalışacağım g b önce nsanın eşs zl ğ n göstermek gerek rd , sonra da eser
aydınlanırdı zaten. W lde, “Ben bütün dehamı yaşamıma harcadım; eserler me
yalnızca yeteneğ m harcadım,” derd . Büyük b r yazar değ ld ama sözcüğün tam
anlamıyla büyük b r hayat adamıydı. Yunan f lozofları g b W lde da b lgel ğ n
yazıya dökmez, konuşmasıyla ve yaşamıyla aktarırdı; b lgel ğ n tedb rs zce,
nsanların uçucu belleğ ne emanet ederd , suyun üzer ne yazar g b .
Yaşamöyküsünü, onu daha uzun süre tanımış olanlar yazsın; onu can kulağıyla
d nlem ş olanlardan b r , burada yalnızca bazı k ş sel anılarını aktaracak.
W lde’ı, ancak hayatının son yıllarında tanımış olanlar, hap sten zayıflamış ve
çökmüş olarak çıkan b r W lde’a bakarak, hap sten öncek dâh W lde’ı hayal
edemezler.
Kend s yle lk karşılaşmamız, 1891 yılında oldu. W lde o sıralarda
Thackeray’ n, “büyük adamların başlıca yeteneğ ” d ye tanımladığı şeye, sükseye
sah pt . Hareketler yle, bakışlarıyla her durumda ağırlığını koyardı. Sükse yapacağı
o kadar kes nd k , sank başarısı W lde’dan önde g d yordu; ona yalnızca lerlemek
kalıyordu. K tapları şaşkınlık ve beğen yaratıyordu. Bütün Londra, oyunlarını
görmeye koşuyordu. Zeng nd ; büyüktü; güzeld ; mutluluk ve lt fata boğulmuştu.
Onu k m ler Asyalı b r D onysos’a, k m ler b r Roma mparatoruna, k m ler de
Apollon’a benzet rd . Gerçekten de göz kamaştırıcıydı.
Par s’e gel r gelmez, sm ağızlarda dolaşmaya başladı; onunla lg l b rtakım
abes h kâyeler anlatılıyordu; W lde henüz yalnızca yaldız uçlu s garalar çen ve
sokaklarda el nde b r ayç çeğ yle dolaşan adamdı. Sosyetede ünü sağlayanları
kandırmakta becer kl olan W lde, gerçek k ş l ğ nden daha önde gelen, espr yle
oynadığı eğlencel b r hayalet yaratmayı b lm şt .
Ondan söz ed ld ğ n lk önce Mallarmé’n n ev nde duymuştum; sohbet n
göklere çıkarıyorlardı; kend s n tanımayı st yor ama ummuyordum. Mutlu b r
rastlantı, daha doğrusu bu steğ mden söz ett ğ m b r dostum aracılığıyla tanıdım.
W lde’ı b r restoranda yemeğe davet etm şlerd . Dört k ş yd k ama tek konuşan
W lde olmuştu.
W lde sohbet etmezd ; anlatırdı. Hemen hemen tüm yemek boyunca
durmadan anlattı. Tane tane, ağır ağır anlatıyordu; ses olağanüstüydü.
Fransızcayı son derece y b l yordu ama bekletmek sted ğ sözcükler sank b raz
ararmış g b yapıyordu. Aksanı yok g b yd ; yalnızca olmasını sted ğ kadar, zaman
zaman sözcüklere yen ve tuhaf b r hava verecek kadar aksanı vardı. “Sept s zm”
yer ne b lerek İng l zcedek g b skept c sm d yordu... O gece b ze anlattığı b tmez
tükenmez öyküler karışıktı; en y öykülerden değ ld ; b zden em n olamayan W lde,
b z den yordu. B lgel ğ n ve çılgınlığını, ancak tahm n ne göre, d nleyen n hoşuna
g decek kadar açığa vururdu; asla fazlasını göstermezd . Karşısındak ne,
heveslend ğ kadarını ver rd ; ondan b r şey beklemeyenler, b r şey bulamazdı ya
da ancak haf f b r köpük düşerd paylarına. Her şeyden önce karşısındak n
eğlend rmeye meraklı olduğu ç n de, onu tanımış olduklarını sananlardan b rçoğu,
yalnızca eğlend r c yanını tanırdı.
Yemek b tt kten sonra dışarı çıktık. İk arkadaşım yan yana yürüyorlardı; W lde
ben kenara çekt , “S z gözler n zle d nl yorsunuz,” ded epey sertçe. “Bu öyküyü
onun ç n anlatıyorum s ze:
“Nark ssos öldüğünde kır ç çekler çok üzülmüş, onun ardından ağlayab lmek
ç n neh rden su damlaları stem şler. ‘Ah!’ dem ş neh r, ‘her damlam gözyaşı olsa
Nark ssos’un ardından ağlamama yetmez; ben ona âşıktım!’
‘Ah!’ dem ş kır ç çekler de, ‘Nasıl âşık olunmaz Nark ssos’a. Öyle güzeld k !’
‘Güzel m yd ?’ d ye sormuş neh r.
‘Senden y k m b leb l r? Her gün üzer ne eğ l p sen n sularında kend
güzell ğ n seyrederd uzun uzun...’”
W lde b r an durdu...
“Neh r cevap verm ş: ‘Ben ona âşıktım; çünkü sularıma eğ ld ğ nde, onun
gözler nde sularımın yansımasını görürdüm.’”
Sonra W lde, tuhaf b r kahkahayla kasılarak ekled : “Bu öykünün adı, ‘Mür t’.”
Ev n n kapısının önüne varmıştık, ondan ayrıldık. Ben mle yen den görüşme
steğ n bel rtt . O yıl ve ondan sonrak yıl boyunca onu sık sık, her yerde gördüm.
Ded ğ m g b W lde, başkalarının karşısına b r tören maskes yle çıkardı;
şaşırtmak, eğlend rmek, bazen kızdırmak üzere. H çb r zaman karşısındak n
d nlemez, düşünce kend düşünces olmadığı sürece onu h ç lg lend rmezd . Tek
başına parlamadığı an, kend n gözden s lerd . O zaman ancak onunla baş başa
kalınca yen den ortaya çıkardı. Baş başa kaldığı an hemen söze başlardı:
“Dünden ber neler yaptınız?”
O sıralar ben m yaşamım n şs z çıkışsız olduğu ç n, anlatacaklarımın h çb r
lg nç yanı yoktu. Sıradan b rkaç olay sayardım, W lde’ın alnı kırışırdı.
“Gerçekten bunlar mı yaptıklarınız?”
“Evet.”
“Doğru söylüyorsunuz, değ l m ?”
“Evet, tab .”
“Pek o zaman n ye anlatıyorsunuz? H ç lg nç değ l k . Bakın, k dünya vardır:
Sözü ed lmeden var olan dünyaya gerçek dünya den r; çünkü bu dünyayı görmek
ç n sözünü etmeye h ç gerek yoktur. Ötek se sanat dünyasıdır, bu dünyadan söz
etmek gerek r; çünkü ancak sözü ed ld ğ nde var olur.
Adamın b r , öykü anlattığı ç n köyünde çok sev l rm ş. Her sabah köyden
ayrılır, akşam döndüğünde de, bütün gün çalışıp yorulmuş olan köylüler çevres ne
toplanıp sorarlarmış: ‘Neler gördün bugün? Had anlat.’ Anlatırmış o da: ‘Ormanda
flüt çalan b r Pan gördüm, çevres nde küçük per ler halka olmuş dans ed yordu.’
‘Başka ne gördün? Anlat,’ derm ş köylüler. Anlatırmış: ‘Den z kıyısına vardığımda,
dalgaların üzer nde üç den zkızı gördüm; altın b r tarakla yemyeş l saçlarını
tarıyorlardı.’ Köylüler bu öyküler anlattığı ç n sev yorlarmış onu.
B r sabah her zamank g b köyden ayrılmış. Den z kıyısına geld ğ nde b r de
bakmış k , dalgaların üzer nde üç den zkızı altın b r tarakla yeş l saçlarını tarıyor.
Gez nt s n sürdürmüş; ormana yaklaştığında, flüt çalan b r Pan ve halka olup dans
eden per ler görmüş... O akşam köyüne döndüğünde, köylüler her akşamk g b ,
‘Neler gördün? Had anlat,’ dey nce, ‘H çb r şey görmed m,’ dem ş.”
W lde b r süre durur, öykünün etk s üzer me s ns n d ye bekler, sonra yen den
başlardı:
“Dudaklarınız hoşuma g tm yor; h ç yalan söylemem ş b r n n dudakları g b
dümdüz. S ze yalan söylemey öğreteceğ m, dudaklarınız ant k masklarda olduğu
g b güzel ve kıvrımlı olacak.
Sanat yapıtını sanat yapıtı, doğa yapıtını da doğa yapıtı yapan ned r, b l yor
musunuz? Aralarındak fark nereden gel r? Aslına bakarsanız, nerg s ç çeğ b r
sanat yapıtı kadar güzeld r; aralarındak fark güzell k olamaz. Ned r k s n ayıran,
b l r m s n z? Sanat yapıtı her zaman tekt r. Kalıcı h çb r şey yaratmayan doğa,
yaptıklarının h çb r kaybolup g tmes n d ye hep kend n y neler. Yığınla nerg s
ç çeğ vardır; şte bu yüzden her b r n n ömrü b r gündür. Doğa ne zaman yen b r
b ç m cat etse hemen onu y neler. Den z canavarı, başka b r den zde, kend s ne
benzer b r başka den z canavarı yaşadığını b l r. Tanrı tar hte b r Neron, b r Borg a
ya da b r Napoléon yarattığında, b r tanes n de kenara koyar; onu b lmey z, öneml
değ l; öneml olan, b r n n başarılı olmasıdır; çünkü Tanrı, nsanı; nsan da sanat
yapıtını yaratır.
Evet, b l yorum ... b r gün yeryüzünde büyük b r sarsılma oldu, sonunda doğa
eş olmayan b r şey, gerçekten tek olan b r şey yaratacakmış g b ve Hazret İsa
dünyaya geld . Evet, b l yorum... Ama d nley n bakın:
Ar matealı Az z Yusuf, akşam vakt , Hazret İsa’nın az önce can verd ğ Golgota
Tepes ’nden nerken, genç b r adamın beyaz b r taşın üzer ne oturmuş ağlamakta
olduğunu görmüş. Adama yaklaşmış, ‘Istırabını anlıyorum,’ dem ş. ‘O adam
gerçekten doğru b r adamdı.’ Ama del kanlı şöyle yanıtlamış: ‘Ah! Ben ona
ağlamıyorum. Ağlıyorum, çünkü ben de muc zeler yarattım! Ben de körler n
gözler n açtım; felçl ler y leşt rd m, ölüler d r ltt m. Ben de meyves z nc r ağacını
kuruttum, suyu şaraba çev rd m... Ama nsanlar ben çarmıha germed ...’”
Bana çok kez öyle gel rd k , Oscar W lde tems l etmekle görevlend r ld ğ ne
nanmıştı.
İnc l, b r Pagan olan W lde’ın kafasını meşgul eder, ç n kem r r, İnc l’ ,
muc zeler yüzünden affedemezd . Paganlıkta muc ze, sanat yapıtıdır; Hır st yanlık
bu sınırı aşıyordu. Sanatta sağlam her gerçekdışı şey, hayatta nançlı b r gerçekl k
gerekt r r.
En ustaca öyküler , en düşündürücü h c vler , bu k ahlakı, yan Pagan
natüral zm le Hır st yan deal zm n karşılaştırmak ve Hır st yan deal zm n
anlamsızlaştırmak amacını taşırdı.
“Hazret İsa, Nasıra’ya dönmek sted ğ nde,” d ye anlatırdı, “Nasıra o kadar
değ şm ş k , kent n tanıyamamış. Onun yaşadığı Nasıra ağıtlarla ve gözyaşlarıyla
doluymuş; oysa bu yen kentte kahkahalar ve şarkılar varmış hep. Hazret İsa
kente g rd ğ nde ç çeklerle yüklü köleler n beyaz mermerden b r ev n mermer
basamaklarına doğru koşuşturduğunu görmüş. Hazret İsa eve g rm ş, donuk ak k
reng b r salonun d b nde, lal reng örtülere uzanmış b r adam görmüş; dağınık
saçları kırmızı güllerle ç çe, dudakları şaraptan kıpkırmızıymış. Hazret İsa adama
yaklaşmış, omzuna dokunup sormuş: ‘N ç n böyle yaşıyorsun?’ Adam dönmüş,
Hazret İsa’yı tanımış ve yanıtlamış: ‘Ben cüzamlıydım, ben y leşt rd n. N ç n
başka türlü yaşayayım?’
Hazret İsa o evden çıkmış. Sokakta, yüzü, elb seler boyalı, ayakları nc lerle
süslü b r kadın görmüş; kadının arkasında, k renk g ys l , gözler arzuyla dolu b r
erkek yürüyormuş. Hazret İsa adama yaklaşmış, omzuna dokunup sormuş:
‘Neden bu kadını zl yor, öyle bakıyorsun ona?’ Adam dönmüş, Hazret İsa’yı
tanımış ve yanıtlamış: ‘Ben kördüm, gözler m açtın. Gözler mle başka ne
yapab l r m k ?’
Bunun üzer ne Hazret İsa, kadına yaklaşmış; ‘Bu tuttuğun yol günah yoludur,
n ç n tuttun bu yolu?’ d ye sormuş. Kadın Hazret İsa’yı tanımış, gülerek yanıtlamış:
‘Tuttuğum yol key fl ; üstel k sen bütün günahlarımı affetm şt n.’
O zaman Hazret İsa’nın yüreğ kederle dolmuş, bu kentten ayrılmak stem ş.
Ama çıkarken, kent çevreleyen hendekler n d b nde, oturmuş ağlayan b r del kanlı
görmüş. Hazret İsa ona yaklaşıp kıvırcık saçlarına dokunmuş, ‘Dostum, n ç n
ağlıyorsun?’ d ye sormuş.
Lazar doğrulup bakmış, Hazret İsa’yı tanımış ve yanıtlamış: ‘Ben ölüydüm,
ben d r ltt n. Yaşamımı başka ne yapayım sterd n?’”
B r başka gün de W lde şöyle başladı söze: “S ze b r sır verey m m ?”
Hered a’nın ev ndeyd k, kalabalık salonun ortasında ben b r kenara çekm şt . “B r
sır ... ama k mseye söylemeyeceğ n ze söz ver n ... Hazret İsa n ç n annes n
sevmezd , b l yor musunuz?” Bunu kulağıma, fısıltıyla, utanır g b söyled . Sonra
kısa b r ara verd , kolumu tuttu, arkaya çek ld ve b r kahkaha patlatarak b rden,
“Bak re olduğu ç n!” ded .
İzn n zle son b r öykü daha aktaracağım, en tuhaf, aklı tökezletecek
h kâyelerden b r ; W lde’ın yarattığı bell bel rs z çel şk y anlayab len anlasın.
“Sonra Tanrı’nın mahkemes nde büyük b r sess zl k olmuş. Günahkârın ruhu,
çırılçıplak çıkmış Tanrı’nın karşısına.
Tanrı, günahkârın yaşamının yazılı olduğu defter açmış, ‘Yaşamının çok kötü
olduğu kes n,’ dem ş. ‘İşled ğ n günahlar: (Dâh yane, har ka b r günah l stes
sıraladı) 1 Bütün bunları yaptığına göre, sen kes nl kle Cehennem’e
göndereceğ m.’
‘Cehennem’e gönderemezs n ben .’
‘N ye gönderemezm ş m Cehennem’e?’
‘Çünkü hayatım boyunca orada yaşadım.’
Bunun üzer ne Tanrı’nın mahkemes nde büyük b r sess zl k olmuş.
‘Ne yapalım! Cehennem’e gönderemed ğ me göre sen Cennet’e
göndereceğ m.’
‘Cennet’e gönderemezs n ben .’
‘N ç n gönderemeyey m Cennet’e?’
‘Çünkü onu h ç hayal edemed m.’
Ve Tanrı’nın mahkemes nde büyük b r sess zl k olmuş.” 2
B r sabah, W lde, okuyayım d ye b r yazı uzattı bana; oldukça kaba b r
eleşt rmen, “düşünces n allayıp pullamak üzere güzel masallar uydurmayı b ld ğ ”
ç n kutluyordu onu.
“Sanıyorlar k ,” ded W lde, “bütün düşünceler çıplak doğar... Ben m ancak
masallarla düşüneb ld ğ m anlamıyorlar. Heykeltıraş düşünces n mermere
aktarmaya çalışmaz; doğrudan mermerle düşünür.
Yalnızca tunçla düşüneb len b r adam varmış. Günün b r nde bu adamın aklına
b r f k r gelm ş; mutluluk, b r anlık mutluluk f kr . Bu düşünces n anlatma gereğ
duymuş. Ama nsanlar heps n tükett ğ nden, yeryüzünde h ç tunç yokmuş. Adam
düşünces n anlatmazsa del receğ n h ssetm ş.
Karısının mezarı üzer ndek b r tunç parçasını, karısının, hayatta sevd ğ tek
kadının mezarını süslemek ç n yaptığı b r heykel düşünüyormuş; keder n, ömür
boyu süren keder n heykel ym ş bu. Ve adam, düşünces n anlatmazsa del receğ n
h ssetm ş.
Bunun üzer ne keder n, ömür boyu süren keder n heykel n alıp kırmış, er tm ş
ve bu tunçla mutluluğun, b r anlık mutluluğun heykel n yapmış.”
W lde, “sanatçının yazgısı” d ye b r şeye nanır, düşüncen n nsandan güçlü
olduğunu düşünürdü.
“İk tür sanatçı vardır,” derd . “Bazı sanatçılar yanıtlar, ötek ler de soru sorar.
Yanıtlayan sanatçılardan mı, yoksa soru soran sanatçılardan mı olduğunu b lmel
nsan; çünkü yanıtı veren, asla soruyu soran değ ld r. Bazı yapıtlar bekler, uzun
süre boyunca anlaşılmazlar; bunlar henüz sorulmamış sorulara yanıt get renlerd r;
sorunun yanıttan çok sonra geld ğ ne rastlarız sık sık.”
Devam ederd :
“Ruh, beden n ç nde yaşlı doğar; beden de ruhu gençleşt rmek ç n yaşlanır
zaten. Platon, Sokrates’ n gençl ğ d r...”
Sonra üç yıl boyunca onu görmed m.
II
III
Oscar W lde hap sten çıkar çıkmaz Fransa’ya geld . D eppe yakınlarında
kuytu, küçük b r köye, Berneval’e, Sebast an Melmoth adında b r yerleşt ; bu,
W lde’dı. Fransız dostlarından onu son gören ben olduğum ç n, lk gören de ben
olmak sted m. Adres n öğren r öğrenmez koştum.
Öğleye doğru köye vardım. G tt ğ m haber vermem şt m. T.n n çten sevg s ,
Melmoth’un sık sık D eppe’e g tmes ne sebep oluyordu; ancak akşama dönecekt .
Gece yarısı döneb ld .
Henüz kış sayılırdı. Hava soğuktu; sıkıntılıydı. Bütün gün yılgınlık ve sıkıntı
ç nde ıssız kumsalda dolaştım, W lde nasıl olup da yaşamak ç n Berneval’
seçm şt ? İç karartıcı b r yerd .
Akşam oldu. Oda tutmaya otele g tt m, Melmoth da bu otelde kalıyordu, zaten
köydek tek oteld . Tem z, güzel manzaralı otelde yalnızca k nc sınıf, zararsız, s l k
b rkaç k ş kalıyordu; akşam yemeğ n onlarla b rl kte yemek zorunda kaldım.
Melmoth ç n ne haz n b r topluluk!
Neyse k yanımda b r k tap vardı. Ne sıkıntılı geceyd ! Saat on b r oldu...
Beklemekten vazgeçmek üzereyken, b r araba ses duydum. Mösyö Melmoth
geld .
Mösyö Melmoth donuyordu. Yolda pardösüsünü kaybetm şt . H zmetkârının b r
gün önce get rd ğ tavuskuşu tüyü (uğursuzluk bel rt s ), b r felaket olacağını haber
verm şt ; felaket n bu kadarla kalmasına sev n yordu. Ama t r t r t tr yordu; tüm otel
ona, sıcak b r grog hazırlamak ç n ayaklandı. Bana şöyle b r selam verm şt . H ç
değ lse başkalarının yanında duygulandığını göstermek stem yordu. Ben de kısa
sürede sak nleşt m. Sebast an Melmoth, esk Oscar W lde’a o kadar benz yordu k ;
üstel k Cezay r’dek zorlama l r k W lde’a değ l, buhrandan öncek tatlı W lde’a.
Sank k değ l, dört-beş yıl önces ne g tm şt k; aynı yorgun bakışlar, aynı key fl
gülüş, aynı ses...
Otel n en y k odasını tutmuş, zevkle döşetm şt . Masasının üzer nde çok
sayıda k tap vardı, aralarında kısa süre önce basılmış olan k tabım Dünya
N metler ’n gösterd bana. Gölgede, büyük b r ka den n üzer nde, güzel, Got k b r
Meryem Ana...
Lambanın yakınına oturduk, W lde küçük yudumlarla grogunu ç yordu. Işıkta
onu daha y göreb l yordum; yüzü bozulmuş, c ld kızarmış ve yıpranmıştı; eller
daha da kötüydü ama aynı yüzükler takmıştı y ne parmaklarına. B r tanes n ,
oynak b r montür üzer ne lac vert taştan Esk Mısır’da uğur ve d r lme s mges
sayılan b r kutsal bokböceğ oturtulmuş yüzüğünü çok severd . D şler korkunç
çürüklerle kaplıydı.
Sohbete başladık. Cezay r’dek son karşılaşmamızdan söz açtım. O sırada,
felaket kend s ne neredeyse haber verd ğ m hatırlayıp hatırlamadığını sordum.
“İng ltere’de s z ney n bekled ğ n , aşağı yukarı b l yordunuz, tehl key görüp
üzer ne g tt n z, değ l m ?” ded m.
(Kısa süre sonra, söyled kler nden aklımda kalanları kâğıda geç rm şt m, en
y s onları aktarmak.)
“Ah, tab , tab . B r felaket olacağını b l yordum; bu ya da başkası, b r felaket
bekl yordum. Olayın böyle b tmes gerek yordu. Düşünün: Daha ler ye g tmek
mümkün değ ld ; daha fazla da süremezd . İşte bu yüzden b tmes gerek yordu.
Hap s ben tümüyle değ şt rd . Ben de bunu umuyordum. Bos e 5 korkunç; bunu
anlayamıyor. Aynı hayatı sürdüremeyeceğ m anlayamıyor; başkalarını ben
değ şt rmekle suçluyor... Ama nsan asla esk yaşamına dönmemel ... Ben m
yaşamım b r sanat yapıtına benzer; b r sanatçı asla aynı şeye k kez g r şmez;
g r ş yorsa lk nde başarılı olamamış demekt r. Ben m hap sten öncek yaşamım
mümkün olan en büyük başarıya ulaşmıştı. Artık tamamlanmış, b tm ş b r şey o.”
B r s gara yaktı.
“Halk korkunçtur; nsanı yalnız son yaptığıyla tanır. Ş md Par s’e g tsem, ben
yalnızca b r... mahkûm olarak görmek sterler. B r oyun yazmadan önce ortaya
çıkmak stem yorum. O zamana kadar ben rahat bırakmalılar.” Sonra sertçe
devam ett : “Buraya geld ğ me y etm ş m, değ l m ? Dostlarım d nlenmek ç n
Güney Fransa’ya g tmem st yorlardı; çünkü başta çok yorgundum. Ama ben m
ç n Kuzey Fransa’da, k msey görmeyeceğ m, soğuk, güneş n hemen h ç
açmadığı, küçücük b r kumsal aramalarını sted m onlardan... İy ett m değ l m
Berneval’e yerleşmekle? (Dışarıda berbat b r hava vardı.)
Burada herkes bana karşı çok y . Özell kle rah p. Küçük k l sey öyle
sev yorum k ! İnanır mısınız, adı Notre-Dame de L esse! Çok hoş değ l m ? Artık
Berneval’den h ç ayrılamayacağımı b l yorum; çünkü rah p bu sabah bana k l sede
sürekl b r yer vermey tekl f ett !
Gümrükçüler görmel s n z! Burada müth ş sıkılıyorlardı; ben de, ‘Okuyacak
k tapları yok mu?’ d ye sordum. Ş md Dumas’nın (Baba) bütün romanlarını
get rt yorum onlara... Burada kalmam şart, değ l m ?
Hele çocuklar! Ah! Bayılıyorlar bana! Kral çen n taç g yme yıldönümünde
büyük b r şölen, b r z yafet düzenled m, kırk çocuk vardı, okuldak öğrenc ler n
heps ! Heps , öğretmenler yle b rl kte! Kral çen n yıldönümünü kutlamak ç n! Çok
hoş, değ l m ? B l yorsunuz kral çey çok sever m. Resm n hep yanımda taşırım.”
Kral çen n, N cholson’ın kar katür ze ederek yapmış olduğu, duvarda asılı portres n
gösterd .
Bakmak ç n kalktım, yanında küçük b r k taplık duruyordu, b r an k taplara
baktım. W lde’ın ben mle daha c dd konuşmasını st yordum. Yer me oturdum ve
b raz korkarak Ölüler Ev nden Anılar’ı okuyup okumadığını sordum. Doğrudan
cevap vermed , konuşmaya başladı:
“Rus yazarlar olağanüstü. Yapıtlarının hep büyük yapıtlar olmasının neden ,
merhamete çek nmeden yer verm ş olmalarıdır. Esk den Madame Bovary’y çok
severd m; ama Flaubert yapıtında merhamete yer vermed , o yüzden yapıtı büyük
b r yapıt g b görünmez, kapalıdır; b r yapıt merhametle açılır, sonsuz b r görünüm
kazanır... B l yor musunuz, nt har etmeme merhamet engel oldu. Ah! İlk altı ay
boyunca müth ş mutsuzdum, öyle mutsuzdum k nt har etmek st yordum. Ben
engelleyen, başkalarına bakmam, onların da ben m kadar mutsuz olduğunu
görmem ve merhamet duymam oldu. Az z m, merhamet olağanüstü b r şey ve ben
onu h ç tanımıyordum!” Neredeyse alçak deneb lecek b r sesle, çok sak n
konuşuyordu. “S z merhamet n ne kadar olağanüstü olduğunu anlamış mıydınız?
Ben her gece merhamet bana öğrett ğ ç n Tanrı’ya dua ed yorum; evet, d z çöküp
şükred yorum. Çünkü ben hapse taştan b r yürekle g rd m, tek düşüncem kend
keyf md . Oysa ş md yüreğ m paramparça; merhamet g rd yüreğ me; artık
dünyadak en büyük, en güzel şey n merhamet olduğunu anladım... Bu yüzden de
ben mahkûm edenlere, h ç k mseye kızamıyorum; çünkü tüm bunları onların
sayes nde öğrend m. Bos e fec mektuplar yazıyor bana; ben anlamadığını
söylüyor; nasıl olup da herkese kızmadığımı anlamıyormuş; herkes bana karşı
ğrenç davranmış... Hayır, anlamıyor ben ; anlayamaz artık. Ama her mektupta
yazıyorum ona; aynı yolu zleyemey z b z; onun kend yolu var, çok güzel b r yolu
var; ben m de kend yolum var. Onunk Alk b ades’ n yolu, ben mk artık Ass s l
Az z Francesco’nunk ... Ass s l Az z Francesco’yu b l r m s n z? Ah! Olağanüstüdür!
Olağanüstü! Bana büyük b r y l k yapmak ster m s n z? B ld ğ n z en y Az z
Francesco b yograf s n gönder n bana...”
Göndereceğ me söz verd m, sözüne devam ett :
“Evet, sonra har ka, gerçekten har ka b r hap shane müdürümüz oldu; ama lk
altı ay çok mutsuz oldum. Çok kötü yürekl b r müdürümüz vardı, Yahud ’yd . Hayal
gücünden tümüyle yoksun olduğu ç n çok acımasızdı.” Çok hızlı söyled ğ bu son
cümle dayanılmaz derecede kom kt ; ben gülmeye başlayınca o da güldü, cümley
y neled , sonra devam ett :
“B ze şkence olsun d ye ne yapacağını şaşırıyordu. Göreceks n z bakın, hayal
gücünden nasıl yoksundu... Şunu söyleyey m önce, hap ste günde yalnızca b r
saat dışarı çıkma zn vardır. Bu b r saat boyunca b r avlunun çevres nde tek sıra
hal nde dönülür; konuşmak kes nl kle yasaktır. Gard yanlar göz açtırmazlar ve
konuşurken yakalananlara korkunç cezalar ver l r. İlk kez hapse g renler,
dudaklarını kımıldatmadan konuşmayı b lmed kler nden, ötek lerden kolayca
ayrılırlar... Hapse g rel altı hafta olmuştu; h ç k mseyle tek söz etmem şt m, h ç
k mseyle. B r gün y ne böyle avluda tek sıra hal nde yürürken b rden arkamda
adımın söylend ğ n duydum. Arkamdak mahkûmdu konuşan. ‘Oscar W lde, sen n
ç n üzüldüm; s z n g b ler n durumu b zden daha zor,’ d yordu. O zaman fark
ed lmemek ç n müth ş çaba göstererek (bayılacağımı sanmıştım) arkama
dönmeden yanıtladım: ‘Hayır dostum hayır; hep m z aynı acıyı çek yoruz.’ O gün
nt har etme steğ mden eser kalmadı.
Onunla bu b ç mde günlerce konuştuk. Adını, ne yaptığını öğrend m. Adı P.yd ;
mükemmel b r çocuktu, mükemmel! Ama ben henüz dudaklarımı kıpırdatmadan
konuşmayı öğrenmem şt m; b r gün, ‘C-33!’ d ye b r ses duyduk. Ben C-33’ tüm. ‘C-
33 ve C-48, öne çıkın.’ Öne çıktık; gard yan, ‘Müdüre çıkacaksınız!’ ded . Artık
yüreğ me merhamet g rm ş olduğundan, yalnızca arkadaşım ç n end şel yd m.
Onun yüzünden acı çekmek ben aks ne mutlu ed yordu. Ama müdür fec yd . Önce
P.y sorguya çekt ; ayrı ayrı sorgulayacaktı b z . Şunu bel rtmem gerek r k , lk
konuşana ver len cezayla yanıtlayana ver len ceza aynı değ ld r; konuşmayı
başlatan, ötek n n k katı kadar ceza alır; genell kle lk konuşana on beş gün hücre
cezası ver l r, ötek neyse sek z gün. Bu yüzden müdür, konuşmaya hang m z n
başladığını öğrenmek st yordu. Mükemmel b r genç olan P. de doğal olarak önce
kend s n n konuştuğunu söylem ş. Daha sonra müdür ben sorguya çekt ğ nde tab
ben de önce ben m konuştuğumu söyled m. Bunun üzer ne müdür kıpkırmızı oldu;
h çb r şey anlayamamıştı. ‘Ama P. de kend s n n başladığını söylüyor!
Anlayamıyorum...’
Düşüneb l yor musunuz, az z m? Anlayamıyordu! Şaşırmıştı. ‘Ama ötek ne
zaten on beş gün verd m,’ d yordu. Sonra ded k : ‘Pekâlâ! Madem öyle, k n ze de
on beşer gün ver yorum.’ Olağanüstü, değ l m ? Adamda hayal gücü sıfırdı.” W lde
anlattıklarını çok eğlencel buluyor, gülüyor, zevkle anlatıyordu:
“Tab on beş gün cezamızı doldurduktan sonra, konuşmaya esk s nden de
hevesl yd k. B rb r m z ç n acı çek yor olduğumuzu h ssetmek ne güzel b r
duyguydu, b lemezs n z. Sıralarımız hep aynı olmadığı ç n, zamanla ötek
mahkûmların tek tek heps yle konuşab ld m; heps yle! Heps yle! Her b r n n adını,
öyküsünü, hap sten ne zaman çıkacağını öğrend m... Her b r ne derd m k :
‘Hap sten çıktığınızda her şeyden önce postaneye g d n; s z bekleyen b r mektup
ve b r m ktar para bulacaksınız.’ İşte böyle tanıdım heps n ; onları çok sev yorum.
Har ka nsanlar k m ler . İnanır mısınız, üçü buraya, ben görmeye geld !
Olağanüstü değ l m s zce?
Kötü yürekl müdürün yer ne gelen, çok hoş b r nsandı, har ka b r adam, bana
karşı da çok y yd ... Tam da o sırada Par s’te Salomé’n n oynanması hap ste ben
ne kadar mutlu ett , b lemezs n z. Orada ben m edeb yatçı olduğumu tümüyle
unutmuşlardı! Oyunumun Par s’te tutulduğunu gördükler nde, ‘Aa! Demek
yetenekl ym ş, ne tuhaf!’ ded ler. Ve ondan sonra da sted ğ m tüm k tapları
okumama z n verd ler.
En çok Yunan edeb yatını okumaktan hoşlanacağımı düşündüm önce.
Sophokles’ n eserler n sted m; ama b r tat alamadım. Sonra aklıma K l se Babaları
geld ; ama onlar da lg m çekm yordu. Sonra b rden Dante’y düşündüm... Ah!
Dante! Her gün Dante okudum; İtalyanca; baştan sona okudum. Ama ne Araf ne
de Cennet bana göre değ ld . Esas Cehennem’ okudum; nasıl sevmezd m onu?
Anlıyor musunuz? B z zaten cehennemdeyd k. Cehennem hap shaneyd ...”
Aynı gece bana yazmayı düşündüğü “F ravun” oyunundan söz ett . Yahuda
İskar yot üzer ne fevkalade b r öykü anlattı.
Ertes gün yen k raladığı ve döşetmeye başladığı eve götürdü ben ; otelden k
yüz metre uzakta, küçük, sev ml b r evd . Oyunlarını şte bu evde yazmak
st yordu; önce “F ravun”u, sonra da “Ahab” ve “Izabel” adlı, fevkalade güzel
anlattığı oyunu.
Ben götürecek olan araba koşuldu, W lde da ben geç rmek üzere ben mle
arabaya b nd . Y ne k tabımdan söz ett , övdü, ama neden n anlayamadığım b r
tereddütle. Sonunda araba durdu. Ben mle vedalaştı; tam n yordu k , b rden,
“D nley n az z m,” ded . “Ş md bana b r söz vermen z gerek yor. Dünya N metler
y , çok y ... Ama az z m, bana söz ver n; artık asla BEN d ye yazmayacaksınız.”
Ben tam anlamamış g b göründüğümden açıkladı:
“Sanatta b r nc şahıs yoktur.”
IV
ANDRÉ GIDE
Aralık, 1901
Sevg l Bos e,
Senden üzücü haberler dışında ne b r tek satır ne de b r mesaj
almadan hap ste k uzun yıl geç rm ş olmak düşünces n n yarattığı
hoşnutsuzlukla, uzun süren boşuna b r bekley şten sonra, hem sen n
hem de kend y l ğ m ç n ben sana yazmaya karar verd m.
Şanssız ve son derece acıklı dostluğumuz ben m ç n felaket ve
rezaletle sonuçlandığı halde, esk yakınlığımız sık sık anılarımda
canlanıyor; yüreğ mde b r zamanlar sevg n n tuttuğu yer hep t ks nt ,
acı ve küçümsemen n alacağı düşünces bana üzüntü ver yor.
V cdanına kulak ver rsen, ben hap shane hayatının yalnızlığında
yatarken benden z ns z mektuplarımı yayımlamaktan, f kr m
sormadan bana ş rler thaf etmektense bana mektup yazmanın,
dünya sen n bana hang keder ya da tutku, p şmanlık ya da
kayıtsızlık sözler yle yanıt vereceğ nden ya da yalvaracağından
habers z olsa da, daha y olduğunu kabul eders n sanırım.
H ç kuşkum yok k , bu, yazmak zorunda olduğum, sen n ve
ben m yaşamımıza, geçm şe ve geleceğe, acıya dönüşen
güzell klere ve sev nce dönüştürüleb lecek acılara l şk n mektupta,
gururunun en hassas noktalarını nc tecek çok şey olacaktır.
Gerçekten öyle olursa mektubu tekrar tekrar, gururunu öldürünceye
kadar oku. Mektupta haksız yere suçlandığını düşündüren b r şey
olursa nsanın haksız yere suçlanab leceğ b r hatanın bulunmasına
şükretmes gerekt ğ n hatırla. Mektubun b r tek bölümünde b le
gözler n dolarsa ağla; tıpkı b zler n, gündüzler n de geceler g b
gözyaşına tahs s ed ld ğ hap shanede ağladığımız g b . Sen ancak
bu kurtarab l r. Robb e’ye yazdığım mektupta sana l şk n
küçümsey c sözler m öğren nce yaptığın g b , sen lt fata boğup
kend n beğenm şl ğ ne, k br ne kavuşturması ç n yana yakıla
annene koşarsan, tümüyle mahvolursun. Kend n haklı çıkarmak ç n
b r tek haksız bahane ararsan, çok geçmeden yüzlerces n bulur,
başlangıçta olduğun noktaya döners n. Robb e’ye yazdığın yanıtta
ded ğ n g b , sen “aşağılık amaçlar gütmek”le suçladığımı söylüyor
musun hâlâ? Ah! Sen n hayatta h çb r amacın olmadı! Yalnızca
hevesler n vardı. Oysa amaç, z h nsel b r hedeft r. Dostluğumuz
başladığında “çok genç” olduğunu söylüyor musun? Sen n kusurun,
hayatı çok az tanıman değ l, çok fazla tanımandı. Del kanlılığa
uyanışın zar f tazel ğ n , ışıltılı, saf aydınlığını, masum ve umutlu
neşes n çoktan ger de bırakmıştın. Hızlı ve r adımlarla
“romant zm”den “real zm”e geçm şt n. Batak ve batakta yaşayanlar
sen büyülemeye başlamıştı. Benden yardım stemen gerekt ren
dertler n kaynağı buydu; ben, bu dünyanın mantığına göre ahmakça,
sana acıyarak, y l ğ mden, senden bu yardımı es rgemed m. Her
kel mes naz k ten yakan, kanatan b r neşter g b gelse de, bu
mektubu baştan sona oku. Unutma k tanrıların gözünde ahmak olan
k ş , nsanların gözünde ahmak olan k ş den çok farklıdır. Sanattak
devr mlerden, düşüncen n evr m nden, Lat nce d zeler n
görkem nden, sesl ler bol Yunancanın zeng n ezg s nden, Toscana
m mar s nden, El zabeth Dönem ş r nden tümüyle habers z b r ,
büyük b r b lgel ğe ulaşmış olab l r. Tanrıların alaya alıp çamura
batırdığı gerçek ahmaklar, kend n b lmeyenlerd r. Ben çok uzun
zaman boyunca onlardan b r yd m. Sen de çok uzun zaman boyunca
onlardan b r oldun. Artık ahmaklığı bırak. Korkma. Kötülükler n en
büyüğü sığlıktır. Anlaşılan her şey doğrudur. Şunu da unutma k ,
okuması sana şkence olan ne varsa yazması ben m ç n daha büyük
şkence. “Görünmeyen güçler” sana çok cömertçe davrandılar. Tıpkı
b r kr stalde görünen gölgeler g b , “yaşam”ın tuhaf ve traj k
b ç mler n görmene z n verd ler. Canlıları taşa döndüren Medusa
başına, sen n b r aynada bakmana z n ver ld . Sen ç çekler arasında
özgürce dolaştın. Bense reng n ve hareket n güzel dünyasından
koparıldım.
Kend m son derece suçlu gördüğümü söyleyerek söze
başlayacağım. Bu karanlık hücrede mahkûm kıyafet yle, düşmüş,
mahvolmuş b r adam olarak otururken kend m suçluyorum.
Huzursuz, hummalı ıstırap geceler nde, uzun, tekdüze acı günler nde
suçladığım k ş , ben m. Z h nsel olmayan b r dostluğun, başlıca
amacı güzel şeyler yaratmak ve düşünmek olmayan b r dostluğun
tüm yaşamımı hükmü altına almasına fazla z n verd ğ m ç n
suçluyorum kend m . Başından ber aramızda çok der n b r uçurum
vardı. Sen okul yıllarını haylazlıkla geç rd n, ün vers te yaşamın daha
da kötüydü. B r sanatçının, özell kle ben m g b , eserler n n n tel ğ ,
k ş l ğ n n yoğunlaşmasına doğrudan bağlı olan b r sanatçının,
sanatını gel şt reb lmek ç n düşüncelerle çevr l olmaya, entelektüel
b r ortama, sess zl k, sükûnet ve yalnızlığa ht yacı olduğunu
kavrayamadın. Yapıtlarımı, b tt ğ nde takd r ett n; galalarımın parlak
başarılarını ve onları zleyen parlak şölenler paylaştın; böyles ne
s vr lm ş b r sanatçının yakın dostu olmaktan, haklı olarak, gurur
duydun; ama sanat yapıtının yaratılması ç n gerekl koşulları
anlayamadın. Sana, edebî b r abartma yapmadan, gerçeğe harf yen
bağlı kalarak anımsatmak ster m k , b rl kte olduğumuz süre boyunca
b r tek satır b le yazmadım. Torquay’de, Gor ng’de, Londra’da,
Floransa’da, nerede olursa olsun, sen yanımda oldukça yaşamım
tümüyle kısır ve yaratıcılıktan uzaktı. Ve maalesef şunu da bel rtmek
zorundayım k , pek az sayıdak b rkaç aralık dışında, hep yanı
başımdaydın.
Sayısız olaydan b r örnek verecek olursam: 1893 Eylülü’nde,
yalnızca rahatsız ed lmeden çalışab lmek amacıyla b r büro tuttum
(John Hare’le sözleşmem z bozmuştum, yazmaya söz verd ğ m
oyun konusunda ben sıkıştırıyordu). İlk hafta boyunca ortalıkta
görünmed n. Yaptığın Salomé çev r s n n sanat değer ne l şk n
görüşler m z, doğal olarak, ayrıydı; bu nedenle, lk hafta bana bu
konuda sersemce mektuplar göndermekle yet nd n. Bu süre
boyunca, ben, İdeal B r Koca’nın lk perdes n , en ufak ayrıntısına
kadar, sonunda sahneye konduğu b ç m yle yazdım, tamamladım.
İk nc hafta, ger geld n; çalışmamdan vazgeçmek zorunda kaldım.
Her sabah saat 11.30’da, çok sess z ve huzurlu olan ev mde b le
kaçınılmaz olan bölünmelere uğramadan düşüneb lmek ve
yazab lmek ç n St. James Meydanı’ndak büroma g d yordum. Ama
çabalarım boşunaydı. Saat 12.00’de b r arabayla çıkıp gel yor,
13.30’a kadar s gara ç p gevezel k ed yordun; o saatte de sen Café
Royal ya da Berkeley’e yemeğe götürmem gerek yordu. L körlerle
noktalanan öğle yemeğ , 15.30’a kadar sürüyordu. Sonra b r
saatl ğ ne Wh te’s Kulübü’ne çek l yordun. Çay saat nde y ne boy
göster yor, akşam yemeğ ç n hazırlanma zamanı gel nceye kadar
kalıyordun. Akşam yemeğ n ben mle b rl kte ya Savoy’da ya da T te
Caddes ’nde, ev mde y yordun. Kural olarak gece yarısından önce
ayrılmıyorduk; çünkü böyle büyüley c b r günü, W ll s’te gece yarısı
b r şeyler atıştırarak noktalamak gerek yordu. O üç ay boyunca,
sen n yurtdışında olduğun dört gün har ç, her günüm böyle geçt . O
dört günün sonunda da sen karşılamak ç n Cala s’ye g tmek
zorunda kaldım tab . Ben m yapımda, yaradılışımda b r ç n hem
gülünç, hem de traj k b r durumdu.
Artık bunu kavrıyorsundur herhalde. Yalnız başına
kalamayışının; sürekl olarak başkalarının lg s n ve zamanını
tekel ne almak konusundak ısrarının; asla sürekl b r z h nsel
konsantrasyon gösteremey ş n n; ne yazık k rastlantıyla –yalnızca
b r rastlantı olduğuna nanıyorum– z h nsel konularda henüz “Oxford
tutumu”nu ben mseyemem ş olmanın, yan zar f b r b ç mde
düşüncelerle oynamayı kes nl kle beceremey p yalnızca düşüncen n
ş ddet ne sah p oluşunun; tüm bunların, stek ve lg ler n n “sanat”ta
değ l, “yaşam”da odaklandığı gerçeğ de üzer ne eklen nce hem
sen n kültür gel ş m n hem de ben m sanat çalışmalarım ç n ne kadar
yıkıcı olduğunu anlamışsındır umarım. Sen nle dostluğumu, John
Gray ve P erre Loüys g b daha da genç k ş lerle olan dostluğumla
karşılaştırdığımda utanç duyuyorum. Gerçek yaşamımı, üst
düzeydek yaşamımı, onlarla, onlar g b k ş lerle b rl kteyken yaşadım.
Sen nle dostluğumun dehşet ver c sonuçlarından söz etm yorum
şu anda. Yalnızca sürdüğü sıradak n tel ğ n d kkate alıyorum.
Z h nsel alanda, dostluğumuz ben m ç n onur kırıcıydı. Sende
sanatçı ruhunun f l zler , gel şmem ş b ç m yle vardı. Ama sen nle
tanışmakta ya çok geç kalmıştım ya da fazlaca erkend , b lem yorum.
Sen yanımdan uzaklaştığında y yd m. Sözünü ett ğ m yılın aralık
ayının başlarında, sen İng ltere dışında b r yere göndermes
konusunda annen kna etmey başardığım an, hayal gücümün
paramparça ağını yen den toparladım, yaşamımı yen den ele
geç rd m ve İdeal B r Koca’nın ger ye kalan üç perdes n b t rmekle
kalmayıp tümüyle farklı türden k oyun –A Florent ne Tragedy ve La
Sa nte Court sane– tasarladım; neredeyse tamamlıyordum k ,
b rdenb re, stenmeyen, davets z b r konuk olarak, mutluluğumu
mahvetmek üzere döndün. O sırada yarım kalan k yapıtımı b r daha
ele alamadım. Onları yaratmış olan ruh hal n sonradan asla
yakalayamadım. Burada söyled ğ m her şey n gerçekl ğ n artık b r
ş r k tabın yayımlandığına göre, sen de ş md anlayab l rs n. Anlasan
da, anlamasan da bu ç rk n gerçek, dostluğumuzun can alıcı b r
noktasında duruyor. Ben mle b rl kte olduğun sürece “sanat”ım ç n
mutlak yıkım demekt n ve ben, sürekl olarak sen n “sanat”la arama
g rmene z n verd ğ m ç n kend m h ç acımadan ayıplıyor ve
suçluyorum. Sen b lemezd n, anlayamazdın, takd r edemezd n.
Senden bunu beklemeye h ç hakkım yoktu. Sen n lg alanların,
yemekler n ve kapr sler nle sınırlıydı. İstekler nse yalnızca eğlenceye,
sıradan ve b raz daha sıra dışı zevklere yönel kt . O anda canın ney
çek yorsa ney çekt ğ n sanıyorsa steğ n o oluver rd . Sen özell kle
davet ett ğ m zamanların dışında ev me ve büroma gelmen
yasaklamalıydım. Zaafım yüzünden kend m acımasızca suçluyorum.
Yalnızca b r zaaftı. Sanatla geç rd ğ m b r yarım saat, ben m ç n her
zaman sen nle geç rd ğ m b r mevs mden daha anlamlıydı. Hayatımın
h çb r dönem nde, “sanat” karşısında h çb r şey n ben m ç n en ufak
b r önem olmamıştır gerçekte. Ama b r sanatçı ç n zaaf, hayal
gücünü felce uğratan b r zaaf, cürüm demekt r.
Ben onur kırıcı, kes n b r mal flasa sürüklemene z n verd ğ m
ç n de y ne kend m suçluyorum. 1892 Ek m ’n n başlarında b r
sabah, annenle b rl kte, yaprakların sararmaya başladığı Bracknell
Korusu’nda oturduğumuzu hatırlıyorum. O sıralarda sen n gerçek
k ş l ğ n hakkında çok az şey b l yordum. B r cumartes den
pazartes ye Oxford’da konuğun olmuştum. Sen de on gün boyunca
Cromer’da ben m konuğum olmuş, golf oynamıştın. B r ara senden
söz açıldı, annen bana sen n gerçek k ş l ğ n anlatmaya başladı.
Sen n k büyük kusurundan, gururundan ve onun dey ş yle “para
konusunda çok yanlış” düşündüğünden söz ett . Nasıl güldüğümü
çok y hatırlıyorum. B r nc kusurunun ben hapse, k nc s n n de
flasa sürükleyeceğ aklımın ucundan b le geçmem şt . Gurur ben m
gözümde, b r del kanlının zar f b r ç çek m sal , yakasına l şt r verd ğ
b r şeyd ; savurganlığa gel nce –annen savurganlıktan söz ed yor
sanıyordum– zaten tutumluluk ve ölçülülük g b erdemler ben m
yapımda ve a lemde de yoktu. Ama daha aradan b r ay geçmeden,
annen n aslında ne demek sted ğ n anlamaya başladım. Pervasızca
b r bolluk ç nde yaşamak konusundak ısrarın; b tmez tükenmez
para stemeler n; sen nle olsam da, olmasam da tüm eğlenceler n n
karşılığını ben m ödemem konusunda d retmen, b r süre sonra ben m
ç n c dd mal zorluklar doğurdu. Yaşamım üzer ndek hâk m yet n
güçlend kçe savurganlıklarını en azından ben m ç n öyles ne
tekdüze ve sıkıcı kılan, aslında paranın neredeyse tamamının, yeme,
çme ve benzer zevklere harcanmasıydı. İnsan ara sıra sofrasını
güller ve şaraplarla kıpkırmızı donatmaktan haz duyar ama sen zevk
sınırlarını aştın, ölçüyü tümüyle kaçırdın. Ne stey ş nde zarafet ne
de kabul ed ş nde m nnet vardı. Tüm harcamalar bana a t olmak
üzere, h ç alışık olmadığın ve bu yüzden de ştahını kamçılayan b r
bolluk ve lüks ç nde yaşama hakkına sah p olduğunu düşünmeye
başladın ve sonunda, Cezay r’de b r kumarhanede para
kaybett ğ nde ertes sabah bana, Londra’ya telgraf çek p kaybett ğ n
tutarı banka hesabına yatırmamı stey p b r daha da bu konuda h ç
kafa yormayacak duruma geld n.
1892 sonbaharından hapse g rd ğ m tar he kadar geçen sürede,
sen nle ve sen n ç n, nak t olarak, borçlanmaları hesaba katmadan,
5.000 sterl nden fazla para harcadığımı söylersem, yaşamakta ısrar
ett ğ n hayat konusunda b r f k r ed neb l rs n. Abarttığımı mı
düşünüyorsun? Sen nle Londra’da sıradan b r günde ortalama
harcamalarım öğle yemeğ , akşam yemeğ , gece yarısı atıştırmaları,
eğlence, araba parası ve d ğerler 12 sterl nle 20 sterl n arasında
değ ş yor, haftalık harcamalar da buna göre 80 sterl nle 130 sterl n
arasında oynuyordu. Gor ng’de geç rd ğ m z üç ay boyunca yaptığım
toplam harcama (k ra dah l tab ) 1.340 sterl nd . Hayatımdak her
kalem flas memuruyla b rl kte tek tek ele almak zorunda kaldım.
Korkunçtu. “Yaşayışta sadel k, düşüncede ht şam”, o sıralar sen n
takd r edemeyeceğ n b r deald kuşkusuz ama böyles ne müsr fl k,
k m z ç n de yüz karasıydı. Hayatımda hatırladığım en hoş akşam
yemekler nden b r , Robb e’yle b rl kte, Soho’da küçük b r kafede,
sen nle yed ğ m akşam yemekler ne öded ğ m sterl n kadar ş l n
karşılığı yed ğ m z b r yemekt . Robb e’yle akşam yemeğ m, bütün
d yaloglarımın lk n ve en y s n doğurdu. F k r, başlık, tarz ve b ç m
dah l, heps üç buçuk franklık b r tabldot. Sen nle yed ğ m, pervasızca
para harcanan akşam yemekler nden ger ye kalan tek şey se, çok
fazla y y p çm ş olmanın anısı. İstekler ne boyun eğmem sen n ç n
de kötüydü. Artık bunu sen de b l yorsun. Bu yüzden genell kle har s,
bazen oldukça v cdansız ve her zaman kaba oldun. Sen konuk
etmek, ne yazık k çoğu kez, b r sev nç kaynağı, b r ayrıcalık
olmaktan epeyce uzaktı. Nezaket kurallarına uygun b r teşekkür b le
etmezd n demeyeceğ m, çünkü nezaket kuralları yakın dostlukları
nc t r; ama sen tatlı b r arkadaşlığın zarafet nden, Yunanlıların
τερπνòν κακóν ded ğ hoş sohbetler n sev ml l ğ nden, yaşamı
güzelleşt ren, müz k g b hayata eşl k eden, her şey arasında uyum
kuran, sert ve sess z aralıkları ezg yle dolduran bütün bas t
nsanlıklardan uzaktın. Şu anda ç nde bulunduğum korkunç
durumda, b r yüz karasını öbürüne terc h etmem sana tuhaf gelse
de, şunu açıkça t raf etmek ster m k , sen n uğruna bu kadar parayı
havaya savurmuş ve hem ben m hem de sen n kend zararına
servet m çarçur etmene z n verm ş olmam, gözümde “ flas”ıma
bayağı b r n tel k kazandırıyor ve utancımı k katına çıkarıyor. Ben
başka şeyler ç n yaratılmış b r nsandım.
En çok da ben kes n b r ahlak çöküşe sürüklemene z n
verd ğ m ç n suçluyorum kend m . K ş l ğ n temel taşı raded r; ben m
radem kes nl kle sen nk n n hâk m yet ndeyd . Söyled ğ m gülünç
geleb l r ama ne yazık k doğru. Neredeyse f z ksel b r ht yaç sonucu,
beyn n ve vücudun çarpılmış, hem d nlenmes hem de bakması
korkunç b r halde, durmadan olay çıkarmaların; babandan m ras
kalan o korkunç tutkun, ğrenç ve aşağılık mektuplar yazma tutkun;
uzun sürel somurtkan suskunluklarla açığa vurduğun alınganlık
kr zler n ve sara nöbet g b b rdenb re parlayan öfke nöbetler nde
görüldüğü g b , duygularını zerrece denetlememen; tüm bunlar, gün
geçt kçe artan stekler ne kaçınılmaz b ç mde boyun eğmeme yol
açtı. Sen n tarafından Savoy ya da başka b r otelde ortalıkta
unutularak babanın avukatı tarafından mahkemeye sunulan b r
mektubumda, bu konulara l şk n oldukça dokunaklı r calarda
bulunmuştum senden; ama sen o sırada dokunaklılığın ne özünü ne
de fades n anlayacak durumda değ ld n. Karşındak n yoruyor,
usandırıyordun. Zayıf k ş l ğ n üstün k ş l ğe karşı zafer yd bu.
Oyunlarımdan b r nde “kalıcı olan tek zorbalık” d ye tanımladığım
türden b r zorbalıktı; zayıfın güçlüyü ez ş yd .
Ve kaçınılmazdı. K ş , hayatta başkalarıyla g rd ğ l şk ler n
heps nde b r moyen de v vre 9 bulmak zorundadır. Sen nle l şk de
nsan ya her şey sana feda etmek ya da sen feda etmek
zorundaydı. Başka seçenek yoktu. Sana besled ğ m yers z ama der n
sevecenl k; huyundak , yaradılışındak kusurların bende uyandırdığı
sonsuz acıma duygusu; d llere destan y yürekl l ğ m ve Keltlere
özgü tembell ğ m; b r sanatçı olarak kaba sahnelerden ve ç rk n
sözlerden ğrenmem; o sıralar en bel rg n özell ğ m olan, gücen kl ğe
katlanamamam; gözler m aslında başka şeylere yöneld ğ nden, bana
b r anlık b r düşünce ya da lg den fazlasına layık olmayan, önems z
ayrıntılar g b gelen şeyler yüzünden, yaşamın acı ve yakışıksız b r
hale geld ğ n görmekten duyduğum hoşnutsuzluk; bas t de görünse
tüm bu nedenler, her zaman her şey sana feda etmeme yol açtı.
Bunun doğal sonucu olarak stekler n, hâk m olma çabaların,
zorlamaların g derek mantıksızlaştı. En alçakça emeller n, en kaba
zevkler n, en bayağı tutkuların, sen n gözünde her zaman
başkalarının yaşamını yönlend ren ve gerek rse uğruna h ç
duraksamadan bu yaşamların feda ed leceğ kurallar hal ne geld .
Olay yaratarak her zaman sted ğ n elde edeceğ n b ld ğ nden,
sanırım farkına b le varmadan, ad ş ddet n her türlü aşırılığına
başvurman doğaldı. Sonunda, hang amacın peş nde koştuğunu,
hang n yetle yola çıktığını b lemez hale geld n. Dehamı, radem ve
servet m ele geç rm şt n; gözler n körelten tükenmez hırs, bütün
varlığımı ele geç rmen gerekt r yordu. Bunu da başardın. Tüm
yaşamımın en can alıcı, traj k noktasında, tam abes dava
başlamadan öncek acılı anda, b r yandan baban kulübüme korkunç
kartlar bırakarak bana saldırıyor, öte yandan sen, b r o kadar ğrenç
mektuplarla saldırıya geç yordun. Babanın tutuklama kararı ç n
gülünç b r başvuruda bulunmak üzere ben pol s mahkemes ne
sürüklemene z n verd ğ m günün sabahı senden aldığım mektup,
yazdığın en kötü mektuplardan b r yd ; yazış nedenler nse utanç
ver c yd . İk n z n arasında serseme döndüm. Düşünme yeteneğ m
ben terk ett . Yer n korku aldı. Açıkça söylemek gerek rse k n zden
de kaçmak ç n b r yol bulamıyordum. Mezbahaya götürülen b r öküz
g b gözler m bağlı, sendeleyerek lerl yordum. Müth ş b r ps koloj k
hata yapmıştım. Ufak tefek meselelerde sana boyun eğmem n b r
anlamı olmadığını, öneml b r anda radem doğal üstünlüğüne
kavuşturab leceğ m düşünmüştüm hep. Öyle olmadı. Öneml an
gel p çattığında, radem tümüyle yok olmuştu. Hayatta öneml ve
önems z şeyler yoktur aslında. Her şey eş t değerde, eş t önemded r.
Her konuda sana boyun eğme alışkanlığım, başlangıçta daha çok
lg s zl kten kaynaklanan b r alışkanlık, g derek k ş l ğ m n ayrılmaz b r
parçası hal ne gelm şt . Ben farkına varmadan, huyumu b r tek
ölümcül ruh hal nde sab tlem şt . Pater, şte bu nedenle,
denemeler n n lk basımının ncel kl önsözünde, “Başarısızlık,
alışkanlıklar ed nmekt r,” der. Bunu söyled ğ nde, kavrayışı kıt
Oxfordlular, bu cümlen n, Ar stoteles’ n b raz sıkıcı Eth ka metn n n
b lerek b r ters ne çevr lmes nden baret olduğunu sandılar; ama
cümlede g zl olağanüstü, korkunç b r gerçek var. Sen n, k ş l k
gücümü tüketmene z n verm şt m; ben m ç n alışkanlık ed nmek,
yalnızca “başarısızlık” değ l, tam b r “yıkım” anlamına gel yordu.
Ahlak anlamda ben uğrattığın yıkım, sanatsal anlamda uğrattığın
yıkımdan daha da büyüktü.
Tutuklama kararı çıkınca, tab her şey sen n raden tarafından
yönet lmeye başlandı. Londra’da kalıp aklı başında öğütler
d nleyerek ç ne düştüğüm korkunç tuzağı –babamın hâlâ ded ğ g b
g zl tuzağı– düşünmem gereken b r zamanda, sen bu dünyadak en
ğrenç yerlerden b r ne, Monte Carlo’ya götürmem ç n ısrar ett n;
gaz no açık olduğu sürece, gece gündüz kumar oynayab les n d ye.
Bana se –bakaranın gözümde h çb r çek c l ğ olmadığından–
dışarıda tek başıma durmak düşüyordu. Sen n ve babanın ben
düşürdüğü durumu beş dak kalığına olsun tartışmayı reddett n.
Ben m görev m yalnızca sen n otel g derler n ve kumar borçlarını
ödemekt . Ben bekleyen felakete yaptığım en ufak b r değ nme b le
canını sıkıyordu. Öner len yen b r şampanya markası sen daha çok
lg lend r yordu. Londra’ya döndüğümüzde, gerçekten y l ğ m steyen
bazı dostlarım, yurtdışına g tmem, kazanılması olanaksız b r davaya
g rmemem ç n yalvardılar. Bu öğütler verd kler ç n onları kötü
n yetl l kle, onları d nled ğ m ç n de ben korkaklıkla suçladın. Tanık
kürsüsünde ş p şk nl ğe vurup yalan, gülünç ve aptalca şeyler
söylemem ç n ben zorladın. Sonunda, doğal olarak ben
tutuklandım, baban günün kahramanı oldu, günün kahramanı
olmakla da kalmadı aslında; şu anda a len z ne tuhaftır k ,
“ölümsüzler” n yanında yer alıyor; çünkü baban, tar hte sank Got k
b r unsur olan ve Kle o’yu Musaların en c dd yets z hal ne get ren o
kaba görünümüyle, sonsuza dek k l se edeb yatının y yürekl , saf
f k rl babaları arasında yaşayacak; sen Bebek Samuel’ n yanında yer
alacaksın; bense G lles de Retz le Marqu s de Sade arasında,
Malebolge 10 batağının d b ndey m.
Senden kurtulmalıydım tab ; nsan kend s n sokan b r şey
üstünden nasıl s lkelerse, öyle s lkelemel yd m sen hayatımdan.
A skhylos, en har ka oyununda b ze yüce efend n n ev nde aslan
yavrusunu λέοντος іνιν nasıl büyüttüğünü, çağırınca gözler
parlayarak geld ğ , yemek vers n d ye yanaşıp yalvardığı ç n yavruyu
nasıl sevd ğ n anlatır. φαιδρωπòς ποτι χεĩρα, σαίνων τε γαoτρòς
ảνάγκαις. Yavru büyüdükçe türünün özell kler ortaya çıkar ηθoς τò
πρòσθε τoχήων, efend s n , ev n , varını yoğunu parçalar. Kend m
ona benzet yorum. Ama ben m hatam, senden ayrılmamak değ l,
fazlasıyla ayrılmaktı. Anımsadığım kadarıyla, sen nle dostluğumu,
düzenl olarak her üç ayda b r noktaladım. Sen her defasında, r calar,
telgraflar, mektuplar, sen n arkadaşların, ben m arkadaşlarım
aracılığıyla, buna benzer yollarla, sen yen den kabul etmem
sağladın. 1893 Martı’nın sonunda, Torquay’dek ev mden ayrılmadan
öncek gece yarattığın olay öyles ne ç rk nd k , b r daha asla sen nle
konuşmamaya, hang şartlar altında olursa olsun ben mle b rl kte
olmana z n vermemeye kararlıydım. Br stol’ den mektup yazdın,
telgraf çekt n, sen affed p görüşmem ç n yalvardın. Torquay’de
kalan hocan, zaman zaman söyled kler nden ve yaptıklarından
sorumlu tutulamayacak kadar kend n kaybett ğ n görüşünde
olduğunu, Magdalen’dek ler n, heps olmasa da çoğunun aynı görüşü
paylaştığını söyled . Sen nle görüşmey kabul ett m ve kuşkusuz
bağışladım. B rl kte kente dönerken sen Savoy’a götürmem r ca
ett n. Bu z yaret gerçekten ölümcül oldu ben m ç n.
Üç ay sonra, Haz ran’da, Gor ng’deyd k. Oxford’dan bazı
arkadaşların, b r hafta sonu, cumartes den pazartes ye b zde kaldılar.
G tt kler günün sabahı öyles ne korkunç, acıklı b r olay çıkardın k ,
sana ayrılmamız gerekt ğ n söyled m. Çok y anımsıyorum,
çevrem z güzel m ç menlerle çevr l , düz kr ket sahasında
duruyorduk; sana b rb r m z n hayatına yazık ett ğ m z , sen n
kes nl kle ben m hayatımı mahvett ğ n , ben mse görünüşe bakılacak
olursa sen mutlu edemed ğ m , tek akıllıca çözümün, kes n, dönüşü
olmayan b r ayrılık olduğunu söyled m. Öğle yemeğ n n ardından,
somurtarak g tt n, g d ş nden sonra bana ver lmek üzere uşağa en
hakaret dolu mektuplarından b r n bıraktın. Aradan daha üç gün
geçmem şt k , Londra’dan telgrafla sen affetmem, dönmene z n
vermem ç n yalvarıyordun. O ev sen hoşnut etmek ç n
k ralamıştım. Sen n steğ n üzer ne h zmetkârlarını get rtm şt m.
Kurbanı olduğun o korkunç s n r nöbetler ben öteden ber üzerd .
Sen sev yordum. Bu yüzden dönmene z n verd m, sen affett m. Üç
ay sonra, eylülde, y ne kıyametler koptu; bu kez konu, g r şt ğ n
Salomé çev r s ndek okul çocuğuna yakışır hataları sana
göstermemd . Şu andak Fransızca b lg n, o çev r n n ne herhang b r
Oxfordlu olarak sana ne de aktarmaya çalıştığın yapıta
yakışmadığını anlamana yeter sanıyorum. O zaman bunu
anlamamıştın kuşkusuz, bu konuda bana yazdığın öfkel mektupların
b r nde, bana karşı “herhang b r z h nsel sorumluluk” taşımadığını
söylüyordun. Bu cümley okuduğumda, dostluğumuz boyunca bana
yazdığın gerçekten doğru tek şey n bu olduğunu düşünmüştüm,
anımsıyorum. Daha az kültürlü b r k ş n n aslında sana çok daha
uygun olacağını kavramıştım. Bunu acıyla, alayla değ l, arkadaşlığa
l şk n b r gerçek olarak söylüyorum. Evl l kte olsun, dostlukta olsun,
her tür arkadaşlığı ayakta tutan bağ, en nde sonunda karşılıklı
konuşmadır. Konuşmanın olab lmes ç n de, ortak b r temel gerek r;
çok farklı kültürdek k nsanın tek ortak temel yse ancak en düşük
düzey olab l r. Düşünce ve harekette uçarılık hoştur. Ben bunu
oyunlarda ve paradokslarda fade bulan çok parlak b r felsefen n
temel taşı hal ne get rm şt m. Ama sürdüğümüz yaşamın boşluğu ve
çılgınlığı çoğu kez ben m ç n yorucuydu; sen nle ancak batağın
d b nde buluşab l yorduk; sen n konuşmalarının değ şmez b ç mde
çevres nde dolaştığı tek konu se büyüley c , müth ş büyüley c
olmakla b rl kte, sonunda ben m ç n epeyce tekdüzeleşt . Ben m ç n
çoğunlukla son derece sıkıcı olan bu durumu da, müz khollere g tme
tutkunu, yeme çme konularında saçma aşırılıklara düşkünlüğünü ve
ben m gözümde pek çek c olmayan özell kler n n heps n
kabullend ğ m g b kabullen yordum; bu, yalnızca katlanılması
gereken b r şey, sen tanımanın ağır bedel n n b r parçasıydı.
Gor ng’de ayrılıp k haftalığına D nard’a g tt ğ mde sen yanımda
götürmed ğ m ç n küplere b nd n, Albemarle Hotel ’nde bu konuda
çok tatsız olaylar çıkardın; oradan ayrılıp b rkaç günlüğüne b r kır
ev ne g tt ğ mde de aynı derecede tatsız telgraflar gönderd n. Sana,
bütün mevs m a lenden ayrı geç rd ğ nden, b r süre onlarla b rl kte
olmanın doğru olacağını söyled ğ m hatırlıyorum. Ama aslında,
tümüyle dürüst olmak gerek rse sen n yanımda olmana h çb r
b ç mde z n veremezd m. Yaklaşık on k haftadır b rl kteyd k.
Arkadaşlığının korkunç gerg nl ğ nden kurtulmak, d nlenmek
st yordum. B r süre kend başıma olmam gerek yordu. Z h nsel
açıdan gerekl yd bu. İt raf ed yorum k , sözünü ett ğ m mektubun,
aramızda gel şen ölümcül dostluğu noktalamak, üç ay önce
Gor ng’de o güneşl haz ran sabahında gerçekten dened ğ m g b
gücen kl ğe meydan vermeden noktalamak ç n çok y b r fırsat g b
göründü bana. Ne var k , yardımını sted ğ n arkadaşlarımdan b r
bana, çalışmanı b r okul çocuğunun egzers zler g b ger
göndermem n sen çok nc teceğ n , hatta utandıracağını, senden
z h nsel açıdan çok fazla şey bekled ğ m , tüm yazdıklarına ve
yaptıklarına karşın bana bağlılığının mutlak ve tam olduğunu taraf
tutmadan anlattı. Edeb yat dünyasındak lk adımlarında sen lk
durduran, cesaret n kıran k ş olmak stem yordum; b r şa r
tarafından yapılmadığı sürece h çb r çev r n n, eser mdek reng ,
aheng gereğ g b aktaramayacağını çok y b l yordum; bağlılık se
bana kolayca yabana atılamayacak, müth ş güzel b r şey g b
gel yordu, hâlâ da öyle gel r; böylece, çev r y de, sen de kabul ett m.
Tam üç ay sonra, çıkardığın olaylar d z s , k arkadaşınla b rl kte
büroma geld ğ n b r pazartes akşamı, her zamank nden daha ğrenç
b r olayla doruğa ulaştı. Ertes sabah, senden kaçab lmek ç n uçar
g b yurtdışına g d yordum; an g d ş m açıklamak ç n a leme abes b r
neden gösterm ş, lk trenle peş me düşmenden korktuğum ç n
h zmetkârıma yanlış adres bırakmıştım. O öğleden sonra, Par s’e
g den trende aklımdan geçenler hatırlıyorum. Hayatım ne kadar
nanılmaz, korkunç, hatalı b r yola g rm şt ; dünyaca ünlü b r k ş
olarak ben, z h nsel ya da ahlak açıdan y olan bütün özell kler m
mahveden b r dostluktan kurtulab lmek ç n İng ltere’den resmen
kaçmak zorunda kalıyordum; kaçtığım k ş yse lağımdan ya da
çamurdan fırlayıp hayatıma karışan, başımı derde sokan korkunç b r
mahluk değ l, Oxford’da, ben m kend fakültemde okumuş, ev mde
sürekl konuk olan, ben mle aynı sosyal düzey ve konumda b r genç
adam olan send n. Ardından her zamank yalvaran p şmanlık
mektupları geld ; heps ne kayıtsız kaldım. Sonunda, sen nle
görüşmey kabul etmed ğ m takd rde, Mısır’a g tmeye kes nl kle
yanaşmayacağın tehd d n savurdun. Sen n de onayınla, Londra’da
hayatını harap ett ğ n gerekçes yle sen İng ltere’den uzağa, Mısır’a
göndermes ç n annene kend m yalvarmıştım. G tmezsen annen n
büyük b r hayal kırıklığına uğrayacağını b l yordum; onun hatırı ç n
sen nle görüştüm ve sen n b le unutmuş olamayacağın b r duygu
yükü altında, geçm şte olanları affett m; ne var k geleceğe l şk n
h çb r şey söylemed m.
Ertes gün Londra’ya döndüğümde, hatırlıyorum, odamda oturup
hüzünle, c dd yetle düşündüm: Gerçekten ben m gözümde olduğun
g b korkunç hatalarla bu kadar dolu, hem kend ne, hem başkalarına
bu kadar zararlı, tanıması ya da b rl kte olunması b le bu kadar
ölümcül b r m yd n? Bütün b r hafta boyunca kafa yordum, yoksa
sen değerlend rmemde haksızlık mı ed yordum, yanılıyor muydum,
d ye düşündüm. Bu haftanın sonunda annenden b r mektup geld .
Ben m sana karşı besled ğ m duyguların her b r n tam tamına d le
get r yordu. Mektupta, sen n a len küçümsemene, ağabey ne o
cand d ss ma an ma’ya 11 “cah l, görgüsüz” b r ym ş g b davranmana
yol açan, abartılı, kör gururundan; sana hayatından, sürmekte
olduğunu düşündüğü, em n olduğu hayattan söz etmekten
korkmasına neden olan huysuzluğundan; b rçok nedenle üzüldüğü,
para konularındak tutumundan; sendek yozlaşma ve değ ş mden
söz ed yordu. Kalıtımın sana korkunç b r m ras yüklem ş olduğunun
farkındaydı kuşkusuz, bunu açıkça, dehşetle t raf ed yordu: “Ölümcül
Douglas, huyunu kalıtım yoluyla ed nm ş tek çocuğum,” d yordu
sen n ç n. Mektubun sonunda, ben mle dostluğunun, gururunu
ölçüsüzce körükley p tüm hatalarının kaynağı hal ne geld ğ n
düşündüğünü söylemek zorunluluğunu h ssett ğ n bel rt yor, sen nle
yurtdışında buluşmamam ç n çtenl kle yalvarıyordu. Kend s ne
hemen b r yanıt yazarak söyled kler n n her sözcüğüne tümüyle
katıldığımı bel rtt m. Daha da ler g tt m. G deb leceğ m kadar ler ye
g tt m. Dostluğumuzu, Oxford’da eğ t m gördüğün sıralarda çok özel
n tel ktek , çok c dd b r dertten sen kurtarmam ç n gel p benden
yardım steyerek sen n başlattığını bel rtt m. Hayatında bu derd n hep
var olduğunu yazdım. Belç ka’ya g d ş n n neden olarak, b rl kte
g tt ğ n arkadaşını suçlamıştın, annen sen ona tanıştırdığım ç n
bana s tem etm şt . Yanılgısını düzelterek suçun sende olduğunu
söyled m. Sonunda da, sen nle yurtdışında buluşmaya h ç n yet m
olmadığı konusunda kend s n tem n ederek, sen olab l rse gönüllü
ataşe olarak, olamazsa çağdaş d l öğren m görmek üzere ya da
kend uygun bulacağı herhang b r amaçla en az k -üç yıl boyunca
yurtdışında tutmaya çalışmasını hem sen n hem de ben m y l ğ m
ç n r ca ett m.
Bu sırada sen Mısır’dan deneneb lecek her yoldan mektuplar
gönder yordun bana. Yazdıklarının h çb r ne en ufak b r tepk
göstermed m. Okuyup yırttım. Artık sen nle h çb r l şk kurmamaya
kararlıydım. Kararım kes nd , sen n gel şmes n engellemene z n
verd ğ m “sanat”ıma adadım kend m . Üç ay sonra, annen, maalesef
yenemed ğ ve hayatımın trajed s nde babanın ş ddet nden daha az
ölümcül olmayan b r rol oynamış o rade zayıflığıyla bana yazarak –
kuşkusuz sen n kışkırtmanla– end şeyle benden haber bekled ğ n
bel rtt ve sana yazmamaya bahane bulmamam ç n, çok y b ld ğ m
At na adres n gönderd . İt raf etmel y m k , mektubu ben tam
anlamıyla afallattı. Bana aralık ayında yazdıklarından, ben m de
karşılık olarak kend s ne yazdıklarımdan sonra nasıl olup da sen nle
kurduğum bahtsız dostluğu herhang b r b ç mde onarmaya ya da
canlandırmaya çalışab ld ğ n anlayamıyordum. Mektubuna yanıt
verd m tab , b r kez daha, İng ltere’ye dönmen engellemek amacıyla
sen yurtdışında b r elç l ğe sokmaya çalışması ç n ısrar ett m; ama
sana yazmadım, telgraflarına da, annen n mektubundan öncek g b
kayıtsız kaldım. Sonunda, karıma telgraf çek p sana yazmam
konusunda bana baskı yapması ç n yalvaracak kadar ler ye g tt n.
Dostluğumuz karım ç n her zaman b r üzüntü kaynağı olmuştu;
yalnızca senden hoşlanmadığı ç n değ l, sen nle sürekl arkadaşlığın
ben nasıl değ şt rd ğ n , kötüye doğru değ şt rd ğ n de gördüğü ç n.
Buna karşın, nasıl k sana her zaman son derece naz k ve
konuksever davrandıysa ben m herhang b r dostuma kabalık
etmeme de –o böyle yorumluyordu– dayanamazdı. Kabalığın ben m
k ş l ğ me yabancı olduğunu düşünüyor, daha doğrusu b l yordu.
Onun r cası üzer ne sen nle l şk ye geçt m. Telgrafımda yazdıklarımı
oldukça y hatırlıyorum. Zamanın bütün yaraları kapadığını ama pek
çok ay geçmeden sana yazmayacağımı, sen görmeyeceğ m
söyled m. Bunun üzer ne, h ç vak t geç rmeden Par s’e hareket ett n,
yoldan telgraflar çek p h ç değ lse b r kez sen görmem ç n yalvardın.
Reddett m. Par s’e b r cumartes geces geç saatte vardın ve
otel nde, sen görmeyeceğ m bel rten kısa mektubumu buldun. Ertes
sabah T te Caddes ’ndek ev mde senden on-on b r sayfa
uzunluğunda b r telgraf aldım. Telgrafında, bana yaptıklarına karşın,
sen nle görüşmey kes nl kle reddett ğ me nanamadığını söylüyor;
ben b r saat olsun göreb lmek ç n, altı gün altı gece boyunca, yolda
h ç durmadan Avrupa’yı b r baştan b r başa geçt ğ n hatırlatıyor;
kabul etmek gerek r k son derece dokunaklı b r yakarıda bulunuyor
ve bana epeyce örtük g b görünen b r nt har tehd d yle b t r yordun.
Soyunda eller n kend kanlarına bulayan ne kadar çok k ş
bulunduğunu bana kend n anlatmıştın çok kez; amcanın nt harı
kes nd , deden nk olası; çılgın, kötü soyunda böyle daha b rçok
örnek vardı. Acıma, sana karşı esk sevg m, böyles ne korkunç
koşullarda ölmene dayanamayacak olan annene saygım, bu kadar
taze ve bütün ç rk n kusurlarına karşın gene de güzell k umudu
taşıyan b r hayatın böyle ğrenç b r sonla noktalanacağı düşünces n n
yarattığı dehşet, her şey b r yana, nsanlık... Tüm bunlar, eğer b r
özür gerek yorsa sen nle son b r kez görüşmey kabul ed ş me neden
olarak görülmel d r. Par s’e vardığımda, Vo s ns’da yemekle başlayıp
Pa llard’da gece yarısı yemeğ yle devam eden akşam boyunca tekrar
tekrar boşalan, yanaklarından aşağıya yağmur g b süzülen
gözyaşların; uysal, masum b r çocuk g b her fırsatta el m tutarak
açığa vurduğun, ben görmekten duyduğun yapmacıksız sev nç; o
sıradak son derece sade ve çten p şmanlığın, dostluğumuza
yen den başlamayı kabul etmeme neden oldu. Londra’ya
dönüşümüzün k nc günü, baban sen ben mle b rl kte Café Royal’de
öğle yemeğ yerken gördü; soframa konuk oldu, şarabımdan çt ,
aynı gün öğleden sonra sana yazdığı b r mektupla bana karşı lk
saldırısına geçt .
Tuhaf olab l r ama b r kez daha, senden ayrılma fırsatı
d yemeyeceğ m, zorunluluğu doğmuştu. 10-13 Ek m 1894 tar hler
arasında Br ghton’da bana karşı takındığın tutuma değ nd ğ m
hatırlatmama gerek yok sanırım. Sen n ç n üç yıl önces çok esk de.
Ama hap ste yaşayan, hayatlarında kederden başka olay olmayan
b zler, zamanı ıstırabın zonklamalarıyla ve acılı anların anısıyla
ölçmek zorundayız. Düşünecek başka b r şey m z yok. Acı çekmek –
sana tuhaf gelse de– b z m varoluş yolumuzdur, çünkü var
olduğumuzun b l nc ne varmamız ç n tek yoldur; geçm şte çekt ğ m z
acıların anısı se k ml ğ m z n sürekl l ğ n n garant s , kanıtı olarak
gerekl d r b z m ç n. Neşen n anısıyla aramdak uçurum, şu anda
neşeyle aramdak uçurum kadar der nd r. Beraberken hayatımız
dışarıdan sanıldığı g b zevk, sefahat ve kahkahadan baret olsaydı,
b r tek ânını b le anımsayamazdım. Bu hayat, traj k, acılı, uyarılarıyla
uğursuz; bıktırıcı olayları ve ç rk n ş ddet yle sıkıcı ya da korkunç
anlarla, günlerle dolu olduğu ç nd r k , tek tek her olayı ayrıntılı
b ç mde göreb l yor, ş teb l yorum, daha doğrusu başka pek b r şey
görem yor, ş tem yorum. İnsanlar burada ıstırapla öyle çl dışlı
yaşıyorlar k , sen nle dostluğum, hatırlamaya mecbur olduğum
b ç m yle, bana her zaman, her gün kavramak zorunda olduğum
değ şken azap ezg ler yle uyumlu b r prelüd g b görünüyor. Hatta
onları gerekt r yor; sank yaşamım, bana ve başkalarına nasıl
görünmüş olursa olsun, aslında hep b r “keder senfon s ” olmuş,
uyumlu b ç mde b rb r ne bağlanan bölümlerden tek tek geç p sanatta
tüm büyük temaların şlen ş nde görülen kaçınılmazlıkla f nale
ulaşmış g b .
Üç yıl önce, üst üste üç gün boyunca bana karşı takındığın
tutumdan söz ed yordum, değ l m ? Worth ng’de tek başıma, son
oyunumu b t rmeye çalışıyordum. Bana yaptığın k z yaret sona
erm şt . B rdenb re, üçüncü kez karşıma çıktın, yanında b r arkadaşın
vardı, onun da ev mde kalmasını açıkça tekl f ett n. Bense (artık sen
de kabul eders n k haklı olarak) kes nl kle reddett m. S z ağırladım
tab , başka seçeneğ m yoktu; ama dışarıda, ev mde değ l. Ertes
gün, pazartes günü, arkadaşın mesleğ n n gerekler n yer ne
get rmek üzere döndü, sen ben mle kaldın. Worth ng’den, kuşkusuz
bundan da fazla, o sırada ben gerçekten lg lend ren tek şey olan
oyunuma bütün d kkat m vermek konusundak boşa çabalarımdan
sıkıldığından, sen Br ghton’dak Grand Hotel’e götürmem ç n ısrar
ett n. Oraya vardığımız gece, o düşük ateşl gr p hastalığına
yakalandın, bu hastalığa k nc ya da üçüncü yakalanışındı. Sana
nasıl baktığımı, çeş tl ç çekler, meyveler, armağanlar, k taplar ve
paranın alab leceğ her şey , her lüksü sunduğum g b , sen öyle
düşünmesen de parayla satın alınamayacak şefkat, bakım ve sevg y
de senden es rgemed ğ m hatırlatmam gereks z. Sabahları b r
saatl k b r yürüyüş, öğleden sonraları da b r saatl k araba gez nt s
dışında otelden dışarı çıkmadım. Oteldek ler beğenmed ğ n ç n
sana Londra’dan özel üzümler get rtt m; sen n hoşuna g decek şeyler
cat ett m; ya yanında ya da b t ş k odada kaldım, her gece sen
sak nleşt rmek ya da eğlend rmek üzere yanında oturdum.
Dört-beş gün sonra y leşt n, ben de oyunumu tamamlamak
üzere b r da re tuttum. Sen de tab peş mden geld n. Yerleşt ğ m z
günün ertes sabahı hastalandım. Sen n ş ç n Londra’ya g tmen
gerek yordu ama öğleden sonra döneceğ ne söz verd n. Londra’da
b r arkadaşınla karşılaştın ve ancak ertes gün geç saatte Br ghton’a
döndün; bu arada ben korkunç nöbetler geç r yordum, doktor senden
gr p bulaştığını söyled . Tuttuğum ev, hasta b r nsan ç n olab lecek
en rahatsız yerd . Oturma odam b r nc katta, yatak odam üçüncü
kattaydı. B r h zmetkâr, dışarıya haber götüreb lecek, doktorun
söyled kler n alab lecek b r b le yoktu. Ama sen gelm şt n. Telaşa
kapılmadım. Bunu zleyen k gün boyunca ben tümüyle yalnız,
bakımsız, lg s z, h çb r şeys z bıraktın. Mesele üzümler, ç çekler, hoş
armağanlar meseles değ ld ; yalnızca ht yaçlar meseles yd ;
doktorun çmem öğütled ğ sütü b le aldıramadım; l monata çmem
b le olası değ ld ; senden k tapçıya g d p sted ğ m b r k tabı almanı,
onu bulamazsan başka herhang b r k tap seçmen r ca ett ğ mde se
oraya g tme zahmet ne b le katlanmadın. Sonuç olarak bütün günü
okuyacak b r şey m olmadan geç rd ğ mde, st f n bozmadan, k tabı
satın aldığını, gönderecekler ne söz verd kler n söyled n; bunun
baştan sona yalan olduğunu se daha sonra rastlantıyla öğrend m.
Bu süre boyunca –tab g derler bana a t olmak üzere– gez yor,
Grand Hotel’de yemek y yor, odama ancak para stemek üzere
gel yordun. Cumartes geces yemekten sonra gel p b raz yanımda
oturmanı sted m; sabahtan ber yapayalnızdım. S n rl b r ses tonu ve
ncel kten uzak hareketlerle gelmeye söz verd n. On b re kadar
bekled m, ortada görünmed n. Bunun üzer ne odana b r not bırakıp
bana verd ğ n sözü ve tutmadığını hatırlattım. Sabaha karşı saat
üçte, uyku tutmadığından, susuzluktan per şan b r halde, b raz su
bulurum umuduyla, karanlık ve soğukta oturma odasına nd m. Sen
buldum orada. Taşkın b r m zacın, d s pl ns z ve eğ t ms z b r k ş l ğ n
düşündüreb leceğ her tür ç rk n sözle üzer me çullandın. Benc ll ğ n
korkunç s myasıyla v cdan azabını öfkeye dönüştürdün. Hastayken
sen n yanımda olmanı bekled ğ m ç n benc ll kle suçladın ben ;
sen nle eğlenceler n n arasına g rmekle suçladın; sen zevkler nden
yoksun etmeye çalışmakla suçladın. Gece yarısı yalnızca g ys ler n
değ şt rmek üzere eve uğradığını (doğru olduğunu b l yorum), sonra
yen eğlenceler bulma umuduyla çıkacağını; ama bütün gün ve gece
boyunca ben hmal ett ğ n hatırlatan b r mektup bırakmakla sende
daha çok eğlenme heves bırakmadığımı, hatta yen zevkler
konusundak yeteneğ n azalttığımı söyled n. Bezg n b r halde
yukarıya çıktım ve şafak sökünceye kadar gözümü kırpmadım; şafak
söktükten sonra çok uzun b r süre de, ateş n verd ğ susuzluğu
d nd recek b r şey bulamadım. Saat on b rde odama geld n. B r
öncek olayda, mektubumla h ç değ lse olağandan da fazla aşırıya
kaçacağın b r gecede sen durdurduğumu düşünmeden
edemem şt m. Sabah, oldukça ayıktın. Doğal olarak, ler süreceğ n
özürler bekled m; ne yaparsan yap, mutlaka sen bekled ğ n çok y
b ld ğ n bağışlamayı r ca etmen bekled m; sen her zaman
bağışlayacağıma duyduğun mutlak güven, sende her zaman en çok
hoşuma g den şey olmuştur gerçekten, belk de sende hoşlanılacak
en y şey buydu. Ama sen af d lemek b r yana, daha güçlü, daha
ş ddetl b ç mde b r gece önces n y nelemeye başladın. En sonunda
sana odadan çıkmanı söyled m; çıkarmış g b yaptın ama başımı
gömdüğüm yastıktan kaldırdığımda hâlâ oradaydın, acımasız
kahkahalar ve ster k b r öfkeyle b rdenb re bana doğru gelmeye
başladın. Ben b r dehşet duygusu kapladı, tam neden n
b lem yordum; hemen yataktan fırladım, yalınayak, olduğum g b , k
kat merd ven n p oturma odasına g rd m; z lle çağırdığım ev sah b
gel p de sen n yatak odamdan çıktığını söyley nceye ve gerek rse
çağırdığımda geleceğ ne söz ver nceye kadar oradan ayrılmadım. B r
saat sonra –bu arada doktor gelm ş ve ben doğal olarak tam b r
s n rsel yorgunluk ç nde, üstel k de başlangıçtan daha hasta
bulmuştu– sess zce, para almaya geld n; ş fon yer n ve şöm nen n
üzer nde bulab ld ğ n parayı ve eşyalarını alıp g tt n. Bunu zleyen,
per şan, yalnız ve hasta geç rd ğ m k gün boyunca sen n hakkında
neler düşündüğümü söylemeye gerek var mı? Nasıl b r olduğunu
ortaya koymuştun, böyle b r yle tanışıklığımın b le sürmes n n ben m
ç n şerefs zl k olacağını açıkça anladığımı bel rtmeme gerek var mı?
Son ânın geld ğ n fark ett ğ m ve aslında büyük b r rahatlama
duyduğumu söylemem gerek r m ? Ben m ç n gelecekte “sanat” ve
“hayat”ın daha özgür, daha y ve her anlamda daha güzel olacağını
b ld ğ m söylemem gerekl m ? Hastaydım ama ç m rahattı. Bu
ayrılığın ger dönüşü olmaması bana huzur ver yordu. Salı günü
ateş m düştü, lk kez aşağıda yemek yed m. Çarşamba günü yaş
günümdü. Masamdak telgraf ve mektupların arasında sen n
elyazınla b r mektup duruyordu. Açarken ç m hüzün kaplamıştı.
Güzel b r sözün, b r sevg fades n n, üzüntü bel rt s n n sen yen den
kabullenmeme yeteceğ günler n ger de kaldığını b l yordum. Ama
tümüyle yanılmıştım. Sen azımsamıştım. Yaş günümde bana
gönderd ğ n mektup, k olayın ayrıntılı b r y nelenmes yd , kurnazca,
özenle kâğıda dökülmüştü! Bayağı espr lerle ben mle alay ed yordun.
Bütün olaydan sağladığın tek doyumun, Grand Hotel’e taşınıp şehre
nmeden önce yed ğ n öğle yemeğ n ben m hesabıma yazdırmak
olduğunu söylüyordun. Hasta yatağımı terk ed p ansızın aşağıya
kaçarak gösterd ğ m temk nl l k yüzünden ben kutluyordun. “Sen n
ç n ç rk n b r andı,” d yordun, “hayal edeb leceğ nden de ç rk n.” Ah!
Bunu fazlasıyla h ssetm şt m. Söyled kler n n asıl anlamını
b lm yordum; babanı korkutmak üzere satın aldığın ve boş sanarak
b r keres nde yanımda, b r restoranın ortasında ateşled ğ n tabanca
mı vardı yanında; el n aramızdak masanın üzer nde rastlantıyla
duran sıradan b r yemek bıçağına mı uzanıyordu; yoksa öfkeyle
gözün dönmüş, çel ms zl ğ n ve zayıflığını unutarak hasta yatağımda
üzer me çullanmaya, hatta saldırmaya mı n yetlenm şt n,
b lem yordum. Hâlâ da b lm yorum. Tüm b ld ğ m, tam b r dehşete
düştüğüm ve hemen odayı terk ed p kaçmazsam sen n ç n b le ömür
boyu utanç kaynağı olacak b r şey yapacağını ya da yapmaya
kalkacağını h ssett ğ md r. Hayatımda daha önce yalnızca b r kez b r
nsan ben böyles ne dehşete düşürmüştü: T te Caddes ’ndek
çalışma odamda baban, b r saralı öfkes yle küçük eller n havada
sallayarak aramızda kabadayı arkadaşı, p s z hn n n düşüneb ld ğ
her türlü p s sözcüğü sarf ed p daha sonra kurnazlıkla
gerçekleşt rd ğ ğrenç tehd tler savurduğunda. Tab o durumda
odayı lk terk etmek zorunda kalan, baban olmuştu. Onu kovmuştum.
Sen nle olan olayda ben g tt m. Sen kend nden kurtarmak zorunda
kaldığım lk olay değ ld bu.
Mektubunu şu sözlerle noktalıyordun: “Tahtından nd ğ nde lg nç
değ ls n. B r daha hastalandığında hemen yanından ayrılacağım.”
Ah! Bu ne kaba b r k ş l ğ n şaret ! Hayal gücünden nasıl b r
yoksunluk! O sürede huyun nasıl nasırlaşmış, nasıl bayağılaşmış!
“Tahtından nd ğ nde lg nç değ ls n. B r daha hastalandığında hemen
yanından ayrılacağım.” Gönder ld ğ m çeş tl hap shaneler n sef l
hücreler nde bu sözler ne kadar sık geld aklıma. Kend kend me
b rçok kez y neled m bu sözler ve (yanıldığımı umuyorum) tuhaf
sess zl ğ ndek esrara b r yanıt buldum bu sözlerde. Sen n bana,
sana bakarken yakalandığım hastalık ve ateşle yanarken böyle b r
mektup yazman, ğrenç b r kabalık ve ç ğl kt mutlaka; ama dünya
yüzünde herhang b r k ş n n b r başkasına bunları yazması da,
affed lmes olanaksız b r günah olurdu, affı olanaksız b r günah
olsaydı tab .
İt raf etmel y m k , mektubunu okuyup b t rd ğ mde kend m sank
k rlenm ş h ssett m, sank bu yapıda b r yle l şk de bulunmakla
hayatımı temell k rletm ş, utanca bulamışım g b . Gerçekten de öyle
yapmıştım ama bunun gerçek boyutlarını tam altı ay sonra
görecekt m. Cuma günü Londra’ya dönmeye karar verd m; g d p S r
George Lew s’le görüşecek ve kend s nden babana b r mektup yazıp
bundan böyle h çb r koşulda ev me g rmene, soframa oturmana,
ben mle konuşmana, yolda yanımda yürümene, herhang b r yerde,
herhang b r zamanda yanımda bulunmana z n vermemeye kararlı
olduğumu bel rtmes n r ca edecekt m. Bunun ardından da yalnızca
sana kararımı b ld rmek üzere b r mektup yazacaktım; kararımın
nedenler n sen n anlamamana olanak yoktu. Perşembe akşamı tüm
hazırlıklarım tamamlanmıştı k , cuma sabahı, yola çıkmadan önce
kahvaltı masasında gazetey açtım ve ağabey n n, a len n gerçek
re s n n, asıl vâr s n, ev n d reğ n n, b r hendekte, yanında boşalmış
s lahıyla ölü bulunduğu haber n gördüm. Ş md kaza olduğu b l nen
ama o sırada daha karanlık b r olasılıkla gölgelenm ş trajed n n
korkunç koşulları; kend s n tanıyan herkes tarafından öyles ne
sev len b r k ş n n, üstel k de neredeyse düğün ar fes nde ansızın
ölmes n n acıklılığı; sen n ç ne gömüldüğün ya da gömülmen
beklenen keder düşünmem; hayatta hep kend s ne tesell ve sev nç
kaynağı olmuş, kend s n n de b r keres nde bana ded ğ g b doğduğu
günden ber b r damla gözyaşı akıtmasına yol açmamış olan oğlunu
y t rmen n annene vereceğ ıstırabı b lmem; sen n kend yalnızlığının
b l nc nde oluşum, ötek kardeşler n n k s de Avrupa dışında
olduğundan annenle kız kardeş n n tek dayanağı, yalnız acılarını
paylaşmak üzere değ l, “ölüm” ün her zaman beraber nde get rd ğ ,
korkunç ayrıntılarıyla o üzücü sorumlulukları yer ne get rmek üzere
de tek güvenecekler k ş olman; her şey b r yana, sunt lacr mae
rerum’un, 12 dünyayı oluşturan gözyaşlarının, nsana a t her şey n
hüznünün b l nc ... Beyn me üşüşen tüm bu düşünce ve duyguların
b rleşmes , sana ve a lene karşı sonsuz b r merhametle doldurdu
ç m . Kend üzüntüler m , sana olan kırgınlığımı unuttum. Sen n bana
hastalığımda yaptığını, ben sana yaslı günler nde yapamazdım.
Hemen b r telgraf çekerek der n acını paylaştığımı b ld rd m, bunu
zleyen mektubumda da, lk fırsatta ev me gelmen ç n davette
bulundum. Özell kle o sırada, hem de resmî olarak b r avukat
aracılığıyla sen terk etmem n sen n ç n korkunç olacağını
düşünüyordum.
Çağrı üzer ne g tt ğ n olay yer nden kente döndüğünde hemen
bana geld n, tatlılık ve sadel kle, yas kıyafet nle, gözler n yaşlı. B r
çocuk g b avutulmaya ve yardıma ht yacın vardı. Sana ev m ,
yuvamı, yüreğ m açtım. Katlanmana yardımcı olab lmek ç n sen n
keder n kend keder m b ld m. Bana karşı tutumuna, çıkardığın
ğrenç olaylara ve ğrenç mektubuna asla, tek sözle olsun
değ nmed m. Gerçek olan, acın, sen o güne kadar olduğundan çok
daha fazla yaklaştırmıştı bana. Ağabey n n mezarına götürmen ç n
sana verd ğ m ç çekler, yalnızca onun hayatının güzell ğ n değ l,
bütün hayatlarda uykuya yatmış olan ve canlandırılab lecek güzell ğ
s mgeleyecekt . Tanrılar tuhaftır. B z cezalandırmak ç n yalnızca
kötü huylarımızı kullanmazlar. İy , yumuşak, nsancıl, şefkatl
yanlarımızla da mahvederler b z . Sana ve a lene besled ğ m
merhamet ve sevg olmasa, şu anda bu korkunç yerde gözyaşı
dökmeyecekt m.
Tab k bütün l şk ler m zde yalnızca “kader” değ l, “felaket” de
görüyorum; kan dökmeye g tt ğ ç n her zaman hızlı hareket eden
“felaket” . Sen babanın soyundansın, s z nle evl l k korkunç, dostluk
ölümcüldür, s z n soyunuz, ya kend hayatına ya da başkalarının
hayatına ş ddet get r r. Sen nle yollarımız her kes şt ğ nde; bana zevk
ç n ya da yardım stemek ç n geld ğ n, öneml ya da görünürde
önems z her durumda; hayatın ç nde, b r ışında dans eden toz
zerrec ğ ya da ağaçtan düşen b r yaprak g b görünen bütün küçük
rastlantılarda, “yıkım” vardı; acı b r çığlığın yankısı g b , yırtıcı b r
hayvanın gölges g b . Dostluğumuz, herkes ç n korkunç olab lecek,
Oxford’da öğren m gören b r del kanlı ç n daha da korkunç olan b r
durumda, son derece acıklı ve sev ml b r mektupla benden yardım
stemenle başladı aslında. İsted ğ n yardımı yaptım ve sonra S r
George Lew s’e benden dostun olarak söz etmen yüzünden onun
gözündek saygınlığımı ve on beş yıllık geçm ş olan dostluğumuzu
y t rmeye başladım. Onun öğütler nden, yardımından ve saygısından
yoksun olmak, ben m ç n hayatımdak en büyük destekten yoksun
olmak demekt .
Bana değerlend rey m d ye, başlangıç ç n çok güzel b r ş r
gönderd n; mgesel edebî benzetmelerle dolu b r mektupla yanıt
verd m; sen Hyas ya da Hyak nthos’a, Jonqu l ya da Nark ssos’a ya
da yüce Ş r tanrısının kayırdığı, sevg s yle onurlandırdığı b r ne
benzet yordum. Mektup Shakespeare’ n b r sones nden alınıp m nör
perdeye aktarılmış b r bölüm g b d r. Ancak Platon’un Şölen’ n
okumuş ya da güzell ğ Yunan heykeller nde fade bulmuş bel rl b r
c dd yaradılışın ruhunu kavramış olanlar tarafından anlaşılab l r.
Açıkça söylemem gerek rse b lerek de olsa neşel b r ânımda, kend
yazdığı b r ş r bana gönderm ş olan herhang b r zar f ün vers tel
gence, mgesel fades n doğru yorumlayacak zekâ ya da kültüre
sah p olduğunu varsayarak yazacağım b r mektuptu. O mektubun
tar hçes ne b r bak! Senden sonra nefret ed lecek b r arkadaşının
el ne, oradan b r şantajcılar çetes ne geç yor; kopyaları Londra’dak
arkadaşlarıma, eser m n oynandığı t yatronun yönet c s ne
gönder l yor; doğru olanın dışında her tür yorum yapılıyor hakkında;
“Sosyete”, sana ahlaksız b r mektup yazdığım ç n büyük paralar
ödemek zorunda kaldığım g b abes b r ded koduyla çalkalanıyor; bu,
babanın en fec saldırısının temel n oluşturuyor; gerçekte ne
olduğunu kanıtlayab lmek ç n mektubun aslını “mahkeme”ye ben
sunuyorum; babanın avukatı “masum yet baştan çıkarmak” amacı
taşıyan ğrenç ve s ns ce b r çaba d ye n tel yor mektubu; sonuçta
suçlamanın b r parçası oluyor; Ceza Mahkemes ’ne g d yor, Yargıç,
kıt b lg ve aşırı ahlakçılıkla hüküm ver yor; mektup sonunda ben
hapse düşürüyor. İşte sana sev ml b r mektup yazmanın sonucu.
Sen nle Sal sbury’de kaldığım sırada, esk b r arkadaşından
gelen tehd t mektubu üzer ne korkunç b r telaşa kapıldın; mektubu
yazan k ş yle görüşüp sana yardım etmem sted n; sted ğ n yaptım;
sonuç ben m ç n “yıkım” oldu. Bütün yaptıklarını ben üstlen p hesap
vermek zorunda kaldım. D plomanı alamayıp Oxford’dan ayrılmak
zorunda kaldığında, Londra’ya telgraf çek p yanına gelmem ç n
yalvardın. Hemen steğ n yer ne get rd m; bu koşullarda eve g tmek
stemed ğ n ç n sen Gor ng’e götürmem r ca ett n; Gor ng’de çok
hoşuna g den b r ev gördün; ev sen n ç n tuttum; sonuç ben m ç n
her bakımdan “yıkım” oldu. B r gün bana gel p özel b r r cada
bulundun; sen n hatırın ç n, hayatımda görmed ğ m, b lmed ğ m b r
arkadaşının yakında çıkaracağı b r Oxford öğrenc derg s ne yazı
yazmamı sted n. Hatırını kırmamak ç n –hatırını kırmamak ç n neler
yapmadım– aslında Saturday Rev ew’da yayımlanmak üzere
yazdığım b r sayfalık paradoksları gönderd m. B rkaç ay sonra,
derg n n n tel ğ yüzünden Londra Ağır Ceza Mahkemes ’n n sanık
yer nde buldum kend m . Bu da bana karşı açılan ceza davasının b r
parçası oldu. Arkadaşının yazısını, sen n ş r n savunmam stend .
Arkadaşın ç n b r şey yapamadım; sen n ş r n se hem genç yaşına,
hem de genç edeb yatına olan sonsuz bağlılığımla, ş ddetle
savundum; sen n yakışıksız şeyler yazmış olmanı kabullenmem söz
konusu değ ld . Ama gene de arkadaşının derg s ve “adını
söylemeye cesaret olmayan Aşk” yüzünden hapse g rd m. Noel’de,
çok sted ğ n b ld ğ m, en fazla 40-50 sterl nl k, teşekkür
mektubundak açıklamanla “çok güzel b r armağan” verd m sana.
Hayatımın büyük felaket gel p çattığında, flasım sırasında, cra
memuru, o “çok güzel armağan”ın parasını ödeyeb lmek ç n
k taplığıma el koyup sattı. Eve bu yüzden hac z kondu. Sonunda,
babana dava açıp tutuklatmam ç n meydan okuyarak ben
kışkırttığın o korkunç gün, olaydan kaçmak ç n gösterd ğ m zavallı
çabalar sırasında son tutunduğum dal, müth ş dava g der yd .
Olanağım olmadığını, bu korkunç g der karşılayamayacağımı, h ç
param kalmadığını sen n yanında avukata söyled m. B ld ğ n g b ,
söyled kler m harf yen doğruydu. Avondale Hotel ’nden
ayrılab lseyd m, o meşum cuma günü, Humphrey’ n bürosunda
çares zl k ç nde kend yıkımıma göz yumacağıma, Fransa’da mutlu
ve özgür, senden ve babandan uzakta, babanın ğrenç kartından
habers z, sen n mektuplarına kayıtsız olacaktım. Ne var k , otel
görevl ler g tmeme kes nl kle z n vermem şlerd . On gündür ben m
yanımda kalıyordun; hatta sonunda, kabul eders n k haklı b r öfkeyle
karşıladığım b r şey yapmış, ben m yanımda kalmak üzere b r başka
arkadaşını da get rm şt n; on günlük hesabım yaklaşık 140 sterl nd .
Otel sah b , hesabın tümünü ödemeden eşyalarımın otelden
çıkmasına z n veremeyeceğ n söyled . Londra’da zorunlu kalışımın
neden buydu. Otel hesabı olmasa, perşembe sabahı Par s’e
g decekt m.
Avukata dev g derler karşılayacak param olmadığını
söyled ğ mde hemen araya g rd n. Kend a len n, gerekl g derler n
tümünü seve seve karşılayacağını; babanın a len n tüm üyeler ç n
b r kâbus olduğunu; ondan kurtulmak ç n b r akıl hastanes ne
kapatmanın olası olup olmayacağını b rçok kez tartışmış olduklarını;
annen ve d ğerler n n heps ç n babanın sürekl b r dert kaynağı
olduğunu; babanı hapse attırmak ç n yalnızca b r adım atsam,
a len n ben b r koruyucu, vel n met olarak kabul edeceğ n ; annen n
varlıklı akrabalarının, bu tür b r g r ş m n gerekt receğ tüm g derler
b zzat ödemekten şeref ve zevk duyacağını söyled n. Avukat hemen
sen onaylayıp pol s mahkemes ne başvurmam konusunda ben
sıkıştırdı. Artık h çb r özrüm kalmamıştı. Çares z kalmış, köşeye
kıstırılmıştım. Tab a len g derler ödemed ; flasım se baban
sayes nde ve harcamalar yüzünden –yaklaşık 700 sterl nl k küçük b r
b lanço– gerçekleşt . Şu anda karım, geç nmek ç n haftada 3 sterl n
m , 3,10 sterl n m almam gerekt ğ g b öneml b r mesele yüzünden
benden ayrılarak boşanma davası açıyor, tab bunun ç n yen
kanıtlar, yen baştan b r duruşma, belk ardından daha c dd şlemler
gerekecek. Doğal olarak, ayrıntılara l şk n h çb r b lg m yok. Yalnızca
karımın avukatlarının tanıklığına bel bağladığı tanığın adını
b l yorum. Kend s , Gor ng’de geç rd ğ m z yaz, sen n özel r canla
h zmet me aldığım, Oxford’dak h zmetkârın.
Her neyse, büyük küçük her olayda sen n yüzünden uğradığım
tuhaf “felaket” n örnekler n çoğaltmam gereks z. Bazen bana öyle
gel yor k , sen korkunç olayları korkunç b r sona bağlamak üzere
b l nmeyen, görünmeyen b r el tarafından oynatılan b r kuklaydın
yalnızca. Ama kuklaların da tutkuları vardır. Tems l etmeler gereken
olaylar z nc r n ev r p çev r r, b r kapr s ya da hevesler uğruna
değ şt r rler. Tam anlamıyla özgür ve aynı zamanda tümüyle
kuralların hâk m yet altında olmak: şte nsan yaşamının, her an
karşımıza çıkan, sonsuz çel şk s . Sen n k ş l ğ n de ancak böyle
açıklanab l r, d ye düşünüyorum çoğunlukla; eğer nsan ruhunun
der n ve korkunç sırlarına, bu b l nmez daha da eşs z kılan açıklama
dışında b r açıklama bulunab l rse tab .
Tab k sen n de hayaller n vardı, hatta bu hayaller n ç nde
yaşıyordun; hayaller n n dalgalı s sler ve renkl tüller arkasından, her
şey farklı görüyordun. A len n ve a le hayatının tümüyle dışında
kalarak kend n bana adaman, sen n gözünde bana besled ğ n
olağanüstü takd r n ve büyük sevg n n kanıtıydı, çok y hatırlıyorum.
Kuşkusuz sana öyle görünüyordu. Ama unutma k ben mle b rl ktel k,
konfor, lüks hayat, b tmeyen eğlence, sınırsız harcama demekt . A le
hayatın sen sıkıyordu. Kend dey m nle “soğuk, ucuz Sal sbury
şarabı” tatsızdı sen n ç n. Oysa ben m yanımda, z h nsel çek c l ğ m
b r yana, her tür lüks el n n altındaydı. Ben mle b rl kte olamadığın
zamanlar, yer m doldurmak üzere seçt ğ n arkadaşlar pek gurur
duyulacak türden k ş ler değ ld .
Babana avukat aracılığıyla b r mektup gönder p ben m sonsuz
dostluğumdan vazgeçmektense sana verd ğ –Oxford borçlarını
düşerek gal ba– yılda 250 sterl nden vazgeçmey terc h ett ğ n
b ld rmekle, gerçek dostluğa yaraşır b r cömertl kte, soylu b r
fedakârlıkta bulunduğunu sandın. Ama göster şs z harçlığından
vazgeçmen, en aşırı lüksler nden, en gereks z g derler n b r nden b le
vazgeçmeye hazır olduğun anlamına gelm yordu. Aks ne. Lüks
ç nde yaşama heves n h ç bu kadar fazla olmamıştı. Par s’te sek z
gün boyunca kend m, sen ve İtalyan h zmetkârın ç n yaptığım
harcama 150 sterl nd , bunun 85 sterl n tümüyle Pa llard’a a tt .
Sen n sürdürmey sted ğ n hayatın üç haftalık harcamasını
karşılamaya, yemekler n tek başına yesen ve ucuz eğlenceler
arasında son derece ekonom k seç mler yapsan b le, b r yıllık toplam
gel r n, zor yeterd . Mertl k göster s nden ler g tmeyen b r çıkışla cüz
harçlığından vazgeçmen, ben m paramla yaşamanı haklı kılacak –
sen n gözünde haklı kılacak– bahaney sonunda sağlamıştı; el ne
fırsat geçt kçe bundan yararlandın, sonuna kadar kullandın; temelde
benden ama b r ölçüde de annenden sürekl para sızdırman, daha
önce h ç olmadığı kadar üzücüydü; çünkü, h ç değ lse bana, en ufak
b r teşekkür b le etm yor, herhang b r sınır tanımıyordun.
Kend babana korkunç mektuplar, hakaret dolu telgraflar ve
aşağılayıcı kartpostallarla saldırmakla, annen ç n savaştığını, onu
koruduğunu, evl l ğ n n kuşkusuz korkunç haksızlık ve acılarının
öcünü aldığını sanıyordun. İşte hayaller n n b r , en yanıltıcı
hayaller n n b r de buydu. Eğer annen n uğradığı haksızlıkların
öcünü babandan almayı b r evlatlık görev sayıyorduysan, bunu
yapmanın yolu, annene esk s nden daha y b r evlat olmaktı; sen nle
c dd konularda konuşmasını engelleyecek b ç mde onu
korkutmamaktı; annen n ödemes gereken faturaları mzalamamaktı;
ona karşı daha şefkatl olmak, yaşamına acı katmamaktı. Ağabey n
Franc s, ç çek g b solup g den kısacık ömründe, y yürekl l ğ ,
uysallığıyla, annen n acılarını çok haf fletm şt . Onu kend ne örnek
almalıydın. Başarmış olsaydın, ben m aracılığımla babanı hapse
attırmanın, annen ç n büyük b r sev nç kaynağı olacağı konusunda
b le yanılıyordun. Em n m yanılıyordun. Kocası, çocuklarının babası
mahkûm g ys ler yle hap shane hücres nde olan b r kadının
gerçekten neler h ssett ğ n merak ed yorsan, karıma yazıp sor. O
sana anlatsın.
Ben de hayaller ç ndeyd m. Hayatın parlak b r komed , sen n de
bu komed dek b rçok zar f k ş den b r olacağını sanıyordum. Hayatın
ğrenç, nefret ed les b r trajed , sen nse felaket n uğursuz neden
olduğunu gördüm; ben m kadar sen de yanıltan ve yoldan çıkaran
neşe ve haz maskes nden sıyrılmış, amaçlarını ve raden kötülükle
yoğunlaştırmıştın.
Çekt ğ m acıları ş md b raz olsun anlayab l yorsun, değ l m ? B r
gazetede, sanırım Pall Mall Gazette’te oyunlarımdan b r n n kostümlü
provası anlatılırken sen n ben b r gölge g b zled ğ n söylen yordu;
burada ben zleyen gölge, dostluğumuzun anısı; ben b r an b le
yalnız bırakmıyor; gece ben uyandırıp aynı öyküyü b rçok kez
anlatıyor, sonunda bu bıktırıcı y neleme yüzünden uyku şafağa kadar
ben terk ed yor; şafakta yen den çıkıyor ortaya; hap shane
avlusunda peş me takılıyor, volta atarken kend kend me konuşmama
yol açıyor; her korkunç ânın her ayrıntısını anımsamak zorunda
kalıyorum; beyn n o ıstırap ve umutsuzluğa ayrılmış bölmes nde, o
şanssız yıllarda olup b ten her şey yen den canlandırıyorum; ses n n
her gerg n tınısı, s n rl eller n n her kasılışı, hareket , her ğnel söz,
her zeh rl cümle aklıma gel yor; yürüdüğümüz sokağı ya da ırmak
boyunu, çevrem zdek duvarı ya da ormanı, saat n kollarının tam
konumunu, rüzgârın hang yönde est ğ n , ayın reng n ve b ç m n
anımsıyorum.
B l yorum, bütün bu söyled kler m n b r tek yanıtı var, o da ben
sevd ğ n; yazgı tanrıçalarının, bölünmüş hayatlarımızın pl kler n tek
b r kırmızı kumaş hal nde dokudukları o k buçuk yıl boyunca ben
gerçekten sevd ğ n. Evet, sevd n, b l yorum. Bana karşı tutumun ne
olursa olsun, aslında ben sevd ğ n hep h ssett m. Sanat
dünyasındak konumumun, k ş l ğ m n her zaman uyandırdığı lg n n,
paramın, ç nde yaşadığım lüksün, hayatımı çek c ve olağanüstü
kılan b nlerce şey n hem tek tek hem de b r bütün olarak sen
büyüled ğ n ve bana bağladığını açıkça gördüğüm halde, bunların
dışında sen çeken tuhaf b r başkalık da vardı; ben , başkalarını
sevd ğ nden çok daha fazla sev yordun. Ama sen de ben m g b
korkunç b r trajed yaşadın hayatta, ben mk ne tam ters n tel kte de
olsa. Ne olduğunu merak ed yor musun? Şuydu: Sen n ç nde
“nefret” her zaman “sevg ”den güçlüydü. Babana olan nefret n öyle
boyutlardaydı k , bana olan sevg n tümüyle ger de bırakıyor, gözden
s l yor, gölgel yordu. Aralarında h çb r savaş yoktu ya da pek az b r
savaş vardı; çünkü “nefret” n dev boyutlardaydı ve korkunç b ç mde
gel ş yordu. Bu k tutkunun aynı ruhta barınamayacağını
anlayamadın. İk s b r arada, o güzel, oymalı evde yaşayamazlar.
Sevg y besleyen hayal gücüdür; hayal gücü b z b ld kler m zden
daha b lge, h ssett ğ m zden daha y , olduğumuzdan daha soylu
kılar; b ze “hayat”ı b r bütün olarak göster r; başkalarını, hem gerçek
hem de deal l şk ler nde anlamamızı yalnızca hayal gücü sağlar.
Sevg y yalnızca güzel şeyler, ncel kl düşünceler besler. Ama
“nefret” herhang b r şey besleyeb l r. Bütün o yıllar boyunca çt ğ n
her kadeh şampanya, yed ğ n her güzel yemek “nefret” n besled ,
sem rtt . Sen de onu memnun etmek ç n tıpkı paramla olduğu g b
hayatımla da kumar oynadın, kayıtsızca, umursamadan, sonuçlara
aldırmadan. Kaybedersen, kaybın sana a t olmayacağını düşündün.
Kazanırsan, övüncün de zafer n de sana a t olacağını b l yordun.
Nefret nsanı körelt r. Sen bunun farkında değ ld n. Sevg en
uzak yıldızda yazılı olanları b le okuyab l r ama nefret sen öyles ne
köreltm şt k , bayağı arzularının dar, sınırlı, zaten şehvetle solmuş
bahçes nden ötes n görem yordun. Hayal gücünden tümüyle yoksun
olman, k ş l ğ n n bu gerçekten ölümcül kusuru, ç ndek “nefret” n
sonucuydu. “Nefret” kurnazca, sess zce, g zl ce, tıpkı l ken n solgun
b r b tk n n köküne dadanması g b , k ş l ğ n kem rd , sonunda en
küçük çıkarlardan, en aşağılık amaçlardan başka şey göremez
oldun. Sevg yle gel şeb lecek y özell kler n “nefret” zeh rley p felce
uğrattı. Babanın bana lk saldırısı, sen n özel dostun olarak, bana
yazdığı özel b r mektupla başladı. Yakışıksız tehd tlerle, kaba b r
ş ddetle dolu mektubu okuduğum anda, dertl günler m n ufkunda
korkunç b r tehl ke bel rd ğ n gördüm; k n z n esk ye dayanan,
karşılıklı nefret ne alet olmayacağımı sana söyled m; baban ç n
ben m Londra’da, doğal olarak Hamburg’dak b r “dış şler
sekreter ”nden daha büyük b r av olduğumu, b r an ç n de olsa ben
böyle b r konuma oturtmanın bana haksızlık olacağını, yaşamımı,
onun g b ayyaş, yoz ve ahmak b r adamla dalaşmaktan daha y
şeylere harcayab leceğ m anlattım. Bunları anlamadın. Nefret
gözler n köreltm şt . Kavganın aslında ben mle h çb r lg s olmadığı
konusunda ısrar ed yordun; babanın özel dostluklarını yönetmes ne
z n vermeyecekt n; ben m araya g rmem haksızlık olurdu. Bu konuyu
ben mle konuşmadan önce zaten babana karşılık olarak aptalca ve
bayağı b r telgraf çekm şt n. Tab bu, aptalca ve bayağı b r yol
tutmaya zorunlu kıldı sen . Hayatın kr t k hataları, mantıksızlığın
sonucu değ ld r; mantıksız b r an, nsan hayatının en y ânı olab l r.
Bu hatalar mantıklılığın sonucudur. Arada büyük fark vardır. O
telgraf, babanla daha sonrak l şk ler n n bütününü, dolayısıyla da
ben m tüm yaşamımı yönlend rd . İş n tuhafı, en sıradan sokak
çocuğunu b le utandıracak b r telgraf olmasıydı. Küstahça
telgraflardan doğal b r gel şmeyle ukalaca avukat mektuplarına
geç ld ; avukatın babana gönderd ğ mektuplar da tab babanı y ce
kışkırttı. Babana, tuttuğu yolu sürdürmekten başka seçenek
bırakmadın. Hareket n vurgulamak ç n, b r şeref, daha doğrusu
şerefs zl k meseles yaparak babanı zorladın. O da bana b r dahak
saldırısını, sen n özel b r arkadaşın olarak özel b r mektup
aracılığıyla değ l, ünlü b r k ş olarak, herkes n önünde gerçekleşt rd .
Onu ev mden kovmak zorunda kaldım. Restoran restoran dolaşıp
ben aradı, herkes n önünde hakaret edeb lmek ç n; öyle k , karşılık
versem mahvolurdum, karşılık vermesem, y ne mahvolurdum. İşte
sen n tam o sırada devreye g r p sen n yüzünden böyles ne korkunç
saldırılara, utanç ver c kışkırtmalara maruz kalmama z n
vermeyeceğ n , bunun yer ne dostluğumdan vazgeçmey göze
aldığını söylemen gerekmez m yd ? Sanırım ş md bunları
anlıyorsun. Ama o sırada bunlar aklından b le geçm yordu. Nefret
gözler n köreltm şt . Tek düşüneb ld ğ n (ona hakaret mektupları ve
telgrafları yazmak dışında tab ), sen n kulağına asla gelmeyecek
boyutta b r skandal yaratacak koşullarda, Berkeley’de patlayıveren
tabancayı satın almak g b b r saçmalıktı. Aslında babanla ben m
konumumdak b r adam arasında korkunç b r kavganın konusu olmak
düşünces , sana büyük haz ver yordu. Gururunu okşaması, kend
gözündek değer n artırması doğaldı sanıyorum. Babanın, ben
lg lend rmeyen bedene sah p çıkıp bana kend s n lg lend rmeyen
ruhunu bırakması, olayın sen n gözünde çok tatsız b ç mde
çözümlenmes anlamına gel rd . Sen büyük b r skandalın kokusunu
almış ve bu fırsatın üzer ne atılmıştın. Sen n güvende olacağın b r
savaş olasılığı çok hoşuna g d yordu. O mevs m n ger kalanı
boyunca sen h ç görmed ğ m kadar mutluydun. Tek hayal kırıklığın,
somut h çb r şey olmaması, yen b r karşılaşma, yen b r patırtı
çıkmamasıydı sank . Hayal kırıklığının üstes nden gelmek ç n ona
öyle telgraflar çekt n k , sonunda zavallı adam sana mektup yazıp
h zmetkârlarına, ne olursa olsun, kes nl kle h çb r telgrafı kend s ne
get rmemeler ç n tal mat verd ğ n b ld rd . Bu mektup sen
yıldırmadı. Açık kartpostalların sunduğu büyük olanağı fark ed p
onları sonuna kadar kullandın. Kovalamacayı sürdürüp kışkırtmaları
artırdın. Bana kalırsa baban aslında h ç pes etmeyecekt . Onun a le
çgüdüler güçlüydü. Onun sana nefret de sen n ona nefret n kadar
natçıydı, bense k n z ç n de b r s perd m, hem saldırı, hem sığınma
b ç m yd m. Babanın kötü ün tutkusu k ş sel olmakla kalmayıp
a lev yd de. Buna karşın, b r an ç n lg s azalsa mektupların ve
kartpostalların onu esk ateşl l ğ ne kavuştururdu. N tek m öyle oldu.
Baban da doğal olarak b raz daha ler g tt . Daha önce özel b r bey
olarak k ş l ğ me, ünlü b r k ş olarak da herkes n gözü önünde
saldırmıştı, son ve büyük saldırısını se b r sanatçı olarak,
“sanat”ımın tems l ed ld ğ yerde gerçekleşt rmeye karar verd .
Oyunlarımdan b r n n açılış geces ne, b r dolap çev r p b let buldu ve
b r komplo tasarladı. Oyunu ortada kesecek, sey rc lere ben mle lg l
ç rk n b r konuşma yapacak, oyuncularıma hakaret edecek, oyunun
sonunda sahneye çağrıldığımda aşağılayıcı, yakışıksız laflar atacak,
sonuçta ş mden yararlanarak korkunç b ç mde mahvedecekt ben .
Şans eser , her zamank nden daha çk l b r ânında, kısa süren
rastlantısal b r çtenl kle, başkalarının yanında n yet n övünerek
anlattı. Pol se haber ver ld ve baban t yatrodan çer alınmadı. Bu,
sen n el ne geçen b r fırsattı. O sırada bunu fark ed p devreye g rerek
ne olursa olsun, sen n yüzünden “sanat”ımın k rlet lmes ne göz
yummayacağını söylemen gerekt ğ n ş md anlıyor musun? Ben m
ç n sanatımın neler fade ett ğ n b l yordun; kend m önce kend me,
sonra da başkalarına açıklamamı sağlayan temel taşımdı; hayatımın
gerçek tutkusuydu, büyük aşkıydı; kırmızı şarabın yanında çamur
g b , ayın büyülü aynasının yanında çamurdak ateşböceğ g b , öbür
aşklarım da “sanat”ımın yanında h ç kalırdı. Hayal gücünden yoksun
oluşunun, k ş l ğ n n gerçekten ölümcül b r kusuru olduğunu ş md
anlamıyor musun? Yapman gereken şey oldukça bas tt ve açıkça
ortadaydı; ama “nefret” gözler n köreltm şt , h çb r şey görem yordun.
Yaklaşık dokuz aydır bana hakaret ett ğ , son derece ç rk n
davranışlarda bulunduğu ç n babandan özür d leyemezd m. Senden
kurtulamıyordum. B rçok kez denem şt m. Senden kaçab lme
umuduyla İng ltere’den ayrılıp yurtdışına g tmey b le denem şt m.
Heps boşunaydı. Herhang b r şey yapab lecek tek k ş send n.
Durumun anahtarı tümüyle sen n el ndeyd . Sana gösterd ğ m tüm
sevg ye, şefkate, y l ğe ve cömertl ğe b r küçük karşılıkta bulunmak
ç n büyük b r fırsat geçm şt el ne. Ben m sanatçı olarak değer m n
onda b r n olsun takd r edeb lseyd n, b r şey yapardın. Ama nefret
gözler n köreltm şt . “Başkalarını, hem gerçek, hem de deal
l şk ler nde anlamamızı sağlayan” tek şey sende yoktu. Tek
düşündüğün, babanı nasıl hapse attırab leceğ nd . Kend dey ş nle
onu “sanık sandalyes ”nde görmek, tek düşüncend . Bu dey ş günlük
konuşmalarının çok sayıdak nakaratlarından b r hal ne geld . Her
yemekte bunu d nl yorduk. Sonunda sted ğ n oldu. Nefret bütün
stekler n tek tek yer ne get rd . Hoşgörülü b r “efend ” g b davrandı
sana. Gerçekte, kend s ne h zmet eden herkese öyle davranır. İk
gün boyunca pol slerle b rl kte tepede oturup babanı Ağır Ceza
Mahkemes ’n n sanık sandalyes nde görmen n tadını çıkardın.
Üçüncü gün, onun yer n ben aldım. Ne olmuştu? O korkunç nefret
oyununuz sırasında her k n z de ben m ruhum üzer ne kumar
oynamış, sen kaybetm şt n. Heps buydu.
Görüyorsun k sana kend yaşamını yazmak zorundayım, sen de
anlamak zorundasın. B rb r m z dört yılı aşkın b r süred r tanıyoruz.
Bu süren n yarısını b rl kte geç rd k; d ğer yarısını ben,
dostluğumuzun sonucu olarak hap ste geç rmek zorunda kaldım. Bu
mektup el ne geçt ğ nde –eğer sana ulaşab l rse tab – nerede
olacağını b lm yorum. Roma’da, Napol ’de, Par s’te, Vened k’te; h ç
kuşkum yok k den z ya da ırmak kıyısında güzel b r kenttes n.
Ben mleyken sah p olduğun bütün gereks z lüksler olmasa da, göze,
kulağa ve damağa hoş geleb lecek her şey var çevrende. Hayat
sen n ç n oldukça güzel. Y ne de, akıllılık etmek, “hayat”ı b r başka
anlamda çok daha güzel bulmak st yorsan, bu korkunç mektubu –
öyle olduğunu b l yorum– okumayı hayatının dönüm noktası hal ne
get r, tıpkı yazmanın ben m ç n olduğu g b . Solgun yüzün şaraptan,
hazdan kolayca kızarırdı. Bu yazdıklarımı okudukça zaman zaman
utançtan fırına g rm ş g b kavrulursa sen n ç n çok y olur.
Kötülükler n en büyüğü sığlıktır. Anlaşılan her şey doğrudur.
Tutukev ne kadar gelm şt m, değ l m ? Pol s karakolunda b r
gece geç rd kten sonra arabayla oraya götürüldüm. Sen son derece
lg l ve k bardın. Yurtdışına g d nceye kadar aşağı yukarı her öğleden
sonra arabaya b n p Holloway’e ben görmeye gelme zahmet ne
katlandın. Çok tatlı, güzel mektuplar da yazdın. Ama ben babanın
değ l, sen n hapse attırdığın, başından sonuna tek sorumlu k ş
olduğun, sen n yüzünden, sen n sayende ve sen n aracılığınla
hap ste olduğum b r an b le aklından geçmed . Tahta b r kafes n
parmaklıkları ardındak görüntüm b le o ölü, hayal gücünden yoksun
ruhu harekete geç remed . Pek dokunaklı b r oyunun sey rc s n n
duygusallığı, duyarlılığıydı sen nk . İğrenç trajed n n asıl yazarının
sen olduğu aklına h ç gelm yordu. Yaptıklarının h çb r n
kavramadığını görüyordum. Kend yüreğ n n sana söylemes gereken
şey , aslında onu “nefret”le taşlaştırıp duygusuzlaştırmasaydın,
yüreğ n n söyleyeceğ şey sana söyleyen k ş olmak stem yordum.
İnsana her şey kend benl ğ nden gelmel d r. H ssetmed ğ ,
anlayamayacağı b r şey söylemen n yararı yoktur. Ş md sana
bunları yazıyorsam, uzun hap sl ğ m sırasında sen n suskunluğun ve
tutumun bunu gerekl kıldığı ç nd r. Ayrıca, olaylar öyle gel şm şt k ,
kabak yalnızca ben m başıma patlamıştı. Bu, ben m ç n b r
mutluluktu. B rçok nedenden ötürü, acı çekmekten memnundum;
sana baktığımda, mutlak ve natçı körlüğünde epeyce aşağılık b r
yan gördüğüm halde. Ucuz gazetelerden b r nde yayımlattığın,
ben mle lg l mektubunu büyük b r gururla göster ş n hatırlıyorum.
Çok temk nl , ılımlı, hatta bayağı b r yazıydı. “Düşmüş b r adam”
adına, “İng l z tarafsızlık duygusu”na ya da bu tür pek sıkıcı b r şeye
seslen yordun. Şahsen tanışmadığın saygın b r k ş hakkında üzücü
b r hüküm ver lm ş olsa, yazab leceğ n türden b r mektuptu. Ama sen
mektubu har ka buluyordun. Neredeyse b r donk şotluk örneğ olarak
görüyordun yazını. Başka gazetelere, yayımlamadıkları başka
mektuplar yazdığının farkındayım. Ama onlar da yalnızca babandan
nefret ett ğ n d le get rmek amacıyla yazılmış şeylerd . Nefret ed p
etmemen k msen n umurunda değ ld . Öğrenmen gereken b r şey
var; “nefret”, entelektüel anlamda ele alındığında “sonsuz
yadsıma”dır. Duygular bağlamında değerlend r ld ğ nde b r körelme
b ç m d r ve kend nden başka her şey öldürür. B r s nden nefret
ett ğ n b ld rmek ç n gazetelere yazı yazmak, g zl ve utanç ver c b r
hastalığı olduğunu b ld rmek ç n gazetelere yazı yazmaya benzer.
Nefret ett ğ n k ş n n öz baban olması ve bu duygunun karşılıklı
olması, “nefret” ne h çb r soyluluk ya da üstünlük kazandırmıyordu.
Olsa olsa, hastalığın kalıtımsal olduğunu göster yordu.
Y ne hatırlıyorum, ev me hac z konulup k taplarımla eşyalarımın
satılacağı lan ed ld ğ nde, “ flas” tehl kes yle karşı karşıya
kaldığımda, doğal olarak haber vermek üzere sana yazdım. Sen n
defalarca yemek yed ğ n eve, cra memurlarının, ben m sana aldığım
k m hed yeler n parasının ödeneb lmes ç n g rd kler n söylemed m.
Böyle b r haber n sen b raz üzeceğ n düşündüm; belk yanılıyordum,
belk haklıydım. Sana yalnızca somut olayı yazdım. B lmen
gerekt ğ n düşündüm. Boulogne’dan yazdığın yanıt, neredeyse l r k
b r sev nç fades yd . Babanın “dar”da olduğunu b ld ğ n , mahkeme
g derler ç n 1.500 sterl n toplamak zorunda kaldığını, benden h çb r
g der n karşılığını alamayacağına göre de flasımın onun ç n “şahane
b r bozgun” olduğunu söylüyordun! B r nsanın gözler n kör eden
“nefret” n ne olduğunu ş md anlıyor musun? “Nefret” kend s nden
başka her şey yok eden b r “körelme” olarak tanımladığımda, b r
ps koloj k gerçeğ b l msel olarak açıkladığımı ş md kavrıyor musun?
Bütün o büyüley c eşyalarımın; Burne-Jones desenler m n; Wh stler
desenler m n; Mont cell ’m n; S meon Solomons’ımın; Ç n
porselenler m n; Hugo’dan Wh tman’a, Sw nburne’den Mallarmé’ye,
Morr s’ten Verla ne’e, çağdaşım olan hemen tüm şa rler n özel
nüshalarını çeren koleks yonuyla, babamın ve annem n eserler n n o
güzel m c ltl nüshalarıyla, olağanüstü ün vers te ve okul ödüller
d z s yle, éd t on de luxe’ler yle 13 bütün “kütüphanem n” satılacağı
haber sen n ç n h çb r şey fade etm yordu. Ne sıkıcı, d yordun;
heps bu. Sen n ç n olayın özü, sonunda babanın b rkaç yüz sterl n
kaybetmes olasılığıydı ve bu anlamsız düşünce sen kend nden
geç recek ölçüde sev nd r yordu. Mahkeme g derler ne gel nce;
babanın, kend s ne 20.000 sterl ne b le mal olmuş olsa, bu paraya
değeceğ n , bütün bu olaydan öyles ne haz ve gurur duyduğunu
Orleans Club’da açıkça söyled ğ n b lmek lg n çekeb l r. Ben k
yıllığına hapse attırmakla kalmayıp b r öğleden sonra dışarı
çıkartarak halkın önünde flasımın açıklanmasını sağlaması,
beklemed ğ , fazladan b r zevkt . Ben m utancımın, onunsa mutlak ve
kusursuz zafer n n doruk noktasıydı. Babanın g derler benden
stemeye hakkı olmasa, b r edeb yatçı ç n yer doldurulmaz b r kayıp,
uğradığım madd kayıplar arasında ben m ç n en haz n olan
kütüphanem kaybetmeme, b l yorum, h ç değ lse lafta üzülürdün.
Sen n ç n fütursuzca harcadığım paraları ve yıllarca sen
geç nd rd ğ m hatırlayıp k taplarımın bazılarını ben m ç n satın alma
zahmet ne b le katlanab l rd n. En değerl parçalar toplam 150
sterl nden az b r paraya satıldı: yaklaşık olarak, sen n ç n b r haftada
yaptığım olağan harcama. Ama babanın b rkaç pen l k zarara
g receğ düşünces n n verd ğ bayağı zevk, o kadar kolaylıkla, fazla
para harcamadan, bana küçücük b r karşılık olarak yapab leceğ n, o
kadar ortada görünen ve o kadar makbule geçeb lecek b r davranışı
b le akıl etmen engelled . Nefret n nsanları köreltt ğ n söylemekte
haklı mıyım? Ş md anlıyor musun? Anlamıyorsan, anlamaya çalış.
Ben m bunu, o zaman da ş md k kadar açıkça gördüğümü
söylememe gerek yok. Ama şöyle d yordum kend kend me: “Ne
pahasına olursa olsun, yüreğ mde Sevg olmalı. Hapse Sevg s z
g rersem Ruhum ne hale gel r?” O sırada Holloway’den sana
yazdığım mektuplar, sevg y k ş l ğ m n temel taşı olarak korumak ç n
gösterd ğ m çabalardı. İsteseyd m, acı s temlerle sen paramparça
edeb l rd m. Beddualarla ufalayab l rd m. Yüzüne b r ayna tutab l r,
öyle b r görüntünü göster rd m k , sen n dehşet fadeler n takl t ett ğ n
fark ed nceye kadar tanıyamaz, o zaman da görüntünün k me a t
olduğunu anlayıp hem ondan hem de kend nden sonsuza dek nefret
ederd n. Bu kadarla da kalmazdı. B r başkasının günahları bana
yüklenm şt . İsteseyd m, her k duruşmada da onu feda ed p kend m
kurtarab l rd m; utançtan değ l tab , hap sten. Karşı tarafın
tanıklarının –en öneml üçünün– hem suskunluklarının, hem de
onaylarının, başkasının eylemler n kasıtlı, planlanmış ve çalışılmış
b ç mde bana yüklemeler n n, baban ve avukatları tarafından d kkatle
yönlend r lm ş olduğunu kanıtlamak steseyd m, yargıcın heps n tek
tek tanıklık kürsüsünden atmasını sağlayab l rd m, üstel k zavallı
yalancı tanık Atk ns’ n atıldığından da büyük b r hızla. Mahkemeden
dışarı eller m ceb mde, ıslık çalarak özgür b r nsan olarak
çıkab l rd m. Öyle yapmam ç n bana çok baskı yapıldı. Yalnızca
ben m ve a lem n y l ğ n düşünen k ş ler, bana bunu çtenl kle
öğütled , r ca ett , yalvardı. Ama ben reddett m. Bu yolu seçmed m.
Kararımdan b r an olsun p şman olmadım, hap stek en acı
günler mde b le. Bu tür b r davranış bana yakışmazdı. Ten n
günahları b r h çt r. Doktorların tedav edeceğ b rer hastalıktır; tedav
ed lmeler gerek yorsa. Utanç ver c olan, yalnızca ruhun
günahlarıdır. Bu tür yollardan özgürlüğümü sağlamak ben m ç n
yaşamım boyunca sürecek b r şkence olurdu. Ama sence gerçekten
sana o sırada gösterd ğ m sevg ye layık mıydın? B r an ç n olsun,
layık olduğunu ben düşündüm mü sence? Dostluğumuzun herhang
b r noktasında, sana gösterd ğ m sevg ye layık mıydın sence
gerçekten? B r an ç n olsun layık olduğunu ben düşündüm mü
sence? Olmadığını ben b l yordum. Ama “sevg ” pazarda alınıp
satılan b r mal değ ld r, tartıya vurulmaz. Sevg n n verd ğ mutluluk,
z hn n mutluluğu g b d r, canlı olduğunu h ssetmen n mutluluğudur.
Sevg n n amacı sevmekt r; yalnızca sevmek, sonuna kadar sevmek.
Sen ben m düşmanımdın; h ç k msen n böyle b r düşmanı olmamıştır.
Ben sana hayatımı verd m, sense nsanın en aşağılık, en alçak
tutkularını, “nefret”, “gurur” ve “hırs”ı doyurmak ç n ben m hayatımı
harcadın. Üç yıldan az b r zamanda ben her bakımdan mahvett n.
Ben m ç n sen sevmekten başka yapılacak şey yoktu. Senden
nefret etmek konusunda kend me z n versem, üzer nde yol almak
zorunda olduğum, hâlâ da yol aldığım hayat çölünde her kayanın
gölges n n kaybolacağını, her hurma ağacının kuruyacağını, her
kuyunun kaynağının zeh rl çıkacağını b l yordum. Ş md b raz
anlamaya başladın mı? Hayal gücün der n uykusundan uyanıyor
mu? Nefret n ne olduğunu zaten b l yorsun. Sevg n n ne olduğunu,
nasıl b r şey olduğunu sezeb l yor musun? Öğrenmek ç n gec km ş
sayılmazsın, sana bunu öğreteb lmek ç n hücreye tıkılmış olsam da.
Korkunç karardan sonra, üzer mde mahkûm g ys s yle, kapalı
kapılar ardında, olağanüstü hayatımın yıkıntıları arasında otururken
ıstırapla ez lm ş, dehşete düşmüş, acıyla serseme dönmüştüm. Ama
senden nefret etmemeye kararlıydım. Her gün kend kend me şunu
söylüyordum: “Bugün yüreğ mde sevg olmalı, yoksa günün sonunu
nasıl get r r m?” Kend kend me, aslında sen n kötülük etmek
stemed ğ n , h ç değ lse bana kötülük etmek stemed ğ n
hatırlatıyordum. Sen n rastgele b r ok attığını ve okun kralın
koşumuna saplandığını düşünmeye zorluyordum kend m . Sen
acılarımın en haf f yle, kayıplarımın en değers z yle tartmak,
haksızlıktı gözümde. Sen de acı çeken b r g b görmeye karar
verd m. Ne zamandır görmeyen gözler n n önündek perden n
sonunda kalktığına nanmaya zorladım kend m . Oluşturduğun
korkunç yapıtı düşündüğünde nasıl b r dehşete kapıldığını hayal
eder, üzülürdüm. O karanlık günlerde, hayatımın o en karanlık
günler nde b le, sen tesell etmek sted ğ m anlar vardı. Sonunda
yaptıklarını kavradığından öyles ne em nd m.
Kötülükler n en büyüğüyle, sığlıkla damgalanmış olab leceğ n
düşünem yordum o sıralar. İlk mektup alma hakkımı a le
sorunlarımda kullanmak zorunda olduğumu sana haber vermek,
ben m ç n büyük b r üzüntü kaynağı olmuştu. Kayınb rader m
mektubunda, eğer b r mektup yazarsam, karımın hem ben m hem de
çocukların y l ğ ç n boşanma davası açmayacağını yazıyordu.
Yazmam gerekt ğ n düşünüyordum. Her şey b r yana, o güzel,
şefkatl , sev ml çocuğumdan, en y arkadaşımdan, en yakınımdan,
küçük başındak altın teller n b r tek ne b le, yalnızca tepeden tırnağa
senden değ l, dünyanın bütün yeş l zebercetler nden daha çok değer
vermem gereken, çok geç fark etm ş olsam da aslında hep daha çok
değer verd ğ m Cyr l’den ayrılmanın düşünces b le dayanılmazdı.
Başvurundan k hafta sonra senden haber aldım. Robert
Sherard, o son derece cesur, mert nsan ben görmeye geld ve
başka haberler n yanı sıra, edebî yozlaşmanın gerçek merkez olan
gülünç Mercure de France’ta, sen n, hakkımda b r yazı ve
mektuplarımdan örnekler yayımlamak üzere olduğunu söyled .
Bunun gerçekten ben m steğ m üzer ne m yayımlandığını sordu.
Tam anlamıyla afalladım ve çok s n rlend m, bu ş n hemen
durdurulması ç n tal mat verd m. Mektuplarımı ortalıkta bırakmıştın,
şantajcı arkadaşların çalsın d ye, otel h zmetkârları yürütsün d ye,
h zmetç ler satsın d ye. Bu yalnızca sana yazdıklarım konusundak
d kkats zl ğ n , değer b lmezl ğ n göster yordu. Ama ger kalan
mektuplardan b r seçk y yayımlamayı c dd olarak düşündüğüne
nanamıyordum b r türlü. Bunlar hang mektuplarımdı? H çb r b lg
alamadım. Senden aldığım lk haber buydu. Hoşuma g tmed .
İk nc haber kısa süre sonra geld . Babanın avukatları
hap shaneye gelm ş ve verg s yle b rl kte g derler n n toplamı olan
700 sterl n g b cüz b r meblağdan kaynaklanan flas duyurusunu
b zzat tebl ğ etm şlerd . Müfl s hükmü g ym şt m ve mahkemeye
çağrılıyordum. Bu g derler n a len tarafından ödenmes gerekt ğ
konusunda ısrarlıydım, hâlâ da öyley m; bu konuya ler de de
değ neceğ m. G derler a len n ödeyeceğ n b ld rme sorumluluğunu
sen üstlenm şt n. Avukatın davayı yürütme b ç m n bel rleyen de bu
olmuştu. Tüm sorumluluk sendeyd . A len adına söz verm ş olmasan
b le, mahvıma sen neden olduğuna göre, h ç değ lse “ flas”
rezalet nden (üstel k de Gor ng’de geç rd ğ m z üç kısa yaz ayında
sana harcadığım paranın yarısından az b r meblağ ç n) ben
es rgemen gerek rd . Bu konuyu ş md l k b r yana bırakalım. İt raf
etmem gerek r k , avukatın kât b aracılığıyla, senden bu konuyla
lg l , daha doğrusu bu konu neden yle, b r mesaj aldım. Yazılı
fadem almaya geld ğ gün, masanın üzer nden eğ lerek –gard yan
başımızda bekl yordu– ceb nden çıkardığı b r kâğıt parçasına bakıp
alçak sesle şöyle ded : “Prens Fleur-de-Lys s ze selamlarını
gönderd .” Anlamadan yüzüne baktım. Mesajı y neled . Ne ded ğ n
anlamıyordum. G zeml b r tavırla, “Beyefend şu sırada yurtdışında,”
d ye ekled . B rden her şey aydınlandı ve hap ste kaldığım süre
boyunca lk ve son kez güldüm. O kahkahada müth ş b r aşağılama
vardı. Prens Fleur-de-Lys! Bütün olup b tenler n sana h çb r şey
öğretmed ğ n anladım – daha sonrak olaylar düşüncemde haklı
olduğumu kanıtladı. Kend n hâlâ b r trajed n n karanlık k ş s g b
değ l, haf f b r komed n n zar f prens g b görüyordun. Bütün olup
b tenler, dar b r kafayı süsleyen şapkanın tüyünden, yalnızca
“nefret” n sızab ld ğ , yalnızca “sevg ”ye soğuk b r kalb saklayan
yeleğ renklend ren ç çekten farksızdı. Prens Fleur-de-Lys! Kuşkusuz
ben mle haberleşmek ç n takma ad kullanmakta haklıydın. Ben m o
sırada h ç adım yoktu. Hapsed ld ğ m büyük cezaev nde, uzun b r
kor dordak küçük hücrelerden b r n n üzer ndek rakam ve harft m
yalnızca, b nlerce cansız sayıdan b r yd m, b nlerce cansız canlıdan
b r . Ama sana çok daha uygun, sen hemen tanıyab leceğ m,
tar hten alab leceğ n b rçok gerçek s m vardı mutlaka. Eğlencel b r
kıyafet balosuna yaraşır allı pullu b r masken n ardında sen
bulacağımı düşünmem şt m. Ah, ruhun eğer acıyla yaralanmış,
p şmanlıkla bükülmüş, üzüntüyle yumuşamış olsaydı –k kend n
düzeltmek ç n de olsa, öyle olmalıydı– “Istırap Ev ”ne g reb lmek ç n
böyle b r kılığın gölges ne sığınmazdı! Hayatta öneml olan şeyler
göründükler g b d rler, bu yüzden de, sana tuhaf gelse b le,
yorumlanmaları genell kle zordur. Oysa önems z şeyler, b rer
s mged r. Acı dersler en kolay onlardan alırız. Takma ad
konusundak , görünürde rastlantısal seç m n aslında b r s mgeyd ve
b r s mge olarak kalacak. Sen n ne olduğunu açıklayan b r s mge.
Altı hafta sonra yen b r haber aldım. Per şan, hasta yattığım
“hastane koğuşu”ndan, “hap shane müdürü” aracılığıyla senden özel
b r mesaj almak üzere çağrıldım. Kend s ne yazdığın mektubu bana
okudu; Mercure de France’ta (“B z m İng l z Fortn ghtly Rev ew
derg s ne benzer b r derg ,” d ye eklem şt n nedense), “Mr. Oscar
W lde davası üzer ne” b r yazı yayımlamayı düşündüğünü ve
mektuplarımdan alıntılar yapmak ç n sabırsızlıkla benden z n
bekled ğ n yazıyordun. Hang mektuplardan? Sana Holloway
Hap shanes ’nden yazdığım mektuplar! Sen n ç n kutsal, dünyadak
her şeyden daha g zl olması gereken mektuplar! Yorgun Dekadan
şaşırsın, açgözlü ded kodu sütunu yazarı yayımlasın, Quart er
Lat n’ n küçük aslanları ağızlarını açıp surat ekş ts n d ye
yayımlamayı c dd olarak düşündüğün mektuplar bunlardı! Böyles ne
bayağı b r saygısızlığa karşı kend yüreğ nden b r t raz yükselmese
b le, h ç değ lse John Keats’ n mektuplarının Londra’da
açıkartırmayla satılışını üzüntü ve küçümsemeyle zled kten sonra
yazılan soney hatırlayab l r, sonunda d zeler m n gerçek anlamını
kavrayab l rd n:
Tr st fummo
nell’aer dolce che dal sol s’allegra 19