You are on page 1of 128

KLASİKLER 22

Can Yayınları 256

De Profund s, Oscar W lde


Önsöz: © 1910, 1989, André G de, Mercure de France
© 1997, Can Sanat Yayınları Ltd. Şt .
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım ç n yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı zn
olmaksızın h çb r yolla çoğaltılamaz.

1. basım: 1997
3. basım: Ocak 2012
E-k tap 1. sürüm Şubat 2014, İstanbul
Ocak 2012 tar hl 3. basım esas alınarak hazırlanmıştır.

Kapak tasarımı: Ayşe Çelem Des gn

ISBN 9789750720970

CAN SANAT YAYINLARI


YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.
Hayr ye Caddes No: 2, 34430 Galatasaray, İstanbul
Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33
OSCAR WILDE
DE PROFUNDIS
ANDRÉ GIDE’İN ÖNSÖZÜYLE

MEKTUP

İng l zce aslından çev ren


Roza Hakmen
Oscar W lde’ın Can Yayınları’ndak d ğer k tabı:

Dor an Gray’ n Portres , 2003


OSCAR WILDE, 1854’te İrlanda’nın Dubl n kent nde doğdu. Dubl n Ün vers tes ve
Oxford’dak Magdalen College’da okuduktan sonra, 1878’de “Ravenna” adlı uzun
ş r yle Newd gate Ödülü’nü kazandı. 1881’de yayımladığı Ş rler, Dante, Gabr el
Rossett ve John Keats’e olan bağlılığını ortaya koyuyordu. 1884’te Constance
Lloyd’la evlend ve bu evl l kten k çocuğu oldu. Bu dönemde yayımladığı Mutlu
Prens ve Başka Masallar, masal ve romant k alegor alanındak ustalığını ortaya
koyuyordu. Tek romanı Dor an Gray’ n Portres , olağanüstü yaratıcılığını kanıtlayan
masal ve öykü k tapları Lord Arthur Sav le’ n Suçu ve Narlı Bahçe 1891’de
yayımlandı. Lady W ndermere’ n Yelpazes oyunu ertes yıl, Salomé se 1893’te
basıldı. Aynı yıl sahnelenen Önems z B r Kadın’ı son oyunları İdeal B r Koca ve
C dd Olmanın Önem Üzer ne zled . C nsel seç m nden ötürü suçlanarak k yıl
yattığı hap shanen n nsanlıkdışı koşullarını şled ğ Read ng Z ndanı Baladı
1898’de okuyucuyla buluştu. W lde, bey n lt habı sonucu 1900 yılında Par s’te
öldü.

ROZA HAKMEN, 1956’da İzm r’de doğdu. İzm r Amer kan Kız Kolej ’ n , 1979’da
ODTÜ Ekonom Bölümü’nü b t rd . Başta Oscar W lde, Carson McCullers, Ernest
Hem ngway, Juan Benet, N na Berberova, Anthony Burgess, Mar o Vargas Llosa,
Marguer te Duras olmak üzere edeb yatın önde gelen yazarlarının eserler n
çev rd . Cervantes’ n Don Qu jote’s n İspanyolca aslından, Marcel Proust’ un Kayıp
Zamanın İz nde’s n de Fransızca aslından lk kez eks ks z olarak Türkçeye
kazandırdı.
Oscar W lde’ın anısına

Geçen yıl bu tar hlerde, Oscar W lde’ın acı sonunu B skra’da, gazetelerden
öğrend m. Aradak mesafe yüzünden, cenazeye ... Mezarlığı’na kadar eşl k eden
b r avuç nsana maalesef katılamadım. Kend s ne sadık kalmış dostlarının zaten az
olan sayısını, yokluğumla daha da azalttığım ç n üzüldüm durdum. H ç değ lse bu
sayfaları b r an önce yazmak st yordum; ne var k , epeyce uzun b r süre boyunca,
W lde adı, y ne gazeteler n malı olmuş g b yd ... Artık bu haz n üne sah p adın
çevres nde dönen yers z ded kodular durulduğuna, yığınlar övmekten, şaşmaktan
ve sonra da lanetlemekten sıkıldığına göre belk b r dost, devam eden üzüntüsünü
fade edeb l r; hayranlığını ve saygılı merhamet n d le get ren bu sayfaları, terk
ed lm ş b r mezara bırakılan b r çelenk g b sunab l r.
İng l z kamuoyunu çalkalayan mahkeme skandalıyla W lde’ ın hayatı
mahvolma tehl kes altına g rd ğ nde, b rtakım edeb yatçı ve sanatçılar, edeb yat ve
sanat adına b r kurtarma harekâtına g r şt ler. Yazar yönünü överek nsan yönünü
affett rmey umdular. Ne yazık k bu, yanlış anlamalara yol açtı; çünkü kabul etmek
gerek r k , W lde büyük b r yazar değ ld r. Uzatılan bu kurşundan can s m d , onun
boğulmasını hızlandırdı yalnızca; eserler , onu kurtaracağına, sank onunla b rl kte
battı. B rkaç yardım el boşuna uzandı. Dünyanın kabaran dalgası her şey yuttu.
O sırada, W lde’ı tümüyle farklı b r b ç mde savunmak, k msen n hayal nden
geçmed . İnsanı eser n n arkasına g zlemeye çalışmak yer ne, ş md yapmaya
çalışacağım g b önce nsanın eşs zl ğ n göstermek gerek rd , sonra da eser
aydınlanırdı zaten. W lde, “Ben bütün dehamı yaşamıma harcadım; eserler me
yalnızca yeteneğ m harcadım,” derd . Büyük b r yazar değ ld ama sözcüğün tam
anlamıyla büyük b r hayat adamıydı. Yunan f lozofları g b W lde da b lgel ğ n
yazıya dökmez, konuşmasıyla ve yaşamıyla aktarırdı; b lgel ğ n tedb rs zce,
nsanların uçucu belleğ ne emanet ederd , suyun üzer ne yazar g b .
Yaşamöyküsünü, onu daha uzun süre tanımış olanlar yazsın; onu can kulağıyla
d nlem ş olanlardan b r , burada yalnızca bazı k ş sel anılarını aktaracak.

W lde’ı, ancak hayatının son yıllarında tanımış olanlar, hap sten zayıflamış ve
çökmüş olarak çıkan b r W lde’a bakarak, hap sten öncek dâh W lde’ı hayal
edemezler.
Kend s yle lk karşılaşmamız, 1891 yılında oldu. W lde o sıralarda
Thackeray’ n, “büyük adamların başlıca yeteneğ ” d ye tanımladığı şeye, sükseye
sah pt . Hareketler yle, bakışlarıyla her durumda ağırlığını koyardı. Sükse yapacağı
o kadar kes nd k , sank başarısı W lde’dan önde g d yordu; ona yalnızca lerlemek
kalıyordu. K tapları şaşkınlık ve beğen yaratıyordu. Bütün Londra, oyunlarını
görmeye koşuyordu. Zeng nd ; büyüktü; güzeld ; mutluluk ve lt fata boğulmuştu.
Onu k m ler Asyalı b r D onysos’a, k m ler b r Roma mparatoruna, k m ler de
Apollon’a benzet rd . Gerçekten de göz kamaştırıcıydı.
Par s’e gel r gelmez, sm ağızlarda dolaşmaya başladı; onunla lg l b rtakım
abes h kâyeler anlatılıyordu; W lde henüz yalnızca yaldız uçlu s garalar çen ve
sokaklarda el nde b r ayç çeğ yle dolaşan adamdı. Sosyetede ünü sağlayanları
kandırmakta becer kl olan W lde, gerçek k ş l ğ nden daha önde gelen, espr yle
oynadığı eğlencel b r hayalet yaratmayı b lm şt .
Ondan söz ed ld ğ n lk önce Mallarmé’n n ev nde duymuştum; sohbet n
göklere çıkarıyorlardı; kend s n tanımayı st yor ama ummuyordum. Mutlu b r
rastlantı, daha doğrusu bu steğ mden söz ett ğ m b r dostum aracılığıyla tanıdım.
W lde’ı b r restoranda yemeğe davet etm şlerd . Dört k ş yd k ama tek konuşan
W lde olmuştu.
W lde sohbet etmezd ; anlatırdı. Hemen hemen tüm yemek boyunca
durmadan anlattı. Tane tane, ağır ağır anlatıyordu; ses olağanüstüydü.
Fransızcayı son derece y b l yordu ama bekletmek sted ğ sözcükler sank b raz
ararmış g b yapıyordu. Aksanı yok g b yd ; yalnızca olmasını sted ğ kadar, zaman
zaman sözcüklere yen ve tuhaf b r hava verecek kadar aksanı vardı. “Sept s zm”
yer ne b lerek İng l zcedek g b skept c sm d yordu... O gece b ze anlattığı b tmez
tükenmez öyküler karışıktı; en y öykülerden değ ld ; b zden em n olamayan W lde,
b z den yordu. B lgel ğ n ve çılgınlığını, ancak tahm n ne göre, d nleyen n hoşuna
g decek kadar açığa vururdu; asla fazlasını göstermezd . Karşısındak ne,
heveslend ğ kadarını ver rd ; ondan b r şey beklemeyenler, b r şey bulamazdı ya
da ancak haf f b r köpük düşerd paylarına. Her şeyden önce karşısındak n
eğlend rmeye meraklı olduğu ç n de, onu tanımış olduklarını sananlardan b rçoğu,
yalnızca eğlend r c yanını tanırdı.
Yemek b tt kten sonra dışarı çıktık. İk arkadaşım yan yana yürüyorlardı; W lde
ben kenara çekt , “S z gözler n zle d nl yorsunuz,” ded epey sertçe. “Bu öyküyü
onun ç n anlatıyorum s ze:

“Nark ssos öldüğünde kır ç çekler çok üzülmüş, onun ardından ağlayab lmek
ç n neh rden su damlaları stem şler. ‘Ah!’ dem ş neh r, ‘her damlam gözyaşı olsa
Nark ssos’un ardından ağlamama yetmez; ben ona âşıktım!’
‘Ah!’ dem ş kır ç çekler de, ‘Nasıl âşık olunmaz Nark ssos’a. Öyle güzeld k !’
‘Güzel m yd ?’ d ye sormuş neh r.
‘Senden y k m b leb l r? Her gün üzer ne eğ l p sen n sularında kend
güzell ğ n seyrederd uzun uzun...’”
W lde b r an durdu...
“Neh r cevap verm ş: ‘Ben ona âşıktım; çünkü sularıma eğ ld ğ nde, onun
gözler nde sularımın yansımasını görürdüm.’”
Sonra W lde, tuhaf b r kahkahayla kasılarak ekled : “Bu öykünün adı, ‘Mür t’.”
Ev n n kapısının önüne varmıştık, ondan ayrıldık. Ben mle yen den görüşme
steğ n bel rtt . O yıl ve ondan sonrak yıl boyunca onu sık sık, her yerde gördüm.
Ded ğ m g b W lde, başkalarının karşısına b r tören maskes yle çıkardı;
şaşırtmak, eğlend rmek, bazen kızdırmak üzere. H çb r zaman karşısındak n
d nlemez, düşünce kend düşünces olmadığı sürece onu h ç lg lend rmezd . Tek
başına parlamadığı an, kend n gözden s lerd . O zaman ancak onunla baş başa
kalınca yen den ortaya çıkardı. Baş başa kaldığı an hemen söze başlardı:
“Dünden ber neler yaptınız?”
O sıralar ben m yaşamım n şs z çıkışsız olduğu ç n, anlatacaklarımın h çb r
lg nç yanı yoktu. Sıradan b rkaç olay sayardım, W lde’ın alnı kırışırdı.
“Gerçekten bunlar mı yaptıklarınız?”
“Evet.”
“Doğru söylüyorsunuz, değ l m ?”
“Evet, tab .”
“Pek o zaman n ye anlatıyorsunuz? H ç lg nç değ l k . Bakın, k dünya vardır:
Sözü ed lmeden var olan dünyaya gerçek dünya den r; çünkü bu dünyayı görmek
ç n sözünü etmeye h ç gerek yoktur. Ötek se sanat dünyasıdır, bu dünyadan söz
etmek gerek r; çünkü ancak sözü ed ld ğ nde var olur.
Adamın b r , öykü anlattığı ç n köyünde çok sev l rm ş. Her sabah köyden
ayrılır, akşam döndüğünde de, bütün gün çalışıp yorulmuş olan köylüler çevres ne
toplanıp sorarlarmış: ‘Neler gördün bugün? Had anlat.’ Anlatırmış o da: ‘Ormanda
flüt çalan b r Pan gördüm, çevres nde küçük per ler halka olmuş dans ed yordu.’
‘Başka ne gördün? Anlat,’ derm ş köylüler. Anlatırmış: ‘Den z kıyısına vardığımda,
dalgaların üzer nde üç den zkızı gördüm; altın b r tarakla yemyeş l saçlarını
tarıyorlardı.’ Köylüler bu öyküler anlattığı ç n sev yorlarmış onu.
B r sabah her zamank g b köyden ayrılmış. Den z kıyısına geld ğ nde b r de
bakmış k , dalgaların üzer nde üç den zkızı altın b r tarakla yeş l saçlarını tarıyor.
Gez nt s n sürdürmüş; ormana yaklaştığında, flüt çalan b r Pan ve halka olup dans
eden per ler görmüş... O akşam köyüne döndüğünde, köylüler her akşamk g b ,
‘Neler gördün? Had anlat,’ dey nce, ‘H çb r şey görmed m,’ dem ş.”
W lde b r süre durur, öykünün etk s üzer me s ns n d ye bekler, sonra yen den
başlardı:
“Dudaklarınız hoşuma g tm yor; h ç yalan söylemem ş b r n n dudakları g b
dümdüz. S ze yalan söylemey öğreteceğ m, dudaklarınız ant k masklarda olduğu
g b güzel ve kıvrımlı olacak.
Sanat yapıtını sanat yapıtı, doğa yapıtını da doğa yapıtı yapan ned r, b l yor
musunuz? Aralarındak fark nereden gel r? Aslına bakarsanız, nerg s ç çeğ b r
sanat yapıtı kadar güzeld r; aralarındak fark güzell k olamaz. Ned r k s n ayıran,
b l r m s n z? Sanat yapıtı her zaman tekt r. Kalıcı h çb r şey yaratmayan doğa,
yaptıklarının h çb r kaybolup g tmes n d ye hep kend n y neler. Yığınla nerg s
ç çeğ vardır; şte bu yüzden her b r n n ömrü b r gündür. Doğa ne zaman yen b r
b ç m cat etse hemen onu y neler. Den z canavarı, başka b r den zde, kend s ne
benzer b r başka den z canavarı yaşadığını b l r. Tanrı tar hte b r Neron, b r Borg a
ya da b r Napoléon yarattığında, b r tanes n de kenara koyar; onu b lmey z, öneml
değ l; öneml olan, b r n n başarılı olmasıdır; çünkü Tanrı, nsanı; nsan da sanat
yapıtını yaratır.
Evet, b l yorum ... b r gün yeryüzünde büyük b r sarsılma oldu, sonunda doğa
eş olmayan b r şey, gerçekten tek olan b r şey yaratacakmış g b ve Hazret İsa
dünyaya geld . Evet, b l yorum... Ama d nley n bakın:
Ar matealı Az z Yusuf, akşam vakt , Hazret İsa’nın az önce can verd ğ Golgota
Tepes ’nden nerken, genç b r adamın beyaz b r taşın üzer ne oturmuş ağlamakta
olduğunu görmüş. Adama yaklaşmış, ‘Istırabını anlıyorum,’ dem ş. ‘O adam
gerçekten doğru b r adamdı.’ Ama del kanlı şöyle yanıtlamış: ‘Ah! Ben ona
ağlamıyorum. Ağlıyorum, çünkü ben de muc zeler yarattım! Ben de körler n
gözler n açtım; felçl ler y leşt rd m, ölüler d r ltt m. Ben de meyves z nc r ağacını
kuruttum, suyu şaraba çev rd m... Ama nsanlar ben çarmıha germed ...’”
Bana çok kez öyle gel rd k , Oscar W lde tems l etmekle görevlend r ld ğ ne
nanmıştı.
İnc l, b r Pagan olan W lde’ın kafasını meşgul eder, ç n kem r r, İnc l’ ,
muc zeler yüzünden affedemezd . Paganlıkta muc ze, sanat yapıtıdır; Hır st yanlık
bu sınırı aşıyordu. Sanatta sağlam her gerçekdışı şey, hayatta nançlı b r gerçekl k
gerekt r r.
En ustaca öyküler , en düşündürücü h c vler , bu k ahlakı, yan Pagan
natüral zm le Hır st yan deal zm n karşılaştırmak ve Hır st yan deal zm n
anlamsızlaştırmak amacını taşırdı.
“Hazret İsa, Nasıra’ya dönmek sted ğ nde,” d ye anlatırdı, “Nasıra o kadar
değ şm ş k , kent n tanıyamamış. Onun yaşadığı Nasıra ağıtlarla ve gözyaşlarıyla
doluymuş; oysa bu yen kentte kahkahalar ve şarkılar varmış hep. Hazret İsa
kente g rd ğ nde ç çeklerle yüklü köleler n beyaz mermerden b r ev n mermer
basamaklarına doğru koşuşturduğunu görmüş. Hazret İsa eve g rm ş, donuk ak k
reng b r salonun d b nde, lal reng örtülere uzanmış b r adam görmüş; dağınık
saçları kırmızı güllerle ç çe, dudakları şaraptan kıpkırmızıymış. Hazret İsa adama
yaklaşmış, omzuna dokunup sormuş: ‘N ç n böyle yaşıyorsun?’ Adam dönmüş,
Hazret İsa’yı tanımış ve yanıtlamış: ‘Ben cüzamlıydım, ben y leşt rd n. N ç n
başka türlü yaşayayım?’
Hazret İsa o evden çıkmış. Sokakta, yüzü, elb seler boyalı, ayakları nc lerle
süslü b r kadın görmüş; kadının arkasında, k renk g ys l , gözler arzuyla dolu b r
erkek yürüyormuş. Hazret İsa adama yaklaşmış, omzuna dokunup sormuş:
‘Neden bu kadını zl yor, öyle bakıyorsun ona?’ Adam dönmüş, Hazret İsa’yı
tanımış ve yanıtlamış: ‘Ben kördüm, gözler m açtın. Gözler mle başka ne
yapab l r m k ?’
Bunun üzer ne Hazret İsa, kadına yaklaşmış; ‘Bu tuttuğun yol günah yoludur,
n ç n tuttun bu yolu?’ d ye sormuş. Kadın Hazret İsa’yı tanımış, gülerek yanıtlamış:
‘Tuttuğum yol key fl ; üstel k sen bütün günahlarımı affetm şt n.’
O zaman Hazret İsa’nın yüreğ kederle dolmuş, bu kentten ayrılmak stem ş.
Ama çıkarken, kent çevreleyen hendekler n d b nde, oturmuş ağlayan b r del kanlı
görmüş. Hazret İsa ona yaklaşıp kıvırcık saçlarına dokunmuş, ‘Dostum, n ç n
ağlıyorsun?’ d ye sormuş.
Lazar doğrulup bakmış, Hazret İsa’yı tanımış ve yanıtlamış: ‘Ben ölüydüm,
ben d r ltt n. Yaşamımı başka ne yapayım sterd n?’”
B r başka gün de W lde şöyle başladı söze: “S ze b r sır verey m m ?”
Hered a’nın ev ndeyd k, kalabalık salonun ortasında ben b r kenara çekm şt . “B r
sır ... ama k mseye söylemeyeceğ n ze söz ver n ... Hazret İsa n ç n annes n
sevmezd , b l yor musunuz?” Bunu kulağıma, fısıltıyla, utanır g b söyled . Sonra
kısa b r ara verd , kolumu tuttu, arkaya çek ld ve b r kahkaha patlatarak b rden,
“Bak re olduğu ç n!” ded .
İzn n zle son b r öykü daha aktaracağım, en tuhaf, aklı tökezletecek
h kâyelerden b r ; W lde’ın yarattığı bell bel rs z çel şk y anlayab len anlasın.
“Sonra Tanrı’nın mahkemes nde büyük b r sess zl k olmuş. Günahkârın ruhu,
çırılçıplak çıkmış Tanrı’nın karşısına.
Tanrı, günahkârın yaşamının yazılı olduğu defter açmış, ‘Yaşamının çok kötü
olduğu kes n,’ dem ş. ‘İşled ğ n günahlar: (Dâh yane, har ka b r günah l stes
sıraladı) 1 Bütün bunları yaptığına göre, sen kes nl kle Cehennem’e
göndereceğ m.’
‘Cehennem’e gönderemezs n ben .’
‘N ye gönderemezm ş m Cehennem’e?’
‘Çünkü hayatım boyunca orada yaşadım.’
Bunun üzer ne Tanrı’nın mahkemes nde büyük b r sess zl k olmuş.
‘Ne yapalım! Cehennem’e gönderemed ğ me göre sen Cennet’e
göndereceğ m.’
‘Cennet’e gönderemezs n ben .’
‘N ç n gönderemeyey m Cennet’e?’
‘Çünkü onu h ç hayal edemed m.’
Ve Tanrı’nın mahkemes nde büyük b r sess zl k olmuş.” 2
B r sabah, W lde, okuyayım d ye b r yazı uzattı bana; oldukça kaba b r
eleşt rmen, “düşünces n allayıp pullamak üzere güzel masallar uydurmayı b ld ğ ”
ç n kutluyordu onu.
“Sanıyorlar k ,” ded W lde, “bütün düşünceler çıplak doğar... Ben m ancak
masallarla düşüneb ld ğ m anlamıyorlar. Heykeltıraş düşünces n mermere
aktarmaya çalışmaz; doğrudan mermerle düşünür.
Yalnızca tunçla düşüneb len b r adam varmış. Günün b r nde bu adamın aklına
b r f k r gelm ş; mutluluk, b r anlık mutluluk f kr . Bu düşünces n anlatma gereğ
duymuş. Ama nsanlar heps n tükett ğ nden, yeryüzünde h ç tunç yokmuş. Adam
düşünces n anlatmazsa del receğ n h ssetm ş.
Karısının mezarı üzer ndek b r tunç parçasını, karısının, hayatta sevd ğ tek
kadının mezarını süslemek ç n yaptığı b r heykel düşünüyormuş; keder n, ömür
boyu süren keder n heykel ym ş bu. Ve adam, düşünces n anlatmazsa del receğ n
h ssetm ş.
Bunun üzer ne keder n, ömür boyu süren keder n heykel n alıp kırmış, er tm ş
ve bu tunçla mutluluğun, b r anlık mutluluğun heykel n yapmış.”
W lde, “sanatçının yazgısı” d ye b r şeye nanır, düşüncen n nsandan güçlü
olduğunu düşünürdü.
“İk tür sanatçı vardır,” derd . “Bazı sanatçılar yanıtlar, ötek ler de soru sorar.
Yanıtlayan sanatçılardan mı, yoksa soru soran sanatçılardan mı olduğunu b lmel
nsan; çünkü yanıtı veren, asla soruyu soran değ ld r. Bazı yapıtlar bekler, uzun
süre boyunca anlaşılmazlar; bunlar henüz sorulmamış sorulara yanıt get renlerd r;
sorunun yanıttan çok sonra geld ğ ne rastlarız sık sık.”
Devam ederd :
“Ruh, beden n ç nde yaşlı doğar; beden de ruhu gençleşt rmek ç n yaşlanır
zaten. Platon, Sokrates’ n gençl ğ d r...”
Sonra üç yıl boyunca onu görmed m.

II

Burada acı anılar başlıyor.


W lde’ın sükses arttıkça (Londra’da aynı anda üç t yatroda b rden oyunları
sahnelen yordu) hakkındak ded kodular da artıyor, tuhaf alışkanlıkları olduğu
söylen yordu. Bazıları bu alışkanlıkları gülümseyerek kınıyor, bazıları kınamıyordu
b le; zaten bu alışkanlıklarını pek saklamadığı, aks ne, k m ler ne göre cesurca,
k m ler ne göre alay ederek, k m ler ne göre de göster şle teşh r ett ğ söylen yordu.
Bu söylent ler hayretler ç nde d nl yordum. W lde’ı tanıdığımdan ber ben
kuşkulandıracak en ufak b r şey görmem şt m. Ama çok sayıda esk dostu, temk nl
davranıp onu terk etmeye başlamıştı b le. Kend s n henüz açıkça nkâr etmeseler
de, W lde’la tanışıklıklarından gururlanmıyorlardı.
Yollarımız olağanüstü b r rastlantıyla yen den kes şt . 1895 yılının Ocak ayıydı.
Ben yolculuğa çıkmıştım; hüzünlü b r halde, yen yerlerden çok, yalnızlığı arayarak
yolumu sürdürüyordum. Havalar korkunç kötüydü; Cezay r’den Buleyde’ ye
kaçmıştım, oradan da B skra’ya geçecekt m. Otelden ayrılırken şs zl kten gelen b r
merakla, yolcuların adlarının yazılı olduğu karatahtaya göz attım. B r de ne
görey m! Ben m adımın hemen b t ş ğ nde, W lde’ın adı yazılıydı... Yalnızlığa
susadığımı söylem şt m; sünger alıp adımı s ld m.
Daha gara varmadan, hareket mde b r korkaklığın g zlend ğ nden
kuşkulanmaya başlamıştım; hemen ger dönerek bavulumu yen den yukarı
taşıttım, adımı yen den tahtaya yazdım.
Kend s n görmed ğ m üç yıl boyunca (b r yıl önce Floransa’dak kısa
karşılaşmamızı görüşmeden sayamıyorum) W lde çok değ şm şt . Bakışlarında
yumuşaklık kalmamıştı, gülüşü boğuklaşmıştı, neşes zorlamaydı. Esk s ne göre,
beğen leceğ nden hem daha em n, hem de beğen lme heves daha azdı; daha
cesur, daha güçlü, daha r yd . Tuhaftır k , artık öyküler anlatarak konuşmuyordu.
Onun yanında geç rd ğ m b rkaç gün boyunca b r tek öykü olsun kopartamadım
kend s nden.
Her şeyden önce onu Cezay r’de bulmak ben şaşırtmıştı. “Ah!” ded . “Artık
sanat eser nden kaçıyorum. Artık yalnızca güneşe tapmak st yorum. D kkat ett n z
m , güneş düşünceden nefret eder; düşüncey her zaman korkutup gölgeler n
arasına kaçırır. Düşünce, önceler Mısır’da yaşardı; güneş, Mısır’ı fethett . Sonra
uzun zaman Yunan stan’da yaşadı; güneş, Yunan stan’ı fethett . Ardından İtalya,
sonra da Fransa. Artık düşünce tümüyle Norveç ve Rusya’ya, güneş n h ç
g rmed ğ yerlere çek lm ş durumda. Güneş, sanat yapıtını kıskanır.”
Ah, güneşe tapmak, yaşama tapmaktı. W lde’ın l r k tapınması ş ddetl ve
korkunç b r hal almaktaydı. Yazgısı onu zorluyor; o se karşı çıkamıyor, çıkmak da
stem yordu. Tüm d kkat n , tüm gücünü, yazgısını gözünde büyütmeye ve kend n
kızdırmaya harcıyordu sank . Zevke, görev ne koşar g b atılıyordu. “Ben m
görev m, müth ş eğlenmek,” d yordu. Daha sonraları N etzsche ben o kadar
şaşırtmadı; çünkü W lde’ın şöyle ded ğ n duymuştum: “Mutluluk değ l! Kes nl kle
mutluluk değ l. Zevk! İnsan her zaman en traj k olanı stemel .”
Cezay r sokaklarında önünde, yanında, arkasında olağanüstü b r hırsızlar,
serser ler çetes yle dolaşıyor, heps yle tek tek konuşuyordu; heps ne neşeyle
bakıyor, parasını savuruyordu.
“Bu kent n ahlakını y ce bozduğumu umuyorum,” d yordu bana.
Flaubert’ hatırlıyordum; nasıl b r üne kavuşmayı sted ğ n sorduklarında şöyle
dem şt : “Ahlak bozucusunun ününe.”
Bütün bunların karşısında şaşkınlık, hayranlık ve korkuyla dolmuştum.
Küstahça neşes n n altında yatan karanlık end şeler n , konumunun ne kadar
sarsılmış olduğunu, düşmanlıkları ve saldırıları b l yordum. 3
Londra’ya dönmekten söz ed yordu. Mark Q, W lde’a hakaret ed yor, dönmes
ç n kışkırtıyor, kaçmakla suçluyordu.
“Ama oraya dönersen z ne olacak?” d ye sordum. “Nasıl b r tehl keye
atıldığınızı b l yor musunuz?”
“İnsan bunu asla b lmemel ... Dostlarım har ka; temk nl olmamı öğütlüyorlar.
Temk nl ! Ben temk nl olab l r m y m? Ger lemek olur bu ben m ç n. Ben
g deb ld ğ m kadar ler ye g tmel y m... Daha ler ye g dem yorum... B r şeyler, başka
b r şeyler olması gerek.”
W lde ertes gün gem ye b nd .
Olayın devamı b l n yor. Bu, “başka b r şeyler” ağır hap s cezası oldu. 4

III

Oscar W lde hap sten çıkar çıkmaz Fransa’ya geld . D eppe yakınlarında
kuytu, küçük b r köye, Berneval’e, Sebast an Melmoth adında b r yerleşt ; bu,
W lde’dı. Fransız dostlarından onu son gören ben olduğum ç n, lk gören de ben
olmak sted m. Adres n öğren r öğrenmez koştum.
Öğleye doğru köye vardım. G tt ğ m haber vermem şt m. T.n n çten sevg s ,
Melmoth’un sık sık D eppe’e g tmes ne sebep oluyordu; ancak akşama dönecekt .
Gece yarısı döneb ld .
Henüz kış sayılırdı. Hava soğuktu; sıkıntılıydı. Bütün gün yılgınlık ve sıkıntı
ç nde ıssız kumsalda dolaştım, W lde nasıl olup da yaşamak ç n Berneval’
seçm şt ? İç karartıcı b r yerd .
Akşam oldu. Oda tutmaya otele g tt m, Melmoth da bu otelde kalıyordu, zaten
köydek tek oteld . Tem z, güzel manzaralı otelde yalnızca k nc sınıf, zararsız, s l k
b rkaç k ş kalıyordu; akşam yemeğ n onlarla b rl kte yemek zorunda kaldım.
Melmoth ç n ne haz n b r topluluk!
Neyse k yanımda b r k tap vardı. Ne sıkıntılı geceyd ! Saat on b r oldu...
Beklemekten vazgeçmek üzereyken, b r araba ses duydum. Mösyö Melmoth
geld .
Mösyö Melmoth donuyordu. Yolda pardösüsünü kaybetm şt . H zmetkârının b r
gün önce get rd ğ tavuskuşu tüyü (uğursuzluk bel rt s ), b r felaket olacağını haber
verm şt ; felaket n bu kadarla kalmasına sev n yordu. Ama t r t r t tr yordu; tüm otel
ona, sıcak b r grog hazırlamak ç n ayaklandı. Bana şöyle b r selam verm şt . H ç
değ lse başkalarının yanında duygulandığını göstermek stem yordu. Ben de kısa
sürede sak nleşt m. Sebast an Melmoth, esk Oscar W lde’a o kadar benz yordu k ;
üstel k Cezay r’dek zorlama l r k W lde’a değ l, buhrandan öncek tatlı W lde’a.
Sank k değ l, dört-beş yıl önces ne g tm şt k; aynı yorgun bakışlar, aynı key fl
gülüş, aynı ses...
Otel n en y k odasını tutmuş, zevkle döşetm şt . Masasının üzer nde çok
sayıda k tap vardı, aralarında kısa süre önce basılmış olan k tabım Dünya
N metler ’n gösterd bana. Gölgede, büyük b r ka den n üzer nde, güzel, Got k b r
Meryem Ana...
Lambanın yakınına oturduk, W lde küçük yudumlarla grogunu ç yordu. Işıkta
onu daha y göreb l yordum; yüzü bozulmuş, c ld kızarmış ve yıpranmıştı; eller
daha da kötüydü ama aynı yüzükler takmıştı y ne parmaklarına. B r tanes n ,
oynak b r montür üzer ne lac vert taştan Esk Mısır’da uğur ve d r lme s mges
sayılan b r kutsal bokböceğ oturtulmuş yüzüğünü çok severd . D şler korkunç
çürüklerle kaplıydı.
Sohbete başladık. Cezay r’dek son karşılaşmamızdan söz açtım. O sırada,
felaket kend s ne neredeyse haber verd ğ m hatırlayıp hatırlamadığını sordum.
“İng ltere’de s z ney n bekled ğ n , aşağı yukarı b l yordunuz, tehl key görüp
üzer ne g tt n z, değ l m ?” ded m.
(Kısa süre sonra, söyled kler nden aklımda kalanları kâğıda geç rm şt m, en
y s onları aktarmak.)
“Ah, tab , tab . B r felaket olacağını b l yordum; bu ya da başkası, b r felaket
bekl yordum. Olayın böyle b tmes gerek yordu. Düşünün: Daha ler ye g tmek
mümkün değ ld ; daha fazla da süremezd . İşte bu yüzden b tmes gerek yordu.
Hap s ben tümüyle değ şt rd . Ben de bunu umuyordum. Bos e 5 korkunç; bunu
anlayamıyor. Aynı hayatı sürdüremeyeceğ m anlayamıyor; başkalarını ben
değ şt rmekle suçluyor... Ama nsan asla esk yaşamına dönmemel ... Ben m
yaşamım b r sanat yapıtına benzer; b r sanatçı asla aynı şeye k kez g r şmez;
g r ş yorsa lk nde başarılı olamamış demekt r. Ben m hap sten öncek yaşamım
mümkün olan en büyük başarıya ulaşmıştı. Artık tamamlanmış, b tm ş b r şey o.”
B r s gara yaktı.
“Halk korkunçtur; nsanı yalnız son yaptığıyla tanır. Ş md Par s’e g tsem, ben
yalnızca b r... mahkûm olarak görmek sterler. B r oyun yazmadan önce ortaya
çıkmak stem yorum. O zamana kadar ben rahat bırakmalılar.” Sonra sertçe
devam ett : “Buraya geld ğ me y etm ş m, değ l m ? Dostlarım d nlenmek ç n
Güney Fransa’ya g tmem st yorlardı; çünkü başta çok yorgundum. Ama ben m
ç n Kuzey Fransa’da, k msey görmeyeceğ m, soğuk, güneş n hemen h ç
açmadığı, küçücük b r kumsal aramalarını sted m onlardan... İy ett m değ l m
Berneval’e yerleşmekle? (Dışarıda berbat b r hava vardı.)
Burada herkes bana karşı çok y . Özell kle rah p. Küçük k l sey öyle
sev yorum k ! İnanır mısınız, adı Notre-Dame de L esse! Çok hoş değ l m ? Artık
Berneval’den h ç ayrılamayacağımı b l yorum; çünkü rah p bu sabah bana k l sede
sürekl b r yer vermey tekl f ett !
Gümrükçüler görmel s n z! Burada müth ş sıkılıyorlardı; ben de, ‘Okuyacak
k tapları yok mu?’ d ye sordum. Ş md Dumas’nın (Baba) bütün romanlarını
get rt yorum onlara... Burada kalmam şart, değ l m ?
Hele çocuklar! Ah! Bayılıyorlar bana! Kral çen n taç g yme yıldönümünde
büyük b r şölen, b r z yafet düzenled m, kırk çocuk vardı, okuldak öğrenc ler n
heps ! Heps , öğretmenler yle b rl kte! Kral çen n yıldönümünü kutlamak ç n! Çok
hoş, değ l m ? B l yorsunuz kral çey çok sever m. Resm n hep yanımda taşırım.”
Kral çen n, N cholson’ın kar katür ze ederek yapmış olduğu, duvarda asılı portres n
gösterd .
Bakmak ç n kalktım, yanında küçük b r k taplık duruyordu, b r an k taplara
baktım. W lde’ın ben mle daha c dd konuşmasını st yordum. Yer me oturdum ve
b raz korkarak Ölüler Ev nden Anılar’ı okuyup okumadığını sordum. Doğrudan
cevap vermed , konuşmaya başladı:
“Rus yazarlar olağanüstü. Yapıtlarının hep büyük yapıtlar olmasının neden ,
merhamete çek nmeden yer verm ş olmalarıdır. Esk den Madame Bovary’y çok
severd m; ama Flaubert yapıtında merhamete yer vermed , o yüzden yapıtı büyük
b r yapıt g b görünmez, kapalıdır; b r yapıt merhametle açılır, sonsuz b r görünüm
kazanır... B l yor musunuz, nt har etmeme merhamet engel oldu. Ah! İlk altı ay
boyunca müth ş mutsuzdum, öyle mutsuzdum k nt har etmek st yordum. Ben
engelleyen, başkalarına bakmam, onların da ben m kadar mutsuz olduğunu
görmem ve merhamet duymam oldu. Az z m, merhamet olağanüstü b r şey ve ben
onu h ç tanımıyordum!” Neredeyse alçak deneb lecek b r sesle, çok sak n
konuşuyordu. “S z merhamet n ne kadar olağanüstü olduğunu anlamış mıydınız?
Ben her gece merhamet bana öğrett ğ ç n Tanrı’ya dua ed yorum; evet, d z çöküp
şükred yorum. Çünkü ben hapse taştan b r yürekle g rd m, tek düşüncem kend
keyf md . Oysa ş md yüreğ m paramparça; merhamet g rd yüreğ me; artık
dünyadak en büyük, en güzel şey n merhamet olduğunu anladım... Bu yüzden de
ben mahkûm edenlere, h ç k mseye kızamıyorum; çünkü tüm bunları onların
sayes nde öğrend m. Bos e fec mektuplar yazıyor bana; ben anlamadığını
söylüyor; nasıl olup da herkese kızmadığımı anlamıyormuş; herkes bana karşı
ğrenç davranmış... Hayır, anlamıyor ben ; anlayamaz artık. Ama her mektupta
yazıyorum ona; aynı yolu zleyemey z b z; onun kend yolu var, çok güzel b r yolu
var; ben m de kend yolum var. Onunk Alk b ades’ n yolu, ben mk artık Ass s l
Az z Francesco’nunk ... Ass s l Az z Francesco’yu b l r m s n z? Ah! Olağanüstüdür!
Olağanüstü! Bana büyük b r y l k yapmak ster m s n z? B ld ğ n z en y Az z
Francesco b yograf s n gönder n bana...”
Göndereceğ me söz verd m, sözüne devam ett :
“Evet, sonra har ka, gerçekten har ka b r hap shane müdürümüz oldu; ama lk
altı ay çok mutsuz oldum. Çok kötü yürekl b r müdürümüz vardı, Yahud ’yd . Hayal
gücünden tümüyle yoksun olduğu ç n çok acımasızdı.” Çok hızlı söyled ğ bu son
cümle dayanılmaz derecede kom kt ; ben gülmeye başlayınca o da güldü, cümley
y neled , sonra devam ett :
“B ze şkence olsun d ye ne yapacağını şaşırıyordu. Göreceks n z bakın, hayal
gücünden nasıl yoksundu... Şunu söyleyey m önce, hap ste günde yalnızca b r
saat dışarı çıkma zn vardır. Bu b r saat boyunca b r avlunun çevres nde tek sıra
hal nde dönülür; konuşmak kes nl kle yasaktır. Gard yanlar göz açtırmazlar ve
konuşurken yakalananlara korkunç cezalar ver l r. İlk kez hapse g renler,
dudaklarını kımıldatmadan konuşmayı b lmed kler nden, ötek lerden kolayca
ayrılırlar... Hapse g rel altı hafta olmuştu; h ç k mseyle tek söz etmem şt m, h ç
k mseyle. B r gün y ne böyle avluda tek sıra hal nde yürürken b rden arkamda
adımın söylend ğ n duydum. Arkamdak mahkûmdu konuşan. ‘Oscar W lde, sen n
ç n üzüldüm; s z n g b ler n durumu b zden daha zor,’ d yordu. O zaman fark
ed lmemek ç n müth ş çaba göstererek (bayılacağımı sanmıştım) arkama
dönmeden yanıtladım: ‘Hayır dostum hayır; hep m z aynı acıyı çek yoruz.’ O gün
nt har etme steğ mden eser kalmadı.
Onunla bu b ç mde günlerce konuştuk. Adını, ne yaptığını öğrend m. Adı P.yd ;
mükemmel b r çocuktu, mükemmel! Ama ben henüz dudaklarımı kıpırdatmadan
konuşmayı öğrenmem şt m; b r gün, ‘C-33!’ d ye b r ses duyduk. Ben C-33’ tüm. ‘C-
33 ve C-48, öne çıkın.’ Öne çıktık; gard yan, ‘Müdüre çıkacaksınız!’ ded . Artık
yüreğ me merhamet g rm ş olduğundan, yalnızca arkadaşım ç n end şel yd m.
Onun yüzünden acı çekmek ben aks ne mutlu ed yordu. Ama müdür fec yd . Önce
P.y sorguya çekt ; ayrı ayrı sorgulayacaktı b z . Şunu bel rtmem gerek r k , lk
konuşana ver len cezayla yanıtlayana ver len ceza aynı değ ld r; konuşmayı
başlatan, ötek n n k katı kadar ceza alır; genell kle lk konuşana on beş gün hücre
cezası ver l r, ötek neyse sek z gün. Bu yüzden müdür, konuşmaya hang m z n
başladığını öğrenmek st yordu. Mükemmel b r genç olan P. de doğal olarak önce
kend s n n konuştuğunu söylem ş. Daha sonra müdür ben sorguya çekt ğ nde tab
ben de önce ben m konuştuğumu söyled m. Bunun üzer ne müdür kıpkırmızı oldu;
h çb r şey anlayamamıştı. ‘Ama P. de kend s n n başladığını söylüyor!
Anlayamıyorum...’
Düşüneb l yor musunuz, az z m? Anlayamıyordu! Şaşırmıştı. ‘Ama ötek ne
zaten on beş gün verd m,’ d yordu. Sonra ded k : ‘Pekâlâ! Madem öyle, k n ze de
on beşer gün ver yorum.’ Olağanüstü, değ l m ? Adamda hayal gücü sıfırdı.” W lde
anlattıklarını çok eğlencel buluyor, gülüyor, zevkle anlatıyordu:
“Tab on beş gün cezamızı doldurduktan sonra, konuşmaya esk s nden de
hevesl yd k. B rb r m z ç n acı çek yor olduğumuzu h ssetmek ne güzel b r
duyguydu, b lemezs n z. Sıralarımız hep aynı olmadığı ç n, zamanla ötek
mahkûmların tek tek heps yle konuşab ld m; heps yle! Heps yle! Her b r n n adını,
öyküsünü, hap sten ne zaman çıkacağını öğrend m... Her b r ne derd m k :
‘Hap sten çıktığınızda her şeyden önce postaneye g d n; s z bekleyen b r mektup
ve b r m ktar para bulacaksınız.’ İşte böyle tanıdım heps n ; onları çok sev yorum.
Har ka nsanlar k m ler . İnanır mısınız, üçü buraya, ben görmeye geld !
Olağanüstü değ l m s zce?
Kötü yürekl müdürün yer ne gelen, çok hoş b r nsandı, har ka b r adam, bana
karşı da çok y yd ... Tam da o sırada Par s’te Salomé’n n oynanması hap ste ben
ne kadar mutlu ett , b lemezs n z. Orada ben m edeb yatçı olduğumu tümüyle
unutmuşlardı! Oyunumun Par s’te tutulduğunu gördükler nde, ‘Aa! Demek
yetenekl ym ş, ne tuhaf!’ ded ler. Ve ondan sonra da sted ğ m tüm k tapları
okumama z n verd ler.
En çok Yunan edeb yatını okumaktan hoşlanacağımı düşündüm önce.
Sophokles’ n eserler n sted m; ama b r tat alamadım. Sonra aklıma K l se Babaları
geld ; ama onlar da lg m çekm yordu. Sonra b rden Dante’y düşündüm... Ah!
Dante! Her gün Dante okudum; İtalyanca; baştan sona okudum. Ama ne Araf ne
de Cennet bana göre değ ld . Esas Cehennem’ okudum; nasıl sevmezd m onu?
Anlıyor musunuz? B z zaten cehennemdeyd k. Cehennem hap shaneyd ...”
Aynı gece bana yazmayı düşündüğü “F ravun” oyunundan söz ett . Yahuda
İskar yot üzer ne fevkalade b r öykü anlattı.
Ertes gün yen k raladığı ve döşetmeye başladığı eve götürdü ben ; otelden k
yüz metre uzakta, küçük, sev ml b r evd . Oyunlarını şte bu evde yazmak
st yordu; önce “F ravun”u, sonra da “Ahab” ve “Izabel” adlı, fevkalade güzel
anlattığı oyunu.
Ben götürecek olan araba koşuldu, W lde da ben geç rmek üzere ben mle
arabaya b nd . Y ne k tabımdan söz ett , övdü, ama neden n anlayamadığım b r
tereddütle. Sonunda araba durdu. Ben mle vedalaştı; tam n yordu k , b rden,
“D nley n az z m,” ded . “Ş md bana b r söz vermen z gerek yor. Dünya N metler
y , çok y ... Ama az z m, bana söz ver n; artık asla BEN d ye yazmayacaksınız.”
Ben tam anlamamış g b göründüğümden açıkladı:
“Sanatta b r nc şahıs yoktur.”

IV

Par s’e döndüğümde Lord Alfred Douglas’a W lde’dan haber götürmeye g tt m.


Ded k bana:
“Tüm bunlar abes. W lde can sıkıntısına kes nl kle katlanamaz. Çok y
b l yorum; her gün mektup yazıyor bana; ben de önce oyunu b t rmes gerekt ğ
kanısındayım; ama sonra bana dönecek; h çb r zaman yalnızken y b r şey
çıkarmadı; b r ler n n onu sürekl eğlend rmes gerek. En y yapıtlarını ben m
yanımdayken yazmıştır. Son mektubuna b r bakın...” Lord Alfred mektubu göster p
okudu: W lde, Bos e’den, “F ravun”u rahat rahat b t reb lmek ç n kend s n yalnız
bırakmasını r ca ed yor, ama oyunu b t r r b t rmez dönüp onu bulacağını
bel rt yordu gerçekten de. Mektubu şu şaşaalı cümleyle b t r yordu:
“...ve o zaman yen den Hayatın Kralı olacağım.”

Kısa b r süre sonra W lde, Par s’e geld . 6 Oyununu yazmamıştı; h ç


yazmayacaktı. Toplum b r nsanı yok etmek sted ğ nde ne yapacağını çok y b l r;
ölümden daha nce yöntemler vardır... W lde k yıl boyunca çok acı çekm ş, çok
çares zce acı çekm şt . İrades parçalanmıştı. İlk aylarda hayal kurmaya devam
edeb ld ama kısa süre sonra kend n bıraktı. Her şeyden vazgeçm şt sank .
Yıkılan hayatından ger ye tek kalan, b r zamanlark ününün acı veren anısı; ara
sıra, hâlâ düşündüğünü kanıtlama ht yacı; zorlama, kuru, bayat espr lerd . Onu
yalnızca k kez daha gördüm.
B r akşam bulvarlarda G. le dolaşırken, adımı ş tt m. Döndüm; W lde’dı. Ah!
Ne kadar değ şm şt ! “Oyunumu yazmadan gel rsem, nsanlar ben yalnızca forsa
olarak görür,” dem şt . Oyununu yazmadan ortaya çıkmıştı; b rkaç kapı yüzüne
kapandığından, h çb r yere g rmeye çalışmıyordu; aylak aylak dolaşıyordu. Dostları
b rçok kez onu kurtarmaya çalıştılar; uğraşıyorlar, onu İtalya’ya götürüyorlardı...
W lde kısa süre sonra kaçıyor; y ne Par s’e düşüyordu. En uzun zaman sadık
kalmış dostlarından b rkaçı “W lde’ın görülecek halde olmadığını...” o kadar çok
söylem şlerd k bana, onunla yen den karşılaşmaktan, üstel k de o kadar çok
nsanın göreb leceğ b r yerde karşılaşmaktan, t raf eder m k b raz utandım. W lde
b r kafede, açık havada oturuyordu. G. ve bana k kokteyl söyled ... Ben W lde’ın
karşısına, yan geçenlere sırtımı verecek b ç mde oturmak üzereyd m k W lde,
gülünç b r utancın neden olduğunu düşündüğü (ne yazık k tümüyle yanılmıyordu)
bu hareket me kırılarak yanındak sandalyey gösterd : “Şuraya, yanıma oturun,”
ded . “O kadar yalnızım k artık!”
W lde’ın g y m hâlâ özenl yd ama artık şapkası esk s kadar pırıl pırıl değ ld ;
takma yakasının b ç m aynıydı ama esk s kadar tem z değ ld ; red ngotunun kolları
haf fçe kırışmıştı.
Gururlu olmaya çalışarak sözler n sürdürdü: “Ben b r zamanlar Verla ne’le
karşılaştığımda ondan utanmazdım. Zeng nd m, mutluydum, ünlüydüm ama onun
yanında görünmek ben m ç n b r şereft ; Verla ne sarhoş olduğunda b le...” Sonra,
sanırım G.n n canını sıkmamak ç n b rden farklı b r havaya büründü; espr l olmayı,
şakalaşmayı dened ; ç karartıcıydı. Bu karşılaşmanın anısı bana müth ş acı
ver yor. Sonunda G. ve ben kalktık. W lde hesabı ödemekte d rett . Tam kend s yle
vedalaşacakken ben b r kenara çekt ve alçak sesle, çek nerek, “Bakın, b r şey
söyleyeceğ m; h ç param yok,” ded .
B rkaç gün sonra, onu son kez gördüm. Konuşmamızın yalnızca b razını
aktaracağım. Bana derd n anlatmış, b r çalışmaya devam etmen n, hatta
başlamanın olanaksızlığından söz etm şt . Hüzünle, b r oyun b t rmeden Par s’e
gelmeyeceğ ne l şk n verd ğ sözü anımsattım kend s ne.
“Ah! N ç n Berneval’den bu kadar çabuk ayrıldınız? O kadar uzun süre kalmayı
düşünüyordunuz. S ze kızdığımı söyleyemem ama...”
Sözümü kest , el n el m n üzer ne koydu, en haz n bakışıyla konuştu.
“Zaten s lle yem ş b r ne kızmamalısınız,” ded .
Oscar W lde, Beaux-Arts Sokağı’ndak sef l b r otelde öldü. Cenazeye yed k ş
katıldı; üstel k heps mezarlığa kadar g tmed . Tabutun üzer ne konan ç çekler,
çelenkler arasında yalnızca b r n n üzer nde b r yazı varmış; otel sah b n n
gönderd ğ çeleng n üzer nde şu söz yazılıymış:
“KİRACIMA”

ANDRÉ GIDE
Aralık, 1901

1. Daha sonra bu öyküyü kaleme aldığında, şaşılacak şey, mükemmel b r eser


çıktı ortaya; dostumuz H. Davray’n n Revue Blanche’ta yayımlanan çev r s de
öyleyd .
2. V ll ers de l’Isle-Adam fşa ett ğ nden ber maalesef k l sen n muazzam sırrını
herkes b l yor: “Araf yoktur.”
3. Cezay r’dek son akşamlardan b r nde, W lde sank c dd b r tek söz
söylememeye kend kend ne ant çm ş g b yd . Sonunda, aşırı espr l
paradokslarına epeyce s n rlend m.
“Söyleyeceğ n z, şakadan daha y şeyler olmalı,” ded m. “Bu akşam ben mle halkla
konuşur g b konuşuyorsunuz. Bunun yer ne halkla, dostlarınızla konuştuğunuz g b
konuşmalıydınız. N ç n daha y oyunlar yazmıyorsunuz? En güzel düşünceler n z
konuşurken tüket yorsunuz, n ç n yazmıyorsunuz?”
Hemen müdahale ett : “Tab , oyunlarım h ç y değ l! Ama ne kadar eğlencel
şeyler, b r b lsen z! Hemen heps , b r bah s sonucu yazıldı. Dor an Gray’ n Portres
de öyle; dostlarımdan b r asla roman yazamayacağımı dd a ett ğ ç n b rkaç
günde yazdım onu. Yazmak o kadar canımı sıkıyor k !” Sonra b rden bana doğru
eğ l p devam ett : “Hayatımın en büyük dramı ned r, b l yor musunuz? Ben bütün
dehamı yaşamıma harcadım; yapıtlarıma yalnızca yeteneğ m harcadım.”
Söyled ğ fazlasıyla doğruydu. En y yazıları b le, parlak konuşmasının soluk b r
yansımasıydı ancak. Onun konuşmasını duymuş olanlar, yapıtlarını okuyunca düş
kırıklığına uğrarlar. Dor an Gray’ n Portres lk başta fevkalade b r öyküydü; Tılsımlı
Der ’den kat kat üstün, kat kat anlamlıydı! Heyhat! Kâğıda geç r ld ğ nde
becer lemem ş b r şaheser oldu! En güzel öyküler ne çok fazla edeb yat karışır; ne
kadar zar f olsalar da fazla yapmacıktırlar; özent c l k, öykülerdek lk buluşun
güzell ğ n g zler; yapıtın yaratılış sürec ndek üç ayrı dönem ster stemez
h ssed l r: İlk düşünce çok güzel, yalın, der n ve yüzde yüz etk l d r; g zl b r
zorunluluk, bölümler sıkıca b r arada tutar ama burada yetenek b ter; bölümler n
gel ş m sahted r; y düzenlenmem şt r, daha sonra da, W lde tek tek cümleler ele
alıp şlerken yapıt, duygunun tümüyle yok olduğu parlak düşüncelerle, hoş ve tuhaf
ufak tefek buluşlarla nanılmaz derecede yüklen r; öyle k , yüzey n parıltısı,
temeldek der n duyguyu gözden saklar, unutturur.
4. Aktardığım bu son konuşmada h çb r şey uydurmadım, h çb r şey
değ şt rmed m. W lde’ın sözler z hn mde, neredeyse kulağımda canlı. W lde’ın,
kend s n hap shanen n bekled ğ n açıkça gördüğünü dd a etm yorum; ama
şundan em n m k Londra’yı afallatan ve çalkalayan, Oscar W lde’ı b r anda
davacıdan davalıya dönüştüren büyük sarsıntı, aslında W lde’ı şaşırtmamıştı. Artık
W lde’ı yalnızca b r soytarı olarak görmeye kararlı olan gazeteler, savunmasındak
tavrı saptırmak ç n eller nden gelen yaptılar; sonunda tümüyle anlamsız hale
get rd ler. Belk ler de b r gün bu ğrenç davayı ç rkeften kurtarmak mümkün olur.
5. İng l z yazar, şa r, çev rmen Lord Alfred Douglas’ın lakabı. (Ç.N.)
6. A les n n avukatları, Lord Alfred’le h ç görüşmemek de dah l, b rtakım koşulları
yer ne get rd ğ takd rde W lde’a y b r gel r vaat ed yorlardı. Bu koşulları kabul
edemed ya da etmek stemed .
De Profund s 7

“Ep stola: In Carcere et V ncul s” 8

Read ng Hap shanes

Sevg l Bos e,
Senden üzücü haberler dışında ne b r tek satır ne de b r mesaj
almadan hap ste k uzun yıl geç rm ş olmak düşünces n n yarattığı
hoşnutsuzlukla, uzun süren boşuna b r bekley şten sonra, hem sen n
hem de kend y l ğ m ç n ben sana yazmaya karar verd m.
Şanssız ve son derece acıklı dostluğumuz ben m ç n felaket ve
rezaletle sonuçlandığı halde, esk yakınlığımız sık sık anılarımda
canlanıyor; yüreğ mde b r zamanlar sevg n n tuttuğu yer hep t ks nt ,
acı ve küçümsemen n alacağı düşünces bana üzüntü ver yor.
V cdanına kulak ver rsen, ben hap shane hayatının yalnızlığında
yatarken benden z ns z mektuplarımı yayımlamaktan, f kr m
sormadan bana ş rler thaf etmektense bana mektup yazmanın,
dünya sen n bana hang keder ya da tutku, p şmanlık ya da
kayıtsızlık sözler yle yanıt vereceğ nden ya da yalvaracağından
habers z olsa da, daha y olduğunu kabul eders n sanırım.
H ç kuşkum yok k , bu, yazmak zorunda olduğum, sen n ve
ben m yaşamımıza, geçm şe ve geleceğe, acıya dönüşen
güzell klere ve sev nce dönüştürüleb lecek acılara l şk n mektupta,
gururunun en hassas noktalarını nc tecek çok şey olacaktır.
Gerçekten öyle olursa mektubu tekrar tekrar, gururunu öldürünceye
kadar oku. Mektupta haksız yere suçlandığını düşündüren b r şey
olursa nsanın haksız yere suçlanab leceğ b r hatanın bulunmasına
şükretmes gerekt ğ n hatırla. Mektubun b r tek bölümünde b le
gözler n dolarsa ağla; tıpkı b zler n, gündüzler n de geceler g b
gözyaşına tahs s ed ld ğ hap shanede ağladığımız g b . Sen ancak
bu kurtarab l r. Robb e’ye yazdığım mektupta sana l şk n
küçümsey c sözler m öğren nce yaptığın g b , sen lt fata boğup
kend n beğenm şl ğ ne, k br ne kavuşturması ç n yana yakıla
annene koşarsan, tümüyle mahvolursun. Kend n haklı çıkarmak ç n
b r tek haksız bahane ararsan, çok geçmeden yüzlerces n bulur,
başlangıçta olduğun noktaya döners n. Robb e’ye yazdığın yanıtta
ded ğ n g b , sen “aşağılık amaçlar gütmek”le suçladığımı söylüyor
musun hâlâ? Ah! Sen n hayatta h çb r amacın olmadı! Yalnızca
hevesler n vardı. Oysa amaç, z h nsel b r hedeft r. Dostluğumuz
başladığında “çok genç” olduğunu söylüyor musun? Sen n kusurun,
hayatı çok az tanıman değ l, çok fazla tanımandı. Del kanlılığa
uyanışın zar f tazel ğ n , ışıltılı, saf aydınlığını, masum ve umutlu
neşes n çoktan ger de bırakmıştın. Hızlı ve r adımlarla
“romant zm”den “real zm”e geçm şt n. Batak ve batakta yaşayanlar
sen büyülemeye başlamıştı. Benden yardım stemen gerekt ren
dertler n kaynağı buydu; ben, bu dünyanın mantığına göre ahmakça,
sana acıyarak, y l ğ mden, senden bu yardımı es rgemed m. Her
kel mes naz k ten yakan, kanatan b r neşter g b gelse de, bu
mektubu baştan sona oku. Unutma k tanrıların gözünde ahmak olan
k ş , nsanların gözünde ahmak olan k ş den çok farklıdır. Sanattak
devr mlerden, düşüncen n evr m nden, Lat nce d zeler n
görkem nden, sesl ler bol Yunancanın zeng n ezg s nden, Toscana
m mar s nden, El zabeth Dönem ş r nden tümüyle habers z b r ,
büyük b r b lgel ğe ulaşmış olab l r. Tanrıların alaya alıp çamura
batırdığı gerçek ahmaklar, kend n b lmeyenlerd r. Ben çok uzun
zaman boyunca onlardan b r yd m. Sen de çok uzun zaman boyunca
onlardan b r oldun. Artık ahmaklığı bırak. Korkma. Kötülükler n en
büyüğü sığlıktır. Anlaşılan her şey doğrudur. Şunu da unutma k ,
okuması sana şkence olan ne varsa yazması ben m ç n daha büyük
şkence. “Görünmeyen güçler” sana çok cömertçe davrandılar. Tıpkı
b r kr stalde görünen gölgeler g b , “yaşam”ın tuhaf ve traj k
b ç mler n görmene z n verd ler. Canlıları taşa döndüren Medusa
başına, sen n b r aynada bakmana z n ver ld . Sen ç çekler arasında
özgürce dolaştın. Bense reng n ve hareket n güzel dünyasından
koparıldım.
Kend m son derece suçlu gördüğümü söyleyerek söze
başlayacağım. Bu karanlık hücrede mahkûm kıyafet yle, düşmüş,
mahvolmuş b r adam olarak otururken kend m suçluyorum.
Huzursuz, hummalı ıstırap geceler nde, uzun, tekdüze acı günler nde
suçladığım k ş , ben m. Z h nsel olmayan b r dostluğun, başlıca
amacı güzel şeyler yaratmak ve düşünmek olmayan b r dostluğun
tüm yaşamımı hükmü altına almasına fazla z n verd ğ m ç n
suçluyorum kend m . Başından ber aramızda çok der n b r uçurum
vardı. Sen okul yıllarını haylazlıkla geç rd n, ün vers te yaşamın daha
da kötüydü. B r sanatçının, özell kle ben m g b , eserler n n n tel ğ ,
k ş l ğ n n yoğunlaşmasına doğrudan bağlı olan b r sanatçının,
sanatını gel şt reb lmek ç n düşüncelerle çevr l olmaya, entelektüel
b r ortama, sess zl k, sükûnet ve yalnızlığa ht yacı olduğunu
kavrayamadın. Yapıtlarımı, b tt ğ nde takd r ett n; galalarımın parlak
başarılarını ve onları zleyen parlak şölenler paylaştın; böyles ne
s vr lm ş b r sanatçının yakın dostu olmaktan, haklı olarak, gurur
duydun; ama sanat yapıtının yaratılması ç n gerekl koşulları
anlayamadın. Sana, edebî b r abartma yapmadan, gerçeğe harf yen
bağlı kalarak anımsatmak ster m k , b rl kte olduğumuz süre boyunca
b r tek satır b le yazmadım. Torquay’de, Gor ng’de, Londra’da,
Floransa’da, nerede olursa olsun, sen yanımda oldukça yaşamım
tümüyle kısır ve yaratıcılıktan uzaktı. Ve maalesef şunu da bel rtmek
zorundayım k , pek az sayıdak b rkaç aralık dışında, hep yanı
başımdaydın.
Sayısız olaydan b r örnek verecek olursam: 1893 Eylülü’nde,
yalnızca rahatsız ed lmeden çalışab lmek amacıyla b r büro tuttum
(John Hare’le sözleşmem z bozmuştum, yazmaya söz verd ğ m
oyun konusunda ben sıkıştırıyordu). İlk hafta boyunca ortalıkta
görünmed n. Yaptığın Salomé çev r s n n sanat değer ne l şk n
görüşler m z, doğal olarak, ayrıydı; bu nedenle, lk hafta bana bu
konuda sersemce mektuplar göndermekle yet nd n. Bu süre
boyunca, ben, İdeal B r Koca’nın lk perdes n , en ufak ayrıntısına
kadar, sonunda sahneye konduğu b ç m yle yazdım, tamamladım.
İk nc hafta, ger geld n; çalışmamdan vazgeçmek zorunda kaldım.
Her sabah saat 11.30’da, çok sess z ve huzurlu olan ev mde b le
kaçınılmaz olan bölünmelere uğramadan düşüneb lmek ve
yazab lmek ç n St. James Meydanı’ndak büroma g d yordum. Ama
çabalarım boşunaydı. Saat 12.00’de b r arabayla çıkıp gel yor,
13.30’a kadar s gara ç p gevezel k ed yordun; o saatte de sen Café
Royal ya da Berkeley’e yemeğe götürmem gerek yordu. L körlerle
noktalanan öğle yemeğ , 15.30’a kadar sürüyordu. Sonra b r
saatl ğ ne Wh te’s Kulübü’ne çek l yordun. Çay saat nde y ne boy
göster yor, akşam yemeğ ç n hazırlanma zamanı gel nceye kadar
kalıyordun. Akşam yemeğ n ben mle b rl kte ya Savoy’da ya da T te
Caddes ’nde, ev mde y yordun. Kural olarak gece yarısından önce
ayrılmıyorduk; çünkü böyle büyüley c b r günü, W ll s’te gece yarısı
b r şeyler atıştırarak noktalamak gerek yordu. O üç ay boyunca,
sen n yurtdışında olduğun dört gün har ç, her günüm böyle geçt . O
dört günün sonunda da sen karşılamak ç n Cala s’ye g tmek
zorunda kaldım tab . Ben m yapımda, yaradılışımda b r ç n hem
gülünç, hem de traj k b r durumdu.
Artık bunu kavrıyorsundur herhalde. Yalnız başına
kalamayışının; sürekl olarak başkalarının lg s n ve zamanını
tekel ne almak konusundak ısrarının; asla sürekl b r z h nsel
konsantrasyon gösteremey ş n n; ne yazık k rastlantıyla –yalnızca
b r rastlantı olduğuna nanıyorum– z h nsel konularda henüz “Oxford
tutumu”nu ben mseyemem ş olmanın, yan zar f b r b ç mde
düşüncelerle oynamayı kes nl kle beceremey p yalnızca düşüncen n
ş ddet ne sah p oluşunun; tüm bunların, stek ve lg ler n n “sanat”ta
değ l, “yaşam”da odaklandığı gerçeğ de üzer ne eklen nce hem
sen n kültür gel ş m n hem de ben m sanat çalışmalarım ç n ne kadar
yıkıcı olduğunu anlamışsındır umarım. Sen nle dostluğumu, John
Gray ve P erre Loüys g b daha da genç k ş lerle olan dostluğumla
karşılaştırdığımda utanç duyuyorum. Gerçek yaşamımı, üst
düzeydek yaşamımı, onlarla, onlar g b k ş lerle b rl kteyken yaşadım.
Sen nle dostluğumun dehşet ver c sonuçlarından söz etm yorum
şu anda. Yalnızca sürdüğü sıradak n tel ğ n d kkate alıyorum.
Z h nsel alanda, dostluğumuz ben m ç n onur kırıcıydı. Sende
sanatçı ruhunun f l zler , gel şmem ş b ç m yle vardı. Ama sen nle
tanışmakta ya çok geç kalmıştım ya da fazlaca erkend , b lem yorum.
Sen yanımdan uzaklaştığında y yd m. Sözünü ett ğ m yılın aralık
ayının başlarında, sen İng ltere dışında b r yere göndermes
konusunda annen kna etmey başardığım an, hayal gücümün
paramparça ağını yen den toparladım, yaşamımı yen den ele
geç rd m ve İdeal B r Koca’nın ger ye kalan üç perdes n b t rmekle
kalmayıp tümüyle farklı türden k oyun –A Florent ne Tragedy ve La
Sa nte Court sane– tasarladım; neredeyse tamamlıyordum k ,
b rdenb re, stenmeyen, davets z b r konuk olarak, mutluluğumu
mahvetmek üzere döndün. O sırada yarım kalan k yapıtımı b r daha
ele alamadım. Onları yaratmış olan ruh hal n sonradan asla
yakalayamadım. Burada söyled ğ m her şey n gerçekl ğ n artık b r
ş r k tabın yayımlandığına göre, sen de ş md anlayab l rs n. Anlasan
da, anlamasan da bu ç rk n gerçek, dostluğumuzun can alıcı b r
noktasında duruyor. Ben mle b rl kte olduğun sürece “sanat”ım ç n
mutlak yıkım demekt n ve ben, sürekl olarak sen n “sanat”la arama
g rmene z n verd ğ m ç n kend m h ç acımadan ayıplıyor ve
suçluyorum. Sen b lemezd n, anlayamazdın, takd r edemezd n.
Senden bunu beklemeye h ç hakkım yoktu. Sen n lg alanların,
yemekler n ve kapr sler nle sınırlıydı. İstekler nse yalnızca eğlenceye,
sıradan ve b raz daha sıra dışı zevklere yönel kt . O anda canın ney
çek yorsa ney çekt ğ n sanıyorsa steğ n o oluver rd . Sen özell kle
davet ett ğ m zamanların dışında ev me ve büroma gelmen
yasaklamalıydım. Zaafım yüzünden kend m acımasızca suçluyorum.
Yalnızca b r zaaftı. Sanatla geç rd ğ m b r yarım saat, ben m ç n her
zaman sen nle geç rd ğ m b r mevs mden daha anlamlıydı. Hayatımın
h çb r dönem nde, “sanat” karşısında h çb r şey n ben m ç n en ufak
b r önem olmamıştır gerçekte. Ama b r sanatçı ç n zaaf, hayal
gücünü felce uğratan b r zaaf, cürüm demekt r.
Ben onur kırıcı, kes n b r mal flasa sürüklemene z n verd ğ m
ç n de y ne kend m suçluyorum. 1892 Ek m ’n n başlarında b r
sabah, annenle b rl kte, yaprakların sararmaya başladığı Bracknell
Korusu’nda oturduğumuzu hatırlıyorum. O sıralarda sen n gerçek
k ş l ğ n hakkında çok az şey b l yordum. B r cumartes den
pazartes ye Oxford’da konuğun olmuştum. Sen de on gün boyunca
Cromer’da ben m konuğum olmuş, golf oynamıştın. B r ara senden
söz açıldı, annen bana sen n gerçek k ş l ğ n anlatmaya başladı.
Sen n k büyük kusurundan, gururundan ve onun dey ş yle “para
konusunda çok yanlış” düşündüğünden söz ett . Nasıl güldüğümü
çok y hatırlıyorum. B r nc kusurunun ben hapse, k nc s n n de
flasa sürükleyeceğ aklımın ucundan b le geçmem şt . Gurur ben m
gözümde, b r del kanlının zar f b r ç çek m sal , yakasına l şt r verd ğ
b r şeyd ; savurganlığa gel nce –annen savurganlıktan söz ed yor
sanıyordum– zaten tutumluluk ve ölçülülük g b erdemler ben m
yapımda ve a lemde de yoktu. Ama daha aradan b r ay geçmeden,
annen n aslında ne demek sted ğ n anlamaya başladım. Pervasızca
b r bolluk ç nde yaşamak konusundak ısrarın; b tmez tükenmez
para stemeler n; sen nle olsam da, olmasam da tüm eğlenceler n n
karşılığını ben m ödemem konusunda d retmen, b r süre sonra ben m
ç n c dd mal zorluklar doğurdu. Yaşamım üzer ndek hâk m yet n
güçlend kçe savurganlıklarını en azından ben m ç n öyles ne
tekdüze ve sıkıcı kılan, aslında paranın neredeyse tamamının, yeme,
çme ve benzer zevklere harcanmasıydı. İnsan ara sıra sofrasını
güller ve şaraplarla kıpkırmızı donatmaktan haz duyar ama sen zevk
sınırlarını aştın, ölçüyü tümüyle kaçırdın. Ne stey ş nde zarafet ne
de kabul ed ş nde m nnet vardı. Tüm harcamalar bana a t olmak
üzere, h ç alışık olmadığın ve bu yüzden de ştahını kamçılayan b r
bolluk ve lüks ç nde yaşama hakkına sah p olduğunu düşünmeye
başladın ve sonunda, Cezay r’de b r kumarhanede para
kaybett ğ nde ertes sabah bana, Londra’ya telgraf çek p kaybett ğ n
tutarı banka hesabına yatırmamı stey p b r daha da bu konuda h ç
kafa yormayacak duruma geld n.
1892 sonbaharından hapse g rd ğ m tar he kadar geçen sürede,
sen nle ve sen n ç n, nak t olarak, borçlanmaları hesaba katmadan,
5.000 sterl nden fazla para harcadığımı söylersem, yaşamakta ısrar
ett ğ n hayat konusunda b r f k r ed neb l rs n. Abarttığımı mı
düşünüyorsun? Sen nle Londra’da sıradan b r günde ortalama
harcamalarım öğle yemeğ , akşam yemeğ , gece yarısı atıştırmaları,
eğlence, araba parası ve d ğerler 12 sterl nle 20 sterl n arasında
değ ş yor, haftalık harcamalar da buna göre 80 sterl nle 130 sterl n
arasında oynuyordu. Gor ng’de geç rd ğ m z üç ay boyunca yaptığım
toplam harcama (k ra dah l tab ) 1.340 sterl nd . Hayatımdak her
kalem flas memuruyla b rl kte tek tek ele almak zorunda kaldım.
Korkunçtu. “Yaşayışta sadel k, düşüncede ht şam”, o sıralar sen n
takd r edemeyeceğ n b r deald kuşkusuz ama böyles ne müsr fl k,
k m z ç n de yüz karasıydı. Hayatımda hatırladığım en hoş akşam
yemekler nden b r , Robb e’yle b rl kte, Soho’da küçük b r kafede,
sen nle yed ğ m akşam yemekler ne öded ğ m sterl n kadar ş l n
karşılığı yed ğ m z b r yemekt . Robb e’yle akşam yemeğ m, bütün
d yaloglarımın lk n ve en y s n doğurdu. F k r, başlık, tarz ve b ç m
dah l, heps üç buçuk franklık b r tabldot. Sen nle yed ğ m, pervasızca
para harcanan akşam yemekler nden ger ye kalan tek şey se, çok
fazla y y p çm ş olmanın anısı. İstekler ne boyun eğmem sen n ç n
de kötüydü. Artık bunu sen de b l yorsun. Bu yüzden genell kle har s,
bazen oldukça v cdansız ve her zaman kaba oldun. Sen konuk
etmek, ne yazık k çoğu kez, b r sev nç kaynağı, b r ayrıcalık
olmaktan epeyce uzaktı. Nezaket kurallarına uygun b r teşekkür b le
etmezd n demeyeceğ m, çünkü nezaket kuralları yakın dostlukları
nc t r; ama sen tatlı b r arkadaşlığın zarafet nden, Yunanlıların
τερπνòν κακóν ded ğ hoş sohbetler n sev ml l ğ nden, yaşamı
güzelleşt ren, müz k g b hayata eşl k eden, her şey arasında uyum
kuran, sert ve sess z aralıkları ezg yle dolduran bütün bas t
nsanlıklardan uzaktın. Şu anda ç nde bulunduğum korkunç
durumda, b r yüz karasını öbürüne terc h etmem sana tuhaf gelse
de, şunu açıkça t raf etmek ster m k , sen n uğruna bu kadar parayı
havaya savurmuş ve hem ben m hem de sen n kend zararına
servet m çarçur etmene z n verm ş olmam, gözümde “ flas”ıma
bayağı b r n tel k kazandırıyor ve utancımı k katına çıkarıyor. Ben
başka şeyler ç n yaratılmış b r nsandım.
En çok da ben kes n b r ahlak çöküşe sürüklemene z n
verd ğ m ç n suçluyorum kend m . K ş l ğ n temel taşı raded r; ben m
radem kes nl kle sen nk n n hâk m yet ndeyd . Söyled ğ m gülünç
geleb l r ama ne yazık k doğru. Neredeyse f z ksel b r ht yaç sonucu,
beyn n ve vücudun çarpılmış, hem d nlenmes hem de bakması
korkunç b r halde, durmadan olay çıkarmaların; babandan m ras
kalan o korkunç tutkun, ğrenç ve aşağılık mektuplar yazma tutkun;
uzun sürel somurtkan suskunluklarla açığa vurduğun alınganlık
kr zler n ve sara nöbet g b b rdenb re parlayan öfke nöbetler nde
görüldüğü g b , duygularını zerrece denetlememen; tüm bunlar, gün
geçt kçe artan stekler ne kaçınılmaz b ç mde boyun eğmeme yol
açtı. Sen n tarafından Savoy ya da başka b r otelde ortalıkta
unutularak babanın avukatı tarafından mahkemeye sunulan b r
mektubumda, bu konulara l şk n oldukça dokunaklı r calarda
bulunmuştum senden; ama sen o sırada dokunaklılığın ne özünü ne
de fades n anlayacak durumda değ ld n. Karşındak n yoruyor,
usandırıyordun. Zayıf k ş l ğ n üstün k ş l ğe karşı zafer yd bu.
Oyunlarımdan b r nde “kalıcı olan tek zorbalık” d ye tanımladığım
türden b r zorbalıktı; zayıfın güçlüyü ez ş yd .
Ve kaçınılmazdı. K ş , hayatta başkalarıyla g rd ğ l şk ler n
heps nde b r moyen de v vre 9 bulmak zorundadır. Sen nle l şk de
nsan ya her şey sana feda etmek ya da sen feda etmek
zorundaydı. Başka seçenek yoktu. Sana besled ğ m yers z ama der n
sevecenl k; huyundak , yaradılışındak kusurların bende uyandırdığı
sonsuz acıma duygusu; d llere destan y yürekl l ğ m ve Keltlere
özgü tembell ğ m; b r sanatçı olarak kaba sahnelerden ve ç rk n
sözlerden ğrenmem; o sıralar en bel rg n özell ğ m olan, gücen kl ğe
katlanamamam; gözler m aslında başka şeylere yöneld ğ nden, bana
b r anlık b r düşünce ya da lg den fazlasına layık olmayan, önems z
ayrıntılar g b gelen şeyler yüzünden, yaşamın acı ve yakışıksız b r
hale geld ğ n görmekten duyduğum hoşnutsuzluk; bas t de görünse
tüm bu nedenler, her zaman her şey sana feda etmeme yol açtı.
Bunun doğal sonucu olarak stekler n, hâk m olma çabaların,
zorlamaların g derek mantıksızlaştı. En alçakça emeller n, en kaba
zevkler n, en bayağı tutkuların, sen n gözünde her zaman
başkalarının yaşamını yönlend ren ve gerek rse uğruna h ç
duraksamadan bu yaşamların feda ed leceğ kurallar hal ne geld .
Olay yaratarak her zaman sted ğ n elde edeceğ n b ld ğ nden,
sanırım farkına b le varmadan, ad ş ddet n her türlü aşırılığına
başvurman doğaldı. Sonunda, hang amacın peş nde koştuğunu,
hang n yetle yola çıktığını b lemez hale geld n. Dehamı, radem ve
servet m ele geç rm şt n; gözler n körelten tükenmez hırs, bütün
varlığımı ele geç rmen gerekt r yordu. Bunu da başardın. Tüm
yaşamımın en can alıcı, traj k noktasında, tam abes dava
başlamadan öncek acılı anda, b r yandan baban kulübüme korkunç
kartlar bırakarak bana saldırıyor, öte yandan sen, b r o kadar ğrenç
mektuplarla saldırıya geç yordun. Babanın tutuklama kararı ç n
gülünç b r başvuruda bulunmak üzere ben pol s mahkemes ne
sürüklemene z n verd ğ m günün sabahı senden aldığım mektup,
yazdığın en kötü mektuplardan b r yd ; yazış nedenler nse utanç
ver c yd . İk n z n arasında serseme döndüm. Düşünme yeteneğ m
ben terk ett . Yer n korku aldı. Açıkça söylemek gerek rse k n zden
de kaçmak ç n b r yol bulamıyordum. Mezbahaya götürülen b r öküz
g b gözler m bağlı, sendeleyerek lerl yordum. Müth ş b r ps koloj k
hata yapmıştım. Ufak tefek meselelerde sana boyun eğmem n b r
anlamı olmadığını, öneml b r anda radem doğal üstünlüğüne
kavuşturab leceğ m düşünmüştüm hep. Öyle olmadı. Öneml an
gel p çattığında, radem tümüyle yok olmuştu. Hayatta öneml ve
önems z şeyler yoktur aslında. Her şey eş t değerde, eş t önemded r.
Her konuda sana boyun eğme alışkanlığım, başlangıçta daha çok
lg s zl kten kaynaklanan b r alışkanlık, g derek k ş l ğ m n ayrılmaz b r
parçası hal ne gelm şt . Ben farkına varmadan, huyumu b r tek
ölümcül ruh hal nde sab tlem şt . Pater, şte bu nedenle,
denemeler n n lk basımının ncel kl önsözünde, “Başarısızlık,
alışkanlıklar ed nmekt r,” der. Bunu söyled ğ nde, kavrayışı kıt
Oxfordlular, bu cümlen n, Ar stoteles’ n b raz sıkıcı Eth ka metn n n
b lerek b r ters ne çevr lmes nden baret olduğunu sandılar; ama
cümlede g zl olağanüstü, korkunç b r gerçek var. Sen n, k ş l k
gücümü tüketmene z n verm şt m; ben m ç n alışkanlık ed nmek,
yalnızca “başarısızlık” değ l, tam b r “yıkım” anlamına gel yordu.
Ahlak anlamda ben uğrattığın yıkım, sanatsal anlamda uğrattığın
yıkımdan daha da büyüktü.
Tutuklama kararı çıkınca, tab her şey sen n raden tarafından
yönet lmeye başlandı. Londra’da kalıp aklı başında öğütler
d nleyerek ç ne düştüğüm korkunç tuzağı –babamın hâlâ ded ğ g b
g zl tuzağı– düşünmem gereken b r zamanda, sen bu dünyadak en
ğrenç yerlerden b r ne, Monte Carlo’ya götürmem ç n ısrar ett n;
gaz no açık olduğu sürece, gece gündüz kumar oynayab les n d ye.
Bana se –bakaranın gözümde h çb r çek c l ğ olmadığından–
dışarıda tek başıma durmak düşüyordu. Sen n ve babanın ben
düşürdüğü durumu beş dak kalığına olsun tartışmayı reddett n.
Ben m görev m yalnızca sen n otel g derler n ve kumar borçlarını
ödemekt . Ben bekleyen felakete yaptığım en ufak b r değ nme b le
canını sıkıyordu. Öner len yen b r şampanya markası sen daha çok
lg lend r yordu. Londra’ya döndüğümüzde, gerçekten y l ğ m steyen
bazı dostlarım, yurtdışına g tmem, kazanılması olanaksız b r davaya
g rmemem ç n yalvardılar. Bu öğütler verd kler ç n onları kötü
n yetl l kle, onları d nled ğ m ç n de ben korkaklıkla suçladın. Tanık
kürsüsünde ş p şk nl ğe vurup yalan, gülünç ve aptalca şeyler
söylemem ç n ben zorladın. Sonunda, doğal olarak ben
tutuklandım, baban günün kahramanı oldu, günün kahramanı
olmakla da kalmadı aslında; şu anda a len z ne tuhaftır k ,
“ölümsüzler” n yanında yer alıyor; çünkü baban, tar hte sank Got k
b r unsur olan ve Kle o’yu Musaların en c dd yets z hal ne get ren o
kaba görünümüyle, sonsuza dek k l se edeb yatının y yürekl , saf
f k rl babaları arasında yaşayacak; sen Bebek Samuel’ n yanında yer
alacaksın; bense G lles de Retz le Marqu s de Sade arasında,
Malebolge 10 batağının d b ndey m.
Senden kurtulmalıydım tab ; nsan kend s n sokan b r şey
üstünden nasıl s lkelerse, öyle s lkelemel yd m sen hayatımdan.
A skhylos, en har ka oyununda b ze yüce efend n n ev nde aslan
yavrusunu λέοντος іνιν nasıl büyüttüğünü, çağırınca gözler
parlayarak geld ğ , yemek vers n d ye yanaşıp yalvardığı ç n yavruyu
nasıl sevd ğ n anlatır. φαιδρωπòς ποτι χεĩρα, σαίνων τε γαoτρòς
ảνάγκαις. Yavru büyüdükçe türünün özell kler ortaya çıkar ηθoς τò
πρòσθε τoχήων, efend s n , ev n , varını yoğunu parçalar. Kend m
ona benzet yorum. Ama ben m hatam, senden ayrılmamak değ l,
fazlasıyla ayrılmaktı. Anımsadığım kadarıyla, sen nle dostluğumu,
düzenl olarak her üç ayda b r noktaladım. Sen her defasında, r calar,
telgraflar, mektuplar, sen n arkadaşların, ben m arkadaşlarım
aracılığıyla, buna benzer yollarla, sen yen den kabul etmem
sağladın. 1893 Martı’nın sonunda, Torquay’dek ev mden ayrılmadan
öncek gece yarattığın olay öyles ne ç rk nd k , b r daha asla sen nle
konuşmamaya, hang şartlar altında olursa olsun ben mle b rl kte
olmana z n vermemeye kararlıydım. Br stol’ den mektup yazdın,
telgraf çekt n, sen affed p görüşmem ç n yalvardın. Torquay’de
kalan hocan, zaman zaman söyled kler nden ve yaptıklarından
sorumlu tutulamayacak kadar kend n kaybett ğ n görüşünde
olduğunu, Magdalen’dek ler n, heps olmasa da çoğunun aynı görüşü
paylaştığını söyled . Sen nle görüşmey kabul ett m ve kuşkusuz
bağışladım. B rl kte kente dönerken sen Savoy’a götürmem r ca
ett n. Bu z yaret gerçekten ölümcül oldu ben m ç n.
Üç ay sonra, Haz ran’da, Gor ng’deyd k. Oxford’dan bazı
arkadaşların, b r hafta sonu, cumartes den pazartes ye b zde kaldılar.
G tt kler günün sabahı öyles ne korkunç, acıklı b r olay çıkardın k ,
sana ayrılmamız gerekt ğ n söyled m. Çok y anımsıyorum,
çevrem z güzel m ç menlerle çevr l , düz kr ket sahasında
duruyorduk; sana b rb r m z n hayatına yazık ett ğ m z , sen n
kes nl kle ben m hayatımı mahvett ğ n , ben mse görünüşe bakılacak
olursa sen mutlu edemed ğ m , tek akıllıca çözümün, kes n, dönüşü
olmayan b r ayrılık olduğunu söyled m. Öğle yemeğ n n ardından,
somurtarak g tt n, g d ş nden sonra bana ver lmek üzere uşağa en
hakaret dolu mektuplarından b r n bıraktın. Aradan daha üç gün
geçmem şt k , Londra’dan telgrafla sen affetmem, dönmene z n
vermem ç n yalvarıyordun. O ev sen hoşnut etmek ç n
k ralamıştım. Sen n steğ n üzer ne h zmetkârlarını get rtm şt m.
Kurbanı olduğun o korkunç s n r nöbetler ben öteden ber üzerd .
Sen sev yordum. Bu yüzden dönmene z n verd m, sen affett m. Üç
ay sonra, eylülde, y ne kıyametler koptu; bu kez konu, g r şt ğ n
Salomé çev r s ndek okul çocuğuna yakışır hataları sana
göstermemd . Şu andak Fransızca b lg n, o çev r n n ne herhang b r
Oxfordlu olarak sana ne de aktarmaya çalıştığın yapıta
yakışmadığını anlamana yeter sanıyorum. O zaman bunu
anlamamıştın kuşkusuz, bu konuda bana yazdığın öfkel mektupların
b r nde, bana karşı “herhang b r z h nsel sorumluluk” taşımadığını
söylüyordun. Bu cümley okuduğumda, dostluğumuz boyunca bana
yazdığın gerçekten doğru tek şey n bu olduğunu düşünmüştüm,
anımsıyorum. Daha az kültürlü b r k ş n n aslında sana çok daha
uygun olacağını kavramıştım. Bunu acıyla, alayla değ l, arkadaşlığa
l şk n b r gerçek olarak söylüyorum. Evl l kte olsun, dostlukta olsun,
her tür arkadaşlığı ayakta tutan bağ, en nde sonunda karşılıklı
konuşmadır. Konuşmanın olab lmes ç n de, ortak b r temel gerek r;
çok farklı kültürdek k nsanın tek ortak temel yse ancak en düşük
düzey olab l r. Düşünce ve harekette uçarılık hoştur. Ben bunu
oyunlarda ve paradokslarda fade bulan çok parlak b r felsefen n
temel taşı hal ne get rm şt m. Ama sürdüğümüz yaşamın boşluğu ve
çılgınlığı çoğu kez ben m ç n yorucuydu; sen nle ancak batağın
d b nde buluşab l yorduk; sen n konuşmalarının değ şmez b ç mde
çevres nde dolaştığı tek konu se büyüley c , müth ş büyüley c
olmakla b rl kte, sonunda ben m ç n epeyce tekdüzeleşt . Ben m ç n
çoğunlukla son derece sıkıcı olan bu durumu da, müz khollere g tme
tutkunu, yeme çme konularında saçma aşırılıklara düşkünlüğünü ve
ben m gözümde pek çek c olmayan özell kler n n heps n
kabullend ğ m g b kabullen yordum; bu, yalnızca katlanılması
gereken b r şey, sen tanımanın ağır bedel n n b r parçasıydı.
Gor ng’de ayrılıp k haftalığına D nard’a g tt ğ mde sen yanımda
götürmed ğ m ç n küplere b nd n, Albemarle Hotel ’nde bu konuda
çok tatsız olaylar çıkardın; oradan ayrılıp b rkaç günlüğüne b r kır
ev ne g tt ğ mde de aynı derecede tatsız telgraflar gönderd n. Sana,
bütün mevs m a lenden ayrı geç rd ğ nden, b r süre onlarla b rl kte
olmanın doğru olacağını söyled ğ m hatırlıyorum. Ama aslında,
tümüyle dürüst olmak gerek rse sen n yanımda olmana h çb r
b ç mde z n veremezd m. Yaklaşık on k haftadır b rl kteyd k.
Arkadaşlığının korkunç gerg nl ğ nden kurtulmak, d nlenmek
st yordum. B r süre kend başıma olmam gerek yordu. Z h nsel
açıdan gerekl yd bu. İt raf ed yorum k , sözünü ett ğ m mektubun,
aramızda gel şen ölümcül dostluğu noktalamak, üç ay önce
Gor ng’de o güneşl haz ran sabahında gerçekten dened ğ m g b
gücen kl ğe meydan vermeden noktalamak ç n çok y b r fırsat g b
göründü bana. Ne var k , yardımını sted ğ n arkadaşlarımdan b r
bana, çalışmanı b r okul çocuğunun egzers zler g b ger
göndermem n sen çok nc teceğ n , hatta utandıracağını, senden
z h nsel açıdan çok fazla şey bekled ğ m , tüm yazdıklarına ve
yaptıklarına karşın bana bağlılığının mutlak ve tam olduğunu taraf
tutmadan anlattı. Edeb yat dünyasındak lk adımlarında sen lk
durduran, cesaret n kıran k ş olmak stem yordum; b r şa r
tarafından yapılmadığı sürece h çb r çev r n n, eser mdek reng ,
aheng gereğ g b aktaramayacağını çok y b l yordum; bağlılık se
bana kolayca yabana atılamayacak, müth ş güzel b r şey g b
gel yordu, hâlâ da öyle gel r; böylece, çev r y de, sen de kabul ett m.
Tam üç ay sonra, çıkardığın olaylar d z s , k arkadaşınla b rl kte
büroma geld ğ n b r pazartes akşamı, her zamank nden daha ğrenç
b r olayla doruğa ulaştı. Ertes sabah, senden kaçab lmek ç n uçar
g b yurtdışına g d yordum; an g d ş m açıklamak ç n a leme abes b r
neden gösterm ş, lk trenle peş me düşmenden korktuğum ç n
h zmetkârıma yanlış adres bırakmıştım. O öğleden sonra, Par s’e
g den trende aklımdan geçenler hatırlıyorum. Hayatım ne kadar
nanılmaz, korkunç, hatalı b r yola g rm şt ; dünyaca ünlü b r k ş
olarak ben, z h nsel ya da ahlak açıdan y olan bütün özell kler m
mahveden b r dostluktan kurtulab lmek ç n İng ltere’den resmen
kaçmak zorunda kalıyordum; kaçtığım k ş yse lağımdan ya da
çamurdan fırlayıp hayatıma karışan, başımı derde sokan korkunç b r
mahluk değ l, Oxford’da, ben m kend fakültemde okumuş, ev mde
sürekl konuk olan, ben mle aynı sosyal düzey ve konumda b r genç
adam olan send n. Ardından her zamank yalvaran p şmanlık
mektupları geld ; heps ne kayıtsız kaldım. Sonunda, sen nle
görüşmey kabul etmed ğ m takd rde, Mısır’a g tmeye kes nl kle
yanaşmayacağın tehd d n savurdun. Sen n de onayınla, Londra’da
hayatını harap ett ğ n gerekçes yle sen İng ltere’den uzağa, Mısır’a
göndermes ç n annene kend m yalvarmıştım. G tmezsen annen n
büyük b r hayal kırıklığına uğrayacağını b l yordum; onun hatırı ç n
sen nle görüştüm ve sen n b le unutmuş olamayacağın b r duygu
yükü altında, geçm şte olanları affett m; ne var k geleceğe l şk n
h çb r şey söylemed m.
Ertes gün Londra’ya döndüğümde, hatırlıyorum, odamda oturup
hüzünle, c dd yetle düşündüm: Gerçekten ben m gözümde olduğun
g b korkunç hatalarla bu kadar dolu, hem kend ne, hem başkalarına
bu kadar zararlı, tanıması ya da b rl kte olunması b le bu kadar
ölümcül b r m yd n? Bütün b r hafta boyunca kafa yordum, yoksa
sen değerlend rmemde haksızlık mı ed yordum, yanılıyor muydum,
d ye düşündüm. Bu haftanın sonunda annenden b r mektup geld .
Ben m sana karşı besled ğ m duyguların her b r n tam tamına d le
get r yordu. Mektupta, sen n a len küçümsemene, ağabey ne o
cand d ss ma an ma’ya 11 “cah l, görgüsüz” b r ym ş g b davranmana
yol açan, abartılı, kör gururundan; sana hayatından, sürmekte
olduğunu düşündüğü, em n olduğu hayattan söz etmekten
korkmasına neden olan huysuzluğundan; b rçok nedenle üzüldüğü,
para konularındak tutumundan; sendek yozlaşma ve değ ş mden
söz ed yordu. Kalıtımın sana korkunç b r m ras yüklem ş olduğunun
farkındaydı kuşkusuz, bunu açıkça, dehşetle t raf ed yordu: “Ölümcül
Douglas, huyunu kalıtım yoluyla ed nm ş tek çocuğum,” d yordu
sen n ç n. Mektubun sonunda, ben mle dostluğunun, gururunu
ölçüsüzce körükley p tüm hatalarının kaynağı hal ne geld ğ n
düşündüğünü söylemek zorunluluğunu h ssett ğ n bel rt yor, sen nle
yurtdışında buluşmamam ç n çtenl kle yalvarıyordu. Kend s ne
hemen b r yanıt yazarak söyled kler n n her sözcüğüne tümüyle
katıldığımı bel rtt m. Daha da ler g tt m. G deb leceğ m kadar ler ye
g tt m. Dostluğumuzu, Oxford’da eğ t m gördüğün sıralarda çok özel
n tel ktek , çok c dd b r dertten sen kurtarmam ç n gel p benden
yardım steyerek sen n başlattığını bel rtt m. Hayatında bu derd n hep
var olduğunu yazdım. Belç ka’ya g d ş n n neden olarak, b rl kte
g tt ğ n arkadaşını suçlamıştın, annen sen ona tanıştırdığım ç n
bana s tem etm şt . Yanılgısını düzelterek suçun sende olduğunu
söyled m. Sonunda da, sen nle yurtdışında buluşmaya h ç n yet m
olmadığı konusunda kend s n tem n ederek, sen olab l rse gönüllü
ataşe olarak, olamazsa çağdaş d l öğren m görmek üzere ya da
kend uygun bulacağı herhang b r amaçla en az k -üç yıl boyunca
yurtdışında tutmaya çalışmasını hem sen n hem de ben m y l ğ m
ç n r ca ett m.
Bu sırada sen Mısır’dan deneneb lecek her yoldan mektuplar
gönder yordun bana. Yazdıklarının h çb r ne en ufak b r tepk
göstermed m. Okuyup yırttım. Artık sen nle h çb r l şk kurmamaya
kararlıydım. Kararım kes nd , sen n gel şmes n engellemene z n
verd ğ m “sanat”ıma adadım kend m . Üç ay sonra, annen, maalesef
yenemed ğ ve hayatımın trajed s nde babanın ş ddet nden daha az
ölümcül olmayan b r rol oynamış o rade zayıflığıyla bana yazarak –
kuşkusuz sen n kışkırtmanla– end şeyle benden haber bekled ğ n
bel rtt ve sana yazmamaya bahane bulmamam ç n, çok y b ld ğ m
At na adres n gönderd . İt raf etmel y m k , mektubu ben tam
anlamıyla afallattı. Bana aralık ayında yazdıklarından, ben m de
karşılık olarak kend s ne yazdıklarımdan sonra nasıl olup da sen nle
kurduğum bahtsız dostluğu herhang b r b ç mde onarmaya ya da
canlandırmaya çalışab ld ğ n anlayamıyordum. Mektubuna yanıt
verd m tab , b r kez daha, İng ltere’ye dönmen engellemek amacıyla
sen yurtdışında b r elç l ğe sokmaya çalışması ç n ısrar ett m; ama
sana yazmadım, telgraflarına da, annen n mektubundan öncek g b
kayıtsız kaldım. Sonunda, karıma telgraf çek p sana yazmam
konusunda bana baskı yapması ç n yalvaracak kadar ler ye g tt n.
Dostluğumuz karım ç n her zaman b r üzüntü kaynağı olmuştu;
yalnızca senden hoşlanmadığı ç n değ l, sen nle sürekl arkadaşlığın
ben nasıl değ şt rd ğ n , kötüye doğru değ şt rd ğ n de gördüğü ç n.
Buna karşın, nasıl k sana her zaman son derece naz k ve
konuksever davrandıysa ben m herhang b r dostuma kabalık
etmeme de –o böyle yorumluyordu– dayanamazdı. Kabalığın ben m
k ş l ğ me yabancı olduğunu düşünüyor, daha doğrusu b l yordu.
Onun r cası üzer ne sen nle l şk ye geçt m. Telgrafımda yazdıklarımı
oldukça y hatırlıyorum. Zamanın bütün yaraları kapadığını ama pek
çok ay geçmeden sana yazmayacağımı, sen görmeyeceğ m
söyled m. Bunun üzer ne, h ç vak t geç rmeden Par s’e hareket ett n,
yoldan telgraflar çek p h ç değ lse b r kez sen görmem ç n yalvardın.
Reddett m. Par s’e b r cumartes geces geç saatte vardın ve
otel nde, sen görmeyeceğ m bel rten kısa mektubumu buldun. Ertes
sabah T te Caddes ’ndek ev mde senden on-on b r sayfa
uzunluğunda b r telgraf aldım. Telgrafında, bana yaptıklarına karşın,
sen nle görüşmey kes nl kle reddett ğ me nanamadığını söylüyor;
ben b r saat olsun göreb lmek ç n, altı gün altı gece boyunca, yolda
h ç durmadan Avrupa’yı b r baştan b r başa geçt ğ n hatırlatıyor;
kabul etmek gerek r k son derece dokunaklı b r yakarıda bulunuyor
ve bana epeyce örtük g b görünen b r nt har tehd d yle b t r yordun.
Soyunda eller n kend kanlarına bulayan ne kadar çok k ş
bulunduğunu bana kend n anlatmıştın çok kez; amcanın nt harı
kes nd , deden nk olası; çılgın, kötü soyunda böyle daha b rçok
örnek vardı. Acıma, sana karşı esk sevg m, böyles ne korkunç
koşullarda ölmene dayanamayacak olan annene saygım, bu kadar
taze ve bütün ç rk n kusurlarına karşın gene de güzell k umudu
taşıyan b r hayatın böyle ğrenç b r sonla noktalanacağı düşünces n n
yarattığı dehşet, her şey b r yana, nsanlık... Tüm bunlar, eğer b r
özür gerek yorsa sen nle son b r kez görüşmey kabul ed ş me neden
olarak görülmel d r. Par s’e vardığımda, Vo s ns’da yemekle başlayıp
Pa llard’da gece yarısı yemeğ yle devam eden akşam boyunca tekrar
tekrar boşalan, yanaklarından aşağıya yağmur g b süzülen
gözyaşların; uysal, masum b r çocuk g b her fırsatta el m tutarak
açığa vurduğun, ben görmekten duyduğun yapmacıksız sev nç; o
sıradak son derece sade ve çten p şmanlığın, dostluğumuza
yen den başlamayı kabul etmeme neden oldu. Londra’ya
dönüşümüzün k nc günü, baban sen ben mle b rl kte Café Royal’de
öğle yemeğ yerken gördü; soframa konuk oldu, şarabımdan çt ,
aynı gün öğleden sonra sana yazdığı b r mektupla bana karşı lk
saldırısına geçt .
Tuhaf olab l r ama b r kez daha, senden ayrılma fırsatı
d yemeyeceğ m, zorunluluğu doğmuştu. 10-13 Ek m 1894 tar hler
arasında Br ghton’da bana karşı takındığın tutuma değ nd ğ m
hatırlatmama gerek yok sanırım. Sen n ç n üç yıl önces çok esk de.
Ama hap ste yaşayan, hayatlarında kederden başka olay olmayan
b zler, zamanı ıstırabın zonklamalarıyla ve acılı anların anısıyla
ölçmek zorundayız. Düşünecek başka b r şey m z yok. Acı çekmek –
sana tuhaf gelse de– b z m varoluş yolumuzdur, çünkü var
olduğumuzun b l nc ne varmamız ç n tek yoldur; geçm şte çekt ğ m z
acıların anısı se k ml ğ m z n sürekl l ğ n n garant s , kanıtı olarak
gerekl d r b z m ç n. Neşen n anısıyla aramdak uçurum, şu anda
neşeyle aramdak uçurum kadar der nd r. Beraberken hayatımız
dışarıdan sanıldığı g b zevk, sefahat ve kahkahadan baret olsaydı,
b r tek ânını b le anımsayamazdım. Bu hayat, traj k, acılı, uyarılarıyla
uğursuz; bıktırıcı olayları ve ç rk n ş ddet yle sıkıcı ya da korkunç
anlarla, günlerle dolu olduğu ç nd r k , tek tek her olayı ayrıntılı
b ç mde göreb l yor, ş teb l yorum, daha doğrusu başka pek b r şey
görem yor, ş tem yorum. İnsanlar burada ıstırapla öyle çl dışlı
yaşıyorlar k , sen nle dostluğum, hatırlamaya mecbur olduğum
b ç m yle, bana her zaman, her gün kavramak zorunda olduğum
değ şken azap ezg ler yle uyumlu b r prelüd g b görünüyor. Hatta
onları gerekt r yor; sank yaşamım, bana ve başkalarına nasıl
görünmüş olursa olsun, aslında hep b r “keder senfon s ” olmuş,
uyumlu b ç mde b rb r ne bağlanan bölümlerden tek tek geç p sanatta
tüm büyük temaların şlen ş nde görülen kaçınılmazlıkla f nale
ulaşmış g b .
Üç yıl önce, üst üste üç gün boyunca bana karşı takındığın
tutumdan söz ed yordum, değ l m ? Worth ng’de tek başıma, son
oyunumu b t rmeye çalışıyordum. Bana yaptığın k z yaret sona
erm şt . B rdenb re, üçüncü kez karşıma çıktın, yanında b r arkadaşın
vardı, onun da ev mde kalmasını açıkça tekl f ett n. Bense (artık sen
de kabul eders n k haklı olarak) kes nl kle reddett m. S z ağırladım
tab , başka seçeneğ m yoktu; ama dışarıda, ev mde değ l. Ertes
gün, pazartes günü, arkadaşın mesleğ n n gerekler n yer ne
get rmek üzere döndü, sen ben mle kaldın. Worth ng’den, kuşkusuz
bundan da fazla, o sırada ben gerçekten lg lend ren tek şey olan
oyunuma bütün d kkat m vermek konusundak boşa çabalarımdan
sıkıldığından, sen Br ghton’dak Grand Hotel’e götürmem ç n ısrar
ett n. Oraya vardığımız gece, o düşük ateşl gr p hastalığına
yakalandın, bu hastalığa k nc ya da üçüncü yakalanışındı. Sana
nasıl baktığımı, çeş tl ç çekler, meyveler, armağanlar, k taplar ve
paranın alab leceğ her şey , her lüksü sunduğum g b , sen öyle
düşünmesen de parayla satın alınamayacak şefkat, bakım ve sevg y
de senden es rgemed ğ m hatırlatmam gereks z. Sabahları b r
saatl k b r yürüyüş, öğleden sonraları da b r saatl k araba gez nt s
dışında otelden dışarı çıkmadım. Oteldek ler beğenmed ğ n ç n
sana Londra’dan özel üzümler get rtt m; sen n hoşuna g decek şeyler
cat ett m; ya yanında ya da b t ş k odada kaldım, her gece sen
sak nleşt rmek ya da eğlend rmek üzere yanında oturdum.
Dört-beş gün sonra y leşt n, ben de oyunumu tamamlamak
üzere b r da re tuttum. Sen de tab peş mden geld n. Yerleşt ğ m z
günün ertes sabahı hastalandım. Sen n ş ç n Londra’ya g tmen
gerek yordu ama öğleden sonra döneceğ ne söz verd n. Londra’da
b r arkadaşınla karşılaştın ve ancak ertes gün geç saatte Br ghton’a
döndün; bu arada ben korkunç nöbetler geç r yordum, doktor senden
gr p bulaştığını söyled . Tuttuğum ev, hasta b r nsan ç n olab lecek
en rahatsız yerd . Oturma odam b r nc katta, yatak odam üçüncü
kattaydı. B r h zmetkâr, dışarıya haber götüreb lecek, doktorun
söyled kler n alab lecek b r b le yoktu. Ama sen gelm şt n. Telaşa
kapılmadım. Bunu zleyen k gün boyunca ben tümüyle yalnız,
bakımsız, lg s z, h çb r şeys z bıraktın. Mesele üzümler, ç çekler, hoş
armağanlar meseles değ ld ; yalnızca ht yaçlar meseles yd ;
doktorun çmem öğütled ğ sütü b le aldıramadım; l monata çmem
b le olası değ ld ; senden k tapçıya g d p sted ğ m b r k tabı almanı,
onu bulamazsan başka herhang b r k tap seçmen r ca ett ğ mde se
oraya g tme zahmet ne b le katlanmadın. Sonuç olarak bütün günü
okuyacak b r şey m olmadan geç rd ğ mde, st f n bozmadan, k tabı
satın aldığını, gönderecekler ne söz verd kler n söyled n; bunun
baştan sona yalan olduğunu se daha sonra rastlantıyla öğrend m.
Bu süre boyunca –tab g derler bana a t olmak üzere– gez yor,
Grand Hotel’de yemek y yor, odama ancak para stemek üzere
gel yordun. Cumartes geces yemekten sonra gel p b raz yanımda
oturmanı sted m; sabahtan ber yapayalnızdım. S n rl b r ses tonu ve
ncel kten uzak hareketlerle gelmeye söz verd n. On b re kadar
bekled m, ortada görünmed n. Bunun üzer ne odana b r not bırakıp
bana verd ğ n sözü ve tutmadığını hatırlattım. Sabaha karşı saat
üçte, uyku tutmadığından, susuzluktan per şan b r halde, b raz su
bulurum umuduyla, karanlık ve soğukta oturma odasına nd m. Sen
buldum orada. Taşkın b r m zacın, d s pl ns z ve eğ t ms z b r k ş l ğ n
düşündüreb leceğ her tür ç rk n sözle üzer me çullandın. Benc ll ğ n
korkunç s myasıyla v cdan azabını öfkeye dönüştürdün. Hastayken
sen n yanımda olmanı bekled ğ m ç n benc ll kle suçladın ben ;
sen nle eğlenceler n n arasına g rmekle suçladın; sen zevkler nden
yoksun etmeye çalışmakla suçladın. Gece yarısı yalnızca g ys ler n
değ şt rmek üzere eve uğradığını (doğru olduğunu b l yorum), sonra
yen eğlenceler bulma umuduyla çıkacağını; ama bütün gün ve gece
boyunca ben hmal ett ğ n hatırlatan b r mektup bırakmakla sende
daha çok eğlenme heves bırakmadığımı, hatta yen zevkler
konusundak yeteneğ n azalttığımı söyled n. Bezg n b r halde
yukarıya çıktım ve şafak sökünceye kadar gözümü kırpmadım; şafak
söktükten sonra çok uzun b r süre de, ateş n verd ğ susuzluğu
d nd recek b r şey bulamadım. Saat on b rde odama geld n. B r
öncek olayda, mektubumla h ç değ lse olağandan da fazla aşırıya
kaçacağın b r gecede sen durdurduğumu düşünmeden
edemem şt m. Sabah, oldukça ayıktın. Doğal olarak, ler süreceğ n
özürler bekled m; ne yaparsan yap, mutlaka sen bekled ğ n çok y
b ld ğ n bağışlamayı r ca etmen bekled m; sen her zaman
bağışlayacağıma duyduğun mutlak güven, sende her zaman en çok
hoşuma g den şey olmuştur gerçekten, belk de sende hoşlanılacak
en y şey buydu. Ama sen af d lemek b r yana, daha güçlü, daha
ş ddetl b ç mde b r gece önces n y nelemeye başladın. En sonunda
sana odadan çıkmanı söyled m; çıkarmış g b yaptın ama başımı
gömdüğüm yastıktan kaldırdığımda hâlâ oradaydın, acımasız
kahkahalar ve ster k b r öfkeyle b rdenb re bana doğru gelmeye
başladın. Ben b r dehşet duygusu kapladı, tam neden n
b lem yordum; hemen yataktan fırladım, yalınayak, olduğum g b , k
kat merd ven n p oturma odasına g rd m; z lle çağırdığım ev sah b
gel p de sen n yatak odamdan çıktığını söyley nceye ve gerek rse
çağırdığımda geleceğ ne söz ver nceye kadar oradan ayrılmadım. B r
saat sonra –bu arada doktor gelm ş ve ben doğal olarak tam b r
s n rsel yorgunluk ç nde, üstel k de başlangıçtan daha hasta
bulmuştu– sess zce, para almaya geld n; ş fon yer n ve şöm nen n
üzer nde bulab ld ğ n parayı ve eşyalarını alıp g tt n. Bunu zleyen,
per şan, yalnız ve hasta geç rd ğ m k gün boyunca sen n hakkında
neler düşündüğümü söylemeye gerek var mı? Nasıl b r olduğunu
ortaya koymuştun, böyle b r yle tanışıklığımın b le sürmes n n ben m
ç n şerefs zl k olacağını açıkça anladığımı bel rtmeme gerek var mı?
Son ânın geld ğ n fark ett ğ m ve aslında büyük b r rahatlama
duyduğumu söylemem gerek r m ? Ben m ç n gelecekte “sanat” ve
“hayat”ın daha özgür, daha y ve her anlamda daha güzel olacağını
b ld ğ m söylemem gerekl m ? Hastaydım ama ç m rahattı. Bu
ayrılığın ger dönüşü olmaması bana huzur ver yordu. Salı günü
ateş m düştü, lk kez aşağıda yemek yed m. Çarşamba günü yaş
günümdü. Masamdak telgraf ve mektupların arasında sen n
elyazınla b r mektup duruyordu. Açarken ç m hüzün kaplamıştı.
Güzel b r sözün, b r sevg fades n n, üzüntü bel rt s n n sen yen den
kabullenmeme yeteceğ günler n ger de kaldığını b l yordum. Ama
tümüyle yanılmıştım. Sen azımsamıştım. Yaş günümde bana
gönderd ğ n mektup, k olayın ayrıntılı b r y nelenmes yd , kurnazca,
özenle kâğıda dökülmüştü! Bayağı espr lerle ben mle alay ed yordun.
Bütün olaydan sağladığın tek doyumun, Grand Hotel’e taşınıp şehre
nmeden önce yed ğ n öğle yemeğ n ben m hesabıma yazdırmak
olduğunu söylüyordun. Hasta yatağımı terk ed p ansızın aşağıya
kaçarak gösterd ğ m temk nl l k yüzünden ben kutluyordun. “Sen n
ç n ç rk n b r andı,” d yordun, “hayal edeb leceğ nden de ç rk n.” Ah!
Bunu fazlasıyla h ssetm şt m. Söyled kler n n asıl anlamını
b lm yordum; babanı korkutmak üzere satın aldığın ve boş sanarak
b r keres nde yanımda, b r restoranın ortasında ateşled ğ n tabanca
mı vardı yanında; el n aramızdak masanın üzer nde rastlantıyla
duran sıradan b r yemek bıçağına mı uzanıyordu; yoksa öfkeyle
gözün dönmüş, çel ms zl ğ n ve zayıflığını unutarak hasta yatağımda
üzer me çullanmaya, hatta saldırmaya mı n yetlenm şt n,
b lem yordum. Hâlâ da b lm yorum. Tüm b ld ğ m, tam b r dehşete
düştüğüm ve hemen odayı terk ed p kaçmazsam sen n ç n b le ömür
boyu utanç kaynağı olacak b r şey yapacağını ya da yapmaya
kalkacağını h ssett ğ md r. Hayatımda daha önce yalnızca b r kez b r
nsan ben böyles ne dehşete düşürmüştü: T te Caddes ’ndek
çalışma odamda baban, b r saralı öfkes yle küçük eller n havada
sallayarak aramızda kabadayı arkadaşı, p s z hn n n düşüneb ld ğ
her türlü p s sözcüğü sarf ed p daha sonra kurnazlıkla
gerçekleşt rd ğ ğrenç tehd tler savurduğunda. Tab o durumda
odayı lk terk etmek zorunda kalan, baban olmuştu. Onu kovmuştum.
Sen nle olan olayda ben g tt m. Sen kend nden kurtarmak zorunda
kaldığım lk olay değ ld bu.
Mektubunu şu sözlerle noktalıyordun: “Tahtından nd ğ nde lg nç
değ ls n. B r daha hastalandığında hemen yanından ayrılacağım.”
Ah! Bu ne kaba b r k ş l ğ n şaret ! Hayal gücünden nasıl b r
yoksunluk! O sürede huyun nasıl nasırlaşmış, nasıl bayağılaşmış!
“Tahtından nd ğ nde lg nç değ ls n. B r daha hastalandığında hemen
yanından ayrılacağım.” Gönder ld ğ m çeş tl hap shaneler n sef l
hücreler nde bu sözler ne kadar sık geld aklıma. Kend kend me
b rçok kez y neled m bu sözler ve (yanıldığımı umuyorum) tuhaf
sess zl ğ ndek esrara b r yanıt buldum bu sözlerde. Sen n bana,
sana bakarken yakalandığım hastalık ve ateşle yanarken böyle b r
mektup yazman, ğrenç b r kabalık ve ç ğl kt mutlaka; ama dünya
yüzünde herhang b r k ş n n b r başkasına bunları yazması da,
affed lmes olanaksız b r günah olurdu, affı olanaksız b r günah
olsaydı tab .
İt raf etmel y m k , mektubunu okuyup b t rd ğ mde kend m sank
k rlenm ş h ssett m, sank bu yapıda b r yle l şk de bulunmakla
hayatımı temell k rletm ş, utanca bulamışım g b . Gerçekten de öyle
yapmıştım ama bunun gerçek boyutlarını tam altı ay sonra
görecekt m. Cuma günü Londra’ya dönmeye karar verd m; g d p S r
George Lew s’le görüşecek ve kend s nden babana b r mektup yazıp
bundan böyle h çb r koşulda ev me g rmene, soframa oturmana,
ben mle konuşmana, yolda yanımda yürümene, herhang b r yerde,
herhang b r zamanda yanımda bulunmana z n vermemeye kararlı
olduğumu bel rtmes n r ca edecekt m. Bunun ardından da yalnızca
sana kararımı b ld rmek üzere b r mektup yazacaktım; kararımın
nedenler n sen n anlamamana olanak yoktu. Perşembe akşamı tüm
hazırlıklarım tamamlanmıştı k , cuma sabahı, yola çıkmadan önce
kahvaltı masasında gazetey açtım ve ağabey n n, a len n gerçek
re s n n, asıl vâr s n, ev n d reğ n n, b r hendekte, yanında boşalmış
s lahıyla ölü bulunduğu haber n gördüm. Ş md kaza olduğu b l nen
ama o sırada daha karanlık b r olasılıkla gölgelenm ş trajed n n
korkunç koşulları; kend s n tanıyan herkes tarafından öyles ne
sev len b r k ş n n, üstel k de neredeyse düğün ar fes nde ansızın
ölmes n n acıklılığı; sen n ç ne gömüldüğün ya da gömülmen
beklenen keder düşünmem; hayatta hep kend s ne tesell ve sev nç
kaynağı olmuş, kend s n n de b r keres nde bana ded ğ g b doğduğu
günden ber b r damla gözyaşı akıtmasına yol açmamış olan oğlunu
y t rmen n annene vereceğ ıstırabı b lmem; sen n kend yalnızlığının
b l nc nde oluşum, ötek kardeşler n n k s de Avrupa dışında
olduğundan annenle kız kardeş n n tek dayanağı, yalnız acılarını
paylaşmak üzere değ l, “ölüm” ün her zaman beraber nde get rd ğ ,
korkunç ayrıntılarıyla o üzücü sorumlulukları yer ne get rmek üzere
de tek güvenecekler k ş olman; her şey b r yana, sunt lacr mae
rerum’un, 12 dünyayı oluşturan gözyaşlarının, nsana a t her şey n
hüznünün b l nc ... Beyn me üşüşen tüm bu düşünce ve duyguların
b rleşmes , sana ve a lene karşı sonsuz b r merhametle doldurdu
ç m . Kend üzüntüler m , sana olan kırgınlığımı unuttum. Sen n bana
hastalığımda yaptığını, ben sana yaslı günler nde yapamazdım.
Hemen b r telgraf çekerek der n acını paylaştığımı b ld rd m, bunu
zleyen mektubumda da, lk fırsatta ev me gelmen ç n davette
bulundum. Özell kle o sırada, hem de resmî olarak b r avukat
aracılığıyla sen terk etmem n sen n ç n korkunç olacağını
düşünüyordum.
Çağrı üzer ne g tt ğ n olay yer nden kente döndüğünde hemen
bana geld n, tatlılık ve sadel kle, yas kıyafet nle, gözler n yaşlı. B r
çocuk g b avutulmaya ve yardıma ht yacın vardı. Sana ev m ,
yuvamı, yüreğ m açtım. Katlanmana yardımcı olab lmek ç n sen n
keder n kend keder m b ld m. Bana karşı tutumuna, çıkardığın
ğrenç olaylara ve ğrenç mektubuna asla, tek sözle olsun
değ nmed m. Gerçek olan, acın, sen o güne kadar olduğundan çok
daha fazla yaklaştırmıştı bana. Ağabey n n mezarına götürmen ç n
sana verd ğ m ç çekler, yalnızca onun hayatının güzell ğ n değ l,
bütün hayatlarda uykuya yatmış olan ve canlandırılab lecek güzell ğ
s mgeleyecekt . Tanrılar tuhaftır. B z cezalandırmak ç n yalnızca
kötü huylarımızı kullanmazlar. İy , yumuşak, nsancıl, şefkatl
yanlarımızla da mahvederler b z . Sana ve a lene besled ğ m
merhamet ve sevg olmasa, şu anda bu korkunç yerde gözyaşı
dökmeyecekt m.
Tab k bütün l şk ler m zde yalnızca “kader” değ l, “felaket” de
görüyorum; kan dökmeye g tt ğ ç n her zaman hızlı hareket eden
“felaket” . Sen babanın soyundansın, s z nle evl l k korkunç, dostluk
ölümcüldür, s z n soyunuz, ya kend hayatına ya da başkalarının
hayatına ş ddet get r r. Sen nle yollarımız her kes şt ğ nde; bana zevk
ç n ya da yardım stemek ç n geld ğ n, öneml ya da görünürde
önems z her durumda; hayatın ç nde, b r ışında dans eden toz
zerrec ğ ya da ağaçtan düşen b r yaprak g b görünen bütün küçük
rastlantılarda, “yıkım” vardı; acı b r çığlığın yankısı g b , yırtıcı b r
hayvanın gölges g b . Dostluğumuz, herkes ç n korkunç olab lecek,
Oxford’da öğren m gören b r del kanlı ç n daha da korkunç olan b r
durumda, son derece acıklı ve sev ml b r mektupla benden yardım
stemenle başladı aslında. İsted ğ n yardımı yaptım ve sonra S r
George Lew s’e benden dostun olarak söz etmen yüzünden onun
gözündek saygınlığımı ve on beş yıllık geçm ş olan dostluğumuzu
y t rmeye başladım. Onun öğütler nden, yardımından ve saygısından
yoksun olmak, ben m ç n hayatımdak en büyük destekten yoksun
olmak demekt .
Bana değerlend rey m d ye, başlangıç ç n çok güzel b r ş r
gönderd n; mgesel edebî benzetmelerle dolu b r mektupla yanıt
verd m; sen Hyas ya da Hyak nthos’a, Jonqu l ya da Nark ssos’a ya
da yüce Ş r tanrısının kayırdığı, sevg s yle onurlandırdığı b r ne
benzet yordum. Mektup Shakespeare’ n b r sones nden alınıp m nör
perdeye aktarılmış b r bölüm g b d r. Ancak Platon’un Şölen’ n
okumuş ya da güzell ğ Yunan heykeller nde fade bulmuş bel rl b r
c dd yaradılışın ruhunu kavramış olanlar tarafından anlaşılab l r.
Açıkça söylemem gerek rse b lerek de olsa neşel b r ânımda, kend
yazdığı b r ş r bana gönderm ş olan herhang b r zar f ün vers tel
gence, mgesel fades n doğru yorumlayacak zekâ ya da kültüre
sah p olduğunu varsayarak yazacağım b r mektuptu. O mektubun
tar hçes ne b r bak! Senden sonra nefret ed lecek b r arkadaşının
el ne, oradan b r şantajcılar çetes ne geç yor; kopyaları Londra’dak
arkadaşlarıma, eser m n oynandığı t yatronun yönet c s ne
gönder l yor; doğru olanın dışında her tür yorum yapılıyor hakkında;
“Sosyete”, sana ahlaksız b r mektup yazdığım ç n büyük paralar
ödemek zorunda kaldığım g b abes b r ded koduyla çalkalanıyor; bu,
babanın en fec saldırısının temel n oluşturuyor; gerçekte ne
olduğunu kanıtlayab lmek ç n mektubun aslını “mahkeme”ye ben
sunuyorum; babanın avukatı “masum yet baştan çıkarmak” amacı
taşıyan ğrenç ve s ns ce b r çaba d ye n tel yor mektubu; sonuçta
suçlamanın b r parçası oluyor; Ceza Mahkemes ’ne g d yor, Yargıç,
kıt b lg ve aşırı ahlakçılıkla hüküm ver yor; mektup sonunda ben
hapse düşürüyor. İşte sana sev ml b r mektup yazmanın sonucu.
Sen nle Sal sbury’de kaldığım sırada, esk b r arkadaşından
gelen tehd t mektubu üzer ne korkunç b r telaşa kapıldın; mektubu
yazan k ş yle görüşüp sana yardım etmem sted n; sted ğ n yaptım;
sonuç ben m ç n “yıkım” oldu. Bütün yaptıklarını ben üstlen p hesap
vermek zorunda kaldım. D plomanı alamayıp Oxford’dan ayrılmak
zorunda kaldığında, Londra’ya telgraf çek p yanına gelmem ç n
yalvardın. Hemen steğ n yer ne get rd m; bu koşullarda eve g tmek
stemed ğ n ç n sen Gor ng’e götürmem r ca ett n; Gor ng’de çok
hoşuna g den b r ev gördün; ev sen n ç n tuttum; sonuç ben m ç n
her bakımdan “yıkım” oldu. B r gün bana gel p özel b r r cada
bulundun; sen n hatırın ç n, hayatımda görmed ğ m, b lmed ğ m b r
arkadaşının yakında çıkaracağı b r Oxford öğrenc derg s ne yazı
yazmamı sted n. Hatırını kırmamak ç n –hatırını kırmamak ç n neler
yapmadım– aslında Saturday Rev ew’da yayımlanmak üzere
yazdığım b r sayfalık paradoksları gönderd m. B rkaç ay sonra,
derg n n n tel ğ yüzünden Londra Ağır Ceza Mahkemes ’n n sanık
yer nde buldum kend m . Bu da bana karşı açılan ceza davasının b r
parçası oldu. Arkadaşının yazısını, sen n ş r n savunmam stend .
Arkadaşın ç n b r şey yapamadım; sen n ş r n se hem genç yaşına,
hem de genç edeb yatına olan sonsuz bağlılığımla, ş ddetle
savundum; sen n yakışıksız şeyler yazmış olmanı kabullenmem söz
konusu değ ld . Ama gene de arkadaşının derg s ve “adını
söylemeye cesaret olmayan Aşk” yüzünden hapse g rd m. Noel’de,
çok sted ğ n b ld ğ m, en fazla 40-50 sterl nl k, teşekkür
mektubundak açıklamanla “çok güzel b r armağan” verd m sana.
Hayatımın büyük felaket gel p çattığında, flasım sırasında, cra
memuru, o “çok güzel armağan”ın parasını ödeyeb lmek ç n
k taplığıma el koyup sattı. Eve bu yüzden hac z kondu. Sonunda,
babana dava açıp tutuklatmam ç n meydan okuyarak ben
kışkırttığın o korkunç gün, olaydan kaçmak ç n gösterd ğ m zavallı
çabalar sırasında son tutunduğum dal, müth ş dava g der yd .
Olanağım olmadığını, bu korkunç g der karşılayamayacağımı, h ç
param kalmadığını sen n yanında avukata söyled m. B ld ğ n g b ,
söyled kler m harf yen doğruydu. Avondale Hotel ’nden
ayrılab lseyd m, o meşum cuma günü, Humphrey’ n bürosunda
çares zl k ç nde kend yıkımıma göz yumacağıma, Fransa’da mutlu
ve özgür, senden ve babandan uzakta, babanın ğrenç kartından
habers z, sen n mektuplarına kayıtsız olacaktım. Ne var k , otel
görevl ler g tmeme kes nl kle z n vermem şlerd . On gündür ben m
yanımda kalıyordun; hatta sonunda, kabul eders n k haklı b r öfkeyle
karşıladığım b r şey yapmış, ben m yanımda kalmak üzere b r başka
arkadaşını da get rm şt n; on günlük hesabım yaklaşık 140 sterl nd .
Otel sah b , hesabın tümünü ödemeden eşyalarımın otelden
çıkmasına z n veremeyeceğ n söyled . Londra’da zorunlu kalışımın
neden buydu. Otel hesabı olmasa, perşembe sabahı Par s’e
g decekt m.
Avukata dev g derler karşılayacak param olmadığını
söyled ğ mde hemen araya g rd n. Kend a len n, gerekl g derler n
tümünü seve seve karşılayacağını; babanın a len n tüm üyeler ç n
b r kâbus olduğunu; ondan kurtulmak ç n b r akıl hastanes ne
kapatmanın olası olup olmayacağını b rçok kez tartışmış olduklarını;
annen ve d ğerler n n heps ç n babanın sürekl b r dert kaynağı
olduğunu; babanı hapse attırmak ç n yalnızca b r adım atsam,
a len n ben b r koruyucu, vel n met olarak kabul edeceğ n ; annen n
varlıklı akrabalarının, bu tür b r g r ş m n gerekt receğ tüm g derler
b zzat ödemekten şeref ve zevk duyacağını söyled n. Avukat hemen
sen onaylayıp pol s mahkemes ne başvurmam konusunda ben
sıkıştırdı. Artık h çb r özrüm kalmamıştı. Çares z kalmış, köşeye
kıstırılmıştım. Tab a len g derler ödemed ; flasım se baban
sayes nde ve harcamalar yüzünden –yaklaşık 700 sterl nl k küçük b r
b lanço– gerçekleşt . Şu anda karım, geç nmek ç n haftada 3 sterl n
m , 3,10 sterl n m almam gerekt ğ g b öneml b r mesele yüzünden
benden ayrılarak boşanma davası açıyor, tab bunun ç n yen
kanıtlar, yen baştan b r duruşma, belk ardından daha c dd şlemler
gerekecek. Doğal olarak, ayrıntılara l şk n h çb r b lg m yok. Yalnızca
karımın avukatlarının tanıklığına bel bağladığı tanığın adını
b l yorum. Kend s , Gor ng’de geç rd ğ m z yaz, sen n özel r canla
h zmet me aldığım, Oxford’dak h zmetkârın.
Her neyse, büyük küçük her olayda sen n yüzünden uğradığım
tuhaf “felaket” n örnekler n çoğaltmam gereks z. Bazen bana öyle
gel yor k , sen korkunç olayları korkunç b r sona bağlamak üzere
b l nmeyen, görünmeyen b r el tarafından oynatılan b r kuklaydın
yalnızca. Ama kuklaların da tutkuları vardır. Tems l etmeler gereken
olaylar z nc r n ev r p çev r r, b r kapr s ya da hevesler uğruna
değ şt r rler. Tam anlamıyla özgür ve aynı zamanda tümüyle
kuralların hâk m yet altında olmak: şte nsan yaşamının, her an
karşımıza çıkan, sonsuz çel şk s . Sen n k ş l ğ n de ancak böyle
açıklanab l r, d ye düşünüyorum çoğunlukla; eğer nsan ruhunun
der n ve korkunç sırlarına, bu b l nmez daha da eşs z kılan açıklama
dışında b r açıklama bulunab l rse tab .
Tab k sen n de hayaller n vardı, hatta bu hayaller n ç nde
yaşıyordun; hayaller n n dalgalı s sler ve renkl tüller arkasından, her
şey farklı görüyordun. A len n ve a le hayatının tümüyle dışında
kalarak kend n bana adaman, sen n gözünde bana besled ğ n
olağanüstü takd r n ve büyük sevg n n kanıtıydı, çok y hatırlıyorum.
Kuşkusuz sana öyle görünüyordu. Ama unutma k ben mle b rl ktel k,
konfor, lüks hayat, b tmeyen eğlence, sınırsız harcama demekt . A le
hayatın sen sıkıyordu. Kend dey m nle “soğuk, ucuz Sal sbury
şarabı” tatsızdı sen n ç n. Oysa ben m yanımda, z h nsel çek c l ğ m
b r yana, her tür lüks el n n altındaydı. Ben mle b rl kte olamadığın
zamanlar, yer m doldurmak üzere seçt ğ n arkadaşlar pek gurur
duyulacak türden k ş ler değ ld .
Babana avukat aracılığıyla b r mektup gönder p ben m sonsuz
dostluğumdan vazgeçmektense sana verd ğ –Oxford borçlarını
düşerek gal ba– yılda 250 sterl nden vazgeçmey terc h ett ğ n
b ld rmekle, gerçek dostluğa yaraşır b r cömertl kte, soylu b r
fedakârlıkta bulunduğunu sandın. Ama göster şs z harçlığından
vazgeçmen, en aşırı lüksler nden, en gereks z g derler n b r nden b le
vazgeçmeye hazır olduğun anlamına gelm yordu. Aks ne. Lüks
ç nde yaşama heves n h ç bu kadar fazla olmamıştı. Par s’te sek z
gün boyunca kend m, sen ve İtalyan h zmetkârın ç n yaptığım
harcama 150 sterl nd , bunun 85 sterl n tümüyle Pa llard’a a tt .
Sen n sürdürmey sted ğ n hayatın üç haftalık harcamasını
karşılamaya, yemekler n tek başına yesen ve ucuz eğlenceler
arasında son derece ekonom k seç mler yapsan b le, b r yıllık toplam
gel r n, zor yeterd . Mertl k göster s nden ler g tmeyen b r çıkışla cüz
harçlığından vazgeçmen, ben m paramla yaşamanı haklı kılacak –
sen n gözünde haklı kılacak– bahaney sonunda sağlamıştı; el ne
fırsat geçt kçe bundan yararlandın, sonuna kadar kullandın; temelde
benden ama b r ölçüde de annenden sürekl para sızdırman, daha
önce h ç olmadığı kadar üzücüydü; çünkü, h ç değ lse bana, en ufak
b r teşekkür b le etm yor, herhang b r sınır tanımıyordun.
Kend babana korkunç mektuplar, hakaret dolu telgraflar ve
aşağılayıcı kartpostallarla saldırmakla, annen ç n savaştığını, onu
koruduğunu, evl l ğ n n kuşkusuz korkunç haksızlık ve acılarının
öcünü aldığını sanıyordun. İşte hayaller n n b r , en yanıltıcı
hayaller n n b r de buydu. Eğer annen n uğradığı haksızlıkların
öcünü babandan almayı b r evlatlık görev sayıyorduysan, bunu
yapmanın yolu, annene esk s nden daha y b r evlat olmaktı; sen nle
c dd konularda konuşmasını engelleyecek b ç mde onu
korkutmamaktı; annen n ödemes gereken faturaları mzalamamaktı;
ona karşı daha şefkatl olmak, yaşamına acı katmamaktı. Ağabey n
Franc s, ç çek g b solup g den kısacık ömründe, y yürekl l ğ ,
uysallığıyla, annen n acılarını çok haf fletm şt . Onu kend ne örnek
almalıydın. Başarmış olsaydın, ben m aracılığımla babanı hapse
attırmanın, annen ç n büyük b r sev nç kaynağı olacağı konusunda
b le yanılıyordun. Em n m yanılıyordun. Kocası, çocuklarının babası
mahkûm g ys ler yle hap shane hücres nde olan b r kadının
gerçekten neler h ssett ğ n merak ed yorsan, karıma yazıp sor. O
sana anlatsın.
Ben de hayaller ç ndeyd m. Hayatın parlak b r komed , sen n de
bu komed dek b rçok zar f k ş den b r olacağını sanıyordum. Hayatın
ğrenç, nefret ed les b r trajed , sen nse felaket n uğursuz neden
olduğunu gördüm; ben m kadar sen de yanıltan ve yoldan çıkaran
neşe ve haz maskes nden sıyrılmış, amaçlarını ve raden kötülükle
yoğunlaştırmıştın.
Çekt ğ m acıları ş md b raz olsun anlayab l yorsun, değ l m ? B r
gazetede, sanırım Pall Mall Gazette’te oyunlarımdan b r n n kostümlü
provası anlatılırken sen n ben b r gölge g b zled ğ n söylen yordu;
burada ben zleyen gölge, dostluğumuzun anısı; ben b r an b le
yalnız bırakmıyor; gece ben uyandırıp aynı öyküyü b rçok kez
anlatıyor, sonunda bu bıktırıcı y neleme yüzünden uyku şafağa kadar
ben terk ed yor; şafakta yen den çıkıyor ortaya; hap shane
avlusunda peş me takılıyor, volta atarken kend kend me konuşmama
yol açıyor; her korkunç ânın her ayrıntısını anımsamak zorunda
kalıyorum; beyn n o ıstırap ve umutsuzluğa ayrılmış bölmes nde, o
şanssız yıllarda olup b ten her şey yen den canlandırıyorum; ses n n
her gerg n tınısı, s n rl eller n n her kasılışı, hareket , her ğnel söz,
her zeh rl cümle aklıma gel yor; yürüdüğümüz sokağı ya da ırmak
boyunu, çevrem zdek duvarı ya da ormanı, saat n kollarının tam
konumunu, rüzgârın hang yönde est ğ n , ayın reng n ve b ç m n
anımsıyorum.
B l yorum, bütün bu söyled kler m n b r tek yanıtı var, o da ben
sevd ğ n; yazgı tanrıçalarının, bölünmüş hayatlarımızın pl kler n tek
b r kırmızı kumaş hal nde dokudukları o k buçuk yıl boyunca ben
gerçekten sevd ğ n. Evet, sevd n, b l yorum. Bana karşı tutumun ne
olursa olsun, aslında ben sevd ğ n hep h ssett m. Sanat
dünyasındak konumumun, k ş l ğ m n her zaman uyandırdığı lg n n,
paramın, ç nde yaşadığım lüksün, hayatımı çek c ve olağanüstü
kılan b nlerce şey n hem tek tek hem de b r bütün olarak sen
büyüled ğ n ve bana bağladığını açıkça gördüğüm halde, bunların
dışında sen çeken tuhaf b r başkalık da vardı; ben , başkalarını
sevd ğ nden çok daha fazla sev yordun. Ama sen de ben m g b
korkunç b r trajed yaşadın hayatta, ben mk ne tam ters n tel kte de
olsa. Ne olduğunu merak ed yor musun? Şuydu: Sen n ç nde
“nefret” her zaman “sevg ”den güçlüydü. Babana olan nefret n öyle
boyutlardaydı k , bana olan sevg n tümüyle ger de bırakıyor, gözden
s l yor, gölgel yordu. Aralarında h çb r savaş yoktu ya da pek az b r
savaş vardı; çünkü “nefret” n dev boyutlardaydı ve korkunç b ç mde
gel ş yordu. Bu k tutkunun aynı ruhta barınamayacağını
anlayamadın. İk s b r arada, o güzel, oymalı evde yaşayamazlar.
Sevg y besleyen hayal gücüdür; hayal gücü b z b ld kler m zden
daha b lge, h ssett ğ m zden daha y , olduğumuzdan daha soylu
kılar; b ze “hayat”ı b r bütün olarak göster r; başkalarını, hem gerçek
hem de deal l şk ler nde anlamamızı yalnızca hayal gücü sağlar.
Sevg y yalnızca güzel şeyler, ncel kl düşünceler besler. Ama
“nefret” herhang b r şey besleyeb l r. Bütün o yıllar boyunca çt ğ n
her kadeh şampanya, yed ğ n her güzel yemek “nefret” n besled ,
sem rtt . Sen de onu memnun etmek ç n tıpkı paramla olduğu g b
hayatımla da kumar oynadın, kayıtsızca, umursamadan, sonuçlara
aldırmadan. Kaybedersen, kaybın sana a t olmayacağını düşündün.
Kazanırsan, övüncün de zafer n de sana a t olacağını b l yordun.
Nefret nsanı körelt r. Sen bunun farkında değ ld n. Sevg en
uzak yıldızda yazılı olanları b le okuyab l r ama nefret sen öyles ne
köreltm şt k , bayağı arzularının dar, sınırlı, zaten şehvetle solmuş
bahçes nden ötes n görem yordun. Hayal gücünden tümüyle yoksun
olman, k ş l ğ n n bu gerçekten ölümcül kusuru, ç ndek “nefret” n
sonucuydu. “Nefret” kurnazca, sess zce, g zl ce, tıpkı l ken n solgun
b r b tk n n köküne dadanması g b , k ş l ğ n kem rd , sonunda en
küçük çıkarlardan, en aşağılık amaçlardan başka şey göremez
oldun. Sevg yle gel şeb lecek y özell kler n “nefret” zeh rley p felce
uğrattı. Babanın bana lk saldırısı, sen n özel dostun olarak, bana
yazdığı özel b r mektupla başladı. Yakışıksız tehd tlerle, kaba b r
ş ddetle dolu mektubu okuduğum anda, dertl günler m n ufkunda
korkunç b r tehl ke bel rd ğ n gördüm; k n z n esk ye dayanan,
karşılıklı nefret ne alet olmayacağımı sana söyled m; baban ç n
ben m Londra’da, doğal olarak Hamburg’dak b r “dış şler
sekreter ”nden daha büyük b r av olduğumu, b r an ç n de olsa ben
böyle b r konuma oturtmanın bana haksızlık olacağını, yaşamımı,
onun g b ayyaş, yoz ve ahmak b r adamla dalaşmaktan daha y
şeylere harcayab leceğ m anlattım. Bunları anlamadın. Nefret
gözler n köreltm şt . Kavganın aslında ben mle h çb r lg s olmadığı
konusunda ısrar ed yordun; babanın özel dostluklarını yönetmes ne
z n vermeyecekt n; ben m araya g rmem haksızlık olurdu. Bu konuyu
ben mle konuşmadan önce zaten babana karşılık olarak aptalca ve
bayağı b r telgraf çekm şt n. Tab bu, aptalca ve bayağı b r yol
tutmaya zorunlu kıldı sen . Hayatın kr t k hataları, mantıksızlığın
sonucu değ ld r; mantıksız b r an, nsan hayatının en y ânı olab l r.
Bu hatalar mantıklılığın sonucudur. Arada büyük fark vardır. O
telgraf, babanla daha sonrak l şk ler n n bütününü, dolayısıyla da
ben m tüm yaşamımı yönlend rd . İş n tuhafı, en sıradan sokak
çocuğunu b le utandıracak b r telgraf olmasıydı. Küstahça
telgraflardan doğal b r gel şmeyle ukalaca avukat mektuplarına
geç ld ; avukatın babana gönderd ğ mektuplar da tab babanı y ce
kışkırttı. Babana, tuttuğu yolu sürdürmekten başka seçenek
bırakmadın. Hareket n vurgulamak ç n, b r şeref, daha doğrusu
şerefs zl k meseles yaparak babanı zorladın. O da bana b r dahak
saldırısını, sen n özel b r arkadaşın olarak özel b r mektup
aracılığıyla değ l, ünlü b r k ş olarak, herkes n önünde gerçekleşt rd .
Onu ev mden kovmak zorunda kaldım. Restoran restoran dolaşıp
ben aradı, herkes n önünde hakaret edeb lmek ç n; öyle k , karşılık
versem mahvolurdum, karşılık vermesem, y ne mahvolurdum. İşte
sen n tam o sırada devreye g r p sen n yüzünden böyles ne korkunç
saldırılara, utanç ver c kışkırtmalara maruz kalmama z n
vermeyeceğ n , bunun yer ne dostluğumdan vazgeçmey göze
aldığını söylemen gerekmez m yd ? Sanırım ş md bunları
anlıyorsun. Ama o sırada bunlar aklından b le geçm yordu. Nefret
gözler n köreltm şt . Tek düşüneb ld ğ n (ona hakaret mektupları ve
telgrafları yazmak dışında tab ), sen n kulağına asla gelmeyecek
boyutta b r skandal yaratacak koşullarda, Berkeley’de patlayıveren
tabancayı satın almak g b b r saçmalıktı. Aslında babanla ben m
konumumdak b r adam arasında korkunç b r kavganın konusu olmak
düşünces , sana büyük haz ver yordu. Gururunu okşaması, kend
gözündek değer n artırması doğaldı sanıyorum. Babanın, ben
lg lend rmeyen bedene sah p çıkıp bana kend s n lg lend rmeyen
ruhunu bırakması, olayın sen n gözünde çok tatsız b ç mde
çözümlenmes anlamına gel rd . Sen büyük b r skandalın kokusunu
almış ve bu fırsatın üzer ne atılmıştın. Sen n güvende olacağın b r
savaş olasılığı çok hoşuna g d yordu. O mevs m n ger kalanı
boyunca sen h ç görmed ğ m kadar mutluydun. Tek hayal kırıklığın,
somut h çb r şey olmaması, yen b r karşılaşma, yen b r patırtı
çıkmamasıydı sank . Hayal kırıklığının üstes nden gelmek ç n ona
öyle telgraflar çekt n k , sonunda zavallı adam sana mektup yazıp
h zmetkârlarına, ne olursa olsun, kes nl kle h çb r telgrafı kend s ne
get rmemeler ç n tal mat verd ğ n b ld rd . Bu mektup sen
yıldırmadı. Açık kartpostalların sunduğu büyük olanağı fark ed p
onları sonuna kadar kullandın. Kovalamacayı sürdürüp kışkırtmaları
artırdın. Bana kalırsa baban aslında h ç pes etmeyecekt . Onun a le
çgüdüler güçlüydü. Onun sana nefret de sen n ona nefret n kadar
natçıydı, bense k n z ç n de b r s perd m, hem saldırı, hem sığınma
b ç m yd m. Babanın kötü ün tutkusu k ş sel olmakla kalmayıp
a lev yd de. Buna karşın, b r an ç n lg s azalsa mektupların ve
kartpostalların onu esk ateşl l ğ ne kavuştururdu. N tek m öyle oldu.
Baban da doğal olarak b raz daha ler g tt . Daha önce özel b r bey
olarak k ş l ğ me, ünlü b r k ş olarak da herkes n gözü önünde
saldırmıştı, son ve büyük saldırısını se b r sanatçı olarak,
“sanat”ımın tems l ed ld ğ yerde gerçekleşt rmeye karar verd .
Oyunlarımdan b r n n açılış geces ne, b r dolap çev r p b let buldu ve
b r komplo tasarladı. Oyunu ortada kesecek, sey rc lere ben mle lg l
ç rk n b r konuşma yapacak, oyuncularıma hakaret edecek, oyunun
sonunda sahneye çağrıldığımda aşağılayıcı, yakışıksız laflar atacak,
sonuçta ş mden yararlanarak korkunç b ç mde mahvedecekt ben .
Şans eser , her zamank nden daha çk l b r ânında, kısa süren
rastlantısal b r çtenl kle, başkalarının yanında n yet n övünerek
anlattı. Pol se haber ver ld ve baban t yatrodan çer alınmadı. Bu,
sen n el ne geçen b r fırsattı. O sırada bunu fark ed p devreye g rerek
ne olursa olsun, sen n yüzünden “sanat”ımın k rlet lmes ne göz
yummayacağını söylemen gerekt ğ n ş md anlıyor musun? Ben m
ç n sanatımın neler fade ett ğ n b l yordun; kend m önce kend me,
sonra da başkalarına açıklamamı sağlayan temel taşımdı; hayatımın
gerçek tutkusuydu, büyük aşkıydı; kırmızı şarabın yanında çamur
g b , ayın büyülü aynasının yanında çamurdak ateşböceğ g b , öbür
aşklarım da “sanat”ımın yanında h ç kalırdı. Hayal gücünden yoksun
oluşunun, k ş l ğ n n gerçekten ölümcül b r kusuru olduğunu ş md
anlamıyor musun? Yapman gereken şey oldukça bas tt ve açıkça
ortadaydı; ama “nefret” gözler n köreltm şt , h çb r şey görem yordun.
Yaklaşık dokuz aydır bana hakaret ett ğ , son derece ç rk n
davranışlarda bulunduğu ç n babandan özür d leyemezd m. Senden
kurtulamıyordum. B rçok kez denem şt m. Senden kaçab lme
umuduyla İng ltere’den ayrılıp yurtdışına g tmey b le denem şt m.
Heps boşunaydı. Herhang b r şey yapab lecek tek k ş send n.
Durumun anahtarı tümüyle sen n el ndeyd . Sana gösterd ğ m tüm
sevg ye, şefkate, y l ğe ve cömertl ğe b r küçük karşılıkta bulunmak
ç n büyük b r fırsat geçm şt el ne. Ben m sanatçı olarak değer m n
onda b r n olsun takd r edeb lseyd n, b r şey yapardın. Ama nefret
gözler n köreltm şt . “Başkalarını, hem gerçek, hem de deal
l şk ler nde anlamamızı sağlayan” tek şey sende yoktu. Tek
düşündüğün, babanı nasıl hapse attırab leceğ nd . Kend dey ş nle
onu “sanık sandalyes ”nde görmek, tek düşüncend . Bu dey ş günlük
konuşmalarının çok sayıdak nakaratlarından b r hal ne geld . Her
yemekte bunu d nl yorduk. Sonunda sted ğ n oldu. Nefret bütün
stekler n tek tek yer ne get rd . Hoşgörülü b r “efend ” g b davrandı
sana. Gerçekte, kend s ne h zmet eden herkese öyle davranır. İk
gün boyunca pol slerle b rl kte tepede oturup babanı Ağır Ceza
Mahkemes ’n n sanık sandalyes nde görmen n tadını çıkardın.
Üçüncü gün, onun yer n ben aldım. Ne olmuştu? O korkunç nefret
oyununuz sırasında her k n z de ben m ruhum üzer ne kumar
oynamış, sen kaybetm şt n. Heps buydu.
Görüyorsun k sana kend yaşamını yazmak zorundayım, sen de
anlamak zorundasın. B rb r m z dört yılı aşkın b r süred r tanıyoruz.
Bu süren n yarısını b rl kte geç rd k; d ğer yarısını ben,
dostluğumuzun sonucu olarak hap ste geç rmek zorunda kaldım. Bu
mektup el ne geçt ğ nde –eğer sana ulaşab l rse tab – nerede
olacağını b lm yorum. Roma’da, Napol ’de, Par s’te, Vened k’te; h ç
kuşkum yok k den z ya da ırmak kıyısında güzel b r kenttes n.
Ben mleyken sah p olduğun bütün gereks z lüksler olmasa da, göze,
kulağa ve damağa hoş geleb lecek her şey var çevrende. Hayat
sen n ç n oldukça güzel. Y ne de, akıllılık etmek, “hayat”ı b r başka
anlamda çok daha güzel bulmak st yorsan, bu korkunç mektubu –
öyle olduğunu b l yorum– okumayı hayatının dönüm noktası hal ne
get r, tıpkı yazmanın ben m ç n olduğu g b . Solgun yüzün şaraptan,
hazdan kolayca kızarırdı. Bu yazdıklarımı okudukça zaman zaman
utançtan fırına g rm ş g b kavrulursa sen n ç n çok y olur.
Kötülükler n en büyüğü sığlıktır. Anlaşılan her şey doğrudur.
Tutukev ne kadar gelm şt m, değ l m ? Pol s karakolunda b r
gece geç rd kten sonra arabayla oraya götürüldüm. Sen son derece
lg l ve k bardın. Yurtdışına g d nceye kadar aşağı yukarı her öğleden
sonra arabaya b n p Holloway’e ben görmeye gelme zahmet ne
katlandın. Çok tatlı, güzel mektuplar da yazdın. Ama ben babanın
değ l, sen n hapse attırdığın, başından sonuna tek sorumlu k ş
olduğun, sen n yüzünden, sen n sayende ve sen n aracılığınla
hap ste olduğum b r an b le aklından geçmed . Tahta b r kafes n
parmaklıkları ardındak görüntüm b le o ölü, hayal gücünden yoksun
ruhu harekete geç remed . Pek dokunaklı b r oyunun sey rc s n n
duygusallığı, duyarlılığıydı sen nk . İğrenç trajed n n asıl yazarının
sen olduğu aklına h ç gelm yordu. Yaptıklarının h çb r n
kavramadığını görüyordum. Kend yüreğ n n sana söylemes gereken
şey , aslında onu “nefret”le taşlaştırıp duygusuzlaştırmasaydın,
yüreğ n n söyleyeceğ şey sana söyleyen k ş olmak stem yordum.
İnsana her şey kend benl ğ nden gelmel d r. H ssetmed ğ ,
anlayamayacağı b r şey söylemen n yararı yoktur. Ş md sana
bunları yazıyorsam, uzun hap sl ğ m sırasında sen n suskunluğun ve
tutumun bunu gerekl kıldığı ç nd r. Ayrıca, olaylar öyle gel şm şt k ,
kabak yalnızca ben m başıma patlamıştı. Bu, ben m ç n b r
mutluluktu. B rçok nedenden ötürü, acı çekmekten memnundum;
sana baktığımda, mutlak ve natçı körlüğünde epeyce aşağılık b r
yan gördüğüm halde. Ucuz gazetelerden b r nde yayımlattığın,
ben mle lg l mektubunu büyük b r gururla göster ş n hatırlıyorum.
Çok temk nl , ılımlı, hatta bayağı b r yazıydı. “Düşmüş b r adam”
adına, “İng l z tarafsızlık duygusu”na ya da bu tür pek sıkıcı b r şeye
seslen yordun. Şahsen tanışmadığın saygın b r k ş hakkında üzücü
b r hüküm ver lm ş olsa, yazab leceğ n türden b r mektuptu. Ama sen
mektubu har ka buluyordun. Neredeyse b r donk şotluk örneğ olarak
görüyordun yazını. Başka gazetelere, yayımlamadıkları başka
mektuplar yazdığının farkındayım. Ama onlar da yalnızca babandan
nefret ett ğ n d le get rmek amacıyla yazılmış şeylerd . Nefret ed p
etmemen k msen n umurunda değ ld . Öğrenmen gereken b r şey
var; “nefret”, entelektüel anlamda ele alındığında “sonsuz
yadsıma”dır. Duygular bağlamında değerlend r ld ğ nde b r körelme
b ç m d r ve kend nden başka her şey öldürür. B r s nden nefret
ett ğ n b ld rmek ç n gazetelere yazı yazmak, g zl ve utanç ver c b r
hastalığı olduğunu b ld rmek ç n gazetelere yazı yazmaya benzer.
Nefret ett ğ n k ş n n öz baban olması ve bu duygunun karşılıklı
olması, “nefret” ne h çb r soyluluk ya da üstünlük kazandırmıyordu.
Olsa olsa, hastalığın kalıtımsal olduğunu göster yordu.
Y ne hatırlıyorum, ev me hac z konulup k taplarımla eşyalarımın
satılacağı lan ed ld ğ nde, “ flas” tehl kes yle karşı karşıya
kaldığımda, doğal olarak haber vermek üzere sana yazdım. Sen n
defalarca yemek yed ğ n eve, cra memurlarının, ben m sana aldığım
k m hed yeler n parasının ödeneb lmes ç n g rd kler n söylemed m.
Böyle b r haber n sen b raz üzeceğ n düşündüm; belk yanılıyordum,
belk haklıydım. Sana yalnızca somut olayı yazdım. B lmen
gerekt ğ n düşündüm. Boulogne’dan yazdığın yanıt, neredeyse l r k
b r sev nç fades yd . Babanın “dar”da olduğunu b ld ğ n , mahkeme
g derler ç n 1.500 sterl n toplamak zorunda kaldığını, benden h çb r
g der n karşılığını alamayacağına göre de flasımın onun ç n “şahane
b r bozgun” olduğunu söylüyordun! B r nsanın gözler n kör eden
“nefret” n ne olduğunu ş md anlıyor musun? “Nefret” kend s nden
başka her şey yok eden b r “körelme” olarak tanımladığımda, b r
ps koloj k gerçeğ b l msel olarak açıkladığımı ş md kavrıyor musun?
Bütün o büyüley c eşyalarımın; Burne-Jones desenler m n; Wh stler
desenler m n; Mont cell ’m n; S meon Solomons’ımın; Ç n
porselenler m n; Hugo’dan Wh tman’a, Sw nburne’den Mallarmé’ye,
Morr s’ten Verla ne’e, çağdaşım olan hemen tüm şa rler n özel
nüshalarını çeren koleks yonuyla, babamın ve annem n eserler n n o
güzel m c ltl nüshalarıyla, olağanüstü ün vers te ve okul ödüller
d z s yle, éd t on de luxe’ler yle 13 bütün “kütüphanem n” satılacağı
haber sen n ç n h çb r şey fade etm yordu. Ne sıkıcı, d yordun;
heps bu. Sen n ç n olayın özü, sonunda babanın b rkaç yüz sterl n
kaybetmes olasılığıydı ve bu anlamsız düşünce sen kend nden
geç recek ölçüde sev nd r yordu. Mahkeme g derler ne gel nce;
babanın, kend s ne 20.000 sterl ne b le mal olmuş olsa, bu paraya
değeceğ n , bütün bu olaydan öyles ne haz ve gurur duyduğunu
Orleans Club’da açıkça söyled ğ n b lmek lg n çekeb l r. Ben k
yıllığına hapse attırmakla kalmayıp b r öğleden sonra dışarı
çıkartarak halkın önünde flasımın açıklanmasını sağlaması,
beklemed ğ , fazladan b r zevkt . Ben m utancımın, onunsa mutlak ve
kusursuz zafer n n doruk noktasıydı. Babanın g derler benden
stemeye hakkı olmasa, b r edeb yatçı ç n yer doldurulmaz b r kayıp,
uğradığım madd kayıplar arasında ben m ç n en haz n olan
kütüphanem kaybetmeme, b l yorum, h ç değ lse lafta üzülürdün.
Sen n ç n fütursuzca harcadığım paraları ve yıllarca sen
geç nd rd ğ m hatırlayıp k taplarımın bazılarını ben m ç n satın alma
zahmet ne b le katlanab l rd n. En değerl parçalar toplam 150
sterl nden az b r paraya satıldı: yaklaşık olarak, sen n ç n b r haftada
yaptığım olağan harcama. Ama babanın b rkaç pen l k zarara
g receğ düşünces n n verd ğ bayağı zevk, o kadar kolaylıkla, fazla
para harcamadan, bana küçücük b r karşılık olarak yapab leceğ n, o
kadar ortada görünen ve o kadar makbule geçeb lecek b r davranışı
b le akıl etmen engelled . Nefret n nsanları köreltt ğ n söylemekte
haklı mıyım? Ş md anlıyor musun? Anlamıyorsan, anlamaya çalış.
Ben m bunu, o zaman da ş md k kadar açıkça gördüğümü
söylememe gerek yok. Ama şöyle d yordum kend kend me: “Ne
pahasına olursa olsun, yüreğ mde Sevg olmalı. Hapse Sevg s z
g rersem Ruhum ne hale gel r?” O sırada Holloway’den sana
yazdığım mektuplar, sevg y k ş l ğ m n temel taşı olarak korumak ç n
gösterd ğ m çabalardı. İsteseyd m, acı s temlerle sen paramparça
edeb l rd m. Beddualarla ufalayab l rd m. Yüzüne b r ayna tutab l r,
öyle b r görüntünü göster rd m k , sen n dehşet fadeler n takl t ett ğ n
fark ed nceye kadar tanıyamaz, o zaman da görüntünün k me a t
olduğunu anlayıp hem ondan hem de kend nden sonsuza dek nefret
ederd n. Bu kadarla da kalmazdı. B r başkasının günahları bana
yüklenm şt . İsteseyd m, her k duruşmada da onu feda ed p kend m
kurtarab l rd m; utançtan değ l tab , hap sten. Karşı tarafın
tanıklarının –en öneml üçünün– hem suskunluklarının, hem de
onaylarının, başkasının eylemler n kasıtlı, planlanmış ve çalışılmış
b ç mde bana yüklemeler n n, baban ve avukatları tarafından d kkatle
yönlend r lm ş olduğunu kanıtlamak steseyd m, yargıcın heps n tek
tek tanıklık kürsüsünden atmasını sağlayab l rd m, üstel k zavallı
yalancı tanık Atk ns’ n atıldığından da büyük b r hızla. Mahkemeden
dışarı eller m ceb mde, ıslık çalarak özgür b r nsan olarak
çıkab l rd m. Öyle yapmam ç n bana çok baskı yapıldı. Yalnızca
ben m ve a lem n y l ğ n düşünen k ş ler, bana bunu çtenl kle
öğütled , r ca ett , yalvardı. Ama ben reddett m. Bu yolu seçmed m.
Kararımdan b r an olsun p şman olmadım, hap stek en acı
günler mde b le. Bu tür b r davranış bana yakışmazdı. Ten n
günahları b r h çt r. Doktorların tedav edeceğ b rer hastalıktır; tedav
ed lmeler gerek yorsa. Utanç ver c olan, yalnızca ruhun
günahlarıdır. Bu tür yollardan özgürlüğümü sağlamak ben m ç n
yaşamım boyunca sürecek b r şkence olurdu. Ama sence gerçekten
sana o sırada gösterd ğ m sevg ye layık mıydın? B r an ç n olsun,
layık olduğunu ben düşündüm mü sence? Dostluğumuzun herhang
b r noktasında, sana gösterd ğ m sevg ye layık mıydın sence
gerçekten? B r an ç n olsun layık olduğunu ben düşündüm mü
sence? Olmadığını ben b l yordum. Ama “sevg ” pazarda alınıp
satılan b r mal değ ld r, tartıya vurulmaz. Sevg n n verd ğ mutluluk,
z hn n mutluluğu g b d r, canlı olduğunu h ssetmen n mutluluğudur.
Sevg n n amacı sevmekt r; yalnızca sevmek, sonuna kadar sevmek.
Sen ben m düşmanımdın; h ç k msen n böyle b r düşmanı olmamıştır.
Ben sana hayatımı verd m, sense nsanın en aşağılık, en alçak
tutkularını, “nefret”, “gurur” ve “hırs”ı doyurmak ç n ben m hayatımı
harcadın. Üç yıldan az b r zamanda ben her bakımdan mahvett n.
Ben m ç n sen sevmekten başka yapılacak şey yoktu. Senden
nefret etmek konusunda kend me z n versem, üzer nde yol almak
zorunda olduğum, hâlâ da yol aldığım hayat çölünde her kayanın
gölges n n kaybolacağını, her hurma ağacının kuruyacağını, her
kuyunun kaynağının zeh rl çıkacağını b l yordum. Ş md b raz
anlamaya başladın mı? Hayal gücün der n uykusundan uyanıyor
mu? Nefret n ne olduğunu zaten b l yorsun. Sevg n n ne olduğunu,
nasıl b r şey olduğunu sezeb l yor musun? Öğrenmek ç n gec km ş
sayılmazsın, sana bunu öğreteb lmek ç n hücreye tıkılmış olsam da.
Korkunç karardan sonra, üzer mde mahkûm g ys s yle, kapalı
kapılar ardında, olağanüstü hayatımın yıkıntıları arasında otururken
ıstırapla ez lm ş, dehşete düşmüş, acıyla serseme dönmüştüm. Ama
senden nefret etmemeye kararlıydım. Her gün kend kend me şunu
söylüyordum: “Bugün yüreğ mde sevg olmalı, yoksa günün sonunu
nasıl get r r m?” Kend kend me, aslında sen n kötülük etmek
stemed ğ n , h ç değ lse bana kötülük etmek stemed ğ n
hatırlatıyordum. Sen n rastgele b r ok attığını ve okun kralın
koşumuna saplandığını düşünmeye zorluyordum kend m . Sen
acılarımın en haf f yle, kayıplarımın en değers z yle tartmak,
haksızlıktı gözümde. Sen de acı çeken b r g b görmeye karar
verd m. Ne zamandır görmeyen gözler n n önündek perden n
sonunda kalktığına nanmaya zorladım kend m . Oluşturduğun
korkunç yapıtı düşündüğünde nasıl b r dehşete kapıldığını hayal
eder, üzülürdüm. O karanlık günlerde, hayatımın o en karanlık
günler nde b le, sen tesell etmek sted ğ m anlar vardı. Sonunda
yaptıklarını kavradığından öyles ne em nd m.
Kötülükler n en büyüğüyle, sığlıkla damgalanmış olab leceğ n
düşünem yordum o sıralar. İlk mektup alma hakkımı a le
sorunlarımda kullanmak zorunda olduğumu sana haber vermek,
ben m ç n büyük b r üzüntü kaynağı olmuştu. Kayınb rader m
mektubunda, eğer b r mektup yazarsam, karımın hem ben m hem de
çocukların y l ğ ç n boşanma davası açmayacağını yazıyordu.
Yazmam gerekt ğ n düşünüyordum. Her şey b r yana, o güzel,
şefkatl , sev ml çocuğumdan, en y arkadaşımdan, en yakınımdan,
küçük başındak altın teller n b r tek ne b le, yalnızca tepeden tırnağa
senden değ l, dünyanın bütün yeş l zebercetler nden daha çok değer
vermem gereken, çok geç fark etm ş olsam da aslında hep daha çok
değer verd ğ m Cyr l’den ayrılmanın düşünces b le dayanılmazdı.
Başvurundan k hafta sonra senden haber aldım. Robert
Sherard, o son derece cesur, mert nsan ben görmeye geld ve
başka haberler n yanı sıra, edebî yozlaşmanın gerçek merkez olan
gülünç Mercure de France’ta, sen n, hakkımda b r yazı ve
mektuplarımdan örnekler yayımlamak üzere olduğunu söyled .
Bunun gerçekten ben m steğ m üzer ne m yayımlandığını sordu.
Tam anlamıyla afalladım ve çok s n rlend m, bu ş n hemen
durdurulması ç n tal mat verd m. Mektuplarımı ortalıkta bırakmıştın,
şantajcı arkadaşların çalsın d ye, otel h zmetkârları yürütsün d ye,
h zmetç ler satsın d ye. Bu yalnızca sana yazdıklarım konusundak
d kkats zl ğ n , değer b lmezl ğ n göster yordu. Ama ger kalan
mektuplardan b r seçk y yayımlamayı c dd olarak düşündüğüne
nanamıyordum b r türlü. Bunlar hang mektuplarımdı? H çb r b lg
alamadım. Senden aldığım lk haber buydu. Hoşuma g tmed .
İk nc haber kısa süre sonra geld . Babanın avukatları
hap shaneye gelm ş ve verg s yle b rl kte g derler n n toplamı olan
700 sterl n g b cüz b r meblağdan kaynaklanan flas duyurusunu
b zzat tebl ğ etm şlerd . Müfl s hükmü g ym şt m ve mahkemeye
çağrılıyordum. Bu g derler n a len tarafından ödenmes gerekt ğ
konusunda ısrarlıydım, hâlâ da öyley m; bu konuya ler de de
değ neceğ m. G derler a len n ödeyeceğ n b ld rme sorumluluğunu
sen üstlenm şt n. Avukatın davayı yürütme b ç m n bel rleyen de bu
olmuştu. Tüm sorumluluk sendeyd . A len adına söz verm ş olmasan
b le, mahvıma sen neden olduğuna göre, h ç değ lse “ flas”
rezalet nden (üstel k de Gor ng’de geç rd ğ m z üç kısa yaz ayında
sana harcadığım paranın yarısından az b r meblağ ç n) ben
es rgemen gerek rd . Bu konuyu ş md l k b r yana bırakalım. İt raf
etmem gerek r k , avukatın kât b aracılığıyla, senden bu konuyla
lg l , daha doğrusu bu konu neden yle, b r mesaj aldım. Yazılı
fadem almaya geld ğ gün, masanın üzer nden eğ lerek –gard yan
başımızda bekl yordu– ceb nden çıkardığı b r kâğıt parçasına bakıp
alçak sesle şöyle ded : “Prens Fleur-de-Lys s ze selamlarını
gönderd .” Anlamadan yüzüne baktım. Mesajı y neled . Ne ded ğ n
anlamıyordum. G zeml b r tavırla, “Beyefend şu sırada yurtdışında,”
d ye ekled . B rden her şey aydınlandı ve hap ste kaldığım süre
boyunca lk ve son kez güldüm. O kahkahada müth ş b r aşağılama
vardı. Prens Fleur-de-Lys! Bütün olup b tenler n sana h çb r şey
öğretmed ğ n anladım – daha sonrak olaylar düşüncemde haklı
olduğumu kanıtladı. Kend n hâlâ b r trajed n n karanlık k ş s g b
değ l, haf f b r komed n n zar f prens g b görüyordun. Bütün olup
b tenler, dar b r kafayı süsleyen şapkanın tüyünden, yalnızca
“nefret” n sızab ld ğ , yalnızca “sevg ”ye soğuk b r kalb saklayan
yeleğ renklend ren ç çekten farksızdı. Prens Fleur-de-Lys! Kuşkusuz
ben mle haberleşmek ç n takma ad kullanmakta haklıydın. Ben m o
sırada h ç adım yoktu. Hapsed ld ğ m büyük cezaev nde, uzun b r
kor dordak küçük hücrelerden b r n n üzer ndek rakam ve harft m
yalnızca, b nlerce cansız sayıdan b r yd m, b nlerce cansız canlıdan
b r . Ama sana çok daha uygun, sen hemen tanıyab leceğ m,
tar hten alab leceğ n b rçok gerçek s m vardı mutlaka. Eğlencel b r
kıyafet balosuna yaraşır allı pullu b r masken n ardında sen
bulacağımı düşünmem şt m. Ah, ruhun eğer acıyla yaralanmış,
p şmanlıkla bükülmüş, üzüntüyle yumuşamış olsaydı –k kend n
düzeltmek ç n de olsa, öyle olmalıydı– “Istırap Ev ”ne g reb lmek ç n
böyle b r kılığın gölges ne sığınmazdı! Hayatta öneml olan şeyler
göründükler g b d rler, bu yüzden de, sana tuhaf gelse b le,
yorumlanmaları genell kle zordur. Oysa önems z şeyler, b rer
s mged r. Acı dersler en kolay onlardan alırız. Takma ad
konusundak , görünürde rastlantısal seç m n aslında b r s mgeyd ve
b r s mge olarak kalacak. Sen n ne olduğunu açıklayan b r s mge.
Altı hafta sonra yen b r haber aldım. Per şan, hasta yattığım
“hastane koğuşu”ndan, “hap shane müdürü” aracılığıyla senden özel
b r mesaj almak üzere çağrıldım. Kend s ne yazdığın mektubu bana
okudu; Mercure de France’ta (“B z m İng l z Fortn ghtly Rev ew
derg s ne benzer b r derg ,” d ye eklem şt n nedense), “Mr. Oscar
W lde davası üzer ne” b r yazı yayımlamayı düşündüğünü ve
mektuplarımdan alıntılar yapmak ç n sabırsızlıkla benden z n
bekled ğ n yazıyordun. Hang mektuplardan? Sana Holloway
Hap shanes ’nden yazdığım mektuplar! Sen n ç n kutsal, dünyadak
her şeyden daha g zl olması gereken mektuplar! Yorgun Dekadan
şaşırsın, açgözlü ded kodu sütunu yazarı yayımlasın, Quart er
Lat n’ n küçük aslanları ağızlarını açıp surat ekş ts n d ye
yayımlamayı c dd olarak düşündüğün mektuplar bunlardı! Böyles ne
bayağı b r saygısızlığa karşı kend yüreğ nden b r t raz yükselmese
b le, h ç değ lse John Keats’ n mektuplarının Londra’da
açıkartırmayla satılışını üzüntü ve küçümsemeyle zled kten sonra
yazılan soney hatırlayab l r, sonunda d zeler m n gerçek anlamını
kavrayab l rd n:

... Sanatı sevm yor bence


Küçük, hastalıklı gözler kamaşsın, parlasın d ye.
Şa r n yüreğ ndek b lluru kıranlar
Makalen ney kanıtlayacaktı k ? Senden fazlasıyla hoşlandığımı
mı? Par sl genç serser ler bunun zaten farkındaydı. Heps gazete
okur, çoğu da gazetelere yazı yazar. Ben m b r dâh olduğumu mu?
Fransızlar hem bunu hem de dehamın n tel ğ n senden, sen n
anlayab leceğ nden çok daha y anlamışlardı zaten. Tutku ve
arzularda tuhaf b r sapkınlığın dehaya genell kle eşl k ett ğ n m ?
Mükemmel; ama senden çok Lombroso’ya yaraşır b r konu. Ayrıca
söz konusu patoloj k olay, dâh olmayanlarda da görülüyor. Babanla
aranızdak nefret savaşında her k n z ç n de aynı anda hem kalkan,
hem de s lah şlev gördüğümü mü? Hatta daha da fazlası, savaş
b tt kten sonra hayatımı tuzağa düşürmek ç n g r şt ğ n z korkunç av
sırasında, sen n ağların zaten ayağımın d b nde olmasa, babanın
ben asla ele geç remeyeceğ n m ? Doğru; ama duyduğuma göre
Henr Bauër zaten büyük b r başarıyla gerçekleşt rm ş bunu. Ayrıca,
onun görüşler n doğrulamak ç n mektuplarımı, en azından Holloway
Hap shanes ’nden yazdıklarımı yayımlaman gerekm yordu.
Sorularıma karşılık olarak, Holloway’den yazdığım mektuplardan
b r nde, dünyanın küçük b r bölümünün gözünde el nden geld ğ nce
ben b raz haklı çıkarmanı senden ben m sted ğ m m
söyleyeceks n? Tab k bunu sted m. Şu anda nasıl, n ç n burada
bulunduğumu anımsa. Duruşmadak tanıklarla l şk m yüzünden m
buradayım sanıyorsun? O tür nsanlarla gerçek ya da hayalî
l şk ler m ne “devlet” n ne de “toplum”un lg s n çekm yordu.
Onlardan haberler b le yoktu, umurlarında da değ ld zaten. Ben
babanı hapse attırmaya çalıştığım ç n buradayım. Çabam boşa çıktı
tab . Kend avukatlarım savunmamdan vazgeçt ler. Baban durumu
tümüyle ters ne çev r p “ben ” hapse attırdı, hâlâ da burada tutuyor.
İşte bu yüzden aşağılanıyorum. Bu yüzden nsanlar benden nefret
ed yor. Bu yüzden korkunç cezamın her gününü, her saat n , her
dak kasını çekmek zorundayım. Bu yüzden d lekçeler m ger çevr ld .
Kend s n h çb r b ç mde tehl keye atmayacak, aşağılanma ve
suçlamaya hedef olmayacak b ç mde bütün meselen n reng n
değ şt reb lecek, konuyu b r başka yönüyle aydınlatab lecek, b r
ölçüde ş n aslını göstereb lecek tek k ş send n. Pek tab , Oxford’da
başın derde g rd ğ nde, benden nasıl ve n ç n yardım sted ğ n ,
yaklaşık üç yıl boyunca nasıl ve eğer b r neden varsa n ç n hemen
h ç yanımdan ayrılmadığını açıklamanı beklem yordum, zaten
stem yordum da. B r sanatçı olarak, bel rl konumdak b r olarak,
hatta toplumun b r üyes olarak ben mahveden b r dostluğu
noktalamak ç n ardı ardına gösterd ğ m çabaları, burada ele alınan
ayrıntı ve kes nl kte kaydetmen gerekmezd . Neredeyse tekdüze
deneb lecek b r sıklıkta çıkardığın olayları anlatmanı; bana
gösterd ğ n, o tuhaf romant zm-materyal zm karışımı, olağanüstü
telgraflar d z s n bastırmanı; ben m yapmak zorunda kaldığım g b
mektuplarının ç rk n ve acımasız bölümler nden alıntılar yapmanı da
stemezd m. Bununla b rl kte, babanın dostluğumuz konusunda,
zeh rl olduğu kadar abes olan, ben aşağıladığı kadar sen de
gülünçleşt ren yorumuna b r b ç mde karşı çıkman, hem ben m hem
sen n ç n y olurdu. Bu yorum artık resmen tar he geçm ş bulunuyor;
nanılan, alıntılanan ve kayded len yorum bu; va zler n gündem ne
g rd , ahlakçıların kısır konusu hal ne geld ; tüm çağlara seslenen
ben, b r maymunun, b r soytarının verd ğ hükmü kabullenmek
zorunda kaldım. Bu mektupta, ne tuhaftır k , babanın k l se
edeb yatının sayfalarında, sen n Bebek Samuel’ n yanında, ben mse
G lles de Retz’le Marqu s de Sade arasında yer alacağımızı t raf
eder m k s temle söylem şt m. Böyle olması en y s aslında.
Yakınmaya n yet m yok. İnsanın hap ste öğrend ğ sayısız şeyden b r
de şu: Her şey neyse odur, ne olacaksa olacaktır. Ortaçağ’ın
cüzamlısının ve Just ne’ n “yazarı”nın 14 nsana Sandford and
Merton’dan 15 daha y arkadaş olacaklarından da kuşkum yok.
Ama sana yazdığım sırada, babanın, avukatı aracılığıyla cah ller
dünyasını b lg lend rmek üzere sunduğu yorumu kabul etmemen n
k m z ç n de daha y , daha uygun, daha doğru olacağı
görüşündeyd m; şte bu yüzden de senden gerçeğe daha yakın
olab lecek b r şey düşünüp yazmanı stem şt m. H ç değ lse Fransız
gazeteler ne annenle babanın özel yaşamlarını karalamandan daha
y olurdu. Annenle babanın mutlu b r evl l kler olup olmadığından
Fransızlara ne? Onların daha az lg s n çekecek b r konu bulmak zor.
Onları lg lend ren, ben m kadar seçk n b r sanatçının, Fransız
düşünces n n yönünü bel rleyecek kadar etk l b r ekolün, hareket n
tems lc s n n böyle b r yaşam sürdükten sonra nasıl olup da böyle b r
davaya karıştığıdır. Makalende, sana hayatımı mahvett ğ n
söyled ğ m, köles olduğun, k m ze de zarar veren öfke nöbetler n n
çılgınlığına değ nd ğ m, ben m ç n her bakımdan ölümcül olan bu
dostluğu b t rmek steğ mden, hatta kararımdan söz ett ğ m, korkarım
k sayısız mektubumu kullanmayı düşünseyd n, bu mektupların
yayımlanmasına z n vermez ama sen anlayab l rd m. Babanın,
ben m b r çel şk m yakalama sevdasındak avukatı duruşmada Mart
1893 tar hl , çıkarmaktan sank zevk duyduğun korkunç olayların
y nelenmes ne katlanmaktansa “Londra’dak bütün şantajcılar
tarafından tehd t ed lmey ” terc h ett ğ m yazdığım mektubumu
ansızın ortaya çıkardığında, sen nle dostluğumun bu yönünün
rastlantıyla gözler önüne ser lmes ben gerçekten üzmüştü. Ama
“sevg ”n n ruhunu canlı tutab lmek ç n, beden m n katlanacağı uzun
utanç yılları boyunca o beden n ç nde “sevg ”y yaşatab lmek ç n
yazdığım mektupları yayımlamayı düşünecek kadar anlayışı kıt, her
tür duyarlılıktan yoksun, ender, zar f ve güzel olanı takd rden ac z
olman, ben m ç n en der n acı, en kesk n hayal kırıklığıydı, hâlâ da
öyle. N ye böyle yaptığını korkarım k çok y b l yorum. Gözler n
körelten “nefret”se, gözkapaklarını çel k tellerle bağlayan “gurur”du.
“Başkalarını hem gerçek hem de deal l şk ler nde anlamayı”
sağlayacak özell ğ benc ll ğ n köreltm ş, uzun süre kullanmaman da
şe yaramaz hale get rm şt . Hayal gücü tıpkı ben m g b
hapsed lm şt . Gurur pencerelere parmaklıklar takmıştı, gard yanın
adı “nefret”t .
Tüm bunlar k yıl önce kasım ayı başlarında olup b tt . Sen nle
bu kadar esk b r tar h arasında gen ş b r hayat ırmağı uzanıyor. Bu
kadar büyük b r boşluğun karşı yakasını görsen b le bell bel rs z
göreb l rs n. Ama bana sank olanlar dünmüş g b d yemeyeceğ m,
bugünmüş g b gel yor. Acı çekmek uzun süren b r andır. Onu
mevs mlere bölemey z. Yalnızca ruh haller n saptayıp y nelen ş n
kaydedeb l r z. B z m ç n zaman lerlemez. Döner. B r ıstırap
merkez n n etrafında döner sank . Her ayrıntısı değ şmez b r kalıba
göre düzenlenm ş, yemem z n, çmem z n, yürümem z n,
uzanmamızın, dua etmem z n, h ç değ lse dua ç n d z çökmem z n
b le dem rden b r formülün katı kurallarıyla bel rlend ğ b r yaşamın
nsanı felce uğratan durağanlığı; her korkunç günü en küçük
ayrıntısına kadar b r öncek n n eş kılan bu durağanlık n tel ğ ,
yaşama neden sürekl değ ş m olan dış güçlere kend n let r sank .
Ek mden, hasattan, mısırların üzer ne eğ len ç ftç lerden, asmaların
arasında üzüm toplayan bağcılardan, meyve bahçeler nde yere
düşen tomurcuklarla beyazlanmış, meyvelerle kaplanmış
ç menlerden h ç haber m z olmaz, olamaz. B z m ç n b r tek mevs m
vardır, “keder” mevs m . Güneşle ay b le b zden uzaklaştırılmıştır
sank . Dışarıda günün mav l ğ ve altın ışıltısı hüküm süreb l r; ama
altında oturduğumuz küçük, dem r parmaklıklı penceren n kalın
camından çer süzülen ışık gr ve soluktur. Mahkûmun hücres nde
hep alacakaranlık hüküm sürer, tıpkı kalb nde hep gece yarısının
hüküm sürdüğü g b . Zaman evren nde olduğu g b düşünce
evren nde de hareket yoktur. Sen n uzun zaman önce unuttuğun ya
da rahatça unutab leceğ n şey, bana şu anda olmakta, yarın da
olacak. Bunu anımsa, o zaman sana n ç n yazdığımı, n ç n bu
b ç mde yazdığımı b raz anlayab l rs n.
B r hafta sonra buraya nakled ld m. Aradan üç ay geçt , annem
öldü. Onu ne kadar der nden sevd ğ m , saydığımı sen de b l rd n.
Ben m ç n ölümü öyle korkunçtu k , b r zamanlar d l n efend s olan
ben, çekt ğ m acıyı ve utancı fade edecek söz bulamıyorum.
Böyles ne az z b r yükü taşıyab lecek, k mseye aktaramayacağım
keder m n morlara bürünmüş geç t tören nde gereğ nce gururlu ve
uyumlu hareket edecek sözcükler asla, b r sanatçı olarak
gel ş m m n en mükemmel günler nde b le bulamazdım. O ve babam
bana, yalnızca “edeb yat”, “sanat”, “arkeoloj ” ve “b l m” alanlarında
değ l, ülken n b r ulus olarak gel şmes n n tar h nde de onurlu ve
saygın kıldıkları b r s m bırakmışlardı. Ben o sm sonsuza dek
lekeled m. Aşağılık k mseler n aşağılık dey ş hal ne get rd m.
Çamura buladım. Hayvanlara verd m, hayvanlaştırdılar, sersemlere
verd m, serseml ğe eşanlamlı kıldılar. O zaman çekt ğ m, ş md
çekmekte olduğum acıyı kalem yazamaz, kâğıt kaydedemez. O
sıralar bana şefkatle, y l kle yaklaşan karım, haber lg s z, yabancı
b r ağızdan duymayayım d ye, bu yer doldurulamaz büyük kaybın
haber n b zzat vermek ç n, hasta hasta Cenova’dan İng ltere’ye
geld . Ben hâlâ sevenlerden başsağlığı mesajları aldım. Ben şahsen
tanımayan k ş ler b le, parçalanmış yaşamıma g ren yen keder
duyup mektup yazdılar, başsağlığı d lekler n n b r b ç mde bana
let lmes n r ca ett ler. Yalnız sen uzak durdun, ne b r mesaj lett n ne
b r mektup yazdın. Bu tür hareketlerle lg l söylenecek en y söz,
Verg l us’un Dante’ ye, hayatı soylu amaçlardan yoksun, emeller sığ
olmuş nsanlarla lg l olarak söyled ğ sözdür:

“Non rag on am d lor, ma guarda, e passa.” 16


Aradan üç ay daha geçt . Adımın ve cezamın yazılı olduğu
hücrem n dış kapısında asılı günlük hal-g d ş ve çalışma cetvel m
“mayıs” ayını göster yordu. Arkadaşlarım y ne ben görmeye geld ler.
Her zamank g b sen sordum. Napol ’dek v llanda olduğun ve b r ş r
k tabı çıkaracağın söylend . Görüşmen n sonunda, laf arasında
ş rler n bana thaf edeceğ nden söz ed ld . Bu haber sank hayata
karşı b r bulantı uyandırdı ç mde. B r şey demed m, sess zce ama
yüreğ mde küçümsemeyle hücreme döndüm. Önceden ben m zn m
almadan bana b r ş r k tabı thaf etmey nasıl hayal edeb ld n? Hayal
etmek m d yorum? Böyle b r şey yapmaya nasıl cüret ett n? Yanıt
olarak, ünlü ve saygın olduğum günlerde lk ş rler n bana thaf
etmene z n verd ğ m m söyleyeceks n? Tab k z n verm şt m; zor
ve güzel edeb yat sanatına yen başlayan herhang b r genc n saygı
fades olarak vereceğ b r armağanı kabul ederd m. B r sanatçı ç n
her armağan hoştur, gençl kten gel nce, k kat hoştur. Defne yaprağı,
yaşlı eller tarafından koparıldığında solar. B r sanatçıya ancak
gençl k taç g yd reb l r. Genç olmanın gerçek ayrıcalığı budur, b r de
gençl k bunu b leb lseyd ! Ama aşağılanma, küçümsenme günler
şöhret günler nden farklıdır. “Refah”, “haz” ve “başarı”nın kaba pl kle
dokunab leceğ n , oysa en hassas yaratının keder olduğunu henüz
b lm yorsun. Düşünce ya da hareket evren nde kımıldayan h çb r şey
yoktur k , “keder” zar f ama korkunç b ç mde t treşt rmes n. Gözün
göremed ğ güçler n yönünü kaydeden ncec k, dövülmüş altın varak
b le onunla karşılaştırıldığında kaba kalır. “Keder”, “sevg ” n n el
dışında hang el değse kanayan b r yaradır; “sevg ” n n el değd ğ nde
b le kanar ama ıstırap vermez.
Mektuplarımı “b z m İng l z Fortn ghtly Rev ew derg s ne benzer
b r derg ”de, Mercure de France’ta yayımlamak ç n benden z n
almak üzere Wandsworth Hap shanes müdürüne mektup
yazab lm şt n. Ş rler n , onlara ne g b hayalî b r tanım
yakıştırıyorsan, bana thaf etme zn almak ç n neden Read ng
Hap shanes müdürüne mektup yazmadın pek ? İlk olayda, söz
konusu derg y , pek tab çok y b ld ğ n g b yayın hakları bende olan
mektupları yayımlamaktan men ett ğ m, k nc olayda se ben m
müdahale edeb leceğ m b r zamanda haber alamayacağımı, böylece
kend sted ğ n yapab leceğ n düşündüğün ç n m ? Yapıtının lk
sayfasına ben m adımı yazmak st yorduysan, salt düşmüş,
mahvolmuş ve hap ste b r adam olmam b le, bunu benden b r hatır,
onur, ayrıcalık g b r ca etmen gerekt r rd . Acı ve utanç ç nde
olanlara bu b ç mde yaklaşılır.
Keder n var olduğu her yer kutsaldır. Bunun ne demek olduğunu
b r gün gelecek, anlayacaksın. Anlayıncaya kadar yaşam hakkında
h çb r b lg n olmayacak. Robb e ve onun g b ler bunu anlayab l r.
Hap shaneden, İflas Mahkemes ’ne k pol s n arasında
götürüldüğümde, Robb e uzun, kasvetl kor dorda bekl yordu; eller m
kelepçel , başım öne eğ k yanından geçerken sade ve zar f
hareket yle susturduğu b r kalabalığın gözler önünde gururla
şapkasını çıkarıp ben selamlayab lmek ç n bekl yordu. Bundan daha
küçük şeyler b le nsanların cennete g tmes n sağlamıştır.
Yoksulların ayaklarını yıkamak ç n d z çöken, cüzamlıları
yanağından öpmek ç n eğ len az zler şte bu ruhu, bu tür b r sevg y
taşıyorlardı. Kend s ne bu hareket yle lg l tek kel me b le
söylemed m. Şu anda b le, yaptığının farkında olduğumu b l p
b lmed ğ nden habers z m. İnsan böyle b r şeye, alışılmış sözlerle
olağan b ç mde teşekkür edemez. Bu olayı b r haz ne g b kalb me
k l tled m. Ödemes mümkün olmadığı ç n sev nd ğ m, g zl b r borç
olarak orada saklı tutuyorum. Sayısız gözyaşı, mürrüsaf ve s namek
kokularıyla sarmalıyor onu. B lgel ğ n yararını göremed ğ m,
“felsefe”y kısır bulduğum anlarda, ben tesell ye çalışanların sözler ,
dey şler tozdan, külden farksızken o küçük, alçakgönüllü, sess z
“sevg ” şaret n n anısı ben m ç n bütün şefkat pınarlarını fışkırttı,
çöller b r gül g b tomurcuklandırdı, ben sürgünün acı yalnızlığından
kurtarıp dünyanın yaralı, kırık, kocaman yüreğ yle uzlaştırdı.
Robb e’n n hareket n n yalnız ne kadar güzel olduğunu değ l, neden
ben m ç n bu kadar değerl olduğunu ve hep öyle olacağını
anlayab ld ğ n zaman, belk , d zeler n thaf etme zn almak
konusunda bana nasıl, hang ruhla yaklaşman gerekt ğ n de
anlayab l rs n.
İthafı hang şartlar altında olursa olsun kabul etmezd m, bunu
söylemem gerek r. Başka koşullarda bu tür b r r ca hoşuma g tse de,
kend duygularımdan bağımsız olarak, “sen n” ç n r canı ger
çev r rd m. Genç b r del kanlının, erkekl ğ n n baharında dünyaya
sunduğu lk ş r k tabı, b r bahar tomurcuğu, bahar ç çeğ g b ,
Magdalen çayırlarındak alıçlar, Cumnor tarlalarındak çuhaç çekler
g b olmalıdır. Korkunç, ğrenç b r trajed n n, korkunç, ğrenç b r
rezalet n yükünü taşımamalıdır. K tabın ben m adımla sunulmasına
z n vermem, sanat açısından c dd b r hata olurdu. Bütün eser yanlış
b r estet ğe büründürürdü, oysa çağdaş sanatta estet k çok şey fade
ed yor. Çağdaş yaşam karmaşık ve görecel . Bunlar ayırt ed c
özell kler . İlk özell ğ aktarab lmek ç n nüans, anıştırma ve tuhaf
perspekt fler g b ncel kler yle estet ğe, k nc özell ğ aktarab lmek
ç n de fona ht yacımız var. İşte bu yüzden “heykel” artık tems lî b r
sanat olmaktan çıktı; bu yüzden “müz k” tems lî b r sanat; bu yüzden
“edeb yat” hem günümüzde, hem geçm şte, hem de gelecekte,
tems lî sanatların en yetk n .
Küçük k tabın, b r S c lya, Arkad a havası est rmel yd , tutuklular
koğuşunun m kroplu p sl ğ n , mahkûm hücres n n havasızlığını değ l.
Tasarladığın thaf, “sanat” zevk bakımından b r hata olmakla
kalmayıp başka açılardan da uygunsuz kaçacaktı. Tutuklanmamdan
öncek ve sonrak davranışlarının b r devamı g b görünecekt .
Aptalca b r kahramanlık göster s , utanç sokaklarında ucuza alınıp
satılan türden b r cesaret örneğ zlen m verecekt . Dostluğumuz
açısından bakıldığında, Nemes s k m z de b rer s nek g b ezd . Ben
hap steyken bana ş rler thaf etmen, saçma b r hazırcevaplık
uğraşısı zlen m verecekt ; hazırcevaplık, korkunç mektuplar
yazmaya meraklı olduğun esk günlerde –sen n açından bu günler n
h ç ger gelmemes n çtenl kle d ler m– açıkça gurur duyduğun,
övünme neden yaptığın b r yetenekt . İthafın, aslında yaratmayı
umduğun –öyle sanıyorum, hatta em n m– c dd , güzel etk y
yaratmayacaktı. Bana danışmış olsaydın, ş rler n yayımlamayı b r
süre ertelemen öner rd m sana. Ertelemek stemed ğ n takd rde de,
başlangıçta adını değ şt rerek yayımlamanı söylerd m; daha sonra,
ş rler n sana âşıklar kazandırınca –ancak bu tür âşıklar gerçekten
kazanılmaya değerd r– dünyaya dönüp şöyle d yeb l rd n: “Hayran
kaldığınız bu ç çekler ben ekt m, ş md de onları toplumdışına
tt ğ n z, parya g b gördüğünüz k ş ye, kend s nde sevd ğ m,
saydığım, takd r ett ğ m şeyler n karşılığı olarak sunuyorum.” Ama
sen yanlış b r yol ve yanlış b r zaman seçt n. Aşkta da, edeb yatta da
ncel k vardır, sen k s ne karşı da duyarsızdın.
Bu konudak uzun açıklamamın neden ne gel nce:
Davranışlarının sonuçlarını tam olarak kavramanı, Robb e’ye hemen
yazdığım yanıtta senden n ç n aşağılamayla söz ett ğ m , ş rler bana
thaf etmen n ç n kes nl kle yasakladığımı ve sana l şk n sözler m
özenle kâğıda geç r p sana göndermes n n ç n r ca ett ğ m anlamanı
sted m. Yaptıklarının b razını olsun sana göstermen n, anlatmanın
zamanı sonunda geld , d ye düşündüm. Körlük öyle b r noktaya
geleb l r k , sonunda gülünçleş r; hayal gücünden yoksun b r yaradılış
se eğer harekete geç r lmezse taşlaşarak mutlak b r duyarsızlığa
düşer. Öyle k , beden y y p çer, çeş tl hazlar tadarken barındırdığı
ruh, Dante’n n Branca d’Or a’sının ruhu g b ölmüş olab l r. Mektubum
h ç de erken g tmem ş anlaşılan. Anladığım kadarıyla yıldırım g b
çarpmış sen . Robb e’ye yazdığın yanıtta kend n , “Her türlü düşünce
ve fade yeteneğ nden yoksun,” d ye tanımlıyorsun. Öyle görünüyor
k , gerçekten de tek düşüneb ld ğ n, annene yazıp yakınmak olmuş.
Elbette annen, maalesef hem kend ne, hem de sana zarar veren o
körlüğüyle, oğlu ç n ney n y olacağını b lemeyerek sen avutmak
amacıyla el nden gelen yapmış ve sanırım esk şanssız, sef l
durumuna dönmen sağlamış. Öte yandan, dostlarıma, sen nle lg l
sert sözler me “çok s n rlend ğ n ” b ld rm ş. Bu öfkes n yalnızca
dostlarıma değ l, dostum olmayan –anımsatmama gerek yok, çok
fazla sayıda– k ş ye de letm ş; bunun sonucunda, üstün deham ve
çekt ğ m korkunç acılar neden yle zaman ç nde bana duyulan ve
yavaş yavaş da olsa artan yakınlığın artık tümüyle ortadan kalktığını,
sana ve a lene çok yakın k mselerden öğrend m. Herkes n
düşündüğü şu: “Ah! Önce zavallı babayı hapse attırmaya çalıştı,
beceremed ; ş md başarısızlığının öfkes n masum oğlundan
çıkarıyor, onu suçluyor. Ondan nefret etmekte ne kadar haklıymışız!
Ne kadar aşağılansa yer d r!” Bana öyle gel yor k , annen adımı
duyduğunda, eğer yuvamın yıkılmasına yaptığı –hatırı sayılır–
katkıya l şk n b r p şmanlık, b r üzüntü bel rtmeyecekse sess z
kalması daha yer nde olur. Sana gel nce: Yakınmak ç n “ona”
yazacağına, doğrudan “bana” yazmanın, vereceğ n yanıtı bana
söyleme cesaret n göstermen n, sen n ç n her bakımdan daha y
olacağını ş md anlıyor musun? O mektubu yazalı neredeyse b r yıl
oldu. Bütün bu süre boyunca “her türlü düşünce ve fade
yeteneğ nden yoksun” kalmış olamazsın. N ç n bana yazmadın?
Davranışının ben nasıl yaraladığı, öfkelend rd ğ , mektubumdan
açıkça anlaşılıyordu. Yalnız bu değ l; sen nle dostluğumuz, olduğu
g b , yanılmaya yer vermeyecek b ç mde, bütün çıplaklığıyla
gözler n n önüne ser l yordu sonunda. Esk günlerde, hayatımı
mahvett ğ n söylerd m sana sık sık. Her sefer nde gülüp geçerd n.
Dostluğumuzun ta başında, sen n uğradığın Oxford felaket
konusunda akıl danıştığımız, yardım sted ğ m z Edw n Levy, olayın
yükünü, sıkıntısını ve hatta harcamalarını nasıl ben m omuzlarıma
aktardığını görünce tam b r saat boyunca sen tanımadığımı
söyleyerek ben uyarmış, sense onunla yaptığımız uzun ve etk ley c
konuşmayı Bracknell’de sana aktardığımda, gülmekle yet nm şt n. En
sonunda ben mle sanık sandalyes n paylaşan o zavallı genc n,
b rkaç kez ben uyardığını, tanımak gaflet ne düştüğüm bayağı
del kanlılardan çok, mahvıma sen n neden olacağını söyled ğ n sana
anlattığımda b le güldün; gülüşün pek eğlen yormuşsun h ss n
vermese de. Tedb rl ya da b raz mesafel arkadaşlarım sen nle
dostluğum yüzünden ben uyardığında ya da terk ett ğ nde,
horgörüyle güldün. Baban bana l şk n lk hakaret mektubunu sana
yazdığında, aranızdak korkunç kavgaya ben alet edeceğ n z ,
aranızda harcanacağımı b ld ğ m sana söyled ğ m zaman çılgınlar
g b güldün. Ama her olay, sonuçlara bakıldığında, önceden yaptığım
öngörülere tıpatıp uyuyordu. Olayların nasıl gel şt ğ n görmemen
affett recek b r özrün yoktu. Bana n ç n yazmadın? Korkaklık mıydı?
Aldırışsızlık mıydı? Neyd ? Sana öfkelenm ş ve bu öfkem bel rtm ş
olmam, yazmamanı değ l, aks ne yazmanı gerekt r rd . Mektubumu
haklı buluyorduysan, yazman gerek rd . En ufak b r haksızlık
bulduğun takd rde, y ne yazman gerek rd . Senden b r mektup
bekled m. Esk yakınlık, çok karşı çıkılmış sevg , üzer ne
yağdırdığım, karşılıksız kalan b nlerce y l k, bana ödemed ğ n
b nlerce gönül borcu tüm bunlar sen n gözünde b r h ç olsa da, k
nsan arasındak en anlamsız bağ olan görev duygusu b le, yazmanı
gerekt r rd . A lemle ş konularındak yazışmalar dışında mektup
almamı yasakladıklarını sandığını ler süremezs n. Robb e’n n üç
ayda b r bana edeb yat haberler yazdığını pekâlâ b l yordun. Espr l ,
akıllıca, özlü eleşt r lerle dolu, key fl mektupları dünyanın en hoş
şeyler ; gerçek mektuplar onlar; sank karşılıklı konuşurmuş g b ; b r
Fransız causer e nt me’ n n 17 havasında. Robb e kâh f k rler me, kâh
m zah anlayışıma, kâh güzell k duyuma, kültürüme seslenerek
yüzlerce ncel kl yoldan, “sanat”ta üslup konusunda b rçoklarınca
yetk l , k m ler nce en yetk l k ş sayıldığımı hatırlatarak bana olan
saygısını nce üslubuyla bel rterek hem edeb yatta hem de sevg de
ncel ğ çok y b ld ğ n ortaya koydu. Mektupları, o güzel, gerçekdışı
“sanat” dünyasıyla, b r zamanlar “kral” olduğum, hatta kaba,
tamamlanmamış tutkuların, bayağı hevesler n, sınırsız stekler n ve
b ç ms z hırsların kusurlu dünyasına sürüklenmeseyd m “kral” olmayı
sürdüreceğ m “sanat” dünyasıyla ben m aramdak küçük haberc lerd .
Tüm bunlara karşın, yalnızca ps koloj k merak açısından b le olsa,
Alfred Aust n’ n b r ş r k tabı yayımlama çabasında olduğunu,
Street’ n Da ly Chron cle’a oyun eleşt r ler yazdığını, b r övgüyü b le
kekelemeden d le get rmey beceremeyen b r n n Mrs. Meynell’
“üslubun yen kâh n ” lan ett ğ n öğrenmektense senden haber
almanın ben m ç n daha lg nç olacağını anlayab l rd n ya da h ç
değ lse kend n düşüneb l rd n.
Ah! Hap ste olan sen olsaydın –ben m yüzümden demeyeceğ m,
çünkü bunu düşünmek b le ben m ç n katlanılamayacak kadar
korkunç– kend suçun, hatan yüzünden, değers z b r dosta nandığın,
şehvet çamuruna düştüğün, yanlış k ş ye güvend ğ n, sevg
gösterd ğ n ç n, bunların herhang b r ya da heps yüzünden ya da
başka b r nedenle hapse düşmüş olsaydın, sanır mısın k karanlık ve
yalnızlık ç nde yüreğ n kem rmene z n ver rd m, düştüğün rezalet n
acı yükünü b raz olsun haf fletmeye çalışmazdım? Sen acı
çek yorsan ben m de acı çekt ğ m , ağlıyorsan ben m de gözler m n
yaşlı olduğunu, sen parmaklıklar ardına kapatılmış, nsanlarda nefret
uyandırmışsan ben m de sen gel nceye kadar acılardan yaptığım eve
kend m kapatacağımı, döndüğünde sen y leşt rmek ç n nsanların
sana yasakladığı her şey n yüzlerces n b r kt receğ m sana haber
vermez m yd m sanıyorsun? Acı b r zorunluluk ya da bence daha da
acı olan tedb rl l k, sen n yakınında olmamı engelleseyd , hap shane
parmaklıklarının ardından, sef l b r durumda da olsa sen görme
zevk nden ben yoksun kılsaydı b le, zamanlı zamansız, b r tek
cümlen n, b r tek sözcüğün, hatta boğuk b r sevg seslen ş n n sana
ulaşacağı umuduyla yazardım. Mektuplarımı kabul etmesen de, h ç
değ lse her zaman sen bekleyen mektupların olduğunu b lmen ç n
y ne de yazardım. B rçok k ş bana yaptı bunu. Üç ayda b r b r ler
mektup yazıyor ya da yazmayı öner yor. Mektupları, haberler
saklanıyor. Hap sten çıktığımda ver lecekler bana. Orada olduklarını
b l yorum. Mektupları yazanların adlarını b l yorum. Yakınlık, sevg ve
y l k dolu olduklarını b l yorum. Bu bana yet yor. Daha fazlasını
b lmeme gerek yok. Suskunluğun korkunç oldu ben m ç n. Yalnızca
haftalar, aylar süren b r suskunluk değ l, yıllarca süren b r suskunluk;
sen n g b mutluluk ç nde, hızlı yaşayan, dans eder g b geç p g den
günler n yaldızlı ayaklarını zor fark eden, zevk peş nde koşmaktan
soluk soluğa kalan nsanların b le yıllarca, d ye adlandırdıkları b r
süren n suskunluğu. Özrü olmayan b r suskunluk; bahanes z b r
suskunluk. Sen n mayanın bozuk olduğunu b l yordum. Benden y
k m b leb l rd ? Afor zmalarımdan b r nde, resm n yaldızını değerl
kılan şey n yalnızca mayası bozuklar olduğunu yazarken aklımda
sen vardın. Ama sen n ç zd ğ n, mayası bozuk, yaldızlı b r res m
olmadı. Boynuzlu varlıkların toynaklarıyla ez l p çamura dönüşen ad
şoseler n tozundan oluşturdun görünüşünü sen; öyle k , tıpatıp sana
benzeyen bu görünüşüne baktığımda, g zl arzularım ne olursa
olsun, artık sen n ç n horgörü ve aşağılamadan başka b r duygu
beslemem olanaksız, kend m ç n de horgörü ve aşağılamadan
başka duygu besleyemem. D ğer nedenler n heps b r yana,
kayıtsızlığın, dünyev b lgel ğ n, aldırışsızlığın, temk nl l ğ n, adına her
ne dersen de, düşüşümle çakışan ve onu zleyen özel koşullarda
bana k kat acı verd .
Başka zavallılar hapse düştüğünde, dünya güzell kler nden
yoksun kılınsalar da h ç değ lse dünyanın en öldürücü oklarından,
taşlarından korunmuş olurlar b r ölçüde. Hücreler n n karanlığına
g zlen p yüz karalarını b r sığınak hal ne get reb l rler. İsteğ ne
kavuşan dünya kend yoluna g der, onlar da rahatsız ed lmeden
acılarını çeker. Ben m ç n durum farklı oldu. B rb r ardına acılar gel p
hap shanen n kapısını çaldı. Kapılar ardına kadar açılıp acılar çer
alındı. Dostlarımın ben görmes ne neredeyse h ç z n ver lmed . Ama
düşmanlarım her zaman, sted kler an bana ulaşab ld ler. İflas
Mahkemes ’nde halka açık k duruşmamda, b r hap shaneden
ötek ne y ne halka açık k aktarılışımda anlatılması olanaksız b r
utanç ç nde nsanların karşısına çıkarıldım, alaylarına maruz
bırakıldım. Ölüm ulağı bana haber get r p yoluna g tt ; annem n
anısının omuzlarıma yükled ğ dayanılmaz acıya ve v cdan azabına
kes n b r yalnızlık ç nde, ben avutab lecek, b raz olsun rahatlatacak
her şeyden uzakta, katlanmak zorunda kaldım. Zaman bu yarayı
kapamak şöyle dursun, daha acısını b le d nd remeden, avukatı
aracılığıyla karımdan ş ddet ve acıyla yüklü, sert mektuplar gelmeye
başladı. B r anda yoksulluk tehd d yle karşı karşıya kaldım. Buna
katlanab ld m. Kend m daha fazlasına da alıştırab l rd m. Ama k
çocuğum, yasal yollardan el mden alındı. Bu ben m ç n sonsuz
sıkıntı, sonsuz acı, sınırsız üzüntü kaynağı oldu, hep de öyle
kalacak. Yasaların, ben m kend çocuklarımla b rl kte olmamı
sakıncalı bulması, böyle b r şeye yasalarla karar ver leb lmes ben m
ç n korkunç b r şey. Hapse düşmen n yüz karası bunun yanında h ç
kalır. Yanı başımda avluda volta atan ötek adamlara mren yorum.
Çocuklarının onları bekled ğ nden, özled ğ nden, görüştükler nde
sevg yle yaklaşacaklarından em n m.
Yoksullar b zden daha b lge, daha cömert, daha y yürekl ve
daha duyarlıdırlar. Onların gözünden hap s, nsan yaşamında b r
trajed , b r şanssızlık, b r kaza, başkalarında acıma uyandıran b r
şeyd r. Onlar hap stek nsana yalnızca “başı dertte” b r gözüyle
bakarlar. Hep bu fadey kullanırlar; bu fade “sevg ”n n kusursuz
b lgel ğ n çer r. B z m sınıfımızın nsanları ç n durum farklıdır. B zde
hapse g rmek, nsanı parya durumuna düşürür. Ben ve ben m
g b ler n hava almaya, güneş görmeye b le hakkı yoktur neredeyse.
B z m varlığımız başkalarının keyf n kaçırır. Yen den yaşama
döndüğümüzde stenmeyen nsanlar oluruz. Ayı yen den seyretmeye
hakkımız yoktur. Çocuklarımız b le uzaklaştırılır b zden. İnsanlıkla bu
güzel bağlarımız koparılır. Çocuklarımız yaşıyorken yalnızlığa
mahkûm ed l r z. Yaralarımızı y leşt reb lecek, b ze yardımcı
olab lecek, ez k yüreğ m z haf fleteb lecek, acı ç ndek ruhumuzu
nlend reb lecek tek şey yasaklanır b ze.
Tüm bunlara katı, küçük b r gerçek daha eklend : Davranışların
ve suskunluğunla, yaptıkların ve yapmadıklarınla uzun hap s
dönem n n her gününü yaşamamı b raz daha güçleşt rd n. Hap ste
ver len ekmeğ , suyu b le tutumunla değ şt rd n. B r acı, ötek buruk
oldu. Paylaşman gereken acıyı k katına çıkardın, haf fletmen
gereken ıstırabı azaba dönüştürdün. Bunu b lerek yapmadın
kuşkusuz. B lerek yapmadığından em n m. Yalnızca “k ş l ğ n n
gerçekten ölümcül olan kusurunun, hayal gücünden tümüyle yoksun
oluşu”nun sonucuydu.
Tüm bunların sonucunda, sen affetmem gerek yor. Affetmek
zorundayım. Bu mektubu sen n yüreğ ne acı vermek ç n değ l, kend
yüreğ mden acıyı sökmek ç n yazıyorum. Kend y l ğ m ç n
affetmel y m sen . İnsan sürekl olarak koynunda b r yılan
besleyemez, her gece kalkıp ruhunun bahçes ne d ken tohumları
ekemez. Bana b razcık yardım edersen sen affetmem h ç de zor
olmayacak. Esk günlerde bana tüm yaptıklarını hep kolayca affett m.
O sırada bunun sana b r yararı olmadı. Ancak yaşamında h çb r leke
olmayan nsan günahları affedeb l r. Ama utanç ve yüz karası ç nde
bulunduğum şu sırada durum farklı. Ş md sen affetmem sana çok
şey fade etmel . B r gün ne demek sted ğ m kavrayacaksın. Bunu
erken de fark etsen, geç de, yakında da fark etsen, h ç fark etmesen
de, ben m yolum açık. Yüreğ nde ben m g b b r n mahvetm ş
olmanın yüküyle yaşamayı sürdürmene z n veremem. Bu düşünce
sen aldırışsız b r kayıtsızlığa da teb l r, hastalık dereces nde b r
hüzne de. Bu yükü sen n omuzlarından alıp kend m üstlenmel y m.
Ne sen n ne de babanın, b nle çarpılsanız da ben m g b b r n
mahvedemeyeceğ ne, ben m kend kend m mahvett ğ me, küçük ya
da büyük k msey kend nden başkasının mahvedemeyeceğ ne
nandırmalıyım kend m . İnanmaya hazırım. İnanmaya çalışıyorum,
sana şu anda öyle gelmese de. Sen böyles ne acımasızca
suçluyorsam, kend m suçlarken ne kadar acımasız olduğumu b r
düşün. Sen n bana yaptıkların korkunçtu ama ben m kend me
yaptıklarım daha da korkunçtu.
Ben, çağının sanatı ve kültürüyle s mgesel l şk ler ç nde b r
nsandım. Ben bunu ergenl kten yet şk nl ğe geç ş m n henüz
başındayken kavramış, daha sonra çağıma da zorla kavratmıştım.
Yaşarken böyle b r konuma gelen ve böyle kabul gören k ş ler n
sayısı çok azdır. Genell kle bu konum, k ş ve çağı ger lerde kaldıktan
çok sonra, tar hç ler tarafından fark ed l r, k m zaman h ç fark
ed lmez. Ben m durumum farklıydı. Ben konumumu h ssett m,
başkalarına da h ssett rd m. Byron s mgesel b r k ş yd ama l şk ler
çağının tutkusuyla, tutku yorgunluğuyla doluydu. Ben m l şk ler m
daha soylu, daha kalıcı, daha yaşamsal değer taşıyan, daha
kapsamlı şeylerd . Tanrılar hemen her şey bağışlamışlardı bana.
Dehaya, saygın b r sme, yüksek b r sosyal yere, görkeme, z h nsel
cesarete sah pt m; sanatı felsefe, felsefey sanat hal ne get rd m;
nsanların f k rler n , olayların reng n değ şt rd m; söyled ğ m her söz,
yaptığım her şey nsanları düşündürüyordu; b l nen en nesnel sanat
b ç m olan t yatroyu l r k ş r ya da sone kadar k ş sel b r fade
b ç m ne dönüştürdüm, aynı zamanda kapsamını gen şlet p
t plemeler n zeng nleşt rd m; t yatroya, romana, ş re, mensur ş re,
d yaloğa, el m attığım her şeye, yen b r güzell k kattım; gerçekler
kadar yalanlar evren n de gerçeğ n egemenl ğ ne soktum, yalan ve
gerçeğ n yalnızca z h nsel varoluş b ç mler olduğunu gösterd m.
Sanatı en üstün gerçekl k, yaşamı se yalnızca b r kurgu b ç m olarak
ele aldım; yüzyılımın hayal gücünü uyandırarak ben m etrafımda b r
m tos ve söylence yaratmasına yol açtım; tüm s stemler b r dey şte,
tüm varoluşu b r nüktede topladım.
Tüm bunların yanı sıra farklı şeylere de sah pt m. Kend m uzun
sürel , anlamsız, tensel gevşekl k nöbetler ne kaptırdım. B r flâneur, 18
b r züppe, b r moda adamı olmaktan hoşlandım. Küçük nsanlar,
sıradan bey nlerle çevreled m kend m . Kend dehamı fütursuzca
harcadım, sonsuz b r gençl ğ boşa harcamak tuhaf b r zevk verd
bana. Tepelerde olmaktan sıkılıp yen heyecanlar peş nde, b le
steye, en der n çukurlara nd m. Düşünce alanında paradoks ben m
ç n neyse tutku alanında da sapkınlık oydu. Sonunda arzu b r
hastalığa, b r çılgınlığa, belk her k s ne b rden dönüştü. Başkalarının
yaşamına aldırmaz oldum. Keyf m n sted ğ yerde gönlümü
eğlend rd m, sonra yürüyüp g tt m. Sıradan b r gün ç nde yapılan her
küçük hareket n k ş l ğ oluşturduğunu ya da çökertt ğ n , bu nedenle
de nsanın g zl odasında yaptıklarını b r gün çatılara çıkıp haykırmak
zorunda olduğunu unuttum. “Kend m n efend s ” olmaktan çıktım.
Artık “ruhumun re s ” değ ld m; üstel k bundan habers zd m. Sen n
bana hükmetmene, babanın ben korkutmasına z n verd m. Korkunç
b r yüz karasıyla son buldu tüm bunlar. Ş md sah p olduğum b r tek
şey var: mutlak “tevazu”; sen n de sah p olman gereken tek şey bu:
mutlak “tevazu”. Tozların arasına, yanıma çöküp bunu öğrenmen
gerek yor.
Yaklaşık k yıldır hap stey m. Vahş umutsuzluklara; uzaktan b le
acıklı görünen üzüntülere; korkunç, kısır öfkelere; alay ve katılığa;
hıçkırıklı azaplara; d ls z ıstıraplara; umarsız kederlere kapıldım. Acı
çekmen n her türlü ruh hal n yaşadım. Artık Wordsworth’ün ne
demek sted ğ n Wordsworth’ten de y b l yorum:

Acı çekmek kalıcıdır, anlaşılmaz ve karanlıktır


Sonsuzluğun damgasını taşır.
Zaman zaman çekt ğ m acıların sonsuz olduğunu b lmek bana
mutluluk verd yse de, anlamsız olmalarına katlanamadım. Ş md
ç mde g zl kalan b r yanım bana dünyada h çb r şey n, hele acı
çekmen n kes nl kle anlamsız olamayacağını söylüyor. Tarlada
gömülü b r haz ne g b ç mde g zl kalan şey, “tevazu”.
İç mde kalan son ve en y şey o; son keşf m; yen b r gel şme
ç n başlangıç noktası. Bana kend ç mden çıkıp geld , bu yüzden de
doğru zamanda geld ğ n b l yorum. Daha önce ya da daha sonra
gelemezd . B r s bana ondan söz etm ş olsa reddederd m. Bana
sunulsa ger çev r rd m. Kend m buldum onu; korumak st yorum.
Korumalıyım. Ben m ç n yaşamın, yen b r yaşamın, V ta Nuova’nın
unsurlarını çeren tek şey o. Son derece tuhaf b r şey. İnsan onu
başkasına verem yor, başkasından alamıyor. Onu elde etmek ç n
sah p olduğun her şeyden vazgeçmek şart. Ancak her şey n
kaybett kten sonra ona sah p olduğunu b leb l yor k ş .
Artık ona sah p olduğumu kavradığım ç n ne yapmam
gerekt ğ n , ne yapmak zorunda olduğumu açıkça görüyorum. Bu
fadey kullanırken dışarıdan gelen b r yaptırıma, buyruğa
değ nmed ğ m söylememe gerek yok. Dışarıdan gelen em rler kabul
etm yorum. Her zamank nden çok daha b reyc y m. İnsanın kend
ç nden yarattıkları dışında h çb r şey n en ufak b r değer yok
gözümde. K ş l ğ m yen b r kend n gerçekleşt rme b ç m arıyor. Tek
uğraşım bu. Yapmam gereken lk şey de, sana karşı her tür kötü
duygudan kurtulmak. Tam anlamıyla metel ks z ve evs z m. Ama
dünyada bundan kötü şeyler de var. Hap sten yüreğ m sana ya da
dünyaya karşı öfkeyle dolu çıkacağıma, b r lokma ekmek ç n kapı
kapı d lenmey yeğler m; söyled kler mde son derece çten m. Zeng n
kapılarında b r şey bulmasam da yoksullardan bulurum. Çok şeye
sah p olanlar genell kle har st r. Fazla şey olmayanlar her zaman
eller ndek n paylaşır. Yüreğ mde sevg olduğu sürece, yazları ser n
ç mler n üstünde, kışları ılık, basık b r samanlıkta ya da koca b r
ahırın sundurması altında uyumak umurumda b le olmaz. Artık
yaşamın yüzeysel değerler h çb r önem taşımıyor ben m ç n. Ne
kadar yoğun b r b reyc l ğe vardığımı, daha doğrusu, “d kenl
yollardan yürüyerek” uzun b r yolculuk sonucu varacağımı
görüyorsun.
Tab k yazgımın yollarda d lenmek olmayacağını, eğer gece
ser n ç mler n üzer ne uzanırsam bunu aya soneler yazmak ç n
yapacağımı b l yorum. Hap sten çıktığımda Robb e büyük dem r
kapının ötek tarafında ben bekl yor olacak; Robb e yalnız kend
sevg s n n değ l, daha b rçok k ş n n de sevg s n s mgel yor. Sanırım
h ç değ lse on sek z ay kadar süreyle geç necek param olacak; güzel
k taplar yazamasam da en azından güzel k taplar okuyab l r m,
bundan büyük mutluluk olab l r m ? Ondan sonra da yaratıcı
yeteneğ m yen den yaratmayı umuyorum. Ama her şey farklı
olsaydı, dünyada b r tek dostum kalmamış olsaydı, bana acıyıp
kapısını açacak b r tek ev b le olmasaydı, mutlak yoksulluğa
düşseyd m de her tür nefret, katılık ve küçümsemey ç mden
atab ld ğ m sürece yaşamla sükûnet ve güven ç nde yüzleşmem,
mor, pahalı kumaşlarla kaplı b r beden ve ç nde nefret dolu hasta b r
ruh taşıyarak yüzleşmemden daha kolay olurdu. Sen affetmekte
gerçekten h çb r zorluk çekmeyeceğ m. Ama bundan zevk
duyab lmem ç n, affed lmey stemen gerek. Gerçekten sted ğ n
zaman, göreceks n k ben sen affetmeye hazırım.
Görev m n burada b tmed ğ n bel rtmem gereks z. B tseyd ,
görece kolay b r görev sayılırdı. Önümde yapılacak çok şey var.
Aşılacak çok daha yüksek tepeler, geç lecek çok daha karanlık
vad ler var. Ve tüm bunları kend ç mde bulmalıyım. Bana ne “d n” ne
“ahlak” ne de “mantık” yardım edeb l r. Ahlakın bana yararı yok. Ben
doğuştan ahlakçılığa karşı b r y m. Kurallara değ l, st snalara göre
yaratılmış nsanlardanım. İnsanın yaptıklarında hata olamaz, bunun
farkındayım ama geld ğ yer hatalı olab l r, bunun da farkındayım.
Bunu öğrend ğ me sev n yorum.
D n n bana yararı yok. Başkalarının görünmeyene besled ğ
nancı, ben elle tutulana, gözle görünene besl yorum. Ben m
tanrılarım nsan el yle yapılmış tapınaklarda oturuyorlar, gerçek
deney mlerden oluşan b r çerçeve ç nde nancım kusursuzlaşıyor,
tamamlanıyor. Belk de aşırı tamamlanıyor; çünkü “Cennet”
yeryüzünde bulanların b rçoğu, belk tümü g b ben de, bu dünyada
yalnız “Cennet” n güzell ğ n değ l, “Cehennem” n dehşet n de
buldum. D ne kafa yorduğum ender zamanlarda, ç mden
nanamayanlar ç n b r mezhep kurmak gel yor; adı “Peders z
Kardeşler Cem yet ” olab l r, h çb r mumun yanmadığı b r m hrap
üzer nde, yüreğ nde huzur olmayan b r rah p, kutsanmamış ekmek
ve ç nde şarap olmayan b r kadehle ay n yapab l r. Her şey, gerçek
olab lmek ç n b r d ne dönüşmek zorundadır. Agnost s zm n de, her
nanç g b ay n olmalı. O da şeh tler verd , onun da az zler olmalı;
kend n nsanoğluna göstermed ğ ç n Tanrı’ya her gün şükretmel .
Ama ne nanç ne de agnost s zm, ben m dışımda kalan şeyler
olmamalı. S mgeler n ben yaratmış olmalıyım. Ancak kend b ç m n
kend yaratan b r şey t nsel olab l r. Eğer sırrına kend ç mde
varamıyorsam, h ç varamayacağım demekt r. Eğer zaten
bulamamışsam, h çb r zaman bulamayacağım demekt r. Mantığın
bana yararı yok. Mantığın ses , ben yargılayan yasaların yanlış ve
adalets z yasalar, ben ezen s stem n yanlış ve adalets z b r s stem
olduğunu söylüyor. Ama b r b ç mde bunların her k s n de kend m
ç n ad l ve doğru kılmalıyım. Tıpkı “sanat”tak g b k ş l ğ n ahlak
gel ş m nde de nsanın tek lg lend ğ şey, bel rl b r nesnen n ya da
olayın, bel rl b r anda kend s ne ne fade ett ğ d r. Başıma gelen her
şey , bana çok şey fade eder hale get rmek zorundayım. Tahta
yatağı, ğrenç yemekler , sert pler n, parmak uçları acıdan
h ss zleş nceye kadar, üstüpü hal nde parçalanmasını, başından
sonuna her günü dolduran angaryaları, rut n n gerekl kıldığı sert
em rler , acıya gülünç b r görüntü kazandıran korkunç g y m ,
sess zl ğ , yalnızlığı ve utancı ... tek tek bunların her b r n ve toplu
halde heps n t nsel b r deney me dönüştürmek zorundayım. Beden n
uğradığı her hakaret ruhun t nsel gücü hal ne get rmek zorundayım.
Yapmacığa kaçmadan, sadel kle şunu söyleyeb leceğ m noktaya
gelmek st yorum: Yaşamımın k büyük dönüm noktası, babamın
ben Oxford’a, toplumun da hapse göndermes olmuştur. Başıma
geleb lecek en y şeyd demeyeceğ m, çünkü bu fade kend me karşı
aşırı b r ş ddet çer yor. Şunu söylemey ya da başkalarının hakkımda
şunu söylemes n yeğler m: Çağımın o kadar t p k b r ürünüydüm k ,
sapkınlığımla ve bu sapkınlığım uğruna, hayatımın y yanlarını
kötülüğe, kötü yanlarını da y l ğe dönüştürdüm. Ne var k , ben m ya
da başkalarının söyled ğ şeyler n pek önem yok. Öneml olan, eğer
ger kalan sayılı günler m sakat, bozuk, eks k b r olarak geç rmek
stem yorsam yapmam gereken şey, bana yapılanların heps n
k ş l ğ mde er tmek, k ş l ğ m n b r parçası hal ne get rmek,
yakınmadan, korkmadan, çek nmeden kabullenmek. Kötülükler n en
büyüğü sığlıktır. Anlaşılan her şey doğrudur.
Hapse lk g rd ğ mde k m ler bana k m olduğumu unutmaya
çalışmamı öğütled . Berbat b r öğüttü. Ancak ne olduğumu
kavrayarak ufak da olsa b r avuntu bulab ld m. Ş md de başka k ş ler,
serbest bırakıldığımda hapse g rd ğ m unutmaya çalışmamı
öğütlüyor. Bunun da aynı derecede hatalı olacağını b l yorum. Bu
öğüde uyarsam, dayanılmaz b r utanç duygusu sürekl olarak
karşıma çıkacak; herkes kadar ben m de hakkım olan şeyler –
güneş n ve ayın güzell ğ , mevs mler n geç t tören , gündoğumunun
müz ğ , büyük geceler n sess zl ğ , yaprakların arasından yağan
yağmur, ç menlere tırmanıp gümüşe bulayan ç y– gözümde
lekelenecek, y leşt r c güçler n , mutluluk letme güçler n
y t receklerd r. İnsanın kend deney mler n reddetmes , kend
gel ş m n durdurması demekt r. Deney mler n reddetmek, nsanın
kend yaşamına yalan söyletmes demekt r. Ruhun redded lmes
g b d r. Nasıl k beden her şey , rah b n ya da b r hayal n tem zled ğ
şeyler kadar bayağı ve k rl şeyler de ç nde er t r, onları hıza, güce,
güzel kasların hareket ne ve güzel ten n b ç mlenmes ne, saçın,
dudakların, gözler n eğr ler ne ve renkler ne dönüştürürse “ruh”un da
kend besley c şlevler vardır; kend başlarına aşağılık, acımasız ve
alçaltıcı olan şeyler soylu düşüncelere, anlamlı tutkulara
dönüştüreb l r, hatta bunlarda en saygın kanıtlarını bulab l r, aslında
yıkıcı, lekeley c olan şeyler aracılığıyla kend n mükemmel b ç mde
dışa vurab l r.
Sıradan b r hap shanen n sıradan b r mahkûmu olduğum
gerçeğ n açıkça kabullenmem gerek; sana tuhaf gelse de, kend me
öğretmem gerekecek şeylerden b r , bundan utanmamak. Bunu b r
ceza olarak kabullenmel y m; eğer nsan cezalandırılmış olmaktan
utanıyorsa boşuna ceza çekm ş demekt r. Tab k mahkûm yet me yol
açan şeylerden b rçoğunu yapmamıştım ama b rçoğunu da
yapmıştım, hayatımda yapıp da yapmakla suçlanmadığım şeyler n
sayısı bundan da fazla. Bu mektupta söyled ğ m g b , tanrıların tuhaf
olduğu ve b z sapkın ve kötü yanlarımız yüzünden olduğu kadar y
ve nsanca özell kler m z yüzünden de cezalandırdıklarına gel nce;
k ş n n yaptığı kötülükler yüzünden olduğu kadar, yaptığı y l kler
yüzünden de cezalandırıldığı gerçeğ n kabul etmek zorundayım.
Cezalandırılması gerekt ğ nden kuşku duymuyorum. Bu, nsanın hem
y l ğ , hem de kötülüğü anlamasına, her k s yüzünden
gururlanmamasına yardımcı olur, yardımcı olmalı. Eğer o zaman
umduğum g b cezamdan utanç duymazsam, özgürce
düşüneb leceğ m, yürüyeb leceğ m ve yaşayab leceğ m.
Hap sten çıkanların b rçoğu, hap sl kler n kend ler yle b rl kte
dışarıya taşır, yürekler nde g zl b r utanç olarak saklar ve sonunda
zavallı zeh rlenm ş yaratıklar g b b r del ğe g r p ölürler. Bunu
yapmak zorunda olmaları son derece aşağılık, toplumun onları buna
zorlaması da yanlış, çok yanlış b r şey. Toplum b rey müth ş cezalara
çarptırma hakkını kend nde bulur; ama kötülükler n en büyüğü olan
sığlık, yaptığını anlamasına engel olur. B rey n cezası b tt ğ nde onu
tek başına bırakır; yan b reye karşı en öneml sorumluluğunun
başladığı noktada, onu terk eder. Aslında kend eylemler nden utanır
ve nasıl nsan borcunu ödemed ğ alacaklıdan, onarılmaz b ç mde
nc tt ğ k ş den kaçarsa toplum da cezalandırdığı b reyden kaçar.
Ben d yorum k , ben çekt ğ m acıyı anlıyorsam “toplum” da bana
verd ğ cezayı anlamalı, karşılıklı nefret ve ş ddet ortadan kalkmalı.
B r bakıma durumumun başkalarına oranla güçleşt r leceğ n ,
olayın n tel ğ yüzünden güçleşt r lmes gerekt ğ n b l yorum tab .
Burada ben mle b rl kte hap s yatan zavallı hırsız ve serser ler b rçok
açıdan benden daha şanslı. Gr kentte, yeş l tarlada onların günahını
gören mesafe kısadır; yaptıklarından h ç haber olmayan b r ler n
bulmak ç n, b r kuşun şafaktan öncek alacakaranlıkla şafak sökmes
arasında uçtuğu mesafeden fazla yol g tmeler gerekmez. Ama
ben m ç n “dünya b r karışlık yere büzüşmüş” durumda; nereye
dönsem kend adımı görüyorum. Çünkü ben karanlıktan çıkıp suçun
anlık kötü ününe kavuşmadım, ünün sonsuzluğundan rezalet n
sonsuzluğuna geçt m ve bana bazen öyle gel yor k , ünle rezalet
arasında olsa olsa b r tek adım olduğunu kanıtladım, eğer bunun
kanıtlanması gerek yorduysa.
Y ne de, her g tt ğ m yerde nsanların ben tanıyacağı, tüm
yaşamımı, h ç değ lse çılgınlıkları açısından b lecekler gerçeğ nde
b le, kend me yararlı b r yan buluyorum. Sanatçı olarak, olab lecek en
kısa zamanda b r kez daha kend m kanıtlamaya zorlayacak bu ben .
B r güzel sanat eser daha yaratab l rsem, kötülüğün zehr n ,
korkaklığın alaylarını etk s z hale get rm ş, küçümsemen n çatallı
d l n kökünden koparmış olacağım. Eğer “yaşam” ben m ç n b r
sorunsa k mutlaka öyled r, ben de “yaşam” ç n b r sorunum.
İnsanların bana karşı b r tutum takınmaları ve böylece hem
kend ler n , hem ben yargılamaları gerek yor. Bel rl k ş lerden söz
etmed ğ m söylememe gerek yok. Şu anda b rl kte olmayı
steyeb leceğ m nsanlar, sanatçılar ve acı çekm ş nsanlar: yan
“güzell k” ve “keder” tanıyanlar; başka k mse lg m çekm yor.
Yaşamdan da b r beklent m yok. Tüm söyled kler mde, b r bütün
olarak yaşama karşı kend düşünsel tavrımla lg l y m yalnızca;
kend m mükemmel hale get rmek ç n ve mükemmell kten uzak
olduğum ç n lk ulaşmam gereken noktanın, cezalandırılmış
olmaktan utanmamak olduğuna nanıyorum.
Sonra nasıl mutlu olunacağını öğrenmel y m. B r zamanlar mutlu
olmayı sezg yle b l rd m, b ld ğ m sanırdım. B r zamanlar yüreğ mde
hep bahar vardı. Yaradılışım sev nce yatkındı. B r kadeh s lme şarap
doldurur g b hayatımı s lme zevkle doldurdum. Ş md hayata yepyen
b r açıdan yaklaşıyorum, çoğu zaman mutluluğu düşünmek b le
ben m ç n çok zor. Oxford’dak lk sömestr mde Pater’ n
Rönesans’ında –hayatımı çok tuhaf b r b ç mde etk leyen o k tapta–
Dante’n n steyerek hüzün ç nde yaşayanları “Cehennem” n
der nl kler ne yerleşt rd ğ n okuyuşumu, bunun üzer ne fakülte
kütüphanes ne g d p İlah Komedya’nın “güzel havada somurtanların”
ç çek p ç karartıcı bataklığın d b nde yattıkları bölümünü okuyuşumu
anımsıyorum:

Tr st fummo
nell’aer dolce che dal sol s’allegra 19

K l sen n acc d a’yı 20 yasakladığını b l yordum; ama f k r bana


tümüyle mantıksız gel yordu; tam gerçek yaşamdan habers z b r
rah b n cat edeb leceğ b r günah d ye düşünüyordum. “Keder b z
Tanrı’yla yen den b rleşt r r,” d yen Dante’n n nasıl olup da (gerçekten
böyleler varsa) hüzne tutkun olanlara karşı bu kadar sert olab ld ğ n
de anlamıyordum. Günün b r nde yaşamımın en dayanılmaz günah
çağrısının bu olacağı aklımdan b le geçm yordu.
Wandsworth Hap shanes ’nde bulunduğum sıralar ölmek
st yordum. Tek arzum buydu. Rev rde k ay geç r p buraya
nakled ld ğ mde, beden sağlığımın zamanla düzeld ğ n fark ed nce
öfkeyle doldum. Hap sten çıktığım gün nt har etmeye karar verd m.
B r süre sonra bu kötücül ruh hal geçt ; yaşamaya ama b r kralın
morlara büründüğü g b kasvete bürünmeye karar verd m; b r daha
h ç gülümsemeyecekt m; her g rd ğ m ev matem ev ne
döndürecekt m; dostlarımı yanımda ağır ağır, elem ç nde
yürütecekt m; onlara hüznün yaşamın gerçek sırrı olduğunu
öğretecekt m; onları yabancı b r kederle sakatlayacaktım; kend
ıstırabımla harap edecekt m. Artık çok farklı düşünüyorum. Surat
asıp ben görmeye gelen dostlarımı, yakınlıklarını göstermek ç n
benden çok surat asmaya zorlamanın, onları ağırlamak sted ğ mde,
acı otlar ve cenaze yemekler yle dolu b r sofraya sess zce oturmaya
davet etmen n hem nankörlük, hem kabalık olacağını anladım.
Neşel ve mutlu olmayı öğrenmel y m.
Dostlarımla görüşmeme z n ver ld ğ son k z yaret sırasında,
mümkün olduğunca neşel olmaya, ta kentten buraya gel p ben
z yaret etme zahmet ne katlanmalarının karşılığını b raz olsun
vereb lmek ç n neşem göstermeye çalıştım. Çok küçük b r karşılık
bu, b l yorum ama em n m onların en çok hoşuna g den karşılık da
bu. Öncek cumartes günü Robb e’yle b r saat görüştüm ve
görüşmem zden duyduğum gerçek mutluluğu tam olarak fade
etmeye çalıştım. Burada oluşturmakta olduğum düşünce ve
görüşler m n doğru olduğunu da şuradan anlıyorum k , hapse
g rd ğ mden ber lk kez gerçek b r yaşama steğ duyuyorum.
Önümde yapılacak öyle çok şey var k , h ç değ lse b razını
tamamlamadan ölmek, bana müth ş b r trajed g b görünüyor.
“Sanat” ve “hayat”ta, her b r yen b rer mükemmell k b ç m olan
gel şmeler görüyorum. Ben m ç n yen b r dünya kadar anlamlı olan
şey keşfetmeye ömrüm yets n st yorum. Bu yen dünyanın ne
olduğunu b lmek ster m s n? Tahm n edeb l rs n sanırım. İç nde
yaşamakta olduğum dünya.
Yan “keder” ve nsana tüm öğrett kler , ben m yen dünyam.
Esk den tümüyle zevk ç nde yaşardım. Her tür keder ve acıdan
kaçardım. İk s nden de nefret ederd m. Onlardan mümkün olduğunca
kaçınmaya, yan onları b rer kusur g b görmeye kararlıydım. Ben m
hayat programımın parçası değ ld ler. Felsefemde yerler yoktu.
Hayatı tümüyle tanıyan annem, Goethe’n n –anneme yıllar önce
verd ğ b r k tapta Carlyle’ın yazdığı ve sanırım y ne Carlyle’ın
çev rm ş olduğu– şu d zeler n sık sık y nelerd bana:

Ekmeğ n keder ç nde h ç yemem ş,


Gecen n geç saatler n ağlayarak,
Yarını bekleyerek h ç geç rmem ş
Olanlar, tanımaz s z , Ey İlahî Güçler.
Napoléon’un acımasız b r kabalıkla davrandığı soylu Prusya
kral çes n n sürgünde, utanç ç nde söyled ğ d zelerd bunlar;
annem n, hayatının son yıllarında, dertl günler nde söyled ğ
d zelerd ; bu d zelerde saklı muhteşem gerçeğ kabul etmey
kes nl kle reddederd m. Anlayamazdım. Çok y anımsıyorum,
ekmeğ m keder ç nde yemek stemed ğ m , h çb r gecey ağlayarak,
daha da acı b r şafağı bekleyerek geç rmek stemed ğ m söylerd m
anneme, “yazgı” tanrıçalarının bana hazırladığı şeylerden b r n n bu
olduğunu, hatta hayatımın b r yılı boyunca bundan başka pek b r şey
yapmayacağımı h ç aklımdan geç rmem şt m. Ama payıma düşen bu
oldu şte; son b rkaç ayda, korkunç savaşım ve zorluklardan sonra,
ıstırabın ç nde saklı derslerden k m n anlayab ld m. D n adamları ve
dey şler akılsızca kullanan nsanlar, zaman zaman acı çekmekten b r
b l nmez olarak söz eder. Oysa aslında b r keş ft r. İnsan daha önce
h ç fark etmed ğ şeyler fark eder. Tar h n bütününe farklı b r açıdan
yaklaşır. Sanat konusunda çgüdüyle, bell bel rs z sezd kler n ,
z h nsel ve duygusal olarak tam b r görüş açıklığıyla ve mutlak b r
kavrama yoğunluğuyla anlar.
Ş md anlıyorum k nsanın ulaşab leceğ en üstün duygu olan
“keder”, gerçek “sanat”ın hem deal örneğ hem de ölçüsüdür.
Sanatçının sürekl aradığı şey, ruh ve beden n tek vücut olduğu,
dışsalın çsel fade ett ğ , “b ç m” n açıklayıcı olduğu varoluş b ç m d r.
Bu tür varoluş b ç mler b rkaç taneyle sınırlı değ ld r; gençl k ve
gençl ğe eğ len sanatlar b r dönemde b ze örnek olab l r; b r başka
dönemde, çağdaş peyzaj sanatının, zlen m ncel ğ ve duyarlığıyla,
nesneler n b r ruh barındırdığını ma etmes yle, hem toprak ve
havadan, hem s s ve kentten g ys lere bürünmes yle, ruh haller n n,
ton ve renkler n n hastalıklı yakınlığıyla, Grekler n plast k sanatta
mükemmel b ç mde başardığı şey b ze res m alanında sunduğunu
düşüneb l r z. Konunun mutlaka fadede er d ğ ve fadeden
ayrılamadığı müz k, söylemek sted ğ m şey n karmaşık b r örneğ , b r
ç çek, b r çocuk se bas t b r örneğ d r; ne var k keder, hem “hayat”ta
hem de “sanat”ta deal örnekt r. “Sev nç” ve “kahkaha”nın ardında
kaba, sert ve aldırışsız b r yaradılış bulunab l r; ama keder n ardında
hep “keder” vardır. Istırap, “haz”zın ters ne maske takmaz. “Sanatta
gerçek”, özdek f k rle rastlantısal varoluş arasındak b r çakışma
değ ld r; b ç m n gölgeye benzerl ğ ya da aynada yansıyan şekl n,
b ç m n kend s ne benzerl ğ değ ld r; boş b r tepeden dönen yankı
olmadığı g b , ayı aya, Nark ssos’u Nark ssos’a gösteren, vad dek
gümüş pınar da değ ld r. “Sanatta gerçek”, b r şey n kend s yle
bütünlüğüdür; çsel fade eden dışsaldır; c s mleşt r lm ş ruhtur; ruhla
dolu bedend r. Bu nedenle, “keder”le boy ölçüşeb lecek b r gerçek
yoktur. Tek gerçeğ n “keder” olduğunu düşündüğüm zamanlar oluyor.
Başka şeyler gözün ya da heves n yanılgısı, gözü körelten, heves
kaçıran b r yanılgı olab l r; oysa “keder” den dünyalar yaratılmıştır; b r
çocuk ya da yıldız doğarken acı çek l r.
Tüm bunların dışında, “keder”de yoğun, olağanüstü b r gerçekl k
vardır. Kend mle lg l olarak, çağımın sanatı ve kültürüyle s mgesel
l şk ler ç nde olduğumu söylem şt m. Bu sef l yerde ben mle b rl kte
bulunan sef ller arasında tek k ş yok k yaşamın sırrıyla s mgesel
l şk ler ç nde olmasın. Çünkü yaşamın sırrı acı çekmekt r. Her şey n
arkasında saklı olan odur. Yaşamaya başladığımızda b ze hoş gelen
şeyler öyle hoştur, acı gelen şeyler de öyle acıdır k , kaçınılmaz
olarak bütün stekler m z zevke yönelt r, yalnızca “b r- k ay balla
beslenmek” peş nde koşmayıp hayatımız boyunca ağzımıza başka
şey koymamak ster, bu arada ruhumuzun aslında bes ns zl kten
öldüğünün farkına varamayız.
B r keres nde bu konuda, hayatta tanıdığım en güzel nsanlardan
b r yle konuştuğumuzu hatırlıyorum; hem hapse düşmemden önce,
hem de sonra bana tanımı olanaksız b r yakınlık, soylu b r ncel k
gösteren b r kadın; kend s b lmese de, dertler m taşımamda bana
dünyadak herkesten çok yardımcı olmuş b r ; tüm bunları yalnızca
varlığıyla başarmış b r ; kısmen b r deal, kısmen b r etk , nsanın ne
olab leceğ ne b r örnek, aynı zamanda da bu örneğe varmada gerçek
b r yardımcı, sıradan olanı güzelleşt ren, t nsel şeyler güneş kadar,
den z kadar yalınlaştırıp doğallaştıran, “güzell k”le “keder” b rl kte
algılayan ve k s nden aynı anlamı çıkaran b r k ş . Sözünü ett ğ m
konuşmada, çok y hatırlıyorum, Londra’nın b r tek dar sokağında
b le Tanrı’nın nsanı sevmed ğ n göstermeye yetecek kadar acı
olduğunu; küçük b r bahçede, şled ğ ya da şlemed ğ b r suç
yüzünden ağlayan b r çocuğun keder b le olsa keder n bulunduğu
her yerde evren n tüm yüzünün tümüyle bozulduğunu söylem şt m.
Kes nl kle yanılıyordum. Bana yanıldığımı söyled ama ona
nanamıyordum. Böyle b r nanca ulaşılab lecek b r dünyada
değ ld m. Ş md bana öyle gel yor k , dünyada var olan olağanüstü
m ktardak acının tek açıklaması b r tür “sevg ” olab l r. Başka
herhang b r açıklama bulamıyorum. Başka b r açıklaması
olmadığına em n m ve dünyalar gerçekten de ded ğ m g b
“keder”den yaratılmışsa sevg tarafından yaratılmıştır, çünkü uğruna
dünyalar yaratılan nsan “ruh”unun başka b ç mde mükemmel yet n
sınırlarına ulaşması olanaksızdır. Güzel bedene “haz”, güzel ruha
“ıstırap” gerek r.
Bunlara em n olduğumu söylerken sözler mde aşırı b r gurur
yüklü. Tanrı’nın kent , çok uzaklarda, kusursuz b r nc g b görünür. O
kadar har kadır k , b r çocuk, b r yaz gününde oraya ulaşab l rm ş g b
görünür. B r çocuk ulaşab l r gerçekten de. Ama ben ve ben m g b ler
ç n durum bambaşkadır. İnsan b r şey b r anlığına kavrayab l r ama
ardından gelen uzun, ağır saatlerde kaybeder. “Ruhun er şeb ld ğ
yüksekl kler” korumak çok güçtür. Düşüncem z “sonsuzluk”tadır ama
“zaman” ç ndek hareket m z ağırdır; b z hap s yatanlar ç n zamanın
ne kadar yavaş geçt ğ nden, mahkûmun hücres ne, yüreğ n n
hücres ne tekrar tekrar dönüp gelen b tk nl k ve umutsuzluktan, tuhaf
b r ısrarla nsanın peş n bırakmayan bu stenmeyen konuğun, bu
acımasız efend n n, rastlantıyla ya da steyerek köles olunan bu
kölen n gel ş ne, sank ev n süpürür, süsler g b hazırlanmak
gerekt ğ nden b r daha söz açmamın anlamı yok. Şu anda sana
nanması zor gelse de, h ç kuşku yok k özgürlük, aylaklık ve refah
ç nde yaşayan sen, güne d z çöküp hücrem n yerler n s lerek
başlayan benden çok daha kolaylıkla “tevazu” ders alab l rs n.
Çünkü hap shane yaşamının sonsuz sınırlamaları ve kısıtlamaları,
nsanı syankâr kılar. En kötü yanı, nsanın kalb n kırması değ l –
kalpler zaten kırılmak üzere yaratılmıştır– taşlaştırmasıdır. Bazen
nsana öyle gel r k , akşamı get reb lmek ç n küstahlıkla
zırhlanmaktan, küçümsemeyle dudak bükmekten başka yol yoktur.
İsyan hal ndek k ş , k l sen n –doğrusu haklı olarak– pek sevd ğ b r
dey şle, Tanrı’nın lütfuna mazhar olamaz; çünkü syan duygusu ruha
açılan yolları kapatır, gökler n soluğunu dışarıda bırakır. Ne var k ,
bunları öğreneceksem burada öğrenmek zorundayım; defalarca
çamura düşüp s slerde yolumu y t rsem de, ayaklarım doğru
yoldaysa yüzüm “güzel den len kapı”ya dönükse mutlulukla dolmak
zorundayım.
Dante’ye olan sevg mden dolayı bazen “yen yaşamım” adını
verd ğ m bu hayat, kuşkusuz h ç de yen b r hayat değ l, yalnızca
öncek hayatımın gel şen, lerleyen b r devamı. Oxford’da b r
arkadaşıma –mezun yet mden önce b r haz ran sabahı, Magdalen’ n
dar, kuşlarla dolu yollarında gez n rken– dünya bahçes n n tüm
ağaçlarının meyves n tatmak sted ğ m ve dünyaya ruhum bu
tutkuyla dolu olarak adım attığımı söylem şt m. Gerçekten de böyle
atıldım hayata ve öyle yaşadım. Tek hatam, bahçen n bana güneş
ışınlarıyla yaldıza bürünmüş g b görünen tarafındak ağaçlarla
kend m sınırlamam ve ötek tarafından, gölgel , kasvetl olduğu ç n
kaçmamdı. Başarısızlık, yüz karası, yoksulluk, keder, umutsuzluk,
acı, hatta gözyaşı, ıstırabın dudaklarından dökülen kırık dökük
sözler, nsanı d ken üstünde tutan p şmanlık, mahkûm eden v cdan,
cezalandıran kend n alçaltma, p şman eden sefalet, çuvallara
bürünüp kend çk s ne zeh r katan azap ... tüm bunlar korkutuyordu
ben . Onları h ç tanımamaya kararlı olduğum ç n, sırayla heps n
tatmak, onlarla beslenmek, hatta b r süre başka bes n almamak
zorunda kaldım. Zevk ç n yaşamış olmaktan b r an olsun p şmanlık
duymadım. Zevk ç n yaşadımsa sonuna kadar yaşadım, eks ks z
yaşanan her şey g b yaşadım. Tatmadığım zevk kalmadı. Ruhumun
nc s n b r kadeh şarabın ç ne attım. Flüt sesler n n peş nden zevk
ve sefa yolunda koştum. Balla beslend m. Ama aynı hayatı
sürdürmek hatalı olurdu, çünkü ben sınırlardı. Geç p g tmek
zorundaydım. Bahçen n öbür yarısında da ben m ç n bazı sırlar
saklıydı.
Tab sanatımda tüm bunlar önceden örtük olarak
canlandırılmıştı. Bu bölümü Mutlu Prens’ted r; b r bölümü de Genç
Kral’da, özell kle p skoposun d z çökmüş del kanlıya,“Sefalet yaratan
‘O’, senden daha b lge değ l m ?” ded ğ pasajda (yazdığım sırada
ben m ç n b r cümleden pek öteye g tmeyen b r cümle); büyük b r
bölümü Dor an Gray’ n altın kumaşını boydan boya geçen mor b r
pl ğe benzeyen felaket noktasında g zl d r; The Cr t c as Art st’te
rengârenk şlenm şt r; The Soul of Man’de bas tçe, aşırı kolaylıkla
okunab lecek harflerle yazılmıştır; y nelenen mot fler yle Salomé’y b r
besteye dönüştüren ve b r balad hal nde toparlayan nakaratlardan
b r d r; “b r an” yaşayan “haz”ın tunçtan “yansı”sını “sonsuz”a dek
yaşayan “keder”e dönüştürmek zorundak adamın mensur ş r nde
se c s mleşm şt r. Başka türlüsü olamazdı. Yaşamının her anında
nsan, geçm şte olduğu şey, kadar gelecekte olacağı şeyd r. Sanat
b r s mged r, çünkü nsan b r s mged r.
Eğer ona tam anlamıyla ulaşab l rsem, sanat yaşamında
varılab lecek en son nokta bu. Çünkü sanat yaşamı yalnızca kend n
gel şt rmed r. Sanatçıda “tevazu”, tüm deney mler n açıkça
kabullen l ş d r; tıpkı sanatçıda “sevg ”n n, dünyaya beden n ve
ruhunu fşa eden güzell k duygusu olması g b . Mar us the
Ep curean’da (Ep kurosçu Mar us) Pater sanat yaşamını, sözcüğün
der n, hoş ve sade anlamıyla d nsel yaşamla b rleşt rmeye çalışır.
Ama Mar us yalnızca b r sey rc d r; evet, deal b r sey rc d r,
Wordsworth’ün şa r n gerçek amacı olarak tanımladığı “yaşam
göster s n yer nde duygularla seyretmek” yeteneğ ne sah pt r; ama
yalnızca b r sey rc d r, belk de baktığı şey n “keder tapınağı”
olduğunu fark etmeyecek kadar tapınağın güzell ğ ne dalmıştır.
Hazret İsa’nın gerçek yaşamıyla sanatçının gerçek yaşamı arasında
çok daha yakın ve dolaysız b r l şk var bence. Keder, günler me el
koyup ben çarkına bağlamadan çok önce, The Soul of Man’de
Hazret İsa’ya benzer b r yaşam süreb lmek ç n, k ş n n tümüyle ve
yalnızca kend s olması gerekt ğ n yazdığım, ayrıca k ş ler me
yalnızca dağdak çobanla hücres ndek mahkûmu değ l, dünyayı b r
geç t tören g b gören ressamı ve b r şarkı g b d nleyen şa r
ekled ğ m ç n, büyük mutluluk duyuyorum. Par s’te b r kafede
otururken André G de’e şöyle ded ğ m hatırlıyorum: “Metaf z ğe
duyduğum gerçek lg pek az, ‘ahlak’a se tümüyle sıfır, ama
Platon’un ve Hazret İsa’nın her sözü, doğrudan ‘sanat’ ünyasına
aktarılab l r ve orada tam fades n bulur.” Özgün olduğu kadar der n
b r genellemeyd yaptığım.
Klas k ve romant k sanat arasındak gerçek farkı oluşturan ve
Hazret İsa’yı hayatta romant k hareket n müjdec s kılan, k ş l kle
mükemmel yet arasındak yakın l şk Hazret İsa’da mevcut olduğu
g b , Hazret İsa’nın doğasının temel de sanatçının doğasının temel
g b yoğun ve ateşl b r hayal gücüdür. Hazret İsa, sanat alanında
yaratının tek sırrı olan, hayal gücüyle beslenm ş merhamet , nsan
l şk ler alanının tümünde gerçekleşt rm şt r. Cüzamlının cüzamını,
körler n karanlığını, zevk ç n yaşayanların dehşetl zavallılığını,
zeng nler n tuhaf yoksulluğunu anlamıştır. Bana başım dertteyken,
“Tahtından nd ğ nde lg nç değ ls n. B r daha hastalandığında hemen
yanından ayrılacağım,” d ye yazdığın sırada, gerçek sanatçı
k ş l ğ nden çok uzakta, Matthew Arnold’ın dey ş yle “Hazret İsa’nın
sırrı”ndan uzakta olduğun kadar uzakta olduğunu ş md anlıyorsun,
değ l m ? B r başkasının başına gelen her şey n nsanın kend başına
da geld ğ n sana her k s de öğreteb l rd . İster şafakta, ster gece
yarısı, zevk ç n ya da acı ç n okunab lecek b r cümle st yorsan eğer,
ev n n duvarlarına, “Başkasının başına gelen her şey nsanın kend
başına da gel r” cümles n yaz, güneşle yaldızlansın, ay ışığıyla
gümüşlens n; eğer bu cümlen n ne anlama geld ğ n soran olursa
“Hazret İsa’nın yüreğ ve Shakespeare’ n beyn ” anlamına geld ğ n
söyleyeb l rs n.
Hazret İsa’nın yer gerçekten de şa rler n yanındadır. Hazret
İsa’nın bütün “ nsanlık” kavramı, doğrudan hayal gücünden
fışkırmıştır ve ancak hayal gücüyle kavranab l r. Pante st ç n Tanrı ne
d yse Hazret İsa ç n de nsan oydu. Farklı ırkları b r bütün olarak
gören lk nsan, Hazret İsa’ydı. Ondan önce tanrılar ve nsanlar
vardı. Yaşam tepeler nde yalnızca “Tanrı” ve “ nsan” olduğunu
yalnızca o gördü; merhamet n m st s zm aracılığıyla her k s n n de
kend nde c s mleşt ğ n h ssederek, ruh hal ne göre k m zaman
“Tanrı’nın Oğlu” ded kend ne, k m zaman “İnsanoğlu”. Romant zm n
her zaman harekete geç rd ğ merak h ss n , tar htek ötek k ş ler n
heps nden çok Hazret İsa uyandırır b zde. Cel lel genç b r köylünün,
tüm dünyanın yükünü kend omuzlarında taşıyab leceğ n hayal
etmes , ben m ç n hâlâ neredeyse nanılmaz b r düşünce: tüm
yapılanlar ve çek lm ş acılar, yapılacaklar ve çek lecek acılar;
Neron’un, Cesare Borg a’nın, VI. Alexander’ n, “Roma İmparatoru”
ve “Güneş n Rah b ” olan k ş n n günahları; adına “Lejyon” denen ve
mezarlar arasında yaşayanların, ez lm ş ulusların, fabr ka
çocuklarının, hırsızların, hap stek ler n, toplumdışıların, baskı altında
d ls zleşen ve sess zl ğ ancak “Tanrı” tarafından duyulanların acıları.
Üstel k Hazret İsa bu yükü taşımayı hayal etmekle kalmayıp
başarmış da; öyle k , şu anda k ş l ğ yle l şk kuran herkes, onun
m hrabının önünde eğ l p rah b n n önünde d z çökmese de, b r
b ç mde günahlarının ç rk nl kten arındığını fark eder, keder ndek
güzell ğ görür.
Hazret İsa’nın şa rler n katında yer aldığını söylem şt m. Öyled r.
Shelley ve Sophokles onun dostudurlar. Ama aynı zamanda, tüm
yaşamı da ş rler n en güzel d r. Yunan tragedyasının h çb r
dönem nde, “acıma ve korku” açısından ona ulaşab lecek b r yapıt
çıkmamıştır. Kahramanın mutlak saflığı tüm olayı öyle b r romant k
sanat düzey ne yükselt r k , Theba l ler n ve Pelops’un soyunun
acıları, korkunçlukları yüzünden yapıtın dışında kalır; Ar stoteles’ n,
“t yatro” konusundak ncelemes nde, “Suçsuz b r n n acı çekt ğ n
seyretmek katlanılmazdır,” derken ne kadar hatalı olduğunu ortaya
koyar. Dokunaklılığın yalınlığıyla traj k etk n n ulv yet n n b rleşmes
açısından, Hazret İsa’nın çarmıha ger l ş n n son sahnes ne
er şeb lecek, hatta yaklaşab lecek b r örnek, ne merhamet n katı
ustaları A skhylos ve Dante’de ne büyük sanatçıların en saf b ç mde
nsan olanı Shakespeare’de ne de dünya güzell kler n n b r gözyaşı
perdes ardından göster ld ğ , nsan yaşamının b r ç çeğ n ömründen
uzun olmadığı Kelt m tos ve söylenceler n n tümünde bulunab l r.
Dostlarıyla, aralarından b r kend s n sattıktan sonra yed ğ akşam
yemeğ ; ay ışığı vurmuş sess z zeyt nl ktek azap; onu b r öpücükle
ele vermek üzere kend s ne yaklaşan ha n dost; kend s ne hâlâ
nanan, tıpkı b r kaya g b üzer ne “ nsan” ç n “sığınak” nşa etmey
umduğu dostunun 21 şafağı selamlayan lk horoz ötüşüyle onu nkârı;
kend müth ş yalnızlığı, boyun eğ ş ve her şey kabullen ş ; tüm
bunların yanı sıra başkâh n n öfkeyle g ys ler n parçalaması,
kend s n “tar h” n kızıl k ş s hal ne get ren o masum kan lekes nden
arınmak g b boşuna b r umutla Val ’n n 22 su stemes g b sahneler;
tar h n tümünün en muhteşem olaylarından b r olan “keder” n taç
g yme tören ; masum kahramanın, annes n n ve sevd ğ şak rd n n
gözler önünde çarmıha ger l ş ; g ys ler n paylaşmak ç n kumar
oynayan, zar atan askerler; dünyada ölümün en ölümsüz s mges
hal ne gelen korkunç ölümü; tıpkı b r “kral” evladı g b beden Mısır
keten ne bürünmüş, pahalı kokularla zeng n adamın mezarına
gömülüşü ... nsan tüm bunlara yalnızca sanat açısından baktığında,
k l sen n en kutsal tören n n, trajed n n kan dökmeden oynanması,
konuşmalar, kostüm ve hatta jestler aracılığıyla Hazret İsa’nın
“Çarmıha Ger l ş ”n n m st k sahnelen ş olmasından ancak m nnet
duyab l r; ayrıca sanatta başka h çb r örneğ kalmamış Yunan
korosunun ay n sırasında rah be yanıt veren kul b ç m nde yaşamayı
sürdürmes , ben m ç n hep b r memnunluk ve hayret kaynağıdır.
Bununla b rl kte, “keder” ve “güzell k”, anlam ve dışavurum
olarak öyles ne bütünleş r k , Hazret İsa’nın yaşamı, tapınağın
perdes n n yırtılması, dünyaya karanlığın çökmes ve taşın mezarın
kapısına yuvarlanmasıyla son bulduğu halde, yaşamının bütünü b r
d ld r. Hazret İsa akılda hep, kend s n n de ded ğ g b , yanında
arkadaşlarıyla genç b r damat, koyunlarıyla yeş l b r ova ya da ser n
b r pınar arayarak b r vad den geçen b r çoban, Tanrı’nın kent n n
duvarlarını müz kle örmeye çalışan b r şarkıcı, sevg s dünyaya
sığmayan b r sevg l olarak kalır. Muc zeler bana “bahar”ın gel ş
kadar nce, b r o kadar da doğal görünür. Yalnızca varlığıyla ıstırap
ç ndek ruhlara huzur verecek, g ys ler ne, eller ne dokunanlara
acılarını unutturacak kadar büyüley c b r k ş l ğe sah p olduğuna;
hayat yolunda yürürken yanından geç p g denler n, yaşamın
sırlarından habers z nsanların sırlara vâkıf olduklarına ve “zevk”ten
başka her şeye sağır nsanların lk kez “sevg ”n n ses n duyup
“Apollon’un l r kadar müz kal” bulduklarına; o yaklaşınca kötü
tutkuların kaçıp g tt ğ ne ve donuk, hayal gücünden yoksun yaşamları
ölüme benzeyen nsanların onun seslen ş yle sank mezardan
kalktıklarına; o tepede vaaz ver rken yığınların açlığı, susuzluğu ve
bu dünyanın tasalarını unuttuğuna, b rl kte yemek yed ğ dostlarına,
onu d nley nce kötü yemeğ n enfes, suyun güzel şarap g b geld ğ ne
ve çevrey h ntsümbülünün tatlı kokusunun kapladığına nanmak
bana h ç zor gelm yor.
Renan, İsa’nın Hayatı adlı yapıtında –Az z Tomas’a göre İnc l
deneb lecek o zar f Beş nc İnc l’de– Hazret İsa’nın, yaşarken
sev ld ğ kadar öldükten sonra da kend n sevd rm ş olmasının, en
büyük başarısı olduğunu söyler. Yer şa rler n yanıysa bütün
sevg l ler n de önder olduğu, su götürmez b r gerçekt r. B lgeler n
aradığı o bulunamayan dünya sırrının sevg olduğunu ve cüzamlının
yüreğ ne ya da Tanrı’nın ayaklarına ancak sevg yle ulaşılab leceğ n
anlamıştır.
Her şeyden en öneml s , Hazret İsa “b reyc ler” n en büyüğüdür.
Tevazu, tıpkı tüm deney mler n sanatçı tarafından kabullen l ş g b ,
yalnızca b r dışavurum b ç m d r. Hazret İsa’nın hep aradığı şey,
nsanın ruhudur. O buna “Tanrı’nın Krallığı” –ή βασιλεία τοũ θεοũ –
adını ver r ve herkeste onu bulur. Onu küçük şeylerle, m n c k b r
tohumla, b r avuç hamurla, b r nc yle karşılaştırır. Çünkü nsan,
ruhunu ancak tüm yabancı tutkulardan, ed n lm ş kültürden, y ya da
kötü tüm madd varlığından kurtularak anlayab l r. Dünyada Cyr l
har ç h çb r şey m kalmayıncaya kadar, b raz radem n nadıyla ve
epeyce de doğamın syankârlığıyla, her şeye dayandım. Adımı,
konumumu, mutluluğumu, özgürlüğümü ve servet m y t rm şt m. B r
mahkûmdum, yoksuldum. Ama güzel b r şey m vardı y ne de: büyük
oğlum. Ansızın yasalar onu da el mden aldılar. Öyles ne yıkıcı b r
darbeyd k bu, ne yapacağımı b lemeyerek d züstü çöktüm, başımı
önüme eğd m, ağladım ve, “B r çocuğun beden Hazret İsa’nın
beden g b d r; k s ne de layık değ l m,” ded m. Ben kurtaran o an
oldu sank . Ben m ç n tek kurtuluşun, her şey kabullenmek olduğunu
anladım o zaman. O zamandan ber –kuşkusuz sana tuhaf gelecek
ama– daha mutluyum.
Ruhumun n ha özüne ulaşmıştım. B rçok yönden düşmanı
olmuştum onun ama b r dost g b ben bekler buldum. İnsan, ruhuyla
l şk kurunca, b r çocuk kadar yalın oluyor, Hazret İsa’nın öğütled ğ
g b tıpkı. Ölmeden önce “ruhuna sah p olan” nsanların sayısı, traj k
denecek kadar azdır. “İnsanda en ender rastlanan şey, kend ne a t
b r davranıştır,” der Emerson. Büyük ölçüde doğrudur da. İnsanların
çoğu, başka nsanlardır aslında. Düşünceler b r başkasının f k rler ,
hayatları b r takl t, tutkuları b rer alıntıdır. Hazret İsa “b reyc ler” n en
büyüğü olduğu g b , lk yd de. Onu on dokuzuncu yüzyılın korkunç
f lantrop stler ne benzer, sıradan b r “f lantrop st” g b göstermeye
çalışanlar, b l mden uzak, duygusal k ş ler n katında b r “altru st”
olarak değerlend renler olmuştur. Aslında o ne b r ne de ötek yd .
Acıma duygusuna sah pt r elbette, yoksullara, hap slere
kapatılanlara, ayaktakımına, zavallılara acır; ama zeng nlere, katı
Hedon stlere, eşyanın köles olup özgürlükler n boşa harcayanlara,
yumuşak elb seler g y p saraylarda oturanlara çok daha fazla acır.
Onun gözünde “zeng nl k” ve “zevk”, “yoksulluk” ve kederden daha
büyük trajed lerd r. Altru zme gel nce; b z raden n değ l, eylem n
bel rled ğ n ve d kenden üzüm, deved ken nden nc r
toplanamayacağını ondan y k m b leb l rd ? Başkaları ç n yaşamayı
bel rl ve b l nçl b r amaç hal ne get rmek değ ld onun nancı.
İnancının temel bu değ ld . “Düşmanlarını affet,” ded ğ nde, bunu
düşmanın y l ğ ç n değ l, nsanın kend y l ğ ç n ve “sevg ”,
“nefret”ten daha güzel olduğu ç n söyler. Görür görmez sevd ğ
del kanlıya, “Bütün varlığını sat ve yoksullara bağışla,” d ye
yalvardığında, yoksulların durumunu değ l, del kanlının ruhunu,
servet n sakatladığı o güzel m ruhu düşünmekted r. Yaşama bakışı,
sanatçının yaşama bakışıyla aynıdır: Alıçlar nasıl baharda açmak
zorundaysa mısırlar hasat zamanı altına dönmek zorundaysa ay
düzenl gez nt ler sırasında h lalden dolunaya, dolunaydan h lale
dönüşmek zorundaysa kend n mükemmelleşt rmen n kaçınılmaz
yasası da şa r n d zeler söylemes n , heykeltıraşın bronzla
düşünmes n , ressamın dünyayı kend ruh haller n n b r aynasına
dönüştürmes n gerekt r r. Ne var k , Hazret İsa nsanlara, “Başkaları
ç n yaşayın,” demed ğ halde, başkalarının yaşamıyla nsanın kend
yaşamı arasında b r fark olmadığını söylem şt r. Böylece nsana
gen şlet lm ş b r T tan k ş l ğ kazandırmıştır. Hazret İsa’dan sonra tek
tek her b rey n öyküsü dünyanın tar h olmuştur ya da dünyanın
tar h ne dönüştürüleb l r. H ç kuşku yok k , kültür de nsanın k ş l ğ n
yoğunlaştırmıştır. Sanat b z çok-z h nl hale get rm şt r. Sanatçı
k ş l ğ ne sah p olanlar, Dante’yle b rl kte sürgün olup başkalarının
ekmeğ n n ne kadar acı, basamaklarının ne kadar d k olduğunu
öğren r; b r an ç n Goethe’n n sükûnet n , huzurunu kavrar ama
Baudela re’ n Tanrı’ya yakarışının neden n de çok y b l rler:

O Se gneur, donnez-mo la force et le courage


De contempler mon corps et mon coeur sans dégoût. 23
Shakespeare’ n soneler nden, kend zararlarına da olsa,
sevg s n n sırrını bulup çıkarır, ben mserler. Chop n’ n
noktürnler nden b r n d nled kler ya da Yunan eserler ne
dokundukları ya da ölü b r erkeğ n, saçları altın tellere, dudakları
nara benzer ölü b r kadına duyduğu tutkunun öyküsünü okudukları
ç n modern yaşama yen b r gözle bakarlar. Ama sanatçı k ş l ğ ,
mutlaka fades n bulmuş olan şeylere yakınlık duyar. Sanatçı ve
mesajı, sözcükler ya da renklerle, müz kte ya da mermerde, b r
A skhylos oyununun boyalı masklarının ardında ya da S c lyalı b r
çobanın del kl , boğumlu kavalı aracılığıyla ortaya konulmuş
olmalıdır.
Sanatçı ç n, yaşamı algılamanın tek b ç m faded r. Onun
gözünde d ls z olan şey, ölüdür. Ama Hazret İsa ç n öyle değ ld r.
İnsanı neredeyse dehşete düşüren gen ş ve meraklı b r hayal
gücüyle, sess z, d ls z ıstırap dünyasını kend krallığı lan etm ş ve
sonsuza dek bu dünyanın sözcüsü olmuştur. Kend ne kardeş olarak,
sözünü ett ğ m k ş ler , baskı altında d ls z kalan, “sess zl kler ancak
Tanrı tarafından ş t len” k ş ler seçm şt r. Körler n gözü, sağırların
kulağı, d ller bağlananların dudaklarındak çığlık olmaya çalışmıştır.
İsteğ , b r mırıltı bulamayan on b nler ç n “gökyüzü”ne
duyurab lecekler b r borazan olmaktır. “Keder” ve “acı”yı, “güzell k”
kavramını gerçekleşt reb lecek b ç mler olarak algılayan b r sanatçı
ruhuyla, Hazret İsa b r düşüncen n ancak c s mleşt ğ nde,
mgeleşt ğ nde değer kazanacağını h ssetm ş, kend s n “keder”ler n
mges hal ne get rm ş ve böylece h çb r Yunan tanrısının
başaramadığı ölçüde “sanat”ı egemenl ğ ne almış, büyülem şt r.
Aslında Yunan tanrıları, güzel, çev k uzuvlarından sanıldığı g b
saf, tem z, kanlı canlı yaratıklar değ ld ler. Apollon’un yay kaşları,
şafak vakt dağın tepes ndek güneş , ayaklarıysa sabah vakt n n
kanatlarını andırırdı, ama Marsyas’a acımasızca davranmış, N obe’y
çocuksuz bırakmıştı; Pallas’ın 24 çel k kalkanında Arakhne’ye karşı
h ç merhamet olmamıştı; Hera’nın tek soylu yanı, görkem ve
tavuskuşlarıydı; “Tanrıların babası” Zeus’a gel nce; o da nsan
kızlarına fazlasıyla düşkündü. Yunan m toloj s n n k der n,
düşündürücü k ş s , d nde, Olymposlulardan olmayan toprak tanrıçası
Demeter ve sanatta, oğlunu doğururken can veren ölümlü b r kadının
evladı olan D onysos’tu.
Ama “yaşam”ın, en aşağı, en alçakgönüllü tabakasından b zzat
yarattığı can, Proserp na’nın annes nden, Semele’n n oğlundan çok
daha olağanüstüydü. Nasıra’dak marangoz dükkânından çıkan, m t
ve söylenceler n yaratamadığı sonsuzluktak yüce k ş l k, ne tuhaftır
k , şarabın m st k anlamını ve kırzambaklarının gerçek güzell ğ n ,
K tha ron’da, Enna’da k msen n beceremed ğ b ç mde dünyanın
gözler önüne serecekt . Yeşaya’nın sözler ; “İnsanlarca hor görüldü,
yapayalnız bırakıldı. Acılar adamıydı, hastalığı yakından tanıdı.
İnsanların yüz çev rd ğ b r g b hor görüldü. Ona değer vermed k.” 25
Hazret İsa’ya sank kend s n n hayal g b gelm ş ve kehanet Hazret
İsa’yla gerçekleşm şt . Bu tür b r dey şten korkmamalıyız. Her sanat
eser , b r kehanet n gerçekleşmes d r. Çünkü her sanat eser b r
düşüncen n mgeye dönüştürülmes d r. Her nsan, b r kehanet n
gerçekleşmes olmalıdır. Çünkü her nsan b r deal n gerçekleşmes
olmalıdır, ster Tanrı, ster nsan gözünde. Hazret İsa bu deal bulup
gerçekleşt rd . Bab l ya da Kudüs’te Verg l us g b b r şa r n düşü
yüzyıllar sonra, dünyanın bekled ğ k ş de c s mleşt . “Onun görünüşü
nsanınk nden ve b ç m adamoğullarınınk nden o kadar bozulmuştu.”
Bunlar Yeşaya tarafından yen deal n ayırıcı özell kler olarak
n telend r l r; “sanat” bunun anlamını kavradığı anda, daha önce h ç
olmadığı b ç mde “sanat”ta gerçeğ ortaya koyan k ş n n huzurunda
b r ç çek g b açıldı. Sanatta gerçek, daha önce de ded ğ m g b ,
“dışsalın çsel fade ett ğ , ruhun beden bulduğu ve beden n ruhla
dolduğu, ‘b ç m’ n açıklayıcı olduğu” durum değ l m d r?
Ben m ç n, tar h n en esef ver c olaylarından b r , Chartres
Katedral ’n , Arthur söylenceler d z s n , Ass s l Az z Francesco’nun
hayatını, G otto’nun sanatını ve Dante’n n İlah Komedya’sını yaratan
Hazret İsa’nın yen den doğuşunun, kend ç zg s nde gel şmes ne z n
ver lmeyerek b ze Petrarca’yı, Raffaello’nun freskler n , Pallad o’nun
m mar s n , Klas k Fransız trajed s n , San P etro Katedral ’n , Pope’un
ş r n , yan dışarıdan ve ölü kurallarla yapılan, ruhtan kaynaklanıp
çten fışkırmayan her şey verm ş olan durgun, klas k Rönesans
tarafından bozulmuş olmasıdır. Ancak “sanat”ta romant k hareket n
olduğu her yerde b r b ç mde Hazret İsa ya da Hazret İsa’nın ruhu
yatmaktadır. Hazret İsa Romeo ve Jul et’te, Kış Masalı’nda,
Provence ş r nde, “The Anc ent Mar ner” da, “La Belle Dame sans
Merc ”de, Chatterton’ın “Ballad of Char ty”s nde mevcuttur. Çok
çeş tl şeyler ve k ş ler ona borçluyuz. Hugo’ nun Sef ller’ ,
Baudela re’ n Kötülük Ç çekler , Rus romanlarındak merhamet tınısı,
Burne-Jones’un ve Morr s’ n v trayları, halıları ve XV. yüzyıl İtalyan
sanatı, Verla ne ve Verla ne’ n ş rler ona a tt r. Tıpkı G otto’nun
kules , Lancelot ve Gu nevere, Tannhäuser, M chelangelo’nun dertl ,
romant k mermerler , kemerl m mar , çocuk ve ç çek sevg s g b .
Gerçekten de hem çocuğa hem de ç çeğe klas k sanatta o kadar az
yer vardı k , ne gel şeb l r ne oynayab l rlerd ; ama XII. yüzyıldan
günümüze, sürekl olarak sanatta kend ler n gösterd ler; çeş tl
b ç mlerde ve çeş tl zamanlarda, çocuklara ve ç çeklere yaraşır
b ç mde, akıllarına est kçe göründüler. Bahar nsana hep sank
ç çekler önceden saklanıyormuş da yet şk n nsanlar onları
aramaktan sıkılıp vazgeçmes nler d ye güneşe çıkmışlar g b gel r; b r
çocuğun hayatıysa nerg s ç n hem yağmur, hem de güneş olan b r
“n san” gününden farksızdır.
Hazret İsa’yı romant zm n heyecanla çarpan yüreğ hal ne
get ren, kend k ş l ğ n n hayalperestl ğ d r. Ş rsel t yatro ve baladların
tuhaf k ş ler başkalarının hayal gücü tarafından yaratılır, oysa
Nasıralı İsa, kend s n tümüyle kend hayal nden yaratmıştır.
İşaya’nın sözler n n Hazret İsa’nın gel ş yle lg s , bülbülün ötüşünün
ayın doğuşuyla lg s nden fazla değ ld r ... daha fazla değ ld r ama
belk daha az da değ ld r. Hazret İsa, kehanet n hem doğrulanması
hem de yadsınmasıydı. Yer ne get rd ğ beklent ler kadar beklent y
de yıkmıştır. Bacon her güzell kte “b r orantı tuhaflığı” bulunduğunu
söyler; Hazret İsa da ruhtan doğanları, yan kend s g b d nam k b r
güç olanları “d led ğ yerde esen, nereden geld ğ n , nereye g tt ğ n
k msen n b lmed ğ ” rüzgâra benzet r. Sanatçıların gözünde öyles ne
büyüley c olmasının neden de budur. Yaşamın tüm renk unsurları
vardır onda: g z, tuhaflık, dokunaklılık, telk n, mutluluk, sevg . Meraklı
yaradılışlara seslen r ve anlaşılması ç n şart olan ruh hal n yaratır.
Ben m ç n, Hazret İsa “tümüyle hayal gücünden” se dünyanın
da aynı özden oluştuğunu anımsamak b r mutluluk kaynağı. Dor an
Gray’ n Portres ’nden dünyanın büyük günahlarının bey nde
şlend ğ n söylem şt m ama zaten her şey bey nde olup b ter.
Gözler m zle görmed ğ m z , kulaklarımızla ş tmed ğ m z artık
b l yoruz. Bunlar yalnızca, duyu- zlen mler n n let lmes ç n, yeterl ya
da yeters z b rtakım kanallar. Gel nc k bey nde kırmızıdır, elma
bey nde kokar, tarlakuşu bey nde öter.
Son zamanlarda Hazret İsa’ya l şk n dört mensur ş r üzer ne
çalışmaktayım. Noel’de b r Yunanca İnc l ed nmey başardım; her
sabah, hücrem tem zley p teneke kaplarımı parlattıktan sonra
İnc l’den b r bölüm, sıradan seçt ğ m on kıta okuyorum. Güne
başlamak ç n çok hoş b r yol. Sen de, çalkantılı, d s pl ns z hayatında
aynı şey yapsan çok y olurdu. Düşünemeyeceğ n kadar y gel rd ,
üstel k Yunancası bas t. Yerl yers z, sürekl y nelemeler, İnc l’ n
na fl ğ n , tazel ğ n , yalın romant k güzell ğ n b z m ç n öldürdü.
D zeler aşırı sık ve aşırı kötü duyuyoruz; her tür y neleme, t nsell ğe
aykırıdır. İnsan Yunancasına döndüğünde, dar ve karanlık b r evden
zambaklarla dolu b r bahçeye çıkmış g b oluyor.
Büyük olasılıkla Hazret İsa’nın kullandığı dey şler n ta kend ler n
( p ss ma verba) okuyor olduğum düşünces , aldığım zevk k katına
çıkarıyor. Hazret İsa’nın Aramca konuştuğu varsayılırdı hep. Renan
b le böyle düşünüyordu. Ama artık, Cel le köylüler n n, günümüzün
İrlanda köylüler g b k anad ller bulunduğunu ve F l st n’ n, hatta
Doğu dünyasının her yer nde Yunancanın günlük konuşma d l
olduğunu b l yoruz. Hazret İsa’nın sözler n yalnızca b r çev r den
çev r aracılığıyla b l yor olmamız düşünces , h çb r zaman hoşuma
g tmem şt r. H ç değ lse konuşmalar açısından Karneades’ n
d nleyeb leceğ , Sokrates’ n tartışab leceğ ve Platon’un
anlayab leceğ b r k ş olduğunu; gerçekten ελώ ε µι ò ποιµήν
óκακóς 26 ded ğ n ; kırzambaklarını, onların ne çalıştıklarını, ne de
pl k eğ rd kler n anlatırken tam fades n n καταµάθετε τα κρίνα τοũ
ἀγροũ, πως αύζἀνει ού κοπιã ούδέ νήθει 27 olduğunu; “Hayatım sona
erd , hedef ne ulaştı, tamamlandı,” d ye bağırdığında son sözünün
tam Yuhanna’nın ded ğ g b yalnızca τετέλεσται 28 olduğunu
düşündüğüm zaman ç m b r sev nç kaplıyor.
İnc l’ –özell kle de Az z Yuhanna’nın ya da onun adını ve
hırkasını almış lk Gnost klerden b r n n İnc l ’n – okuduğumda hayal
gücünün, t nsel ve maddesel her yaşamın temel olarak sürekl
vurgulandığını fark ed yorum; ama şunu da fark ed yorum k , Hazret
İsa ç n hayal gücü yalnızca b r sevg b ç m yd ve “sevg ” de
sözcüğün tam anlamıyla “Tanrı”ydı. Yaklaşık altı hafta önce “doktor”
hap shanen n kaba, esmer ekmeğ yer ne beyaz ekmek yememe z n
verd . Çok lezzetl b r şey. Kuru ekmeğ herhang b r n n çok lezzetl
bulması sana tuhaf gelecekt r. Em n ol, bana öyle lezzetl gel yor k ,
her yemeğ n sonunda, teneke kabımda kalan, masayı k rletmemek
ç n örtü yer ne kullandığımız kaba bez n üzer ne düşen kırıntıları tek
tek y yorum; açlıktan değ l –artık yeter nce yemek ver l yor– bana
ver lenlerden h çb r şey z yan olmasın d ye. Sevg ye de böyle
bakmalı nsan.
Hazret İsa, bütün büyüley c k ş ler g b , yalnızca güzel şeyler
söyleme gücüne değ l, başkalarına da güzel şeyler söyletme gücüne
sah pt . Az z Markos’un anlattığı Yunanlı kadın –λυνή Ελλην ς–
öyküsünü çok sever m: Hazret İsa nancını sınamak ç n, İsra l
çocuklarının ekmeğ n ona veremeyeceğ n söyley nce, kadın
masanın altındak küçük köpekler n –κυνάρια– çocukların düşürdüğü
kırıntıları yed kler yanıtını ver r. Çoğu nsan sevg ve takd r “ ç n”
yaşar. Oysa sevg ve takd r “sayes nde” yaşamamız gerek r. B ze
sevg göster ld ğ nde, aslında buna layık olmadığımızı
unutmamalıyız. K mse sev lmeye layık değ ld r. Tanrı’nın nsanı
sevmes , dealler n lahî düzen nde, sonsuz sevg n n sonsuza dek
değers z şeylere göster leceğ n n yazılı olduğunu kanıtlar. Eğer bu
sana acı geld yse şöyle de d yeb l r z: Herkes sevg ye layıktır, layık
olduğunu düşünenler dışında. Sevg , d z çökülerek yapılan b r
ay nd r; sevg y alan k ş n n d l nde ve yüreğ nde Dom ne, non sum
d gnus 29 sözler olmalıdır. Sen n ara sıra bunu düşünmen çok
sterd m. Öyle ht yacın var k .
B r daha, sanat eser yaratmak anlamında yazarsam,
düşünceler m fade etmey ve fade olarak da kullanmayı sted ğ m k
konu var yalnızca: B r “hayatta romant k akımın müjdec s olarak
Hazret İsa”, öbürü de “sanat yaşamının davranışla l şk s ”.
Kuşkusuz lk son derece büyüley c b r konu, çünkü Hazret İsa’da
yalnız deal romant k k ş l k örneğ n n esaslarını değ l, aynı zamanda
romant k yaradılışın kusurlarını, hatta d rengenl ğ n buluyorum.
İnsanlara “ç çekler g b ” yaşamaları gerekt ğ n lk söyleyen, Hazret
İsa’ydı. Bu fadey o yerleşt rd . İnsanlara örnek olarak çocukları
seçt . Onları büyükler ne örnek gösterd ; ben de çocukların en büyük
yararının bu olduğunu düşünmüşümdür hep, eğer mükemmel olan
şey n b r yararı olduğu söyleneb l rse. Dante, Tanrı’nın el nden çıkan
nsan ruhunu, “küçük b r çocuk g b ağlayıp gülerek,” d ye tanımlar;
Hazret İsa da her nsanın ruhunun “a gu sa d fanc ulla, che
p angendo e r dendo pargolegg a” 30 olması gerekt ğ n anlamıştı.
Yaşamın, değ şken, akışkan ve faal olduğunu, onun herhang b r
kl şeye dönüşmes ne z n vermen n ölüm olduğunu düşünüyordu.
İnsanların maddesel, günlük çıkarları fazla c dd ye almamaları
gerekt ğ n ; prat k olmamanın çok y b r şey olduğunu; nsanın şle
fazla uğraşmaması gerekt ğ n anlamıştı. “Kuşlar bunu yapmıyorsa
nsan n ç n yapsın”, “Yarını düşünme. ‘Ruh’ yalnızca ten m d r?
‘Beden’ yalnızca g ys m d r?” sözler çok hoştur. B r Yunanlı son
cümley söylem ş olab l rd . Yunanlılara özgü duygularla dolu b r
cümle. Ama her k s n b rden söyleyerek hayatı b ze mükemmel
b ç mde özetleyen, ancak Hazret İsa olab l rd .
Hazret İsa’nın ahlakı, tam olması gerekt ğ g b , merhametten
oluşur. Hayattak tek cümles , “Günahları bağışlandı, çünkü o çok
sevd ” olsaydı b le, bu cümley söylem ş olmak ç n, ölmeye değerd .
Hazret İsa’nın adalet , tam olması gerekt ğ g b , ş rsel adalett r.
D lenc , mutsuz yaşadığı ç n cennete g der. Cennete gönder lmes
ç n daha y b r neden düşünem yorum. Akşam ser nl ğ nde bağda b r
saat çalışanlar, bütün gün güneş n altında aynı şte d d nenler kadar
ödüllend r l r. N ç n ödüllend r lmes nler? Herhalde k mse b r şey hak
etm yordu. Belk de onlar farklı nsanlardı. Hazret İsa’nın, nsanı
nesne yer ne koyan, dolayısıyla da sank k mse k mseye, hatta h çb r
nesne b r başkasına benzeyeb l rm ş g b , herkese eş t davranan
sıkıcı, cansız, mekan k s stemlere tahammülü yoktu. Hazret İsa ç n
kural yoktu; yalnızca st snalar vardı.
Romant k sanatın temel dayanağı olan şey, onun ç n gerçek
hayatın temel yd . Başka b r temel tanımıyordu. Kend s ne günah
şlerken yakaladıkları b r kadını get r p kadınla lg l yasada yazılı
kararı göstererek ne yapılacağını sorduklarında, Hazret İsa onları
duymamış g b parmağıyla yere yazılar yazmış, sonra ısrarla
üsteled kler nde başını kaldırıp, “Aranızda h ç günah şlemem ş olan,
kadına lk taşı atsın,” dem şt . Bunu söylem ş olmak ç n, yaşamaya
değerd .
Bütün şa r ruhlular g b , Hazret İsa da cah ller severd . Cah l
k ş n n ruhunda her zaman büyük b r f kre yer olduğunu b l rd . Ama
aptal nsanlara, özell kle de eğ t mle aptallaşmış olanlara tahammülü
yoktu; tek n b le anlayamadıkları düşüncelerle dolu, özell kle de
çağımızda çok rastlanan bu nsan t p n Hazret İsa, “Tanrı’nın
Krallığı”nın kapısını açab lecek b lg anahtarına sah p olup da kend s
kullanamayan, başkalarının da kullanmasına z n vermeyen nsan,
d ye tanımlayarak özetlem şt r. Hazret İsa’nın esas savaşımı,
F l st lere karşıydı. Aydınlığın tüm çocukları da bu savaşımı
sürdürmel d rler. F l st l k, Hazret İsa’nın yaşadığı çağ ve toplumda
zamanın ruhuydu. Hazret İsa’nın dönem ndek Kudüslü Yahud ,
düşüncelere ulaşamaması, donuk saygıdeğerl ğ , can sıkıcı
ortodoksluğu, bayağı başarıya tapınışı, yaşamın kaba maddesel
yanına tümüyle kend n kaptırması ve kend ne gülünç derecede
önem vermes yle, günümüzün İng l z F l st s n n tam karşılığıydı.
Hazret İsa, saygınlığın “mermer lah t”ler yle alay ett , bu dey ş
sonsuza dek d le yerleşt rd . Dünyasal başarıyı kes nl kle nefret
ed lecek b r şey olarak ele aldı. Ona h ç değer vermed . Zeng nl ğe,
nsan ç n b r yük gözüyle baktı. Yaşamın herhang b r düşünce ya da
ahlak s stem ne feda ed lmes ne kes nl kle karşıydı. B ç m ve
törenler n nsan ç n yaratıldığına, nsanın b ç m ve törenler ç n
yaratılmadığına d kkat çekt . Cumartes ler kutsal d nlenme günü
kabul etmey , h çe sayılacak şeylere en y örnek d ye gösterd . Orta
sınıf anlayışının pek düşkün olduğu soğuk hayırseverl kler , göster şl
yardımları, sıkıcı b ç mc l ğ acımasız b r küçümsemeyle teşh r ett .
B z m ç n ortodoksluk den len şey, kolay, aptalca b r kabullenmed r;
oysa onlar ç n, onların el nde, korkunç, felce uğratan b r baskıydı.
Hazret İsa bunu yıkıp geçt . Yalnızca ruhun b r değer taşıdığını
gösterd . Onlara sürekl olarak Hazret Musa’nın Beş K tabı’yla
Kâh nler K tabı’nı okudukları halde, her k s n n anlamı hakkında da
en ufak b r f k rler olmadığını göstermekten büyük zevk alırdı.
Naney , sedefotunu böler g b her günü önceden bel rlenm ş sab t,
rut n görevlere ayırmalarına karşı çıkarak, tümüyle anlık yaşamanın
müth ş önem n vaaz ederd .
Günahlarından kurtardığı nsanlar, yalnızca yaşamlarındak
güzel anlar uğruna kurtarılmışlardır. Mecdell Meryem, Hazret İsa’yı
gördüğünde, yed âşığından b r n n kend s ne verd ğ değerl
kaymaktaşından vazoyu kırar, güzel kokulu esansları Hazret İsa’nın
yorgun, tozlu ayaklarına boşaltır ve bu b r an uğruna, ebed yen
“Cennet gülü”nün kar beyazı büklümler arasında Rut ve Beatr ce’ n
yanında yer alır. Hazret İsa’nın küçük b r uyarı anlamında b ze
söyled ğ tek şey, “her” ânın güzel olması gerekt ğ , ruhun “her
zaman damat”ın gel ş ne hazır olması, “her” zaman “sevg l ”n n ses n
beklemes gerekt ğ d r. F l st l k nsan yapısının hayal gücüyle
aydınlatılmamış yanıdır; Hazret İsa, yaşamın tüm güzel etk ler n
“ışık” b ç mler olarak görür; hayal gücünün kend s dünya ışığıdır, τò
φως του κοσµου; dünyayı yaratan odur ama dünya onu anlayamaz;
çünkü hayal gücü “sevg ”n n dışavurumudur ve b r nsanı öbüründen
ayıran, sevg ve sevme yeteneğ d r.
Ama Hazret İsa’nın en romant k, yan en gerçek olduğu anlar,
“günahkârlar”a değ nd ğ anlardır. Dünya, az zler her zaman,
Tanrı’nın mükemmell ğ ne mümkün olduğunca yaklaştıkları ç n
sevm şt . Hazret İsa, tanrısal b r çgüdüyle, günahkârları, her zaman,
nsanın mükemmell ğ ne mümkün olduğunca yaklaştıkları ç n
sevm şt r sank . Onun en büyük arzusu ne nsanları değ şt rmek ne
de acıyı ortadan kaldırmaktı. İlg nç b r hırsızı sıkıcı, dürüst b r adama
dönüştürmek değ ld amacı. Mahkûmlara Yardım Derneğ ’n ve bu tür
ötek çağdaş hareketler görse pek c dd ye almazdı. B r
meyhanec n n k yüzlü b r Fer s ’ye dönüşmes ona h ç de büyük b r
başarı g b gelmezd . Ne var k o, dünyanın henüz anlayamadığı b r
b ç mde, günahı ve acı çekmey , kend başlarına güzel, kutsal şeyler
olarak, mükemmell k b ç mler olarak algılamıştı. Bu, çok tehl kel b r
düşünce g b gel yor kulağa. Gerçekten de öyle. Tüm yüce f k rler
tehl kel d r. Hazret İsa’nın nancının bu olduğu konusunda kuşkuya
yer yoktur. Gerçek nancın bu olduğundan da ben kuşku
duymuyorum.
Tab k günahkâr p şman olmalıdır. Pek neden? Çünkü ne
yaptığını ancak böylel kle anlayab l r. P şmanlık ânı başlangıç ânıdır.
Hatta daha da fazlasıdır. İnsanın geçm ş n değ şt rmes n sağlar.
Yunanlılar bunun olanaksız olduğunu düşünürlerd . B rer vec ze olan
afor zmalarında, “Tanrılar b le geçm ş değ şt remez,” derlerd . Hazret
İsa en sıradan günahkârın b le bunu yapab leceğ n gösterd .
Yapab leceğ tek şey n bu olduğunu gösterd . Kend s ne sorulsa
em n m Hazret İsa şöyle derd : M rasyed d z çöküp ağladığı anda,
servet n fah şelere yed rm ş, sonra da domuz besley p domuzların
yed ğ mısır yapraklarında gözü kalmış olmasını, yaşamının güzel ve
kutsal olaylarına dönüştürmüş olur. Çoğu nsan ç n kavranması zor
b r düşünced r bu. Sanırım anlamak ç n hapse g rmek gerek yor.
Eğer öyleyse hapse g rmeye değeb l r.
Hazret İsa’nın son derece kend ne özgü b r yanı var. Tab k ,
şafak sökmeden önce sahte şafaklar olduğu g b , akıllı ç ğdem
kandırıp zamanından önce altınını savurtacak, aptal b r kuşa, d ş s n
çıplak dallara yuva kurması ç n çağırtacak kadar parlak b r güneşle
ışıldayan kış günler olduğu g b , Hazret İsa’dan önce de
Hır st yanlar vardı. Bunun ç n m nnettar olmalıyız. Ne yazık k ,
Hazret İsa’dan sonra Hır st yan çıkmamıştır. Tek st sna tanıyorum:
Ass s l Az z Francesco. Ne var k , Tanrı ona doğuştan b r şa r ruhu
verm şt , kend s de oldukça genç yaşta m st k b r evl l k yaparak
“yoksulluk”u kend ne eş olarak seçm şt ; b r şa r n ruhuna ve b r
d lenc n n beden ne sah p olduğundan, mükemmele ulaşan yol, ona
zor gelmed . Hazret İsa’yı anladı ve onun g b oldu. Az z
Francesco’nun yaşamının gerçek Im tat o Chr st 31 olduğunu
öğrenmek ç n L ber Conform tatum’a 32 ht yacımız yok. Onun
yaşamı öyle b r ş rd r k , bu adı taşıyan k tap onunla
karşılaştırıldığında düzyazıdır. Gerçekten de son tahl lde Hazret
İsa’nın en büyük caz bes budur. Kend s de tıpkı b r sanat eser
g b d r. Aslında nsana h çb r şey öğretmez ama onunla karşı karşıya
gel nce nsan b r yere varır. Ve herkes n onunla karşı karşıya
geleceğ önceden bel rlenm şt r. Herkes hayatında en az b r kez,
Hazret İsa’yla b rl kte Emmaus’a 33 yürür.
Ötek konuya, sanat yaşamının davranışla l şk s ne gel nce; bu
konuyu seçmem, kuşkusuz sana tuhaf gelecekt r. İnsanlar
parmaklarıyla Read ng Hap shanes ’n göster p, “İşte sanat yaşamı
buraya get r yor nsanı,” d yorlar. Daha kötü yerlere de götüreb l rd .
Yaşama, mal tedb rler n d kkatle hesaplanmasına dayanan kurnazca
b r spekülasyon gözüyle bakan mekan k k ş ler, her zaman nereye
g tt kler n b l r ve oraya g derler. Zangoç olma steğ yle hayata başlar
ve hang konuma yerleşt r l rlerse yerleşt r ls nler, “zangoç” olmayı ve
daha öteye g tmemey başarırlar. Kend s nden ayrı b r , parlamento
üyes , başarılı b r bakkal, öneml b r avukat, b r yargıç ya da buna
benzer sıkıcı b r şey olmayı steyen adam mutlaka bunu başarır. Bu,
onun cezasıdır. Maske sah b olmak steyenler maskeler n takmak
zorundadırlar.
Ama yaşamın d nam k güçler ve bu d nam k güçler n beden
bulduğu k ş ler ç n, durum farklıdır. Tüm stekler , kend ler n
anlamaya yönel k olanlar h çb r zaman nereye g tt kler n b lmezler.
B lemezler. Sözcüğün b r anlamında, tab k Yunanlı kâh n n de
ded ğ g b nsan kend n b lmel d r. B lg n n lk aşaması budur. Ama
“b lgel k” n ulaşab leceğ en üst aşama, nsan ruhunun b l nmez
olduğunun kavranmasıdır. Son b l nmez, nsanın kend s d r. İnsan
güneş teraz ye koyup tarttıktan, ayı adım adım ölçtükten, yed kat
göğün yıldız yıldız har tasını çıkardıktan sonra b le, ger ye kend s
kalır. Kend ruhunun yörünges n k m hesaplayab l r? K ş’ n oğlu
babasının eşekler n aramaya g derken b r az z n beyaz vaft z
g ys ler yle taç g yd rmek üzere kend s n bekled ğ n ve kend
ruhunun ş md den b r “kralın ruhu” olduğunu b lm yordu.
Yaşamının sonunda, “Evet, şte sanat yaşamı nsanı buraya
get r r,” d yeb leceğ m n tel kte b r eser üreteb lecek kadar yaşamayı
umuyorum. Ben m karşılaştığım en mükemmel k hayat, Verla ne’ n
ve Prens Kropotk n’ n hayatlarıdır; her k s de hap ste yıllar geç rm ş
k ş lerd r; b r Dante’den sonrak tek Hır st yan şa r, öbürü sank
Rusya’dan gelen o beyaz, güzel Hazret İsa ruhuna sah p b r . Son
yed -sek z aydır, neredeyse aralıksız olarak dış dünyadan bana
ulaşan büyük dertler d z s ne karşın, nsanlar ve olaylar aracılığıyla
bu hap shanede kend n gösteren ve bana sözcüklere sığmayacak
kadar yardımcı olan yen b r ruhla doğrudan l şk hal ndey m.
Hap stek lk yılımda ac z b r umutsuzluk ç nde dövünüp, “Ne son! Ne
dehşetl b r son!” demekten başka şey yapmadım, yaptığımı
anımsamıyorum; oysa ş md kend kend me, “Ne başlangıç! Ne
har ka b r başlangıç!” demeye çalışıyor, kend me şkence etmed ğ m
bazı zamanlarda gerçekten, çtenl kle söylüyorum da. Gerçekten
har ka b r başlangıç olab l r. Har ka b r başlangıca dönüşeb l r. Öyle
olursa buradak herkes n yaşamını değ şt rm ş olan yen k ş l ğe çok
şey borçlu olacağım.
Nesneler n kend ler pek öneml değ ld r, hatta –metaf z ğe, b r
kez olsun b ze b r şey öğrett ğ ç n teşekkür edel m– gerçek b r
varlıkları yoktur. Öneml olan tek şey ruhtur. Ceza öyle b r b ç mde
ver leb l r k yara açmaz, aks ne y leşt r r; tıpkı sadaka ver rken
ekmeğ n veren n el nde taşa dönüşeb leceğ g b . Ne kadar büyük b r
değ ş kl k –o kurallarda değ l, onlar katı b r yönet m tarafından
saptanır, kuralları fade b ç m olarak kullanan anlayışta– olduğunu
anlaman ç n şunu söyleyeb l r m k , geçen mayıs ayında yaptığım
başvuru kabul ed l p salıver lseyd m, buraya ve tüm görevl ler ne
karşı, yaşamımı zeh rleyecek b r nefretle ayrılırdım hap sten. B r yıl
daha hap s yatmam gerekt ama “ nsanlık” hap ste, hep m z n yanı
başındaydı; ş md salıver ld ğ mde buradak hemen herkesten
gördüğüm büyük y l kler her zaman hatırlayacak, cezam b tt ğ gün
b rçok k ş ye teşekkür edecek, ben unutmamalarını r ca edeceğ m
onlardan.
Hap shane s stem kes nl kle ve baştan aşağı hatalı. Hap sten
çıktığımda bu s stem değ şt reb lmek ç n her şey vereb l r m.
Uğraşmaya n yetl y m. Ama dünyada h çb r şey, “ nsanlık” ruhunun,
yan “sevg ” ruhunun, “k l selerde” olmayan Hazret İsa’nın ruhunun,
düzeltemese de h ç olmazsa çok fazla yürek acısı çekmeden
katlanılab lecek hale get remeyeceğ kadar hatalı değ ld r. Tüm
bunların yanı sıra, Ass s l Az z Francesco’nun dey ş yle “erkek
kardeş m rüzgâr” ve “kız kardeş m yağmur” dan tut da, büyük
kentler n v tr nler ve güneş batışlarına kadar b rçok güzell ğ n
dışarıda ben bekled ğ n b l yorum. El mden hâlâ alınmamış şeyler n
l stes n yapmaya kalksam, h ç durab l r m y m b lmem; Tanrı dünyayı
herkes kadar ben m ç n de yarattı. Belk de dışarı çıktığımda,
esk s nden fazla b r şeye sah p olab l r m. Ben m gözümde “ahlakta
reform”un, “teoloj de reform” kadar anlamsız ve bayağı olduğunu
söylememe gerek yok. Ne var k , daha y b r nsan olmaya
n yetlenmek, b l me aykırı b r saçmalıksa da, “daha der n” b r nsan
hal ne gelmek, acı çekenler n ayrıcalığıdır. İşte ben de öyle
olduğuma nanıyorum. Kend n karar ver.
Hap sten çıktıktan sonra dostlarımdan b r b r şölen düzenley p
ben davet etmese h ç aldırmam. Kend başıma son derece mutlu
olab l r m. Özgürlüğe, k taplara, ç çeklere ve aya sah p olan k m
mutsuz olab l r k ? Ayrıca, şölenler artık bana göre değ l. O kadar çok
şölen verd m k artık şölenler ben lg lend rm yor. Yaşamın bu yanı
ben m ç n b tt , ne mutlu bana, demel y m herhalde. Ama hap sten
çıktıktan sonra dostlarımdan b r b r derd olup da ben m derd n
paylaşmama z n vermese çok üzülürüm. Matem ev n n kapılarını
yüzüme kapasa paylaşmaya hakkım olan şey paylaşab lmek ç n
tekrar tekrar g d p yalvarırım. Ben kend s yle b rl kte ağlamaya layık
görmese bunu en büyük utanç, ben küçük düşürmen n en korkunç
b ç m kabul eder m. Ama böyle b r şey olamaz. Keder paylaşmaya
hakkım var; dünyanın güzell ğ n seyred p keder n paylaşab len ve
her k s ndek muc zey b raz anlayab len k ş se tanrısal şeylerle
doğrudan l şk hal nded r ve Tanrı’nın sırrına mümkün olduğunca
yaklaşmıştır.
Belk de, hayatım g b sanatım da, tutku bütünlüğünü ve
dürtülerde dolaysızlığı bel rten, daha der n b r tını kazanacak.
“Çağdaş sanat”ın gerçek amacı gen şl k değ l, der nl kt r. Artık “sanat”
kurala uygun örneklerle lg lenm yor. Artık ş m z st snalarla.
Söylememe b le gerek yok, acılarımı, aldıkları b ç mlerden h çb r ne
sokamam. Sanat ancak “takl t” n b tt ğ yerde başlar. Ama sanatıma
b r şey katılmalı, belk söz uyumu daha zeng n, belk daha ahenkl ,
belk daha lg nç renk etk s taşıyan, belk daha yalın b r m mar
yapıda ama mutlaka estet k n tel kte b r şey. Marsyas’ın Dante’n n en
korkunç, en Tac tus’var dey şler nden b r n kullanacak olursak, della
vag na della membre sue – “kılıcı kınından çıkarır g b der ler
yüzüldüğünde”, Yunanlıların dey ş yle şarkısı kalmamıştı. Apollon
gal p gelm şt . L r kavalı yenm şt . Ama belk Yunanlılar yanılıyordu.
“Çağdaş sanat”ta Marsyas’ın çığlığını sık sık duyuyorum. Bu çığlık
Baudela re’de acı, Lamart ne’de tatlı ve s temkâr, Verla ne’de m st k.
Chop n’ n müz ğ n n aksak çözülümler nde de var. Burne-Jones’un
kadınlarının tekrar tekrar karşımıza çıkan yüzler n bürüyen
hoşnutsuzlukta da aynı çığlık var. “The Song of Call cles” ş r nde
“tatlı, kandırıcı l r n zafer ”n , “ünlü son zafer ” öyles ne pırıl pırıl b r
l r k güzell kle anlatan Matthew Arnold’da b le, d zeler n kuşatan
kuşku ve umutsuzluk fısıltısında, bu çığlık azımsanmayacak
boyuttadır. Arnold’ın acısını, ne Goethe ne de Wordsworth, k s n de
zled ğ halde d nd remem şt r; Thyrs s’ n 34 yasını tutmak, “B lg n
Ç ngene”y anlatmak sted ğ nde, şarkısını söylemek ç n kavalını
el ne almak zorundadır. Ama Fr gyalı Faunus 35 sess z kalmış olsa
da, ben sess z kalamam. Ben m ç n fade tıpkı hap shane duvarının
üzer nden görünen, rüzgârda kıpırdanıp duran s yah ağaç dalları ç n
yaprak ve tomurcuklar g b , vazgeç lmezd r. Şu anda sanatımla
dünya arasında der n b r uçurum var; ama “sanat”la ben m aramda
h çb r engel yok. H ç değ lse olmadığını umuyorum.
Her b r m ze uygun görülen yazgı ayrıdır. Sen n payına özgürlük,
zevk, eğlence, rahat b r hayat düştü; sen buna layık değ ls n. Ben m
payıma rezalet, uzun b r mahkûm yet, sefalet, yıkım, yüz karası
düştü, ben de buna layık değ l m ... h ç değ lse ş md l k.
Anımsıyorum, gerçek b r “trajed ”ye, mor b r örtüye bürünmüş, soylu
b r hüzün maskes takmış olduğu sürece katlanab leceğ m ama
çağdaşlığın en korkunç tarafının, “trajed ”y “komed ” kılığına
sokması olduğunu, bu yüzden büyük gerçekler n sıradan, abes ya da
üsluptan yoksun göründüğünü söylerd m. Çağdaşlık hakkında
söyled ğ m doğru. Herhalde yaşanan hayat açısından hep doğruydu.
Tüm şeh tler n, dışarıdan bakıldığında bayağı göründüğü söylen r.
On dokuzuncu yüzyıl da genel kurala b r st sna oluşturmaz.
Trajed me l şk n her şey korkunç, bayağı, t c ve üsluptan
yoksun oldu. G ys ler m z b le b z soytarıya çev r yor. B z keder n
maskaralarıyız. Kalb kırık palyaçolarız. Özel olarak güldürmek ç n
tasarlanmışız. 13 Kasım 1895 günü Londra’dan buraya get r ld m. O
gün saat k den k buçuğa kadar mahkûm g ys ler ç nde, eller m
kelepçel , gelen geçen baksın d ye Clapham Junct on İstasyonu’nun
ana platformunda d k lmek zorunda bırakıldım. Hastane koğuşundan
h ç habers z alınıp götürülmüştüm. Olab lecek en gülünç nesneyd m.
İnsanlar ben gördüğünde gülüyorlardı. Her gelen tren, sey rc
kalabalığını b raz daha artırıyordu. Onlar ç n daha büyük eğlence
olamazdı. Tab k m olduğumu b lmeden önce. K m olduğum
söylend ğ an daha da çok gülüyorlardı. Yarım saat boyunca, kurşun
kasım yağmurunun altında, çevremde alay eden b r kalabalıkla
orada ayakta durdum. Başıma gelen bu olaydan sonra b r yıl
boyunca her gün aynı saatte ve aynı süre boyunca ağladım. Bu,
herhalde sana göründüğü kadar traj k b r şey değ l. Hap stek ler ç n
gözyaşı günlük b r olaydır. İnsanın hap ste ağlamadığı gün, kalb n n
mutlu olduğu değ l, kaskatı olduğu gündür.
Artık gerçekten, kend mden çok, bana gülenler ç n üzülüyorum.
Kuşkusuz ben gördükler nde b r ka den n üzer nde değ ld m.
P llory’deyd m 36. Ama yalnızca ka dedek nsanlarla lg lenen k ş n n
hayal gücü pek kıttır. Ka de, son derece gerçekdışı b r şey olab l r.
Oysa teşh r yer korkunç b r gerçekl kt r. Keder daha y
yorumlayab lmeler gerek rd . Keder n ardında hep keder vardır
dem şt m. Keder n ardında hep b r ruh vardır demek daha b lgece
olurdu. Istırap ç ndek b r ruhla alay etmek se korkunç b r şeyd r.
Bunu yapanların yaşamı güzell kten uzaktır. Dünyanın tuhaf b ç mde
bas t ekonom s nde, nsanlar ancak verd kler kadarını alırlar;
olayların dış görünüşünden öteye geçecek ve acıma h ssedecek
hayal gücü olmayanlara se küçümseme dışında nasıl b r acıma
göster leb l r?
Buraya nasıl get r ld ğ m sana anlatmamın tek neden ,
cezamdan acı ve umutsuzluk dışında b r şeyler çıkarmanın ben m
ç n ne kadar zor olduğunu anlamanı stememd r. Ama b r şeyler
çıkarmak zorundayım; ara sıra boyun eğd ğ m, her şey
kabullend ğ m anlar oluyor. Tüm bahar b r tek tomurcukta g zl
olab l r. Tarlakuşunun toprağa yakın yuvası b rçok gül kırmızısı
şafağın müjdec s olacak sev nc barındırab l r; belk hayatta hâlâ
payıma düşen güzell kler, b r boyun eğ ş, alçalma ve utanç ânında
g zl d r. Ne olursa olsun, kend gel ş m ç zg mde lerlemey
sürdüreb l r, başıma gelenler n heps n kabullenerek onlara layık
olab l r m. İnsanlar bana aşırı b reyc olduğumu söylerlerd . Şu anda
her zamank nden çok daha b reyc olmak zorundayım. Kend mden
her zamank nden çok daha fazla şey çıkarmalı, dünyadan se her
zamank nden çok daha az şey stemel y m. Mahvıma neden olan
şey, aslında hayatımda b reyc l ğ n aşırı yer tutması değ l, çok az yer
tutmasıydı. Yaşamımın tek alçakça, affed lmez ve her zaman
küçümsenecek davranışı, babana karşı “toplum”dan yardım ve
destek stey ş m, bu konudak baskılara boyun eğ ş md r. Herhang
b r yle l şk l olarak böyle b r g r ş m, b reyc l k açısından yeter nce
kötü olurdu zaten ama bu tür, bu yapıda b r ne karşı yardım
stemen n ne g b b r özrü olab l r?
Tab k ben “toplum” güçler n harekete geç rd ğ m anda “toplum”
bana dönüp ded k : “Bütün bu süre boyunca ben m yasalarıma
meydan okuyarak mı yaşadın; ş md de sen korumaları ç n o
yasalara mı sığınıyorsun? Yasalar sonuna kadar şlet lecek. Yardım
sted ğ n yasalara boyun eğeceks n.” Sonuç: Hap stey m. Pol s
mahkemes nde başlayan üç duruşmam boyunca babanın, halkın
d kkat n çekmek umuduyla –sank o sey s yürüyüşünü ve g ys ler n ,
parantez bacakları, seğ ren eller , sarkık alt dudağı, hayvansı ebleh
gülüşü fark etmemek ya da unutmak mümkünmüş g b – b r çer b r
dışarı koşuşturuşunu gördüğümde, durumumun aşağılık
gülünçlüğünü ş ddetle h ssederd m. Duruşma salonunda olmadığı ya
da göremed ğ m b r yerde olduğu zamanlarda b le, varlığını
h ssederd m; bazen sank o koca mahkeme salonunun boş, kasvetl
duvarlarında, hatta havada, o maymunsu yüzün sayısız maskes
asılıymış g b gel rd bana. Kuşkusuz h ç k mse ben m kadar
şerefs zce düşmem ş, şerefs z yollardan lekelenmem şt r. Dor an
Gray’ n Portres ’n n b r yer nde, “İnsan düşmanlarını seçerken ne
kadar d kkat etse azdır,” dem şt m. Bunu yazarken, b r parya
tarafından parya durumuna düşürüleceğ m h ç aklımdan geçmem şt .
Toplumdan yardım stemem konusundak bu ısrar, bu zorlama,
senden ve sana boyun eğd ğ m ç n kend mden bu kadar nefret
etmem n başlıca nedenler nden b r . Ben b r sanatçı olarak takd r
etmemen kolayca affed l rd . Yaradılış sorunuydu. El nde olan b r şey
değ ld . Ama ben b r “b reyc ” olarak takd r edeb l rd n. Bunun ç n
“kültür”e gerek yoktu. Ama takd r etmed n, F l st l ğe karşı tam b r
karşı çıkış olan ve bazı bakımlardan F l st l ğ tümüyle yıkan b r
yaşama, F l st l k unsurunu soktun. Hayatta F l st l k unsuru, “sanat”ı
anlayamamak değ ld r. Balıkçılar, çobanlar, ç ftç yamakları, köylüler
ve buna benzer canayakın nsanlar, “sanat”tan h ç anlamazlar ama
çok y kalpl k mselerd r. Toplumun, ağır, hantal, kör mekan k
güçler n ayakta tutan ve destekleyen, b r k ş de ya da harekette
d nam k güçle karşılaştığında onu fark edemeyen k ş , F l st d r.
İnsanlar, kötülüğü tems l eden k ş lere yemek davetler vermem
ve onların arkadaşlığından zevk almamı dehşetle karşıladı. Ama
hayatta b r sanatçı olarak ben m yaklaştığım açıdan bakıldığında, bu
kötülükler son derece düşündürücü ve güdüley c yd . Panterlerle
eğlenmek g b yd . Heyecanın yarısı, tehl kes nden gel yordu.
Kobrasını renkl örtüler nden ya da saz sepet nden çıkartıp b r
emr yle boyun der s n germes n , deredek b r b tk g b , sak n sak n
havada k yana sallanmasını sağlayan yılan oynatıcısı g b
h ssederd m kend m . Onlar ben m ç n yaldızlı yılanların arasında en
parlak olanlarıydı. Zeh rler mükemmell kler n n b r parçasıydı. Sen n
b r şaret nle ve babanın h zmet nde bana saldıracaklarını
b lm yordum. Onları tanımış olmaktan h ç utanç duymuyorum. Onlar
son derece lg nçt . Asıl utandığım, ben ç ne soktuğun korkunç F l st
ortam. Ben m sanatçı olarak ş m Ar el’leyd . 37 Sen ben Cal ban’la 38
dövüşmeye zorladın. Salomé, A Florent ne Tragedy e La Sa nte
Court sane g b güzel renkl , müz kal şeyler yapacağıma, babana
uzun avukat mektupları göndermek, her zaman karşı çıktığım
şeylerden yardım stemek zorunda kaldım. Cl bborn ve Atk ns,
hayata karşı g r şt kler rez l savaşta har kaydılar. Onları ağırlamak
afallatıcı b r maceraydı. Dumas (Baba), Cell n , Goya, Edgar Allan
Poe ya da Baudela re de aynı şey yapardı. Ben m ç n ğrenç olan,
sen nle b rl kte Avukat Humphreys’ n bürosuna yaptığımız b tmez
tükenmez z yaretler n, sıkıcı b r odanın ç y sarı ışığında k m z n c dd
fadelerle kel b r adama c dd yalanlar söyley ş m z n, sonunda ben m
sıkıntıdan nley p esney ş m n anısıdır. Sen nle k yıllık dostluğun
sonunda şte “orada”, F l st ler ülkes n n göbeğ nde, güzel, zek ce,
olağanüstü ve cesur olan her şeyden uzakta buldum kend m .
Sonunda sen n adına, davranışta “saygınlık”, hayatta “pür tenl k” ve
sanatta “ahlakçılık” örneğ olarak sahneye çıkmak zorunda kaldım.
Vo là ou mènent les mauva s chem ns! 39
Ben m tuhafıma g den, babanın temel özell kler n takl t etmeye
çalışmandı. Baban sen n ç n b r uyarı olmalıyken n ç n örnek oldu,
anlamıyorum; yalnızca, k k ş arasında nefret varsa mutlaka b r tür
bağ, b r tür kardeşl k de olduğunu b l yorum. Sanırım benzerler n
b rb r n tmes g b tuhaf b r kurala uygun b ç mde b rb r n zden nefret
ed yordunuz, b rçok konuda çok farklı olduğunuzdan ötürü değ l de,
bazı konularda çok benzer olduğunuz ç n. 1893 Haz ranı’nda
d plomanı almadan, aslında pek büyük olmayan ama babanın gel r
düzey ndek b r ç n yabana atılamayacak borçlarla Oxford’dan
ayrıldığında, baban sana çok bayağı, saldırgan ve hakaret dolu b r
mektup yazdı. Yanıt olarak sen n yazdığın mektup se her açıdan
daha kötü ve kuşkusuz daha haksızdı, bu nedenle de yazdığın
yanıtla müth ş gururlanıyordun. Bana en gururlu hal nle, babanı
“kend sanatında” alt edeb leceğ n söyley ş n çok y hatırlıyorum.
Doğru da! Ama ne sanat! Ne rekabet! Baban, yanında kaldığı
kuzen n n ev nden ayrılıp yakındak b r otelden adama küfür dolu
mektuplar yazdı d ye gülüp alay ederd n. Sen de bunun aynısını
bana yapardın sürekl olarak. Ben mle b rl kte b r restoranda öğle
yemeğ yer, yemek sırasında ya surat asar ya olay çıkarır, sonra da
Wh te’s Club’a g d p oradan son derece bayağı b r mektup yazardın
bana. Sen nle baban arasındak tek fark şuydu: Sen mektubunu özel
b r haberc yle bana ulaştırdıktan b rkaç saat sonra büromda boy
göster r, özür d lemek b r yana, Savoy’da akşam yemeğ n ısmarlayıp
ısmarlamadığımı, ısmarlamadımsa n ç n ısmarlamadığımı sorardın.
Bazen geld ğ nde hakaret dolu mektubunu henüz okumamış
olurdum. B r keres nde anımsıyorum, b r n h ç görmed ğ m k
arkadaşını Café Royal’de öğle yemeğ ne davet etmem stem şt n.
İsteğ n yer ne get rd m, hatta özel r can üzer ne, özell kle şaşaalı b r
yemek hazırlamaları ç n önceden s par ş verd m. Anımsıyorum şef
çağrılmış ve şaraplar konusunda ayrıntılı tal mat ver lm şt . Sen se
kend n geleceğ ne, sen yarım saat bekled kten sonra el me geçecek
b ç mde kafeye hakaretlerle dolu b r mektup gönderd n. İlk satırı
okudum, n tel ğ n anladım ve mektubu ceb me sokup arkadaşlarına,
b rden hastalandığını, mektubun ger kalanında da hastalık
bel rt ler n saydığını söyled m. Aslında mektubu T te Caddes ’nde
akşam yemeğ ç n g y n rken okudum ancak. Ben bu mektubun
çamurunun ortasında, nasıl olup da b r saralının ağzındak köpüğe
benzer mektuplar yazdığına sonsuz b r hüzünle hayret ederken
uşağım çer ye g r p sen n holde olduğunu ve beş dak kalığına
ben mle görüşmek ç n korkuyla bekled ğ n haber verd . Hemen
yukarıya gelmen ç n haber gönderd m. Kabul etmek gerek r k , çok
korkmuş görünüyordun, solgundun; Lumley’den b r adamın,
avukatın, sen Cadogan Place’te aradığını duymuştun, Oxford
felaket n n ya da yen b r tehl ken n tehd d altında bana akıl
danışmaya, yardım stemeye gelm şt n. Sen avuttum, herhalde b r
fatura ç nd r ded m (gerçekten de öyleyd ), sen yemeğe alıkoydum,
gecey bende geç rmene z n verd m. Korkunç mektubunla lg l tek
söz söylemed n, ben de sözünü etmed m. Yalnızca şanssız b r
yaradılışın şanssız b r bel rt s olarak gördüm olayı. Konuya h ç
değ n lmed . Bana saat 14.30’ da ğrenç b r mektup yazıp aynı gün
19.15’te yardım ve avuntu ç n y ne bana koşmak, sen n yaşamında
son derece olağan b r şeyd . Bu tür alışkanlıklarında, başkalarında
da olduğu g b , babanı fersah fersah geçt n. Sana yazdığı ç rk n
mektuplar mahkemede yüksek sesle okunduğunda, baban doğal
olarak utandı, ağlar g b yaptı. Kend avukatı sen n ona yazdığın
mektupları okusaydı, herkes daha çok dehşete düşer, daha çok
ğren rd . Onu “kend sanatında” yalnızca üslup açısından alt etmekle
kalmadın, saldırı b ç m konusunda da epeyce ger de bıraktın. Açık
telgraf ve kartpostaldan b le yararlandın. Bence bu tür baş ağrıtma
yöntemler n , Alfred Wood g b tek geç m kaynağı bu olan k ş lere
bırakab l rd n. Sence de öyle değ l m ? O ve onun sınıfındak ler ç n
b r meslek olan şey, sen n ç n b r zevkt , hem de çok kötü b r zevk.
Korkunç hakaret mektupları yazma alışkanlığını, ben m bu mektuplar
yüzünden ve onlar aracılığıyla tüm başıma gelenlerden sonra da
bırakmadın. Buna hâlâ mar fet gözüyle bakıyor ve dostlarıma, Robert
Sherard ve öbürler g b , hap steyken y l kler n benden
es rgemeyenlere mektup yazmaya devam ed yorsun. Sen n ç n
utanç ver c b r durum. Mercure de France’ta, ek nde mektuplar olsun
olmasın, bana l şk n herhang b r yazı yayımlamanı stemed ğ m
Robert Sherard’a b ld rd ğ mde, bu konuda f kr m aldığı ve
stemeyerek bana daha fazla acı vermekten sen kurtardığı ç n
Robert’a m nnettar olmalıydın. Unutma k b r İng l z gazetes nde,
“düşmüş b r adam” konusunda “tarafsızlık”la l şk l , F l st l k kokan,
koruyucu b r yazı yayımlanab l r. İng l z gazetec l ğ n n sanatçılara
l şk n tutumu konusunda esk gelenekler sürdüren b r yazı olur bu.
Ama Fransa’da bu fade tarzı ben alay, sen de horgörü konusu
yapardı. Amacını, fades n , yaklaşımını vs. b lmeden, herhang b r
yazının yayımlanmasına z n veremezd m. Sanatta y n yet n h çb r
değer yoktur. Kötü sanatın tüm örnekler y n yet n sonucudur.
Bana l şk n yazıların yayımlanması, ş rler n n thafı, mektup ve
armağanlarımın ver lmes g b ben lg lend ren konularda, ben m
stek ve duygularım doğrultusunda hareket ed lmes ne çalıştığı ç n,
sert, kırıcı mektuplar yazdığın tek dostum Robert Sherard değ ld .
Başka dostlarımı da rahatsız ett n, etmeye çalıştın.
Dehşetl mahkûm yet m sırasında, yan son k yıldır, b r dost
olarak sana güvenm ş olsaydım, ne kadar korkunç b r konumda
olacaktım, düşüneb l yor musun? Bunu düşündüğün oluyor mu h ç?
Kayıtsız şartsız b r y l k ve sınırsız b r bağlılıkla, neşe ve sev nç dolu
b r ver c l kle karanlık günler m aydınlatanlara, tekrar tekrar
z yaret me gel p olağanüstü güzel ve çten mektuplar yazanlara,
şler m yoluna koyup hap sten sonrak yaşamımı düzenleyenlere,
kınanma, ğnelenme, hatta açıkça alaya alınıp hakarete uğrama
pahasına da olsa bana arka çıkanlara m nnet duyduğun oluyor mu
h ç? Bana senden başka dostlar verd ğ ç n her gün Tanrı’ya
şükred yorum. Her şey onlara borçluyum. Hücremdek k tapların
parasını b le, Robb e harçlığından öded . Serbest bırakıldığımda
üzer me g yeceğ m g ys ler de aynı kaynaktan gelecek. Sevg ve
şefkatle ver len b r şey almaktan utanmıyorum. Gurur duyuyorum.
Ama More Adey, Robb e, Robert Sherard, Frank Harr s, Arthur
Cl fton g b dostlarımın verd kler avuntu, gösterd kler şefkat, yakınlık
ve yardımla ben m gözümde ne kadar değerl olduklarını
düşündüğün oluyor mu? H ç sanmıyorum. Oysa b razcık hayal gücün
olsaydı b l rd n k , hap stek yaşamım boyunca bana y davranan
k ş ler n tek tek her b r , görev olmadığı halde günaydın ya da y
akşamlar d yen gard yan b le, korkunç b r z h nsel tükenm şl k ç nde
İflas Mahkemes ’ne g d ş gel şler mde kend b ld kler nce, bas tçe,
kabaca da olsa ben avutmaya çalışan pol sler b le, Wandsworth’ün
avlusunda b r aşağı b r yukarı yürürken ben tanıyıp uzun ve zorunlu
suskunluğun sonucu olan boğuk hap shane ses yle, “Sen n ç n
üzüldüm; s z n g b ler n durumu b zden daha zor,” d ye fısıldayan
zavallı hırsız b le, d z çöküp pabuçlarındak çamuru tem zlemekten
gurur duyman gereken k ş lerd r.
A lenle karşılaşmanın ben m ç n ne korkunç b r trajed olduğunu
anlayacak kadar hayal gücün var mı? Öneml b r konumu, ünlü b r
adı, kaybedecek değerl herhang b r şey olan herhang b r ç n ne
büyük b r trajed yd , anlayab l yor musun? Gerçekten y b r nsan
olan Percy dışında, a le büyükler nden, b r b ç mde mahvıma katkıda
bulunmayan b r k ş b le yok.
Annenden b raz s temle söz ett m sana, bu mektubu ona
göstermen öğütler m; her şeyden önce sen n y l ğ n ç n.
Oğullarından b r ne karşı böyle b r suçlamayı okumak ona acı
ver yorsa entelektüel anlamda El zabeth Barrett Brown ng’ n, tar hsel
açıdan Madam Roland’ın yanında yer alan “ben m” annem n, dehası
ve sanatıyla o kadar gurur duyduğu, hep seçk n b r sm layığıyla
sürdürecek b r evlat gözüyle baktığı oğlu k yıl hapse mahkûm
ed ld ğ ç n kalb kırık öldüğünü hatırlasın. Annen n mahvıma ne
b ç mde katkıda bulunduğunu soracaksın. Söyleyey m: Tıpkı sen n,
tüm ahlakdışı sorumluluklarını ben m üzer me yıkmaya çalıştığın g b ,
annen de sana l şk n tüm ahlak sorumluluklarını ben m üzer me
yıkmaya çalıştı. B r anneye yaraşır b ç mde, sen n hayatın
konusunda doğrudan sen nle konuşacağına, her zaman bana yazdı
ve korkarak, çtenl kle, yazdığını sana söylememem ç n yalvardı.
Sen nle annen arasında nasıl b r konuma yerleşt r ld ğ m ş md
anlıyorsun. Bu konum, sen nle baban arasındak konumum kadar
sahte, abes ve traj kt . Ağustos 1892’de ve aynı yıl 8 Kasım’da,
annenle sen n hakkında k uzun konuşmamız oldu. Her k s nde de,
n ç n doğrudan sen nle konuşmadığını kend s ne sordum. Her
k s nde de aynı yanıtı verd : “Korkuyorum; konuşmaya kalkınca öyle
s n rlen yor k .” İlk defasında sen çok az tanıdığımdan, ne demek
sted ğ n anlamamıştım. İk nc s nde, sen o kadar y tanıyordum k ,
ne demek sted ğ n çok y anladım. (Bu arada sen sarılığa
yakalanmıştın, doktor sen b r haftalığına Bournemouth’a gönderm ş,
yalnız olmaktan nefret ett ğ n ç n ben de yanında g tmeye teşv k
etm şt .) Ama b r annen n en öneml görev , oğluyla c dd
konuşmaktan korkmamaktır. Eğer annen Temmuz 1892’de, ç nde
olduğunu gördüğü kötü durum konusunda sen nle c dd b r konuşma
yapıp ona açılmanı sağlasaydı, sonuç k n z ç n de çok daha y , çok
daha mutluluk ver c olurdu. Ben mle el altından, g zl haberleşmes
hataydı. Annen n bana zarfın üzer nde “Özel” kaydıyla sayısız küçük
not gönder p sen bu kadar sık yemeğe davet etmemem, sana para
vermemem ç n yalvarmasının, her notu çtenl kle, “Alfred s ze
yazdığımı kes nl kle b lmemel ,” d ye b t rmes n n ne yararı vardı? Bu
tür b r yazışmadan nasıl b r hayır geleb l rd ? Sen h ç yemeğe davet
ed lmey bekled n m ? Asla. Bütün yemekler n zaten doğal olan
buymuş g b ben mle y yordun. Ben karşı çıktığımda yanıtın hep
aynıydı: “Sen nle yemezsem nerede y yeceğ m? Evde y yecek
değ l m herhalde.” Buna ver lecek yanıt yoktu. Ben mle yemene
kes nl kle z n vermed ğ m zamanlarda da, b r serseml k yapmakla
ben tehd t eder, mutlaka da yapardın. Annen n bana bu tür
mektuplar göndermes n n sonucu, ahlak sorumluluğun saçma ve
zararlı b ç mde ben m omuzlarıma yüklenmes oldu; başka ne
olab l rd k ? Annen n zaafının kend s ç n, sen n ve ben m ç n yıkıcı
sonuç verd ğ çeş tl olaylardan daha fazla söz etmek stem yorum;
ama babanın ğrenç b r olay çıkarmak ve c dd b r skandal yaratmak
üzere ev me geleceğ n öğrend ğ nde, c dd b r bunalım tehl kes
olduğunu fark etmel ve engel olmak ç n c dd önlemler almalıydı,
değ l m ? Oysa annen n aklına gelen tek şey, tatlı d ll , mantıklı
George Wyndham’ı bana gönder p b r tekl f letmek oldu. Ne m ?
Sen “yavaş yavaş terk etmem!” Sank sen yavaş yavaş terk etmem
mümkünmüş g b ! Dostluğumuzu b t rmek ç n akla geleb lecek her
yolu denem ş, ben m ç n sıkıcı, ğrenç ve yıkıcı hale gelm ş olan bu
bağı kökünden koparmak umuduyla, İng ltere’den ayrılıp yurtdışında
yanlış b r adres bırakacak kadar ler ye g tm şt m. Sen “yavaş yavaş
terk etmem mümkün” müydü sence? Sence bu, babanı tatm n eder
m yd ? Etmezd , b l yorsun. Babanın asıl sted ğ , dostluğumuzun
kes lmes değ l, büyük b r skandaldı. Onun ç n uğraşıyordu. Yıllardır
gazetelerde adı h ç geçmem şt . İng l z halkının karşısına yepyen b r
k ş l kle, şefkatl baba olarak çıkma fırsatı buldu. M zah gücü
harekete geçt . Sen nle dostluğumu kesmem onun ç n korkunç b r
hayal kırıklığı olurdu; ayrıntıları ve kaynağı ne kadar ğrenç olursa
olsun, k nc b r boşanma davasının önemsenmeyecek kötü ünü,
onun ç n b r avuntu olmazdı. Çünkü onun sted ğ , popüler olmaktı;
İng l z kamuoyunun mevcut durumunda da, saflık örneğ rolü
oynamak, günün kahramanı olmanın en garant l yoluydu. Bu
kamuoyuyla lg l olarak, oyunlarımdan b r nde, yılın yarısında
Cal ban’sa, öbür yarısında da Tartuffe’tür dem şt m; k k ş l ğ de
benl ğ nde toplamış olan baban, böylece saldırgan ve en t p k
b ç m yle Pür tenl ğ n y b r tems lc s oldu. Mümkün olsaydı b le,
sen n yavaş yavaş terk ed lmen n h çb r yararı olmazdı. Annen n
yapması gereken tek şey, ben çağırıp sen ve ağabey n de hazır
bulundurarak, dostluğumuzun mutlaka b tmes gerekt ğ n kes n b r
d lle söylemekt ; sen de ş md böyle düşünmüyor musun? Ben onu
çtenl kle desteklerd m; ben ve Drumlanr g 40 varken sen nle
konuşmaktan korkmasına da gerek yoktu. Ama annen öyle yapmadı.
Sorumluluklarından korkuyordu; bu yüzden onları ben m üzer me
yıkmaya çalıştı. Oturup bana mektup yazdı tab . Kısa b r mektuptu;
davadan vazgeçmek konusunda b r uyarı n tel ğ ndek avukat
mektubunu babana göndermem r ca ed yordu. Çok haklıydı.
Avukatlara danışıp ben korumalarını stemem gülünçtü. Ama
mektubunun yaratab leceğ bütün etk y , her zamank notuyla sıfıra
nd rd : “Alfred s ze yazdığımı kes nl kle b lmemel .”
Hem sana hem de babana avukat mektupları göndermem
düşünces yle büyülenm şt n. F k r sen nd . Annen n bu f kre kes nl kle
karşı olduğunu sana söyleyem yordum, çünkü bana yazdığı
mektuplardan sana asla söz etmeyeceğ me l şk n kes n söz almıştı
benden; ben de aptal g b , verd ğ m sözü tuttum. Doğrudan sen nle
konuşmamasının b r hata olduğunu anlamıyor musun? Ben mle tüm
o g zl ce konuşmalarının, el altından yazışmalarının hatalı olduğunu
anlamıyor musun? K mse sorumluluklarını b r başkasına aktaramaz.
Sonunda sorumluluk mutlaka gerçek sah b ne ger döner. Sen n
hayatta tek düşüncen, b r felsefen olduğu söyleneb l rse tek felsefen,
her yaptığın şey n bedel n mutlaka b r başkasına ödetmekt ; bunu
yalnızca mal anlamda söylem yorum –o, yalnızca felsefen n günlük
yaşamdak prat k uygulamasıydı– sorumluluk aktarımını en gen ş, en
kapsamlı anlamıyla kullanıyorum. Bunu nancın hal ne get rd n.
Sürdüğü kadarıyla çok başarılıydı. Ben dava açmaya zorladın,
çünkü babanın kes nl kle sana ve hayatına saldırmayacağını, ben m
hem sen hem de yaşamını sonuna kadar savunacağımı ve önüme
sürülecek her şey yükleneceğ m b l yordun. Çok haklıydın. Baban
da, ben de, kuşkusuz ayrı ayrı dürtülerle, tam bekled ğ n b ç mde
davrandık. Ama her şeye karşın, nasıl olduysa kaçamadın aslında.
Kısaca adlandırmamız gerek rse “Bebek Samuel kuramı”, genel
olarak dünyayı göz önünde bulundurduğumuzda pekâlâ geçerl .
Londra’da epey küçümsen yor, Oxford’da b raz alaya alınıyor olab l r
ama yalnızca bu k yerde sen tanıyan b rkaç k ş olduğu ve geçt ğ n
yerlerde z bıraktığın ç n. Bu k şeh rdek küçük b r çevre dışında,
dünya sen , kötü, ahlaksız sanatçı tarafından yanlış yola
sürüklenmek üzereyken tam zamanında y yürekl , sevecen babası
tarafından kurtarılan mert b r del kanlı olarak görüyor. Bu maj fena
değ l g b . Ama b l yorsun k kaçamadın aslında. Aptal b r jür üyes n n
sorduğu ve tab yargıç ve mahkeme tarafından küçümsenen aptal
b r sorudan söz etm yorum. Ona k mse aldırmadı. Belk temelde
senden söz ed yorum. Kend ne baktığında –günün b r nde tutumun
üzer ne kafa yormak zorunda kalacaksın– olayların gel ş m sen tam
anlamıyla tatm n etmeyecek, edemez. Bell etmesen de, kend n
düşündüğünde epeyce utanıyor olmalısın. Arsız b r yüz, dünyaya
karşı takınmak ç n çok y b r şey ama ara sıra yalnız kaldığında,
sey rc s zken salt nefes almak ç n b le olsa maskey çıkarman
gerek yordur herhalde. Yoksa boğulurdun.
Aynı b ç mde annen de, zaman zaman, c dd sorumluluklarını
başkasına, taşıyacak yeter nce yükü olan b r ne aktarmaya
çalıştığına p şman oluyordur. O sen n ç n hem anne, hem baba
konumundaydı. Ama gerçekte annen n ya da babanın görevler n
yer ne get rd m ? Sen n s n rl l ğ ne, kabalığına ve çıkardığın olaylara
ben sabırla katlandığıma göre o da katlanab l rd . Karımı son
gördüğümde –on dört ay geçt üzer nden– Cyr l’e hem annel k, hem
de babalık etmes gerekeceğ n söyled m. Annen n sana olan
tutumunu, bu mektupta g rd ğ m ayrıntıda ama tab çok daha
ayrıntılı, her yönüyle anlattım kend s ne. Annen n T te Caddes ’ne
gönderd ğ , zarflarında “Özel” yazılı, karımın gülerek, herhalde b r
sosyete romanı ya da ona benzer b r şey üzer ne çalışıyorsunuz,
ded ğ sayısız mektubun neden n anlattım. Annen n sen nle l şk s
g b b r l şk y Cyr l’le kurmaması ç n yalvardım ona. Cyr l’ , b r
masumun kanını akıtırsa önce eller n tem zles n, sonra da ruhunu
p şmanlık ya da kefaretle nasıl tem zleyeceğ n öğrets n d ye
annes ne gel p yaptıklarını anlatacak b ç mde yet şt rmes gerekt ğ n
söyled m karıma. Kend çocuğu da olsa b r başkasının hayatının
sorumluluğuyla yüz yüze gelmeye korkuyorsa yardımcı olması ç n
b r koruyucu bulması gerekt ğ n söyled m. Bu ded ğ m yaptığı ç n
çok memnunum. Koruyucu olarak soylu, kültürlü ve sağlam k ş l kl
b r adam olan, kuzen Adr an Hope’u seçt ; kend s yle sen de T te
Caddes ’nde b r kere karşılaşmıştın; onun sayes nde Cyr l ve Vyvyan
güzel b r gelecek umudu taşıyab l r. Annen, sen nle c dd
konuşmaktan mademk korkuyordu, sözünü d nleyeceğ n b r
akrabasını seçmel yd . Ama korkmamalıydı. Sen nle açıkça
konuşmalı ve yüz yüze gelmemel yd . Her neyse sonuca b r bak.
Annen memnun mu, tatm n oldu mu?
Annen n suçu bende bulduğunu b l yorum. Bunu sen
tanıyanlardan değ l, tanımayan ve tanımak stemeyen k ş lerden
duyuyorum. Sık sık duyuyorum. Yaşça büyük b r erkeğ n daha genç
b r erkek üzer ndek etk s nden söz ed yormuş sözgel m . Soruna bu
açıdan yaklaşmayı çok sever annen; yaygın önyargılara ve cehalete
seslenmede her zaman başarılı b r yol olmuştur bu. Sen n üzer nde
ne g b b r etk m olduğunu sana sormama gerek yok. H çb r etk m
olmadığını b l yorsun. H çb r etk m olmadığını sık sık, övünerek
söylerd n; övünmekte haklı olduğun tek konu da buydu zaten. Aslına
bakarsan, sende etk leyeb leceğ m ne vardı k ? Beyn n m ? Beyn n
gel şmem şt . Hayal gücün mü? Hayal gücün ölüydü. Yüreğ n m ?
Yüreğ n daha doğmamıştı. Hayatta karşıma çıkan nsanlardan,
herhang b r açıdan, herhang b r yönde etk leyemed ğ m tek k ş
send n. Sana bakmaktan hasta düşüp ateşler ç nde, çares z
yattığımda, bana çecek b r bardak süt bulmanı, b r hastanın temel
ht yaçlarını karşılamanı, kend paramla b rkaç yüz metre uzaktak b r
k tapçıdan bana b r k tap almanı sağlayacak kadar b le etk m yoktu
üzer nde. F len yazmakta olduğum, zekâ açısından Congrève’ ,
felsefe açısından Dumas’yı (Oğul), sanırım başka her açıdan herkes
geçecek komed ler kaleme aldığım sırada, sanatçının ht yacı olan
yalnızlığı bana bağışlamanı, ben rahatsız etmemen sağlayacak
kadar etk m yoktu üzer nde. Çalışma odam neres yse orası sen n ç n
b r salon, s gara ve şarap ç lecek, saçma sapan gevezel k ed lecek
b r yer oluver yordu. “Yaşça büyük b r erkeğ n daha genç b r erkek
üzer ndek etk s ” mükemmel b r kuram; ancak ben m kulağıma
gel nceye kadar. Ben m kulağıma gel nce, abes oluyor. Sen n
kulağına geld ğ nde tahm n eder m gülümsüyorsun ... g zl ce. Bunu
yapmaya hakkın var kuşkusuz. Annen n paraya l şk n
söyled kler nden de çok şey duyuyorum. Sana para vermemem ç n
bana sürekl yalvardığını söylüyormuş, çok haklı olarak. Kabul
ed yorum. Mektuplarının ardı arkası kes lm yordu, heps nde de,
“Alfred s ze yazdığımı kes nl kle b lmemel ,” notu vardı. Ama sabah
tıraşından gece yarısı b nd ğ n arabaya kadar st snasız her
harcamanı karşılamak, ben m ç n b r zevk olmaktan uzaktı. Büyük
b r sıkıntıydı. Bu konuda sana defalarca yakındım. Ben “yararlı” b r
olarak görmenden nasıl nefret ett ğ m , h çb r sanatçının bu b ç mde
algılanmaktan ve kend s ne böyle davranılmasından hoşlanmadığını,
sanatçıların da sanatın kend s g b özünde yararsız olduklarını
anlatırdım sana, anımsıyorsun, değ l m ? Bunu söyled ğ mde çok
kızardın. Gerçek hep kızdırırdı sen . Gerçek, sah den de hem
d nleyene, hem söyleyene acı çekt ren b r şeyd r. Ama sen n
görüşler n ya da yaşayışını değ şt rmene yol açmadı. Her gün,
sabahtan akşama kadar yaptığın tüm harcamaları karşılamak
zorundaydım. Yalnızca gülünç derecede y yürekl ya da h çb r
tanıma sığmayacak çılgınlıkta b r yapardı bunu. Ne yazık k , ben
bunların k s n n tam karışımıydım. İsted ğ n parayı annen n sana
sağlamasını önerd ğ mde çok güzel, zar f, her zaman hazır b r
yanıtın vardı. Babandan annene gelen paranın –sanırım yılda
yaklaşık 1.500 sterl nd – onun konumundak b r hanımefend ç n
epeyce yeters z olduğunu, sana gelen paradan fazlasını annenden
steyemeyeceğ n söylerd n. Annen n gel r n n, onun konumunda ve
onun zevkler ne sah p b r hanım ç n kes nl kle yeters z olduğu
konusunda çok haklıydın; ama bunu, ben m sırtımdan lüks ç nde
yaşamak ç n b r bahane olarak kullanmamalıydın; ters ne kend
yaşamında tasarruf yapmak ç n b r başlangıç noktası olarak
kullanmalıydın. Sorun, sen n kend n duygularına tümüyle kaptıran
b r nsan olmandı, hâlâ da öyles n sanıyorum. Bu tür nsanlar b r
duyguyu yaşama lüksüne, bedel n ödemeden sah p olmak ster.
Annen n gel r ne dokunmama steğ çok güzeld . Bunu, harcamalarını
bana yükleyerek yapmak ç rk nd . Sen nsanın duygularına
bedavadan sah p olab leceğ n sanıyorsun. Yanılıyorsun. En nce, en
fedakârca duyguların b le b r bedel vardır. Ne tuhaftır k , onları nce
kılan da budur. Sıradan nsanların z h nsel ve duygusal hayatları
aşağılık b r şeyd r. Tıpkı f k rler n b r tür gez c düşünce
kütüphanes nden –ruhsuz b r çağın Ze tge st’ı 41– ödünç alarak
k rlet p b r hafta sonra ade ett kler g b , duygularını da veres ye alıp
faturası geld ğ nde kaytarmaya çalışırlar. Bu yaşama kavramını
aşmalısın. B r duygunun bedel n ödemek zorunda kaldığın an,
duygunun n tel ğ n öğrenecek ve b r adım atmış olacaksın. Unutma
k , duygularına kend ler n kaptıranlar, aslında mutlaka alaycı
k ş lerd r. Hatta kend n duygularına kaptırmak, alaycılığın zaman
zaman dönüştüğü b r b ç mden başka b r şey değ ld r. Alaycılık se
entelektüel açıdan çok hoş olmakla b rl kte, kulübelerden çıkıp
kulüplere g rd kten sonra, ruhsuz b r nsan ç n mükemmel b r felsefe
olmaktan ler ye g demez. Toplumsal b r değer vardır; b r sanatçı ç n
de tüm fade b ç mler lg nçt r. Ne var k , özünde değers zd r, çünkü
gerçekten alaycı olan k ş h çb r zaman aydınlanamaz. Sanırım ş md
ger ye dönüp b r annen n gel r ne, b r de ben m gel r me l şk n
tutumuna baksan, kend nle gurur duymazsın. Belk de günün b r nde,
eğer bu mektubu annene göstermezsen, ben m sırtımdan
geç nmen n, ben m b r kez olsun f kr m n alınmadığı b r konu
olduğunu ona açıklarsın. Bana olan bağlılığının tuhaf, ben m ç n çok
üzücü b r bel rt s nden başka şey değ ld . En büyük tutarlar ç n
olduğu g b en küçük tutarlar ç n de kend n bana bağımlı kılman,
kend gözünde sana çocukluğun tüm sev ml l ğ n kazandırıyordu;
st snasız her sted ğ n n karşılığını ben m ödemem konusunda ısrar
etmekle, sonsuz gençl ğ n sırrını bulduğunu sanıyordun. İt raf eder m
k , annen n ben mle lg l söyled kler n duymak bana acı ver yor.
Em n m düşünecek olursan sen de kabul eders n k , sen n a len n
ben m a leme get rd ğ yıkım konusunda annen n söyleyecek dostça
b r sözü yoksa suskun kalması daha yer nde olurdu. Tab k bu
mektubun, ben m geç rd ğ m z h nsel gel şmelere ya da ulaşmaya
çalıştığım başlangıç noktalarına değ nen bölümler n annen n
görmes ç n h çb r neden yok. Ama sen n yer nde olsam, tümüyle
sen n yaşamına l şk n bölümler n ona göster rd m.
Sen n yer nde olsam, aslında, sözde nedenler yüzünden
sev lmek stemezd m. İnsanın hayatını dünyaya göstermes ç n
h çb r neden yoktur. Dünya, olayları anlamaz. Ama sevg s n elde
etmek sted ğ m z k ş ler ç n durum farklıdır. Çok yakın b r dostum –
on yıllık dostum– b r süre önce ben z yarete geld ve aleyh mde
söylenenler n tek sözüne nanmadığını, ben m tümüyle masum
olduğumu, babanın çev rd ğ korkunç b r entr kanın kurbanı
olduğumu düşündüğünü bel rtt . Bu sözler ben gözyaşına boğdu.
Babanın suçlamaları arasında doğru olmayan, ğrenç b r kötü n yetle
bana yüklenen şeyler olmakla b rl kte, y ne de sapkın zevkler ve
tuhaf tutkularla dolu b r hayat yaşadığımı, bunu ben mle lg l b r
gerçek olarak kabul etmed ğ , tam anlamıyla kavramadığı sürece
artık dost olamayacağımızı, artık kend s yle görüşemeyeceğ m z
söyled m ona. Onun ç n müth ş b r şoktu ama hâlâ dostuz, üstel k
dostluğunu sözde nedenlerle elde etm ş değ l m. Gerçeğ söylemek
acı ver r dem şt m. Yalan söylemek zorunda olmak çok daha kötü.
Son duruşmamda sanık sandalyes nde oturup Lockwood’un
hakkımdak dehşeteng z thamını –Tac tus’tan, Dante’den b r pasaj,
Savonarola’nın Roma’dak papaların suçlamalarından b r g b –
d nlerken duyduğum ğrenç sözler n ben hasta ett ğ n anımsıyorum.
B rden, “Hakkımda tüm bu söylenenler ben söyleyeb lsem har ka
olurdu!” d ye düşündüm. O zaman anladım k , b r nsana l şk n
söylenenler n h ç değer yoktur. Öneml olan, k m n söyled ğ d r. H ç
kuşkum yok k , b r nsanın hayatındak doruk noktası, tozların ç ne
d z çöküp göğsünü yumruklayarak yaşamının tüm günahlarını
saydığı andır. Sen n ç n de durum aynı. Annene hayatının h ç
değ lse b razını kend n anlatsan, çok daha mutlu olurdun. Aralık
1893’te ben kend s ne epeyce b r şeyler anlattım ama tab
sınırlamalar, genellemeler yapmak zorundaydım. Bu konuşma
annene, sen nle l şk s konusunda pek cesaret vermed . Ters ne.
Gerçekle yüz yüze gelmekten esk s nden daha kararlı b ç mde
kaçındı. Sen ona kend n anlatsaydın farklı olurdu. Ben m sözler m
çoğunlukla sana çok acı geleb l r. Ama gerçekler nkâr edemezs n.
Olaylar ben m anlattığım g b yd ; bu mektubu okurken gerekl d kkat
gösterd ysen, kend nle yüz yüze geld n demekt r.
Sana uzun uzun yazdım; ben m ç n hapse g rmeden önce o üç
yıllık öldürücü dostluk süres nce ne fade ett ğ n ; neredeyse k ay
sonra b tecek olan hap s yaşamım boyunca ne fade ett ğ n ve
ben m, hap sten çıktıktan sonra kend me ve başkalarına ne fade
etmek sted ğ m anlaman ç n yazdım. Mektubumu ne değ şt reb l r m
ne de yen den yazab l r m. B rçok yer gözyaşlarıyla, bazı yerler tutku
ya da acının z yle damgalı bu mektubu, olduğu g b kabul etmel ,
lekeler ve düzeltmeler yle el nden geld ğ nce anlamaya çalışmalısın.
Düzeltmeler , sözcükler m düşünceler m n mutlak fades olsun,
abartma ya da yeters z kalma neden yle yanılgı yaratmasın d ye
yaptım. D l , b r keman g b akort etmek gerek r; nasıl k şarkıcının
ses ndek ya da teldek t treş mler n gereğ nden fazla ya da az oluşu
yanlış b r notanın ses n ver rse sözcüklerdek fazlalık ya da
yeters zl k de mesajı bozar. Bu hal yle mektubumdak her faden n
bel rg n b r anlamı var. Mektubumda retor ğe l şk n h çb r şey yok. B r
fade s l nm ş ya da değ şt r lm şse fark ne kadar küçük olursa olsun,
ne kadar büyük olursa olsun, amacım gerçek zlen m m aktarmak,
ruh hal m n tam karşılığını bulmaktır. Duyguda lk sırayı alan şey,
b ç mde hep sondadır.
Sert b r mektup olduğunu kabul etmel y m. Sen es rgemeden
yazdım. Hatta önce, sen acılarımın en haf f yle, kayıplarımın en
önems z yle tartmanın gözümde haksızlık olduğunu ler sürdüğümü,
sonra da bunu yaptığımı, üstel k k ş l ğ n büyük b r özenle d d k d d k
araştırdığımı söyleyeb l rs n. Doğrudur. Ama unutma k , kend n
tartıya vuran send n.
Unutma k , ben m hap s hayatımın yalnızca b r ânına
vurulduğunda teraz n n sana a t kefes haf fl kten tepeye fırlıyorsa
sana teraz y seçt ren, “gurur”du, sıkı sıkı yapışmana da “gurur”
neden olmuştu. Dostluğumuzun en büyük ps koloj k hatası buydu
şte; tümüyle orantısız oluşu. Sen n ç n fazla gen ş; yörünges sen n
hareket gücünü, hatta görüş gücünü aşan; f k r, tutku ve eylemler
çok öneml , çok lg çek c ve har ka ya da fec sonuçlarla gerçekten
fazlaca yüklü olan b r hayata zorla g rd n. Sen n küçük kapr sler ve
huysuzluklarla dolu küçük yaşamın, kend küçük dünyasında
beğen ye layıktı. Başına geleb lecek en kötü şey n “dekan”dan azar
ş tmek, “rektör”den nutuk d nlemek, en büyük heyecanın se
Magdalen’ n kürek b r nc s olması ve ağustos tören ç n avluda ateş
yakılması olduğu Oxford’da, beğen ye layıktı. Oxford’dan ayrıldıktan
sonra kend dünyasında devam etmel yd . Özünde fena değ ld n. Çok
çağdaş b r türün eks ks z b r örneğ yd n. Yalnızca ben mle l şk l
olarak hatalıydın. Pervasız taşkınlığın b r suç değ ld . Gençl k her
zaman taşkındır. Utanç ver c olan, taşkınlıklarının bedel n ödemem
ç n ben zorlamandı. Sabahtan akşama tüm zamanını b rl kte
geç reb leceğ n b r dost stemen çok hoştu. Neredeyse b r d l g b yd .
Ama kenetlend ğ n dost, b r edeb yat adamı, b r sanatçı, sürekl
varlığınla yaratma yeteneğ n felce uğrattığın, tüm güzel uğraşılarını
tümüyle mahvett ğ n b r olmamalıydı. Gecey geç rmen n en
mükemmel yolunun önce Savoy’da şampanya eşl ğ nde b r yemek,
ardından b r müz kholde loca, son olarak da W ll s’te y ne şampanyalı
b r yemek olduğunu c dd b ç mde düşünmende b r sakınca yoktu.
Londra’da yığınla çok hoş genç adam aynı f k rde. Wh te’s Club’a
üye olab lmek ç n gerekl hatta. Ama bu tür zevkler sana sağlamamı
benden stemeye hakkın yoktu. Bu, ben m dehamı gerçekten takd r
etmekten tümüyle ac z olduğunu göster yordu. Babanla kavgan,
n tel ğ ne olursa olsun, kes nl kle, k n z n arasında b r sorun olarak
kalmalıydı. Arka bahçen zde yer almalıydı. Sanırım bu tür kavgalarda
genell kle zlenen kural budur. Sen n hatan, kavganın yüce tar h
sahnes nde, tüm dünyanın sey rc , ben m de bayağı yarışmada
kazananın ödülü olduğum b r traj komed olarak oynanması
konusundak ısrarındı. Babanın senden nefret etmes , sen n de
babandan nefret etmen, İng l z kamuoyunu h ç lg lend rmezd .
İng l zler n a le yaşamında bu tür duygular çok yaygındır ve t p k
b ç mde a t oldukları yerde, a le ç nde tutulmalıdırlar. Bunların a le
dışına çıkması yers z olur. Bunları aktarmak hakarett r. A le yaşamı
sokaklarda sallanacak kırmızı b r bayrak, dama çıkıp öttürülecek b r
borazan değ ld r. Tıpkı kend n kend dünyanın dışına çıkardığın g b
a le yaşamını da kend dünyasından çıkardın.
Oysa kend dünyalarından kopanlar, yalnızca çevreler n
değ şt rm ş olur, k ş l kler n değ l. G rd kler dünyaya uygun düşünce
ve tutkuları ed nmezler. Bunu yapmaya güçler yetmez. Intent ons’da
da bel rtt ğ m g b , duygusal güçler, kapsam ve sürekl l k açısından
f z ksel enerj güçler kadar sınırlıdır. Burgonya’nın tüm mor fıçıları
ağzına kadar şarapla dolu, İspanya’nın taşlık bağlarında toplanan
üzümler d z boyu olsa b le, küçük kadeh alab leceğ kadar alır,
fazlasını alamaz. Büyük trajed lere neden olanların traj k ruh hal ne
uygun duyguları paylaştıklarını düşünmekten daha büyük, bunu
onlardan beklemekten daha öldürücü b r hata yoktur. “Ateşten
gömleğ ” ç ndek şeh t, Tanrı’nın yüzünü seyred yor olab l r ama
odunları st fleyen ya da ateş harlandırmak ç n kütükler oynatan
k ş n n gözünde olay, kasabın gözünde b r öküzün kes lmes nden,
ormandak kömürcünün gözünde b r ağacın devr lmes nden, tırpanla
ot b çen b r n n gözünde b r ç çeğ n kopmasından farksızdır. Büyük
tutkular, ruhen büyük k ş lere göred r, büyük olayları, ancak onlarla
aynı düzeyde olanlar göreb l r.
T yatro tar h nde, Shakespeare’ n Rosencrantz ve Gu ldenstern
t plemeler nden, “sanat” açısından daha eşs z, gözlem ncel ğ
açısından daha anlamlı b r şey olduğunu sanmıyorum. Rosencrantz
ve Gu ldenstern, Hamlet’le ün vers tede b rl kte olmuş, onunla
arkadaşlık etm şlerd r. B rl kte geç r len güzel günler n anısını
get r rler beraberler nde. Oyunda Hamlet’e rastladıklarında, Hamlet,
kend yaradılışında b r ç n dayanılmaz b r yükün altında
sendelemekted r. Ölüler s lahlanıp mezardan çıkarak Hamlet’e, hem
kend s n aşan hem de çok altında kalan b r görev yüklem şlerd r
zorla. O, b r hayalperestt r ve eyleme geçmes stenmekted r. O, şa r
ruhludur ve neden sonuç g b bayağı karmaşalarla, yaşamın, çok y
b ld ğ deal özüyle değ l, h ç b lmed ğ prat k uygulamasıyla
uğraşması stenmekted r. Ne yapacağıyla lg l en ufak b r f kr yoktur
ve onun çılgınlığı, çılgınlık taslamasıdır. Brutus del l ğ , n yet n n
kılıcını, rades n n hançer n g zlemek ç n b r kılıf olarak kullanmıştır;
ama Hamlet ç n del l k, yalnızca zayıflığını saklayan b r masked r.
M m kler, el kol hareketler yaparak zaman kazanmayı umar.
Sanatçının kuramla oynadığı g b o da eylemle oynar. Kend
eylemler n n casusu olur, kend sözler n d nled kçe “sözcükler,
sözcükler, sözcükler”den öteye g tmed ğ n b l r, kend tar h n n
kahramanı olmaya çalışacağına “kend ” trajed s n n sey rc s olmaya
bakar. Kend s dah l h çb r şeye nanmaz, bununla b rl kte
kuşkusunun ona yararı yoktur; çünkü kuşkuculuktan değ l, bölünmüş
b r radeden kaynaklanmaktadır. Gu ldenstern ve Rosencrantz tüm
bunlardan b r şey anlamaz. Başlarını eğer, yılışır, gülümserler, b r n n
ded ğ n ötek daha ğrenç b r b ç mde y neler. En sonunda, oyun
ç nde oyun ve c lveleşen kuklalar aracılığıyla Hamlet, kralın
“v cdanını yakalayıp” zavallı adamı korkuyla tahtından kaçırdığında,
Gu ldenstern ve Rosencrantz, davranışını, saray et ket n n oldukça
üzücü b ç mde zedelenmes olarak n telend r rler yalnızca. “Yaşam
göster s n yer nde duygularla seyretmek” konusunda buradan öteye
geçemezler. Hamlet’ n sırrının o kadar yakınında ama ondan b r o
kadar habers zd rler. Sır onlara söylenm ş olsa da b r şey değ şmez.
Çünkü ancak alab leceğ kadarını alan küçük kadehlerd r onlar.
Oyunun sonuna doğru, başkası ç n kurulmuş kurnazca b r kapana
kısılıp ş ddet dolu, an b r ölüme kurban g tt kler ya da g deb lecekler
ma ed l r. Ama bu tür traj k b r son, Hamlet’ n, komed ye özgü b r
sürpr z ve adalet çeren espr gücüyle renklense de, onlar g b lere
uygun değ ld r. Onlar asla ölmez. “Hamlet’ ve davasını, tatm n
olmayanlara doğru b ç m yle aktarmak” ç nHorat o, sey rc s olmasa
da, ger de b r kardeş bırakmasa da ölür:

B r süre mutluluktan yoksun kılan


Ve bu acımasız dünyada acıyla nefes alan
Ama Gu ldenstern ve Rosencrantz, Angelo ve Tartuffe kadar
ölümsüzdür ve onların yanında yer almaları gerek r. Onlar çağdaş
yaşayışın, ant k dostluk deal ne katkısıdır. Yen b r De Am c t a 42
yazacak olan k ş , onları uygun yerler ne oturtup Tusculanae 43
fades yle övmel d r. Onlar sonsuza dek geçerl t plerd r. Onları
kınamak, değer b lmezl k olur. Onlar yalnızca kend dünyalarının
dışındadırlar; heps bu. Ruh yücel ğ bulaşıcı değ ld r. Yüce
düşünceler, yüce duygular, varoluşlarıyla zaten tecr t ed lm şt r.
Ophel a’nın anlamadığı şey “Gu ldenstern ve soylu Rosencrantz”,
“Rosencrantz ve soylu Gu ldenstern” anlayamazdı. Tab k sen
onlarla karşılaştırmaya n yet m yok. Aranızda büyük b r fark var.
Onlar ç n rastlantısal olan şey, sen n kend seç m nd . Kasten ve ben
davet etmeden, zorla ben m dünyama g rd n, o dünyada hakkın
olmayan ve layık olmadığın b r yere el koydun, tuhaf b r natla,
varlığını st snasız her günün b r parçası hal ne get rerek tüm
yaşamımı avuçlarına almayı başardıktan sonra o yaşamı
parçalamaktan başka b r şey yapamazdın. Sana tuhaf gelse de, öyle
yapman doğaldı. B r çocuğa, küçük aklının alamayacağı
fevkaladel kte, yarı açılmış gözler n n göremeyeceğ güzell kte b r
oyuncak ver ld ğ nde, çocuk natçıysa oyuncağı kırar, kayıtsızsa
el nden bırakıp kend arkadaşlarına döner. Sen n ç n de durum
buydu. Yaşamımı ele geç rd kten sonra onu ne yapacağını
b lemed n. B lemezd n. Sen n avuçlarında olamayacak kadar
fevkaladeyd . Onu el nden bırakıp kend arkadaşlarına, onların
oyunlarına dönmel yd n. Ama ne yazık k natçı olduğun ç n kırdın
onu. Son söz de söylend kten sonra, tüm olup b tenler n n ha sırrı
buydu belk de. Çünkü sırlar, göründükler nden daha küçüktür. B r
atomun yer değ şt rmes yle b r dünya yer nden oynayab l r. Sen
es rgemed ğ m g b kend m de es rgemem ş olmak ç n şunu da
ekleyeceğ m: Sen nle karşılaşmak ben m ç n çok tehl kel d yse de,
bu karşılaşmayı ben m ç n ölümcül kılan, karşılaştığımız zamandı.
Çünkü o sırada sen, hayatın ancak tohum ekme dönem ndeyd n,
bense hasat dönem nde.
Sana yazmam gereken b rkaç şey daha var. B r nc s “ flas”ımla
lg l . B rkaç gün önce, a len n babanın parasını ödemes ç n artık çok
geç olduğunu, bunun kanuna aykırı olacağını, daha uzun b r süre şu
andak sıkıntılı durumumda kalmak zorunda olduğumu duydum ve
t raf eder m k , büyük hayal kırıklığına uğradım. Ben m ç n bu çok
acı b r haber, çünkü tüm hesapların devred leceğ “alacaklı”nın zn
olmadan b r k tap b le yayımlayamayacağımı hukuk otor teler kes n
olarak b ld rd ler. B r t yatro yönet c s yle sözleşme yaptığımda, b r
oyunum sahnelend ğ nde, tüm gel r babanın ve öbür b rkaç
alacaklımın el ne geçecek. Sanırım ben flas ett rerek babanla
“hesaplaşma” planının, umduğun kadar parlak, çok yönlü b r başarı
olmadığını sen b le kabul eders n artık. H ç değ lse ben m ç n sonuç
bu olmadı; flas etme durumumda göz önüne alınan şey, ne kadar
ğnel ve şaşırtıcı olursa olsun, sen n m zah gücün değ l, ben m
ıstırap ve utancım olmalıydı. Aslına bakılırsa “ flas”ıma z n vermekle,
tıpkı lk davayı açtırmaktak ısrarınla olduğu g b babanın oyununa
geld n, tam onun sted ğ n yapmış oldun. Tek başına olsa, k msen n
yardımı olmasa daha başından çares z kalacaktı. O sende –böyle
korkunç b r konumda olmayı sen stemed ğ n halde– en büyük
müttef ğ n buldu her zaman.
More Adey mektubunda, sana “harcadıklarımın b razını” bana
ödemek sted ğ n geçen yaz boyunca b rkaç kez bel rtt ğ n yazmıştı.
Ona yazdığım yanıtta da fade ett ğ m g b , ne yazık k sen n ç n
sanatımı, hayatımı, adımı, tar htek yer m harcadım; dünyadak tüm
olağanüstü şeylere, dünyanın olağanüstü bulduğu her şeye, deha,
güzell k, servet, mevk ve buna benzer şeyler n heps ne a len sah p
olsa ve heps n ayaklarıma serse benden alınan en küçük şey n
ufacık b r zerres n n, döktüğüm küçük gözyaşlarının b r tek n n b le
karşılığı olamazdı. Ne var k , nsan her yaptığının karşılığını ödemek
zorundadır. İflas etm ş k ş ç n b le durum böyle. Sanırım sana öyle
gel yor k “ flas”, k ş n n borçlarını ödemekten kaçınması ç n elver şl
b r yol, hatta “alacaklılarıyla hesaplaşması”dır. Tam ters ne. Sen n
pek sevd ğ n dey ş kullanmaya devam edecek olursak, “alacaklılar”
flas edenle “hesaplaşmış” oluyor. Yasa, tüm malına mülküne el
koyarak tek tek tüm borçlarını ödemeye zorluyor, eğer borcu kalırsa
tümüyle metel ks z bırakıyor, tıpkı b r kemer n altında durarak,
sokakta sürünerek avuç açan, (h ç değ lse İng ltere’de) d lenmeye
korkan zavallı b r d lenc g b . Yasa benden yalnızca sah p olduğum
her şey , k taplarımı, mob lyalarımı, res mler m , k taplarımın tel f
hakkını, oyunlarımın tel f hakkını, Mutlu Prens ve Lady
W ndermere’ n Yelpazes ’nden tut da ev mdek merd ven halıları ve
paspasa kadar her şey değ l, hayatta sah p olacaklarımı da aldı.
Sözgel m evl l k anlaşmasıyla hak kazandığım fa z gel r satıldı.
Neyse k dostlarım aracılığıyla y ne ger alab ld m. Alamasaydım,
karım öldüğü takd rde k çocuğum ben hayattayken ben m kadar
metel ks z kalacaklardı. Sırada kend babamın bana bıraktığı
İrlanda’dak toprakların gel r var sanırım. Satılması bana çok acı
gel yor ama boyun eğmek zorundayım. Babana a t yed yüz pen –
yoksa sterl n m yd – b r sorun, ödenmes gerek yor. Sah p olduğum
ve olacağım her şey sökülüp alındıktan, umutsuz b r “müfl s” olarak
serbest bırakıldıktan sonra b le, borçlarımı ödemek zorundayım.
Savoy’dak yemekler n; kaplumbağa çorbalarının, S c lya’nın ncec k
asma yapraklarıyla yapılan sarmalarının, amber renkl , hatta
neredeyse amber kokulu şampanyaların –Dagonet 1880 en çok
sevd ğ n şarap değ l m yd – bedel hep ödenecek. W ll s’tek gece
yarısı yemekler , b z m ç n mutlaka ayrılan özel Perr er-Jouet
cuvée’s , 44 doğrudan Strasbourg’dan gelen har ka pâté’ler, 45
yaşamın en nce zevkler n tatmayı b lenler kokusunu sted kler g b
alab ls nler d ye her zaman büyük, çan b ç m kadehler n ç nde
get r len olağanüstü f ne champagne, 46 tüm bunlar, dalaverec b r
cl ent’ın 47 kötü borçları olarak kalamaz, heps ödenecek. Kend m
ç z p özel olarak Henry Lew s’te yaptırttığım, k nc komed m n
başarısını kutlamak üzere sana küçük b r armağan olarak
hazırlattığım –gerç b rkaç ay sonra yok pahasına sattın onları
sanırım– zar f kol düğmeler n n (yakut ve elmasla çerçevelenm ş,
gümüşsü matlıkta, kalp b ç m nde dört aytaşı) b le parası ödenmek
zorunda. Sana verd ğ m armağanların, sen onları ne yapmış olursan
ol, parasını kuyumcuya vermemezl k edemem. Yan serbest
bırakılsam b le gördüğün g b borçlarımı ödemek zorundayım.
İflas etm ş k ş ç n geçerl olan şeyler, hayatta herkes ç n
geçerl . Yapılan her şey n bedel b r tarafından ödenmek zorunda.
Sen n b le –her tür görevden kes nl kle muaf olmak konusundak
büyük arzuna, her şey n başkalarının sağlaması konusundak
ısrarına, senden beklenen sevg , saygı ve m nnet reddetme
çabalarına karşın– sen n b le günün b r nde yaptıklarını c dd b ç mde
düşünmen ve boşuna da olsa kend n affett rmek ç n çaba
göstermen gerekecek. Çabalarının boşa çıkması, cezanın b r parçası
olacak. Tüm sorumluluklarından sıyrılıp b r omuz s lk ş ya da
gülümsemeyle yen b r dosta, yen kurulmuş b r şölen sofrasına
geçemezs n. Ben m başıma açtığın tüm felaketlere, ara sıra s gara
ve l körün yanında sunulacak duygusal b r anı; bayağı b r handa asılı
esk b r halı m sal , modern b r eğlence yaşamında renkl b r fon
gözüyle bakamazsın. Şu anda taze b r sos, y b r şarap kadar hoş
olab l r ama şölenden artakalanlar bayatlar, ş şen n d b ndek tortu
acıdır. Bugün, yarın, mutlaka b r gün bunu anlamak zorundasın.
Yoksa kavrayamadan ölür, aşağılık, yoksul, hayal gücünden yoksun
b r ömür sürmüş olursun. More’a yazdığım mektupta, konuya b r an
önce hang bakış açısından yaklaşman gerekt ğ n bel rtt m. O sana
ne olduğunu söyleyecek. Anlayab lmek ç n hayal gücünü gel şt rmen
gerekecek. Unutma k hayal gücü, nsanın k ş ve olayları hem
gerçek, hem de deal l şk ler nde görmes n sağlayan n tel kt r. Eğer
kend başına anlayamazsan, konuyu başkalarıyla görüş. Ben kend
geçm ş mle yüzleşmek zorunda kaldım. Sen de kend geçm ş nle
yüzleş. Sess zce oturup düşün. Kötülükler n en büyüğü sığlıktır.
Anlaşılan her şey doğrudur. Ağabey nle konuş. Gerçekten de
konuşman gereken k ş Percy. Bu mektubu okusun, dostluğumuzun
tüm ayrıntılarını b ls n. Her şey açıkça ortaya konduğunda Percy’n n
yargısı mükemmeld r. Eğer ona doğruyu söylem ş olsaydık, ne çok
acıdan, utançtan kurtulmuş olurdum! Hatırlayacak olursan,
Cezay r’den Londra’ya döndüğün gece bunu önerm şt m. Kes nl kle
reddett n. Bunun üzer ne, yemekten sonra Percy geld ğ nde babanın
del olduğu, gülünç ve gerçekdışı hayallere kapıldığı komed s n
sürdürdük. Devam ett ğ sürece müth ş b r komed yd , üstel k Percy
her şey c dd ye almıştı. Ne yazık k , çok ğrenç b ç mde sonuçlandı.
Şu anda yazmakta olduğum konu, sonuçlardan b r ; sana zahmet
olacaksa lütfen ben m katlanmak zorunda kalacağım en büyük
utançlardan b r olduğunu unutma. Seçeneğ m yok. Sen n de
seçeneğ n yok.
Yazmam gereken k nc konu, hap sten çıktığımda hang
koşullarda, hang durumda ve nerede buluşacağımızla lg l . Geçen
yaz başı Robb e’ye yazdığın mektubun k m bölümler nden, sana
gönderd ğ m mektup ve armağanları –yan k s nden de kalanları– k
ayrı paket yapıp kapattığın ve kend el nle bana vermey çok sted ğ n
anlaşılıyor. Bunlardan vazgeç lmes gerek yor tab . Sana n ç n güzel
armağanlar verd ğ m anlamadığın g b , n ç n güzel mektuplar
yazdığımı da anlamadın. Mektupların yayımlanmak amacıyla
yazılmadığını kavrayamadın, armağanların reh ne konmak amacıyla
ver lmed ğ n kavrayamadığın g b . Zaten her k s de yaşamın ne
zamandır örtülmüş b r yanına, gerçek değer n nasılsa takd r
edemed ğ n b r dostluğa a t. Tüm yaşamımı avuçlarında tuttuğun
günler ş md hayretle anımsıyor olmalısın. Ben de o günler hayretle
ve çok farklı b rtakım duygularla anımsıyorum.
B r aks l k olmazsa, mayıs sonlarında salıver leceğ m; h ç vak t
kaybetmeden Robb e ve More Adey’yle, yurtdışında, den z kıyısında
küçük b r köye g tmek st yorum. Eur p des’ n Iph gene a’yla lg l b r
oyununda ded ğ g b den z, dünyanın lekeler n ve yaralarını tem zler.
Θáλασσα κλυζει πáντα τ’ανθρωπων κακá.
Arkadaşlarımla en az b r ay b rl kte olmayı ve sağlıklı, sevecen
dostlukları sayes nde huzura, dengeye, daha az dertl b r yüreğe ve
daha haf f b r ruh hal ne kavuşmayı umuyorum. Ben m ç n “toprak”
kadar anne olan “den z” g b büyük, bas t, lkel şeylere tuhaf b r
özlem duyuyorum. Bana öyle gel yor k hep m z, “doğa”ya çok fazla
bakıyor, onunla çok az yaşıyoruz. Yunanlıların tutumunu son derece
makul buluyorum. Onlar h çb r zaman güneş batışları hakkında
gevezel k etmez, ç menler n üzer ne vuran gölgeler n gerçekten mor
olup olmadığını tartışmazlardı. Ama den z n yüzücü ç n, kumun da
koşucunun ayakları ç n olduğunu b l rlerd . Ağaçları verd kler gölge
yüzünden, ormanı da öğle vakt ndek sess zl ğ yüzünden severlerd .
Üzüm bağlarında çalışanlar, taze f l zler n üzer ne eğ l rken güneş n
ışınlarını uzakta tutmak ç n saçlarına sarmaşıklardan b r çelenk
geç r r, Yunan stan’ın b ze armağan ett ğ k nsan t p , yan sanatçı
ve atlet ç nse, nsana başka h çb r yararı olmayan acı defne ve
yabanmaydanozu yapraklarından çelenkler örerlerd .
Yaşadığımız çağa yararcılık çağı d yor, oysa h çb r şey n
yararlarını b lm yoruz. “Su”yun tem zleyeb ld ğ n , “ateş” n
arıtab ld ğ n , hep m z n annes n n “toprak” olduğunu unuttuk. Bunun
sonucu olarak b z m “sanat”ımız gölgelerle oynayan “Ay Sanatı”;
oysa Yunan sanatı doğrudan nesnelerle lg l b r “Güneş Sanatı”ydı.
İlkel güçler n arıtıcı olduğundan em n m; onlara dönüp onlarla b rl kte
yaşamak st yorum. Tab k ben m kadar çağdaş, enfant de mon
s ècle, 48 b r ç n yalnızca dünyaya bakmak her zaman çok hoş b r
şey olacak. Hap sten çıktığım gün, bahçelerde sarısalkımların,
leylakların tomurcuklanmış olacağını, sarısalkımların altın
t treş mler n n rüzgârla huzursuz b r güzell ğe dönüşüp leylakların
eflatun tüyler n n esen yelde savrularak her yanı ben m ç n B nb r
Gece Masalları kokusuyla dolduracağını düşündüğümde, mutlulukla
doluyorum. B r İng l z yaylasının uzun çalılıklarının kokulu katırtırnağı
tomurcuklarıyla sarardığını lk gördüğünde, L nnaeus d z çöküp
sev nc nden ağlamıştı; b l yorum k ç çekler arzunun b r parçası g b
gören ben m ç n, b r gülün taçyapraklarında gözyaşları hazır
beklemekted r. İlkgençl ğ mden ber hep böyle olmuştur. B r ç çeğ n
goncasında, b r kabuğun kıvrımında g zl tek b r renk yoktur k ,
nesneler n ruhuyla nce b r yakınlık sayes nde yaradılışımda b r tepk
uyandırmasın. Gaut er g b ben de her zaman pour qu le monde
v s ble ex ste 49 nsanlardan oldum. Y ne de, ş md b l yorum k , tatm n
ed c olsa da tüm bu “güzell k” n ardında saklı b r “ruh” var ve bu
“ruh”un resmed lm ş b ç mler yalnızca b rer dışavurum yolu; şte ben
bu “ruh”la uyum ç nde olmak st yorum. İnsanlarla nesneler n
kolayca anlaşılır fadeler nden bıktım. “Sanatta m st k” olan,
“yaşamda m st k” olan, “doğada m st k” olan ben m aradığım bu;
müz ğ n büyük senfon ler nde, “keder” n başlangıcında ve “den z” n
der nl kler nde bulab l r m onu belk . B r yerlerde onu bulmam ben m
ç n şart.
Tüm yargılamalar, nsanın yaşamının yargılanmasıdır, tıpkı tüm
hükümler n dam hükmü olması g b ve ben üç kez yargılandım.
İlk nde tutuklandım, k nc s nde “tutukev ”ne ger götürüldüm,
üçüncüsünde k yıllığına b r hap shaneye aktarıldım. B z m
oluşturduğumuz b ç m yle “toplum”da bana yer olmayacak, “toplum”
bana b r yer veremeyecek; ama yağmurunu suçlu suçsuz herkes n
üzer ne fark gözetmeden yağdıran doğada, saklanab leceğ m kaya
yarıkları, sess zl ğ nde gönlümce ağlayab leceğ m g zl vad ler olacak.
Doğa, karanlıkta sendelemeden yürüyeb lmem ç n geceye yıldızlar
asacak, k mse ben zley p nc tmes n d ye rüzgârı ayak zler m n
üstüne salacak; ben görkeml sularla yıkayıp tem zleyecek, acı
otlarıyla y leşt recek.
B r ay sonra, “haz ran” güller şehvetle açılırken eğer kend m y
h ssed yorsam Robb e aracılığıyla, gr evler , yeş l kanalları ve sak n,
durgun yolları yıllar önce bana caz p gelen Bruges g b yurtdışında
sess z b r küçük kentte sen nle b r buluşma ayarlayacağım. Ş md l k
adını değ şt rmek zorunda kalacaksın. Öyles ne gurur duyduğum –
gerçekten de adına b r ç çek adı havası veren– küçük unvandan,
“ben ” görmek st yorsan, vazgeçeceks n; tıpkı “ben m”, b r zamanlar
“ün”ün dudaklarında b r ezg olan adımdan vazgeçeceğ m g b .
Yüzyılımız ne kadar dar, aşağılık ve yükler n kaldıramayacak kadar
güçsüz! Başarıya b llurdan b r saray ver r ama “keder” ve “utanç” ç n,
başlarını sokab lecekler sazlardan b r kulübes b le yoktur; “ben m”
ç n yapab leceğ tek şey, adımı değ şt r p başka b r ad ed nmem
önermek, oysa Ortaçağ b le, ardında huzur bulab leceğ m b r keş ş
kukuletası, b r cüzamlı peçes ver rd bana.
Umarım buluşmamız, tüm olup b tenlerden sonra, sen nle bana
yaraşır b r buluşma olur. Esk günlerde aramızda her zaman der n b r
uçurum vardı: başarılmış “sanat” ve ed n lm ş kültür uçurumu. Ş md
aramızda daha da der n b r uçurum var: keder uçurumu. Ama
“tevazu” karşısında h çb r şey olanaksız, “sevg ” karşısında h çb r şey
zor değ ld r.
Bu mektuba yazacağın yanıta gel nce: İsted ğ n kadar uzun ya
da kısa olab l r. Zarfın üzer ne, “Hap shane Müdürü, Read ng
Hap shanes ” d ye yaz. İç ne, açık b r zarfta bana yazdığın mektubu
koy. Kâğıt çok nceyse tek yüzüne yaz, başkalarının okuması zor
oluyor. Ben sana tam b r özgürlük ç nde yazdım. Sen de öyle
yazab l rs n. Senden mutlaka öğrenmek sted ğ m şu: Öncek yılın
“ağustosu”ndan, özell kle de geçen yıl “mayıs”tan sonra on b r aydır,
bana nasıl acı çekt rd ğ n ve ben m bunu anladığımı b ld ğ n,
başkalarına da t raf ett ğ n halde, n ç n bana yazma g r ş m nde
bulunmadın? Her ay senden haber bekled m. Beklemey p tüm
kapıları yüzüne kapamış b le olsaydım, h ç k msen n sonsuza dek
“sevg ”n n yüzüne kapılarını kapayamayacağını anımsamalıydın.
İnc l’dek adalets z yargıç, sonunda ad l b r karar ver r çünkü adalet
her gün gel p kapısını çalar; gece vakt , yüreğ nde gerçek dostluk
olmayan dost, “bıktırıcı ısrarı” yüzünden sonunda arkadaşına boyun
eğer. Sevg n n zorla g remeyeceğ b r hap shane, h çb r dünyada
yoktur. Bunu anlamadıysan, “sevg ”y h ç m h ç anlamamışsın
demekt r. Ayrıca, Mercure de France’a ben m ç n yazdığın makale
hakkında ayrıntılı b lg ver. B r şeyler b l yorum. Makaleden alıntı
yapsan y olur. Nasılsa basıldı. B r de, ş rler n n thafını tam
fades yle b ld r. Düzyazıysa düzyazıyı, ş rse d zeler olduğu g b yaz.
B r güzell k taşıdığından h ç kuşkum yok. Kend n, yaşamın, dostların,
yaptıkların, k tapların hakkında çtenl kle yaz bana. K tabın ve nasıl
karşılandığı hakkında yaz. Ne söyleyeceksen, korkmadan söyle.
Gerçekten kastetmed ğ n b r şey yazma, yeter. Mektubunda sahte,
yalan b r şey olursa tınısından hemen anlarım. B r ömür süren
edeb yat tapıncım boyunca
M das’ın altınlarıyla olduğu kadar
Ses ve hecelerle, c mr

olmam boş yere değ ld , amaçsız değ ld . Unutma k sen tanımam


gerek. Belk k m z n de b rb r n tanıması gerek.
Sana l şk n son söylemek sted ğ m şu: Geçm şten korkma.
Geçm ş n ger dönülmez olduğunu söyleyenler çıkarsa, onlara
nanma. Tanrı’nın gözünde geçm ş, ş md ve gelecek b r tek andır;
Tanrı’nın gözünde yaşamaya çalışmalıyız. Zaman ve mekân,
“ardıllık” ve “uzanım”, “düşünce”n n rastlantısal koşullarından başka
b r şey değ ld r. Hayal gücü heps n aşıp deal varoluşlar dünyasında
serbestçe hareket edeb l r, nesneler de, özünde, b z ne olmalarını
st yorsak, odur. Nesneler, nsan nasıl bakıyorsa öyle var olur.
“Başkalarının yalnızca tepedek ‘Şafak’ı gördüğü yerde ben Tanrı’nın
çocuklarının sev nçle bağırdığını görüyorum,” der Blake. Dünyaya ve
bana geleceğ m g b görünen şey , ben dava açmaya sürüklend ğ m
zaman temell kaybett m, hatta d yeb l r m k , çok daha önce
kaybetm şt m. Ben m önümde geçm ş m yatıyor. Geçm ş me farklı
gözlerle bakmak, dünyanın ona farklı gözlerle bakmasını sağlamak,
Tanrı’nın ona farklı gözlerle bakmasını sağlamak zorundayım. Bunu
geçm ş m görmezden gelerek, haf fe alarak, överek, yadsıyarak
yapamam. Ancak yaşamımın ve k ş l ğ m n gel ş m nde kaçınılmaz b r
aşama olarak kabul edersem, çekt ğ m tüm acılar karşısında başımı
eğersem yapab l r m. Ruhsal ölçülükten ne kadar uzak olduğumu, bu
mektup, değ şken, kararsız ruh haller yle, küçümseme ve acısıyla,
umutları ve bu umutları kavrayamayışıyla, açıkça göster yor. Ama ne
korkunç b r okulda görev m yer ne get rmeye çalıştığımı unutma. Ne
kadar eks k, kusurlu olsam da, benden öğreneb leceğ n çok şey
olab l r hâlâ. Bana “yaşamın zevk ”n ve “sanatın zevk ”n öğrenmek
ç n gelm şt n. Belk şans, sana çok daha olağanüstü b r şey ,
“keder” n anlamını ve güzell ğ n öğretmek ç n seçm şt r ben .
Sevg ler mle...
Dostun
OSCAR WILDE
7. (Lat.) Der nl k (“Der nl klerden sana seslen yorum Ya Rabb...) Esk Ah t’ n
Mezmurlar K tabı’nda, Mezmur 130’un Lat nces bu sözcüklerle başladığı ç n,
Katol k cenaze ay n n n de b r bölümünü oluşturan bu lah , De Profund s adıyla
anılır. (Ç.N.)
8. (Lat.) Hap ste ve z nc re vurulmuşken yazılan mektup. (Ç.N.)
9. (Fr.) Geç m yolu. (Ç.N.)
10. Dante’n n Cehennem’ n sek z nc katına verd ğ ad. (Ç.N.)
11. (Lat.) Tertem z ruh. (Ç.N.)
12. (Lat.) Felaketler m z ç n gözyaşları vardır. (Ç.N.)
13. (Fr.) Lüks baskı. (Ç.N.)
14. Marqu s de Sade. (Ç.N.)
15. Thomas Day’ n ahlakçı çocuk masalı. (Ç.N.)
16. (İt.) “Söz etmeye değmez, yalnızca bak ve yürü.” (Ç.N.)
17. (Fr.) Sam m söyleş . (Ç.N.)
18. (Fr.) Aylak. (Ç.N.)
19. (İt.) “Güneş n neşe saçtığı güzel havada hüzünlüydük.” (Ç.N.)
20. (İt.) Ruh tembell ğ (yed büyük günahtan b r ). (Ç.N.)
21. Petrus. (Ç.N.)
22. Herodes. (Ç.N.)
23. (Fr.) “Tanrım, beden m ve yüreğ m ğrenmeden / Seyretme gücünü ve
cesaret n ver bana.” (Ç.N.)
24. Yunan m toloj s nde savaş tanrısı Athena’nın lakabı. (Y.N.)
25. Kutsal K tap, Esk Ah t, Yeşaya K tabı. 53:3. (Y.N.)
26. (Yun.) “Ben y çobanım.” (İnc l) (Ç.N.)
27. (Yun.) “Kır zambaklarının nasıl büyüdükler ne y bakın; ne çalışırlar ne de pl k
eğ r rler.” (Ç.N.)
28. (Yun.) “Tamam oldu.” (Ç.N.)
29. (Lat.) “Ya Rab, ben layık değ l m.” (Ç.N.)
30. (İt.) “Ağlayıp gülerek oynayan küçük b r kız g b .” (Ç.N.)
31. Hazret İsa’ya Benzemek: Lat nce anon m eser. (Ç.N.)
32. Barthélemy de P se’ n, Hazret İsa’yla Az z Francesco arasındak paralell ğ
vurgulayan yapıtı. (Ç.N.)
33. Hazret İsa’nın d r ld kten sonra lk görüldüğü, havar ler n n k s yle b rl kte
yürüdüğü köy. (Ç.N.)
34. Matthew Arnold’un 1861 yılında ölen şa r arkadaşı Arthur Hugh Clough’u
anmak ç n 1865’te yazdığı ş r n adı.
35. Esk Roma’da n tel kler Yunan tanrısı Pan’la özdeşleşt r len kır tanrısı. (Y.N.)
36. Boyun ve kolları geç rmeye mahsus del kler olan, suçluları teşh r amaçlı
kullanılan şkence alet . (Y.N.)
37. Shakespeare’ n Fırtına oyununda Cal ban’a köle olan y ruh. (Ç.N.)
38. Fırtına’da şeytanla b r cadının yarı nsan oğlu. (Ç.N.)
39. (Fr.) “Kötü yollar nsanı buraya götürür şte.” (Ç.N.)
40. Franc s Douglas, V kont Drumlanr g. Bos e’n n erkek kadeş . (Y.N.)
41. (Alm.) Zamanın ruhu. (Ç.N.)
42. (Lat.) Dostluğa Da r. (Ç.N.)
43. Tusculanae d sputat ones: C cero’nun felsef yapıtı. Tusculum’dak v llasında
yazmıştır. (Ç.N.)
44. (Fr.) Fıçı. (Ç.N.)
45. (Fr.) C ğer ezmes . (Ç.N.)
46. (Fr.) Kal tel şampanya. (Ç.N.)
47. (Fr.) Müşter . (Ç.N.)
48. (Fr.) Çağımızın çocuğu. (Ç.N.)
49. (Fr.) Görünen dünyanın varlığını yaşayan. (Ç.N.)

You might also like