You are on page 1of 78

NAMAZ

Yazar: Sinan Yılmaz

Instagram: sinanyilmazhoca

www.risaleizah.com
1. Namazın farzları nelerdir?

Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namazın dışında, altısı ise namazın içindedir.
Namazın dışında olanlara "şart", namazın içinde olanlara "rükün" denir. Namazın dışındaki
farzlar şunlardır:

1. Hadesten taharet: Abdest almak, yıkanmak veya teyemmüm etmekle olur. İster farz bir
namaz isterse nafile bir namaz olsun, her namaz için hadesten temizlenmiş olmak şarttır. Bir
kimse abdest almaksızın namaz kılarsa namazı sahih olmaz.

2. Necasetten taharet: Elbisede ve namaz kılınan yerde affedilemeyecek kadar çok hakiki
necaset bulunmamalıdır. Hanefi mezhebine göre, namazı bozan pisliğin ayakların, alnın,
ellerin ve dizlerin konacağı yerlerde olması gerekir. Bunların dışındaki yerlerin pis olması
namazı bozmaz. Bir kimse affedilemeyecek kadar pisliği taşıdığı hâlde bilmeyerek namaz
kılsa, namazı batıl olup kaza etmesi gerekir. Çünkü namazın kılınmasında temizliğin
bulunması şarttır. Bunun namazı iptal ettiğini veya pisliğin bulunduğunu bilmese de durum
aynıdır.

3. Setr-i avret: Karanlıkta veya tenha bir yerde bulunulsa dahi -gücü yeten kimselerin- avret
yerlerini örtmeleri şarttır. Bir kimse karanlık bir evde bile olsa, temiz elbisesi bulunduğu
hâlde çıplak olarak namaz kılarsa namazı sahih değildir.

4. Kıbleye yönelmek: Namazda Kâbe’ye doğru yönelmek bir şarttır. Korkulu anlarda,
yolculukta veya hastalık sebebiyle gücü yetmediğinden dolayı kıbleye yönelemeyen
kimselerden bu şart kalkar. İmkânı olmadığı için kıbleye dönemeyen kimseler ne tarafa
dönebilirlerse o tarafa doğru namazlarını kılarlar.

5. Vakit: Farz namazlarla bunların sünnetleri için, vitir namazı, teravih namazı, cuma ve
bayram namazları için vakit bir şarttır. Vakti henüz girmeden kılınan bir namaz geçerli
değildir. Vaktinden evvel kılınmış bir namaz vakti içinde tekrar kılınmalıdır.

6. Niyet: Namazda niyet etmek bütün âlimlerin ittifakı ile farzdır. Bunun sebebi, ibadetin
âdetten ayrılması ve namazda Allah için ihlasın gerçekleşmesidir. Çünkü namaz bir ibadettir.
İbadet ise yapılan işin bütünü ile Allah'a tahsis edilmesidir.

Namazın içindeki farzlar da şunlardır:

1. İftitah tekbiri: Namaz kılan kişinin ayakta ve kendine işittirecek kadar sesli olarak "Allahu
ekber" demesidir. Ancak kişi ayakta durmaktan âciz ise bunu oturarak da söyleyebilir.

2. Kıyam: Gücü yetenlerin farz ve vacip namazlarda ayakta durması farzdır. Nafile
namazlarda ayakta durmak farz değildir. Dolayısıyla ayakta durmaya gücü yettiği hâlde
kişinin oturarak nafile namaz kılması sahihtir.

3. Kıraat: Nafile namazlar ile vitir namazının bütün rekâtlarında ve farzların ilk iki rekâtında
Kur'an okumak imam veya yalnız kılanlar için farzdır.
4. Rükû: Rükû kişinin baş ve sırtını -ellerini ayaklarına ulaştıracak şekilde- eğmesidir. Rükûun
en azı kişinin, elleri dizlerine kavuşacak şekilde eğilmesidir. En mükemmeli de kişinin sırtı ile
boynunu dümdüz yapmasıdır.

5. Sücud: Secdenin en azı, alnın bir kısmını açık olarak yer üzerine veya namaz kılınan diğer
maddeler üzerine koymaktır. Secdenin en mükemmel şekli iki eli, iki dizi, iki ayağı ve alın ile
birlikte burun kemiğini bir bütün hâlinde yere koymaktır.

6. Ka'de-i ahire (son oturuş): Namazların sonunda teşehhüd miktarı oturmak namazın bir
farzıdır. Buna ka'de-i ahire (son oturuş) denir. Sabah namazında olduğu gibi, iki rekâtlı
namazlarda olan tek oturuşa da ka'de-i ahire denir. Teşehhüd miktarından maksat Tahiyyat’ı
okuyacak kadar zamandır.

Namazın içindeki ve dışındaki farzlar bunlardır. Namazın içindeki bu altı farzdan başka, İmam
Ebû Yusuf'a göre, namazda ta'dil-i erkâna riayet edilmesi bir farzdır. İmam-ı Azam
Hazretlerine göre de namazdan kendi iradesi ile çıkmak (hurûc bi-sun’ih) bir farzdır. Bunlarla
birlikte namazın içindeki farzlar sekiz olmuş olur.

(el-Lübab, I, 64 vd.; ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 372 vd.; Merâkı'l-Felah, 33 vd.; Fethu'l-Kadir, I, 179)

2. Namazın vacipleri nelerdir?

Namazın vaciplerini çok iyi bilmek zorundayız. Çünkü vacibin terki ve tehirinde sehiv secdesi
yapılmalıdır. Namazın vacipleri şunlardır:

1. Namaza başlarken yalnız “Allah” ismi ile yetinmeyip büyüklüğü ifade eden “ekber” sözünü
de ilave ederek “Allahu ekber” demek vaciptir.

2. Namazlarda Fatiha suresini okumak vaciptir. Diğer üç mezhebe göre ise Fatiha okumak
farzdır.

3. Namazlarda farz olan Kur’an okuyuşunun ilk iki rekâta bağlı kılınması vaciptir.

4. İlk iki rekâtın her birinde bir defa Fatiha suresi okunup tekrarlanmaması vaciptir.

5. Fatiha suresini diğer okunacak sure veya ayetlerden önce okumak vaciptir.

6. Fatiha suresine başka bir sure veya bir sure yerini tutacak kadar ayet ilavesi vaciptir. Şöyle
ki: Farz namazların önceki ilk iki rekâtlarında Fatiha’dan sonra diğer bir sure veya bir sureye
denk bir miktar ayet okunması vacip olduğu gibi, vitir namazı ile nafile namazların her
rekâtında Fatiha ve Fatiha’dan sonra bir sure veya ona denk bir ayet okunması da vaciptir.

7. Yalnız başına namaz kılan kimse sabah, akşam ve yatsı namazlarını dilerse aşikâre bir
okuyuşla, dilerse gizli bir okuyuşla kılar. Geceleyin kılacağı nafile namazlarda da hüküm
böyledir. Fakat öğle ile ikindi namazlarında ve gündüz kılacağı nafile namazlarda gizli olarak
okuması vaciptir.
8. Cemaatle kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram, teravih, vitir namazlarının her
rekâtında; akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtlarında aşikâre Kur’an okumak; öğle ile
ikindi namazlarının bütün rekâtlarında, akşam namazının üçüncü ve yatsının son iki
rekâtlarında gizli olarak kıraat yapmak vaciptir.

9. Vitir namazında kunut (dua) okumak ve kunut tekbiri almak vaciptir. Bu, İmam-ı Azam
Hazretlerine göredir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise bunlar sünnettir.

10. Kazaya kalan bir namaz gündüz vakti cemaatle kılındığı takdirde, eğer sabah gibi aşikâr
kıraat yapılması gereken bir namaz ise yine aşikâre kıraat yapılır. Gizli kıraat yapılması
gereken bir namaz ise gizli kıraat yapılır. Tek başına namaz kılan ise aşikâre kıraat yapılması
gereken bir namazı kaza ederken, dilerse aşikâre okur, dilerse gizli okur. Bir rivayete göre de
gündüz kaza edeceği herhangi bir namazda gizli okuması vaciptir; gizli veya aşikâre okuma
serbestisi yoktur.

11. Secde yaparken yalnız alınla yetinmeyip alınla beraber burnu da yere koymak vaciptir.

12. Üç veya dört rekâtlı namazlarda birinci oturuş vaciptir.

13. Namazların her oturuşunda teşehhüdde bulunmak (Tahiyyat'ı okumak) vaciptir.

14. Namaz içinde okunan secde ayetlerinden dolayı tilavet secdesinde bulunmak vaciptir.

15. İki bayram namazının üçer ziyade tekbirleri vaciptir. Bu namazların birinci rekâtlarındaki
rükû ve secde tekbirleri sünnettir. İkinci rekâtların rükû tekbiri ise vacip olan ziyade tekbirlere
yakın olduğu için o da vaciptir.

16. Namazların farzlarında sıraya riayet edilmesi, iki farz arasına farz olmayan bir şeyin
girmesine meydan verilmemesi vaciptir. Farz olan kıyamdan sonra rükûa gidilmesi, rükûdan
sonra secdeye varılması gibi.

17. Vaciplerin her birini yerinde yapmak ve sonraya bırakmamak vaciptir. Mesela Kur’an
okuduktan sonra bir zaman bekleyip sehven düşünceye dalınsa ve sonra rükûa varılsa vacip
terk edilmiş olur.

18. Namazların sonunda selam vermek, önce sağ tarafa sonra sol tarafa yüzü çevirerek
“esselâm” demek vaciptir. “Esselâmu aleyküm ve rahmetullah” denilmesinin vacip olduğu
açıkça belirtilmemiştir. Bir görüşe göre, sol tarafa selam verilmesi sünnettir. Namazdan
çıkılması ise bütün imamlara göre, yalnız bir selam ile olur, bununla namaz biter. Bu selamı
vermiş olana artık uyulmaz. Meşhur olan görüş budur.

19. Farzın tehirinde, vacibin ise hem tehiri hem de terkinde sehiv secdesi yapmak vaciptir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 491 vd.; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 137, Madde 141)
3. Namazın sünnetleri nelerdir?

Namazın sünnetleri şunlardır:

1. Beş vakit namaz ve cuma namazı için ezan okumak ve kâmet getirmek.

2. İftitah tekbirini alırken iki eli kulak hizasına kaldırmak. Kadınlar ellerini omuz hizasına kadar
kaldırırlar.

3. Elleri kaldırdığında parmakları kendi hâline bırakıp ne bitiştirmek ne de ayırmak.

4. İmama uyan kişinin iftitah tekbirinin imamın iftitah tekbirine yakın olması.

5. Namazda erkeklerin, göbeklerinin altında tutmak üzere sağ ellerini sol elleri üzerine koyup
sağ ellerinin başparmak ve serçe parmağı ile sol bileği kavramaları ve sağ elin diğer üç
parmağını sol kol üzerine uzatmaları. Kadınların da sağ ellerini sol elleri üzerine koyarak halka
yapmaksızın göğüsleri üzerinde bulundurmaları.

6. Sübhâneke duasını gizlice okumak.

7. Sübhâneke'den sonra gizlice eûzü besmele çekmek.

8. Her rekâtın başında Fatiha'yı okumadan önce gizlice besmele çekmek.

9. Fatiha bittikten sonra "âmin" demek.

10. İftitah tekbirini alırken ve bitirirken başı eğmeden dosdoğru durmak.

11. İmamın tekbir, tesmi' (semiallahü limen hamideh) ve selamı açıktan söylemesi.

12. Kıyamda ayakların arasını dört parmak açık tutmak.

13. Fatiha'dan sonra okunan surelerin sabah vakti ile öğle vaktinde uzun surelerden, ikindi ile
yatsı vakitlerinde orta uzunlukta olan surelerden, akşam vaktinde ise kısa surelerden
seçilmesi.

14. Her namazın birinci rekâtında kıraati uzatmak.

15. Rükû ve secdeye giderken “Allahu ekber” diyerek tekbir almak.

16. Rükûdan kalkarken "Semiallahü limen hamideh" demek.

17. Rükûdan kalkınca “Allahümme rabbenâ ve leke'l-hamd” demek.

18. Rükû ile secdede üçer kere tesbih okumak. Rükûda "Sübhane rabbiye'l-azim", secdede
"Sübhane rabbiye'l-a'la" demek.

19. Rükû durumunda elleriyle diz kapaklarını tutmak. Erkeğin rükûda ellerinin parmaklarını
ayırması, kadınların ise ayırmaması.
20. Rükûda erkeklerin sırtlarını düzgün tutmaları ve başlarını kuyruk sokumu ile paralel
duruma getirmeleri. Kadınların ise sırtlarını yukarıya doğru meyilli duruma getirmesi.

21. Secdeye giderken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere koymak. Secdeden kalkarken
de bunun tam aksini yapmak. Buna gücü yetmezse eli ile yere dayanarak kalkabilir.

22. Secdenin iki el arasında yapılması ve iki elin omuz hizasında yere konması.

23. Erkeğin secdede iken kollarını yerden uzak tutması.

24. İki secde arasında ve teşehhütte otururken iki eli iki uyluk üzerine koymak.

25. Secde arasında ve teşehhütte otururken sol ayağı yere yatırıp sağ ayağı dikmek ve ayak
parmaklarını kıbleye yöneltmek. Kadınların sağları üzerine oturup uyluklarından birini diğeri
üzerine koymaları ve sol ayaklarını sağ kabaları tarafından çıkarmaları. Çünkü bu durum
kadının daha çok örtünmesine yardımcıdır.

26. Şehadet getirirken işaret parmağı ile işaret etmek. "Lâ ilâhe" derken kaldırıp, "illallah"
derken indirmek.

27. Farz namazların üçüncü ve dördüncü rekâtlarında Fatiha'yı okumak.

28. Farz namazların, vitir namazının ve müekked sünnetlerin son oturuşlarında, gayr-i
müekked sünnetlerle diğer nafilelerin her oturuşunda Tahiyyat'tan sonra Peygamber
Efendimize (a.s.m.) salavat getirmek.

29. Bütün namazların son oturuşlarında salavattan sonra iki tarafa selam vermeden önce dua
etmek. Bu duanın Kur’an-ı Kerim’in dua ayetlerinden biri ile yapılması veya bunlara benzer
bulunması gerekir.

30. Selam verirken önce sağa, sonra sola dönmek.

31. İkinci selamda sesini birinciden daha alçak tutmak.

32. Cemaatin selamının imamın selamına yakın olması.

33. Önünden birisinin geçmesinden korkuyorsa sütre edinmek.

(Merakı'l-Felah, 41-44; Vehbe Zuhaylî, II, 50-53)

4. Namazın edepleri nelerdir?

Namazların bir kısım adabı vardır. Bunların her birine mendup denir. Bunları terk etmek
yerilmeyi gerektirmez ve bir günah sayılmaz. Fakat bunları yapmak daha faziletlidir ve daha
çok sevap kazanmaya sebeptir.

Namazın başlıca edepleri şunlardır:


1. Namazı huşu ile kılmak. Namazda bir sükûnet, bir huzur ve Allah’a ibadet duygusu içinde
olmak.

2. Üst elbiseyi açık bulundurmayıp düğmelemek ve erkekler için -yenleri varsa- ellerini
yenlerinden dışarıya çıkarmak.

3. Kıyam hâlinde secde yerine, rükûda ayakların üzerine, secdede burnun iki yanına, oturuşta
kucağa, selamda sağ ve sol omuz başlarına bakmak.

4. Yalnız başına namaz kılanın rükû ve secde tesbihlerini üçten ziyade yapması.

5. Kâmet getirilirken “hayye ale'l-felah" (haydin kurtuluşa) denildiği zaman cemaat için ayağa
kalkmak. İmam mihraba yakın bulunmazsa, her saf aralarından imam geçince ayağa kalkar.

6. Kâmet getirilirken camiye giren kimsenin oturması ve sonra cemaatle beraber ayağa
kalkması.

7. Namazda esneme hâlinde ağzı tutmak ve dudakları dişlerle olsun kapamak. Mümkün
olmazsa sağ el ile kapamak. Öksürüğü ve geğirmeyi mümkün olduğu kadar gidermek.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 142, Madde 143)

5. Namazın mekruhları nelerdir?

Namazın mekruhları şunlardır:

1. Namazın vaciplerinden birini kasten terk etmek. Bu tahrimen -harama yakın- mekruh olup
böyle bir namazın yeniden kılınması vaciptir.

2. Namazın sünnetlerinden birini bilerek terk etmek.

3. Küçük veya büyük abdestin sıkışık olması veya yelini sıkışık hâlde tutarak namaz kılmak. Bu
tahrimen mekruhtur.

4. Yemek hazır olduğu hâlde namaza başlamak. Bu yemek ister iştah çekici olsun ister
olmasın eşittir. Ancak vaktin çıkmasından korkulursa o zaman önce namaz kılınır.

5. Namaz kılarken -bir özür bulunmaksızın- bir direğe, duvara veya sopaya dayanmak.

6. Tek ayak üzerinde durmak veya bir ayağı yerden kesmek ve diğerine dayanmak. Ancak
bunu zaruret ve özür sebebiyle yaparsa, mesela diğer ayaktaki bir ağrı sebebiyle yaparsa, o
takdirde bunda kerahet yoktur.

7. Bir ihtiyaç olmaksızın namazda sağa sola meyletmek veya dönmek. Eğer ayaklar kıbleden
dönerse namaz batıl olur.

8. Parmakları birbirine geçirmek ve elleri böğürler (gövdenin yan tarafı) üzerine koymak.
9. Gözleri namaz esnasında kapamak. Ancak namaz kılan kimsenin gözü, kendisini meşgul
edecek şekilde bir şeye takılırsa, bu takdirde huşuu sağlamak için gözünü kapatabilir.

10. Gözleri göğe doğru kaldırılmak.

11. Namaz kılarken elbiseyle, bedenle veya sakalla oynamak.

12. Namaz esnasında teri veya yüze dokunmuş olan toprakları silmek. Ancak bir zararı
kaldırmak ve bir yarar sağlamak için silinebilir. Göze girip zahmet veren bir teri silmek gibi.

13. Namaz esnasında gerinmek, esnemek ve el ile ağzı kapatmak. Çünkü gerinmek bir gaflet
ve tembellik eseridir. Esnemek de bir gevşeklik alametidir. Eğer esneme hâlinde ağız
yumulabiliyorsa, bu mekruh olmaz. Buna güç yetmiyorsa, namaz içinde sağ elin arkasıyla,
namaz dışında da sol elin arkasıyla ağız kapatılmalıdır.

14. Namazda -bir zaruret olmaksızın- kendi arzusu ile öksürmek. Öksürüğü mümkün olduğu
kadar gidermek edebi gözetmek bakımından güzeldir.

15. Namazda sesi işitilmeyecek derecede üfürmek. Bu üfürme hâlinde en az iki harften ibaret
bir ses işitilecek olursa namaz bozulur.

16. Verilmiş bir selamı el veya baş ile almak.

17. Namazda dişlerin arasında bulunan nohut tanesinden küçük bir yemek parçasını yutmak.
Nohut tanesinden büyük olursa namazı bozar.

18. Saftan ayrı durmak ve doldurma imkânı varken saf arasında açık yer bırakmak.

19. Başka elbisesi varken ev veya iş elbisesi ile namaz kılmak.

20. Tembellikten ötürü başı açık namaz kılmak.

21. Elbisenin kollarını dirseklere doğru sıvamak.

22. Üzerinde insan veya hayvan resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılmak. Namaz kılanın
ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan organları seçilemeyecek kadar
küçük olan veya başları kesilmiş, yüzleri büsbütün silinmiş ya da örtülüp yok edilmiş bulunan
bir resmin bulunması namaz bakımından keraheti gerektirmez.

23. Dikili bir büste doğru namaz kılmak. Yine başın üst tarafında, önünde, hizasında, sağında
ve solunda bulunan bir resme doğru namaz kılmak.

24. Yanmakta olan ateşe doğru namaz kılmak. Muma, kandile, lambaya karşı namaz kılmak
ise mekruh değildir.

25. Elbiseyi giymeksizin omuzlar üzerine atarak namaz kılmak.


26. Bir özür olmaksızın namazda birbiri peşine olmamak üzere birkaç adım yürümek. Fakat
görülen bir yılanı veya akrebi öldürmek gibi bir özür sebebiyle birkaç adım atmak mekruh
değildir.

27. Namazı huzuru bozacak ve kalbi meşgul edecek şeylerin bulunduğu yerlerde kılmak. Çalgı
ve eğlencelerin bulunduğu yerlerde namaz kılmak gibi. Mescitlerde çalınması düşünülecek
olan ayakkabıları da arka tarafa bırakmak huzuru bozacağından mekruh sayılmıştır.

28. Bir insanın yüzüne karşı -arada engel olmaksızın- namaz kılmak. Fakat bir insanın arkasına
karşı namaz kılmak mekruh değildir. Ancak bu, adamın konuşmasından dolayı şaşırmak
umuluyorsa mekruh olur.

29. Namaza engel olmayacak miktardan az bir pisliğin elbisede, bedende ve namaz yerinde
bulunması.

30. Namazın kıyam, rükû ve secde hâllerinde -bir özür bulunmaksızın- elleri sünnet üzere
konulması gereken yerler üzerine koymamak. Kıyam hâlinde elleri yanlara salıvermek gibi.

31. Rükûa ve secdeye giderken elbiseyi eli ile toplamak veya yukarıya doğru kaldırmak.

32. Namazda dizleri yere koymadan önce elleri yere koymak ve secdeden kalkarken dizleri
ellerden önce kaldırmak. Ancak bir özür sebebiyle yapılabilir.

33. Namazda kıç üzerine oturup but ve bacakları yukarıya dikmek.

34. Erkeklerin secde ederken kollarını tamamıyla yere döşemeleri.

35. Namaz içinde bir özür olmaksızın bağdaş kurmak veya dizleri dikip oturmak.

36. Rükû veya secde yaparken -başlangıç tekbirinde olduğu gibi- elleri yukarıya kaldırmak.

37. Rükû hâlinde sünnet üzere olan duruma aykırı bir şekilde başı yukarı tutmak veya aşağıya
indirmek.

38. Rükûda veya secdede tesbihleri terk etmek veya üçten az okumak.

39. Namazda tesbihleri el parmakları ile saymak.

40. Tekbir, tahmid ve tesbih gibi zikirleri asıl yerlerinden başka yerde yapmak.

41. Rükû veya secdede Kur'an okumak veya rükûda iken surenin okunuşunu tamamlamak.

42. İkinci rekâtta birinci rekâta göre daha uzun -üç ayetten fazla- okumak.

43. Bir rekâtta bir surenin tekrarlanması veya farzlarda iki rekâtta aynı surenin tekrarlanması.
Nafile namazlarda bunu yapmak mekruh değildir.

44. Belli rekâtlarda hep aynı surelerin okunması ve bu surelerden başkasının okunmaması.
45. Kur'an'ın tertibinin tersine okumak. Mesela birinci rekâtta İhlas suresini okumak, sonra
Leheb veya Kâfirûn suresini okumak gibi.

(Fethu'l-Kadir, I, 290-297; el-Bedâyi, I, 215-220; ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 597-613)

6. Namaz kılınan yerin pis olması namaza mâni midir?

Namazın sahih olabilmesi için elbisede ve namaz kılınan yerde -ayak, el, dizler ve alnın
konulacağı yerlerde- affedilmeyecek kadar çok hakiki necaset bulunmamalıdır. Eğer
bulunursa namaz batıl olur.

Hanefi mezhebine göre, namazı bozan pisliğin ayakların olduğu yerde veya alnın, ellerin ve
dizlerin konacağı yerlerde olması gerekir. Bunların dışındaki yerlerin pis olması namazı
bozmaz.

(Reddü'l-Muhtar, I, 374, 585; Vehbe Zuhaylî, I, 448)

7. Tuvalet gibi pis bir yerde hapsedilen kimse namazını nasıl kılar?

Bir kimse tuvalet gibi pis bir yerde hapsedilse namazını kazaya bırakmaz. Bu kişiye vakit
namazını kılması farzdır. Bu kişi namazın bazı rükünlerini yerine getirmekten âciz olan
hastaya benzer. Böyle bir kimse yere secde etmez, ayakta îmâ ile namazını eda eder.

(Kâsânî, Bedâi, I, 50; Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr, I, 184-185, 423)

8. Elbisesi pis olan kişi başka elbise bulamasa namazını nasıl kılar?

Namaz kılacak kişinin elbisesinde bir necaset olsa bakılır:

– Eğer üzerinde necaset bulunan elbiseden başka bir elbisesi yoksa,

– Veya bu necaseti yıkama imkânı bulamıyorsa,

– Veya suyu bulduğu hâlde, âciz olması sebebiyle bunu yıkayıp temizleyecek birini
bulamıyorsa,

– Veya bu kişiyi bulmuş fakat bu kişi bu işi ücretsiz yapmıyorsa, onun da ücreti verecek
kudreti yoksa,

– Veya bu kişi emsalinin ücretinden daha fazla ücret istiyorsa,


Bu durumlarda, eğer elbisenin dörtte biri ve daha fazlası temiz ise bu elbiseyle namaz kılmak
vaciptir. Böyle bir kimse çıplak olarak namaz kılamaz. İmkânlar ölçüsünde böyle bir kimseye
necaseti azaltmak vacip olur.

Eğer elbisenin dörtte birinden azı temiz ise bu elbise içinde kıyam, rükû ve secde ederek
namaz kılması menduptur. Îmâ ile namaz kılması da caizdir.

Bütünü necis olan bir elbise içinde namaz kılmak çıplak olarak namaz kılmaktan daha iyidir.
Bu görüş İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'un görüşleridir.

Seferî olan kimse necaseti yok edecek yahut azaltacak bir su bulamazsa ya bu necaset
üzerindeyken ya da çıplak olarak namazını kılar. Bu namazı yeniden kılması da gerekmez.

Çıplak olarak namaz kılmak şöyle olur: Kişi ayaklarını kıbleye doğru uzatır. Zira bu durum
avret yerlerini gizlemek için daha uygundur. Bu durumda rükû ve secde için îmâ yapılır.
Oturarak îmâ ile namaz kılmak ayakta çıplak olarak namaz kılmaktan daha faziletlidir. Çünkü
örtünme emri daha kuvvetlidir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 448-450; ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 283; el-Bedâyi, I, 117)

9. Haram olan bir elbise ile namaz kılınır mı?

Hanefi mezhebine göre, haram olan bir elbiseyle namaz kılmak geçerlidir ve bu namazın
iadesi gerekmez. Ancak böyle bir elbiseyle namaz kılmak tahrimen -harama yakın-
mekruhtur. Özürsüz olarak böyle bir elbiseyi giyen kişi günahkâr olur.

Buna göre, erkek kişi ipek bir elbise ile namaz kılsa ya da gasbettiği bir elbise ile namaz kılsa,
bu namaz sahihtir ancak bunu yapmak tahrimen mekruhtur. Bu aynen gasbedilmiş bir toprak
parçası üzerinde namaz kılmak gibidir.

Hanbeli mezhebine göre ise bu durumlarda namaz sahih olmaz ve iadesi gerekir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 455; Keşşâfu'l-Kınâ, I, 313; el-Muğnî, I, 587)

10. Bebeğin sidiği veya kusmuğu bulaşan elbise ile namaz kılınır mı?

Hanefi mezhebine göre, emzikli çocuğun hem sidiği hem de kusmuğu necâset-i galîza yani
ağır pisliktir.

Bir ağır pislik elbiseye katı bir hâlde bulaşırsa, bir dirhemi yani yaklaşık üç gramı geçtiğinde
namaza mâni olur. Eğer sıvı bir hâlde bulaşırsa, el ayası kadar olan bir alan veya daha fazlasını
kapladığında namaza mâni olur. Daha az olursa tahrimen (harama yakın) mekruh olarak
namaz sahih olur.
Bilhassa bebeği olan anneler buna dikkat etmelidir. Eğer elbiselerine bebeklerinin sidiği veya
kusmuğu bulaşırsa bu elbiseyi yıkamalı veya değiştirmeli, namazlarını öyle kılmalıdırlar.

(Vehbe Zuhaylî, I, 113; Fethu'l-Kadir, I, 140; ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 293)

11. Kolonya veya parfüm bulaşmış elbise ile namaz kılınır mı?

Kolonya ve parfüm gibi maddelerin namaza mâni olup olmaması, onların pis olup olmaması
ile ilgili bir meseledir. Eğer pis iseler namaza mâni olurlar, pis değillerse namaza mani
olmazlar.

Maide suresinin 90. ve 91. ayetlerinde Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

— Ey iman edenler! Hamr, kumar, putlar, fal için kullanılan oklar hepsi şeytan işi bir pisliktir.

Bu ayet-i kerimede "hamr" pis ve necis olmakla vasfedilmiştir. Konumuzla ilgili birinci önemli
nokta burasıdır. İkinci nokta ise neyin "hamr" olduğu ve neyin olmadığıdır. Bu mesele
açıklandığında sorunun cevabı verilmiş olacaktır.

İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf’a göre, "hamr" üzüm suyundan yapılan içkidir. Çiğ ve yaş
üzüm suyunun kabarıp keskinleşerek köpük atmış hâli hamrdır ve pistir.

Bu iki imama göre, üzüm dışındaki maddelerden yapılan içecekler hamr değildir. Mesela
biranın içilmesi haramdır. Bunda ittifak vardır çünkü sarhoşluk vermektedir. Ama bira bir
kişinin elbisesine dökülse, bu elbise İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf’a göre pis değildir ve bu
elbise ile namaz kılınabilir. Çünkü bira üzümden yapılmamaktadır. Bu iki imama göre, üzüm
dışındaki bir madde ile yapılan içecekler pis değildir ve namaza mâni olmazlar. Onlara göre,
namaza mâni olan sadece hamrdır; hamr da daha önce ifade ettiğimiz gibi, üzümden yapılan
içecektir. Diğer sarhoşluk verenleri içmek haramdır ancak bunlar pis değildir.

Dolayısıyla bu iki imama göre, üzerine kolonya gibi bir madde bulaşan bir elbise ile namaz
kılmak caizdir. Çünkü kolonyadaki alkol hamr cinsinden değildir ve temizdir. İçilmesi
sarhoşluk verdiği için haramdır ancak maddeten pis değildir.

İmam Muhammed ve üç mezhep imamına göre ise her sarhoş edici hamrdır ve pistir.
Dolayısıyla İmam Muhammed ve üç mezhep imamına göre, kolonya ve parfüm gibi
maddelerin bulaştığı elbise ile namaz kılınamaz. Çünkü onlara göre, kolonya ve parfümlerde
bulunan alkol pis olan hamra dâhildir. Eğer bu maddeler bir uzva sürülmüşse, namazdan
önce bu uzuv yıkanmalı ve namaz sonra kılınmalıdır. Çünkü necasetten taharet yani pis olan
şeylerden elbiseyi ve namaz kılınan yeri temizlemek namazın bir farzıdır.

Bütün bu anlattıklarımızdan şu neticeleri çıkarabiliriz:

1. Üzümden yapılan alkollü içecekler ittifakla hem haramdır hem de pistir.


2. Üzüm dışındaki bir maddeden yapılan içkiler İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf’a göre
temizdir. İmam Muhammed ve üç mezhep imamına göre ise pistir. Bunların içilmesi ise yine
ittifakla haramdır.

3. Kolonya, ispirto, esans, parfüm, krem ve benzeri maddeler üzüm dışında bir maddeden
yapılıyorsa, İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf’a göre pis değildir ve namaza mâni olmazlar.
Diğer imamlara göre ise pistir ve namaza mânidir.

Şimdi, Müslüman'ın önünde iki yol var:

1. İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf’un görüşleriyle amel etmek ve işin ruhsatına kaçıp bu tür
maddeleri kullanmak.

2. İmam Muhammed ve üç mezhep imamının görüşüyle amel ederek işin takva yolunu tercih
etmek; bu tür maddeleri kullanmamak ya da en azından kullanmışsa, namazdan önce bu
maddelerin sürüldüğü uzvu yıkamak ve elbiseyi değiştirmek.

Kim hangi şıkla amel etse, ona bir şey denilmez. Mesele kişinin İslami titizliği ve takvasıyla
alakalıdır. Allahu Teâlâ bu meselede ve bunun gibi her meselede bizlere takva yolunu esas
tutmayı nasip etsin. Âmin!

(Kâsânî, Bedâî, V, 113-115; Elmalılı, Hak Dini, II, 763-764)

12. Üzerinde kuş pisliği olan elbise ile namaz kılınır mı?

Kuşlar eti yenen ve eti yenmeyen olarak ikiye ayrılırlar. Eti yenen kuşların tersi temiz olup
bulaştığı elbiseyi kirletmez. Dolayısıyla eti yenen bir kuşun tersinin bulaştığı bir elbise ile
namaz kılmak caizdir.

Doğan, şahin, kartal gibi eti yenmeyen kuşların tersleri hakkında iki görüş vardır:

İmam-ı Azam ve İmam Ebû Yusuf'a göre, bu kuşların tersi temizdir. Çünkü bunlar havada
pisler; elbise ve kapları bunlardan korumak zordur.

İmam Muhammed'e göre ise eti yenmeyen kuşların tersleri hafif pisliktir. Hafif pislikler
bulaştığı organın veya elbisenin dörtte birinden az ise namaza engel olmazlar. Dolayısıyla
İmam Muhammed'in görüşü esas alınsa dahi, eti yenmeyen bir kuşun tersi elbiseye
bulaştığında bu pislik elbisenin dörtte birinden azsa namaza mâni değildir.

Bununla birlikte, bedenin, elbisenin veya namaz kılınacak yerin pisliği az da olsa bu pisliğin
temizlenmesi fazilettir. Hafif pisliğin az miktarı ile namaz kılmak sahih ise de böyle bir
elbiseyle namaz kılmak mekruhtur. Eğer imkân varsa namazın hürmetine ilk önce bu pislik
temizlenmeli ve namaz öyle kılınmalıdır.

(Fethu’l-Kadîr, I, 135 vd.; el-Lübâb, I, 55; Dürrü'l-Muhtar, I, 69; Vehbe Zuhaylî, I, 102)
13. Köpek salyası bulaşan elbise ile namaz kılınır mı?

Hanefi mezhebine göre, köpek bizatihi necis (pis) değildir. Köpeğin necis olan kısmı salyasıdır.

Buna göre, köpeği severken tüyleri elbiseye dokunsa bu elbise ile namaz kılınabilir. Ancak
salyası elbiseye bulaşırsa, bu necâset-i galîza yani ağır pislik olur. Ağır pislik elbiseye el ayası
kadar bulaşırsa bu elbiseyle namaz kılınmaz. Daha az olursa tahrimen (harama yakın) mekruh
olarak sahih olur.

Köpek besleyenler buna dikkat etmeli ve köpeğin salyasının bulaştığı elbise ile namaz
kılmamalıdır. Köpeği severken salyasından sakınmak pek mümkün olmayacağından ya başka
bir elbise ile köpek sevilmeli ya da severken salya bulaşmışsa elbise değiştirilmelidir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 109, 115)

14. Kedi sidiği bulaşan elbise ile namaz kılınır mı?

Hanefi mezhebine göre, kedilerin sidiği dokundukları kapları ve içine düştüğü suyu pisleştirir.
Bu sular necis hükmünde olup kullanılamaz. Bu kapları yıkamadan kullanmak caiz değildir.

Elbiseye bulaşması durumunda ise elbiseyi kirletip kirletmeyeceği hususunda iki görüş vardır:

Birinci görüşe göre, zaruret olduğu için elbiseye bulaşmasıyla elbiseyi kirletmez. Kedi sidiğinin
bulaştığı elbise temizdir.

İkinci görüşe göre ise kedi sidiği pis olup bulaştığı elbiseyi pisleştirir ve necis kılar.

Bu durumda şöyle amel edilir: Bir kişinin elbisesine kedi sidiği bulaşsa, mümkünse bu kişi
namaz kılacağı zaman elbisesini değiştirmeli veya sidik bulaşan kısmı yıkamalıdır. Bu, takva ile
amel etmektir.

Eğer elbisesini değiştirmeye veya yıkamaya imkânı yoksa, bu durumda, o elbise ile namazını
kılar. Bu, fetva ile amel etmektir.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sf. 62)

15. Üzerinde balık kanı olan elbise ile namaz kılınır mı?

Balık kanı İmam-ı Azam ve İmam Muhammed'e göre temizdir. Zira balık kanı gerçekte kan
değildir. Kan rengine bulanmış sudur. Çünkü balık kanı kuruduğu zaman beyazlaşır. Kan ise
kuruduğunda siyahlaşır. Balık kanının temiz olması büyük balığa da şamildir.

Dolayısıyla balık kanı buluşan bir elbise ile namaz kılmak caizdir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 102)


16. Sinek kanı bulaşan elbise ile namaz kılınır mı?

Hanefi mezhebine göre, sinek, sivrisinek, karınca, bit ve pire gibi hayvanların kanı çok da olsa
temizdir.

Bu durumda, bir kişi elbisesine konan sineğe vurup öldürse ve sineğin kanı elbisesine bulaşsa,
bu elbise ile namaz kılması caizdir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 108)

17. Gasbedilmiş yerde namaz kılınır mı?

Hanbeli mezhebi dışındaki üç mezhebe göre, gasbedilen bir toprak üzerinde namaz kılmak
haramdır. Çünkü bu gibi topraklarda -namaz dışında- oyalanmak ve zaman geçirmek de
haramdır. Namaz dışında haram olanın namazda haram olması daha kuvvetlidir.

Bununla birlikte, böyle bir toprakta kılınan namaz sahihtir ve geçerlidir. Çünkü yasak namazın
kendisine ait değildir. Bu sebeple, namazın sıhhatine engel olmaz. Ancak böyle bir yerde
namaz kılan kişi günahkârdır. Namazından ötürü sevap kazanır fakat gasbedilmiş bir yerde
bulunduğu ve üzerinde namaz kıldığı için günahkâr olur.

Hanbeli mezhebine göre ise gasbedilen bir yer üzerinde kılınan namaz sahih değildir ve iadesi
gerekir.

(Vehbe Zuhaylî, II, 107)

18. Namaz kılmanın mekruh olduğu yerler nerelerdir?

Şu yerlerde namaz kılmak mekruhtur:

1. Yol kenarlarında namaz kılmak mekruhtur. Zira yollar genelde pisliklerden ve sidiklerden
hali değildir. Ayrıca insanların gelip geçmesi ile kişinin huşûu bozulur.

2. Hamam içinde namaz kılmak mekruhtur. Çünkü hamam şeytanların sığındığı, avret
yerlerinin açılma ihtimalinin bulunduğu, genelde pisliklerin ve kullanılmış suların döküldüğü
yerdir.

3. Deve ağıllarında namaz kılmak mekruhtur. Çünkü develerin sidikleri ve dışkıları necis kabul
edilmiştir. Hem bu gibi yerlerde hayvanlar kişiye hücum eder. Bu da namaz kılanın rahatsız
olmasına ve huşûunu kaybetmesine sebep olur.

4. Çöplüklerde ve mezbahada namaz kılmak mekruhtur. Çünkü bu gibi yerler pisliklere


yakındır ve buralarda pisliklerin bulunma ihtimali vardır.
5. Kilise, havra ve kâfirlerin ibadet ettikleri benzeri yerlerde namaz kılmak mekruhtur. Bu
ibadet yerleri ister mamur olsun ister harabe olsun fark etmez. Kilise ve havralarda namaz
kılmanın mekruh olmasının hikmeti, bu yerlerin şeytanların barınakları olmasıdır. Hem bu
yerler resim ve heykellerden boş olmazlar. Bu da ibadet ederken kişinin huşûunu bozar.

6. Kabir namaz kılanın önünde olduğu zaman kabristanda namaz kılmak mekruhtur. Eğer
kabir arka tarafında veya üst tarafında olursa kerahet söz konusu olmaz. Ayrıca kabristanda
namaz kılmak için hazırlanan yerlerde namaz kılmakta da bir kerahet yoktur.

7. Kâbe'nin üstünde namaz kılmak mekruhtur. Çünkü bunda Kâbe'ye saygısızlık vardır.

(el-Bedâyi, I, 115 vd.; Vehbe Zuhaylî, II, 101 vd.)

19. Erkeğin ve kadının namaz içinde avret yerleri neresidir?

Namazda örtülmesi farz olan ve başkalarının bakması caiz olmayan uzuvlara "avret yeri"
denir.

Erkeğin avret yeri göbeğinin altından diz kapaklarının altına kadar olan kısımdır. Diz kapağı da
avrete dâhildir.

Kadının avret yeri ise elleri ve yüzü hariç bütün bedenidir. Yüz ve eller namazda ve namaz
dışında -fitne korkusu olmadıkça- avret değildir.

Ayakların avret olup olmaması hususunda ihtilaf vardır. Hanefi mezhebinde tercih edilen
görüşe göre, ayaklar avret değildir ve namazda açık kalması namazı bozmaz. Çünkü bunlarla
yolda yürüme ihtiyacı vardır. Bu bakımdan bunları örtmek -hele fakirler için- zordur.

Diğer bir görüşe göre ise kadının ayağı avret olup namazda dörtte birinin açık bulunması
namazı bozar. Zira herhangi bir avret uzvunun dörtte birinin açık olması namazı bozan bir
unsurdur.

Üçüncü bir görüşe göre de kadının ayakları namazda avret değildir, namaz dışında ise
avrettir. Ayağın namazda açık kalması namazı bozmaz ancak yabancı erkeğe göstermek
haramdır.

Netice olarak: Ayakları açık olarak namaz kılan kadına, "Namazın olmadı, geçmiş namazlarını
kaza et." diyemeyiz. Çünkü tercih edilen görüşe göre, ayak avret değildir. Bununla birlikte,
böyle ihtilaflı meselelerde takip edilecek en güzel yol, takvayı esas almak ve ihtilaftan
kurtulmak için ihtiyatlı davranmaktır. Bu sebeple, kadınların namazda ayaklarını örtmesi en
güzel olandır.

(ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 375-379; Tebyînü'l-Hakâik l, 95-97; el-Hidâye, I, 289-290; el-İhtiyar, I,


101-103)
20. Namazda avret yerinin ne kadarı açılsa namaz bozulur?

Namaz kılarken herhangi bir avret uzvunun dörtte biri -kişinin kendi iradesi olmaksızın- açılır
ve bu bir rükün eda edecek kadar sürerse namaz bozulur. Eğer avret yeri kişinin kendi tesiri
ile açılırsa namazı o anda batıl olur.

Eğer açılan yer dörtte birden az olursa namaz bozulmaz.

Mesela kişinin namazda dizi açılsa, diz uyluktan -kalçadan dize kadar uzanan bölüme uyluk
denir- sayıldığı ve uyluğun da dörtte birinden az olduğu için namaz bozulmaz. Yine kadının el
bileği açılsa, bilek koldan sayıldığı ve kolun dörtte birinden az olduğu için namaz bozulmaz.

İmam Ebû Yusuf’a göre, avret sayılan bir uzvun en az yarısı açık bulunmadıkça namaz
bozulmaz. Ancak diğer fetva ile amel etmek takvaya ve ihtiyata daha uygundur.

(Vehbe Zuhaylî, I, 457)

21. Açılan avret yeri hemen örtülse namaz bozulur mu?

Bir avret uzvunun dörtte biri kadarı açılsa namaz bozulur. Dörtte birinden azı açılırsa namaz
bozulmaz.

Bir kimse namaz kılarken -elinde olmayarak açılan- bir avret yerini hemen kapayacak olsa
namazı bozulmuş olmaz. Fakat kıyam veya rükû gibi bir rüknü yerine getirecek kadar bir
zaman örtmezse sahih olan görüşe göre namazı bozulur.

Muhtelif avret yerlerinin birer parçası açılıp da bunların toplamı en küçük avret organının
dörtte birine eşit olursa ve açıklık müddeti de bir rüknü eda edecek kadar bir zaman devam
ederse namaz bozulur; değilse bozulmaz.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 116, Madde 26)

22. Kadınlar çıplak ayakla namaz kılabilir mi?

Kadınların avret yeri elleri ve yüzü hariç bütün bedenidir. Yüz ve eller namazda ve namaz
dışında -fitne korkusu olmadıkça- avret değildir.

Ayakların avret olup olmaması hususunda ihtilaf vardır. Hanefi mezhebinde tercih edilen
görüşe göre, ayaklar avret değildir ve namazda açık kalması namazı bozmaz. Çünkü bunlarla
yolda yürüme ihtiyacı vardır. Bu bakımdan bunları örtmek -hele fakirler için- zordur.

Diğer bir görüşe göre ise kadının ayağı avret olup namazda dörtte birinin açık bulunması
namazı bozar. Zira herhangi bir avret uzvunun dörtte birinin açık olması namazı bozan bir
unsurdur.
Üçüncü bir görüşe göre de kadının ayakları namazda avret değildir, namaz dışında ise
avrettir. Ayağın namazda açık kalması namazı bozmaz ancak yabancı erkeğe göstermek
haramdır.

Netice olarak: Ayakları açık olarak namaz kılan kadına, "Namazın olmadı, geçmiş namazlarını
kaza et." diyemeyiz. Çünkü tercih edilen görüşe göre, ayak avret değildir. Bununla birlikte,
böyle ihtilaflı meselelerde takip edilecek en güzel yol, takvayı esas almak ve ihtilaftan
kurtulmak için ihtiyatlı davranmaktır. Bu sebeple, kadınların namazda ayaklarını örtmesi en
güzel olandır.

(ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 375 vd.; Tebyînü'l-Hakâik l, 95 vd.; el-Hidâye, I, 289 vd.; el-İhtiyar, I,


101 vd.)

23. Namazda başı örtmemenin hükmü nedir?

Namazda tembellikten ve gevşeklikten dolayı başı açık bulundurmak mekruhtur.


Tembellikten maksat başı örtmeyi bir yük saymaktır. Gevşeklikten maksat ise namazda başı
örtmeyi umursamamaktır. Böyle olmayıp da özürden dolayı başını örtmezse mekruh olmaz.

Yine sadece sıcaktan dolayı serinlemek maksadıyla başı açık bırakmak da mekruhtur. Zira bu
gibi şeyler özür sayılmaz.

Bazı âlimler şöyle demiştir:

— Namazda tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmak mekruh olmaz.

Bazı âlimler ise buna şöyle cevap vermiştir:

— Tevazu ve huşu kalbin işidir; başın işi değildir. O hâlde kalp ile tevazu ve huşuda bulunup
başı örtmek daha iyidir.

Önceki âlimlerin buna cevabı şöyle olmuştur:

— Tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmak, kalpteki tevazu ve huşuun bir dış
görüntüsüdür; bunun için iyidir. Şu kadar var ki namazda sadece tevazu ve huşu maksadı ile
başını açık bırakan kimseler pek az bulunur. Çoğu tembellik sebebiyle başını örtmez.

Bazı âlimler de şöyle demiştir:

— Biz namazlarımızı Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın kıldığı gibi kılmakla emrolunmuşuz.


Çünkü bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: "Beni namaz kılarken
nasıl görüyorsanız, siz de namazınızı öyle kılın."

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) namazlarını mübarek başları örtülü olarak kılmıştır. Bu bir âdet
işi değildir. Bu, namazda Peygamberimizin uyguladığı sünnete uymak ve başkalarına
benzemekten sakınmak meselesidir. Bu sebeple, -gerçek bir özür bulunmadıkça- başı
örtmenin daha faziletli olduğu kesindir. Öyle ki secde esnasında baştan düşen takkeyi tek el
ile başa yerleştirmek faziletli görülmüştür.

(Reddü’l-Muhtar, II, 407; Şürünbülâlî, Merâkı’l-Felah, 130; el-Muvâfakât, II, 489)

24. Elbisesi olmayan kişi nasıl namaz kılar?

Bir kimse avret yerini örtecek bir elbise bulamasa, namazını oturarak ve ayaklarını kıbleye
doğru uzatarak îmâ ile kılar. Bu kişi için en iyi namaz kılış şekli budur. Çünkü bu vaziyette
örtünme hâline daha çok bürünmüş olur.

Eğer üzerini örtecek pis bir örtü bulursa, bu örtüde namaza mâni bir necaset bulunsa dahi bu
örtüyle örtünür ve namazını öyle kılar. Necis bir örtü bulanın çıplak olarak namazını kılması
caiz değildir. Çünkü avret yerlerini örtmek necaseti gidermekten daha kuvvetli bir emirdir.

Böyle bir durumda, kişi çıplak olarak veya necis elbiseyle kıldığı namazı iade etmez.

(Vehbe Zuhaylî, I, 449)

25. Kişi hangi hâllerde kıbleye yönelmeden namaz kılabilir?

Kıbleye yönelme şartı, düşmandan ve yırtıcı hayvandan emin olma ve buna gücü yetme gibi
şartlarla kayıtlanmıştır. Dolayısıyla kıbleye yönelme şartı bazı durumlarda kişiden düşer ve
kişi kıbleye yönelmeden namazını kılınabilir. Bu durumlar şunlardır:

1. Düşman veya hayvan korkusundan dolayı kıbleye doğru yönelemiyorsa,

2. Bir yere bağlı olduğundan dolayı kıbleye dönmek mümkün değilse,

3. Hasta olması sebebiyle gücü kıbleye yönelmeye yetmiyorsa ve kendisini de kıbleye


döndürecek birisi yoksa,

4. Kendisini kıbleye çevirecek birisi olsa dahi hastalığı sebebiyle kıbleye dönmesi mümkün
değilse,

5. Binekte namaz kılıyorsa ve bineği kıbleye doğru çevirmesi mümkün değilse.

Bu durumlarda kişi için kıbleye yönelme şartı kalkar. Bu durumdaki bir kimse ne tarafa
dönebiliyorsa o tarafa doğru namazını kılar; onun kıblesi o taraf olmuş olur.

(Vehbe Zuhaylî, I, 469)


26. Binekte namaz kılarken kıbleden dönülse namaz bozulur mu?

Binek üzerinde olması sebebiyle kişi kıbleye dönmekten âciz olursa, bu kişinin kıblesi
bineğinin gitmekte olduğu yöndür. Böyle bir kişiden kıbleye dönme şartı kalkar. Aracın yönü
bu kişinin kıblesi olur. Eğer namazı ayakta kılma imkânı varsa ayakta kılar. Ayakta kılma
imkânı yoksa oturarak îmâ ile kılar.

Ancak şu konuyu da hatırlatalım:

Kişi seferî dahi olsa -yani ikamet hâlinde olmayıp yolculukta dahi olsa- bir zorunluluk
olmadan farz namazını binek üzerinde kılamaz. Binek dediğimizde araba, otobüs, tren ve
gemi gibi taşıtları kastediyoruz. Binek üzerinde farz namaz kılınmaz çünkü farz namazların
vakitleri bellidir. O vakitlerde biraz durup namazı normal şekliyle kılmak zor değildir.

Sadece bazı zaruretler sebebiyle farz namaz binekte kılınabilir. Bu zaruretler şunlardır:

1. Yerin çamur olması. Yer çamur olup bineğinden indiğinde üzeri kirlenecek ise binekte îmâ
ile namazını kılabilir.

2. Bineğin durmasının kendi elinde olmaması. Mesela kişi uçakta yolculuk yapsa, uçağı
durdurmak kendi elinde değildir. Eğer uçak iniş yaptığında namazın vakti geçecek olursa, bu
durumda, uçakta namazını kılabilir. Ama eğer inişten sonra namaz kılacak kadar bir vakti
olacaksa namazını uçakta kılmamalı ve uçak indikten sonra kılmalıdır. Diğer binekler için de
durum aynıdır.

Burada bakılacak şey şudur: Bineğin durması kendi elinde olmamalı ve binek durduğunda
namaz vakti çıkacak olmalıdır. Eğer namaz vakti çıkmayacaksa bineğin durmasını beklemeli
ve namazını öyle kılmalıdır.

3. Binekten inip namazını kılacak olursa yol arkadaşlarının kendisini beklememesi ve


arkadaşlarından uzak kalma tehlikesinin olması gerekir.

Mesela kişi otobüsle seyahat ediyor. Otobüs öğle vaktinde bir yerde beş dakika mola verdi.
Beş dakikada abdestini alıp öğle namazını kılması da mümkün değil. Otobüs şoförüne
durumunu anlattı, namaz kılmak için izin istedi ama şoför "Yok, beklemem, ben giderim."
dedi. İşte bu durumda kişi otobüste îmâ ile namazını kılabilir. Ancak şoförden namaz için izin
istemeli hatta zorlamalıdır. Gerekirse diğer yolculardan da destek aramalı ve namaz için
molanın uzatılmasına çalışmalıdır. Bütün bunlardan sonra otobüsün kalkmasından korkarsa
namazını otobüste îmâ ile kılabilir.

Îmâ ederken de ön koltuğa secde etmesi gerekmez. Rükû için biraz, secde için biraz daha
eğilmesi kâfidir.

4. Hırsız, düşman veya yırtıcı bir hayvanın saldırısından korkmak gibi bir şey olmalı. Eğer kişi
bineğinden indiğinde yırtıcı bir hayvanın veya düşmanın kendisine saldırmasından korkuyorsa
namazını binekte îmâ ile kılabilir.
Eğer kişi bu gibi özürler sebebiyle namazını binekte kılacak ise kıbleye dönme şartı düşer. Bu
kişi gücü yettiği yöne dönerek namazını kılabilir.

(ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 402, 654-658)

27. Namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler hangileridir?

Hanefi mezhebinde beş mekruh vakit vardır. Bunlar şunlardır:

1. Fecirden güneşin doğuşuna kadar olan zamandır. Fecir takvimlerde imsak olarak gösterilir.

Bu zaman diliminde sabah namazının sünnetinden başka sünnet namaz kılınmaz. Kaza
namazı kılmak ise caizdir. Demek, bu vakitte nafile namaz kılınamazken, kaza namazları
kılınabilmektedir. Bilhassa teheccüd namazına kalkanlar bu vakte dikkat etmelidir. Zira bu
vakit girdikten sonra nafile ve sünnet namaz kılınmaz.

2. Güneşin doğuşundan, yaklaşık kırk elli dakika yükselinceye kadar olan zaman.

Bu vakitte ne farz ne de sünnet, hiçbir namaz kılınmaz. Hatta kazaya kalan o günkü sabah
namazının farzı dahi bu vakit çıkmadan kaza edilmez.

3. Güneşin yükselip tam tepeye geldiği zeval anının bulunduğu zaman.

Bu vakit öğle namazından 40-50 dakika önceden, öğle namazına kadar olan zamandır. Bu
zaman diliminde ne farz ne sünnet, hiçbir namaz kılınmaz.

4. İkindi ile akşam namazı arasındaki zaman dilimi.

Bu vakitte sünnet olarak sadece o günün ikindi namazının sünneti kılınabilir. Bundan başka
nafile ve sünnet namaz kılınmaz. Kaza namazlarını bu vakitte kılmak ise akşam ezanına
yaklaşık 40-50 dakika kalıncaya kadar caizdir.

5. Güneşin sararmasından ve gözleri kamaştırmaz bir hâle gelmesinden itibaren güneşin


batışına kadar olan zaman. Bu, akşam namazından 40-50 dakika önceden, akşam namazına
kadar olan zaman dilimidir.

Bu zaman diliminde o günkü ikindi namazının farzından başka hiçbir namaz kılınmaz. Hatta o
günkü ikindi namazının sünneti dahi kılınmaz. Kaza namazlarını da bu vakitte kılmak
mekruhtur.

Bu vakitlerden başka, şu vakitlerde de namaz kılmak mekruhtur:

1. Akşam namazından önce nafile namaz kılmak mekruhtur.

2. Cuma ve bayram namazlarında imam hutbe okurken namaz kılmak mekruhtur.

3. Bayram namazlarından önce ve sonra nafile namaz kılmak mekruhtur.


4. Farz namaza durulduğu zaman kişinin nafile namaz kılmakla meşgul olması tahrimen
mekruhtur. Ancak sabah namazının sünnetini kılmak müstesnadır. Eğer kişi sabah namazının
farzı kılınırken -sabah namazının sünnetini kıldığı takdirde- imama yetişeceğini umuyorsa
sünneti kılar. Eğer imama yetişemeyeceğinden korkarsa sabah namazının iki rekât sünnetini
terk eder.

5. Farz namazın vakti dar olduğu zamanlarda nafile namaz kılmak mekruhtur. Çünkü nafile ile
meşgul olununca farz namazın vakti kaçırılmış olur.

(ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 349; Meraki'l-Felah, 31; Fethü'l-Kadir, I, 166; Vehbe Zuhaylî, I, 402)

28. Vaktin namazını kılarken diğer vakit girmiş olsa namaz bozulur mu?

Namazın hepsi kendine tahsis edilen vakit içinde kılındığı zaman "eda" olur. Namazın
bozulması hariç, bir noksanlıktan dolayı bir namaz bir vakitte ikinci kere kılınırsa "iade" olur.
Eğer bir namaz, vakti çıktıktan sonra kılınırsa "kaza" olur.

Kaza: Farz olan bir işin vakti çıktıktan sonra yapılmasına denir.

Hanefi mezhebine göre, namaz kılan bir kimse namazın bir cüzüne vakit içinde yetişirse bu
namaz eda olur. Sadece iftitah tekbirini alsa dahi bu böyledir. Bir rekâtı tamamıyla
bitirmesine gerek yoktur.

Eğer bu kişi sabah namazını kılıyorsa ve namazı kılarken güneş doğmuşsa, İmam-ı Azam
Hazretlerine göre, bu kişinin namazı bozulur. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre
ise son oturuşta teşehhüd miktarı oturmuşsa namazı bozulmaz.

Sabah namazında bu ihtilaf vardır ancak diğer namazlarda ihtilaf yoktur. Ola ki sabah
namazını kılarken güneş doğarsa -eğer teşehhüd miktarı oturulmuşsa- İmam Ebû Yusuf ve
İmam Muhammed'in fetvasıyla amel edip namaz tamamlanmalıdır. İhtiyatlı davranarak daha
sonra bu namazı kaza etmek ise takvaya daha uygun olandır.

(Kâsânî, Bedâî, I, 124; İbnü’l-Hümâm, Feth, I, 397; Vehbe Zuhaylî, I, 400)

29. Sabah namazı kaza edilirken sünneti de kaza edilir mi?

Sabah namazını kılamayan kişi aynı gün zevalden önce onu kaza ederse, sünnetini de beraber
kaza eder. Öğle namazından sonra kaza edecek olursa artık sünneti kaza edilmez.

Hanefi mezhebine göre, sabah namazının sünneti dışında hiçbir sünnet kaza edilmez. Bunun
kazası da o günün zeval vaktine kadardır. Zeval vakti girdiğinde kaza vakti son bulur ve artık
bu sünnet namaz kılınmaz.

(Vehbe Zuhaylî, II, 173)


30. Akşam namazının farzından önce iki rekât namaz kılmak sünnet midir?

Hac veya umre niyetiyle Mekke'ye ve Medine'ye gidenler akşam namazının ezanı
okunduktan sonra -akşamın farzından önce- bazı kişilerin iki rekât namaz kıldığını
görmektedirler. Akşamın farzından önce namaz kılmak bizde âdet olmadığı için bu namazın
manasını merak edip soruyorlar: "Bu namaz ne namazıdır?"

Şafiî mezhebine göre, akşam namazından önce iki rekât nafile namaz kılmak müstehaptır. Bu
namaz gayri müekked -Peygamberimiz (a.s.m.)'ın her zaman devam etmeyip arada bir
işlediği- sünnettir.

Hanbeli mezhebine göre, akşam namazından önce iki rekât nafile namaz kılmak caiz olup
sünnet değildir.

Hanefi ve Maliki mezheplerine göre ise akşam namazından önce nafile namaz kılmak
mekruhtur. Çünkü akşam namazının acele olarak kılınması müstehaptır. Akşam namazından
önce nafile namaz kılmak akşam namazının gecikmesine sebep olur; bu da mekruh olmayı
gerektirir.

Böyle ihtilaflı meselelerde kişiye düşen, kendi mezhebinin fetvasıyla amel etmektir. Bizler
Hanefi olduğumuza göre, akşam namazından önce nafile kılmayız; kılana da karışmayız.

(Vehbe Zuhaylî, I, 410)

31. Zindan gibi bir yerde hapsedilen kişi namaz vakitlerini nasıl belirler?

Bir kimse zindan gibi bir yerde hapsedilir ve namaz vaktinin girip girmediğinden şüphelenirse
kendi kanaati ile amel eder. Bu kişiye vakit hakkında içtihat etmek vacip olur. Böyle bir
durumda namazı biraz tehir etmek müstehaptır. Çünkü bu, kanaatinin artmasına sebep olur.

Eğer bu kişiye vaktin girdiğini haber veren birisi olursa, onun sözüyle amel etmesi gerekir. Bu
durumda içtihad edemez. Ancak haber veren kişi kendi içtihadından değil, hakikatten haber
vermelidir. Eğer kendi içtihadından haber vermişse onun sözüyle amel etmez. Bu durumda,
kendi kanaatine göre hareket eder. Çünkü bir müçtehidin başka bir müçtehidi taklit etmesi
caiz değildir.

Böyle bir durumda namaz kılmış olan kişi, kılmış olduğu bu namazı vakit girmeden önce
kıldığını kesin bir bilgiyle anlarsa -bu bilgi görmeye dayalı olabilir ya da güvenilir bir kişinin
haber vermesiyle olabilir- bu durumda namazını kaza eder.

Eğer kılmış olduğu namazın, vakti girmeden önce kılındığı hususunda kesin bir bilgisi yoksa bu
namazı kaza etmesi gerekmez.

(Vehbe Zuhaylî, I, 401)


32. Güneşin altı ay batmadığı bölgelerde namaz ve oruç vakitleri nasıl tespit edilir?

Bazı bölgelerde güneş altı ay batmamakta ve battıktan sonra da altı ay doğmamaktadır. Bu


yerlerde, güneşin batmadığı zamanlarda sabah, akşam ve yatsı namazlarının vakti
girmemektedir. Güneşin battığı ve altı ay doğmadığı zamanlarda da öğle ve ikindi vakitleri
girmemektedir. Böyle yerlerde ne yapılacağı hususunda iki farklı görüş vardır.

1. görüş şudur: Eğer bir yerde namaz vakitlerinden biri veya ikisi bulunmazsa, o vakitlere ait
namazlar o bölge halkına farz olmaz.

Mesela altı ay gündüz olan bir bölgede yaşayan insanlar altı ay boyunca sadece öğle ve ikindi
namazlarını kılarlar. Sabah, akşam ve yatsı namazlarını kılmazlar. Bu görüşün sahipleri
meseleyi şöyle izah ederler:

Vakit namazın farzıdır. Dolayısıyla vakit girmezse namazın farziyeti düşer. Bu hâl abdest
uzuvlarından birini veya ikisini kaybeden kişinin hâline benzer. Bu kişiden abdest uzuvlarını
yıkama farziyeti nasıl düşüyorsa, güneşin uzun süre batmadığı ve doğmadığı yerlerde de vakti
girmeyen namazların farziyeti düşer.

2. görüşe göre, bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar beş vakit namazlarını kılmak


zorundadırlar. Vaktin tayinini güneşin normal bir şekilde doğduğu ve battığı en yakın
bölgenin vakitlerini esas alarak belirlerler. Bu görüşün sahipleri meseleyi şöyle izah ederler:

Vakit her ne kadar namazın farzı olsa da namaz vakit girdiği için değil, Allahu Teâlâ emrettiği
için kılınmaktadır. Vakit sadece namazın bir şartı ve alametidir. Bu sebeple, bütün
Müslümanlar beş vakit namazlarını kılmakla yükümlüdürler.

Bu görüşle amel etmek takvaya daha uygundur. Böyle bölgelerde yaşayanlar oruçlarını da bu
şekilde tutarlar. Kendilerine en yakın olan bölgedeki imsak ve akşam namazlarının vaktini
esas alarak buna göre oruçlarını tamamlarlar.

(İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtar, II, 18-19)

33. Namazların cemedilerek yani birleştirilerek kılınması caiz midir?

Cem "birleştirmek" manasındadır. Takdim "öne almak", tehir ise "sonraya bırakmak"
demektir. Buna göre, cem-i takdim "öne alarak birleştirmek", cem-i tehir de "sonraya
bırakarak birleştirmek" manalarına gelir.

İkindi namazı öne alınarak öğle vaktinde öğle namazı ile birlikte kılınırsa cem-i takdim olur.
Yine yatsı namazı öne alınarak akşam vaktinde akşam namazı ile birlikte kılınırsa cem-i
takdim olur.
Öğle namazı tehir edilerek ikindi vaktinde ikindi namazı ile birlikte kılınırsa cem-i tehir olur.
Yine akşam namazı tehir edilerek yatsı vaktinde yatsı namazı ile birlikte kılınırsa cem-i tehir
olur.

— Peki, cem-i takdim ve cem-i tehir ederek namazları kılmak caiz midir?

Hanefi mezhebine göre, arife gününde sadece hacılar için, öğle ile ikindi namazını cem-i
takdim tarzında -tek ezan ve iki kâmetle kılmak- caizdir. Müzdelife gecesinde de akşam ile
yatsı namazı -bir ezan ve bir kâmetle- cem-i tehir tarzında kılınır. Bundan başka bir zamanda
namazları cemederek kılmak Hanefi mezhebine göre caiz değildir. Cem sadece bu iki vakte
mahsustur.

Şafiî, Hanbeli ve Maliki mezheplerine göre ise namazları cem-i takdim ve cem-i tehir ederek
kılmak caizdir. Ancak bu şekilde kılmanın bazı şartları vardır. Mesela Şafiî mezhebine göre,
sadece şu üç zamanda cemedilerek namazlar kılınabilir:

1. Seferde: Seferde olan kimse namazlarını cem-i takdim veya cem-i tehir ederek kılabilir.

2. Yağmurlu havada: Yağmur sebebiyle yolda eziyet çekme durumunda olanlar mescitte
cemaatle namaz kılarken namazlarını cemedebilirler. Ancak bu durumda sadece cem-i
takdim yapabilirler, cem-i tehir yapamazlar. Çünkü yağmurun devam edeceği belli değildir.
Belki de yağmur kesilebilir. Cem-i tehir yapılırsa, özürsüz olarak namazın vaktini geçirmek söz
konusu olabilir. Bu sebeple de caiz değildir.

Namazları cem-i takdim ile birleştirmenin caiz olmasının şartı, birinci namazın selamını
verinceye kadar yağmurun devam etmesi ve ikinci namazın başında da yağmasıdır. Yağmurun
mutlaka iki namaz arasında devam etmesi gerekir.

Şafiî mezhebine göre, cıvık çamur, şiddetli rüzgâr, karanlık ve hastalık sebebiyle namazları
birleştirmek caiz değildir.

3. Hacda: Hacının Arafat'ta cem-i takdim yapması, Müzdelife'de ise cem-i tehir yapması
menduptur.

Şafiî mezhebine göre, cem-i takdimin altı şartı vardır:

1. Namazları birleştirmeye niyet etmek. Bu niyet birinci namaza başlarken yapılır.

2. Tertibe riayet etmek. Yani önce birinci vaktin namazını, sonra ikinci vaktin namazını kılmak.

3. İki namazı peş peşe kılmak ve aralarında uzun bir ara bulundurmamak.

4. Eğer seferî olduğu için cem-i takdim yapacaksa, ikinci namaz için iftitah tekbiri alıncaya
kadar seferiliğin devam etmesi.

5. İkinci namaza başlayıncaya kadar birinci namazın vaktinin devam edip vaktin çıkmaması.
6. Birinci namazın sahih olduğuna inanmak.

Cem-i tehirin de iki şartı vardır:

1. Birinci namazın vakti çıkmadan önce onu tehir ederek kılmaya niyet etmek.

2. İkinci namazı tamamlayıncaya kadar seferîliğin devam etmesi.

Cem-i tehirde tertip vacip değildir. Çünkü ikinci namazın vakti aynı zamanda birinci namazın
da vaktidir. Dolayısıyla dilediğinden başlaması caizdir.

Bir kimse öğle ile ikindi namazını birleştirecek olursa, öğle namazından önceki sünneti daha
önce kılar. İster cem-i takdim yapsın ister cem-i tehir yapsın hüküm değişmez. Eğer cem-i
tehir yapacaksa, sünneti iki namazın arasına alması da caizdir. Cem-i tehir durumunda öğle
yahut ikindiden hangisini önce kılarsa kılsın bu hüküm değişmez.

Bir kimse akşam namazı ile yatsı namazını birleştirecek olursa, bunların sünnetlerini sona
bırakır. Eğer cem-i tehir yapmış ve akşamı önce kılmışsa akşamın sünnetini araya alabilir.
Eğer cem-i tehir yapmış ve yatsıyı önce kılmışsa yatsı namazının sünnetini araya almak da
caizdir. Bundan başka şekiller yasaklanmıştır.

Şafiî mezhebindeki hükmü detaylı yazmamızın sebebi şu: Böyle ihtilaflı meselelerde kişiye
düşen, kendi mezhebinin görüşüyle amel etmektir. Ancak zaruret olduğunda diğer bir
mezhebi taklit etmek de caizdir.

Bizler Hanefi mezhebindeniz. Buna göre, namazlarımızı -hac müstesna- cemederek kılamayız.
Ancak bir zaruret olursa başka bir mezhebi taklit edebiliriz.

Mesela yolculuğa çıktığımızı farz edelim. Otobüse öğle vaktinden önce bindik ve otobüs ikindi
vaktinden önce durmayacak. Böyle bir durumda, öğle namazını ikindi vaktine tehir ederek
cem-i tehir yapmaya ihtiyaç yoktur. Çünkü burada bir zaruret söz konusu değildir. Zira
bineğin durması kişinin kendi elinde değilse îmâ ile namaz kılmak caizdir. Böyle bir durumda,
otobüse binen kişi abdestli biner ve öğle namazını otobüste îmâ ile kılar.

Ancak durum şöyle olsa: Kışın karla kaplı olduğu bir zamanda kişi seferî olarak dağa çıkacak
olsa, dağda abdest alıp namaz kılmakta da büyük bir sıkıntı olsa, işte böyle bir durumda Şafiî
mezhebini taklit ederek namazlarını cemedebilir.

Son söz olarak: Hanefi olanlar zaruret olmadan namazlarını -hac müstesna- cemederek
kılamazlar. Bir zaruret olduğunda başka bir mezhebi taklit ederek cemetmek ise caizdir.
Ancak bu zaruret gerçek bir ihtiyaçtan doğmalı, sadece keyif ve rahatlık için olmamalıdır.

(el-Lübab, I,185-187; el-Mecmu, IV, 253-269; el-Mühezzeb, l, 104 vd. Muğni'l Muhtac, I, 271-
275)
34. Namaza kalben niyet etmek yeterli midir?

Niyet bir şeyi istemektir. Namazın niyeti Allah için namaz kılmayı istemektir. Bir şeyi istemek
ise kalbin işidir. Bu sebeple, niyetin mahalli kalptir ve niyetin manası kişinin hangi namazı
kıldığını bilmesidir.

Niyeti dil ile söylemek şart değildir. Bir insan başlayacağı bir namaza kalp ile niyet edip dil ile
bir şey söylemese namazı sahih olur. Ancak dil ile söylenmesi menduptur. Dil ile söylemenin
mendup olmasının sebebi, dilin kalbe yardımcı olmasıdır.

Niyet ederken namazın rekât sayısını söylemek şart olmadığı gibi, "Namaz için döndüm
kıbleye" demek de şart değildir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 482-488)

35. Niyet ederken kılınacak namazı belirtmek gerekir mi?

Bütün fakihlerin ittifakıyla, kişinin kılmakta olduğu farz namazın türünü belirlemesi şarttır.
Farz namazlarını, bayram ve vitir namazlarını kılarken vakti belirterek, “bugünkü sabah
namazının farzına, bugünkü cuma namazının farzına, bugünkü vitir namazına, bugünkü
bayram namazına” diyerek niyet edilir. Yalnız farz namaza niyet etmek yeterli değildir. Zira
böyle bir niyetle farz namazları tayin edilmiş olmaz. Fakat hangi namaz olduğu
belirtilmeksizin, “bu vaktin farzını kılmaya” diye niyet edilmesi de kâfidir. Ancak cuma
namazına "vaktin farzını kılmaya" denilerek niyet etmek sahih olmaz. Çünkü asıl vakit
öğlenindir, cumanın değildir.

Nafile namazlara gelince:

Bunlarda sadece namaza niyet etmek kâfidir. Fakat "şu vaktin ilk sünnetine" veya "son
sünnetine niyet ettim." diye de kılınabilir. Bu namazların müekked veya gayri müekked
olduklarını belirlemeye de gerek yoktur. Ancak teravih namazı için, “Teravih namazını
kılmaya niyet ettim." veya "Vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim.” demelidir. İhtiyatlı olan
budur.

(Vehbe Zuhaylî, I, 482; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 125, Madde 62-63)

36. Niyet tekbire yakın mı olmalıdır?

Niyetin tekbire yakın olması daha faziletlidir. Daha önce de niyet edilebilir ancak niyet ile
tekbir arasında namaza ait olmayan bir fasıla bulunmamalıdır. Bu fasıla yemek, içmek,
konuşmak gibi namazda yapılması caiz olmayan şeylerdir.
Eğer arada abdest almak veya mescide yürümek gibi namaz ile ilgili bir fasıla olursa bunun
zararı yoktur.

Buna göre, bir kimse namaza niyet edip sonra abdest alsa veya mescide yürüse ve mescitte
tekbir alıp imama uysa -yeniden niyetlenmese dahi- bu caizdir. Çünkü arada namaza ait
olmayan bir fasıla bulunmamaktadır. Abdest almak ve mescide yürümek namaza ait
işlerdendir.

Ancak başka dediğimiz gibi, niyetin iftitah tekbirine yakın olması daha faziletlidir ve
menduptur. Bunun sebebi ihtilaftan kurtulmaktır.

(Tebyînü'l-Hakâik, I, 99)

37. Namazda imama uyan kimse niyetini ne zaman yapmalıdır?

Niyet namazın farzlarından biridir. Niyet olmadan namaz olmaz. Kişi hangi namazı kılacağını
bilmeli ve namaza başlamadan önce buna niyet etmelidir. Önemli olan bunun kalben
bilinmesidir. Niyet dil ile söylenmese de geçerlidir. Dil ile söylenmesi ise niyetin
kuvvetlendirilmesi açısından güzel görülmüştür.

Buna göre, namazını imama uyarak kılacak kişinin buna kalben niyet etmesi gerekir. Ayrıca
diliyle, “Niyet ettim -mesela- öğle namazının farzını kılmaya, uydum hâzır olan imama.”
demesi de güzel olur.

İmam-ı Azam Hazretlerine göre, kişinin imama uyma niyeti imam ‫ّللَاُ أ َ ْك َب ُر‬
‫َه‬ demeden önce
olmalıdır. Bu sayede, ibadette acele etme ve namaza hemen girme fazileti yakalanır.

İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf’a göre ise kişinin imama uyma niyeti imam ‫ّللَا ُ أ َ ْكبَ ُر‬
‫َه‬
deyip namaza başladıktan sonra olmalıdır. Bu sayede, kişi namaz kılan bir imama uymuş ve
imamdan önce tekbir alma tehlikesinden kurtulmuş olur.

Bizler bu iki fetvadan dilediğimiz ile amel edebiliriz. Dilersek, imam ‫ّللَاُ أ َ ْكبَ ُر‬
‫َه‬ demeden önce;
dilersek, dedikten sonra niyetimizi edebiliriz.

(Merginânî, el-Hidâye, I, 297-298)

38. Tadil-i erkân nedir?

Tadil-i erkân: Namazın kıyam, rükû ve secde gibi bir rüknünü sükûnetle yerine getirmek ve bu
rükünleri eda ederken her uzvun yatışıp hareket hâlinden uzak olmasıdır.
Mesela rükûdan kıyama kalkarken vücut dimdik bir hâle gelmeli ve sükûnet bulmalı, en az bir
kere “Sübhânallâhi'l-Azim” diyecek kadar ayakta durup ondan sonra secdeye varmalıdır. Yine
her iki secde arasında da bir tesbih miktarı durmalıdır.

Tadil-i erkân İmam Ebû Yusuf’a göre farz, İmam-ı Azam ve İmam Muhammed’e göre ise
vaciptir. Bu ihtilaftan şöyle bir fark doğar:

Bir kimse namazını tadil-i erkâna riayet etmeden kılsa, İmam Ebû Yusuf’a göre, bu namazı
iade etmesi gerekir. Çünkü ona göre tadil-i erkân farzdır ve farzın terkinde namaz iade edilir.
İmam-ı Azam ve İmam Muhammed’e göre ise sehiv secdesi yapması kâfidir. Çünkü tadil-i
erkân bu imamlara göre vaciptir ve vacibin terkinde sehiv secdesi yapılır.

Namazdan manevi bir haz duyanlar tadil-i erkâna riayet ederler ve acele etmekten sakınırlar.
Acele etmeyi saygıya ve edebe aykırı bulurlar. Ömrün en faydalı ve kıymetli saatleri ibadetle
geçen saatlerdir. Fâni bir hayat uğruna bütün ömrünü harcayan insanın namaz gibi kıymetli
bir ibadette acele etmesi pek garip ve acınacak bir hâl değil midir?

(el-Hidâye, I, 204-205; Reddü’l-Muhtar, II, 157-158)

39. Kişinin namazdan kendi iradesiyle çıkması farz mıdır?

İmam-ı Azam Hazretlerine göre, kişinin namazdan kendi iradesiyle çıkması farzdır. Buna
"Huruc bisun’ihi" denilir.

İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise kişinin namazdan kendi iradesiyle çıkması
farz değildir.

Bu içtihad farkından şu iki mesele doğar:

1. Bir kimse namazın sonunda teşehhüd miktarı oturduktan sonra kasten namaza aykırı bir iş
yapsa; gülse, konuşsa veya yiyip içse ittifakla namazı tamam olur. Çünkü namazdan kendi
iradesiyle çıkmıştır.

Ancak namaz kılanın iradesine bağlı olmayarak bir abdestsizlik işi meydana gelse, bu
durumda, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre, namazı yine tamam olmuş olur.
İmam-ı Azam Hazretlerine göre ise namazı tamam olmuş sayılmaz. Çünkü namazdan kendi
iradesiyle çıkmamıştır. Bu kişi hemen abdest almalı ve kendi iradesiyle namazdan çıkmalıdır.
Yoksa namazı batıl olur.

2. Bir kimse sabah namazını kılarken son oturuşta teşehhüd miktarı oturduktan sonra, henüz
iradesiyle namazdan çıkmadan önce sabah namazının vakti çıksa, İmam Ebû Yusuf ve İmam
Muhammed’e göre, onun namazı tamamdır. Çünkü bu iki imama göre, namazdan kendi
iradesiyle çıkmak farz değildir.
İmam-ı Azam Hazretlerine göre ise bu kişinin namazı bozulmuş olur. Çünkü bu kişi namaza
kendi iradesi ile son vermiş değildir ve İmam-ı Azam Hazretlerine göre, namaza kendi
iradesiyle son vermek namazın bir rüknüdür.

Böyle ihtilaflı meselelerde ihtiyatlı davranmak ve namaz bir imama göre bozulmuşsa onu
tekrar kılmak takvaya daha uygundur.

(Kâsânî, Bedâî, I, 124; İbnü’l-Hümâm, Feth, I, 397; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 136-137, Madde
138, 139, 140)

40. Fatiha'dan önce yanlışlıkla zammı sure okunsa ne yapılır?

Fatiha suresini diğer okunacak sure veya ayetlerden önce okumak vaciptir. Vacibin terki veya
tehirinde sehiv secdesi gerekir.

Buna göre, bir kimse yanılarak Fatiha'dan önce zammı sureyi okur ve daha sonra bunu
hatırlarsa, kıraati keserek önce Fatiha'yı okur, sonra zammı sureyi bir daha okur ve namazın
sonunda da sehiv secdesi yapar. Sehiv secdesi yapmasının sebebi vacibi tehir etmesidir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 493)

41. Fatiha'dan sonra zammı sure okunmasa ve direk rükûa gidilse ne yapılır?

Fatiha suresine başka bir sure veya bir sure yerini tutacak kadar ayet ilavesi vaciptir. Şöyle ki:

Farz namazların önceki ilk iki rekâtlarında Fatiha’dan sonra diğer bir sure veya bir sureye
denk bir miktar ayet okunması vacip olduğu gibi, vitir namazı ile nafile namazların her
rekâtında Fatiha ve Fatiha’dan sonra bir sure veya ona denk bir ayet okunması da vaciptir.
Vacibin terki veya tehirinde sehiv secdesi gerekir.

Buna göre, bir kimse yanılarak Fatiha'dan sonra zammı sureyi okumadan rükûa giderse,
namazın sonunda sehiv secdesi yapması gerekir. Sehiv secdesi yapmasının sebebi vacibi terk
etmesidir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 492)

42. Öğle veya ikindi namazlarında kıraat açıktan okunsa ne yapılır?

Yalnız başına namaz kılan kimse sabah, akşam ve yatsı namazlarını dilerse aşikâre bir
okuyuşla, dilerse gizli bir okuyuşla kılar. Geceleyin kılacağı nafile namazlarda da hüküm
böyledir. Fakat öğle ile ikindi namazlarında ve gündüz kılacağı nafile namazlarda gizli olarak
okuması vaciptir. Vacibin terki veya tehirinde sehiv secdesi gerekir.
Buna göre, imam yanılarak öğle namazının farzında aşikâre okursa namazın sonunda sehiv
secdesi yapar. Hatta kıraatin bir kısmını dahi aşikâre okumuş olsa yine sehiv secdesi
yapmalıdır.

Tek başına kılan kişi için de hüküm aynıdır. Kişi öğle ve ikindi namazının farzını ve gündüz
nafilelerini aşikâre okuyuşla kılarsa, vacibi terk ettiği için sehiv secdesi yapar.

(Vehbe Zuhaylî, I, 495)

43. Dört rekâtlı veya üç rekâtlı bir namazın ilk oturuşu unutulsa ne yapılır?

Dört rekâtlı veya üç rekâtlı bir namazın ilk oturuşu -yani ikinci rekâttan sonraki oturuş-
vaciptir. Vacibin terkinde sehiv secdesi yapmak gerekir.

Buna göre, namazın ikinci rekâtının secdesinden sonra unutarak ayağa kalkan kişi şu şekilde
amel eder:

– Eğer kalkışı oturmaya yakın ise oturur. Bu durumda sehiv secdesi yapması gerekmez.

– Eğer doğrulması kıyama yakın ise artık oturmaz ve namaza devam eder. Namazın sonunda
da sehiv secdesi yapar.

(İbni Nüceym, el-Bahr, I, 310; İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtar, II, 157; Ömer Nasuhi Bilmen,
Büyük İslam İlmihali, 197)

44. Vitir namazında kunut tekbiri veya duası unutulursa ne yapılır?

İmam-ı Azam Hazretlerine göre, vitir namazındaki kunut tekbirleri ve dua vaciptir. Vacibin
terkinde ise sehiv secdesi yapılır. Dolayısıyla kunut tekbirlerini ve tekbirden sonraki duayı
unutarak terk eden kimse sehiv secdesi yapmalıdır.

(Haddâd, el-Cevhera, I, 92; Kâsânî, Bedâî, I, 274; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 141)

45. İlk oturuşta Tahiyyat'tan sonra salavatları okuyan ne yapmalıdır?

İkindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri müstesna, dört veya üç rekâtlı bir namazın birinci
oturuşundan sonra yanılarak “Allâhümme salli alâ Muhammed" denilse sehiv secdesi gerekir.
Çünkü birinci oturuşta Tahiyyat'tan hemen sonra ayağa kalkmak vaciptir. Burada salavat
okunmakla vacip tehir edilmiş olur. Vacibin tehirinde de sehiv secdesi gerekir. İmam-ı Azam
Hazretlerine göre, Tahiyyat'tan sonra bir harf bile ilave edilse sehiv secdesi gerekir.

İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise bu durumda sehiv secdesi gerekmez.
Fetva İmam-ı Azam Hazretlerinin kavline göredir. Bu durumda, eğer bizler namazın ilk
oturuşunda Tahiyyat'tan sonra bir harf dahi ilave edersek sehiv secdesi yapmalıyız. Ama
unutursak da İmameyn'in içtihadıyla amel eder, namazı tamam kabul ederiz.

(Kâsânî, Bedâî, I, 164)

46. Secde ederken burnunu yere koymayan kişi ne yapmalıdır?

Secde ederken yalnız alınla yetinmeyip alınla beraber burnu da yere koymak vaciptir. Vacibin
terkinde sehiv secdesi gerekir.

Buna göre, -özür sahibi olması müstesna- kişi secde ederken burnunu yere koymaz ve
secdeyi bu şekilde tamamlarsa namazın sonunda sehiv secdesi yapmalıdır.

(Vehbe Zuhaylî, I, 493)

47. Kıyamdan sonra rükû yerine secdeye gidilse ne yapılır?

Namazların farzlarında sıraya riayet edilmesi ve iki farz arasına farz olmayan bir şeyin
girmesine meydan verilmemesi vaciptir. Farz olan kıyamdan sonra rükûa gidilmesi, rükûdan
sonra secdeye varılması gibi. Vacibin terk ve tehirinde sehiv secdesi gerekir.

Buna göre, kişi kıyamdan sonra rükûa gideceğine secdeye gitse, kalkar ve yapmadığı rükûu
yapar ve sonra tekrar secdeye gider. Namazın sonunda da sehiv secdesi yapar. Sehiv
secdesini yapmasının sebebi, vacip olan tertibi terk etmesi ve farzı tehir etmesidir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 493)

48. Son oturuşu terk ederek kıyama kalkan kimse namazını nasıl tamamlar?

Bir kimse sabah namazının iki rekâtını kıldıktan sonra ikinci rekâtta oturmayarak ayağa kalksa
ve üçüncü rekâtın secdesini yapsa artık bu namaz farziyetini kaybeder ve nafileye döner. Bu
durumda bir rekât daha kılarak namazı dörde tamamlar ve sonunda oturarak selam verir.
Sabah namazını da tekrar eda eder. Eğer üçüncü rekâta kalktığında secde etmeden üçüncü
rekâtta olduğunu hatırlarsa hemen oturur ve sehiv secdesiyle namazını tamamlar.

Eğer dört rekâtlı bir farz namazın dördüncü rekâtında veya akşam namazının üçüncü
rekâtında oturmayıp ayağa kalkılsa ve bir rekât daha kılınarak secdeye gidilse bu namaz da
nafileye döner. Çünkü son oturuş namazın farzıdır. Farzın terkinde namaz bozulur. Bu dört
rekâtlı bir namaz ise altı rekâta tamamlanır, üç rekâtlı akşam namazı ise dört rekâta
tamamlanır ve selam ile namazdan çıkılır. Bu hallerde sehiv secdesi de gerekmez. Farz namaz
tekrar kılınmalıdır.

Eğer sabah namazının ikinci rekâtında oturup sonra üçüncü rekâta kalksa ya da dört rekâtlı
bir farz namazın dördüncü rekâtında oturup beşinci rekâta kalksa ya da akşam namazının
üçüncü rekâtında oturup dördüncü rekâta kalksa namazı bozulmaz. Bu, son rekâtta
oturmadan kalkmak gibi değildir. Burada terk edilen, farz olan son oturuş değil, selamı
geciktirmek suretiyle vacibin tehiridir. Vacibin tehirinde ise sehiv secdesi ile namaz kurtarılır.

Bu durumda şöyle amel edilir:

Eğer secde etmeden önce hatırlarsa hemen oturur ve sehiv secdesiyle namazını tamamlar.
Eğer fazla rekâtın secdesini yapmışsa iki rekâtlı bir namazı dörde, üç rekâtlı bir namazı yine
dörde ve dört rekâtlı bir namazı altıya tamamlar. Selamı geciktirdiği için de sehiv secdesi
yapar. Farz namazı tekrar kılması gerekmez. Çünkü son rekâtta oturarak farzı eda etmiştir.
Fazladan kıldığı rekâtlar nafile olarak kabul edilir.

(İbni Nüceym, el-Bahr, II, 112)

49. Araba, otobüs veya tren gibi taşıtlarda namaz kılınabilir mi?

Kişi seferî dahi olsa -yani ikamet halinde olmayıp yolculukta dahi olsa- bir zorunluluk
olmadan farz namazını binek üzerinde kılamaz. Binek dediğimizde araba, otobüs, tren ve
gemi gibi taşıtları kastediyoruz. Binek üzerinde farz namaz kılınmaz çünkü farz namazların
vakitleri bellidir. O vakitlerde biraz durup namazı normal şekliyle kılmak zor değildir.

Sadece bazı sıkıntılar sebebiyle farz namaz binekte kılınabilir. Bu sıkıntılar şunlardır:

1. Yerin çamur olması. Yer çamur olup bineğinden indiğinde üzeri kirlenecek ise binekte îmâ
ile namazını kılabilir.

2. Bineğin durmasının kendi elinde olmaması. Mesela kişi uçakta yolculuk yapsa, uçağı
durdurmak kendi elinde değildir. Eğer uçak iniş yaptığında namazın vakti geçecek olursa, bu
durumda uçakta namazını kılabilir. Ama eğer inişten sonra namaz kılacak kadar bir vakti
olacaksa namazını uçakta kılmamalı ve uçak indikten sonra kılmalıdır. Diğer binekler için de
durum aynıdır.

Burada bakılacak şey şudur: Bineğin durması kendi elinde olmamalı ve binek durduğunda
namaz vakti çıkacak olmalıdır. Eğer namaz vakti çıkmayacaksa bineğin durmasını beklemeli
ve namazını öyle kılmalıdır.

3. Binekten inip namazını kılacak olursa yol arkadaşlarının kendisini beklememesi ve


arkadaşlarından uzak kalma tehlikesinin olması gerekir.
Mesela kişi otobüsle seyahat ediyor. Otobüs öğle vaktinde bir yerde beş dakika mola verdi.
Beş dakikada abdestini alıp öğle namazını kılması da mümkün değil. Otobüs şoförüne
durumunu anlattı, namaz kılmak için izin istedi ama şoför "Yok, beklemem, ben giderim."
dedi. İşte bu durumda kişi otobüste îmâ ile namazını kılabilir. Ancak şoförden namaz için izin
istemeli hatta zorlamalı; gerekirse diğer yolculardan da destek aramalı ve namaz için molanın
uzatılmasına çalışmalıdır. Bütün bunlardan sonra otobüsün kalkmasından korkarsa namazını
otobüste îmâ ile kılabilir.

Îmâ ederken de ön koltuğa secde etmesi gerekmez. Rükû için biraz, secde için biraz daha
eğilmesi kâfidir.

4. Hırsız, düşman veya yırtıcı bir hayvanın saldırısından korkulması gibi şeyler olmalı. Yani kişi
bineğinden indiğinde yırtıcı bir hayvanın veya düşmanın kendisine saldırmasından korkuyorsa
binekte îmâ ile namazını kılabilir.

Eğer kişi özür sebebiyle namazı binekte kılacak ise kıbleye dönme şartı düşer. Bu kişi gücü
yettiği yöne dönerek namazını kılar.

Deniz kenarında veya ortasında bağlı bulunan bir gemide namaz kılmaya gelince, gemi eğer
çalkalanmıyorsa yer hükmündedir. İçinde ayakta olarak farz namaz kılınabilir. Eğer
çalkalanıyor ise binek hükmündedir. Zorunluluk olmadan onda farz namaz kılınamaz. Ondan
inmeli ve farz namazı yerde kılmalıdır.

İstanbul’da şu hadiseye çok şahit oluyoruz:

İş dönüşü vakti akşam namazı vaktine rastlayan bazı kişiler vapurla karşı yakaya geçerken
akşam namazını vapurda kılıyorlar. Hâlbuki vapurdan inildiğinde akşam namazını kılacak
kadar bir vakit kalmaktadır. Bu kişilerin akşam namazını vapurdan indiklerinde kılmaları
gerekirken, “Binekte farz namaz kılmanın” fıkhî hükmünü bilmediklerinden dolayı
namazlarını vapurda kılıyorlar. Kıldıkları bu namaz sahih değildir. Zorunluluk olmadan farz
namaz asla binekte kılınamaz.

Buraya kadar anlattıklarımız farz namazlar hakkındadır. Nafile namazlara gelince, seferî
olanların binekte nafile kılması ittifakla caizdir.

Şehir içinde binekte nafile kılmaya gelince, İmam Ebû Yusuf’a göre bu caizdir. İmam
Muhammed, "Caiz olmakla birlikte mekruhtur." der. İmam-ı Azam Hazretlerine göre ise
seferî olmayanların binek üzerinde nafile kılması caiz değildir.

Bizler İmam Ebû Yusuf’un fetvasıyla amel edip şehir içinde binekte îmâ ile nafile namaz
kılabiliriz. Tabii müsait durumlarda.

(Kâsânî, Bedâî, I, 108-109; Semerkandî, Tuhfe, II, 156; Serahsî, I, 250-349)


50. Nafile namazlar oturarak kılınabilir mi?

Nafile namazlarda kıyam (ayakta durmak) vacip değildir. Dolayısıyla ayakta durmaya gücü
yettiği hâlde kişinin oturarak nafile namaz kılması sahihtir. Ancak fazilet ayakta
kılınmalarındadır. Oturarak kılınan nafile bir namazın sevabı ayakta kılınan namazın sevabının
yarısı kadardır.

Nafile namazların oturarak kılınabilmesinin sebebi kolaylıktır. Zira nafile namazlar çoktur.
Eğer nafile namazlarda kıyam vacip olsaydı insanlara zorluk olur ve insanlar nafilelerden
uzaklaşabilirdi. Bu sebeple, nafile namazlarda kıyam vacip kılınmamıştır.

(Vehbe Zuhaylî, I, 501)

51. Bir yere yaslanarak kıyam yapılabilir mi?

Ayakta durmaya gücü yeten kimselerin farz namazlarda kendi başlarına kıyam yapması
(ayakta durması) şarttır. Bastonuna, bir duvara veya benzeri şeylere yaslanarak farz namaz
kılan kimsenin namazı sahih olmaz.

Namazı bozmasının ölçüsü şudur: Yaslanılan şey alınacak olsa kişi düşecek durumda
olmalıdır.

Eğer hastalık gibi bir özür sebebiyle bir yere yaslanarak kıyam yapılırsa namaz sahih olur. Zira
zaruretler bazı şartları kaldırır.

Nafile namazlarda ise ister bir özür sebebiyle olsun ister olmasın kıyam yapmak (ayakta
durmak) şart değildir. Ancak bir şeye yaslanarak nafile namaz kılan kimsenin namazı mekruh
ve sevabı eksik olur.

(Vehbe Zuhaylî, I, 501-502)

52. Kıyam yapmak hangi hâllerde kişiden düşer?

Farz namazlarda kıyam (ayakta durmak) namazın farzlarındandır. Dolayısıyla zaruret


olmaksızın terki namazı bozar. Bir kimse ayakta bir ayet okuyacak kadar da olsa kıraate gücü
yeterse gücünün yettiği kadarını yapması lazımdır.

Nafile namazlarda ise kıyam farz değildir. Zaruret olmasa da oturarak nafile namaz kılınabilir.
Ancak ayakta kılınması daha faziletlidir.

Eğer kişi ayakta durmaktan âciz olursa bütün fakihlerin ittifakıyla kıyam ondan düşer. Bunun
dayandığı delil İmran b. Hüseyn'in rivayet ettiği şu hadistir:
— Ayakta namaz kıl. Eğer buna gücün yetmezse oturarak kıl. Buna da gücün yetmezse
yaslanarak kıl. (Buharî, Taksîru’s-Salât, 19)

Kıyamın düşmesine sebep olan âcizlik hâllerinden bir kısmı şunlardır:

1. Hasta kimse ayakta duramayacak kadar âciz olursa kıyam ondan düşer, oturarak namazını
kılabilir.

2. Bir kimse ayakta durduğu takdirde eğer yarası akacaksa oturarak namazını kılabilir.

3. Kişi gözlerinden hastaysa ve yatarak tedavi edilmesi gerekiyorsa oturarak namazını


kılabilir.

4. Kişi ayakta durduğu zaman sidiğini tutamıyorsa; ayakta durduğunda sidiği akacak,
oturduğunda ise akmayacaksa oturarak namazını kılabilir.

5. Düşman korkusu da âcizlik hâllerinden biridir. Bir kimse namazda ayakta durduğu takdirde
düşmanın kendisini göreceğinden korkarsa oturarak namazını kılabilir.

6. Kişinin binekte olması ve bineğin durmasının kendi elinde olmaması da bir âcizlik hâlidir.
Bu durumda oturarak namaz kılınabilir. Bu madde 49. konuda detaylı bir şekilde izah
edilmiştir.

(Vehbe Zuhaylî, I, 502-503)

53. Ayakta durmaktan âciz olan bir hasta namazını nasıl kılar?

Namazda kıyam -yani ayakta durmak- farz ve vacip namazlarda bir rükündür ve bir esastır. Bu
sebeple, kıyama gücü yeten kimsenin farz ya da vacip namazı oturarak kılması caiz değildir.
Eğer kişi ayakta durmaktan âciz kalırsa kıyam farzı ondan düşer, namazını oturarak kılar.

Eğer bir yere dayanmak suretiyle ayakta namaz kılmaya gücü yetiyorsa namazı ayakta
yaslanarak kılmalıdır. Böyle bir kişi farz ve vacip namazları oturarak kılamaz.

Eğer bir süre ayakta durmaya gücü yetiyorsa o sürede ayakta durup kıyam yapar ve sonra
namazını oturarak tamamlar. Hatta sadece iftitah tekbirini ayakta almaya gücü yetse, bu
tekbiri ayakta alır ve sonra oturarak namazını îmâ ile tamamlar. Başka türlü yapamaz.

Eğer bir hastanın ayakta durmaya gücü yettiği hâlde rükû veya secdeye gücü yetmezse,
namazını ayakta kılması gerekmez. Böyle bir kişi namazını oturarak îmâ ile kılar.

Namazını oturarak kılacak kişi -eğer gücü varsa- namaz esnasında oturduğu gibi oturup
namazını böylece kılar. Buna gücü yetmezse kıçı üzerine oturup ayaklarını kıbleye uzatır.
Buna da gücü yetmezse kolayına geldiği şekilde kılar.
Oturarak namazını kılamayacak kadar hasta olan kimse ise arkası üzerine yatar ve ayaklarını
kıble yönüne uzatarak namazını böyle kılar. Rükû ve secde için îmâ yapar. Böyle bir hasta,
yüzü kıbleye yönelmiş olarak sağ yanı üzerine yatsa ve îmâ ile rükû ve secde yapsa yine
caizdir. Fakat gücü varsa sırt üstü yatarak kılması daha faziletlidir.

Eğer bir hastanın başı ile îmâ etmeye gücü yoksa, İmam-ı Azam Hazretlerine göre bu kişi
namazını kazaya bırakır. İmam Ebû Yusuf’a göre ise kazaya bırakmaz, göz ve kaşları ile îmâ
eder ve namazını böyle kılar. Eğer bunu da yapamıyorsa İmam Ebû Yusuf’a göre namazını
kazaya bırakır. İmam Şafiî ve İmam Züfer’e göre ise bu durumda da olsa namazını kazaya
bırakmaz ve kalbi ile îmâ ederek namazını tamamlar.

Bu hükümler namazın ne kadar kıymetli olduğunu herhâlde bir derece anlatmaktadır.

(Merginânî, el-Hidâye, II, 83-85; Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 260)

54. Rükû ve secde ettiğinde yarasından kan akacak olan kişi namazını nasıl kılar?

Rükû ve secde ile namaz kıldığı takdirde yarasından kan akacak olan kimse namazını oturarak
îmâ ile kılar. Böyle bir kimseden kıyam farzı düşer.

(Vehbe Zuhaylî, I, 503; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 128, Madde 87)

55. Dilsiz bir kimse nasıl namaz kılar?

Dilsiz bir kimse namaza başlarken kalben niyet eder. Namazın farzlarından olan kıraat yani
Kur'an okuma dilsize farz değildir. Dilsiz kişi kıraat yapmaksızın namazını eda eder. Bir şey
okumaksızın bir müddet kıyam yapar. Rükûa ve secdeye gider ancak buralarda tesbih etmez.
İlk ve son oturuşu yapar ama bu oturuşlarda tahiyyat ve diğer duaları okumaz. Selam için de
sadece başını çevirmesi kâfidir.

Demek, akıllı ve buluğa ermiş bir Müslüman dilsiz olsa ondan namaz düşmez. Sadece
namazın kıraati düşer.

(Reddü’l-Muhtar, II, 181; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 76)

56. Secdeye giderken ayaklar yerden kesilirse namaz bozulur mu?

Secde edildiğinde ayak parmaklarının yere değmesi gerekmektedir. İki ayağın veya bir ayağın
parmakları yere konmadıkça secde geçerli olmaz. Bir ayağın yalnız bir parmağını veya ayağın
yalnız üstünü yere koymak kâfi gelmez. Ayağın yere koyması en az bir defa "Sübhânellâhi'l-
Âzîm" diyecek kadar devam etmelidir.
Namazı bozan bu durum maalesef namaz kılanların birçoğunda vukua gelmektedir. Secdede
ayak parmaklarının yere konması gerektiğini bilmeyenler ayaklarını kaldırmakta veya sadece
ayakların üstünü yere koymaktadır. Bu durumda da namazları bozulmaktadır.

Cami görevlileri secdede ayakların pozisyonunu resmederek camilerine asmalı ve


cemaatlerini bu konuda uyarmalıdır.

(Aliyyü’l-Kârî, Fethu Bâbi’l-İnâye, I, 228; Şürünbülâlî, Merâkı’l-Felâh, 85-86)

57. Yanak veya çene ile secde yapılır mı?

Bir özre dayanarak dahi olsa yanak veya çene ile secde yapılmaz. Kişinin alnında veya
burnunda secde etmeye engel bir özür bulunursa, bu kişi namazını îmâ ile kılır.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 132, Madde 116)

58. Yastık gibi yumuşak bir şey üzerine secde edilir mi?

Yastık, atılmış yün, pamuk yığını, saman ve kar gibi bir şey üzerine secde edildiği takdirde,
bunlar içinde yüz kaybolup sertlikleri duyulmazsa ve yüz yere inip kararlaşmazsa secde
geçerli olmaz. Yine yumuşak olduğu için kendisinde yüzün izi çıkan eşyalarda da secde geçerli
olmaz.

Demek, secde edilen yerin sertliği hissedilmeli, yüz içinde kaybolmamalı, yumuşak olması
sebebiyle yüzün izi kendinde çıkmamalıdır.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sf. 133, Madde 122)

59. İnsanın yüzüne, ateşe ve resme karşı namaz kılınır mı?

Fakihler bir insanın yüzüne doğru namaz kılmanın mekruh olduğu hususunda ittifak
etmişlerdir. Hanefi mezhebine göre, bu tahrimen (harama yakın) mekruhtur.

Yanmakta olan sobaya, ocağa ve ateş dolu mangala karşı namaz kılmak da mekruhtur. Çünkü
ateşe doğru namaz kılmakta ateşe tapanlara benzeme manası vardır. Muma, kandile ve
lambaya karşı namaz kılmak ise mekruh değildir.

Yine kişinin, önünde dikili bulunan bir surete doğru namaz kılması mekruhtur. Çünkü suretler
ve heykeller kendisine tapılan şeylerdendir. Ayrıca resim ve heykeller kendisine bakılması
sebebiyle namaz kılanı meşgul eder ve huşudan alıkoyar.
Üzerinde resimler bulunan bir yaygı üzerinde namaz kılmakta ise bir beis yoktur. Çünkü
resimler bu şekilde ayak altında kalmaktadır. Ancak içinde resim olan eve meleklerin
girmeyeceği unutulmamalıdır. Namazın mekruh olmaması farklıdır, resim olan eve
meleklerin girmeyeceği konusu farklıdır.

(Vehbe Zuhaylî, II, 74; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 238, Madde 30)

60. Namazda gözleri kapamak caiz midir?

Namaz esnasında gözleri kapamak mekruhtur. Çünkü kıyamda iken secde edilecek yere,
rükûda iken ayak üstlerine ve oturuşta iken bacakların üstüne bakmak sünnettir. Gözünü
kapayan kişi bu sünnetlere muhalefet etmiş olacağından dolayı mekruh işlemiş olur. Ancak
gözü bir şeye takılıyor ve namazdaki huşuunu kaybediyorsa gözü kapamak mekruh olmaz.

Bunun sebebi şudur:

Namazda gözü açmak ve huşu ile namazı kılmak, her ikisi de sünnettir. Ancak huşu ile namaz
kılmak gözü açmaktan daha kuvvetli bir sünnettir. Eğer göz açıldığında -mesela halının
üzerindeki bir motife dikkati gidiyor ve bu sebeple- huşu kaybediliyorsa, daha kuvvetli bir
sünnetin ihyası için daha zayıf olan bir sünnet terk edilir. Yani huşu için, gözün açık olması
sünneti terk edilir.

(Vehbe Zuhaylî, II, 90)

61. Kaçıncı rekâtta olduğunu unutan namazını nasıl tamamlar?

Kişi kıldığı namazın rekâtlarında şüphelense bakılır:

Eğer bu şüphe kendisinde ilk kez olmuşsa o namazı yeniden kılar. Fakat birkaç defa olmuşsa
namazı yeniden kılması icap etmez. Kanaatine göre hükmedip namazına devam eder.

Mesela sabah namazını kılarken, “Bir rekât mı kıldım yoksa iki rekât mı?” diye şüphelense ve
kalben bir rekât kıldığına hükmetse, bu hükümle amel edip bir rekât daha kılar. Bu husustaki
tereddüdünden dolayı da sehiv secdesi yapar.

Eğer iki rekât kıldığına hükmederse, bu hükümle amel edip namazını buna göre tamamlar ve
selamdan sonra yine sehiv secdesi yapar.

Eğer hiçbirine karar veremezse az olanı esas alır. Çünkü az olanda kesinlik vardır. Bu
durumda, kendisini bir rekât kılmış kabul eder ve bir rekât daha kılar. Ancak ikinci rekâtta
olma ihtimalinden dolayı birinci rekâtın sonundu oturup Tayihhat'ı okur. Ondan sonra kalkıp
bir rekât daha kılar ve namazın sonunda sehiv secdesi yapar.
Eğer dört rekâtlı bir namaz kılsa ve kıldığı rekâtın birinci rekât mı yoksa ikinci rekât mı
olduğundan şüphe etse ve kalben bir tarafı seçemese, kendisini bir rekât kılmış kabul eder ve
her rekâtın sonunda oturup Tayihhat'ı okur. Çünkü iki rekât kılmış olma ihtimali de vardır. İlk
oturuşu ve son oturuşu kaçırmamak için ihtiyaten her rekâtın sonunda oturup Tayihhat'ı
okur. Namazın sonunda da sehiv secdesi yapar.

Eğer dört rekâtlı bir namaz kılsa ve kıldığı rekâtın ikinci rekât mı yoksa üçüncü rekât mı
olduğundan şüphe etse ve kalben bir tarafı seçemese, iki rekât kıldığına hükmeder. Ancak bu
rekâtın sonunda oturmaz. Çünkü bu rekâtın üçüncü rekât olma ihtimali de vardır. Bir rekât
daha kılar ve bu üçüncü rekâtın sonunda oturup Tahiyyat'ı okur. Çünkü bu rekâtın dördüncü
rekât olma ihtimali vardır. Sonra kalkıp bir rekât daha kılar ve namazın sonunda sehiv secdesi
yapar.

Eğer bu namaz üç rekâtlı bir namaz olur ve ikinci rekâtta olduğuna hükmederse, bu rekâtta
oturması gerekir. Çünkü bu rekâtın üçüncü rekât olma ihtimali de vardır. Son oturuşu
kaçırmamak için bu rekâtta oturup Tahiyyat'ı okur. Sonra kalkıp bir rekât daha kılar ve
namazın sonunda sehiv secdesi yapar.

Eğer kıldığı rekâtın üçüncü rekât mı yoksa dördüncü rekât mı olduğundan şüphelense ve
kalben bir tarafı seçemese, üç rekât kıldığına hükmeder. Ancak bu rekâtın sonunda oturup
Tahiyyat'ı okur. Çünkü bu rekâtın dördüncü rekât olma ihtimali de vardır. Daha sonra kalkar
ve bir rekât daha kılar ve teşehhüdden sonra sehiv secdesi yaparak namazını tamamlar.

(Kâsânî, Bedâî, I, 165, 166; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 199, Madde 346-349)

62. Hangi hâllerde namazı bozmak vacip olur?

Zaruretten dolayı namazı bozmanın vacip olduğu hâller şunlardır:

1. Yanmakta olan bir şahsın yardım çağrısı. Bizzat namaz kılandan yardım istenmese de
namaz kılanın namazını bozması ve yardıma koşması vaciptir.

2. Suda boğulmak üzere olan bir şahsın yardım çağrısı.

3. Ateşin yayılmasını önlemek için.

4. Âmâyı veya çocuğu kuyuya düşmekten kurtarmak için.

5. Bir kimseye yırtıcı bir hayvanın veya zalim bir kişinin saldırdığını görse, eğer ona yardım
edebilecek güçte ise namazını bozup ona yardım etmesi vaciptir.

6. Kurdun koyuna saldırmasını önlemek gibi durumlarda namazı bozmak vacip olur. Çünkü
bunda canı ve malı korumak vardır ve telafisi mümkün değildir. Hâlbuki namazı bozduktan
sonra telafisi mümkündür.
7. Ebenin çocuğun ölümünden korkması veya annesinin tehlike geçireceğinden korkması.

(İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtar, II, 504-505)

63. Hangi hâllerde namazı bozmak caiz olur?

Farz namaz da olsa şu durumlarda namazı bozmak caizdir:

1. Başkasına ait de olsa bir eşyanın çalındığını görmek.

2. Kadının, çocuğuna bir tehlike gelmesinden korkması.

3. Yemeğin yanması veya tencerenin taşmasından korkmak.

4. Hırsız veya eşkıyadan korkmak.

5. Küçük veya büyük abdest sebebiyle daralmak.

6. Eziyet veren bir hayvanı öldürmek. Eğer böyle bir hayvanı öldürmek çok işi gerektirecek ise
namazı kesmek caiz olur.

7. Anne veya babanın kişiyi çağırması nafile namazlarda namazı bozmak için bir sebep teşkil
eder. Farz namazlarda ise herhangi bir zarar söz konusu değil ise namazı kesmek caiz değildir.

(İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtar, II, 504-505)

64. Kadın erkeğin namazını hangi hâllerde bozar?

Cemaat ile namaz kılarken imamın arkasında önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra
kadınlar saf bağlar. Bu sırayı erkekler ile erkek çocuklar arasında gözetmek sünnettir.
Erkekler ile kadınlar arasında gözetmek ise farzdır.

Bunun için bir kadın veya buluğ çağına yakın bir kız, bir erkeğin önünde veya tam hizasında
aynı namazı cemaatle kılacak olursa erkeğin namazı bozulur. Böyle aynı hizada bulunmakla
namazın bozulması için on şart vardır:

1. İmam olan zat kadınlar için imamete niyet etmelidir. Çünkü böyle bir niyet bulunmazsa
kadınların imama uymaları sahih olmaz. İmama uymamış oldukları için de erkeklerle aynı
hizada bulunmaları erkeklerin namazını bozmaz.

2. Erkeğin önünde veya tam bitişiğinde namaz kılan kadın -ister mahrem olsun ister olmasın-
buluğ çağına ermiş veya buna yakın olmalıdır.

3. Kadın veya kız namazın ne olduğunu bilmelidir. Namazın ne olduğunu bilmeyip rastgele
cemaate uyan deli bir kadının aynı hizada bulunması erkeğin namazını bozmaz.
4. Bir hizada bulunma kıyam ve rükû gibi bir rükün miktarı devam etmelidir.

5. Bir hizada bulunma rükû ve secde ile kılınan bir namazda olmalıdır. Buna göre, cenaze
namazında kadın ve erkek yan yana gelse erkeğin namazı bozulmaz. Ancak böyle yan yana
namaz kılmak İslam'ın ruhuna uygun olmayan bir harekettir.

6. Erkek ve kadın başlangıç tekbirleri bakımından ortak olmalıdır. Kadın ya hizasında


bulunduğu erkeğin iftitah tekbirine kendi iftitah tekbirini bağlayarak ona uymalı veya bu
erkek ile beraber iftitah tekbirlerini üçüncü bir şahsın tekbirine bağlamış bulunmalıdır. Buna
göre, aynı namazı erkek ile kadın yan yana durarak tek başlarına kılsalar yahut yalnız biri
imama uyup diğeri tek başına kılacak olsa erkeğin namazı bozulmaz.

7. Namaz erkek ile kadın arasında yerine getirilme bakımından müşterek olmalıdır. Şöyle ki:
Kadın ya kendisi ile aynı hizada bulunduğu erkeğe veya her ikisi diğer bir erkeğe uymuş olmalı
ve aynı namazı beraber kılmış olmalılar. Buna göre, erkek ile kadın bir veya birkaç rekât
kılındıktan sonra imama uyup da imamın selamından sonra kalkarak kaçırılan rekâtları
kılarken yan yana gelseler, bununla erkeğin namaz bozulmaz. İmamın selamından sonra
namaza devam edene “mesbuk” denir. Mesbuk kendi başına kıldığı rekâtlarda yalnız başına
namaz kılan kimse gibidir.

8. Erkek ile kadının yerleri bir olmalıdır. Bunu göre, erkek veya kadından biri mescidin
zemininde, diğeri de en az bir adam boyu yükseklikte olan bir yerde durarak aynı hizada
cemaatle namaz kılsalar, bu hâl erkeğin namazını bozmaz.

9. Erkek ile kadının yönleri bir olmalıdır. Buna göre, kadın ve erkek Kâbe’nin içerisinde her
biri başka bir yöne dönerek cemaatle namaz kılsalar erkeğin namazı bozulmaz.

10. Erkek ile kadın arasında bir engel bulunmamalıdır. Aralarında direk gibi bir şey veya bir
insan sığacak kadar açıklık bulunursa erkeğin namazı bozulmaz.

Bu on şart bir araya gelirse erkeğin namazı bozulur. Şöyle ki:

– Aynı imama uyan kadınlar erkeklerin önünde bir saf tutsalar bütün erkeklerin namazı
bozulur.

– Erkeklerin arasında üç kadın bulunsa, bunların hem sağ hem sol yanlarındaki birer erkeğin
ve arka taraflarındaki her saftan üç erkeğin namazı bozulmuş olur.

– Erkekler arasındaki kadınlar iki kişi olursa, yanlarındaki birer erkek ile yalnız bunların
arkasında bulunan saftaki iki erkeğin namazı bozulur. Daha geride olanların namazına bir şey
olmaz.

– Aradaki kadın bir tane olursa, sağ ve sol yanındaki birer erkek ile arka tarafındaki saftan bir
erkeğin namazı bozulur, diğerlerinin namazı bozulmaz.

(Tebyînil'l-Hakâik, 137 vd.; Fethu'l-Kadir, l, 257 vd.; ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 514, 535-537)


65. Namaz kılan kişiyi annesi veya babası çağırsa ne yapar?

Nafile olarak kılınan namazlarda, anne-babadan birinin çocuğuna seslenmesi o namazı


bozmak için özür teşkil eder. Bu durumda namazı bozmak caizdir.

Bunun sebebi şudur:

Anne-babaya itaat farzdır. Kılınan namaz ise nafiledir. Farz nafileden üstün olduğu için farz ve
nafile karşı karşıya geldiğinde farz tercih edilir. Bu meselede farz ise anne-babaya itaat ve
onların çağırmasına icabettir.

Farz namazlardaki hüküm ise şöyledir:

Eğer anne-baba tehlikede değil ve herhangi bir zarar da söz konusu değilse, anne-babaya
cevap vermek için farz namazı kesmek caiz değildir. Bu durumda namaz tamamlanmalı ve
daha sonra anne-babaya icabet edilmelidir. Ancak eğer bir tehlike söz konusu ise bu takdirde
namaz kesilebilir. Bu konuda bütün fakihler ittifak etmiştir.

Herhâlde bu mesele İslam’ın anne-baba hakkına verdiği kıymeti bir derece beyan etmektedir.
Anne-babasının gönlünü kıran ve onlarla iyi geçinmeyenlerin kulakları çınlaya!

(İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtar, II, 504-505)

66. Sağlıklı iken kazaya bırakılmış bir namaz hasta iken îmâ ile kılınabilir mi?

Hastalığından dolayı oturduğu hâlde namaz kılabilen veya îmâ ile namaz kılma zorunda olan
bir kimse, hastalığı esnasında kılamamış olduğu namazları sağlığa kavuştuktan sonra kaza
ederken oturarak veya îmâ ile kılamaz. Çünkü özür kalkmıştır.

Fakat sağlıklı hâlde kazaya bırakmış olduğu namazları hastalığı esnasında kaza edecek olursa
oturarak veya îmâ ile kaza edebilir. Çünkü kişi gücüne göre yükümlü olur. Gücünün yetmediği
bir şey kişiden istenmez.

O hâlde genel bir kaide olarak şöyle denilebilir:

Vaktin namazını nasıl kılıyorsa daha önce kazaya bıraktığı namazı da o şekilde kılmalıdır. Eğer
vakit namazını îmâ ile kılacak durumdaysa kaza namazını da îmâ ile kılar. Eğer vakit namazını
îmâ ile kılmıyorsa hastalık hâlinde kazaya bıraktığı namazı da îmâ ile kılamaz.

(Serahsî, el-Mebsût, I, 217; Mevsılî, el-İhtiyar, I, 260)


67. Kaza namazı olanlar beş vakit namazın sünnetlerini kılabilir mi?

Kaza namazı kılmak nafile namaz kılmaktan daha faziletli ve daha önemlidir. Fakat şu beş
namaz bundan müstesnadır:

1. Beş vakit namazın sünnetleri,

2. İşrak namazı,

3. Kuşluk namazı,

4. Evvâbin namazı,

5. Teheccüd namazı.

Hanefi mezhebine göre, kaza namazı olanlar bu namazları kılabilirler. Hatta beş vakit
namazın sünnetini kılmak zorundadırlar. Beş vakit namazın sünnetlerini terk edip bunlar
yerine kazaya niyet etmek caiz değildir. Çünkü bu sünnetler farz namazları tamamlar. Ayrıca
bu sünnetler kılınmadığında kazaları mümkün değildir. Fakat kazaya kalan namazları kılmak
her vakit mümkündür.

Kişinin kaza namazı olması çok büyük bir günahtır. Ancak bu günahtan kurtulmak için
sünnetleri feda etmek yerine, daha fazla ibadet ederek Allah’ın affına sığınmak gerekir.

Hem bir kısım namazları kazaya bırakmak hem de diğer bir kısım vakit namazlarını kendilerini
tamamlayan sünnetlerden ayırmak iki kat kusur olur.

Hanefi mezhebinde fetva böyle iken, nedeni bilinmez bir şekilde, bazı -sözde- hocalar farklı
fetva vermekte ve kaza namazı olanları sünnetleri terke teşvik etmektedir. Sözlerine delil
olarak da Şafiî mezhebindeki fetvaları göstermekte ve şöyle demektedirler:

— Şafiî mezhebinde, kazası olan kişi nafile ve sünnet kılamaz. O hâlde sizler de sünnet
namazlar yerine kazaya niyet edin.

Onların bu sözlerini iki açıdan tenkide tabi tutmak mümkündür:

1. Bu halkın ekserisi Hanefidir. Hanefi olan bir topluluğa hiç ihtiyaç yokken Şafiî mezhebinin
fetvasını nakletmekte hiçbir maslahat yoktur.

2. Bunların verdikleri fetvalarda samimi olmadıklarına delil, Şafiî mezhebindeki fetvanın


tamamını nakletmemeleridir. Şafiî mezhebindeki fetvanın tamamı şöyledir:

— Kaza namazı olana en elzem iş kaza namazlarını kılmasıdır. Bu sebeple, kaza namazı olan
bir kimse beş vakit namazın sünnetlerinde kaza namazına niyet eder. Ayrıca bu kişilerin bir
günlük geçimlerini temin edecek parayı kazandıktan sonra çalışmaları da helal olmaz. Bir
günlük rızkını kazanan hemen işini bırakmalı ve bir köşeye çekilerek kaza namazlarını
kılmalıdır. Yine böyle kişilere nafile olarak tavaf yapmak da caiz olmaz.
Gördüğünüz gibi, Şafiî mezhebine göre, bir günlük rızkı olan kimse çalışmayı bırakmalı ve kaza
namazlarını kılmalıdır. Kâbe’yi tavaf etmesi bile caiz değildir. Yani İmam Şafiî, bütün gün
gezen dolaşan, malayani onlarca iş yapan, gününün bir kısmını kahvede öldüren kimselere,
“Camiye girdiğinizde sünnetleri kılmayın.” demiyor. Bilakis bütün gününü kaza namazı
kılmaya ayıran kişilere, kaza namazlarını çabuk bitirmeleri için, “Beş vaktin sünnetlerinde de
kazaya niyet edin.” diyor. Acaba bu zamanda İmam Şafiî’nin fetvasıyla amel edebilecek birisi
var mı? Bir günlük rızkını kazandıktan sonra dükkânını kapayacak ve bütün gününü kaza
namazı kılmaya ayıracak kişi…

Eğer Hanefi bir topluluğa Şafiî mezhebinin fetvasını nakledenler samimi olsalardı, Şafiî
mezhebindeki fetvanın tamamını söylerler ve şöyle derlerdi:

— Beş vakit namazın sünneti yerine kaza namazı kılabilirsiniz. Bu, Şafiî mezhebinin fetvasıdır.
Ancak bu fetvayla amel edenler için, bir günlük rızkı olanın çalışması caiz değildir. Hatta bu
kimseler umreye gitmişlerse nafile tavafı bile terk etmelidir.

Eğer böyle söyleselerdi sözlerine biz de katılırdık. Ama onlar böyle söylememekte ve fetvanın
yarısını gizlemektedirler. Hatta onların derslerini dinleyenlerin büyük bir kısmı camiye
girmekte ve insanlar sünneti kılarken onlar öylece oturup farzı beklemektedir. İmam Şafiî
Hazretleri bunu mu emretmektedir?

Kaza namazı olan kardeşlerim! Sizler hem başta saydığımız sünnet namazlara devam edin
hem de kaza namazlarınızı kılın. Bilhassa beş vakit namazın sünnetlerinde kaza namazına
niyet etmeyin.

(Dimyâtî, Hâşiyetü i’âneti’t-tâlibîn, I, 39-40)

68. Vaktin namazını kılıp kılmadığından şüphe eden kimse ne yapar?

Bir kimse vaktin namazını kılıp kılmadığında şüphelense, namazın vakti henüz çıkmamışsa
onu yeniden kılar. Namazın vakti çıktıktan sonra şüphelense bir şey yapması gerekmez.
Çünkü farzın sebebi olan vakit çıkmıştır. Bir Müslüman'ın namazını vaktinde kılmış olması bir
asıldır ve Müslüman buna göre amel eder.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 188, Madde 292)

69. Sayısı bilinmeyen kaza namazları nasıl kılınır?

Hanefi mezhebine göre, bir kimsenin sayısını bilmediği kadar çok kaza namazı olsa,
borcundan kurtulduğuna kanaat getirinceye kadar kaza namazı kılması vaciptir.
Böyle bir kimse zaman belirleyerek, mesela "Niyet ettim Allah rızası için, kazaya kalan ilk
sabah namazının farzını kılmaya." diyerek niyet eder.

Yahut "Niyet ettim Allah rızası için, kazaya kalan son sabah namazının farzını kılmaya."
diyerek niyet eder. Bu şekilde niyet etmek işi kolaylaştırmak içindir.

(Merâkı'l-Felah, 76)

70. Kaza namazı için ezan okumak ve kâmet getirmek gerekli midir?

Kazaya kalan namazları kılmak için ezan okumak ve kâmet getirmek müstehaptır. Birden fazla
kaza namazı kılınacak ise bir defa ezan okunur ve bundan sonra her namaz için bir defa
kâmet getirilir. Eğer kaza namazları camide kılınıyorsa ezan ve kâmete gerek yoktur.

Vaktin farzını tek başına camide kılana gelince:

Camide ezan okunduğu ve kâmet getirildiği için, camide tek başına vaktin farzını kılan kimse
ezan ve kâmeti dilerse terk eder, dilerse tekrar eder.

Kadınlar için ezan ve kâmet sünnet değildir.

(İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtar, II, 57-58)

71. Tertip sahibi nedir ve tertip sahibi kimse namazı nasıl kaza eder?

Üzerinde altı vakitten daha az kaza namazı borcu olan kimseye tertip sahibi denir.

Eğer tertip sahibinin bir namazı kazaya kalacak olursa, bu kaza namazı ile vakit namazları
arasında sırayı gözetmeli ve kazaya bıraktığı namazı sonraki vakit namazından önce kılmalıdır.
Zira gerek kaçırılan namazlar arasında ve gerek bunlar ile vakit namazları arasında sırayı
gözetmek bir şarttır.

Tertip sahibi olan kimse kazaya bıraktığı namazı kılmadan vaktin namazını kılarsa, İmam Ebû
Yusuf’a göre bu namaz nafile bir namaza döner. Bu kişi ilk önce kazaya bıraktığı namazı
kılmalı ve daha sonra vaktin namazını iade etmelidir.

İmam Muhammed’e göre ise bu namaz bozulur, nafile de olmaz.

Mesela sabah namazını kazaya bırakan tertip sahibi bir kişi bu namazı kaza etmeden öğle
namazını kılarsa, bu namaz İmam Ebû Yusuf’a göre nafile olur. Bu kişi kılmadığı sabah
namazının kazasını yapmalı ve öğle namazını tekrar kılmalıdır. İmam Muhammed’e göre ise
kıldığı öğle namazı bozulur, nafile de olmaz.

İmam-ı Azam Hazretlerine göre ise kıldığı öğle namazı muvakkaten sahih olur. Şöyle ki:
Eğer kazayı bıraktığı sabah namazını kılmadan önce beş vakit namaz kılacak olsa -bu namazlar
o günün öğle namazıyla başlayıp ertesi günün sabah namazına kadar olan namazlardır- ve
bundan sonra kazaya bıraktığı sabah namazını kaza etse, bu altı vaktin hepsi sahih olur. Fakat
bu beş vakit namazı kılmadan sabah namazının kazasını kılarsa, arada kılmış olduğu vakit
namazlar bozulur ve yeniden kılınması gerekir.

Eğer tertip sahibi kişi kazaya bıraktığı namazı unutarak vaktin namazını kılsa, mesela bu kişi
sabah namazını kaçırdığı hâlde bunu unutup öğle namazını kılacak olsa, bu öğle namazı sahih
olur. Çünkü unutmak bir özürdür. Daha sonra sabah namazını kaza eder.

Yine tertip sahibi bir kişi kazaya bırakmış olduğu namazı kılmadan bir sonraki vaktin namazı
gelse ve zaman sadece bu vaktin namazını kılacak kadar dar olsa, bu durumda, ilk önce vaktin
namazını kılar, daha sonra da kaza namazını kılar. Mesela ikindi namazını kazaya bırakan bir
kişi akşam namazının son vaktinde namaz kılmaya müsait olsa ve vakit sadece akşam
namazının farzını kılacak kadar dar olsa, bu durumda, akşam namazını kılar ve ikindi
namazının kazasını sonraya bırakır.

Yine bir kimsenin beş vakitten daha fazla kaza namazı varsa bu kişi tertip sahibi olmaktan
çıktığı için kazaya bıraktığı namazı kılmadan vaktin namazını kılabilir.

Tertip sahibi olanların bu hükümleri çok iyi bilmesi gerekir. Allahu Teâlâ hepimizi tertip sahibi
bir kul eylesin. Âmin.

(Haddâd, el-Cevhera, I, 80; Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 221-223)

72. Namazın farz olduğunu bilmeyen kimse kılmadığı namazları kaza eder mi?

Dârülharpte (kâfirlerin memleketinde) İslam’ı kabul edip bilgisizliğinden dolayı namazlarını


kılamamış olan bir kimse, sonradan İslam yurduna gelip namazın farz olduğunu öğrense,
önceki namazlarını kaza etmesi gerekmez. Çünkü dârülharpte cehalet bir özürdür.

Fakat İslam ülkesinde bulunup da Müslüman olan bir kimse bu hususta özürlü sayılmaz. Bu
kişi İslam'ı kabul ettiği andan itibaren namazlarını kılmakla yükümlü olur ve kılmamışsa -
namazın farz olduğunu bilmese dahi- namazlarını kaza eder. Çünkü dârülislamda cehalet bir
özür değildir.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 188, Madde 293)

73. Namazı cemaatle kılmak farz mıdır yoksa sünnet midir?

Hanefi, Şafiî ve Maliki mezheplerine göre, namazda cemaate katılmak sünnettir. Hanbeli
mezhebinde ise cemaat farz-ı ayındır yani herkese bizzat farzdır.
Fıkıh âlimlerinin zekâsını ve ferasetlerini bir derece anlamak için bu meseleyi delilleriyle
beraber zikredeceğiz. Şimdi, ihtilafın sebebini inceleyelim:

Ebû Hüreyre (r.aç)’dan nakledilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:

— Münafıklara en ağır gelen namaz yatsı ve sabah namazıdır. Nefsimi kudret eliyle tutan
Allah’a yemin olsun ki içimden şöyle geçti: Odun için emir vereyim de odun toplansın. Sonra
namaz için emir vereyim de bunun için ezan okunsun. Sonra birisine emredeyim de cemaate
imam olsun. Sonra kendim namaza katılmayıp camiye gelmeyen adamlara varayım ve
evlerini başlarına yakayım. (İbni Mâce, Mesâcid, 17; Nesâî, İmamet, 49)

Hanbeli âlimleri bu hadisi şöyle izah eder:

— Bu hadis cemaatin farz olduğuna delildir. Zira eğer cemaat sünnet olsaydı onu terk eden
kimse yakılmakla tehdit edilmezdi. Bir sünneti terk edene böyle ağır ceza verilmez. Madem
Efendimiz (a.s.m.) cemaate katılmayanları evlerini başlarına yakmakla tehdit etmiş o hâlde
cemaatin farz olması gerekir.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Bu hadis cemaatin farz değil, bilakis sünnet olduğuna delildir. Çünkü Resulullah (a.s.m.)
namaza gelmeyenlere gitmek istemiştir. Eğer cemaat farz-ı ayın olsaydı cemaati terk ederek
onlara gitmeyi istemezdi.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Farzın terki ondan daha kuvvetli bir farz için caizdir. Cemaate gelmeyenlere ceza vermek
için evlerine gitmek namazı cemaatle kılmaktan daha kuvvetli bir farzdır. Bu sebeple,
Resulullah (a.s.m.) cemaate gelmeyenlere gitmek istemiştir. Efendimizin buradaki amacı
daha kuvvetli bir farzı eda etmektir.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler şöyle der:

— Hadis yasaklama makamında söylenmiştir. Hakikati murad değildir. Asıl gaye mübalağadır
ve korkutmadır. Gayenin bu olduğuna delil Resulullah’ın, müminleri kâfirlere mahsus bir ceza
ile tehdit etmesidir. Nitekim icma ile sabittir ki bu çeşit bir ceza ile Müslümanlar
cezalandırılmaz.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Ateşle ceza vermek ilk önceleri caizdi. Bu ceza daha sonra nesh olmuş ve kaldırılmıştır.
Nitekim Ebû Hüreyre hadisi buna delalet etmektedir. Cemaat hakkındaki mezkûr hadis
cezanın caiz olduğu zamanda varid olmuştur. Dolayısıyla bununla mübalağa değil, hakikat
kastedilmiştir.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler şöyle der:


— Resulullah (a.s.m.) tehdit etmesine rağmen onları yakmayı terk etmiştir. Eğer cemaat farz
olsaydı onları affetmezdi. Bu da cemaatin sünnet olduğunu gösterir.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Resulullah’ın onlara ceza vermemesi onların caymalarından ve cemaate gelmeye


başlamalarından ötürüdür. Ayrıca hadisin başka yollardan gelen rivayetinin sonunda “…eğer
evlerde kadınlar, çocuklar olmasaydı…” kaydı vardır. Bu da gösterir ki cezanın verilmeyişinin
sebebi cemaatin sünnet oluşu değil, evlerdeki kadın ve çocuklardır.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler şöyle der:

— Hadiste tehdit edilenler cemaate gelmeyenler değil, bizzat namazı terk edenler olabilir.
Zira hadisin bu manaya gelmesi de mümkündür.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Hadisin bir başka rivayetinde “namazda hazır olmazlar” kaydı açıkça zikredilmiştir. Yine
İbni Mâce’nin rivayetinde: “Şu erkekler ya cemaati terk etmeye son verirler ya da evlerini
tepelerine yakacağım.” buyrulmuştur. Hadisin diğer yollarla gelen bu rivayeti mezkûr hadisin
namaz kılmayanlara ait değil, namazın cemaatini terk edenlere ait olduğunu göstermektedir.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler şöyle der:

— Peygamberimiz (a.s.m.) hadis-i şeriflerinde münafıkların cemaate katılmadıklarını


vurgulayarak münafıklara benzemek hususunda bizleri sakındırmış ve onlara muhalefet
etmeğe teşvik etmiştir. Demek, bu hadis sakındırmak ve teşvik etmek makamında
söylenmiştir. Yoksa sırf cemaati terk etme hususunda değildir. Bu sebeple, cemaatin
farziyetine delil olamaz. Hem bu hadiste kastedilenlerin münafıklar olması ihtimali de vardır.
Dolayısıyla hadisteki tehdit cemaati terk etmeye has değildir.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Münafıkların gerçekte namazları yoktur ki bile bile cemaati terk etmeleri sebebiyle tehdit
edilsinler. Bu tehdit bizzat namazı olup cemaate gelmeyenlere yapılmıştır. Bunlar da
müminlerdir.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler şöyle der:

— Hadiste geçen namaz cuma namazı olabilir. Bu hâlde diğer namazlar buna dâhil olmaz.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Hadiste yatsı namazı zikredilerek söze başlanmıştır. Bu yüzden hadisten cuma namazının
kastedilmesi çok uzak bir ihtimaldir.

Ayrıca şu hadisi de görüşlerine delil yaparlar:


Resulullah (a.s.m.)'a âmâ bir zat gelerek, "Ey Allah’ın Resulü! Beni mescide kadar getirecek
bir rehberim yok." dedi ve namazı evinde kılmak için izin istedi. Efendimiz (a.s.m.) ona izin
verdi. Adam geri dönünce Resulullah (a.s.m.) onu çağırtarak, “Ezanı işitiyor musun?” diye
sordu. Adam “Evet.” deyince Efendimiz (a.s.m), “Öyleyse icabet et.” dedi ve evde kılmasına
izin vermedi. (Müslim, Mesâcid, 255; Nesâî, İmamet, 50; Ebû Dâvud, Salat, 47/552)

Cemaatin farz olduğuna kail olanlar bu hadisi delil getirerek şöyle derler:

— Eğer cemaat sünnet olsaydı Peygamberimiz (a.s.m.) âmâ kişiye evde namaz kılması
husussunda ruhsat verirdi. Madem vermemiştir o hâlde cemaat farz-ı ayın olmalıdır.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler ise buna şöyle cevap verirler:

— Âmâ adam Resulullah (a.s.m.)'a, “Namazı evde kıldığı hâlde özrü sebebiyle cemaat
sevabını kazanmaya ruhsat var mı?” diye sormuştur. Zira bilindiği gibi, özür sebebiyle
cemaate gelmeyenler cemaat sevabını kazanırlar. Ayrıca Peygamberimiz (a.s.m.)'ın ona evde
namaz kılmak için ruhsat vermeyişi onun hakkında daha faziletli olana hükmetmek içindir.
Yani Peygamberimiz (a.s.m.)'ın cevabı şöyledir: “Senin için efdal olan ve sevap yönüyle daha
büyük olan, müezzine icabet ederek cemaate gelmendir.” Bu ifade cemaatin daha faziletli
olduğuna işaret etmek içindir. Yoksa farziyeti için değildir.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler şu hadisi de görüşlerine delil getirirler:

Resulullah (a.s.m.) buyurdular ki:

— Kim müezzini işitir ve kendini engelleyen bir özrü olmadığı hâlde cemaate katılmazsa
kıldığı namaz kabul edilmez.

Sahabeler sordular:

— Ey Allah’ın Resulü! Meşru özür nedir?

Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle cevapladı:

— Korku ve hastalıktır. (Ebû Dâvud, Salât 47/551)

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Bu hadiste belirtilen namazın kabul edilmemesi “kâmil bir makbuliyeti yoktur”


manasındadır. Yoksa namazın kendisinin kabul edilmediği değildir. Nitekim bu tür hadisler
çoktur. Mesela “Hayat ancak ahiret hayatıdır.” denildiğinde bundan dünya hayatının inkârı
değil, ahiret hayatının kemali kastedilir ve dünya hayatı o kemale sahip olmadığı için hayat
değilmiş gibi takdim edilir. Mezkûr hadis de böyledir. Namazın kabul olmaması demek,
“Kâmil manada bir makbuliyeti yoktur.” demektir. Ayrıca diğer hadislerde cemaatle kılınan
namazın fert olarak kılınan namazdan 27 kat daha sevaplı olduğundan bahsedilmiştir.
Demek, münferit olarak kılınan namazın sevabı düşük olsa da makbuldür. Eğer kabul
olmasaydı cemaat ile kılınan namaz için “27 kat daha sevaptır.” denilmezdi. Zira kabul
olunmayan bir şey ile kabul olunan bir şey kıyas edilmez.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler şu hadisi de görüşlerine delil getirirler:

— …eğer cemaati terk ederseniz Peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz ve küfre
düşersiniz. (Müslim, Mesâcid, 257; Ebû Dâvud, Salât, 46; İbni Mâce, Mesâcid, 14)

Cemaatin farz olduğuna kail olan âlimler bu hadisi de delil getirerek derler ki:

— Eğer cemaat farz olmasaydı “küfre düşerdiniz” tabiri kullanılmazdı. Zira küfre düşmek
ancak bir farzı inkâr etmek ile mümkündür.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler buna şöyle cevap verir:

— Bu hadisteki küfür “küfran-ı nimet” yani nimetin kıymetini bilmemektir. Zira cemaatin
sevabı ve bundaki İlahî lütfu görmemek inkâr manasında bir davranıştır. Ayrıca bu hadisin
manası: “Cemaati terk sizi yavaş yavaş küfre götürür. Çünkü böyle yapmakla İslam halatını
iplik iplik terk eder ve sonunda dinden çıkarsınız.” şeklinde de olabilir. Dolayısıyla her iki
ihtimalle de cemaatin farziyetine delil olamaz.

Cemaatin farz olduğunu söyleyenler şu hadisi de delil getirirler:

Peygamberimiz (a.s.m)'a, gündüz oruç tutup gece de namaz kılan fakat cemaate ve cumaya
gelmeyen birisi hakkında sorulduğunda Efendimiz (a.s.m): “Bu ateş ehlidir.” diye cevap verdi.

Cemaate farz diyenler bu hadisi delil göstererek derler ki:

— Eğer cemaat sünnet olsaydı terk edenin ateşle tehdit edilmemesi gerekirdi. Zira tek bir
sünneti terk edenin ateşle tehdidi uygun olmaz. Madem cemaati terk eden ateşle tehdit
edilmiştir o hâlde cemaatin farz-ı ayın olması gerekir.

Cemaatin sünnet olduğunu söyleyenler ise buna şöyle cevap verir:

— Hadisin manası, cemaate ve cumaya onlardan nefret sebebiyle katılmayan ve onların


hakkını vermeyi hafife alıp cemaat ve cumayı değersiz görenler hakkındadır. Onlar cemaati
terk etikleri için değil, bu sebeplerle ateşle tehdit edilmiştir. Yoksa cemaatin kıymetini bildiği
hâlde iştirak etmeyenler tehdide dâhil değildir.

Cemaate farz-ı ayın ve sünnet diyenlerin mücadelesi böyle sürüp gitmektedir. Her bir
müctehid kendi görüşüne deliller getirmekte ve diğer tarafın görüş ve delillerine de cevap
vermektedir. Bizler meseleyi daha fazla uzatmamak için burada kesiyor ve âlimlerin ortaya
koydukları diğer delilleri merak edenleri hadis ve fıkıh kitaplarına havale ediyoruz.

(Mergınânî, el-Hidâye, I, 362; Kâsânî, Bedâî, I, 155; Cezîrî, el-Mezâhibü’l-Erbea, I, 368-369;


Buhârî, Mevâkît 20, Ezan 29, 30, 34; Müslim, Mesâcid 251, 252, 254, 249; Ebû Dâvûd, Salât
47, 49; Nesâî, İmamet 45; İbni Mâce, Mesâcid 18)
74. İmam ile cemaat arasındaki mesafe imama uymaya engel midir?

Cemaatin imama uyabilmesi için mekân birliği lazımdır. Eğer mekân birliği olmazsa cemaatin
imama uyması sahih olmaz.

Mescidin içi tek bir mekân olarak kabul edilmiştir. Buna göre, imam önde olsa, cemaat ise
mescidin tam arkasında olup buradan imama uymaya niyet etse, bu niyet sahihtir ve imama
uymak gerçekleşir. Ancak şu kadar var ki öndeki boş safı doldurmayıp arkadan imama uymak
mekruhtur.

Mescidin dışına çıkıldığında ise mekân değişir. Mescidin dışında namaz kılanların imama
uyabilmesi için caminin duvarı ile ilk saf arasında bir araba geçecek kadar bir boşluk
olmamalıdır. Eğer böyle bir boşluk varsa caminin dışındaki cemaatin imama uyması sahih
olmaz.

Yine eğer böyle bir boşluk caminin dışındaki saflar arasında olsa, mesela caminin dışındaki ilk
saf caminin duvarına bitişik olduğu hâlde, o saftan arkaya doğru birçok saflar yapılsa ve bu
saflardan iki saf arasında bir araba geçecek kadar boşluk bulunsa, o saftan itibaren en arkaya
kadar cemaatin imama uyması sahih olmaz. Saflar arasındaki araba geçecek kadar bir boşluk
mekân birliğini yok eder ve imama uymak gerçekleşmez.

Bu mesele çok önemli olduğu ve bilhassa cuma namazının kılındığı birçok camide gözüktüğü
için konuyu biraz daha açalım:

Mesela caminin dışında on saf olsa... İlk saf ile caminin duvarı arasında bir araba geçecek
kadar boşluk olmasa, bu saftakilerin imama uyması sahihtir. İkinci saf ile birinci saf, üçüncü
saf ile ikinci saf, dördüncü saf ile üçüncü saf ve beşinci saf ile dördüncü saf arasında da bir
araba geçecek kadar boşluk olmazsa, bunların imama uyması da sahihtir. Eğer altıncı saf ile
beşinci saf arasında bir araba geçecek kadar boşluk olursa, mesela namazı gölgede kılmak
için biraz geride saf yapmış olsalar, bu altıncı saftakilerin imama uyması sahih olmaz. Altıncı
saftakilerin imama uyması sahih olmayınca yedinci, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu
saftakilerin de imama uyması sahih olmaz. Çünkü caminin dışına çıkıldığında mekân
farklılaşır. Mekân birliğinin devam edebilmesi için en öndeki saf ile caminin duvarı arasında
ve diğer saflar arasında bir araba geçecek kadar yer bulunmamalıdır. Eğer bulunursa o saftan
itibaren arkadaki bütün safların imama uyması sahih olmaz.

Maalesef birçok camide görmekteyiz ki caminin dışında cuma namazı kılanlar bir ağacın
gölgesine girmişler ve oradan imama uyuyorlar. Daha doğrusu uyduklarını zannediyorlar.
Bunları ikaz edecek din görevlisi de olmayınca, bu kişilerin cuma namazı batıl olmakta ama
onlar bunun farkında bile olmamaktadır. Herhalde Hz. Ali’nin: “Kendisinde fıkıh olmayan
ibadette hayır yoktur.” sözü ile kastettiği bu hâldir.

(İbni Nüceym, el-Bahr, I, 384; II, 127; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I, 96; İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtâr,
II, 285-286, 333-334)
75. Kadın imam olup başka kadınlara namaz kıldırabilir mi?

Kadının kadına imamlığı mekruh olmakla birlikte caizdir. Uygun olan, kadınların tek başına
namazlarını kılmasıdır. Eğer bir kadın illaki imam olacaksa ön safın ortasında durur, diğer
kadınların önüne geçmez. Önlerine geçmek ayrıca mekruhtur.

(Mevsılî, el-İhtiyar, I, 207; İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtar, II, 305-306)

76. Mezhebi farklı olan imamın arkasında namaz kılmak caiz midir?

Mezhebi farklı olan bir imama uymak elbette caizdir. Hanefi bir kimse Şafiî olan bir imama ya
da Şafiî bir kimse Hanbeli olan bir imama uyabilir.

Ancak bu hususta şöyle bir mesele vardır:

— Cemaatin namazının sahih olabilmesi için, imamın namazının kendi mezhebine göre mi
sahih olması gerekir yoksa cemaatin mezhebine göre mi?

Mesela Şafiî mezhebinde kan abdesti bozmaz. Hanefi mezhebinde ise bozar. Hanefi birisi
Şafiî bir imama uysa, imamın da abdestten sonra bir yere kanamış olsa, bu durumda Hanefi
cemaatin namazı sahih olur mu olmaz mı?

Bu meselede ihtilaf vardır. Hanefi ve Şafiî mezhebine göre, cemaatin namazının sahih olması,
imamın namazının cemaatin mezhebine göre sahih olması şartına bağlıdır. Mesela
misalimizden yola çıkarsak:

Hanefi mezhebine mensup olan bir kişi, vücudundan kan aktıktan sonra tekrar abdest
almayan Şafiî bir imamın arkasında namaz kılsa veya Şafiî mezhebine mensup bir kişi, bir
kadının eline dokunan Hanefi bir imamın arkasında namaz kılsa, imama uyan kişinin namazı
batıldır. Çünkü bu iki mezhebe göre, cemaatin namazının sahih olabilmesi için, imamın
namazının cemaatin mezhebine göre sahih olması gerekir. Bu durumlarda ise imamın namazı
cemaatin mezhebine göre sahih değildir. Dolayısıyla cemaatin namazı batıldır.

Maliki ve Hanbeli mezhebine göre ise namazın sıhhati için sadece imamın mezhebine itibar
edilir. İmamın namazı kendi mezhebine göre sahih ise -cemaatin mezhebine göre sahih
olmasa da- cemaatin namazı geçerlidir.

Mesela Maliki veya Hanbeli bir kişi, abdestte başının tamamını mesh etmeyen Hanefi veya
Şafiî bir imama uysa namazı sahihtir. Çünkü Hanefi ve Şafiî mezhebine göre, başın tamamını
meshetmek şart değildir. Maliki veya Hanbeli için bu bir şart olsa da imamın mezhebine göre
şart olmadığından -yani imamın namazı kendi mezhebine göre geçerli olduğundan- cemaatin
namazı da sahihtir.
Şunu da hatırlatalım: Bir Hanefi veya Şafiî farklı mezhepte olan imama uyacak olsa, imamın
hâlini araştırmak zorunda değildir. Buradaki asıl vazife imama aittir. İmamlar farklı mezhep
mensuplarının, arkalarında namaz kılabileceğini düşünmeli; abdest ve namazlarında buna
dikkat etmelidir. Bilhassa ülkemizde Şafiî ve Hanefiler olduğu için, imamlar abdest ve
namazda bu iki mezhebe dikkat etmelidir.

(ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 526; el-Hadramiyye, 64; eş-Şerhu's-Sağir, I, 444; el-Muğni, II, 190;


Keşşâfu'l-Kınâ, I, 557, 563)

77. Cemaatle namaz kılarken cemaat imamın neresinde durmalıdır?

Cemaatle namazın Peygamberimiz (a.s.m.)'ın sünnetinde sabit olan bir tanzim şekli vardır.
Buna tanzime göre, imam öne geçer, cemaat -ister kadın ister erkek olsun- arkasında durur.
Çünkü Hz. Peygamber (a.s.m.) böyle yapmıştır. Meselenin detaylı izahı şu şekildedir:

1. Eğer cemaat bir kişi olursa imamın sağ tarafında durur. Ayak topuğu imamın topuğunun
biraz gerisinde olmalıdır. Aynı hizada veya sol tarafında namaz kılması mekruhtur. Çünkü bu
şekil sünnete aykırıdır. İmamla aynı hizada veya sol tarafında saf tutarak kılınan namaz sahih
olup batıl değildir. Sadece mekruhtur. Hanbeli mezhebine göre ise bu şekilde imama uyanın
namazı batıl olur.

2. Eğer imama uyanlar bir erkek ve bir kadın olursa; erkek imamın sağında, kadın da erkeğin
arkasında namaza durur.

3. Eğer imama uyanlar iki erkek veya bir erkek ve bir çocuk olursa arkada yan yana saf
tutarlar.

4. Cemaat bir yahut birden çok kadın hâlinde bulunursa, kendileri ile imam arasında iki
metreden fazla mesafe kalmayacak şekilde arkada dururlar.

5. Cemaat erkekler, çocuklar ve kadınlardan oluşuyorsa; imamın arkasında erkekler, onların


arkasında çocuklar ve çocukların arkasında da kadınlar saf tutar.

6. İmam saf hâlindeki cemaatin ortasına gelecek şekilde namaza durmalıdır. İmamın -safın iki
tarafının da eşit olması için- mihrapta durması sünnettir. Çünkü mihraplar mescitlerin
ortasında yapılmış olup imamın durması için tayin edilmiştir. Eğer imam cemaatin sağ veya
sol tarafında durursa sünnete aykırı davrandığı için hata etmiş olur. Hanefi mezhebine göre,
bu hata tahrimen mekruhtan az fakat tenzihen mekruhtan daha ağırdır.

(ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 529 vd.; Fethu'l-Kadir, I, 254, el-Kitâb bi-Şerhi'l-Lübâb, I, 82 vd.)


78. Cemaat imamdan önce tekbir alsa namazları sahih olur mu?

Cemaatin tekbirinin imamın tekbirinden sonra olması ve imam tekbirini bitirmeden önce
cemaatin tekbir almaması şarttır. Eğer cemaat imamdan önce tekbir alırsa imama uyma
gerçekleşmez.

(Vehbe Zuhaylî, I, 500)

79. Mescide farz namaz kılınırken giren kimse vaktin sünnetini kılabilir mi?

Hanefi mezhebine göre, farz namaza durulduğu zaman bir kimsenin nafile namaz kılmakla
meşgul olması tahrimen (harama yakın) mekruhtur. Bunun dayandığı delil, "Namaza
durulduğu zaman farz namazdan başka bir namaz kılmak yoktur." hadisidir.

Ancak sabah namazının sünnetini kılmak bundan müstesnadır. Eğer kişi sabah namazının
farzı kılınırken -sabah namazının sünnetini kıldığı takdirde- imama yetişeceğini umuyorsa
sünneti kılar. Eğer imama yetişemeyeceğinden korkarsa sabah namazının iki rekât sünnetini
terk eder.

(Vehbe Zuhaylî, I, 412; Neylü'l-Evtar, II, 19)

80. Kişi tek başına farz namazı kılarken yanında cemaat yapılsa ne yapar?

Bir kimse tek başına bir farz namaza başladıktan sonra, bulunduğu yerde cemaatle o farz
namaz kılınmaya başlansa bakılır:

– Tek başına namaz kılmakta olan henüz secdeye varmamış ise namazı bırakıp imama uyar.
Böylece cemaat sevabını kazanır. Bu müstehaptır.

– Eğer birinci rekâtın secdesine varmış ise bakılır: Kıldığı namaz sabah veya akşam namazı ise
yine namazını bırakır ve imama uyar. Fakat bunların ikinci rekâtı için secdeye varmışsa artık
namazı bırakmayıp tamamlar ve imama uyamaz.

– Eğer kıldığı namaz öğle namazı gibi dört rekâtlı bir farz olur ve birinci secdeyi yapmış olursa,
kıldığı bir rekâta bir rekât daha ilave ederek ikiye tamamlar, sonra teşehhüdde bulunur ve
selam vererek kendi namazından çıkıp imama uyar. Kendi başına kıldığı iki rekât namaz nafile
olmuş olur.

– Eğer kıldığı namaz dört rekâtlı bir farz olur ve üçüncü rekâtta olursa, eğer üçüncü rekâtın
secdesine varmamış ise hemen ayakta veya oturarak selam verip namazdan çıkar ve imama
uyar. Yalnız başına kıldığı iki rekât yine nafile olmuş olur.
– Eğer kıldığı namaz dört rekâtlı bir farz olur ve üçüncü rekâtın secdesini yapmış olursa, artık
bu namazı tek başına tamamlar. Bu namaz öğle veya yatsı namazı ise kendi farzını kıldıktan
sonra -dilerse- imama uyabilir. İmam ile kılacağı namaz bir nafile olmuş olur. Fakat bu namaz
ikindi namazı ise artık imama uyamaz. Çünkü ikindi namazından sonra nafile kılınması
mekruhtur.

Bu anlattıklarımız farz kılan kişi içindir. Eğer kişi nafile namaz kılarken yanında cemaatle farz
namaza başlanırsa, bu nafileyi iki rekât olmak üzere tamamlar. Ondan sonra selam verip
cemaate katılır. Eğer üçüncü rekâta kalkmış ise onu da dörde tamamladıktan sonra cemaate
katılır.

Bundan cenaze namazı müstesnadır. Nafile namaza başlamış olan kimse, kılınmaya başlanan
bir cenaze namazının kaçırılacağından korkarsa, kılmakta olduğu namazı hemen bırakıp
cenaze namazı için imama uyar. Sonra nafileyi kaza eder. Çünkü cenaze namazının kazası
yoktur.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 190, Madde 302-303)

81. İmama nerede yetişilse rekâta yetişilmiş sayılır?

İmama rükûda yetişen kişi o rekâta yetişmiş sayılır. Bu kişi ayakta “Allahu ekber” diyerek
iftitah tekbirini alır ve daha sonra rükûa gider. Rükûa giderken bir daha tekbir almasına gerek
yoktur. Bu tekbir hem iftitah hem de rükû için alınmış olur.

İmama rükû halinde yetişen kişi şuna dikkat etmelidir: Tekbiri ayakta almalı ve ondan sonra
rükûa gitmelidir. Eğer tekbiri rükûa yakın bir vaziyette alırsa namazı bozulur ve imama uymuş
olmaz.

Maalesef camilerde birçok kere görmekteyiz ki bu meseleyi bilmeyenler imamı rükûda


kaçırmamak için acele etmekte; bir yandan iftitah tekbirini alırken diğer yandan da rükûa
gitmektedir. Bu durumda tekbir rükûa yakın olduğu için namazları bozulmaktadır.

Şu meseleyi de hatırlatalım:

Eğer imama uyan kimse imamdan önce rükûa ve secdeye gider veya ondan önce başını
kaldırırsa bu rükû ve secde yeterli olmaz. İmamdan önce rükûdan ve secdeden başını
kaldıran kişinin hemen rükû ve secdeye dönmesi gerekir. Eğer dönmezse imama aykırı
hareket ettiği için namazı bozulur.

Bu durum da camilerde sıkça gözükmektedir. Cemaatten bazıları acelecilik ederek imamdan


önce secdeye veya rükûa gitmekte ve başını imamdan önce kaldırmaktadır. Bu durumda
namazları bozulmaktadır ama fıkıh bilgisinden mahrumiyetleri sebebiyle, namazlarının
bozulduğunu bilmemekte, kimse de onları uyarmayınca bir ömür boyu bu şekilde namaz
kılmaktadırlar. Yani kaza edilmesi gereken bir yığın namazları olmaktadır.
Bizler bu iki meseleyi -eğer bilmiyorsak- şimdi öğrendik. İftitah tekbirini rükûa yakın alanları
ve imamdan önce hareket edenleri Allah rızası için uyaralım ve namazlarının bozulmaması
için gayret gösterelim.

(el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I, 102; Reddü’l-Muhtar, II, 344-350)

82. Hangi özürlerden dolayı cemaat terk edilebilir?

Hanefi mezhebine göre, cemaate gitmemeyi mübah kılan mazeretler özet olarak şunlardır:

1. Yağmur,

2. Soğuk,

3. Korku,

4. Karanlık,

5. Hapis cezası,

6. Kör olmak,

7. Felçli olmak,

8. Çaprazlama el ve ayağı kesilmiş olmak,

9. Hastalık,

10. Kötürüm ve yatalak olmak,

11. Çamur,

12. Zafiyet,

13. Yaşlılık,

14. Fıkıh ilmi okumak ve okutmak,

15. Canının çektiği bir yemek hazır bulunmak,

16. Sefere çıkmak üzere olmak,

17. Hastaya bakmak,

18. Gece şiddetli rüzgâr esmek. Gündüzün esen şiddetli rüzgâr mazeret değildir.

Bir kimse bu özürler sebebiyle cemaate gidemezse cemaat sevabını yine alır.

(Vehbe Zuhaylî, II, 286-289)


83. İmama sonradan yetişen kişi namazını nasıl tamamlar?

İmama sonradan yetişen kişi, eğer dört rekâtlı namazların ikinci rekâtında imama yetişmiş ise
üç rekâtı imamla kılmış olur. Bu kişi ilk oturuşta bir şey okumaz. Son oturuşta -ki bu, imamın
dördüncü, onun üçüncü rekâtıdır- sadece Tahiyyat'ı okur. İmam selam verince bu kişi ayağa
kalkar ve bir rekât daha namaz kılar. Bu rekâtta önce Sübhâneke'yi okur. Sonra eûzü besmele
çekip Fatiha'yı okur. Sonra da Fatiha’ya ekleyeceği ayetleri okur.

Bunları okumasının sebebi şudur: Bu rekât onun kılmadığı birinci rekâttır. Tek başına
kıldığında birinci rekâtta neler okuyorsa bu dördüncü rekâtta da aynı şeyleri okumalıdır. Daha
sonra rükû ve secdeleri yapar ve son oturuştan sonra selam verip namazını tamamlar.

Eğer imama sonradan yetişen kişi, dört rekâtlı namazların üçüncü rekâtında imama yetişmiş
ise imamla beraber son oturuşta -ki bu, imamın dördüncü, onun ikinci rekâtıdır- sadece
Tahiyyat'ı okur. İmam selam verdikten sonra kalkar; Sübhâneke’yi, eûzü besmeleyi, Fatiha’yı
ve ekleyeceği ayetleri okur. Rükû ve secdelere yapar ve sonra kalkıp bir rekât daha kılar. Bu
rekâtta Besmeleyi, Fatiha’yı ve ekleyeceği ayetleri okur. Yine rükû ve secdelere gider ve son
oturuştan sonra selam verip namazını tamamlar. Demek, bu kişinin imamın selamından
sonra kıldığı üçüncü ve dördüncü rekâtlar, onun birinci ve ikinci rekâtlarıdır. Bu sebeple, bu
rekâtları bu şekilde kılar.

Eğer imama sonradan yetişen kişi, dört rekâtlı namazların dördüncü rekâtında imama
yetişmiş ise son oturuşu imamla beraber yapar ancak bir şey okumaz. İmam selam verdikten
sonra kalkar; Sübhâneke’yi, eûzü besmeleyi, Fatiha’yı ve ekleyeceği ayetleri okur. Rükû ve
secdelerden sonra oturup ilk oturuşunu yapar ve bu oturuşta sadece Tahiyyat'ı okur. Ondan
sonra kalkar ve üçüncü rekâtını kılar. Bu rekâtta Besmele ile Fatiha’yı ve bir miktar Kur'an
ayetleri okur. Sonra rükû ve secdeleri yapıp oturmaksızın dördüncü rekâtına kalkar. Bu son
rekâtta sadece Besmele ile Fatiha'yı okur. Bu son rekâtta Fatiha'dan sonra ayet okumaz.
Sonra rükû ve secdeleri yapar ve son oturuştan sonra selam verip namazını tamamlar.
Demek, bu kişinin imamla kıldığı dördüncü rekât onun dördüncü rekâtı gibidir. İmamın
selamından sonra kalkıp kıldığı ikinci rekât, onun birinci rekâtı gibidir. Bu sebeple, rekâta
Sübhâneke ile başlar. Sonraki üçüncü rekâtı, ikinci rekâtı gibidir. Bu sebeple, Fatiha ve zammı
sure okur. Dördüncü rekâtı da üçüncü rekât gibidir ki sadece Fatiha'yı okur.

Eğer kişi akşam namazının ikinci rekâtında imama yetişmişse, birinci oturuşta Tahiyyat'ı
okumaz ve öylece bekler. Son oturuşta -ki bu onun ikinci, imamın ise üçüncü rekâtıdır-
sadece Tahiyyat'ı okur ve imamın selamı ile birlikte ayağa kalkarak bir rekât daha kılar. Bu
rekâtta Sübhâneke'yi, euzü besmeleyi, Fatiha'yı ve zammı sureyi okur. Daha sonra rükû,
secde, son oturuş ve selam ile namazını tamamlar.

Eğer kişi akşam namazının üçüncü rekâtında imama yetişmişse, oturduğu zaman -ki bu,
imamın son oturuşu, kendisinin ise ilk rekâtıdır- bu oturuşta hiçbir şey okumaz. İmam selam
verdikten sonra ayağa kalkarak bir rekât namaz kılar. Bu rekâtta Sübhâneke'yi, euzü
besmeleyi, Fatiha'yı ve zammı sureyi okur. Daha sonra rükû ve secde eder ve birinci
oturuşunu yapar. Bu oturuşta Tahiyyat'ı okur. Daha sonra ayağa kalkar ve bir rekât daha
kılar. Bu rekâtta Fatiha'yı ve zammı sureyi okur. Daha sonra rükû, secde, son oturuş ve selam
ile namazını tamamlar.

Bütün bu izahlardan şu kaide çıkıyor:

İmama namazın bir bölümünde yetişen, imamla kılmadığı rekâtları kılarken, ilk yetiştiği rekâtı
kendi namazının birinci rekâtı kabul etmiyor. Mesela üçüncü rekâtta yetişmişse, namazın
üçüncü ve dördüncü rekâtlarını kılmış gibi oluyor. Selamdan sonra kalkıp birinci ve ikinci
rekâtları, tek başına kılıyormuş gibi kılıyor.

Ya da namazın dördüncü rekâtında yetişmişse, namazın dördüncü rekâtını kılmış gibi oluyor.
Selamdan sonra kalkıp namazın birinci, ikinci ve üçüncü rekâtlarını kılıyor. Bu rekâtlar nasıl
kılınacaksa öyle kılıyor. Bu usulü bilirseniz işiniz kolaylaşır.

(el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I, 102; Reddü’l-Muhtar, II, 344-350)

84. İmama uyan kimse yaptığı hatadan dolayı sehiv secdesi yapar mı?

İmama uyan kişi yaptığı hatadan dolayı sehiv secdesi yapmaz. Eğer imam sehiv secdesi
yaparsa imamla birlikte sehiv secdesini yapar.

Eğer kişi imama birinci rekâttan sonra uysa ve imam selam verdikten sonra namazını
tamamlamak için tek başına devam etse ve namazı tek başına kılarken sehiv secdesini
gerektirecek bir hata yapsa, bu durumda sehiv secdesi yapar. Çünkü imamın selamından
sonra namaza devam edenler tek başına namaz kılan hükmündedir. Tek başına namaz
kılanda sehiv secdesi yapar.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, sf. 201; İbni Hibban, Salat, 1671)

85. Cuma namazı kimlere farzdır?

Cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için şu şartların bulunması lazımdır:

1. Akıllı ve buluğa ermiş olmak. Cuma namazı çocuğa ve deliye farz değildir.

2. Erkek olmak. Cuma namazı erkeklere farzdır, kadınlara farz değildir.

3. Hür olmak. Cuma namazı hürlere farzdır, kölelere farz değildir.

4. Mukim olmak. Cuma namazı ikamet hâlindekilere farzdır, seferî olan kimselere farz
değildir.
5. Sağlıklı olmak. Hasta olan kimseye -cuma namazına çıktığı takdirde hastalığının
artmasından veya uzamasından korkuyorsa- cuma namazı farz değildir. Yürümeye takati
olmayan çok yaşlı kimseler de bu hükümdedirler. Hasta bakıcısı da böyledir. Eğer hasta bakıcı
camiye gittiğinde hastanın zarar göreceğinden korkarsa cuma ona farz olmaz.

6. Âmâ olmamak. Cuma namazı âmâ olanlara farz değildir. Âmâ kişiyi camiye götürüp
getirecek kimsesi olsa da İmam-ı Azam Hazretlerine göre, yine ona cuma namazı farz olmaz.
Fakat İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf'a göre, âmâ kimseyi camiye götürüp getirecek
bir kişi varsa, o zaman âmâya cuma farz olur.

7. Ayakların sağlıklı olması. Kötürüm veya ayakları kesilmiş olan kimselere cuma namazı farz
değildir. Kendilerini taşıyacak kimseleri bulunsa da hüküm böyledir.

Düşman korkusu, şiddetli yağmur, fazla çamur ve benzeri engeller de cuma namazına
gitmemeyi mübah kılan özürlerdendir.

Bununla beraber, bu şartları taşıyan kimselere her ne kadar cuma namazı farz değilse de bu
kişiler gidip cuma namazını kılacak olurlarsa vaktin farzını yerine getirmiş olurlar. Kadınların
veya âmâ olan kimselerin cuma namazını kılmaları gibi. Bu kişiler artık o günün öğle namazını
ayrıca kılmakla yükümlü değildirler.

(Vehbe Zuhaylî, II, 370, 375; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 166, Madde 195)

86. Âmâya cuma namazı farz mıdır?

Cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için belli şartların bulunması lazımdır. Bu
şartlardan biri de âmâ olmamaktır. Cuma namazı âmâ olanlara farz değildir. Âmâ kişiyi
camiye götürüp getirecek kimsesi olsa da İmam-ı Azam Hazretlerine göre, yine ona cuma
namazı farz değildir. Fakat İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf'a göre, âmâ kimseyi camiye
götürüp getirecek bir kişi varsa, o zaman âmâya cuma namazı farz olur.

Âmâ kardeşlerimiz, İmam-ı Azam Hazretlerinin görüşünü işin fetvası; İmam Muhammed ve
İmam Ebû Yusuf'un görüşlerini ise işin takvası olarak kabul etmelidirler. Eğer güçleri varsa
takva ve azimetle amel edip cuma namazına gitmelidirler. Güçleri olmadığı vakitlerde ise
İmam-ı Azam'ın fetvasıyla amel edebilirler.

(Vehbe Zuhaylî, II, 370; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 166, Madde 195)
87. Seferî olana cuma namazı farz mıdır?

Cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için belli şartların bulunması lazımdır. Bu
şartlardan biri de mukim olmaktır. Cuma namazı ikamet hâlindekilere farz olup seferî olan
kimselere farz değildir.

Seferî olanlar cuma namazını terk etseler bununla bir günah kazanmazlar. Ancak imkânları
biraz zorlayıp kılmak daha faziletlidir.

(Vehbe Zuhaylî, II, 370; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 166, Madde 195)

88. Hasta olana cuma namazı farz mıdır?

Cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için belli şartların bulunması lazımdır. Bu
şartlardan biri de sağlıklı olmaktır.

Hasta olan kimseye -cuma namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya
uzamasından korkuyorsa- cuma namazı farz değildir. Yürümeye takati olmayan çok yaşlı
kimseler de bu hükümdedirler.

Hasta bakıcı da böyledir. Eğer hasta bakıcı camiye gittiğinde hastanın zarar göreceğinden
korkarsa cuma namazı ona farz olmaz. Çünkü insanoğlundan zararı def etmek önemli
işlerdendir.

(Vehbe Zuhaylî, II, 286, 370; Ömer Nasuhi Bilmen, sf. 166, Madde 195)

89. Ayakları kesik olana cuma namazı farz mıdır?

Cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için belli şartların bulunması lazımdır. Bu
şartlardan biri de ayakların sağlıklı olmasıdır.

Kötürüm veya ayakları kesilmiş olan kimselere cuma namazı farz değildir. Kendilerini
taşıyacak kimseleri bulunsa dahi hüküm böyledir.

(Vehbe Zuhaylî, II, 286; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 166, Madde 195)

90. Şiddetli yağmur cuma namazına gitmemek için bir özür müdür?

Şiddetli yağmur, şiddetli kar ve tipi cuma namazına gitmemeyi mübah kılan özürlerdendir.
Kişi şiddetli yağmur ve tipi de cuma namazına gitmezse günahkâr olmaz.

Yine düşman korkusu, fazla çamur ve benzeri engeller de cuma namazına gitmemeyi mübah
kılan özürlerdendir.
Bununla beraber, bu kişilere her ne kadar cuma namazı farz değilse de bu kişiler gidip cuma
namazını kılacak olurlarsa büyük sevap kazanırlar ve vaktin farzını yerine getirmiş olurlar. Bu
kişiler artık o günün öğle namazını ayrıca kılmakla mükellef olmazlar.

(Vehbe Zuhaylî, II, 286; Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 166, Madde 195)

91. Cuma vakti alışveriş yapmak haram mıdır?

Hanefi mezhebinde, cuma namazı için okunan ilk ezandan namaz bitinceye kadar olan zaman
diliminde, cuma namazı kendilerine farz olan kimselerin alışveriş yapması caiz değildir.
Hanefi mezhebine göre, bu vakitteki alışveriş sahihtir ancak bu, tahrimen (harama yakın) bir
mekruhtur. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

— Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda Allah’ın zikrine koşun,
alışverişi bırakın. (Cuma 9-10)

Kendisine cuma namazı farz olmayan kimselere gelince:

Çocuğun, kadının, yolcunun ve kölenin bu zaman diliminde, kendilerine cuma namazı farz
olmayan kimselerle alışveriş yapması caizdir. Mesela kadınların çalıştırdığı bir tuhafiye
dükkânında, cuma namazı saatinde kadın müşterilere satış yapılabilir. Bunda beis yoktur.

(İbni Âbidin, Reddü’l-Muhtar, III, 41)

92. Cuma günü cuma namazı kılmadan yolculuğa çıkmak caiz midir?

Hanefi mezhebine göre, cuma günü sabah vakti girdikten sonra sefere çıkmak caizdir. Kişi
cuma günü öğle vakti girmeden önce, şehrin oturulan yerlerinden ayrılırsa sefere çıkmasında
bir beis yoktur.

Zevalden sonra ve cuma namazı kılınmadan önce sefere çıkmak ise mekruhtur.

(el-Dürrü'l-Muhtar, I, 771; Vehbe Zuhaylî, II, 374)

93. İslami otellerin mescitlerinde cuma namazı kılmak caiz midir?

Cuma namazının kılınabilmesi için bazı şartlar lazımdır. Bu şartlar olmadan cuma namazı
kılınamaz. Şimdi, bu şartlardan meselemize bakan şart üzerinde konuşalım:

Cuma namazının sahih olabilmesi için, cuma namazı kılınan mescidin veya caminin herkese
açık olması ve herkesin buraya girmesine izin verilmiş olması gerekir. Cuma namazı kılınan
yere bir kısım insanların girmesi yasaklanırsa bu mekânda cuma namazı kılmak sahih olmaz.
Mesela hapishanelerde bulunan camilerde cuma namazı kılmak sahih değildir. Çünkü
buralardaki camilere dışarıdan insanlar girememektedir. Caminin herkese açık olmaması
sebebiyle hapishanelerde cuma namazı kılınmaz.

Yine kışlalardaki camilerde cuma namazı kılmak sahih değildir. Çünkü -güvenlik sebebiyle de
olsa- buralardaki camilere dışarıdan insanlar girememektedir. Caminin herkese açık
olmaması sebebiyle kışlalarda cuma namazı kılınmaz. Kışlada asker var, cami var ancak buna
rağmen cuma namazı kılınamıyor. Çünkü caminin kapısı herkese açık değil.

Aynı durum otellerdeki mescitler için de geçerlidir. Bu mescitler otel misafirlerine tahsis
edilmiş olup dışarından gelenlere kapatılmıştır. Hatta sadece mescide değil, otelin kendisine
bile müşteri olmayanların girmesi yasaktır. Kapıdaki görevli -otel müşterisi hariç- insanların
otele girmesine müsaade etmemektedir. Bu sebeple de otel mescitlerinde cuma namazı
kılınması sahih değildir.

Bu durumda, otelde tatilini yapan kimse için iki yol vardır:

1. Muhtemelen otele uzak bir yerden geldiği için seferîdir. Seferî olana da cuma namazı farz
değildir. Bu kişi cuma namazını terk edebilir ve cuma vakti geçtikten sonra öğle namazını
kılabilir.

2. İşin biraz zahmetine katlanıp otelden çıkar ve yakındaki bir camiye giderek cuma namazını
kılar.

Üçüncü yol olan cuma namazını otelde kılmak bir seçenek değildir.

(Vehbe Zuhaylî, II, 381)

94. Cuma günü yapılması sünnet olan işler nelerdir?

Cuma günü şu işlerin yapılması sünnettir:

1. Cuma namazına gelen kimsenin yıkanması, hoş koku sürünmesi ve en güzel elbiselerini
giymesi sünnettir. Yıkanmanın vakti cuma gününün sabah vaktinden öğle vaktine kadardır.
Cumaya gitmeye yakın yıkanmak daha faziletlidir.

2. Cuma namazına erken vakitte yaya olarak gitmek, imama yakın oturmak, yolda Kur'an
okumakla veya zikirle meşgul olmak.

3. Namazdan önce bedeni temizlemek, kendisine çeki düzen vermek; tırnakları kesmek,
bıyıkları kısaltmak, koltuk altını temizlemek, etek tıraşı olmak; ağızdaki çirkin kokuları
misvakla temizleyerek gidermek ve bedendeki diğer kötü kokuları gidermek.
Hanefi mezhebine göre, cuma günü cumadan sonra saçları tıraş edip tırnakları kesmek daha
faziletlidir. Cuma günü namazdan önce bu işleri yapmak ise mekruhtur. Çünkü cuma
gününde hac manası vardır. Hacdan önce tıraş olmak ve tırnakları kesmek meşru değildir.

4. Cuma günü ve cuma gecesi Kehf suresini okumak.

5. Cuma günü ve gecesi çok dua etmek.

6. Cuma günü ve cuma gecesi Peygamberimiz (a.s.m.)'a çok salavat getirmek.

(el-Bedâyi, I, 269 vd.; ed-Dürrü'l-Muhtar, l, 772-788)

95. Cuma namazında halifenin izni şart mıdır?

Ülkemizde bir kısım insanlar cuma namazını kılmamakta ve bunun sebebini de şöyle
açıklamaktadırlar:

— Cuma namazının kılınabilmesi için halifenin izni şarttır. Halifenin izni olmadan cuma
namazı kılınamaz. Ülkemizde ise halife yoktur ki izni olsun. Bizler bu sebeple cuma namazını
kılmıyoruz.

Halifenin izni olmadığı için cuma namazını kılmayan kişiler lütfen bu yazacaklarımızı dikkat ve
insaf ile okusunlar. Eğer bu şekilde okurlarsa, inanıyoruz ki cuma namazını terk etmenin
günahından kurtulacaklar ve cuma namazını kılmaya başlayacaklar. Şart o ki dikkat ve insaf…

Evvela fıkıh kitaplarında halifeliğin değil, sultanın izninden bahsedilir. Bu şartı da sadece
İmam-ı Azam Hazretleri cuma namazının edasının şartlarından biri olarak zikretmiş.

İmam-ı Azam’ın bu içtihadındaki hikmeti İmam Serahsi Hazretleri el-Mebsut isimli eserinde
şöyle açıklıyor:

— Cuma namazında kalabalık bir cemaate karşı hutbe okumak şeref vesilesi sayılacağından
dolayı birçok imtiyaz sahibi kişiler bu şerefe nail olabilmek için yarışabilir ve bu da kargaşaya
sebep olabilir. İşte cumanın tehir edilmesi veya kargaşadan dolayı kılınamayacağı endişesiyle
İmam-ı Azam Hazretleri bu şartı koymuştur. Ta ki intizamın sağlanmasıyla huzur ve sükûn
içinde cuma namazı eda edilebilsin.

Elmalı Hamdi Yazır ise İmam-ı Azam’ın içtihadındaki hikmeti şöyle izah ediyor:

— Cuma namazı büyük bir cemaatle kılınacağından dolayı kimin kıldıracağında tartışma
çıkması ve fitne olması muhtemeldir. Bu ise cumanın tehirine ya da terkine sebep olur.

Hayrettir ki İmam-ı Azam Hazretlerinin cuma namazının tehir edilmesi endişesiyle koyduğu
“halifenin izni olması” şartını bazı kişiler cumanın terkine vesile yapmaktadır. Buna hayret
edilmez de ne edilir?
Üç mezhep imamı ve İmameyn’e göre, cuma namazının kılınabilmesi için sultanın izni şart
değildir. Bu imamlara göre, cuma namazı diğer vakit namazlar gibi farz bir namazdır. Nasıl
diğer vakit namazlar için sultanın izni şart değildir; aynen bunun gibi, cuma namazı için de
sultanın iznine gerek yoktur.

İmam Kuhistâni bu konuda der ki:

— Sultanın mutlak olarak zikredilmesi işaret eder ki sultanın Müslüman olması şart değildir.
Hem bu şart sultandan izin almanın mümkün olduğu hâller için geçerlidir. İzin almak mümkün
olmadığı takdirde bu şart ortadan kalkar. Müslümanlar herhangi bir kişinin etrafında toplanıp
cuma namazını kılabilirler.

Dürü'l-Muhtar, Bedâi ve Zeylâi gibi fıkıh kitaplarının cuma bahislerinde, sultanın izni olmadan
cuma namazının kılınabileceği ifade edilir. Bu eserlerde denilir ki:

— Sultan bir şehrin halkını, kendilerine zarar vermek için cuma namazından menetse bile
halk kendilerine cuma namazı kıldıracak birini tayin edebilir.

İmam Gazali Hazretleri şöyle der:

— Cuma namazı için ne sultanın hazır bulunması ne de izni şarttır. Lakin izni müstehaptır.

İbni Âbidin Hazretleri şöyle der:

— Devlet reisi zalim ve fasık da olsa cuma namazı terk edilmez. Hatta devlet reisi halkı
cumadan men etse bile, “Allah’a isyan olan şeyde kula itaat edilmez.” hadisince cuma namazı
terk edilmez. Cuma namazı dârülharpte (küfür diyarında) bile kılınır.

Ömer Nasûhi Hazretleri şöyle der:

— Veliyyü'l-emr veya onun izin verdiği bir zat bulunmayan bir yerde, mesela dârülharpte
Müslümanların seçmesiyle içlerinden biri cuma namazını kıldırır.

İmam Süyûtî Hazretleri cuma namazı hakkında hususi bir eser yazmış ve böyle bir şarttan
bahsetmemiştir.

Hem şu da bilinmelidir ki: Cuma namazı kendisine farz olmayan birisi -mesela köle, kadın
veya seferî- cuma namazını kılsa, öğle namazının farziyeti ondan düşer. Bir daha öğle
namazını kılması gerekmez.

Şimdi insaf ile düşünelim:

Cuma namazının kılınması için sultanın izninin şart olmadığını bildiren bütün bu beyanları bir
kenara bıraksak ve faraza İmam-ı Azam’ın içtihadını mutlak kabul etsek, acaba
memleketimizde sultanın izni yok mudur?
İmamlar Diyanet'e, Diyanet de Cumhurbaşkanlığına bağlıdır. Bütün din görevlerinin
maaşlarının devlet tarafından verildiği bir memlekette sultanın izni olmadığından nasıl
bahsedilir?

Eğer “Cuma namazının farziyeti batıl olur.” derlerse, biz de “Nafile olur.” deriz.

“Yok, nafile de olmaz.” derlerse, biz de “Zühr-i âhir kılındığından öğle namazı kurtulmuş,
kılana da zarar gelmemiş olur.” deriz.

"Yok, cuma namazı kılmak günah olur.” derlerse, biz de deriz ki: “İslam'ın bir şiarını ihya
etmek nasıl günah olur?”

(el-Mebsut, Dürü-l-Muhtar, Bedâi, Zeylâi)

96. “Türkiye dârülharp olduğu için cuma namazı kılınmaz.” deniliyor. Bu doğru mudur?

Dârülislam "İslam diyarı" demektir. Buradaki “dâr” kelimesi “diyar” manasındadır.

Dârülharp ise "küfür diyarı" demektir.

Bu manalar kelimelerin lügat karşılığıdır. Bu tabirlerin ıstılahî manasını Ömer Nasuhi


Hazretleri şöyle izah ediyor:

Dârülislam: Müslümanların hâkimiyetinde bulunup, Müslümanların emniyet içinde yaşadığı


ve dini vazifelerini yaptıkları yerlerdir.

Dârülharp: Müslümanlar ile aralarında anlaşma ve sözleşme bulunmayan gayrimüslimlerin


hâkimiyeti altındaki yerlerdir.

Sadece bu tarif dahi mütalaa edilse Türkiye’nin dârülislam olduğu anlaşılır.

Şafiî mezhebine göre, bir yerin dârülharp olabilmesi için iki şart vardır:

1. Müslümanların hâkimiyeti altına hiç girmemesi.

2. Müslümanlar ile sulh içinde olmaması.

Yani bir memleket bir defa dahi Müslümanlar tarafından zapt edilmiş olsa, orası kıyamete
kadar dârülislamdır. Böyle bir memleket sonradan kâfirlerin eline geçmiş olsa dahi hüküm
değişmez. Hatta Müslümanlar ile sulh içinde olan gayrimüslimlerin hâkimiyetindeki
memleketler de İmam Şafiî Hazretlerine göre dârülislamdır.

Hanefi mezhebinde ise bu mesele hakkında iki görüş vardır. Bu görüşlerden birisi İmam-ı
Azam Hazretlerine, diğeri İmameyn’e aittir.

İmam-ı Azam Hazretlerine göre, dârülislamın dârülharbe inkılap edebilmesi için üç şartın aynı
anda tahakkuk etmesi gerekir. Eğer bu şartlardan birisi noksan olursa orası dârülislam olur.
Birinci şart: Küfür ahkâmının yüzde yüz tatbik edilmesidir.

Bu konuda İmam İsticâbi Hazretleri şöyle der:

— Bir yerde İslam'ın tek bir hükmü dahi icra edilse, orası darülislamdır.

İbni Âbidin Hazretleri şöyle der:

— Bir yerde Müslümanların ahkâmıyla kâfirlerin ahkâmı birlikte icra edilse, orası dârülislam
olur.

el-Fetâvâ’l-Bezzâziyye’de şöyle geçiyor:

— Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın Medine’ye teşriflerinden önce orada Yahudiler ve


müşriklerin hükmü icra edildiğinden Medine dârülharp idi. Efendimiz (a.s.m.)'ın Medine’ye
gelmesiyle orada küfür ahkâmı ile İslam ahkâmı aynı anda icra edilmeye başlandı ve böylece
Medine dârülislama döndü.

İmam-ı Azam Hazretlerinin öne sürdüğü ikinci şart şudur:

O yerin dârülharbe sınır olması gerekir. Yani o yerin komşu hudutları kâfirler tarafından
kuşatılmış olmalı ve sınırlarında Müslüman bir devlet olmamalıdır. Eğer bir tarafı dârülislam
ile bitişik olursa, orası yine dârülislamdır. Çünkü İmam-ı Azam Hazretlerine göre, bir
Müslüman memleketine komşu olanlar tamamen mağlup sayılmazlar.

Gayrimüslimlerle ihata şartı müstakil İslam devletleri için değil, gayrimüslim devletin
idaresinde yaşayan köy ve kasabalar için söz konusudur. Yoksa kendini müdafaaya muktedir
bir İslam devletinin her tarafı gayrimüslimler tarafından kuşatılmış olsa, orası yine
dârülislamdır.

İmam-ı Azam Hazretlerinin öne sürdüğü üçüncü şart da şudur:

O yerde emniyet içinde yaşayan tek bir Müslüman dahi kalmamalıdır. İmam Serahsi
Hazretleri bu şartın izahında şöyle der:

— Bir beldede tek bir Müslüman'ın emniyet içinde yaşaması kâfirlerin hâkimiyetinin tam
olmadığına delildir. Bu sebeple orası dârülislam olur.

Şimdi bu üç şartı bir misal ile izah edelim:

Daha önce bir İslam devleti olan Endülüs Hristiyanlar tarafından işgal edilmişti. Bu devlette,

1. Küfür ahkâmı yüzde yüz tatbik edilmişti.

2. Bu devletin hiçbir Müslüman ülkeye sınırı yoktu.

3. Bu memlekette hiç bir Müslüman'ın can ve mal güvenliği kalmamıştı.


İşte bu üç şart birlikte tahakkuk ettiğinden dolayı, İmam-ı Azam Hazretlerine göre, Endülüs
dârülharbe inkılap etmiş oldu.

İmameyn’e (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e) göre ise dârülislamın dârülharbe
inkılap edebilmesi için iki şartın aynı anda tahakkuk etmesi lazımdır. Eğer bu şartlardan biri
noksan olursa orası dârülislam olur.

Birinci şart: Orada küfür ahkâmının yüzde yüz tatbik edilmesi gerekir. Bu şart İmam-ı Azam
Hazretlerinin birinci şartı ile aynıdır.

İkinci şart: Kâfirlerin Müslümanlara karşı mutlak galip olması gerekir. Kâfirlerin Müslümanlara
karşı mutlak galibiyeti, o beldenin kâfirler tarafından istila edilmesine bağlıdır. Kâfirlerin istila
etmediği bir memlekette mutlak galibiyet gerçekleşmez.

Bütün bu izahlardan sonra, netice olarak diyebiliriz ki:

Ülkemizde ne İmam Şafiî’nin ileri sürdüğü iki şart var, ne İmam-ı Azam Hazretlerinin ileri
sürdüğü üç şart var, ne de İmameyn’in belirttiği iki şartı var. O hâlde Türkiye dârülislamdır.

Kaldı ki dârülharpte dahi cuma namazı kılınabilmektedir. Demek, “Türkiye dârülharp olduğu
için cuma namazı kılmıyorum.” diyenler, ne dârülharbin manasını biliyorlar, ne dârülharbin
şartlarını biliyorlar ve ne de dârülharpte cuma namazının kılınabileceğini biliyorlar. Allah
bunlara hidayet etsin!

(el-Mebsût, el-Bedâi, el-Hidâye, İbni Âbidin, el-Fetâva’l-Bezzâziyye)

97. Seferîlik hükümleri nelerdir?

Seferîlik konusunu izah etmeden önce şu üç ifadenin manasını öğrenmeliyiz:

Asıl vatan: Bir insanın doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde
barınmayı kastedip başka bir yere yerleşmek için gitmek istemediği yerdir.

İkamet vatanı: Bir kimsenin içinde yerleşmeye karar vermediği ve içinde en az on beş gün
kalmak istediği yerdir.

Süknâ vatan: On beş günden az oturulmak istenen yerdir.

Seferîlikte genel kaideler şunlardır:

1. Asıl vatan kendi misli ile bozulur:

Bir kimse, içinde doğup büyüdüğü veya evlendiği yeri terk edip başka bir beldeye yerleşse
artık önceki vatanı asıl olmaktan çıkar. Zira asıl vatan kendi misli ile bozulur.
Buna göre, bir kimse sonradan yerleşerek kendine asıl vatan yaptığı bir yerden ilk asıl vatanı
olan yere sefer yapsa, orada on beş gün oturmaya niyet etmedikçe seferî sayılır ve
namazlarını kısaltması gerekir. Ziyaret maksadıyla köylerine ve baba ocaklarına gidenler eğer
orada on beş günden az kalacaklarsa seferî olarak namazlarını kılmalıdırlar.

2. Asıl vatan ikamet vatanı ile bozulmaz:

Bir kimse asıl vatanından çıkıp başka bir yeri ikamet vatanı edinse ve sonra tekrar asıl
vatanına dönse, niyete muhtaç olmaksızın mukim olur ve seferîliği sona erer. Bu kişilerin,
namazlarını tam olarak kılması gerekir. Çünkü asıl vatan ikamet vatanı ile bozulmaz.

3. İkamet vatanı asıl vatana doğru yola çıkmakla bozulur:

Bir kimse ikamet vatanında bir ay kaldıktan sonra asıl vatanına dönmek için yola çıksa
seferîlik hükümleri uygulanmaya başlar. Zira ikamet vatanı asıl vatana doğru yola çıkmakla
bozulur ve seferîlik hükümleri tatbik edilmeye başlanır.

4. İkamet vatanı diğer bir ikamet vatanıyla ve ona doğru yola çıkmakla bozulur:

Bu ikamet vatanlarının arasında sefer mesafesi olması şart değildir. Buna göre, bir kimse
yolculuğu sırasında bir beldede bir ay kalmaya niyet edip bu kadar kaldıktan sonra tekrar yola
çıksa ve gittiği yerde en az on beş gün kalmaya niyet etse, artık evvelki belde ikamet vatanı
olmaktan çıkar. Oraya tekrar dönmekle mukim olmaz. Orada mukim olabilmesi için tekrar en
az on beş gün oturmaya niyet etmesi gerekir. Fakat ikamet vatanından, ikamet müddeti
içinde, geçici bir iş için sefer müddetinden az bir yola gidip dönmekle ikamet vatanı
bozulmaz.

Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir:

Malum olduğu üzere bugün hayat şartları değişmiştir. Eskiden sefer müddeti olan doksan
kilometrelik bir mesafe üç günde ancak alınabilirken, bugün araba ile bir saatte aynı yol
alınabilmekte hatta uçak ile bin kilometrelik bir mesafe bir saatte geçilebilmektedir. Bu
durumda sefer müddeti nasıl belirlenecektir?

Bu sorunun cevabı şöyledir:

Seferde namazı kısaltmanın sebebi meşakkat değildir. Meşakkat sadece seferde namazı
kısaltmanın hikmetidir. Namazı kısaltmanın hakiki sebebi Allah’ın seferde namazı kısaltmayı
emretmesi ve böylece hükmetmesidir. Hanefi mezhebi ve diğer üç mezhebin âlimlerine göre,
yolculuk mesafesi kısa bir zamanda alınsa bile seferî namazın durumu değişmemektedir.

Mesela Şafiî âlimlerinden Hatib-eş Şirbînî şöyle der:

— Yolcu bir ata binmek suretiyle yolunu günün bir kısmında katetse yine namazını kısaltır.

Hanefi âlimlerinden Kâsânî ise şöyle der:


— Bir yolcu normal olarak üç günlük mesafeyi bir veya iki günde katetse yine seferî olarak
namazını kılar.

(Haddâd, el-Cevhera, I, 104; Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc, II, 257; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük
İslam İlmihali, Sf. 183)

98. Seferde iken namazını kazaya bırakan kişi ikamet hâlinde onu nasıl kaza eder?

Seferî olan kişi dört rekâtlık farz namazlarını iki rekât olarak kılar. Namazları seferde
kısaltmak Hanefi mezhebinde vaciptir.

Eğer bir yolcu seferde iken namazını kazaya bırakacak olursa, vatanına döndükten sonra bu
namazı kaza ederken iki rekât olarak kaza eder; dört rekât olarak kaza etmez.

İkamet hâlinde namazını kazaya bırakan bir kimse ise bu namazı yolculuk esnasında kaza
edecek olursa, namazını dört rekât olarak kaza eder. İkamet hâlinde kazaya kalmış namazını
sefer münasebetiyle kısaltmaz.

Demek, vaktinde kılınmamış namazları kaza ederken kazaya kaldığı durum esas alınır; kaza
edileceği durum esas alınmaz. İkamet hâlinde kazaya kalan bir namaz seferde dört rekât
olarak kılınırken, seferde iken kazaya bırakılmış bir namaz ikamet hâlinde iki rekât olarak
kılınır. Çünkü bu namazlar bu şekliyle zimmette bir borç olmuştur.

(Merginânî, el-Hidâye, II, 106-107)

99. İmama uyan seferî namazını nasıl tamamlar?

Namazını kısaltmak zorunda olan bir seferî vaktin namazında imama uysa, bu namazını dört
rekât olarak kılar ve imamla beraber selam vererek namazını tamamlar. İmama vakit içinde
uymakla farz namazı iki rekâttan dört rekâta dönmüş olur.

Eğer seferî olan kimse imam olacak olursa, ikinci rekâttan sonra teşehhüdde bulunarak selam
verir ve namazdan çıkar. Ona uyan cemaat ise imamın selamından sonra kıyama kalkarak tek
başlarına iki rekât daha kılarlar ve selam vererek namazlarını tamamlarlar.

(Mevsılî, el-İhtiyar, I, 269)

100. Yolculukta sünnet namazlar kılınır mı?

Hanefi mezhebine göre, seferî olan kimse emniyet içinde bir yerde konaklayıp yerleşmişse,
namaz vakitlerine bağlı bulunan sünnetleri kılar. Eğer korku ve kaçma durumunda ise -yani işi
acele ve yolculuğuna devam etmek zorunda ise- sünnetleri terk edebilir. Hanefi mezhebinde
muhtar görüş bu şekildedir.

(ed-Dürrü'l-Muhtar, I, 742; Vehbe Zuhaylî, II, 440)

101. Namaz kılanın önünden geçmek günah mıdır?

Namaz kılanın önünden geçmenin dört şekli ve dört farklı hükmü vardır:

1. Sadece geçen günahkâr olur. Bunun şekli şudur: Namaz kılan kişi hedef olmamış ve önüne
bir sütre almış, geçen kimsenin de başka bir yerden geçme imkânı var; buna rağmen namaz
kılanın önünden geçerse, geçme günahı sadece geçene aittir. Çünkü bu durumda o
kusurludur. Günah kusuru olana yazılır.

2. Sadece namaz kılan kişi günahkâr olur. Bu da birinci şeklin tam tersidir. Şöyle ki: Namaz
kılan kişi önüne sütre almamış ve önünden geçilmesine hedef olmuş, geçen kişinin de
bundan başka geçecek bir yeri yok; bu durumda, geçen günahkâr olmaz, önünden geçilen
günahkâr olur. Çünkü kusur ona aittir.

3. Her ikisi de günahkâr olur. Bunun şekli de şudur: Namaz kılan kişi sütre almamış ve
önünden geçilmesine hedef olmuş, geçen kişi de başka yerden geçme imkânı olmasına
rağmen namaz kılanın önünden geçmeyi tercih etmiş; bu durumda, ikisi de günahkârdır.
Çünkü kusur ikisine de aittir.

4. Her ikisi de günahkâr olmaz. Namaz kılan kişi önüne sütre almış ve önünden geçilmeye
hedef olmamış, geçen kişinin de başka geçecek bir yeri yok, mecburen oradan geçecek; bu
durumda, her ikisi de günahkâr olmaz. Çünkü ikisinin de kusuru yoktur.

Bu konu hakkında şu meseleleri de bilmeliyiz:

Açık arazide, namaz kılanın önünden geçilmesi haram olan yer, namaz kılanın ayakları ile
secde ettiği mahal arasında kalan kısımdır. Secde ettiği yerin önünden geçmekte bir beis
yoktur.

Büyük mescitler de açık arazi gibidir. Bu mescitlerde, namaz kılanın önünden geçilmesi
haram olan yer, namaz kılanın ayakları ile secde ettiği mahal arasında kalan kısımdır. Böyle
mescitlerde, namaz kılan kimsenin secde ettiği yerin önünden geçilebilir. Büyük mescit her
tarafı yaklaşık 26 metre olan mescittir.

Açık arazi ve büyük mescitlerde, secde mahallinin önünden geçilebilmesinin sebebi kolaylık
olması içindir. Eğer bu caiz olmayıp namaz kılanın arkasından dolaşmak şart olsaydı, bazen
kişinin 100-200 metre yürümesi gerekirdi.
Bir evde veya küçük mescitte, namaz kılanın önünden geçilmesi haram olan yer ise namaz
kılan kişinin ayaklarının bulunduğu yer ile mescidin kıble duvarına kadar olan mesafedir.
Çünkü burası tek bir yer hükmündedir. Eğer namaz kılanın önünde sütre olursa, sütrenin
önünden geçmekte bir beis yoktur.

İmama uyan kişilerin önünden geçilmesinde ise bir beis yoktur. Zira imama uyan kimsenin
sütresi imamın sütresidir. Böyle bir cemaat içinde geçilmesi haram olan yer imamın önüdür.
Dolayısıyla safta boş yer bulmak için, imama uyan bir cemaatin safları arasından geçilse
günah olmaz.

(Kâsânî, Bedâî, I, 217; Mülteka Tercümesi Mevkûfat I, 186; İmam Serahsi, Mebsut I, 192; İbni
Hacer el-Askalani I, 180-224)

102. Kâfir bir kimse Müslüman olsa geçmiş namazlarını kaza eder mi?

Kâfir bir kimse Müslüman olunca geçmiş namazlarını kaza etmesi ittifakla gerekmez. Çünkü
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

— Kâfirlere de ki: Eğer (şirk ve küfürden) vazgeçerlerse geçmişteki günahları bağışlanır. (Enfal
38)

Peygamberimiz (a.s.m.) da şöyle buyurmuştur:

— İslam (yani Müslüman olmak) kendinden önceki günahları yok eder. (Müslim, İman, 192)

Başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle der:

— Kim Müslüman olur ve Müslümanlığı da güzel olursa, Allahu Teâlâ daha önce işlemiş
olduğu bütün kötülükleri örter. (Buhâri, İman 31)

Bir müddet dinden çıkan ve daha sonra tekrar Müslüman olan mürtede gelince:

Hanefi mezhebine göre, mürtedin İslam’dan çıktığı andaki namazlarını kaza etmesi gerekmez.
Diğer mezheplere göre ise mürtede bir ceza olması için İslam’a girdikten sonra mürtetlik
durumundaki namazlarını kaza etmesi gerekir. Çünkü kişi evvelce Müslüman olmakla bu
namazları kabullenmiştir. İnsanların diğer mali hakları gibi, kâfir olmakla üzerinden düşmez.

Kâfirin hayırlarına gelince:

Eğer kâfir olarak ölürse, yaptığı iyiliklerin ahirette kendisine faydası olmaz. Çünkü Allahu
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

— Kâfirlerin yaptıkları işleri ele alır ve onu toz duman ederiz. (Furkan 23)

Fakat kâfire, yaptığı iyilik ve hayırların dünyada faydası olur. Geniş bir geçim imkânı, rahatlık
ve bol bir yaşayışla rızıklandırılır.
Eğer kâfir Müslüman olursa, önceki hâlinde yaptığı iyiliklerin sevabını alır. Bu, Allah’ın ona bir
ihsanıdır. Bunun delili Hakim b. Hizam hadisidir. Hakim b. Hizam Hz. Peygamber (a.s.m.)'a
şöyle sormuştur:

— Bana cahiliye zamanımda ibadet niyetiyle yaptığım işlerden haber ver. Benim için
bunlardan ötürü bir sevap var mıdır?

Hz. Peygamber (a.s.m.) ona şöyle cevap vermiştir:

— Daha önce işlemiş bulunduğun hayırlar üzerine Müslüman oldun.

İmam Nevevi de şöyle demektedir:

— Muhakkik âlimlerin kabul ettiği, belki bazılarının bu konuda icma bulunduğunu


naklettikleri doğru görüş şudur: Kâfir sadaka vermek yahut akrabaya iyilik etmek gibi hayırlar
yapsa ve sonra Müslüman olsa -Müslüman ölmek şartıyla- bunların hepsinin sevabı kendisi
için yazılır.

(Vehbe Zuhaylî, I, 69)

103. Uzun süre baygın olan kişi ayıldığında geçen namazlarını kaza eder mi?

Bir kimsenin baygınlığı bir gün ve bir geceden az devam ederse bu kişi kılamadığı namazları
kaza eder. Eğer baygınlığı daha fazla devam ederse bu kişiden namazlar düşer; kılamadığı
namazları kaza etmesi gerekmez.

Bu konuda İmam Muhammed şöyle der:

— Baygın kişinin kılamadığı namazlar beşten fazla ise düşerler, az ise düşmezler.

(Alaaddin es-Semerkandî, Tuhfetü’l-Fukaha, II, 192; İbni Nüceym, el-Bahru’r-Râik, I, 148)

104. Vaktin ortasında âdet gören kadın bu namazı daha sonra kaza eder mi?

Namaz kılmakla mükellef olan bir kadın vakit girdiği hâlde henüz namazını kılmadan âdet
görse, Hanefi mezhebine göre, o vaktin namazını kaza etmekle yükümlü olmaz. Zira namazın
edası mükellefe -daha önce kılmamışsa- vaktin sonunda farz olur. Âdet gören kadın ise vaktin
sonunda namaza ehil değildir. Bu sebeple de namaz ona farz olmaktan çıkar.

Buna göre, bir kadın temiz olarak yatsa ve uyandığı zaman hayız görmeye başladığını anlasa,
uyandığı andan itibaren âdet görmeye başlamış sayılır ve vaktin namazını kılmaz. Mesela
zeval vaktinde temiz olarak yatsa ve ikindi namazına yarım saat kala kalksa ve âdet görmeye
başladığını anlasa, bu kadına öğle namazı farz olmaz. Dolayısıyla öğle namazını temizlendiği
zaman kaza etmez.
Buna mukabil, âdetli bir kadın yatar ve vakit çıktıktan sonra uyandığı zaman temizlenmiş
olduğunu anlarsa, ihtiyat olarak yattığı zamandan itibaren temizlenmiş sayılır ve o vaktin
namazını kılar. Mesela zeval vaktinde âdetli olarak yatsa ve ikindi vakti girdikten sonra kalksa
ve temizlendiğini anlasa, bu kadına öğle namazı farz olur. Dolayısıyla kılmadığı öğle namazını
kaza eder.

(Reddü’l Muhtar, I, 485; Vehbe Zuhaylî, I, 445)

105. Yemek hazırken namaz kılınır mı?

Yemek hazır iken namaza başlamak mekruhtur. Ancak vaktin çıkmasından korkulursa, o
zaman namaz öne alınır.

Bu hükmün sebebi şudur:

Namazı vaktin evvelinde kılmak sünnet olduğu gibi, namazı huşu ile kılmak da sünnettir.
Namazda huşu etmek, namazı vaktin evvelinde kılmaktan daha kıymetli bir sünnettir. Bu
sebepten dolayı, eğer vaktin evvelinde kılmak ile huşu ile kılmak birbiriyle çakışırsa huşu ile
kılmak tercih edilir.

Malumdur ki yemek hazır olunca namaz kılan kişinin fikri yemek ile meşgul olur. Bu da
namazdaki huşuu bozar. Huşuun bozulmaması için ilk önce yemek yenmeli ve daha sonra
namaz kılınmalıdır.

(Ömer Nasuhi Bilmen Sf. 237; Müslim, Mesâcid, 67)

106. Başkasına ait bir arazide namaz kılınır mı?

Başkasına ait olan bir yerde, sahibinin rızası olmaksızın namaz kılmak mekruhtur.

Diğer bir görüşe göre ise böyle bir yer bir Müslüman'a ait olup ekilmemiş ise üzerinde namaz
kılmak caizdir, mekruh değildir.

Bir kimse başkasına ait olan bir yer ile herkese ait olan bir yol üzerinde namaz kılmak zorunda
kalsa, eğer başkasına ait olan yer ekilmiş veya bir gayrimüslime ait ise yol üzerinde namaz
kılması daha iyidir. Zira gayrimüslimin bu namaza razı olmayacağı bilinen bir şeydir.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 216)


107. Gasbedilen toprak üzerinde namaz kılmak caiz midir?

Bütün fakihlerin icmaı ile sabittir ki gasbedilen bir toprak üzerinde namaz kılmak haramdır.
Çünkü bu gibi topraklarda namaz dışında vakit geçirmek de haramdır. Namaz dışında haram
olanın namazda haram olması daha kuvvetlidir.

Böyle bir toprakta kılınan namaz Hanbeli mezhebine göre sahih değildir. Çünkü bu,
yasaklanmış bir şekilde yerine getirilen bir ibadettir. Hayızlı kadının namazı ve orucu gibi
geçerli değildir.

Diğer üç mezhebe göre ise bu kişi günahkâr olmakla beraber, kıldığı namaz sahih olur.
Namazından ötürü sevap kazanır fakat gasbedilmiş bir yerde kaldığı ve üzerinde namaz kıldığı
için günahkâr olur.

Bu fetva, İslam'ın hakka verdiği önemi gösterme açısından önemlidir. O hâlde diyebiliriz ki:
Âlemin ıslahı, İslam’ın ihyası ile mümkündür.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Sf. 238; Vehbe Zuhaylî, II, 107)

108. Kurban bayramında namazdan sonra alınan teşrik tekbirleri vacip midir?

Teşrik tekbirleri Hanefi mezhebine göre vacip, Şafiî mezhebine göre ise sünnettir.

İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf’a göre, teşrik tekbirleri her namaz kılana vaciptir. Bu
hususta, tek başına namaz kılan ile imama uyan, seferî ile mukim, hür ile köle ve kadın ile
erkek arasında bir fark yoktur.

İmam-ı Azam Hazretlerine göre ise vacip olabilmesi için mukim olmak, hür olmak, erkek
olmak ve namazı cemaatle kılmak gerekir. İmam-ı Azam Hazretlerine göre, misafire, köleye,
kadına ve namazlarını tek başına kılanlara teşrik tekbirleri vacip değildir.

Bir senenin teşrik günlerinde kazaya bırakılan bir namaz, yine o senenin teşrik günlerinde
kaza edilecek olursa, teşrik tekbirleri alınır. Fakat başka günlerde veya başka bir senenin
teşrik günlerinde kaza edilirse, teşrik tekbirleri alınmaz.

Şunu da hatırlatalım: Ramazan bayramında bayram namazından önce hurma gibi bir şey
yenilmesi; kurban bayramında ise bayram namazından önce bir şey yenilmemesi sünnettir.
Kurban kesecek ve kesmeyecek kişi eşittir. Kurban kesecek kimsenin keseceği kurban eti ile
yemeğe başlaması faziletlidir.

(Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 315; Dârekutnî, es-Sünen, III, 439, 440; Serahsî, el-Mebsut,
II, 43, 44; İbnü’l-Hümâm, Feth, II, 82; Mâverdî, el-Hâvî, II, 500, 501)
109. Kabir namazı diye bir namaz var mıdır?

Ümmü Seleme validemiz şöyle demiştir:

— Hz. Peygamber (a.s.m.) vitirden sonra oturduğu yerde iki kısa rekât namaz kılardı.

Bu hadis İbni Mâce’de geçmektedir.

Yine İmam Beyhaki’nin, Ebû Umâme, Hz. Enes ve diğer sahabelerden naklettiği şu hadis-i
şerif vardır:

— Hz. Peygamber (a.s.m) yatağa girmek istediğinde, yatağında oturur ve uyumadan önce iki
rekât namaz kılardı. Birinci rekâtta Zilzal suresini, ikinci rekâtta ise Tekâsür suresini okurdu.

Bu hadis-i şerifi İmam-ı Gazali Hazretleri İhya’sında nakletmiş. Az farkla bu hadisleri Ahmed
İbni Hanbel, İmam Tirmizî ve Dârimi de rivayet etmiş.

Bazı âlimler bu hadisleri sahih kabul ederek bu iki rekât namazı sünnet kabul etmiş ve vitir
namazının tamamlayıcısı görmüşler. Çünkü vitir namazı -özellikle vacip sayanlar için- müstakil
bir ibadettir. Bu iki rekât tıpkı akşamın sünneti gibi vitrin sünneti olmuş olur.

İmam Malik ise bu namazı münker (çirkin) görüp der ki:

— Peygamberimiz (a.s.m.) bir hadislerinde, "Gece son kıldığınız namaz vitir olsun."
buyurmuştur. Kabir namazı bu hadise uymamaktadır. Bu sebeple, bu namaz terk edilir.

İmam Malik böyle demiş, “Kabir namazı caizdir.” diyenler de ona şöyle cevap vermiş:

— Bu iki rekât namaz vitir namazının sünneti gibidir. Dolayısıyla son kılınan namaz yine vitir
namazı olmuş olur. Nasıl ki akşam namazının iki rekât sünneti akşam namazına dâhildir. Kabir
namazı da vitir namazına dâhil olmuş ve gece son kılınan namaz yine vitir namazı olmuş olur.
Neticede, “Gece son kıldığınız namaz vitir olsun.” hadisine muhalefet edilmemiş olur.

Ahmed İbni Hanbel Hazretleri ise bu namaz hakkında şöyle der:

— Ben kılmam, kılana da karışmam.

Sonuç olarak diyebiliriz ki:

Bu namazı kılanlara, “Bidat işliyorlar.” diyemeyiz. Olsa olsa Ahmed İbni Hanbel gibi, “Ben
kılmam, kılana da karışmam.” diyebiliriz. Hatta Resulullah (a.s.m.)’ın böyle bir namazı kıldığı
sahih hadislerle sabit olmuş olursa, “Kılanlar kılmayanlardan daha iyi yapıyor.” da diyebiliriz.

(Beyhakî, es-Sünenü'l Kübra, III, 32; Müsned, V, 260, VI, 299; İbni Mâce, İkame, 125; Tirmizî,
Vitir, 13; Dârimî, Salat, 215; Darekutni, II, 241)
110. Nafile namazlarda birden çok niyet edilebilir mi?

Bir nafile namaza birden fazla niyet edilse bu niyetlerin hepsi geçerli olur.

Mesela işrak vakti abdest alınsa ve iki rekât namaz kılınacak olunsa, namaz kılan kişi hem
abdest şükür namazına, hem işrak namazına, hem hacet namazına, hem de başka nafile
namazlara niyet etse, bu geçerlidir. Bu durumda, kılınan iki rekât namaz ile niyet edilen
bütün namazlar kılınmış olur.

Farz namazlarda ise iki niyet edilemez. Farz namazlar tek bir niyet ile kılınır.

(Tahtavî, 320-321; Molla Hüsrev, Dürer, I, 116)

111. Dua ederken eller terse çevrilir mi?

Allah’ın rızası, rahmeti ve cenneti gibi bir nimet için dua edildiğinde ellerin içi açık olarak
semaya kaldırılır. Cehennem, Allah’ın azabı, deprem, yangın ve hastalık gibi bir musibetin defi
için dua edildiğinde ise ellerin sırtı yukarıya kaldırılır.

Hallad b. Sabi'l-Ensari’den nakledilen bir hadis-i şerif şöyledir: Hz. Peygamber (a.s.m.)
Allah’tan bir şey istediği zaman avuçlarının içini, bir şeyden Allah’a sığındığında da avuçlarının
dışını semaya doğru çevirirdi. (Müsned, 4, 56)

Enes b. Malik Hazretleri de şöyle demiştir: Hz. Peygamber (a.s.m.) yağmur duası yapmış ve
avuçlarının sırtı ile semaya işaret etmiştir. (Müslim, İstiskâ, 6)

İmam Nevevi şöyle der: Alimler kıtlık ve benzeri belaların defi için edilen dualarda ellerini
kaldırıp avuçlarının tersini semaya çevirmiş ve bu dua şekline bu hadisleri delil getirmiştir.
(Nevevî, Şerhü Sahih-i Müslim, V, 190)

el-Fetâvâ’l-Hindiyye’de şöyle geçer: İstek duasında ellerin içi, korku duasında ise ellerin tersi
çevrilir. (el-Fetâvâ’l-Hindiyye, V, 318)

Hatib-i Şirbînî der ki: Musibetin defi için dua yapılırsa ellerin sırtı yukarıya doğru çevrilir.
Cenab-ı Hak'tan bir şey istenildiği zaman ise ellerin içi açık olarak semaya doğru kaldırılır.
(Mugni'l-Muhtac, I, 325)

O hâlde bizler de dua ederken böyle yapmalı; Allah'tan bir şey isterken elimizin içini, bir
şeyden Allah'a sığındığımızda da elimizin tersini semaya çevirmeliyiz.

(Buhâri, Deavât, 23; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XVII, 98; İbn Mâce, Dua, 13; Tahtâvî,
Hâşiye, 317-318; Mugni'l-Muhtac, I, 325; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, V, 318)
112. İskât-ı salât nedir ve caiz midir?

İlk önce iskât-ı salâtın manasını öğrenelim ve daha sonra caiz olup olmadığını inceleyelim:

İskât-ı salât: Kişinin üzerinde borç kalmış namazlarının düşürülmesi demektir. Bu şöyle icra
edilmektedir:

Ölen kişinin varisleri ölenin kılmadığı namazların sayısını hesap eder. Mesela bir kimse altmış
iki yaşında ölse ve hiç namaz kılmamış olsa, on iki yaşında buluğa erdiği farz edilerek
altmıştan on iki çıkarılır ve bu kişinin elli yıllık namaz borcu olduğu hesap edilir. Elli yılda
18.250 gün vardır. Her günde ise vitir namazı ile birlikte altı namaz vardır. Demek, kılmadığı
toplam namaz 18.250 x 6 = 109.500 vakittir.

Ölen kişinin varisleri ölenin kılmadığı her vakit namaz için bir fidye öderler. Bu kadar çok
meblağı ödemek mümkün olmadığında, az bir miktar bir fakire verilmekte, daha sonra fakir
olan şahıs kendi rızasıyla bu meblağı ölü yakınlarına hibe etmektedir. Ölü yakınları da tekrar
aynı kişiye o meblağı vermekte ve böylece devir yapılarak kılmadığı her namaz için bir fidye
verilmiş olmaktadır. İskât-ı salâtı uygulayanlar bu şekilde uygulamaktadırlar.

İskât-ı salât maalesef ülkemizde sıklıkla uygulanmaktadır. Maalesef dedik çünkü bunun
dinimizin temel kaynaklarında bir yeri yoktur.

1. Bu konu hakkında Kur'an'da bir ayet yoktur.

2. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'ın bu usule dair bir uygulaması ve hadisi yoktur. Bu konuya
işaret dahi etmemiştir.

3. Hulefâ-yı Râşidîn devrinde dört halifeden hiçbiri böyle bir uygulamada bulunmamıştır.

4. Sahabe-i Kiram'dan hiçbirisinin bu usule dair bir cevazı veya bahsi olmamıştır.

5. Dört mezhep imamı ve onların müçtehid derecesindeki talebelerinden böyle bir nakil
yapılmamıştır.

Bu usul Hicri 5. asırdan sonra ortaya çıkmıştır. Bunu bir çare olarak görmek ve uygulamak
müçtehid âlimlerin çoğuna göre hatalı görülmüştür. Zira eğer bu usul dinin ruhuna uygun
olsaydı, biraz evvel bahsettiğimiz kaynaklardan birinde emsali olurdu.

Şunu da ifade edelim: Bazı kıymetli âlimler tarafından iskât-ı salâtın cevazına dair fetvalar
nakledilmiştir. Onların hepsi başımızın tacı olup onlara son derece hürmet etmemizle birlikte,
bu fetvaların hiçbirisi bir delile dayanmamaktadır. Böyle bir zamanda bu fetvaları yaymak
kişilerin namaza olan ilgisini azaltacak ve belki de onlara namazın terki kapısını açacaktır.
Dolayısıyla bizlerin nakletmesi gereken fetva iskât-ı salâtın caiz olmadığı fetvasıdır.

(Karâfî, I, 228; Zerkeşî, II, 409-410, III, 15)

You might also like