You are on page 1of 16

• Herbert Marcuse

«Tek Boyutlu
İletişim Kuramları İnsan»
• Jurgen Habermas
«Kamusal Alan»
Herbert Marcuse
Marcuse Frankfurt Okulunun belki de en
çok tanınan üyesidir. Marcuse 'nin okula
üye olma tarihi 193 'dir. II. Dünya Savaşı
sonrasında da Amerika Birleşik
Devletleri'nde kalmış, Almanya'ya
dönmemiştir. Temel ilgi alanı felsefedir.
Ancak eserlerinde sadece felsefe ile
sınırlı kalmamıştır (Dellaloğlu, 1995: 15).
Herbert Marcuse aslen bir Yahudi 'dir.
Hegel konusunda bir tez hazırlayarak
felsefe doktoru olmuştur. 1933 yılında
Almanya'da faşist yönetim iktidara
gelince önce Cenevre'ye ardından da
1934 yılında ABD 'ye gitmiştir.
Herbert Marcuse
Faşist bir yönetimin uygulamalarına tanık olduğu için eserlerinde
faşizmi tahlil etmiştir. Örneğin; Marcuse (1998) Karşı devrim ve İsvan
adlı çalışmasında liberalizmi ve faşizmi karşılaştırır. Ona göre liberalizm
kapitalizmin rekabetçi döneminin, faşizm ise tekelci evrenin
ideolojisidir.
Bunun yanında kapitalist toplumlarda işçi sınıfının pozisyonunu ve
kapitalist yapıyı dönüştürme ihtimali üzerinde de kafa yorar.
Herbert Marcuse
Ona göre, gelişmiş kapitalist toplumlarda kapitalist gelişimin en yüksek basamağında işçi
sınıfı en düşük devrimci potansiyele sahiptir. Bu evrede işçi sınıfı karşı devrimci bir bilince
sahiptir. Bu dönemde işçi sınıfı kapitalist toplumsal yapının bütünleşik bir parçası haline
gelmiştir. Kapitalist toplumlarda tüketim alanı insanın varoluşunun bir bölümüdür. Tüketim
ve boş zaman etkinlikleri de sermayenin denetimi ve kontrolü altındadır.

Kapitalist sistem, sağladığı mal ve hizmetlerin yanı sıra korkunç bir etkiye sahip siyasi,
askeri ve polisiye tedbirlerle de halkı sürekli denetlemekte ve kontrol altında tutmaktadır.
Herbert Marcuse
Marcuse göre, sermeyenin yeniden üretimi için kaçınılmaz olan hizmetler sektörü ya da
üçüncü sektör geniş bir maaşlı işçiler ordusu kurmuştur. Bunu yaparak sermaye sömürü
olayını mavi yakalı işçilerin çok ötesinde tüm toplumu kapsayacak bir şekilde genişletmiştir.
Kapitalizm bütünsel bir toplumsal formasyon biçimidir. Yani kapitalizm, toplumun tamamını
kendi çıkarını gerçekleştirecek yönde organize eder. Kapitalist toplumun mevcut
entelijansyası tüketim olgusunun bilimsel bir görünüş kazanmasında ve toplumun tüketim
yönünde şartlandırılmasında önemli bir görev ifa eder. Kapitalist toplumsal yapının en
altında yer alan bireyler birbirlerinden yalıtılmışlardır.
Herbert Marcuse
Bu şekilde bütün bireyler birer araca dönüştürülmüş ve gerek üretim gerekse tüketim
sürecinde, işte ya da boş zaman etkinliklerinde birey, sistemin kendisini yeniden üretmesine
hizmet eder. Kapitalist siyasal demokraside, sisteme kulluk etmek ve yapay seçme
özgürlüğü içinde insan onurunu yok etmek esastır. Kapitalist toplumlarda her şey bir meta
muamelesi görür. Örneğin bir başkan ya da başkan adayı siyasal kampanyalarla bir
otomobil gibi halka satılır. Kapitalist sistemin kendisini geliştirmek için aldığı her tür siyasi
kararlar kapitalist toplumsal formasyonun çelişkilerini artırır. Kapitalist toplumun en gelişmiş
hali olan tüketim toplumu tekelci kapitalis t sistemin en üst düzeyde kendisini yeniden
ürettiği toplum biçimdir.
Herbert Marcuse
Kapitalist toplumlarda egemen sisteme karşı ilk gerçek tehdit işçi sınıfından gelmez. Bu
tehdit ancak üniversite gençliğinden ya da gettolarda yaşayanlardan gelebilir.

Kapitalist toplumlarda toplumsal yapıyı dönüştürme potansiyeline sahip olan sol hareketler
her zaman bölünmüş bir durumdadır. Hiçbir zaman sol bütünsel bir yapı içerisinde hareket
edememiştir. Solda bulunan insanlar her zaman çok farklı alternatiflerin, hedeflerin, strateji
ve taktiklerin peşinden koşmuşlardır. Kapitalist toplumlarda nüfusun çoğunu oluşturan
proletaryanın istek ve ihtiyaçları bu sistem tarafından tatmin edilemeyeceği için bu sınıf
potansiyel olarak devrimcidir. Bu sınıfın ihtiyaçları ve özlemleri kapitalist üretim tarzının
ortadan kaldırılmasına bağlı olduğu için kapitalist toplumlarda devrimin potansiyel öznesi
işçi sınıfıdır.
Herbert Marcuse

Kapitalist toplumlar yabancılaşmış emeğe dayanır. Emeğin yabancılaşması kapitalist

toplumlarda duyuların körelmesine sebep olur. Bu toplumlarda insanlar şeyleri sadece

egemen toplum tarafından tanımlanmış biçim ve fonksiyonlarıyla, yapılış ve kullanılış

biçimlerini, dönüşüm olanaklarını da sadece var olan toplumun tanımlaması ve sınırları

içinde algılar. Kapitalist sistemde hiç kimse, ne kadın ne de erkek özgür değildir. Bu

toplumlarda kadınlar da birer cinsel nesneye dönüştürülmüştür. Bu toplumlarda kadınlara

uygulanan cinsel sömürü de bu toplumun asli sömürü şekillerinden birisidir.


Herbert Marcuse
Herbert Marcuse ( 1 997) Tek Boyutlu İnsan adlı eserinde kötümser bir biçimde medyayı
karşı konulmaz bir güç olarak sunar. İletişim araçları, eğlence ve enformasyon
endüstrilerinin çıktıları yardımıyla tanımlanmış tutumlar ve alışkanlıklarla tüketicileri
üreticilere ve genel anlamda sistemin kendisine bağlayacak kesin düşünsel ve duygusal
reaksiyonlar üretir. Ürünler insanların zihinlerini yönlendirir ve onlara yanlış bilinç telkin eder.
Böylece bu yanlış fikirler yanlışlıktan muaf kılınarak rasyonelleştirilir. Marcuse' e göre;
medya kendileri yardımıyla dünya hakkında düşündüğümüz terim ve kavramları tanımlar.
Jurgen Habermas

1929 doğumlu olan J. Habermas, Frankfurt


Okulu'nun ikinci kuşak temsilcisi olarak kabul
edilir. Adorno'nun öğrencisi olan Habermas,
eleştirel düşünce geleneğini de sürdürür. O
da içinde yaşanılan modern toplumun teknik
ve biliminin ideolojik olarak işleyişinin
(Habermas, 2001) eleştirisini yapar. Ona göre
modern toplumun temel özelliği özgürlüğün
olmayışıdır. Ancak toplum eleştirisinde
Marksist düşünceden ayrılır. Ona göre Marx,
kapitalist toplumlarda insan unsuruna
gereken önemi vermemiştir. Marx'ın
toplumsal evrimi sadece ekonomik
ilerlemeyle açıklaması dar ve indirgemeci bir
bakış açısıdır. Marx ilerlemenin sürekliliğini
ve çizgiselliğine vurgu yapmaktadır.
Jurgen Habermas

Oysa Habermas'a göre, gelişme önceden kestirilemez.


Kapitalizmin, modernizmin ve aklın araçsallaşmasının eleştirisini
yapar. B unlar, insanın özgürleşiminin önündeki engellerdir.
Aydınlanma hareketi, baskıcı ve kitleleri denetleyen bir sistem
yaratmıştır. Ancak yine de aydınlanma projesi eleştirel bir akılla
kurtarılabilir.
Jurgen Habermas
Habermas, Marksist kuramdaki devrim ve sınıf mücadelesi anlayışını yadsımıştır. Bunun
yerine kriz kavramsallaştırmasını geliştirmiştir. Ona göre modern toplumlar birer kriz
sistemidir. Bu krizin kaynağında da insanın özgürlük ihtiyaçlarını karşılayamaması vardır.
Toplumsal kurumlar baskıcı ve manipülatiftir. İnsanlar bu krize cevap vermek için
etkileşimde bulunurlar ki Habermas buna ''iletişimsel eylem'' (communicative action) der.
İletişimsel Eylem bütün insanların kullandığı düşünme biçimlerinin ve dilin bir tipidir. Bu,
bütün insanların birbirlerini anlamasını ve geleceğe yönelik genel eylem planları yapmasını
sağlar. Bu bir araya gelme ve anlaşma değişim biçimi olarak devrimin yerini alır (Habermas,
1 984).
Jurgen Habermas
Habermas'ın ''iletişimsel eylem kuramı'' , insanoğlunun kendisini ve toplumun üyeleri olan
insanları sosyal olarak koordine edilmiş etkinlikler aracılığıyla varlıklarını sürdürdükleri ve bu
koordinasyonun da iletişim aracılığıyla gerçekleştiği (yani, belirli temel alanlarda uzlaşma
sağlamayı amaçlayan iletişim vasıtasıyla) kurulduğunu varsayar.

Böylece, türün kendi varlığını yeniden üretmek için gerekli olan iletişimsel eylemin
kendisinin sahip olduğu bir akılcılığın koşullarının sağlanması gerekir. Böylece İletişimsel
eylemin üç temel işlevi vardır. Bunlar, kültürel bilginin kuşaktan kuşağa aktarılarak
yenilenmesi, sosyal entegrasyon ve grup dayanışması ile kişisel özdeşleşmedir (Hardt,
1999:48-49).
Jurgen Habermas
''İletişimsel Eylem Kuramı'' başlıklı çalışmasında, toplumsal olarak eylemde bulunan
insanların iletişimsel akıl aracılığıyla geleceğe yönelik kolektif planlar yapabileceğini ileri
sürer. Sermayenin yabancılaştırıcı etkisinden kurtulmak için dayanışma ve çarpıtılmamış
iletişimin önemine vurgu yapar. Sermaye, dayanışmacı iletişimin rasyonalitesine egemen
olur. Kapitalist kitle medyası kamusal alanı yok eder. Pasif izleyiciler yaratır. Bunun yerine
aktif iletişimcilerin kişiler arasında ideolojik ve çarpık iletişimden kurtulan açık, doğru ve
bilgilendirici bir iletişim kurabilirler.
Habermas, l960'lı yıllarda ''Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü" başlıklı bir doktora tezi
yazmıştır. Özellikle Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile birlikte kamusal alan ve sivil toplum
tartışmaları yeniden gündeme gelmiştir.

Habermas 'a göre, onsekizinci yüzyılda toplumsal sorunların tartışıldığı fiili bir kamusal alan
vardı. Böylece siyaset üzerinde etkinlik sağlanabilmekteydi. Özellikle kafeler, kamusal alan
için önemli mekanlardı. Buraları buluşma ve tartışma yerleriydi. Matbaanın bulunuşu ve
basının ortaya çıkıp gelişmesi ile birlikte insanlar kendi görüşlerini topluma iletebilme
imkanlarına kavuşmuşlardır. Ancak, on dokuzuncu yüzyılda endüstriyel kapitalizmin egemen
üretim biçimi haline gelmesiyle birlikte burjuva sınıfı kamusal alanı da ele geçirmiştir.
Medya ve siyasetin kurumsal olarak örgütlenmesi kamusal alanın yok olmasıyla
sonuçlanmıştır. Böylece, insanlar toplumsal sorunlara ve siyasete etkin katılımcılar
olmaktan ziyade pasif izleyicilere dönüşmüşlerdir (Habermas, 1 989).
Jurgen Habermas
Habermas, kendi yaklaşımında kamusal alanı idealize eder. Kamusal alanda yer alan
zengin ve iyi eğitim görmüş azınlıkla yoksul ve eğitimsiz kitle ayrımını dikkate almaz.
Azınlıklar, kadınlar ve işçi sınıfı kamusal alanda yer almazlar. Bunun yanında Habermas tek
ve bütüncül bir kamusal alanı varsayar. Farklı kamusal alanlara yer vermez.

Habermas, egemen bilim anlayışı olan pozitivizmi eleştirir. Pozitivizm eleştirelliği dışlar.
Çünkü amacı egemen sınıfın çıkarlarına hizmet etmektir. Ancak eleştirel bir bilim insanın
gerçekten özgürleşmesine hizmet edebilir.

You might also like