You are on page 1of 95

NÖROGELİŞİMSEL

BOZUKLUKLAR
Yaygın Gelişimsel Bozukluk Nörogelişimsel Bozukluklar
DSM IV DSM V
 Anlıksal (Entellektüel)Yetiyitimleri
 İletişim Bozuklukları
 Otistik bozukluk ( OB )  Otizm Açılımı Kapsamında
 Asperger bozukluğu Bozukluk
 Rett bozukluğu  Dikkat Eksikliği/Aşırı Hareketlilik
Bozukluğu
 Dezintegratif bozukluk  Özgül Öğrenme Bozukluğu
 BTA Yaygın gelişimsel bozukluk  Devinsel (motor) Bozukluklar
APA ( DSM-IV R )  Diğer Nörogelişimsel Bozukluklar
APA ( DSM-V )
• Nörogelişimsel bozukluklar beyin gelişimin çeşitli faktörlerin etkisiyle farklılaştığı farklı nörolojik ve psikiyatrik
belirtilerle seyreden gelişimsel bozuklukların genel adıdır. Bu bozukluklar doğumsal, nöral anomaliler, zekâ
gerilikleri, otizm, DEHB ve bazı epileptik sendromlar gibi nörolojik gelişimin etkilendiği geniş bir yelpazeyi
içerir. Bu bozukluklar grubunun ilk belirtileri genellikle erken çocukluk döneminde görülür.

• Bu bozuklukların en temel özelliği ergenlik öncesinde başlamalarıdır. İnsan gelişimin ruhsal ve devinimsel
özellikleri bu bozukluğun belirtilerinin görünümünü etkiler. Bu bozuklukların psikomotor ve ruhsal gelişimin
iyi bilinmesini gerektirir. DEHB, otizm spektrum bozuklukları zekâ gerilikleri konuşma ve öğrenme ile ilişkili
bozuklukları içeren bozukluklar gelişimseldir ve süreğen bir seyir izlerler.
• Nörogelişimsel bozukluklarda genellikle sosyal gelişimde gecikme, iletişim bozukluğu, tekrarlayıcı davranış,
anormal yeme alışkanlığı, uyku bozukluğu, seslere hassasiyet ve kas ilişkili motor problemler görülmektedir.
• Nörogelişimsel bozuklukların çoğu durumda etiyolojisi bilinmemekle birlikte fetal alkol maruziyeti, sigara
dumanı, düşük doğum ağırlığı ve gebelik komplikasyonları risk etmenleri olarak görülmektedir.
• Nörogelişimsel bozuklukların, gelişimin erken döneminde genetik, anne karnındaki süreç, doğum sırasında ve
doğum sonrası çevresel etkenlerin beyinde meydana getirdiği değişikliklerden kaynaklanıyor olabileceği
düşünülmektedir.
Anlıksal (Entellektüel)Yetiyitimleri
• Anlıksal yetiyitimi tanısal terimi, ICD-11’in anlıksal gelişimsel bozukluk tanısı ile
eşdeğer bir terimdir. Burada anlıksal yetiyitimi terimi kullanılmışsa da diğer
sınıflandırma dizgeleriyle ilişkisini açıklığa kavuşturmak için başlıkta her iki terimde
kullanılmıştır. Dahası, Birleşik Devletler ‘ de bir tüzük (Kamu Yasası 111.256, Rosa
Yasası) zeka geriliği terimini anlıksal yetiyitimi ile değiştirmiştir ve araştırma dergileri
de anlıksal yetiyitimi terimini kullanmaktadırlar. Dolayısıyla, sağlıkçılar, eğitimciler ve
diğer uzmanların yanı sıra halk ve yandaşı kişilerce yaygın olarak kullanılan terim
anlıksal yetiyitimi terimidir.
• Kodlama notu: Anlıksal yetiyitimi (anlıksal gelişimsel bozukluk) için ICD-9-CM
kodu 319’dur ve ağırlık belirleyicisi göz önünde bulundurulmaksızın bu kod kullanılır.
ICD-10-CM kodu ağırlık belirleyicisine göre değişir
• O sıradaki ağırlık:
• (F70) Ağır olmayan
• (F71) Orta derecede
• (F72) Ağır
• (F73) Çok ağır
• Zihinsel yetersizlik dünyada pek çok farklı terimlerle ifade edilir; zeka geriliği, mental
retardasyon ve zihinsel engellilik gibi. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Ruhsal
Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı beşinci baskısında (DSM-5), nörogelişimsel
bozukluklar grubu altında anlıksal yeti yitimi olarak tanımlanır ve tanı için şu üç ölçütün
karşılanması beklenir:
• (a) hem klinik değerlendirme hem de bireye göre uygulanan, kabul gören bir zeka
ölçümü ile doğrulanan, uslamlama (akıl yürütme), sorun çözme, tasarlama, soyut
düşünme, yargılama, okulda öğrenme ve deneyimlerinden öğrenme gibi entelektüel
işlevlerde eksiklikler;
• (b) kişisel bağımsızlık ve toplumsal sorumluluk için gelişimsel ve toplumsal–kültürel
ölçüleri karşılayamama ile sonuçlanan, uyum işlevselliğinde eksiklikler
• (c) entelektüel ve uyumsal eksiklikler gelişimsel evre sırasında başlar.
Ağır olmayan

Kavramsal Alan
• Okul öncesi çocuklarda belirgin kavramsal ayrımlar olmayabilir. Okul çocuklarında
ve erişkinlerde, okuma, yazma becerileri, sayısal beceriler, zaman ya da parayla ilgili
becerileri kapsayan okulda öğrenilen becerilerde güçlükler vardır ve yaşla ilgili
beklentileri karşılamak için bir ya da birden çok alanda desteğe gerek vardır.
Erişkinlerde, soyut düşünme, yerine getirme işlevi (tasarlama, yöntem belirleme,
öncelik belirleme ve bilişsel esneklik)ve yakın bellekte olduğu gibi okulda öğrenilen
becerilerin(örn. okuma, para yönetimi)yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında, sorunlara ve
çözümlere bir ölçüde somut yaklaşımlar sergilemektedir.
Toplumsal Alan
• Gelişmekte olan yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında kişi toplumsal etkileşimlerinde olgun
değildir. Sözgelimi yaşıtlarının toplumsal dışavurumlarını tam olarak algılayamaz.
İletişimi ,karşılıklı konulması ve kullandığı dil yaşına göre beklendiğinden daha
somut ya da olgun değildir. Duygularını ve davranışlarını yaşına uygun biçimde
düzenlemekte güçlükler çeker; yaşadığı bu güçlükler, toplumsal durumlarda neyi
göze aldığını tam anlayamaz; toplumsal yargılaması yaşına göre olgun değildir ve
başkalarınca kullanılma olasılığı vardır (kolay kanar).
Kılgısal(uygulamalı)alan
• Kişisel bakımında yaşına uygun bir işlevsellik gösterebilir. Yaşıtlarıyla
karşılaştırıldığında, karmaşık günlük yaşam görevleri için bir ölçüde
desteğe gereksinebilir. Erişkinlikte, ev alışverişini yapma, ulaşım, eve
ve çocuğa bakma besin değeri olan yemekler hazırlama ve banka
işlerini yapma ve parayı yönetme gibi alanlarda destek görür.
Eğlenme-dinlenme becerileri yaşıtlarınkine benzer, ancak iyilik
durumu eğlenme-dinlenme etkinlikleriyle ilgili düzenlemelerine
ilişkin yargılamasında desteğe gerek vardır. Erişkinlikte, sağlıkla ilgili
ve yasal kararlarında, ayrıca belirli bir iş becerisi kazanmak için
genellikle desteğe gereksinir. Çocuk büyütmek için destek görmesi
gerekir.
Orta derecede
Kavramsal Alan
• Bütün gelişimi boyunca, kişinin kavramsal becerileri, yaşıtlarından belirgin
olarak gerisinde kalmıştır. Okulöncesi dil ve okulöncesi beceriler yavaş gelişir.
Okul çocuklarında, okuma, yazma becerilerinde ve sayısal becerilerde
ilerlemede zamanı ve parayı anlamada, okul yılları boyunca bir yavaşlık vardır
ve bunlar, yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında belirgin olarak kısıtlıdır. Erişkinler için
okul becerileri gelişimi ilköğretim düzeyindedir ve iş yerinde ve kişisel
yaşamında bütün bu becerilerin kullanımı sırasında desteğe gereksinir.
Günlük yaşamın kavramsal işlerini tamamlayabilmek için günlük temelde
süregiden bir yardıma gerek duyulur ve kişinin bu sorumluluklarını başkaları
tümüyle üzerine alabilir.
Toplumsal Alan
• Kişi, gelişimi boyunca, toplumsal ve iletişimsel davranışlarında
yaşıtlarından belirgin ayrımlar gösterir. Konuşma dili, toplumsal
iletişim için başlıca gereçtir, ancak yaşıtlarınkinden çok daha az
karmaşıktır. Ailesi ve arkadaşlarıyla bağ kurma, yaşamı boyunca
arkadaşlarının olması ve erişkinlikte kimi zaman sevgili ilişkilerinin
olmasıyla belirli olmak üzere ilişki kurma yeterliği vardır. Ancak bu
kişiler toplumsal dışavurumları tam doğru olarak algılayamayabilir ya
da yorumlayamayabilir. Toplumsal yargılama ve karar verme yetileri
sınırlıdır, bakımverenleri yaşamsal kararlarında yardımcı olmak
zorundadır. Olağan gelişim gösteren yaşıtlarıyla olan arkadaşlıkları
çoğu zaman iletişim kısıtlılıklarından ve toplumsal kısıtlılıklardan
etkilenir. İş ortamında başarı sağlayabilmesi için belirgin toplumsal ve
iletişimsel desteğe gereksinir.
Kılgısal(uygulamalı)alan
• Kişi, bir erişkin olarak, yemek yeme, giyinme, dışkılama ve kişisel
bakım gibi kişisel gereksinimlerini karşılayabilir, ancak bu alanlarda
kişinin bağımsızlık kazanabilmesi için çok uzun bir süre eğitim
verilmesi ve çok zaman harcanması gerekir ve anımsatıcılara gerek
duyulur. Benzer biçimde, erişkinlikte ev işlerine katılım gösterebilir,
ancak çok uzun süre bir eğitim verilmesi gerekir, erişkin düzeyinde
bir yeterlilik sağlanabilmesi için süregiden bir desteğe gerek olur.
Sınırlı kavramsal ve iletişimsel beceriler gerektiren işlerde bağımsız
olarak çalışabilir, ancak toplumsal beklentileri, iş karmaşalarını ve
tasarlama, ulaşım, sağlık hakları ve para yönetimi gibi yan
sorumluluklarını yönetmek için iş arkadaşlarından,
denetmenlerinden ve başkalarından önemli ölçüde desteğe
gereksinir. Değişik bir takım eğlenme –dinlenme becerileri
geliştirebilir. Ancak bunları öğrenmesi için ek desteğe ve çok uzun bir
süre eğitim almaya gerek duyar. Az da olsa, önemli bir kesiminde,
uyumsuz davranışlar görülür.
Ağır

Kavramsal Alan
• Kavramsal beceriler sınırlı kazanılmıştır. Kişi yazılı dili ya da sayılar, nicelik, zaman ve para gibi kavramları
genelde çok az anlar. Sorun çözmelerine, yaşamları boyunca bakımverenleri yardımcı olur.

Toplumsal Alan
• Sözcük dağarcığı ve dilbilgisi açısından konuşma dili oldukça sınırlıdır. Konuşma, tek tek sözcüklerden ya
da deyişlerden oluşabilir ve güçlendirici araçlar bunu eklenebilir. Konuşma ve iletişim, gündelik olaylar
içinde, şimdi burada üzerine odaklanmıştır. Dil, yorum yapmaktan çok toplumsal iletim için kullanılır. Bu
kişiler yalın konuşmayı ve el-kol devinimleriyle iletişimi anlarlar. Aile bireyleriyle zevk alırlar ve yardım
görürler.

Kılgısal(uygulamalı)alan
• Kişi, yemekler, giyinme, banyo yapma ve dışkılama gibi günlük bütün etkinlikler için desteğe gereksinir.
Her zaman denetim altında olmayı gerektirir. Kendisinin ya da başkalarının iyiliğini ilgilendiren
sorumluluk, isteyen kararları alamaz. Erişkenlikte, evle, eğlenme-dinlenme etkinlikleriyle ve işle ilgili
görevlere katılımı için sürekli bir destek ve yardım gerekir. Bütün alanlarda beceri kazanabilmesi için uzun
süreli bir eğitim sürecine ve sürekli bir desteğe gerek vardır. Az da olsa önemli bir kesiminde, kendini
yaralama da içinde olmak üzere,uyumsuz davranışlar görülür.
Çok Ağır
Kavramsal Alan
• Kavramsal beceriler, genellikle simgesel süreçlerden çok fizik dünyayı kapsar. Kişi,
kendine bakım, iş ve eğlenme-dinlenme için amacına yönelik olarak nesneleri
kullanabilir. Eşleştirme ve fizik özelliklerine göre ayırma gibi belirli bir takım görsel
–uzamsal beceriler kazanılmış olabilir. Ancak eşzamanlı devinsel ve duygusal
bozukluklar, nesnelerin işlevsel kullanımını engelleyebilir.

Toplumsal Alan
• Kişinin, konuşma ve el-kol devinimlerinin simgesel iletişim boyutuna anlaması
sınırlıdır. Kimi yalın yönergeleri ya da el-kol devinimlerini anlayabilir. Kendi
isteklerini ve duygularını, büyük ölçüde, sözel olmayan, simgesel olmayan
iletişimle dışa vurur. Yakından tanıdığı aile bireyleriyle, bakımverenlerle ve
duygusal dışavurumlarla toplumsal etkileşimleri başlatır ve yanıtlar. Eş zamanlı
devinsel ve duygusal bozukluklar birçok toplumsal etkinliği engelleyebilir.
Kılgısal(uygulamalı)alan
• Kişi, günlük bakım, sağlık ve güvenlik gibi alanlarda, bu etkinliklerin
bir bölümüne kendisi de katılabiliyor olsa da, bütün yönleriyle
başkalarına bağımlıdır. Ağır bedensel özürü olmayan kişiler, evde
yemek masasını kurma gibi günlük işlere yardımcı olabilirler. Yüksek
düzeyde süregiden bir destekle, nesnelerle yalın birtakım eylemleri
gerçekleştirerek işyerinde katılımda bulunabilirler. Eğlenme-
dinlenme etkinlikleri, sözgelimi, müzik dinleme, film izleme,
yürüyüşe çıkma ya da su etkinliklerine katılmayı kapsayabilir, ancak
bunların hepsi başkalarının desteğiyle yapılır.Eşzamanlı devinsel ve
duygusal bozukluklar,evle,eğlenme-dinlenmeyle ve işle ilgili
etkinliklere katılım için sıklıkla engel oluşturur
(izleme{seyretme}dışında).Önemsenecek bir azınlığında uyumsuz
davranışlar görülür.
Genel Gelişimsel Gecikme – 315.8 (F88)
• Kişi, anlıksal işlevselliğin birçok alanında, beklenen gelişimsel dönüm aşamalarına
gelemeyince ve çocuğun yaşının küçük olması ya da diğer nedenlerle anlıksal
işlevsellik değerlendirmesi yapılamayınca bu tanı konur. Belirli bir süre geçtikten
sonra yeniden bir değerlendirme yapmak gerekir.
Tanımlanmamış Anlıksal Yetiyitimi (Anlıksal Gelişimsel Bozukluk) 319 (F79)
• Bu tanı, beş yaşının üzerindeki kişiler için, anlıksal yetiyitiminin (anlıksal gelişim
bozukluğun)derecesi, eşlik eden körlük ya da dil öncesi sağırlık gibi duyusal ya da
bedensel bozukluklar, lokomotor yetiyitimi ya da ağır sorunlu davranışların olması
ya da eşzamanlı ruhsal bir hastalığın gibi nedenlerle, yerel olarak var olan
değerlendirme gereçlerini kullanmak güç ya da olanaksız olduğu zaman
kullanılmak üzere tutulan bir tanıdır. Bu tanı ancak çok özel durumlarda
kullanılmalı ve belirli bir süre geçtikten sonra yeniden bir değerlendirme
yapılmalıdır.
• Nörogelişimsel bozuklukların tanısı konarken ilgili bozukluğu tanı kriterleri detaylı
şekilde sorgulanır, bakım veren aile bireyleri, yakın çevre ve öğretmenlerden bilgi
toplanır, nörolojik ve fiziksel muayene yapılır. Yine hedefteki bozukluğa uygun
şekilde psikometrik testler uygulanabilir, laboratuvar değerlendirmeleri, beyin
görüntüleme çalışmaları yapılabilir.
• Nörogelişimsel bozuklukların teşhisinin doğru konmasında, eşlik eden diğer
tıbbi durumları da atlamamak adına gereğinde birkaç bölümün iş birliği içinde
değerlendirmesi yapması, klinik muayenenin yanında diğer tanı araçlarının da
eksiksiz olarak kullanılması son derece önemlidir.
• Nörogelişimsel bozuklukların tedavisinde yine bozukluğun şekli ve ağırlığı göz
önünde bulundurularak düzenlenir. Temel olarak farmakolojik ve farmakolojik
olmayan tedaviler olarak iki büyük grupta değerlendirilir. Farmakolojik tedaviler
bozukluğun belirtilerine ve nedenine yönelik medikal uygulamalardan
oluşmaktadır.
• Farmakolojik olmayan uygulamalar içerisinde davranışsal terapiler, psikososyal
destek, nöropsikolojik rehabilitasyon sayılabilir. Tedavide amaç bireyin ihtiyaçları
doğrultusunda uygun bir biyopsikososyal düzenleme yapabilmektir.
• Nörogelişimsel bozukluklar için mutlaka multidisipliner bir yaklaşım ile tedaviyi
gerçekleştirmek gerekmektedir.
İletişim Bozuklukları
Özgül Dil Bozukluğu
A. Aşağıdakilerle belirli, dili kavrama ya da kullanma yetersizliklerine bağlı, değişik
biçimleriyle(konuşma dili, yazı dili, işaret dili, ya da diğer) dili öğrenme ve kullanmayla
ilgili süre giden güçlükler:
1.Sözcük dağarcığının azlığı (sözcük bilgisi ve kullanımı bağlamında).
2.Cümle yapılarının sınırlığı(sözcükleri ve sözcük eklerini, dilbilgisi kurallarına göre cümle
oluşturmak üzere yan yana getirme yeterliği bağlamında).
3.Söylem bozuklukları (bir konuyu ya da bir dizi olayı anlatırken ya da konuşma sırasında
sözcük dağarcığını kullanma ve cümleleri bir birine bağlama yeterliği bağlamında).
B. Dil yeterlikleri, yaşına göre beklenenden önemli ölçüde ve nicel olarak daha düşüktür
ve etkin iletişimde, toplumsal katılımda, okul ya da iş başarısında, tek tek ya da bir arada,
işlevsel kısıtlılığa neden olur.
C. Belirtiler erken gelişim evresinde başlamıştır.
D. Bu güçlükler, duyma bozukluğuna ya da başka bir duyusal bozukluğa, devinsel (motor)işlev
bozukluğuna ya da başka bir genel sağlık durumuna ya da nörolojiyi ilgilendiren bir duruma
bağlanamaz ya da anlıksal yeti yitimi (anlıksal gelişim bozukluk)ya da genel gelişimsel ile daha
iyi açıklanamaz.

• Erkeklerde kızlardan daha sıktır. Bu bozukluğun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte
genetik geçiş gösterdiği düşünülmektedir. Araştırmacılar, bu bozukluğa sahip olan
çocukların %50-70 kadarında aile üyelerinden en az birinde benzer konuşma
problemlerinin görüldüğünü ortaya koymuştur.

• Bu bozuklukta kullanılan sözcük sayısı çok sınırlıdır, dilbilgisi yönünden zaman seçiminde
hatalar yapılır, sözcükleri anımsamakta ya da gelişimine göre uygun uzunlukta ve
karmaşıklıkta cümle kurmada güçlük çekme gibi bulgular görülür.

• Çocuklarda sözel anlatım bozukluğu semptomlarına ek olarak sözcükleri, cümleleri ya da


bazı kavramları anlamada güçlükler vardır. Seslerin ayırt edilmesi, hızlı ses değişikliklerini
fark etme, seslerin ve sembollerin birleştirilmesi ve seslerin sıralamasını hatırlama gibi
işitme becerilerinde de yetersizler söz konusu olabilmektedir. Çocukluk çağında %3-5
oranında görülmektedir
• Özgül dil bozukluğu olan çocuklar, yaşları ve gelişim düzeylerinden beklenen beceri
düzeyinde kelimeler ve cümleler ile düşüncelerini ifade etmekte güçlük yaşarlar. Bu
çocuklar kısıtlı sözcük dağarcığı ile konuşmaya çabalarlar, grameri bozuk ve kısa cümleler
kurarlar.

• Sıklıkla durumlarını anlatmak için yaptıkları konuşmalar bütünlükten yoksun ve


karmaşıktır. Başkalarının konuşmalarını anlamaları ise, yaşlarına uygundur.

• Öte yandan, ağır derecede dil-konuşma yetersizliği gösteren çocuklarda ifade edici dildeki
yetersizlikler yanında, bazı sözcükleri ve cümleleri anlamakta da güçlük vardır. Bu
çocuklar, ne söylendiğini anlıyor gibi gözükürler; ancak çoğu zaman konunun ana
temasını anlayamaz ya da sorulan soruya uygun olmayan cevaplar verirler. Tek tek
kelimelerde konuşmaları anlaşılır olsa da kelimeleri bir araya getirerek cümle kurmakta
başarısız olurlar.

• Konuşmalarında en sık gözlenen bir diğer problem de kelime bulma güçlükleridir. Daha
önceden üzerinde konuşulmuş olan bir objeyi yeniden gösterdiğinizde “unuttum ya da
bilmiyorum” diyebilirler.

• Kurdukları cümlelerin uzunlukları 3-4 kelimeyi geçmeyebilir. Cümle dizilişi hatalı ya da


eksik olabilir. Örneğin; “amca geldi ev” gibi gramer yapısındaki yetersizlikler çocukların
konuşmalarının daha “bebeksi” ya da “yaşından” geri algılanmasına neden olur.
• Konuşmalarının en tipik özelliği çekim ve yapım eklerinin kullanılmayışlarıdır Örneğin;
çocuğa, resimdeki köpeğin kulağını gösterip “bu köpeğin neresi?” diye sorulduğunda,
“köpeğin kulağı” ya da “kulağı” demek yerine sadece “kulak” ya da “köpek” diyebilir.
• Zaman kavramını anlamakta ve zaman bildiren kelimeleri kullanmakta zorlanabilirler.
Örneğin; “Arda’nın ablası gelmiş” cümlesinin yerine “Arda, abla geldi”; “Dün Ahmetlere
gittik” cümlesinin yerine “Bugün Ahmet gitti” diyebilirler.
• Yer-yön bildiren ekleri kullanmakta zorlanabilirler. Örneğin; “Kaşıklar çekmecenin
içinde” cümlesini “Kaşık çekmece” şeklinde ifade edebilirler.
• Benim, senin ve onların gibi aitlik bildiren kelimelerde karışıklık yaşayabilirler.
Babasının saatini göstererek “Bu kimin saati?” diye sorulduğunda “babamın” demek
yerine “baba” ya da “baba saat” diyebilirler.
• Özgül dil bozukluğu olan çocuklar konuşmak ve dinlemek için daha fazla
zamana ihtiyaç duyarlar. Dilin gramatik yapısını kazanamadıkları için kurdukları
cümleler kimi zaman yanlış anlaşılabilir. Bu durum yaşıtlarıyla iletişimlerini
güçleştirmektedir; çünkü çocuklar yetişkinler kadar sabırlı ve anlayışlı
değildirler. Kendilerini ifade edemedikleri için zaman zaman arkadaşlarına karşı
hırçın tavırlar sergileyebilir ya da onlarla oynamaktan kaçınabilirler. Genellikle
kendilerini dinleyen yetişkin ya da daha büyük yaştaki çocuklarla oynamayı
tercih edebilirler.
• Tüm bunlar bu çocukların akranlarıyla daha çok problem yaşamasına, duygu
düzenleme güçlüğüne ve sosyal sorunlarının daha fazla olmasına ve yaşam
kalitelerinin bozulmasına yol açabilmektedir.
• Ayrıca bu çocuklar yaşadıkları sosyal sorunlar nedeniyle daha fazla
depresiftirler ve bu problemler ergenlikte de devam etmektedir.
• Dil bozukluklarının tanısı, ayrıntılı öykü ve muayene sonucunda konulsa da konuşma
bozukluğuna neden olabilecek hastalıkların dışlanabilmesi için kulak-burun-boğaz,
çocuk nörolojisi ve genetik uzmanlarından da görüş almak gerekebilir.

• Çocukların gelişim öyküsünü sorgularken dil ediniminin dönüm noktalarının


değerlendirilmesi, tanıda büyük önem taşımaktadır. 12-15. aylara kadar babıldaması
olmayan, 18. aya kadar basit yönergeleri anlamayan, 24. aya kadar konuşmamış, 3
yaşına kadar cümle kuramamış, 4-5 yaşlarında basit öykü anlatmakta zorlana
çocuklarda ayrıntılı değerlendirilme yapılması gereklidir. Eğer gelişimin bütün
alanlarında gecikmeler söz konusu ise zihinsel yetersizlik yönünden araştırılma
yapılmalıdır.

• Konuşma gecikmesi olan çocuklarda ayrıcı tanı için gelişim testleri ve bilişsel testler
uygulanmalıdır. Bu amaçla Ankara Gelişim Tarama Envanteri, Denver Gelişimsel
Tarama Testi ve Goodenough-Harris İnsan Resmi Çizme Testi uygulanmaktadır. Bu
testlerle sosyal beceri, dil-konuşma, ince motor, kaba motor gibi gelişimin çeşitli
alanları hakkında bilgi edinilmeye çalışılır.
• Konuşma gecikmesi olan bütün çocuklara işitmenin değerlendirilmesi için odyometri
yaptırılmalıdır.
• Dil bozukluğu tedavisinin zamanlaması konusunda net bir uzlaşı yoktur. Bazı uzmanlar,
konuşma gecikmesi olan küçük çocuklarda erken dönemde bekle ve gör tutumunu
savunmaktadır; çünkü çoğunluğu okul öncesi yaşlarda normal dil gelişim düzeyine
ulaşırlar. Müdahalenin sadece inatçı özgül dil bozukluğu olan 4-5 yaşındaki çocuklara
yapılması gerektiğini vurgularlar.
• Diğer uzmanlar ise, erken müdahalenin sonraki dönemde ortaya çıkabilecek dil,
akademik ve davranışsal güçlükleri önlemek ya da azaltmaya yarayacağını
savunmaktadırlar.
• Çocuklarda dil gelişiminin herhangi bir tedavi girişimi olmasa da 4-5 yaş civarında
önemli ilerleme gösterebildiği bilinse de tedavide genel temel yaklaşım dil-konuşma
terapileridir.
• Terapiler planlanırken, genel yaklaşımlar yerine problemin ayrıntılı analizi sonucu çocuk
ve ailesinin ihtiyacı belirlenerek bireyselleştirilmiş yöntemler uygulanması
amaçlanmaktadır.
Konuşma Sesi Bozukluğu- Sesletim (artikülasyon) Bozukluğu

• Konuşmanın anlaşılabilirliğini bozan ya da iletilerin sözel olarak aktarılmasına engelleyen,


konuşma sesi çıkarmada süre giden bir güçlük.
• Bu bozukluk, etkin iletişimde kısıtlılıklara neden olarak toplumsal katılımı, okul ya da iş
başarısını, tek tek ya da bir arada, engeller.
• Belirtiler erken gelişim evresinde başlamıştır.
• Bu güçlükler, serebral palsi, yarık damak, sağırlık ya da duyma yitimi gibi doğuştan gelen ya
da edinsel durumlara, çarpmayla beyin yaralanmasına ya da başka genel bir sağlık
durumuna ya da nörolojiyi ilgilendiren bir duruma bağlanamaz.
• Çocukların yaşına ve lehçesine uygun, gelişimsel olarak çıkartmaları beklenen konuşma
seslerini çıkartamamaları (ör. R sesinin çıkartılamaması), bir ses yerine başka bir sesi
söylemeleri (ör. K yerine t sesinin söylenmesi), sondaki sessiz harfin söylenememesi gibi
durumlar fonolojik bozukluk olarak adlandırılır.
• Konuşma sesi bozukluğunda sıklıkla gelişimsel olarak geç kazanılan r, ş, t, ç, j, f, v, s, z
fonemleri etkilenir. Bu bozukluk aynı zamanda heceler ve sözcükler içindeki seslerin
sıralanma ve seçilme hatalarını da içerebilir.
• Sessiz harflerin söylenememesi gibi bazı atlamalar (örn. çatal yerine çat, Ahmet
yerine Amet) yapılabilir. Sesler unutulabilir diğer seslerle yer değiştirebilir (örn.
kaç yerine çak, kitap yerine kipat) ya da bozulur.
• Sesletim bozukluğunun yaygınlığı, okul öncesi dönem için yaklaşık %3, 6-7 yaş
çocuklarda %2, 17 yaş ergenlerde ise %0,5 olduğu bildirilmektedir.

• Sesletim bozukluğu erkeklerde kızlara oranla daha sık görülmektedir. Cinsiyet


oranları 4/1 ile 1.5/1 arasında değişmektedir.

• Tanı, ileri derecede bozukluğu olanlarda iki yaş kadar erken dönemde konulabilse
de genelde dört yaşından sonra konulur.

• Hafif ve orta ağırlıktaki vakaların büyük bir kısmında (%75) sesletimi müdahaleli
veya müdahalesiz olarak 6 yaşına kadar normale dönerken, düzelmemiş
vakalarda 8 yaş sonrasında iyileşme nadirdir.
Çocuklukta Başlayan Akıcılık Bozukluğu(Kekeleme)
A. Kişinin, yaşı ve dil becerileri açısından uygun olmayan, zamanla geçmeyen ve aşağıdakilerden birinin (ya
da daha çoğunun) sık sık ve belirgin biçimde ortaya çıkması ile belirli, konuşmanın olağan akıcılığında ve
zamanlama örüntüsünde bozukluklar:
1. Ses ya da seslem (hece)yinelemeleri.
2. Ünsüz ve ünlü ses uzatmaları.
3. Kırık sözcükler (örn. sözcüğün içinde ara verme).
4. Sesli ya da sessiz duraklama (konuşma sırasında doldurulan ya da doldurulmayan ara vermeler).
5. Dolambaçlı konuşma (sorunlu sözcükleri kullanmamak için yerine başka sözcük kullanma).
6. Sözcükler büyük bir gerginlikle çıkartılır.
7. Tek seslemli (heceli)tam sözcük yinelemeleri (örg.”Ben-ben-ben-ben onu görüyorum’’).
B. Bu bozukluk, konuşmayla ilgili kaygıya neden olur ya da etkin iletişimde, toplumsal kalıtım da, okul ya da iş
başarısında, tek tek ya da arada, kısıtlılıklara neden olur.
C. Belirtiler erken gelişim evresinde başlamıştır.(Not: Daha sonra başlayan olgulara 307.0 [F98.5] erişkinlikte
başlayan akıcılık bozukluğu tanısı konur.)
D. Bu bozukluk, konuşmayla ilgili-devinsel ya da duyusal eksikliği, nörolojiyle ilgili bir duruma (örn. İnme, tümör,
yaralanma)eşlik eden akıcılıkta bozulmaya ya da başka bir sağlık durumuna bağlanamaz ve başka bir ruhsal
bozuklukla daha iyi açıklanamaz.
• Kekemeliğin nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Etiyolojide çocuğun konuşma
akıcılığını bozmaya yatkın kılabilecek genetik, nörofizyolojik ve psikolojik etkenler
söz konusudur. Yaşam boyu görülme oranı %5, süregenleşme oranı %0.5-1
arasındadır
• Aile ve ikiz çalışmalarından sağlanan bulgular kekemeliğin ailesel yatkınlık
gösterdiği ve genetik faktörlerden etkilendiğini savunmaktadır.
• Birinci derece akrabalar arasında kekemeliğin ortaya çıkma riski genel topluma
göre 2-3 kat daha fazladır. Kekemeliği olan bireylerin kız çocuklarının %10'unda,
erkek çocuklarının ise %20'sinde kekemeliğin görüldüğü bildirilmektedir.
• İkiz çalışmalarında monozigot ikizlerde konkordansın yüksek olduğu
görülmüştür. Monozigotlarda konkordans %77 iken dizigotlarda %32 olarak
bulunmuştur. Kekemelikte genetik ile çevrenin etkileşimi oldukça belirgindir.
• Çocuklukta konuşma ve dil gelişiminin en hızlı olduğu dönemde başlayan ve
edinsel veya beyin zedelenmesine bağlı olmayan konuşmadaki akıcılık
sorunları, gelişimsel kekemelik (idiopatik) olarak adlandırılır. Bu durum
ergenlikten önce başlar ve genellikle 2-5 yaşları arasında gözlenir.
• Gelişimsel tipe göre nadir olan, edinsel tipte ise önceden akıcı konuşan
bireylerde nörolojik ya da ruhsal nedenlere bağlı olarak kekeleme başlar. İnme,
kafa travması, diyaliz uygulaması gibi durumlar kekemeliğe yol açabilen beyin
hasarları oluşturabilmektedir. Duygusal travmalardan sonra da aniden
kekeleme başlayabilmektedir.
• Yapılan bilimsel çalışmalarda kekemelik başlangıç öncesi %40-70 oranlarında
psikososyal stres varlığı saptanmıştır. Türkçemizdeki ‘korkudan dilini yuttu’
deyimi bu durumu oldukça iyi anlatmaktadır. Küçük yaşlarda başlayan
kekemelikte tedavi süresi kısa ve sonlanım çoğunlukla yüz güldürücü olduğu,
yaklaşık 4/5’inin ergenlik döneminde kendiliğinden iyileştiği bildirilmiştir.
• 16 yaşına kadar %75-80’i iyileşir. Bu iyileşmenin %75’i 4 yaşına kadar, geriye
kalanların %50’si 6 yaşına kadar, geriye kalanların %25’i ise 10 yaşına kadar
iyileşir. İyileşme oranı kızlarda erkeklere göre daha sıktır. Ergenlikten sonra (21-
22 yaşından sonra) tam iyileşme nadirdir.
• Okul döneminde bu çocuklarda başta okuma bozukluğu olmak üzere diğer
öğrenme güçlükleri (yazılı anlatım bozukluğu, matematik bozukluğu) sıklıkla
görülür. Bunların yanı sıra anksiyete bozuklukları, davranış bozuklukları,
duygudurum bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, karşı gelme
karşıt olma bozukluğu, düşük benlik saygısı, zayıf arkadaş ilişkileri görülebilir.
• Kekemeliğe müdahale değişik yaş dönemleri için farklı yaklaşımlar şeklinde olur. Okul
öncesi dönemde iyileşmenin büyük oranda gerçekleşmesi ve çocuğun konuşması
üzerine odaklanması kaygısı nedeniyle okul öncesi çocuklara yönelik doğrudan
terapötik müdahale yapılıp yapılmaması konusunda uzmanlar ikiye bölünmüşlerdir.
Çoğu uzman tarafından tercih edilen dolaylı müdahale yöntemleri tercih edilebilir.
• Bu çerçevede aile danışmanlığı ve çevrenin uygun hale getirilmesini içeren
yaklaşımlar sunulur. Bu yaklaşım, anne-babanın rahat ve telaşsız konuşma
ortamlarını sağlayıcı ve ev ortamında iletişim güçlüklerini azaltıcı teknikleri içerir. Bu
bağlamda ailelere, çocuğun konuşma akıcılığı bozulduğunda üzerinde durmamaları
söylense de ailelerin çoğu bu durumu göz ardı edememekte ve çocuğun
konuşmasına gerek sözel gerekse duygusal tepkileri ile müdahale etmektedirler.
• Çocuğa konuşması konusunda baskı yapılmaması, kelime ya da cümlelerinin
düzeltilmemesi ve tamamlanmaması, kendini rahatça ifade etmesine olanak
tanınması, konuşurken sabırla dinlenmesi ve çocuğun dikkatinin konuşması üzerine
çekilmemesi gibi öneriler verilmektedir.
• Alay etme, utandırma, zorlama gibi tutumlardan kaçınılması gerektiği üzerinde
durulur. Ailenin aşırı titiz, düzenli, denetimci ve kuralcı tutumlarının gevşetilmesi
önerilir.
• İkinci yaklaşım ise, çocukların ebeveynlerine davranışsal teknikleri uygulamaları ve
çocuğun gündelik konuşma ortamında kekemelikten bağımsız sözel iletişime
yönlendirmeleri öğretilir. Dolaylı yaklaşımların yetersiz kaldığı durumlarda ve daha
büyük yaştaki çocuklara konuşma terapisi uygulanır. Kekemeliğin özgün bir ilaç
tedavisi yoktur. Kaçınma davranışlarının ve kaygının yoğun olduğu durumlarda
serotonin geri alım inhibitörlerinden yararlananların olabildiği bildirilmektedir.

• Kekemelik başlangıçta şiddet açısından değişkenlik gösterebilir; bu nedenle gelişimin


seyri sabit değildir. Başlangıç döneminde günler ve haftalar içinde az derecede ya da
hiç konuşma güçlüğü olmadan geçer.

• Müdahaleli veya müdahalesiz gelişimsel kekemeliği olan çocukların %90’ı tamamen


iyileşirken; geç başlangıç yaşı, kekemeliğin süresi, ailede kalıcı kekemelik öyküsü,
fonolojik bozukluk varlığı, konuşma gecikmesi, dil ve iletişim becerilerinde gerilik,
erkek cinsiyet gelişimsel kekemeliğin kalıcılığı için risk faktörleridir.
Toplumsal İletişim Bozukluğu
A. Aşağıdakilerin tümü ile kendini gösteren, sözel ve sözel olmayan iletişimin toplumsal kullanımında
süregiden güçlükler:
1. Toplumsal bağlamla uyumsuz olacak biçimde, selamlama ve bilgi paylaşımı gibi toplumsal amaçlı
iletişimde eksiklikler.
2. Sınıfta, sokakta (oyun alanında )olduğundan daha değişik konuşma, çocuğa karşı, bir büyüğe karşı
olduğundan daha değişik konuşma ve biçimsel dil kullanmaktan kaçınma gibi, içinde bulunulan durumla ya
da dinleyen kişinin gereksinimleriyle eşleşecek biçimde iletişim biçimini değiştirme yeterliğinde bozukluk.
3. Sırayla konuşma, yanlış anlaşıldığında yeniden söyleme ve etkileşimi düzenlemek için sözel ve sözel
olmayan simgeleri nasıl kullanacağını bilme gibi konuşmanın ve anlatmanın kurallarına uymakta güçlükler.
4. Açıkça söylenmeyeni(örn. çıkarımda bulunma)ve dilin dolaylı ya da değişmeceli (mecazi)anlatımlarını (örn.
Deyimler, gülmece, eğretileme, değişik anlama gelme) anlamakta güçlükler.
B. Bu eksiklikle, etkin iletişimde, toplumsal katılımda, toplumsal ilişkilerde okul ya da iş başarısında, tek tek ya
da bir arada, işlevsel kısıtlılığa neden olur.
C. Belirtiler erken gelişim evresinde başlamıştır(ancak toplumsal iletişim gereği sınırlı yeterliğin üzerine
çıkana dek bu eksiklikler kendini tam göstermeyebilir).
D. Bu belirtiler, başka bir sağlık durumuna ya da nörolojiyi ilgilendiren bir duruma ya da sözcük yapısı ve
dilbilgisi alanlarında gösterilen düşük becerilere bağlanamaz ve otizm açılımı kapsamında bozukluk, anlıksal
yetiyitimi (anlıksal gelişimsel bozukluk), genel gelişimsel gecikme ya da başka bir ruhsal bozuklukla daha iyi
açıklanamaz.
• Sosyal İletişim Bozukluğu, 2013 yılında Amerika Psikiyatri Birliği tarafından tanımlanarak
hayatımıza girmiştir. Yeni bir tanımlamaya ihtiyaç duyulmasının en önemli sebebi; otizm
teşhisi alan bazı çocukların oldukça zayıf iletişim yetenekleri olmasına rağmen, otizmin
başlıca diğer belirtilerini (örneğin; kısıtlı ilgi alanı sahipliği ya da tekrarlayıcı davranış
rutinleri) göstermemeleridir.
• Bu bozuklukta birincil zorluk dilin sosyal kullanımındaki güçlüktür. Dilin sosyal ortama ve
bağlama göre değişiklik gösterdiğini bilemezler.

• Bu bozuklukta bireyler; toplumsal amaçlı dil kullanımında, sosyal iletişimi başlatmak ve


sürdürmekte, sosyal karşılılıkta, konuşmada sıra almada, konuyu takip etmede, uygun
karşılık vermede sorun yaşarlar.
• Konuşan kişinin niyetini, sosyal ipuçlarını, şaka, deyim, metafor, mecazi anlatımı anlamada
zorlanırlar. Sohbet sırasında karşıdakinin sıkıldığını anlamayabilir, konuyu saptırabilirler.
Ayrıca konuşma sesini ayarlayamayabilirler. Vücut dili, jest, mimik, göz kontağı gibi sözel
olmayan iletişimde de problem görülür.
• Beş yaşına kadar çocuğun belirli ölçülerde dil ve konuşma becerilerini
kazanması gerektiği düşünüldüğünden, bu teşhisin konulabilmesi için
genellikle 5 yaşına kadar beklenmektedir. Ancak belirtilerin daha erken
yaşlarda ortaya çıktığı unutulmamalıdır.
• Sosyal (pragmatik) iletişim bozukluğu olan kişilerin, karşısındaki kişinin
ihtiyaçlarına veya ortama uygun bir şekilde iletişimi değiştirme becerileri
zayıftır. Kendilerini ifade etmede güçlük çekerler. Sosyal tepkileri ortama uygun
olmayabilir. Örneğin, sınıf ortamı veya oyun alanındaki iletişim farklı olmalıdır.
Benzer şekilde bir çocukla kurulan iletişim erişkin ile kurulandan farklı
olmalıdır. Bu gibi alanlarda esnek bir şekilde iletişimin niteliğini değiştirmede
başarılı olamazlar.
• Dilin sosyal kullanımını, ses tonu, vurgular, ses perdesi, sesin tınısı, o kültürdeki
kelimelerin çeşitli anlamlarını bilme, mimik ve jestlerin kullanımı ve vücut dili gibi birçok
etken etkiler.

• Dilin pragmatik işlevleri, dilin sosyal kullanımını içerir. Vurgusu ve ses tonuna göre “Ne
kadar fakirsin!” ifadesi gerçek bir fakirliği de ya da çok zengin olmayı da kastedebilir. “Ne
yapıyorsun!” ifadesi yerine göre, kızmayı veya sorgulamayı veya hal hatır sormayı ifade
edebilir.

• Açıkça ifade edilmeyen kavramları veya durumları anlamakta güçlükleri olur. İmalardan
çıkarımlar yapamazlar. Dilin mecazi taraflarını (ör. deyimleri, atasözlerini, şakaları, argo
sözcükleri, ironileri, metaforları veya duruma göre birden fazla anlama gelebilecek
kavramları) çözmede ve kullanmada başarısızdırlar.

• Formal bir dil kullanmaktan kaçındıkları gözlenir. Bir sohbeti gerçekleştirirken veya bir
olayı anlatırken, konuşmanın kurallarına uymada güçlükler gözlenir. Örneğin, bir
konuşma sırasında; sırasını bekleme veya söz vermede, karşı tarafın yanlış anladığı
kısımları başka yollar ile yeniden anlatıp düzeltmede, etkileşimi düzenleyen sözel veya
sözel olmayan mesajları kullanmada yetersizlikler gözlenir.
• Tanımlanmamış İletişim Bozuklukları
• Klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli
diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olan, iletişim bozukluğunun belirti
özelliklerinin baskın olduğu; ancak bunların iletişim bozukluğunun ve nörogelişimsel
bozukluklar tanı kümesindeki herhangi birinin tanısı için tanı ölçütlerini tam
karşılamadığı durumlarda bu kategori kullanılır.
• Tanımlanmamış iletişim bozukluğu kategorisi, iletişim bozukluğu ya da özgül bir
nörogelişimsel bozukluk için tanı ölçütlerini karşılamamanın özel nedeni
klinisyenlerce belirlenmek istenmediğinde ve daha özgül bir tanı koymak için yeterli
bilgi olmadığı durumlarda kullanılır.
OTİZM AÇILIMI KAPSAMINDA BOZUKLUK
• Otizm spektrum bozukluğu, doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan
karmaşık bir nöro-gelişimsel farklılıktır. Otizmin, beynin yapısını ya da işleyişini
etkileyen bazı sinir sistemi sorunlarından kaynaklandığı düşünülmektedir.
• Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayımladığı kılavuza (DSM-V’e) göre Otizm, “Otizm
Açılımı Kapsamında Bozukluk” olarak adlandırılıp, iki alandaki yetersizlikle kendini
göstermektedir (APA, 2013).

Otizm terimi klinik bir tablo olarak ilk kez 1943 yılında bir çocuk psikiyatristi olan Leo
Kanner tarafından tanımlanan 11 olguyla gündeme getirilmiştir. Kanner (1943), bu
çocuklarda insanlarla ilişki kurma güçlüğü, insanlardan ziyade nesnelere yönelme, ekolali
(başkası tarafından söylenileni tekrar etme), zamirlerin yanlış kullanılması (kendinden
“ben” diye bahsetmek yerine “o” olarak bahsetmek gibi), tekrarlayıcı ve amaçsız
davranışlar, rutine bağımlılık ve değişime direnç gibi belirtilerden söz ederek bu
durumu çocukluk çağı otizmi olarak adlandırmıştır.
• Otizm olarak tanımlanan bu klinik görünümün ayrı bir bozukluk olarak
kullanılmaya başlanması otizmin 1980 yılında psikiyatri tanı sistemlerine
girmesiyle olmuştur. Sonraki yıllarda bozuklukla ilgili yeni bilgiler ve
araştırmalar ışığında gerek adlandırma, gerek klinik özellikler ve alt
gruplarla ilgili düzenlemelere gidilmiş ve en son 2013 yılında Amerikan
Psikiyatri Derneği (APA) tarafından yayımlanan Hastalıkların Tanımlanması
ve Sınıflandırılması El Kitabında(DSM-5)bu klinik tablodan “otizm spektrum
bozukluğu” olarak bahsedilmiştir.
• DSM-5 Tanı Ölçütleri:
A.Toplumsal İletişim Ve Etkileşim
• Olağandışı toplumsal yaklaşım ve karşılıklı konuşamama,
• İlgilerini, duygularını paylaşamama,
• Toplumsal etkileşimi başlatamama ya da toplumsal etkileşime girememe,
• Toplumsal-duygusal karşılıklılık eksikliği,
• Sözel ve sözel olmayan bütünsel iletişim yetersizliği,
• Göz iletişimi ve beden dilinde olağan dışılıklar ya da el – kol hareketlerini anlama ve kullanma eksikliği
• Yüz ifadesinin ve sözel olmayan iletişimin hiç olmaması,
• Toplumsal etkileşim için kullanılan sözel olmayan iletişim davranışlarında eksiklikler,
• Değişik toplumsal ortamlara göre davranışlarını ayarlama güçlükleri,
• Hayali oyunu paylaşma ya da arkadaş edinme güçlükleri,
• Akranlarına ilgi göstermeme,
• Akranlarıyla etkileşim kurma, etkileşimlerini sürdürme ve ilişkilerini anlama eksiklikleri
B.Kısıtlı, Yineleyici Davranışlar
• Basmakalıp ya da yineleyici motor eylemler (öne-arkaya sallanma, parmak ucunda yürüme, kanat
çırpma tarzı el-kol hareketleri, kendi etrafında dönme gibi tekrarlayıcı hareketler; Stereotipik hareketler
sıklıkla çocukların sevinç, heyecan gibi yoğun duygulanımlar yaşadığı zamanlarda, ya da sosyal
etkileşimden uzak oldukları ve kendi başlarına oldukları zamanlarda; Bu hareketler normal gelişim
gösteren çocuklarda da görülebilmekle birlikte normal gelişimli çocuklarda tekrarlayıcı hareketler 3-4 yaş
civarında kaybolurken otizmli çocuklarda ilerleyen yaşlarda da devam etme eğilimi gösterir)
• Yineleyici ve basmakalıp nesne kullanımı ve konuşma (oyuncakları, nesneleri sıraya dizme,
ekolali / yankılama, kendine özgü deyişler vb.),
• Aynılık konusunda direnme,
• Değişikliklere karşı esneklik göstermeme,
• Törensel / ritüel sözel ve sözel olmayan davranışlar (örn. küçük değişiklikler karşısında aşırı
sıkıntı duyma, geçişlerde güçlükler yaşama, törensel selamlama davranışları, hep aynı yoldan
gitme isteği ve aynı yemeği yemek isteme vb.),
• Yoğunluğu ve odağı olağandışı olan, ileri derecede kısıtlı, değişiklik göstermeyen ilgi
alanları (Alışılmadık nesnelere aşırı bağlanma ya da bunlarla uğraşıp durma, ileri
derecede sınırlı ya da saplantılı ilgi alanları vb.) (günün önemli bir bölümünde bu nesne
ya da aktivitelerle uğraşma (gazoz kapakları, dinazorlar, gezegenler, ülkelerin
bayrakları, başkentler, araba markaları gibi sıra dışı konularla ilgilenme), gün boyu bu
uğraşlarla vakit harcama, bu uğraşları engellendiğinde yoğun sinirlilik ve kaygı duyma
gibi belirtiler OSB’li bireylerin önemli bir kısmında görülür)
• Bu kısıtlı ilgi alan(lar)ı bireyin günlük yaşamının önemli parçalarından biri haline gelir;
insanlarla olan konuşma ve sohbetini, bu ilgi alanları etrafında şekillendirmek ister.
Sosyal ipuçlarını anlamadaki zorluklarından ötürü, karşısındaki insanların bu ilgi
alanlarından sıkıldığını anlayamaz, konuyu değiştirme çabalarına direnç gösterirler. Bu
durum sosyal ilişki ve etkileşimlerini olumsuz etkiler, sınıf ortamında yalnız kalma ya da
dışlanmayla karşı karşıya kalabilirler.
• Duyusal girdilere karşı çok yüksek ya da düşük düzeyde tepki gösterme veya çevrenin
duyusal yanlarına olağandışı bir ilgi gösterme (Ağrı / ısıya karşı aldırmazlık, özgül
birtakım seslere ya da dokulara karşı tepki gösterme, nesnelere aşırı dokunma ve
koklama vb.)
• OSB’li bireyler koku, tat, ses, ışık ve dokunsal uyaranlara azalmış ya da artmış tepkiler
gösterebilir. Yemeklerin renk, tat, koku, kıvam gibi özelliklerine aşırı hassas olabilir, ışıklı
cisimlere karşı aşırı bir ilgi duyabilir; gürültülü denmeyecek derecedeki seslere karşı
yoğun tepkiler verebilir; kucağa alınma, sarılma, kıyafetlerin etiketleri, kumaşların
dokusu gibi dokunsal uyaranlardan rahatsızlık duyabilirler.

• Benzer şekilde duyusal uyaranlara karşı beklenildiğinden daha düşük bir tepki
verebilirler, ağrı, sıcak/soğuk gibi uyaranlara tepkisiz kalabilirler.

• Özellikle bazı otizmli bireyler için çevreden gelen duyusal uyaranlara aşırı hassasiyet,
günlük hayatta ciddi zorluklara sebep olabilir. Süpürge veya saç kurutma makinesinin
sesinden veya herhangi bir yemeğin kokusundan rahatsız olup agresiflik, huzursuzluk
veya öfke nöbetleri sergileyebilirler.
C. Belirtiler erken gelişim (0 – 3 yaş) döneminde başlamış olmalı,
D. Belirtiler, sosyal alanlarla ilgili ya da diğer önemli işlevsellik alanlarında klinik
açıdan belirgin bir bozulmaya neden olmalı
D. Bu sorunlar zihinsel yetersizlik veya genel gelişimsel gerilik ile daha iyi
açıklanmamalı.

• Otizm Spektrum Bozukluğunun Gelişim Dönemlerine Göre Belirtileri


• 6 – 24 Ay Arası Belirtiler
• 6 ayı geçtiği halde başkalarına gülümsemiyor,
• 12 ayı geçtiği halde sesler çıkarmıyor,
• 12 ayı geçtiği halde adına tepki vermiyor,
• 12 ayı geçtiği halde işaret parmağını kullanarak isteğini belirtmiyor,
• 12 ayı geçtiği halde bay bay, alkış yapma gibi becerileri taklit etmiyor,
• 12 ayı geçtiği halde ce – ee gibi sosyal oyunlara tepki vermiyor,
• 16 ayı geçtiği halde tek sözcük kullanmıyor,
• 18 ayı geçtiği halde basit yönergeleri yerine getirmiyor,
• 24 – 36 Ay Arası Belirtiler
• 2 yaşını geçtiği halde 2 sözcüklü anlamlı cümleler kuramıyor,
• Ebeveyn ya da kardeşi kendisiyle oynadığında karşılık vermiyor,
• Sosyal oyunlara katılmak istemiyor,
• Senaryolu oyunlar oynayamıyor,
• Beslenmede aşırı seçici davranıyor,
• Rutinlerine aşırı bağlılık gösteriyor,
• Oyuncaklarla amacına uygun oynamıyor,
• Kanat çırpma ya da parmak ucunda yürüme gibi tekrarlayan
davranışlar sergiliyorsa otizm spektrum bozukluğu durumunu
şüphelendirebilir.
• Kanner’ın 1943’te otizmi klinik bir tablo olarak tanımlamasından 1970’li yıllara kadar
geçen sürede otizmin toplumda seyrek görülen bir bozukluk olduğu kabul
edilmekteydi. 1980’li yıllara gelindiğinde ise otizmin sanıldığı kadar nadir görülen bir
bozukluk olmadığı anlaşılmaya başlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Hastalıkları
Kontrol ve Önleme Merkezi’nin 2006 yılı otizm raporuna göre otizmin yaygınlığı 1/150
iken aynı oran 2012 yılında 1/88, 2016 yılında ise 1/54 olarak bildirilmiştir.
• Otizmin sıklığındaki bu artışın sebebi tam olarak bilinmese de bu alanda yapılan
araştırmalar; tanı kriterlerinde yapılan değişimler, hastalık hakkında daha fazla bilgi
sahibi olma, sosyal değişimler ve çevresel risk faktörlerin etkisi (özelikle ebeveyn olma
yaşının önceki nesillere oranla artışı, çevre kirliliği, gebelikte sigara-alkol-madde
kullanımı vb.) gibi sebeplerin bu artışa yol açabileceğini düşündürmektedir.
• Otizm Spektrum Bozukluğu’nun sebepleri henüz kesin olarak bilinmemesine rağmen, sıklıkla
genetik nedenler ve çevresel nedenler üzerinde durulmaktadır. Ancak bu etmenlerin hangisinden
ne oranda etkilenilmiş olduğu halen belirlenememiştir. Son yıllarda yapılan araştırmalar çoğul
genetik faktörler ve gen –çevre etkileşimi üzerinde durmaktadır.
• Genetik Nedenler
• Otizm Spektrum Bozukluğu alanındaki risk faktörlerini ve genetik çalışmaları desteklemek için,
ikiz araştırmaları, genetik değişimler ve beyin yapısını araştıran bilimsel çalışmalar yürütülmüştür.
• İkiz Araştırmaları: Genetik nedenlerle ilgili bilgi sağlayan önemli göstergelerden biri ikizlerle
yürütülen çalışmaların bulgularıdır. Tek yumurta ikizlerinden her ikisinde de otizm spektrum
bozukluğuna rastlanma durumu, çift yumurta ikizlerinden çok daha fazladır. Tek yumurta
ikizlerinden birinde varsa diğerinde olma olasılığı %60 ila %90 arasındadır.
• Genetik Mutasyonlar: Otizm spektrum bozukluğu alanında yayımlanan (2012) bir dizi araştırma,
Otizm Spektrum Bozukluğu’nun yalnızca bir avuç yüksek etkili genle değil, yüzlerce minik genetik
mutasyonla da ilişkili olabileceğini göstermiştir. 300’den fazla gen bu durumla ilişkili
bulunmuştur.
• Otizm Spektrum Bozukluğu vakalarının dörtte birinin DNA’larında, diğer mutasyonlarla birlikte bu
minik mutasyonların da varlığı belirlenmiştir. Minik genetik mutasyonların çoğu “de novo” olup,
anne ya da babadan kalıtım yoluyla çocuğa geçmemekte; gebeliğin ilk dönemlerinde
oluşmaktadır. Bu araştırmalarda dikkat çeken unsur ileri baba yaşı ile Otizm Spektrum Bozukluğu
arasındaki ilişki olmuştur.
• Beyin yapısı: Otizm Spektrum Bozukluğu genetik unsurlarının merkezi sinir sisteminin ve bu
sistemin bir parçası olan beynin yapısında ve işleyişinde çeşitli anormalliklere neden olduğu
saptanmıştır. Örneğin Otizm Spektrum Bozukluğu olan küçük yaşlardaki çocukların bir kısmının
beyinlerinin normalden büyük olduğu belirlenmesi, daha büyük yaşlardaki çocuklarda böyle bir
farklılığa rastlanmamıştır.

• Başka bir çalışmada, Otizm Spektrum Bozukluğu olan bazı çocukların başlarının doğduklarında
olağan gelişen akranlarından daha küçük, bir yılın sonunda ise olağan gelişen akranlarından daha
büyük olduğu belirlenmiş, bu durum, bu çocuklarda beynin, yaşamın ilk yılı içinde birden bire çok
fazla büyüdüğü ve bu durumun beynin çalışmasında sorun yaratıyor olabileceği şeklinde
yorumlanmıştır .
• Çevresel Nedenler
• Otizm Spektrum Bozukluğu genetik formların dışında çevresel nedenler açısından da
değerlendirilmiş ve bir takım çalışmalarla çevresel bağlantılarda araştırılmıştır. Bunlar:
• Aşılar
• Beslenme
• Çevresel kirlilik
• Aşılar: Aşılar üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkan sonuç Otizm Spektrum Bozukluğu’ nun
aşılarla bir ilişkisi olmadığıdır. Aşılar ve Otizm Spektrum Bozukluğu’ nun arasındaki ilişki ile ilgili ilk çalışma
ABD’de 13 farklı üniversiteden 19 bilim adamının katıldığı araştırmadır. Otizm Spektrum Bozukluğu tanısı
almış 351 ve normal gelişim gösteren 31 çocuk yer almıştır. Araştırma bulguları Otizm Spektrum Bozukluğu’
na sahip çocuklarda otizm belirtileri ve gelişimsel gerilikler ile MMR (kızamık – kabakulak – kızamıkçık) aşısı
arasında hiçbir ilişki bulunamamıştır.
• Aşılarla ilgili tartışmalar bazı ülkelerde MMR aşısından vazgeçilmesine sebep olmuştur. Fakat Otizm
Spektrum Bozukluğu tanısı almış çocukların sayısında herhangi bir azalma söz konusu olmamıştır. Örneğin,
Japonya’nın Yokohama kentinde 1988 – 1996 yılları arasında Otizm Spektrum Bozukluğu tanısı alan
çocukların izlenmesiyle yürütülen bir araştırma, 1993 yılında MMR aşısının durdurulmasından sonra ile
Otizm Spektrum Bozukluğu tanısında hiçbir azalma olmadığı, aksine artış olduğu bulgusuyla sonuçlanmıştır.

• Glutenli gıdalar: Otizm Spektrum Bozukluğu olan çocuklarda mide ve barsak problemlerine sıklıkla
rastlanmakta, bu problemlerde faktör olarak buğday, yulaf benzeri tahıllar ve süt ve türevlerinde bulunan
kazein proteinleri sorumlu tutulmaktadır. Fakat son yıllarda yapılan araştırmalarda gluten ve kazein İle
Otizm Spektrum Bozukluğu arasında hiçbir ilişki bulunamamıştır..
• Ağır metaller: Araştırılan faktörlerden bir diğeri de ağır metallerin (çevresel toksinler) Otizm Spektrum
Bozukluğu’na yol açıp açmadığıdır. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki Otizm Spektrum Bozukluğu ile ağır
metallerin vücutta barındırılması arasında bir bağ yoktur.
• Sonuç olarak, Otizm Spektrum Bozukluğu’ nun nedenleri kesin olarak bilinemediğinden, şu aşamada önlem
almak da mümkün değildir. Ancak özellikle eğitime erken yaşlarda başlanıldığı takdirde nitelikli ve kanıt
temelli uygulamalar Otizm Spektrum Bozukluğu’ na sahip bireylerde kalıcı davranış değişikliği
sağlayabilmektedir.
• Otizm Spektrum Bozukluğu olan bireylerin değerlendirme süreçleri tarama, tanılama ve
gelişimsel veri toplama süreçleri olarak üç grupta incelenebilir.

• Tarama: Otizm Spektrum Bozukluğu ya da herhangi bir gelişimsel gerilik riski taşıyan çocukların
belirlenmesidir. Ülkemizde, çocukların ilk gelişim takipleri Sağlık Bakanlığı’na bağlı Aile Sağlığı
Merkezleri’nde görev yapan aile hekimleri tarafından yapılır. Ailenin isteğine göre hastanelerde de
çocuk doktorları tarafından gelişim takipleri yapılır. Tarama için ülkemizde genelde Denver
Gelişimsel Tarama Testi (Denver II), Ankara Gelişim Envanteri (AGTE) yoğun olarak
kullanılmaktadır.
• Tanılama: Otizm Spektrum Bozukluğu tanısı, DSM – 5 tanı ölçütleri dikkate alınarak uzman
gözlemi ve aileden alınan bilgilerle uzmanlar tarafından konabilir. Sosyal iletişim ve etkileşim,
kısıtlı, basmakalıp, tekrarlayan davranışlarından herhangi birinde yetersizlik olduğu gözlemlenen
çocukların otizm spektrum bozukluğuna sahip olup olmadığının belirlenmesi sürecidir. DSM – 5
gibi tanı araçları ile çeşitli ölçek, dereceleme ölçekleri, kontrol listelerinin sonuçlarını temel alarak
klinik gözlemler yapar ve Otizm Spektrum Bozukluğu tanısı koyarlar.
• Gelişimsel düzeyinin değerlendirilmesi: Gerekli önlemleri almak, herhangi bir müdahale
programını uygulamak, uygulamanın gelişim üzerindeki etkilerini değerlendirebilmek için
çocukların güçlü ve zayıf yanlarını belirlemek üzere çeşitli kaynaklardan ve farklı değerlendirme
araçları kullanılarak bilgi toplanması olarak tanımlanabilir.
• OSB, sıklıkla erken çocukluk döneminde tanılanmaktadır. Tanı konulmasının ilk adımı
ise otizm belirtilerinin iyi bilinmesi ve fark edilmesidir. Özellikle 2-5 yaş arası dönemde
konuşma gecikmesi, diğer insanlarla iletişim kuramama, göz teması kuramama,
akranlarının oyunlarına katılmama, sinirlilik ve inatçılık gibi nedenlerle başvuru sık
görülür.
• Otizm belirtilerinin daha hafif ve silik olduğu grupta ise okula başlama ve uyum
sürecinde yaşanan zorluklar, sosyal ipuçlarını anlayamama, öğrenme sorunları, dikkat
eksikliği/hiperaktivite ya da takıntılı davranışlar gibi sebeplerle ilerleyen yaşlarda da
başvurular olabilir. Otizm açısından riskli ya da şüpheli olduğu belirlenen bireyler ileri
değerlendirme için bu alanda uzman çocuk ve ergen ruh sağlığı hekimlerine
yönlendirilmelidir.
• Bu görüşmelerde çocuğun hem şimdiki hem de geçmişteki sosyal iletişim becerilerinin
değerlendirilmesi amaçlanır. Sosyal açıdan zorlukları olduğu düşünülen çocuklarda
tekrarlayıcı davranışlar ve kısıtlı ilgi alanları ile bu alanlarla ilgili çocuğun yaşadığı
problemler değerlendirilir. Ayrıca OSB’yi tarama, tanıma ve belirti şiddetini ölçmek
amacıyla bir takım ölçeklerden de yararlanılır.
• Hekim tarafından OSB tanısı konulan her çocuk, gelişim özellikleri ve bireysel
ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan özel eğitim programlarına yönlendirilir. Özel
eğitim merkezlerinde verilen özel eğitin programlarının amacı, OSB olan bireylerin
konuşma ve dil güçlüğü, ses bozuklukları, zihinsel, fiziksel, duyusal, sosyal, duygusal
veya davranış problemlerini ortadan kaldırmak ya da etkilerini en az seviyeye
indirmek, yeteneklerini yeniden en üst seviyeye çıkarmak, temel öz bakım becerilerini
ve bağımsız yaşam becerilerini geliştirmek ve topluma uyumlarını sağlamaktır.
• Çeşitli çalışmalarla etkililiği ortaya konan davranışçı yaklaşım ilkelerini temel alan
eğitimsel model benimsenir. Davranışçı müdahalelerin yanında ilaç tedavileri de OSB’li
çocuk ve yetişkinlerde sıkça kullanılmakla birlikte, bu tedaviler otizmin temel
belirtilerinden ziyade otizme eşlik eden öfke, agresyon, hareketlilik, yoğun sterotipiler
ve takıntılar gibi davranışsal problemler, uyku problemleri, dikkat eksikliği ve diğer
psikiyatrik bozuklukları (depresyon, anksiyete bozuklukları vb.) iyileştirmeyi
amaçlamaktadır.
• Otizm spektrum bozukluğunda belirtilerin görünümü ve şiddetinde değişimler
olmakla birlikte OSB hayat boyu devam eden kronik bir bozukluktur.
• OSB farklı şiddetteki benzer belirtilerle seyrettiğinden bozukluğun gidişatı,
bireylerin otizmden etkilenme derecesiyle büyük ölçüde ilişkili olmaktadır.
• Eşlik eden diğer tıbbi ve psikiyatrik durumlar, ailenin sosyal imkan ve destekleri ve
diğer ek özellikler ise gidişatın belirlenmesinde etkili olmaktadır.
• Bu alanda yapılan uzun süreli takip çalışmaları OSB’de heterojen bir gidişat
olduğunu, tam bağımlı, yarı bağımlı ya da bağımsız olarak 3 temel grup olduğunu
ortaya koymaktadır. Otizmli bireylerin önemli bir kısmı günlük yaşam ve özbakım
becerileri gibi konularda yaşamlarını tam bağımlı bir şekilde sürdürebilir. Bazı
bireyler ise kısmi bir destekle lise ve üniversite bitirebilir, yarı beceri gerektiren tam
zamanlı ya da yarı zamanlı işlerde çalışabilir, evlenebilir ya da kendi başına
yaşayabilir.
• Dikkat Eksikliği/Aşırı Hareketlilik Bozukluğu
• DEHB bireyin gelişimsel düzeyine uygun olmayan, toplum, okul veya işle ilgili
etkinlikleri doğrudan olumsuz etkileyen, dikkat eksikliği (veya dikkatsizlik),
hiperaktivite (aşırı hareketlilik) ve dürtüsellikle karakterize nörogelişimsel bir
bozukluktur. DEHB’de dikkat eksikliği ve hiperaktivite-dürtüsellik olmak üzere iki temel
sorun alanı vardır (APA, 2013).
• Dikkat, insan beyninin önemli, çok yönlü ve karmaşık işlevlerinden birisidir. Genel bir
tanımla dikkat, zihnimizi istenilen bir konuya veya göreve yönlendirebilme ve
yoğunlaşabilme becerisidir.
• İnsanda dikkatle ilgili becerilerin düzeyi ve gelişimi doğumdan itibaren her yaş
döneminde önemli farklılıklar göstermektedir. Beyinde başta prefrontal korteks
(beyin kabuğunun ön kısmı) olmak üzere dikkat ve diğer yürütücü işlevlerle ilişkili
beyin bölgelerinin zaman içindeki gelişimi ve olgunlaşma düzeyi bu farklılıkların en
önemli sebebidir.
• Örneğin; dersi dinleme, ödev başına oturma ve odaklanma gibi eğitim-öğretim
açısından önemli olan beceriler 5 yaşındaki bir çocukla 13 yaşındaki bir ergende
farklılık göstermektedir. Dikkat eksikliği ise bir çocuğun dikkat ve odaklanma
becerilerinin yaşına veya gelişim düzeyine göre kötü olması demektir.
• Hiperaktivite, amaçsız ve kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkan; günlük hayatın birden
fazla boyutunu kötü etkileyen aşırı hareketlilik durumudur. Çok hareketli olmaktan
farklı olarak hiperaktivitede kaotik ve kontrolsüz bir hareketlilik şekli ve düzeyi söz
konusudur.

• DEHB’nin bir diğer belirti boyutu ise dürtüselliktir. Dürtüsellik genellikle hiperaktivite
ile birlikte görülür ve halk arasında fevrilik olarak tanımlanır. Dürtüsellik, söz veya
hareketlerde ortaya çıkan; sonunu düşünmeden ya da hesaba katmadan yapılan
eylemlerdir.

• DEHB olan çocukların önemli bir kısmı hem dikkat eksikliği hem de
hiperaktivite/dürtüsellikle ile ilişkili belirtiler göstermekle birlikte sadece dikkat eksikliği
veya sadece hiperaktivite/dürtüsellik şeklinde klinik görünümler de söz konusudur.
• DEHB veya benzer belirtileri gösteren olguların zaman içinde farklı tanımlarla ifade
edildiği görülmektedir. Bu tanımlamalar, sendromun değişik nedenlerine ya da en
belirgin görünümlerine göre yapılmıştır. 19. yüzyılın sonlarında tıbbi yazında “çılgın
aptallar (mad idiots)”, “dürtüsel delilik (impulsiveinsanity)” ve “yetersiz engellenme
(defective inhibition)” olarak adlandırılmıştır.

• DEHB’ye ilişkin ilk bilimsel kaynak ise George Frederick Still tarafından bildirilmiştir.
1902'de Still, bugün kullanılana benzeyen kolay anlaşılır bir tanımlama yapmıştır. Bu
çocukları aşırı hareketli, bir konuya yoğunlaşamayan, öğrenme güçlükleri ve davranım
sorunları olan çocuklar olarak tanımlamıştır. Erkek çocukların kızlara göre daha fazla
etkilendiklerini belirterek organik ve sosyal nedenler üzerinde durmuştur.

• 1940’lı yıllarda DEHB benzeri semptomları ifade etmek için “minimal beyin
disfonksiyonu”, 1950’li yıllarda “hiperkinetik dürtü bozukluğu” tanımlamaları
kullanılmıştır. 1970 yılında DSM-II’de “hiperkinetik reaksiyon” olarak yer almış, 1980
yılında DSM-III’te ilk defa tanı ölçütlerine yer verilmiş ve “hiperaktivite ile birlikte olan
ya da olmayan dikkat eksikliği bozukluğu” tanımı kullanılmıştır. 1994 yılında DSM-
IV’te ve 2013 yılında DSM-5’te şimdiki şekliyle “dikkat eksikliği hiperaktivite
bozukluğu” şeklinde yer almıştır.
• DSM-5 TANI KRİTERLERİ
• Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) çocuklukta başlayan, belirtileri önemli oranda
erişkinlikte de devam eden, hayatın her döneminde etkisini sürdüren, akademik, sosyal ve iş
yaşamını olumsuz yönde etkileyen, kalıtsal özelliği yüksek nörogelişimsel bir bozukluktur.
• Aşağıdakilerden (1) ya da (2) vardır:
(1) Aşağıdaki dikkatsizlik semptomlarından altısı (ya da daha fazlası) en az 6 ay süreyle uyumsuzluk
doğurucu ve gelişim düzeyiyle uyumsuz bir derecede sürmüştür:
• Dikkatsizlik
a. Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremez ya da okul ödevlerinde, işlerinde ya da diğer
etkinliklerinde dikkatsizce hatalar yapar.
b. Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde ya da oynadığı oyunlarda dikkati dağılır.
c. Doğrudan kendisiyle konuşulduğunda çoğu zaman dinlemiyormuş gibi görünür.
d. Çoğu zaman yönergeleri izleyemez ve okul ödevlerini, ufak tefek işleri ya da iş yerindeki
görevlerini tamamlayamaz (karşıt olma bozukluğuna ya da yönergeleri anlayamamaya bağlı
değildir).
e. Çoğu zaman üzerine aldığı görevleri ve etkinlikleri düzenlemede zorluk çeker.
f. Çoğu zaman sürekli zihinsel çaba gerektiren görevlerden kaçınır, bunları sevmez ya da bunlarda
yer almada isteksizdir.
g. Çoğu zaman üzerine aldığı görevler ya da etkinlikler için gerekli olan şeyleri kaybeder (örneğin;
oyuncaklar, okul ödevleri, kalemler, kitaplar ya da araç gereçler).
h. Çoğu zaman dikkati dış uyaranlarla kolaylıkla dağılır.
i. Günlük etkinliklerinde çoğu zaman unutkandır.
• (2) Aşağıdaki hiperaktivite-dürtüsellik semptomlarından altısı (ya da daha fazlası) en az altı 6
süreyle uyumsuzluk doğurucu ve gelişim düzeyine aykırı bir derecede sürmüştür:
• Hiperaktivite
a. Çoğu zaman elleri, ayakları kıpır kıpırdır ya da oturduğu yerde kıpırdanıp durur.
b. Çoğu zaman sınıfta ya da oturması beklenen diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar.
c. Çoğu zaman uygunsuz olan durumlarda koşuşturup durur ya da tırmanır (ergenlerde ya da
erişkinlerde öznel huzursuzluk duyguları ile sınırlı olabilir).
d. Çoğu zaman sakin bir biçimde boş zamanları geçirme etkinliklerine katılma ya da oyun oynama
zorluğu vardır.
e. Çoğu zaman hareket halindedir ya da bir motor tarafından sürülüyormuş gibi davranır.
f. Çoğu zaman çok konuşur.
• Dürtüsellik
g. Çoğu zaman sorulan sorular tamamlanmadan önce cevabı yapıştırır.
h. Çoğu zaman sırasını bekleme güçlüğü vardır.
i. Çoğu zaman başkalarının sözünü keser ya da yaptıklarının arasına girer (örneğin; başkalarının
oyunlarına ya da konuşmalarına burnunu sokar).
• B. Bozulmaya yol açmış olan bazı hiperaktif-dürtüsel semptomlar ya da dikkatsizlik
semptomları 12 yaşından önce de vardır.
C. İki ya da daha fazla ortamda semptomlardan kaynaklanan bir bozulma vardır
[örneğin; okulda (ya da işte) ve evde].
D. Toplumsal, okul ya da mesleki işlevsellikte klinik açıdan belirgin bir bozulma
olduğunun açık kanıtları bulunmalıdır.
E. Bu semptomlar sadece bir yaygın gelişimsel bozukluk, şizofreni ya da diğer bir psikotik
bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır ve başka bir mental bozuklukla daha
iyi açıklanamaz (örneğin; duygu durum bozukluğu, anksiyete bozukluğu, dissosiyatif
bozukluk ya da kişilik bozukluğu).
• Alt Görünüm
• 1)Bileşik tip:
• Son altı ay boyunca hem A1 hem de A2 tanı ölçütleri karşılanmıştır.
• 2)Dikkatsizliğin ön planda olduğu tip:
• Son altı ay boyunca A1 tanı ölçütü karşılanmış ancak A2 tanı ölçütü karşılanmamıştır.
• 3)Hiperaktivite ve dürtüselliğin ön planda olduğu tip:
• Son altı ay boyunca A2 tanı ölçütü karşılanmış ancak A1 tanı ölçütü karşılanmamıştır
• Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda tanı koymak için bir kan ya da laboratuvar
testi bulunmamaktadır. Tanılamanın düzgün bir biçimde yapılabilmesi ise aile ile
görüşme, klinik gözlem, çocukla psikiyatrik görüşme ve aile ve öğretmenler tarafından
çocukta görülen belirtilerin değerlendirildiği değerlendirme ölçeklerinin sonunda DSM-5
Tanı Ölçütleri kitabı incelenerek orada yazan ölçütlere göre tanı konulmaktadır.

• Dikkatsizlik, hareketlilik dürtüsellik belirtilerinin zaman zaman DEHB’li olmayan kişilerde


de görülür. Ayırıcı olan nokta olarak DEHB olan kişinin bu belirtiler yaşamını olumsuz
olarak etkileyecek düzeyde daha sık ve yoğun olarak görülmesidir. DEHB, kişinin
yalnızca hareketli olması veya dersi dinleyememesi gibi sınırlı ve basit bir problem
olmadığı gibi, DEHB belirtilerinin neden olduğu ikincil problemler ve DEHB’ye eşlik eden
diğer psikiyatrik bozukluklar sebebi ile oldukça karmaşık bir yapıdadır.
• Genel psikiyatrik muayeneden sonra DEHB tanısı konması için DSM-5’teki dikkat
eksikliği (9 madde) ve hiperaktivite/dürtüsellik (9 madde) belirtilerinden oluşan toplam
18 DEHB belirtisi aile ile birlikte değerlendirilmelidir.

• Bu belirtilerin bulunduğu çocuklarda, bu belirtilerin ne düzeyde soruna


yol açtığı, ne zaman başladığı ve hangi ortamlarda görüldüğü
sorgulanmalıdır.

• DEHB tanısı konabilmesi için dokuz (9 madde) dikkat eksikliği veya dokuz
(9 madde) hiperaktivite/dürtüsellik belirtisinden en az altısının
bulunması, bu belirtilerin en az iki ortamda (ev, okul, sosyal çevre)
görülmesi, süreğen olması, 12 yaşından önce başlaması ve işlevselliği
bozacak düzeyde olması gerekmektedir.
Epidemiyoloji
• DEHB çocukluk çağında en sık görülen psikiyatrik (nörogelişimsel) bozukluklardan
birisidir. DEHB’nin okul çağı çocuklarındaki sıklığının yaklaşık %5.9-7.1 olduğu
bildirilmektedir. Bozukluğun tüm dünya çapında çocukların % 5-10’unu ve yetişkinlerin %
4.4’ünü etkilediği öngörülmektedir.
• 2013’te ülkemizde yapılan bir çalışmada DEHB prevelansı %12.3 olarak bulunmuştur
Erkeklerde sıklığı kızlardan fazla olup erkek/kız oranı 3/1 ile 9/1 arasında bildirilmektedir.
Erkek çocukların daha fazla etkilenmesinde pek çok neden vardır. Erişkinler, kız
çocuklarının aşırı hareketliliğine, en azından okul öncesi dönemde, erkeklerdekinden
daha hoşgörülüdürler. Bu da hastalığın kızlarda daha az tanılanmasına neden olmuş
olabilir. Ayrıca kızlarda dikkatsizlik ve bilişsel sorunların önde gelmesi, ataklık ve
saldırgan davranış sorunlarının daha az olması nedeniyle tedaviye başvuruların daha
düşük olabileceği düşünülmüştür.
• Çocukluk çağında zaten var olan dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsel davranışlar ilk
olarak okula başlamayla fark edilir bir hale gelmektedir. Sınıfta oturamayan, oyunlarda
arkadaşları ile yoğun sorunlar yaşayan ve okuma faaliyetlerinde gecikebilen çocuklar
görece hızlı fark edilip tıbbi yardım almaları için yönlendirilebilmektedir.
• Önde gelen belirtiler hiperaktivite olduğunda, dikkatsizlikle ilgili belirtilerin önde olduğu
durumlara göre daha erken tedavi başvurusu olmaktadır. Yine de tedavi arayışı ve etkin
tedavilere ulaşma sayıları bozukluğun yaygınlığı değerlendirildiğinde oldukça düşüktür.
• Ayrıca okula başlama ile zihinsel çaba gerektiren uyulması gereken kuralların varlığı bu
çocuklar için oldukça zorlayıcıdır.

• Bu çocuklar ödev yapmayı sevmezler. Ödev hazırlama süreleri 10 dakikayı geçmediği görülür.
Dış uyarıcılarla dikkatleri hemen dağılır.

• Derste başka şeylerle ilgilenirler, ders sırasında konuşurlar ve ayağa kalkma gereksinimi
duyarlar.

• Yazıları bozuk, defterleri düzensizdir.

• Okul araç ve gereçlerini kaybederler.

• Dikkatsizlik, dürtüsellik ve aşırı hareket sonucu arkadaşlarına istemsiz olarak zarar


verebilirler.

• Okul performansları değişkendir. Sınavlarda dikkatsizlikten kaynaklanan hatalar yaparlar. Bir


dersten bazen iyi bazen kötü notlar alabilirler.

• Dolayısıyla tanı koyarken öğretmen görüşü çok önemlidir.


ETİYOLOJİ
• DEHB birçok genetik ve çevresel faktörün etkileşimi ile oluşan nörogelişimsel bir
bozukluktur. Bununla birlikte DEHB’nin ortaya çıkmasında en önemli etkenlerin genetik
faktörler olduğu bilinmektedir. DEHB oluşumunda genetiğin rolü % 80-90
dolaylarındadır. Sanıldığının aksine anne-babanın çocuğuna hatalı davranması gibi
nedenlerle DEHB oluşmaz; anne-babanın hatalı tutumları DEHB belirtilerinde artışa veya
DEHB’ye başka psikiyatrik sorunların eklenmesine yol açabilir.

• Kişiye aktarılan genetik miras onun ileride DEHB olup olmayacağı konusunda en önemli
belirleyicidir. Ancak kalıtım dışında bazı biyolojik faktörler de genetik yapıyla etkileşime
girerek DEHB’nin ortaya çıkıp çıkmamasında etkili olurlar. Bu etkenler arasında en
önemlisi annenin gebelikte sigara, kurşun gibi bazı zehirli maddelere maruz kalmasıdır.
Kalıtım
• Aile ve ikiz çalışmalarından oluşan genetik çalışmalar DEHB’nin etiyolojisinde genetik
kalıtımın oldukça önemli bir sahip etkiye olduğunu göstermiştir. Aile çalışmalarında
DEHB olan çocukların hem ebeveynlerinde hem de kardeşlerinde sağlıklı kontrol
gruplarına göre DEHB riskinin 2-8 kat arttığı bildirilmiştir.
• Genetik yatkınlık ve çevresel biyolojik faktörlerin birbiriyle etkileşimi DEHB oluşturacak
düzeyde olduğunda bebeğin beyninde bazı bozukluklar oluşmaya başlar. Bu
bozukluklar beynin ön bölgesi (frontal lob) ve onunla yakın ilişkide olan beyin
bölgelerinde (beyincik) normalden eksik bir gelişime yol açar.

• DEHB olan çocuklarda yapısal beyin görüntüleme çalışmalarında özellikle prefrontal


korteks, korpuskallozum ve serebellum gibi beyin bölgelerinin daha küçük hacimlerde
olduğu, prefrontal korteks başta olmak üzere beyin kabuğunun daha geç olgunlaştığı,
ve prefrontal korteksin (ön beyin) kanlanmasında azalma olduğu tespit edilmiştir.
DEHB’li beyinde gecikme sebebiyle yapılamayan işler beynin diğer bölgeleri tarafında
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.

• Doğum sırasında ve doğum sonrası bebeğin ilk birkaç yaşında beyindeki bu


bozukluklar artma veya azalma eğilimi gösterebilir. Örneğin sağlıklı bir doğum ve
doğumdan sonra toksinlerle karşılaşmama, beyindeki bu bozukluğun daha artmasını
engeller ve ileriki yıllarda DEHB’nin çok daha az şiddetli olmasını sağlayabilir. Diğer
yandan doğum sırasında beyin zedelenmesi olması veya doğumdan sonra çocuğun
kurşun sigara gibi zehirli maddelere maruz kalması beyindeki bu bozuklukların çok
daha artmasına ve ileride DEHB belirtilerinin çok daha şiddetli olmasına yol açabilir.
• DEHB olan bireyin genetik ve çevresel biyolojik faktörlerin etkileşimi sonucunda
beyninin ön bölgesinde oluşan bozukluk, bu bölgelerdeki kimyasal yapının da
bozulmasına yol açar.

• Beynin ön bölümündeki yürütücü işlevlerin çalışmasını düzenleyen kimyasal maddeler


olan Dopamin ve Noradrenalin DEHB olanlarda normalden daha az aktivite gösterir ve
bunun sonucunda DEHB belirtileri görülmeye başlar.

• Dopamin ilgi, öğrenme, odaklanmayla ilgili bilişsel işlevlerde rol oynamaktadır. Serebral
korteksin bilişsel işlevleri kontrol eden önemli bölgelerindeki dopamin ve noradrenalin
disfonksiyonunun dikkatsizlik belirtilerine yol açabileceği düşünülmektedir.
Çevresel Faktörler
• Genetik faktörler dışında çok sayıda çevresel faktörün de DEHB’nin etiyolojisinde
değişen düzeylerde etkili olduğu bildirilmiştir. Bu çevresel faktörler doğum öncesi veya
doğum sonrası dönemde etkili olabilirler.
• Doğum öncesi dönemde etkili olan çevresel faktörler; gebelikte sigara-alkol-madde
kullanımı, gebelikte geçirilen enfeksiyonlar, gebelikte birtakım toksinlere maruz kalma
(örneğin; plastik maddelerde bulunan bisfenol A, tarım ve böcek ilaçları, sanayide
kullanılan maddeler, civa, kurşun gibi ağır metaller), gebelikte aşırı stres, gebelik
komplikasyonları (örneğin; hipertansiyon) ve gebelikte birtakım ilaçların kullanılması
olarak bildirilmiştir.
• Doğum ve sonrasıyla ilişkili riskler ise erken doğum, düşük doğum ağırlığı, zor doğum,
oksijen yetersizliğine bağlı doğum anında bebeğin beyin hasarı yaşaması, doğum sonu
uzamış sarılık, bebeklik döneminde ciddi ihmale maruz kalma, annenin bebeğe kötü-
düşmanca davranması, çocuğun kurşun gibi ağır metallere veya gıdaların içindeki
birtakım kimyasallara maruz kalması olarak bildirilmiştir. DEHB nedenleri içerisinde
çevresel etmenler %10-20 etkilidir.

• Bahsedilen bu çevresel faktörlerin yalnızca DEHB’ nin ortaya çıkmasında değil, diğer
nörogelişimsel veya psikiyatrik bozuklukların ortaya çıkmasında da etkili olabildikleri
unutulmamalıdır.
Klinik Özellikler
• DEHB olan çocukların klinik özelliklerini ve zorluklarını okulöncesi dönem, okul çağı
dönemi ve ergenlik olarak ayrı ayrı ele almak mümkündür.
• Okulöncesi dönem: Bu dönemde DEHB’li çocuklar sıklıkla aşırı hareketlilik, dürtüsellik,
agresif davranışlar, öfke nöbetleri, inatlaşma davranışları, zayıf akran ilişkileri ya da
konuşma bozuklukları gibi sorunlar nedeniyle kliniklere başvurmaktadır.
• Bu çocuklar kreş ve anasınıfı ortamında diğer çocukların oyunlarını bozacak şekilde
sürekli hareket halindedirler.
• Hikaye dinleme gibi grup aktivitelerinde sessizce oturmazlar. Hareketli ve gürültülü
oyunlar oynamak isterler.
• Uyku saatinde uyumaya karşı direnç gösterebilir ve uyumsuz davranışlar
sergileyebilirler.
• Dürtüsellik nedeniyle kaza geçirme, düşme ve yaralanma sıktır. Çoğunlukla
güvenliklerini sağlamak için sınıf ortamında ebeveyn ya da bir bakıcının gözetimine
ihtiyaç duyulmaktadır.
• Bazı aileler ya da eğitimciler dikkatsizlik/dikkat eksikliği gibi şikayetler dile getirebilirler.
Bununla birlikte, bu yaş grubunda dikkat ve odaklanma süresi zaten kısa
olabileceğinden dikkat eksikliği tanısı koymak mümkün olmayacaktır.
Okul dönemi
• Çocuklarda DEHB’nin fark edilmesi ve tanılanması daha çok okul döneminde
olmaktadır. Bunun en önemli nedeni DEHB olan çocuklarda, okul ortamında akademik
başarı ve sosyal uyum için gerekli olan becerilerin sıklıkla etkilenmiş olmasıdır.

• Genel olarak yürütücü işlevler olarak adlandırılan ve okul başarısı ve uyumu için
oldukça önemli olan birçok beceri (örneğin; belirli bir süre yerinde oturabilme, dikkatini
verebilme ve sürdürebilme, dürtüsel davranışları kontrol edebilme, yönergeleri takip
edebilme, plan yapabilme, zamanı etkili kullanabilme, oyun veya etkinliklerde kurallara
uyma veya birlikte hareket etme) açısından DEHB olan çocuklar önemli zorluklar
yaşarlar.

• Bu çocuklar sınıf içinde dersi takip etmekte zorlanır; öğretmen veya arkadaşlarının
dikkatini dağıtan, ders düzenini bozan birçok davranış sergileyebilirler (örneğin; sürekli
söz almadan konuşmak, sağa sola laf atmak veya birşeyler fırlatmak, garip sesler
çıkarmak, sebepli veya sebepsiz bir şekilde sık sık yerinden kalkıp dolaşmak, yere bir
şeyler düşürmek ve almak için sık sık masanın altına girmek, oturduğu yerde sürekli
kıpır kıpır olmak gibi). Teneffüslerde sürekli koşturup dururlar ve riskli oyun ya da
davranışlarda bulunabilirler.
• Diğer taraftan aşırı hareketlilik ve dürtüselliği olmadan yalnızca
dikkat eksikliği olan çocuklar sınıf içinde sakin ve hatta örnek bir
öğrenci olarak görülebilir. Davranışsal sorunları olmadığı için fark
edilmeleri daha zor olan bu gruptaki çocuklar (birçoğu kızdır), derste
sıklıkla hayallare dalar, çevreyi seyreder ya da kendi halinde başka
işlerle uğraşırlar.
• Bu çocuklar “kendisi derste aklı başka yerde” gibi görünürler ve
akademik zorlukları daha ön planda yaşarlar. Günlük hayatta ise
sıklıkla unutkan ve dağınıktırlar. DEHB olan çocukların unutkanlığı
çoğunlukla kısa bir zaman (dakikalar veya saatler önce) söylenilen
veya anlatılan bir yönergeyi veya konuyu unutmak şeklindedir. Bu
durum büyük ölçüde işitsel dikkatlerinin kötü olmasıyla ilişkilidir.
DEHB olan çocukların akademik işlevselliklerinin daha fazla
bozulduğu, okul başarılarının daha düşük olduğu ve daha fazla
olasılıkla sınıf tekrarı yapmış oldukları bildirilmektedir.
• Bu çocuklara ders-ödev yaptırmakla ilgili zorluklar ebeveynlerin en önemli şikayetlerinin
başında gelmektedir. Bu çocuklar başta eğitim-öğretimle ilgili sorumluluklar olmak üzere
hemen her türlü sorumluluklarını yerine getirmekte, bir işe başlamakta ve bitirmekte
zorluk yaşarlar. Özellikle ders-ödev yaparken dikkat süreleri çok kısadır, dikkatleri çok
çabuk ve kolay dağılır, farklı bahanelerle sık sık ödev başından kalkarlar.

• Aşırı hareketlilik ve dürtüsellikle ilişkili sorunlar bu dönemde sıklıkla daha belirginleşir. Ev


içerisinde çoğunlukla amaçsız bir şekilde koşturup durma, kapılara, eşyalara tırmanma,
ev içerisinde olmayacak fiziksel etkinliklerde bulunma (örneğin; futbol oynamak), normal
oyun veya etkinlikleri bile gürültülü ve rahatsız edici bir şekilde oynama, laf arasına
girme, sabırsızlık, acelecilik ve çabuk öfkelenme ebeveynlerin en çok şikayet ettiği
sorunlardır. DEHB olmayan çocuklara kıyasla fiziksel kazaları daha fazla yaşadıkları
bilinmektedir.

• DEHB olan çocukların önemli bir kısmında, %80’ e varan oranlarda, başka psikiyatrik
bozukluklar (örneğin; kaygı bozuklukları, öğrenme bozuklukları, inatlaşma bozukluğu, tik
bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, uyku bozuklukları, enürezis ve enkoprezis) eşlik
etmektedir. Eşlik eden bu bozukluklar sıklıkla okul çağında tanılanır ve bazı durumlarda
DEHB kendisinden daha fazla bir işlev bozukluğuna yol açabilir, kliniğe asıl başvuru
sebebi olabilirler.
Ergenlik dönemi
• Çocuklukta DEHB tanısı almış çocukların en az %65’inde semptomların ergenlikte de
tanı almaya yetecek düzeyde devam ettiği bildirilmiştir.
• DEHB ergenlik döneminde özellikle okul uyumu, akademik başarı ve aile ilişkilerini
olumsuz yönde etkilemekte ve birtakım istenmeyen durum veya alışkanlıklar
(örneğin; sigara-alkol-madde kullanımı, suça karışma, riskli cinsel eylemler vb.) için
önemli bir risk teşkil etmektedir.
• Birçok olguda aşırı hareketlilik çocukluk yıllarına göre azalmış olmakla birlikte
dikkat eksikliği ve dürtüsellik devam etmektedir.
• Ders çalışma, sorumluluk alma, plan yapma ve başladığı işi bitirme gibi alışkanlıkları
çoğunlukla gelişmemiştir ya da yaşıyla uyumsuzdur.
• Devam eden dikkat ve odaklanma zorluklarıyla birlikte artan akademik yük,
sorumluluk ve beklentiler okul uyumunu, devamını ve akademik başarıyı ciddi olarak
etkileyebilir.
• Özellikle erken dönemde tanı ve/ya tedavisi yapılmadan ergenliğe ulaşan DEHB
olgularında, lise döneminde okulu bırakmak istemek sık karşılaşılan bir durumdur.
• Yürütücü işlevlerdeki zorluklara ergenlik döneminin getirdiği zorluklar da eklenince aile
ilişkilerindeki zorluklar daha da belirginleşebilir. Basit bir dikkat ve gayretle
yapılabilecek birtakım işler (örneğin; odasını temiz ve düzenli tutmak, kişisel bakımını
yapmak vb.) bile aile ile ergen arasında önemli bir çatışma konusu olabilir.

• Aile içindeki kural ya da beklentilere uyamamak ya da önemsememek ya da çatışmak


sık görülen bir durumdur (örneğin; eve geliş, yemek veya uyku saatleri, internet veya
bilgisayarla meşgul olma vb.).

• DEHB ile ilişkili dürtüsellik, sıkılganlık, huzursuzluk ve çabuk öfkelenme gibi özellikler
aileyle iletişimi daha da zorlaştırabilir ve şiddete yol açabilir. Diğer taraftan aileyle
yaşanılan olası gerilim ve çatışmalar ergenin ruh sağlığı ve kimlik gelişimini olumsuz
etkileyebilir ve riskli durum veya davranışlara daha açık hale getirebilir.

• DEHB’nin ergenlik döneminde önemli birtakım riskli durum veya davranışlar için
değişen düzeylerde bağımsız bir risk faktörü olduğu iyi bilinmektedir. Sigara-alkol-
madde kullanımı, araç kazaları, kendine zarar verme davranışları, riskli cinsel eylemler,
okulu bırakma ve suça karışma bu sorunların başında gelmektedir.
Prognoz
• DEHB çocukluk çağında başlayan ve olguların önemli bir kısmında
belirtilerin ergenliğe (%60-80) ve erişkinliğe (%40-60) kadar devam
ettiği bir bozukluktur. Çocukluk çağında DEHB tanısı alan olguların
erişkinlikte %60 kadarının belirtilerinin kısmen de olsa devam ettiği
ve akademik, iş, sosyal ve duygusal alanlarda zorluk yaşadıkları ve
%10’luk kısmın ise önemli derecede psikiyatrik sorunlar yaşadıkları
bildirilmektedir.

• Ergenlik ve erişkinlik döneminde akademik ve mesleki başarılarının


daha düşüktür. İşsizlik, trafik kazaları, obezite, intihar girşimleri,
alkol-madde bağımlılığı ve antisosyal kişilik bozukluğu gibi
sorunların, çocukluk çağında DEHB tanısı olan bireylerde erişkinlik
döneminde daha sık olduğu bildirilmiştir.
• DEHB’nin klinik seyri yaşam boyu önemli bireysel değişkenlikler
göstermektedir. DEHB tanılı olguların önemli bir kısmında yaşla
beraber hiperaktivite belirtilerinin azaldığı; ancak dikkat eksikliği,
organize olamama ve dürtü kontrol zorluklarının devam ettiği
bilinmektedir. Yaşla beraber düzelme beklenen ilk belirti çoğunlukla
aşırı hareketlilik, son belirti ise dikkattir.

• DEHB olan çocuklarda uzun vadeli gidişatı ve sonuçları belirleyen


önemli birtakım bireysel, ailesel ve çevresel faktörler söz konusudur.

• Çocuğun zeka düzeyinin iyi olması, davranım bozukluğunun


olmaması, aile bütünlüğünün tam olması (boşanmış ebeveyn
çocuklarında gidişat daha kötüdür), aile işlevselliğinin ve desteğinin
iyi olması gidişatı belirleyen en önemli faktörlerdendir.
• Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda Tedavi
• DEHB’de tedavisinde kullanılan bazı tedaviler şunlardır: psikoeğitim, ilaç tedavisi, bilişsel
davranışçı psikoterapiler ve eğitsel tedavilerdir ( Başgül ve Öztürk, 2015).

• Özellikle okul çağı çocuklarda ve ergenlerde DEHB tedavisinde öncelikli yöntem ilaç
tedavisidir.

• DEHB diğer nörogelişimsel bozukluklardan farklı olarak ilaçla doğrudan ve etkili bir
şekilde tedavi edilebilen bir durumdur. İlaç tedavisinin bir çocuk psikiyatrisi uzmanı
tarafından başlanıp takip edilmesi gerekmektedir.

• İlaç tedavisi aynı zamanda anne-baba eğitimi gibi ilaç dışı tedavilerin uygulanmasına
kolaylık sağlayabilir ve bu psikososyal müdahalelerin etkinliğini arttırabilir.

• DEHB tedavisinde ilaç tedavisi ile birlikte psikososyal müdahaleleri içeren çok yönlü
tedavi mümkün olduğunca tercih edilmelidir.

• Psikososyal girişimler aile, çocuk veya okul üzerine yoğunlaşabilir.


• Ebeveyn eğitiminde; çocuğun durumunu kabullenme ve olumlu
ilişkiler kurabilme, çocuğun olumsuz duygularını yönetebilmek,
çocuğa kural-sınır koyabilmek, disiplini sağlamak, çocukla birlikte
çözüm üretmek ve sorumluluk bilincini kazandırmaktır.

• Öncelikle kabullenme ve olumlu ilişki kurma aşamasında amaç DEHB


ile savaşmak değil, DEHB’nin varlığını kabullenip mutlu, verimli ve
doyurucu bir yaşam sürebilmenin yollarını keşfetmektir.

• Koşulsuz kabul gören çocuk kendini güvende hisseder ve hatalarını,


eksiklerini görebilir.

• Olumlu ilişki kurabilmede çocuğa özel zaman ayırmak faydalı olabilir.


Bu süreçte hem ebeveyn-çocuk ilişkisi hem de çocuğun benlik
saygısının güçlenmesi sağlanmış olur.
• İkinci aşama olumsuz duyguları yönetebilmektir. DEHB’li çocukların
fren sistemleri çalışmadığı için coşku, üzüntü ve öfke gibi duyguları
daha yoğun yaşarlar. Bundan dolayı öfkesini kontrol edemeyen
ebeveynler karşısında çocuklar da benzer tepkileri gösterecektir.
Ebeveynlerin olaylar karşısında sakin kalabilmesi çocukların da
duygularını tanımasına yardımcı olacaktır.
• Üçüncü aşama olarak çocuğa kural-sınır koyabilmeye ve disiplini
sağlamaya geçebilir. Ebeveynlerin çocuğa karşı tutarlı davranması
(bugün evet dediğine yarın hayır dememesi) ve aynı dili kullanmaları
(anne ‘oyuncaklarını topla’ dediğinde, babanın ‘bırak gitsin
arkadaşları bekliyor’ dememesi) çok önemlidir.
• Ayrıca davranış kontrolünü ve disiplini sağlamada DEHB’li çocuğa
kural konurken az sayıda ama yeterince açık ve kesin kurallar
gereklidir (yatma saati 9, arabada emniyet kemeri takılır, önce ödev
sonra oyun gibi).
• Çocuğa yönelik olarak da birtakım psikososyal veya fiziksel girişimler
farklı sorunlar için faydalı olabilmektedir. Örneğin; düzenli fiziksel
aktivite veya sportif faaliyetler, özellikle grup halinde ve/ya kurallı
oyunlar şeklinde yapıldığında, bu çocukların enerjilerini atmasına,
dürtü ve davranış kontrolünün gelişmesine, kurallara uyma, sırasını
bekleme, birlikte hareket etme gibi becerilerinin gelişmesine
yardımcı olabilir.

• Benzer şekilde özellikle okulöncesi veya okul çağı çocuklarda dikkat


ve odaklanma becerilerini artırmaya yönelik oyunlar (bilgisayar
oyunlarından ziyade masaüstü veya kutu oyunları şeklinde) faydalı
olabilir.
• Diğer taraftan, doğrudan DEHB ile ilişkili olan veya eşlik eden
duygusal, sosyal ve/ya akademik sorunların var olması ya da ortaya
çıkması halinde psikoterapi veya eğitim desteği gerekebilir.
• DEHB olan çocuklar sorunlu davranışları, sosyal ilişkilerdeki
zorlukları, sorun çözme becerilerindeki yetersizlikler nedeniyle
çevrelerinden olumsuz tepkiler alır ve çoğunlukla cezalandırılırlar.

• Çoğu zaman ne yapmaları gerektiği konusunda bilgileri olmalarına


karşın bu bilgiyi uygulamaya dökememeleri nedeniyle ağır
eleştirilerle karşı karşıya kalırlar.

• Çocuklara model olabilecek uygun erişkin davranışlarının olması,


aşırı ceza ve/ya eleştiriden kaçınılması, görece daha az sorunlu olan
birtakım davranışlarının görmezden gelinmesi ve sorunların
çözümüne katılmaları benlik saygısını yükseltip uygun davranışlarda
bulunmalarını kolaylaştırabilir.
• Okul ve/ya sınıf içi bu çocukların olabildiğince öğretmene yakın bir sıraya oturtulmalıdır.

• Ders esnasında öğretmenin olabildiğince sık bir şekilde çocukla göz teması veya sözlü iletişim
kurması çocuğun başka şeylerle ilgilenmesi, dikkatinin dağılması veya dalıp gitmesini azaltarak
derse katılımını artırabilir.

• Öğretmenin çocuktan kitaplıktaki bir kitabı getirmesini istemesi gibi fiziksel hareket gerektiren
konularda çocuğa sorumluluk verilmesi veya çocuğun bazen sınıf içinde kalkıp dolaşması veya
tuvalete gitmek için dışarı çıkması gibi davranışlara hoşgörü gösterilmesi sağlanabilir.

• Ödev veya sorumluluklarının kısa, net ve uygun sıklıkta yönergelerle ifade edilmesi, ödevlerini
yapmak veya yazmak için yeterli süre tanınması, ders veya ödev aralarında uygun sıklık ve
sürede mola verilmesi ve olumlu veya olumsuz davranışlarıyla ilgili uygun geri bildirimler
verilmesi önemlidir.

• https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_Bahar/gelisimsel_psikopatoloji/5/in
dex.html#konu-2
ÖZGÜL ÖĞRENME BOZUKLUĞU
• Özgül öğrenme bozukluğu en yaygın tanımıyla zekâsı normal ya da normal üstünde olan
çocukların; yaş, zekâ düzeyi ve aldıkları eğitime göre okuma, yazma ve matematik alanlarının en
az birinde beklenenden geride olmaları olarak tanımlanmaktadır (Amerikan Psikiyatri Birliği,
2014). DSM tanı ölçütlerinde daha önceden “okul beceri bozuklukları” olarak adlandırılan bu
bozukluğun şimdiye kadar çok farklı şekillerde isimlendirildiği görülmektedir. Alanyazın
incelendiğinde bu isimlerin; “minimal beyin hasarı” , “algısal özür”, “afazi”, “özel öğrenme güçlüğü”,
“öğrenme yetersizliği”, “akademik beceri bozukluğu”, “özgül öğrenme güçlüğü” gibi isimler olduğu
görülmektedir (Şenel, 1995). DSM-V’in son baskısında ise (5. baskı) ‘‘özgül öğrenme bozukluğu’’
olarak adlandırılmıştır (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014).

Yaygınlık
• ÖÖB’luğunun (Hulme ve Snowling, 2013) yaygınlık ve sıklık tahminleri farklılık göstermektedir
(Grigorenko ve diğerleri, 2020). Örneğin; okuma bozuklukları için %4-9 ve matematik bozuklukları
için %3-7 gibi karşılaştırılabilir yaygınlık oranları bildirmektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014).
Yine yapılan bir çalışmada çalışma da, yazma bozukluğu için %5,4, matematik bozukluğu için %6,0
ve okuma bozukluğu için %7,5 yaygınlık oranları bildirmiştir (Fortes ve diğerleri, 2016). Ruhsal
Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabının beşinci baskısında (DSM-5), okuma, yazma ve
matematik eğitim alanlarını içeren özgül öğrenme bozukluğunun yaygınlığı, farklı kültürlere
mensup ve farklı dilleri konuşan okul çağındaki çocuklarda %5- %15 olarak bildirilmiştir. Erkeklere
kızlara oranla daha yaygın görüldüğü (3/2) bildirilmektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014).
DSM-5 ÖÖB TANI
ÖLÇÜTLERİ
•A. Gerekli girişimlerde bulunulmuş olmasına karşın, en az altı aydır süren, aşağıdaki
belirtilerden en az birinin varlığı ile belirli, öğrenme ve okul becerilerini kullanma güçlükleri:
• 1. Sözcük okumanın yanlış ya da yavaş ve çok çaba gerektiriyor olması (örn. tek tek
sözcükleri yüksek sesle okurken, yanlış ya da yavaş ve duraksayarak okur, sıklıkla sözcükleri
kestirir [öngörür], sözcükleri seslendirmede güçlükler yaşar).
• 2. Okunanın anlamını anlama güçlüğü (örn. düzyazıyı düzgün okuyabilir ancak sırayı,
ilişkileri, çıkarımları ya da derin anlamları anlamaz).
• 3. Harf harf söyleme/yazma güçlükleri (ünlü ya da ünsüz harfleri ekleyebilir, çıkarabilir ya
da bunların yerini değiştirebilir).
• 4. Yazılı anlatım güçlükleri (örn. cümleler içinde birden çok dilbilgisi ya da noktalama yanlışı
yapar; paragraf düzenlemesi kötüdür; görüşlerinin yazılı anlatımı açık değildir).
• 5. Sayı algısı, sayı gerçekleri ya da hesaplama güçlükleri (örn. sayıları, bunların büyüklüğünü
ve ilişkilerini anlaması kötüdür; yaşıtlarının matematik dersinden öğrendiklerinden değişik
olarak, tek rakamlı sayıları eklerken parmak hesabı yapar; sayısal hesaplamaların ortasında
kaybolur ve işlemleri değiştirebilir).
• 6. Sayısal uslamlama (akıl yürütme) güçlükleri (örn. nicel sorunları çözmek için matematikle
ilgili kavramları, gerçekleri ya da işlemleri uygulamakta çok güçlük çeker).
B. Etkilenen okul becerileri, kişisel olarak uygulanan geçerli başarı ölçümleri ve kapsamlı klinik değerlendirme ile
doğrulandığı üzere, kişinin zamandi- zinsel (kronolojik) yaşına göre beklenenden önemli ölçüde ve ölçülebilir derecede
altındadır ve okul ya da işle ilgili başarıyı ya da günlük yaşam etkinliklerini ileri derecede bozar. On yedi yaşında ve üzerinde
olan kişilerde, geçerli değerlendirmelerin yerine, işlevselliği bozan, belgeli öğrenme güçlükleri öyküsü kullanılabilir.
C. Öğrenme güçlükleri okul yıllarında başlar, ancak etkilenen okul becerileri- leriyle ilgili gerekler, kişinin sınırlı yeterliğini
aşmadıkça tam olarak kendini göstermeyebilir (örn. zamanla sınırlı sınavlar, dar bir zamanda uzun ve karmaşık raporları
okuma ya da yazma, okulda aşırı yüklenme).
D. Öğrenme güçlükleri, anlıksal yetiyitimleri, düzeltilmemiş görme ya da duyma keskinliği, diğer ruhsal ve sinirsel
bozukluklar, ruhsal-toplumsal güçlükler, okulda kullanılan dili tam bilmeme ya da eğitsel yönergelerin yetersizliği ile daha
iyi açıklanamaz.
Not: Dört tanı ölçütü, kişinin öyküsü (gelişimsel, sağlık, aile, eğitim), okuldan edinilen bilgiler ve ruhsal-eğitsel
değerlendirmenin klinik açıdan bir araya getirilmesiyle karşılanacaktır.
• Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’na göre ÖÖB okuma (disleksi), yazılı anlatım (disgrafi) ve matematik
(diskalkuli) bozukluklarının birlikte veya ayrı ayrı bulunması ile karakterizedir. Bu durum kişinin okul ve mesleki yaşamıyla
ilgili günlük aktivitelerini ve başarısını olumsuz etkilemektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014) .

Özgül Öğrenme Bozukluğunun Alt Kategorileri

• DSM-5’e göre ÖÖB okuma (disleksi), yazılı anlatım (disgrafi) ve matematik (diskalkuli) bozukluklarının birlikte ya da ayrı
ayrı bulunma ile karakterize bir bozukluk olarak görülmektedir. Bu bozukluk kişinin okul ve mesleki yaşamıyla ilgili günlük
aktivitelerini ve başarısını olumsuz yönde etkilemektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014). Yapılan çalışmalar, yalnızca
tek bir alandaki (okuma, yazma ve matematik) eksikliğe odaklanmak yerine, bunların örtüşmesini daha iyi anlamak için
farklı öğrenme alanlarındaki eksiklikler arasındaki ilişkiyi incelemeye başlamıştır. Bulgular, bir öğrenme alanında eksiklik
yaşayan çocuklarda sıklıkla diğer alanlarda da eksiklikler görüldüğünü göstermektedir (Dirks, Spyer, van Lieshout ve de
Sonneville, 2008; Landerl ve Moll, 2010). Bu bulgular doğrultusunda, Amerikan Psikiyatri Derneği'nin Ruhsal
Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabının son baskısında (5.baskı) önceki baskılarda ayrı bozukluklar olarak
sınıflandırılan okuma, yazma ve matematik gibi akademik becerileri öğrenme bozukluklarını birleştirerek, genel tanı olarak
"Özgül Öğrenme Bozukluğu" terimini kullanılmış böylece teşhis kategorisi genişletmiştir (Amerikan Psikiyatri Birliği,
2014).
Okuma Bozukluğu (Disleksi)

• Okuma bozukluğu veya disleksi, en yaygın öğrenme güçlüğü olarak belirtilmekte ve "doğru ve/veya akıcı kelime tanıma ile
ilgili zorluklar ve zayıf yazım ve kod çözme yetenekleri" ile karakterize edilmektedir (Lyon, Shaywitz ve Shaywitz, 2003).
Disleksi yaygınlığına yönelik araştırmalarda %5'ten %20'ye kadar değişen oranlar olduğu bildirilmektedir (Wagner ve
diğerleri, 2020). Kökeni Fransızca bir kelime olan ‘‘dyslexie’’ kelimesinden gelen disleksi kavramı; harfler bilindiği halde
okuyamama sorunu görülen, patolojik okuma güçlüğü anlamına gelmektedir (Karaca, Tirit-Karaca, Çalış ve Yiğit, 2018). Bu
okuma güçlüğü (disleksi); nörobiyolojik temelli öğrenme bozukluğunun bir alt türünü oluşturmaktadır. Doğru ve akıcı
okuma için gereken zekâ ve motivasyona sahip çocuklarda ve yetişkinlerde beklenmedik bir okuma güçlüğü ile karakterize
bir durum olarak tanımlanmaktadır (Grigorenko ve diğerleri, 2020; Lyon ve diğerleri, 2003).
Yazma Bozukluğu (Disgrafi)

• Yazmada yaşanan öğrenme güçlüğünü ifade eden disgrafi sözcüğü, Yunanca bozuk anlamına gelen dis kelimesi ve yazı
anlamına gelen grafi kelimelerinin birleşiminden türemiştir (Sürgen ve diğerleri, 2020). Disgrafinin, yazma becerilerinin
etkilendiği bir öğrenme güçlüğü olarak bildirilmektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014). Yazı, en son kazanıldığı
düşünülen dilsel beceri olduğu için, dil bozukluklarında en çabuk yitirilen ve bozukluğu en kalıcı olan beceride yazı yazma
beceri olarak görülmektedir. Disgrafi, salt motor becerisine dayalı bir sorun olduğu için motor işlev ve kontrol
bozukluklarında özel bir yer tutmakta ve ayrıca incelemeyi gerektirmektedir (Salman, Özdemir, Salman ve Özdemir, 2016).
Özetle, yazılı anlatım bozukluğu; el yazısını ve motor becerileri etkileyen bir öğrenme bozukluğu türüdür. Bu öğrencilerin
yazma becerileri incelendiğinde ise; okunaksız el yazısı, heceleme hatası yapma, sınırlı sözcük çeşitliliğine sahip olma, imla
kurallarına dikkat etme zayıflığı, anlatıma dayalı yazdıkları metinlerin akranlarına göre daha kısa olması (üretkenlik),
dilbilgisi hatası yapmada sıklık görülmesi, belirli bir metin türüne göre yazı yazmada zorlanma ve genel yazı yazma
sürecinde zorluklar yaşama gibi sorunlar görülmüştür (Sürgen ve diğerleri, 2020). Öte yandan, disortografi veya bozulmuş
yazım becerileri disleksi kavramından net bir şekilde ayrılamamaktadır çünkü okuma ve heceleme edinimi ayrılmaz bir
şekilde bağlantılı ve birbirine bağımlı süreçler olarak görülmektedir (Habib ve Giraud, 2013).
• Sayısal (Matematik) Bozukluk (Diskalkuli)

• Matematik güçlüğü olarakta bilinen Diskalkuli (Dyscalculia) kelimesi, Yunanca bir ön ek olan “dis” (bozuk-kötü) ve Latince
“calculare” (sayma-hesaplama) sözcüklerinden türetilmiş olup, kötü hesaplama anlamına gelmektedir (Mutlu, 2016). Bu
problemin görüldüğü çocuklarda; bireyin zekâ düzeyi, yaşı ve yaşına uygun olarak aldığı eğitim göz önüne alındığında,
bireysel olarak uygulanan standart testlerle ölçülen matematiksel becerilerinin beklenenden önemli derecede düşük olduğu
belirtilmektedir.

• Bu bozukluk okul başarısını ya da matematik becerileri gerektiren günlük yaşam etkinliklerini, önemli ölçüde bozmakta ve
duyusal bir bozukluk varsa bile matematik becerisi sorunları genellikle bu duruma eşlik eden bir durumdan çok daha fazlası
olarak görülmektedir. Yani bu bozukluk zekâ geriliğine, yetersiz eğitime veya duyusal kusurlara (duyma ve görme zorluğu)
bağlı bir durumdan kaynaklanmamaktadır (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014). Dünya sağlık örgütünün tanımına göre ise,
matematik veya aritmetik ile ilgili akademik becerileri öğrenmede önemli ve devam eden zorluklarla karakterize bir
öğrenme bozukluğudur. Bu zorluklar zihinsel gelişim bozukluğu, duyusal bozukluk, zihinsel veya nörolojik bozukluklar
veya yetersiz eğitimden kaynaklanmamaktadır (World Medical Association, 2013).
• Alanyazında, matematik bozukluğunu ifade etmek için diskalkuli (Karadeniz, 2013), matematik öğrenme güçlüğü (Hopkins
ve Egeberg, 2009) ve gelişimsel diskalkuli (Mutlu, 2016) gibi farklı terimler kullanılmaktadır. DSM-V kitabının son
baskısında (5. baskı) ise sayısal (matematik) bozukluk olarak adlandırılmaktadır.

• Matematik Bozukluğu; sayı algısı, aritmetik gerçekliklerin ezberlenmesi, doğru ve akıcı hesaplama ve sayısal akıl yürütme
olmak üzere dört yetenek alanında yaşanan güçlükleriyle birlikte ortaya çıkmaktadır (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014). Bu
bozukluğun görüldüğü öğrencilerde; zayıf sayı hissi (sayılarının büyüklüğünü kıyaslama), zayıf hesaplama stratejileri
(parmak sayma gibi hesaplama yöntemlerine devam etme), kavramsal bilgi eksikliği (yeni bilgiyi eski bilgiyle
birleştirememe), işlem hızı yavaşlığı ve toplama, çıkarma, bölme ve çarpma gibi dört işlem becerilerinde yetersizlikler
görülmektedir (Geary, 2003). Diskalkulide görülen sayısal bozukluklar, çoğunlukla parietal lobları tutan fonksiyonel ve
yapısal anormalliklerle ilişkilendirilmiştir (Cappelletti ve Price, 2014).
• Özgül Öğrenme Bozukluğunun Nedenleri

• Özgül öğrenme bozukluğu, nedeni kesin olarak açıklanamamış (Karaman, Kara ve Durukan, 2012), nörogelişimsel bir
bozukluk olarak görülmektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014). ÖÖB'nin olası nedenlerini açıklamak için çeşitli görüş ve
teoriler geliştirilmiştir. Bir görüşe göre ÖÖB biyolojik bir temele sahipken, gelişiminde genetik ve çevresel faktörler rol
oynamaktadır (Kere, 2014). Son zamanlarda yapılan çalışmalarda ise ÖÖB'nin, merkezi sinir sisteminin yapısal ve işlevsel
bir bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıktığı konusunda ortak bir görüş bulunmaktadır (Karakaş ve İrkeç, 2008). Bu yapısal ve
işlevsel bozukluklar, okuma, konuşma, yazma veya matematik becerilerini kullanmak için gerekli bilişsel süreçlerin
gelişiminde gecikmeye neden olmaktadır (Karaman ve diğerleri, 2012). Ayrıca merkezi sinir sistemi hasalarının (doğum
öncesi, doğum anı ve doğum sonrası oluşabilecek), genetik faktörlerin (Wadsworth, Olson, Pennington ve DeFries, 2000),
çevresel etkenlerin (Lyon ve diğerleri, 2001) ve biyokimyasal anormalliklerin (Rovet, 2004) de öğrenme güçlüğünün olası
nedenlerinden olabileceği belirtilmektedir.
Özgül Öğrenme Bozukluğunun Yaygınlığı

• ÖÖB’ nun yaygınlık ve sıklığı farklılık göstermektedir (Grigorenko ve diğerleri, 2020). Örneğin; okuma bozuklukları için
%4-9 ve matematik bozuklukları için %3-7 gibi karşılaştırılabilir yaygınlık oranları bildirmektedir (Amerikan Psikiyatri
Birliği, 2014). Yine yapılan bir çalışmada çalışma da, yazma bozukluğu için %5,4, matematik bozukluğu için %6,0 ve
okuma bozukluğu için %7,5 yaygınlık oranları bildirmiştir (Fortes ve diğerleri, 2016).

• Ruhsal Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabının beşinci baskısında (DSM-5), okuma, yazma ve matematik eğitim
alanlarını içeren özgül öğrenme bozukluğunun yaygınlığı, farklı kültürlere mensup ve farklı dilleri konuşan okul çağındaki
çocuklarda %5- %15 olarak bildirilmiştir. Erkeklerde kızlara oranla daha yaygın görüldüğü (3/2) bildirilmektedir (Amerikan
Psikiyatri Birliği, 2014).

• ,Cinsiyete göre yaygınlığa bakıldığında; okuma ve yazma bozukluğunun erkeklerde kızlara göre daha yaygın görüldüğü
(Katusic, Colligan, Weaver ve Barbaresi, 2009; Rao ve diğerleri, 2017; Wagner ve diğerleri, 2020) matematik bozukluğunun
ise kızlarda, erkeklere göre daha yaygın görüldüğü bildirilmektedir (Landerl ve Moll, 2010).
Kombordite

• Özgül öğrenme bozukluğunun; dil ve iletişim bozuklukları, algı-motor bozuklukları ve organizasyon ve


yürütücü işlev yetersizliği gibi bozukluklarla ilişkili olduğu bildirilmiştir (Arnold ve diğerleri, 2005; Mayes ve
Calhoun, 2006). Örneğin, matematik bozukluğunun (diskalkuli) yaygın olarak dil bozukluklarıyla birlikte
ortaya çıktığı bildirilmektedir.

• Öte yandan ÖÖB'na eşlik eden en yaygın tanının ise dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olduğu
belirtilmektedir. Ayırca bu özgül fobi (%46,3), karşıt gelme bozukluğu (%26,3), enürezis (gece işemesi) (%25)
ve tik bozuklukları (%22,5) görülmektedir. Farklı bir araştırmada ise en sık görülen komorbiditeler; davranım
bozukluğu, karşıt gelme bozukluğu, anksiyete bozukluğu ve depresyon olarak bildirilmiştir. Ayrıca obsesif
kompulsif bozukluk (OKB), travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), sosyal fobi de eş tanı olarak bulunmuştur
(Altay ve Görker, 2018). ÖÖB profiline sahip çocukların yaklaşık %3'ünün otizm tanısı aldığını ve %4'ünün de
sosyal, duygusal ve davranışsal zorluklar tanısı aldığı bildirilmiştir (Morsanyi ve diğerleri, 2018).
Tedavi
• Öğrenme bozukluğu olan çocukları tedavi etmenin en sık kullanılan yolu, akademik başarılarının artmasının
çocukların özgüvenleri üzerinde olumlu bir etkisi olacağı, kişilerarası ilişkileri ve sosyal statüleri iyileştireceği
ve daha az duygusal zorluklara yol açacağı varsayımı altında, akademik zorlukları üzerine çalışmak olarak
görülmektedir (P. L. Morgan, Farkas, Tufis ve Sperling, 2008). Son zamanlarda ise tedavi, öğrenme güçlüğü
çeken çocukların sosyo-duygusal zorluklarına bilişsel-davranışsal ve insancıl yöntemlerle doğrudan müdahale
etme olarak da görülmektedir (Kavale ve Mostert, 2004; Shechtman ve Katz, 2007). Bu sosyal ve duygusal
zorluklara doğrudan müdahale noktasında karşımıza psikolojik danışma müdahaleleri çıkmaktadır.
• https://cdnacikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_Bahar/gelisimsel_p
sikopatolojİ

You might also like